Son baski sayı06

Page 1

Endüstriyel Futbola Karşı

Aydınlıkevler’de Kadınca Bir Sohbet

TAŞRA

Endüstriyel futbola karşı Fenerbahçe taraftar grubu. Taşra için futbol uzaklardan sevmenin, uzaklardan direnmenin, aşkların en büyüğünü uzaklardan yaşamanın ete kemiğe bürünmüş hali..

Sayfa 11

Aydınlıkevler’de simitçide her işi yapan Ayşe Ablamızla sohbet ettik. Her kadında olduğu gibi o da hayat mücadelesini kendi elleriyle veren, güçlü kadınlardan.

Sayfa 2

Zülfikar; Bir Mamak Hikayesi filmini duyar duymaz, muhabbet etmek istedik. Filmin mutfağında bir set ekibinden fazlasını bulduk. Film fikrinin oluşumundan ve filmden başlayıp Olgu Sanat Atölyesine giden yolllarını, neler yaptıklarını ve daha neler yapmak istediklerini dinledik. Sayfa 10

Türkiye son on yılın en kritik seçimine gidiyor. Meydanlar, caddeler, sokaklar seçime girecek partilerin ve bağımsız adayların bayrakları ve afişleriyle doldu. Televizyon ekranları, gazeteler, internetin yanında kahvehane sohbetlerinde, dolmuş veya taksi muhabbetlerinde baş gündem 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak olan Genel Seçim. Sadece basit bir milletvekili seçimleri değil bu seferki. Milyonlarca seçmen sadece dört yıllığına kendilerini mecliste temsil edecek milletvekillerini seçmeyecek bundan daha çok nasıl bir ülke nasıl bir gelecek istediğini seçecek. Bir son veya bir başlangıç gibi değil pek tabi ki ama yakın gelecek açısından ta-

Soma’da Adaleti Kim Engelliyor?

İnsan yaşamını hiçe sayarak madenleri düşük maliyet ve yüksek kömür üretimiyle işleten ve yüksek karlar kazanan şirketlere işletme lisansı veren hükümet sorumlu değil midir? Sorumluluktan yakasını sıyırmaya çalışmak, hukuksuzluk ve ahlaksızlık değil midir?

330 Bin Öğretmen Atama Bekliyor

Eylülden beri mücadelelerine devam eden 2015 Şubat Ataması Platformu’ndan öğretmenlerimiz ile neden günlerdir Ankara sokaklarında olduklarını, eğitim ve sınav sistemini ve atanamamayı konuştuk. Adaletli bir dağılım ile 40 bin atama talep eden öğretmenler sesleri duyulana kadar pes etmeyecek. Sayfa 9

Sayfa 7

Kadınlar İçin Artık Yeter Deme Vakti Ahval-i Kadın

Sayfa 2

Seçim 2015 Haklarımız

Sayfa 5

rihsel bir önemi var. Çünkü Türkiye halkları bu seçimde: nasıl bir yönetim sisteminden başlayın da, yoksulluk, işsizlik, sömürü, baskı, ayrımcılık, baskı, şiddet, barış ve özgülükler gibi gelecekleri için en kritik mevzularda mevcut uygulamalara devam mı yoksa artık yeter mi diyerek sandığa gidecek.

Sayfa 3

Dışkapı’da “ İşçi” Lokali Rantı Yüz yıldır elinin emeğini yemekten başka bir derdi olmayan Hacıbayram’daki amele pazarını mesken tutan inşaat işçileri, Ankara Büyükşehir Belediye’si tarafından açılan Dışkapı İşçi Lokali’nde ranta kurban ediliyorlar. İşçiler görüntü kirliliği yarattıkları öne sürülerek zabıta ve polisler tarafından lokale gitmeye zorlanıyor. İşçiler ise bu zorlama karşısında “Nerede bekleyeceğiz!” diye tepki gösteriyorlar. Sayfa 9

Yargı Mı Dediniz?

Umut Her Yerde!

Av.Murat Yılmaz

Ahval-i Umumiye

Sayfa 6

Sayfa 7


MAYIS 2015

Ahval-i Kadın

Fatma Güleç

fatmagulec06@gmail.com

Kadınlar İçin Artık Yeter Deme Vakti

Yine bir seçim vakti geldi… Nüfusun yarısı, yüzde ellisi olduğumuz halde biz kadınlar için, seçimin önemi nedir peki, ne bekliyoruz, hangi barajların aşılmasını istiyoruz? Cevabı nerede, oy pusulasının neresinde bulabiliriz? Bir kadın olarak neye göre seçim yapacağız ya da seçimimizi kendimiz yapabiliyor muyuz? AKP döneminde artan kadın cinayetlerinden, bize yönelik şiddetten, tacizlerden, tecavüzlerden, iktidardakilerden başlayıp yanı başımızdaki kocadan, patrona küçük iktidarlara kadar sinen kadını aşağılayan dilden, davranıştan bıktık. Her seferinde biz kadınları yargılayan ama kadın katillerine iyi hal indirimleriyle ödüllendiren yargıdan, her gün en aşağılık biçimde bedenimize, ruhumuza saldıran medyadan da bıktık artık. Peki, biz kendimiz için bir şeyler bekliyor muyuz bu seçimden, bunu umuyor muyuz? Kadın kotaları konuşulurken, şu partinin şu kadar kadın adayı var denirken kadınlar olarak ne kadar gündemimiz oluyor bunlar? Yoksa şimdiye kadar zaten erkeklerin elinde kalmış yalan dolan dolu siyaseti teslim ettik ve bizi etkilemiyormuş, hatta bizle hiç alakası yokmuş gibi mi davranacağız? Şimdiye kadar tek sigortası kocası olmuş, evde çalışmış eve destek için dışarda çalışmış, çocuklarına bakmış, kocasından veya başka birinden şiddet görmüş, sokakta herhangi bir erkek tarafından taciz edilmiş, tecavüz edilmiş, bütün öldürülmüş kadınlar adına genç yaşlı her kadının en çok konuşacağı zamanlarda değil miyiz? Hele ki artık çekilmez bir hayat sunulurken bizlere, tüm sıkıntılarıyla savaşıyla, yoksulluğuyla hayat mücadelesinin her yanıyla tekrar tekrar üzerimize gelirlerken, bu iktidara karşı en çok konuşacaklar bizler değil miyiz, artık yeter deme vakti değil mi? Kadınlarını yanına alan partiler değil bizlerin yanında duran, hatta kendisine kadın partisi diyebilen, sözümüzün yeri olduğu parti olmamalı mı seçimimiz? Mevcut hükümetin rant, yolsuzluk ile yarattığı düşman bir yer yerine her yerde bizlerin yaşadığı sıkıntıları yok etmek için kadın dostu kentler, işyerleri… Vb. talep etmemeli miyiz? Bütün çocuğun, yaşlının, hastanın, evin bakım yükünü bizlere yıkanlara karşı bir alternatifi sunanları ve bu yükü kolaylaştıran hatta eşit olarak dağıtılmasını amaçlayan, maddi anlamda da destek sunan bir alternatifi seçmemeli miyiz? Kadın istihdamını artıracak, işsizliği azaltacak, eşitsizlikleri giderecek, ev işçisi kadınları güvence altına alacak bir seçenek yok mu? Barajlar işte tam bunlar için, kadınları yok sayan anlayışı yıkmak için aşılmamalı mı? Bu seçim kadın seçimi! Eğer ki siyaset bizim yaşamımızı belirliyor hatta canımızı elimizden alabiliyor ise bu seçim ve sonrasında artık irademizi ortaya koyma vaktidir. Bu kirli siyaset adamlarının kirli çamaşırlarını biz mi yıkamak zorundayız? Yüzde elliyiz ama neredeyiz dememek için teslim etmeyelim başkalarına oyumuzu da hayatımızı belirleyen hiçbir şeyi de. O yüzden bizlerin, kadınların, vitrin için değil gerçekten bizler adına konuşacakların mecliste olması gerekmiyor mu? Özgürleşmemiz için oyumuzu kullanabilmemiz gerekmiyor mu? Barajlar, kotalar asıl bizler için, bizleri engellemek, sınırımızı haddimizi bildirmek için konmadı mı? Bunlara hayır demek için, yeter artık demek için, kadınız varız demek için o barajı yıkmak, yerle bir etmek gerekmez mi?

Kadın

Kadınca Sohbetler

2

Kadınca Sohbetler dizisinin ikincisiyle devam ediyoruz. Bu kez Aydınlıkevler’de simitçide her işi yapan Ayşe Ablamızla sohbet ettik. Her kadında olduğu gibi o da hayat mücadelesini kendi elleriyle veren, güçlü kadınlardan.

Ayşe Abla Ankaralı, evlendikten sonra Samsuna gitmiş. Üç kız bir erkek dört çocuğu var. “18 yaşımda evlendim, 19’umda çocuğum oldu.” diyor. Hep çalıştım diyor yaptıklarını anlatırken. Markette ürün tanıtmaktan, sekreterliğe birçok işte çalışmış. “Belediye’de kadınlar için çalıştım. Kadınların el emeklerinden gelir elde edebilmesi için organizasyon yapıyordum.” diyor. Kocaları buna bile göndermiyorlardı kimisinin, gider ikna etmeye çalışırdık diye her şekilde eve kapatılan kadınlardan bahsediyor. Bir Ara Boş Kalmadım! mez olduğu ortada değil mi? Erkektir , Erkek! Hiç boşluk bırakmamış işleri “Gençken bütün evraklarımı hazırlar Bu düzende kadın olaarasında. Bir ara Samsun’da boş çalışmak isterdim, yırtardı hepsini rak, kadın gibi yaşamakaldığımda lif, iğne oyası, tül- babamız yok kadın çalışmaz derdi. nın pek de mümkün bent kenarı yapıp pazara gittim. Ben sana bakamıyor muyum, otur olmadığını anlamış Eve gelip çocuklarla, ev işleriyle çocuklarına bak deniyordu. Ben Ayşe Abla. Anlamış ki uğraşmaya devam tabi hep. Has- böyle başladım ve sonra ben varım ‘Hep erkekler öne alıtaneden temizlik işçisi olarak dedim. Çok yoruldum, yoruluyorum nır ya deneyimledim çalışmış. “Taşeron firmadaydım ama çocuklarımın arkasındayım.” öğrendim erkek gibi tabi, çok yorucuydu. Odaların yetiştirdim kızımı, bakGüçlü Olmasak Ayakta a’dan z’ye temizliğini yaparmayın çıtı pıtı gözüktüDuramayız! dım.” Oradan çıkıp kız kardeşiğüne.’ diyor. Kadın gibi nin desteğiyle emlakçılık yapkalabilsek, öyle bir düzeHer şeye rağmen güçlü mış. Yine bir süre boş kaldıktan ni kurabilsek kim bilir nasıl bir yadurmaya çalışıyor kasonra dişçide aşçılık yapmış. 50 şamımız olurdu. Daha iyi olacağına dınlar. Ayşe Abla en çok kişiye yemek yapıyordum diyor. inancımız büyük ya bunu kadınlarla da buna kızıyor. Bizler “Yine bir süre boş kaldıktan sonberaber, dayanışma içinde yapabiliiçin “Ama daha çok cera burada kasiyerlik de, çay da, riz. Bir yerde hep erkektir, erkektir saretli olmalıyız.” diyor. garsonluk da yapıyorum. Dört deniyor dedikten sonra biz de soGüçlü olmazsak ayakta beş mesleği yapıyorum artık.” rumluyuz aslında diyor Ayşe Abla. duramayız. diyor gülerek. Onları da kadınlar yetiştirdi sonuçta. E bizler ne öğrendik şimdiye kadar Ben Varım Demek! diyor. Hem evde hem dışarda çalışmak Peki nasıl oldu bu diye merak edi- peki? Erkektir, erkek denerek bükendisini var etmek için önemli yoruz hem dışarda çalış, hem ev ve yüdük sonra bizler de söyler olduk olmuş. Evde ayrı derdin yükünü çocuklar. Burada başka bir kadın bunu. Sorumluyuz evet kadın olarak en yorucu şekilde dışarıyla hafif- giriyor devreye. Büyük kızının çok hayat mücadelesini diğer kadınlarla letmek belki bu. Belki de şöyle destek olduğunu söylüyor. Ben işe el ele yürütmediğimiz için. Başka bakınca kadın olarak koca de- gidiyordum, kızım bakıyordu ufa- bir kadını yalnız bıraktığımız ve tüm rinden kaçmak için patron kahrı ğına. Unutamamış sanırız bu olanı erkektir, erkek denilenlere karşı bedaha mı çekilir geliyor ki acaba? bazen salçasız yemek yaptığından raber durmadığımız için. Merve/Aydınlıkevler Patronun da kocanın da çekil- bahsediyor büyük kızının.

İran’da Ferinaz Yangını! İran Mahabad’da Tara Otel’de çalışan Ferinaz Hosrevani’ye otel sahibi ve İran İstihbarat Teşkilatı İtlaat elemanı olduğu söylenen dört kişi tecavüz girişiminde bulununca genç kadın otelin dördüncü katından atladı ve yaşamını yitirdi. Bunun üzerine sokağa dökülen

halkın eylemleri sırasında otel yakıldı ve polis tarafından iki kişi öldürüldü ve çok sayıda yaralı var. Kadına yönelik şiddetin olağan görüldüğü, tecavüzün, tacizin birilerince hak bilindiği bugünlerde Ferinaz da kadınların direncinin bir simgesi oldu. Kadına yönelik sal-

dırılar pervasızlaşırken kadın katilleri ve katillerini azmettirenler nerede, nasıl yargılanacak ve resmi kurumlarca cezalandırılacak mı bilmiyoruz?

Sığınma Evlerinde Oyların Güvencesi Yok! Seçimleri her şeyin çözümü, halkın iradesinin meclise taşınması olarak görenler her yerde ve herkesin oy hakkını güvence altına almıyor. Bunun bir örneği şiddet görüp sığınma evlerinde kalan kadınlar. Türkiye’de 2014 yılında 17 bin 792 kadın sığınma evlerine yerleştirildi. Bu kadınlardan 16 bin 862’si bir şekilde fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kaldığı için bu

Kadın Koalisyonu Platformunun cezaevine dönüşmüş kadın sığınma Yüksek Seçim Kuruluna yönelttiği evlerinde kalıyor. Bu kadar insanın o “Sığınaklarda/Kadın Konukevleçok önemli oy hakkı neden güvence rinde kalan kadınların oy kullanma altına alınmıyor? hakkını güvence altına almak için ne tür önlemler alınmıştır?” sorusunun cevabı ise böyle bir çalışmanın olmadığı olmuştur. Yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na buradaki kadınların oy haklarını güvence altına almak için ne yapıldığı sorulduğunda nerede sandık kurulacağına dair cevap verilmiştir. Kadınlara en başta yaşamı olmak üzere, haklarını vermeyenler bizlere umut da veremez.


Ankara

3

MAYIS 2015

7 Haziran’da Ne için Tercih Yapacağız?

Seçime birçok parti giriyor olmasına rağmen meclise girme olasılığının yüksekliği dört partiyi öne çıkıyor. Her gün bir yenisi açıklanan anketlerle bu dört partinin barajı geçip geçmemesi, çıkaracağı milletvekili sayıları üzerinden 8 Haziran’da ki meclise ve olası hükümete ilişkin senaryolar oluşturuyor. Birçoğu algı yaratma amaçlı yayınlanan söz konusu bu anketler üzerinden sözüm ona uzmanlar kim için ne için belli olmayan sözde “istikrar” söylemleri üzerinden kararsız seçmen yönlendirilmeye çalışılıyor. Bütün manipülasyon ve yönlendirme girişimlerine rağmen bizler neye göre oy vereceğimizi biliyoruz:

Eksik Demokrasiye Devam Mı Artık Yeter Mi?

Seçimlerde 12 Eylül askeri diktatörlüğünün ülkemiz demokrasisinin boynuna taktığı en önemli prangalardan biri olan %10’luk barajın yıkılıp yıkılmayacağı belirlenecek. 35 yıldır sakat bir demokrasiye mahrum bırakılıp, oyum boşa gitmesin diye istemediği partilere oy vermek zorunda kalan seçmenler, bu seçimlerde demokratik tercihlerine ipotek koyan barajı yıkıp, sözde istikrar adına tekçi yönetime devam mı yoksa artık yeter herkesin eşit ve özgür biçimde temsil edilsin mi arasında bir tercihini yapacak.

Padişahlık Mı Yoksa Çoğulcu Demokrasi Mi?

AKP, seçimlere hükümet olarak girmenin bütün avantajını kullanmasının yanında Anayasal olarak tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı’nın açılış adı altındaki mitingleriyle de bu seçimi bir milletvekili seçiminden çok Tayyip Erdoğan’ın sözde başkanlık hülyasının topluma kabul ettirme seçimi haline dönüştürdü. Bu nedenle milyonlarca seçmen bu seçimde, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde örneği bulunmayan her şeyin tek elde toplandığı sözde başkanlık özde ise padişahlık sisteminden mi yoksa kimliğini, kültürünü, inancını, cinsiyetini özgürce yaşayabileceği çoğulcu demokratik bir sistemden mi yana olduğunu seçecek.

Kadın Cinayetlerine Devam Mı?

İş Cinayetlerine ve Kölelik Koşullarına Devam mı?

7 Haziran’da sandıklarda, bir avuç patronun cebi daha fazla dolsun diye emekçilerin iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirme pahasına, her türlü güvenceden yoksun bir şekilde, üç kuruşa kölelik koşullarında çalışmaya mahkûm olduğu; milyonlarca yurttaşın işsizlik, yoksulluk ve açlıkla terbiye edilmeye çalışıldığı sömürü düzeni ile herkese güvenceli iş, insanca ücret ve çalışma koşulları sağlayan, üretilen değerlerin toplumda eşit ve adil bir şekilde paylaşıldığı, birleri sokaklarda aç gezerken birilerinin saraylarda ziyafetler çekmediği eşitlikçi ve adil toplumcu bir düzen arasında seçim yapılacak.

Savaş Mı? Barış Mı?

Mevcut siyasal iktidarın ve başkanlık hayalindeki büyük şefin dış politikadaki Osmanlıcı hayaller ile geleneksel inkar ve imhacı anlayışın göstermelik söylem deği-

şiklikleri haricinde aynen devam etmesi içerde ve dışarda halklarımızı kanlı kör bir savaşa doğru sürüklediği gerek içerde gerekse dışarda herkes tarafından malumun ilanı gibi tekrarlanması karşısında bu seçimlerde insanların oyları her şeyden çok içerde ve dışarda savaş mı yoksa barış mı tercihini gösterecek.

Milyonlarca seçmen bu seçimde; evde, sokakta veya işyerindeki ayrımcı uygulamalar, cinsiyetçi söylemler ve her geçen gün daha da artan şiddetle kadınlara yönelik baskı ve sömürünün derinleştirilip sıradanlaştırılmasına neden olan erkek egemen muhafazakâr siyaset anlayışından mı; yoksa eşit ve özgür bir toplum için her şeyden önce toplumun yarısını oluşturan kadınların yaşamın her alanında özgürleşmesi gerektiğine inanan ve bunun yaşamsal kılınması için ekonomiden, eğitime, söylemden uygulamaya cinsiyet eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyaset anlayışından yana olduğunu oylayacak.

Gençlik Geleceğine Karar Verecek

Ezberci eğitim sistemiyle beyinleri esir alınıp her türlü yaratıcılığı öldürülmeye çalışılan, eşitsiz ve yetersiz çalışma koşullarında ucuz işgücü olarak kabul edilen, ötekileştirilen, her türlü arayışı ve sorgulaması tehlike olarak görülüp, ehlileştirilmeye ve geleceksizleştirilmeye çalışılan yüzbinlerce genç bu seçimde, kendisine

dayatılan bu tek boyutlu yaşam anlayışı ile kendini özgürce gerçekleştirmesinin fırsat ve olanaklarını yaratan, gençliği tehlike değil ekonomiden, siyasete, sanattan edebiyata, her alanda çok boyutlu, özgür ve dinamik yeni bir yaşamın kurucusu olarak gören bir yaşam anlayışı arasında tercih yapacak.


Kent ve Yaşam

MAYIS 2015

Angaralı’ya Sorduk:

4

Seçimlerden Ne Bekliyorsunuz? Adil Bir KPSS Ve Torpilsiz Atama İstiyoruz

Samimiyet ve Verilen Sözlerin Tutulmasını Bekliyorum İnsan olarak karsımdakilerden samimiyet ve verilen sözlerin tutulmasını bekliyorum. Partilerle ilgili de değil. İnsanlara umut veriyorsunuz aslında. Mesela Haydar Baş Asgari ücret 5.000 lira olacak diyor. Ne anlamı var. Vaatlerin halka açıklanması gerekir. Kaynaklar anlatılmalı halka. Halk için yapılan pek bir şey yok maalesef. Seçmenden oy alabilmek için riyakârca konuşmalar oluyor. Gerçekçi olan-

lar önemli. Herkese oy verdik ne kadarını karşıladılar ki beklentilerimizi. Bizler için yapılan bir şey yok. Bürokratlar kendi adamlarına kazandırıyorlar hep. Artık açıklamaları yok bunların. Kendi gruplarının çıkarlarının, para kaynaklarının pesinde, başkanlık diyorlar yine iktidarlarının peşindeler. Milletvekili olmak için milyonlarca paralar dönüyor. Esnaf olarak konuşmuyorum, insan olarak bu hepimizi etkiliyor.

Nejdet Abi– Dikmen

Hayat Şartları Eşit Olsun İsterim

Aslında Güneşevler, Hasköy bölgesinin tabanı AKP’nin arka bahçesi değildir. Burada şöyle bir durum var; aile büyükleri cami ve din üzerinden AKP’yi sa-

Haydar Abi - Hasköy

hipleniyorlar. Oysaki bence temelde tek bir ayrım vardır; Ezen, ezilen. Ama benim değerlerim ezilenin yanında durmayı gerektiriyor. Ama bizdeki sınıflama dindar ve dindar olmayan üzerinden dönüyor. Ben emekçinin, küçük esnafın neden sağ partilere oy verdiğini anlamıyorum. Örneğin CHP’nin vaadi. İki maaş ikramiye bana makul geliyor. Tam bir çözüm değil tabi ama hayat şartları eşit olsun isterim. HDP barajı aşarsa bunlar iktidar olamaz. Gitmemek için direnecekler. Ama geçemezse yoğun bir karmaşa çıkacaktır. HDP’nin barajı geçmesi kendini azınlık hissedenlerin demokratik haklarının genişlemesini sağlayacaktır. Geçemezse faşizan düzen daha da çetinleşecektir. Eline Kuran alarak siyaset yapıyor. Din üzerinden, milliyetçilik üzerinden düşünürsen Türkiye’de hep yüzde 10- 15 kararsız bir kesim var. Bu kesim sonuçları belirliyor.

Herkes Koltuk Sevdalısı

Çorumlu Usta- Hüseyingazi

Erhan - Keçiören

Küçük Esnafı Koruma Yasası çıkacak diye söz verilmişti. Buna göre büyük marketler, AVM’ler belli bir saatte kapanacak, bazıları şehir dışına taşınacaktı. Ancak iş adamlarının baskısı ile torba yasadan bu maddeler çıkarıldı. İş adamlarına güç yetmedi. Bu haliyle bize bir faydası olmadı. Seçimlerden sonra da değişmez bu. Zaten konuşulanlarda esnafların lafı geçmiyor. Küçük esnaf yüzlerce kalem vergi ile eziliyor. Esnaf için ne yapılıyor. Hiçbir şey. Maalesef mahallelide parası olduğunda süpermarketlere olmadığında bakkala veresiyeye geliyor. Küçük esnafı yaşatmak lazım. Yeni hükümetle adaletli sınavlar mesela KPSS bekliyorum. Benim hayatım bunlardan etkileniyor. Her şey şaibeli. Her şeyde adillik istiyoruz aslında. Birçok yerde adalet yok. Gençler olarak adil bir atama ve adil bir sınav seçimlerden sonra beklentimiz. Bakın her seçim öncesi yine kendilerine yakın isimleri sınavsız sözleşmeli işe aldılar. Seçimden sonra da kadroya alacaklar. Alıştık maalesef bunlara. Hakkımız yeniyor.

Herkes koltuk sevdalısı. Baykal gibi. Bahçeli de koltuğu bırakamıyor. Bence CHP-MHP hükümeti kurulacak. HDP kesinlikle barajı geçer. Artık mevcut hükümetten mevcut partiden bıktık. Çırpınıyorlar şimdi. Bunun için savaş da çıkarırlar. Bunlar koltuğu bırakmamak için her şeyi yapar. Simdi vatan sevgisi de kalmadı her şey ekonomi oldu. Herkes cebini düşünüyor. Kim geldi de ne gördük neyi savunacağız ki. Birbirimizi yediğimiz devirler kapandı. Seçimlerden yeni anayasanın değişmesini bekliyorum. Artık silahlar değil siyaset konuşsun. Artık konuşarak halledilmeli meseleler. Olan halka oluyor.

Hangisi Sosyal Adaleti Savunuyorsa Onu Savunurum, Sahiplenirim Her seçimin anlamı vardır. Kritik bir dönem deniyor yine. Özgürlüklerin genişlemesini, daha yaşanır bir ülke bekliyoruz biz artık. Ataerkil bir toplumu o kadar derinden yaşıyoruz ki kadınların öldürülmesi, şiddet hep var. Lafla değil icraatla diyorlar ya mesela eş başkanlık diye bir şey var. Bunu uygulayanlar var, örnek alınması gerekir. Bunun yanında kadın olarak bekliyorum ki toplum olarak bilinçlenelim bu konuda. Hangi parti halkı düşünüyor, hangisi sosyal adaleti savunuyorsa onu sa-

vunurum, sahiplenirim. Bu sistemde ne kadar ne olabilir ki zaten. Ne kadar bu toplumda sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldıracağını söyleyen bir parti varsa onu desteklerim. Ben bu seçimde barajların yıkılmasıyla daha güzel bir şeyler olacağını düşünüyorum.

Terzi Abla - Ahiler

Artık Barışı Hiç Kimse Engelleyemez! Asgari ücret için söylenenler güzel ama geri kalan ne olacak maaşın gideceği yer de var. Bir maaş ikramiye diyorlar mesela. Hepimizin maaşı aynı mı? İki ikramiyesi de o kadar olacak ve bu adalet mi olacak? Neredeyse bir gökyüzünü vaat etmediler o kaldı. Şimdi herkes alevinin, milliyetçinin, kürdün, türkün oylarına oynanıyor. Adalet hiçbir yerde yok, hiçbirimiz için yok. Secim sonrası bizim toplumsal çıkarlarımız sadece parti liderlerine de bağlı olduğunu düşünmüyorum. Bugün kardeşlik, barış hepimizin sorunu. Sonrasına artık bunu bekliyoruz. Onlara bağlı değil artık halk bunu isteyecek. Çözüm deniyorsa bu devam etmeli, kesinlikle olacak, kimse engelleyemez. Şimdiye kadar savaşa harcanan para ile geri kalmış yerlerimize harcansa herkesin arabası olurdu. Bütün partilere rağmen bu halk bunu çözecek. Ben Trabzonluyum bu ülkenin çimentosudur Trabzon. Güneydoğu benim Trabzon güneydoğunun. Bir sürü halkla tırnak gibi olmuşuz bu ülkeyi bu kadar yormaya gerek yok. Çözümü her Hüseyin Küz – Aydınlıkevler şeye rağmen halk istiyor!


Emek

5

Muttalib: Suriyeli İşçilerin Günahı Ne? Muttalib’le Hasköy’de Cuma çıkışı bir yandan elimizdeki broşürleri cemaate dağıtıyoruz bir yandan muhabbet ediyoruz. Muttalib Suriye’de savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan 2 milyon 300 bin mülteciden biri. Ama herhangi biri değil en azından benim tanıştıklarım içinde. Gözleri çakmak çakmak konuşurken. Öfke dolu. Aynı zamanda belki de olayları bu kadar derinden anlayabilen az sayıda mülteciden biri. Kardeşleri ve ailesiyle Önder’de oturuyor. İçinde, iki yarası var biri Halep’ten Türkiye’ye gelirken bırakıp geldiği nişanlısı diğeri ise mesleğinin burada sırf Suriyeli olduğu için sömürülmesi. İlkini geçerek sözü Muttalib’e bırakıyorum; Kampların Hapishaneden mız değil ki. Kaçtık kampa geldik. ama birileri var diyor yolda Duramadık orada. Hapishaneden çevirip Suriyeli misin Türk Farkı Yok müsün diye sorup saldıran16-17 şehir gezdik diyor. Adana, farkı yok kampların. lar. Suriyeli işçilerin günahı Antep, Bursa, Afyon… Ben o kada- 12 saat 30 lira Yevmiye rını göremedim diyorum. Gülüyor. Adana’ya geldik lokantada çalıştım. ne? Cemaatten bu arada tek Keyiften değil diyor. Ben çocuklu- 900 liraya. Yetmiyordu. İşimi yap- tük duaya kalanlarda çıkıyor. ğumdan beri tekstil çıraklığında ye- mak istiyordum. Tekstil işi için Bur- Suriyeli dilencilerle birlikte tiştim. Suriye’de iyiydi durumumuz. sa’ya göçtük. Orada da tutunamadık. Sitelerin yolunu tutuyoruz. E.Adem Demir Ustalık yapıyordum orda. Babam ve Sonra Ankara’ya geliyorlar. Bugün Siteler’ de en abim ise demirci ustası. Suriye’de savaş hiçte buradan gö- düşük yevmiye züktüğü gibi değil. Öyle bir şey ki 60-70 lira iken belli yerlerde hayatını süren yine sü- günlük 12 saat 30 çalışıyor rüyor ama biz süremedik. Kim bıra- liraya Muttalib. 250 lira kıp gelmek ister toprağını. Bir yanda Esad bir yanda Işid, Kaide. Her 100 kira veriyorum. metrede bir kontrol noktaları var. 15 Elektrik su yeme yaşından yukarı kimi yakalarlarsa içme hangi birigötürüyorlar. Esad’ın yanında sava- ne yetsin diyor. şanların çoğu böyledir diğerleri de Mahalleyi soruHristiyan falan. Onlarda korkuyor- yorum. Bize çok lar. Bizde kaçtık. Bu bizim savaşı- yardımcı oldular

Ulus’da “Ameleler” Görüntüyü Bozuyormuş!

Ankara Büyükşehir Belediyesi parsel parsel parsellenen arsa, arazi robot,sayaç rantlarından sonra şimdide günlük yevmiyeyle çalışan işçinin cebine gözünü dikti. Her şey Büyükşehir Belediyesinin Dışkapı Köprüsü altına açtığı “İşçi” Lokali ile başladı. Aslında adı İşçi Lokali olan ancak Ankara Halk Ekmek Bayisi olan bu yer sanki İşçiler için dinlenme tesisiymiş gibi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yalan

tefrikası Ankara Gazetesi’nden ve bazı yayın kuruluşlarından duyuruldu. Görüntüyü Bozuyorsunuz, AB Uyum Yasalarına Uymuyorsunuz Ulus’ta Ankaralının 100 yıldır “Amele Pazarı” diye bildiği Hacıbayram Hükümet caddesi civarı Türkiye’nin ve Ankara’nın değişik yerlerinden gelen günlük yevmiye ile karınlarını doyurmaktan başka derdi olmayan işçilere Mayıs ayının onüçünde zabıtalar ve polis tarafından müdahele edildi. Üstelik gerekçe olarak “Görüntü kirliliği yaratıyorsunuz.” Denildi. İşçilerin, Nerede bekleyeceğiz? Artık kaldırımda da mı duramayacağız? Sözleri üzerine

ise asıl mesele ortaya çıktı. Zabıtalar “İşçi” Lokali açıldığını ve oradan başka yerde bekleyemeyeceklerini söyledi. Sabahın beşinden sekiz dokuza kadar günlük yevmiyeli işçi arayanlar yüz yıldır olduğu gibi yine Hacıbayram’a geliyor. Ancak işçiler artık kazma, küreklerini “AB” uyum yasaları kılıfı altında, işçilere pahalı çay ve simit satmak isteyen Büyükşehir Belediyesi yüzünden artık saklamak zorunda. Bekir/Hasköy

MAYIS 2015 Haklarımız

haklarimiz06@gmail.com

Seçim 2015

Genel seçimlere oldukça kısa bir süre kaldı. Bu vesileyle kimler oy verebilir, sandık başlarında kimler bulunabilir, seçim sonuçlarına nasıl itiraz edilir gibi konularda bilgi vermek istedik. Seçme ve seçilme hakkı Anayasa’nın 67.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; Yurttaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir. Seçimlerde izlenmesi gereken prosedür ise 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir. Seçimler Nasıl Yapılır? Seçimler, serbest, eşit, tek dereceli genel oy esaslarına göre yapılır. Seçmen oyunu kendisi kullanır. Oy gizli verilir. Oyların sayımı, dökümü ve tutanaklara bağlanması açık olarak yapılır. Kimler Oy Kullanabilir, Kimler Kullanamaz? On sekiz yaşını dolduran her yurttaş, seçme ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir. Ancak; - Silahaltında bulunan erler, onbaşılar ve kıta çavuşları (Her ne sebeple olursa olsun, izinli bulunanlar da bu hükme tabidir), - Askeri öğrenciler, - Ceza infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunanlar, - Kısıtlı olanlar, - Kamu hizmetinden yasaklı olanlar, Oy kullanamazlar. Sandıklarda Dikkat Edilmesi Gerekenler -Sandık çevrelerinde sandık görevlilerinin dışında müşahitler ve itiraza yetkili kişiler de bulunabilir. Basın görüntü ve bilgi alabilir. -Seçimin güvenliğini sağlamakla yükümlü kolluk kuvvetlerinden başka, resmi üniforma ve silah taşıyan kişiler sandık çevresine giremezler. ( örn: özel güvenlik görevlileri) -Sandık alanında siyasi parti ya da adaya ait rozet amblem vs. taşınamaz; propaganda yapılamaz. Oy Verme -Oy verme işlemi 08.00 ila 17.00 saatleri arasında yapılabilmektedir. -TC Kimlik numarası içeren bir resmi kimlik belgesi ibraz edilmedir. ( Nüfus cüzdanı, ehliyet, pasaport vs.) -Seçmen listesinde kişinin adı bulunduktan sonra mühürlenmiş oy pusulası, zarfı ve tercih mührü seçmene verilir. -Mühür işaretlenmiş alana basılır, Pusulanın başka hiçbir yerine basılırsa oy geçersiz olur. -Oy verme bölmesine cep telefonu ve diğer haberleşme ve görüntü kaydedici araçlarla girilmesi yasaktır. Oyların Sayımı Ve İtirazlar -Sandıklar saat 17.00 den önce açılamaz. -Sayım ve döküm açık olarak yapılır. Oy verme yerinde bulunanlar izleyebilirler. -Oylar orada hazır bulunanların görebileceği şekilde gösterilerek ve yüksek sesle okunarak sayılır. -Oyların sayılmasından sonra sandık sonuç tutanağı düzenlenir ve mühürlenir. Bu tutanağın örneğinin sandık kurulunda yer alan siyasi partili üyelere ve seçim müşahitlerine verilmesi gerekir. -Sandıklarda yapılan işlemlere alınan kararlara karşı her seçmen sandık kuruluna sonuç tutanağı hazırlanana kadar şikâyette bulunabilir. Eğer şikâyet reddedilir ya da sandık kurulunun çeşitli kararları yerinde görülmez ise İlçe Seçim Kurulu’na itiraz edilebilir. İtiraz oy verme gününden bir sonraki Salı saat 17.00’a kadar yapılabilir.


Türkiye’den Haberler

MAYIS 2015

Av. Murat Yılmaz

Yargı Mı Dediniz? Artık hepimizin bildiği bir gerçek var; yargı hiçbir zaman bağımsız değildir, olmamıştır. Türkiye’de yargı hep siyasal iktidarın denetiminde bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. Direnenlerin oldukça sık karşılaştıkları baskılar ve cezalandırmalarla artık aldıkları kararlar yüzünden hâkimler, yaptıkları soruşturmalar nedeniyle savcılar yüz yüze gelmektedirler. Yargı bağımsızlığının olmadığını avukatlara karşı, yani savunmaya yönelik saldırılarda sıkça söylemiştik. Savunmaya yönelik saldırılar esasen bu ülkenin direnenlerine, ezilenlerine, muhaliflerine yönelik saldırının bir parçasıdır. Direnenleri sindirmek için, sadece onlara saldırıyla yetinmeyen siyasal iktidar, aynı zamanda onların avukatlarına da yargı mekanizması (polis-savcı-hâkim) aracılığıyla saldırmıştır. Savunmaya yönelik saldırının vahametini anlamayanlar, bugün savcı ve hâkimlerin tutuklanması ile ülkede hukukun olmadığını söylemektedirler. Elbette siyasal iktidar istediği kararı vermeyen hâkimi, hoşuna gitmeyen soruşturmayı yürüten savcıları tutuklayarak diğer hâkim ve savcılara gözdağı vermektedir. Böylece siyasal iktidar hoşuna gitmeyen kararlar verilmemesini, mahkeme kararlarının uygulanmamasını, istemediği soruşturmaların yapılmamasını sağlamaya çalışacaktır. Artık mahkemeler birbirlerinin kararlarını tanımamakta, mahkeme kararları infaz edilmemekte, müebbet hapis cezası verilen bir kısım dosyalar tek duruşmada beraatla sonuçlanmaktadır. Bu bizler açısından elbette şaşırtıcı değildir. Çünkü bizler biliyoruz ki, bu ülkede yargının talimatlarını yerine getiren hâkim ve savcılar hiçbir zaman hukuka, vicdana ve hakkaniyete göre işlem yapmadılar. Bugün meslektaşlarını tutuklayan hâkimler, tutuklamayı doğru bulan hâkim savcılar, tutuklamalar karşısında ses çıkarmayanlardan elbette adalet beklenemez. Bir elin parmağını geçmeyen itirazlar dışında tüm yargı camiası büyük bir sessizlik ve uyumla olan biteni izlemektedir. Güç kimde ise ona göre pozisyon alan hâkim ve savcıların mesleki, insani ahlakları olmadığı gibi vicdanları da körelmiştir. Adalet Sarayı yazan koca koca adliye binalarında hiçbir zaman adalet olmadı olmayacaktır. Bugün hukukun ayaklar altına alındığını söyleyenler, söz konusu devrimciler, işçiler, Kürtler, yoksullar, öğrenciler, ezilenler olunca hukuku ayaklar altına almakta hiç tereddüt etmemişlerdir. Demokratik hak ve özgürlüklerini kullanan muhaliflere onlarca yıl hapis cezası verenler, hasta tutsakları tahliye etmeyenlerin söyledikleri hiçbir şey inandırıcı olamaz. Halkı sindirmek için yargıyı baskı aracı olarak kullanan siyasal iktidar, bu kez daha önce kullandığı ancak bugün arasının bozulduğu hâkim ve savcıları dize getirmek için soruşturmalar yapmakta, bununla yetinmeyerek tutuklamalar yaparak hukuk tanımaz olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu baskılara maruz kalan hâkim ve savcıların ağızlarından dökülen “hukuk ve adaletin” artık bir önemi yoktur. Dün hukuk ve adaleti ayaklar altına alan, baskı aracı olarak kullananların tek bir söz etmeye dahi hakları yoktur. Yaşananların ilk olmadığını ve son da olmayacağını biliyoruz. Egemenlerin çıkarlarına göre devri biten, işlevi kalmayanlar atılacak; yerine daha kullanışlı olanlar tercih edilecektir. Bizler, adaleti kendi vicdanlarımızda, ezilenlerin yanında arayacağız. Yani yargı mekanizmasının asla özne olarak kabul etmediklerinin yanında. Saraylardan beklentimiz yok, zaten saraylara da sığmayız. Halkız, halklarız. Sizin hukukunuz yok! Ama bizim adalet arayışımız baki. Gerçek adaleti var etmek için sokaktayız. Sokakta olacağız. Hukuk yoksa sokak var!

6

Çiller’den Sonra Erdoğan

Amsterdam’dan İstanbul’a uzanan cinayetlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın çevresiyle ilişkili olduğu iddia edildi. mayı yürüten savcının hazırladığı dosyaya dayandırılan haberde, yeraltı dünyasının tanınan isimlerinden Sedat Şahin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresiyle ilişkisi bulunduğu öne sürüldü. Güç nereye kadar? Şahin grubunun Hollanda’daki isimlerinden Zekeriya K.’nın yaptığı telefon görüşmeleri savcılık dosyasında yer alıyor. Zekeriya K. ile telefonda görüşen kişi, ‘Başbakan’ dediği Erdoğan’ın bir danışmanı ile irtibat Hollanda gazetesi De Telegraaf, Hollanda’da baş- kurabileceğini belirtiyor. Erdoğan’ın danışmanılayıp İstanbul’a sıçrayan ve ‘mafya hesaplaşması‘ na Zekeriya K’yı, “işadamı” diye tanıtabileceğini söyleyen aynı kişi, Erdoğan’ın Sedat Şahin’den olarak nitelenen cinayetleri yazdı. Gazete başsayfasının tamamını bu habere ayırdı. çok etkilendiğini anlatıyor. Savcılık dosyasında “Mafya hesaplaşması Erdoğan’a uzandı” manşeti bu bölüm, “Yeraltı / yerüstü. Güç nereye kadar attı ve Erdoğan’ın fotoğrafını kullandı. Son olarak uzanıyor?” başlığıyla yer alıyor. geçen haftasonu Amsterdam’da ismi yeraltı dünya- Sedat Şahin’in kardeşi Vedat Şahin, Aralık ayınsıyla anılan Barış Önder otomatik silahla taranarak da İstanbul’da öldürülmüştü. Atilla Önder’in öldürüldü. Telegraaf, Barış Önder’in, aralarındaki oğlu Barış Önder de geçtiğimiz günlerde Amsteranlaşmazlık nedeniyle Sedat Şahin grubu tarafından dam’da öldürüldü. Avrupa genelinde uyuşturucu öldürüldüğünün düşünüldüğünü belirtti. Soruştur- ticareti yapan bu iki grup arasında husumet var. Suudi Arabistan Krallığının Yemen’e saldırmasından sonra AKP bu saldırı koalisyonun içinde olacağını açıklamıştı. Suriye, Irak, Mısır ve Libya’da birçok karanlık ilişkiler içinde olan AKP gerek ülke içinde gerek dışarıda savaş taraftarlığıyla eleştiriliyor. Geçtiğimiz günlerde, İran Genelkurmay Başkan Yardımcısı : Kimse Suriye Ülke içinde gerilim, çatışma ve herşeye laf yetiştirme temilleti ve devletine karşı laşında olan AKP, Ortadoğu’yu da atlamıyor. Türkiye’nin üslendiği rolünü unutmayacak. Suudi Arabistan, ABD ve bazı ülkeler, Yemen’e insani yardımlarımızı engellerse bölgede onların kontrol etmekte zorlanacağı bir yangın çıkar” diyerek, Türkiye’nin savaş isteyen politikalarını eleştirdi.

AKP Savaş İstiyor

Erdoğan’a Yakın Ol Gerisini Merak Etme Sen! Gün geçmiyor ki, Akp’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın duranlara tanınan ayrıcalıklara bir yenisi eklenmesin. AKP’li firmalara özelleştirme ve ihalelerde çekilen peşkeşler “yok artık” dedirtiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğluna yapılan ayrıcalıklar gizlemeye bile gerek duymadan, ulu orta açık açık yapılıyor. Esnafın ve çalışanın vergi yüküyle iflasa, intihara sürüklendiği bir ülkede, şimdi de, Cumhurbakanı Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen şirketlere ait 3 milyar 32 milyonluk vergi borcunun silindiği öğrenildi. 17 – 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları sürecinde ortaya çıkan ses kayıtlarında “Bu milletin a... koyacağız” diyen Cengiz İnşaatın sahibi Mehmet Cengiz’in 420 milyon vergi borcunun silindiği ortaya çıktı. AKP hükümeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen şirketlere ait tam 3 milyar 31 milyon 485 bin liralık vergi borcunu sildi. Bu vergi kıyağından faydalanan firmaların bazıları şunlar : Akfen Gayrimenkul Y.O A.Ş.’nin yüzde 98, Albayrak Gayrimenkul Y.O. A.Ş.’nin (Yeni Şafak Gazetesi) yüzde 97,8, Cengiz İnşaat San.Tic. A.Ş’nin yüzde 100, Elektromed Elektronik Sanayi ve Saglık Hizmet-

Arınç : “Saray Var Ama Adaletimiz Yok” Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç “13 yıllık AKP döneminde adalete güvenin azaldığını söyledi. “Yargı, 10 tane kurum içinden sondan 3’üncü ya da 4’üncü sırada. Yargıya olan güven bitmişse kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünmemiz lazım. Saraylar yaptık ama adalete, yargıya duyulan güveni artıracak çalışma yapmamız lazım” dedi. Bir süredir, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la ters düşüp birçok konuda konuşmalar yapan, ama sonra sözlerini geri alan veya susan Bülent Arınç’ın sözleri dikkat çekici. Adalet ya da yargı dediğimiz şey, güçlünün güçsüzü ezdiği bir sanat haline geldi. Eşek arılarının delip geçtiği zavallı bal arılarının takıldığı peteğe benzetirsek böyle bir adalet olmaz olsun. Adalet kutup yıldızı gibi, ahlaki temellere ihtiyaç var.

leri A.Ş.’nin yüzde 95,4 Şişli Florance Nightingale Hastanesi’nin yüzde 90,9 borcunun silindiği ifade ediliyor.


Türkiye’den Haberler

7

AKP El-Nusra’ya Yardım Ediyor

Independent gazetesi, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın, aralarında El Kaide bağlantılı örgütlerin de bulunduğu Suriyeli ‘cihatçıları’ desteklediklerini yazdı. Bu durumun Batılı hükümetleri endişelendirdiğini belirtti. Haberde, ‘Suudi Arabistan ve Türkiye’nin, El Nusra Cephesi’ni de içeren Fetih Ordusu’na silah ve para yardımı yaptıkları geçiyor. “Independent’a konuşan diplomatlar, Mart ayı başında Recep Tayyip Erdoğan’ın S.Arabistan Kralı Selman’ı ziyaretinde anlaşmaya varıldığını ifade ediyorlar. Bu anlaşmadan sonra, AKP Türkiye iç politikasında da değişiklik yaparak, İç Güvenlik, Çözüm gibi işlerde verdikleri tüm sözleri geri aldıkları konuşuluyor. Ocak ayında hayatını kaybeden Kral Abdullah’dan sonra S.Arabistan ve Türkiye ilişkilerinin sıkı fıkı olduğu belirtiliyor: Ahrar-üş Şam ve Cund el Aksa gibi cihatcı ör-

gütleri içeren Fetih Ordusu’na Türk yetkililerin de ‘lojistik ve istihbarat desteği sağladıklarını itiraf ettikleri’ belirtiliyor. Fetih Ordusuna yapılan yardımların El Nusra’ya gittiğini de yalanlamıyorlar. Haberde Fetih Ordusu’nun İdlib’i ele geçirip Şam rejiminin kontrolündeki bölgelere ilerlediği belirtiliyor. El Nusra’nın operasyona 3 bin savaşçı temin ettiği ve Lazkiye’ye yönelik bir saldırı konumuna ulaştıkları da aktarılıyor.

İdama Mahkum Edilen Mursi “Eski Cumhurbaşkanı” Oldu

AKP Mısır’da da tavır değiştirdi. S. Arabistan Kralıyla içli dışlı olmasından sonra, AKP ve Erdoğan’ın hem içeride hem de dışarıda farklı politikalara girişmesinin bir örneği de Mısır’da görüldü. Mısır’da 2013 yılının Temmuz ayında gerçekleşen askeri müdahalenin ardından Mısır’la tüm ilişkiler kesilmişti. Müdahale sonrasında açıklamalarda, hapse konan ve idama mahkûm

edilen Muhammed Mursi için ‘Seçilmiş Cumhurbaşkanı’ tabirini kullanan Dışişleri, son açıklamasında ‘Eski Cumhurbaşkanı’ ifadesini tercih etti. Yakın döneme kadar Mısır’ın meşru lideri olarak Müslüman Kardeşler (İhvan) liderlerinden Muhammed Mursi’yi gördüğünde ısrar eden AKP, son açıklamasında ise Mursi için “Eski Cumhurbaşkanı” ifadesini kullandı. Bu önemli değişikliğin amacının, Mısır ile Mısır’ın Cumhurbaşkanı Sisi ile ilişkileri düzeltmek olduğu değerlendiriliyor. AKP’nin bu kadar hızlı politika değiştirmesi, dün “dost” dediklerini bir an da ortada bırakması, bölge ülkelerinin “AKP’ye, Erdoğan’a güvenilmez, iktidar için her şeyi yapabilirler” değerlendirmelerine yol açtığı belirtiliyor.

Soma’da Adaleti “A”KP Engelliyor

‘Başbakan’a bakarsanız işin fıtratında varmış bu, ama bizi böyle kandıramazlar, bu bir katliam’ İnsan Hakları İzleme Örgütü, Soma’da 301 madencinin ölümüne yol açan katliamla ilgili, “Mağdurlar ve mağdur aileleri için adaletin tam anlamıyla tecelli etmesini “Adalet” ve Kalkınma Partisi hükümeti engelliyor” dedi. Yazıda, “Madeni teftiş etmekle görevli memurların ihmallerine yönelik soruşturma açma talebini, Çalışma ve Sos-

yal Güvenlik bakanı Faruk Çelik ile Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanı Taner Yıldız’ın reddettiği” belirtilmekte. Oğlu faciada ölmüş emekli bir madencinin, “Başbakan faciaya kader dedi, ona bakarsanız işin fıtratında varmış bu, ama bizi böyle kandıramazlar. Bu bir katliam. Önlenebilirdi. Ve şimdi devlet de kendini korumaya çalışıyor” dediği aktarılıyor. ‘Ölenlerin yakınları teselli bile edilmedi’ İnsan yaşamını hiçe sayarak madenleri düşük maliyet ve

yüksek kömür üretimiyle işleten ve yüksek karlar kazanan bu şirketlere işletme lisansı veren hükümet sorumludur asıl. Sorumluluktan yakasını sıyırmaya çalışmak, hukuksuzluk ve ahlaksızlıktır.

MAYIS 2015

Ahval-i Umumiye

Hayri Baba hayribaba0606@gmail.com

Umut Her Yerde!

13 yıl sonra el birliğiyle, gönül birliğiyle, inanç birliğiyle “biz bu oyunu bozarız!” diyebilme günlerine ilk defa bu kadar yakınız. Bizlerin sesi duyulmasın, bizler görünmeyelim diye konan o “yüce” barajın aşılıp alaşağı edilip yıkılmasıyla, yıllardır barajla önü kesilen, barajla korkutulan, sindirilen o umut, o inanç, o güven her yana her yanımıza yayılıp, toprağı, toprağımızı yeşertip verimli kılacaktır. Üstelik hayal değil çıplak bir gerçek olarak açık ve net bir şekilde, barajın geçilmesiyle, bizden olanlar, bizlerden olanlar ortalarda, bizim gibi gezinecek. Bizim gibi, bizlerden oldukları için, dert anlayacak, dert dinleyecek, dertlerimize deva üretmeye çalışacaklar. Her gün her saat, artık tahammül edilemez bir hayatı yaşıyoruz. Yüce devletluların ve etrafında pervane olmuş el pençe duran zevatın söyledikleri ve yaptıkları bizlere saç baş yolduruyor. Kim ne söylüyor, daha önce ne söylemişti her şey karmakarışık. Söylediklerinin hangisi doğru hangisi yanlış artık anlayamıyoruz. Yalan, yanlış, kumpas, kandırmaca, pusuya düşürme bu siyasetin temel düsturu olmuş. Açığını kollama, şantaj, dedikodu ve algı operasyonları gırla gidiyor. Siyaseti böyle bilen ve böyle yapanlar için mevki, makam yolsuzluk, rüşvet, talan için isteniliyor. Son yıllarda ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet işlerinde adı en çok geçenlerin siyaseti nasıl çirkef ve yılışık yaptıkları düşünülünce, “ayinesi siyasettir kişinin lafa bakılmaz” diyorsun. Siyaseti kirli, ikiyüzlü, yalan dolan, güvenilmez, kaypak olanların ahlaktan ve vicdandan nasiplendiğini söyleyemeyiz. Ahlak ve vicdanla siyaset yapmayanlardan da, hayırlı bir iş, halktan, yoksuldan yana bir iş bekleyemeyiz. Ahlak ve vicdanın olmadığı yere, yolsuzluk, rüşvet, çirkeflik, pişkinlik, pislik girer her yanı koku, çürümüşlük kaplar. Siyasette en üst makamların bile itibarının, ciddiyetinin, ağırlığının kalmadığı, mahkemelerin, hak ve adaletin arandığı yerlerin çocuk oyuncağına döndüğü çok derin sancılar yaşanan bir süreçten geçiyoruz. Ülkenin, topraklarımızın acil çözüm bekleyen sorunları dururken, kendilerinin, ailelerinin, hanedanlarının çıkarlarını, mevki makam ikballerini korumak peşinde koşanlardan artık bir fayda gelmeyeceği iyice ortaya çıkmıştır. Artık onlara “güle güle” deyip kapıyı gösterme zamanı gelmiştir. Meclise gönderilen vekiller, bizlerin toplumun atadığı seçtiği vekillerdir. Kendi aklımız, vicdanımız, ahlakımız seçtiğimiz vekilde ortaya çıkar. Ne söylemek istediğimiz, ne derdimizin olduğu seçtiğimiz kişiden belli olur. “Bana vekilini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” misali, seçtiğimiz vekil bizim kim olduğumuzu, hangi ahlak ve vicdanda olduğumuzu gösterir. Siyaseti ahlakı ve vicdanı için bir sınav yeri belleyip, ona göre yaşayıp oturup kalkanları meclise vekillerimiz olarak göndermekse muradımız, barajı aştırıp bunu göstermek gerekiyor. Siyasette kirliliği, yalanı dolanı, madrabazlığı, çirkefliği, pişkinlik ve yılışıklığı, şirretlik ve iftiracılığı değil de; ahlak ve vicdanı, temizlik, doğruluk, dürüstlük ve erdemi, umut, inanç ve güveni yaşatmaya çalışanların barajları aşıp meclise girmesi demek, siyasetin tartışılması, yeni bir siyasetin oluşması ve diğer siyasetçilerin de utanıp, doğru siyasete gelmesine imkan açmak demek. O yüzden, sade bugün için değil, temiz, dürüst, açık siyasete ulaşmak için de o barajın aşılması gerekiyor. Eğer diyorsak; Yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet son bulsun, Adalet, hak hukuk yerini bulsun, İnançlar özgürce baskısız yaşansın, Doğa, çevre, yeşil, parklarımız yaşatılsın, çoğaltılsın, Umut olsun, güven olsun. Evet, bunları diliyor ve arzu ediyorsak, bunları kendine dert edinen, ilke olarak önüne koyanları tercih edip meclise göndermek gerekmez mi? Onu sultan, başkan yaptırmamak gerekmez mi? Yeni bir Türkiye sayfası açmak gerekmez mi? Onu sultan, onu başkan yaptırmamak için, siyasetin değişmesi için el ele, gönül birliğiyle, inançla ve en çok da büyük bir umutla, bugün o baraja yüklenmek gerekmez mi? Ne dersiniz?


MAYIS 2015

Forum

8

Ankara’nın Gökçek Estetiği ile İmtihanı! 21 Yıllık Görsel Panorama - 2 Özlem YALÇINKAYA Önceki sayımızda gelecek sayıda kentsel hafızamızdan bir türlü silemediğimiz Harikalar Diyarı, Ankara’nın 7 Harikası - 5 kapısı, Saat Kuleleri gibi fantastik projelerle ve Tükürülen ve Kaldırılan Heykeller ile devam edeceğimizi söylemiştik. geleyen heykelini dikeceğiz. Burası yeni eğlence tirilmişti . Harikalar Diyarı ve iş merkezi olarak düşünülüyor. Dördüncüsü de Konya Yolu, yani Mevlana Bulvarı. Oraya da bir semazen heykeli konulacak. İçerisinde en az on kat lokanta olacak. Bu lokantalardan her biri bir yörenin yemeğini sunacak. Şimdiden buna talip olanlar var. Buraların arsası bir milyara satışa çıkacak. Benim için para kazanılması değil, turist gelmesi önemli.” Vaat edilen tüm bu projeler davalık olsa da bu 5 kapı projesi daha sonra 2014 yılında farklı şekilde gerçekleşmiştir. Ankara’nın 7 harikası projelerinden 10 yıl sonra Başkent’in 5 ana girişi olan Eskişehir, İstanbul, Samsun, Konya ve Esenboğa yollarının her birinde ayrı “mimari özellik” ve “yapıda” kapılar inşa edildiği ABB tarafından savunuldu. ABB son 5-7 yıl içerisinde bu tanımlamaları, “Osmanlı” ve “Selçuklu” mimarisi yaftasını kullanarak ne gerçek mimari anlayışı benimseyen ne de halk için yararı dokunduğunu savunabileceğimiz birçok projeyi de maalesef gerçekleştirdiler. Yine Gökçek’in açıklamasına baktığımızda; “Özellikle Selçuklu ve Osmanlı mimarisi esintileri taşıyan kapılarımızın her biri ayrı birer sanat eseri olacak. Desenlerdeki ve süslemelerdeki işlemeler Anadolu’daki yaşamış medeniyetlerin, Selçuklunun, Osmanlının günümüze ulaşmış kültür mirasları olarak göze çarpıyor. Bu miras modern imalat tekniği olan çeliğin üzerine, yeniden yorumlanarak Selçuklu ve Osmanlı izleri ağırlıkGerçekleşemeyen ve Gerçekleşen ta olacak şekilde uygulanıyor ve her bir kapımız Ankara’nın 7 kapısı (2004 vaatle- açıldığı bölgeye ait izler taşıyarak, görüntüsüyle de Başkentimize yakışacak” ri-2014 Gerçekleri) Her yerel seçimde “acaba bu sefer daha gereksiz ne tür kentsel projeler vaat edilebilir?” gibi rahatsız ve güvensiz beklediğimiz vaatler konusunda özellikle kentimiz çeşitli gerçek üstü projelere alet olmuştur. Bunlardan ilginç bir grup örnek 2004 yılında vaat edilen, “Ankara’nın 7 harikası” olarak tanıtılan kent girişlerindeki ve kent içine de önerilen (50 m uzunluğunda olması planlanan) devasa heykeller ve aslında heykel adı altın çeşitli kentsel dönüşüm, alışveriş merkezi (avm), konut, otel, lokantalar, eğlence merkezleri, konferans Açıklamasını yaparak Ankara’ya ne işlevini, ne merkezi vb. inşaat projeleri olmuştur. 2004 yılın- estetiğini, ne tüketimini anlayabildiğimiz kendi da vaat edilen projeleri en iyisi Melih Gökçek’in tarzlarında inşaat ve tüketim malzemelerinin dayatıldığını fark ediyoruz. kendi açıklamalarından okumak; “Kalenin arkasındaki Hıdırlıktepe temizlenecek. Mantar gibi türeyen saat kuleleri Buradaki vatandaşların hepsine ücretsiz konut 2012’de “Ankara önümüzdeki iki sene içerisinde, vereceğiz. Hıdırlık Tepe villalarla dolacak. Te- saat kulelerinin dünyadaki en çok olduğu kent hapenin en üstüne de muhteşem bir otel yapacağız. line gelecek” açıklaması ile saat kulelerinin geliOtelin üstüne airbus uçakların en büyüğünün şini müjdeleyen Melih gökçek 2014 yılı sonunda maketini koyacağız. Bunun bir katı lokanta, biri Ankara’nın her köşesini estetikten yoksun saat eğlence merkezi, kanatları da seyir terası olacak. kuleleri ile donatmayı başardı . Aşağıdaki görHavaalanına inen uçakların iniş noktası üzerinde sellerde ortadaki kol saati temalı saat kulesinin yer alacak. Gece de aydınlatılacağı için son dere- kamusal mekana bu şekilde taşınması da işte bu pratik bir zekanın örneği sayılabilir. Saatin kent ce cazip olacak. Ankara’nın beş girişine 50’ şer metrelik dev hey- mekanında görülmesi işlevinin yıllar önce net bir keller dikeceğiz. Birincisi, Samsun istikametine, şekilde kalktığı kolumuzdaki saat kullanımının adı 19 Mayıs Bulvarı olduğu için Atatürk heykeli bile günümüz digital gelişmelerle değişdikeceğiz. Heykelin içinde müze, aşağısında kü- tiği bu yıllarda kent mekanına 50’den tüphane ve kitap satış noktaları bulunacak. İs- fazla saat kulesi inşaatının nasıl bir ihtanbul yoluna, Fatih Sultan Mehmet’in heykelini tiyacı karşıladığının kendi içinde saklı dikeceğiz. Hani İstanbul’u fethedemeyip de atını olduğu aşikar. denize sürüşü vardır ya, onun 50 metrelik heykeli. Kentin hangi estetik, görsel veya işlevsel İçerisinde müze, alt kısmında birçok tesis ve sarı- ihtiyacını karşılamak için yapıldığı anlağının içi de seyirlik teras olacak. Turistler oradan şılamayan kavşaklarda konumlanan saat Ankara’yı seyredecek. Üçüncüsü, Eskişehir yolu, kuleleri, ABB’nin Ankara’nın kent kapıyani Dumlupınar Bulvarı. Bu istikamet Nasrettin ları olarak tanımlanan projesi ile birlikte Hoca’ya gittiği için kültür sembolü koyalım, de- belediyeye çok yüklü maliyet gedik. Hocanın, eşeğin üzerine ters binmesine sim- tirdiği için çeşitli mecralarda eleşBüyüklük ölçütleri ile övünmeyi seven yöneticiler için yine bir “prestij projesi” olarak tanıtılmış olan Harikalar Diyarı bir tema park olarak tasarlanmış. 2004 yılında açılan park Ankara’nın ve Türkiyenin “en büyük” (büyüklük kıstası tam olarak neyi ifade ettiğinden emin olamasak ta) parkı olarak reklamı yapılmıştı. Tabi bu park sadece büyüklüğü ile değil teması ve içeriği ile kentin kullanımına sunuldu. 2004 yılında ziyaretçiye açılan parkta Harikalar Diyarı kitabında bulunan her karakter için çeşitli heykellerin bulunması amaçlanmış. Devler, cüceler, palyaçolar ve daha pek çok kitap kahramanıyla süslenen bu büyük alan, tema park olarak tasarlanmasına rağmen içindeki havuzu, betonarme altyapısı ve çevresindeki gelişme konut alanlarının karmaşası ile aslında konut alanlarının satışı için (Ankara’da çokça rastladığımız) prestij parkı olarak ön plana çıkmıştır. Park, 11 yıl içerisinde yıpranan heykellerin bozkırla bütünleştiği şu günlerdeki hali ise neredeyse çocukların bile korkulu rüyası olmaya aday.

Tükürülen ve Kaldırılan Heykeller Peki gerçek sanat ögelerine geldiğimizde zihnimizde 21 yılda neler kaldı? Kaldırılan, kırılan ve kaybolan heykeller, küfredilen sanat eserleri, davalık sanat yapıtları ve daha niceleri. Bu liste aslında fazlaca örnekle doldurulabilir. Fakat direnişi yıllara mal olmuş ve tekrar eski mekanında yer eden “Periler Ülkesi” heykelini bu dönemin öncü

örneği olarak vermeyi tercih ediyorum. Ankara’nın kamusal mekanına emeği ile birçok heykel kazandıran (ki daha sonra ucube olarak nitelendirilen ve Kars’taki İnsanlık Anıtı heykeli yıkılan) Mehmet Aksoy’un Altınpark’taki ‘Periler Ülkesi’ adındaki heykeline televizyon kanallındaki bir röportajında “Ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar, ben böyle sanatın içine tükürürüm” açıklamasını yapmıştı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek . 1994 yılında AsyaAvrupa Bienalinde birincilik ödülü alan bu heykel aynı sene içerisinde bu aşağılamaya mağruz kalmış ve kamusal mekandaki yerinden alınarak yıllarca belediye depolarında saklanmıştır. Mehmet Aksoy Belediye başkanının bu açıklaması ve heykel’i kamusal mekandan kaldırması sonucunda dava açmış ve haklı davasını 11 yıl sonra kazanarak heykelin yeniden Altınpark içerisinde konumlanmasını sağlamıştır. Bu tür bireysel eylemler kent mekânında da doğruyu ve emeği savunan, bunun için direnmeye devam eden birçok aktörün bulunduğunu bizlere hatırlatan önemli direniş örnekleridir. Heykeltraş Mehmet Aksoy, bazı belediye başkanlarının ellerindeki gücü kullanarak estetikle ilgisi olmayan anlamsız ve yanlış işler yaptıklarını belirttiği bir röportajında mevcut durumun iyi bir eleştirisini yaptığını görüyoruz: “Sanatın ve sanatçının özgürlük alanını kısıtlayıcı, küçümseyen tavırlar maalesef devam ediyor. Belediye başkanları ve Kültür Bakanlığı, şehir mekanlarına inanılmaz cehalet ve bilgisizlikle heykel önerileri getiriyorlar. Ellerindeki yaptırım gücünü kötü kullanıyorlar. Her üçboyutlu şeyin heykel olduğunu, bir fotoğrafın veya fantezinin üçboyutlu hale getirilirse heykel olacağını düşünüyorlar. Olmadık yerlere heykel dikmeye kalkıyorlar. Eş dost, tanıdık ve torpil, sanat alanında da geçerli.”

Kamusal Mekan, Sanat ve Ahlak…

Sanat ve ahlaktan bahsetmişken… İçerikleri benimsenemeyen temel kavramlar bazı kişiliklerin hayatında yer edinemediği için dillerine yozlaşmış bir yapıda dolanır. Bu kelimelerin anlamı ve içeriği hem konuşmaları ile hem de yaptıkları ile saptırılır. Sanat ve ahlakın birey ve toplum içerisinde benimsenememesi durumu yıllarca toplumdaki birçok aktörde karşımıza çıktı ama ağzımıza o berbat tadı bırakarak sakız olan bu söz Melih Gökçek’in Ankara’daki ilk yıllarında geleceğin nasıl olacağına dair ipuçlarını aslında hep barındırıyormuş…

Durumu özetlemek gerekirse; hayallerimiz “Periler Ülkesi”, gerçekler kavşaklara dikilen otorobotlar…


Eğitim - Sağlık

9

Atanamayan Öğretmenler Platformu

Atanamayan öğretmenlerin sesini duymayanlara inat, bu sefer 2015 Şubat Ataması Platformu’ndan Bilal Kaçan ve Hatun Hoca ile renkli eylemlerini, atanamayan öğretmenleri, eğitim sistemini konuştuk. 2015 Şubat Ataması Platformu Nasıl belli bölümlere adaletli bir atama olmadı. Taban puanı 50 iken ben 80 puan ile açıktayım. Bakanla görüştük, bize Ortaya Çıktı? Neden Buradasınız? Eylülden beri mücadele veriyoruz. Sosyal medya “siz yetersizsiniz” diyor. üzerinden bir araya geldik. 81 ilde il temsilcile- 80.000 ücretli öğretmenin 70.000’i Eğitim Fakültesi’nden rimiz var. Ulaşabileceğimiz tüm makamlara sesi- bile değil. Kaldı ki KPSS öğretmenin liyakatini ölçemez. mizi duyurmaya çalışıyoruz. 330.000 bekleyen Ya bize o okula giriş hakkı vermeseydiniz ya da hakkımızı öğretmen sayısı 450.000 olacak. Şuan İzlanda’nın verin. Bilim çağında yaşıyoruz. Bilişim dersleri azaltılıyor. Banüfusunu aştık. kın dine karşı değilim; ancak herkes istediği dini öğrensin. Ne zamandır buradasınız? 17 gündür Ankara’dayız. Mağduriyet ataması Dine bu kadar yoğunlaşırken, neden bilim derslerini kalistiyoruz. Farklı illerden geldik. Ben Bursa’dan dırıyorsun. “Dindar nesil” Matematik, Fen’e aykırı şeyler geldim arkadaşım Mardin’den, Denizli’den. Bir mi? platform kurduk. Kendi imkânlarımızla derdimiz Ne zamana kadar buradasınız? dile getirmeye, eylemlerimizi daha renkli sun- Atamayı alana kadar buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz. maya çalışıyoruz; çarkı-meslek yaptık mesela. Liyakat aranmıyor bugün. Aday adayı değil öğretmeniz. Öğretmen olarak girip sucu veya pazarcı olarak Atanmakla da bitmiyor. Müdürle kafam uyuşmazsa tüm çıkıyoruz. Diplomalarımızı satışa sunduk kimse mesleğimi etkileyecek. Sistem yine değişecek biliyorsualmıyor. Niye alsın ki, bizim bile işimize yaramı- nuz 4+4+4 yapboz gibi, 4+1+3 olacak şimdi. Yine bize ve öğrencilere yansıyacak. Eğitimin çöktüğün resmidir bu. yor. 40.000 atama derdinize çözüm müdür? Çözüm değil kesinlikle. Resmi 130.000 açık var. 330.000 sınava giren var. İlk 10.000’deyim atanamıyorum. Her gün psikolojik baskı var üzerimizde. Çözüm adaletli atama. Ücretli “kölelik” ve Temel Liseler O kadar acı ki doğuda kura ile ücretli öğretmen alınıyor, üstelik ön lisans mezunları. Ben hiçbir zaman ücretli öğretmenlik yapmadım. 80.000 öğretmen 700 lira maaşla çalışıyor. Kar ettiklerini sanıyorlar ama gelecek nesilden çalıyorlar. Bakanla görüştük, bize “siz yetersizsi- Bakanımız eğitimci değil. Her bölümde açık olabilir ama öğretmenlik herhangi bir meslek değil. Dershaneler okulniz” diyor. Neye göre kime göre? Adaletli bir dağılım ile 40.000 atama istiyoruz. lara dönüştürülüyor. Burada da liyakatsız insanlar çalıştıSınıf öğretmenleri branşa geçti 4+4+4 sistemi ile. rılıyor. Beden eğitimi öğretmeni İngilizce dersine giriyor, Var olan açıklarda ise 55.000 atama yapıldı ama tarih dersine herhangi bir öğretmen. Böyle bir şey olabilir mi? Biz sadece öğretmenlik yapmak istiyoruz.

Pursaklarda Hastane Kandırmacası

Pursaklar’daki arsa konut rantını artık bilmeyen yok diyebiliriz. Bu konuya başkanın “münafık uydurması”ndan başka cevabı da yok. Pursaklarlıya tam teşekküllü bir hastane sözü verileli 10 yıl oldu. Bir kaç senedir çeşitli aksaklıklar olduğu söylenerek ertelenen Yavuz Bulvarı üzerindeki hastane binasının da yapımı tamamlandı. Ancak üzerine özel hastane tabelası asıldı. Şimdi soru şu eğer sözü verilen hastane bu ise neden özel hastane oldu? Değil ise sözü verilen hastane nerede ve bu özel hastaneye neden belediyenin işçileri ve araçları hizmet ediyor? Yine Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek 30 Mart yerel seçimlerinden önce 40 dönümlük bir araziye hastane yapacaklarını söylemişti. Ancak bu konuyla ilgili de hiçbir çalışma olmadı. Fakat seçimlerde Pursaklar’daki AKP oylarına bakarsak seçmen hafızasının zayıflığını kullanmak işe yarıyor diyebiliriz. Muhibbi/Pursaklar

Okul Görünümlü Dershaneler; Temel

Uzun süredir devam eden, uğruna ittifakların dağılmasının bile göze alındığı dershanelerin kapatılması mevzusu nihayet ilk meyvelerini vermeye başladı: Milli Eğitim Bakanlığı temel lise müjdesini verdi. Dağ fare doğurmadı tabii ki; her alanda özelleştirme yapan, tüm kamu hizmetlerini piyasaya açmak için can atan hükümetin dershaneleri daha iyi bir eğitim için kapatacağını düşünmek safdillik olurdu zaten. Temel liseler, nam-ı diğer dershane liseler, haftalık 20 ders saati eğitim yapacak. Temel liseye dönüşen dershane binasında okul bahçesi, spor salonu, laboratuvar, oyun bahçesi gibi fiziki imkânlar aranmayacak. Ders saati ve koşullar düşünüldüğünde temel liselerde ağırlıklı olarak üniversite giriş sınavları olan YGS ve LYS’ye yönelik test ve ders tekrar eğitimi verileceği anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında temel liselere dershanelerin okul biçimi diyebiliriz. Dershanelerin kapatılması ve temel liselerin açılması iktidarın tam da kendi deyimiyle “eğitimin

Liseler

kamu üzerindeki yükünü hafifletme” adımı. Ne kadar kurnazca değil mi? Hem öğrenciler sınava hazırlansın, hem de kamusal eğitimin yükü hafiflesin. Her şey yolunda gibi gözüküyor; peki ya eğitim, gerçekten genç bireylerin ihtiyacı olan eğitim? Onları sadece hızlı test çözen, sorularda hata yapmayan makinelere mi dönüştürmek istiyoruz? Diğer yandan temel liselerin fiyatlarının özel okullara göre ucuz olması ve devletin “kıt” kaynaklarının musluklarını açarak teşvik vermesi, öğrencilerin temel liselere yönelmesine yol açıyor. Çünkü lise öğrencilerinin önüne konulan üniversite giriş sınavını aşması gerekiyor. Öğrencisini kaptırmak istemeyen özel okullar, hatta devlet okulları da dershane gibi eğitim verip veremeyeceklerini tartışıyor. Temel liseler, dershanelerin ortadan kalkması bir yana, bütün okulları dershaneleştiren bir girdap etkisi yaratmaya başladı. Eğitim tarihinin en büyük özelleştirme atağıyla karşı karşıyayız. Özel okullardaki öğrenci sayısının, devlet okullarındakini geçmesi planlanıyor. Devletin tüm yaş gruplarına kaliteli ve parasız eğitim verme sorumluluğu varken, öğrencilerin kendi ayaklarıyla gidip paralı ve kötü eğitimi tercih etmesi ne garip değil mi? Onur Hoca

MAYIS 2015

Ahval-i Eğitim Onur Hoca

Din Eğitimi Nasıl Olmalı?

Geçtiğimiz günlerde Kenan Evren’in ölmesiyle 1980 askeri darbesinin uygulamaları tekrar toplumun gündemine geldi. Aslında bunlar hep gündemde; çünkü 1980 hala hayatımızın bir parçası. Kenan Evren’in miras bıraktığı önemli darbe kurum ve uygulamaları günümüzde de varlığını devam ettirmektedir. Bundan dolayı 1980 darbesi hiç de gerilerde kalmış falan değil. Bu yazının amacı darbenin Türkiye halklarına müdahalesini bir yönüyle değerlendirmek; sisteme uygun dindar yetiştirme amacının eğitimdeki en önemli uygulaması olan zorunlu din dersleri. Aslında bugünkü iktidar sözcülerinde de ifadesini bulan bir konu bu. Burhan Kuzu’nun Kenan Evren’in getirdiği zorunlu din derslerini olumlu bir icraat olarak görmesi şaşırtıcı değil tabi. Türkiye’deki siyasal İslam bu gibi uygulamalar sayesinde iktidara geldi. Yediden yetmişe herkesin bir şekilde içinden geçtiği eğitim bir torna ise, zorunlu din dersleri de onun sivri ucu olur herhalde. Bu durum dersin isminin din dersi olmasından daha çok, içerik olarak sadece devletin din yorumunun, yani adaletsiz sisteme itiraz etmeyen bir fıkıhın inanan ya da inanmayan tüm halkın çocuklarına zorunlu olarak dayatılmasıdır. Devletin öğreteceği din yorumu, halkın temel sorunlarına yönelik ne diyebilir? İnsanlara hallerine şükretmek dışından ne önerebilir? İtirazı ilk başta buradan başlatmak gerekir. İkinci olarak diğer mezhep ve inanç gruplarını ve elbette inanmayanları da düşünmek gerekir. Dindar insanlar Kemalist sistemin eğitimine niçin yıllarca tepki gösterdiler? Tam da kendi istekleri dışından çocuklarına bir ideoloji dayatıldığı için değil mi? Bu gün de zorunlu din dersleri ya da zorunlu hale getirilen seçmeli din dersleri ile devlet daha düşünce dünyaları yeni yeni oluşan tüm çocuklara bir inanç ve değerler sistemi dayatmış olmuyor mu? Bu değerler sizlerin hoşuna gidebilir, ama birileri de çocuklarını başka şekilde yetiştirmek isteyebilir. Devletin kendi kadrosu ve müfredatı ile din eğitimini vermesi ve hele hele bunu zorunlu uygulaması engellenemez birçok sorun üretir. En başta iktidarda olanın ideolojisi bu eğitime yansır. Bu yüzden devletin iman eğitimine karışmaması gerekir. Peki isteyen insanlar çocuklarına din eğitimlerini nasıl verecekler? Öncelikle okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yerine tüm dinleri ve gelişimlerini anlatan dinler bilgisi ya da tarihi dersi koyulabilir. Ailelerin çocuklarına kendi dinlerinde eğitim alma talepleri de okullarda seçmeli ya da camilerde kurslar yoluyla karşılanabilir. Aslında okul dışında bu tür eğitimler yapılmıyor değil. Bu anlamda niyet ettikten sonra herkesi mutlu edecek çözümler üretilebilir. Devlet burada yine eşit olmak şartı ile kolaylaştırıcı veya finansör olabilir. Yeter ki niyet edelim.


Kültür Sanat

MAYIS 2015

İhtiyaçtan...

10

Ali Sağ

“Gözyaşlarının Rengi Yok” Acı Her Yanda Aynı Acı Hay-ı hak! Hak dostum hak… diyerek başlayalım her daim söze. Dert adamı söyletir. Söyletir söyletmesine ya; söylenenler yerlerine varır mı bilinmez. Ölümü anlatmak öyle kolay olası bi ahval değil. Her ölüm erken ölümdür zira. Bazı ölümler var ki içimizi yakar da geçer. Efendim; “Gözyaşlarının rengi yok” acı her yanda aynı acı. Ülkenin birinde dediğim dedik çaldığım düdük misali bir diktatör yaşar… Masal değildir anlatacaklarımız bizzat ve gerçekten yaşanmış her daim. Ülkenin küçük bir kasabası. Diktatörün vesayetinde bir yüzbaşı. Halka zulüm üzerine zulüm yaşatır. Canına tak eder halkın. Teker teker ya da grup halinde yönetimin adamları kasabada yaşayan erkekleri öldürüp cesetlerini yok ederler. Kasaba kadınları toplaşırlar, halleşirler birlik olup ölülerini sormaya karar verirler. Topluca çıkarlar yüzbaşının karşısına. Efendim başta dedik ya acı öyle bir acıdır ki kadınlar dik ölülerini isterler yüzbaşıdan. Kadınlar kardeşlerinin, kadınlar kocalarının, kadınlar babalarının yitip giden cesetlerini isterler. İsterler ki faili meçhulleri bulunsun ve onların da bir mezar taşları olsun. Öyle dik, öyle vakur öyle onurlu dururlar ki; yüzbaşı insafa gelir onlara söz verir. Söz verir ki kadınlara cenazelerini teslim edecektir. Emrinde bulunan teğmeni yanına çağırır ve kadınların durumunu anlatır. Teğmen azılı. Teğmen kraldan fazla kralcı. Yüzbaşıyı al takke ver külah sözünden geri dönmeye ikna eder. Kadınlarla yüzyüze geldiğinde yüzbaşı daha önce söylediklerinin hepsini yutar. Yutar yutmasına ya kadınlar da istediklerinden vazgeçecek değiller. Yüzbaşı bakar ki olacak gibi değil kadınların gözlerini korkutmak için içlerinden en yaşlı kadının torununu gözaltına alır. Hemi de ninesinin gözünün önünde öyle bir işkence eder ki çocuğa ayakta duracak hali kalmaz. Askerler bir sabah torununu boş çuval misali yaşlı kadının evinin önüne atar. Kadınlar bu durumu prtotesto etmek için toplanıp yüzbaşının karakolunun önüne giderler. Yüzbaşı teğmenle gelir. Teğmen kalabalığı dağıtır ve yaşlı kadını torunu ile birlikte gözaltına alır. İkisini de öyle bir işkence eder ki o halde dahi yaşlı kadın istediğinden vazgeçmez. Torunumun babasını istiyorum der. Ya ölüsü ya da dirisi. Öldüyse cesedini verin. Yaşıyorsa da onu bana geri verin. Yüzbaşı anlar ki sorunu kadınlarımızın istediği gibi çözemeyecek topyekün yoketme girişimine başvurur. Korku toplumunu yaratır. Askerlerine savunmasız insanların üzerine saldırtır. İşte böyle… Dedik ya efendim acının gözyaşı yok diye. Acı her yerde aynı acı. Derlenip toparladığımız Şili’de Pinoche dönemi… Dünyanın diğer ucu yani… Dünaynın hangi ülkesinde yaşanırsa yaşansın Gözyaşlarının rengi yok. Acılarımız ortak… Dillerimiz, dinlerimiz farklı olsa da acılarımız ortak… Dönelim bize… Vedat aydın’lar, Hrant Dink’ler. Ali İsmail’ler. Musa Anter, Ya Berkin!

Zülfikar; Bir Mamak Hikayesi filmini duyar duymaz, heyecanlandık, merak ettik, gittik, muhabbet ettik. Filmin mutfağında bir set ekibinden fazlasını bulduk. Olgu Sanat Atolyesi’nde Zülfikar’ı, mahalleyi, gençliği konuştuk. anlatan kısa film yapacaktım fakat vazgeçtim ve maNedir Olgu Sanat Atölyesi?

Yıllardır bir sanat atölyesi hayalimiz vardı. Zülfikar’ı bunun için basamak olarak kullandık. Bu sanat atölyesinde mahallenin sorunlarına da el atmak, bir şeyler yapmak istiyoruz. Bizler dertli kahırlı insanlarız. Burada insanı merkeze alarak taraf olmadan güzel şeyler yapmak istiyoruz. Burada günde 20 saate yakın çalışıyoruz. Evlerimize gidemiyoruz. Zülfikar filmini de burada olgu sanat atölyesinde çıkaracağız. Zülfikar uzun zamandır devam eden bir proje. Olgu sanat atölyesi Zülfikar sayesinde ortaya çıktı. Burası bizim için bir ev ve açıkçası bir rehabilitasyon merkezi. Mahalleden gelen ve bizlerle üreten birçok arkadaşımız var. Bizim insani kaygılarımız var ve ötekileştirmeye karşıyız. İnsana insan olduğu için değer veriyoruz. Burada sokaktan bulduğumuz hayvanlara bakmaya çalışıyoruz. Hayata dair her şeyle ilgileniyoruz. Sanat merkezimiz herkese açık. Hayata dair unuttuğumuz değerleri hatırlatmak istiyoruz. Zaman zaman etkinliklerimiz oluyor. Ücretsiz kurslarımız var. Hiçbir yerden sponsorluk desteği almıyoruz. Parayı sevmiyoruz. Teoriden çok pratiğe önem veriyoruz. Zülfikar yapacağımız işler için bir adımdı. Bir hayaldi gerçeğe dönüşüyor.

halleye geldim Zülfikar’ı çektim. Zülfikar ismi adaleti ve hakkı temsil ettiği için seçildi. Bu film projesini insanlara anlattığımda benimle dalga geçtiler. Daha sonra insanları topladım hayallerimi anlattım ve hayallerime ortak olmak isteyen var mı dedim. Oyuncu bulma süreci çok enteresandı. Mafya için mafyayı, serseri için serseriyi buldum. Çekim süreci çok zor geçti ve ciddi sorunlarla karşılaştık. Uyuşturucu satışı sorununa parmak bastığımız için tehditler aldım farklı zorluklar yaşadım fakat pes etmedim. Zülfikar filmini Antalya film festivaline yetiştirmeye çalışıyoruz. Zülfikar kolektif bir emeğin ürünüdür ve mahalleli ile birlikte çekilmiştir. Filmin eksik sahneleri var ve tamamlamaya çalışıyoruz. Belki olur da Tuzluçayır’da büyük bir gala yaparız. Bu bir hayal ama neden olmasın. Biz insanları başka bir şeyin sanatın var olduğunu hatırlatmak ve sanatı konuşturmak istiyoruz. İnsanın değişebileceğini unutmuşuz hepimiz.

Hayatı İlmik İlmik Örmek İstiyoruz

Zülfikar; Bir Mamak Hikâyesi

İnsanların dile gelmeyi ve çözülmeyi bekleyen birçok derdi var. Uyuşturucu sokakta ve her gencin ulaşabileceği durumda. Biz bunun farkındayız ve mahallemizde müdahil oluyoruz. Engel olmaya çalışıyoruz. Eskiden başka güzellikleri geçmişi olan mahalleler bugün uyuşturucu ile anılıyor. Bu çok üzücü. Biz var olan sorunları bu sorunları yaşayan insanlarla çözmek istiyoruz. Olgu sanat atölyesinin kapısı devamlı herkese açık. Hepimizin hayalleri vardı ve doğru insanların yolları kesişti ve Olgu Sanat atölyesi çıktı ortaya.

Zülfikar; Mahalledeki Sorunlar, Uyuşturucu, Kentsel Dönüşüm

Zülfikar’dan sonra Olgu ortaya çıktı. Zülfikar filmi olgu sanat atölyesinden çıkacak. Üretimi çok önemsiyoruz. Zülfikar benim bir hayalimdi ve on senedir kurguladığım bir işti diyor Ferhat Kaygusuz. Ama çıkış noktasında ismi Zülfikar değildi. Mahalledeki sorunları uyuşturucuyu kentsel dönüşümü ve bozulan ilişkileri anlatmak istiyordum. Bunu Mamak’ta çekmek ve başarmak istiyordum. Sakarya’daki barların sorunlarını ve dönüşümünü

Kötüler tarihin hiçbir döneminde olmadıkları kadar güçlüler. En temiz duygularımızı bile parayla eşdeğer göstermeye başladılar. Ve aslında iyilerle kötüler arasında bir savaş sürüyor ve kötüler ne yazık ki öndeler. Olgu sanat atölyesi de bir amaç değil yapacağımız işlerin bir parçası. Çok güzel işler yapmak ve hayatı ilmik ilmik örmek istiyoruz. Film yapmak sanat neden birilerinin tekelinde olsun. Neden biz yapamayalım. Bu mahallelerde çok yetenekli zehir gibi çocuklar var. Ve biz bu çocukları yanlış yollara sapmasınlar diye bu güzel işlerin parçası yapmaya çalışıyoruz. Biz gördüğümüz şeyleri sadece konuşmak tartışmak değil müdahil olmak değiştirmek istiyoruz. Buradaki herkesi her ürettiğimiz işte emeği var. Benim senin onun kavramını unutturmaya çalışıyoruz. Burada biz varız. Konuştuğumuz Arkadaşlar: Serkan, Ferhat ve Ahmet abi. İlker/Mamak

Bizim Seçtiklerimiz

Gelecek Uzun Sürer Özcan Alper

Benden Selam Söyle Anadolu’ya Dido Sotiriyu

Doğu Türküleri Hakan Yılmaz


Spor

11

Taraftar Hakları Derneği: Passolig’i Son yıllarda, ülkemizdeki taraftarlar olarak artan oranda ‘baskı, yasak ve ceza’ üçlüsü ile kuşatılmış durumdayız.

Futbolun karar vericilerinin ‘son icadı’ 6222 sayılı yasa, gerek İl-İlçe Spor Güvenlik Kurulları’na gerekse de spor müsabakalarında görevli kolluk güçlerine ‘keyfi yasaklar imkanı’ sunmaktadır. Stadlara sokulmayan pankartlara ilişkin sıklıkla duyduğumuz ‘yassah hemşerim’ nakaratından ve bu yasağın gerekçesini sorduğumuzda karşımıza çıkan ‘amirim öyle dedi’ ezberinden daha trajikomik hatta skandal durumların olduğunu biliyoruz. Bir zamanlar maçlarda rakip takım taraftarları yan yana otururken -ki hâlâ birçok ülkede bu uygulama devam etmektedir- önce tribünleri böldüler. Olmadı, deplasman taraftarına kontenjan uygulaması getirdiler. O da olmadı, deplasman yasağı koydular… Peki bunların sonuçları ne oldu? Deplasman yasağının uygulandığı dönemde, hem de statla hiç alakası olmayan bölgelerde hayatını kaybeden taraftar kardeşlerimiz oldu. Son olarak Futbol hiçbir zaman sahada top çizgiyi geçince, ‘goool’ diye haykırdığımız 90 dakikadan ibaret bir oyun değildi bizim için... Uzaklardan sevmenin, uzaklardan direnmenin, aşkların en büyüğünü uzaklardan yaşamanın ete kemiğe bürünmüş haliydi adeta... Böyle yazılmıştı kader, değiştiremezdi ki bunu hiçbir keder, acı, gözyaşı... İnsanoğlunun değiştiremediği şeyler vardır ya hani bu da onlardandı işte, sevdamızla aramızda kısaltamadığımız, ket vuramadığımız yüzlerce kilometre vardı. Ama sevda bu, dinlemez öyle kilometreymiş, barikatmış, kalkanmış... İşte böylece uzaktan sevmeyi öğrenenlerin hikâyesi olarak kurulan bir taraftar grubuydu bizimkisi... Kulağa ne kadar yabancı gelse de bizim hikâyemize düşen de buydu işte; Taşraydı adımız... Sanmayın ki; bu insanları bir araya getiren sadece arma sevdalısı, futbol aşığı olmaları.. Bizim de hayata, sisteme dair söyleyeceğimiz birkaç çift sözümüz olacaktı elbet , olmalıydı ..

MAYIS 2015

Çöpe Atın!

Ç.Rizespor-Fenerbahçe maçının ardından Rize il sınırları dışında yaşanan Fenerbahçe takım otobüsünün kurşunlanması olayı hepimizin malumudur. Sporun, oyun olmaktan çıkıp bir işe dönüştüSporda şiddetin çözümü bir banka kartını pazarlamak, o kartı almaya mecbur bırakılan taraftarlara cezalar yağdırmak, tribünlere yönelik yasak ve engellerle baskı kurmak değildir. Denenmiş ve hiçbir olumlu sonuç alınamamış, hatta durumun daha fazla kötüye gitmesine sebep olmuş bu tür uygulama ve yöntemlerden derhal vazgeçilmelidir. ğü günümüzde her şey ‘kazanmak’ üzerine inşa edilmiş durumdadır. Devasa paraların döndüğü bir sektöre dönüşen, bahis şirketlerinin ve menajerlerin cirit attığı spor hadiselerinde ‘kazanmak’ için her yol mubah sayılmakta ve kartlar tek bir daha almak için para yatırır hale gelmişti... Atılan goller arma sevdasını büyütmek için değil, sermayeyi büyütmek için atılıyordu... Bahis oynayıp, kendi tuttuğu takıma atamadığı her gol için sövüp sayan insanların unuttuğu bir şey vardı şüphesiz: Futbol halkın oyunuydu, futbol emekçinin, işçinin eğlencesiydi. Futbol para için oynandığında değil, yere düşen rakibini omzundan tutup tekrar ayağa kaldırdığın zaman güzeldi. Futbol ‘Borsada değil, arsada oynandığı zaman ‘ güzeldi... İşte bütün bunların farkında olan insanlar olarak kurmuştuk Taşrayı. Kendi içimizde ilke olarak belirlediğimiz birkaç kural da vardı elbet, diğer insanlarda da bu farkındalığı yaratma adına. Endüstriyel futbola karşı olacaktı her şeyden önce sarı laci Taşra bayrağını sallayan renktaş. Faşolig almayacaktı, aldırmayacaktı... Cinsiyetçi olmayacaktı hiç kimseye karşı, çünkü bilecekti futbolun hiçbir cinsiyete ve zümreye ait olmadığını... Ne kadar bağırsa da tuttuğu takım gol kaçırınca, asla küfür yoktu bizim fıtratımızda... Kötü söz ve küfür her zaman sahibinin olacaktı, bizim değil, çünkü biz kişisel mülkiyete karşı olan insanlardık; bu yüzden kötü söze ve küfüre sahip olmak bize göre değildi... Başka mı? Başka bir şey yoktu... Gerisi sadece biraz İsyan, biraz Devrim, biraz Özgürlük...

amaç için karılmakta ve dağıtılmaktadır. Bu nedenledir ki, insan sağlığı ve yaşamı bile rahatlıkla ikinci plana atılabilmektedir. Performans arttırıcı ilaçlar, sakat sakat oynamaya zorlanmalar adeta sporun yeni kuralları olmuştur. Bütün bu zorlamaların yanı sıra ‘herkesin bildiği bir sır’ olan teşvik primleri adı altında yapılan şike anlaşmaları ise işleri iyice çığırından çıkarmaktadır. 14.04.2014 tarihinden itibaren, 6222 sayılı yasanın e-bilet ile ilgili hükümleri gerekçe gösterilerek Türkiye Futbol Federasyonu’na bağlı Süperlig ve 1. Lig müsabakalarında Aktifbank’ın ticari bir ürünü olan passolig kartı taraftarların stadyumlarda maç izlemesi için zorunlu kılınmıştır. Mevduat bankacılığı izni ve şubesi olmadan, BDDK’nın özel izniyle taraftarların futbol oyununa ve takımlarına olan bağlılıkları kullanılarak 1 milyonun üzerinde banka/kredi kartı satışı yapılmıştır. Stadyumlarda şiddeti önleyeceği yalanıyla pazarlanan, pazarlanmaktan öte maç izlemek için taraftarlara zorunlu kılınan bu tekelci uygulamanın şiddeti önleme noktasında en ufak bir geçerliliği olmadığı gibi, stadyumlarda maç izleyen taraftar sayısının %50 oranında düşürdüğü kayıtlara geçmiştir. Bu dayatmacı ve tekelci uygulamaya göre passolig kartı alan 1milyon kişi, taraftar olarak değil Aktifbank’ın bir müşterisi olarak tanımlanmıştır. Aktifbank, Türkiye Futbol Federasyonu ile 10 yıl süreli münhasırlık (tekel olma) şartıyla sözleşme imzalamış, bu alanda rekabet koşulları devre dışı bırakılmış ve ülke futbolunun geleceği yine taraftarların duyguları rehin alınarak ipotek altına alınmıştır. Sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesi için, siyasal iktidarın ve futbolun karar vericilerinin köklü bir zihniyet değişikliğine gitmesi gerekmektedir. Baskıcı ve güvenlikçi anlayış terk edilmelidir. Çözüm; daha fazla baskı ve yasaklama değil, daha fazla özgürlük ve demokrasidir. Taraftar Hakları Derneği’nin 25.Dönem Milletvekili Adaylarına Çağrısı Tam metin http://www.taraftarhaklari.org

Emrah/Taşra Zaten bunun için kurulmuştu ya TAŞRA, başka türlü nasıl gücü yeterdi özgürlük için mücadele veren, emek harcayan, bedel ödeyen insanları bir araya getirip tek vücut etmeye... Gazozuna oynanan maçlar artık gazoz fabrikalarının daha çok gazoz satması için oynanmaya başlamıştı. İnsanlar artık arsada futbol oynamak yerine, borsada tuttuğu takıma, bir ev daha, bir araba AHVAL-İ ANGARA Aylık Siyasi Yerel Gazete Ahval-i Angara adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Merve Keskin Yönetim Yeri: Güneşevler mah. Güneşevler Pazar yeri no: 9/A Altındağ / ANKARA Tel no: 0507 059 01 68 Baskı: MATTEK MATBAACILIK Ağaç İşleri San. Sit. 1354 (Eski 21. Cadde) 1362. Sokak, No:35 Yenimahalle - İvedik/ ANKARA Tel: 0 312 433 23 10

“Yaşama sevincim Gençlerbirliğim...”

Memleketimiz tribünlerinin yıllardır unut- çığırtkanlık yapmaz - emekle seveceksiniz. madığı bir sempatik slogan var: “Sen şam- Bu küçük mezhebe dahil olduktan sonra gepiyon olmasan da... kupaları almasan da... len, asla bir mazhoizmle açıklanamayacak seviyoruz işte... var mı diyeceğin!” o neşeyi, o heyecanı bilemezsiniz! Ne yazık ki pek az zaman can-ı Gençlerbirlikli olmak hakikaten gönülden söylenen bu slogan, de bir ayrıcalıktır! Sen-ben-bisanki bizim nâdan kulübüzim oğlanlık tribünümüzün müz için yaratılmış gibi. bu sene denediği, takımımıEvet, taraftarlık karşılıkzın az sayıdaki özgün tezasız, akıldışı, bazen saçma hüratının çoğu gibi naif bir bir bağlılık, bir tutkudur. slogan var: “Yaşama sevinFakat bunca karşılıksız, cim Gençlerbirliğim...” Aybunca akıldışı, bunca tenha nen öyle işte! olanını zor bulursunuz! GençTanıl Bora lerbirliği size bir cazibe sunmaz,


Bize Yazın www.ahvaliangara.com

ahvaliangara

ahvaliangara@gmail.com

ahvaliangara

Ege Mahallesi Hüsamettin Özden 0536 747 01 61 Dikmen Cafer Sabancılar 0532 578 88 85

Aydınlıkevler Bekir Demir 0553 013 81 24 Hasköy Cihad Teke 0532 734 46 85

Bize Ulaşın Baykuş Kafe Konur Sokak, No 8/3 Yeni Yeşilçam Kafe Konur Sokak, No 19 Tayfa Kitap Kafe Selanik caddesi 82/32

Ankara. Sakinliğiyle, dinginliğiyle dostlukların demlenmesine, komşulukların pekişmesine izin veren zarif şehir. Solgun zayıf sokak ışıklarının altında sokak sokak adımlayıp, kaybolmayacağına, silinmeyeceğine duyulan güvenle anıların, seslerin kazındığı şehir. Sokaktaki bakkalın, kuruyemişçinin, ayakkabı tamircisinin, terzinin bizi tanımasının mutluluğunu, güvenini yaşatıp, sokağın hayatın bizi kendine dâhil ettiği şehir. O eski Ankara sadece Ankaralıların değil, kısa bir zaman bile olsa yaşayan, uğrayan hemen herkesin zamanı, demi gelip özlediği şehir. Ankara’yı özlemenin, farkında olmadan aslında sevmiş olduğunu anlamanın bir zamanı var sanırım. Artık yalnızca anılarda ve fotoğraflarda kalan o eski Ankara’nın göklerde çınlayan seslerine kulak verdiğimiz zaman nereden nereye geldiğimizi görüyoruz.

Tuzluçayır’ın eski halleri, komşulukları, kahvelerinde oturup demli çaylarını derin dostluklar, muhabbetler eşliğinde yudumlayan insanlar. Yolları çamur bile olsa, halen insan olmanın, insandan olan bir şeylerin içinde olmanın verdiği mutlulukla, çamurun toprağın varlığının işareti olduğunu bilen insanlar. Ege mahallesinin şimdiki dip dibe evlerinin yerine, bahçelerinde meyve ağaçlarının olduğu, eve yetecek kadar soğanın, maydanozun yetiştiği gecekondular. Gecekondu duvarından komşusundan tuz isteyen, bahçelerde hamurunu yoğurup yufka ekmeğini, katmerini pişiren insanlar. Dikmen’in ağaçlarının üzerine henüz sıkış tıkış beton binaların dikilmediği, halen yeşilin hâkim olduğu zamanlardaki ince ince dumanların tüttüğü, beton, asfalt değil buram buram insan, komşuluk koktuğu zamanlar.

Kızılay’dan Dikmen, Öveçler

Türkülerin, deyişlerin, saz seslerinin evlerden göğe doğru yükselip, gökten yağmur yerine türkülerin, deyişlerin, bozlakların yağdığı zamanlar. Çinçin’de Yenidoğan’da yoksulluğu, açlığı paylaşmanın, dayanışmanın en güzel örnekleri. Mahallede pisliklerin, yanlış yola gidenlerin önüne geçerek onlara

dur diyecek gözü kara, yüreği pırıl pırıl abi ve ablaların gülümseyerek sokaklarda gezmeleri. Kale’de Hasan Amcanın demli, kırmızısı kırmızı o güzelim çayını, çaylara eşlik eden sigara ve koyu sohbetlerle akşamı getirmek Ankara’ya. Mahallerinde oturan öğrencilerle akraba gibi olup, evlerinde pişen bir kap yemeği, akan çatılı, sobalı evlerinde öğrencilerle birlikte kıvançla yiyen insanlar. Bakkal abisine veresiye yazdıran, küçük elli küçük çocuklar. Henüz servis denen o ucubeler ortaya çıkmadığı için, öğretmenleriyle el ele okula giden, öğretmenlerini ailesi, komşusu bilen çocuklar. Öğrencileriyle komşu olan, öğrencilerini yalnız okulda değil,

mahallede, evde her daim gördüğü için, eğitimi öğretimi ders saatlerine sıkıştırmak zorunda kalmayıp hayatın her anını değerlendirip, hayatın öğretmenliğini yapan öğretmenler.

Çocuklarını, büyük bir güven büyük bir sevgi besledikleri üniversite öğrencisi komşularına ders çalışmaya gönderen anneler, babalar.

Sabah sokağa çıktığında, her yana herkese verilen selamlarla işlerine uğurlanan insanlar. Koştur koştur giden insanlar değil, ağır ağır yürüyerek o komşuluğun o insanlığın tadıyla içlerini dolu dolu eden insanlar.

Kimsesize, yoka yoksula, öğrenciye evini, bahçesindeki küçük damı ev olarak açıp, kira almayı bırak oradan kira düşünmeyi bile ayıp sayan insanların olduğu bir şehir Ankara. Dostluğun, sadeliğin, sakinliğin, dinginliğin, alçak gönüllüğün, erdemin, ahlakın hüküm sürdüğü o eski Ankara. Ya şimdi?


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.