Sayı3

Page 1

ANNE İŞE GİTMEE!

TAKSİCİ DÜNYASINDAN

YOLUNDA A.Ş.

UMUTLARI YOK EDEN ALT YAPI

Doğduktan birkaç hafta sonra, hayatımızın en değerli varlıklarını, hiç tanımadığımız kişilere emanet edip işe gitmek zorunda kalıyoruz. Her şeyi kaçırırsın: ilk yürüyüşünü, söylediği sözü, emeklediği günü. Omuzunda kusmuk lekesi, darmadağın saçlar ve mor gözlerle işe gidersin.

Kimi nazından, kimi pozundan yaptı belki bunları ama düşünemedik; biz şehrin trafiğinde belki günde en fazla iki üç kez bunalırken onların tüm gün direksiyon salladığını veya şimdi kim arka koltuktan boğazımı sıkıp rızkımı çalacak tedirginliğiyle yaşamanın zorluğunu…

Angara’dan, Angaralılar’dan çıkmış en samimisinden bir dizi Yolunda AŞ. Çinçin’i hayatın gerçeğinden doğan kara mizah ile anlatmışlar dizide. Kentsel dönüşümün, metropolleşen kentlerin yaşattıklarını tüm boyutlarıyla farklı bir üslupla anlatmışlar.

Türkiye’de futbol üç büyük kulübe tıkanmış durumda. Geriye kalan kulüpler ise bu büyüklere transfer yapan, onun dışında futbol adına önemi olmayan kulüpler olarak kaldı. Hele ki iş amatör takımlara gelince yoksulun umudu olan futbol ticarileşmiş haliyle umutları yiyen bir yerde duruyor.

Sayfa 2

BİR ANKARA DÜMENİ

Sayfa 4

Sayfa 10

Sayfa 11

Sayaç Soygunu

Ankaralı’nın çilesi bitmiyor. Elektrik faturalarındaki kayıp kaçak bedelinden sonra, kışın ve ayazın kapımızı zorladığı bugünleri fırsat bilen Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kanuna aykırı olarak 300 dolara sattığı kartlı sayaçlar, şimdi de Başkentgaz tarafından 406 Lira karşılığında faturalı sayaçlara zorla çevrilerek ikinci kez satılmak isteniyor. Kartlı doğalgaz sayaçları, ekran görüntüsünün olmaması, arızalanması, ekonomik ömrünü tamamlaması, pilinin bitmesi gibi çeşitli gerekçeler gösterilerek mekanik sayaçla değiştiriliyor. Ankara’da Başkentgaz abonesi 1,5

milyon vatandaşın 1 milyonunun kartlı sayaç kullandığı düşünülürse meskenler için 406 lira, işyerleri için 1500 - 5000 Lira arası alınan sayaç paralarıyla Başkentgaz’ın kasasına girecek miktar 405 Milyon 818 bin 518 lirayı buluyor. Sayfa 3

Küçük Esnaf Batıyor!

Bir lokma kazanç için bismillah deyip dükkânı açan, kapısında yeni vergiler, iki kat yazılmış elektrik su faturaları bulan küçük esnaf ise batıyor. Başbakan Davutoğlu “Yeni Türkiye Buluşması”nda 4 madde ile esnafa sözde destek paketi açıkladı. Pakete göre AVM’lerdeki yüz dükkândan beşi, alınması bin bir şarta bağlanan “faizsiz” kredilerle esnafa verilecek. Sayfa 5

Ahval-i Kadın

Sayfa 2

5 k 0 4 lu n lyo UN i M RG

VU

METAL İŞÇİLERİNİN

Emekliye Komik ZAM

GREVİ

YASAKLANDI Birleşik Metal-İş Sendikası, 29 Ocak 2015 tarihinde, 24 fabrikada 15 bin işçiyle greve başladı. Aynı gün Bakanlar Kurulu “milli güvenlik” gerekçesiyle grevi 60 gün erteleyerek fiilen grevi yasakladı.

Hükümet, işçiye, memura, asgari ücretliden sonra emekliye de dalga geçer gibi zam verdi. Buna göre emeklilerin maaşlarındaki artış 20-25 TL civarında olacak. Bu komik zam oranlarıyla emeklinin de hükümet için görünmez olduğu ortaya çıktı. Sayfa 7

Bakanlar Kurulu, Birleşik MeSendika, hükümetin grev erteletal-İş Sendikası’nın toplu sözleşme me kararının yürütmesinin durdugörüşmelerinin anlaşmazlıkla so- rulması ve iptali istemiyle Danışnuçlanması üzerine başladığı grevi tay’da dava açtı. Sayfa 6 60 gün erteledi.

Gerçekten Grev Hakkımız Var mı?

Sesimiz Çığlık Olsun

Ankara Halkı İkinci Kez Sayaç Almaya Zorlanıyor!

Haklarımız

Sayfa 5

Ali İsmail Korkmaz Davası Av. Murat Yılmaz

Sayfa 6

Utanmak Büyük Erdemdir Ahval-i Umumiye

Sayfa 7


2

Kadın Ahval-i Kadın

Fatma Güleç fatmagulec06@gmail.com

Sesimiz

Çığlık Olsun! Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri neredeyse her yerde konuşulur oldu. Mecliste gündem yapıldı, istatistikler tutuldu birçok yerde gündeme getirildi. Gündeme geldi de hayatımızda ne değişti diye baktığımızda ise değişen pek de bir şey yok. O kadar gündem edildi ama her gün sokakta, evde, iş yerinde, televizyon programlarında kadına yönelik şiddet devam ediyor ve günde beş kadın bir erkek tarafından öldürülüyor. Gerçek çözüm ne? Elektronik kelepçe, uzaklaştırma kararı, panik butonu, adeta hapishaneye dönüştürülmüş sığınma evleri mi çözüm? Ya da AKP İstanbul Milletvekili İsmet Uçma’nın mecliste yaptığı öneri gibi mahallenin namusu gibi bir şey mi geliştirilmeli kadınların hayatta kalması için? Gerçeklerden yola çıkarak bakalım bir çözüm ne olabilir diye. Mahallenin namusu diye veya benim namusun denerek öldürülen, şiddet gören kadınlar var iken, “Mahallenin namusu” denilerek kadınlara nelerin reva görüldüğünü, kadınların teslim edildiği mahalle mahkemelerinden nasıl bir baskı, nasıl bir şiddet, nasıl bir ayar verme çıktığını bilmeyen bir erkek tarafından bir beklenti, öneri olduğu ortada. Ayşe Paşalı gibi kocası için uzaklaştırma kararının olduğu süreçte kadınlar öldürülüyorsa bu nasıl bir hukuk, devlet zafiyeti ise kararların da işletilemediği görülüyor.

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

ANNE İŞE GİTMEE! Dünya kurulduğundan beri kadın toplumsal üretimin içinde ve ta Havva Ana’dan beri anneyiz. Üstelik Havva Anamızın itaatsizliği nedeniyle acılar içinde doğuruyoruz ve o günden beri Adem, baba olarak yok yanımızda. Cennetten de kovulduk. Ama yasak meyveyi yiyerek gözümüzü açtık. Artık biliyoruz ne doğru ne yanlış, kim iyi kim kötü. Biz tanrının acılar içinde çocuk doğurma cezasına razı olduk ama çalışan kadınlar olarak bir de yeryüzünde kendisini tanrı sanan idarecilerin, işverenlerin baskısına maruz kaldık. Bunların çıkardığı zorluklarla hayatımız cehenneme dönüyor, elimizden alınıyor. Eskilerin dilinden düşürmediği bir söz var: “Biz çocukluğumuzu yaşayamadık.”. Şimdilerde çocuklarımız bebekliklerini bile yaşayamıyor. Doğduktan birkaç hafta sonra, hayatımızın en değerli varlıklarını, hiç tanımadığımız kişilere emanet edip işe gitmek zorunda kalıyoruz. Basın anlata anlata bitiremiyor: şu kadar hafta izin, şu kadar saat süt izni… Anneye verilen çalışamaz raporunu saymazsak bebeğin yanında bir gün bile kalamıyoruz. Bebek için verilen izin günde 3 saat, taşeron işçi için 1,5 saat. Doğuştan başlıyor sınıf içinde sınıf ayrımı. Böylesine yaşamsal gereğin bile pazarlığını yapacak kadar insanlıktan uzaklar. Bir de “çocuğu doğururken bize mi sordun” diyen işverenler var. Yasanın verdiği izinler zaten yetersizken, bir kısmını da onlar kırpar. Haklarında diretirsen sürgüne talipsin demektir. Her şeyi kaçırırsın: ilk yürüyüşünü, söylediği sözü, emeklediği günü. Omuzunda kusmuk lekesi, darmadağın saçlar ve mor gözlerle işe gidersin. Çocuğun belki ateşler içinde yanıyordur, başında duramaz, kreşe, bakıcıya bırakıp işine gidersin. O arkandan ağlar sen işinde ağlarsın, senin de çocuğunun da gözünün yaşına bakmazlar. Kar tatili, don tehlikesi

Avukat anne Feyza Altun Meriç önceki günlerde mahkeme salonuna 7 aylık bebeğiyle birlikte girdi.

diye okulları, kreşleri kapatırlar çalışan annelerin çocukları gene yollardadır. Çocuğumuzun asıl ihtiyacı onun yanında olup kendisini güven içinde, yalnız olmadığını hissettirmektir. Modern toplum zaman yerine parayı koymuş. Annesizliğin, babasızlığın yerini pahalı oyuncaklarla, AVM’lere giderek gidermeye çalışırsın. Böylelikle sorunlu çocuk, sorunlu gençlik ve nihayetinde sorunlu toplumun oluşur. İşte modern dünyada çalışan annelerin hali. İnsanlığın tarihi itaatsizlik ile başladı. İtaatsizlik ile cennetten kovulduk. İnançları adına, vicdanları adına var olan güçlere hayır deme cesareti gösterenler neden kendi cennetlerini kurmasın ki. Güler/EGE MAH.

Hasret Kara’nın Sesi Nasıl Çığlık Oldu? Hasret Kara da eşi tarafından tornavidalanarak öldürülmeye çalışılmıştı. Bir röportajında adli tıp raporunu, koruma kararlarını ve diğer dava dilekçelerinin olduğu dosyaları elinden düşürmediği söyleniyor. Her ne kadar eski kocası Yakup Kara “O kağıt parçaları mı kurtaracak seni” dese de, Hasret “kağıt parçalarını” gösterip bunlar aslında çok hayati “Ah bir de üzerinde yazılanlar uygulansa.” diyordu. Açtığı bir boşanma davasından aileler vazgeçirmiş. “Aslında belki de burada başlıyor. Keşke ailemi dinlemeseydim. İşte biz böyle ölüyoruz.” diyor Hasret. Mahallesindeki, sokağındaki kadınlarla, kuaför dükkânından müşterisi olan kadınlarla dayanışma içinde olduğu için bugün çocuklarıyla beraber Hasret. Hastanede, evinde nöbet tutan, inatla yanından ayrılmayan kadınlar sayesinde. Önüne çıkan tüm engellere rağmen Hasret inatla direndi, susmak istemiyor herkes duysun sesini ve başına gelenler bir daha hiçbir kadının başına gelmesin. Bu yüzden “Tek başıma yol katedemeyeceğimi bir buçuk senedir biliyorum. Bütün gazetecilere, bütün kadın örgütlerine kapımı açtım çünkü Türkiye’de gitmeyen bir adalet sistemi olduğunu anladım, bizi koruyan bir adalet sistemi yok onu anladım. Bana gelenlerin benimle nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Hasretler çoğalınca bir şeyler yapılabildiğini fark ettim. Benim önce sadece sesim vardı onlarla çığlık oldum.” diyor. Şu kocaman yüreklerle her şeye rağmen direnen kadınlara bakınca çözüm de çıkıyor aslında ortaya. Mahallede, sokakta, her yerde kadınların yan yana durup birbirini, kadınları savunmasından geçiyor asıl çözüm. Susmayalım, korkmayalım, sineye çekmeyelim yaşadıklarımızı. Yalnız değiliz. Sesimiz çıktığınca bağıralım, daha çok kadınla yan yana duralım. Kendimizi savunmak adına kadınlar olarak mekanizmalarımızı kendimiz oluşturalım her yerde.

ŞİDDET Hep Yanı Başımızda Ankara’da, Suriyeli bir kadın tartıştığı damadı tarafından öldürüldü, başka bir kadın töre cinayeti diye öldürülmeye çalışıldı. Sakarya da, sürekli şiddete maruz kalan bir kadın kocasını boğarak öldürüyor ve kadına “meşru müdafaadan” beraat veriliyor. Bu hikâyelerin sonu yok maalesef, ama başka bir yaşam mümkün sadece kendimize inanmalıyız. Her sabaha yeni bir şiddet haberiyle başlamadığımız gün yok artık. Şiddet eğiliminin oranları her gün artıyor. Her olumsuz durumda olduğu gibi, şiddete maruz kalanlar arasında kadınlar en üst sırada.

Resmi rakamlara göre 2014 yılında Türkiye’de 133, resmi olmayan kaynaklara göre ise 281 kadın erkekler tarafından katledildi, 118 bin 14 kadın şiddete maruz kaldı. Ankara’da ise 10 bin 374 kadın için koruma kararı verildi. Aslında bu durum kadına yönelik şiddetin boyutlarını ortaya koyuyor. Çünkü biliyoruz ki daha bir çok kadın korkusundan ya da bazen şiddetin tanımını “dayak”tan ibaret sanmasından şikayet bile edemiyor. Bu yüzden resmi rakamların aslında şiddet

vahşetinin çok az bir kısmını yansıttığını hepimiz biliyoruz. Bizler “Kocadır, sever de döver de” diyen zihniyetin bizleri yetiştirdiği ve etrafımızdaki tüm erkeklere hizmette kusur etmememizi öğütlediği kadınlarız. Şiddet bazen normal bazen de fark etmediğimiz bir durum bizim için. Kıskandıklarını söyleyerek saçımızı ve elbiselerimizi kesmeleri, buzdolabını, kapıları ve pencereleri kilitlemelerini, maaş kartımızı almaları, çocuğumuza kötü davranmakla tehdit etmelerini ve en önemlisi bizi öldürmekle tehdit etmelerini şiddet olarak algılamalıyız ve bunun için cezalandırılmalarını sağlamalıyız. Bize tüm bunları yaşatan “koca, baba, kardeş” olan erkekler sadece bizi öldürünce katil oluyor, oysa şiddet sadece öldürmek değildir.


Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

Ankara

Sayaç Vurgunu Başkentgaz Ankara’da kartlı ön ödemeli doğalgaz sayaçlarını mekanik doğalgaz sayaçlarıyla değiştirmeye başladı. Ankaralılardan habersiz yapılan bu değişiklik Tüketici Hakları Derneği’ni kızdırdı. Dernek yaptığı basın açıklamasında “sayaçları 406 Lira bedelle değiştirilmesine “vurgundur”, ikinci kez soygundur dedi. 405 Milyon Liralık Vurgun

ketinin mülkiyetinde olup aboneden bağlantı bedeli dışında hiçbir bedel alınmadan dağıtım şirketince temin edilerek sisteme dâhil edilir. Sayaçların takılması, sökülmesi, değiştirilmesi, kontrolü ve benzeri her türlü işlem, dağıtım şirketince gerçekleştirilir. Mevcut mekanik sayacın ön ödemeli sayaç ile değiştirilmesi durumunda dağıtım şirketi ilave bir bedel alamaz. Abone bağlantı bedeli dışında hiçbir bedel alınmadan dağıtım şirketince temin edilerek sisteme dâhil edilir.” denilmektedir.

Ankara Büyükşehir Belediyesi 300 dolar karşılığında hukuksuzca sattığı kartlı doğalgaz sayaçlarını şimdi de 406 lira karşılığında yeniden mekanik sayaçlarla değiştirmek istiyor. Ankara’da Başkentgaz abonesi 1,5 milyon vatandaşın 1 milyonunun kartlı sayaç kullandığı düşünülürse vurgunun boyutu daha net görülür. Meskenler için 406 lira, işyerleri için 1500 - 5000 Lira arası alınan sayaç paralarıyla Başkentgaz’ın kasasına girecek miktar 405 Milyon 818 bin 518 lirayı bulmaktadır. Başkentgaz Hep Sıkıntı

Başkentgaz: Bana da Peşin Satın ya da Zorla İnternet üzerinden tüketici yorumlarının paylaşıldığı Değiştirim bağımsız bir şikâyet sitesinde Başkentgaz’a ait Sayaç soygunu, Başkentgaz’ın doğalgaz dağıtımının 1000’e yakın şikâyet ve mağduriyet bildiriminde bulunulmuş. Bunların içerisinde faturalama, kota özelleştirilmesi kararı ardından ihaleyi kazauygulaması, kart ve pil sorunları da nan Torunlar İnşaat’ın, kartlı gaz olmakla birlikte çoğunluğu kartlı satışından zarar ettiğini belirtesayaçların haksız ve zorla rek EPDK, Enerji Bakanlıdeğişimine isyan ediyor. ğı ve Botaş’a yazı gönderip “zararının” karşılanmasını ya da kendisine de peşin doğalgaz satılması talebinde bulunmasıyla başladı. Ancak bu talep karşılanmayınca Başkentgaz zarardan kurtulmak için kartlı sayaçları faturalı sayaçlarla değiştirmeye başladı. Değiştirme bedeli olarak da teminat adı altında 360 lira ve 46 lira vergi olmak üzere 406 lira isteyeceğini duyurdu. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Başkentgaz ve devlet el ele halkın sırtındaki yük azmış gibi kara kışı fırsat bilerek halkı sayaç parasına zorlamaktadır.

Belediye’nin vatandaşlara her ay zamlı ve bin bir çeşit vergiyle gönderdiği faturaları yetmezmiş gibi Başkentgaz abonmanlarına asli hizmetlerinden olan sayaç değişimi ile sayaçları kanuna aykırı olarak iki kere satmaktadır.

Başkentgaz’da hukuksuzluk bir değil bin

Ankaralılar her doğalgaz alımı yaptıklarında “işlem ücreti” adı altında 1 TL ödemek zorunda. Başkentgaz’ın Ankara’da 2 milyon abonesi bulunuyor. Her abonenin ayda bir kere gaz alması durumunda ilgili kurumların kasasına 2 milyon TL giriyor. Ancak protokolde, bankalar, “Gaz almak için müracaat eden Başkent Doğalgaz Dağıtım A.Ş. abonelerinden komisyon/masraf vb. nam altında hiçbir ücret talep etmeyecektir” ifadeleri yer alıyor. Bu Soyguna Göz mü Yumulacak! Doğalgaz sayaçları hangi gerekçeyle değiştirilmektedir? Zorla imzalatılan, imzalanması zorunlu tutulan taahhütname ve abonelik sözleşmesindeki tamamen tüketicinin aleyhine olan hükümler tüketici haklarına aykırı değil midir? Başkentgaz el değiştirdikten sonra kaç abonenin kartlı doğalgaz sayacı değiştirilmiştir?

Çakar: Hukuksuzluktur, soygundur.

Bu sayaçlar için ödedikleri 300 dolar bedel geri Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar, va- ödenmiş midir? tandaşların sayaç değiştirilmeye zorlandığını iddia Sayaç parasının kanuni dayanağı nedir? ederken, tüketici kanununa göre böyle bir zorlama ya- Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tüketicipılamayacağını söyledi. yi Başkent Gaz’ın insafına terk etmiştir. Bu yönetUygulama Yönetmeliğe Aykırı!

melik vatandaşlarımızın haklarını koruyacak şekilde Doğalgaz piyasası dağıtım ve müşteri hizmetleri yö- yeniden düzenlenecek midir? Yoksa yaşanan bu soynetmeliğinin 40. maddesinde “Sayaçlar, dağıtım şir- guna göz mü yumulacaktır?

Pursaklar’da İmar ve Yeşil Alan Rantı Pursaklar, ilçe olup ismi “Tebessüm Şehri” olalı çok değişti. Ancak arsalar üzerinden oynanan oyunlar nedeniyle pek de gülümsetmiyor artık. Bugün “Müteahhitler Cenneti” diyebiliriz buraya. Pursaklar Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi ile Ankara’nın en hızlı değişen semtlerinden. Belediyenin müteahhitlere “bağış” karşılığında ruhsat izni vermesi ve “yürüyen araziler” iddiaları mahkemeye yansımıştı. Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin soruşturmaya izin vermemişti. Milyonlarca Liralık Yolsuzluk! Bazı kişilere, arazilerin yeri kaydırılarak ya da arazinin tapudaki görünümüyle oynanarak peşkeş çekildiği artık iddiadan öte. Bir sabah değersiz, “yürüyen araziler” inizi birden ilçe merkezinde yüzlerce kat değerlenmiş bulabilirsiniz. Veya dere yatağında olduğu için imar izni verilmeyen arazinize 15 katlı bina dikilebilir... Yeşil Alan Katli: BİNBİR GÜL PARKI Yaklaşık 4 yıl önce İller Bankası kredisiyle Binbir Gül

Parkı yıkılarak yerine Pursaklar halkının hizmetine sunulması için sosyal tesis ve yeşil alan projesi belediye meclis toplantısında kabul edilmişti. Adı sosyal tesis olarak anılan bu proje şimdilerde ticarethaneye çevrilmiş durumda. Pursaklar belediye başkanı Selçuk Çetin o günlerde: “Bu dev tesis havalimanı yolcuları için bir dinlenme noktası olacak. Hemşerilerimiz için de hafta sonu aileleri ile gezecekleri, spor yapabilecekleri bir park olma özelliğini de koruyacak.” demişti. Pursaklar’da halk, merkezde yeşil alanların imara açılması, imarlardaki usulsüzlükler konusundaki iddiaların araştırılmasını istiyor. Halis Can/ PURSAKLAR

Bugün baktığımızda ise insanların hafta sonları en azından piknik yapmak için geldiği Binbir Gül Parkı yerini asgari ücretle çalışan ailelerin kapısından bile girmeye korktuğu lüks restoranlara bırakmış.

3 Editörden

ahvaliangara@gmail.com

Bir Hayalle Çıktık Yola… İki çift kelam edip dostlukları büyütelim, dertleri sıkıntıları paylaşalım diyen bir hayalle çıktık yola. O çok boyalı basında gösterilen başkente inat gerçek insanların sahici hayatlarını yaşadığı Angara’yı yazalım istedik. Becerdik mi emin değiliz, ancak gazeteye ulaşanlardan duyduklarımız gösterdi ki en azından niyetimiz anlaşılmış. Bizim için de asıl mesele buydu zaten. Yani anlamak ve dahi anlaşılmak. Eğer ki şu birkaç sayıda bu yönde adım atabildiysek ne mutlu bize ki yürüyüş doğru yönde, durmak yok yola devam… Biliyoruz ki eksik başlıyoruz, ancak niyet edip samimi bir şekilde bu niyet doğrultusunda adım atarsak er ya da geç sesimiz değer birilerinin seslerine; sözlerini sözümüze katar, eksiğini fazlamız kılar tamamlanırız ve dahi tamamlarız elbet… Bu seferkiyle birlikte üçüncü adımını atan Ahval-i Angara’nın iki aylık ömründe gördük ki sahiden öyle: Derdini paylaşmak isteyen, sözümüzü kendisinden gören muhtarı, taksicisi, dolmuşçusu, esnafı onca Angara’lı buyur etti kendi dost meclislerine Ahval-i Angara’yı, söyledik ve dinledik hep birlikte… İlk sayıda demiştik hele bir yola çıkalım, asıl mesele yolun yolcusu olmak, yani yürüyebilmek her daim. Çünkü o yürüyüş ki inancı taze tutan, dost meclisini, samimi sohbeti ve hesapsızca paylaşmayı yaşatan... Televizyon ekranlarında reklamları çıkan, sahte haberleri yetmedi tencere tava promosyonları yapan o büyük medya şirketlerinin gazetelerinden biri olalım, öyle sansasyonel haberler yapalım, gazetemiz çok satsın, reklam alsın, para kazanalım diye çıkmadı Ahval-i Angara. Adı gazete olan ancak içinde ne gerçek bir haber ne de gerçek bir fikir olan o boyalı basını ne rakip gördük ne de rekabet iddiasında olduk. Çünkü dünyalarımız farklıydı ve dahi her zaman farklı olacak. Bizim dünyamız paranın ve iktidarın tek kutsal sayıldığı, bu uğurda her türlü utanmazlığın reva görüldüğü yalanların değil acıların ve umutların paylaşıldığı, ayakta kalmak için bir birinin başına basmayı değil koluna girmeyi düstur edinmiş, onurunu ve inancını kutsal sayan harbi insanların dost meclisleridir. Bu yüzden ne muhabiri, ne mizanpajcısı, ne de her hangi bir yazarı profesyonel değildir, dağıtım şirketlerinden dağıtılmaz bu gazete. Arkasında ne bir para babası, ne bir reklam şirketi ne de herhangi bir siyasi parti bulunmadı ve dahi hiçbir zaman bulunmayacak. Parayla satılmaz, reklam almaz bu gazete. Masraflar için paylaşmayı esas alır, çünkü bilir ki ancak paylaşılırsa çoğalır hayat. Maksat paylaşımı artırmak, sözü büyütmek olduğu için kimi zaman hep birlikte matbaada sabahlanır, kimi zaman işportaya çıkılır, kimi zaman harçlıklardan, maaşlardan artırılır konur ortaya. Öyle meşhur köşe yazarları, takım elbiseli temsilcileri veya birilerinin kalemi olmuş sözüm ona muhabirleri olmadı ve dahi hiçbir zaman olmayacak bu gazetenin. En fazla bir bardak demli çayla içini açan, kendi derdini başkalarının derdiyle bir tutan, harbi sohbet arayan mahallenizdeki bir öğrenci, bir esnaf, bir emekçi kadın veya erkektir bu gazetenin hem dağıtımcısı, hem muhabiri, hem köşe yazarı hem de temsilcisi. Diyorlar ki bu dünya para babalarının, sahtekârların, utanmazların dünyası, siz bu dünyada ayakta kalamazsınız. Bizim bu sahte dünyayla bir işimiz yok. Biz, acıları ve mutlulukları sahici, umudu ve inancı için yaşayan onurlu insanların gerçek dünyasının bir parçasıyız. Bu dünyanın insanları en iyi bildiği şeyi yani paylaşmayı bırakmayıp, sözünü esirgemezse Ahval-i Angara her daim dost meclisi olarak devam edecek… Davetimiz odur ki daha çok dost gelsin, umudu paylaştığımız meclisimiz daha bir şenlensin. Şenlensin ki her sokakta, her mahallede yalana inat gerçeğin sesi daha gür bir şekilde yankılansın…


4

Kent ve Yasam ,

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

ŞAHİNTEPE:

42 Bin Nüfus; Sağlık Ocağı, Okul, Otobüs Yok!

Kadın muhtar Sibel Pilavcı ile röportaj yapmaya Şahintepe’ye gittik. Şahintepe mahallesinin, muhtarlığa asılan haritadaki kadar merkez yöneticilerin akıllarında yer etmediğini gördük, dinledik. 42 binlik nüfusuna rağmen okulu, sağlık ocağı, ulaşımı, pazar yeri olmayan bir mahalle burası. Sağlık ocağı, çocuk parkı, eczane ve okulu bulunmayan Şahintepe mahallesi sakinleri, belediyenin kasten, kendilerini yıldırmak için hizmet vermediğini öne sürüyor. Yaşadıkları duruma isyan eden aileler hastaneye, pazara ve okula gitmek için kilometrelerce yol yürümek zorunda kalıyor. Ahval-i Angara: Siyasette kadınların olmadığı bir yerde yaşıyoruz. Kadın muhtar olmak nasıl bir şey? Sibel Pilavcı: Çoğu yerde kadın olarak ezilmişliği yaşıyoruz. Bu muhtar olunca da devam ediyor değişen bir şey yok aslında. Yani Mamak bünyesinde 64 mahalle muhtarından sadece 6 tanesi kadın. Erkek hâkimiyeti var. Karar alındığı zaman bile kadınlar gündeme gelemiyor. Ben isterim ki misal belediye başkanına gidildiği zaman bile önce kadınlar gitsin, götürülsün. Bir bakıyorum eski muhtarlar, dernek başkanları gidenlerin hepsi erkek. Ben buna karşı çıktım. Niye yok sayılıyoruz her alanda. Sus denmesine rağmen bu tip ayrımların olmaması gerektiğini savundum. Erkek dayanışması her yerde. Kadınlarımız her yerde eziliyor.

AA: Peki, tersinden nasıl bir etki ve tepki oldu? Yani kadına yönelik yapılan ayrıca bir çalışma veya hizmet var mı artık? SP: İnsanlar da şaşırıyor. Bazen giriyorlar içeri muhtar bey nerede diye soruyorlar mesela. Bazı şiddet gören kadınlarımız hakkında araştırmalarımızı yapıyoruz, gündemleştirmeye çalışıyoruz. Ancak çok büyük bir korku var kadınlarda bu nedenle adım atamıyorlar. Bunun dışında boş bir arazimiz var. Oraya kültür merkezi açmak istiyoruz. Kadınlar için de kurslar içerecek biçimde. Bunun yanında ev hanımlarının kullanabileceği düşük bir meblağ karşılığı günübirlik, hatta saatlik kreşler olmasını istiyorum orada. Çocukların da kitap okuyacağı, satranç oynayabileceği bir yeri açmak istiyoruz elbette ki belediye de buna imkân verirse. Ev eksenli çalışan kadınlarımız da çok fazla. Evde yaptıklarını, üretimlerini satabilecekleri, sunabilecekleri bir alanları da yok. Bunun için kazançları tamamen onlara ait olacak kermesler şeklinde organize edilebilecek alanlar

Taksici Dünyasından

Bir el hareketi yetti her zaman. Hastalandık aradık. Geç kaldık aradık. Yorulduk aradık. Onlar hayatımızın önemli anlarına tanıklık etti. Yağmurda durmadılar ıslandık. Kısa mesafe dediler almadılar kızdık. Belki de biz en fazla onlara karşı nankörlük yaptık. Kimi nazından, kimi pozundan yaptı belki bunları ama düşünemedik; biz şehrin trafiğinde belki günde en fazla iki üç kez bunalırken onların tüm gün direksiyon salladığını veya şimdi kim arka koltuktan boğazımı sıkıp rızkımı çalacak tedirginliğiyle yaşamanın zorluğunu… Gazetemizin ilk sayısının ulaştığı taksi duraklarından biri olan Çayır Taksi ile taksicilerin güvenlikleri, Türkiye Şoförler Odası Federasyonu’nun görevleri ve taksilere gelen son zamlar üzerine sohbet ettik. Ve taksici dünyasının hiç de dışarıdan görüldüğü gibi olmadığını, belirttikleri kaygı ve yaşadıklarından anladık. Can Güvenlikleri Yok Taksi durağı çalışanlarından Cemalettin 92 den beri taksicilik yaptığını, 2 kere gasp edildiğini; ilkinde bıçaklandığını, ikincisinde de arabasının tarandığını, hiçbir güvenliklerinin olmadığını Şoförler Odası Federasyonu’nun da bu konuda bir şey yapmadığını belirtiyor. Seçimlerle kendilerinin belirledikleri federasyon odası, vaatleri yerine getirmeyerek taksi şoförlerini

her an ölme veya yaralanma tehlikesi ile baş başa bırakıyor. Federasyon Taksiciler İçin Bir Şey Yapmıyor “15 senedir kabinli araba vaat ediyorlar. Taksimize kendimizi savunmamız için bir sopa bile almadılar” diyen taksici Cemalettin son yapılan taksi zamlarıyla birlikte taksi metreye takılan mühür için alınan 170 TL paraya isyan ediyor. “Zam kararını biz vermedik taksicilerin geneli de zam istemezken Cemiyetle UKM oturmuş bize sormadan karar veriyor. Bu adam kazanıyor mu diye düşünen hiç yok. Parayı ceplerine indiriyorlar bu bize bir yerden tanıdık geliyor” diye gülerek değinse de ülke durumunun gerek kendileri açısından gerek toplumsal olarak iyi gitmediğini her fırsatta dile getiriyor Cemalettin. Eylem Yapıyorlar Ceza Yiyorlar Taksi zamlarına karşı eylem yapan taksicilerin hemen hemen birçoğu ceza yemişler daha sonrasında bunu protesto etmek için gittikleri belediye binasının önündeki eylemden de ceza yemeleri Türkiye’nin hukuksal absürtlüğünü gösteren bir diğer örnek. Turgut/TUZLUÇAYIR

açmaya çalışıyoruz. AA: Mahallenin genel sıkıntıları, en büyük sorunları nedir? SP: Şöyle ki okulumuz yok, sağlık ocağımız, otobüsümüz, pazar alanımız yok. Bunlar için tahsis edilmiş arazilerimiz var ancak verasetçileri olduğu için ödenek ödenerek devletçe bu arsaların onların deyimiyle temizlenmesi lazım. Bunun ardından bu araziler kullanılabilir ancak. Mahalle nüfusumuz 42 bin civarı ancak bir okulumuz, sağlık ocağımız yok. Bunlar için Tuzluçayır’a, Misket’e veya Türkoğlu’na gidiliyor. Mesela Süleyman Nafiz’e en yakın sokak nereye çocuklar okula oraya gidiyor ancak buraların hiç biri Şahintepe’ye bağlı değil. Ve gidilen diğer mahallelerin nüfusu Şahintepe’den az. AA: Ulaşım sorunu ve çözümüyle ilgili ne adımlarınız oldu? SP: Ego’ya benim mahallem şu kadar nüfuslu olmasına rağmen mahallemizin adına bir otobüs, dolmuş vesaire yok diyerek bir dilekçe yazdım. Hele ki

çok katlılık çıktıktan sonra nüfus daha çok arttı, ihtiyaç da. Buranın da bir hattı olması gerekiyor. Bana gelen cevap Şirintepe, Misket oradan geçiyor onlardan yararlanabilirsiniz oldu. Zaten faydalanıyoruz ama yetmiyor. İnsanlar işlerine rahat gidemiyorlar. Ulaşım yanında örneğin trafikle ilgili bir imza kampanyamız oldu. Sağlık ocağına giderken dörtyolda çok fazla kaza oluyor. Dörtyol okula giden çocuklar, sağlık ocağına giden yaşlılar tarafından çok kullanılıyor. Bunları gündeme getirdik gerçekten olması gerekenleri talep etmişsiniz dendi ancak öylece bırakıldı. Hüsamettin/EGE MAH.

Dikmen’de Hastalanmak Tam Bir Çile Sağlık Bakanlığı, Ankara’nın merkezi semtlerinden sayılan Dikmen, Sokulu, İlker ve Öveçler bölgesine buralarda yaşayan halkın sağlık problemlerinde başvuracağı tam teşekküllü bir tane bile hastane yok. Çankaya yerleşik nüfus olarak Ankara ve Türkiye’nin en büyük ilçesi konumunda. İlçenin nüfus yoğunluğunun bir kısmını Dikmen, İlker, Sokullu, Öveçler oluşturmasına rağmen yerel yönetimler ne hikmetse bu bölgede gözle görünür bir faaliyet içinde değil. Ara sokaklardaki yolların belediyenin ilgisizliği nedeniyle bozuk ve çukurlarla dolu olması, sokak lambalarının yetersizliği hatta bazı sokaklarda elektrik lambalarının olmaması, yeni konut alanlarının inşasıyla artan nüfus yoğunluğunu karşılayacak trafik altyapısının veya araç park yerlerinin olmayışı, toplu taşımadaki araç yetersizliği gibi sorunlar bu bölgede yaşayan halkın günlük hayatını adeta çileye dönüştürmektedir. Bunların ötesinde daha da ciddi sorun burada yaşayan halkın sağlık sorunlarında başvuracağı yeterli donanıma sahip kamusal sağlık kuruluşunun bulunmamasıdır. Bölge genelinde irili ufaklı birkaç tane paralı poliklinik ve tıp merkezi ile yetersiz sayıda sağlık ocağı dışında kan tahlili, ultrason, tomografi vb. sağlık hizmeti verebilecek kapsamlı her hangi bir hastane bulunmamaktadır. Bu nedenle bölge halkı her hangi bir ciddi sağlık probleminde kilometrelerce uzaktaki hastanelere gitmek zorunda

kalmaktadır. Buralarda da sıra alabilmek için trafiğin en yoğun olduğu sabah saatlerinde yollara düşmek zorunda kaldıklarından hasta olmak bölge halkı için adeta tam bir zulüm. Hele ki bu durumu daha fazla yaşamak zorunda kalanların bölgede yaşayan yaşlı emekli insanlar olduğu göz önüne alınırsa yaşanan mağduriyet daha iyi anlaşılır. Bu durum sokak veya market gibi bölge halkının yan yana geldiği hemen her yerde ilk dile gelen şikâyet konusu oluyor. Bu yüzden Dikmen, Sokullu, İlker ve Öveçler sokaklarına çıkıp da en yakıcı sorununuz nedir diye sorduğunuzda hemen herkesin vereceği ilk üç cevaptan biri mutlaka bölgede rahatça ulaşılabilecek tam teşekküllü parasız bir sağlık kuruluşunun olmamasıdır. Cafer/DİKMEN


5

Emek

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

Küçük Esnaf:

Lütuf Değil Alın Terimizin Hakkını İstiyoruz! Birkaç hafta önce Başbakan Davutoğlu “Yeni Türkiye Buluşması”nda 4 madde ile esnafa destek paketini duyurdu. Buna göre “Yeni Türkiye”nin esnaf vizyonu şu; AVM’lerdeki yüz dükkândan beşi esnafa verilecek. Bin bir şartla alınamayan “faizsiz” kredilerle sözde verilecek. AVM’lerde verileceği söylenen bu dükkânlar için, kaybolmuş zanaatlardan olması şartı konulurken, “faizsiz” kredi için de, dalga geçer gibi 3 senelik ustalık vesikası isteniliyor. AVM’ye Karşı “Tükenen” Esnaflık Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) verilerine göre; 2005’ten, Şubat 2014’e kadar olan dönemde 1 milyon 212 bin 73 esnaf ve sanatkâr faaliyetine son vererek kaydını sildirdi yani iflas etti. Buna göre yılda ortalama 135 bin dolayında esnaf ve sanatkâr işlerinin kötü gitmesi yüzünden mesleki faaliyetini bırakmak

zorunda kaldı. AVM’lerin sayısı ise her gün artıyor. Sayıları 1 milyon 510 bin 945 olan esnaf ve sanatkârlar, aileleriyle birlikte düşünüldüğünde ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor. Sadece Ankara’ da 63 bin 719 esnaf faaliyet yürütüyor. Esnaf mahalledir! Mahalleyi mahalle yapan, çocuklarımızın mahalle değerlerini öğrendiği esnafımız, mahalle ruhunun yaşadığı yerlerdir.“Yeni Türkiye”de küçük esnaf büyük markalara ve AVM’lere karşı kendi kaderine, çaresizliğe terk edilmiş durumda. Çıkrıkçılar, Rus Pazarı, Maltepe; Ankamall, Antares, Nata Vega ve Optimum’un altında eziliyor, bir bir yok oluyor. Kiramızı, Sigortamızı Hale Geldik!

Ödeyemez

Büyük firmalara ve yabancı şirketle-

Grev; çalışanların işi durdurarak veya önemli ölçüde aksatarak kendi aralarında veya bir örgütlülük tarafından alınmış karara uyarak işi bırakmalarıdır. Grev hakkı, Anayasa, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uluslar Arası Çalışma Örgütü Sözleşmeleriyle güvence altına alınmış temel ve evrensel bir haktır. Grev, çalışanların çalışma yaşamında en temel mücadele araçlarından biridir. Kişisel ve ekonomik olarak patrona bağlı olan çalışanlar örgütlenerek, çalışma koşulları hakkında söz sahibi olmak, istemektedirler. Kendi hakları için mücadele etmenin bir biçimi olarak grev, üretim süreçlerini aksattığı için çalışana önemli bir avantaj sağlamaktadır. Dayanışma, hak grevi, genel grev gibi birçok grev biçimi vardır. Ancak ülkemizde grev oldukça sınırlı biçimde tanımlanmıştır. Grev yalnızca toplu sözleşme sürecine ilişkin ve bu süreç içerisinde zorlu aşamalardan geçtikten

“Hükümet AVM’lerin ve sermayenin yanında değil, halkın ve esnafın yanında olmalıdır. Bir an önce “Küçük Esnafı Koruma Yasası” çıkarılmalıdır. Küçük esnafın vergi ve bağkur borçları silinmelidir. Vergi yükü hafifletilmeli, yeni işyeri açanlardan beş sene vergi alınmamalı, kredi ve danışman desteği verilmelidir.” Abdullah/HASKÖY

Küçük ve Orta ölçekli sanayi alanı olan OSTİM, alanında Türkiye’nin en büyüğü, dünyanın ise sayılı üretim alanlarından birisi. 5.000’i bulan işyeri ve yaklaşık 50.000 çalışanıyla devasa bir alandır OSTİM.

Ankara denilince, mobilya denilince akla gelen ilk yerdir Siteler. Geniş ve dağınık bir alandaki dar sokaklarda binlerce işyeri karşılar sizi.

Haklarımız haklarimiz06@gmail.com

Görüştüğümüz esnaflar neredeyse tek bir çığlık olmuş:

Ostim’de Vicdan ve Adalete Yer Yok

Sitelerde İşçi Olmak

Mobilya ve mobilya yan ürünlerinin imalathaneleri doldurmuştur her yanı. Binlerce işyerinde, binlerce işçinin telaşla koşuşturmasıyla gün başlar. Arada derede yenmeye çalışılan simit, poğaçadan ibarettir kahvaltı. Genç ve çocuk yaşta işçiler, haklarını alamayacaklarını bile bile çaresizce işlerinin başına geçerler. Genç ve çocuk çalıştırmak patronlar için hem ucuz, hem sorunsuzdur diyor, oralarda çalışanlar. Çoğunluğunun sigortası, güvencesi yoktur. Hele çocuk-

re rant için peşkeş çekilen araziler, vergisiz, faturasız fabrikalar bir yanda… Görmezden gelinen, yok sayılan, bir lokma kazanç için bismillah deyip dükkânı açan, kapısında yeni vergiler, iki kat yazılmış elektrik su faturaları bulan esnaf bir yanda… Üstelik bir de sigortasını yatıramaz, kirasını, faturalarını ödeyemez bir halde.

ların hiç yoktur. Çok düşük ücretlerle, çok saat çalıştırıldıklarını söylüyorlar. Mesai mi? “Çalıştığımızın parasını alırsak öp de başına koy.” diyerek buruk bir gülümseme salıyorlar. Patronlardan, ustalardan işitilen küfür, hakaret ve yenilen dayaklar da işin KDV’siymiş. “İstersen katlanma. Hemen işten kovulup, kapı dışarı edilirsin, paranı da alamazsın.” diyerek, işin sonucunu belirtiyorlar. Zaten, hakkını hukukunu nerede arayacaksın, adalet mi var ki? Siteler / Cihat

Bu büyüklüğünü ne yazık ki, işçi hakları ile iş ve işçi güvenliğinde sergileyemiyor. OSTİM sürekli, iş kazaları ve işçi haklarının yenmesiyle gündeme geliyor. İş kazalarında, 2’nciliği kimseye kaptırmayan Ankara, bunların önüne geçmek içinse bir şey yapmayarak, iş kazası şampiyonluğuna doğru gidiyor. 3 Şubat 2011 tarihinde Ostim’de bulunan bir işyerinde oksijen tüpü patlamış ve 7 kişi ölmüştü. Aynı gün akşam saatlerinde ise İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde ikinci bir patlama meydana gelmişti. İki patlamada toplam 20 kişi hayatını kaybederken, 43 kişi de yaralanmıştı.

Olayın hemen ardından dava açıldı, fakat 4 yıl geçmesine rağmen bir sonuç çıkmadı. Aileler, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın Mart ayındaki duruşmasında karar çıkmasını istiyorlar. Olaydan sadece gaz firması sorumlu tutuluyor. Gerekli tedbirleri almayan işyeri ve denetimlerini düzenli ve uygun yapmayan denetçiler ise, savcı tarafından suçlu görülmüyor. Aileler ise, vicdan ve adalet çağrıları yapıyorlar: Vicdanınız yok mu, adaletiniz yok mu? Ostim / Cafer

Av. Gülşen Uzuner

Gerçekten Grev Hakkımız Var Mı?

sonra yapılabilmektedir. Grev Yapılabilmesinin Koşulları 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, grev hakkını ve şartlarını düzenlemektedir. Buna göre işçiler ancak, - Bir sendikada örgütlenerek greve çıkabilirler. İşçilerin çeşitli yapılar ve topluluklar altında grev yapması engellenmektedir. - Greve toplu iş sözleşmesi imzalanması için yapılan görüşmeler sırasında çıkılabilmektedir. Bütün işçileri kapsayan ortak bir iş sözleşmesi koşulları grevde talep edilmektedir. - İşçilerin örgütlü olduğu sendika, bağlı bulunulan işkolunun Türkiye çapında %1 oranında üye sayısına sahip olmalıdır. Eğer sendika bir konfederasyona bağlı değilse bu oran %3’tür. Türkiye’de sendikalı işçi sayısının %5 dolaylarında olduğu düşünüldüğünde bu yetki şartı oldukça yüksek ve anayasa, uluslararası sözleşmelerdeki güvenceleri yok eden

bir barajdır. - İşyerinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasının grevi yapacak sendikaya üye olması gerekmektedir. - Yetkili sendika patronu toplu görüşmeye çağırır. Bu görüşmeler sonucu anlaşılamaz, toplu iş sözleşmesi imzalanamaz ise işçi sendikası grev kararı alabilir. - Eğer grev kararına ilişkin işyerinde çalışan işçilerin oylama talebi var ise grev oylamasına gidilir. Oylamaya katılan işçilerin yarıdan fazlası onay verirse grev yapılabilir. Yasaklar, Engellemeler Görüldüğü gibi oldukça çetrefilli ve zor süreçler sonucunda grev yapılabilmektedir. Ancak zorluk burada bitmemektedir. Bazı iş kollarında grev yasaklanmıştır. Bunlardan bir kaçı petrokimya, bankacılık, toplu taşıma ve güvenliktir. Ayrıca yasal olarak başlayan bir grev, Bakanlar Kurulu kararıyla genel sağlık

ve milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu gerekçesiyle 60 gün süre ile ertelenebilmektedir. Yasaya göre ertelenen grev için arabulucu görevlendirilmekte ve erteleme süresinin sonunda taraflardan birinin başvurusu üzerine uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulu tarafından çözülmektedir. Aksi takdirde işçi sendikasının yetkisi ortadan kalkmaktadır. Erteleme sonunda tekrar greve çıkılması yasal olarak mümkün değil. Dolayısıyla gerçekte grev yasaklanmakta, ortadan kaldırılmaktadır. 12 Eylül sonrası patronların fiili ve hukuki olarak grevi zorlaştırma çabaları yeterli gelmezse hükümet ile anlaşıp grev ertelemesi yoluna gitmeleri alışkanlık olmuştur. AKP Hükümeti döneminde 8 büyük grev yasaklanmış ve binlerce işçi çalışma koşullarına dair söz söyleyebilme hakkından yoksun bırakılmıştır. Evrensel ölçütler çerçevesinde değerlendirdiğimizde Türkiye’de grev hakkının olmadığını, bu hakkın çalışanlar tarafından elde edilmesi gerektiğini söylememiz mümkündür.


6

Türkiye’den Haberler Av. Murat YILMAZ

Sokak Ortasında İşkence Sonucu Ölüm;

Ali İsmail Korkmaz Türkiye’de işkence kolluk kuvvetleri tarafından sadece emniyet müdürlükleri, karakol, hapishane de değil sokakta da yapılmaktadır. Ali İsmail Korkmaz da sokak ortasında işkence edilerek öldürüldü. Ali İsmail’in katillerinden Mevlüt Saldoğan mahkemede “Gezi olayları bir darbe girişimidir, dönemin başbakanı bunu tespit etti, ben de darbeyi bastırmak için görev yaptım, suçsuzum” dedi. Önce Ali İsmail ev taşırken düştü öyle öldü dendi, Metin Göktepe işkencede öldürüldükten sonra dönemin İçişleri Bakanı’nın duvardan düştü dediği gibi… Sonrasında Eskişehir Valisi Ali İsmail’i arkadaşları öldürdü diyerek çıtayı yükseltti. Vali bu yalanıyla kalmadı, Ali İsmail’in davasına sahip çıkan avukatları ve ÇHD’yi hedef göstererek dosyanın sahipsiz kalması için çaba sarf etti. Ancak Ali İsmail için mücadele edenler geri adım atmadı. Israrla davanın açılması için mücadeleye devam ettiler. Dava açılmasına açıldı ama bu kez de davanın Eskişehir’de görülmemesi için oyunlar sergilemeye başladılar. Ali İsmail için her hafta perşembe günü tutulan adalet nöbetini, Eskişehir’e ulaşımın kolaylığını, davaya ilginin çok olduğunu vb. bahanelerle güvenliğin sağlanamayacağını belirterek büyük bir işbirliği ile (Mahkeme, C. başsavcılığı, Emniyet, Valilik, Adalet Bakanlığı, Yargıtay) dosyayı Kayseri›ye gönderdiler. Çok açık ki umduklarını bulamadılar. Ali İsmail’in davasına sahip çıkanlar, kendi davası olarak görenler, adalet arayışında olan muhalifler Kayseri’ye gitmekten geri durmadılar. Kayseri Emniyetinin yıldırmaya yönelik tüm uygulamalarını boşa çıkardılar. Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi göstermelik bir yargılama yaparak sanıklara ödül gibi bir ceza verdi. Başından beri mahkemenin bunu yapacağı açıktı, başka türlü olması mümkün değildi. Duruşmalarda göstermelik “iyiniyetli” söylemlerin, katılanlara yönelik “sakin olun biz adaleti gerçekleştireceğiz” şeklindeki tavırları bir aldatmacadan ibaretti. Mahkeme verdiği kararın adaleti sağlamadığını bildiğinden kararı açıklarken heyet üyelerini korumak için şemsiyeler açıldı. Kararına güvenen, adaleti sağladığını düşünen hiçbir mahkeme heyeti şemsiyelerle karar açıklamaya çıkmaz. Peki bu davada adaletin bir nebze de olsa sağlanabileceği sonuç nasıl olmalıydı? Katillere verilecek ceza işkence sonucu ölüme sebebiyet vermek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olmalıydı. Katiller sokak ortasında Ali İsmail’e defalarca vurmak suretiyle işkence etmişlerdir. Ali İsmail bu işkence sonucu hayatını kaybetmiştir. Dava sürecinde asıl izlenmesi gereken yol buydu. Bundan başka hiçbir yol toplumsal muhalefeti, aileyi tatmin etmeyecekti. Önümüzde Engin Ceber dosyası örneği dururken, kimse burada işkence olmadığını, işkence yapmak suretiyle ölüme sebebiyet vermek suçunun oluşmadığını iddia edemez. Siyasal iktidarın emrinde olan mahkemeler bizlerin izleyeceği yöntemleri yok sayabilirler ancak bilinmelidir ki bizler duruşumuzu, stratejimizi mahkemelere ve onların tavırlarına göre belirlemiyoruz. Bu dava burada bitmedi, bitmeyecek. Adalet sağlanana kadar mücadelemiz devam edecek. Ali İsmail’e atılan tekmeleri asla unutmayacağız…

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

Grev Ertelendi

Bakanlar Kurulunun Haberi Yok Birleşik Metal-İş Sendikası, 29 Ocak 2015 tarihinde, 24 fabrikada 15 bin işçiyle greve başladı. Aynı gün Bakanlar Kurulu “milli güvenliği bozucu nitelikte” gerekçesiyle grevi 60 gün erteledi. Bakanlar Kurulu, Birleşik Metal-İş Sendikası’nın toplu sözleşme görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine dün başladığı grevi 60 gün erteledi. Birleşik Metal-İş Sendikası Başkanı Adnan Serdaroğlu, Bakanlar Kurulu’nun erteleme kararından sonra “AKP hükümeti zenginlerle işbirliği içinde, zenginlerin çıkarı için işçiye darbe yaptı” açıklamasını yaptı. Sendika, hükümetin grev erteleme kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’da dava açtı. Başbakan yardımcısı Ali Babacan’la yapılan görüşmede, o firmalar ihracat firması o yüzden grevi erteledik, şeklinde bir açıklama yapıyor. Açıklamayla, hükümet destek verdiği kesimi hiç çekinmeden bir kez daha söylemiş oluyor. Benzer ürünleri üreten onlarca fabrika var. Grev tüm metal sektörünü kapsamıyor. Türkiye savaşta değil, deprem yok. Grevin milli güvenliği hangi yönden bozduğu merak ediliyor. Yoksa hükümetin milli güvenlik dediği şeyin yalnızca zenginlerin güvenliği olmasın? Ayrıca Bakanlar Kurulu toplantısının olmadığı bir günde Bakanlar Kurulu kararının çıkması da ayrı bir merak konusu. Bakanlar Kurulu toplantısı 26 Ocak tarihinde yapılırken, grev ertelemesinin olduğu kararda ise 29 Ocak 2015 tarihi var. Grevin 29 Ocak’ta başladığı düşünülürse, 26 Ocak’taki Bakanlar Kurulundan

erteleme kararı çıkması düşünülemez. Öyle ise, toplantının olmadığı bir günde Bakanlar Kurulu kararı nasıl çıkıyor? Akıllara, yoksa Bakanların boş kâğıtlara imzaları mı alınıyor, Bakanlar boş kâğıtları mı imzalıyorlar, diye bir kuşku düşmüyor değil. Eğer öyle ise, imzalı bu boş kâğıtlar istenildiği zaman istenilen şekilde doldurulup Bakanlar Kurulu kararı diye ortaya çıkarılmaz mı? Sonuçta milyonlarca emekçi için emsal teşkil eden metal işçilerinin çalışma koşullarını iyileştirmek için başlattıkları grev, bakanların dahi haberi olmadığı bakanlar kurulu kararıyla anında erteleniyor. Peki bu kararları kimler nasıl alıyor?

Ak Saray’ın 6 Aylık Doğalgaz Faturası 10 Milyon Lira! Ankara’lıların yüksek doğalgaz faturaları ve doğalgaz saati değişim bedeli vurgunu ile uğraştığı bugünlerde, Ak Saray’ın doğalgaz faturası konuşuluyor. Kaçak inşa edilen Ak Saray’ın son tartışma konusu ısınma giderleri. Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yapılan hesaplamalarda, oda sayısı ‘1.100 küsur’ olarak açıklanan sarayın 6 aylık doğalgaz ısıtma maliyetinin 10 milyon TL olduğu belirtildi. Üstelik bu hesaplamaların 12 saat üzerinden yapıldığı, Ak Saray “kombisinin” hiç kapatılmadığı düşünüldüğünde, Ak Saray’ın faturasının iki katına çıkacağı anlaşılıyor. Sarayın ısınma maliyetiyle bir sezonda Bayburt ilinin ısıtılabileceği belirtiliyor. 12 aylık yıllık sıcak su bedeli de 2 milyon Türk Lirası. Yani, Asgari ücretli 167 kişinin maaşı kadar

para Ak Saray’ın sıcak su faturasına gidiyor. Ayrıca, elektrik faturasında “kayıp-kaçak bedelinin” olup olmadığı da bir başka merak konusu.

Ali İsmail Korkmaz Davasında Korkunç Karar

Ali İsmail Korkmaz, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü 1. sınıf öğrencisiydi. 2013 yılı Haziran ayındaki Gezi Parkı protestoları sırasında, Eskişehir’de linç girişimiyle ağır yaralandı. Tedavi gördüğü hastanede 38 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünden sorumlu tutulan 3’ü polis 8 kişinin yargılandığı davanın karar duruşması Kayseri’de yapıldı. Linç görüntüleri çok açık ve net olmasına rağmen, verilen karara göre sanıklar 4 yıl yatıp çıkacaklar. Ali İsmail’in annesi Emel Korkmaz, “Lanet olsun böyle adalete” diyerek tepkisini çığlığa dönüştürdü.


Hükümet Emekliyle Dalga Geçti!

İşçiye, memura, asgari ücretliye dalga geçer gibi Verilen 20-25 TL. zamla, hastane, doğalgaz, elektrik, zam veren hükümet, emekliye de komik zammı la- su zamlarına yetişmek mümkün değil. İnsan gibi yaşayık gördü. mak ve ihtiyaçlarını karşılamak için ciddi oranda zam 2015 yılı için emekliye reva görülen zam oranı, yüzde yapılması gerekiyor. Şimdiki zamla, emekliler bulgur 2,32’de kaldı. Buna göre emeklilerin maaşlarındaki ve ekmeğe talime devam diyorlar. artış 20-25 TL civarında olacak.

Emekliler, her şey ateş pahasıyken, canhıraş verdikleri yaşam mücadelesinin görülmediğinden dert yanıyorlar. Açıklanan maaş zammının yeterli olmadığını söylüyor emekliler. Maaşlarının el yakan kiralara gittiğini, piyasadaki fiyat artışlarına ise yetişmenin imkansız olduğunu dile getiriyorlar. Öyle ki, 70 yaşından sonra iş arayanların olduğundan bahsediliyor. Hükümetin, Hz. Ömer adaletinden dem vurduğunu ama adaletle, hakla hukukla hiçbir ilgilerinin olmadığını söylüyorlar.

Yunanistan’da Yoksulların Umudu

Syriza Kazandı!

Türkçe açılımı Radikal Sol Koalisyon olan Syriza, yoksullardan yana uygulamaları yapması bekleniYunanistan genel seçimlerinde yüzde 35 oy alarak yor. seçimin galibi oldu. Adından da anlaşılacağı üzere Syriza birçok sol grubun oluşturduğu bir parti. Yunanistan’da 2009 yılında yapılan genel seçimlerde yüzde 4,6 oy alan bir sol parti ve partinin genç lideri, o dönem çok önemsenmemişti. Ancak bugün, ülkenin sorunlarına halktan yana çareler bulması Syriza’ya seçimi kazandırdı. Yoksullara bedava elektrik ve doğalgaz, gıda ve kira desteği, ücretsiz sağlık, asgari ücret ve emekli maaşlarını yükseltme, ücretsiz ulaşım, yoksulların banka borçlarının silinmesi gibi

Suudi Arabistan Kralı Abdullah Öldü,

Türkiye Yasta!

20 yıldır Suudi Arabistan’ın başında bulunan Kral Abdullah, 90 yaşında öldü. Yerine 70 yaşındaki kardeşi yeni kral oldu. NATO ve ABD’nin güvendiği ve övgüyle söz ettiği bir kişi olan Kral Abdullah, Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Sisi’ye en büyük maddi manevi desteğini vermişti. Müslüman Kardeşleri terör örgütü olarak gördüğünü açıklayarak Sisi’nin yanında yer almıştı. Filistin meselesinden hep uzak durmuş, İsrail’in Gazze katliamlarına sessiz kalmıştı. ABD ve İsrail’le her zaman yakın durmuştu. 30 eşi bulunduğu belirtilen, ABD, İsrail, Sisi dostu Kral Abdullah için, AKP hükümeti 1 günlük yas ilan etti, bayrakları yarıya indirdi. Gazze için İsrail’e, Mısır ve Müslüman Kardeşler için Sisi’ye bağırıp çağıran AKP hükümeti, Sisi ve İsrail dostu Kral Abdullah için yas ilan edip bayrakları yarıya indirmesi, AKP hükümetinin sahte ve ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne serdi.

IŞİD YENİLGİYİ KABUL ETTİ

Kobane 135 günlük kuşatmanın ardından, IŞİD vahşetinden kurtarıldı. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevinin yaptığı açıklamaya göre, “Kürt güçleri, IŞİD çetelerini Kobane’den çıkardı ve kentin kontrolünü ele geçirdi.” Irak ve Suriye’de vahşetin her türünü yapan, kanlı IŞİD çete güçleri, ilk kez yenilgiye uğratıldı. IŞİD’den yapılan, geri çekilme açıklamasıyla da bu yenilgi kabul edilmiş oldu.

7

Türkiye’den Haberler

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

MISIR’DA SİSİ KARŞITI 183 KİŞİYE İDAM Mısır’da “Kirdase katliamı” olarak bilinen davada yargılanan darbe karşıtı 183 sanık hakkında idam kararı verildi. 14 Ağustos 2013’te Kirdase’deki polis merkezine saldırmakla suçlanan 188 sanık hakkında kararını açıkladı. Karardan önce «idam edilmelerine yönelik görüş alınmak üzere» dosyaları Mısır Müftülüğüne gönderilmişti. Polis Enstitüsü’nde yapılan duruşmada, sanıklardan 183’üne idam cezası verildi. Mısır yasalarına göre, idam dosyaları nihai karara bağlanmadan önce devlet müftüsüne (Diyanet İşleri Başkanlığı) sevk ediliyor. Müftünün görüşü alındıktan sonra dosya mahkemeye iade ediliyor ve mahkeme kararını veriyor. Mısır’da 14 Ağustos 2013’te Giza’daki Kirdase’deki polis merkezine düzenlenen saldırıda 16 polis hayatını kaybetmişti.

Ahval-i Umumiye

Hayri Baba hayribaba0606@gmail.com

Utanmak Büyük Erdemdir Utanmak, yaptığın yanlışlardan mahcubiyet duymak büyük erdemdir. Hele hele, yaptıklarından utanıp özür dilemek erdemlerin erdemidir. Hayâ, edep bir şeylere inanan insanda, değer bilen, sorumluluk sahibi insanlarda bulunur. İnsanın, inandığı hiçbir şey, hiçbir insani değer yok ise, söz, vefa sahibi değil ise hayâ ve edep aramak boşuna çabadır. Irak, Suriye, Mısır, İsrail, AB dış politikalarında hep kaybeden AKP, içte de, ekonomi, sağlık, eğitim, adalet konularında gün gün çuvallıyor. Yapılan yanlışlardan, eksiklerden utanmak ve insanlara karşı mahcup olmak yerine, pişkinlik ve umursamazlık AKP’nin tarzı olmuş. Hayâ, edep hak getire. Beyefendi hazretleri, bırak bunca soygunun, rüşvetin, adaletsizliğin hesabını vermeyi, kimseye hesap vermeyim diye; başkanlık adı altında, hükümdarlık sistemini her ne pahasına olursa olsun hayata geçirmeyi kafaya koymuş. Hükümdarlık, tek adamlık öyle gözleri kör etmiş, öyle hırs olmuş ki, pişkinlik, umursamazlık ve takmamazlık her konuda tavan yapmış durumda. Yolsuzluğu ve rüşveti örtbas edip, hâkimleri, savcıları, polisleri soruşturmalar, hapislerle yaptıklarından bin pişman etmeye çalışıyor AKP. Bu süreçte yaşadığı iç çatlakları bir daha yaşamamak için her şeyin tek elden yürütüldüğü sözüm ona başkanlık sistemini ne olursa olsun hayata geçirmek istiyor. Bunun için, her gün kırk kere düşünüp kırk tilkiyle kırk hesap yapıyorlar. Ee kolay değil tabi hem içerde hem dışarda tilki o kadar çok ki… Bir yandan Erdoğan, “başkanlık sorunu yok. Öyle zannediyorum ki seçimlerde Ahmet Hoca’nın da savunulacak en önemli tezlerinden biridir. Ahmet Hoca da benim gibi düşünüyor” derken, Ahmet Hoca’nın danışmanları ise “henüz netleşmiş bir şey yok, istişare edeceğiz” diyorlar. Yani AKP merkezinde dahi hesaplar yeknesak değil. Hele bir de tek adamlık için gereken, önümüzdeki seçimlerde milletvekili sayısının anayasayı değiştirebilecek sayıya ulaşması hesabı var ki burada işler hepten karışık. Dışa yönelik seçim manevralarının yanında mesela, üç dönem milletvekilliği yaptığı için yeniden milletvekili olamayacağı veya yolsuzluk pastasından pay alamadığı için küskünler var. Bu cenahın seçimdeki tavırları tam bir muamma. Onlara şimdiden, danışmanlık, müsteşarlık, müdürlük gibi sus payları düşünülüyor. Bakalım paylarına düşene razı olacaklar mı? “Beyefendi” yalakası üniversite hocaları, gazeteci köşe taşları başkanlık adı altında bu hükümdarlık, bu halifelik sistemini öyle ballandıra ballandıra anlatıyor ki sanki cennet bahçesi… Düşündükleri tek adamlık sistemini açıklarken, meclisin denetimi ve yargının bağımsızlığı ile tek adamın kontrol altında olacağını söylüyorlar. Kurnazlığın bu kadarına da pes yani. Sanki meclis bugüne kadar tek bir tane bile denetim yapabilmiş, tek adamın yaptıklarını sorgulayabilmiş, eleştirebilmiş de… “Kim ki tek adamı eleştirir, tez elden kafası vurula” emri her gün AKP koridorlarında çınlamıyormuş gibi. Son yolsuzluk komisyonuna verilen talimatlar, meclis oylamasında farklı oy verenlere çekilen ayar, azar unutulmuş değil. Yargı bağımsızlığı konusunda ise, sadece tek adamın değil, tüm AKP vekillerinin notları belli. Başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, Yargıtay’ı, Danıştay’ı, Mahkemeleri ve Baroları sindirmek için ulvi fikirleri ve özlü sözleri hatırlarımızdadır. E öyle ise, bu kafadan çıkacak yeni Anayasa da, başkanlık sistemi de bellidir. Tek adamın, başkanın, meclise, yargıya tahammül edemeyeceği, onları kendi emir erine çevirmek isteyeceği gün gibi aşikârdır. O zaman, utanmayanları, edep, haya bilmeyenleri utandıracak yerde durmaya, insanlığı, insanlık erdemlerini yaşatmaya, savunmaya devam edelim mi? Ne dersiniz?


8

Forum

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

Mamak’a Kentsel Dönüşüm Geldi..! Her konuşmada geçen “hiç kimsenin mağdur edilmeyeceği” yalanı, yaşanan birçok örnekle su yüzüne çıktı. Özellikle elinde hiçbir belgesi olmayan yıllardır aynı adreste oturan hak sahipleri tamamen mağdur edildi. 1960’lı yıllarda Anadolu’nun birçok şehrinden kalkıp gelinmiş Mamak’a ve böyle oluşmuş 66 mahalle. O günlerde imece yoluyla yapmışız yolunu, suyunu, elektriğini, kanalizasyonunu... Yıllarca çilesi çekildi gecekondu yaşamının. Ama bu çilenin yanında güzel şeyler yok muydu? Bahçesine küçük bostanını kurdu, meyve ağaçlarıyla çevirdi etrafını. Ve her şeyden önemlisi komşulukları vardı. Yazları bahçelerimizde çaylarımızı yudumlarken yapardık sohbetlerimizi. Kışları sobaların üzerindeki kestane ve kuzinelerdeki patates kokusuyla izlerdik karın yağışını. Sonra… Kentsel dönüşüm denen illetten sonra başladı, tüm ayrılıklar ve yok oluşlar... “Ankara B.Şehir Belediyesi ile Mamak Belediyesinin birlikte yürüttüğü yeni Mamak kentsel dönüşüm projesi Derbent, Üreğil, Araplar, Dostlar, Köstence, Dutluk, Büyük Kayaş, Tepecik mahallelerinin tamamını, Boğaziçi, Şirintepe, Akşemseddin, Yeşilbayır, Şahapgürler, Küçük Kayaş mahallerinin ise bir bölümünü kapsıyor. Dünyanın en büyük kentsel dönüşüm projesi olan Mamak ile bölgede 50.000 konut, 500 iş merkezi, dev rekreasyon alanları, oyun alanları, spor alanları, eğlence ve dinlenme alanları, aqua park, yüzme havuzları, hastane, otel... 8 milyon 500 bin m2 proje alanı üzerinde 13.750 gecekondu bulunuyor. Bugüne kadar 4.600 hak sahibiyle anlaşıldı. 2500 gecekondu yıkıldı, 422 konut yapıldı. 816 konut inşaatı devam ediyor. Tapusu ve tapu tahsisi olmayanlara Kusunlar mahallesinde TOKİ işbirliği ile 1.376 konut yapıldı.” Bu ve bunun benzeri bol maketli, bol görselli göze hoş gelen her takla düşünülmüş, belediye erkânınca, hak sahiplerini kandırmak için. Gel gelelim “Kazın ayağı hiçte öyle değilmiş.” Bunu

Erol AKKUŞ

sözleşmeleri okuyunca anladık çoğumuz. Fakat mevcut iktidara ve yönetime güvenen birçok hak sahibi yaşayarak öğrenmek zorunda kaldı. Daha önce bizleri 5 yılda bir hatırlayan belediye yöneticileri çok sık gelir olmuşlardı. Yanlarında ellerini ovuşturan ve ağzından salyalar damlayan arsa simsarlarıyla. Her konuşmada geçen “hiç kimsenin mağdur edilmeyeceği” yalanı, yaşanan birçok örnekle su yüzüne çıktı. Özellikle elinde hiçbir belgesi olmayan yıllardır aynı adreste oturan hak sahipleri tamamen mağdur edildi. Nasıl mı? Kusunlar’da yapılan konutlar, insanları yıllarca borç ödemek zorunda bırakıyor. Evler sahiplerine “Kira öder gibi ev sahibi olacaksınız” kandırmacası ile aslında hiç para ödemeden verilmesi gereken konutlar, parası ödettirilerek verildi. Ki konutların oturulamayacak kadar dar olması da ayrı bir konu. Öyle ki, halkın tepkisini çekmemek için evlerin anahtarları resmi açılışta verilmedi. Açılıştan on-on beş gün sonra verildi. Tapusu olan hak sahipleri ise, normal şartlarda 200 m2 üzerinden iki daire alacağı yerde, 80 m2 tek daireye mecbur bıraktıkları sözleşmeleri imzalamak zorundalar. Bu ise yeşil ve sosyal alan vb. gibi ucu açık kelime oyunlarıyla halka izah ediliyor. Tapu tahsisi olan hak sahibi de aynı sıkıntılar ve daha fazla hak gaspıyla karşı karşıyadır. Bütün bunların yanında, imza atan hak sahibinin geri cayması söz konusu dahi yapılmamaktadır. Ayrıca imzadan sonra en kısa süre içerisinde

Ankara’nın Bitmeyen Çilesi:

evi yıkılmaktadır. Bütün bu hileleri gören ve direnen mahalleliye belediyeler ellerindeki hizmet araçlarını işkence araçlarına çevirerek cevap veriyor. Ulaşım azaltıldı, alt yapı ve üst yapı işleri zaten hak getire. Bir de ağzı salyalı arsa simsarları türedi. Halkın bu mağduriyetini sonuna kadar kullanıp, elinde son kalan gecekondu ve onun arsasını, sanki çok değersizmiş gibi gösterip elinden yok pahasına bir ücret karşılığında satın alması... Bizler kentsel dönüşümün ne için ve nasıl yapıldığını, kimlere çıkar sağladığını ve aslında nasıl yapılması gerektiği ile ilgili mahallelerde birçok etkinlik gerçekleştirdik. Konunun uzmanlarının katıldığı, milletvekillerinin, avukatların olduğu panel, söyleşi, miting-yürüyüş vb. etkinlik gerçekleştirdik. Ancak yeterince sesimizi duyuramadığımız bir gerçek. Çünkü birçok hak sahibi umutsuzluktan, yıldırma ve caydırma politikalardan kaynaklı hala imza atmaktadır. Bütün bunların karşısında hala mücadele etmeden kazanılamayacağını bilen, söyleyen halkımızla birlikte çalışmalarımıza devam etmekteyiz...

TRAFİK

Ankara’da son yıllarda özellikle son iki yılda artan nüfus ve araç sayısı şehir trafiğini tam bir çileye döndürdü. Ankara, artık bu konuda İstanbul ile boy ölçüşecek durumda maalesef. 2014 yılı Şubat ayı TÜİK verilerine göre Ankara’da 1 milyon 521 bin 473 araç varmış. Aradan geçen 1 senede artan miktar ile bu sayı aşağı yukarı 1 milyon 600 bine çıkmış. Resmi rakamlara göre toplam nüfusu 5 milyondan fazla olan Ankara’da ortalama olarak her üç kişiden birinin arabası var. Siyasiler bu araç fazlalığına bir çözüm bulmak yerine bunu zenginlik olarak görüyorlar ve daha da artırmak için çabalıyorlar. Belediyeciliği de sadece

yol ve park yapmaktan ibaret sanıyorlar. Rahat gidemedikten sonra istediğin kadar yol yap ne faydası var? Çare artık yeni yollar, altgeçitler, köprüler vs. değil. Bu kolaycı çözümleri bir kenara bırakalım ve ciddi ciddi kafa yorup çözüm bulalım bu çileye. Öncelikle sorun nerden başlıyor buna bakmalıyız. Büyük şehirlerin haddinden fazla büyümesi, küçük şehirlerin de daha da küçülerek köy olmaya aday olmaları dolayısıyla istihdam kapıları hep büyük şehirlerden açılıyor. Küçük şehirlerdeki işsiz insanlar da buralara göç edip çalışmak zorunda kalıyor. Böylece nüfus arttıkça artıyor ve bu nüfusun ulaşım ihtiyacını karşılayamayan belediye toplu taşımaya gereken önemi ve önceliği vermediğinden insanlar rahatlığı şahsi araçlarında arıyor doğal olarak ve bu da araç sayısını artırıyor. Bu kadar araç olunca da trafik çileye dönüyor haliyle. Tabi sadece bunlardan ibaret değil çilemiz; dedik ya insan-

lar göç ediyor ve çalışıyor. Bu insanlar aynı zamanda şehir trafiğinin en yoğun olduğu saatlerde yola düşmek zorunda. Çoğu asgari ücretle çalıştığından dolayı şehrin merkezinde bir evde oturmaları mümkün değil. Kirası ucuz olduğundan şehre uzak yerler seçmeleri gerekiyor. Bu da çileyi ikiye katlıyor. Akyurt, Çubuk gibi merkeze epey uzak ilçeleri düşünelim. Bu bölgelerden tabiri caizse koloni koloni insan taşınıyor her gün şehrin merkezine. Saatlerce ağır işlerde, kötü şartlarda çalıştıktan sonra yorgun, bitkin bir halde otobüse yetişmeye çalışıyorlar yüzbinlerce insan. Eğer yetişemezlerse en az yarım saat bir sonraki otobüsü beklemek zorunda kalıyorlar. Bekleme bitti nihayet otobüse binecekler ama yer var mı? Tabi ki yok, ama koltuktan bahsetmiyorum; ayakta binebilmek için yer var mı? Maalesef ayakta bile yer bulamıyorsunuz. Şoför “arkaya doğru yanaşalım, arkada yer var!” dese de inanmayın yer yok. Ama dip dibe girerseniz birkaç kişilik yer açılıyor ve siz de biniyorsunuz merdiven basamaklarında da olsa. Cama, kapıya

Burak GÖNÜL yapışarak da olsa biniyorsunuz çünkü başka alternatifiniz yok. Bir de basamakta gitmek yasaktır diye işlemeyen bir kural vardır EGO otobüslerinde. Komik değil mi? Tabi ki bu yasak sizi düşündüklerinden değil, olası bir kazada basamakta gittiğiniz için yaralanır ya da ölürseniz sorumluluk kabul etmemek için. Çözüm nedir peki? Belediyenin yapması gereken toplu taşımayı teşvik etmektir. Ama bu teşvikten önce adam akıllı bir toplu taşıma hizmeti sunması gerekiyor. Raylı sistemlerin her yere ulaştırılması, seferlerin mümkün mertebe sık tutulması, vagon sayısının ve kapasitesinin artırılması lazım. Toplu taşıma ücretinde de ciddi oranda indirim yapılmalı. Bunlar yapılmadıkça trafikte daha çok vakit ve nakit kaybederiz. Hükümetin yapması gereken ise kırsaldan kente göçü durdurmak için tarımsal üretimi desteklemek başta olmak üzere gereli altyapı ve üstyapı yatırımlarını gerçekleştirmek ve artık neredeyse boşalmış köyleri ve kasabalara geri dönüşü desteklemek.


Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

~ ~ Egitim - Saglık

Harçlar Katlanarak Geri Dönüyor…

2011-2012 eğitim ve öğretim yıllarında birinci öğretimler için kaldırılan harç parası katlamalı olarak geri dönüyor, deyim yerindeyse öğrencilerin “kâbusu” olan harçlar ailelerin de belini bükecek gibi görünüyor. Yeni gelen “katlamalı harç sistemi” ile devlet üniversiteleri vakıf(özel) üniversiteleriyle yarışır hale gelecek ve üniversiteler emekçi çocuklarına kapanacak. Sistem Neyi İçeriyor Geriye dönük olarak uygulanacak olan, YÖK’ün 2013’te geri getirmeye çalıştı ancak harç karşıtı öğrenci eylemleri nedeniyle ertelemek zorunda kaldığı

‘Katlamalı Harç Sistemi’ bu bahar döneminde uygulamaya konuyor. “Katlamalı harç sistemi” ise şu şekilde uygulanacak: Normal Öğrenim Süresi İçinde; Ders 3. kez alınıyorsa %50, 4. kez alınıyorsa %100, 5 veya daha fazla alınıyorsa %300 fazla kredi başına katkı payı veya öğrenim ücreti, Okul Uzadıysa; Dersi 1. kez alımda %100, 2. kez alımda %200, 3. kez alımda %300, 4 ve daha fazla alımda da %400 fazla kredi başına katkı payı veya öğrenim ücreti talep edilecek. 2015 Bahar Dönemi kayıtlarında ise rekor Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Sivil Havacılık Bölümü’nde öğrenim gören bir öğrenciye ait. Rekor miktar ise 7 bin 555 TL. Bu haber MKÜ öğrencilerinin “katlamalı harçlara” karşı oluşturduğu “MKÜ’de Soygun Var” adlı facebook sayfasında duyuruldu.

9

Öğrenciler De Aileler De Karara Öfkeli Sosyal medya aracılığı ile örgütlenen öğrenciler karara tepkili. Öğrenciler kazanılmış haklarının elinden alındığını söylüyorlar. Üniversite harcını ve giderlerini çıkarmak için İstanbul’da 30 lira yevmiye ile çalışan Ömer Çetin’in, inşaatın üçüncü katından düşerek yaşamını yitirdiğini ve birçok kişinin harçları ödemek için çalışmak zorunda kaldığını hatırlatıyorlar. Bu karara karşı demokratik haklarını kullanarak sokağa çıkacaklarını belirtiyorlar. Aileler de karara tepki gösteriyor devletin ellerine geçen üç-beş kuruşa göz diktiğini söyleyen aileler kararın derhal geri çekilmesini ve harç paraları alınmadan çocuklarının eğitim-öğretim hayatına devam etmesini istiyor. Şubat Sonuna Kadar Erteleme Katlamalı harçlara karşı tepkiler üzerine YÖK’ten yapılan yazılı açıklamada “Başbakanlıkça bir çalışma başlatıldığı için, yükseköğretim kurumlarını program sürelerinde bitiremeyen öğrencilerden ücret alımının Şubat ayı sonuna kadar ertelenmesine ilişkin Üniversitelerimize bugün bir yazı gönderilmiştir” denildi.

Öğrenci Servisleri Taksiden Pahalı Çocukları okusun, okusun da bir iş sahibi olsun diye varını yoğunu çocuğunun okul masraflarına harcayan velileri fotokopi parası, ısınma parası, temizlik parası vb. adı altında zorla toplanan katılım payları yetmezmiş gibi sürekli zamlanan servis paraları da bunaltıyor. Üniforma, kitap, defter masraflarıyla zaten taşınması ağır bir yük olan okul masrafları servis paralarıyla hiç çekilmez hale geliyor. Okul servisleri ayda ortalama 18 günlük taşıma için öğrenci başına 8 ile 9 tl arasında günlük bir para alıyor. Buna göre mesela 2 öğrencisi olan bir veli servise en az günlük 16, üç öğrencisi olan 24 lira ödemiş oluyor. Asgari ücretin 949 lira olduğu ülkemizde 2 çocuğu 24 lira veren bir ailenin maaşının yarısından fazlasını buraya vermesi bir hayli düşündürücü olmalı? Fırsatçılık Yapanlar Çok oluyor 16-17 kişilik servislerde sırf para kazanmak adına can güvenliğini hiçe sayarak yolcu sayısını 25-30’a kadar çıkartan servisçilerin olduğu söyleniyor. Bu kadar para verip sözüm ona çocuklarının sağ salim okula gidip gelmesini sağladığını düşünen veliler kurda kuzu emanet etmiş olmak-

tan başka bir şey yapmamış oluyor. Bazı okullara bakan servis şirketleri zam geldiğini belirtiyor ancak zam yapılmamış veya yapılsa da zam oranı kimisine üç katı kadar kimisine ise daha az. Zam oranları okulların bulundukları mevkilere göre değişiyor, yani görece daha iyi semtlerdeki okullara gidiş geliş diğerlerine göre daha pahalı, yoksa buraların yolları daha çok mu yakıt gerektiriyor? Her öğrenci kilometre başına neden aynı servis ücretini ödemiyor? Eşitsizlik bununla da bitmiyor: Aynı semtlerde bulunan okullara, birbirinin çocuğu daha ucuza diğerininki ise daha pahalıya servis kullanıyor. Kime göre neye göre fiyat belirleniyor bilen beri gelsin.

Doktorlar “Doktormetreyi” Uygulamaya Koydular

“İstediğiniz hastaneye gidebiliyorsunuz, doktorunuzu seçebiliyorsunuz hem de bedava.” AKP hükümeti iktidara geldikten sonra, sağlıkta devrim kandırmacasını hep kullandı. Hükümete göre, istediğimiz hastaneye gideceğiz ama herhangi bir fark, ekstra ücret ödemeyeceğiz güya. Hastaneye muaye-

neye gittiğimizde kazın ayağının hiç de öyle olmadığını görüyoruz, hem de acı bir şekilde. Geçtiğimiz günlerde, Yenimahalle Devlet hastanesinde muayene olup ilaç yazdıran bir vatandaştan, muayene, film parasının yanında “ilaç kullanım tarifi” diye 16 TL ek ücret alındı. Reçeteye yazılan ilacı nasıl kullanacağını üstün körü tarif eden doktor, hastane faturasına “ilaç kullanım tarif bedeli” olarak 16 TL ekletti. Performans sistemi bahane edilerek doktorlar ve hastaneler, pavyon hesabı usulü çalışıyorlar. Hastaneye girdikten sonra attığımız her adıma hastane adisyonunda bir çizik ekleniyor ve hastaneden çıkarken kabarık bir “hastane pavyon” veya “doktor metre” ücretiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu ücretler eczaneler aracılığıyla kesildiğinden, eczaneler hastaların karşısında zor anlar yaşıyorlar. Siz siz olun, “ilaç tarifi ücrete tabi mi” diye doktorunuza mutlaka sorun, ne olur ne olmaz.

Zorunlu GSS Herkesi Borçlu Yaptı SGK tarafından 1 Ocak 2012’de hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulaması kapsamında gelir testini yaptırmayan ve bu primi yatırmayanlara yüklü borç çıktı. Zorunlu GSS uygulaması ile işsizler, köylüler, ayda 30 günden az sigortalı gösterilenler, 18 yaşını veya okuyorsa 25 yaşını dolduran çocuklarımız sigortalı olmadan önce borçlu haline geldi. Pirimi Ödenmeyen Çocuğun Sağlık Hakkı Yok 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile artık okumuyorlarsa 18 yaşından büyük çocuklarınız sağlık primi ödemeden sağlık yardımı alamayacak. Okuyorlarsa lise için 20, yüksekokul için 25 yaşına kadar prim ödemeyecek. Liseden yeni mezun olmuş öğrenciler de 120 gün boyunca (üniversiteyi kazanıp kayıt oluncaya kadar) prim ödemez. Ama üniversiteye girememişlerse artık prim ödeyecek. Bu uygulamadan haberdar olmadığı için beyanda bulunmayan on binlerce üniversite öğrencisine, 3 bin liranın üzerinde borç bildirildi. Binlerce öğrenciye haberi dahi olmadan çıkarılan bu borç nedeniyle ders mi çalışayım yoksa borcumu ödemek için gidip inşaatta mı çalışayım ikilemine düşmüş durumda. Parası Olmayana Hastalanmak Yasak Anayasanın ilk üç maddesinde yazan sosyal devlet ilkesi gereği vatandaşların eğitim, sağlık, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını ücretsiz bir şekilde karşılaması gereken devlet, GSS uygulaması ile çalışmayana dahi prim borcu kesiyor. Bu uygulama ile şimdiye kadar gelir vergisi kesintisi ve SSK primi ile çalışanların iliğine kadar sömüren sistem artı çalışmayan vatandaşlara da el atmış oldu. Yani devlet diyor ki “madem çalışmıyorsun veya borcunu ödeyemiyorsun, o halde hastalanmayacaksın!”


10

Kültür Sanat

Yolunda A.Ş.

Bir Ankara Dümeni

Angara’dan, Angaralılar’dan çıkmış en samimisinden bir dizi Yolunda AŞ. Çinçin’i hayatın gerçeğinden doğan kara mizah ile anlatmışlar dizide. Kentsel dönüşümün, metropolleşen kentlerin yaşattıklarını tüm boyutlarıyla farklı bir üslupla anlatmışlar. Dizileri, filmleri kadar hoş sohbetleriyle Fehmi Kır karakterini oynayan Erdağ Yenel çalıştığı yerde misafir etti bizi. Ve Tek kat Memet karakterini oynayan, Memet Abi diye ağzımızdan kaçırdığımız, aynı zamanda senaryoları yazan Hasan Göktaş ile buluştuk. Ahval-i Angara: Biraz sizi tanıyalım mı? Hem de neden, Yolunda A.Ş., neden Çinçin? Çinçin ile olan bağlantınız nedir? Hasan: Ben doğma büyüme Çinçinliyim. Ailem 1962 yılında Erzurum’dan Çinçin’e gelmişler. Ama evlerin yıkılması ve diğer meselelerden ötürü 90’ların başlarında oradan taşınmak zorunda kaldık. Çinçin, çünkü orayla ilgili çok büyük bir alt yapıya sahiptik şöyle ki ailelerimizdeki, çevremizdeki birçok kişi Altındağlıydı, Çinçinliydi, Hasköylüydü. İnsan oralı olunca haliyle gecekondu kültürüne hakim oluyor. Ankara’da dönüp baktığımızda sosyolojik açıdan ilk olarak Çinçin’i görebiliyorduk. Biz Erdağ ile beraber yaklaşık 9 yıldır tiyatro yapıyoruz. “Ve sanat” adında bir atölyemiz var. Yolunda A.Ş./Bir Ankara Dümeni dizisi film yapmak istediğimiz süreç içinde çıktı. Maddi boyutlarda tıkanınca iş, biz de projemizi duyurup, gerekli koşulları yaratabilmek amacıyla Mynet Sebastian’la birlikte sekiz bölümlük bir internet dizisi yaptık. A.A: Tv’den de teklifler alıyorsunuz fakat buna pek sıcak bakmıyorsunuz biraz bu sektör tavizler gerektirdiğinden sanırım? Erdağ: Dizi sürecinde -on beş yirmi dakikalık videolar şeklinde de olsa- ertesi gün geri dönüş alabiliyor, bir etki yaratabiliyorsunuz bunu gördük. Ama işin TV boyutunda sürekli bir tüketim, sürekli bir hazırdan beslenme hali var. İnsanlar neden devam etmedi diye soruyor. Çünkü sonu olmayan süreçler bunlar. O yüzden esas amacımız sinema filmi. Hasan: Aslında bizden çok Çinçin projemizi uzak tutmak istedik TV’den. Biz Çinçin’e girmeden 3 ay önce kadar çok uzun soluklu bir operasyon yaşanıyor, bir film ekibi geliyor orada bir ay boyu çekim yapıyor ama bütün ekip sivil polis. E tabi insanlar gönlünü açıyor ekmeğini paylaşıyor, sırlarını da. Ertesi gün bir operasyonla bu insanların hepsi evlerinden alınıyor. Biz bu olaydan iki üç ay sonra mahalleye girdiğimizde, tabi ki mahalleden arkadaşlarımız da var İbo hala orada, ama bir tepki vardı. Dizi internette yayıldığı anda her şey değişti. Hem kendileri rol aldılar hem senaryoya destek verdiler hem de set içinde bize destek vermek adına çalıştılar. AA: Hayatın içinden, yaşamın kendisini anlatan

bir dizi Yolunda AŞ. Erdağ: Aslında sadece Çinçin’den doğru ele almasak bile bugünün dünyasında insanlar TV’yi açtıklarında aşklar üzerinden, İstanbul piyasası üzerinden dönen, yaşamın gerçekliğinde çok da fazla yer tutmayan, izleyicinin kendinden hiçbir şey bulmadığı yapımlar görüyor. Çinçin genellikle günah keçisi ilan edilen mahallelerden. Biz bu algıyı değiştirdik bir yerde. İnsanlar Çinçin’i böyle bilmezdik diyor. Örneğin ay sonunu getirememe meselesi gibi çok basit kodlar insanların diziyi sahiplenmesine neden oldu. Sonra kendileri ya şunu da katsanız şundan da söz etseniz demeye başladılar ya da Ankara’nın bir başka yerinden insanlar sadece video üzerinden gördüğü birine metroda sarılabildiler sıcak görüyorlar çünkü samimi görüyorlar, yanlarında görüyorlar anlattığı geçekliğe bakıyor ki kendi gerçekliği. Dolayısıyla kendi arkadaşı, dostuymuş gibi görüyor. Hasan: Mesela dizi çekimi sırasında biz kaçak elektriği anlattığımızda siz bizim mahallemizi kötü mü göstermeye çalışıyorsunuz dendi. Başka biri de “Ya bu adamların bildiklerini devlet zaten biliyor bu adamlar bunu anlatıyorsa en azından bir dayanışma üzerinden bunu anlatıyor diyorlar ki kaçak elektrik yapacaksak biz buna mecbur olduğumuz için yapıyoruz yoksa keyfine kimse bunu yapmıyor.” Aslında geldiğimiz yer orası hala dayanışmayı içinde barındıran, geçmişe olan o özlemi dile getiren, o günlere bir daha dönemeyiz mi acaba diyen bir sürü insan var. Velhasıl Ankara üzerinden anlatılmış da olsa aslında meseleler çok daha temel çok daha sınıfsal meseleler. AA: Doğduğun yer kaderindir denir. Dizide de vardı bu. Erdağ: Kimlikte Çinçin’i görünce nereye gidersen git sana bakış belli. Oradaki insanlar da bundan bunalmış durumda. Diyor ki beni yargılamadan üzerine söz söyleyebileceğin hiç mi bir alan yok, çok iyi bir insan olmayabilirim ama diyalog kuracağımız bir alan hiç mi yok. Biz Çinçin’den, diyaloglardan, onların yaşamlarından çok şey öğrendik. Bizim üstten bir üslupta olmadığımızı insanlar biliyor. Yolda, sokakta, metroda gördüğü vakit o yüzden teklifsiz sarılabiliyor, o yüzden düğününe çağırabiliyor, evine sofrasına dek götürüyor. Sırrını açabiliyor.

Düş Gücünü Yitiren İnsanın Umudu Olur Mu?

Gücünü halkından, toprağından alan,

Çukurova’yı anlatırken, tüm dünyayı anlatan, Bir insandan yola çıkıp tüm insanlığa işaret eden, Tarihi, coğrafyayı, doğayı ve toplumu, mitler, efsaneler, türküler, düşler ve gerçeklerle yoğuran, Her kitabı bir çığlık, her çığlığı da doğayla, insanla kucaklaşmaya bir çağrı olan Bir büyük anlatıcı... Kimisi der Aşık Kemal, kimisi der Kör Kemal, asıl adı Sadık Kemal, bizim bildiğimiz Yaşar Kemal. Onu klasik yaşam öyküsü kalıplarına sığdıramazdık, onun yaşamını sanatından, anlatmak istediklerinden ayrı tutamazdık çünkü ona göre sanat yaşamın bir yönü, yaşamın içinde oluşan bir varlıktır. Yaşar Kemal diyor ki; ben bilinçli ola-

rak aydınlığın türküsünü, iyiliğin türküsünü söylemek istedim. Benim kitaplarımı okuyanlar insanın insanı sömürmesine karşı çıksın, yoksullarla birlik olsun istedim, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır çünkü. Benim kitaplarımı okuyanlar kimseyi aşağılayamasın, bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir. Onun kahramanları, İnce Memedler, Çakırcalılar; fakirlikten, göçten, devletin, ağaların baskısından, çöküşten gelmiştir ama hiçbir zaman teslim olmamıştır. O kahramanlardan umut çıkmıştır. O umudu verir. Onun kahramanları bize direnci gösterir.

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

İhtiyaçtan

Ali Sağ

Hay hak! Hak dostum hak. İhtiyaçtan doğar istek. Ve dahi ondandır eskilerin dert insanı söyletir demesi. Derdi olan anlatır. Anlatır da ‘ne kadar anlatırsan anlat karşı tarafın anladığı kadardır söylediğin’. Sen söylersin, söylersin de bakalım karşı taraf anlar mı seni? Efendim, eski zaman kıssasıdır diyeceklerim… Geçmiş zamanlardan. Göbeği deliksiz iki adamdır kahramanlarımız. Osmanlı’nın ilk dönemleri. Ha öyle Osmanlı dediysem Anlı şanlı Osmanlı İmparatorluğu değil, henüz daha küçük beylik… Anadolu içlerinden Söğüt’e daha yeni gelmişler. Henüz daha bir beylik. Göbeği deliksizlerden biri, bir ulak. Ve dahi beylerin padişahların yazdığı habernameleri muhataplarına götüren bir ulak. E haliyle birkaç dil bilir… Diğer göbeği deliksiz de Anadolu göçerlerinden demirci ustası. Bir öküzü bir anası diyar diyar Osmanlığı beyliği çadırı, otağı nerede kurduysa oradalar. Anası kara büyü bozan ak büyü yapan bir koca şaman ve dahi bir koca Kam Ana… Bu iki göbeği deliksizin yolları Osmanlı beyliğinin obasında kesişir. Kesişir de olaylar durmak bilir mi? Bilmez efendim? Parasızlıktan yok akçeye öküzünü satar bir kasaba. Öküz kesilirken bir yanda birinin dramı diğerinin komedisi olur. Üstelik seyredenler de ağlasınlar mı gülsünler mi bilemez halde. Yollar kesişmiştir kan karındaş da olmuşlardır. Birlikte Osmanlı beyliğinin yaptırdığı camii inşaatında çalışmaya başlarlar. Bu arada şaman, kam ana çimentonun hammaddesini bulmuştur. Kam Ana’nın bulduğu buluşu satmaya çalışırlar beylik yönetenlerine. Camii inşaatının minaresini yapmaya başlarlar. Eee yöneten olur da yönetene kulluk eden, çıkarları için her şeyi mubah gören kötü insan olmaz görülmüş mü? İnşaatın bitmemesi için ellerinden gelen dönekliği, fırıldaklığı yaparlar. Bizim iki kan karındaş da camii inşaatı yapılırken kendi aralarında şakalaşmaları, hicivleri seyredenleri öyle büyüler ki, seyirlik dense yeri… Beyliği yönetenler sabırsız. Sabırsız olunca sıkıştırmaya da başlarlar. Minarenin tam da biteceği gün o fırıldak, o dönekler gelirler bütün kalıpları bozarlar. Bozulunca da minare yapılamaz. Hal böyle olunca Bey kulları son fitneyi de yaparlar. İşin bitmemesinin gerekçesi olarak bizim kan karındaşların gevezeliği olduğunu söylerler. Beylik yönetenleri de halkın toplu olduğu yerde bizim iki karındaşın kellelerinin kesilmesini emrederler. Meydanda büyükçe sahne kurulur. Halk da ne bilsin bizim iki kan karındaşın kellelerinin kesileceğini. Kendilerini hem güldüreceklerini hem de Osmanlıyı hicvedeceklerini düşünür ve merakla bekleşmeye başlarlar. Bizim iki karındaşı elleri bağlanmış getirirler. Cellât da başlarında. Bizim kalabalık da bütün bu olanları oyun ederler sanıp gülerek izlemekteler. Cellât sorar son isteklerini. Bizim demirci ustası Hacca gitmek isterim der. Cellât güler sen Müslüman değilsin ki? Tamam der demirci ustası ben Müslüman olmak isterim. Şahadeti kursaklarında kalır iki göbeği deliksiz kan karındaşın oracıkta kelleleri alınır. Alınır alınmasına ya kıssamız bitmez böyle. O günden sonra anlatılır dilden dile. Gölgeden deriye. Ne zaman ki her oyunda anlattıkları kıssa hisse olsa akla gelir onlar. Anlattığımız Karagöz ve Hacivat efendi’nin hikâyeleri. Bugün ünü ve dahi şanı yedi düveli aşan iki kan karındaş gölgelerde yaşarlar. Haksızlığa dur demenin bir başka yoludur yaptıkları.


11

Spor

Ahval-i Angara - Subat 2015 ,

Hacettepe Spor Kulübü Tam isim Takma isim(ler) Renkler Kuruluş Stadyum Resmî site Hacettepe Spor Kulübü, TFF 2. Lig’de mücadele eden ve Gençlerbirliği kulübünün altyapısı işlevi gördüğü için kadrosunda genellikle genç futbolcuları barındıran Ankara takımı. Renkleri mor-beyazdır. Kulübün rengi; armasında şekli bulunan Ankara Kalesi’ni yapan, Galat uygarlığının renginden geldiği bilinmektedir. ASAŞ spordan Hacettepe Spor’a Kulüp 1999-2001 yılları arasında 2. Lig’de mücadele etmekteydi. 2. ligdeki 2. sezonunda Doğu Anadolu takımlarının ağırlıkta olduğu 5. gruba alınınca ligden çekilmiş ve 3. Lig’e düşmüştü. 2003-2004 sezonunda Gençlerbirliği, 3. Lig’de yer alan ASAŞ’ı satın alıp kendi pilot takımı yaptı. Kulübün adı, Gençlerbirliği ASAŞ ve renkleri de kırmızı-siyah olarak değiştirildi. 2002-03 sezonunda şampiyon olan Gençlerbirliği PAF takımı, Gençlerbirliği ASAŞ’ın iskeletini oluşturdu. Gençlerbirliği’nin altyapısı haline gelen kulüp 3 sezonda 2 lig yükselerek, 3. Lig’den 1. Lig’e yükseldi. Gençlerbirliği ASAŞ kulübünün ismi, 2006 yılında ASAŞ şirketiyle sponsorluk bedeli konusunda anlaşılamaması sebebiyle Gençlerbirliği OFTAŞ olar-

Hacettepe Spor Kulübü Ankara Menekşeleri Mor-Beyaz 23 Kasım 2001 Cebeci İnönü Stadyumu hacettepespor.org

ak değiştirildi. 2006-07 sezonunda 1. Lig şampiyonu olarak Süper Lig’e yükselen Gençlerbirliği OFTAŞ, Gençlerbirliği amblemini kullanmayı bıraktı ve renklerini değiştirmeden kendisi için tasarlanan yeni logoyu taşımaya başladı. Süper Lig’deki ilk sezonunu A takımının 4 sıra üstünde 11. sırada tamamladı. 2008-2009 sezonu öncesinde, aynı tesisi kullanıp aynı kulübe ait iki futbol takımının aynı ligde yer almasının getirdiği tartışmalardan ötürü 18 Temmuz 2008’deki yönetim kurulunda alınan karar ile kulüp adı Gençlerbirliği OFTAŞ’tan, geçmişte adı Keçiörengücü olarak değiştirilen Hacettepe’ye, renklerini de kırmızı-siyahtan, mor-beyaz’a çevrildi. Bu adı aldıktan sonra mücadele ettiği 2008-2009 sezonunda Süper Lig’i 18. sırada bitirerek 1. Lig’e düştü. Lig mücadeleleri • Süper Lig: 2007-2009 • 1. Lig: 2006-2007, 2009-2010 • 2. Lig: 1997-2001, 2004-2006, 2010-2011, 2014• 3. Lig: 2001-2004, 2011-2014

Umutları Yok Eden Alt Yapı Türkiye’de futbol üç büyük kulübe tıkanmış durumda. Geriye kalan kulüpler ise bu büyüklere transfer yapan, onun dışında futbol adına önemi olmayan kulüpler olarak kaldı. Hele ki iş amatör takımlara gelince yoksulun umudu olan futbol ticarileşmiş haliyle umutları yiyen bir yerde duruyor. Son günlerde söz edilen altyapı problemi ile neden iyi futbolcu çıkmıyor bizden sorusuna birçok teknik adam, başkan ve federasyon yanıt aradı, arıyor. Peki, bu soruna yanıt aranırken amatör, yerel kulüplere ne yapılıyor? Bu konuyu araştırmak için Ankara’dan bir takımın altyapı hocası ile görüşme yaptık. Bütün bu çalışmalar devam ederken onların bu durumdan nasıl etkilendiğini, bir umut bu takımlarda koşturan geleceğin futbolcularının neler yaşadığını sorduk. Zenginin oynamadığı futbol, yoksul için bir umut kapısı olunca toplumda yok sayılanlar, burada da yok sayılıyor. Hocamız ilerde mutlaka iyi bir takımlarda oynayabilecek, yetenekli bir futbolcumuzu anlatırken mali sorundan söz ediyor. Kulübün para ödememesinden dolayı çocuklar yol parasını bile ödeyemiyor. Bunun için bar önlerinde midye satmaktan başlayarak spora harcaması gereken enerjiyi, futbol oynayabilmek için gereken parayı kazanmaya harcıyor. Hele ki sporun gençler üzerinde düzeltici etkilerini düşünürsek kulüpler çocukları bataklık yerlere sürüklüyor. Bu nedenle sporun hayata kattıklarından

tutup meselenin sadece yetenek değil, imkânsızlıklar içinde hayatın iyi ve kötü bir sürü şey sunduğu çocukların yaşamıyla ilgili olduğunu söylüyor. Bunlardan da öte çoğu kulüpte dönen rant ve torpil yetenekli ve umudunu futbola bağlamış gençlerin önüne bir engel daha koyuyor. Teknik direktörden, başkandan torpili olanların öne sürüldüğü, diğerlerinin geri planda bırakıldığı bir düzen var altyapı takımlarında. Kulüp içindeki torpil olaylarını da geçelim, büyükşehir belediyesinin bile bazı takımlara bağış adı altında belli gelirlerinden aktarımda bulunduğu bilgisi herkesçe bilinen bir problem. Bunlar üzerine sorular canlanıyor kafamızda; eğer ki mesele futbolu, sporu desteklemek ise neden sadece belli takımlara “yardım” gidiyor? Acaba bu torpil ve rantla uğraşanlar futbolu gelişmesi gereken bir spor olarak mı görüyor yoksa her takım işletilecek bir ticarethane mi? Onlarca ticarethane haline gelmiş takımların altyapısında bulunan yoksul çocuklarının umutlarını ve yeteneklerini ne zamana kadar heba edecekler? Yani kısaca dersek kendi kazdığı kuyuya düşen bir altyapı sorunundan bahsediyoruz. Abdullah/PURSAKLAR

Ters Köşe

Serdar Kadıoğlu mm.serdarkadioglu@gmail.com

YENİ BİR SÖMÜRÜ ALANI OLARAK ENDÜSTRİYEL FUTBOL (2) Kapitalist üretim biçiminin, insan hayatını, zamanı ve mekânları yeniden örgütlemesiyle birlikte bir oyun olarak futbol da değişmek zorunda kalmıştır. Daha önceleri, yani köylülerin özgür topraklarında ve boş zamanlarında oynanan futbol, toprakların özel mülkiyet haline gelerek çit çevirme ile bir açıdan mekânsız kalmıştır. Köylülerin, yeni oluşan kentlere işgücü olarak sürülmesi ise oyunu ‘oyuncusuz’ bırakmıştır. Günde ortalama on sekiz saat çalışan işçilerin, artık bu enerji isteyen oyunu oynayacak halleri kalmaz. Kapitalizmin zaman ve mekân üzerinde bu şekilde tahakküm kurmasıyla futbol da artık popüler, gevşek kurallı, kimi zaman üç yüz kişinin bir arada oynayabildiği bir oyun olmaktan çıkar. Kapitalizmin zaman ve mekân üzerindeki tahakkümü, köylüler için mekânsız bıraktığı futbolun yeni mekânlarını üretmeye başlamıştır. Bu dönüşüm kentlerde işçi sınıfının, artık bu yeni mekânlarda oynanan futbolun izleyicisi başka bir yönüyle de tüketicisi konumuna getirmiştir. Artık futbolun eski oyuncularının, köylülerin, oyunu oynayacak ne günleri ne de zamanları vardır; tatil günlerinde sadece, yeniden üretebilmek için dinlenme, eğlenme görünümü altındaki tüketme etkinliğidir artık futbol. Kapitalizmin, işçi sınıfı ve futbol ilişkisini dönüştürmesini salt statlara gidip maç izlemek sadece bilet veya kulübün lisanslı ürünlerini satın almakla açıklanmaz. Stadyumlar aynı zamanda iktidar ilişkilerinin somut olarak inşa edildiği mekânlardır. Stadyumların iktidar ilişkisinin kapitalist sistemde meşruluk kazandırma mekânlarından biri olduğu, saha içindeki “ağabey” oyunculara, şeref tribününden localara, kale arkasından maçları oturarak izlemeye, birçok statta kadın tuvaleti olmamasına kadar somut olarak görülmektedir. Futbol kapitalizmin kendini yeniden ürettiği bir alandır. Tam da bu yönüyle futbol, cinsiyetçilik, ırkçılık gibi sistemi üreten ideolojilerin meşruluk kazandığı bir alandır. Aynı zamanda kapitalizmin tahakkümü dolayısıyla artık boş zamandan azami yarar sağlamaya dönük yaklaşımın işçi sınıfının yaşamının parçası haline gelmesi futbolu bir oyun olarak oynamak bir yana, futbolla ilişkiyi dönüştürmektedir. Bu yönüyle kapitalizm işçi sınıfını sadece futbolu oynamaktan alıkoymamış aynı zamanda işçi sınıfının futbolla ilişkisini uçucu bir hale dönüştürmüştür. Kapitalizm, tüketim ve boş zaman arasındaki ilişkide televizyon aracılığı ile kitlelere günü yakalayın mesajını aktarır. Geçmiş ve geleceğin yerini şimdiki zaman aldığında spor ve televizyon arasındaki birliktelik de güçlenmektedir. Böylece de spor ve oyun sahasının sınırlarının belirlenmesi, saha içi sınırlamalar, spor yapma süresinin sınırlanması, bir tecrit etme, zaman ve mekân sınırları belirli yeni bir dünya yaratılır.


www.ahvaliangara.com

ahvaliangara@gmail.com

RA A G N A IM ADIM

AD

ahvaliangara

ahvaliangara

AHVAL-İ ANGARA Aylık Siyasi Yerel Gazete Ahval-i Angara adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Merve Keskin Yönetim Yeri: Güneşevler mah. Güneşevler Pazar yeri no: 9/A Altındağ / ANKARA Tel no: 0507 059 01 68 Tasarım: Cem Demir Baskı: MATTEK MATBAACILIK Ağaç İşleri San. Sit. 1354 (Eski 21. Cadde) 1362. Sokak, No:35 Yenimahalle - İvedik/ ANKARA Tel: 0 312 433 23 10

İRTİBAT NUMARALARI Ege Mahallesi Hüsamettin Özden 0536 747 01 61 Dikmen Mahallesi Cafer Sabancılar 0532 578 88 85 Aydınlıkevler Mahallesi Cihat Teke 0532 734 46 85 Şentepe Mahallesi Ali Güler 0506 355 54 22

Tuzluçayır

Ünlülerin Mahallesi:

Ali GÜLER

Tuzluçayır mahallesi tüm Anadolu’dan göçler alan bir yerleşim alanıdır. Demografik olarak Sivaslılar, Çorumlular, Karaşarlılar, Deliceliler, Kırıkkaleliler, Develiler, Yozgatlılar sırasıyla çoğunluğu oluşturan kesimleri oluşturmuşlardır. olduğu gibi dayanışma, özellikle devlet, hükümet ve belediye başta olmak üzere her yandan gelen baskılara karşı gelişmiştir. Aradan geçen zamanda bu tutunmanın mahiyeti değişmiştir. Eski tutunma, insanlığın yaşamsal bir ihtiyacı (konut) olarak belirmiş ve işler doğası gereği siyasal muhalefete dönüşmüştür. 1968 Gençlik Hareketi kendisini yetiştiren verimli toprağı Tuzluçayır’da bulmuş, tutunmanın mahiyeti de siyasal dayanışma olmuştur.

İlk yerleşimler 1950 yıllarında yaşanmış olmalıdır ama bu aslında “ilk” olmaktan ziyade nüfus yoğunlaşması veya mahalle haline gelmiş yerleşim biçimi olarak ilk sayılmalıdır. 1950 yıllarında, yoğun olarak Beypazarı’na bağlı Karaşar köylülerince eski çöplük kenarlarına, ilk gecekonduların yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Eski çöplük olarak bilinen yer, şimdiki Sülüklüdere olarak bilinen ve Karakol ile Hatip Çayı arasında kalan bölgedir. Cami-Cemevi projesinin yapıldığı yerler, eski çöplük üzerine yapılan gecekondular veya barakaların olduğu bölge hala yaşamakta olan gecekondular eski yerleşimler olarak bilinmektedir. Çocukluğumun geçtiği 1966-67 yılları ve 1950’li yıllara dair tanık beyanlarına göre; buralar eskiden üzüm bağlarının, badem ve dut ağaçlarının olduğu, geniş yeşillikler içinde bir yerdir. 1970’li yıllara kadar yaşayan, Abidinpaşa’da (Şimdiki T. İş Bankası’nın olduğu yerde) bir şarap fabrikasının varlığı bilinmektedir ve bu fabrikanın varlığından bu çevrenin üzüm bağlarının genişliği hakkında bir fikir elde etmek mümkündür. Şu an Muhtarlığımızın bulunduğu mevki çok yakın zamana kadar bağ idi. Nitekim, Seyran Bağları denilen mevki de bu mahalleye yarım saatlik yürüme mesafesindedir. Tuzluçayır adı da bölgenin dokusundan gelmelidir. Kimler Yaşamadı ki Tuzluçayırda 1968 hareketinin önderlerinden Ulaş Bardakçı, (ablası bu mahallede ikamet etmiştir). Sonrasında 1978’liler olacak olan o dönemin çocukları bizler, Mahir Çayan adını o zamanlar bilmezdik ama Ulaş’ın adı Ankara’nın her yerinde bilinirdi ve türlü hikayeler anlatılırdı ve

masallarla süslenirdi Ulaş, Deniz ve İbo adları…

Mahallenin meşhurları saymakla bitmez, Sivaslı Kara Zeki, Kara İbrahim ve Hasan Köse gibi kabadayılar, aslında mahalleyi, değerleri savunan kişilerdir. Özellikle Hasan Abimiz, bizim gecekondumuzu savunmaya gelen tek biricik sima olarak hafızama kazınmıştır. Babam ve annem hala bu insanı gururla ama ölümünü de üzülerek anarlar. Mustafa Timisi (pazarcılık yapar) ve Süleyman Ayten (muhtar) gibi siyasal kişilikler ve Feyzullah Çınar, Ala Deli, Ali Kızıltuğ gibi aşıklar bu mahallenin yetiştirdiği evlatları sayılır. Hatta şimdiki Mamak Belediye Başkanı Mesut Akgül de bu mahalleden sayılabilir. Öldüğünde cebinde 2,5 lirası olan Temizlik Çavuşu Aşık Feyzullah Çınar, Tuzluçayır ahalisinin en meşhur parkında yaşamaktadır. Gezi direnişçileri ve şehitlerinden olan Ali İsmail Korkmaz adı da bu aşığın yanına eklenmiştir ve yine bu parkın içinde Belediye müştemilatı olan gecekondu, Ethem Sarısülük kitaplığı yapılmıştır. (Büyük ihtimal 1980 öncesi Halkevleri de bu yapıda faaliyet yürütmüştür. Tuzluçayır 1980 öncesi tamamına yakını Alevi inancına sahiptir ve gecekondularda yaşamaktadır. Tamamına yakını şimdilerde “enformel sektör” diye tabir edilen işlerde çalışmaktadır. Tamamına yakını yine işçidir ama kırdan yeni kopmuş “yeni özgürleşmiş köle” olarak şehir varoşlarına tutunmuşlardır. Bu zorlu tutunma doğal olarak dayanışmayı gerektirir… Tüm varoşlarda

Görünen odur ki, Tuzluçayır Mahallesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi, 1968 hareketinin devrimci gençliği için halkla buluşma noktası olmuştur. Tuzluçayır, Cebeci kampüsündeki fakültelere yakındır, yürüme mesafesiyle yarım saat olan bu uzaklık nedeniyle, öğrenciler için hem ikamet edilir hem de devrimci faaliyet yürütülür bir nokta olmuştur, olmaktadır. Sobacı Akif, “Eve giderken korkuyorum, Tuzluçayır kozmonot bir yer oldu” demişti, sohbetimizde. Akif Abi’nin bu korkusu yeni bir algı da olabilir, gerçekliğin ta kendisi de… Eski yaşam tarzları, yenilere yenik düşüyor her yerde… Müthiş bir gelecek korkusu tüm yaşlılarda mevcuttur ve şimdiki kuşaklar belirsiz bir geleceğe doğru yuvarlanmaktadırlar. Akif Abi şimdilerde uyuşturucu çetelerinden, her türlü ahlaki yozlaşmalardan korkmaktadır. Peki bu tür korku önceleri hiç yaşanmamış mıdır? Görünen o ki “sağsol çatışmaları” 1980 öncesi her yerde olduğu kadarıyla ve ondan daha fazlası Tuzluçayır Mahallesinde yaşanmıştır. Hemşerilik türünden ayrışmaları 1970’lerde “sağ-sol” ayrışmaları takip etmiş olmalıdır. Ama Akif Abi “milletin dini, imanı, peygamberi para olmuş” diyerek başka bir korkuya, kaygıya dikkat çekmek istiyor. 1950’li yılların sonuna doğru babam buralara kaçak getirirmiş. 1966 yılı da benim 5 yaşıma denk gelen uğursuz bir yer olarak beynimde yer aldı. Şimdiki Pir Sultan Derneği karşısında yer alan düzlük çocukların oyun alanı olarak işlev görürdü. Ve Süleyman Ayten Cad. ile Okullar Cad. kavşağında yer alan Tuzluçayır Sineması ile ilk sanatsal buluşmalar yaşanırdı. Açık hava sineması o

zamanlar bütün mahalleli için sosyal faaliyet merkezi idi. Bu dönem filmlerinde zengini iyi, fakiri kötü gösteren bir filme pek rastlanmazdı veya hiç yoktu. Mahallede iki açık hava sineması daha vardı; Kader Sineması şimdiki Kiler Market civarındaydı ve Türk-İş Sineması’nın olduğu yere de Meslek Lisesi yapıldı. Bu iki sinemanın arka tarafı ormanlık bir alandı. Pazar yeri ve futbol oynadığımız geniş sahalar buralardaki yerlerdi. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren buralar, “silahlı çatışmaların yaşandığı tarla” olarak hafızalarda yer etmiştir. “Tarladan geliyorum” demek, “çatışmadan geliyorum” demekti… 1950’lerin ikinci yarısından 1960’ların son çeyreğine kadar yakın mahalleler kurulmamıştı. Bu tarihten sonra çok az bir yapılaşmanın olduğu Şahintepe ve sonrasından giderek Ege Mahalleleri ve en sonra da bugünkü sınırlarını belirleyen ve Tavuk Çiftliğinin olduğu (Şimdilerde büyük AVM’ler var buralarda) yere kadar olan bölge adım adım gecekondulaşmaya veya siyasal çatışmalara sahne oldu. En şiddetli çatışmalar da sanırım Saime Kadın sınırları ile Ege, şimdiki Cengizhan ile Durali Alıç Mahalleleri arasındaki bölgelerde olmuştur. Buranın devrimcilerinde şöyle bir klişe oluşmuştu; “Tuzluçayır’ın adı, Ege’nin aslanları!”

Tuzluçayır Mahallesi, Mamak İlçesi’ne bağlı olup adının nereden geldiği konusunda net bir bilgi yoktur. Kendisiyle görüştüğümüz Yelda Yürekli arkadaşın, “80 DARBESİ VE TOPLUMSAL MUHALEFETE ETKİSİ: MAMAK/TUZLUÇAYIR MAHALLESİ ÖRNEĞİ” başlıklı Lisans Tezi Tuzluçayır’a dair, mevcut tek akademik çalışma özelliğinde olup, pek yakında henüz adı konulmamış bir kitabı da yayınlanma aşamasındadır.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.