Son baski sayı05

Page 1

Gökçek’in Robotuna Suç Duyurusu

Sanatın Ahşap Duruşu

Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in “prestij” projem dediği robot mahkemelik oldu. Önce twitter hesabından hangisi diyerek duyurup sonra da Atatürk Orman Çiftliği’ne diktiği robot ile fantastik eserlerinden birine yenisini eklemiş oldu.

Mamak’da Kadınca Bir Sohbet

Yıllardır sanata hayatını vererek insanlaşma sürecinin bir parçası olarak gördüğü ahşap sanatı Nevzat Özbay için sokağın yansımadır.

Sayfa 4

Sayfa 10

Gün içinde veya gazete dağıtırken, oturup bir çay içerken konuştuğumuz konuları bir yazı dizisi haline getirelim dedik. İlkini Piknikdeyiz Yufkacı’da üç kadınla ettiğimiz sohbetten derledik. Sayfa 2

PARSEL PARSEL SATTILAR! 20 yılı aşkın süredir Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığını yürüten Melih Gökçek’in Ankara’daki rant vurgunları geçtiğimiz ay hükümet sözcüsü Bülent Arınç’la girdiği polemikle bir kez daha gündem oldu. Tarafların bir birini “sen mi paralel, ben mi paralel” diyerek suçladığı ve kirli çamaşırlarını ortaya sererim diye tehdit ettiği didişmenin arkasındaki büyük güçlerin çarpışması başka bir tartışma konusu ama Ankara halkının ortak mülkiyeti olan arazilerin kimlere peşkeş çekildiği tüm Angaralıların ortak sorunu.

İşçilerin Günü: 1 Mayıs

Aydınlıkevler’de Bir Yorgancı Bütün el sanatlarının bitmeye başladığı bir zamanda babasından kalma mesleği devam ettiren Hüseyin Amca ile yorgancılık hakkında konuştuk. Yorgancılık değil sadece bütün el sanatları, elin emeği olan mesleklerin geleceği yok artık. Eskiler sanat olarak görür bu mesleği. Ama bugün herşey sermaye olmuşken ve daha ucuza gelen sağlıksız seri üretim malları varken yün de neymiş diyorlar. oysa ki yorgancılık bir gelenektir ve desteklenmelidir.

1Mayıs geçmişten bugüne tüm işçilerin insanca çalışma şartları için verdiği mücadelenin bir temsilidir. 1Mayıs işçilerin çok çalışıp patrona kazandırdığı değil, işçilerin çalışıp işçilerin kazandığı patronsuz bir dünya mümkün demek için, emeğin karşılığını eşit bir şekilde almak için, tüm ezilenlerin haklarını savunmak için grev haklarını da savunup alanlara, sokağa çıktığı mücadele günüdür. Sayfa 5

Sayfa 4

Özgecan Katilini Öldürmüş Olsaydı? Ahval-i Kadın

Sayfa 2

İşsizlik Sigortası Haklarımız

30 Milyon Muhtaç Var!

Açıklanan rakamlara göre nüfusun yüzde 40’ı muhtaçlar kategorisinde yer alıyor. Bunun açıklandığı sırada Malatya Valiliği önüne gelen Ali Özbay, 2 bin TL’ye ulaşan kira borcunu ödeyemediğini belirterek yanında getirdiği bidondaki benzini üzerine döküp ateşe verdi. Olayı öğrenen Malatya Valisi Süleyman Kamçı, “Adam olacak mısın ben sana yardım edeceğim?” dedi. Muhtaç sayısını artırıp yardım edip adam edeceklerini gösterdiler. Mesele muhtaçların olmaması mı yardımlar mı merak ediyoruz? Sayfa 6

Direnişte ilk düşen… Sayfa 5

Av.Murat Yılmaz

Bülent Arınç’la Melih Gökçek arasında yaşanan ve birilerinin araya girmesiyle fazla uzamadan kapatılan ağız dalaşında Arınç’ın Gökçek için “parsel parsel sattı” dediği arazilere en yakın iki örnek bulunuyor. Bunlardan birisi kentsel dönüşüm ve vadi hikâyeleriyle yıllardır halkın evlerinin başına yıkıldığı Dikmen vadisinde; diğeri ise Dışkapı’daki tarihi su süzgecinin alanı. Sayfa 3

Sayfa 6

Umut büyüyor, AKP küçülüyor! Ahval-i Umumiye Sayfa 7


Kadın

NİSAN 2015

Ahval-i Kadın

Fatma Güleç

fatmagulec06@gmail.com

Özgecan katilini öldürmüş olsaydı?

2012 yılında bir haber duyduk; Isparta, yalvaç’ta Nevin Yıldırım kendisine silah zoruyla tecavüz eden adamı öldürmüş, başını kesmiş ve işte namusum diyerek köy meydanına atmıştı. Haberlerde kesik baş cinayeti olarak geçti Nevin’in yaptığı. Diğer kadın cinayetleri gibi cinnet getiren, bunalıma girip eşini öldüren adam denmemiş, çok vahşi bulunmuş, olabildiğince kınanmıştı. Katil adam diyemeyenler bir katil kadın yarattı ve kullandı istediğince. Tecavüzcüsünden hamile kalan Nevin Yıldırım çocuğu doğurmak istememişti. Tecavüze uğramışsa kadın ölsün, çocuk niye ölsün diyenler, onlar doğursun biz bakarız diyenler kürtaja da engel oldu tabi ve Nevin tecavüzden olan bir çocuk doğurmak zorunda kaldı. Sonra yargılama süreci başladı. Tecavüze uğrayan kız çocuğuna neden karşı durmadın, rızan var o zaman diyen, tecavüzcüleri serbest bırakan, iyi hal indirimleriyle ödüllendiren bir işleyiş varken Nevin’in iyi hali olmazdı elbette onların gözünde. Tecavüzcüsüyle gönül ilişkisi olduğunun kanıtına soyundu mahkeme ve Nevin müebbet hapis ile cezalandırıldı. Nevin’in bir yerlere şikâyette bulunma imkanı yoktu, çünkü şikayet edilen yerler de en başta kadını cezalandırıyor. Tecavüzü yakınlarından birine söyleyemezdi çünkü en önce onlar kadını cezalandırıyor. “Öyle iddia edildiği gibi bir gönül ilişkimiz kesinlikle yoktu. Zaten sevgi olsa sonu böyle mi biterdi? Nurettin’den nefret ediyordum ama kurtulamıyordum. Adım çıkacak, aileme zarar verecek korkusuyla her geçen gün daha kötü günler geçiriyordum. Defalarca intiharı denedim, çok sayıda ilaç içtim ama ölmedim. Bir yandan çocuklarım ve kocamı düşünüyordum, bir yandan yaşadıklarımı… Çıkış yolu bulamadım.” diyordu Nevin. Böyle bir ortamda Nevin’in yaptığı meşru savunma değil de nedir, kendi yaşamını çalanlardan kendi adına, adalet için, hesap sormak en doğal hakkı değil midir? İran’da Jabbari tecavüzcüsünü öldürdüğü için idam edildi, yine Kastamonu’da tecavüzcüsünü öldüren N.M. müebbet hapis ile cezalandırıldı, bunun örnekleri bitmiyor. Bir yandan da Karaman’da 15 yaşındaki Z.C.ye tecavüz eden 8 şüpheli “ilişkide rıza olduğu” gerekçesiyle beraat etti, Z.C. “15 yaşında 38 kilo bir kızım. Benim gücüm bu adama yetmez ki karşı koyup onu yeneyim. Polisler de siz de beni suçladınız. ‘Neden karşı koymadın’ diye.”şeklinde bir mektup yazdı hakime. Adana’nın merkez Seyhan ilçesinde yaşayan lise öğrencisi Y.G.’ye şantajla tecavüz eden 8 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı… Bunlar da hiç bitmiyor. Şöyle bir bakınca Özgecan katili saldırdığında onu öldürmüş olsaydı ne olurdu? Yine müebbetle cezalandırılır, katil kadın yaftası mı yapıştırılacaktı? Bir kadın bugün, kendisine topyekûn savaş açmış bu yerde, durmadan hor görüldüğü, aşağılandığı, şiddete, tecavüze uğradığında, evdeki yetmiyormuş gibi televizyonlardan, kürsülerden bas bas bağıran adamlar hayatımızın her şeyine burnunu sokarken, mahkemeler adaleti sağlamazken, yasalarıyla ve yasa yapıcılarıyla her gün kadın katillerini azmettirirken ne yapar? Bir kadın bugün kendini tüm saldırılara karşı savunmak zorunda değil mi artık? Tecavüzcüler cezalandırılmıyorsa, biz kadınlara sadece çaresizlik bırakılmışsa, kendini savunmak, hayatını savunmak en meşru hak değil midir? Bunu kendimize ve çevremizdeki kadınlara sorup cevabını vermemiz gerekiyor. Ancak biz üretebiliriz buna cevabı ve biz uygulayabiliriz çözümleri. Başkalarına muhtaç olmadan yapabilmeliyiz ki zaten gidebilecek başka yerlerimiz yok. Kadınların sokakta, evde, okulda… her yerde kendisini aşağılayan her türlü davranışa karşı bir araya gelmesi gerekmiyor mu artık?

Kadınca Sohbetler

2

Yeni bir diziye başlıyoruz. Gün içinde, gazete dağıtırken, oturup çay içerken konuştuğumuz konuları bir dizi haline getirelim dedik. İlkini Piknikdeyiz Yufkacı’da üç kadınla ettiğimiz sohbetten derledik.

Bizde hikâye çoklarla başladı cümleler. Yufkacının sahibi Nazife abla ilk döner, tost sattığı bir dükkân olarak açmış burayı. Dönerimi kendim asar, kendim keserdim sallamayla diyor. Adı çıkmış kadın dönerci diye mahallede. İşleri azalmaya başlayınca bilmese de başlamış yufkacılığa. Annesinin yardımıyla öğrenmiş ve bugünlere gelmiş. Dükkâna girince ilk 75 yaşındaki Yozgatlı Zöhre Teyzeyi gösterdiler. Yanında orada belirli günlerde çalışan Fatma abla vardı. Üçünün de çocukları var, görücü usulu evlenmişler ama kızlarını öyle vermemişler. Ne yaptılarsa kendi elleriyle, emekleriyle yapmışlar. Kendi hayatlarından, neler yaşadıklarına, kadın cinayetlerinden, ayrımcılığın aslında nereden başladığına, ev işlerine ve ocağın altını yakıp hazır yemeği ısıtamayan kocalara değin sohbetimizin kendisi söylüyor her şeyi.

Hala Şahbaz Ve Topçuk Gibi Zöhre Teyze…

Onu sözlerine ellemeden yazalım, nasıl gelmiş bugünlere tek başına, o tatlı sesini duyuramıyor olsak da size; “Ben 75 yaşımdayım gülüm. Allah bağışlasın cümlesini iki kız bir oğlum var. Hepsi de evli. 22 yaşımda dul kaldım. O zaman küçüktük kızım ya 14 ya 15 yoktum evlendiğimde. Ondan sonra da 1967de kocam öldü. İşte sürüklenerek, düşüp kalkarak bu zamana geldik. Evlenmedim sonra, hiç düşünmedim. Benden yüz olmayınca da kim ne diyebilirdi. Köyümüzde büyükler babam, küçükler kardeşim oldu. 11-12 sene kaldım eşim öldükten sonra köyde. Yavrularımı iyi kötü giydirdim ettim getirdim bugünlere. Tırnakladım böyle, çalıştım tarla, tapan, çapa, elişi işleme, yapmadığım iş kalmadı. 35-36 sene önce geldim Ankara’ya. Topçuk gibiydim, şahbaz idiydim şimdi sallanıyom ne işler yaptık biz. Çok yaşadım bugüne geldim, bende hikaye çok. Ankara’ya oğlum ilkokulu bitirince onun bunun peşinde gezmesin diye çırak verdim buraya geldim. Gecekondumu yaptım Mamak’da, evde güzeldi amma nasıl çalıştım. Camlarda beklerdim yıkıcılar gelecek diye. Daireden iyiydi ama. Gecekondum gitti 2 daire düştü. Birini oğluma verdim birinde ben kaldım. Hikaye çok da çıkartmak istemiyorum. Eşimi çok seviyordum ama onla eş gibi yaşayamadım. 2 sene askere gitti oradan geldi köydeydik Ankara’ya gelip giderdi. Hayatımdan memnunun ama hala unutamam onu. Hala resimlerini alırım severim. Memnunum her şeyden ama bir yanım hep buruk. Başka bir yufkacıda Ankara’da Beşevler’de çalıştım.”

Hep Çalışmış, Didinmiş Fatma Abla…

“Benim de üç tane çocuk var. Eşim memur emeklisi. Ben de çalışıyorum destek olsun diye. Geçim derdi. Çoluk çocuk evlendi şimdi ama çalışmaya devam. Burada 4 yıldır çalışıyorum. Hiç bir yerde sigorta yaptıramadım. Eşim “senin sigortan benim” dedi kaldık böyle. Sigorta başlangıcım bile yok hiç bir şeyim yok. Kocamın kafası bozulsa ne olacak bilmiyorum artık. Hiç bir beklentim yok emeklilik diye. Ne yapacan sigortayı, senin sigortan benim deyip durdu ben de ne yapayım yok ev geçindiricez, çocuk okutucaz diye çalışıp durduk. Çocuklar evdeyken onları hem büyüttüm hem de evde çiçek, gelin tacı yaptım on sene.” diyor Fatma Abla. Hep birlikte “Kocadan sigorta mı olurmuş?” diye soruyoruz. Pazar parasını, çocukların okul harçlığını çıkarmak için yetmiş parası şimdiye kadar. Çocuklara bakacak kimse de olmayınca eve parça başı iş almak mecburiyet. Evde oturunca kimse vermiyor ya parayı, 50 kuruş bile gün geliyor çok büyük para oluyor diyorlar.

Alttan Alan Hep Kadın mı Olacak?

Bir yerde çocuk yetiştirmek, evlilik hepsinin kolaylaştığını söylüyor Zöhre Teyze, önceden öyle değilmiş. Şehrin, kentin cefasını daha da çekenlerse itiraz ediyor. Fatma Abla “Nerde eskiden köy yerinde bırakıyordun da şimdi öyle değil burada bakıcı olmadan olmuyor. Köyde biliyorsun nereye gidecek. ” Diye açıklıyor bugün geldiğimiz hali. Ama bir yandan da diyor ki “Şimdiki evliliklerden çoluk çocuk da korkuyor. Her şey oyuncak oldu. Ha yeri geldi dayak da yedik, hakaret de yedik ama biz her şeyi yuttuk.” Buna yeri geldi mi fedakârlık yapmak diyor Fatma Abla. Zöhre Teyze de “Bizlerin gününde bilgi yoğudu kızım kör idik. Böyle büzülüyorduk kocaya. Anlıyom da kızım seni işte.” diye bitiriyor cümlesini. Alttan almak dese de her şekilde saygı ve sevginin karşılıklı olması gerektiğini söylüyor Fatma Abla. Şimdi cinayetlerin de çoğaldığını, evlenmenin bilindiği gibi boşanmanın da bilinmesi gerektiğini söylüyor. Nazife abla giriyor ve şiddetin birinin de bininin de aynı olduğunu söylüyor ve niye buna tahammül edelim ki diyor. “Niye senin gururunu kırsın, niye aşağılasın.”

Pursaklar’da Kadın Cinayeti Kadın katliamı devam ediyor. On nisan gecesi “kıskançlık” ve “namus” bahanesi ile yine bir kadın öldürüldü. Ekrem A., önce eşini, sonra da eşinin sevgilisi olduğunu iddia ettiği başka bir kişiyi öldürdü.

Eşinin sevgilisi olduğunu iddia ettiği Ceyhan Dağlı’yı vurmasının ardından eşini zorla araca bindiren Ekrem A. Havalimanı Yolu Pursaklar girişinde aracını sağa çekip durdurduktan sonra da eşini katletti.

Sen Erkeksen Ben De Kadınım!

Zöhre Teyze durumu şu şekilde açıklıyor; “Nemiş ben erkeğim ben erkeğim ne yani sen erkek isen ben de bayanım. Gerçi dese beş dayak daha yersin. Şimdi kadınlar ezdirmiyolar ama karşı çıkıyolar, büzülmüyolar koca karşısında.” Dükkana gelen bir kadın müşteri ise “Nerde karşı çıksın. Karşı çıkana ne oluyor. Öldürüyorlar o zaman da.” Diye itiraz ediyor. Erkeklerin zıvanadan çıktığı konusunda uzlaşıyoruz.

Özgecan Neden Öldürüldü?

Vahşilik artık bu diyorlar, Özgecan’ın katli için. Bitmediği biliniyor ama kadın cinayetlerinin. “Özgecan’dan önce de öldürüldü büssürü kadın sonra da öldürüldü.” Zöhre Teyze çoğunun örtbas edildiğini söylüyor. Ne katiller, tecavüzcüler yargılanıyor ne de gerçekten ceza alıyorlar. İyi hal indirimleri onlar için var. Nazife abla yasaların da korumadığını söylüyor.

Erkek De Kadın Da Dokuz Aylık, E Niye Bu Farklılık!

Fatma Abla “Erkeğin namusu olmuyor da kadının namusu oluyor.” Diyor. Çocuktan yetiştirmeden geliyor her şey ya aslında deniyor. “Küçükken erkek çocuğu kıza baksa büyüyünce çapkın olacak derler, kız çocuğuna gelince benim kızım kimseye bakmaz şunu yapmaz bunu yapmaz denir” diyor Nazife Abla. Fatma Abla “Oğlunun yaptığıynan gurur duyar kızın yaptığına kötü der. Afedersin onu yüz kızartıcı bir şey sanar. Eşitsizlik var eşitsizlik. Kadınla erkek arasında eşitsizlik var. O erkek ya bayanlar dokuz aylık değil sanki bir onlar öyle doğdu.” Eşitsizliği ve adaletsizliği kendi dillerinde ve yaşamlarından örneklerle çok güzel anlatıyor yufkacı kadınlar. Zaman, mekan ve kişiler değişse de aslında kadınların yaşadıklarının benzer olduğunu bu küçük yufkacı dükkanında bir kez daha görmüş oluyoruz.

Eylem/Mamak


Ankara

3

NİSAN 2015

ANKARA PARSEL PARSEL BÖYLE SATILDI!

İşte O Olay Açıklamadan Örnekler

Yıllardır Ankara büyükşehir belediye başkanlığı yapan Melih Gökçek’in Ankara’nın sözde kentsel dönüşümünden nasıl faydalar sağladığı, Ankara ve çevresindeki arazilerin satışından hem kendi ailesini hem de çevresini nasıl ihya ettiği, TMMOB odaları ve muhalefet partileri tarafından belgeleriyle yıllardır dillendiriliyor ve yargıya taşınıyordu. Ancak ilk defa bir AKP’li hem de hükmet temsilcisi sesli bir şekilde Melih Gökçek’in Ankara’yı parsel parsel sattığını itiraf etti. Arkasında iktidar bloğundaki derin çatlakların ve güç oyunlarının yattığı Bülent Arınç - Melih Gökçek didişmesi Ankara’nın kimlere, nasıl satıldığını bir kez daha gözler önüne serdi.

DİKMEN VADİSİ: Kelepir Üniversite Arazisi

DIŞKAPI: Tarihi Su Süzgeci Arsasına Ne Yapıldı?

TÜRGEV: Ankara Parsellerinin Yeni Müşterisi

Melih Gökçek, bitmeyen projeleri ile halkın bütün bağlarını ve bahçelerini işgal edip, evlerini başlarına yıktığı Dikmen’de 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu öncesinde bir vakıf üniversitesi için arsa devri gerçekleştirdi.

Bülent Arınç’ın Ankara’yı parsel parsel paralele sattı dediği arsalara bir başka örnek de Dışkapı bölgesindeki tarihi su süzgecinin olduğu arazi.

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu ve aileden isimlerin de yer aldığı TÜRGEV’e, Ankara’da, cumhuriyetin ilk toplu konut projesi olan Saraçoğlu Mahallesi’nden sonra, Emek semtinde bulunan Maliye Lojmanları da tahsis edildi.

Cumhuriyet tarihinin ilk yıllarında temeli atılıp inşa edilen su süzgeci 2014 yerel seçimlerinden önce yine cemaate yakınlığı ile bilinen Turgut Özal Üniversite’sine devredildi. Üniversiteye devredilen bu arsanın kaderi de yerel seçimler sonrasında değişti. Büyükşehir Belediye Meclisi’nde, arsanın altlığı defalarca değiştirildi. Daha önce inşaat emsali de yükseltilerek eğitim ve sağlık alanı olarak tanımlanan bölge önce itfaiye alanı, ardından inanç müzesi alanı olarak düzenlendi. Üniversitenin bu alana belirtilen tesisleri yapması düşünülemeyeceği için arsa fiilen kullanım dışı kalmış durumda.

Gazetemizin ilk sayısının arka kapağında işlediğimiz Dikmen Metnin Akkuş Mahallesi’nin hemen karşı yamacında bulunan bu büyük arazi önce oralarda yaşayan halkın boşaltılması ile önce Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne geçmiş oradan da bir türlü öğrenilemeyen bir bedelle cemaate yakın bir vakıf üniversitesine satılmıştı. Arsanın satışından sonra söz konusu parsellerin inşaat oranları da değiştirildi. Daha önceleri 1 parselin emsali 1.35 konutken, 1.75’e çıkarılarak yurt alanına çevrildi. Hükümet-Cemaat çatışmasının ardından söz konusu alan yeniden eski haline getirildi. (Karar tarihi: 14.03.2014) Halen üniversite inşaatının sürdüğü bölgede, bazı binaların inşaatı sürüyor. Bölge sakinleri, binalardaki inşaatın son dönemde yavaşladığına dikkat çekiliyor.

Konuyu CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, bir soru önergesiyle Meclis gündemine taşıdı. Kart, konuyla ilgili olarak Başbakan Davutoğlu’na şu soruları yöneltti: - Tarafımıza ulaşan yeni bulgulara göre; daha önce Sümerbank’a ait iken özelleştirme kapsamında Hazine’ye verilen ve Maliye Lojmanları olarak kullanılan taşınmazların TÜRGEV’e devredildiği ya da kullanımına – yararlanmasına tahsis edildiği ileri sürülmektedir. Bu taşınmazların akıbeti nedir? - Bu taşınmazların (Maliye Lojmanları) TÜRGEV’e ya da başka bir gerçek kişiye veya tüzel kişiye devri, tahsisi, kullanımına verilmesi söz konusu mudur? - Türkiye’de TÜRGEV’e tahsis, devir, irtifak, bağış ve sair nam altında kullanımına, intifaına devredilen taşınmazların, ocakların, madenlerin, meraların, orman alanlarının niteliği ve niceliği nedir?

Gökçek’in “Parselparsel Sattığı Ankara” İçin Suç Duyurusu Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, kendisini Twitter’dan “Seni istemiyoruz” yazarak istifaya çağıran Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Ankara’yı “parsel parsel sattığını” itiraf etmesinin ardından Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Gökçek hakkında suç duyurusunda bulundu. Mimarlar, Bülent Arınç’ın itiraflarından yola çıkarak, Gökçek hakkında ‘görevi kötüye kullandığı ve menfaat sağladığı’ iddialarıyla suç duyurusunda bulundu. Konuyla ilgili yazılı açıklama yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan; “Cumhuriyet savcılarının işini kolaylaştırdık, suç duyurusunda bulunduk. Bu sürecin kapanmasına izin vermeyeceğiz, tanık ve itiraflar ortada, hükümet sözcüsü Gökçek’i ihbar etti. Ancak tüm bu kentsel rantın paylaşım sürecini Gökçek tek başına organize etmedi. Parselleri belirleyenler, parselleri ucuza kapatanlar, parsel parsel satanlar, plan değişikliği teklif eden-

ler, emsal arttıranlar, plan değişikliğini onaylayanlar, pay alanlar, Gökçek’e soruşturma izni vermeyenler, göz yumanlar, bilip de konuşmayanlar, aday gösterenler hepsi sorumlu. Parsel parsel yargı önünde hesap verecekler bizde bunu adım adım takip edeceğiz, kaçak sarayda olduğu gibi. “ ifadelerini kullandı.


NİSAN 2015

Kent ve Yaşam

ŞAHİNTEPE’DE ÇÖP SORUNU Mamak Şahintepe’de yol kenarında bulunan çöpler in-

sanları rahatsız ediyor. Şahintepe 683. Sokaktan başlayarak yürüdüğünüz zaman neredeyse her sokakta çöplerle karşılaşmanız mümkün, mahalle halkı ise bu durumdan rahatsız.

Belediyeye gerekli şikayetlerin yapılmasına rağmen belediyeden de her hangi bir çözümü yok. Esasında çözüm yok derken belediyenin tek çözümü saat 20:00’dan sonra çöplerin atılması. Ankara’nın birçok yerinde nadiren görebildiğimiz çöp konteynırları ise Şahintepe’ye uğramamış. Belediye çöp konteynırları koymak yerine belli bir saatten sonra çöplerin sokağa atılmasını öneriyor. Bu durumda aslında var olan soruna çözüm üretmiş olmuyor, sadece sorunu ertelemiş oluyor.

Halk Çöplerden Rahatsız!

Mahalle halkı ise “parkların etrafında bile çöpler bulunduğunu bunlara belediyenin bir çözüm üretmediğini sadece küçük kutu çöplüklerin olduğunu, esasında büyük ağzı kapanan çöp konteynırlarının bulunmadığını bu durumda parka çocuklarını oynamaya götürdüklerinde bu çöplerden mikrop kapabileceklerini ve bu durumdan huzursuz olduklarını” belirtiyor ve “belediyenin her dönem yaptığı gibi belli yerlere sadece kaldırım yenileme çalışmaları yapmaktan öte bir şey yapmadıklarını” vurguluyorlar… İnsan merkezli düzenlenmeyen kent ya-

şamı, her yerin betonlaştırılması, yeşil alanların ranta açılması, sokakların otomobillerle dolması ve neredeyse her boş arazinin otoparka çevrilmesi gibi sorunlarla uğraşan ve her geçen gün bunlara maruz kalan halk bir de çevreye saçılan çöplerin rahatsızlığıyla kent yaşamında kendisini ifade edemiyor. Hayatın betonlaştırıldığı her alanda zaten sınırlı sayıda kalan parklarda bile temiz hava solumaktan alıkonuluyor… Turgut/Tuzluçayır

Gökçek’in Robotuna Suç Duyurusu Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in “prestij” projem dediği, Atatürk Orman çiftliğine dikilen, Saray’ın koruyucusu olarak nitelen- Bu nedenlerle suç duyurusunda budirilen robot mahkemeye lunduk. Atatürk Orman Çiftliği’nde Ankaverildi. Mimarlar odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan Ankapark’ın yürütülmesinin durdurulduğunu söyleyerek şunları ekledi; “Alınan yargı kararına rağmen belediye tarafından hukuka aykırı bir biçimde Ankapark’ın yapım süreci devam etmektedir. Üstüne bir de Çiftlik kavşağına Robot heykeli dikilmiş,bu heykelin Ankapark’ın tanıtımı amacıyla konulduğu açıklanmıştır.Yargı kararı gereği uygulama yapılmaması gereken bu alanda satın alma ve yapımların devam etmesi her geçen gün kamu israfını büyütmektedir.Bu durum aynı zamanda şikayet edilen idare yetkililerinin yargı kararını uygulamama hususundaki ısrarını ortaya koymaktadır.Büyük bir kamu israfı olan transformers şeklindeki otorobot aynı zamanda kamu kaynaklarının etkili,ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını düzenleyen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunun amacına aykırılık teşkil etmekte ve Kamu Maliyesinin temel ilkeleri olan Maliye politikası,makroekonomik ve sosyal hedefler ile uyumlu bir şekilde oluşturulur ve yürütülür ile Maliye politikası,makroekonomik ve sosyal hedefler ile uyumlu bir şekilde oluşturulur ve yürütülür ilkelerini ihlal etmektedir.

park’ın yapılmasının zaten Atatürk’ün vasiyetinin ihlali olduğunu belirten Tezcan Karakuş Candan,”Birinci Derece Doğal SİT alanı olan Atatürk Orman Çiftliği’nde Dikilen heykeller Büyük Şehir Belediyesi’nin Atatürk’ün vasiyetini ihlal ettiğini bir kez daha göstermektedir. Ankapark’ta yargı kararları ortadadır, hukuka uyulmalı ve Ankapark için hiçbir harcama yapılmaması gerekmektedir. Davalar devam etmektedir.”dedi. Tüm bu olanların yanında Melih Gökçek’in “Prestij” projesi olarak nitelendirilen bu heykel, Gökçek’in sosyal paylaşım sitesi twitter hesabı üzerinden ”hangisi daha yakışıklı” diyerek bir anlamda oylamaya sunduğu transformers maketlerine pek benzetilememesi halk arasında ve sosyal medyada bir diğer tartışma konusu oldu. Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın geçtiğimiz yıllarda Kars ilini gezerken Heykeltraş Mehmet Aksoy’un eseri olan Barış ve Kardeşlik Heykeline rastlayıp;“Burada Hasan Harakami Hazretlerinin hemen yanı başına bir ‘ucube’ koymuşlar, garip bir şey dikmişler.”söylemi hatırlara geliyor. Cumhurbaşkanlığı sarayının hemen karşısına koyulan bu robot için Erdoğan’ın ne söyleyeceği de ayrıca merak konusu. Abdullah/Pursaklar

4

Tandoğan Meydanı “Anadolu” Oldu Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin AK Partili 5 meclis üyesi önerge vererek, Tandoğan isminin kaldırılmasını ve ‘Anadolu Meydanı’ isminin verilmesini istedi. Görüşülen isim değişikliği önergesine CHP’li meclis üyeleri itiraz etti. MHP’li üyeler ise Tandoğan isminin değiştirilmesinde çekimser oy kullandı. Meclis’te geçen kararla meydanın adı resmen Anadolu Meydanı olarak değişmiş oldu. Ankara’nın bütün meselelerini ulaşımı, su sorununu, yolsuzluk ve rant me-

selelerini, karış karış parsellenen mahalleleri ile ilgili tüm sorumluluğunu yerine getiren Belediye Meclisinin bu kararı ile artık Ankara daha yaşanılabilir bir yer ve daha neslimize yakışır isimde bir meydana sahip olmuş oldu.

Keçiören’deki Kule Yıkılacak, 27 Milyon Lira Çöpe Gitti

Keçiören’de,“Türkiye’nin en yüksek kulesi” olması hedefiyle 2003’te temeli atılan Cumhuriyet Kulesi’nin akıbeti sonunda belli oldu.

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi ‘imara aykırılık’ ve ‘mania hattı’ engeline takıldığı için 6 yıldır atıl bekleyen kulenin imar planı değişikliğini reddetti. İnşaatına tam 27 milyon lira harcanan 144 metrelik kule yıkılacak. Yıkımına ise birkaç milyon lira para harcanacak. Yerine ise kimsesizler yurdu yapılacak imiş. Sormak istiyoruz: Türkiye halkının 30 milyonu “muhtaç”ken alacağı iki kilo patates bir baş soğan için pazar pazar gezerken halkın ve Ankaralıların vergileri ile nasıl bu kadar rahat oynanabilmekte? Nasıl bu kadar kolay çarçur edilebilmekte? Bu 27 milyonun hesabını kim soracak?

Aydınlıkevler’de Bir Yorgancı Hüseyin Amca Bundan bir kaç ay önce gazete dağıtımı sırasında tanıştığımız Hüseyin Amcayla yorgancılığı, elin emeğini, emeklinin halini konuştuk. İyide etmişiz, tam işin erbabına gelmişiz. Aydınlıkevler Pazaryeri yakınında ki bin bir renk bin bir motif dükkânında karşılıyor bizi Hüseyin Amca. 1966’dan beri Aydınlıkevlerli ustamız. işte. El sanatlarından devlet vergi almaAslen Trabzonlu. Eskiden 20 sene Çev- malı, sıfır faiz kredi verilmeli, reli Caddesinde icra etmiş sanatın son- Motifleri soruyoruz, anlamlarını. Çeyiz raları yıkılınca bina buraya geçiyor. Du- yorganıymış bunlar. Babamdan gördükrabilir miyim ben şimdi cadde de diyor. lerim diyor. Hatta onunda babasından gördükleridir bu motifler. Geleneksel bir Yorgancılık baba, dede mesleği. Yorgancılık Korunmalı Des- şey. Yeni yaptıklarımızda oluyor. Ama bakın bir şey söyleyeyim yarın arasanız teklenmeli İşleri, mesleği soruyoruz. Bir dokun bin da bu geleneği bulamayacaksınız. Konah işit. Önceden 5-6 kişi yetiştiremezdik feksiyondan aldığınla terzide diktirdiğin bir mi ama yarın dikecek terzi bulamabugün talep yok. Yorgancılık değil sadece bütün el sanat- yacaksınız. ları, elin emeği olan mesleklerin gelece- Bu Sistem Öyle Bir Sistem ki ği yok artık. Eskiler sanat olarak görür Hep Güçlünün Yanında bu mesleği belki sizin anneleriniz. Ama Son ekleyeceğin bir şey var mı dediğibugün yün de neymiş diyorlar oysaki miz de son seçim vaatlerine sitem edibilseler kullandıkları elyaflardan bin kat yor. Kesin yazın diye de tembihliyor. daha sağlıklıdır. Zahmetli ama sağlıklı. Bugün hiçbirisi 6-7 bin lira maaş alıyor Bununla ilgili bir bilinçlendirme yok. bakin benim gibi ömrünü elinin emeğiyOysa bir sürü kamu spotu oynatıyorlar le kazanmış bir emekli 860 lira alıyor. madem çok destekliyorsunuz koyun el Bir ikramiye vereceğiz diyor biri. Bumu sanatları ula ilgili şeyleri de. adalet, bu mu sosyal devlet. Kendileri15 -20 senedir geriliyor işler. İnanın ben ne binlerce lira zam yapmayı biliyorlar. kendi çocuğuma öğretmiyorum, ne ya- Bakın o da ekmeği 1 liraya alıyor bende. pacak öğrenip alan yok, iş yok. Hak mı, reva mı?

Bugün Her şey Sermaye Olmuş

Ne yapmalı diye soruyoruz. Söz değil destek lazım. Diyor Hüseyin Amca, Kültür Bakanlığı desteklemeli sanatkârı. Bu kültür değil de nedir. Sanat bugün ancak böyle devam eder. 30 liraya yorgan dikilir mi dikilmez ama dikiyoruz

Merve/Aydınlıkevler


Emek

5

NİSAN 2015

Bilkent Sağlık Kampüsünde İşçi Sağlığı Yok! Dünya’nın tek seferde inşa edilen en büyük hastanesi olarak adlandırılan 1.2 Milyar Euro tutarındaki Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü inşaat alanında iskele çöktü. AKP’nin kent içerisindeki dokuz hastaneyi kapatarak sağlık kampüsü içerisinde toplayacağı projesi ve yapımcısı olan Dia İnşaat tarafından “Avrupa’nın en büyük sağlık kampusu” nitelemesiyle sunulan Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü inşaatında meydana gelen iş “kazasında” 2si ağır 5 işçi yaralandı. Çökme sonucunda Zeynel B., Halil İbrahim B., Veysel B., Efkan A. ve Hakan S. isimli işçiler, çöken iskelenin altında kaldı. İskele altında kalan işçilerin yardımına olay yerinde bulunun diğer işçiler koştu. Yaralılar ambulanslarla çevredeki hastanelere kaldırıldı. Sağlık kampüsü diye adlandırılan yerde işçi sağlığı göz ardı ediliyor. Kamu özel ortaklığıyla inşaatına devam edilen yer için Sağlık Bakanlığının, şirketlere orman alanı üzerinden milyonlar kazandıracağı ve kullanılan orman arazisine uygun inşaat izninin de olmadığı söylenmişti. Yine rant ve parsellemenin, milyonların döndüğü, kar için şirketlere açılan alanın inşaatında olan ise işçilere oluyor.

1Mayıs geçmişten bugüne tüm işçilerin insanca çalışma şartları için verdiği mücadelenin bir temsilidir. 1 Mayıs bugün sadece bahar bayramı izlenimi verse de aslında tüm işçilerin ve tüm ezilenlerin mücadelesinin toplumun her kesimi ile birleştiği gündür. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu güzel ülkemizde geçinmek, insanca yaşamak çok zor. Hayat pahalılığı her gün bir öncekini aratır hale getiriyor insanları. Bu hayat pahalılığı ile başetmek isteyen işçiler çok uzun saatler boyunca çalışmak zorunda kalıyor. Yaşamayı zorlaştıran çalışma saatlerinin üzerine patronların çok daha fazla kazanabilmesi için eklenen kötü çalışma şartlarıyla birlikte işçiler gün be gün ölüme yaklaşıyor. Resmi verilere göre ülkemizde her gün en az 4 işçi ölüyor. Bu şartlar altında çalışmak zorunda olan milyonlarca işçi güvencesiz çalışmayı hatta çok daha düşük ücretle çalışmayı bile kabul etmek zorunda kalıyor. Çalışma şartlarının bu kadar kötü olduğu ülkemizde kadın işçi olmak ayrı bir işkence haline geli- yor. Zaten ev içi emeği hiç görülmeyen, evde ki erkek tarafından ezilen kadın bir de işyerinde ikinci defa eziliyor daha çok sömürülüyor. Erkek işçi ile aynı işi yapmasına rağmen ondan daha düşük ücretle ve güvencesiz çalıştırılıyor. Bu kadar uzun saatlerde ve böyle kötü koşularda çalışan işçi anne ya da baba evinde verimli olamaz, iş yeri dışında bir yaşamı olamaz. Yani aslında emeğinin karşılığı bile olmayan para onun tüm hayatını da elinden almış olur. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de listemize çocuk işçiler ekleniyor. Ucuza, hatta karın tokluğuna çalışan çocuklar patronları zengin etme uğruna çocukluklarından koparılıyor. Patronların bir villacıkları daha olsun diye madenlerde yaşam odaları yok, patronlar daha çok kazansın ve sistem devam etsin diye her gün yüzlerce işçi ölüyor. Tam da bu yüzden işçilerin çok çalışıp patrona kazandırdığı değil işçilerin çalışıp işçilerin kazandığı patronsuz bir dünya mümkün demek için, emeğin karşılığını eşit bir şekilde almak için, tüm ezilenlerin haklarını savunmak için grev haklarına sahip çıkarak alanlara, sokağa çıktılar.

Sosyete Hep Buradan Alışveriş Yapıyormuş! Nişantaşı Pazarında stand açmış emekli bir ablamızla sohbet ettik. Bazen sosyete hep buradan alışveriş yapıyor seslenmeleriyle inleyen ve renkli gözüken bir pazarda esasen kim ne alışverişi yapıyor, ne sıkıntılar yaşanıyor bilmiyoruz. Biz de geçim derdinden, pazarda esnaf olmaya ve buraya gelenlere kadar neler yaşandığından, sıkıntılarından konuştuk. Emekli olduğunu ama neden burada çalışmaya devam ettiğini sorduk önce. Emeklilerin kazancının ortada olduğunu burada bir şekilde para kazanmaya çalıştığını söyledi. Onun da söylediği gibi emekliler perişan halde zaten, stand kiralayıp, pazara çıkıp veya başka bir işle geçinmeye çalışıyorlar. Burada para kazanma umuduyla stand açmaya çalışan çok kişi var. dükkanı olup bantlar geliyor ancak burada da batıyor.“Hatta günlük 50 liraya yevmiye ile çalışan öğrenciler var… Elimizdeki malı 1-2 lira karla satıyoruz ona rağmen kazanamıyoruz ki gelen insanların da alım gücü ortada. Hepimizin sıkıntısı geçim…”

diyor ablamız. Sosyete pazarlarında stand açan esnafların esasen kazandığı bir para olmadığı söyleniyor. Sadece kira parasını çıkarmak için çalışıyorlar. Asıl vurgunu ise pazarı işletenler yapıyor. Trilyonlarca para kazandıkları söyleniyor kira bedelleri ile.

Sosyete pazarlarına sıkı kontrol getirileceği, haksız kazanç olduğu söyleniyor. Eğer devlet kontrol getirmek istiyorsa, işletenlerin yakasına yapışması gerekiyor pazarda mal satmaya çalışanların değil. Standlar için her katı 3 metrelik bölümlere ayırıyorlar. Her katın kirası ayrı. 700 750 civarında stand var burada. Buradan kazandığı ortalama para da aylık 1 trilyon civarı olduğu söyleniyor ve bütün pazarlarda dönen çark ise hep böyle. Hüsamettin/Ege Mah.

Haklarımız

Av.Gülşen Uzuner

haklarimiz06@gmail.com

İŞSİZLİK SİGORTASI Ülkemiz de işsizlik tehlikeli boyutlarda. Hiç iş bulamayanlar ve belirli bir süre çalışıp işsiz kalanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Çalışanların işsiz kaldığında güvencesi olarak lanse edilen işsizlik sigortasını inceleyeceğiz. Kural olarak her sigortalı çalışan işsizlik sigortası primi ödediği için, işsizlik sigortası ödeneğine hak kazanabilmelidir. Ancak sigorta primlerinin devlet tarafından amaç dışı kullanımı ülkemizde yaygın bir hal aldığından işsizlik sigortası ödeneğine de belli koşullarda hak kazanılabilmektedir. Kimler İşsizlik Sigortası Ödeneğine Hak Kazanabilir? Bir hizmet akdine dayalı olarak çalışan sigortalılar, sandıklara tabi sigortalılar, ülkemizde çalışma vizesi ile çalışan yabancı işçiler işsizlik sigortasının kapsamındadır. Ödeneğe hak kazanabilmek için hizmet akdinin feshinden önceki son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış ve son üç yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemiş olmak gerekmektedir. Prim koşulunun yanında kendi kusuru ve isteği dışında işsiz kalmış olmak gerekmektedir. Yani çalışanın iş akdi işveren tarafından haklı nedenler dışında feshedilmişse ödeneğe hak kazanabilir. Buradan çalışanın iş akdini feshettiği bazı durumlar özellikle vurgulanmalıdır. İşveren çalışanın ücretini zamanında ödemiyorsa, eksik ödüyorsa, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranıyorsa sözleşmeyi çalışan feshetse dahi işsizlik ödeneğine hak kazanabilmektedir. Ancak ödeneği almak için başvuru yapılan “İşten Ayrılış Bildirgesi”ni işveren hazırladığı için pratikte iş akdinin fesih nedenini çalışan belirleyememektedir. İşsizlik Sigortasına Nasıl Başvurulur? İş akdinin feshini izleyen 30 gün içinde en yakın İŞKUR birimine “İşten Ayrılış Bildirgesi” ile başvurmak gerekmektedir. 30 günü geçiren çalışanların ödeneği alma süreleri geçirdikleri güne göre azalmaktadır. Ödenek Miktarı Ve Süresi Nedir? Hizmet akdinin feshinden önceki son 3 yıl içinde; 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 180 gün, 900 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 240 gün, 1080 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 300 gün, süre ile işsizlik ödeneği verilmektedir. Günlük işsizlik ödeneği, çalışanın son 4 aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %40’ı olarak hesaplanmaktadır. Ancak üst sınır da mevcuttur. Ödenek miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının %80’ini geçemez. İşsizlik ödeneği nafaka borcu hariç haczedilemez ve devredilemez. Hesaplanan ödenekten Damga Vergisi kesilir. İşsizlik Ödeneğinin Kesildiği Haller İşsizlik ödeneği almakta iken; İŞKUR tarafından teklif edilen mesleklerine uygun ve son çalıştıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanı sınırları içinde bir işi haklı bir nedene dayanmaksızın reddedenlerin ödenekleri tekrar başlatılmamak üzere kesilmektedir. İşsizlik ödeneği aldığı dönemde kayıt dışı olarak çalıştığı tespit edilenlerin işsizlik ödenekleri tekrar başlatılmamak üzere kesilmektedir. Ayrıca verilen ödenek faizi ile birlikte tahsil edilmektedir. “Emeklilik” gerekçesiyle yaşlılık aylığını almaya başladığı tarih itibarıyla kesilir. İŞKUR tarafından önerilen meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimini haklı bir neden göstermeden reddeden veya kabul etmesine karşın devam etmeyen ve haklı bir nedene dayanmaksızın yapılan çağrıları zamanında cevaplamayan, istenilen bilgi ve belgeleri öngörülen süre içinde vermeyenlerin işsizlik ödenekleri kesilmektedir. Sigorta Sağlık Hizmetini De Kapsar İşsizlik ödeneği alanlar genel sağlık sigortası kapsamında olup bakmakla yükümlü olduğu kişiler de genel sağlık sigortalısı kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. İşsizlik Sigortasının Yararlanma Koşulları Ağır, Ödenek Miktarı Düşük! DİSK verilerine göre işsizlik fonunda toplanan paralar milyarları bulmasına rağmen ancak %23’lük bir kısmı çalışana ödenmiş. Çoğu çalışan prim ödeme koşulları ve işverenin belge vermemesi yüzünden ödenekten yararlanamazken yararlananlar ise ödedikleri prime göre oldukça az bir miktar elde edebiliyorlar. Fonda biriken para ise siyasal iktidarın ve patronların iştahını kabartıyor. Patronlara yatırım teşviki vs. olarak geri dönüyor.


Türkiye’den Haberler

NİSAN 2015

Av. Murat Yılmaz

Direnişte ilk düşen… Kimimizin Gezi Derinişinde diğer düşenler kadar önem vermediğimiz, kimimizin klasik bir trafik kazası olarak değerlendirdiğimiz, kimimizin göz ucuyla gazete haberlerinde göz attığımız Mehmet Ayvalıtaş Gezi Direnişinin daha başında 2 Haziran 2013 gecesi Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde gerçekleştirilen protesto gösterisinde yol göstericiler tarafından trafiğe kapatılırken, hızla göstericilerin arasına dalan bir araç tarafından katledildi. Evet, Haziran Direnişi başlamıştı. Sokağa tereddütsüz ilk çıkan direnişçilerden biriydi Mehmet. Direniş sürerken TEM otoyolunun bir şeridi sloganlarla kapatılırken, Mehmet’in de içinde bulunduğu direnişçiler ikinci şeridin kapatılması için sloganlarla trafiği kapatıyorlardı. Bazı araçlar yavaşlayıp dururken, katilin kullandığı araç bilerek Mehmet ve yanındakilere hızla çarptı. Bu basit bir trafik kazası değildi. Hızla gelen araç göstericileri görmesine rağmen, diğer araçlar yavaşlamasına rağmen hızla direnişçilere çarparak Mehmet’in ölümüne neden oldu. Her şeyi en iyi bilen yetkililer olayı “trafik kazası” olarak kayıtlara geçirdiler. Ve elbette katil Mehmet Görkem Demirbaş tutuklanmadı. Mehmet Ayvalıtaş’ın yanındaki görgü tanıkları ve diğer deliller elbette görmezden gelindi. Soruşturma polisin düzenlediği “trafik kazası” tutanağı ve olay yeri tutanağına göre yürütüldü ve böylece basit bir trafik kazası olarak sonuçlandırıldı. Soruşturmayı yürüten C. savcısı bütün taleplere rağmen olay yerinde keşif dahi yapma gereği duymadı. Adalet Saraylarında oturan “adaleti” sağlayacak çalışmalar yapması gereken C. savcısı taksirle ölüme neden olmak suçundan dolayı katil hakkında sadece iki yıl hapis cezası talebi ile dava açtı. C. savcısına göre adalet yerini bulmuştu. Mehmet’in öldürülmesine ilişkin ilk duruşmada duruşma salonunun kapısı içeriden kilitlendi, basın mensupları, avukatlar tartaklandı ve elbette duruşma salonunun içinde belinde silahlı polisler vardı. Duruşma salonunun önünde bir gazlı saldırı olmazsa olmazdı elbette. Evet, bu dava basit bir trafik kazası davası değildi. Yapılan yargılama, kolluk kuvvetlerinin pervasız saldırıları, alınan önlemler bunu gösteriyordu. Devlet katili taksirle ölüme sebebiyet vermekten yargılıyordu ve ancak gerçek hiçte öyle değildi. İlk duruşmada polisin saldırısının ardından elbette tutuklanma talebi ret edildi adeta dalga geçer gibi göstermelik bir duruşma yapıldı. İlik duruşmadan sadece 20 gün sonra Mehmet’in annesi Fadime Ayvalıtaş oğlunu kaybetmenin acısına ve devletin yaptıklarına dayanamayarak kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Mehmet’i katledenler, katledenleri kollayanlar, Fadime Ana’ya acılar yaşatarak kirli acımasız vicdanlarını bir kez daha ortaya koydular. Fadime Ayvalıtaş binlerce kişinin katıldığı cenaze töreniyle kadınların omuzlarında son yolculuğuna, Mehmet’in yanına uğurlandı. Oğlunu ve eşini kaybeden Mehmet7in babası Ali Ayvalıtaş kalp ameliyat geçirdi. Göstermelik yapılan Birkaç duruşma daha tüm taleplerin reddi ile duruşma günü verilmekle geçti. Son duruşmada bu kez mahkeme salonuna gitmek isteyen Mehmet’in geride kalan ailesi polisin ve özel güvenlik görevlilerinin saldırısına uğradı. Ali Ayvalıtaş saldırı sonucu fenalaştı. Mahkemeyi izlemeye gelen, Mehmet’e sahip çıkanlar koridorlarda yerlerde sürüklendiler. Duruşma salonuna giren Mehmet’in babası mahkeme heyetine “Hem oğlumu aldınız, hem eşimi aldınız. Şimdi de beni dövüyorsunuz. Kime sığınacağız” diyerek tekrar fenalaştı. Sağlık görevlileri tarafından tekerlekli sandalye ile ambulansa götürülürken Ali Ayvalıtaş gözyaşları dökerek “dövülmesine” isyan ediyordu. Evet, Ali Ayvalıtaş mahkeme heyetine “kime sığınacağız” diyordu. Adaletin Adalet sarayı yazılan yerlerde gerçekleşmeyeceği bir kez daha karşılığını bulmuştu. Adalet sokakta, sığınacağımız yer de artık sokak ve halktı...

6

Çankaya Mı Yüksek Ak Saray Mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe’deki Ak Saraya taşınmasının ardından boş kalan Çankaya Köşkü’nde Davutoğlu Bakanlar Kurulu toplantısı yaptı. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın 21 Mart’taki sert Erdoğan eleştirisi sonrası Bakanlar Kurulunun Çankaya’da toplanması dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “İzleme Kurulundan haberim yok ve uygun bulmuyorum, Dolmabahçe’deki ortak açıklamayı ise hiçbir şekilde doğru bulmuyorum” demişti. Erdoğan’ın bu sözleri üzerine B. Arınç “İzleme Kurulu ve Dolmabahçe konusunda gerekli tüm bilgiler Erdoğan’a iletilmiş ve kesinlikle çok öncesinden beri bilgisi vardır” açıklamasıyla Erdoğan’la yaşanan gerginliği ifşa etmişti. Çankaya Köşkünde toplanan Bakanlar Kurulu sonrası B. Arınç’ın yaptığı açıklama havayı daha da soğuttu. “Çözüm sürecinde İzleme Heyetinin oluşturulmasını Hükümetimiz uygun görmektedir. Kimin hangi görevleri yapacağı konusunda bir yol haritamız mevcuttur. Ül-

keyi yöneten hükümettir, sorumluluk da hükümettedir.” Çankaya Köşkündeki bu açıklamadan sonra, akıllara “Çankaya mı yüksek Ak Saray mı yüksek” sorusu geliyor. Kimin büyük pardon nerenin yüksek olduğunu zamanın göstereceğine ve bu zamanın da çok uzun olmayacağına dair genel bir kanının oluştuğu görülüyor.

Yardıma Muhtaçların Sayısı 30 Milyona Çıktı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı açıkladı. 2015 bütçesi sunum kitapçığına göre nüfusun yüzde 40’ı muhtaçlar kategorisinde yer alıyor. 52 milyon 695 bin kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede, 10 milyon seçmen yardımlara muhtaç yaşıyor. Ekonomik sorunların artık inkar edilemez şekilde kendini hissettirdiği, gıda fiyatlarının her gün arttığı ve bir milyon kredi kartı kullanıcısının hacizli olduğu Türkiye’de, AKP iktidarı iki yılda 7 milyon daha yoksul yurttaş yarattı. 2012’de 23 milyon 668 bin olan yardıma muhtaç insan sayılı geçen yılsonunda 30 milyon 500 bine yükseldi. Yardıma muhtaç hane sayısı da 6 milyon 768 binden 8 milyona ulaştı.

Saray Herşeyi Gözetleyecek

Saray’da tüm MOBESE ile İHA görüntülerinin izlendiği ve saklandığı bir merkez oluşturulacak. Erdoğan, tüm eylemleri, protestoları, olayları bu merkezden izleyebilecek ve müdahale edebilecek.

1.4 milyar liralık maliyeti ile herkesin dilinde olan Saray, 77 milyon vatandaşını izleyecek, özel hayat bilgilerine anında ulaşabilecek bir “gözetleme merkezi” kurmaya hazırlanıyor. Alınan bilgilere göre, teknik alt yapısı tamamlanan projede, 81 ildeki MOBESE kameralarının görüntüleri, İHA’ların çektiği fotoğraflar ile tüm güvenlik kameralarının kayıtları Saray bünyesinde izlenip toplanacak. Erdoğan, bu merkezden, “toplumsal olayları”, “askerî operasyonları” hatta trafik kazalarını bile takip edebilecek.

Hollywood Filmlerini Aratmıyor

Saray’da oluşturulan gizli ve özel Canlı Yayın Merkezin-

de, 143 ekran aynı anda görüntü sağlayabilecek. Buraya Türkiye’deki tüm görüntüler iletilebilecek (TV-Mobese-3G-IHA) ve aynı anda AFAD-POLNET-JANMARMA-MİT sistemlerinden bilgi aktarımı yapılabilecek. Aynı zamanda bütün MOBESE kayıtları arşivlenecek. Ayrıca BTK’nın merkeze kurduğu iki dev Work Station sayesinde kurum bünyesindeki her türlü özel bilgiye kolaylıkla ulaşabilecek. Operasyon durumlarında da, Genelkurmay ekranlarındaki tüm bilgiler Saray’daki Canlı Yayın Merkezi’nde toplanacak. İzlenen ve toplanan bu bilgilerin ne yapılacağı ve yasalara uygun olup olmadığı tartışılan bir başka husus.

Eyvah ‘Kemal Derviş’ Geliyor!

Dikkat! ‘CHP iktidar olursa Kemal yor. 2001 Koalisyon hükümetinin Ekonomiden Sorumlu Derviş bakan olacak’mış! CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanı Kemal Derviş’le CHP Genel Merkezi’nde baş başa görüştü. Çalışanı ve küçük esnafı yerle bir eden büyük 2001 krizinin unutulmaz baş mimarı Kemal Derviş, CHP iktidar olur ve hükümeti kurarsa Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olmayı kabul etti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Kemal Derviş’le hem Türkiye’nin, hem dünyanın sorunlarını görüştük. Özellikle ekonomi konusu Sayın Kemal Derviş’in uzmanlık alanı. Türkiye ekonomisiyle ilgili, dünya ekonomisiyle ilgili gözlemlerini, analizlerini aktardı. Ekonomiye yaptığı katkıları, çabalarını sadece CHP olarak biz değil bütün Türkiye takdirle anıyor. Bizim ekonomi programımız üzerinde de, seçim bildirgemiz üzerinde de konuştuk. Düşüncelerini aldım. Önemli katkıları oldu. Bana göre çok verimli bir görüşme. Kendisine yürekten teşekkür ediyorum.” dedi. Kemal Derviş’in CHP’ye önümüzdeki dönemde verebileceği katkılara ilişkin uzun ve ayrıntılı konuşulduğu öğrenildi. Küçük esnafın batmasına, çalışanın kredi mağduru olmasına yol açan 2001 krizinin mimarı Kemal Derviş’in hangi değerli düşüncelerini Kemal Kılıçdaroğlu’na aktardığı ve bu değerli bilgilerin hangi kriz ve kaoslara yol açabileceği önemli bir merak konusu olarak duru-

Devlet Bakanı Kemal Derviş, 2001 krizinin mimarı ve borç batağının baş sorumlusu olarak zihinlerde yer etmişti. 2001 krizindeki bu rolü çalışan ve küçük esnaf tarafından bugüne kadar unutulamadı. Ayrıca, 2001 Ecevit koalisyonunun yıkılmasına sebep olarak, AKP’ye iktidar yollarını açan, R. Tayyip Erdoğan’a ülkeyi hediye eden kişi olarak da bilinmektedir. “CHP’nin söz sahibi olduğu bir hükümet kurulursa, ekonomiden sorumlu bir görevi kabul ederim” diyen Kemal Derviş’in bu sözlerine korkuyla bakılıyor. 2001 krizini hatırlayan esnaf ve çalışan kesim, Kemal Derviş deyince öfkelerini hiç gizlemiyorlar: “Ne AKP ne de CHP” “ikisinden de bizlerden yana bir hayır yok” “2001 de K. Derviş, şimdi de Erdoğan bizleri kandırmaya çalışıyor” bunlara dur diyecek, yüzümüzü güldürecek halktan garibandan yana birileri gelsin, yetti gayri” diyerek tepkilerin öfkelerini gösteriyorlar.


Türkiye’den Haberler

7

Erdoğan Tek Adamlığı Mı

Ahval-i Umumiye

Yalnızlık Mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ak Saray’a geç-

Umut Büyüyor,Akp Küçülüyor!

lemciler tarafından berbat bulunuyor” ifadeleri yer alıyor. Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçip tek adam haline gelmek amacında olduğu belirtiliyor. Oy kaybını gördüğü ve bu nedenle amacına ulaşmak için de her yolu deneyeceği iddia ediliyor.

Türkiye Yemen’e Savaşa Mı Gidiyor?

Mart ayın son günlerinde, Suudi Arabistan Yemen’de ABD’den destek kapsamlı bir askeri operasyon başlattıklarını açıkladı. ABD’de ise Başkan BaraSuudi Arabistan “Yemen Cumhurbaşkanı Abdurrrabu Mansur Hadi’nin hükümetini korumayı amaçladığını” ve hava saldırılarına Körfez Arap ülkelerinin de destek verdiğini bildirdi. Suudilerin Yemen’deki saldırıya 150 bin asker ve 100 savaş uçağıyla katıldıkları açıklandı. Saldırı Koalisyonda Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt, Katarve Mısır başta olmak diğer Arap Birliği ülkeleri

yer alıyor. Suudilerin öncülüğünde, Erdoğan’ın sevmediği Sisi’li Mısır’ın da bulunduğu saldırılarda, çocuk ve kadınların çoğunlukta olduğu çok sayıda sivil insanın öldüğü haberleri alınıyor. Husilerin liderlerinden Muhammed el Buheyti “Suudi Arabistan’ın Yemen’deki saldırısının bölgede geniş çaplı bir mezhepler arası savaşı tetikleyebileceğini” söylüyor.

ck Obama saldırıya lojistik ve istihbarat desteği sağlama sözü vererek, saldırıya açıkça destek çıktı.

Erdoğan savaş istiyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise verdiği demeçte, Türkiye ’nin Yemen’deki saldırıyı desteklediğini ve lojistik destek verebileceğini söyledi. “İran ve terörist gruplar Yemen’den çekilmeli” dedi. Erdoğan’ın bu sözleri üzerine İran’dan açıklama ve Nota geldi. “Erdoğan’ın Tahran’a yapacağı ziyaretin iptal edilmesi” istendi. Erdoğan’dan sözlerini geri almasını ve davranışlarını gözden geçirmesini isteyen İranlı yetkililer, “İran Yemen’in iç işlerine karışmamaktadır. Erdoğan’ın kullandığı ifadeler, boş ve münafıkcadır. Asıl Türkiye IŞİD gibi terör örgütlerini desteklemektedir.” yorumunda bulundular.

400 Olmadı Bari 330 Verin

Katıldığı her açılış, her programda AKP’ye oy toplamaya çalışan Erdoğan, 400’den açtığı pazarlığı 330’a düşürmüş görünüyor. Seçimler yaklaştıkça, AKP oylarındaki düşme ve gerileme, AKP kurmayları arasında panik ve korkuyu artırıyor. Oylarda düşme olduğu onlar tarafından açıkça dile getiriliyor. Yapılan anketler ve bizzat Başbakan danışmanı E. Mahçupyan’ın açıklamalarına göre; rüşvet, yolsuzluk, kriz ve iç kavgalar neticesinde AKP kan kaybında uğramış ve takati azalmıştır. AKP’nin bu kan kaybını nasıl gidereceği ve kanı nerelerden alacağı araştırılıyormuş. Bu konudaki son açıklama, Erdoğan’ın “beraber çıktık biz bu yollara” diye seslendiği B. Arınç’tan geldi. Bir daha vekil olamayacağını bilen Arınç, hidayete ermiş olmalı ki, belli bilgileri ayan etti, ortalığa saçtı. Ardı ardına yaptığı açıklamalarla bazılarının keyiflerinikaçırdı ve canlarını sıktı. Osman Gökçek’in adaylığına açıktan olmaz dedi. Başkanlığın oldu bittimaşallah yapılmasına karşı çıktı. Milletvekiliyken, şahit olmuş veya bilgi sahibi olmuş olmalı ki, milletvekillerin vekilliği paraya, ikbale çevirmesinin yanlış olduğunu söyledi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, 400 olamayacağını 330’u bile bulabilirlerse öpüp başlarına

Hayri Baba

hayribaba0606@gmail.com

ti geçeli Başkanlık isteklerinin artması ve hemen her konuya müdahale edip tartışma çıkarması her yer de gerilimi arttırıyor.

Tartışmalara İtalya’dan Corrieredella Sera Gazetesi yazarı Antonio Ferrari’de katıldı. “Türkiye: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi krizinin sinyali şiddet” başlıklı yazısında, Erdoğan’ı “kibirli” ve “megaloman” olarak tarif etti. Hem Başbakan Davutoğlu hem de bakan ve bürokratlarla sürekli didişme halinde olduğunu yazdı. Ülkenin içinde bulunduğu ağır sosyal kriz ve ekonomik krizi işaretlerinin, hükümet içindeki gerilimi daha da ağırlaştırdığı yorumunda bulundu. “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kibri siyasi tansiyonu kışkırtıyor ve krizi arttırıyor” belirlemesinde bulunuyor. “Ancak şimdi, Erdoğan’ın kibri tüm limitleri aştı, gerek iç politika gerekse maceracı dış politika, hemen hemen tüm uluslararası göz-

NİSAN 2015

koyacaklarını ifade etti. HDP’nin yükselişinin ve barajı aşmasının, AKP’yi gerilettiğini ve vekil sayılarını azalttığını, bu nedenle başkanlığı meclisten çıkaracak vekil sayısına ulaşamayacaklarını dile getirdi. Bu açıklamalar ve anketler, ne olursa olsun illaki başkanlık isterim diyen Erdoğan’ı oldukça düşündürmüş görünüyor. Açıklamalardan sonra Er-

doğan, ani bir kararla yapacağı tüm açılış ve mitinglerden vazgeçtiği bilgisini verdi. HDP’nin barajı aşmasının kendi başkanlığının önündeki en büyük engel olarak gören Erdoğan, 400’den açtığı pazarlığı 330’a düşürdü. Seçime kadar bu sayının kaça kadar düşeceği bahislere konu olacak gibi.

Ankara’da çok ama çok garip birşeyler oluyor. Son yıllarda pek görmediğimiz ve alışık olmadığımız tartışmalar, laf dokundurmalar, itiraflar ortalığa saçılıyor. Erdoğan ve AKP’yi görülmemiş bir panik ve gerginlik hali kuşatmış ki sormayın gitsin. 13 yıldır iktidar olan ve iktidar olmanın tüm nimetlerinden gani gani faydalanan AKP. Hükümet olmayı yolsuzluk, ihale, para, pul, cukka olarak gören AKP. Önüne gelen herkesi, ona yan bakan herkesi “kanunla”, “mahkemeyle”, “polisle” korkutup, dövdüren AKP. Herkesi, herşeyi birbiriyle düşmanlaştıran, kutuplaştıran, nefret, kin tohumları eken AKP. İşte bu AKP, şimdiler de ne olduysa, kendi içinde hem de “en büyükler”, “ak saçlılar” arasında düellolarla sallanıyor. AKP büyüsü bozuluyor, sırmaları pul pul dökülüyor mu? Bundan iki buçuk ay önce, yolsuzluk, rüşvet oylaması sırasında gazetelerde çıkan, “Sağlam İrade Cumhur’un Başında” “Siyasi kariyerlerini ve kazanımlarını ‘Sağlam İrade’nin gölgesine borçlu olanların küçük hesapları yürüyüşümüzü durdurmaya yetmeyecektir.” ilanıyla hizaya çekilenler şimdiler de yine ‘rahat’ durmuyorlar. Asla ve kata eleştirilemez ve hata yapmaz olarak görülen Beyefendi, ne olduysa birden bire hata yapabilir oluveriyor. AKP’nin “ büyük abileri”, Erdoğan’ın “yol arkadaşları”başta B. Arınç ve H. Çelik, Erdoğan’ı çok ağır ve sert sözlerle eleştirip, uyarıyorlar. B. Arınç başkanlık sistemi ile ilgili olarak, “Yani birileri diyorsa ki ‘Meksika’da var, Arjantin’de var, Paraguay’da var, Bolivya’da var. Hepsinden bir şeyler alalım, ona göre bir başkanlık sistemi getirelim.’ Bu, doğru olmaz. Oradan, buradan birşeyler alıp montaj usulüyle bir başkanlık sistemi olmaz “ diyor ve Erdoğan’ın Meksika gezisi sonrası konuştuklarını eleştiriyordu. AKP Genel Başkan Başdanışmanı Hüseyin Çelik ise, “Gömleğin üst düğmesini yanlış iliklerseniz aşağıya kadar yanlış gelir” diyerek, hataların en üstten başladığını söyleyip, Erdoğan’ı eleştiriyor. Erdoğan’ın kendi önemini göstermek için bu tartışmalardan medet ummaması gerektiğini belirtip, “Bir itfaiyeci kendi önemini anlatmak için yangın çıkarmaz” diye uyarısını dile getiriyor. Erdoğan ne eylerse güzel eyler diyen, Erdoğan’a toz kondurmayan çanak yalayıcısı, “kullanışlı aptal” gazeteci, yazar, akademisyen taifesinden bir kesim de çark edip, Erdoğan eleştirilerine usulca katılıyorlar. Hemen herkeste bir telaş bir telaş, ‘aman ne olur ne olmaz’ diyerek kendilerine yer yurt edinip ona göre konuşma ve yazma, hatta selamını bile ona göre seçip verme. Başkanlık sisteminde anlaşmazlık; Erdoğan’ın “en büyük benim, herkes bana muhtaç” “herkes siyasi kariyerini ve kazançlarını bana borçlu” tavırlarının AKP’lileri de rahatsız etmesi; herşeyin ama herşeyin Erdoğan’ın haleti ruhuyesine göre olması için herkesin eğilip bükülmesi, yalancı çobanlara çevrilmesi, kendi ailelerinin içinde bile kimsenin yüzüne bakamaz hale gelmesi… Tüm herşeyin Erdoğan ve avenelerinin çıkar ve keyiflerine heba edilmesi…Evet, hepsi ama hepsi birer neden olarak sayılabilir. Evet ama gerçekten ne oluyor? Herkes patlama noktasına bir anda mı geldi ki? Bu sorunlar daha önce yok mu idi ki? Neyi gördüler ya da ne onları ürküttü ki, bu kadar sert ve ağır Beyefendi eleştirileri yapıyorlar? Hem de ‘rahat rahat’. Yoksa, o korktukları şeyin, iktidardan düşmelerinin işaretlerini mi aldılar ki, bazıları paçayı kurtarma telaşıyla ağızlarına geleni hem de hiç korkmadan söyleyiveriyorlar. Belki de bunun işaretini onlara ilk H. Fidan’ın istifası vermişti. Belki de H. Fidan’ın MİT’ten ayrılma ve kendini milletvekilliği dokunulmazlığı zırhına büründürmeye çalışması onlara işaret fişeği olmuştu. Beyefendinin sırdaşı ve süreci götüren kişi bile, Beyefendiyle yollarını ayırmaya çalışıyor ve bir zırh arıyorsa birşeyler olabilirdi. Kim bilir? AKP gerilerken, küçülürken umutlar ve inançlar büyüyor. Bir süredir topraklarımızda halktan yana haktan yana konuşup, politika yapanları izleyince AKP’yi kimlerin gerilettiğini, kimlerin korkuttuğunu, telaşa düşürüp paniklettiğini sanırım sizler de görüyorsunuzdur. O, halktan yana haktan yana olanların önüne çıkarılan barajları yıkarak Meclise girmeleri halinde, Erdoğan’ın, Beyefendinin, AKP’nin tüm planlarının, zulüm ve yolsuzlarının birer hayal olacağını görüyorlar ve korkuyorlar. Erdoğan’ın padişahlığına, sarayına dur diyecek, bu topraklarda biz de varız diyecek, bizlerden yana bir tek yol görünmüyor mu? Barajı yıkarak, biz bu oyunu bozarız, biz de varız demek gerekmiyor mu? Bir umut, Erdoğan’ı, AKP’yi durdurmak ve geriletmek için bir umut. Ne dersiniz?


NİSAN 2015

Forum

8

Ankara’nın Gökçek Estetiği ile İmtihanı! 21 Yıllık Görsel Panorama - 1 Özlem YALÇINKAYA Ankara 1 Nisan 2015 tarihine şaka olmasını umduğu bir heykel haberi ile uyandı. Tabi Çiftlik Kavşağı’na dikilen Robot haberinin kısa sürede bir Melih Gökçek sürprizi (veya klasiği) olduğu ortaya çıktı. Peki, Ankara’nın parsel parsel satıldığı; bu rant uğruna dönüşüm alanlarının türetildiği ve mevcutta yaşayan halkın evlerinden polis zoruyla çıkartıldığı; kamusal alanların, meydanların, insanların toplanabileceği mekanların kalmadığı; Ankara halkının tüketim merkezleri olarak her mahallenin köşe başında mantar gibi türeyen alışveriş merkezlerinde (avm) vakit geçirebildiği; toplu taşımanın rant düzenine esir düştüğü; metroya aç bir başkentin üretildiği; kentsel altyapı şebekesinin nereden patlayacağı kestirilemeyen bir karmaşaya döndüğü; her yağmurun bir afet tanımı ile açıklanmaya çalışılan sorunlara patlak vermeye başladığı; çelik köprülerin bir yılı dolmadan çöktüğü; her yıl artan trafik sorunu için her yıl kent içerisinde tek tük kalan açık alanların (örn. AOÇ) veya üniversitelerin (ODTÜ) talan edildiği; kent merkezindeki sokakların ise belediye elinde yönetilen paralı otoparklara döndüğü; Ankara’nın tarihi kimliği olan Hitit güneşli amblemin yıldızlı-cami ve AVM odaklı bir yeni Türkiye anlatımına döndüğü ve bıyıklı kedi logoları ile yer değiştirdiği gerçekler içerisinde yaşamaya çalıştığımız bu dönemde neden robotu tartışıyoruz?

yayıldı. Belediye kaynakları, dev robotun AOÇ arazisinde inşa edilen ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, “prestij projem” olarak adlandırdığı Ankapark’ın reklamını yapmak için maalesef kalıcı olarak kavşağa yerleştirildiğini açıkladılar. Ankapark’a şu ana kadar 800 milyon lira harcadığı belirtilen Belediyenin, Çin, ABD, Almanya ve Hollanda’dan çeşitli oyuncaklar ve 20 robot getirtildiği belirtildi . Ankapark’ın tanıtımı için yerleştirilen robotun iskeleti demir, dışı ise polyesterle kaplı olduğu ve Ankapark’taki bu 20 otorobottan biri olduğu da yetkililer tarafından açıklandı. Zaten bu robotların diğer örnekleri daha önceden Melih Gökçek’in twitter hesabından şakacı bir tavırla paylaşılmıştı.

Büyükşehir Belediyesi’nin kentsel, kamusal, sanat öğelerinde ortaya koyduğu gelişmeyi takdir ediyoruz” açıklamasını yaparak şişme gorili tekrar gündeme getirmişti.

Ankara’nın Maskot Kedileri

Ankara sakinlerinin, yolu kullanan şoförlerin ve çeşitli kuruluşların ilgisini çeken bu çalışma beklendiğinden fazla ses getirmiş bile olabilir. Başkent’te yapımı süren ve bugüne kadar milyonlar harcanan Ankapark’ın tanıtımı amacıyla konulan Robot heykelin, “Ankaralı’dan toplanan paraların israfı” olduğunu savunan Mimarlar Odası heykele harcanan parayı israf olarak nitelendirerek dava açmayı kararlaştırmış. Tabi hatırlatmak gerekir ki Bülent Arınç’ın bu şubat ayında, Melih Gökçek’in 25 yıl boyunca Ankara’yı parsel parsel sattığına dair açıklamasının hemen ertesinde çeşitli meslek odaları tarafından açılan dava haberlerinden sonra Robot Heykeli için açılması planlanan bu dava tabi ki de geri planda kalmayı hak ediyor.

Güvenpark adeta bir hayvanlar alemi: Dev Goril ve Dinazor Heykelleri

Tabi bu gerçekler içerisinde yeni nesil Gökçek oyuncaklarını tartışmak veya konu etmek bu gerçekleri örtmek amacıyla değil 21 yıl boyunca aynı şahıs tarafından yönetilen bir şehirdeki gerçeklere bir bütün olarak bakmak gayesiyle değerlendirilebilir. Nasıl ki kentsel değerler bu dönem içerisinde yerle bir edildiyse onun yanı sıra kamusal mekanda “sanat”, “heykel”, “estetik” gibi görsel ve zihinsel ihtiyaçların yoksunluğu, sömürüsü ve dönüşümü ile büyüdü Ankara halkı. Melih Gökçek’i 1994’te “böyle sanatın içine tükürürüm” nağralarıyla tanımaya başladık ve bu süreçte Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) projeleriyle gerçekten Güvenpark Cumhuriyet dönemi planlamasının en tesöylediğini yaptığını fark ediyoruz. En iyisi genel mel özelliklerini taşımasına ve kent içindeki en büyük bir panorama ile birkaçını hatırlayalım… parklardan biri olmasına rağmen yıllarca parça parça

Bir Ankara komedisi: Robocop

Nisan ayı başında Cumhurbaşkanlığı sarayı yakınındaki Çiftlik kavşağına 3,5 metrelik Robot heykelini dikildiği haberlere ve sosyal medyaya hızlı bir şekilde

gündeme geldiğinde; “2008’de Güvenpark’a konulan şişme goril, 2015’de kavşağa yerleştirilen Robot heykel.. Melih Gökçek yönetimindeki Ankara

bölünmüş ve kendi özelliğini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştır. Park olarak kullanılmaya devam eden küçük alan ise normal şehirlerde pek rastlanmayacak deneme çalışmalara sahne oldu. Örneğin ABB tarafından 2008 yılında Güvenpark’a Goril şişme goril heykeli dikilmiş, bu heykelin ise ne amaçla Güvenpark’ta bulunduğuna dair bir bilgi edinilememişti. Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi Robot heykeli

Hangimiz hatırlamıyoruz Ankara’nın her köşe başında karşımıza çıkan maskot kedi heykellerini? Bu Seğmen kıyafeti giymiş Ankara kedisi maketleri 2011 yılında gerçekleştirilen 1. Uluslararası Çocuk Spor Oyunları organizasyonun maskotu olarak tasarlanmış ve bu kedilere “Misket” adı verilmişti. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki; Ankara’nın gerçek dışı dönüşümünde mekanların yanı sıra televizyon ekranlarında bile insanları şaşırtacak sahnelere imza atan Melih Gökçek 1. Uluslararası Çocuk Spor Oyunları ve Seymen kılığındaki maskot kedilerin tanıtımını yaptığı dönemde maskot kedilerle birlikte canlı yayında misket oynamıştı. Bu organizasyon sürecinde şehrin birçok yerinde kavşak ve caddelerinde rastladığımız maketler organizasyonun bitişinden sonra birkaç yıl daha kent mekanlarında yer etmeye devam etmişti. Ankara Kızılay Meydanı, Ataütrk Bulvarı, Gökkuşağı Alanı (Milli Kütüphane), Konya yolu-Bahriye Üçok yolu kesişimi (Bahçelievler metro durağı) bu alanlardan yalnızca birkaçı… Maskot kediler kamusal mekanlarımızdan ayrıldıktan sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi Hizmet Binasında konumlanmaya devam etmiş en son 2014 yılında yerini iki sırnaşık kediye bırakarak kent mekanlarındaki görünümünü tamamlamıştı.

Gelecek sayıda kentsel hafızamızdan bir türlü silemediğimiz Harikalar Diyarı, Ankara’nın 7 Harikası - 5 kapısı, Saat Kuleleri gibi fantastik projelerle ve Tükürülen ve Kaldırılan Heykeller devam edeceğiz…


Eğitim - Sağlık

9

NİSAN 2015

Eğitim Sisteminin Kamburu: Atanamayan Öğretmenler

Ahval-i Sağlık Dr. Cemil

Eğitim sistemimizin sorunları bitmek bilmiyor. Hangi tarafına uzanmak isterseniz elinizde kalıyor. Öğretmenlik eğitimi alıp atanamadıkları için ya ailelerinin yanında işsiz olarak hayatlarına devam eden ya da inşaat işçiliğinden garsonluğa kadar çeşitli işler peşinde koşan atanamayan öğretmenler, yıllardır seslerini duyurmaya çalışıyor. Son 12 yılda toplam 422 bin 570 öğretmenin ataması yapıldı. Şubat 2015 itibariyle 134 bin öğretmen eksiği olduğu tahmin ediliyor. Bugün bu eksik tamamlanırsa 200 bin öğretmen adayı açıkta kalıyor. Bu açık kapansa bile bakanlık, emeklilik ve ölüm gibi durumlardan her yıl yaklaşık 10 bin ihtiyaç duyuyor. Oysa her yıl mezun olan öğrenci sayısı bunun kat kat üzerinde. değil, onlar atanmayan öğretmenler Atanamayan öğretKara Tablo Milli Eğitim Bakanlığı, Eylül ayında atanamayan öğretmen sayılarının da 315 bin olduğu öğrenildi. Şubat 2015 atamasıyla birlikte 12 yılda toplam atanan öğretmen sayısı da 422 bin 570 oldu. Türkiye’de 12 yıl önce 63 eğitim fakültesi varken şu an sayı 100’ü buldu. Her yıl bu fakültelerden 40 bin kişi mezun oluyor.

Sistem baştan değişmeli

Şu an ki sınav sistemi hem öğrencileri hem de öğretmenleri bu sisteme kurban ediyor. Bugün beş yıllık bir fakülteyi bin bir çaba ve emekle bitirdikten sonra bir yıllık formasyon eğitimini tamamlayan öğretmen bütün bunlardan sonra tekrar KPSS gibi hiçbir şeyi ölçemeyen bir sınava tabi tutuluyor.

Ücretli öğretmenliğe hayır!

Günümüzün en büyük sorunu bildiğiniz gibi işsizliktir. Bu işsizlik içerisinde öyle bir grup var ki aslında onların çözümü çok basit. Öğretmen adaylarımız… Onlar işsiz değil aslında, onlar atanamayan öğretmenlerde

melerin bir kısmı dershanelerde çalışıyor bir kısmı da ücretli öğretmenlik yapıyor. Devlet bu şekilde formasyon eğitimi almış bölüm mezunu öğretmenler yerine yetersiz iki yıllık önlisans mezunu ücretli öğretmenlerle eğitim veriyor. Aynı zamanda yeterli seviyede öğretmenleri de 475 lira ila 1000 lira arası komik rakamlara çalıştırıyor. Bu eğitimciye yapılan saygısızlık! Türkiye’de 2013-2014 öğretim yılından itibaren 80.000 ücretli öğretmen çalışıyor. Bu ücretli öğretmenlikte Eğitim Fakültesi mezunları görev aldığı gibi Ziraat Fakültesi, Büro yönetimi sekreterliği, Su Ürünleri mezunu, Gazetecilik gibi eğitimle alakası olmayan kişiler çocuklarımızın, genç nesillerimizin dersine rahatlıkla girebilmektedir. Beş yıllık eğitim almış İlahiyat ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği mezunları atanmayı beklerken okullarda Din derslerine Edebiyat, Felsefe, Matematik bölümü mezunları giriyor. Bu kısır döngüye son verilmelidir. Tuba / Güneşevler

Gıda Zamlandıkça Zamlanıyor; Taş Mı Yiyek! Şubat 2014 sonu ile Şubat 2015 arası bir yıllık dönemde gıda enflasyonunun rekor kırdı. Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar Gıda enflasyonunda son bir yıl itibariyle artış oranının Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre yüzde 13,7, Türk-İş’e göre ise yüzde 15,67, olduğunu söyledi “Emeklinin 68 temel gıda maddesinde çalışan asgari ücretli işçinin ise 54 temel gıda maddesinde satın alma güçleri düşmüş ve yoksullaşmışlardır.” dedi. TÜİK’in açlık sınırı rakamına göre Türkiye’de 14 milyon dolayında kişi açlık sınırında yaşadığını belirten Çakar,

“Türk-İş’in açlık sınırı rakamına göre ise, Türkiye’de 54 milyon dolayında kişi açlık sınırında yaşamaktadır. Tüketiciler, zorunlu harcamaları olan kira, elektrik, yakıt, su, ulaşım ve okul masraflarını gıda harcamalarından keserek karşılamak zorunda kalmaktadırlar. Bu nedenle de dar gelirli yoksul tüketiciler yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenemedikleri için çeşitli hastalıklara yakalanmaktadırlar.” ifadelerini kullandı. Bekir/Hasköy

Oyundan ve Eğitimden Çalınan Zaman; Çocuk İşçiliği

Onur Hoca

Sadece yılda bir kez hatırlanmasına vesile olan bir nisan ayı daha geldi. Her yıl, 23 Nisan’da koltukların bir günlüğüne devredildiği sayıları artarak işçi sınıfına katılıyorlar. Çocuklar fiziksel ve psikolojik gelişimlerini henüz tamamlamamışken, eğitim ve sağlık hizmetine, dengeli beslenmeye, yeterli oyun ve dinlenme zamanlarına ihtiyaç duyarken tarlalarda, atölyelerde hatta bugün devletin meslek liselerinde ucuz işgücü olarak çalıştırılmaktadırlar. Çalışma koşulları çocukların gelişimlerini birçok yönden olumsuz etkilemektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) en son 2012 yılında yaptığı Çocuk İşgücü Anketine göre Türkiye’de 6-17 yaş grubunda 893 bin çocuk işçi var. Çocukların % 44.8’i kentsel alanda, % 55.2’si ise kırsal alanda çalışmaktadır. Çalışan çocukların %50.2’si okula gitmemektedir. Öte yandan ev içinde gerçekleştirilen faaliyetler ücretlendirilmediği için bunları iş saymayan dolayısıyla kadınların ev içindeki emeğini yok sayan devlet aklı çocukların ev içinde ücretlendirilmeyen işçiliklerini de yok saymaktadır. Oysaki anket sonuçlarına göre ev işlerinde çalışan yani alış veriş yapan, yemek pişiren, çamaşır yıkayan, ütü yapan, küçük kardeş ya da hanede bulunan hasta fertlere bakan vb. Daha pek çok işi yapan çocuk sayısı 7 milyon 503 bindir. Bu sayıya ücretlendirilen çocuk işçiliği de eklenince çocuk işçi sayısı 8 milyonu aşmaktadır. En ağır koşullarda çalışanlar ise özellikle mevsimlik işçi olarak tarım sektöründe çalıştırılan “ücretsiz aile işçisi” olarak çalıştırılan çocuklardır. DİSK-AR’ın 23 Nisan nedeniyle açıkladığı rapora göre

çocuk işçiliği son on yılda %50 artmıştır. Yoksullukla beraber yanlış eğitim politikaları da çocuk işçiliğinin artmasını sağlamaktadır. 2012 yılında eğitim alanında yapılan 4+4+4 değişikliği ile zorunlu eğitim yaş aralığı 6-13 olarak belirlenince otomatik olarak çocuk işçilik yaşı da 13’e düştü. Çünkü yeni düzenlemeye göre çocuklarson 4 yılı açıktan okuyabilmektedirler. Bu da lise çağındaki çocukları okuldan ayrılıp çalışmaya yöneltmektedir. Ayrıca meslek liselerinde çıraklık eğitimi verilen çocukların emeğinden mobilya, elektronik, turizm, torna tesfiye vb. Pek çok alanda yararlanılmaktadır. Özellikle özel meslek liselerinde çocuklara işi öğretme kılıfı altında piyasaya mal üretilmektedir. Bunların yanı sıra bıraktığı açık kapılar ve denetimsiz iş ortamlarında yetişkin işçilerin güvenliğini sağlayamayan devlet çocuk işçilerin güvenliğini de önemsememektedir. DİSK-AR’ın raporuna göre 2013 yılında en az 59 çocuk iş cinayetlerine kurban gitmiştir. Çocuk işçiliği en başta toplumun sorunudur, çünkü çocuk gelecektir. Genç bireylerin çocukluklarından çaldığımız her zaman onların oyun, eğitim ve eğlence gereksinmelerinin karşılanmamasına neden olur. Daha çocuk yaşlarından başlayarak sağlıksız bireyler yetiştirmiş oluruz.

Diyaliz Hasta Pazarı -2 Sağlık piyasaya dökülmüş bir kere, özellikle metropol şehirlerde yaşanan ve giderek küçük şehirlere de sıçrayan bu Pazar işleyişi karşısında uyanan bazı hastalar ve hasta grupları merkezlerin kaliteli-nitelikli tedavi hizmetlerinden ziyade merkezlerin onlara ne gibi şeyler sunduğuna dair araştırmalarla yola koyulup hastalığını nasıl pazarlayabileceğinin hesabını yapmaya başlamışlardır. Tek tek ve gruplar halinde kendini ve hastalığını pazarlayıp hastalıkları karşısında merkezlerden düzenli maaş bağlatmadan, yakacak yardımı ve hatta düğün takılarına kadar bir takım anlaşmalar yapmaya başlamışlar. Serbest piyasa şartları gereği merkezler arasında hasta transfer piyasası da kıran kırana sürmeye devam ediyor. Evde hasta ziyaretleri ve vaatler artık taciz boyutuna ulaşmış durumdadır. Bir taraftan hasta transferiyle uğraşan merkez sahipleri, diğer taraftan hastasını elinde tutmak için her türlü tedbiri de almak zorundadır. Neredeyse üniversiteler de dahil olmak üzere, herhangi bir merkezden gelen hastanın eğer merkezle anlaşmalı hekim veya klinik hekimi değilse, hastayı anlaşmalı olduğu veya sahibi ya da ortağı olduğu merkeze yönlendirmek için her türlü çaba ve gayret sarfediliyor. O nedenle merkezler, kurtlar sofrası haline gelen kamu hastanelerinden uzak, özel veya anlaşmalı merkezlerle bağ kurmak, hastaların fistül ve kateter sorunlarını halletmek zorundalar. Hastanın ciddi tedavi gerektirecek, yatarak takip edilmesi durumunda başvurduğu klinikten geri aynı merkeze gelme durumu çok zayıftır. Tabi ki piyasalaşma zorunlu olarak çeteleşmeyi beraberinde getirmek zorunda. Nerdeyse her Nefrolojikliniğinin değerli, insanlık onuruna bağlı birkaç nefroloğu-uzmanı dışında bu kirli ilişki ağına girmemiş hekimi kalmamış gibi. Gelinen nokta nedir? Her şey piyasa şartları, serbest Pazar ekonomisi ve günümüz koşullarına çok uygunmuş gibi görünüyor, bunda ne var diyen olabilir. Bizim itirazımız, hayvan pazarında bile ineğin, koçun, dananın tokalaşılarak belli bir değerde satılmasına asla olamaz. Velev ki, satılan insansa, hele de kendisinden habersiz, hayvan kadar değer verilmeden satılıyorsa, insanlık değerleri hiçe sayılıyorsa itirazımız bunadır. Peki Bakanlık, Devlet bu duruma ne diyor? İşte bu noktada sözümüz çok. Bu işleyişin bizzati mimarıdırlar. Herkesin ulaşabileceği nitelikli sağlık hizmeti sunmak yerine, insan sağlığını devletin sırtında kambur gibi görüp, insanı ve insan sağlığını serbest piyasa pazarına fütursuzca pazarlanmasında, hatta en tepedekilerin bu pazarda hastanelerin cinleriyle sağlık tüccarlığına soyunması, halkın sağlığını utanılacak bir yaşama reva görmek, utanılacak bir yaşama mahkum bırakmak; insanı insan olmasından doğan tüm değerlerini hiç etmek anlayışıyla sağlık hizmeti yürütmek dışında bir iyi niyet ve çabası göstermemekte ısrar dışında bir perspektif sunmadıkları ortadadır. Ne diyebiliriz ki! Sözün bittiği noktadayız. Yaşam hakkı her ne kadar kutsal olsa da, herkes kendi yaşamının onurluca mimarı olmak zorunda. Ya kahredici bir yaşama eyvallah diyeceğiz, ya da onurluca yaşanabilecek bir ülke ve yaşam yolumuzun çakıl taşları olmayı becereceğiz. Sağlıcakla kalın.


Kültür Sanat

NİSAN 2015

İhtiyaçtan...

Ali Sağ

Zavallı tiyatro, sanatım artık yok! Hay hak! Hak dostum hak… En baştan demiştik ya efendim ihtiyaçtan doğar her şey diye. Ve dahi ondandır eskilerin dert adamı söyletir demesi. Derdi olan söyler söylemesine ya anlattığın anlar mı seni o bilinmez. Sen ne kadar anlatırsan anlat dinleyenin anladığı kadardır anlattığın.. Efendim.. Bu defa eski zamanlardan değil anlatacaklarım. Günümüzden.. Oyunculuğa meraklı bir gencin hikayesi bu. Yapmak istediği işin en ince ayrıntılarını öğrenmek ister. Ama öyle kolay olmaz istedikleri. Ülkesinde buna dair eğitimler verilmekte; ama istediği bu değildir genç arkadaşımızın. Dener genç adam. Konservatif eğitim diye bilinen okula girebilmek için sınavlarına katılır. Katılır katılmasına ya pek de mutlu değildir aslında. Okula kabul edilir ve eğitim başlar. Okulun bitmesine yakın bir doğaçlama saatinde eğitmenin basma kalıp eğitim biçimine güzel bir ders vererek okulunu terk eder… Artık meydanlar, artık sokaklar onundur… Önce tek kişilik gösterilerle, tek kişilik el çabukluğu oyunlarıyla yeteneğini dener. Sonra bir arkadaşı katılır ona derken bir diğeri efendim genç adam sonunda grubunu oluşturmuştur. Grubu ile birlikte sokaklarda, meydanlarda gösterilerini yapmaya devam ederler. Çok da ilgi görürler. İzleyenler ilgi ile karşılarlar. Gösteri yaptıkları meydanlar izleyenlerle dolup taşar… Efendim halkın ilgisini çeken gösteriler yönetenlerin ilgisini çekmesin olur mu? Grubumuzu ilgi ile izleyenler arasında polisler de vardı. Gösteri yapılacak meydanlara en önce onlar gelir hazırlık anlarından itibaren grubumuzu gösteri anlarında yalnız bırakmazlar… Genç adamın grubu ile sokak gösterilerinde o kadar güzel, o kadar can alıcı noktalara işaret ediyordu ki, çok defa polis gösterilere müdahale eder. Grup buna da bir çözüm bulur. Gösterileri kısa zamanda hemencecik yapıp oradan uzaklaşır. Polis gelene kadar grup çoktan başka bir parkta ya da başka bir meydanda ikinci gösterilerini yapıyor olurlar.. Belli bir dönemden sonra gösteriler rutin hal alır. Ve artık polislerde grubumuzu rahat vermezler. Her gösterilerini engellerler. Daha farklı daha da etkili gösteriler yapmak ister. İnsanların karşılığı olmadan hiç kimseye yardım etmediği bu dünyada başak bir dünya mümkün demeye çalışırlar… Ülkenin en saygın, en güzel tiyatro salonunda bir salon gösterisi yapılmaktadır. Klasik oyun gösterilmek üzere seyirci toplanmıştır. Grubu ile genç adam illegal bir şekilde oyunu proveke eder. Klasik oyun başlar tam da bu sırada genç adam salıncağa binerek sahne önünde belirir ; - Şu çok şerefli Kültür Bakanlığımızın gösterisini aksattığımız için özür dileriz. İzin verirseniz sizlere küçük bir hikayem var. Geçenlerde bu gösteriyi ele geçirmeye karar verdik çünkü yorulduk. Tükendik. Ümidimizi yitirdik. Günümüzde tiyatro ve sanat kokuşmuş durumda. Leş kokan genel kurul odaları, devlet memurları ticaret, tek düzelik, reklamcılık, bürokrasi yalan dolan bir tek sanat yok. Zavallı tiyatro, sanatım artık yok. Artık sadece sanat borsası, sanat ticareti olacak ya da sanatı teşvik ticareti olacak. Bizler sanatı kalpleri değiştirebileceğine inanıyoruz. Ve onlara güç verebileceğine… Ve biz sanatın bir silah olabileceğine inanıyoruz gerçek bir silah. Ve o salonda bulunan bir polis genç adamın gerçekten silah doğrulttuğunu düşünür… Ve olanlar olur.

10

, SANATIN AHSAP DURUSU , Yıllardır sanata hayatını vererek insanlaşma sürecinin bir parçası olarak gördüğü ahşap sanatı onun için sokağın yansımadır. Üretimin her yaşta, her koşulda olabileceğini söyleyen Nevzat Özbay köy yaşamıyla kent yaşamının harmanlanmasını ahşap üzerinde inşa ediyor .Çinçinden Ankara’nın en ücra köşelerine kadar sanatını buluşturuyor. Kendisiyle yaptığımız röportaj sizlerle paylaşıyoruz. Ahval-i Angara: Ahşap sanatı size ne anlatıyor? Beni geleceğe bağlıyor. Öze ve doğaya dönüştürüyor. Doğallığı canlılığı daha fazla arttırıyor. AA: Sizce ahşap sanatı neden gelişemiyor? Şehirleşmeden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Şehirleşme doğadan ve hayattan kopmadır aslında. Kadim devletin ve sınıfsal egemenliğin altına girmesindendir. İnsanın üretkenliğinin azaldığı yerde, durgunlaşma başlar. Teknoloji her ne kadar gelişse de insanlığı manen geriletir. Şehirleşme ile ahşap sanatı parkta bir süs, kenarda pencerede duran bir figüre indirgeniyor. AA: Siz bu kadar teknolojinin ve makineleşmenin geliştiği bu ortamda neden üretmekte ısrarcısınız? Ahşapla ifade edilen bir sanatın dışında hiçbir malzemeyle günümüz insanlaşmanın sorunlarını dile getirmek mümkün değildir. Ahşabın sıcaklığı yanan ormanın sıcaklığı ile mukayese edilebilmelidir. Sınıfsal olarak bakıldığında taş tapınaklar para merkezli, ahşap ise sıcaktır ve insan merkezlidir. Yoksulluğu acıları ağaçtan anlarsın. İlkel atalarımızdan bugüne insanlığın ayak izlerini takip ettiğimizde her durakta her aşamada ağacı görürüz. AA: Her sanatçıya gibi size de soralım.’’ Sanat sanat için

mi sanat toplum için mi?’’ Sanat sanat içindir cümlesi bana göre sanatın özgür kullanılmasın ifade etmelidir. Ancak mülkiyetçi anlayış sanatı zenginlerinmiş gibi algılanmasını getirmiştir. Sanat insan içindir. Şüphesiz sanat el beyin birlikteliğiyle üretilir. El – beyin insana aittir. AA: Son olarak söylemek istediğiniz bir şe y var mı? İnsanlığa yararlı olan her gelişme her dışa vurum sanat olarak nitelendirilmelidir. Dolayısıyla yaşama sanatını nasıl parayla ölçemezseniz el sanatını da paraya göre değerlendiremezsiniz. Özgün/Dikmen

Arkadaş Zekai Özger

Bursa’da doğdu… Selanik göçmeni işçi bir ailenin çocuğudur. Adı Zekai idi. Ama kulağına Arkadaş diye üflemişti adını. Bizim Arkadaşımız oldu bu isim de yetti çoğu zaman. Çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları Bursa’da geçti. Hiç çocuk olmadı veya bir çocuğun yaşayabileceği bir hayatı hiç yaşamadı. Acı, yoksulluk ve hastalıkla geçti bu yılları. Oyuncakları olmadı. Hatırladığı tek oyuncak babasının hastaneden çıktığında aldığı 15 liralık bisiklet. O da sonra eskiciye satılmış. Dingin ve ağırbaşlı bir çocukmuş. Ağlamamış. Hiç ağlamazmış… Arkadaşlıklarını eskitmezdi ama sürekli arkadaşlıkları hiç olmadı. Başkası için önemli bir insan olabilir miydi ya da başkası onun için önemli biri olabilir miydi ve artık o kendisi için önemli bir insan olabilir miydi diye soruyordu? Dost tutmayan bir yüzü olduğunu düşünürdü. Her şeyini bölüşmeye hazırdı ve aldığı her payı bir giz gibi tutmaya. Kim ki kendini açığa koymaktan korkmaz, o saygın bir insandır derdi ve herkes kendi yorumunun cellâdıdır biraz da diye eklerdi. Sevgi yaşamın kökeniydi, insanı var kılan, umuttu onun için. Çabuk sever çabuk yıkılırdı. Ne de olsa her insan bir umuttu ama her umut bir olasılık. SBF yurduna yapılan polis baskını ve gözaltı sırasında işkenceye varan dayağa maruz kaldı ve başına ağır darbeler

aldı. Bir sabah Ankara’da, sokakta ağır yaralı bir halde bulundu, kaldırıldığı Numune Hastanesi’nde öldü. Beyin kanamasından öldüğü rapor edildi. Başındaki darp izleri sorulunca otopsiden denilip geçildi. Arkadaşları, ölümünü SBF yurdunun basılması sırasında başına aldığı ağır darbelere bağladılar. Hala faili meçhul bir ölüm… Şiir kitabı ölümünden sonra çıktı. Yazdığı her şey bir yüreğin bir yüreğe bir şeyler sunmasıdır. Şiirlerinden “pencereyi kapama/gök dolabilir içeri” dediği Pencere, “senin/böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir/bizim aşkımızı solduranların korkusu/çünki elbette bir su/kendi akacağı toprağın sertliğini bilir/ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak/artık ırmak mı ne denir/işte devrim/ona benzer bir akışın hızına denir” diyerek devrimi anlattığı Aşkla Sana, “göğü kucaklayıp getirdiği” Sevdadır ve hatırlayamadığım başkaları bestelenmiştir.


Spor

11

Ankara 1910 Kadın Hentbol Takımı Bu sayıda Kadınlar Hentbol Liginde mücadele eden Ankara 1910 takımıyla röportaj yaptık. Antrenör Sibel Keskin kendisi ve takımı hakkında sorularımızı yanıtladı. İşte röportaj’dan yansıyanlar: “Süper ligde ve Milli takımlarda profesyonel olarak oynadıktan sonra 2000 senesinde antrenörlüğe başladım. Uzun yıllardır altyapıda kaldım altyapıyı da çok sevdim. Aynı zamanda Beden eğitimi öğretmeniyim dolayısıyla asıl işimiz altyapı. Bu sene Ankara 1910 takımı bazı sıkıntılar nedeniyle antrenör değişikliğine gitmek istemiş. Bu değişikliği de benimle yapmayı uygun görmüşler. Sağ olsun takım başkanımız Ulaş Bey bana böyle bir teklifle geldi. Önce çok şaşırdım ve pek cesaret edemedim; hem çok yoğunum hem de benim hiç süper ligde antrenörlük tecrübem yok. Fakat Ulaş Bey bana “Biz genç, hevesli, istekli kişilerle çalışmak istiyoruz. Buna genç oyuncularımız da dâhil. Sonuna kadar arkanızda duracağız” dedi ve beni ikna etti. Şartlar el verdiği sürece elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Genç Oyuncu Ağırlıklı Bir Takımız

Takımımızda 3-4 tane tecrübeli oyuncu var gerisi 98-99 doğumlu genç sporculardan oluşuyor. Haliyle takımın performansı oldukça yüksek. Sporcularımızın çoğu milli takımlarda yer alıyor. Buna U17 ve U19 milli takımlarında yer alan genç sporcularımız da dâhil. Genç sporcular daha tecrübesiz olduklarından gergin ve heyecanlı oluyorlar. Takımın daha tecrübelileri onlara ablalık yapıyor ve bu heyecan ve gerginliği atmalarında onlara destek olmayı ihmal etmiyorlar.

Takımın Ve Türk Hentbolunun Geleceği Hakkında Neler Söylemek İstersiniz?

var. Sadece kulübümüz için değil Türk Hentbolunun ilerlemesi için altyapı çok önemli. Kulübümüzde bu açıdan genç oyunculara şans vererek önemli bir yerde duruyor.

Altyapıdan Oyuncu Yetiştirmek Hiç Kolay Değil

Altyapı Hentbol’da biraz zor. Çocuklar Hentbolu izleyerek büyümüyorlar. Bu yüzden Hentbolu sevdirmek çok zor. Hentbolun reklamı çok az, uluslararası başarımız az, TV’de süremiz az hal bu olunca çocuklar hentbolu tanıyamıyor öğrenemiyorlar. Bu işin yükü altyapı antrenörlerine ve beden eğitimi öğretmenlerine yükleniyor. Ben özel okulda altyapı antrenörlüğü yapan biri olarak malzeme konusunda pek sıkıntı yaşamıyorum ancak çoğu devlet okulunda spor salonu yok, top yok, ödenek yok tüm bunlara rağmen çocuklara; okul bahçesinde karda kışta, iki tane tabiri caizse kabak gibi topla; kale çizerek Hentbol öğretmeye çalışan çok vefakâr antrenörler var. Ama bu bir yere kadar, sonuçta Hentbol bir gerçek ve gelişmesini istiyorsak mutlaka destek görmeli ve önem verilmelidir. Bu sıkıntıların üstesinden gelinmediği sürece altyapı sorunu devam edecek. Apo/Pursaklar Röportajın tamamı www.ahvaliangara.com’da

Lig 10 takımlı bir lig ve biz 8. Sırada bitirdik. Son dört takım playout oynuyor ve iki takım ligden düşerken iki takım lige devam ediyor. Şu an playout maçları oynanıyor ve maç kaybetmeden gidiyoruz. Sporcularımı bu özverisinden dolayı kutluyorum. Gerçi sporcularım demeye de dilim varmıyor, bazılarıyla aynı takımda oynadık(gülüyor).Takım ligde kalmaya çalışıyor. Ama bu genç oyuncularla çok daha zor oluyor. Bir yandan ligde kalmaya çalışan biryandan da altyapıdan üstyapıya oyuncu yetiştirmeye çalışan bir kulübümüz

Özgür Lig Kuruldu: Borsada Değil Arsada Futbol! Endüstriyel futbola ve onun yarattığı tahribatlara karşı artık Özgür Lig var. Endüstriyel futbolun ırkçı, cinsiyetçi, ayrıştırıcı ve şiddet içeren anlayışına karşı bir araya gelen ve ‘Futbol borsada değil arsada oynanır’ sloganı ile yola çıkan Ankara’daki futbolseverler oluşturdukları ligde, nisanın başında başladıkları müsabakaları Haziran’ın ikinci haftasında tamamlamayı amaçlıyor. 5 Nisan Pazar günü Ankara Dikmen Ahmed Arif Parkı’nda organize edilen açılış etkinliğinde yer alan takımlar şu şekilde sıralanıyor; 100. Yıl Bostan Korkulukları, 100. Yıl Garipspor, Beleştepe, Ankara Ekspresi, Atletik Baraka, FC Bakunin, Gelengiler, Hayalgücü, KaraKızıl, Sportive Lezbon, Solteki, DTCF Sosyologlar, Taşra, Tek Yumruk. İşte Özgür Lig’in yayımladığı manifestosundan bazı maddeler: 1.Futbol borsada değil arsada oynanır. Özgür Lig, maçların toprak sahada oynanmasını tavsiye eder. Ancak bu yıl toprak saha bulamadığımız için ve bir aradalığımızı artırmak amacıyla şimdilik maçlarımızı halı sahada oynama kararı

aldık. İşgal edebileceğimiz bir arazi bulunur bulunmaz maçlarımız toprak sahada oynanmaya başlanacaktır. 2.Özgür Lig, endüstriyelleşmeden sahada kalabilmeyi hedefler. Amatörlük temel esastır. Bu sebeple ve amaçla, kati suretle profesyonel futbol lisansına sahip oyuncu ve antrenörleri takım kadrolarında kabul etmez. Ligin kendisi, takımlar ya da tek bir oyuncu bile reklam amaçlı sponsorlukları kabul edemez. 3. Özgür Lig’de maçlar 60 dakika sürer. 4.Her maça iki takım da 3’ü yedek olmak üzere 10 oyuncuyla sahaya çıkar. Oyunculardan herhangi bir yeterlilik beklenmez, oynamak isteyen herkes oynar. Oyuncu değişikliği sayısı iki takımın kararına göre değişebilir. 5.Özgür Lig maçlarında önceden belirlenmiş hakemler yoktur. Eğer takımlar isterlerse ortak belirledikleri, eşi/ dostu hakem yapabilirler. Hakem olmadığı sürece de kararlar ortaklaşa alınır. Oyuncun böyle dedi kuralı geçerlidir. 6.Maç esnasında plastik ya da metal çivili krampon giymek olası sakatlıkları engellemek adına yasaktır. 7.Oyuncuların, rakip oyuncuları ya da takım arkadaşlarını rahatsız edecek/sakatlayabilecek özellikte takılarla sahaya çıkmaları tavsiye edilmez. Buna aynı zamanda ağır kokulu parfümler ve kremler de dâhildir. 8.Oyuncular sahaya alkollü olarak ve/veya uyuşturucu/ yatıştırıcı maddeler etkisi altında çıkmamalıdırlar. 9.Sahada olan sahada kalır. Yengi ve yenilgilerin kanıtladığı bir şey yoktur. 10.Özgür Lig her türlü cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimden kişileri ligde yer almaları için davet eder. Özgür Lig’de cinsiyetçi, türcü, homo/transfobik, etnik ayrımcılığa yer veren her türlü söylem ve tavır oyundan ve ligden çıkartılma sebebidir.

NİSAN 2015

Ters köşe Serdar Kadıoğlu mm.serdarkadioglu@gmail.com

Yeni Bir Sömürü Alanı Olarak Endüstriyel Futbol (4) Platini döneminde Şampiyonlar Ligi statüsünde yapılan değişiklik ilk bakışta daha küçük bütçeli kulüplerin işine yarıyor gibi görünüyor. Fakat değişiklik aslında ileri kapitalistleşmiş ülkelerin başa oynayan takımlarına yarıyor. Platini’nin ağızlarına bir parmak bal çaldığı küçük kulüpler, gruplara girebilseler bile de onları birinci ve ikinci torbadan gelen takımlar bekliyor. İleri kapitalistleşmiş ülkelerin ilk iki veya üçteki kulüpleri direk şampiyonlar Ligi’ne katılıyor. Bu durumda da üçüncü veya dördüncü sırayı alan takımlar da tek ön elemeyi geçmekte pek de zorlanmıyor. Örneğin İngiltere’de çoğunlukla ligi dördüncü bitiren Arsenal veya Liverpool her yıl rahatça Şampiyonlar Ligi’ne katılıyor. Gruplara takımların dağılımının yanında başka bir boyutuyla da, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek ve yarı finalde hangi ülkelerin takımlarının yer aldığıdır. Burada da ileri kapitalistleşmiş ülkelerin ilk dörde oynayan takımları belirgin olarak öne çıktığı görülmektedir. Futbol kulüpleri, turnuvalar ve oyuncuların kapitalizmdeki dönüşümleri ve birbirini üretiyor olmasını taraftar boyutunu ele almadan irdeleyemeyiz. Bu yönüyle de özellikle taraftarın yabancılaştırılması olgusundan bahsetmemiz gerekiyor. Taraftarın yabancılaştırılması, kapitalizmin futboldaki tahakkümüyle beraber başta ileri kapitalist ülkelerde daha belirgin olarak göze çarpıyor. Bu noktada kapitalizmin taraftarı yabancılaştırma da en çok kullandığı holigan kavramı öne çıkıyor. Modernlik olarak sunduğu seyirci profili de tam da yıkıntıların örtülmesiyle inşa ediliyor. Bugün özellikle İngiltere’de, statlara VIP koltuklarda iş sözleşmelerinin yapıldığı, sadece maç günü değil, haftanın her günü tüketime yönelik olan ve sahadaki oyundan çok mağazalardaki ürünleriyle kapitalizmin barbarlık belgesini görüyoruz. Eğer futbolu temizlemek istiyorsak, futbol kapitalizmini yenilir yutulur hâle getirerek, bazı adaletsizlikleri engelleyip diğerlerini serbest bırakarak yapmak mümkün değil. Futbol kapitalizmin aktörlerinin para, rant ve iktidar sağlamak için top koşturduğu bir alan oldukça, futbolda haksız rekabet olacak. Bu nedenle futbol kapitalizmine, endüstriyel futbola karşı, katılımcı ve sosyal futbolu savunmak gerekiyor. Çünkü futbol büyük şirket ve kulüplerin, politikacıların, iş adamlarının, banka müdürlerinin malı olmaktan çıkıp herkesin olduğunda, yani futbolun aktörlerinin temel amacı ranttan en büyük payı kapmak olmadığında işte o gün gerçek futbolu ve futbolcuları izleyeceğiz. AHVAL-İ ANGARA Aylık Siyasi Yerel Gazete Ahval-i Angara adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Merve Keskin Yönetim Yeri: Güneşevler mah. Güneşevler Pazar yeri no: 9/A Altındağ / ANKARA Tel no: 0507 059 01 68 Tasarım: Cem Demir Baskı: MATTEK MATBAACILIK Ağaç İşleri San. Sit. 1354 (Eski 21. Cadde) 1362. Sokak, No:35 Yenimahalle - İvedik/ ANKARA Tel: 0 312 433 23 10


İRTİBAT NUMARALARI

Ege Mahallesi Hüsamettin Özden 0536 747 01 61 Dikmen Mahallesi Cafer Sabancılar 0532 578 88 85 Aydınlıkevler Mahallesi Cihat Teke 0532 734 46 85 Şentepe Mahallesi Ali Güler 0506 355 54 22

Bize Yazın www.ahvaliangara.com ahvaliangara@gmail.com

ahvaliangara ahvaliangara

Aydınlıkevler Yazılmayanı yazmak, bilinmeyeni söylemek ya da hepimizin içimizde bir yerlerde olanı söyleyen bir şairin ya da ozanın türküsü gibi Angara’yı yazmak, dinlemek, söylemek… Bugüne kadar bize anlatılan, öğretilen Ankara’nın Atakule’den Kızılay’dan Ümitköy’den başka bir şey olduğunu zaten biliyorduk. Baştakilerin görmekten imtina ettiği, yabancı devlet büyüklerini yolumuzdan geçirmek zorunda kaldıklarında bizlerden utandıklarından, o büyükleri konuşmaya tutarak görmelerini engellemeye çalıştıkları semtin çocuklarıydık biz. Angara’nın 7. Caddesi; Çevreli

Aydınlıkevler: Angara’nın Paris’i

Bundan on beş sene kadar önce okumaya geldiğimde Aydınlıkevler’de fark ettiğim ilk şeylerden biri, bura insanın naifliği, kibarlığı, kültürüyle olan bağı olmuştu… Daha çok Cumhuriyet düşüncesini sahiplenmiş memur ve üst sınıftan insanların mesken tuttuğu bu yerdeki insanlar, Aydınlıkevler “hanımefendiliğin”, beyefendiliğinin en güzel örneğiydiler. Aydınlıkevler 1950’lerde kuruluyor. 1950 öncesi buralar, Ankara’nın ilk yerleşim yerlerinden olan Solfasol ve Hasköy’ün bağ ve bahçelikleri. Baba Harman diye geçiyor Dışkapı, SSK ve Aydınlıkevler o günlerde. İsmini tek katlı, müstakil,bahçeli Aydınlık evlerinden alıyor. Ziraat Fakültesinin kuruluşu ile birlikte yerleşime açıldığını söyleyenler var.Savcı, hâkim, askerlerin kaldığı Subayevleri gibi, eski Ankara kalburüstlerinin ve memurların Aydınlıkevler’e ilk yerleşenler olduğunu söyleyenlerde. Kuruluşu ilk Şehit Cemalettin’den başlıyor mahallenin ve daha sonra Hasköy’e doğru yayılıyor.

2009’dan beri Aydınlıkevler’in muhtarlığını yapmakta olan Rıza Kumru,1962’den beri Aydınlıkevler’li. Aydınlıkevler tarihçesini anlatırken görevi devraldığı 48 senelik eski muhtar Necdet Rıfat Öner’i anmadan edemiyor. Ondan dinlediklerini, mahalleye ilk geldiği günleri, elli beş senede ne kadar çok şeyi kaybettiğimizi hatırlatıyor: “Samimiyet vardı o günlerde. Sende yoksa bende var, bende yoksa sende. Bugün nerde. Dayanışma vardı. Komşuluk vardı. Kadınların oturduğu bahçeler vardı. Küçücük mahallemizde mutluyduk.Bugün her şey çok değişti.”

Rıza amca 62 senesinde buraya geldiğinde Şehit Mustafa Baş Caddesinin oralar hala üzüm bağları. Mahalleye ulaşım Kızılay’dan kalkan ilave koltuklu Steyşın taksi dolmuşlarla yapılıyor. Hatta Rıza amca birkaç gün bu dolmuşlarda muavinlik ediyor.

Aydınlıkevler İlköğretim Okulu

Aydınlıkevler İlköğretim, Aydınlıkevler’in sembolik yerlerinden. Okul 1954’te kuruluyor. Üst geçitin ora, okulun önü buluşma mekânıdır. Zerrin Özer bu okul mezunu, Mustafa Erdoğan Aydınlık İlköğretim’de folklor hocalığı yapmış zamanında.

Firuze Sokak; 70’li Yıllar

1970’lerde zemin artı iki katlı yapılar boy gösteriyor mahallede. Birde Türk-iş blokları kuruluyor. Yine genelde memur kesimin oturduğu yerlerden. 70’li yıllar sıcak geçiyor Aydınlıkevler’de. Bugün ki Türk-iş bloklarından Firuze Sokağa kadar olan yer devrimcilerin kontrolünde, alt taraftan caddeye kadar olan yer ise ülkücülerin kontrolünde. Daha sonraları devrimciler bugün ki Kardeşler fırınına kadar olan bölgeye kadar yaygınlaşıyorlar.

Suyunu Aydınlıktan Alanlar

Yılmaz Erdoğan, Zerrin Özer, İzzet Altınmeşe, Sergen Yalçın gibi birçok sanatçı ve tanıdık sima yetişiyor Aydınlıkevler’den. Yine “Hazin geliyor” “Neredesin Firuze” gibi 150’den fazla şiiri bestelenmiş, şarkı yapılmış şair Cemal Safi halen Aydınlıkevler’den ilham alıyor.

Altındağ gençliğinde Çevreli Caddesinin yeri ayrıdır. Bugün ki kuşak için Tunalı, 7. Cadde, Park caddesi neyse, Hasköy, Doğantepe, Telsizler’de büyümüş 80-90 kuşağı için, yapılı Şahinler yada en fiyaka elbiseler çekildiğinde bir aşağı bir yukarı turlanacak mekandır Çevreli Caddesi. Bu aynı zamanda garip bir birleşimide getiriyor, daha çok alt sınıftan olan Altındağ bebeleri ile Aydınlıkevler bebeleri arasında.

Biz o başka semtin çocuklarıydık. Bugün o semtler can çekişiyor. Talan edilen, parsel parsel satılan, içinde insanlık adına, dayanışma adına, bir parça yeşil, bir toprak saha adına ne varsa her şeyin yok edildiği, satıldığı, peşkeş çekildiği yerler haline getiriliyor. Biz bugün ne kadar o Angara’yı yaşatırsak, yaşarsak o kadar var olacağız, o kadar var olacak tüm o bizi biz yapan değerlerimiz. Mahallelerimizde dayanışmayı, kardeşliği, karşılıksız vermeyi, paylaşmayı yaşatmak için her zamankinden daha çok muhtacız mahalleyi, mahalle ruhunu yaşatmaya, hatırlamaya. Altınpark bu ruhun en güzel örneğidir. Altınpark: Golf Sahasını İşgal Eden Mahalleli

Mehmet Altınsoy’un 1983’te projelendirdiği Altınpark 1987 yılında açılır. Altınpark’ı çevreleyen mahallelerden Hasköy, Subayevleri, Doğantepe, Aydınlıkevler, Solfasol, Keçiören hatta Pursaklar halkının nefes alma yeridir Altınpark. Memleketten akrabalar geldiğinde gururlu bir edayla gezdirdiğimiz, konu komşuyla yaz akşamlarında piknik yapacak çim aradığımız, gidecek bir yeri olmayan sevgililerin ilk buluşmalarını

1976 Golf Sahası İşgali Altınpark yaşadıkları, İnönü, Aydınlık Liselerinden okulu kırıp çekirdek kola yaptıkları Altınpark’ın, daha 50- 60 sene evvel Amerikalıların Golf sahası olduğunu çok az kişi biliyor bugün. Doğma büyüme Aydınlıkevler’li Ahmet Abi,1950’li yıllarda, etrafı tel ve duvarlarla çevrili bu yerden dışarı kaçan topları toplayıp satarak kendine sigara parası yapan gençleri, top oynamak için her girdiklerinde bekçiden yedikleri dayağı gülerek anlatıyor.

Siz Kimin Toprağını Kime Satıyorsunuz

Altınpark, 1976 Temmuz’unda,Amerikalıların Golf Sahasını, zamanın Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay’ın, satışa çıkaracağı haberini duyan mahalleli, çoluk çocuk, kadın erkek Altınpark’a hücum eder. Gerisini kıdemli Hasköy’lü Hasan Abi anlatsın; “Bir akşam evde oturuyorduk. Bir haber geldi ki, mahalleli golf sahasını işgal ediyor diye. Dedim, hanım koş çabuk biz de gidelim bir yer tutalım.” At arabalarıyla taşlar getirilip evlerin sınırları çiziliyor. Bismillah deyip hep bir elden temeller atılmaya başlanıyor. Çocuklarda boş durmuyor kendilerine top sahası, oyun alanı çeviriyor. Burayı, çok ihtiyaçmış gibi, “Milli Park” yapacağım diyen Belediye Başkanı Dalokay’a isyan eden çevre mahalleli, hep birlikte durmayı biliyorlar. “Siz Kimin Toprağını Kime Satıyorsunuz. Ev kirası ödeyecek durumumuz yok. Bizi buradan kimse çıkartamaz” diyorlar. Altınpark bu tarihten itibaren Yüncüler halkının koyun kuzularını otlattığı, çocukların oyun alanı ve civar mahallelinin toplanma alanı oluyor.

Cumhuriyet Ankara’sının soğukluğuna, her şeyimize yabancı soğuk yapılarının griliğine inat, bin bir rengimizle dayanışma içinde ördüğümüz gecekondularıyla Mamak’ı; oyundan yorulup bilmem hangi komşu evinde uyuklayıp kaldığımız Kale’si; birbirine kan bağı dışında tüm bağlarla bağlanmış Şenyurt’u; akşamları aynı ezilmişliğin yorgunluğu içinde dizildiğimiz bir kahve sobası etrafındaÇinçin’i; elin Amerikalısının golf sahasını koyunlarına mera eden Hasköy’ü; kendine dayatılan başka kültürlere inadına direnen Aydınlıkevler’idir Angara. E. Adem Demir


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.