9. Köy 2019 - Sayı 9

Page 1

2019 / Sayı 9

1


2019 / Sayı 9

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan

Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten

Veri Uzmanı Umut Irmaksever

Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan Destek Prog. Uzm. Merve Kambur Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak Editör Göksel Bozkurt

Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven Çevirmen Ozan Acar Araştırmacılar Dicle Ekmekçi Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal


2019 / Sayı 9

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2019 / Sayı 9

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2019 / Sayı 9

İçindekiler

“Toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımlara son verilmeli”

6

“Cezaların ağır olması kadın cinayetlerinde caydırıcı değil”

8

“Bu mesleklere dördüncü kuşak aranıyor” (1. Bölüm)

11

“Bu mesleklere dördüncü kuşak aranıyor…” (2. Bölüm)

14

“Asıl engel, bizi anlamayıp hayatlarında yer vermeyenler”

17

Asıl engel, şehir ve zihinlerde!

19

Bir gönüllü: Claire Özel

22

Daima mücadele edenler: Engelli bireyler

25

4 kadından biri okul görmedi, yüzde 64’ü çalışmadı

28

Yedigöller: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim”

31

5


2019 / Sayı 9

6

“Toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımlara son verilmeli” Neval Bulut / Diyarbakır

Dizi Yazısı

P

olis raporlarına göre, Türkiye’de son 3 yılda 932 kadın cinayete kurban gitti. Psikolog Yeşiltepe, toplumun ruh sağlığını etkileyebilecek cinayetlerde insanların, kendilerini kurban yerine faille özdeşleştirdiklerine dikkat çekti. Toplumumuzun “aitlik-sahiplik” kavramları üzerinden yürüdüğünü belirten Yeşiltepe, kocanın sahip olduğu nesne-eşyanın elinden alınmasına öfkelendiğinin altını çizdi. Yeşiltepe, çocuğu, “kadın” veya “erkek” olarak büyütmektense “iyi bir insan olarak” yetiştirmenin önemli olduğunu vurguladı Dünyada ve Türkiye’de her yıl binlerce kadın cinayete

kurban gidiyor. Bir süre önce, Polis Akademisi Başkanlığı’nca hazırlanıp yayınlanan “Dünya ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri 20162017-2018 Verileri ve Analizler” raporuna göre, ülkemizde son 3 yılda 932 kadın öldürüldü. Raporda, en çok cinayetin İstanbul, Ankara ve İzmir’de işlendiği, fail ve maktullerin yüzde 46’sının ilkokul mezunu olduğu bilgisi de yer aldı. Özellikle son yıllarda artış gösteren cinayet, şiddet ve taciz olayları sosyal medyanın da etkisiyle geniş kitlelere yayılıyor. 2019 yılının Ağustos ayında eski eşi Fedai Baran tarafından boğazı kesilerek katledilen Emine Bulut’un görüntüleri de sosyal medyada gündem olmuştu.

26 Kasım 2019

Görüntülerin sosyal medyada dolaşıma sokulmasının ardından binlerce paylaşım yapılmış, binlerce söz söylenmişti. 24 Saat Gazetesi için hazırladığımız “Kadın Cinayetleri” dosyasının ilk bölümünde görüntünün servis edilmesi, yarattığı tepki, sonuçlar ile toplumun ruh sağlığını Psikolog Berivan Çilen Yeşiltepe ile konuştuk. “GÖRÜNTÜLER, BİLİNÇDIŞI SAVUNMALARI İŞLEVSİZ HALE GETİRİYOR” -Emine Bulut’un eski eşi tarafından boğazının kesilerek katledilmesinin görüntüleri sosyal medyada yayınlandıktan sonra büyük tepkiler oluştu. Bu videonun


2019 / Sayı 9

Psikolog Berivan Çilen Yeşiltepe

yaratabileceği psikolojik tepkiler ya da düşünceler nelerdir? -Toplumsal travma söz konusu olduğunda, -mesela savaş ya da böyle tüm toplumun ruh sağlığını etkileyebilecek cinayetler gibi durumlarda- insanlar bu durumun yarattığı güvensizlik, korku gibi duygularla baş etmek adına bir savunma mekanizması geliştirirler. Bu da kendinle kurbanı değil katili veya faili eşleştirmektir. Bu tamamen bilinçdışı işleyen bir süreçtir. Aslında sizin gibi kaşı gözü ağzı burnu sizin gibi bir bireyin bu kadar vahşice katledilmesini bilirken aynısının sizin başınıza da gelme ihtimali baş edilebilir bir ihtimal değildir. Bunun karşısında insanlar kendilerini kurban yerine faille özdeşleştirirler. Yani sokakta birine tecavüz etme ihtimaliniz tecavüze uğrama ihtimalinizden yüksektir. Bu görüntüler bilinçdışı savunmalarınızı işlevsiz hale getiriyor. O kadar gerçek. Yani herkes et yerken bunun bir hayvandan geldiğini bilir ama bu hayvanı kesilirken görmekle aynı şey değildir. “NORMALLEŞMENORMALLEŞTİRME” -Videonun ardından bazı erkekler “Karımı böyle öldüreceğim” gibi söylemlerde bulundu. Böyle bir söylemin psikolojik karşılığı nedir? -Tam olarak normalleşmenormalleştirme diyebiliriz. Bu

insanların hiçbirinin o anda kafasında bir ampul yanıp evet ben de bunu yapmalıyım demiyor. Aslında karşılığı nedir bunu inceliyor. İçinde yaşadığımız toplum, aitlik-sahiplik kavramları üzerinden yürüyor ne yazık ki. Yani koca kişisi sahip olduğu nesnenin-eşyanın elinden alınmasına öfkeleniyor. Sonuç itibariyle size ait olan bir eşyayı dilediğiniz gibi kırıp dökebilirsiniz. Erk dediğimiz kavram, tam da bunun sayesinde varlığını sürdürüyor. Peki, siz boşanma kararı alınca, evi terk edince erki, sahipliği elinden alıyorsunuz. Erkek de bakıyor ki aynı durumda ‘karılarını’ öldürenlere pek de bir şey olmuyor. Birkaç kadın sokağa çıkıyor o kadar. Sonra herkes hayatına devam ediyor. Normalleşiyor yani. Sonrasında diğer kadınlara ve erkeklere şunu söylüyoruz: “Bakın evinizi terk ederseniz başınıza bunlar gelir. Erkekler siz de evden giden karınızı öldürmezseniz artık eskisi kadar erkek değilsiniz.” “BASTIRILMIŞ DUYGULAR MEVCUT” -Toplumun ruh sağlığının bu kadar acımasız ve dengesiz olması hangi koşullara bağlı olabilir? -Aslında yukarda bahsettiğimiz şeyle aşağı yukarı aynı. Nasıl yaşadığınız neyi normal neyi anormal gördüğünüz toplumun çoğunluğunun nasıl gördüğüne bağlı. Her birimizin içinde kendi kişisel yaşantımıza, geçmişimize, ailemize göre belirli bastırılmış duygular mevcut.

Şiddet de böyle. Şiddetin normal olmadığı bir dünyada, bir toplumda park yeri için, ATM sırası için birine saldırmak istesek de bunu yapmıyoruz. Fakat özel olan alanda evlerimizin içinde bize “ait” olan hayvan, çocuk, eş vb. kişilere yaklaşımımızda bunu göz önünde bulundurmuyoruz. Bu ayrım ortadan sosyal toplumla kalkıyor. “ATAERKİYİ HER SEFERİNDE YENİDEN ÜRETİYORUZ” -Türkiye’de çok fazla kadın cinayeti yaşanıyor. Bu toplumun yetiştirilme süreciyle ilintili midir? İnsanlar çocuklarını nasıl yetiştirmeli? -Bence buradaki en önemli konu, toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımlara bir son verilmesi. Yani çocuğu, kadın veya erkek olarak büyütmektense iyi bir insan olarak yetiştirme çabasıdır. Ancak burada çok ince bir nokta var ki toplumumuzda çocuğu yetiştirmek sadece kadının göreviymiş gibi algılanıyor. Sosyoekonomik düzey, eğitim durumu, yaş fark etmeksizin hep şunu söylüyoruz; “Ataerkil sistemi kuran erkekler, sürdüren kadınlardır.” Fakat bu söylemlerle ataerkiyi her seferinde yeniden üretiyoruz. Bir çocuk kendisine söylenenden ziyade gördüğü biçimde yaşar. Yani siz çocuğunuza annesine yardım etmesini dikte ediyor, fakat dikte ettiğiniz biçimde yaşamıyorsanız, çocuğunuzdan da farklı bir yaklaşım beklememelisiniz.

7


2019 / Sayı 9

8

“Cezaların ağır olması kadın cinayetlerinde caydırıcı değil” Neval Bulut / Diyarbakır

Dizi Yazısı

K

adın cinayetleri davalarını değerlendiren Bulut, cinayetlerin “namus cinayeti” olarak tarif edilip kasten adam öldürme suçunun basit haliyle cezalandırıldığına dikkat çekti. Artan cezalara karşın suçun devam ettiğine işaret eden Bulut, ülkemizin kadın cinayetleri konusunda hassasiyetinin hassas olmayan bir noktada olduğunu vurguladı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) ve Polis Akademisi Başkanlığı tarafından 2016-2017-2018 yıllarını kapsayarak hazırlanan “Dünya ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri” raporuna göre Türkiye’de kadın

cinayetleri gün geçtikçe artıyor. Kadın cinayeti davalarında tahrik indirimleri verilirken birçok mahkeme cinayeti, “namus cinayeti” olarak değerlendirip bir cezaya tabi tutuyor. Kadın cinayeti davalarınla verilen cezai indirimler kadınlar tarafından sürekli protesto edilse de mahkemelerde cezai indirimler sürüyor. 24 Saat Gazetesi için hazırladığımız “Kadın Cinayetleri” dosyasının ikinci bölümünde görüşüne başvurduğumuz Avukat Dilovan Bulut, cinayet davalarında faile verilmesi gereken cezaları, tahrik indirimlerini ve Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yer alan cezaların yeterli olup olmadığını değerlendirdi.

27 Kasım 2019

-Kadın cinayetleri davalarında TCK. maddelerine göre hangi cezalar verilmeli? -Aslında bu soruya öncelikle TCK.’da düzenlenen kasten insan öldürme hükümlerinin neler olduğu ve kadın cinayetlerinin hangi kategoride olduğunu tespit edip, nasıl olduğunu söylemek daha yerinde olacaktır. TCK. Madde 81-Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. TCK. Madde 82- Kasten öldürme suçunun; tasarlayarak, canavarca hisle veya eziyet çektirerek, yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silâh kullanmak


2019 / Sayı 9

suretiyle, üst soy veya alt soydan birine ya da eş veya kardeşe karşı, çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, gebe olduğu bilinen kadına karşı, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla, bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle, kan gütme saikiyle, töre saikiyle, işlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. TCK.’da düzenlenen kasten insan öldürme suçlarında madde 82’de belirtilen hükümler gereği bu suç eşe karşı işlendiğinde ağırlaştırılmış müebbet cezası verilir.

Dilovan Bulut Kadın cinayetlerinin birçoğu namus cinayeti iddiası ile karşı karşıya kalmakta, namus tahrik indirimi sebebi sayılmaktadır. Namus cinayeti kavramı, TCK. da düzenlenmemiş olup maalesef yargısal uygulama sorunları yüzünden oluşmuş bir kavram olup yaşam hakkının ortadan kaldırılmasında sosyal bir argüman olarak kullanılmaktadır. Yargıtay uygulamasına göre, örneğin eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket ederek Türk Medeni Kanunu (TMK md. 185) kendi arzusuyla başka bir kişiyle cinsel ilişkiye girmesi ve diğer eş tarafından öldürülmesi halinde “namus cinayeti” söz konusu olduğu, failin haksız tahrik indiriminden yararlanabileceği

kabul edilmektedir. Yani, namus cinayeti olarak tarif edilen cinayetler, kasten adam öldürme suçunun basit haliyle cezalandırılmaktadır. Namus cinayeti olarak adlandırılan bu insan yaşamına son verme saiki, çağdışı bir yaklaşımla ceza hukuku tarafından ödüllendirilerek uygulamada adaletsiz haksız tahrik indirimi hükümlerinin uygulanmasına neden olmaktadır. Bu sebeple namus cinayeti kapsamına alınan insan öldürme suçlarına verilen cezanın doğru olmadığı açıktır, kaldı ki bu kapsamda verilen cezanın kanunen hukuki bir düzenlemesi bulunmamaktadır. Bu sebeple bu yanlışlığı oluşturan kişi-kurum bizzat yargının kendisidir. -Kadın cinayeti davalarında verilen cezai indirimler hakkında neler söyleyebilirsiniz? -Bir avukat olarak şunu söylemem gerekir; verilen cezai indirimlerin doğru olup olmadığı tartışması, etik üzerine bir tartışmadır ve burada her olay için ayrı ayrı bu tartışmayı yapıp bir değerlendirme yapmak gerekir. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim; eğer bir kadın katiline verilecek cezai indirim başka kadın katilleri doğuruyorsa bu indirimin yapılması toplum yararına aykırıdır. Zira toplum yararını – sağlığını, devlet menfaatlerini düşünülerek suçların cezası 15 yıl öncesine göre 2-3 katına çıkarıldı. Aslında suç olduğu bile tartışmalı olan, başka ülkelerde suç olarak düzenlenmeyen birçok eylemin ülkemizde son 15-20 yılda böyle bir durumla karşı karşıya kalması ülkemizin kadın cinayetleri konusunda hassasiyetinin hassas olmayan bir noktada olduğunu göstermektedir. -Kadın cinayetleri davalarında adil bir yargılama yapılıyor mu? -Genelleme yapmak yanlış olur o sebeple tüm yargı makamlarının böyle yapmadığını öncelikle belirtip bir kısmının maalesef yetkin ve eşitlikçi olmadıklarını, ataerkil bir zihniyetle davaları yürüttüğünü düşünmekteyim.

-TCK.’da yer alan cezalar ağır, ancak artan cezalar karşısında suç sayıları da artıyor. Bunun sebebi ne olabilir ? yüksek olması -Cezanın asla bir çözüm değil. Kaldı ki mevcut hükümet döneminde aşırı bir şekilde artan cezaların karşısında artmaya devam eden suç sayıları hatta nüfus ile orantısal olarak bakıldığında dahi artan suç oranları söz konusu. Bu sebeple daha temele inilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kadınerkek eşitsizliğini, erkeğin fiziki gücünü ve bu gücü kadın üzerinde kullanma acizliğini, toplumların bu alanda yanlış yerleşen yapılarını, sapkın ve yıkıcı sonuçlar doğuran erkek egemen zihniyetini; yani duyarlı herkesin karşılaşınca farkettiği, iki cinsiyet arasındaki doğal olmayan ilişkiyi ve adaletsiz sonuçlarını önlemeye çalışmalıyız.

9

Yeliz Dağıstan -Kadın cinayetleriyle ilgili buradan erkeklere ne söylemek istersiniz? -Eğer totalde ne kazandığınızı, ne kaybettiğinizi önemsiyorsanız bir kadın ile eşit olmayı en çok siz istemelisiniz. Bu konuda eğer aile tarafından hassasiyet kazanmamışsanız bu hassasiyeti ve farkındalığı kendi çabanızla kazanmalısınız. Ve sonraki nesillere aktarmalısınız. “İstanbul Sözleşmesi’ni mahalle mahalle anlatmalıyız” Artan kadın cinayetleri konusunda kadınlan ne diyor? Emine Bulut videosunu ve kadın cinayetlerinin nasıl önlenebileceğini kadınlarla


2019 / Sayı 9

10

konuştuk. Kadın cinayetlerinin yanı sıra artan şiddet ortamına dikkat çeken Yeliz Dağıstan, çocukların da şiddete maruz bırakıldığı vurguladı. Dağıstan İstanbul Sözleşmesi’nin daha fazla işlenmesi gerektiğinin altını çizerek “İstanbul Sözleşmesi’ni mahalle mahalle anlatmalı ve geliştirmeliyiz. Özellikle kadın örgütlerinin Meclis’te yer alması ve kadın cinayetlerini önlemek için daha fazla çalışma yürütmesi gerekiyor” önerisinde bulundu. Emine Bulut’un sosyal medyada dolaşıma sokulan videosunu anımsattığımızda Dağıstan, videoyu çeken kişinin bilinçli davranmadığı ve o an birilerinden yardım istemesi gerektiğini savundu. Video nedeniyle Bulut cinayetinin daha fazla tepki aldığına söyleyen Dağıstan

videoyu izlemediğini belirterek, “Video çok sarsıcı. Sürekli detaya inen durumlar insanı olumsuz etkiliyor. Ve sanırım bu cahil güruh için video, teşvik edici” dedi. Adını vermek istemeyen başka bir kadın ise şunları söyledi: “Kadın cinayetleri artmaktadır. Kadınlar sırf kadın oldukları için her gün şiddete maruz kalmaktadır. Erkekler her gün namus, kıskançlık, öfke gibi bahaneleri ile kadınları katlediyor ve buldukları bahanelerle kendilerini haklı çıkartmaya çalışıyor. Kadın cinayetlerinin artış nedeni iktidarın söylemleri ve yargının cezasızlığıdır. Emine Bulut videosunu değerlendiren aynı kaynağımız, “Cinayetin videosu tabiki insanlar üzerinde etkisi olmuştu. Ve insanlar ciddi tepkiler

vermişlerdir. Ama videoların çok dolanması aynı zamanda şiddetin normalleştirmesine de etkili olmaktadır. Emine Bulut cinayeti sonrası benzer sekilde kadınlar katledilmeye başladı. Videoların sürekli dolaşması bu durumu etkilemektedir. Videolar mahkemelerde kullanması gereken delillerdir aslında” dedi. İstanbul Sözleşmesi’ne de değinen kaynağımız kadın cinayetlerinin önlenmesinin sözleşme ile mümkün olduğuna dikkat çekip sözlerini şöyle bitirdi: Sözleşmede, şiddetin normalleştirmemesine kadar birçok madde yer almaktadır. Yapılması gereken hükümetin 6284 ve İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamasıydı. Sözleşmeyi kaldırmak yerine bir an önce uygulamaya koyması gerekmektedir.”


2019 / Sayı 9

“Bu mesleklere dördüncü kuşak aranıyor”

11

1. Bölüm

U

nutulmaya yüz tutan sanatlarını gelecek kuşaklara aktaramamanın endişesini yaşayan bakırcı, kalaycı, semerci, hasır örücü, ipek böceği yetiştiriciliği ve teneke ustası, şimdiki neslin işlerini öğrenmek istemediğinden, çırak bulamamaktan şikâyetçi Bir zamanlar semercisinden abacısına, bakırcısında kalaycısına birçok mesleği aynı çatı altında yaşatan ustalar, gelişen teknolojiyle unutulmaya yüz tutan sanatlarını gelecek kuşaklara aktaramamanın endişesini yaşıyor. Daha önceleri her bir dükkânda 5-6 çırağa işin inceliklerini öğreterek geleceğin ustalarını yetiştiren sanatkârlar, Antakya Uzun Çarşı’da gelişen teknolojiyle tarihe karıştı. Bir elin beş parmaklarını

geçemeyen mesleklerinin son temsilcileri, mesleklerini dördüncü kuşaklara aktarmak için var güçleriyle çalışıyorlar. Önceki yıllarda dükkânları önünde oluşan kuyruğu azaltmak için 5-6 işçi çalıştıran sanatkârlar, şimdi çırak dahi bulamıyor. Tarihi çarşıda bir zamanlar mesleğin sayısız erbabının olduğu bölümde şu an da o dükkânlar, parmakla sayılır hale geldi. Sabahın erken saatinden itibaren çekiç seslerinin duyulduğu, kalaycı ateşlerinin yükseldiği, semerci ve hasırcı çıraklarının işlerini yetiştirmek için kıyasıya rekabet ettiği çarşıda, buna tanık olmak neredeyse imkânsız gibi… Mesleğinin inceliklerini çocuk yaşta öğrenen ve bunu ölünceye kadar dükkânında yaşatmaya çalışan ustalar, kapanan diğer dükkânlara

28 Kasım 2019

inat işlerine dört elle sarılıyor. TEKNOLOJİYLE HALK, FABRİKASYONA YÖNELDİ Tarihi Bakırcılar Çarşısı’nda uzun yıllardır bakırcılık yapan Ali Azizoğlu, sözlerine bir zamanlar hemen her bakırcının önünde uzun kuyruklar olduğunu ve işleri yetiştirmekte güçlük çektiklerini anlatarak başlıyor. Teknolojinin gelişmesiyle halkın daha çok fabrikasyon malzemelere yöneldiğine değinen Azizoğlu, gelinen duruma ilişkin şu bilgileri veriyor: “Burada 3 kuşaktır mesleğimizi icra ediyoruz. Fakat her geçen gün bakıra ilgi azalıyor. Eskiden kazan, tencere, tepsi satarken, şimdi daha çok hediyelik eşyalar, cezve gibi malzemeleri satıyoruz. Hem bakırın pahalı olması hem de gelişen teknoloji bizim işleri

Dizi Yazısı

Halit Demir / Hatay


2019 / Sayı 9

12

de etkiledi. Bakır tencerelerde pişen yemeğin tadı farklı olur. Ama bizim inşalarımız bunu anlamıyor. İşin kolayına kaçıyor. Bakırcılık mesleğine rağbet olsaydı bizde mesleğimizin inceliklerini gelecek kuşaklara aktarırdık.” Yeni neslin bakırcılığa ilgi duymadığına işaret eden Azizoğlu, “İsteyene işin inceliklerini öğretirim. Tek amacımız bakırcılık mesleğinin de diğer meslekler gibi tarihe karışmaması. Çırak bulamıyoruz. Çünkü genç kuşaklar bu işi bir gelecek kapısı olarak görmüyor. Yine de bu mesleği gelecek nesillere aktarmak için gayret göstereceğim” diye konuşuyor. ÜÇ KUŞAKTIR KALAYCI AMA… Kalaycılığın tarihin tozlu raflarındaki kitaplarda yer almaması için mücadele eden Nebil Muratoğlu, sabahın erken saatlerinde kurduğu ocakta ateşi körükleyerek başlıyor işe. Önüne gelen bakır tabak, tepsi ve kazanları ateşle buluşturan kalaycı Muratoğlu, mesleğinin kısa süre sonra yok olacağından endişeleniyor. Bakır malzemeleri parlatmak için körüklerini ateşleyen Muratoğlu, kalaycılığın unutulmaması için

büyük gayret gösteriyor. Üç kuşaktır çarşı içerisinde küçük bir dükkânda kalaycılık mesleğini sürdüren Muratoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Üçüncü nesil kalaycısıyım. 56 yaşındayım. 47-48 yıldır bu mesleği icra ediyorum. Büyükbabam, babam ve amcalarım bu zanaatı yapıyordu. Ben de onlardan görerek ilgi duydum ve bugüne kadar sürdürmeye çalışıyorum. Çarşı içerisinde tek kalaycıyım. İşimi severek yapıyorum. Çok şükür Allah’a gururluyum. Bu mesleği yürüttüğüm için sevinçliyim. Mesleğimi gittiği yere kadar devam ettireceğim.” Ekonomik yönden kolaya kaçmak için alüminyum ürün tercih edildiğinin altını çizen Muratoğlu, “Ancak bu ürünler sağlıksızdır. Atalarımız kalaylı ürünleri kullanarak uzun yaşlar yaşadı. İnsanlar yılda 2 defa kalay yapmamak için kendilerini zehirleyen ürünler kullanıyor ve bu da günümüzde hastalıkların artmasına neden oluyor” iddiasında bulundu. İnsanların daha çok fabrika üretimi tencereleri tercih ettiğine dikkati çeken Muratoğlu, insan sağlığı açısından bakırın çok

önemli yere sahip olduğunu dile getirerek şunları söyledi: “İşimiz genellikle sezonluk olduğu için ne kadar kazanacağımızı önceden tahmin edemiyoruz. Eskiye nazaran işimizde yüzde 95 kayıp var. Eskiden sabahın erken saatlerinde başladığımız işi, gece geç saatlere kadar çalışır, yine de bitiremez, diğer güne bırakmak zorunda kalırdık. Şimdi ise maalesef müşteri geldiği zaman kalkıp ocağı yakıyoruz. Olmadığı zaman da oturuyoruz. Şimdiki nesil bu işi öğrenmek istemiyor. Çırak bulamıyoruz.” SEMERCİLER, SÜS VEYA HEDİYELİK EŞYA ÜRETİYOR Gelişen teknolojiyle binek hayvanlarının kullanımının azalması üzerine iş yapamaz hale gelen Hataylı semerci ustaları, ya yenik düşüp kepenk kapattı ya da ürünlerini hediyelik eşyaya dönüştürdü. Hatay’da Tarihi Uzun Çarşı içerisinde bulunan ve “Semerciler Çarşısı” olarak bilinen yerde, dededen kalan mesleği üçüncü kuşak olarak yaklaşık 35 yıldan bu yana yapmaya çalışan Halil İbrahim Sümer, bir zamanların en hareketli çarşısında, bu mesleği yapan sadece üç kişinin kaldığını aktardı. Önceki


yıllarda “Semerciler Çarşısı”nda her adım başı bir semercinin bulunduğunu ve hepsinin önünde de müşterilerin beklediğini anlatan Sümer, teknolojik gelişmelerin binek hayvanlarını günlük yaşamdan çıkarmasıyla yıllardır bu işi yapan ustaların tek tek kepenk kapattığını kaydetti. İşyerine son yıllarda at ve eşeği için semer almak ya da tamir ettirmek için gelen müşterilerinin sayısının yok denecek kadar az olduğunu vurgulayan Sümer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eskiden hemen hemen her gün en az 5 semer satar ya da tamir ederdim. Ancak bu güzel günler teknolojik gelişmelerle birlikte, yerini adeta siftahsız günlere bıraktı. Dededen kalma işyerimi kapatmamak ve mesleği bırakmamak adına ‘Ne yapabilirim?’ diye düşünmeye başladım. Çareyi hediyelik eşya olarak minyatür semer üretmekte buldum. Artık gerçek semere ihtiyaç kalmadığı için süs eşyası

olarak hediyelik semer yapıyorum. Normal semerlere göre el işçiliği çok fazla olan minyatür semerlere bazen bir günümü harcıyorum. Normal semerlerde kullandığımız keçe, kamış gibi malzemelerin aynısını hediyeliklerde de kullanıyoruz. Hediyelik semerlerin satışına başlayınca iş yerimde sinek avladığım günler geride kaldı. Dükkânımın önünden geçen herkes bu semerleri sormaya başladı. Hediyelik eşya olarak ilgi gören bu küçük semerler gençlere de ilginç geliyor ve satın alıyorlar.” “Bu dükkânda yüz yıldan bu yana semer üretiliyor ancak bundan sonra bunu söylemek mümkün olmayacak galiba” sözleriyle endişesini dile getiren Sümer, şunları kaydetti: “Semerin son temsilcisi biziz. Çünkü semer eskisi kadar rağbet görmüyor. Geleceği olmadığı için çocuklarımız bu mesleğe yönelmek istemiyor. Eskiden dükkânda 3 kişi çalışır yine de

işlere yetişemezdik. Günde 5’e yakın semer yaptığımız olurdu, şimdi 2-3 ayda bir tane ya yapılır ya yapılmaz. Teknolojinin gelişmesiyle yollar yapıldı, araçlar çoğaldı. Artık kimse at, eşek tercih etmediği için biz de mesleğimizi devam ettirmek için süs eşyası olarak semer yapmaya başladık.” Semerci Mustafa Gezer de semercilik mesleğiyle ilgili şu açıklamaları yaptı: “48 yaşındayım, 35 yıldır semercilik mesleğini yapıyorum. İlkokul 5’i bitirip bu işe başladım. O zamandan buna yana bu işle uğraşıyorum. Eskiye göre talepler düştü. Semer dışında başka eşyalarda satıyoruz ama yine de ekmek parası çıkmıyor. Önceden dükkânda 3 kişi çalışıyorduk, şimdi ise tek çalışıyorum. Mesleği çocuklarıma aktarmak istemiyorum çünkü geliri yok. Benden sonra da Antakya’da bu işi yapmak isteyenin olacağını sanmıyorum. Bu işi sevdiğim için yapıyorum.”


2019 / Sayı 9

14

“Bu mesleklere dördüncü kuşak aranıyor…” 2. Bölüm Halit Demir / Hatay

Dizi Yazısı

H

asırcılık, ipek böceği yetiştiriciliği, teneke ustaları, bakırcılar kendilerinden sonrası için endişeli. Usta-çırak ilişkisiyle bugünlere gelen ustalar, zanaatlarının gelecek kuşaklara aktarılması için uğraş veriyor Eşiyle beraber 63 yıldır hasır ören Fatma-Niyazi Köleoğlu çifti bir yandan bu işi yaparak geçimlerini sağlarken diğer bir yandan da bu sanatı gelecek kuşaklara aktarmak için çaba sarf ediyor. Evlerinin bir odasını atölyeye çeviren Köleoğlu çifti, hasat zamanı tarlalardan topladıkları buğday saplarını, atölyelerine getirip kökboyalarının yardımıyla renklendiriyor. Renklendirip kuruttukları buğday saplarını, el emeği ve göz nuruyla hasır sepetlere dönüştüren çift, ürettikleri kadın çantası ve

süs eşyalarını düzenledikleri sergilerde satıyorlar. Hasır işlemeciliği işine 1959’da başladığını belirten Niyazi Köleoğlu, işiyle ilgili şunları aktardı: “60 yıldır bu hasır mesleğini yapıyorum. Buğday saplarından çeşitli ürünler yapıp satıyorum. Para kazanarak geçimimizi sürdürüyoruz. 1935 doğumluyum bu köyde doğdum, burada ilkokulu okudum. Zamanında buralarda okul yoktu. Defter, kalem, bunlar bizim elimize hiç geçmedi. Bugün insanlar bilgisayar ile okuyor onu da beğenmiyor. Ben okul okumadım ancak bu işten dolayı tahsilli insanlarla aynı ortamda bulundum. Eğer bu işi yapmasaydım bir ağacın altında oturup güneşleniyor olurdum.” Hasır işinin de eskisi kadar rağbet görmediğini dile getiren Köleoğlu, mesleğini yaşatmak

29 Kasım 2019

istediğinin altını çizmek adına sözlerini şöyle tamamladı: “Köyümüzde hiçbir şeyimiz yoktu, şimdi ise bu zanaat sayesinde her şeyimiz var çok şükür. Yalnız Hatay’da değil Türkiye’de bu işi yapan tek ben kaldım. Öğrenen de yok, benimle beraber bu iş bitecek gibi duruyor. Hatay’da 250 tane öğrencim var ama bir türlü yapamadılar. ‘Çok zor’ diyorlar yapamıyorlar. Ama bana göre çok kolay, sapları elime alınca hasta isem iyileşiyorum. Bu mesleğe başlamadan önce ekmeğe muhtaç haldeydik çok şükür şu an oldukça iyi durumdayız. Bu meslek sayesinde yaşadığımız köyün sayılı insanları arasında yer aldık. Mesleği öğrenmek isteyenlere yanıma gelsin. Onlara mesleğin tüm ince ayrıntılarını öğreteceğim. Hatta tüm masraflarını ben ödeyeceğim ve yaptıkları


2019 / Sayı 9

işlemeleri kendilerine vereceğim. Yeter ki bu meslek devam etsin.” “İPEK BÖCEĞİ YETİŞTİRİCİLİĞİNİ YA YAŞATACAĞIM YA DA ÖLECEĞİM” Hatay’da kuşaklar boyu geleneksel yöntemler ile ipekçilik yapan 85 yaşındaki Hasan Büyükaşık, 7 yaşında başladığı mesleği sayesinde 78 yıldır ipek dokuyor. Sabahın erken saatinde yaktığı ocağının başına geçen Büyükaşık, kaynayan sudaki kozalardan büyük bir incelikle iplikleri çıkarıyor. İplikler daha sonra, makaraya, oradan da kuruması için yükseğe asılıyor. Kuruyan ipler, son olarak el tezgâhlarında dokunarak el emeği göz nuru kumaşlar haline geliyor. Büyükaşık ailesi, ipek böceği yetiştiriciliğinden çıkarılan ipliklerin dokunmasına kadar işin her aşamasında görev alarak ortaya çıkardığı kravat, masa örtüsü, fular ve kıyafet gibi ipek ürünleri, yurt içinde ve dışında satışa sunuyor. “Ata mirası” olarak nitelendirdiği ipekçilik mesleğini çocuklarına öğreten Büyükaşık,

mesleğini yaşatmak ve yeni nesillere öğretmek için son nefesine kadar çaba göstermeye kararlı. İpekçi ustası Büyükaşık, henüz çocuk yaştayken öğrendiği işine büyük bir sevgiyle bağlandığını söyledi. Babasının yanında öğrendiği meslekte ocak ocak gezerek tecrübe kazandığını aktaran Büyükaşık, mesleğinin ilk yılları ve gelişmesini şöyle anlattı: “Babam yanına çağırır, neyin nasıl olacağını anlatırdı. Allah’a şükür lafına uydum ve bu işe başladım. Evlendiğimde tek göz odamız vardı, geceleri kalkardım çocukların üzerine basmamak için parmaklarımın ucunda yürüyerek tezgâha giderdim ve sabahlara kadar ipek dokurdum. Allah’a şükür bu işten çocuklarımı besledim, evimi kurdum ve hayatımı kurtardım. Bu işin temeli daha sonra eşim ve kızlarım oldu. Erkekleri 5. sınıfa kadar okuttum, sonra yanıma aldım. Eşim, ‘Bir tahsil görsünler, okusunlar. Bu çocuklar bu işi nasıl yapacak?’ demişti. Ben de ‘Evvel Allah, ya bu işi yaşatacağım ya da öleceğim’ dedim. Allah’a bin bir şükür olsun bu dileğim

yerine geldi. Çocuklarımın her biri, birbirinden başarılı bir şekilde bu işi öğrendi ve atalarımızın mirası olan ipekçiliği yaşatacaklar.” Büyükaşık, ipekçiliğin gelecek kuşaklara aktarılması için evinin hemen yanına okul yaptırmak istediğini de bildirdi. TENEKE USTALIĞINDA DA EL EMEĞİNDENSE FABRİKASYON TERCİH EDİLİYOR Tarihi Uzun Çarşısı içerisinde mesleğini icra eden teneke ustası Hasan Erişen, 65 senedir tenekecilik yaptığını ve mesleğinin son temsilcisi olarak iki ustanın kaldığına işaret ederek şunları söyledi: “Baba mesleği olarak mesleğe başladım. Mesleğe talep geçmişe nazaran kalmadı. Günümüzde el emeğindense fabrikasyon ürünler tercih ediliyor. Önceden imalatımız vardı, şimdi kalmadı. Çocukluğumda bu işi, 5 kişiyle birlikte yapardık. Şimdi ise tek başıma çalışıyorum çünkü talep bitti. Bu dükkân malımız olduğu için ben bu işi yapıyorum yoksa çoktan ben de bırakmıştım. Bu dükkân babadan kalma. Babam da bu mesleği yapıyordu.

15


2019 / Sayı 9

16  Ben devam ettirdim ama benim çocuklarım meslek değiştirdi. Günde ortalama 10 tane ürün üretiyoruz ama akşama kadar 40-50 lira yevmiyemizi kıt kanat çıkarabiliyoruz. Elden emek kalmadığı için artık her ürün fabrikasyona dönüyor. Eskiden birçok eşya üretirdik ama şimdi bir şey kalmadı. İlk zamanlarda 2-3 çırakla rahatlıkla işimizi yapardık şimdi tek başımıza kaldık.”

beğenmiyor. Fabrikasyon daha seri olduğu için bizim meslekte bitme noktasına geldi. Tabiî ki el işi daha iyi. Arasında çok fark var. Kazancımız çok az. Eğer emekli olmasaydık aç kalırdık. Allah devletimize zarar vermesin. Dükkân mülkiyeti bana ait. Eğer kira verseydim ben de çoktan biterdim. Bu dükkân, 1964’ten beri bende. Benden sonra ya satarlar ya da kiraya verirler.”

“BAKIRCILIK ESKİDE KALDI, BİTTİ” Eski adıyla Tüccar Çarşısı şimdiki Uzun Çarşı içerisinde bulunan Bakırcılar Çarşısı’nda haftalık ücret alarak işe başladığını anlatan 72 yaşındaki Teneke Ustası Mustafa Gürler ise, şunları kaydetti: “Ben de komşum Hasan Usta gibi, bu mesleği 60 senedir yapıyorum. Bana bu meslek dededen kalma. Bu meslekte son kuşak benim. Bu mesleği babamdan sonra ben devraldım ama benim çocuklarım meslek değiştirdi. Bu yüzden bakırcılık eskide kaldı, bitti. Talep eden de yok. Gençler bu mesleği

FARKLI DİN VE MEZHEPLERDEN ESNAFLAR BİR ARADA YAŞIYOR Uzun Çarşı Güzelleştirme Derneği Başkanı Hasan Ali Sevinç, yaptığı açıklamada, tarihî ve kültürel geçmişiyle Uzun Çarşı’nın Hatay için büyük önem arz ettiğini vurguladı. Unutulmaya yüz tutmuş sanatları işleten dükkânların çok az bir sayıda kaldığına dikkat çeken Sevinç, açıklamasına şöyle devam etti: “Evliya Çelebi dönemindeki bazı bilgilere göre o dönemde çarşıda 300 esnafın bulunduğu, bugün ise bu sayının 2 bini geçtiği belirtiliyor. Çarşı çeşitli meslekleri içinde barındırıyor. Çarşımızda farklı dinlerden ve

mezheplerden esnafımız var. Burası özellikle yaz aylarında çok sayıda yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor. Çarşımızda 3 han, 3 hamam ve camilerimiz var. Uzun Çarşı, çok köklü bir geçmişe sahip. Çarşıdaki esnaflık kuşaklar arasında geçiyor. Fakat bazı sanatkârlar mesleğini gelecek kuşaklara aktarmakta sıkıntı yaşıyor. Bazıları ise iş yoğunluğunun az olması sebebiyle kepenk kapatıyor.” Gelişen teknolojiyle beraber insanların fabrikasyon ürünleri tercih ettiğini, fakat sağlık açısından fabrikasyon ürünlerin zararlı olduğunun altını çizen Sevinç, açıklamasında “Çoğu insan artık bakır yerine basit alüminyum ürelerini kullanıyor. Binek hayvanlara ihtiyacın azalmasıyla semerci ustaları minyatür semerler yaparak geçimini kazanmaya çalışıyor. Eskiden beş altı işçi çalıştıran dükkânlar şu an tek ustayla iş bulmakta zorlanıyor. Yarın bunların akıbeti ne olur bilmiyoruz. Bu mesleklerin yaşatılması için destek bekliyoruz” ifadelerini kullandı.


2019 / Sayı 9

“Asıl engel, bizi anlamayıp hayatlarında yer vermeyenler”

G

eçirdiği ateşli hastalık sonucu felç kaldığında küçükken dilencilik yapmaya zorlanan Avcı, İstanbul’daki tek amacının sokak sanatına bir değer katmak olduğunu belirtip sokak müzisyenlerinin sanatlarını icra edebilecek mecralar oluşturulması çağrısında bulunuyor Akülü arabasıyla İstanbul’u sokak sokak gezerek şarkı söyleyen Hasan Avcı’nın istediği temel şey, önündeki engellerin kaldırılması. Ne zaman içime bir sıkıntı girse Oturup ağlarım kendi kendime İki damla gözyaşı teselli verir Sevgiye hasret yüreğime Yukardaki dörtlük

Hasan Avcı’ya ait Malatya’da dünyaya gelen Hasan Avcı (50), ilkokul 4’üncü sınıfa kadar okuyup, dedesi tarafından okuldan alınarak, Ankara ve İstanbul’da dilencilik yapmaya zorlanıyor. Avcı’nın 11-12 yaşında dilendirilmeye mecbur bırakılması, kendi ihtiyaçlarını karşılamak ya da 6 aylıkken geçirdiği ateşli hastalık sonucu felç kalmasını tedavi etmeye yönelik değil. 6 aylıkken sol tarafı felç olan Avcı’yı, ailesi doktora götürmek yerine aspirin vererek tedavi etmeye çalışıyor. Sonuç alamayınca camilere, ziyaretlere ya da imam, şeyhlere götürerek derman bulmaya çalışan aile, buralardan da sonuç

2 Aralık 2019

alamayınca, Avcı’nın geleceği ve sağlığı için “mücadele” etmeyi bırakıyorlar. Ama annesi son bir çabayla yetişiyor Avcı’nın imdadına. Annesinin altınlarını satarak kendisini hastaneye götürdüğünü, tedaviden ilerleme kaydettiğini anlatan Avcı, paraları bitince tedaviyi de yarıda bırakmak zorunda kaldıklarını kaydedip “Aspirinle hastalık tedavisi olur mu? Ziyaretlere, hocalara götürmüşler. Bunları da yadırgamıyorum ama sonuçta tıp var” diyor. Malatya’nın en zeki talebelerinden biri olduğunu, ilkokul 4’üncü sınıfta öğrenci iken dayısının oğlunun evlerine gelip, dedesinden kendisini kiraladığını söylüyor Avcı. O zamanlar

Haber Yazısı

Yağmur Kaya / İstanbul

17


2019 / Sayı 9

dilenciliğin bir meslek olduğunu hatta dilencilik yapmayana “kız” vermediklerini belirten Avcı, Ankara’ya dilenmeye götürülüyor. “Ramazan ayı dolasıyla 15 günde 3 çuval kıyafet ve o zamanın parasıyla 300 bin lira topladık” diyen Avcı, “Malatya’ya döndükten sonra nasıl olduysa dedem bir anda hastalandı. 150 bin lirayı ‘Tedavi olacağım’ diye alıp götürdü. Para bitene kadar Malatya’ya uğramadı” diye anlatıyor o günleri.

18  Hasan Avcı “NE OLURSUN KARDEŞİME BİR KÜPE ALALIM!” Avcı, bir süre sonra bu defa babası tarafından Ankara’ya dilencilik yapmaya götürüldüğünü anımsatıp şunları söylüyor: “Babam da beni dinlendirmek için Ankara’ya götürdü. Babam, çok gaddardı. Ankara’da iken haber geldi. Annem doğum yapmış. Bir kız kardeşim olmuş. Babama ‘Ne olursun kardeşime bir küpe alalım’ dedim. Babam şart koştu, ‘Şu kadar para toplarsan kardeşine küpe alabiliriz’ diye. Ben dediği parayı toplamak için saatlerce dilendim.” Yıllar sonra İstanbul’a geliyor Avcı. Avcı, Unkapanı’nda bekârların kaldığı iş hanında 3040 kişiyle tek odada kaldıklarını belirtip İstanbul günlerini şöyle anlatıyor: “Kardeşim Doğan da o yıl okumak için İstanbul’a geldi. Bana, ‘Kaç git seni ömrünün sonuna kadar dilendirecekler’ dedi.

Ben de en fazla Beyoğlu’na kadar gidebildim. Beyoğlu’nda tezgâh açarak sakız, kalem satarak geçimimi sağlamaya çalıştım.” “BİR ENGELLİ, BİR PAPAZ, BİR İMAM” Avcı İstanbul’un tarihini, renklerini, çeşitliliğini de zihninde, ruhunda barındırıyor. “Beyoğlu’nu anlatsana” diye sorduğumda Avcı, “Sen şimdi var ya beni damardan vurdun. Beyoğlu benim açık hava üniversitemdir. Üniversiteyi Beyoğlu’nda, masterı mı Şirinevler’de yaptım. Fransız Konsolosluğu’nun oradan Galatasaray Lisesi’ne kadar yavaş yavaş gider elimde sakız kutusu satış yapardım. Sakız bir liraysa 3 lira verirlerdi. Sent Antuan Kilisesi’ne giderdim. Rahip, benim arkadaşımdı. Benim Müslüman olduğumu biliyordu. Ramazan ayında bana hep erzak getirirdi. Bizim böyle dostluğumuz vardı. Ağaoğlu Camii’nin imamıyla, Sent Antuan Kilisesi’nin rahibi biz üçümüz oturur, çay ocağında çay içerdik. Bir engelli, bir papaz, bir imam… Beyoğlu’nda gayrimüslimlerin arasında büyüdüm. Açık konuşayım. Kültürümü, efendiliğimi onlara borçluyum. Ben otelde kalırdım. Kravatsız dışarı çıkmaya utanırdım. Çok kibar insanlardı. ‘Beyefendi bir tane sakız alabilir miyim?’ derlerdi. ‘Tabii ki beyefendi’ derdim. Biz birbirimize böyle hitap ederdik. Üzeyir Garih gelir alışveriş yapardı. Ben Beyoğlu çocuğuyum. Pürtelaş Sokak, transların olduğu bir sokaktı. Ben oraya giderdim sigara satmaya. İlkin utanırdım ama zamanla alıştım. Bana, ‘Prens bey’ derler. Sepete sigara koyardım. Bir bakardım sigaranın on katı para koymuşlar. Yemek getiren, elbise getiren. Duyarlılık vardı. “HANİ BEYOĞLU SANATIN BAŞKENT İDİ” Beyoğlu, gizemli bir yerdi. En son gittiğim de ağladım. Kültür adına bir şey kalmadı Beyoğlu’nda. Sokak sanatı yok. Beyoğlu Belediyesi, ‘Sokak Sanatı’ diye kendi kendine bir şey çıkarmış. Ama onlar sanat yapmıyorlar. Zabıta bana ‘Sen nereden geldin’

diye sordu. Ben de ‘Bağcılar’dan dedim. ‘Git müziğini Bağcılar’da yap’ dediler. Hani Beyoğlu sanatın, müziğin başkent idi. Bu bana dert oldu.” Tek amacının sokak sanatına bir değer katmak olduğunu ifade eden Avcı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’na sokak müzisyenlerinin sanatlarını icra edebilecek mecralar oluşturulmasına yönelik şu çağrıda bulunuyor: “İstanbul’un merkezi yerleri var. Üsküdar gibi. Günün belirli saatinde belediyenin denetimi altında sanatımızı icra etsek. Mesela Sultanahmet’in ruhuna, tarihine uygun müzikler çalsın. Üsküdar’ın tarihinde ruhunda klasik müzik var. Şirinevler’de ‘Aşkito çalınsın. (Avcı’ya ait olan şarkı ismi)” “BEN EĞİTİMİ SOKAKLARDA OKUDUM” “Sokak sanatçısı sokağın çilesini bilmeli” diyen Avcı, “Sokaklarda çileyi, yoksulluğu, mağduriyeti görüyorum. Bu bana çok ağır geliyor. Müziğe başladım gerçekten insan olduğumu anladım. Benim diplomam yok ama ben şan dersi aldım. Sizler eğitimi kitaplarda okudunuz ama ben eğitimi sokaklarda okudum” ifadelerini kullanıyor. En büyük hayalini bir kültür merkezi açmak olduğunu kaydeden Avcı, Türkiye’nin her yerinden sokaklarda yasayan, yetiştirme yurtlarında yaşayan çocuklara, bu kültür merkezinde, yeteneklerine göre sanat dersleri vermek istediğini dile getiriyor. “Sokak sanatı”nın Türkiye’nin şu an ihtiyaç duyduğu en önemli konuların başında geldiğini söyleyen Avcı, “Ben Bahçelievler’i doyuruyorum ama bugün bu sokak sanatı Niğde’de olmalı, Erzurum’da da olmalı. Zabıtalara seslenmek istiyorum. Sokak sanatçılarını dilenci gibi görmeleri beni çok çok üzüyor. Hayatın her alanında biz varız. Vallahi varız. Müzikte varız, tiyatroda varız, sinemada varız. Önümüzdeki asıl engel, ‘sizlersiniz’, bizi anlamayıp hayatlarında yer vermeyenler” diye bitiriyor sözlerini.


2019 / Sayı 9

Asıl engel, şehir ve zihinlerde!

Y

erel yönetimlerin “Engellilerin Erişebilirlik Yasası”nı ihmal etmesinin hayatlarını zorlaştırdığını belirten engelliler, kampanyalarla kendilerinin “muhtaç gibi” gösterilmesinden şikâyetçi Engellinin de normal bir hayat yaşayıp her yere gitmek, sanata ulaşmak istediğini ancak özellikle fiziki engeller nedeniyle çok zorlandıklarına dikkat çeken engelliler, ailenin ve toplumun bakış açısının önemini vurguladılar. KAMU-EN-DER Başkanı Çınar, “Kadınlardan sonra en çok şiddete uğrayan biziz” derken, 3 Aralık “Dünya Engelli Günü”nü Ankara

Büyükşehir, Yenimahalle ve Çankaya belediyeleri çeşitli etkinliklerle kutlayacak. Körler, sağırlar birbirini ağırlar. Körle yatan şaşı kalkar. Kör atın kör müşterisi. Bitli baklanın kör alıcısı olur. Baz bazla, kaz kazla, kel tavuk topal horozla. Sağır duymaz uydurur. Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur. Topalla gezen aksamayı öğrenir. Eli ayağı düzgün birini bul. Yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz ve daha da çoğaltabileceğimiz, dilimize yerleşmiş olan söz ve deyimleri kullanmayan yoktur sanıyorum.

3 Aralık 2019

Başka bir dilde engelli bireylerinin duygularını incitecek bu kadar deyim var mıdır emin değilim doğrusu! İngilizcede araştırdığımda bir iki tane bulabildim. Birisi “Körler diyarında şaşı kraldır” diğeri de “Kör köre rehberlik eder” ki bu sözde de bir alay değil bir empati var. “Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar” gibi. Bu sözler toplumun engelli bireylere bakışının bir yansıması olarak ortaya çıkmış olsa gerek. Engelli bireylerin aktardığı tecrübelerden de öyle anlaşılıyor. İlk yurtdışına çıktığım 1990’lı yıllarda Londra’da en çok dikkatimi çeken sokaktaki engelli insanların çokluğu olmuştu. Tekerlekli sandalyeleri, bastonları

Haber Yazısı

Gülseren Tozkoparan Jordan / Ankara

19


2019 / Sayı 9

20

ile her yerde hayatın içindeydiler. Belediye otobüslerinin biniş kısmı tekerlekli sandalye seviyesine gelerek inme ve binmelerini kolaylaştırıyordu. Trafik ışıklarında sesli sistemler vardı. Televizyonlarda duyma engelliler için alt yazı seçeneği vardı ve işaret dili mevcuttu birçok programda. Aziz Nesin’in dediği gibi o zamanki aklımla “Bu şehirde ne kadar çok engelli var” diye düşünmüş ve “Bizde o kadar yok” kıyaslamasında bulunmuştum. Sonradan fark ettim ki bizde de çok var elbette ama onlar dışarı çıkamıyorlar. Koşullar uygun değil çıkmalarına… Çıksalar zorlanıyorlar, yoruluyorlar, horlanıyorlar… Kim çıkaracak, eve hapsolmak en kolayı! Ancak günümüzde artık bizim engellilerimizi de sokaklarda daha çok görmeye başladık. Özellikle 2005 yılı Temmuz ayında Türkiye’nin ilk özürlü yasası olarak bilinen “Engelliler Hakkında Kanun”un onaylanmasıyla engelli hakları da daha çok konuşulur, tartışılır oldu… Ülkemiz ve engelli haklarına adına çok olumlu, çok güzel gelişmeler ama yeterli mi? Değil… Her zaman gündemde olması gereken bu konuyu, “Dünya Engelliler Günü” vesilesiyle ele alıp engellilerin durumuna, nasıl değerlendirdiklerine baktık. Ne bekliyorlar, ne ve hangi hizmetleri almak istiyorlar, ne hissediyorlar! Resmi makamlar ve yerel yönetimler tarafından verilen hizmetler yeterli mi? 3 ARALIK “DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ” “Uluslararası Engelliler Günü”, 1992 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 47/3 sayılı kararı ile ilan edildi. Bu günün gündeme getirilmesi, “toplumun ve toplumun her alanında engelli bireylerin haklarını ve refahını teşvik etmeyi ve engelli bireylerin durumuna dair politik, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamın her alanında farkındalık artırmayı” amaçlamaktadır. Engelli; yaralanma ya da fiziksel veya zihinsel bir rahatsızlık nedeniyle bazı hareketleri, duyuları veya işlevleri kısıtlanan (kişi) olarak tanımlanıyor. Engeller, doğuştan gelebilir veya sonradan geçirilen hastalıklar ya da kazalar sonucu

Koşullar uygun değil çıkmalarına… Çıksalar zorlanıyorlar, yoruluyorlar, horlanıyorlar… Kim çıkaracak, eve hapsolmak en kolayı!

ortaya çıkabilir. Dünya Engelliler Günü’nün 2018’deki teması engelli kişileri güçlendirmek, kapsayıcılığı ve eşitliği sağlamak imiş. 2019 yılı teması ise: Gelecek ulaşılabilir. ENGELSİZ FİLMLER FESTİVALİ Ekim Ayı’nda gerçekleştirilen Engelsiz Filmler Festivali’nin “Bizim için Bizsiz Asla” bölümünde dünya çapında bazı engelli kişilerin mücadelelerini ele alan kısa film gösterimlerinin ardından gerçekleştirilen söyleşide engelli sorunları konuşuldu. Organizasyonun içinde yer alan Elif Gamze Bozo, Fedakâr Özdemir ve Dilan Aydemir ile görüştük. Festival organizasyonunda da görevli olan Elif Gamze Bozo cam kemik hastası. Kemikleri çok kolay kırılabiliyor. Gazetecilik Bölümü mezunu, çeşitli kuruluşlarda gazetecilik yapmış, yazılar yazmış, yazmaya devam ediyor. Belgesel fotoğraf çekimleri, sergileri var. Şimdi bir çağrı merkezinde çalışıyor. “İNSANLARIN KAFASINDAKİ ALGIYI AŞMAK ÇOK ZOR” Elif Gamze Bozo, engelli tanımı için “Engelli dediğinizde sorumluluğu birisinin bedenine yüklemiş oluyorsunuz, ben aynı fikirde değilim. Bu tanım yıllar önce sakat idi, şimdi engelli oldu. Ben değil şehirler engelli. Engellilik diye bir şey yok” diyerek şunları söylüyor: “Ben Afrika’ya kadar gidiyorum sorunsuz ama Ankara’da bir yerden bir yere gitmek çok zor. Yerel yönetimlerin Engellilerin Erişebilirlik Yasası’nı ihmal etmesi bizim hayatımızı zorlaştırıyor. Engelliler ile ilgili kampanyalarla engelliler muhtaç

gibi gösteriliyor. Oysa bir engellinin hayatı sizinkinden farklı değil, tekerlekli sandalyesi ile her yerde bulunmak her yere gitmek ister, hayatı normal yaşamak ister. Bazı yerlere fiziksel şartları nedeniyle ulaşmamız zor. Mesela Festival sonunda bir kutlama yapmak için düzayak bir yer ya da tekerlekli sandalye ile ulaşılabilecek bir mekân aradık ama bulamadık. Diğer taraftan fiziksel engellerden çok zihinsel engelleri daha önemli. Fiziksel engeli aşıyorsun ancak psikolojik olarak insanların kafasındaki algıyı aşmak çok zor.” Engelliyi önce ailelerin kabul etmesi gerektiğini, böylece topluma kabul ettirmenin kolaylaşacağına işaret eden Bozo, “Benim kırılma riskim çok fazla ama çıkmaya çalışıyorum. Eve kapanırsak kimse bizi fark etmez ve yaptıklarımızın da bir anlamı kalmaz” diyor. Ülkemizde engellilerin kendine ait bir yaşamları olduğunun hâlâ kabul edilemediğini, ayrı bir Bakanlık açılması ve acil olarak Engelliler Komisyonu oluşturulması gerektiğini vurgulayan Bozo, engellilerin karşılaştığı zorluklar hakkındaki düşüncelerini şöyle anlatıyor: “50 kişisel sergi açtım. Söz gelimi görme engelli arkadaşımı da çağırmak istiyorum ama davet edemiyorum çünkü sesli betimleme yok. Bu Türkiye’de başlı başına bir sorun. Halkımız ağlamayı sevdiği için nerde bir engelli görse ağlıyor. Bir de bizi görünce hallerine şükrediyorlar. Meclis’te derdimizi anlatabileceğimiz bir tane vekil var, başka yok. Yerel yönetimde çalışan engelli arkadaşlar da bize “Sorun yaratmayın” diye bakıyorlar. Ablam olmadan ben hiç bir yere gidemiyorum. Engelli araçlarına binmeye korkuyorum. Bir yere çağrıldığımda ancak gelip alırlarsa gidebileceğimi söylüyorum. Medya ise, engellilerden bahsederken ya başarı hikâyeleri ya da acılarını anlatıyor. Onun dışında ne yaptıklarının hiç farkında değiller.” “AİLENİN EĞİTİM DURUMUNA GÖRE BAKIŞ AÇISI DEĞİŞİYOR” Fedakâr Özdemir; 45 yaşında, ilkokulu Fransa’da okuduktan sonra Türkiye’ye dönmüşler ve artık okula gidememiş, aktivist,


2019 / Sayı 9

çeşitli STK’larda çalışıyor. “Bir engelli sokağa çıktığı andan itibaren aktivisttir” diyor. “Kendimi sakat diye tanımlıyorum. Özürlü, engelli kelimelerinden hoşlanmıyorum. Meclis’te bir engelli milletvekilinin olması bizim sorunumuzu görünür kılmıyor, asıl bununla ilgili ne yaptığı önemli” ifadelerini kullanan Özdemir, engelliyi öncelikle ailenin kabul etmesinin çok önemli olduğunu vurgulayıp sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ailenin eğitim durumuna göre bakış açısı değişiyor. Babam beni bir yerlere götürmeye utanırdı. Sanki engelli olmamın intikamını benden almaya çalışıyordu. Aile sizi takmıyorsa toplumda kimse sizi ciddiye almaz. Ben kaç yaşında adamım birisi gelip ‘Ah canım’ diye yanağımı sıkıyor. HOŞ OLMAYAN BİR NEZAKET! Çok umudum yok, bunlar değişmez diye inanıyorum ve bu psikoloji beni yıpratıyor. Engelli asansörleri bozuk uzun zamandır, kimsenin umurunda değil. İnip çıkarken insanlar yardım etmek, sandalyeden tutmak istiyorlar ama ben görünmez olmak istiyorum. Kimse bana yardım etmesin, kendim ineyim çıkayım, sistem çalışsın istiyorum. Tiyatroda, sinemada güya bize

yer ayıyorlar ama kıyıda köşede. Tuvalet ayrı sorun. Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki tuvalet hijyenik değil. Tuvaleti bile düşünmek zorunda kalıyorum dışarı çıkarken. Mesela kadın ve erkek tuvaletleri ayrıdır normalde. Ama engelliler için sadece bir tane tuvalet vardır. Orada cinsiyete göre ayırmazlar, sanki engellide tek cinsiyet var.” SANATA ULAŞMAK LÜTUF OLMAMALI Özdemir, engellinin sanata ulaşmasının da kolay olmadığını, oysa sanata erişimin bir lütuf değil hak olduğuna dikkat çekip Engelsiz Film Festivali’nin fark yarattığını, bu sayede bağımsız ve sanatsal filmler izleyebildikleri için mutlu olduklarını belirtti. 18 yaşından beri aldığı maaşın yasadaki yeni bir değişiklikle kesildiğini ve artık alamadığını bildiren Özdemir, “Evdeki geliri hesaplıyorlar. Eve giren toplu gelir, asgari ücreti geçerse vermiyorlar. Zaten 700 TL ancak benim ev kiramı karşılayabilir onu da vermiyorlar” diye üzüntüsünü dile getirdi. DESTEK OLMUYORLAR KÖSTEK DE OLMASINLAR Dilan Aydemir; 25 yaşında, tasarımcı, özel bir reklam şirketinde çalışıyor. Üniversiteyi

zorluklarla okuyan Aydemir’e ailesi çok yardımcı olmuş. Aydemir, kendisine ilişkin şu değerlendirmeleri yapıyor: “Ben, engelleri aşan bir insanım. İnsanlar destek olmuyorlar bari köstek de olmasınlar. Senaryo yazıyorum ama engelliler ile ilgili değil. Sanki hep engelliler konusunda yazmalıymışım gibi düşünülüyor. Bir yere giderken ben de mutlaka fiziki şartları soruyorum ve ona göre gidiyorum. Kendi işimde rahatım, koşullarım uygun. Bir ara kampa gittik, bir otobüsle gittik ve resmen karga tulumba taşındım, hiç uygun değildi otobüsün şartları.” GÖRME ENGELLİLERE UYGUN AKILLI TELEFONLAR, HAYATI KOLAYLAŞTIRIYOR Geçen Temmuz ayında Didim’de tesadüfen kitap standında tanıştığımız “Didim’in misafirleri” adlı kitabın yazarı Hayri Kandemir, son yıllarda görme yetisinin büyük kısmını kaybetmiş. Sadece bir ışık gören Kandemir 25 yıldır Altınkum Yazarlar Festivali’ni oğlu Ege’nin ve gönüllü lise öğrencilerinin destekleriyle gerçekleştiriyor. Kandemir, görme engellilere uygun akıllı telefonlarla hayatının nispeten kolaylaştığını ve sosyal medyayı da o sayede takip edebildiğini söylüyor.

21


2019 / Sayı 9

22

Bir gönüllü: Claire Özel Gülseren Tozkoparan Jordan / Ankara

Haber Yazısı

Y

erel yönetimlerin “Engellilerin Erişebilirlik Yasası”nı ihmal etmesinin hayatlarını zorlaştırdığını belirten engelliler, kampanyalarla kendilerinin “muhtaç gibi” gösterilmesinden şikâyetçi Engelliler konusunda çalışan ve birçok hayata dokunan özel bir insan Claire Özel! Türk eşiyle beraber 25 yıldır Türkiye’de yaşayan İngiliz vatandaşı Özel. ODTÜ Hazırlık’ta Öğretim görevlisi. 2005 yılında kurduğu Engelsiz ODTÜ Birimi’nin Koordinatörlüğünü 2012’ye kadar sürdürmüş. O süreçte görme engelli öğrencilerle ve bazı duyma engelli öğrencilerle çalışmış ve

onların yabancı dil öğretiminde büyük katkıları olmuş. Özel o yılları şöyle anlatıyor: “2006 yılında düzenli olarak yürüttüğüm koordinatörlük göreviyle birçok çalışmayı başlatabildim ve daha sistematik bir koordinasyon kurabilme imkânına kavuştum. ODTÜ’de adım adım yeni sistemler kurduk. Koordinatörlüğün e-posta iletişim hattı kuruldu; ayrıca bir web sayfası geliştirmeye başladık. ODTÜ’de ilk Türk İşaret Dili derslerini vermeye başladık. İlk kurumsal JAWS ekran okuyucusu alındı. Sağlık Merkezi’yle Kaza Kayıt sistemi denendi. Yıllar sürecek olan Engelsiz Kampüs Ulaşım sistemi kuruldu. Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü ile yapılan

4 Aralık 2019

anlaşma sayesinde orta dereceli okullarla işbirliğini güçlendirdik. İşitme engelli öğrenciler farklı yurt dışı çalışmalara katılıyor, ulusal düzeyde etkinlikler ve bağlantılar gelişiyordu. Böylece, bizim dışımızda geliştirilen başka projelere katılma dönemine geldik. Diğer üniversitelerde görüşmeler ve sunumlar gerçekleştirdik. ODTÜ’de yapamadığımız bazı şeyler başka üniversitelerce denenmeye başlamıştı. İstanbul Üniversitesi’nde yapılan bir toplantıda, Türkiye’de ilk defa gerçekçi şekilde engelli öğrencilerin potansiyeline ve haklarına inanan kişilerle tanıştım. Giderek büyüyen bir yapbozun parçalarını birleştirmeye


2019 / Sayı 9

başlıyorduk. Çalışmalarımızda henüz hak temelli ifadeler kullanmıyorsak da, yaptıklarımızla aslında o yönde ilerliyorduk. 2007 yılının Ocak ayında yönettiğim ilk AB projemizi gerçekleştirdik. Bu projeyle Türkiye’den beş kişi olarak bir hafta boyunca İngiltere’nin Bristol kentinde bulunan iki üniversitenin engelli öğrencilerine yönelik program ve yaklaşımlarını deneyimlemeye gittik. BİRİNCİ ENGELSİZ ÜNİVERSİTELER ÇALIŞTAYI VE PLATFORMUNUN FİKİR ANASI Proje sonrası edindiğimiz çıktıları, 19 Mayıs gününde bir etkinlik yaparak sunacaktık. Tek seferlik bu etkinliğe daha sonra devam etmesi umuduyla ‘Birinci Engelsiz Üniversiteler Çalıştayı’ ismini verdim. Kimler katılmak isterdi, bilmiyorduk. Katılımın yüksek olacağına dair bir umudumuz yokken, o günlerde Türkiye’de mevcut yetmiş sekiz üniversitenin on dokuzundan yirmi sekiz kişi çalıştayımıza gelmişti. Aralarında engelli öğrencilerin yanında engelli akademisyenler de vardı. O zamana kadar gündeme getirilmeyen bu konulara ilgili Türkiye’nin dört köşesinden gelen kişiler arasında tanışma fırsatı varken, katılanlar fikir birliğiyle sunumların yarısının iptal edilmesini ve eksik kalan bilgilerin elektronik olarak paylaşılmasını istedi. O günün en sürdürülebilir adımıysa geri bildirim almaktı. En çok talep edilen konuysa elektronik bir platformun oluşturulmasıydı. Beş ay sonra, ülke çapında işleyecek “Engelsiz Üniversiteler Platformu” YÖK’ün onayıyla kuruldu. 2007 yılından sonra çalışmalar başka bir boyuta geçti.” Özel’in önerisi ve liderliğiyle ilk defa Üniversite Sınavı’nda görme engellilerle ilgili bir çalışma yapılmış. Görme engelli adayların üniversite giriş sınavı koşullarını tartışmaya açarak bir anket hazırlamışlar. Ankete 52 katılımcı katkıda bulunmuş ve sonucu bir rapor halinde ÖSYM’ye sunulmuş. ODTÜ’de yaptığı olağanüstü çalışmalarla verdiği özverili hizmetlerin ödülünü Özel, 15 Mayıs 2019’da aldı, YÖK Engelsiz

Üniversite Ödülü’ne layık görüldü. Eğitimde Görme Engelliler Derneği (EGED) üyesi olan ve gönüllü çalışmalarını sürdüren Özel, ODTÜ’deki Koordinatörlük görevini artık yürütmese de projesiz kalmıyor, sürekli engelli öğrenciler için ulusal ve uluslararası yeni projeler peşinde. Engelli öğrenciler ve EGED ile çalışmalarını sürdürüyor. Engeli olmayan insanların engellilerin hayatını ve çektiği zorlukları hayal bile edemediğine inandığı için ODTÜ’de zaman zaman insanların engellileri anlamasını sağlayacak “Engelsiz Bilinç Eğitimleri” yapıyor. “Görünenin aslında resmin yalnızca bir parçası” olduğuna işaret eden Özel, görünmeyen engeller ve disleksi gibi engelleri tespit edilmemiş olanların belirlenmesi, insanların kendilerindeki engeli fark etmesiyle kişiye göre çalışmalar yapılacağı, kapasitenin ve başarının daha artacağına inanıyor.

“Engellinin tanımı, eskiden direk sakat idi aslında. Ama bazı duyguları yumuşatmak adına engelli, özürlü ve farklı kelimeler kullanılıyor.

“SAKAT MISIN?” SÖZÜ, BİR ŞİDDET ADETA Şiddetsiz Toplum Derneği’nin 21 Kasım’da yapılan ödül töreninde konuşan Kamuda Çalışan Engelliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (KAMU-ENDER) Genel Başkanı Yıldıray Çınar duygularını şöyle ifade ediyordu: “Engellinin tanımı, eskiden direk sakat idi aslında. Ama bazı duyguları yumuşatmak adına engelli, özürlü ve farklı kelimeler kullanılıyor. Bizim en büyük sıkıntımız birbiriniz arasında kavga yaparken birbirinize kızdığınız zaman sakat mısın, engelli misin? Özürlü müsün?

Zihinsel engelli misin kelimelerini duymak! Bunlar bizim için adeta şiddet! Daha önceki yıllarda evden dışarı çıkamıyorduk, evden çıkamamak bir tür şiddetti. Şimdi dışarı çıktık. Eğitim almak istiyoruz, okullarda şiddete uğruyoruz. Sokaklarda zihinsel engelli çocuklarımız şiddete uğruyor. Ancak biz yılmadan dışarı çıkacağız, biz bu toplumun içerisinde var olduğumuzu ispat edeceğiz. Kadınlarımız gibi, annelerimiz gibi ne kadar şiddete uğrasak da birlikte sevgiyi, saygıyı beraber paylaşacağımız güzel bir dünyayı arzu ediyoruz.” KAMU-EN-DER: KADINLARDAN SONRA EN ÇOK ŞİDDETE UĞRAYAN BİZİZ Henüz 9 yaşındayken bir tren kazasında bir kolunu ve bacağını kaybeden Çınar, yıllardır bedensel engelli, protezleri ile hayata tutunmuş. Seneler sonra Devlet Demir Yolları’nda işe girmiş ve engelliler için özel yapılan Engelli Vagonu’nun fikir babası olmuş. Yıllardır Kamu Çalışanları Engelliler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nin başkanlığını yürütüyor. Derneğin faaliyetleri konusunda sorularımızı yanıtladı. KAMU ÇALIŞANLARI ENGELLİLER DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ NE GİBİ FAALİYETLER YÜRÜTÜYOR? Kamuda işe girip de ekonomik özgürlüğünü kazanan engellilerin dışarıda çalışırken karşılaştıkları engelleri aşmalarına yardımcı oluyoruz. Sözgelimi bazı engelli arkadaşlar yıllarca evde kalıp işe girdikten sonra yeni ortamlarına ayak uydurmada zorluk çekebiliyorlar. Uyum seminerleri düzenleyerek eski çalışanlarla yenileri bir araya getiriyoruz, tecrübelerini paylaşıyorlar. Ayrıca hakları, amir-memur ilişkilerine dair bilgiler veriliyor. Çoğu yasal haklarını bilmiyor öğretiyor, bilgi veriyoruz. Bu eğitimler, 10 yıldır Tarsus’ta uygun fiziksel koşulları engelliye uygun olan bir kampta yapılıyordu bu yıl Antalya’da yaptık. Ayrıca engellilerin işyerindeki sorunlarıyla kendileri baş edemediklerinde biz devreye girip aracı olmaya ve sıkıntılarını çözmeye çalışıyoruz. Aslında yüzde kırk elli oranda

23


2019 / Sayı 9

Claire Özel

24

kendi çözümlerini kendileri üretiyor, geriye kalan yüzde 50’nin sorunları ile biz ilgilenip destek veriyoruz. Merkez Ankara’da olup 42 ilde üyemiz var. Toplam 550 üyemiz var. KAMUDA ÇALIŞANLARIN KOŞULLARI, KARŞILAŞTIKLARI ZORLUKLAR NELER ? Mesela görme engellilerin özel bilgisayara ihtiyacı var ve bunların tedariki zor. Biz bunların tedarik etmeye çalışıyoruz, ya da kendilerine aracı olup amirlere bu ihtiyaçları anlatıyoruz. Engelli tuvaletleri, tekerlekli sandalye alımı sorun olabiliyor. Yemekhanelerde kendi yemeklerini alamayanlar var onlara yardımcı olacak birisini ayarlatarak çözümler buluyoruz. TOPLUMDA ADETA ŞİDDETE UĞRUYORUZ DEMİŞTİNİZ? Kadınlardan sonra en çok şiddete uğrayan biziz desek abartmış olmayız. Daha önce evden çıkmıyorduk. Sürekli engelli evladı ile ilgilenen aile, anne-baba bunalıp istemese de gergin ve sıkıntılı anlar yaşandığı oluyordu, bir tür psikolojik şiddet diyebiliriz vardı. Şimdi sokağa çıktık sokakta şiddete maruz kalıyoruz. Zihinsel engelli birisi istemsiz bir şey yaptığında karşısındaki anlamıyor

ve ters ve kötü davranıyor. Sözgelimi otobüslerde engelliye yer veriyor ama arkasından da “Siz niye dışarı çıkıyorsunuz? Biz işe gidiyoruz sizin ne işiniz var dışarda, oturun oturduğunuz yerde” deniyor. Geçen görme engelli bir arkadaşa birisi “Senin sahibin yok mu?” demiş. Biz toplumda bunları aşmaya çalışıyoruz. Benin sol kolum ve sağ bacağım protez. Otobüse bindiğimde yer bulduğumda oturuyorum. Bir yaşlı geldiğinde kalkmazsam imalarda bulunanlar oluyor. Kalksam uzun süre ayakta duramıyorum, engelliyim de demek istemiyorum. Böyle sorunlar var. Geçenlerde bir aile geldi derneğe otistik çocuklarıyla… Çocuk, 12 yaşındayken bir gün okuldan eve gelmiş, dolaba girmiş 4 gün çıkaramamışlar. 16 yaşına geldiğinde bir gün o olayı hatırlamışlar ve annesi neden dolaba kapandığını sormuş. Meğer okuldaki, özel eğitim alan öğretmen, çocuğu dövmüş. O da okula gitmek istemediğinden ve o zaman duygularını ifade edemediğinden dolaptan çıkmamış. Böyle eğitimcilerimiz de var ne yazık ki. ENGELLİ MİLLETVEKİLLERİ NELER YAPAR? Siyasi partiler engelli

milletvekili adayı seçerken daha çok partinin yüzü olacak, popüler oy toplayacak kişilere yöneliyorlar. Bu tip seçimler bize de çok zarar veriyor. Nasıl? Her işyeri kapasitesinin yüzde 3’ü kadar engelliye iş vermek zorunda. Meclis’te bu durumda 15 engelli milletvekili olmalı ki sadece 2 tane var. Bunu dile getirdiğimizde “Sizin engelli vekiliniz var ona gidin” diyorlar, onlara gidince de “O da bizim yetkimiz yok” diyor. Ülkemizde engelli sorunlarını çözmek adına tam bir politika uygulanmıyor. Daha ülke çapındaki engelli sayısı, engelli kategorileri bile kesin olarak bilinmiyor. Ne kadar şizofren, otistik, görme engeli ve diğerleri var bilmiyoruz. Mevcut engellilerin kaç tanesinin eğitim, sağlık, istihdam ihtiyacı vardır belli değil. Nüfus sayımlarında tespit edilemiyor çünkü hane halkında “Engelli var” demeye utanılıyor. Kimse “Engeliyim” demek istemiyor, gizleniyor. Ancak aynı kişiler sonra iş, hizmet talep ediyorlar. Halbuki bu sayıyı tespit etmek çok kolay. Engel, iki şekilde ya doğuştan ya sonradan oluyor. Her halükarda hastaneye gidiliyor. Taburcu olurken kişi engelliyse ona raporu verilse ve kayıtlara alınsa sorun çözülecek. Tekrar rapor almaya da gerek kalmayacak.


2019 / Sayı 9

Daima mücadele edenler: Engelli bireyler

B

ir engelinizin olmaması hayatınızın geri kalanında engelli olmayacağınız anlamına gelmiyor. Mevcut engel durumu nedeniyle engelliler, toplumda çeşitli psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunlarla karşılaşıyor Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 1992 yılında aldığı 47/3 sayılı kararla ilan ettiği “3 Aralık Dünya Engelliler Günü”nde, yaşamda karşılarına çıkan ve kendilerinden kaynaklanmayan engelleri nasıl aştıkları, sorunları ve çözüm önerilerini, engelli bireyler ve yakınlarıyla konuştuk. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Avukatı Pınar Köksal, en büyük engelin insanların duyarsızlıkları olduğunu

vurgulayıp duyarlı bireylerle birlikteliği ise en büyük şans olarak yorumluyor. Doğu Akdeniz Engelli Dernekler Federasyonu Başkanı Hatice Özenler, engellilerin eğitim alanında yaşadığı sıkıntılara işaret edip denetimlerin önemine dikkat çekiyor. Eskişehir İşitme Engelliler Derneği Başkanı Kadir Demir ise, engeli olduğu belli olmayan işitme engellilerin iletişim problemine değinip işaret dili eğitimlerinin yaygınlaştırılması gerektiğinin altını çiziyor. BEN ÇABA GÖSTERDIM AMA ÇEVREMDEKI INSANLAR DA ÇABA GÖSTERDI Retina yırtılması sonucunda 11 yaşında görme engeli oluşan, 2002 yılında Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan

5 Aralık 2019

Avukat Pınar Köksal, lise okurken yaşadığı sıkıntıları unutamıyor: “Kaynaştırma eğitiminde engelli bireyseniz öğretmen ve velilerin inisiyatifine kalmış oluyorsunuz. Karşınızdaki iyi niyetli ise bir sıkıntı yaşamıyorsunuz. Benimle ilgilenen hocalar olduğu gibi ilgilenmeyen ve destek olmayan öğretmenlerim de oldu. Mesela lise son sınıftayken edebiyat öğretmenim edebiyat yapamayacağımı ileri sürerek eğitim hakkı mı engellemek istedi.” Engelli bireyler için çevresindeki insanların çok önemli etken olduğunun altını çizen Köksal, “Engelli bireylerin yaşadığı sıkıntılar insanların duyarlı ya da duyarsız olması ile ilgili” dedi. Devletin engelli bireylerin eğitim aldığı kurumlardaki

Haber Yazısı

Büşra Taşkıran / Eskişehir

25


2019 / Sayı 9

26

denetimlerinin önemli olduğunu vurgulayan Köksal, “Kaynaştırma öğrencileri için devlet belirli düzenlemeler yapıyor. Mesela sorulacak sorulara dair usulen bazı kurallar belirleniyor. Ama bunların denetimi yapılmıyor. Engelli bireyin gelişimi ve öğretmenin ilgilenip ilgilenmediği denetlenmiyor” ifadesiyle üzüntüsünü dile getirdi. Her engel türünün farklı gereksinimlere ihtiyaç duyduğuna işaret eden Köksal, “Öğretmen tahtaya bir şey yazıyorsa benim bunu bilmem için sesli olarak söylemesi gerekiyor. Bu en basit sorun. Öğretmen sesli ifade etmezse neden söylemedin diyemezsin. Bunun bir yaptırımı da yok” diyerek duyarlı insan faktörünün önemine dikkat çekti. Hukuk fakültesindeki eğitiminden söz eden Köksal, “Hukuk fakültesi zor bir okul ayrıca hukuk kitapları çok kalın. Ailem çok destek oldu. Akrabalarımın ve ailemin desteği ile bunu başardım. Eğitim hayatında ailemin yanı sıra okul arkadaşlarım da dayanışma gösterdi. Ben çaba gösterdim ama çevremdeki insanlarda çok çaba gösterdi” sözleriyle başarısının arkasındaki duyarlı insanlara vurgu yaptı. ENGELLİLERİN, EKONOMİK GÜCÜNÜN OLMASI GEREKİYOR Teknolojinin gelişmesi ile birlikte birçok kolaylığın beraberinde geldiğini ifade eden Köksal, sesli bilgisayar kullandığını, bu sayede kolayca yazışmalarını yapabildiğini, okumak istediği kitapları tarayıcıdan geçirerek okuyabildiğini belirtti. Engel durumunun hayatın birçok alanında spesifik ihtiyaçları da beraberinde getirdiğini anlatan Köksal “Engellilerin ekonomik bir gücünün olması gerekiyor. Çünkü aldığın ve yaptığın her şey para. Mesela spor yapmak istiyorsun. Engelsiz bireyler gibi tek başına spor yapıyor sen yapamıyorsun. Özel hoca tutmak zorundasın” diyerek engellinin ekonomik gücünün diğer bireylere göre daha fazla olmasının gerektiğinin altını çizdi.

TOPLUM, ENGELLİLERE KARŞI CAHİL Meslek hayatında herhangi bir zorluk yaşamadığını kaydeden, sadece adliyenin fiziksel koşullarından rahatsız olduğunu belirten Köksal “Adliyenin fiziki koşullarının engelliler için çok uygun olmadığını düşünüyorum. Bu durumu duyarlı avukat arkadaşlarımla birlikte aşmaya çalışıyorum” dedi. Engelli raporu olan bütün bireylerin resmi kayıtlarda bilgilerinin olduğuna işaret eden Köksal, “Devlet, engelli raporu olan bireylerin okula gidip gitmediğini denetlemeli. Özellikle zihinsel engelli çocuklarda aileler zorlandıkları için çocukları ihmal edebiliyorlar. Bu çocuklar eğer okula gönderilmiyorsa bir yaptırıma bağlanmalı” uyarısında bulundu. Toplumun engellilere yönelik eğitilmesi gerektiğine, toplumdaki eksiklikleri analiz eden bireylerin, yaşadığı zorluklarla daha kolay başa çıkabileceğine değinen Köksal, “Sosyal ortamda çevrendeki insanların duyarlılığına bağlısın. Toplumun açıkçası engelli bireylere karşı cahil olduğunu düşünüyorum. Yaşadığım zorlukların aslında benden kaynaklanmadığını çoğu zaman analiz edebiliyorum. Bu aslında toplumun cahil olmasından kaynaklı. Kendimi, engelimle birlikte toplumu eğiten bir eğitimci olarak nitelendiriyorum” diyerek bakış açısını anlattı. ENGELLİ OLMAYACAĞININ GARANTİSİ YOK Özel sektör ve devlette belirli oranda engelli çalıştırma zorunluluğu olduğunu hatırlatan Köksal, “Yasalarda belirtilen bu çalıştırma zorunluluğu çoğu zaman uygulanmıyor. Kurumlar engelli çalıştırmak yerine ceza ödemeyi tercih edebiliyorlar. Bunun önüne geçilmeli. Ceza ödeme yaptırımından ziyade engelli çalıştırasına yönelik yaptırımlar olmalı” ifadelerini kullanarak engellilerin çalışma alanında karşılaştıkları haksızlıklara değindi. Toplumun bilinçlenmesi gerektiğinin altını çizen Köksal “İnsanlar şunun farkına varmalı

bugün engelli değilsen yarın olmayacağının garantisi yok” dedi. HER İNSANDA YETENEK EKSİKLİĞİ BULUNUR Doğu Akdeniz Engelli Dernekler Federasyonu Başkanı Hatice Özenler ile engellilerin eğitim hayatını ve engelli derneklerinin faaliyetlerini konuştuk. İki çocuğunun engelli doğmasıyla birlikte engelli bireyler için dernek çalışmalarına başlayan Özenler, “Gönüllü olarak engelliler için çalıştım. Sonrasında dernek ve federasyon yönetiminde yer aldım. Ulusal ve uluslararası alanda şu anda engelliler için birçok çalışma yapıyoruz. Engelli kavramı, bir yetenek eksikliği olarak tanımlanmakta. Aslında her insanda bir yetenek eksikliği bulunur” diye konuştu. ZİHİNSEL ENGELLİLER EN ZOR DURUMDA OLANLAR Engellilerin, engellilik durumunun çeşidine göre farklı zorluklar çektiğine değinen Özenler, zorluklar konusunda şunları söyledi: “Ortopedik engelliler ulaşımda ve özellikle toplu taşıma araçlarına binerken zorluk çekiyorlar. Körler ise dünyayı göremiyorlar. Onlar, kalp gözüyle bakan bir grup. Görünmeyen engelliler de var. Bunlar işitme engelliler. Dışarıdan bakıldığında engeli belli değil. Ancak bu insanlar duymadığı için şiddete uğrayabiliyorlar. İşitme engelliler eğitim alanında büyük hak ihlallerine uğruyorlar. Zihinsel engelliler, en zor durumda olanlar. Sadece kendilerine değil ailelere de yansıyan bir engel söz konusu. Engelli kişi ile birlikte ailenin de psikolojisi bozulabiliyor. Örneğin bir evde sürekli bağıran ve kontrolsüzce hareket eden bir çocuk düşünün ve aile yakınlarına şiddet uygulaması da sık görülen bir durum. Şunu açıkça belirtebilirim en zor durumda olanlar zihinsel engelli olanlar.” Türkiye’de kaynaştırma eğitiminden yararlanan çocukların yeterli eğitimi alamadığını bildiren Özenler, sözlerine şöyle devam etti: “Kaynaştırma eğitimi, engelli çocuğun diğer çocuklarla entegrasyonunu sağlamak için


2019 / Sayı 9

uygulanan bir eğitim sistemidir. Fakat zihinsel engelli çocuklar diğer çocuklar tarafından dışlanabiliyorlar. Sınıfta olması gereken kaynaştırma öğrencileri okulda, koridorda vakit geçirmek zorunda bırakılabiliyor. Aileler, eğitim görmesi için çocuğu okula gönderirken var olan psikolojisini daha kötü duruma geldiğini gözlemleyebiliyor. Bunların olmaması için engelli çocukların kaynaştırma eğitiminde yanında mutlaka gölge öğretmen olmalı.” ENGELLİLER HAKLARINDAN HABERDAR DEĞİL Engellilerin haklarından haberdar olmadığına dikkat çeken Özenler, açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Engelli dernekleri vasıtasıyla engelliler haklarını öğreniyorlar. Bir araya geliyoruz ve çözüm önerileri bulmak için çalışmalar yürütüyoruz. Her engel türünün farklı bir sorunu var. Yerelde çözebileceğimiz meseleleri yerelde halletmeye çalışıyoruz. Örneğin, Fen Lisesi’nde okuyan engelli bir çocuğun okulundan dışlanması üzerine okulla temasa geçtik. Ve çocuğun okula dönüp uyum sağlaması için hem çocuk hem okul yönetimiyle işbirliği içinde çalıştık.” Yerelde çözemedikleri olayları konfederasyona taşıdıklarını ifade eden Özenler, “18 yaş üstü engellilerin engelli maaşı alabilmeleri için ailenin gelir düzeyine bakılıyor. Bunun

için 48000 imza topladık ve bunu ilgili bakana ilettik” açıklamasında bulundu. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’E RAPOR SUNULDU Var olan haklarının uygulanmasını talep ettiklerini vurgulayan Özenler, “Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde var olan hakların yürürlüğe girmesini istiyoruz. Birleşmiş Milletler’e sunmak üzere gölge rapor hazırladık. BM ile Cenevre’de görüşme gerçekleştirildik. Yazdığımız gölge rapora istinaden Türkiye’ye sorular sorulur soruldu ve bu Türkiye için önemli bir yaptırım” bilgisini vererek uluslararası camiadaki faaliyetlerinden söz etti. Konfederasyonlarının yaklaşık bir yıldır, “Türkiye Engelliler Meclisine Doğru” adı altında bir proje yürüttüklerini aktaran Özenler, açıklamalarını “54 ilde proje kapsamında meclisler kuruldu. Bu illerden temsilciler çıkarttık. Devam eden bu projemiz için Ankara merkezli bir meclis kurulacak. Amacımız, bütün Türkiye’deki engellilerin sorunlarını buradan sunabilmek ve daha hızlı çözüm bulmaya çalışacağımız bir mekanizma yaratmak” diyerek tamamladı. DIŞARIDAN ENGELİ BELLİ OLMAYAN İŞİTME ENGELLİLER Eskişehir İşitme Engelliler Derneği Başkanı ve işaret dili ve tercümanlığı eğitmeni Kadir Demir ise işitme engellilerin

durumunu değerlendirdi. Dış görünüşünde bir engeli olmayan işitme engelliler konusunda Demir, “İşitme engelli olan insanların kelime dağarcığı diğer insanlara nazaran daha az oluyor. İşitme engelliler duymadıkları için birçok kelimeyi bilmiyorlar. Bundan dolayı sadece kalıp halinde bazı kelimeleri biliyorlar” diye konuştu. İşitme engellilerin sosyal hayatta karşılaştıkları engeller hakkında da Demir, şunları söyledi: “Banka, hastane veya karakola gittiklerinde yaşadıkları en büyük sıkıntı buradaki insanların işaret dilini bilmemesi. Ayrıca işitme engellilerin yazı dili ve gramer yapısı diğer insanlardan farklı. Türkçede yer alan ekleri kullanamıyorlar. Atasözü veya mecaz kullanımı konusunda bilgi sahibi değiller. Bu nedenle strese girip sinirlenen işitme engelliler bulunuyor.” Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin meclis kararıyla duyma engelli olan bireylerin cihaz ihtiyacı konusunda maddi destek verildiğinin altını çizen Demir, sözlerini şöyle tamamladı: “Diğer belediyeler tekerlekli sandalye veya baston yardımı yapıyor. Ama işitme cihazı konusunda destek olmuyorlar. İşitme engellilerin önemli statülerde yer alması için yeni düzenlemelerin yapılması gerekiyor. İşitme engelli bir genel müdür, belediye başkanı, meclis üyesi ya da bir milletvekili göremiyoruz. Bu konuda gereken prosedürleri devlet gerçekleştirmeli. İşitme engelliler, her alanda olması gerekiyor.”

27


2019 / Sayı 9

28

4 kadından biri okul görmedi, yüzde 64’ü çalışmadı Şeyma Paşayiğit / Ankara

K

adınların yüzde 26’sı lise ve üzeri seviyede eğitim alırken sadece yüzde 28’i çalışma hayatında ve çalışan kadınların yüzde 39’nun sosyal güvencesi bulunmuyor. Ortalama 21 yaşında evlenen kadınların 23 yaşında anne olduğu görülüyor Hacettepe Üniversitesi (H.Ü.) Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce1968’den bu yana 5’er yıllık aralarla yürütülen “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması –TNSA”, Türkiye’nin demografik yapısı, doğurganlık düzeyi, gebeliği önleyici yöntem kullanımı, anne-çocuk sağlığı, üreme sağlığı ile ilgili konularda mevcut duruma ve değişimlere ilişkin ulusal ve bölgesel düzeyde bilgi veriyor. Türkiye’yi temsil

eden 11 bin 56 hanehalkı ve doğurganlık çağındaki (15-49 yaşlarındaki) 7 bin 346 kadın ile görüşme yapılan son araştırma, kadının ailedeki, toplumdaki, iş ve eğitim hayatındaki konumunu gözler önüne serdi. Araştırmaya göre, eğitim seviyesinde iyileşmeler yaşanırken, 6 yaş üzerindeki nüfus içinde kadınların yüzde 25’i hiç okula gitmediği ya da ilkokulu bitirmediği, Türkiye’de, kadınların yüzde 64’ünün iş hayatı dışında kaldığı ve ortalama 21 yaşında evlenen kadınların 23 yaşında anne olduğu görülüyor. H.Ü. Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından hazırlanan “2018 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması Raporu”nda öne çıkan başlıklar şöyle: “Evin reisi” sorunsalı:

6 Aralık 2019

Türkiye’de hane halkı başına ortalama 3,5 kişi düşüyor. Türkiye hanelerin yüzde 84’ü, “evin reisi” tanımına “erkeği” işaret ediyor. Refah düzeyi hayatı etkiliyor: Anne ve babanın hayatta olma düzeyi bölgeler arası farklılıklar gösteriyor. Anne ve babası hayatta olmayan çocukların refah düzeyi, diğerlerinden üç kat düşük. Kadınların yüzde 25’i okuyamadı: 6 yaş ve üstü hane halkı nüfusunun eğitim düzeyi dağılımında; kadınların yüzde 25’i hiç okula gitmedi ve ilkokulu bitirmedi. Yaklaşık üç kadından biri ilkokul mezunu veya ortaokulu tamamlamadı. Kadınların sadece yüzde 26’sı lise ve üzeri seviyede eğitim aldı. Kadınların ortalama eğitim süresi 4,8. Erkeklerin eğitim süresi, 7,1: 6


2019 / Sayı 9

yaş üstü erkeklerin ise yüzde 14’ü hiç okula gitmedi veya ortaokulu tamamlamadı. Erkeklerin yüzde 33’ü ilkokulu bitirdi, yüzde 21’i ortaokulu tamamladı. Yaklaşık üç erkekten biri lise veya üzeri eğitim aldı. Erkeklerin ortalama eğitim süresi 7,1. Kadınlar çalışma yaşamına giremedi: Kadınların sadece yüzde 28’i çalışma hayatında. Yüzde 64’lük kısmı ise çalışma hayatına hiç giremedi. Boşanmış, ayrılmış veya eşi ölmüş kadınlarda çalışma oranı, hiç evlenmemiş veya evli olanlara kıyasla daha yüksek. Hiç evlenmemiş kadınların yüzde 25’i, evli kadınların yüzde 29’u, boşanmış, ayrılmış veya eşi ölmüş kadınların yüzde 48’i çalışma hayatında. Çocuk arttıkça çalışma hayatı azaldı: :Çocuk sayısı arttıkça çalışan kadınların sayısı azaldı. Çocuğu olmayan kadınların yüzde 27’si çalışıyorken 5 veya daha fazla çocuğu olan kadınların yüzde 18’i hâlâ çalışıyor. Sosyal güvence yok: Çalışma hayatında olan ve son 12 ayda çalışmış olan kadınların dağılımında; kadınların yüzde 47’si düzenli veya geçici olarak ücretli işçi, yüzde 15’i memur, yüzde 12’si ücretsiz aile işçisi, yüzde 12’ü kendi işinin sahibi, yüzde 8’i yevmiyeli, yüzde 3’ü işveren. Son 12 ayda çalışan kadınların yüzde 39’nun ise sosyal güvencesi yok. Beş veya daha fazla çocuğu olan kadınların yüzde 26’sı yevmiyeli, yüzde 36’sı ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. Kadınların yüzde 9’u da herhangi bir sağlık sigortası kapsamında yer almıyor. Evlenme yaşı, 21,4: 1549 yaşlarındaki kadınların yüzde 66’sı evli, yüzde 30’u hiç evlenmedi, yüzde 4’ü boşandı, ayrıldı veya eşini kaybetti. 25-49 yaşlarındaki kadınların evlenme yaşı ise 21,4. 20-24 yaşlarındaki kadınların yüzde 23’ü eşleriyle akraba olduğunu beyan etti. Evli kadınların yüzde 2’si eşlerinin kendilerinden başka eşleri de olduğunu aktardı. Adölesan doğum aralıkları kısa: Adölesan (15-19 yaş) grubunun yüzde 3’ü doğum yaptı. Adölesan doğum aralıkları, ileri

yaştakilerden daha kısa. 2029 yaş grubu kadınların yüzde 33’ü doğumları arasında 24 aydan daha kısa bir süre bıraktı. Doğu’da 35 ay ile doğum aralığı en kısa olan bölge. Orta ise 57 ay ile doğum aralığı en uzun olan bölge. Doğum aralıkları; eğitimi olmayan veya ilkokulu bitirmemiş kadınlarda, lise ve üzeri eğitim alan kadınlara göre daha kısa. Adölesanların anneliği öldürebiliyor: Adölesanların, kadınlara göre olumsuz gebelik sonuçlarına veya annelikle ilişkili ölümlülüğe maruz kalmaları daha olası. Öte yandan erken yaşta çocuk sahibi olmak adölasanların eğitim ve iş imkânlarını da kısıtlıyor. Adölesan dönemde kadınların yaklaşık yüzde 4’ü çocuk doğurmaya başladı. Çocuk sahibi olmaya başlayan adölesanların oranı, 2013 yılından bu yana sadece yüzde 1 geriledi. Doğum sonrası regl olmama süresi 3,1 ay: Türkiye’de doğum sonrası geçici regl olmama süresi, 3,1 ay, cinsel ilişkiden kaçınma süresi ise 2,3 ay. Doğumdan sonra geçen süre arttıkça kadınların gebelik riski altında olma yüzdesi de düzenli olarak azalıyor. Kadınların yüzde 73’ünün regl kanamaları ilk iki ayda başlıyor. Bu oran, ikinci aydan yüzde 51’e düşüyor. Tüm kadınların yüzde 77’si doğumu takip eden ilk iki ay içinde cinsel ilişkiden kaçınıyor. Doğum yaşı, 23,3: Türkiye’de 15-49 yaş grubundaki kadınlar için ilk doğum yaşı 23,3. Kırk veya üzeri yaşta kadınlar ilk doğumlarını 22,5 yaşında yapmış iken 2529 yaş grubundaki kadınlar ilk doğumlarını 25 yaşında yaptı. İstenmeyen doğumlar önlenebilseydi: Türkiye’de kadınlar tarafından toplam istenen doğurganlık hızının 2,0, gerçek doğurganlık hızı ise 2,3. Eğer tüm istenmeyen doğumlar önlenebilseydi; doğurganlık hızı, gözlenen doğurganlık düzeyinden 0,3 çocuk daha düşük olacaktı. Korunma yaygınlığı yüzde 70: Gebeliği önleyici yöntem kullanımındaki yaygınlık oranı, 1549 yaş arasındaki evli kadınlarda yüzde 70. Bu kadınların yüzde 49’u modern yöntemleri, yüzde 21’i ise

geleneksel yöntemleri kullanıyor. Aile planlaması yönteminin kullanımı, evli kadınların yaşı ile birlikte artıyor. Genç kadınlarda aile planlaması yöntemlerinin kullanımı daha düşük. Yüzde 15’i isteyerek düşük yaptı: Evli kadınların yüzde 22’si en az bir kez kendiliğinden düşük yaptı ve yüzde 4’ünün en az 1 ölü doğumu var. Evli kadınların yüzde 15’i en az 1 kez isteyerek düşük yaptı ve araştırma tarihinden önceki beş yılda gebeliklerin yüzde 6’sı isteyerek düşükle sona erdi. Fiziksel şiddete ne diyorlar: Kadınların yüzde 9’u kadınlara yönelik insan hakkı ihlali olan fiziksel şiddetin yaşanmasına ilişkin en az bir durumu kabul ediyor. Söz konusu durumlar arasında; kadının çocuklarını ihmal etmesi, eşine karşılık vermesi, kadının yemeği yakması bulunuyor. SURİYELİ KADINLARIN YÜZDE 40’I OKULSUZ Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmenler üzerinden hesaplanan göstergelerde de kadınların toplum, iş ve eğitim alanından dışlandığı gösterdi. 6 yaş ve üstü Suriyeli hane halkı nüfusunun eğitim düzeyine göre dağılımına bakıldığında; 6 yaş ve üstü kadınların yüzde 40’ı hiç okula gitmedi veya ilkokulu tamamlamadı. Kadınların yüzde 37’si ise ilkokul mezunu veya ortaokulu tamamlamadı. Ortaokulu tamamlayan kadınların oranı yüzde 13 iken, kadınların yüzde 9’u lise ve üzeri seviyede eğitim aldı. Suriyeli kadınlar arasında ortanca tamamlanmış eğitim süresi 4,5 yıl. Türkiye’de Suriyeli erkek hane halkı nüfusu arasında eğitim seviyesi kadınlara göre biraz daha yüksek. Altı yaş ve üstü erkeklerin yüzde 35’i hiç okula gitmedi veya ilkokulu tamamlamadı. Erkeklerin yüzde 38’i ilkokulu, yüzde 15’i ise ortaokulu tamamladı. Yaklaşık on erkekten biri lise veya üzerini tamamladı. Altı yaş ve üzeri Suriyeli erkekler arasında ortanca tamamlanmış eğitim süresi 5,1 yıl.

29


2019 / Sayı 9

30


2019 / Sayı 9

Yedigöller: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim”

C

emal Süreyya Yedigöller’i gördü mü bilinmez ancak Sonbaharda yolu bu orman denizine düşenler O’nun şu dizelerini tüm benliklerinde hissediyor: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim…” ‘“Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim…” Cemal Süreyya bu sözleri kaleme alırken Yedigöller’i gördü mü bilinmez ancak, usta ressamların fırçasından çıkmışçasına önünüzde uzanan Sonbahar manzarası o sanatı gözler önüne seriyor. Yedigölleri gören herkesin dilinde ki ortak dizeye dönüşüyor

usta şairin betimlemesi. Yedigöller her mevsim başka güzel. Sonbaharı ise anlatılmaz yaşanır. Renklerin farklı tonlarını doğada bir arada görmek isteyen ziyaretçilerin akınına uğrayan Yedigöller Milli Parkı, Sonbaharda adeta dolup taşıyor. Özellikle de fotoğraf tutkunları usta ressamların tuvalinden çıkmış görüntüler sunan Yedigöller’de farklı fotoğraflar çekmek için bölgeye akın ediyorlar. Fotoğrafçılarla birlikte kamp tutkunlarına da kucak açan Yedigöller vazgeçilmez doğası ve eşsiz manzarası ile görenleri büyülüyor.

6 Aralık 2019

Doğa yürüyüşçüleri ve kamp meraklılarının da tutkusu Yedigöller. Gerek oksijen bolluğu gerekse sunduğu görsel şölen macera meraklılarını Yedigöller Mili Parkı’na çekiyor. Yürüyüş yapmak isteyenler için kolay, orta ve zor seviyede parkurlar bulunuyor. Park alanına girmeden evvel yapılacak ilk iş manzara terasına çıkıp bölgeye tepeden bakmak olmalı. Milli park içerisindeki farklı büyüklüklerdeki kayın, karaçam, meşe ağaçlarıyla çerçevelenmiş olan gölleri Kapankaya manzara terasından görmek mümkün. Özellikle büyükşehrin stresinden kaçan günü birlik

Haber Yazısı

Özel Çelik / Bolu

31


2019 / Sayı 9

tatilciler için de park ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Ziyaretçi sayısı arttıkça, bölgenin korunması adına çeşitli önlemlerin alınması da zorunluluk olmuş. Milli Park alanında tüplü dahi olsa mangal ve semaver yakmak yasaklanmış. Ziyaretin yoğun olduğu hafta sonlarında ise trafik sorunu bu bakir bölgede de ortaya çıkıyor. Jandarma ekiplerinin trafiği düzenlemekte hayli zorlandığı aktarılıyor. 1.642 hektar büyüklüğündeki

32

Yedigöller Havzası, 1965 yılında milli park olarak korumaya alınmış. Kuzeyden güneye 1.500 metre mesafede sıralanmış irili ufaklı 7 heyelan set gölünden meydana geliyor. Milli park bünyesinde bulunan bu göllerin isimleri ise şöyle: Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İncegöl ve Sazlıgöl. Göllerin en büyüğü olan Büyükgöl’ün en derin yeri 15 metre. Deringöl, 20 metre uzunluğundaki akan bölümü

ile Büyükgöl’e bağlı. Platonun en geniş gölü ise Nazlıgöl. Bolu il merkezine 44 km uzaklıkta olan bölgeye toplu taşıma aracı bulunmuyor. Artan talep nedeniyle sıcak asfalt yol yapılmış ancak, inişli çıkışlı ve keskin virajlı yollarda deneyimi olmayan şoförler için bu yol zorlayıcı olabiliyor. Farklı tur şirketleri bölgeye toplu geziler de düzenliyor.


2019 / Sayı 9

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

33


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.