9. Köy 2020 -19. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 18

1


2020 / Sayı 18

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Okan Özmen Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 18

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 18

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 18

İçindekiler

Usta gazeteci Bekir Coşkun anısına  6 UNESCO korumasındaki Amanoslar neden yanıyor?  8 İşten çıkarma yasağı ücretsiz izni yaygınlaştırdı  12 Pandemi tarımın önemini arttırdı  14 Uzaktan eğitim sokakta kaldı!  16 Van’da KHK mağduru gazetecilerin tutunma mücadelesi  17 Hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz  19 Hakkâri’de dağcılık sporu giderek yaygınlaşıyor  22 KHK Köyü: Kavşut  24 İlkel yöntemlerle buğday hasadı  26 AYDINLIK BİR SABAH   29 Atatürk, 28 Ekim 1923 gecesi, aydınlık sabaha iş aret etti: “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz”

5


2020 / Sayı 18

6

Usta gazeteci

Bekir Coşkun anısına


2020 / Sayı 18

Usta gazeteci Bekir Coşkun, 3 yıldır mücadele ettiği kansere yenik düşerek 75 yaşında hayata gözlerini yumdu. M4D Projesi’nin verdiği telif desteği ile gazetecilerin haberlerinin yer aldığı 9.Köy Dergisi’nin adı, Bekir Coşkun’un izni ile kendisinin 1978 yılında yazmaya başladığı köşesinin adından esinlenilmiştir. Bıraktığı pek çok eser ve yazıları ile Bekir Coşkun’a veda ederken, uzun yıllar yazdığı köşesinin adını taşıyan dergimizin bu sayısını kendisine adıyor, saygı ve özlemle anıyoruz...

Bekir Coşkun- Yazı Bilmem-30 Eylül 2020 Yazı bilmem Yazarım yazı bilmem Bu yaz böyle geçti Gelecek yazı bilmem… --Korona belasının ilk günleriydi… Henüz hiç kimse işin ciddiyetini anlayamamıştı... Sevgili Doktorumuz Prof. Dr. Mehmet Oral, Andree’yi arayarak “Kemoterapilerden dolayı Bekir Bey’in bağışıklık direnci yok, birinci sınıf hedef... Onu yukarıdaki odalardan birine çıkartabiliyorsanız çıkartın. (Benim Postal’ı bırakıp yukarı çıkmayacağımı biliyor) Çok hijyen bir ortamda olması lazım... Kimse henüz felaketin farkında değil...” demişti. Birkaç gün sonra korona patladı… Tabutlar, kireç kuyuları, tam bir dehşetti… Yaklaşmak, sarılmak, el sıkmak, kucaklaşmak yasaktı… Maskeler, kolonyalar çıkmıştı ortaya… Türkiye 5 senede tükettiği kolonyayı bir ayda bitirdi… Kimse kimsenin elini sıkmıyor, zibidileri saymıyorum, durakta, otobüste, metrolarda insanlar kurallara uyuyorlardı… --O sabah Andree ile karşılaştığımızda üç metre uzakta durdu, kollarını bir bebeğe sarıyormuş gibi yapıp, iki yana salınmaya başladı… Sarılmamız böyleydi artık… Bebektim… Uzun hayat vardı önümde, büyüyecek, okuyacak, başaracak, gazeteci olacaktım… Mahkeme koridorlarında rahmetli babamın adı “Mehmet Zeki Oğlu….” Diye hep geçecekti… Korkacaktım, ama peltek dilimi tutamayacaktım… Burası en güvenilir yerdi işte; sevgilimin kucağında bebek… O gün bir bebek gibi ağladım… --Bir yaz bitti… Çoğumuz evlere kapalı geçirdik yazı… Ne plajlar eskisi gibiydi, ne parklar… Polis, zabıta korkusundan “ acaba maskem duruyor mu” diye burnumuzu yoklayıp durduk… Virüsün korkusu yaşamın üzerine bir kara bulut gibi çökmüştü bir kez… Hayallerin çoğu kursaklarda kaldı… Hüzünle bir yazın arkasından bakıyoruz… --Üzülmeyin… Yaşama saygımız, hasretlerimiz, özlemlerimiz, sevgilerimiz, hayallerimiz, düne göre çok daha fazla… --Bu yaz böyle geçti… Gelecek yazı bilmem… Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/bekir-coskun/yazi-bilmem-6060111/

Son yıllarında kanser tedavisi gören Sözcü gazetesi yazarı Bekir Coşkun 18 Ekim 2020’de Ankara Şehir Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.

7


2020 / Sayı 18

8

UNESCO korumasındaki Amanoslar neden yanıyor?

Haber Yazısı

Burcu Özkaya Günaydın / Hatay

19 Ekim 2020


2020 / Sayı 18

H

atay’ın İskenderun ve Belen ilçeleri sınırındaki Sarımazı Mahallesi’nde, yerleşim yerlerine yakın alanda orman yangını çıktı. Yangın 3 günde zor kontrol altına alındı. Resmi açıklamada yangının ‘trafo tellerinden’ çıktığı açıklanırken, yangının sabotaj olabileceğine dair iddialar da var Yangın bölgelerinden olan Arsuz’da maden için yapılmak istenen ÇED toplantısı Valilik kararıyla ertelendi. Halk yine de bölgede toplanarak ‘madene izin vermeyiz’ dedi. Öte yandan geçtiğimiz ay da Samandağ ve Antakya’da orman yangınları çıkmıştı Hatay’ın İskenderun ve Belen ilçeleri sınırındaki Sarımazı Mahallesi’nde TOKİ ve İssume bölgesi yerleşim yerlerine yakın alanda orman yangını çıktı. Kısa sürede yayılan yangın Arsuz Karahüseyinli, Nergizli, Gözcülere de dağıldı. Çıkış sebebi belli olmayan yangın, kontrol altına alınamadı ve hızla çevreye yayıldı. Yangın 3 gün süren çalışmaların ardından söndürüldü. Resmi açıklamalara göre yangın ‘trafo’dan dolayı çıktı. Bir başka iddia da yangının sabotaj olduğuna dair. Yangın bölgelerinden olan Arsuz’da krom madeni aramak için Hüyük Mahallesi’nde ÇED toplantısı yapılacaktı. Toplantı Valilik kararıyla iptal edildi. Halk dün yine de Hüyük Mahallesi’nde toplanarak ‘madene izin vermeyeceklerini’ söyledi. Halk Amanoslar neden yanıyor ayrıntılı bilgi bekliyor.

Geçen aylarda da Samandağ ve Antakya’da orman yangını çıkmıştı. Hatay Samandağ İlçesi Batıayaz Mahallesi kırsalındaki ormanlık alanda eylül ayında çıkan yangın, kuvvetli rüzgârın, sıcak havanın etkisiyle Antakya İlçesine bağlı Kisecik, İçmeler ve Karlısu Mahalleleri’ne ulaştı. Bir haftada kontrol altına alınan Kisecik’te bir köyün boşaltıldığı yangında 25 bin dönüm kül oldu. UNESCO korumasında yer alan Amanoslar, tıbbi aromatik bitkiler ve canlı çeşitliliği açısından çok zengin bir floraya sahip. Yangınlardan çok kısa bir süre önce Hatay’ın 9 bölgesinde maden arama ruhsatı çıkarıldı. Maden ruhsatlarının hemen ardından yangınların çıkması, Hatay halkının aklına ‘Ormanlar rant için mi yanıyor’ şüphesini getirdi. KÜRESEL ISINMAYI TETIKLEYEN HER ŞEY YANGINLARDAN SORUMLUDUR Yangının neden çıktığına dair resmi ağızdan net bir açıklama olmamasından kaynaklı halkın kafasında çok fazla soru işareti olduğunu söyleyen İskenderun Çevre Derneği Başkanı Nermin Kara, “Halkın kafasında çok fazla soru işareti var. Yangınların bilinçli mi çıkarıldığına dair konuşmalar oluyor. Çünkü yangınlar aynı süreçte v e aniden başladı. Ormanların rant için mi yakıldığını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Yangın sıcakların etkisiyle çıkmış olsa da insanın doğaya yaptıklarının sonucu olur. Madenler, gaz salınımları, taş ocakları, santraller havayı,

suyu, ekolojik dengeyi bozan küresel ısınmayı tetikleyen her şey bu orman yangınlarından da mesuldür. Türkiye de içinde olmak üzere dünyanın küresel ısınma sorunu var. Bu yangınların nedeni net bir şekilde ortaya konulmalı” dedi. 10 DAKIKADA MÜDAHALE EDILDIYSE NASIL BU KADAR YAYILDI? Yanan yerlerin flora açısından çok zengin bölgeler olduğunu söyleyen Kara “Birçok nadir bulunan endemik bitki türü, hayvanlar börtü böcek yok oldu. Doğayı bütün olarak ele almalıyız. Bu yangın bilinçli mi çıkarıldı bilmiyorum ama bakan yangından 10 dakika sonra müdahale edildiğini söyledi. Peki bu kadar hızlı nasıl yayıldı? Bir sıkıntı var burada. Biz İskenderun Çevre Derneği olarak olayın takipçisi olacağız. Yangının maden, taş ocakları, imara açmayla ilgisi var mı bilemiyoruz ama takip edeceğiz” görüşünü paylaştı. AMANOSLAR’DAKI YANGIN SIRA HALINDE, DÜZENLIYDI Amanos Dağları’nı avucunun içi gibi bilen Doğa ve Tırmanış sporu yapan Nihat Eraslan, yangından sonra yaptığı bir tırmanışta gördüklerini şöyle aktardı: “Yangından sonra biz yüksek bir tırmanış yaptık. Turfanda Yayladağı tarafından. Karşı tarafta Amanos dağlarında yanan yerler çok net görünüyordu. Çok düzenli sıra halinde yanmış. Hepsi belli bir yükseklikte kuşak tarzında yanmış. Alt üst şekilde

9


2020 / Sayı 18

yanmamış. Doğal bir yangın alanı gibi durmuyor. Ballıöz üst tarafları, Gülderen üst tarafları, Batıayaz alt kısımları, Karaksi’nin üst tarafları. Kuşak şeklinde hep bir sırada yanmış. Yangının şekli dahi yangının çok da masum olmadığını gösteriyor.”

10

ağaçların kozalakları fırlayarak yangının da yayılmasını sağlıyor. Bu bölgede yaşayan insanlara buraya ne eksek sizin işinize yarar diye sormaları lazımdı. Bunu yapmadılar” dedi.

DÜNYA ÇAPINDA KORUNMASI GEREKEN 20 BÖLGEDEN BIRI Amanos Dağları’nın toprak yapısından çok verimli ve çok çeşit bitki çeşitliliğine sahip olduğunu belirten Eraslan, “Amanoslar UNESCO korumasında bir yer. Yıllar önce İskenderun’da uluslararası bir toplantı yapılmıştı. Amanoslar’ın dünya çapında korunması gereken 20 bölgeden biri olduğu o toplantıda da dile getirildi. Bu özellik hem bitki örtüsü hem de hayvan çeşitliliğinden geliyor. Dünyanın en zengin yerlerinden. Amanoslar’ın birçok yerini iyi bilirim. Yeşilin her tonu denir ya bu bölgede vardı. Bir de bitki örtüsü çok sıktı. UNESCO korunması gereken bölge dedikten sonra korunacağına saldırılar daha da arttı” diye konuştu.

JAPONLARIN ARADIĞI GEYIK BÖCEĞI AMANOSLAR’DA Topraktaki minareli dağıtan ve Amanoslar’daki bitki çeşitliliğinde katkısı olan Geyik Böceği’nin Amanoslar’da yaşadığını vurgulayan Nihat Eraslan, şu bilgileri verdi: “Japonlar geyik böceği için Amanoslar’da arama yaptılar. Hala da yapıyorlar. Köylülere böcek başına 90 dolar vererek Geyik Böceği topladılar. Japonya’da çoğaltmak istediler laboratuvar ortamında dahi yapamadılar. Tek çoğaldıkları yer Amanoslar. Dolayısıyla burası çok zengin bir bölge. 7-8 yıl önce Amanoslar’da yine büyük bir yangın çıktı. 5 gün sürdü. O zaman da bilinçli yakıldı. Neden bilinçli yakıldı diyorum. Sen olası bir yangın için önlem almazsan yolları araç rahat geçecek şekilde yapmazsan bilinçli olmuş derim.”

YABANI ÇAM YANGININ YAYILMASINI SAĞLIYOR 1960’lı yıllarda Amanoslarda çınar, sedir ceviz, badem, zeytin ağaçlarının çok fazla olduğunu, ormanların gençleştirilme çalışması, ormanlık arazi yapma derken buradaki ağaçlar derdest edildiğini yerine yabani çam ağacı dikildiğini vurgulayan Eraslan, “Yabani çamlar bir yemiş vermiyor. Kökleri derin olmadığı için toprağı tutup erozyonu engellemiyor. Aksine yangın olduğunda bu

MADEN IHALESI ARDINDAN YANGIN ÇIKMASI TESADÜF MÜ? Maden ihalelerinin ardından yangınların olmasının herkesin kafasında bir soru işareti yarattığına dikkat çeken Eraslan, “Ülkede yaşanan sayısız olayda o kadar çok şey deneyimledik ki ister istemez yangınların kendiliğinden çıktığını düşünemiyorsunuz. Çukurova bölgesinde 144 tane maden arama bölgesi var 9 tanesi Hatay’da. Maden aramalarından hemen

sonra bu kadar sıralı düzenli ve maden aranacak bölgelerde yangın çıkıyorsa çok masum göremeyiz. Hatay’ın hemen ardından Adana Pozantı tarafında da ormanlar yandı. Dolayısıyla çok da tesadüf diyemiyoruz” dedi. ORMAN YANGINI MECLIS’E TAŞIDI HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, yangınlara dair Meclis’e soru önergesi vermişti. Hatay’ın ciğerleri konumundaki Amanos Dağları’ndaki yangının, maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) ihalesinin hemen öncesinde gerçekleşmiş olmasının manidar olduğunu söyleyerek, önergede şunlara dikkat çekilmişti: “Yangın alanları ve çevresinde hangi maden ruhsatları vardır? Yangınların MAPEG ihaleleri ile ilgisi var mıdır? Bölgede, altın arama ruhsat alanlarından Batıayaz ve Kisecik sahasında yangının çıkması tesadüf müdür?” HER SENE AYNI BÖLGELERDE Hatay’da orman yangınları yeni değil. Son 10 yıldır genellikle de hep aynı bölgede yangınlar çıkıyor. 2017 yılında Hatay’da 126 orman yangını çıktı ve bu yangınlarda yaklaşık 206 hektar ormanlık alan zarar gördü. 2016 yılına ya da daha eski tarihlere bakıldığında da her yaz bu aylarda orman yangını çıkmış görünüyor. 17 Eylül 2019 tarihinde Amanos Dağları radar mevkiine yakın 25 farklı noktada orman yangını çıktı. Neden çıktığı bilinmeyen yangınların; Kisecik, Ballıöz, Batıayaz ve Toygarlı köylerinin bulunduğu noktalarda çıkması dikkat çekici bulunuyor.


2020 / Sayı 18

11


2020 / Sayı 18

12

İşten çıkarma yasağı ücretsiz izni yaygınlaştırdı

Haber Yazısı

Sercan Engerek / İzmir

20 Ekim 2020


P

andemi döneminde ücretsiz izne çıkarılan binlerce çalışan, günlük 39 lira ile geçinmeye mecbur bırakıldı. Ücretsiz izinle, işçi ücretinin değil istihdamın korunduğunu belirten Çalışma Ekonomisi Uzmanı Dr. Özveri, işyerlerinde çalışan sayıları azaldığından tüm yükün kalanların sırtına bindiğini vurguladı. DİSK Ege Bölge Temsilcisi Sarı ise, “Ya sendikadan istifa et ya işten atarım” tehdidinin yerini “Ya sendikadan istifa ya ücretsiz izin” tehdidinin aldığına dikkat çekti Covid-19 pandemisi nedeniyle alınan tedbirleri kapsamında uygulanan işten çıkarma yasağında ücretsiz izne çıkarılanların sayısı 2 milyona yaklaştı. İşverenin çalışanı tek taraflı izne çıkarmasının keyfî bir uygulamaya dönüştüğünü belirten uzmanlara göre, nakit gelir desteği ile asgarî ücret arasındaki farkın, işveren tarafından ödenmesi gerekiyor. Geçtiğimiz Nisan ayında İş Kanunu’na eklenen geçici madde ile yürürlüğe giren, “işten çıkarma yasağı” uygulaması, Cumhurbaşkanı kararıyla 31 Ekim’e kadar uzatılırken, Temmuz ayında bir kanun teklifi ile Cumhurbaşkanına işten çıkarma yasağı ve ücretsiz izin uygulamasını, 30 Haziran 2021 tarihine kadar uzatma yetkisi verilmişti. İşten çıkarma yasağıyla, pandemi döneminde işyeriyle sözleşmesi devam eden “çalışana”, İşsizlik Fonu’ndan aylık bin 168 lira nakdî destek veriliyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın verilerine göre, 1 milyon 976 bin 532 kişi, günlük 39,24 TL ile geçiniyor.

24 Saat Gazetesi’ne konuşan Çalışma Ekonomisi Uzmanı Doktor Murat Özveri, ücretsiz izin ile, işçi ücretinin değil istihdamın korunduğuna dikkat çekti. İşten çıkarma yasağıyla işçinin iş görme, işverenin de ücret ödeme yükümlülüğünün askıya alındığını vurgulayan Dr. Özveri, şu değerlendirmeyi yaptı: “İşçi, bu dönemde tek geçim kaynağı olan ücret gelirinden yoksun kaldı. Bu nedenle iş hukukunda tek taraflı ücretsiz izin, işveren feshi olarak kabul edildi. 4857 sayılı yasanın geçici 10. maddesiyle getirilen ‘işten çıkarma yasağı’, ücretsiz izni yaygınlaştırdı. İzne çıkartılana gelir desteği sağlansa da uygulama istihdamı koruma iddiası taşıyor. Günlük 39 lira, bir insanın aylık geçim ücretinin kat be kat altında. İşveren, kalifiye işçisini işyerine bağlı tutmasının karşılığını ödemelidir.” Uygulamanın, çalışma yaşamında güvencesizleştirmenin işareti olduğuna değinen Dr. Özveri, “İşçinin güvencede olduğundan söz edebilmek için işinin, ücretinin ve örgütlenme hakkının güvencede olması gerekir. Yetmez! İşçi yeteneklerine uygun bir işte kendisi ve ailesiyle birlikte insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürecek gelir ve bu geliri elde etmek için örgütlenme hakkına sahip olması gerekir” diye konuştu. FAZLA MESAI YASAYA AYKIRI İşveren tarafından tek taraflı izne çıkartılanlar resmî olarak istihdamda görünse de fiilen işsiz durumunda. Bu durumda işyerlerinde çalışan sayıları azalırken tüm yük kalan elemanların sırtına biniyor. Çalışan hakları bağlamında ücretsiz izin

uygulamasını değerlendiren Dr. Özveri’ye göre, ücretsiz izne çıkartılan işçilerin yaptığı işlerin fazla çalışmayla telafi edilmesi, ücretsiz izin uygulamasının kötüye kullanıldığının somut kanıtı niteliğinde. Özveri sözlerini şöyle tamamladı: “Bir istihdam daralması olmadan ücretsiz izin uygulamasının yapılması, fazla çalışmalarla ücretsiz izinde olan işçilerin boşluklarının doldurulması yasaya aykırıdır. Birçok işyerinde fazla mesaiden rahatsızlıkların ortaya çıkması, işverenin keyfine bırakılmış çalışma yaşamında işçiyi korumak için getirilen düzenlemelerin tam aksi sonuçlar vererek işçi aleyhine uygulanabildiğini göstermektedir.” “YA SENDIKADAN ISTIFA YA ÜCRETSIZ IZIN” TEHDIDI DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı ise “Ayda bin 168 lira ile geçinmeye mecbursunuz ama uygulamanın uzatılma durumuna göre örneğin iki ay daha geç emekli olacaksınız” diye özetliyor konuyu. Sarı, son dönemlerde işverenin ücretsiz izne çıkaracağı işçileri neye göre seçtiğini ise şöyle anlatıyor: “İşçiler, sendikaya üye olmuşlar. Sendika yetki tespiti için başvurduğunda işveren kimin sendika üyesi olduğunu öğreniyor. Sendikal örgütlenmede öncülük yapan işçiler ücretsiz izne çıkarılıyor. Ücretsiz izin bittiğinde işyerine gelen işçiler, bir kez daha ücretsiz izne çıkarılmış olduklarını öğreniyorlar. Görüştükleri işveren vekilinin sorusu ise açık ve net: ‘Sendikalaşmada ısrarlı mısınız?’ İşveren, sendikalaşmaya hiç sıcak bakmıyor. Şimdilerde, ‘Ya sendikadan istifa et ya işten atarım’ tehdidinin yerini, ‘Ya sendikadan istifa ya ücretsiz izin’ tehdidi alıyor.” Bu tavırla işyerlerinde ayrımcılık yapıldığını savunan Sarı, işverenin, iş sözleşmesi tam süreli olan işçi ile iş sözleşmesi kısmî olan; iş sözleşmesi belirli süreli olan işçi ile iş sözleşmesi belirsiz olan işçi arasında farklı bir işlem yapamayacağını vurguluyor.


2020 / Sayı 18

14

Pandemi tarımın önemini arttırdı Hamdiye Çifti Öksüz / Van

D

aha önce boş bırakılan, tarım alanları pandemi ile birlikte ekilmeye başlandı. Yıllardır tarımın çok az yapıldığı Van’da, kimisi bir metrelik alanı kimisi ise yüzlerce dönüm araziyi ekti. Van’da ekilen tarım alanları yüzde 20 oranında arttı Korona virüs salgını ortaya çıkınca, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de tedbir amacıyla birçok kısıtlama getirildi. Fırın, market, kasap ve manav gibi temel gıda ihtiyaçlarının karşılanabileceği yerler dışındaki tüm yerlerin faaliyetleri geçici olarak durduruldu. Salgının açıklandığı ilk günlerde getirilen kısıtlamalardan biri olan sokağa çıkma yasağıyla, evlerine kapanmak zorunda kalan insanlar, marketlere hücum etti, gıda reyonları kısa sürede boşaltıldı. Bunun nedeni, pandeminin ne zaman biteceği,

gıda maddelerinin tükeneceği ve kıtlık günlerinin başlayacağı endişesiydi. Bu endişe, ülkeleri ve insanları tarım ve hayvancılığa yöneltti. Pandeminin insanlığa öğrettiği en büyük faydası, sağlığın ve tarımın öneminin yeniden fark edilmesi oldu. İSTEKLER DEĞIL, IHTIYAÇLAR ÖN PLANA ÇIKTI Pandemi ile insanlar artık isteklerin değil, ihtiyaçların ön plana çıktığını anladı. Bu ihtiyaçların başında ise hayatta kalmak için temel gıda maddeleri geliyor. İnsanlar için makarna, pirinç, un, bakliyat ve konserve ürünleri, temel gıdalar olarak önem kazandı. Ve tüm ülke, kentler hatta evlerimizde eski bir anlayış, tarım ve hayvancığına yeniden yöneliş başladı. Özellikle yıllardır tarımın çok az yapıldığı yerlerin başında Van,

22 Ekim 2020

geliyor. Van, geniş ve verimli topraklara sahip olmasına rağmen, tarım istenilen yerde değil. Pandemiyle birlikte Van’da tarım alanlarının büyük bölümünün yanı sıra evlerin önündeki bir metrekare toprak parçası bile ekildi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Van’da, ekilebilir tarım alanı yüzde 41,4 oranında iken uzmanlar, pandemi ile birlikte ekilen tarım alanların yüzde 20 oranında arttığını bildiriyor. FAZLA ÜRÜNLER DEPOLARDA SAKLANIYOR Boş tarım alanlarının ekilmesiyle birlikte Van’da meyve ve sebze bolluğu yaşanıyor. Bu yıl tarım alanlarında fazla ürün elde edilmesi nedeniyle ürünlerin büyük bölümü depolandı. Salçalar, kurutulmuş sebze ve meyveler,


2020 / Sayı 18

turşular ile bakliyat, yıl boyunca tüketilmek üzere depolarda saklanıyor. Fazla ürünlerin bir kısmı takas edilirken, bir kısmı da satılarak aile ekonomisine katkı sağladı.

insanları tarıma yöneltti. Bireyler için sağlık, hormonsuz-sağlıklı, içinde kimyasal olmayan ürünler önem kazandı. Anlaşılacağı gibi, sağlıklı bir yaşam için sağlıklı tarım ürünleri olması gerekiyor.”

TARIM GÖÇÜ BAŞLADI Ziraat Mühendisi Hülya Güven, korona virüs ile birlikte insanların tarıma yöneldiğine işaret etti. Bu yönelmenin yavaş değil hızlı ve yoğun şekilde olduğuna dikkat çeken Güven, “Pandemi yasakları ve aç kalma duygusunun insanları tarıma yöneltti. Yasaklar nedeniyle insanlar, evlerinde çıkamadı. Bu yüzden bağ, bahçe ve tarlası olanlar ekim yaptı” dedi. Hayatları boyunca tarımla ilgilenmeyenlerin bile, bu yıl tarım yapmak zorunda kaldığını, ciddi anlamda tarıma yönelme olduğunu dile getiren Güven, Van’da tarımla uğraşanların oranının, koronavirüsle birlikte en az yüzde 20 oranında arttığını bildirdi. Bu artışın “insanların, belki ‘kıtlık olur, işsiz kalırız” mantığından kaynaklandığına işaret eden Güven, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarımda 20 artış, gerçekten çok önemli bir oran. Daha önce köyden kente yoğun bir göç yaşanıyordu. Bu süreçle birlikte, köyden kente göç, durduğu gibi, kentten köye göç yaşanmaya başladı. Göç etmeyen ya da köylerine geri dönenler, tarıma yöneldi. Tarım alanlarının tamamına yakını ekildi. Özellikle tarım alanlarda çalışmak için başka şehirlere gidenler de, pandemi nedeniyle evlerinde kaldı. Bunlar da tarımla uğraştı. Korona virüs, sağlık kadar, tarımı da ön plan çıkardı. Kıtlık yaşanabileceği düşüncesi

TARIMA GEREKEN ÖNEM VERILMELI Ziraat Teknikeri ve Tarım Uzmanı Gülşen Dayan, pandemi ile birlikte insanların tarım ve doğal yaşama yöneldiğini söyledi. İnsanların evlerinin içinde bile tarım yapmaya çalıştığına anlatan Dayan, bu süreçte tarım arazisi olmayanların evlerinde saksıda bile tarım ürünü yetiştirdiğine dikkat çekti. Herkesin kendi olanakları ölçüsünde tarım yaptığını belirten Dayan, değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Bazıları binlerce dönüm araziyi ekerken bazıları ise sadece ailesine yetecek kadar ekim yaptı. İnsanlar, pandemi ile birlikte doğal ürün yetiştirme derdine düştü. Hemen hemen herkes bir şeyler ekti. Bu yüzden Van’da tarımla uğraşanların oranı yüzde 60’ı bile geçti. Herkes tarlasını, bağını, bahçesini ektiği için dışarıda gelen hiçbir ürün rağbet görmedi. Satıcıların elindeki mallar satılamadı. Bu nedenle fiyatlar ucuzladı. Bu dönemde açıkçası herkes kendi başının çaresine bakma yoluna gitti. Köylerden göç eden insanların çoğu, doğal yaşam ortamlarına yani köylerine geri döndü. Özellikle bu süreç herkese, bir kez daha bazı değer ve önlemleri almayı öğretti. Korkuyla beraber, kentli insanın doğaya dönüşü çok daha hızlandı. Umarım bundan sonra da tarıma gereken önem verilir.”

HERKES TARIMA YÖNELDI, KENDI IHTIYACI OLAN ÜRÜNÜ YETIŞTIRDI Van’da tarımla uğraşan Ertuğrul Ceyhan adlı çiftçi, bu yıl ektiği ürünlerin tamamına yakının elinde kaldığını söyledi. Pandemi nedeniyle insanların evlerinde çıkmadığına değinen Ceyhan, hemen hemen herkesin, tarımla uğraştığı ve kendi ürününü yetiştirdiğini belirtti. Fiyatların ucuz olmasına rağmen, ürünlerini satamadığının altını çizen Ceyhan, insanların artık doğal, hormonsuz ürünlere rağbet gösterdiğini söyledi. Kendisinden daha önce devamlı alış-veriş yapan birçok insanın, kendisi gibi tarıma yöneldiğini anlatan Ceyhan, “Ucuza sattığımız ürünler elimizde kalsa da insanların tarıma yönelmesi çok sevindirici. Çünkü eskinden burada yaşayanların tamamı, kendi ürününü yetiştiriyordu. Daha sonra insanlar, tarımı ve hayvancılığı bırakıp şehirlere göç etti. Pandeminin aslında iyi yönleri de oldu. Sağlığın, tarımın, hayvancılık ve doğal yaşamın önemini bize öğretti” dedi. Van’da kendi bahçesini eken Hatice Öksüz ise, bu yıl dışarıda hiç sebze almadığını, tüm ürünlerini kendi yetiştirdiğini söyledi. Öksüz, yetiştirdiği ürünlerinin bir kısmı kullandıklarını fazla olanları da sattıklarını anlattı. Pandemi nedeniyle dışarıya pek çıkmadıkları için, bahçelerinde tüm ürünleri ektiklerini belirten Öksüz, sağlıklı ve hormonsuz ürün yetiştirdiklerini vurguladı. Öksüz, pandeminin en büyük yararının, toprağı ekmek olduğunu sözlerine ekledi.

15


2020 / Sayı 18

Uzaktan eğitim sokakta kaldı! 16  Adem Baran / Batman

K

Haber Yazısı

oronavirüsü salgını nedeniyle Mart ayından itibaren kapalı olan okullar, yeni eğitim ve öğretim sezonunu ile birlikte 20 Eylül’de uzaktan eğitimle başladı. İnternet ve teknolojik aletler üzerinden öğrenciler sunulan uzaktan eğitim, birçok ailede ekonomik sıkıntıyı gün yüzüne çıkardı. Batman’ın ara sokaklarında karşılaştığımız ilkokul çağlarındaki işçi çocuklar, uzaktan eğitime özellikle televizyon ve cep telefonları olmadığından ulaşamadıklarını, temel hakları olan eğitimden yoksun kaldıklarını anlattılar. PARA KAZANMAK IÇIN SÜREKLI ÇALIŞMASI GEREKIYOR Yüz yüze eğitim, dezavantajlı konumdaki öğrencilere ulaşamadı. Bunlardan bazıları mevsimlik işçiler. Türkiye’nin farklı kentlerinde mevsimlik

çocuk işçiler çalışmak zorunda. Batman’da da bu sorun yaşanıyor. Batman’daki çocuk işçiler de aynı sorundan yakınıyor. Karton toplayıcılığı yaparak ailesine destek olmaya çalışan çocuk işçilerden A.D (11), 5’inci sınıfa gidiyor ve şunları söylüyor: “Babam hayatta değil. Evin en büyük erkek çocuğu ben olduğum için okul olmadığı zamanlarda çalışmak zorundayım. Artık dersler sadece televizyon üzeri olduğundan evde oturamıyorum. Daha fazla para kazanmak için sürekli çalışmam gerekiyor.” Gününün büyük bir bölümünü sokaklarda geçirdiğini, günlük kazancının 25 ila 30 TL arasında değiştiğini bildiren A.D, “Dışardaki insanlar, bana kötü gözlerle baksa da umurumda olmuyor. Çünkü annemin bana muhtaç olduğunun farkındayım” dedi. Ailesinin herhangi bir yer ve kişilerden destek alıp almadığı

22 Ekim 2020

sorumuzu, “Çevremizdekiler yardım ediyor diye biliyorum. Ama kendi paramı kazandığım zaman içim daha çok rahat oluyor” diye yanıtlayan A.D, okumak isteyip istemediği sorumuza “Okumak isterim tabi ki de. Ama elimden anca bu kadar okuyabilmek geliyor” diye konuştu. BIR TELEVIZYON, BIR TUŞLU TELEFON, 7 KIŞIYE NASIL YETSIN! Sokak sokak A.D ile beraber karton toplayan 6’ncı sınıf öğrencisi S.E (12) ise uzaktan eğitime ilişkin kendi durumunu şöyle anlatıyor: “7 kardeşiz. Hepimiz okuyoruz. Aileme yük olmamak için okulun tatil olduğu günlerde harçlık kazanmak için karton toplayıp satıyorum. Okullar bu sene açılmayacakmış, uzaktan eğitim yapılacakmış. Evimizde bir televizyon bir de annemin tuşlu bir telefonu var. Bunlar hangimize yetsin ki.”


2020 / Sayı 18

17

Van’da KHK mağduru gazetecilerin tutunma mücadelesi 23 Ekim 2020

Haber Yazısı

Tevfik Kurt / Van


2020 / Sayı 18

Ramazan Duman

18

T

ürkiye genelinde KHK’larla onlarca televizyon, gazete, dergi, internet sitesi kapatılırken bir anda işsiz kalan onlarca gazeteci, hayatta tutunmaya çalışıyor. Van Büyük Şehir Belediyesi’nde çalışırken işsiz bırakılan Gazeteci Duman, yaptığı düğün ve nişan organizasyonu pandemi nedeniyle durunca ikinci kez işsiz kalmış. Kurduğu internet sitesini kapatmak zorunda kalan Gazeteci İpek de şimdi sokaklarda mısır satıp sosyal medyada mesleğini yapıyor 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL sonrası Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile (KHK), Türkiye genelinde onlarca televizyon, gazete, dergi internet sitesi kapatıldı. Bazı basın kuruluşları da yaşanan baskılar nedeniyle işyerlerini kapatmak zorunda kaldı. Basın kuruluşların yanı sıra belediyelere kayyum atandıktan sonra basın bürolarında çalışan gazeteciler de toplu olarak işten çıkarıldı. 2019 yılı verilerine göre, 11 bin 157 gazeteci iş bulamıyor. 2003-2018 arasında 12 bin gazeteci yargılandı. Tutuklu gazeteci

sayısı ise 91. Sadece 2019’da 59 gazeteciye 200 yıl ceza kesildi. Kapatılan gazetelerle birlikte bir anda işsiz kalan onlarca gazeteci, zorunlu olarak farklı iş kollarında hayatta tutunmaya çalışıyor. DUMAN: KÖTÜ GÜNLERIN GEÇECEĞINE INANIYORUM Bir gazete, 2 yerel televizyon ve çok sayıda internet sitesinin kapatıldığı Van’da da onlarca gazeteci işsizler kervanına katıldı. Van Büyük Şehir Belediyesi’nde çalışırken KHK ile işten çıkarılan ve yıllardır işsiz olan Gazeteci Ramazan Duman, kötü günlerin geçeceğine inanıyor. Duman, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Uzun zaman Van Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştım. Ancak bir sabah uyandığımda, işten atıldığımı ve işsiz kaldığımı öğrendim. Uzun zaman işsizlikle mücadele için ne yapmam gerektiğini bulamadım. Sonra zor imkânlarla aldığım birkaç parça malzeme ile düğün ve nişanlarda organizasyon işi yapmaya başladım. Fakat pandemi nedeniyle bu iş de tamamen durunca ikinci kez işsiz kalmış oldum. Ne yazık ki, yaşanan hukuksuzluklardan basın kuruluşları da nasibini aldı. Bu ülkede sadece gerçekleri yazan

onlarca gazeteciler de işsiz kaldı. Ancak bütün bu yaşananlara rağmen bu kötü günlerin geçeceğine olan inancımı ve umudumu asla kaybetmedim.” SOSYAL MEDYA ÜZERINDE GAZETECILIĞINI SÜRDÜRÜYOR Darbe girişimi öncesi kurduğu internet haber sitesini baskı ve engellemeler nedeniyle kapatmak zorunda kaldığını aktaran Gazeteci Yasin İpek, Van sokaklarında mısır satarak geçimini sağlamaya çalışıyor. İpek, kendisini işsizliğe götüren sürece ilişkin şunları söyledi: “Ben bu işe başladığımda bölgenin tek ve Türkiye’nin sekizinci internet televizyonuna sahiptim. Televizyon kanalları kadar itibar görüyordum. Ancak tek tip basın yapılanmasına geçince aldığım bütün işler, maddi imkânlar elimden alındı. Bazı kurumlara organizasyon işi yapıyordum. Onlar da iş vermediler. Bunlar hep objektif ve eleştirel haber yapmam nedeniyle oldu. Şimdi Van sokaklarında mısır satarak geçimimi sağlıyorum. Tabii, sosyal medya üzerinde gazeteciliğimi de sürdürmeye çalışıyorum. Bir de bütün baskılara rağmen bir gün tekrar basın sektörüne döneceğime inanıyorum.”


2020 / Sayı 18

Hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz

K

adın cinayeti ve şiddete karşı kadınlar örgütlü bir şekilde mücadele ediyor. “Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi” aktivisti Tuğcu, erkek şiddetine karşı mücadeleyi büyütmek için “Vazgeçme, diren, erkek şiddetine karşı örgütlen” şiarıyla hareket edip kampanya yürüttüklerini bildirdi. Tuğcu, erkeklerin devletten cesaret aldıklarını belirterek “Eşit ve özgür bir şekilde yaşamak istiyoruz” vurgusu yaptı Türkiye’de kadın cinayetlerinin önü alınamıyor. Bir kadın cinayeti, tecavüz ve erkek şiddetine maruz bırakılmış kadınlara ilişkin haber duymadığımız bir gün, neredeyse

yok gibi. AKP iktidarı, geçtiğimiz aylarda son olarak, “İslami aile yapısına uymadığı”, “Kadınları ‘iyi eş’ rolünden uzaklaştırdığı” gerekçeleriyle kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açtı. “Fiziki olarak hayatta kalmak, hayattayken de insan ve kadınca yaşamak” isteyen, özellikle kadın cinayetleri ve erkek şiddetine karşı kadınlar, hak ve hayatlarına sahip çıkmak için iki yıl önce “Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi”ni kurdu. Erkek şiddetine karşı mücadeleyi büyütmek için “Vazgeçme, diren, erkek şiddetine karşı örgütlen” şiarıyla hareket eden Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, bugüne kadar

23 Ekim 2020

“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”ne dek bir dizi kampanya düzenleyip her kesimden kadınları birlikte mücadeleye çağırdı. İnisiyatif, bu yıl da 25 Kasım’a kadar bir dizi kampanya sürdürecek. “ERKEKLER DEVLETTEN CESARET ALIYOR” Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi aktivisti Sinem Tuğcu ile, sürdürdükleri kampanya ve kadın mücadelesi konusunu konuştuk. AKP’nin erkek şiddetini kadınlarla erkekler arasında bir savaş haline getirdiğini ve açık bir şekilde erkeklerin yanında yer aldığını

Haber Yazısı

Bilge Çevik / İstanbul

19


2020 / Sayı 18

20

vurgulayan Tuğcu, son olarak yaşanan şu örneği verdi: “AKP’nin açık bir şekilde erkeklerin yanında yer aldığını Aleyna Çakır’ın katledilmesinde gördük. Aleyna’nın katliamını örtmek için katil, Ümit Uygun babası ile birlikte annesi Gülay Uygun’u katletti. Bunu da başka bir kadın olan Müge Anlı üzerine yıkmaya çalıştılar. Ekranlarda açık açık devletten yardım istediler. Katillere bu cesareti veren devletti.” “HAYATLARIMIZ IÇIN MÜCADELE ETMENIN MEŞRU OLDUĞUNU BILIYORUZ” İktidarın kadın cinayetlerini durdurmak yerine İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açtığını anımsatan Tuğcu, yöneticilerin “aileyi parçalıyor” gibi argümanlarla, toplumu da ikna etmeye çalıştığına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Oysa kadınlar, parçalandığını söyledikleri ailelerde katlediliyor. İktidarın derdi, kadınları korumak değil, boşanmayı engellemek. Biz baştan beri ‘İstanbul Sözleşmesi’ni uygula’ şiarıyla eylemlerimizi yaptık. Çünkü; haklarımızı, hayatlarımızı tartışamaya açmıyoruz. Hayatlarımız için mücadele etmenin ne kadar meşru olduğunu biliyoruz. Mücadelemiz sayesinde iktidar artık açıktan sözleşmeden çekileceğini dillendiremiyor. Bu, hareketimizin bir kazanımı.” İstanbul Sözleşmesi’nin çok boyutlu bir sözleşme olduğunun altını çizen Tuğcu, görüşlerini şöyle aktardı: “Toplumsal cinsiyetin ne olduğunun topluma anlatmaktan,

ders kitaplarında yer almasına, ezilen cinse herhangi bir şiddet uygulandığında, ‘amasız’, ‘fakatsız’ ezilen cinsin yanında olmayı savunan bir sözleşme. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi, kırmızı çizgilerimizden biri. Elbette ki, İstanbul Sözleşmesi uygulandığında kadına yönelik şiddet son bulmayacak ama bu cins özgürlükçü dünyayı yaratırken, en çok kazandığımız alanlardan bir tanesi. Sözleşme, erkeklerin cesaretlerini kıran ve kadınları cesaretlendiren bir sözleşme. Bunun için her kesimden kadın sözleşmeye sahip çıkıyor.” “VAZGEÇMIYOR, DIRENIYORUZ” 25 Kasım’a kadar, “Vazgeçme, diren, erkek şiddetine karşı örgütlen” şiarıyla üç aylık bir kampanya yürüttüklerine değinen Tuğcu, kampanyaya ilişkin şunları söyledi: “Kadınlar vazgeçmiyor, direniyor, erkek şiddetine karşı duruyor ve itaat etmiyor. İstanbul Sözleşmesi için, çocuklara yönelik cinsel istismara karşı yapılan eylemler bunun göstergesi. Türkiye’de kadın hareketi güçlü ama çok az örgütlü mücadele eden bir kısmı var. Erkek egemen sistem, devlet yapısından tutun da sokaktaki erkeklere kadar bu kadar örgütlüyken kadınlar olarak örgütsüz biçimde erkek egemen sistemi yenmemiz mümkün değil. Biz, erkek egemen sisteme karşı direnmek ve bu sistemi yenmek için bu kampanyayı örgütlüyoruz. Kampanyamızı, ‘Vazgeçmiyoruz’, ‘Yürüyoruz’ ve ‘Durduruyoruz’ mottosu ile üç

aşama şeklinde yürüteceğiz. İlk aşamada, ‘Hayatlarımızdan, gecelerden, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz’ gibi çeşitli biçimlerde eylem ve etkinlikler gerçekleştirdik. ‘Yürüyoruz’ mottosuyla ‘Emine Bulut için yürüyoruz’. ‘Hayatlarımız için yürüyoruz’, ‘Nevin için yürüyoruz’ gibi şiarlarla semtlerde, merkezlerde yürüyüşler yapıp, panel ve sokak etkinlikleri düzenleyeceğiz. ‘Durduruyoruz’ mottosu ile de kadına yönelik şiddetin olduğu, yaşandığı her alanda hayatı durduracağız. Dünyanın birçok yerinde kadınların hayatı durdurduğunda neler kazanabileceğini, kendi özgücümüz ve emeğimize dayandığımızda neler yapabileceğimiz gördük. Ayrıca change.org’tan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) vermek üzere, ‘İstanbul Sözleşmesi uygulansın’ talebiyle ıslak imzalı bir kampanyamız var.” “BIRBIRIMIZIN ELINDEN TUTMALIYIZ” Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi aktivisti Tuğcu, sözlerini şöyle bitirdi: “Aslında hepimiz, erkekdevlet şiddetinden nasibimizi alıyoruz. Bu yüzden erkek şiddetine karşı hayatlarımıza birlikte sahip çıkmaktan başka çaremiz yok. Bizler yaşamak istiyoruz ama eşit ve özgür bir şekilde yaşamak istiyoruz. Ama günümüz koşullarında kadınlar yaşayamıyor bile. Bir an önce birbirimizin elinden tutarak bunu başarmalıyız.”


2020 / Sayı 18

21


2020 / Sayı 18

22

Hakkâri’de dağcılık sporu giderek yaygınlaşıyor Ercan Öksüz / Hakkari

Y

üksek ve engebeli bir coğrafyaya sahip olan Hakkâri’de, dağcılık sporu giderek yaygınlaşıyor. Bu amaçla Hakkâri’de birçok dağcılık kulübü kurulmuş durumda İran ve Irak sınırında bulunan Hakkâri, Türkiye’nin en dağlık ve engebeli araziye sahip kentlerin başında geliyor. Hakkâri, ayrıca Türkiye’nin en yüksek ikinci büyük dağı olan Cilo Dağı bulunuyor. Yüksek dağlarının yanı sıra derin vadi ve yaylara sahip Hakkâri coğrafyası, doğal güzelliği ile herkesi kendisine hayran bırakıyor. “Dağların kenti” olarak bilinen Hakkâri’de, son dönemlerde doğa sporları ve dağcılık, giderek ön plana çıkmaya, adından söz

etmeye ve önem kazanmaya başladı. Dağcılık ve doğa sporlarının gençler arasında yaygınlaşması üzerine Hakkâri’de birçok dağcılık ve doğa sporları dernek ve kulübü kurulmuş durumda. Kentte, Cilo Sat Gölleri ve Buzulları Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği (CİSAD), Cilo Dağcılık Kulübü, CİLONSAD Gölleri ve Buzulları Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü gibi birçok dağcılık kulübü bulunuyor. Bu kulüplerde sayesinde yüzlerce genç, doğa dağcılık sporlarıyla yakından ilgileniyor. AMAÇ, GENÇLERE BU SPORU SEVDIRIP HAKKÂRI’DE TURIZM CANLANDIRMAK Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) Hakkâri İl Temsilcisi, Cilo

24 Ekim 2020

Sat Gölleri ve Buzulları Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği (CİSAD) Başkanı Naci Ertunç, Hakkâri’de doğa sporlarını iyi seviyelere yükseltip insanların spora bağlanarak doğa hayatını yaşamasına katkıda bulunmayı amaçladıklarını belirtti. Ertunç, yurt içi ve dışından gelecek doğasever ve dağcıları Hakkâri’de buluşturup turizmi canlandırmayı hedeflediklerini söyledi. 2013 yılından beri TDF Hakkâri temsilciliği görevini yürüttüğünü anlatan Ertunç, 2017’de de kısa adı CİSAD olan Cilo Sat Gölleri ve Buzulları Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü’nü kurduklarını aktardı. Yaptıkları tüm faaliyetlerde Hakkâri bölgesini tanıtmak ve bu sporu gençlere sevdirmek olduğunu dile getiren Ertunç, bu


2020 / Sayı 18

çalışmalar sayesinde derneklerine olan ilginin arttığını ve onlarca kişinin derneklerine üye olduğunu bildirdi. Derneğin amacı ile ilgili olarak Ertunç, şu açıklamalarda bulundu: “Amacımız, Hakkâri’de doğa sporlarını çok daha iyi seviyelere yükseltmek ve insanların bu spora bağlanarak doğa hayatını yaşamasına katkı sağlamak. Bu vesile ile yurt içi ve yurt dışından doğasever, dağcı gruplarını buluşturarak Hakkâri’de turizmi canlandırmak da bir diğer amacımız. Derneğimiz, şu ana kadar sporcularına dağcılık başta olmak üzere doğa sporları trekking, hiking, rafting, kano, bisiklet, mağaracılık, kar mağarası ve kaya tırmanışları eğitimlerini verdi. Sporcuların kalitesini yükseltmek maksadıyla çaba sarf ettik. Bölgenin büyük bir bölümünü katılımcılarla paylaşarak tanıtımını yaptık. Yaptığımız festival faaliyetleriyle

tüm doğaseverlerin dikkatini bu bölgeye çektik.” “HAKKÂRI DAĞLARI, ‘TÜRKIYE’NIN ALPLERI’ ADIYLA ANILMAKTA” Hakkâri’de üç bin metre üzerinde zirvesi olan yüze yakın dağ olduğuna dikkat çeken Ertunç, sözlerine şöyle devam etti: “Yüze yakın dağ, buz kitleleri, buzul göller, şelaleler, platolar, derin vadileri barındırıyor. Yüksek yaylalarında endemik bitki türleri yemeklerde kullanıldığı gibi şifa kaynağı olduğu için yöre halkı tarafından bazı hastalıklarda kullanılmaktadır. Doğamızın müthiş ve bir o kadar da gizemli olması sebebiyle yurt içinde ve yurt dışında ‘Türkiye’nin Alpleri’ adıyla anılmaktadır. Bölgemiz yapı itibariyle dağlık bir bölge olduğu için güvenlik sorunu yaşamakta. Bu nedenle önemli bölgelere pey der pey faaliyet yapılıyor.” Hakkâri’de dağcılık yapan

gençlerden biri de Mazlum Tekçe. Yaklaşık 3 yıldır, Hakkâri’de hemen hemen tüm dağlara tırmandığına işaret eden Tekçe, özellikle Türkiye’nin ikinci yüksek dağı olan Cilo Dağı ve Sümbül Dağı’na tırmanış gerçekleştirdiklerini belirtti. Dağlara tırmanmanın bir tutku olduğunu dile getiren Tekçe, şunları söyledi: “Her mevsim, dağlara tırmanıyoruz. Gittiğimiz yerler, birer doğa harikası ve insan eli değmemiş yerler. Doğayla iç içe yaşıyorsunuz. Yani dağcılık sporu, anlatılmaz, yaşanması gerekir. Ben de buradan tüm gençlere sesleniyorum. Dağcılıkla hayatınız değişecek, doğayla hayatınız bir bütün olacak. Ayrıca, Hakkâri dağları, doğa turizmi için ideal bir yer. Buraların iyi şekilde tanıtılması gerekiyor. Eğer iyi şekilde tanıtılırsa, her yıl Hakkâri’ye binlerce turist gelir.”

23


2020 / Sayı 18

24

KHK Köyü: Kavşut Ahmet Erkan Yiğitsözlü / Osmaniye

Y

aşamın zor olduğu, hayvancılıkla geçinilen Kahramanmaraş Göksun’a bağlı Kavşut Köyü’nde okuyup memur olanların birçoğu, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında KHK’larla ihraç edildi. Cumhuriyet Savcısı olan Köroğlu, geçinebilmek için bir dönem çiğ köftecilik yapmış. Bir dönem polis olup ihraç edilenlerden biri pazarcı, biri diğeri de yaparak geçimini sağlıyor 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 140 binden fazla memur işlerinden olurken, 500 binin üzerinde kişi de adli işlem gördü. Çok sayıda kişi, hakkında adli ve idari soruşturma olmamasına

rağmen sırf KHK’lı oldukları gerekçesiyle yurtdışına çıkış izni verilmediği için mağdur oldu. Bu durum, geçtiğimiz günlerde yayınlanan 3. Yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri Raporu’nda detaylı bir şekilde dile getirildi. Rapora göre, KHK’lıların işlerinden ihraç edilmekle kalmadığı özel sektörde de çalışılmasının önüne geçildiği, sosyal yardımlaşma ödeneklerinin kesildiği bildiriliyor. KHK mağdurlarının, çevreleri ile birlikte 1,5 milyon kişi olduğu tahmin ediliyor. Kahramanmaraş’ın Göksun İlçesi’ne bağlı bin 500 nüfuslu Kavşut Köyü de KHK mağduriyetini en derinden yaşayan köylerin başında geliyor. Hayvancılıkla geçinen, şartların zor olduğu bu köyde yaşayanların

26 Ekim 2020

okumaktan başka şansı yok. Okuyup çeşitli meslek grubunda memur olan yaklaşık 150 ila 200 kişi arasında KHK ile ihraç edilmiş çok sayıda memur var. Köyde neredeyse her hanede, her ailede KHK mağduru kişilere rastlamak mümkün. KHK sonrası neredeyse hiçbir memuru kalmayan, nüfusuna oranla ihraçların fazla olmasıyla dikkat çeken köye, vatandaşlar “KHK köyü” diyor. “SIVIL ÖLÜME MAHKÛM EDILDIK” Doğup büyüdüğü köyün zor şartlarında okuyup Cumhuriyet Savcısı olabilen Bayram Köroğlu da ihraçtan nasibini alanlardan. İhraç sonrası 15 ay cezaevinde kalan, ardından beraat eden Köroğlu, aldığı beraata rağmen


2020 / Sayı 18

“irtibat ve iltisak” gibi bir gerekçeyle görevine döndürülmediğini anlattı. Kavşut Köyü’nde doktorundan askerine, hâkiminden savcısına, polisinden gardiyanına ya da öğretmenine kadar her meslek grubundan birçok kişinin ihraç edildiğini söyleyen Köroğlu, “Köylüm olan bu kişiler, şimdi mesleklerini yapamıyorlar. Birçoğu cezaevinde. Bazıları ise kapıcılık, esnaflık hatta çobanlık yapıyor” dedi. Görevlerine döndürülmemekle kalmayıp KHK’lı oldukları için dışarıda avukatlık yapmalarına da izin verilmediğini bildiren Köroğlu,“Birleşmiş Milletler’in tabiriyle ‘sivil ölüme’ mahkûm edildik. Yurtdışına çıkamıyoruz. Özel sektörde iş yapmamıza izin verilmiyor. Bir dönem geçinebilmek için çiğ köftecilik dahi yaptım. Yaşadığımız acıların tarifi yok. Türk tarihinde görülen ender görülen zulümlerden birine

tanıklık ettik. Toplumdan dışlandık. Kimse bize iş vermek istemiyor. Mahkemelerde adalet yok maalesef. KHK en çokta bizim köyümüze darbe vurdu.” “İNSANLAR BIRILERINE DÜŞMAN OLDU” Göksun Belediyesi’nde itfaiye şoförü iken ihraç edilen Ramazan Kara, köylerinde bir hanedeki 4 kişinin ihraç edildiğini, bu yüzden hallerine şükrettiklerini ifade ederek, “Biz, suç işlemedik. Vatanımızı sevmekten başka suçumuz yok” sözleriyle mağduriyetlerini dile getirdi. 15 Temmuz’dan hemen sonra akrabaların birbirinin yüzüne bakmadığını, hatta köylerine “terörist köy” adının verildiğini söyleyen Kara, “Yıllarca birbirini tanıyan insanlar birilerine düşman oldu. Bu köy, ihraç olsun ya da olmasın vatanını seven

insanlardan oluşuyor” diye konuştu. POLISTILER ŞIMDI BIRI PAZARCI, BIRI KAPICI 8 ailenin en küçüğü olan polis Beyazıt Köşker, sülalesinden okuyan tek kişinin kendisi olduğunu anlatırken, “Polislik hayalimdi. KHK ile hayallerim yıkıldı, işsiz kaldım. Şimdi pazarcılık yaparak geçimimi sağlıyorum” dedi. Başta annebabası olmak üzere tüm kardeşlerinin fedakârlıkları sayesinde okuyarak polis olduğunu anlatan Köşker, “Bugün yaşadıklarımız ileride çok konuşulacak. Çok şükür bir suçumuz yok. O yüzden vicdanımız rahat. Bir şekilde geçimizi sağlıyoruz. Ben en çok da anne babamın bana yaptığı emeğe üzülüyorum” ifadelerini kullandı. Polis iken KHK ile ihraç edilen Ahmet Köroğlu ise şimdilerde Kayseri’de kapıcılık yaparak geçimini

sağlıyor. Hafta sonları da babasına yardım etmek için köyüne gelen Köroğlu, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Burada doğdum. İlkokulu bitirdikten sonra hayatım el kapılarında, gurbette geçti. Okudum, tarih öğretmeni oldum. Atanamayınca polislik sınavlarına girdim. Kazandım, polis oldum. Severek yaptığım işimi elimden aldılar ama bir gün işime iade olacağıma inanıyorum. O gün döner miyim bilmiyorum. Şu anda dağlarda hayvanlarımla çok mutluyum. Hâkim ve savcı olan amcamın çocukları da benim gibi ihraç oldu. Bu köyde yaşam, zor olduğu için iki alternatifimiz var. Okuyanlar memur, okuyamayanlar ise kapıcı oluyor. Şu anda okuyanların büyük çoğunluğu, KHK ile ihraç edildi. Bize okumak nasip olmuştu, ancak buna da irtibat ve iltisak denilerek izin vermediler.”

25


2020 / Sayı 18

26

İlkel yöntemlerle buğday hasadı

Haber Yazısı

Dudu Gül Güray Demir / Hatay

27 Ekim 2020


2020 / Sayı 18

H

atay’ın Yayladağı İlçesi’ndeki kadınlar, Tekel fabrikalarının kapanmasıyla alternatif ürün olarak karabuğday ekerek hem kışlık ununu karşılıyor hem de satıp diğer ihtiyaçlarını karşılıyor Bir zamanlar tütünle geçimini sağlayan Hatay’ın Yayladağı İlçesi’ndeki kadınlar, Tekel fabrikalarının kapanmasıyla alternatif ürünlere yöneldi. Dağların, taşlık ve engebeli olması nedeniyle ürün çeşitliliğinin sınırlı olduğu ilçede kadınlar, artık tarlalara ektikleri karabuğdaylarla geçim sağlanıyor. Son zamanlarda popüler bir besin haline gelen, “Greçka” olarak da bilinen karabuğday, glüten içermemesi, kansere karşı koruyucu olması, düşük yağ ve yüksek proteinli olması ile dikkat çekiyor. Ama kırsal alanlardaki buğdayın tarladan hasatta, ürünün harmanlanıp kışın kullanmak için depolanması ve satışa hazır hale getirilmesi süreci, oldukça zorlu bir mesai gerektiriyor. Ekimi ineklerle yapılan buğdayın hasat zamanı köylü kadınlar, hummalı bir çalışma yürütüyor. Sabahın erken saatlerinde tarlaların yollarını tutan köylü kadınlar, sabahtan akşama kadar büyük bir emek

harcıyor. Önce yere serilen brandaların üzerine konulan buğday buketleri dövülerek sap ve saman ayrıştırılıyor. Sapından ayrılan buğdayların büyük bir bölümü, kışın tandırlarda pişirilmek üzere çuvallara yerleştirilerek depolara kaldırılıyor. Üretim fazlası buğdaylar ise çocukların okul harçlığı ya da evin diğer ihtiyaçları için pazarlarda satılıyor. YILLARDIR SÜREN GELENEK Köyde yaşayan kadınların daha önceleri tütün ekilen tarlalara artık buğday ektiklerini anlatan Songül Uçar, şunları söyledi: “Daha önceleri bu tarlalarda tütün ekerdik. Ektiğimiz tütünleri Tekel fabrikasına satar oradan gelen parayla geçimimizi sağlardık. Tekel fabrikalarının kapanmasıyla ektiğimiz tütünü tüccarlar ucuz parayla almaya başladı. Böyle olunca ektiğimiz tütün, masraflarını karşılamaz oldu. Biz de bunun üzerine en azından kışlık un ihtiyacımızı karşılamak için karabuğday ekmeyi seçtik. Kadınlar olarak hep birbirimize yardım ediyoruz. Buğdayın hasadından öğütülmesine kadar olan tüm işleri birlikte yapmaya çalıyoruz.” 10 yıldır tarlada çalışıp bu işi yaptığını ve bu işin hiç de kolay

olmadığını belirten Ayşe Kılınç, şunları aktardı: “Sabahın ilk ışıklarıyla tarlaların yollarını tutuyoruz. Tarlalarımız, tarım makineleri için elverişsiz ve küçük olduğundan ekme ve hasada kadar tüm süreçleri ilkel yöntemlerle yapıyoruz. Ekim sırasında tohumları elle serpiyoruz. Hasat zamanında da demir oraklarla, el gücüyle buğday hasadımızı yapıyoruz. Biraz zorlansak da işimizi severek yapıyoruz.” Sonbaharın ilk ayları, zorlu sürecin başlangıcı. Bin bir emek verdikleri buğdayın hasadına başladıklarına değinen Cemile Aydın da, tarlanın ekiminden hasadına kadarki süreçte insan gücünün ağırlıklı olduğunun altını çizdi. Çocuklarıyla her gün tarlaya gidip çalıştıklarını söyleyen Aydın ise şöyle konuştu: “Sonbahar geldiği zaman elimizde orakla, iki büklüm bir şekilde sabahtan akşama kadar buğday hasadı yapıyoruz. Önce biçtiğimiz buğdayı demetler halinde bir yere biriktiriyoruz. Daha sonra buğdayı öğütüyoruz. Geçimimizi sadece buğdayla sağladığımız için tüm aile fertleriyle birlikte tarlada çalışıyoruz. Elde ettiğimiz buğdayın bir kısmını evimizde kullanmak üzere ayırıp geri kalan kısmını ise satarak gelir elde ediyoruz.”

27


2020 / Sayı 18

28


2020 / Sayı 18

AYDINLIK BİR SABAH Atatürk, 28 Ekim 1923 gecesi, aydınlık sabaha işaret etti: “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz”

Hasan Safa Tekeli / Ankara

M

ustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 gecesi, Çankaya Köşkü’nde arkadaşlarıyla bir araya geldiği yemekte, aydınlık sabaha işaret etti: “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.” Onun “İlelebet payidar kalacaktır” dediği “Cumhuriyet”, 29 Ekim’de Meclis’te “Yaşasın” sesleriyle kabul edildi. İlk toplantısını 23 Nisan 1920’de yapan TBMM’nin kabul ettiği 1921 Anayasası’nda yer alan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” denilen birinci maddesi, açıkça belirtilmese de “cumhuriyet” rejiminin habercisidir. Ancak “cumhuriyet”i kabul etmek, 16 Nisan 1923’te görevini tamamlayan Birinci Meclis’e değil, 11 Ağustos 1923’te toplanan İkinci Meclis’e nasip olacaktır.

AMASYA TAMİMİ’NDEN CUMHURİYETE Aslında, 21/22 Haziran 1919 gecesi hazırlanan ve tarihe “Amasya Tamimi/Genelgesi” olarak geçecek olan Amasya Kararları, öngördüğü “Milletin bağımsızlığını, gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Yurtta en güvenilir yer olan Sivas’ta, millî bir kongre toplanmalıdır” ilkeleri bakımından, “Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı ile Meclis’in açılması ve ötesinde Cumhuriyet’in ilanıyla ortaya çıkan yeni devletin doğuşunun ilk belgelerinden” sayılır. Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’da vaaz vermesini istediği Müftü Abdurrahman Kâmil Efendi de Sultan Bayezid Camisi’nde, “Tek kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya egemenliği eline alması ve

29 Ekim 2020 iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız” sözlerine yer verir. Mustafa Kemal Paşa da aradan yıllar geçse de Müftü Kâmil Efendi’yi onurlandıracaktır. GENÇ CUMHURİYET’İMİZ BU GİBİ ULEMA İLE İFTİHAR EDER Mustafa Kemal, eşi Latife Hanım ile Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık 11 ay sonra, 24 Eylül 1924’te ziyaret ettiği Amasya’da, Belediye tarafından onuruna verilen ziyafette, beş yıl önceki anılarından söz eder. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, aralarındaki görüşmeden sonra Kâmil Efendi’nin verdiği Cuma vaazını şöyle anlatır ve “Genç Cumhuriyetimiz bu gibi ulema ile iftihar eder.”

29


2020 / Sayı 18

30

ERZURUM’DA VERİLEN SIR Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi toplanmadan önce de, 7–8 Temmuz gecesi Mazhar Müfit Bey’e gerçekleştireceği amacı kesin bir dille ve kimseye söylenmemesi ricasıyla şöyle özetler: “Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır… Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır; tesettür kalkacaktır, fes kalkacak; medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Latin harfleri kabul edilecektir.” SİVAS’TA ANADOLU CUMHURİYETİ Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi örgütleyişi karşısında Batılılar, bunun bir cumhuriyet ile sonuçlanacağını sezerler ve bunu gizlemezler. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral De Robeck, Sivas Kongresinin henüz sonrasında, Dışişleri Bakanı Curzon’a 17 Eylül 1919’da gönderdiği raporunda, bu Kongrenin bir “Cumhuriyet girişimi” olduğunu bildirir. 22 Eylül 1919 tarihli The Times gazetesi de Kongreden, “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye söz eder. YAŞASIN CUMHURİYET Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Mustafa Kemal, artık, yeni devlete, “Cumhuriyet” adının verilmesi için uygun zamanı bekliyordu.

Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla sıra Cumhuriyet’in ilanına sıra gelmişti. İkinci Meclis, 13 Ağustos 1923’te Başkanlığa Mustafa Kemal Paşa’yı, İkinci Başkanlığa Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’yı seçer; Başbakanlığa Ali Fethi (Okyar) getirilir. Ancak, Atatürk’ün “Nutuk”ta da işaret ettiği gibi, Mecliste oluşan muhalif grup, Bakanlar Kurulunun işlerini yürütmesine engeller çıkarmaktadır. Uygun zamanın geldiğine karar veren Mustafa Kemal, 22 Eylül 1923’te Neue Freie Presse muhabirine verdiği demeçte, artık açıkça “Cumhuriyet” sözünü kullanır. Mustafa Kemal, Viyana’da yayımlanan “Neue Freie Presse” adlı Avusturya gazetesinin muhabiri Josef Hans Lazar’a, “... Yeni Türkiye Anayasasının ilk maddelerini size tekrar edeceğim: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi milletin yegâne gerçek mümessili olan Meclis’te belirmiş ve toplanmıştır. Bu iki kelimeyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet!” Bu ortamda, 13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent olması kabul edilir. Eleştirilerin yoğunlaşması üzerine Mustafa Kemal başkanlığında 25 Ekim’de toplanan Bakanlar Kurulu, istifa etmeyi ve yeni hükümette hiçbir görev almamayı benimser. Bakanların

istifaları, 27 Ekim’de Meclis’te okunur. Ancak Meclis, yeni bakanlar kurulu için oluşturulan listeler üzerinde anlaşma sağlayamamaktadır. Uzun zamandır “cumhuriyet” düşüncesini içinde barındıran Mustafa Kemal, bu siyasi bunalım üzerine, düşüncesini uygulamaya karar verir. Yakın çalışma arkadaşlarını, 28 Ekim’de Çankaya’da akşam yemeğine çağıran Mustafa Kemal, onlara aydınlık geleceğin müjdesini verir: “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.” Mustafa Kemal ve yemekten sonra kalmasını istediği İsmet (İnönü) Paşa, Cumhuriyet’in ilanına ilişkin anayasa değişikliği üzerinde çalışırlar. Halk Fırkası, 29 Ekim’de yaptığı toplantıda, Mustafa Kemal’i hükümet bunalımını çözmekle görevlendirir. Mustafa Kemal de Cumhuriyet’in ilanına yönelik anayasa değişikliği önergesini açıklar. Halk Fırkası Meclis Grubu’nda ve sonra TBMM Genel Kurulu’nda, Anayasa’nın 1’inci, 2’nci, 10’uncu, 11’inci ve 12’nci maddelerinin değiştirilmesinin kabul edilmesiyle “Cumhuriyet” resmen ilan edilir. “Yaşasan Cumhuriyet” nidaları, TBMM Genel Kurulu’nun duvarlarında yankılanır. Yararlanılan Kaynaklar: Nutuk, Gazi Mustafa Kemal, TTK Basımevi, 2. Baskı, 1986, Ankara. Cumhuriyet Nasıl Kuruldu? Feridun Fazıl Tülbentçi, Sel Yayınları, 25 Ekim 1955, İstanbul. Mustafa Kemal Atatürk, Şerafettin Turan, Bilgi Yayınevi, Şubat 2004, Ankara. Türk Devrim Tarihi (III), Şerafettin Turan, Bilgi Yayınevi, Temmuz 1995, Ankara. Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi II, Gotthard Jaechke, TTK Basımevi, 1989, Ankara. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Utkan Kocatürk, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2. Basım, 2007, Ankara. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber (I), Mazhar Müfit Kansu, TTK Basımevi, 1986, Ankara.


2020 / Sayı 18

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.