9. Köy 2020 -17. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 17

1


2020 / Sayı 17

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Okan Özmen Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 17

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 17

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 17

İçindekiler

Ekonomik krizin vurduğu Van esnafı can çekişiyor  6 13 milyon emeklinin 9 milyonu açlık sınırı altında!  8 Suriyeli sığınmacıların iltica krizi: Kayıt tutulmuyor, kimlik verilmiyor  12 Tohum, toprak ve hasat  15 Kadınlar, bedeli ne olursa olsun İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmek istemiyor  17 Erkek çocuğu olmadığı için kocası terk etti  20 Kaleiçi esnafı: Turizmin geleceğinden endişeliyiz  22 Van’da kültür-sanata bu kez de pandemi engel oluyor  24 Engelli avukatlar mesleklerini eşit koşullarda yapmak istiyor  25 Uluslararası koruma altındaki mülteciler: Sağlık sigortamız tekrar açılsın  28

5


2020 / Sayı 17

6

Ekonomik krizin vurduğu Van esnafı can çekişiyor

Haber Yazısı

Tevfik Kurt / Van

12 Eylül 2020


2020 / Sayı 17

V

an’da oluşan onlarca toplu pazar; binlerce yurttaşın geçimini sağlarken, şehrin ekonomisine de büyük bir katkı sunardı. Ancak son yıllarda sınır ticaretine getirilen yasaklama ve yaşanan ekonomik kriz nedeniyle esnaf, iş yapamayıp iflas etmeye, işyerlerine kapatmaya başladı. Esnaf, hükümetten çözüm bekliyor Özelikle 1997 yılından sonra serbest ticaretin gelişmesi üzerine İran, Irak ile sınır olan, Ermenistan, Gürcistan ve Suriye gibi ülkelerle de yakın ticarete giren Van esnafı, Büyük Rus Pazarı, Avrupa Halk Pazarı, Büyük Halk Pazarı, Tuşba Halk Pazarı ve İran Pazarı başta olmak üzere çok sayıda toplu pazar kurdu. Kurulan pazarların içindeki yüzlerce iş yerinde esnaflar İran, Irak, Çin, Hindistan ve Uzak doğu ülkelerinden gelen giyimden, ahşap malzemelerine çantadan hediyelik eşyaya kadar birçok kalem malzemeyi satmaya başladılar. Türkiye’nin birçok ülkesine hediyelik eşya gönderen esnaf, kısa sürede turistlerinde uğrak yeri haline geldi. Ancak son yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve pandemi nedeniyle işleri tamamen duran esnafın büyük bölümü iflas ederek iş yerlerini kapatırken, kalanlar ise bazı günler tek lira satış yapmadan akşam evlerine dönmek zorunda kalıyor. Kredilerini ödeyemeyen ve çekleri

yazıldığı için büyük soruluklarla mücadele eden esnaf, hükümetten çözüm üretmesini bekliyor.

çözüm bulunmaması durumunda ‘hepsinin iflas edeceği’ uyarısını yaptı.

“PAZAR ESNAFI KAN AĞLIYOR” Kentte bulunan pazar esnafının kan ağladığını dile getiren Tuşba Halk Pazarı Kooperatif Başkanı Abdulselam Kaya, büyük umutlarla açtıkları pazarların şimdi esnafın sonunu getirdiğini kaydetti. Pazarlarında yüzlerce esnafın iş yeri açtığını belirten Kaya, şunları söyledi: “İlk zamanlar kapılar açıktı. İthalat ve ihracat rahat yapılıyordu. Biz burada sadece Van ekonomisini değil ülke ekonomisine de büyük bir katkı sağlıyorduk. Binlerce insan bu yolla geçimini sağlıyordu. Bu pazarlarda hemen hemen her kalem malzeme satılıyordu. Hediyelik eşyadan giyime kadar her şey vardı. Ancak son yıllarda sınır ticaretine getirilen uygulamalardan dolayı artık iş yapamaz duruma geldik. Bunun üzerine ülkede yaşanan ekonomik kriz ve son gelen hastalıktan dolayı artık esnaf tamamen iş yapamaz duruma geldi. Şu an birçok esnaf iş yerini kapattı. Kalan esnaflar ise kredi ve icralardan dolayı perişan durumdadır. Böyle giderse kalan esnafların tamamı iş yerlerini kapatmak zorunda kalacak.” Pazardaki esnafın hükümetin getirdiği hiçbir destekten yaralanmadığını dile getiren Kaya, pazar esnafına bir

“ESKIDEN TURIST KAFILELERI GELIYORDU” 200 iş yerinin bulunduğu Rus Pazarı’nda ahşaptan hediyelik eşya satan Rahmi Duman, ilk zamanlarda Türkiye’nin birçok iline hediyelik eşya gönderdiğini, turistlerin gruplar halinde alışverişe geldiğini belirtti. Gelinen süreçte, siftah etmeden iş yerlerini kapattığını vurgulayan Duman yaşananları şöyle dile getirdi: “Biz bu pazarı kurduğumuzda işlerimiz çok iyiydi. Her birimiz birkaç işçi çalıştırıyorduk. Şimdi bırak işçi çalıştırmayı evimize ekmek götüremez duruma geldik. Birçok esnaf, iflas ederek iş yerini kapattı. Bazı arkadaşlarımız öyle bir duruma geldi aramızda 50-100 TL para toplayarak verdik, öyle iş yerini kapatıp, çocuklarına son gün ekmek götürebildi. Esnafın büyük bölümü intiharın eşiğinde.” Kendisine eskiden Uzak Doğu ülkelerden eşya geldiğine değinen Duman, vergi artışları ve gümrüklerdeki işlemlerden dolayı artık hiçbir kalem mal getiremediklerini söyledi. Esnafın sırayla işyerlerini kapattığına dile getiren Duman, işlerin böyle devam etmesi durumunda birkaç ay sonra pazarların kapılarına kilit vurulacağını aktardı

7


2020 / Sayı 17

8

13 milyon emeklinin 9 milyonu açlık sınırı altında! Mehtap Gökdemir / Ankara

E

mekliler Sendikası (Emekli-Sen) Genel Başkanı Yavuz, TÜED Başkanı Ergün, Türk Emekli–Sen Genel Başkanı Özdemir emeklilerin sorun ve taleplerini açıkladılar. Yavuz 13 milyon emeklinin geçim sıkıntısı içinde yaşamaya mahkûm edildiğine dikkat çekerken Ergün, emekliler arasında büyük bir adaletsizliğe yol açan intibak konusunda mücadeleyi sürdürdüklerini belirtti. Memur emeklisinin maaşının yükseltilmesini isteyen Özdemir, emeklilere milli gelir artışından refah payı verilmesini önerdi

Koronavirüs salgını nedeniyle artan fiyatlar karşısında eriyen, açlık sınırının altında kalan maaşlarıyla emekliler, ekonomik sıkıntı içinde zor bir hayat sürdürüyor. Emekliler Sendikası (Emekli-Sen) Genel Başkanı Cengiz Yavuz, Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) Genel Başkanı Kazım Ergün, Türk Emekli–Sen Genel Başkanı Osman Özdemir emeklilerin sorunlarını ve taleplerini 24 Saat Gazetesi’ne anlattılar. Emekli-Sen Genel Başkanı Yavuz, 13 milyon emeklinin geçim sıkıntısı içinde yaşamaya mahkûm edildiğini, yaklaşık 6 milyonunun ikinci bir

14 Eylül 2020

işte çalıştığı ya da hali hazırda iş aradığını belirtip toplu sözleşmeli sendikal hakkının tanınmasını talep etti. TÜED Başkanı Ergün, emekliler arasında büyük bir adaletsizliğe yol açan intibakın 2000 sonrası için de verilmesi için mücadeleye devam ettiklerini, Bakan Selçuk’un sosyal güvenlik sisteminin yeniden ele alınacağını bildirdiğini söyledi. Türk Emekli–Sen Genel Başkanı Özdemir ise, “bir ay sonra alacağı maaşı çekerek” yaşayan memur emeklisinin maaşının yaşanabilecek düzeyde yükseltilmesini istedi.


2020 / Sayı 17

“EMEKLİ AYLIKLARINI DÜŞÜREN YENİ HESAPLAMA YÖNTEMİ UYGULANMAYA BAŞLANDI” Emekliler Sendikası (Emekli-Sen) Genel Başkanı Cengiz Yavuz, Türkiye’deki emeklilerin durumuna ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Öncelikle hepimizin bildiği üzere Türkiye nüfusu, her geçen gün yaşlanıyor. Ülkemizde emekli sayısı hızla artıyor; nüfusumuzun yaklaşık olarak 13 milyonu biz emeklilerden oluşuyor. Ne var ki bugün Türkiye’de 13 milyon emekli geçim sıkıntısı içinde yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. AKP hükümetinin 2008 yılından bu yana ‘reform’ adı altında Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemini baştan aşağıya değiştirmeye yönelik uygulamaları emekli aylıklarının da sistematik bir biçimde düşmesine neden oldu. Emeklilik yaşı yükseltildi, emekliliği hak ediş koşulları zorlaştırıldı ve emekli aylıklarını düşüren yeni hesaplama yöntemi uygulanmaya başlandı. 2020 yılına geldiğimizde ülkemizdeki 13 milyon emeklinin 9 milyonunun açlık sınırı altında yaşadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Bu tablonun en açık ve utanç verici yansımasını emeklilik sonrası yaşamlarını idame ettirebilmek için çalışmak zorunda kalan emekli yurttaşlarımızın sayısında görüyoruz. Öyle ki ülkemizdeki emeklilerin yaklaşık 6 milyonu emeklilik sonrası ikinci bir işte çalışıyor ya da hali hazırda iş arıyor. Emeklilerin yüzde 80’i nitelikli sağlık hizmetinden yararlanamıyor ve neredeyse tamamı sosyal yaşamın dışına itilmiş durumda. Durum böyleyken yaşanabilir bir çevre, konut, ulaşım, sosyal ve kültürel faaliyetlerden bahsetmek ise mümkün dahi değil.” “6 MİLYON EMEKLİ, SALGIN DÖNEMİNDE İŞİNDEN OLDU” Emekli-Sen Genel Başkanı Yavuz, sorularımızı şöyle yanıtladı: Salgın dönemi emeklileri nasıl etkiledi? Salgın sürecinin başından itibaren biz Emekliler Sendikası olarak şunları söyledik: 65 yaş üstü emekli ve yaşlıların “evde kalmalar”’, onları bir yere kadar

pandemiden korurken, başta bu insanların rutin sağlık kontrolleri aksadığı için pandemi dışındaki tüm sağlık sorunlarından artış yaşanması muhtemel. Buna karşın, uzun bir süre daha ‘yeni normal’ adı altında yapılan gevşetmeler 65 yaş üstünü kapsamadığı için; alışveriş merkezlerinin, işyerlerinin açılması, şehirlerarası ulaşım kısıtlamalarının kaldırılması 65 yaş üstü dışındaki herkesin eski yaşamına dönmesi anlamına gelmişti. Sokağa çıkma yasakları emekliler için hareketsizlik anlamına gelmiş ve hareketsizlik de birçok fiziksel ve zihinsel rahatsızlığa davetiye çıkarmıştı. Son olarak turizm sektörünün ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle ekonomik krizi aşma yönünde çaba sarf eden iktidarın, gerekli önlemler alınmadan normalleşmeye adım atması da virüsün yayılım hızındaki kısmi düşüşü bertaraf etti. Bu şartlar altında salgında yine aynı zorunlu kısıtlamalara varacak bir artışın gerçekleşeceğini öngörüyoruz. Bu artışla gireceğimiz kış mevsiminde başta emekliler, yaşlılar olmak üzere bütün halkımızın evine hastalığın girmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki hali hazırda çalışmak zorunda olan 6 milyon emekli yurttaşımız, salgın döneminde ya kısıtlamalar dolayısıyla ya da rahatsızlıkları nedeniyle işlerinden oldular. Açlık sınırı altında yaşamaya mahkûm edilmiş emeklilerimizin ihtiyaçları bu süreçte de yok sayıldı. “Bir şişe kolonya ile bir kutu maske neyinize yetmiyor” dendi. Dolayısıyla salgın dönemi için şunu açıkça söylemeliyiz: Covid 19 pandemisinin en büyük risk grubunu oluşturan yaşlılar; dolayısıyla emekliler, bu süreçte en temel haklarından dahi mahrum bırakılarak pek çok başka risk faktörüne açık hale getirildi. Emekli maaşlarından kesinti yapılıyor mu? Ne yazık ki yapılıyor. Üstelik bu kesintilerin başında sağlıkta payı adı altında yapılan kesintiler geliyor. Muayene ücretleri, reçete ve ilaç katılım payları maaşlarımızdan kesiliyor. Bu kesintiler hali hazırda açlık sınırı

altında yaşayan emeklilerin maaş günü ceplerinin tamamen boş kalmasına neden oluyor. Bu anlamda sağlıkta katkı payı kesintilerinin kaldırılması sendikamızın öncelikli taleplerinden birini oluşturuyor. Avrupa’daki emekli ile Türkiye’deki emekli arasında bir fark var mı? Elbette sosyal ve kültürel anlamda kimi Avrupa ülkelerinde emeklilerin daha iyi şartlar altında yaşadığını söylemek mümkün. Ancak son yıllarda dünya çapında uygulanan/ uygulanmaya zorlanan ekonomi politikalarının karakteristik özelliği sosyal güvenlik sistemlerinin piyasalaştırılması oldu. Bu uygulamalarla iktidarlar en ağır darbeyi emeklilik sistemlerine vurdu. Kamusal emeklilik sistemleri giderek piyasalaştırıldı ve emeklilik için bireysel/özel emeklilik sigortaları devreye girdi. Emekliliğe hak kazanma yaşı genel olarak yükseltildi ve emekli aylıkları düşürüldü. Tırnak içerisinde, “Bu reformlar, çalışmıyorsanız yaşamayın” mantığıyla yapıldı. Bu anlamda Avrupa’da da tüm dünyada olduğu gibi emeklilerin hak kayıpları artmış durumda. Dolayısıyla biz emekliler Avrupa düzeyinde ve dünya çapında da haklarımız için birlikte mücadele etmek zorundayız. Nitekim sendikamız da emekli sendikalarının Avrupa çapındaki federasyonu olan Avrupa Yaşlı ve Emekliler Federasyonu’nun (FERPA) aktif bir üyesi. Emeklilerin en önemli sorunları neler? Emekliler ne istiyor? Her şeyden önce ekonomik olarak emeklilerin yaşam standartlarının iyileştirilmesi gerekiyor. Adil ve yaşanabilir bir ücret düzeyi bu ülkede yıllarca alın teri dökmüş biz emeklilerin en temel haklarının başında geliyor. Bu anlamda emekli aylıkları (dul ve yetimler dahil) asgari ücretin altında olmaması gerekiyor. Emeklilerin ücretlerinin yalnızca enflasyona endeksli değil milli gelir artışı da göz önüne alınarak belirlenmesi de bir diğer önemli husus. İkinci en önemli problem,

9


2020 / Sayı 17

10

pandeminin de tüm açıklığıyla gösterdiği üzere nitelikli ve ücretsiz bir sağlık hizmetinden yoksun oluşumuz. Sağlık problemi, bir yaşlının ekonomik durumundan sosyal hayata katılımına kadar tüm alanları etkiliyor. Bu nedenle sağlık hizmetine ulaşım hayati öneme sahip. Bu anlamda sağlıkta katkı payı kaldırılarak emeklilerin nitelikli sağlık hizmetinden faydalanmalarının sağlanması en önemli nokta. Ayrıca evde bakım hizmeti düzenlemesinin yaygınlaştırılmasını, hastalık ve ölümlere kadar götüren çevresel ve sosyo-ekonomik sorunlarla mücadele edilmesini sağlık sorunlarımız açısından önemli buluyoruz. Emekliliğimizde yaşanabilir bir çevre ve konut sorunumuzun çözülmesi üçüncü talebimizdir. Bu kapsamda “Yaşlı Dostu Şehir Planlamalarının” hayata geçirilmesi ve böylece bizlerin sosyal hayata katılımlarının kolaylaştırılmasını talep ediyoruz. Bir diğer talebimiz, emekli ve yaşlıların, kültürel ve sosyal yaşama katılabilmeleri için gerekli altyapı çalışmalarının yapılmasıdır. Biz emekliler, aktif çalışma hayatından çekildikten sonra bir köşede çürümeyi beklemek istemiyoruz. Kültür-sanat etkinliklerine katılmayı, kısaca ekonomik boyutunu düşünmek durumunda kalmadan yaşam boyu üretmeyi hedefliyoruz. Tüm sorunlarımızın çözümü için toplu sözleşme masasına oturmayı; toplu sözleşme masasına oturmak için ise toplu sözleşmeli sendikal hakkımızın tanınmasını talep ediyoruz. Konfederasyonumuz DİSK’in araştırma merkezinin de ortaya koyduğu üzere bırakın yapılacak zammı, 2020 yılında bayramda emeklilerin toplam ikramiye kaybı 900 lira oldu. Emekli bayram ikramiyeleri hem asgari ücret hem de enflasyon karşısında eridi. Bayram ikramiyelerinin belli bir noktada sabitlenip, enflasyondan etkilenmeden 1000 lira olarak devam etmesi kabul edilebilir bir şey değil.” İNTIBAKTA SON DURUM NE?.. Kısa adı TÜED olan Türkiye Emekliler Derneği’nin Genel Başkanı Kazım Ergün ise başta

intibak olmak üzere sorularımıza şu yanıtları verdi: Emekli aylığı hesaplamalarında kaç farklı yöntem var? Emekliler; 01 Ocak 1982 öncesi, 1982-1987 arası, 1987 süper emeklileri, 1988- 31/12/1990 emeklileri, 2000-2008 yılları emeklileri ve 01/10/2008 sonrası emeklileri olmak üzere 6 farklı maaş hesaplamasına göre aylık almaktalar. Kamuoyunda “intibak” diye bilinen sorun böyle mi oluştu? 08.03.2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan ve 5510 sayılı yasaya eklenen geçici 39. madde ile 01 Ocak 2000 öncesi emekli olanların aylıkları yeniden hesaplandı ve 2013 yılı Ocak ayı ödeme döneminden itibaren yeni aylıklar ödenmeye başlandı. Buna neden gerek duyuldu? Çünkü prim günleri ve ödenen primleri aynı olanların emekli oldukları tarih farklı ise aylık hesaplama yöntemlerinde yapılan değişiklik nedeniyle farklılaşmalar oluştu. Bu farklılığın giderilmesi amacıyla bu düzenleme yapıldı. Yani intibak yapılmış oldu. Ancak bu düzenleme, 2000 sonrası emekli olanlar için geçerli olmadığından, onların mağdur olmasına sebep oldu.

alınmaya başlandı. Daha önce alt sınır aylığı varken bu kaldırıldı. Böylece asgari emekli aylığında yüzde 100’e varan bir adaletsizlik oluştu. Bu da, 2000 öncesine göre bağlanan aylıkların yarı yarıya düşmesine neden oldu. Hükümet bu nedenle bir düzenleme yaparak en düşük emekli aylığını 1500 TL yaptı. Ancak bugün dahi emekli olanların 2000 öncesi hizmetleri hesaplanırken, 2000 öncesi intibakın uygulanmaması nedeniyle büyük bir adaletsizliğe yol açılmıştır. 6 ayda bir yapılan enflasyon endeksli zamların, 1.500 TL’ye tamamlanan maaşlara değil de öz maaşlara yapılması da bir haksızlığa yol açtı. Yani, öz maaşınız 1.500’yi aşmadan uygulanan tüfe zamlarından faydalanamamış oluyorsunuz. Örneğin; 1.000 TL olan maaşınız bu uygulamayla 1.500 TL’ye çekildi. Tüfe zammı sadece öz maaşınız olan 1.000 TL’ye uygulanıyor. Temmuz da emekliler yüzde 5,75 zam aldılar. 1.000 TL maaşı olan emeklinin maaşı 1.057,50 TL oldu ama maaşı yine 1.500 TL’ye tamamlanacak. Öz maaşı 1.500 TL’yi geçene kadar bu şekilde devam edecek. İtirazlar taban aylığın 1.500 TL’ye çıkarılmayıp 1.500 TL’ye tamamlanmasına.

2000 sonrası emeklilerin yaşadığı mağduriyetler nelerdir? Örneğin; 01 Ocak 2000’de emekli olanın aylık hesaplaması 2000 öncesi sisteme göre yapıldığı halde 31.12.1999 tarihinde aynı prim ve gün sayısı ile emekli olan kişiye göre intibaktan yararlanamadığı için 300 liralık bir kayıp yaşadı. Emekli aylığı hesaplaması ortalama kazanç tutarı ile aylık bağlama oranının çarpımıyla hesaplanmakta. Aylık bağlama oranları her düzenlemede düşürüldü. Örneğin; 9000 gün için 2000 öncesi yüzde 75 olan bu oran, 2000-2008 arası yüzde 65’e, 2008 sonrası yüzde 50 ye düşürüldü. Ortalama kazanç tutarı 2000 öncesi katsayı gösterge sistemine göre belirlenirken, 2000 sonrası TÜFE oranı ve ülkenin gelişme hızı nazara alınarak belirlendi. Ülkenin gelişme hızı, 2000-2008 arası yüzde 100’ü esas alınırken, 2008 sonrası yüzde 30’u esas

İNTIBAK ÇIKACAK MI? 2000 sonrası emekli olanlar için intibak davasının hukuki sürecinde neler yaşandı? Biz kanunun yürürlük tarihi olan Ocak 2000 tarihinin kaldırılarak, 2000 öncesi için uygulanan intibakın tüm emeklilere uygulanmasını istedik. Bu nedenle kamu denetçiliğine yaptığımız başvuru olumlu bulundu ve bize kurumca dava açmamız önerildi. Ankara İş Mahkemesi bilirkişi raporu lehimize olmasına rağmen mahkeme davayı reddetti. Sonrasında Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve son olarak ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) dahil tüm süreç aleyhimize sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi davayı reddederken çözüm yeri olarak parlamentoyu işaret etti ve bu işin yeni bir kanunla çözümlenebileceğini hükme bağladı. Meclis’te Sosyal Güvenlik Kurumu faaliyet raporuna göre


2020 / Sayı 17

2019 yılında kurum aleyhine 521 soru önergesi verilmiş. Bunun 145 tanesi emeklilik hizmetleriyle ilgili. Şu an Meclis’te bekleyen yasa önerileri var. Norm ve standart birliği diye yola çıkılan sosyal güvenlik reformunda ne yazık ki bu sağlanamamıştır. Türkiye de 1998 bazlı gayri safi yurtiçi hâsıla ile 2009 yılında yayınlanan seri arasında seviye farkı ortaya çıkmıştır. 2012 yılında yayınlanan yeni veriler aylık bağlama hesabında nazara alınan ortalama kazanç tutarına etki etmiştir. Eski seride 2011 yılında 8,8 olan büyüme oranı 11,1’e, 2012’de 2,2 olan büyüme oranı 4,8’e, 2013’te 4,2 olan büyüme oranı 8,5’e, 2014’te eski seride 3 olan büyüme oranı 5,2’ye çıkmıştır. 2011-2015 yıllarında emekli olanların ortalama kazanç tutarları GSYH’deki yeni seriye göre hesaplanması gerekirken, eski seriye göre hesaplanmıştır. Bu da başlı başına yeni bir intibakın şart olduğunun göstergesidir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımız Zehra Zümrüt Selçuk da sosyal güvenlik sisteminin yeniden ele alınacağını belirtti. Bu nedenle tüm bu adaletsizliği ortadan kaldıracak yasal düzenlemelerle, bütün emekli, dul ve yetimlerinin hak kayıplarının ortadan kaldırılarak adaletin sağlanması beklentimizdir. Emekli ne istiyor? 2000 öncesi için yapılan intibak, 23 yıl süren bir hukuk mücadelesi sonucu kazanılmış bir haktır. 2000 öncesi için kazandığımız bu hakkın, 2000 sonrası için de verilmesi için mücadelemize devam etmekteyiz. Meclis’te konunun ele alınıp yasa yoluyla bu mağduriyetlerin giderilmesi yönünde halen de çalışmaktayız. “TEK KIŞININ YOKSULLUK SINIRI 3.728,25 TL” Türk Emekli–Sen Genel Başkanı Osman Özdemir, memur emeklisinin sorun ve taleplerine yönelik sorularımızı şöyle yanıtladı: Memur emeklisi maaşının yaşanabilecek düzeyde yükseltilmesini istiyor. EMEKLI BIR AY SONRA ALACAĞI

MAAŞI ÇEKEREK YAŞAMAKTADIR Memur emeklisinin en önemli sorunu nedir? Düşük maaş almasıdır. Memur emeklisi maaşının yaşanabilecek düzeyde yükseltilmesini istiyor. Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge’nin yaptığı 2020 Temmuz ayı için yaptığı araştırmaya göre tek kişinin yoksulluk sınırı 3.728,25 TL/Ay olarak hesaplanmıştır. En düşük memur emeklisinin maaşı bu kadar olmalıdır. Türkiye’deki emekli fotoğrafını nasıl anlatırsınız? Türkiye’de emekli oyalanacağı bir işi olmadığı için kahvehanelerde oyun oynayan, şehrin ana cadde ve meydanlarında gayesiz dolaşan, yorulunca da müsait bir taşın ya da bankın üstüne oturarak zaman geçiren insandır. Emekli nasıl yaşıyor? Nasıl geçiniyor? Emekli bir ay sonra alacağı maaşı çekerek yaşamaktadır. Hele okuyan çocuğu varsa sefalet içine düşmüştür. Salgın emekliyi nasıl etkiledi? Salgın emekliyi vurdu demek lazım, emeklinin vücut direnci düşük olduğu için kolay bir şekilde virüsü kapmaktadır. Bu nedenle vefat edenlerin çoğunluğu 65 yaş üstü emeklilerde olmuştur. Salgın süresinde evden dışarı çıkamadıkları için eklemlerindeki kireçlenmeler artmış, çeşitli yaşlılık hastalıklarına yakalanmışlardır. Salgın döneminde emeklinin talebi nedir? Günün belirli saatlerinde evden dışarı çıkararak yürüyüş yapıp sağlığını düzeltmek istiyor. “EMEKLİ MAAŞ ARTIŞLARI TOPLU SÖZLEŞMEYLE BELİRLENMELİDİR” Türk Emekli–Sen emeklilerin taleplerini şöyle dile getiriyor: 1-Emeklilere sendika kurma hakkı tanınmalı, kamu görevlileri ile birlikte emeklilere de toplu sözleşmeli sendika hakkı verilmeli, emekli maaş artışları toplu sözleşmeyle belirlenmelidir. 2-En düşük emekli maaşı insanca yaşanacak bir seviyeye çıkarılmalı, emeklilere ödenecek

asgari emekli aylığı tutarı, yoksulluk sınırının altında olmamalıdır. 3-Enflasyon karşısında eriyen emekli maaşları, reel enflasyon oranlarında derhal iyileştirilmeli, emeklilere milli gelir artışından refah payı verilmeli, rahat nefes alması sağlanmalıdır. 4-Enflasyon sepetinin hesabında, emekli maaşlarının yüzde 70’ine isabet eden gıda maddesi ve barınma giderlerinin ağırlığı aynı oranda dikkate alınmalıdır. 5-Emekliler, devlet ve üniversite hastaneleri ile polikliniklerde muayene ve tedavi için herhangi bir ek ücret ödememeli, ilaveten ilaç bedeli, protez gibi iyileştirme araç ve gereç bedelleri devlet tarafından karşılanmalı, katkı paylarından muaf tutulmalı, ilaçlara sınırlama getirilmemeli, doktorun yazdığı ilaç için ücret farkı ve hastanelere otel ücreti ödememelidir. 6-Çalışanlara verilen tedavi gideri harcırahı emeklilere de verilmeli, kamu konaklama tesislerinden yararlanmaları için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. 7-Emeklilere eş ve çocuk yardımı ödenmeli, toplu ulaşım, konaklama, konut edinme, banka kredilerinde gerekli indirim ve kolaylıklar sağlanmalı, vefat eden emeklilerin, dul ve yetimlerine ödenen aylıklar, asgari geçim standardının üstünde olmalıdır. 8-Emekliler harcamalarında vergi öder, KDV,ÖTV oranları düşürülmeli ya da vergi iadesinin yerine getirilen ek ödeme yüzdeleri yüzde 8-9 oranlarına yükseltilmelidir. 9-Emekliler için SGK mevzuatı genişletilmeli, huzurevi, dinlenme tesisleri gibi yerlerin kapasiteleri artırılmalı, emekli evleri kurulmalı, huzurevleri ücretsiz olmalı, hiç olmazsa talep edilen ücretler emeklilerin ödeyebileceği miktara düşürülmelidir. 10- Emeklilere TOKİ’nin ayırdığı ev kontenjanı yükseltilmelidir.

11


2020 / Sayı 17

12

Suriyeli sığınmacıların iltica krizi: Kayıt tutulmuyor, kimlik verilmiyor Mehmet Halit Çetinbaş / İstanbul

Haber Yazısı

S

iyasal ve toplumsal gündemin bir parçası haline gelen Suriyeli sığınmacılar, göç etmek zorunda kaldıkları Türkiye’de sürekli farklı yaklaşımlara maruz kalıyor. Kimi kesimlerin destek verdiği, kimi kesimlerin ise karşı çıktığı mültecilerin iltica talebini değerlendiren Mülteciler Derneği Koordinatörü Pırıl Erçoban, Suriye’den gelen sığınmacıların kaydının tutulamadığını, kimlik verilemediği, devletten çok az yardım aldıkları ve birçok sorun yaşandığını söyledi Dünyanın globalleşmesi, küresel ölçekte yaşanan krizler,

savaşlar ve devletlerarasındaki siyasi anlaşmazlıklar; ülkelerin nüfuslarında değişimler yaşanmasına neden oluyor. Yakın tarihimizde komşu ülkelerde yaşanan savaşlar, Türkiye’ye göçün artmasına yol açtı. Suriye savaşının başladığı 2011 yılından bu yana ise Türkiye’de göç, doruklara ulaştı. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre; Türkiye’de kayıtlı 3 milyon 649 bin 750 mülteci bulunuyor. Çoğunluğu geçici koruma statüsünde olan sığınmacılardan 99 bin 643 kişinin vatandaşlık başvurusu kabul edilmiş durumda.

17 Eylül 2020

MÜLTECI STATÜSÜ VERILMIYOR Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 04.04.2013 tarihinde kabul edilen, 11.04.2013’te Resmî Gazete’de yayınlanan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 61. ve 62. maddelerinde Avrupa ülkelerinden gelen zorunlu göçmenleri “mülteci”, Avrupa ülkeleri dışından gelen zorunlu göçmenleri ise “şartlı mülteci” olarak tanımlanıyor. Geçici koruma altında bulunan Suriyeliler, mülteci olabilme şartları taşıyor olsa da bölge kısıtlamasına göre Türkiye’de mülteci statüsü alamıyorlar. Bunun yerine


“sığınmacı” ya da “şartlı mülteci” tanımı veriliyor. Yasal statülerinin dar olması ve Türkiye toplumu ile olan kültürel uyuşmazlık, dil farklılığı vb. nedenlerden dolayı sığınmacılar, kanuni hak ve ödevlerinden haberdar değil ve resmi işlemlerle ciddi sıkıntılara maruz kalıyor. Bu durum, geçerli kimlik belgesi edinme, kamudan hizmet alma, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerden yararlanma gibi birçok alanda olumsuz etkilere yol açıyor. ÇALIŞMA ŞARTLARI Çalışan Suriyeliler; daha çok bedensel emek verilen, uzun saatler çalışılan ve karşılığında düşük ücret alınan işlerde çalışmaktadır. Vasıflı Suriyeliler, kendi mesleklerine uygun işleri yapabiliyor. Suriyelilerin yaşadığı sorunların başında, iş yerinde ve toplumda maruz kaldıkları kötü muamele geliyor. Suriyeli kadınlar ise genel olarak toplumdan izole bir hayat sürdürmek durumunda kalıyor. Bu durum; eşlerin tutumu ve dil farklılığının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

TOPLUMUN DOĞRU BILGILENDIRILMESI Yaşadıkları bir diğer sorun ise bilinenlerin aksine devletten çok daha az yardım alan Suriyeli sığınmacılar, genel olarak kendi aralarında dayanışma ile geçimlerini sağlayabiliyor. Bu durum, sığınmacı ve mültecilerle ilgili yanlış bilgilerin ayıklanması ve toplumun doğru bilgilendirilmesi gerekliliğini bir kez daha gösteriyor. Bunun da sığınmacı ve mültecilerle ilgili çalışan/çalışma yürüten kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının bilgilendirici dokümanlar yayınlamasıyla sağlanabilir. Ayrıca ilgili kuruluşların sığınmacıların topluma sağladıkları faydaları da vurgulaması, toplumdaki dışlayıcı algıların ve kötü muamelenin minimize edilmesini sağlayabilir. Ayrıca verilecek eğitimlerle devlet kurumlarında çalışanlar, sığınmacılar ve mültecilere yönelik mevzuat ve bu kişilerin hakları konusunda bilgilendirmelerde bulunabilir. Bu durum sığınmacıların teori ve uygulama

arasındaki farklılıklardan kaynaklanan hak kayıplarını ortadan kaldırabilir. Böylece ilgili yasanın hedeflediği sosyal uyum, daha hızlı ve daha etkin bir şekilde gerçekleştirilebilir. SAVAŞIN SON BULMASI UMUDUYLA… Yaşadıkları sorunlarla ilgili sorulara endişe ve korkuyla cevap veren Suriyeliler, açıklama yaptıktan sonra isimlerini vermekten çekindiklerini, sadece burada yaşamak istediklerini ve ülkelerindeki sorunların bir an önce son bulması umudunu dile getirdi. Savaşın olumsuzluklarına maruz kalan kadın ve çocukların, kendilerini çaresiz hissetmeleri, dayanışma duygusunun ne kadar önemli olduğunu bize bir kere daha gösterdi. 2014 yılında ülkesinden ayrılmış ve uluslararası koruma ihtiyacı olan insanların sorunlarına çözüm aramak amacıyla kurulan Mülteciler Derneği, farklı milletlerden oluşan personeliyle ihtiyaç sahibi mültecilere destek veriyor. Mültecilerin temel sorunları, tüm yaşamsal


2020 / Sayı 17

ihtiyaçlarının giderilmesine destek olmak ve toplumla uyumlarının hızlı bir biçimde sağlanabilmesi için özel sektör kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumları ile iş birliği halinde çalışmalar yürüttüklerini ifade eden Mülteciler Derneği Koordinatörü Pırıl Erçoban, mültecilerin yaşadığı başlıca sorunları anlatarak, değerlendirmelerde bulundu. Kendileriyle konuştuğumuz Suriyeliler ise, savaşın yarattığı tahribatın etkisinde kurtulamadıklarını ve çok zor koşullarda yaşadıklarını anlattılar.

14

MÜLTECILER DERNEĞI: KAYIT TUTULMUYOR Mültecilerin sığınma sistemine erişmesi gerektiğinin altını çizen Erçoban, şu açıklamayı yaptı: “Mülteci, yaşadığı ülkesinde zulüm riski ile karşı karşıya olan ve bu yüzden güvenli bir ülkeye giderek sığınma talep eden kişidir. Şu an Türkiye’de geçici koruma statüsünde bulunan hem Suriyeli hem de diğer ülke vatandaşların sığınma sistemine erişmeleri gerçekten çok zor. Pek çok ilde kayıt tutulmuyor. Alınan illerde çeşitli engellerle karşı karşıya kalabiliyorlar veya çok uzun süre beklemek durumunda kalıyorlar. Bu anlamda ilticaya erişim en önemli konu. Mültecilik nedenleri var mıdır yok mudur diye sisteme başvuranların dosyalarının tek tek incelenmesi ve karar verilmesi gerekiyor. Kayıtlara erişim olmayınca, bu değerlendirmede yapılamıyor. Başvuru yapılmadığı için yabancı kimlik numarası ve kimlik verilmiyor. Böyle olunca da sağlık, eğitim gibi hiçbir hakka sahip olamıyorlar.” “YEREL VE SIYASI ENTEGRASYON UYGULANABILIR” Sığınmacılara başka ülkelerde mülteci olarak kabul edildikten belli bir süre sonra, yerel ve siyasi entegrasyon uygulandığını belirten, nihai çözüm olarak da vatandaşlık verildiğine değinen Erçoban, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi sınırlama koyduğu için, Avrupa Konseyi ülkeleri dışından gelen sığınmacılara mültecilik statüsü vermemektedir. Dolayısıyla

Türkiye’ye gelen sığınmacılar için yerel ve siyasi entegrasyon uygulanabilir. Bu anlamda vatandaşlık söz konusu değildir. Suriyelilerin durumunda ise hükümet istisnai vatandaşlık sistemini uygulamaktadır. Kriterleri net ve şeffaf olmasa da Türkiye’nin davetiyle vatandaşlık söz konusu olabiliyor. Hükümet burada Türkiye’ye sermaye aktaracak kişileri ülkeye davet edip vatandaşlık verebiliyor.” “İNSANLARIN UMUTLARI ELINDEN ALINDI” Suriyelilerin vatandaşlık başvurularının iptal edilmesini de anlatan Erçoban, insanların umutlarının elinden alındığını dile getirdi. İptal nedeninin açıklanmadığını kaydeden Erçoban, “Açıklama yapılmadığı için ortada doğru bilgiler yok. Evrakta sahtecilik yapıldığı iddiaları var. Sonucu bekleyen kişilere açıklama yapılması gerekirdi. Kişiler ona göre itiraz hakkından yararlanabilirdi. Böyle bir durum, sonuç bekleyenler için şok etkisi yarattı” ifadesini kullandı. SAVAŞIN YARATTIĞI TAHRIBATIN ETKISINDE… 2016 yılında Halep’ten İstanbul’a göç etmek durumunda kalan Nadiya Elhassan, geçen yıllara rağmen savaşın yarattığı tahribatın etkisinde kurtulabilmiş değil. 9 yıl önce eşini kaybeden Elhassan, yaşadıklarını ve içinde bulunduğu durumu şöyle aktardı: “Suriye’de artık bir evimiz yok. Her şeyimizi Suriye’de bırakmak zorunda kaldık. Çocuklarıma bakmak ve onları korumak zorundayım. Çalışabilecek yaşta bir çocuğum var, evin tek gelirini o sağlıyor. Kira bin lira, çocuğun maaşı bin 400 lira. Küçük çocuğum ise okul çağında olmasına rağmen okula gidemiyor. Eğer bir gün savaş biterse, ülkeme dönmeyi düşünüyorum. Burada hiç arkadaşım yok. Dışarı çıkmıyorum. Evi temizliyorum, çocuklara yemek veriyorum, başka da bir şey yapmıyorum.” “ÇOK ŞÜKÜR HÂLÂ YAŞAYABILIYORUZ” Savaş koşullarından dolayı 2012 yılında Türkiye’ye göç etmek

zorunda kalan 16 yaşındaki Naif Feyhaad’ın ise, tek umudu savaşın son bulması. 8 yaşında geldiği İstanbul’da Türkçeyi sokakta öğrenmesinin ardından iş hayatı başlayan Feyhaad, şu an bir tekstil atölyesinde çalışıyor. Feyhaad, “Hep ülkeme dönmeyi hayal ediyorum. Eğer savaş bitmese, biz artık burada yaşamak zorunda kalacağız. Çok şükür hâlâ yaşayabiliyoruz. Çok insanımızı kaybettik, çoğunun bir suçu yoktu” ifadeleriyle içinde bulunduğu durumu özetledi. “HEPIMIZIN AILESINDEN ÇOK INSAN ÖLDÜ” Bir başka Suriyeli sığınmacı Muhammed Ubeyd, sürekli linç ile karşı karşıya kaldıklarını, bunu kimsenin hak etmediğini, kimseye bir zarar vermediklerini dile getirerek, “Biz hırsız değiliz, başkalarına zarar vermiyoruz. Canımız sıkıldığı için ülkemizi terk etmedik. Buraya tatile gelmedik. Hepimizin ailesinden çok insan öldü. Milyonlarca insan zarar gördü. Hepimiz ocakta yemeğimizi bırakıp sadece canımızı kurtardık. Hiçbir insan, bunu hak etmiyor” diye konuştu. “TOPRAKLARIMIZ ELIMIZDEN ALINDI” 2018’de göç etmek zorunda kalan Agah Nejjad ise savaşın kendisi üzerinde psikolojik travma yarattığını belirtti. Savaşın ne kadar kötü olduğunu ancak savaşa maruz kalanların bildiğine işaret eden Nejjad, şunları söyledi: “Benim hayallerim, yapmak istediğim birçok şey vardı. Ama savaştan dolayı hiçbirini yapamadım ve topraklarımıza huzur gelmezse yine yapamayacağım. Ben ve ailem perişan durumdayız. Burada bir evimiz yok. Gelirimiz yok. Kimliğimiz yok. İnsanlar gibi yaşayamıyoruz. İnsanlarımızın çoğu mağdur edildi. Bize ait olan topraklarımız elimizden alındı. Eğer buraya gelmeseydik, bizi öldüreceklerdi. Bizim ne suçumuz vardı? Artık bir hayalim de yok. Ben artık sadece ailemi düşünüyorum.”


2020 / Sayı 17

15

Tohum, toprak ve hasat 17 Eylül 2020

Haber Yazısı

Kelime Ata / Ankara


2020 / Sayı 17

Y

16

enimahalle Kent Konseyi, Tohum Toprak Tarım Çalışma Grubu, okul ve site bahçelerini sebze ekimiyle verimli hale getirirken ekilmesinde tereddüt edilen yüzlerce dönüm arazide de buğday yetiştirilmesini sağladı. Kent Konseyi Başkanı Çınar, tarımın önemini vurgulamak, özellikle çocukların toprakla barışık olmalarını sağlamak amacıyla gerçekleştirdikleri çalışmalarda ilk ürünlerin alındığını söyledi Yenimahalle Kent Konseyi bünyesinde 2018 yılında kurulan Tohum Toprak Tarım Çalışma Grubu’nun bu yıl ilk kez gerçekleştirilmesine aracı olduğu okul ve site bahçelerine sebze ekimi ve ekilemeyen alanların tarıma kazandırılması çalışmaları ilk ürünlerini verdi. Kent Konseyi Başkanı Makine Mühendisi Atila Çınar, çiftçilerin hiç ekmeyi düşünmediği 990 dönüm araziden 250 ton buğday elde edildiğini belirterek, “İstediğimiz verimliliği yakalayamadık ama iyi bir başlangıç sayılır” dedi. Tarımın tüm dünyada giderek önemini artırdığını ve batıda kent bahçeciliği kavramının geliştiğine değinen Yenimahalle Kent Konseyi Çınar, tarımın önemi konusunda bir bilinçlenme yaratmak, özellikle çocukların toprakla barışık olmalarını sağlamak amacıyla Tohum Toprak Tarım Çalışma Grubu’nun pandemi dönemindeki durağanlığı verimli geçirdiğini söyledi.

Yenimahalle Kent Konseyi Çınar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 100. yıldönümünde Bilim Şenliği’ne katılan 10 okuldan 100 çocuğa, 100’er adet tohum dağıttıklarını, tohumların nasıl filizlendirileceği ve okul bahçelerinde toprakla nasıl buluşturulacağı konusunda eğitici videolar hazırladıklarını anlattı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın 101. yıldönümünde de 19 sitenin bahçesini bostan yaptıklarını aktaran Çınar, çalışmalarına ilişkin şu bilgileri verdi: “Talep doğrultusunda her sitenin bahçesine 1919’ar adet sebze fidesi diktik. Sitelerden gelen talep çok heyecan vericiydi. Bu süreçte, beş yıldır Kent Konseyi’nde yapmakta olduğumuz çalışmaların, kurduğumuz ilişkilerin, gönüllü katılımın çok faydasını gördük. Örneğin Haymana’da serası olan bir tarım gönüllüsünün serasından, iki kez 3000 civarında fide getirdik. Bu fideleri Batıkent’de bir kent gönüllüsü ailenin terasında biraz daha gelişmeleri için toprakla buluşturduk. Bu gönüllü ailemiz fidelerin büyümesini sağladı. İlave fide ihtiyacımızı da Ankara Büyükşehir Belediyesi karşıladı. Yenimahalle Belediyesi de toprak ve kompost ihtiyacını karşıladı.” Batıkent Kültür Evi ve Kent Gönüllüleri Meclisi’nin de fidelerin talepte bulunan vatandaşlara ulaştırılmasında katkı sağladığını ifade eden Çınar, Tohum Toprak Tarım Çalışma Grubu’nda yer alan ziraat mühendisinin de bu süreçte destek verdiğini bildirdi.

250 TON BUĞDAY Yenimahalle’nin Yuva Köyü’nde de ekilemeyen arazileri Yenimahalle Belediyesi’nin alım garantisi vermesiyle tarıma kazandırdıklarını belirten Kent Konseyi Başkanı Çınar, köylülerin önce çekimser kaldıklarını ancak daha sonra ikna olduklarına dikkat çekti. 990 dönüm araziden 250 ton buğday elde edildiğini belirten Çınar, pandemi nedeniyle hasat şenliğinin gerçekleştirilemediğini söyledi. Kent Konseyi’nin bu çalışmada tamamen gönüllü olarak yer aldığını, tohum, ekim, bakım ve hasat faaliyetlerinin köylülerce karşılandığına işaret eden Çınar, “Belediyenin alım garantisi vermesi, karar verilmesini kolaylaştırdı” dedi. Yenimahalle Kent Konseyi Çınar, sözlerini site bostanlarıyla açıklamalarıyla şöyle tamamladı: “İlk kez denenen bir çalışma olduğu için bazı başarısızlıkların olması söz konusu. En kısa zamanda fide dağıtımı yapılan Yenimahalleliler ile bir araya gelinerek, süreçte yaşanan sıkıntılar dinlenecek ve uzmanlar ile görüşülecek. Ancak yapılan çalışmanın en azından bir tohum envanteri oluşturmak ve önümüzdeki yıllarda daha başarılı çalışmalar yapmak için başlangıç olduğunu düşünüyoruz.”


2020 / Sayı 17

İ

ktidarın “İmzayı çekeriz” açıklamalarıyla tartışılmaya başlanan İstanbul Sözleşmesi için kadınlar mücadele etmeyi sürdürecek. Kadınlar, hükümetten çekilmek yerine, sözleşmenin eksiksiz uygulamasını istiyor 1 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe giren, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin tartışmalar devam ederken kadınlar sözleşmeden vazgeçilmemesi için

Melike Ceyhan/İstanbul

11 Ağustos 2020

mücadeleyi sürdürmekte kararlı. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından desteklenirken taraf devletleri hukukî olarak bağlıyor. Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı

şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili iş birliği içeren politikaların hayata geçirilmesi şeklinde… İstanbul Sözleşmesi konusunda Kadın Savunma Ağı Üyesi Buse Üçer, Mardin Şahmaran Kadın Platformu Üyesi Gülizar İpek ve Avukat Tuba Torun ile konuştuk. Kadın Savunma Ağı Üyesi Üçer, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların kazanımı olduğunu vurgulayıp “Hayatımız ve haklarımız için sokaklardayız” derken Mardin Şahmaran Kadın Platformu Üyesi İpek, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve cinayetlerin

17

Haber Yazısı

Kadınlar, bedeli ne olursa olsun İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmek istemiyor


2020 / Sayı 17

Tuba Torun

18

sistematik ve politik olduğunu söyleyip kadınların, sözleşmeden imzanın çekilmesini asla kabul etmeyeceklerini belirtti. Avukat Torun ise sözleşmeden çekilmenin kolay olmadığını bildirip mücadeleye devam edeceklerini söyledi. Kadın Savunma Ağı Üyesi Buse Üçer, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların kazanımı olduğunun altını çizerek, “Bu sözleşme devlete, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden doğan ayrımcılıkları önleme sorumluluğu yüklüyor. Bu sorumluluğu yerine getirmek kadınları güçlenmesi, şiddet karşısında ‘Hayır’ diyebilecek gücü bulması demek. Bizler adliye koridorlarında aylarca ‘Erkekler bizi öldürmesin’ diye dilekçe bekleyecek vakte sahip değiliz. Kadınların derdi canıyla. İstanbul Sözleşmesi şiddet karşısında kadınları güçlendiriyor” dedi. İktidarın pandemi dönemini fırsat olarak görüp çeşitli mücadele alanlarına saldırdığını belirten Üçer, bu iddiasını şöyle açıkladı: “Güvencesiz, esnek bir çalışma yaşamı ve buna uygun bir ‘aile’ isteğinde olan AKP iktidarı, ‘yeni normal’ dediği bir dönem inşa

Buse Üçer

ediyor. Ancak insanlar, artık AKP’nin bu politikalarından yılmış halde. Her gün en az bir kadın, erkek şiddeti ile öldürülüyor. AKP, İstanbul Sözleşmesi’ne ‘Aileyi yıkıyor’ sözleri ile karşı çıkıyor. Öldürülen kadınların büyük bir çoğunluğunun en yakınları olan erkekler tarafından öldürüldüğü gerçeği bize asıl olarak ‘Aile, kadınları öldürüyor’ sözüne götürüyor. İktidar sözleşmeden rahatsız, çünkü gerici erkek egemen aklına kadınların özgür olmasını sığdıramıyor.” “HAYATIMIZ VE HAKLARIMIZ IÇIN SOKAKLARDAYIZ” Kadınların sokaklarda hesap sormaya, direnmeye devam edeceğini vurgulayan Üçer, sözlerini şöyle tamamladı: “Toplumsal muhalefetin açık ara en dinamik kitlesi olan kadın hareketi gerçek bir duygudaşlık ile birleşiyor. Bunu bölmek hiç ama hiç kolay değil. Katilleri, tecavüzcüleri, tacizcileri tanıyoruz! Emine Bulut’u öldüren, Gülistan Doku’yu bulmayan, Şule Çet için ‘intihar’ diyen kişiler, sadece tek tek birtakım insanlar değiller. Kadın düşmanı

politikalar, cezasızlıklar, ‘Bir kereden bir şey olmaz’ diyenler bu memlekette oldukça biz kadınların mücadelesinde dur durak yok. Bizler hayatımız ve haklarımız için sokaklardayız.” Mardin Şahmaran Kadın Platformu Üyesi Gülizar İpek de kadına yönelik şiddetin kadın düşmanı bir politika çerçevesinde yürütülen sistematik bir durum olduğunu bu nedenle taciz, tecavüz ve cinayetlerin politik olduğunu söyledi. Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğine yönelik açıklamalarının da bu politikaların bir devamı olduğunu savunan İpek, sözleşmeyi şöyle tanımladı: “İstanbul Sözleşmesi, kadınları ve çocukları ev içi şiddet dahil her türlü şiddetten koruyan, her türlü ayrımcılığı reddeden ve cinsel yönelim temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, şiddete maruz bırakılan kadınların zararlarının karşılanması ve şiddet uygulayan kişilerin cezalandırılması konularında sözleşmeyi imzalayan devletlere sorumluluklar yükleyen bir sözleşmedir. Bu sözleşmede asıl amaç; toplumsal cinsiyet rollerinden herkesi kurtarıp


2020 / Sayı 17

19

fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti engellemektir.” İpek, cinsler arasında eşitliği sağlayan böyle bir sözleşmeden, kadınları ev içine hapseden, kadının ses çıkarmasını istemeyen erkek egemen iktidarların ve cemaatlerin rahatsız olmasının beklenen bir durum olduğuna dikkat çekti. Sözleşmenin iddia edildiği gibi aile yapısını bozduğu için değil, kadın üzerinde kurulan erkek hegemonyasını engellediği için istenmediğini belirten İpek, “Biz kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesini asla kabul etmeyeceğiz” dedi. İpek, “Bu konuda, düşündüklerinden de fazla kararlıyız. Her yerde örgütlü mücadelemizle alanlarda olacağız. Tüm baskılara rağmen alanları terk etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa

olsun İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz” dedi. İpek, tüm kadınları daha fazla örgütlenmeye, kolektif bilinci tüm topluma yaymaya çağırdı. “SÖZLEŞME ŞIDDETE UĞRAYAN HERKESI KORUMAYA ALIR” İstanbul Sözleşmesi’nin bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olduğunu hatırlatan Avukat Tuba Torun ise “Bu sözleşmeyi imzalamak temel olarak demokratik ilkeleri Avrupa Konseyi’nin hayata geçirmeye çalıştığı ilkeler doğrultusunda hareket ettiğiniz ya da etmeye çalıştığınız anlamına gelir. Sözleşmeyi imzalamak önemli olduğu kadar çekilmek de o kadar kolay değildir” uyarısında bulundu. Avukat Torun, sözleşmenin önemine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “İstanbul

Sözleşmesi’nde kadına yönelik şiddeti tanımlarken ‘toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan şiddet’ der. Yani bir toplumsal cinsiyet vurgusu yapar. Dolayısıyla yalnızca kadınları değil LBGTİ+ları da yani şiddete uğrayan herkesi koruma altına alır. Böylesine geniş kapsamlı ve ülkelere şiddeti önlemek için bütüncül politikalarla hareket etme ödevi veren onun dışında ne yapılması gerektiğini tek tek anlatan bir sözleşmeyi ortadan kaldırmaya çalışmak mantıksızlıktır.” İktidarın sözleşmeyi kadınların özgürlüğü önünde temel bir engel olarak gördüğünü söyleyen Torun, sözleşmenin kaldırılmasına engel olmak ve sözleşmenin uygulanması için mücadelelerine devam edeceklerini belirtti.


2020 / Sayı 17

20

Erkek çocuğu olmadığı için kocası terk etti Yunus Duman / Van

Haber Yazısı

V

an’da erkek çocuk doğurmadığı için eşi tarafından terk edilen Remziye Akbal, 4 kızıyla zor koşullarda yaşam savaşı veriyor. Star Kadın Derneği Yöneticisi Bor, artan kadın cinayeti ve şiddetiyle mücadele için İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun uygulanması gerektiğine dikkat çekti Van’ın Edremit İlçesi’ne Bağlı Fırat Mahallesi’nde yaşayan 30 yaşındaki Remziye Akbal, daha 16’sındayken evlendi. Akbal, bu evlilikten Z.A (14), E.A (12), N.A (6), en küçüğü T.A (5) isminde dört kız çocuğu dünyaya getirdi. Ancak hep kız doğurması eşini

mutsuz etti. Akbal, son çocuğa hamileyken yine kız olduğunu öğrenen eşinin şiddetine maruz kaldı. Gördüğü şiddet nedeniyle karnındaki çocuğu ters dönen Akbal, sezaryenle doğum yaptı ve terk edildi. Dört kızıyla birlikte ortada kalan Remziye Akbal, şimdi rutubet kokulu, sağlıksız ve hijyen olmayan koşullarda hayata tutunmaya çalışıyor. Evlatlar arasında erkek ya da kız ayrımı yapılmaması gerektiğini belirten Akbal, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Eşim benden erkek çocuk doğurmamı bekliyordu. Ama 4 kız çocuğum oldu. Sırf bu nedenle eşim beni terk etti. Beni ve çocuklarımı yüzüstü bırakıp

18 Eylül 2020

gitti. Evlat arasında erkek ya da kız çocuğu ayrımı yapılmamalı. 6 yaşındaki kızım, hiç babasını hatırlamıyor. 5 yaşındaki çocuğum da babasını hiç görmedi. Şu an 4 kızıma da hem annelik hem de babalık yapıyorum.” AĞABEYI, EVINI VERIP KIRALIK EVE GEÇTI Terk edildikten sonra çok acılar çektiğini söyleyen Akbal, ağabeyi ve çevredekilerin yardımıyla ayakta kaldığını aktararak şunları söyledi: “Öyle bir durumdaydım ki komşularımız ekmek getiriyordu. Daha sonra ağabeyim evini bir süreliğine bize vererek, kiralık bir eve geçti. Fakat ev, toprak


2020 / Sayı 17

21

olduğu için damı kış aylarında hep akıntı yapıyor. Yaz aylarında ise duvarlarındaki çatlaklardan ev, hamam böcekleri ve haşerelerle doluyor. Evin çatısı iki taraftan çökmüş durumda. Kar yağdığında mecburen ben temizliyorum. Migren hastasıyım ve çok zorlanıyEkonomik durumunun çok kötü olduğunu, çocukları küçük olduğu için de çalışamadığını söyleyen Akbal, sözlerini şöyle tamamladı: “Çocuklarımın ihtiyaçlarını karşılayamıyorum. ‘Acaba çocuklarıma iyi bir gelecek sağlayabilecek miyim?’ diye çok endişeliyim. Öyle bir haldeyim ki, bize kim gıda yardımı getirecek diye gözüm yolda kalıyor. Şu an komşularımın bana verdikleri destekle ayakta duruyorum. Evimin çatısı başıma yıkılacak gibi. Çocuklarım beni görmesin diye, bazen odaya gidip saatlerce ağlıyorum. Kim bana bakacak, çocuklarımın geleceğini kim kurtaracak? Her gün bunları düşünüyorum. Hayırseverlerin

sesimi duymasını istiyorum.” Star Kadın Derneği: Şiddete gerekçe yaratılıyor Akbal’ın durumunun genel olarak kadınların yaşadığı sorunların başında geldiğini dile getiren Star Kadın Derneği Yöneticisi Rojbin Bor, “Her evde kadın cinayeti ve şiddeti artıyor. Söz konusu olan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun uygulanması gerekiyor” dedi. Ayrımcı ve cinsiyetçi yaklaşıma, sosyal medyada yer alan Nijeryalı bir kadının eşi tarafından çocuklarının gözleri mavi diye terk edilmesini örnek veren Bor, çocukların erkek değil de kız ya da gözlerinin renginin gerekçe olmaması gerektiğinin altını çizdi. Cezasızlığın bir ödül olduğunu vurgulayan Bor, şu değerlendirmeyi yaptı: “Ne yazık ki artık ‘Kadın cinayetleri’, hepimiz biliyoruz bize yabancı gelmiyor. Her evde kadına yönelik şiddet ve kadının özgürlüğünü elinde alma durumu söz konusu.

Dünyada ayrımcılığın ne boyutlara ulaştığı göz önünde. Sorun, kadında değil. En büyük sorun, erkeğin zihniyetidir. Çocukların erkek değil de kız olması ya da gözlerinin renkli olması bunlar şiddete veya terk edilme gerekçesi değil. Bu yüzden erkek zihniyetini değiştirmesi gerekiyor. Her geçen gün kadın cinayetleri daha da artıyor. Özellikle pandemi sürecinde şiddet vakalarında artış yaşandı. Yüz kadın bize şiddet başvurusunda bulundu. Son bir yıl içinde 24 tane kadın Van’da katledildi. Bunlar, devletin cezasızlık politikasından kaynaklanıyor. Cezasızlık onlara ödül gibi geliyor. Cinayetlere karşı kadınlar İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanunun uygulanması için mücadele veriyoruz. Aslında öyle bir yaşam olmalı ki, kadınlar savunmaya bile ihtiyaç duymasın. Ama ne yazık ki dünyanın hiçbir yerinde öyle bir yaşam yok. Bunu sağlamak için çalışmalarımıza devam edeceğiz.”


2020 / Sayı 17

22

Kaleiçi esnafı: Turizmin geleceğinden endişeliyiz Havva Çustan / İstanbul

Haber Yazısı

E

konomik kriz, pandemi ile birlikte tüm kesimler bakımından çok daha derinden hissedilmeye başladı. Birçok şirket konkordato ilan etti, birçok küçük iş yerleri kapandı ya da kapanmak üzere. Dolar 7 lirayı, Euro 8 lirayı aşmışken bu krizden en çok etkilenen sektörlerden bir tanesi de turizm sektörü. Geçen yıla oranla gelen turist sayısı yüzde 67 azalmış durumda. Turizmin başkenti sayılan Antalya’da ise durum çok farklı değil. Yazın gelmesi ile sokaklar capcanlı olurken bu yıl pandeminin de etkisiyle bomboş. Antalya’da

pandemi ile birlikte turizmin yaşadığı krizi, Kaleiçi esnafı ile konuştuk. “KALEIÇI SON 5 YILDIR HEDEFTEYDI” 14 yıldır Kaleiçi’nde kafe işlettiğini belirten Zekiye Papiç, son 5 yıldır turizmin can çekiştiğini vurguladı. Turizmin can çekişmesinde dış politikada izlenen yolların etkili olduğuna işaret eden Papiç, şunları söyledi: “Geçen yıl turizm biraz toparlamıştı ama pandemiden itibaren işler çok kötü. Aslında Kaleiçi, AKP’nin muhafazakârlaşma politikalarıyla

19 Eylül 2020

son 5-6 yıldır hedef halindeydi. Buradaki eğlence kültürünü bitirmek istiyorlardı. İş yerlerine çeşitli bahanelerle cezalar yağdırdılar. Barları, kafeleri sürekli baskın yapar gibi davranıyorlardı. Kolluğun, bekçilerin sürekli denetim adı altında kimlik kontrolü yapması insanları rahatsız ediyordu. Aslında bu bir tacizdir ve işlerimize de bu durum olumsuz bir biçimde yansıyordu. Pandemi ile birlikte ise birçok iş yeri kapandı, iflas etti. Etmeyen bizler de çok zorlanıyoruz. Bu süreçte devletin hiçbir desteğini görmedik. İstediğimiz kredilerin bile yarısını zor alabiliyoruz.


2020 / Sayı 17

Turizme endeksli çalıştığımız için ve turist olmadığı için çok zorlanıyoruz. Yerli turistin de ülkenin ekonomik durumundan dolayı durumu belli.” “KARANTINADA AÇIKMIŞIZ GIBI VERGI ALDILAR’ Devletten hiçbir destek göremediklerini yineleyen Papiç, sözlerine şöyle devam etti: “Aksine pandemi sürecinde iş yerlerimizi kapatmak zorunda olduğumuz halde bizden açıkmışız gibi vergileri almaya devam ettiler. Örneğin; benden kaldırım vergisi aldılar karantina sürecinde. Vergi, sigorta borçlarımızın ötelenmesini değil, silinmesini istiyoruz. Öteleseler nasıl ödeyeceğiz ki; bir gelirimiz yok çünkü. Ayrıca burası turistik bir yer olduğu için kiralar çok yüksek. Birçok arkadaşımız kiralarını ödeyemiyor, devlet bunu da göz etmeli. Turizm bu yıl hiçbir biçimde canlanamaz bu yıl. Ki halk sağlığı içinde canlanmadan başka çözümler bulunmalı, devlet mağdur esnaflara destekte bulunmalı. Kurban Bayramından önce vaka sayıları çok düşükken bayramdan sonra Rusya’dan, Arap ülkelerinden gelen ve yerli turistlerle vaka sayısı çok artmış durumda.” “TURIZM BEKLENTILERIMIZIN ÇOK ÇOK ALTINDA” 18 odalı butik otel işleten 55 yaşındaki Ekrem Sofuoğlu ise, bu yıl turizmin kendilerinin beklentilerinin bile çok çok altında olduğuna dikkat çekti. Sofuoğlu, Kaleiçi’nde birçok pansiyonun, otelin pandemi

öncesinde bile işçi çıkarmak zorunda kaldığını aktararak, şunları dile getirdi: “Şu an biz mevcut personelimizin yüzde 50’sini çalıştırıyoruz. Bir kısmını pandemiden önce çıkarmıştık, bir kısmını şu an ücretsiz izine çıkarmak zorunda kaldık, minimum personelle çalışarak ayakta durmaya çalışıyoruz. İşler bu kadar kötü olduğu halde turizm vergisi alıyorlar hâlâ bizden, konaklama vergimiz de var ama onu ertelediler. Ama o vergiyi de zamanı gelince nasıl ödeyeceğiz, bilmiyorum. Çalışırken her şeyden tasarruf etmeye çalışıyoruz, elektrikten, sudan vb. bir sürü kısıtlamaya giderken turizm vergisini ödemek zorundayım. Devlet bana bu vergiyi öde derken hiç sormuyor. Personelimin maaşlarını, sigortalarını ödeyebiliyor muyum? Devlet bu soruların hiçbirini sormuyor, sadece ödememizi istiyor.” Kirasını bile ödeyemediğini vurgulayan Sofuoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mart’tan beri sigortalarımın hiçbirini ödeyemedim. Aralık’a kadar devlet bu borçlarımızı öteledi ama dönen bir çarkınızın olması gerekiyor bu borçları ödeyebilmek için. Bizim çarkımız dönmediği için de zamanı gelince ödeyemeyeceğiz. Zaten önümüz kış sezonu bizim işlerimiz olmayacak, bu yıl turizm sezonu denen bir şey yaşayamadık. Esnaf olarak karamsar, geleceğimizden endişeli haldeyiz. Gelecek yıl da turizmin toparlanabileceğini düşünmüyorum. Öyle bile olsa bizlerin geçmişten gelen borçlarımızı ödeme ihtimali

yok. Devlet en azından personellerimizin sigortasını karşılayabilirdi. Elektrik, su gibi şeylerde indirime gidilebilirdi. Borçlarımızı ötelemek destek sağlamak olmuyor. Önümüzde kartopu gibi büyüyen bir borç yükü var” ifadelerini kullandı. “ESNAF KEPENK KAPATTIKÇA KALEIÇI CAZIBESINI YITIRIYOR” Kaleiçi’nde ortalama yüz yirmi otel ve pansiyon olduğu bilgisini aktaran Sofuoğlu, bu konaklama yerlerinden sadece 20 tanesinin açık olduğuna dikkat çekti. Kaleiçi’ndeki esnafın camlarında sürekli “kiralık” ya da “satılık” yazdığını aktaran Sofuoğlu, sözlerini şu biçimde sonlandırdı: “Bunları görünce umutsuzluğa kapılıyoruz. Buranın cazibesi esnafın kapısının açık olmasında yatıyor, esnaf kepenk indirdikçe Kaleiçi de cazibesini yitiriyor. Taksicilerin durumu da çok parlak değil, geçen sene sadece ben bile günde ortalama 5 iş verdiğim halde bu yıl tek bir iş veremedim. Yani bu da toplamda Kaleiçi’ndeki canlılıktan geçinen insanlar için durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Ayrıca salt kâr amacı gütmeyip halk sağlığını da düşündüğümüz için pandemi sebebiyle hafta sonları talep olsa bile en fazla kapasitemizin yüzde 50’si kadar misafiri otelimize alabiliyoruz. Kaleiçi esnafı olarak endişeliyiz. Hem pandeminin getirdiği yükümlülük hem de zaten krizde olan turizmin geleceğinden endişe duyuyoruz.”

23


2020 / Sayı 17

Van’da kültür-sanata bu kez de pandemi engel oluyor

Haber Yazısı

24

Oktay Candemir / Van

O

HAL döneminde uygulanan “Eylem ve etkinlik” yasağı pandemi döneminde de devam ediyor. Yasak nedeniyle kentte 4 yıldır kültür sanat etkinliği düzenlenemiyor, organizatörler yeterli desteği alamıyor, salon bulamıyor, yerel bürokrasiyi aşamıyor Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminin ardından hükümet, 20 Temmuz 2016’da OHAL ilan etti. İlan edilen OHAL, 1 Haziran 2018 itibariyle bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasıyla kaldırıldı. Ancak OHAL döneminin “Eylem ve etkinlik” yasağı Van’da 1.500 gündür, pandemi döneminde de devam ediyor. Bu durum, en çok da Kültür –Sanat etkinliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Yasak, kentteki tüm sosyal, siyasi, kültürel yaşamı adeta durdurma noktasına getirmişken, pandemi süreci ile birlikte bu durum daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Van’da eylem ve etkinlik yasağının yanı sıra belediyelere

atanan kayyumlarda kültür sanat festivallerine karşı oldukça mesafeli duruyor. AKDOĞAN: VALILIK TÜM ETKINLIKLERIMIZI YASAKLADI Van’da faaliyet yürüten Aryen Kültür Sanat Merkezi Sorumlusu Hüseyin Akdoğan, 1 milyon 300 bin nüfuslu Van’da yıllardır bir sanat organizasyonunun ya da festivalinin düzenlenemediğini dile getirerek, hayatın her alanında süren baskıların kültür sanat üzerinde de uygulandığını söyledi. Van’da düzenlemek istedikleri onlarca kültür sanat festivalinin Valilik tarafından yasaklandığını, sanatçılarının gözaltına alındığı bir dönem yaşadıklarını söyleyen Akdoğan, bazı özel teşebbüsler ile bu tür etkinlikleri düzenlemek isteyen organizatörlerin de yeterli desteği alamadığını söyledi. Öner: Van bir kültür şehri ama kültür yasak Van’da uzun yıllardır kültürsanat organizatörlüğü yapan Bülent Öner, Van’ın bir kültür şehri olduğunu ama kültür sanat

21 Eylül 2020 faaliyetlerinin çeşitli gerekçelerle yasaklandığını söyledi. Öner, Van’ın tarihi mirasının ve kültürel yapısının gelecek kuşaklara nesli için çalıştıklarını ancak çeşitli engellerle karşılaştıklarını ifade etti. Düzenlemek istedikleri sanat faaliyetleri için 2 bin kişilik bir salona ihtiyaç duyduklarını ancak salon bulamadıkları ve yerel bürokrasiyi aşamadıklarını vurgulayan Öner, şunları söyledi: “300 kişiye sanat yapılmaz ve hiçbir sanatçıyı bu konuda ikna edemeyiz. Kültür sanat kaybediyor, Van kaybediyor. Bugün kayyımların yönettiği her belediyenin kültür sanat bütçesi var ama onlar da bu parayı kullanmıyorlar. Vanlılar bizden kültür sanat etkinliği istiyorlar. Pandemiyi bahane ediyorlar. Bakın batı illerinde kültür sanat organizasyonları düzenleniyor. Kültür Bakanlığı bu konularda çeşitli işler yapsa bile yerel bürokrasiyi aşamıyoruz.”


2020 / Sayı 17

Engelli avukatlar mesleklerini eşit koşullarda yapmak istiyor

T

reacher Collins Sendromlu Avukat Zeynep Çakır, meslektaşlarıyla eşit koşullarda mesleğini icra etmek istediğini vurgularken albinizmli Avukat Yılmaz, iyi görmemesinin mesleğimi iyi icra etmediği anlamına gelmediğinin altını çizdi. Engelli avukatlar, yaşadıkları sorunlara yönelik çözüm önerilerinde de bulundularYusuf Özgür Bülbül / Resmi rakamlara göre, nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’si engelli. Yani Türkiye’de yaklaşık 10 milyon engelli yurttaş yaşıyor. Bunlar içinde çalışma yaşında ve çalışma gücüne sahip yaklaşık 2 milyon engelli

olduğu tahmin ediliyor. Çalışma hayatında engellilerle engelli olmayanlar arasında büyük bir uçurum varken engelli avukatların büyük çoğunluğu işsizlik, önyargı ve maddi sorunlarla boğuşuyor. Treacher Collins Sendromlu Avukat Zeynep Çakır ile albinizmli Avukat Alim Yılmaz, iş yaşamında karşılaştıkları sorunları, 24 Saat Gazetesi’ne anlattılar. Engelli iki avukat, yaşadıkları sorunlara yönelik çözüm önerilerinde de bulundular. Diğer meslektaşlarıyla eşit koşullarda mesleğini icra etmek istediğini vurgulayan Treacher Collinsli Avukat Çakır, zorluklara rağmen mesleğimi hakkı ile icra

22 Eylül 2020

edebildiğini görünce daha çok motive olduğunu söyledi. Çakır, işitme engelli vatandaşların adalete erişim konusunda sıkıntı yaşayabildiğine değinip “canlı deşifre” denilen sistemin adliyelerde kullanılmasıyla işitme diğer bireyler gibi eşit şartlarda adalete erişebileceğini belirtti. Albinizmli Avukat Yılmaz ise, iyi görmemesinin mesleğimi iyi icra etmediği anlamına gelmediğine işaret edip engelinin görevini yapmasına engel olmadığı, tüm gayretiyle iyi ve adil bir avukat olmaya çalıştığına değindi. Yılmaz, insani farkındalık ve saygının, sıkıntıyı aşmanın birincil yolu olduğuna inandığını vurguladı.

Haber Yazısı

Yusuf Özgür Bülbül / İstanbul

25


2020 / Sayı 17

Av. Zeynep Çakır

26  1991 yılında bankacı ailenin tek çocuğu olarak İzmir’de dünyaya gelen Avukat Zeynep Çakır, 50 binde bir görülen, yüz bölgesinde deformasyon oluşmasına sebep olan Treacher Collins Sendromu’na (TCS) sahip. Sendromun bir semptomu olan kulak kepçesinin olmaması sebebiyle orta ve ileri seviyedeki işitme kaybın ötürü işitme engelli olan Çakır, 2016 yılında avukat oldu. Avukat Çakır, duruşmalarda yaşadığı zorlukları şöyle anlattı: “Yüz bölgesinde farklılığa sahip olan bireyler için kurulan ilk ve tek dernek olan Yüzümle Mutluyum Derneği, İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği, Nadir Hastalıklar Ağı ve İstanbul Barosu’nun Engelli Hakları Merkezi’nde gönüllü olarak çalışıyorum. Nadir bir sendroma ve işitme engeline sahip olmam avukatlığı seçmeme engel olmadı, mesleğimi tüm zorluklarına rağmen severek yapıyorum. Duruşmalara ve mahkeme kalemlerine işitme cihazımla giriyorum. Duruşmalarda hâkimlerin önünde bilgisayar var. Daha iyi anlamak için

dudak okuduğumdan bilgisayar yüz bölgelerini kapatırsa iyi duyamıyorum ve duruşmaları ayakta geçiriyorum. Duruşma salonuna girerken işitme engelli olduğumu söylüyorum ancak avukatların önünde bulunan bilgisayarlardan yazılanları gördüğümüz halde bazen kapalı olması durumunda sorun yaşayabiliyorum.” “EŞIT KOŞULLARDA MESLEĞIMIZI ICRA ETMELIYIZ” Engelli avukatların adalet sisteminde sorunlar yaşadığını aktaran Avukat Çakır, cezaevlerine müvekkil ziyaretine gittiğinde işitme cihazının büyük bir sorun oluşturduğuna vurgu yaparak şunları söyledi: “Çünkü içinde sesi iletmeye yarayan mikrofon olduğu için kayıt yapacağımı düşünüyorlar. Oysa benim tek istediğim müvekkilimi iyi ve eksiksiz duymak. Bir keresinde işitme cihazımı bu sebeple elimden almışlardı ve ben müvekkillerimi işitme cihazım olmadan dinlemek zorunda kalmıştım. Oysa bir avukat diğer

meslektaşlarıyla eşit koşullarda mesleğini icra etmelidir ve iyi duymazsa müvekkilini iyi savunamaz. Bir nevi dolaylı yoldan müvekkilimin savunulma hakkına da engel olmuş oluyorlar. Aldığım raporla, sorunu çözdüm ama bu durum beni çoğu zaman strese sokuyor. Aldığım rapor bir koğuş için geçerli yani başka bir koğuş için yine rapor almam gerekecek. Bu da sorun yaşamayacağım anlamına gelmiyor. Adalet sisteminde sadece ben değil, işitme engelli bireyler de birtakım sorunlar yaşamakta. İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği’nin yapmış olduğu ‘1 İşaret 1000 Umut’ Projesi’nde belirttiğimiz gibi, işitme engelli vatandaşlar diğer bireylerle aynı fırsatlardan eşit bir şekilde yararlanamadıkları için adalete erişim konusunda sıkıntı yaşayabiliyorlar. Adliyelerde, noterlerde, karakollarda indüksiyon döngü sistemi yok. İşitme engellilerin çoğu işaret diliyle konuşabiliyor ancak emniyete şikâyet için gittiklerinde işaret dili tercümanı ya bulunamıyor ya da yetersiz kalıyor.


2020 / Sayı 17

Sadece emniyet aşamasında değil duruşmalarda da işaret dili tercümanı bulunmuyor. Bu sebeple de yurtdışında ‘palantypist’ adını verdiğimiz ülkemizde ise ‘canlı deşifre’ dediğimiz sistem adliyelerde kullanılırsa, indüksiyon döngü sistemi oluşturulursa işitme engelli bireylerin diğer bireyler gibi eşit şartlarda adalete erişebileceğini düşünüyorum.” “ZORLUKLARA RAĞMEN MESLEĞIMI HAKKIYLA ICRA EDINCE MOTIVE OLUYORUM” “İşitme engelli bir avukat olmak mesleğimi icra etmeme engel olmuyor” diyen Çakır, sözlerini şöyle sürdürdü: “Aksine, tüm engellere rağmen tüm zorluklara rağmen mesleğimi hakkı ile icra edebildiğimi görünce daha çok motive oluyorum. Pandemi döneminde yaşadığım en büyük zorluk, maskelerden ötürü dudak okuyamam ve duyduğumu anlayamamam oldu. Maske, işitme engelli bir bireyin en büyük kabusudur. Haziranda adliyeler açıldığında çözüm aradım. Gözlük tipi işitme cihazı kullandığım için işitme engelli bir birey olduğum anlaşılmıyordu. Adliyelerde duruşmalarda, başta mübaşirler ve kalem memurları olmak üzere, yakama “İşitme engelliyim. Yüksek sesle konuşunuz” yazısını taktım. Zaten insanlar sizi izlemeye her daim size bakmaya çok meyilliler. Üzerinizde değişik bir şey olduğunda hemen bakıyorlar. İnsanlar da benim yaka kartıma bakmaya ve ona göre hareket etmeye başladılar. Duruşma öncesinde mübaşiri işitme engelli olduğum yönünde hâkimi uyarması için bilgilendiriyordum. Ya da duruşmada bizzat kendim, işitme engelli olduğumu söylüyordum. Böyle olunca maskelerini indirmeseler bile seslerini bir tık yükseltiyorlardı ya da duymadıysam tekrarlıyorlardı. Hâkimlerin böyle bir durumda anlayışlı olduklarını görünce daha da mutlu oluyorum. Tabi ki yakamdaki uyarıya rağmen ses tonunu değiştirmeyen kalem memurlarıyla zıtlaştığım oldu. Karşısındaki insanın işitme engelli/görme engelli olduğunu bildiği halde tavrını, tutumunu değiştirmemesi umursamaz bir insan olduğunu

göstermektedir. Bizi engelleyen, kendi engelimiz değil insanların bu umursamazlıkları ve saygısızlıkları. Gönüllü olarak çalıştığım İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği üyelerinin daha rahat iletişim kurabilmeleri için yakınlarına şeffaf maske yönlendirdi. Şeffaf maske sayesinde alışverişe annesiyle giden ve dudak okuyan işitme engelli birey daha iyi iletişim kurabilecek. Şeffaf maske dağıtan birtakım belediyelerle çalışıyoruz ancak şeffaf maskenin okul ve kurumlarda yaygınlaştırılması gerekiyor. Çünkü bu toplumda işitme engelli bireyler de var. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ne göre de bu bireylerin uyum sağlamaları için devletin yapması gereken birtakım yükümlülükleri var.” Avukat Çakır sözlerini şöyle tamamladı: “Pandemi döneminde halen maske kullanmaya devam ediyoruz ve her gün yaka kartımı takarak işe/ adliyeye gidiyorum. Çalıştığım ofiste kurucu avukatından beraber çalıştığım meslektaşıma kadar herkes benim engelimi biliyor ve ona göre davranıyorlar. Acıma duygusu yok, eleştiri yok sadece engelli bireye kendini adapte edebilme ve topluma da uyum sağlama konusunda yardımcı olma var. Çağlayan Adliyesi’nde seminer salonu var ve salonda “İndüksiyon döngü” sistemi denilen bir sistem kurulmuş. Üstelik bir adliyede. Bu o kadar güzel bir gelişme ki. Daha önce olması gereken bir gelişme olsa da günümüzde insanların ve kurumların ufak da olsa bir şey yapabildiklerini görmek güzel. Daha da güzel gelişmeler olacağına inanıyorum çünkü aramızda hâlâ iyi insanlar var.” “İYI GÖRMEMEM, MESLEĞIMI IYI ICRA ETMEDIĞIM ANLAMINA GELMIYOR” Avukat Alim Yılmaz ise, Erzurum’un bir köyünde albinizmli bir birey olarak 1994 yılında doğdu. Bu nedenle beyaz saç ve ten rengine sahip olan, görme engelli Yılmaz, 2018’de avukat oldu. Albinizm Derneği’nde Yönetim Kurulu Üyeliği, Nadir Hastalıklar Ağı’nda dernek temsilcisi ve İstanbul Barosu’nda Engelli Hakları Merkezi’ne de üye olarak da görev

yapan Yılmaz, engelinin görevini yapmasına engel olmadığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Albinizm etkisi ile de ‘az görme’ dediğimiz bir görme sorununa sahibim. En büyük sıkıntılardan biri bunu dışarıdan anlamak çünkü ilk etapta bunu anlamak çok mümkün olmuyor. Serbest meslek icra ediyor olsam da ışığa karşı hassas gözlere sahip olmaktan ötürü koyu gözlük camlı teleskopik gözlük kullanıyorum. Ve sık sık mesleğimde problem yaşıyorum. Ancak iyi görmüyor olmam mesleğimi iyi şekilde icra etmiyorum anlamına gelmiyor. Tüm gayretimle iyi ve adil bir avukat olmaya çalışıyorum.” “GÖRMEMI SAĞLAYAN CIHAZI ÇIKARMAMI BEKLIYORLAR” Genç avukat iş hayatında yaşadığı sorunlar konusunda da şunları paylaştı: “Her ne kadar resmi kurumlarda işler yapıyor olsam da en çok sorunu, memurlar ile yaşamaktayım. Aslında onlar benim iş arkadaşlarım hep. Öyle ki beni güneş gözlüğü takmakla itham eden onlarca memura denk gelip ‘Çıkarın’ emrini verecek özgüveni olanları dahi gördüm. Cezaevine girdiğimde albinizmin bir semptomu olan göz titremesine sahip olduğum için güvenlik kısmında muhakkak sorun yaşıyorum. Kameraya bakın dediklerinde göz bebeklerim titrediği için göz kaydımı alamıyorlar ve her cezaevine girdiğimde tutanakla giriyorum. Gözlüğümle içeri girebiliyorum ancak gözlüğünüzü çıkarın diyenler bakımından; görmemek bir sorun iken bir de görmemi sağlayan cihazı çıkarmamı bekleyen ve engelimin fark edilmemesi en büyük dezavantajım yani engelim olmaktadır. İnsani farkındalık ve saygının bunu aşmanın birincil yolu olduğuna inanıyorum. Önyargılı hareketler de tuzu biberi. Ama müvekkilim olan kişilerle bir sorun yaşamıyorum hatta çokça teşekkür alabiliyorum. Çünkü onlara farkındalık katacak zamana sahip oluyorum.”

27


2020 / Sayı 17

28

Uluslararası koruma altındaki mülteciler: Sağlık sigortamız tekrar açılsın

Haber Yazısı

Metehan Ud / İzmir

24 Eylül 2020


2020 / Sayı 17

Y

apılan yasa değişikliği ile Türkiye’de bir yılı aşkın süredir bulunan uluslararası koruma altındaki mültecilerin sağlık sigortaları iptal edildi. 24 Saat Gazetesi’ne konuşan mülteciler, çaresiz olduklarını vurgulayıp sağlık sigortalarının tekrar açılması ve üçüncü bir ülkeye yerleştirme işlemlerinin hızlandırılmasını istedi Türkiye’deki farklı statüden mültecilerin haklarını belirleyen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda, 2019’un Aralık ayında değişikliklere gidildi. Değişikliklerden biri de mültecilerin sağlık sigortaları ile ilgiliydi. Yapılan düzenlemeyle birlikte, uluslararası koruma başvuru ve statü sahiplerine tanınan genel sağlık sigortası hakkına 1 yıllık sınırlama getirildi. Şubat 2020’de bir yılı aşkın süredir uluslararası koruma kaydı olan mültecilerin sağlık sigortası kesildi. Düzenleme uluslararası koruma başvuru ve statü sahibi mültecilerin önemli bir kısmını sağlık hakkına erişimini kaldırdı. Sadece özel ihtiyaç sahipleri ve İçişleri Bakanlığı’nca sigorta kaydının devamı uygun görülen mülteciler için 1 yıllık süre sınırı aranmayacak ancak düzenlemede bu kişilerin hangi şartlara sahip olması gerektiği belirtilmiyor. Bunun için uluslararası koruma başvurusu bulunan mültecilerin hastanelerden rapor alması ve bu raporun Göç İdaresi İl Müdürlüğü’nün onayından geçmesi gerekiyor. Mültecilerin aktardığı bilgilere göre ilden ile farklı uygulamalar söz konusu. KAYIT DIŞI ÇALIŞTIRILDIKLARI IÇIN DE SIGORTALARI YOK Ancak mültecilerin tamamına yakınının kayıt dışı çalıştırıldığı göz önüne alındığında kronik rahatsızlığı olan bir mültecinin sigortası olmadan hastaneye gitmesi durumunda sağlık raporu alması için yüksek meblağlar ödemesi lazım. GSS IÇIN AYLIK 550 TL ÖDEMELERI GEREKIYOR Mevzuata göre, yabancı uyruklu kişilerin Genel Sağlık Sigortası’ndan (GSS) yararlanmaları için ödeyecekleri

prim oranı, asgari ücretin yüzde 24’ü kadar. Bu da yaklaşık 550 TL ediyor. Kayıt dışı çalıştırılan mültecilerin hali hazırda asgari ücret veya altında maaş aldığı bir ortamda bu parayı her ay ödemeleri her ay mümkün değil. Mülteciler tedavi süreçlerini öteleyerek geçirmeye çalışıyor ancak yakın zamanda, Yalova ve Burdur’da yaşayan, kronik rahatsızlığı bulunan İranlı iki mültecinin sağlık sigortaları olmadığı için tedavi olamadığı ve yaşamını yitirdiği basına yansımıştı.

var ve Türkiye’de olduğum 4 yıldır tedavi devam ediyordu. İlerleme kaydetmiştik. Hem sigortamın kesilmesi hem de pandemiden dolayı tedavim kesildi. Acil bir durumda acile gidiyoruz ama o tedavi için yeterli değil. Çalıştığım işyeri bütün ısrarlarıma rağmen sigortamı yapmıyor, ısrar edersem işten çıkarmakla tehdit ediyor. Sigortalı bir iş bulma imkânım da yok. Aldığımız parayla, ancak ayı kurtarıyoruz. Ama bana bir şey olursa geride çaresiz eşim ve bir çocuk kalacak. En çok endişe ettiğim bu.”

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERE AYKIRI 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre, Türkiye’deki mülteci ve sığınmacıların iltica hakkı kapsamında ayrımcılık yapılmadan sosyal ve hukuki korumadan yararlandırılmaları gerekiyor.

“TEDAVIM DURDU, HASTALIĞIM DAHA DA ILERLEDI” Denizli’de yaşayan İranlı mülteci Muhammed de kronik akciğer hastalığı olduğunu dile getirdi. Tedavisini sürdüremediği için hastalığın ilerlediğini belirten Muhammed, şunları söyledi: “Türkiye’deki binlerce şartlı mülteci, yıllardır üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeyi bekliyor. Bizden başımızın çaresine bakmamızı istiyorlar. Ne benim ne de çalıştığım hiçbir mülteci arkadaşımın sigortası yok. Patronlar sigorta yapsa zaten bizim buna ilişkin bir talebimiz, beklentimiz olmaz. Yakın zamanda Burdur’da bir kalp hastası mülteci arkadaşımızı bu yüzden kaybettik. Yeni mülteciler ölmeden genel sağlık sigortasının açılmasını ve üçüncü bir ülkeye yerleştirme işlemlerimiz hızlandırılmasını istiyoruz.”

MÜLTECILER, BM’YE ÇAĞRIDA BULUNUYOR Bir grup mülteci, Birleşmiş Milletler ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (United Nations High Commissioner for Refugees – UNHCR) bu konuya kayıtsız kalmaması ve harekete geçmesi çağrısında bulundu. Düzenlemenin geri çekilmesi için sosyal medya kampanyaları düzenlendi ve internet üzerinden imza toplandı. Uluslararası koruma başvuru ve statü sahibi mülteciler, genel sağlık sigortaları kesildiği için yaşadıkları mağduriyetleri, 24 Saat Gazetesi’ne anlattı. Mültecilerin güvenliği açısından isimlerinin tamamını ve fotoğraflarını yayınlamadık. “ÇALIŞTIĞIM IŞYERI SIGORTA YAPMIYOR” Eskişehir’de yaşayan Afgan mülteci Hüseyin, kalp rahatsızlığı olduğunu bildirip Şubat ayından itibaren tedavisini gerçekleştiremediğini söyledi. Düzenlemenin hayata geçtikten sonra bilgi sahibi olduğunu kaydeden Hüseyin, şunları aktardı: “Hastaneye gittiğimde sigortamın kesildiğini öğrendim. Yıllardır devam eden kalp rahatsızlığım

Çalıştığım işyeri bütün ısrarlarıma rağmen sigortamı yapmıyor, ısrar edersem işten çıkarmakla tehdit ediyor.

29


2020 / Sayı 17

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

30

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.