9. Köy 2020 -18. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 18

1


2020 / Sayı 18

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Okan Özmen Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 18

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 18

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 18

İçindekiler

Hakkâri ve Van’ın doğası yok ediliyor  6 Tarihi Bomonti Bira Fabrikası Diyanet’e devredildi  9 Ataş: Dersim’in kutsalları, ziyaretleri tehlike altında  12 COVID-19’dan Sonra Binalardaki Gizli Tehlike: Lejyoner Hastalığı  15 Batmanlı kadınlar: Kent ve sokaklar kadın eliyle güzelleşir  17 “Beyine çip”te insanı bekleyen tehlikeler…  19 Van’da yüzyılların geleneği  22 Eczaneler, grip ve zatürre aşısı çıkmazında  23 “Barış gazeteciliği” nasıl yapılıyor?  25 Turizmin parlayan yıldızı Van’da oteller kapanıyor  27 Van’da tarihe direnen “40 Değirmenler” onarılmayı bekliyor  29

5


2020 / Sayı 18

6

Hakkâri ve Van’ın doğası yok ediliyor

Haber Yazısı

Sıddık Güler / Van

25 Eylül 2020


2020 / Sayı 18

E

nerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından, Van ve Hakkâri’nin önemli alanları, maden sahasına dönüştürülüyor. Her iki kentin en önemli tarihi ve turistik alanların maden sahasına açılmasına tepkiler de gelmeye başladı. Van ve Hakkâri’deki çevre örgütleri, yeni uygulamayla birlikte tam bir doğa katliamı yaratılacağına dikkat çekerek, karara karşı Ankara’da eylem yapacaklarını açıkladı Hakkâri ve Van, el değmemiş doğası ve bin bir çeşit bitkiye sahip olması nedeniyle son yıllarda turistik bir alan

kazanırken, doğaseverlerin de uğrak yeri haline geldi. Ancak şu an el değmemiş doğası, gölleri ve muhteşem manzarasıyla bilinen Hakkâri ve Van’ın bazı alanları maden sahasına dönüştürülmek üzere… Hakkâri’nin Cilo ve Sat gölleri, Govend Dağı, Korgan Köyü, Ördekli (Kotranis) Köyü’ndeki vadi ve Nebirnav Yaylası ile Van’ın Bahçesaray ve Çatak ilçelerinin önemli alanları, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından maden sahasına dönüştürmeye başlandı. Bu bölgelerde mağaralar ve mağara girişlerinde ilk çağlara ait kaya

resimlerinin yanı sıra özellikle Cilo ve Sat üzerinde buzul ve krater gölleri bulunuyor. Cilo Dağı’nın Büyük Zap Vadisi’ne bakan yamaçlarında, ardıç ve söğütten oluşan bozuk korular ve meşeden oluşan baltalık ormanlar var. Maden ocakları ile binlerce ağaç kesilecek, sular kirlenecek, hayvancılık ve tarım yok edilirken insanlar göç etmek zorunda kalacak. Ayrıca bu bölgelerde dağ keçisi, dağ koyunu, ayı, kurt, vaşak, porsuk, sansar, tilki, tavşan, keklik, ördek, kaz, turna ve bıldırcın gibi yaban hayvanlar da maden nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacak.

7


2020 / Sayı 18

8

VAN’DA 10’UN ÜZERINDE KÖY VE MEZRA BOŞALTILACAK Hakkâri’de olduğu gibi Van’da da üç bölge maden sahası ilan edilmiş durumda. Bahçesaray, Çatak ve Tuşba yeni maden sahası ilan edildi. Özellikle Bahçesaray ve Çatak ilçelerinde maden sahası ilan edilen bölge, gür ormanlarıyla biliniyor. Bu ormanlarda, binlerce endemik bitki/hayvan bulunuyor. Ayrıca bu bölgede doğan kaynak suları, onlarca köyün içme suyunu sağlıyor. Bağ ve bahçeler sulanıyor, bölgede hayvancılık yapılıyor. Bahçesaray’da 10 köy ve mezra, kamulaştırma kapsamına alınırken, bölgedeki ormanlık alanın tamamen yok edileceği söyleniyor. Özellikle iki ilde, doğanını talan edildiğini belirten Van Çevre Derneği (ÇEV-DER) Başkanı Ali Kalçık, Bahçesaray, Çatak ve Tuşba’da yeni maden sahası ilan edilen bölgelerin ormanları, temiz suları ve bitki çeşidiyle bilindiğine dikkat çekerek, “Burada bir doğa katliamı yaşanacak. Bilinçli bir şekilde bir vahşete imza atılıyor. Endemik bitkileri ile bilinen bu yerlerde maden sahası açılamaz. Maden ocakları açıldığı takdirde

yer altı ve üstünde ne varsa yok olacak. Bu vahşete sadece bölge halkı değil, herkes dur demelidir” dedi. Kaz Dağları’nda yapılan tahribatın bir benzerinin Van ve Hakkâri’de yapıldığı, buralarda da doğanın yok edilmeye başlandığına işaret eden Kalçık, bölgede canlılar için yaşam alanı bırakılmayacağını belirterek, “Bakın son kararla birlikte Türkiye genelinde 766 yerde maden sahası için ihale açıldı. Bunların içinde Van’da 5 yer bulunuyor. Sadece Bahçesaray’da 11 mezrayı kapsayan bir alan kamulaştırmak isteniyor. Böylece bir firma için, binlerce canlı türü yok edilirken yurttaşlar da yerlerinden olacak” diye konuştu. AK Parti hükümeti tarafından ihalelerin, özelikle pandemi dönemine denk getirilerek yurttaşların yaşanan doğa katliamına karşı seslerini çıkaramamalarının da istendiğini kaydeden Kalçık, çevre örgütleri olarak yaşanan doğa katliamına karşı önümüzdeki günlerde Ankara’da çeşitli eylemler yapacaklarını bildirdi.

HAKKÂRI, DELIK DEŞIK… Hakkâri’de tarihi ve turistik bütün alanların maden sahası olarak açıldığını belirten Hakkâri Cilo Dağcılık Kulübü Başkanı Hacı Tansu ise, kentte şu an aktif 58 maden ocağı bulunduğunu bildirdi. Yeni uygulamalarla 100’ün üzerinde yerin, madden sahası olarak ruhsatlandırıldığına anlatan Tansu, şunları söyledi: “Hakkâri son yıllarda Zap Vadisi’nde rafting, Cilo ve Sat gölleri civarında dağcılık başta olmak üzere önemli tarihi ve turistik etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bu yerlerin tamamı şu an madden sahası olarak ilan edildi. Yani yer üstü kaynakları yer altı kayraklarından daha değerli olan bu alanlar tamamen bir-iki firmaya peşkeş çekiliyor. Hakkâri’den Şemdinli’ye kadar yer yer madden alanı olarak ilan edildi. Şimdi kenttin bütün dağları, delik deşik edilmiş durumda.” Hakkâri Cilo Dağcılık Kulübü Başkanı Tansu, yetkililere doğa katliamı yerine kentin turizme açılması için çalışma yapmaları çağrısında bulundu.


2020 / Sayı 18

9

Tarihi Bomonti Bira Fabrikası Diyanet’e devredildi 26 Eylül 2020

Haber Yazısı

Esma Yılmaz / İstanbul


İ

10

stanbul Şişli’de, adını verdiği semtteki tarihi Bomonti, önce özelleştirildi ardından Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi. Ardından bina yıkıldı. Mimarlar, dernekler ve bölge sakinleri karara tepkili… TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube 2. Başkanı Prof. Dr. Giritlioğlu, yapılanın bilinçli, politik, ideolojik ve sembolik bir iş olduğunu belirtirken Aktivist Bektaş, fabrika yıkılsa bile kentin hafızasından silinmeyeceğini vurguladı Bomonti Bira Fabrikası, 1890’da İsviçre tebaasından ve Almanya mahmîlerinden Bomonti kardeşler tarafından Feriköy’de, bakla tarlası olarak bilinen arazide kuruldu. Bomonti kardeşlerin kurduğu bu fabrika, Osmanlı İmparatorluğu’nda modern üretim tekniğiyle imalata başlamış ilk bira tesisi. Fabrika, 1938 yılında çıkarılan yasayla Tekel İdaresi tarafından satın alındı. Uzun bir süre sonra Efes Pilsen’in satın aldığı aktif olarak çalışan tarihi fabrika, 1991’de üretim durdurdu ve boşaltıldı. Koruma Kurulu tarafından “Korunması gereken kültür varlığı” statüsüne alınarak tescil edildi. 2006’da ise Bomonti, diğer kamu fabrikaları gibi özelleştirilerek yabancı bir şirkete devredildi. Bina ve arsasını alan inşaat şirketi, 2010’da fabrikanın bulunduğu arazi üzerinde yeni bir otel projesi başlattı. 2015’ten beri binanın bir bölümü, kültür-sanat etkinlikleri için kullanırken diğer kısmı kullanılmaz durumdaydı. ÖNCE ÖZELLEŞTIRILDI, SONRA DIYANET’E DEVREDILDI VE FABRIKA YIKILDI 2019 yılında ise İstanbul 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun aldığı kararla, 1548 ada 9-10 parsel üzerinde bulunan Hazine’ye ait Bomonti Bira Fabrikası’nın içinde bulunan “Eski Malt Binası”, “Eski Silo”, “Eski Arpa Temizleme Binası” ve “Eski Kazan Dairesi” taşınmazları Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edildi. 2020 Temmuz ayında Şişli Müftülüğü’ne devredilen atıl durumdaki tarihi fabrika, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ruhsatıyla yıkıldı. Yıkım sonrası içerisinde mescit, yurt ve otoparkın yer aldığı dini bir kültür merkezinin yapılması planlanıyor.

2020 / Sayı 18

İstanbul’un 130 yılına tanıklık eden tarihi Bomonti Bira Fabrikası’nın yıkımına meslek odaları ve bölge sakinlerinden tepkiler yükseldi. Mahalle sakinleri, yıkım sürerken fabrika önünde protesto gösterileri düzenledi.

Çalıştığım işyeri bütün ısrarlarıma rağmen sigortamı yapmıyor, ısrar edersem işten çıkarmakla tehdit ediyor.

DOÇ. DR. GIRITLIOĞLU: YAPILAN, BILINÇLI, POLITIK, IDEOLOJIK VE SEMBOLIK BIR IŞTIR TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube 2. Başkanı Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, süreci şu şekilde değerlendirdi: “Bomonti Bira Fabrikası, hem Türkiye’de modern bira üretim tekniğini kullanan ilk bira fabrikası, hem de Bomonti’nin endüstri bölgesi kimliği kazanmasında öncülük eden bir yapıdır. Fabrikanın bölgede kurulmasıyla birlikte, bölge sanayi kimliği ile gelişmeye başlamıştır. Yapı, aynı zamanda Şişli ve İstanbul’un kültür ve sanayi mirasının önemli bir parçasıdır. Yapı, etrafında bira üretiminde kullanılan ve süreç içinde farklı zamanlarda eklemlenen diğer yapılarla birlikte bir kompleks teşkil etmektedir.” Fabrikanın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesini “muhafazakâr politikanın mekân üzerine inşası” olarak yorumlayan Giritlioğlu, “Fabrika kompleksinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi ile yapıların yıkılarak, yerlerine mescit, yurt ve otopark yapılması için çalışmalara başlandı. Bu durum, uzun zamandır kararlılıkla sürdürülen, liberal / muhafazakâr politikanın mekân üzerinde inşa sürecinin örneklerinden biridir. Yani yapılan, bilinçli, politik,

ideolojik ve sembolik bir iştir” saptamasında bulundu. Süreci hukuk dışı olduğuna dikkat çeken Giritlioğlu, “İstanbul`un ve ülkenin sanayi tarihinin önemli bir parçası olan tarihi Bomonti Bira Fabrikası yapılarına karşı sürdürülen bu hukuk dışı faaliyet, iktidarın kentsel mekânı ideolojik bir yaklaşımla yeniden şekillendirme hırs ve arzusunun son örneklerinden biridir” dedi. Giritlioğlu şu değerlendirmeyi yaptı: “Sosyal ve kültürel etkinlikler için kullanılan, özellikle de üniversite bölgesi olması nedeniyle bir buluşma ve toplanma noktası haline gelen bölgede, mescit, yurt ve otopark yapılması, bölgedeki yaşam biçimi ve tüketim alışkanlıklarını kuşkusuz etkileyecek, çevrede işlevsel değişimlere yol açacaktır.” Fabrikanın yıkılmasına karşı olduklarını söyleyen Giritlioğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın süreci yanıltıcı belgelerle ilerlettiğini, hukukun çiğnendiğini savundu. Giritlioğlu, “Bu yıkımla, erken sanayi döneminden günümüze kadar gelen silo binaları yıkılmak suretiyle kent belleğinden bir dönem daha silinmektedir. İstanbul`un geriye kalan sayılı endüstriyel miras yapılarından olan binaları gelecek kuşaklarımıza taşımak yerine yıkarak kentte son kalan izlerini de kazımaya çalışmak hukuksuz ve kamu yararını yok sayan bir işlemdir” ifadelerini kullandı.

Çalıştığım işyeri bütün ısrarlarıma rağmen sigortamı yapmıyor, ısrar edersem işten çıkarmakla tehdit ediyor.

AKTIVIST BEKTAŞ: BU TRAVMAYI TEŞHIR EDECEĞIZ Komşu Kapısı Derneği Başkanı ve Aktivist Tolga Bektaş ise Bira Fabrikası’nın kentin


2020 / Sayı 18

hafızasında bir yeri olduğuna işaret ederek, “Bira Fabrikası, işçisiyle, bahçelerinde bira içen aileleriyle, o dönemin beyaz yakalılarıyla, modern Türkiye ve son Osmanlı’nın modernleşme hamlelerinin su yüzüne çıktığı mekânlardan biri aynı zamanda. O bölge, bira bahçeleri ile anılır, sokakların adı Arpasuyu Sokak gibi isimlerdir” dedi. Bomonti Bira Fabrikası’nın yıkılsa dahi kentin hafızasından silinmeyeceğini vurgulayan Bektaş, şunları söyledi: “Burası öyle anılmaz, burası bira fabrikası olarak anılır, siz oraya taksi de yapsanız cami de yapsanız taksiye binen yurttaş ‘Bomonti Bira Fabrikasında ineceğim’ der, bu halk 30 yıl sonra da. Hâlâ Anadolu’da, Ordu’da, Ünye’de Ayanikola’da ineceğim der yurttaşlar. ‘Siz yapın, biz bu travmayı teşhir edeceğiz’

diyeceğiz. Tutmaz, alttan boyası çıkar. Bunlar gelir geçer. Önemli olan, bizim sürecin tanıklığını koymamız.” MAHALLE SAKINI HERIŞÇAKAR: HATIRALARI KOPARIP BOŞLUĞA SAVURDULAR Mahalle sakini ve Komşu Kapısı üyesi Belgin Herişçakar da, yıkım sırasında çok hüzünlendiğini belirterek, “Bir döneme ait, paha biçilemez değerli taşlardan biri kaybolmuş gibi hissettim. Kent belleğinin, biz sakinlerinin geçmişinden bir kesiti, hatıraları koparıp aldılar ve boşluğa savurdular gibi üzüldüm” dedi. “Fabrikanın boş durmasından rahatsız olunuyorsa mahallelinin fikri alınmalı” diyen Herişçakar, “Karar aşamasında katılımcı olmayı beklerdik açıkçası, örneğin ben, bir Semt Tarihi Müzesi veya Şişli Tarihi Müzesi ya da geçmişten

günümüze kadar gelmiş fotoğraflar ile zenginleştirilmiş Bira Fabrikası Müzesi olmasını tercih ederdim. Hem tarihi yaşatır hem de yurt içi veya yurt dışı meraklılarını semte, ziyarete çekerdik. Turizme de katkısı olurdu” diye konuştu.

Çalıştığım işyeri bütün ısrarlarıma rağmen sigortamı yapmıyor, ısrar edersem işten çıkarmakla tehdit ediyor.

11


2020 / Sayı 18

Kapak Fotoğrafı: https://www.sivilsayfalar.org/2018/02/12/munzur-gozeleri-yapilasma-tehdidiyle-karsi-karsiya/

12

Ataş: Dersim’in kutsalları, ziyaretleri tehlike altında Barış Kop / İstanbul

Haber Yazısı

T

unceli Valiliği tarafından yapımına başlanan Munzur Gözeleri’nde peyzaj ve çevre düzenlemesi projeye tepkiler sürüyor. “Munzur Özgür Aksın Meclisi”, yaptığı açıklamada Gözelerin, 1. derece doğal sit alanı olduğunu, projenin doğal inanç merkezinin özünden koparılıp mesire ve ticaret alanına çevrilmek istendiği kaydetti. Munzur Gözeleri’nin bir düzenlemeye ihtiyacı olmadığını savunan 17+ Alevi Kadınlar Grubu’ndan Ataş ise, “Doğa, kutsal bir inanç, ‘binalaştırılmaya’ çalışılıyor” dedi

Tunceli’nin Ovacık İlçesi’nde bulunan ve Alevi inancında kutsal kabul edilen Munzur Gözeleri Rekreasyon Projesi, gösterilen tepkiler nedeniyle gündemdeki yerini koruyor. Tunceli Valiliği’nin koordinasyonunda Fırat Kalkınma Ajansı (FKA) tarafından gündeme getirilip çalışmalarına bir süre önce başlanan projenin 8 milyon lira değerinde olduğu açıklandı. Peyzaj ve çevre düzenlemesini içeren proje kapsamında, Munzur üzerine çelikten köprüler inşa edilecek. Ayrıca, biri hemen gözelerin yanı başında, diğeri ise Gözeler Köyü yakınında iki otopark ile köyün yakınlarında kamping stant

17 Eylül 2020

üniteleri, kurban kesme ve piknik yerleri de yapılacak. Projenin tamamlanmasıyla, gözelere girişler ücretli hale getirilecek. Bölge halkı, Alevi dernekleri, siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) projeye tepkisi devam ediyor. Munzur Özgür Aksın Meclisi tarafından peyzaj düzenlemesine ilişkin yapılan açıklamada, Munzur Gözeleri’nin “1. derece doğal sit alanı” olduğu hatırlatılıp şu ifadelere yer verildi: “Munzur Gözeleri Rekreasyon Projesi, Munzur Vadisi Milli Parkı’nın temel kaynak değeri Munzur Gözeleri ve çevresinde uygulanmak istenmektedir. Anılan proje


kapsamında, çadır kamp alanları, hayvan kesimhanesi, tuvalet, otopark, büfe, stant alanları, yürüyüş parkuru gibi yapılar planlanmaktadır. Munzur Gözeleri ve çevresinde, insan etkileşimini artıracak yapılar öngörülmesi Munzur’a özgü alabalık türünün habitat alanlarına zarar verecek ve anılan türün neslinin yok olması dahi gündeme gelebilecektir. Munzur Gözeleri’nin kaynak bulduğu Ziyaret Köyü ve devamında Ovacık İlçe merkezi dahil 2872 sayılı çevre kanunu gereğince kurulması gereken biyolojik atık su arıtma tesisi kurulmamıştır. Bu bakımdan insan etkileşiminin artırılmasına dönük proje yapılması hukuka aykırıdır. Alevi-Kızılbaş inancı için kutsal bir mekân olan Munzur Gözeleri’nde hayata geçirilmeye çalışılan peyzaj projesi, inancımıza, kültürümüze ve hafızamıza müdahale ile eşdeğerdir. Peyzaj projesi ile doğal bir inanç merkezi özünden koparılarak mesire ve ticaret alanına çevrilmek istenmektedir.” Proje ile yaşanan süreç ile birlikte Alevi inancında önemli bir yer tutan “ziyaretler” ve “Muharrem” ya da diğer bir ismiyle “On İki İmam Matemi” orucu hakkında, 17+ Alevi Kadınlar Grubu’ndan Ceren Ataş’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle: “SORUNLARDAN BIRI DE KADIN ZIYARETLERIN “ERKEKLEŞTIRILMESI”DIR”

Öncelikle, Tunceli’de bitmeyen bir tartışmayla başlamak istiyorum. Munzur Gözeleri’nin durumu yıllardır tartışılıyor. Munzur Gözeleri ve başta Tunceli olmak üzere genelde Aleviler için kutsal kabul edilen “ziyaretlerin”, bölge ve orada yaşayanlar için önemi nedir? Bu soruya cevap vermek için öncelikle Dersim inancında ziyaretlerin ne olduğunu ve önemini açmak gerekiyor. Dersim’deki inancın adı “Raa Haq”tır, yani “Hak Yolu”. Bu inancın kutsallığı Dersim’de mekânlarda ortaya çıkmıştır. Örneğin Munzir Bava, bunlardan en bilinen ziyaret yerlerinden biridir. Bu kutsal mekânlar; dağ, göl, şelale, ağaç, toprak, taş olabilmektedir. Ancak bilinmeli ki bu mekânların hepsinin kendi içinde Raa Haq inanç felsefesini aktaran bir anlatısı vardır ve bu anlatılar yüzyıllardan beri halk anlatıcılığı ile bugünlere ulaşmıştır. Esasında Raa Haq inancı, doğa ve insana dair her olayı kutsal bir ilkeye dayanarak açıklayan panteist, doğa kutsal bir inançtır. Dersimliler Güneş ve Ay’a belli saatlerde, belli günlerde ibadetlerini yaparlar. Bu olmazsa olmaz bir ibadettir. Bu bağlantıda baktığımızda dağın, taşın, suyun, ağacın ve hayvanların kutsallığı şaşırılmayacak bir durumdur. Aynı zamanda bu kutsallar hem kadın hem de erkek sahiplere aittir. Örneğin Duzgin Bava ziyaretinin sahibi Duzgin erkektir,

onun kardeşleri olarak bilinen Xaskar, Jele/Zel, Buyere ziyaretleri kadındır. Bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlardan bir tanesi de kadın ziyaretlerin “erkekleştirilmesi” ve Türkçeleştirilmesidir. Misal; az önce saydığım kadın ziyaretlerden Ana Buyere ziyaretini bugün “Buyer Baba” diye anlatanlar maalesef çoğalmaktadır. Ana Buyere, kırk tane kadın meleği ile birçok öyküsü ve kerameti olan bir dağ ve göldür. Dersim’deki ziyaret yerlerine Kırmancki/Zazaca dilinde “jare” denir. Buralara özellikle perşembe günleri, Xızır ayında, Gağan Bayramı dönemi, Hawtemal yani yıl dönümü, baharın karşılanması günlerinde, Hakk’a yürüyen bir canın hayır zamanlarında veya bir murat dileği için gidilir. Dersim halkı bu kutsal mekânlara tapar, onlarda dilek diler, onlara hizmet eder ve Hakk’ına oralarda yakarır. İnanç meselesi coğrafyadan coğrafyaya, kültürden kültüre değiştiği için Dersim’deki “jare” kültü diğer toplumların yadırgamasına maruz kaldığı gibi her daim iktidarların ve iktidar inançlarının muhafazakâr ve saldırgan fanatiklerinin odağında oldu. Şunu da ekstra vurgulamak istiyorum; bu inanç dişil unsurları vurgulayan bir inanç. Kadınerkek eşitliğini belirten, anaların inanç önderi olduğu, kadın sahipli ziyaretlere tapılan bir inanç. Raa Haq inancının ve bu bağlantıda Dersim’deki kadın unsurların


2020 / Sayı 18

tehlike altında olması hem iç hem dış etkenlerden kaynaklıdır (!). Munzir Bava ziyareti hem inançsal hem de tarihsel olarak çok değerli bir yerdedir. Aşiretlerin birlik beraberlik yeminleri ettiği, suyundan içtiği ortak bir noktadır; ancak buraya senelerdir yapılmak istenen mevcut. Bu suyun şişelenip satılması, baraj yapılmak istenmesi, ziyaretin kirletilmesi, piknik alanına dönüştürülmesi ve bence en önemlisi Munzir Bava anlatısının Raa Haq inancından başka bir inancın anlatısına dönüştürülmesi… Bunların hepsi toplamında Dersim halkının kutsal mekânlarına yapılan saldırıların misalidir. Hakkı bir ağaçta görebilen, akan bir suda bulabilen doğasever toplumun doğasına saldırmak, Hakkına saldırmaktır. Bu bağlamda Munzir Bava ziyaretinin öncelikle Dersim halkı tarafından “piknik alanı” veya popülerlik yeri algısından çıkarılıp oranın kutsallığını tekrar benimsemek ve anlatmak gerekiyor.

14

DOĞA, KUTSAL BIR INANÇ, “BINALAŞTIRILMAYA” ÇALIŞILIYOR Doğaya karşı bir kutsiyet atfedilen Tunceli Alevi inancına, geçmişe oranla fazla hassasiyet gösterilmediğinden söz ediliyor. Geçmişten günümüze doğayla kurulan ilişki ve son duruma ilişkin neler söylemek istersiniz? Geçmişi ve bugünü kendi tecrübelerimden aktarmaya çalışayım. Ben küçükken köyümüze gittiğimizde yapılan ibadetlerde, oradaki kutsal mekânlar çağırılırdı. Yerel kutsallar, Duzgin Bava, Ana Fatma, Xaskar, Xızır… İki sene önce köyümüze dışarıdan gelen bir “Dedenin”, Dersim’deki kutsallara dair tek kelime etmeden ibadet ettiğini ve halkın buna karşı tepkisiz olduğunu gördüm. Esasen farkı da görmüyorlardı. İnsanlar inançlılar ama inançlarının yerelliğinden/ özgünlüğünden uzaklaşmış durumdalar. Şehirlere göçler, Dersim’in insansızlaşması, inanca dair düzenli yapılan saldırılar, Dersim’de yaşamayan Dersimlilerin oraya biçmek istediği politik kimlikler…

Bunların hepsi bana sorarsanız etkili. Bugün insanlar, hangi aşiretten olduklarını, anadillerini, hangi ocağa talip olduklarını bilmiyorlar ve daha da kötüsü bunları önemsememekle birlikte “küçümsüyorlar”. “Ben Kırmançki bilsem ne olur, on sene sonra kim konuşacak bu dili?” diyorlar. Dil bu, içinde Dersim’in söylemleri, kendine has deyişleri, kimliği, geçmişi, alnımızdaki çizgiler, gülüşlerimiz, yaslarımız hepsi anadilimizdedir. İnancımız anadilimizdedir. Biz Xızır’ın, Duzgin’in, Ana Buyere’nin, Munzir’in konuştuğu dili kaybediyoruz. Anadilimizi bıraktığımız zaman Duzgin’e onun olmayan başka bir dilde yakaracağız… Bu şu anlama geliyor: Dersimlilerin Raa Haq inancıyla bağlantısı kopuyor; çünkü aşiret tarihsel bir geçmiştir, anadil insanın kendisidir, bağlı olunan ocak yolun şartıdır, düzenidir. Bunlarla olan bağ kopunca ziyaretler sahipsiz ve kimsesiz kalıyor. Onlar sahipsiz kalınca da halk sahipsiz oluyor. Dersim’de öne çıkan şey kutsal olan mekânlarda Hakk’a, Xızır’a, Güneş’e yakarmak yerini maalesef içi boş bir turistik tura bırakıyor. Şehirlerdeki Alevilik, bugün maalesef cem evinde cenazelerde Türkçe namaz kılmayı meşrulaştıran, kadınlara başörtüsü dağıtan, tek tip bir ezberi inanç ritüeline dönüştü. Maalesef Alevilik adına hak arama amacıyla yola çıkan kanaat önderlerinin inancı bu yönde anlatmasından Dersimliler de nasibini aldı. Duzgin Bava’daki (Düzgün Baba) Cem evinde yapılan cem erkânlarının eski cem ritüelleri ile ne kadar benzerliği var? Aslında bu soru için Duzgin Bava’da bir Cem evi olması çok iyi bir örnek. Duzgin Bava kutsal bir dağ, kutsal bir ziyaret. Ama bu dağın dibine bir Cem evi dikilmiş. Dağa merdiven döşenmiş. O dağa eskiler yalınayak ve evet “zorlanarak” çıkarlardı. Ziyaretin amacı zaten sabretmek ve ermek, nasıl kolaylaşsın diye merdiven döşenir? Duzgin oraya merdivenle mi çıkmış ki biz merdivene basa basa gidelim? Muhteşem bir tezat ve bu tezat, doğanın, kutsal bir inancın nasıl “binalaştırılmaya” çalışıldığını

güzel özetliyor. “DERSIM’IN KUTSALLARI, ZIYARETLERI, INANCI TEHLIKE ALTINDA” Munzur Gözeleri için Valilik tarafından başlatılan 8 milyon değerindeki projeyle, Gözelerin korunacağı, eski görüntüsünden kurtulacağı söylenirken; bölgede yaşayanlar, Alevi kurumları ve siyasi çevreler projeye tepki gösterdi. Munzur Gözeleri’nin eski hali hakkındaki eleştirilerinizi nasıl sıralarsınız? Projeye olan bakış açınız nedir? Bana sorarsanız Dersim’de büyük bir suskunluk var. Elbette projeye tepki veren arkadaşlarımız oldu ama bütüne baktığımızda çok yetersiz. Daha önce Xızır’ın evi sular altında kaldı, bu çok büyük bir darbeydi ve sonrasını toparlamak mümkün olmadı sanki. Yer yerinden oynamalı, Munzir’in durumu için; ama oynamıyor. Ancak daha geçmişine de bakarsak, Dersim halkı mesela Munzır suyunun şişelenmesine de karşı çıkmalıydı, kutsal bir suyu alıp işleyip şişeye koyarsanız o ziyarete bakışınızı aşağı çekmiş olursunuz. Oraya kirli su akıtılıyor. İnsanlar çöp atıyorlar ve daha niceleri! Bu bağlamda diyebilirim ki Munzir Gözeleri’nin bir düzenlemeye ihtiyacı yok, aksine doğal haline bırakılmasına ihtiyacı var. Suyun toprakla aşk haline, hayvanlarla konuşmasına, üzerine değen güneş ve ay ışıklarına; halkın da Munzir Bava’ya gidip yakarmaya, binlerce yıldır yaptığı gibi tüm muratlarını oraya bırakmaya ihtiyacı var. Munzir ziyaretinin gerek iç gerekse dış tehlikelerden uzaklaştırılmasına ihtiyaç var. Munzir Bava bir örnek olarak öne çıkıyor ancak bilinmeli ki Dersim’in kutsalları, ziyaretleri, hayvanları, suları ve inancı tehlike altındadır. Dersim’in Milli Köyü, yine kutsal ziyaretin olduğu bir bölgedir ve oraya taş ocakları yapılıyor. Orada kutsallar yok oluyor. Sadece Munzir’a odaklanılıyor gibi geliyor bana ancak bir üstlük meselesi söz konusu olmadan hepsine aynı hassasiyeti göstermeliyiz.


2020 / Sayı 18

COVID-19’dan Sonra Binalardaki Gizli Tehlike: Lejyoner Hastalığı

S

algının ardından eski yaşama dönerken uzun süre boş kalıp kullanılmayan ofis, okul ve diğer binalar, bir başka enfeksiyon hastalığı riskini arttırıyor. Belirtileri, Covid-19’a çok benzeyen Lejyoner hastalığı, kişiden kişiye yayılmıyor, nadir görülüyor ancak o da ölümcül olabiliyor. Ve uygulanacak korunma yolları, Covid-19 ile aynı değil. Küresel koronavirüs salgınları, okulların, spor salonlarının, ofislerin ve diğer binaların daha önce hiç görülmemiş bir ölçekte kapatılmasına neden oldu. Şimdi,

ülkeler koronavirüsle mücadele ederken aynı zamanda kontrollü olarak eski yaşamlarına dönme çabası veriyor. İnsanlar ev, iş yerleri ve okullara döndükçe bir başka tehlike ile karşı karşıyalar. Daha önce terk edilmiş bu binalar başka bir enfeksiyon hastalığı için bir üreme alanı haline geliyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Aydanur Mihmanlı, bu gizli hastalığa dikkat çekiyor. Mihmanlı, ‘Lejyoner hastalığı, Lejyonella pnömofili bakterisini içeren su damlacıklarının solunması sonucu oluşuyor. Oldukça nadir görülüyor, ancak kilitlenme sırasında binaların uzun

29 Eylül 2020

süre kullanılmamasından dolayı bu binalar hastalık riskini daha çok arttırıyor’ diyor. Lejyoner hastalığı nedir? Mihmanlı, Lejyoner hastalığı veya Legionellosis, Legionella türlerinin neden olduğu ciddi bir akciğer enfeksiyonu olduğuna dikkat çekerek, ciddi zatürreye neden olduğunu vurguluyor. Mihmanlı, “Hastalık belirtileri COVID-19 belirtileri ile birbirine çok benzemektedir. Ateş, kuru öksürük, nefes darlığı ve kas ağrısı lejyoner hastalığı ile COVİD-19 ortak semptomları arasında yer alıyor’ görüşünü dile getiriyor. Ulusal Tıp Kütüphanesi

Haber Yazısı

Ramazan Eles / Adıyaman

15


2020 / Sayı 18

16

PudMed, COVID-19’dan farklı olarak Lejyoner hastalığı kişiden kişiye yayılmaz, ancak duş başlıkları, musluklar, klima sistemleri, kapı kolları, pencere kollarında ve batarya başlıkları gibi kaynaklardan gelen kirli hava yoluyla bulaşan su damlacıklarından bulaşma riskinin daha yüksek olduğuna işaret ediyor. Buzfeed News’te yer alan ‘Bir Eyalet Fuarında Sıcak Küvet Sergisinde Lejyoner Salgınından Dört Kişi Öldü’ başlıklı haberine göre, Lejyoner hastalığı bazı durumlarda ölümcül olabiliyor ve aynı anda birden fazla insanı enfekte edebiliyor. ABD’nin Kuzey Carolina bölgesinde lejyoner hastalığından 124 kişinin hastalığa yakalandığı ve dört kişinin öldüğü açıklandı. Biyofilmde Lejyonella büyümesine neden olan faktörler. Tüm su sistemleri bu öngörülebilir ve önlenebilir kirlenme riski altında, ancak kullanılmayan ve hizmet dışı bırakılmış binalar özellikle riski büyütüyor. Bunun nedeni, aralıklı olarak bina ve ekipman kullanımının ve temizliğinin kesintiye uğramasının ve suyun durgunluk olasılığını artırması ve bunun da Lejyonella salgının oluşturmasında yüksek risk taşıyor. Amerikan Mikrobiyoloji Toplumu yayınladığı makalede, dünyada Lejyonella salgının görülmesinde, son 20 yılda vakalarda yüzde 800 artış yaşandığını açıkladı. Kamu binalarındaki görülen riskin yanı sıra, koronavirüs pandemisinin bir sonucu olarak evde uzun süreli kalmak lejyoner hastalığının görülmesinde de

yüksek bir risk taşıyor. Business Cloud tarafından yayınlanan haberde, ABD’nin Kuzey Carolina bölgesinde görülen örnekteki gibi, sıcak küvetler uygun şekilde temizlenmediklerinde veya dezenfekte edilmediklerinde Lejyoner hastalığı için bir üreme alanı haline gelebildiğinin altı çiziliyor. COVID-19 VE LEJYONER HASTALIĞI Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Aydanur Mihmanlı, Lejyoner hastalığı için risk altındaki grupların büyük ölçüde COVID-19 ile aynı olduğunu anımsatıyor ve vakaların yüzde 90’ının 45 yaşın üzerindeki insanlarda görüldüğünü, bu grupların üçte ikisinin erkek olduğunu söylüyor. Mihmanlı, “Kronik akciğer hastalığına ve diyabet gibi diğer hastalıklara sahip olmak, tıpkı COVID-19’da olduğu gibi Lejyoner hastalığında da kaynaklanan belirtileri arasında yer alıyor. Ancak COVID-19 ile mücadele stratejisi Lejyoner hastalığı içinde uygulanacak korunma yolları ile aynı değil” diyor. COVID-19 hastalığından şüphelenilen kişilerden, hastalığı başkalarına geçmesini önlemek için tipik olarak 14 günlük bir süre boyunca kendi kendilerini izole etmeleri istenir. Ancak Lejyoner hastalığı kişiden kişiye geçemez ve semptomlar yedi günlük bir süre içinde önemli ölçüde belirtileri gösterir. Lejyonerlere bir bakteri neden olduğu için antibiyotiklerle hızlı tedavi hayati önem taşır. Tedaviyi geciktirmek, ciddi solunum yetmezliğine neden olabilir. Bu yüzden erken tanı ciddi

anlamda korunmayı sağlar. İyileşen COVID-19 hastalarında Lejyoner hastalığının ek riski şu anda bilinmiyor. Medrxiv’in açıkladığı bilgilere göre, Çin ve Japonya’daki koronavirüs vakalarının incelenmesi sonucu, COVID-19 hastalarının yüzde 20’sinde Legionella bakterisinin enfekte olduğu açıklandı. Bu nedenle, koronavirüs hastalarının Lejyonerler gibi toplum tarafından edinilen diğer enfeksiyonlara karşı daha savunmasız olduğu ve tıbbi tesislerde ve ekipmanlarda kolayca üreyebildiği için hastanede bulaşma riski altında olduğu da savunuluyor. Mihmanlı, “Ayrıca önümüzdeki aylarda grip ve şiddetli solunum semptomları ile başvuranlarda koronavirüs için negatif test sonuçları derhal Lejyoner hastalığı testine sevk edilmeli ve sadece tek başına iyileşmeye teşvik edilmemelidir. Bunun hayatta kalma ve iyileşme oranları üzerinde büyük bir etkisi olabilir” diyor. İŞYERLERINDE ASIL GÜVENDE KALINIR? Legionella, ofisler, okullar, kolejler, sağlık hizmetleri ortamları ve fabrikalar gibi günlük yerlerde hızla bir halk sağlığı sorunu haline gelebilir. Gıda sağlığı ARGE çalışmaları yapan Diatek, İşverenlerin yasal olarak işçi sağlığını Lejyonella enfeksiyonuna karşı nasıl korunması gerektiğini açıklıyor: “Ülkeler kilitlenmeden çıktıkça, daha önce uzun süre kapalı kalan binalar önce tüm su sistemleri için kapsamlı bir kontrolü yapılmalıdır. Binalarda, tesislerde ve fabrikalarda etkili bir şekilde yapılan bakımlar lejyoner hastalığına karşı tehditleri ortadan kaldıracaktır.”


2020 / Sayı 18

17

Batmanlı kadınlar: Kent ve sokaklar kadın eliyle güzelleşir 29 Eylül 2020

Haber Yazısı

Adem Baran / Batman


2020 / Sayı 18

18

K

adına yönelik şiddete ve koronavirüse karşı alınan önlemlere dikkat çekmek amacıyla sokaklara figürler çizen Batmanlı kadınlar, hem farkındalık yaratma hem tek tipleştirilen kentlere yeni bir silüet kazandırmayı hedefliyor. Projeyle, çocukların kaynaşabilecekleri, sosyal birlikteliğin sağlanabileceği etkinlikler de yapılıyor Batman’ın en eski yerleşkelerinden biri olan Kısmet Mahallesi’nde yaşayan kadınlar, son zamanlarda artış gösteren kadına yönelik şiddete ve koronavirüse karşı dikkat çekmek amacıyla Yıldız Tüzer öncülüğünde sokaklara renk katmaya başladı. Pandemi süreci ile birlikte evlerine çekilen aileler, tekrar sosyalleşmenin sağlanabilmesine yönelik böyle bir projeye imza attı. Yoğun ilgi ile karşılaştıklarını belirten Tüzer, “Kadının emeğini, azmini ve gücünü göstermek amacıyla aramıza katılmak isteyen erkeklere ‘hayır’ dedik. Biz tek başımıza kentimizi de sokaklarımızı da güzelleştirebiliriz dedik” sözleriyle çalışmalarını tanımladı.

“KADINA YÖNELIK ŞIDDET MEŞRULAŞTIRILAMAZ” Anne olan ve kadın kuaförü olarak çalışan Tüzer, bu projeye ilk başta destek veren arkadaşları arasında Bahar İnsel, Hatice Yargı ve Kardelen İnsel olduğunu bildirdi. Batman ve bölgede yoğun olarak karşılarına çıkan en büyük sorunlardan biri olan kadına yönelik şiddete dikkat çekmek amacıyla duvarlara çizdikleri figürler ile farkındalık yaratmaya çalıştıklarını vurgulayan Tüzer, şunları söyledi: “Sokaklarımızın duvarlarına figürler resmederek başladık bu projeye. Başlangıçta kimseden destek almadan koronavirüse dair mahalleliye farkındalık kazandırabilmek adına figürler çizdik. Ancak amacımız sadece koronavirüse karşı önlemler aldırmaya yönelik değildi. Bunun yanında başka bir amacımız da kadına yönelik şiddetin kabul edilebilir bir durum olmadığı, meşrulaştırılamayacağı idi. Bunlara dair figürler çizmeye başladık.” BATMAN YENI BIR ÇEHREYE BÜRÜNECEK Kenti bambaşka çehreye büründürmek gibi büyük bir

idealleri olduğuna değinen kadınlardan Bahar İnsel, yaptıkları çalışmalar ile şehir içi ve dışından yüzlerce kişinin mahalleye gelip fotoğraf çektiğini ifade etti. Olumlu geri dönüşler aldıklarını belirten İnsel, gerçekleştirdikleri bu proje ile tek tipleştirilen kentleri yeni bir silüet kazandırmak istediklerini vurguladı. “AMACIMIZ, DAHA ÇOK BIREYLERE DOKUNMAK” Mahalledeki diğer kadınlar ile başladıkları bu projede amaçlarının sadece sokakları boyamaktan, figürler çizmekten ibaret olmadığına işaret eden İnsel, “Çocuklar ile birlikte de sosyal aktivitelerimiz devam etmekte. Çocukların beraber kaynaşabilecekleri, sosyal birlikteliğin sağlanabileceği etkinlikler mahallemizin daha iyi koşullara sahip olmasına zemin hazırlamaktadır. Amacımız daha iyi olanaklar ile daha geniş alanlara yayılmak ve daha çok bireye dokunmaktır” diye konuştu.


2020 / Sayı 18

“Beyine çip”te insanı bekleyen tehlikeler…

E

lon Musk’ın, nörolojik hastaların tedavisi için beyne çip takılmasını öngören Neuralink Projesi, bilim adamlarını arasında tartışılıyor. Beyine takılan çip, insanı ne kadar değiştirebilir, kişiliği, zekâ seviyesi ve davranışlarını ne ölçüde etkiler? Bir kısım bilim adamı, insanın kişiliği ve kimliğini değiştirmenin mümkün olmadığını belirtirken, bir bölümü ise on yıl içinde “hafıza nakli” de dahil önemli gelişmeler olabileceği görüşünde Amerikalı iş insanı Elon Musk’ın, beyine çip takılmasına öngören Neuralink Projesi, nörolojik hastalıklarla birlikte dil

öğrenimini sağlayacağı iddiasında olmakla birlikte, bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz insanın robotlaşması ve zihin kontrolü gibi gelişmelerin de olabileceği kuşkularıyla ilgili tartışmalara yol açtı. Beyine takılan çip, insanı ne kadar değiştirebilir? Kişiliği, zekâ seviyesi ve davranışlarını ne ölçüde etkileyebilir? 24 Saat Gazetesi olarak görüşlerini aldığımız uzmanlar da iki farklı görüşü savundular. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ebru Akçapınar Sezer, beyine takılan çipin kişiliği değişmeyeceği ve robotlaşmayacağını savunup kötü kullanım nedeniyle teknolojiden vazgeçilemeyeceği ve

2 Ekim 2020

“şeytanlaştırılmaması” görüşünde. Üsküdar Üniversitesi’nden Doç. Dr. Korkut Ulucan, on yıllık sürede çiple ilgili önemli gelişmeler olabileceğini, zekânın arttırılabileceği, zihnin kontrol edilebileceğini bildirdi. ODTÜ’den Doç. Dr. Erol Şahin, sinirbilim araştırmalarının artık daha kolay yapılabileceğine işaret ederken Medipol Üniversitesi’nden Op. Dr Ali Zırh ise, “hafıza nakli” de dahil konuyla ilgili birçok şeyin şimdilik bilinmez olduğuna dikkat çekti. ROBOTLAŞTIRABILMEK IÇIN… Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ebru

Haber Yazısı

Ayla Ganioğlu / Ankara

19


2020 / Sayı 18

20

Akçapınar Sezer, beyine takılacak çiple kişiliğin değişmeyeceği ve robotlaşmayacağını savunanlardan. Prof. Dr. Sezer, Musk’ın modelinde, insan beynine gönderilmesi hedeflenen sinyallerin ilk etapta beynin kendi içindeki iletişim sinyalleri olduğunu belirterek şu değerlendirmede bulundu: “Neuralink, başarıldığında çiple verilecek sinyalle açlık hissiniz ortadan kaldırılabilir. Ama örneğin benim adımın Ebru olduğunu değiştiremeyiz. Bilişsel bir değişiklik olabilmesi, robotlaştırabilmek için insan beyninin bilgi saklama modelinin bilinmesi gerekir; aidiyetim, anılarım, tecrübelerim gibi özel şeylerimin de… İnsan olarak anılarımızı nasıl saklıyoruz, zamana göre mi, duyguya göre mi? Bu da tam bilinmiyor. Kişiye göre değişip değişmediği de bilinmiyor. Kişiyi robotlaştırmak ancak o kişinin bilincini, bilgisini, anılarını, tecrübelerini ele geçirmekle mümkün olabilir.” İnsan beyni ile ilgili sinyal tabanlı iletişim ve insan-makina etkileşimlerinin yeni olmayan bir çalışma alanı olduğuna değinen Prof. Dr. Sezer, projeyi önemli kılan şeyin, enerji sorununu çözmesi olduğunu belirtti. Prof. Dr. Sezer, “Acıktığımızda, âşık olduğumuzda, kızdığımızda hangi sinyali oluşturduğumuzu beyinden birebir okuyabilmenin bu deneyle sağlanabileceğini gördük. Musk’ın modeliyle, bu izlemenin tamamen kişiselleştirilmiş bir şekilde yapılabilmesi beyinde sinir iletimine yerleştirilmiş küçük elektrotlarla okunması mümkün olacak” dedi. DIL ÖĞRETECEK MI? Dil öğrenmek için çipe gerek kalmayacağını, yapay zekâyla dil öğreniminin boyut değiştirdiğini; yapay zekânın, yabancı dil öğrenmeden, konuşmayı ya da anlaşmayı sağlayacak çözümler getireceğini bildiren Prof. Dr. Sezer, otomatik çeviri ve seslendirme ile, yakın gelecekte herkesin çok dilli olmasının sağlayabileceğini söyledi. Prof. Dr. Sezer, beyin içi sinyal aktarılamaması nedeniyle oluşan felç gibi, doğumlarla gelen bazı engelli hastalıkların, bu tür çalışmalarla ortadan

kaldırılabileceğini ya da etkisinin azaltılabileceğini bildirdi. “ZIHIN KONTROLÜNE YOL AÇABILIR” Üsküdar Üniversitesi öğretim üyesi ve Disiplinlerarası Beyin Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Korkut Ulucan, şu anda beyin pilinin parkinson ve nörolojik hastalarda kullanıldığını ancak Musk’un açıklamalarını çok farklı olduğunu kaydetti. Doç. Dr. Ulucan, beyine çiple ilgili öngörülerini şu şekilde sıraladı: “Beynin öğrenme, düşünme yapısı anlaşılırsa, nasıl öğrendiğimizi bilirsek, o zaman davranış kalıplarını değiştirebiliriz. Bu buluşla düşünce okuma da gerçekleşecek. On yıl önce bugün tartıştıklarımızı söylesek gülerdik. Ama şimdi ben bile korkuyorum. Öyle bir noktaya geldik ki bir damla kandan bile hangi kansere yatkın olup olmadığımızı anlıyoruz. Beyin dinamiğini de her geçen gün yeniden anlıyoruz. Bu gelişme zihin kontrolüne de yol açar. Bilim kurgu filmlerindekiler gerçekleşir. O filmlerin danışmanları da bilim adamları. Düşünce okunursa, davranış kalıpları değiştirilebilir. Ancak şu an insanı etkilemeleri zor. Davranış kalıplarını belirleyen beyindeki merkezleri şu an az çok biliyoruz. Bu çiplerle, nokta atışıyla ansiyetimiz olmayacak belki, belki hep mutlu olacak insanlar. Depresyondan çıkaracak. Çip varsa beni istediği duygu durumuna sokabilecek, istediği rüyayı görmemi sağlayacak. Çiplerin ehil ve uzmanlar tarafından kullanılması gerekiyor. Ama insanların onayı olmadan, kontrol dışı kullanımını yapmaya kalkanlar olabilir. Korkulan yanı da bu. İnsanın robotlaştırılması riski var. Bilimin kötü kullanımı olabilir, acı çekmeyen asker yapalım diyebilirler. Zekâyı artırabilirler. Belli bir toplumun zekâsını artırabilir, bunun aksi de olabilir. Diğer toplumlar için başka şey yapabilirler. Belli bir popülasyonu, ırkı öne çıkarmaya yönelik şeyler olabilir. Çip takıldığında birçok özelliğinizi kapatabilirler. Belli kelimelerin kullanılmasını engelleyebilirler. On yıla kalmadan çok ilginç şeyler olabilir. Korkuyorum.”

SINIRBILIM ARAŞTIRMALARININ ARTIK DAHA KOLAY ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Erol Şahin, Neuralink’in yaptıklarının mühendislik açısından oldukça önemli ve sinirbilim ve tıp alanındaki çalışmaları hızlandıracak bir implant prototipi olduğunu belirterek, bunun, 40-50 yıldır bilim adamlarının genellikle maymun gibi hayvanların beyinlerine elektrot sokularak yapılan sinirbilim araştırmalarının artık daha kolay yapılabilmesinin yolunu açtığına dikkat çekti. Doç. Dr. Şahin, Neuralink’in iki önemli teknolojik yenilik içerdiğini, birincisinin, kafatasının delinmesi ve binin üzerinde elektrotun beyine damarları delmeden yerleştirilmesini sağlayan bir robotik cerrahi sistemi, ikincisinin de elektrotların gerçek zamanlı ve kablosuz olarak bilgisayara veri iletilebilmesi ve oradan gelen uyarı komutlarını beyne verebilen elektrot implantının bulunması olduğunu söyledi. Beyin-makine etkileşimi konusunda yapılan çalışmaların, beyinden alınacak kaba sinyaller üzerinden insan ve hayvanların robot kollarını idare eder bir şekilde kullanılabileceğini gösterdiğini belirten Doç. Dr. Şahin, Neurolink’in ilk uygulamasının, felç olmuş insanlara bu implant üzerinden robotik kolları veya tekerlekli sandalyelerini kumanda edebilme imkânı sunacağının altını çizdi. KÖTÜYE KULLANIM! Doç. Dr. Şahin, kötüye kullanımın mümkün olabileceğini ancak bunun gelişmeden vazgeçilmesine neden olamayacağına işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Ateşten bu yana her teknolojik gelişmenin iyi veya kötü olarak kullanılma imkânı sağlar. Ateşi yemeğinizi pişirmek için kullanabileceğiniz gibi, ormanları, insanları yakmakta da kullanabilirsiniz. Neuralink’in teknolojisinin geleceğe yönelik projeksiyonlarını düşünürken bunu aklımızdan çıkarmadan gerekçi olarak değerlendirmemiz, kötüye kullanımını sınırlandıracak kuralların oluşmasını desteklememiz ve onu kötü


2020 / Sayı 18

kullanım potansiyellerini büyütüp ‘şeytanlaştırmamamız’ gerekmekte.” Farelerde yapılan araştırmalarda beyindeki zevk/ acı alma merkezlerinin uyarılması ile onların davranışlarının değiştirilebildiğinin üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçtiğini dile getiren Doç. Dr. Şahin, değerlendirmelerini şöyle tamamladı: “Hamamböceklerinin sinir sistemlerine bağlanan elektrotlar ile onların hareketlerinin kontrol edilebildiği de 20 yıl önce gösterilmişti. Ama bu gösterimler, bunca zamandır uygulamaya geçmedi. Bu uygulamalar, onların var olmayan algılar hissetmesine, -halüsinasyon diye düşünebilirsiniz- ve dolayısıyla hareketinin yönünü değiştirmesini sağlıyordu. Neuralink’in sunumunu yaptığı teknoloji bu türde uygulamaların önünü açıyor gibi görünse de aslında pek de büyük bir adım değil.” HAFIZAYA ETKILERI… Medipol Üniversitesi Parkinson Hastalığı ve Hareket Bozuklukları Merkezi (PARMER) Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Ali Zırh, Musk’ın Neuralink Projesi’nin, uzun yıllardır gerek beyinin yüzey kısmından, gerekse de beyinin derin bölgelerine, değişik

boyut ve özellikte elektrotlar yerleştirerek bilgi toplama; hatta bazı durumlarda beyine elektrik verme çaba ve uygulamalarının en modern örneklerinden biri olduğunu belirtti. “Neuralink Projesi ile toplayacağımız bilgilerin hangi yöntemle ‘hafıza’ olarak saklanabileceği ve ileride ‘hafıza nakli’ olarak gerçekleştirilebileceği de oldukça merak uyandırıcı olmasının yanı sıra şimdilik bilinmezliğini korumakta” uyarısında bulunan Op. Dr. Zırh, beyinin günümüzde temelde elektrik akımı vererek şu üç şekilde uyarabildiğini açıkladı: “Bunlardan biri kafatasını açmadan bir başlık yardımıyla beyne dışarıdan elektromanyetik dalgalar göndermek, diğeri beyin yüzeyine yerleştirdiğimiz elektrotlardan elektrik akımı vererek beyni uyarabildiğimiz yöntem. Üçüncüsü ise, başta parkinson hastalığı, distoni ve titremelerini olduğu hareket bozukluklarında ve bazı beyin rahatsızlıklarında uyguladığımız ‘Derin Beyin Stimülasyonu’dur. Bu yöntem ile de beynin içerisine elektrotlar yerleştirerek beynin derin bölgelerini uyarabilmekteyiz. Bu yöntemleri yıllardır başarı ile uyguluyoruz. Beyne ve sinir sistemine elektrik akımı veren ve ‘Nörostimülatör’ adını verdiğimiz

cihazlarla dışarıdan şarj edilebilen teknoloji de yakın zamanda insan üzerinde klinik uygulamaya girmiş durumda. Neuralink’in beyin pillerinden farkına gelince; Neuralink direk kafatasında cilt altına yerleştiriliyor ve çok sayıda ince elektrot ile beynin yüzeyini uyarıyor.” Neuralink teknoloji cihazının 24 saatte bir şarj edilirken, halen kullanılan ve şarj edilen beyin pillerinde ise 1-2 haftada bir şarj edilme gereksinimi duyulduğunu ve pil ömrünün 20-25 yıl civarında olduğunu vurgulayan Op. Dr. Zırh, sözlerini şöyle bitirdi: “Beyin pili teknolojisinin gelecekteki versiyonu olarak da isimlendirebileceğimiz Neuralink ile ilgili heyecan veren nokta ise, bilgi transfer edilebilir bir teknolojiyi bugün 1024, yarın ise çok daha fazla sayıda elektrotu bir arada kullanabilerek yapabiliyor olmamız ve beyinden bilgi toplama konusunda hızla ilerleyebilmemiz. Şu andaki gerçekçi hedef ve planımız da bilgi toplama üzerine olmalı ve zaten o şekilde gerçekleşebiliyor. Elde ettiğimiz bilgiyi ne şekilde kullanabileceğimiz ya da geriye yükleyip yükleyemeyeceğimiz ise henüz bilinmiyor.”

21


2020 / Sayı 18

Van’da yüzyılların geleneği Tevfik Kurt / Van

Haber Yazısı

22

K

eçi kılından yapılan ve yaklaşık 600 yıllık geçmişe sahip yöresel bir ayakkabı olan “Reşik”, Van’daki Mecit ustanın elinde yeniden hayat buluyor Bundan 600 yıl önce insanların ayakkabı olarak giydikleri, keçi kılı ile kendirden yapılan, yöresel bir ayakkabı olan “Reşik”, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya iken Van’da Mecit Emen’in elinde yeniden hayat buluyor. Adı bile unutulmaya yüz tutan reşik üretimi, bir hayli zor. Küçük atölyelerde ustalar, asırlık bir kültür mirası olan bir çift reşik ayakkabı için bir gün uğraşıyor. Reşiği el emeğiyle üreterek başta Avrupa olmak üzere birçok ülkeye gönderen Mecit usta, geleneksel reşiğin üzerine, başta Urartu figürleri olmak üzere yerel ve tarihi desenlerle farklı motifler katıyor. Özelikleri bakımında su geçirmeyen reşik ayakkabısı birçok hastalığa iyi geldiği gibi yaklaşık 50 yıllık bir dayanma süresi bulunuyor.

KOÇER BIR KADININ GIRIŞIMIYLE HAYAT BULDU Reşik ayakkabısının dedelerinden kendilerine kalan bir miras olduğunu dile getiren reşik ustası Mecit Emen, reşiğin hikâyesini şöyle anlattı: “Ben 32 yıldır ayakkabı yapıyorum. Bu reşiğin bizde bir hikâyesi var. Bir gün bize bir reşik geldi. Desenleri yapılmıştı. Tabanı kalmıştı. ‘Sündüz’ adlı bir kadın getirdi. Biz ne olduğunu anlamadık. Fakat Sündüz Ablanın ısrarı üzerine biz bir taban yaptık ve reşiği yaptıktan sonra çok farklı bir şey ortaya çıktı. Sonra Sündüz Abla, düzenli desenini yapıp getiriyordu, bizde tabanını yapıp tamamlıyorduk. Sündüz Abla vefat ettikten sonra biz bu geleneği bırakmadık. Hocalardan da destek alarak geliştirdik.” Şu an reşiği birçok ülkeye gönderdiklerini de belirten Emen, yeni desenlerle reşik kültürünü yaşatarak geliştirdiklerini vurguladı. REŞIK ILE BIRLIKTE REŞIK USTALARI DA YETIŞTIRILIYOR Mecit ustanın yanında yetişen

1 Ekim 2020

ve 20 yıldır reşik yaptığını bildiren reşik ustalarından Muhammet Emen, “Günümüzde ayakkabı sektörü çok geliştiği için yöresel tarzlar kaybolmaya yüz tuttu. Herkesin bıraktığı, uğraşmadığı, ilgi duymadığı bir kültürü yeniden yaşatmak için gayret sarf ediyoruz” diye konuştu. Keçi kılından yapılan reşiğin birçok avantajı bulunduğuna değinen Emen, “Reşik çok zor çürür ve su tutmaz. Karda bile çok rahat giyilebilir. Sadece vatandaşlar değil, işletmeler ve oteller de bu ayakkabıyı turistik amaçlı kullanabilirler. Van’da ürettiğimiz reşiklere en çok turistler ilgi gösteriyor. Bizim dışımızda yapan yoktur” açıklamasının ardından eşiğin birçok aşamadan geçtiğini ve tamamen bir el ürünü olduğunu kaydetti. Reşike en fazla Avrupa ülkeleri ilgi gösterdiğini, birçok Avrupa ülkesine kargoyla reşik gönderdiklerini dile getiren Mecit Usta, Türkiye’de bu geleneğin görülmemesinden dolayı büyük üzüntü duyuyor.


2020 / Sayı 18

Eczaneler, grip ve zatürre aşısı çıkmazında Eda Narin / İstanbul

G

rip ve zatürre aşısına talep fazla, fakat talebi karşılayacak stok yok. Eczacılar, grip aşısının gelip gelmeyeceğini bilmiyor. Tüm Eczacı İşverenler Sendikası, eczane başına bir zatürre aşısı düştüğünü aşıların bulamamasının sorumlusunun eczacılar olmadığını açıklarken, İstanbul Eczacı Odası Başkanı Eczacı Sarıalioğlu, bu yıl grip aşısı talebini karşılamaktan çok uzak olunacağının göründüğünü, zatürre aşılarının büyük bir kısmının devlet tarafından satın alındığını belirtiyor Sonbaharın gelmesi ve Covid-19 vaka sayılarının artış göstermesiyle yurttaşlar, grip ve zatürre aşısı telaşına girdi. Grip

ve zatürre aşılarının kendilerini, Covid-19’dan korumayacağını bilmelerine rağmen yurttaşlar vaka sayılarının artması ile birlikte eczanelere akın ediyor. Konuştuğumuz bazı yurttaşların iddialarına göre, eczanelerde aşı listeleri oluşmuş durumda. İddialar doğrultusunda biz de farklı farklı birçok eczaneye giderek grip ve zatürre aşısı stoklarını ve yoğunluğu sorduk. “AŞININ GELIP GELMEYECEĞI BELLI DEĞIL” İlk olarak girdiğimiz eczaneden şunları söylüyor: “Geçen yıl ekimde gelmesi gereken aşı aralıkta geldi ve sadece 5 tane geldi. Bu yıl böyle bir durumda ne olur bilmiyoruz. O yüzden biz aşı listesi falan

23

3 Ekim 2020

yapmadık. Zatürre aşısı şimdi depoda yok. Grip aşısının da gelip gelmeyeceği belli bile değil.” Bir sonraki eczaneden sadece “Biz de artık hiçbir şey bilmiyoruz” açıklaması alıyoruz. Eczacının yüzündeki ifade ve ses tonu, her gün aynı soruya ne kadar çok maruz kaldığını gösteriyor. Sırayla cadde üzerindeki her eczaneye girip sorduğumuz aynı sorunun cevabı değişmiyor: “Gelip gelmeyeceği belli değil.” ÖZEL HASTANEDE ZATÜRRE AŞISININ BEDELI: 670 TL Eczanelerde durum böyle iken özel hastanelerdeki durumu merak edip birkaç özel hastaneyi bilgi almak için arıyoruz. Çoğu, telefonda bilgi vermezken;


2020 / Sayı 18

birkaçı grip aşısının henüz gelmediğini fakat zatürre aşısının yapıldığını söylüyor. Özel bir hastane en net yanıtı vererek, grip aşısının henüz gelmediğini fakat zatürre aşısı için öncelikle göğüs hastalıkları bölümünden randevu alıp muayene olunması gerektiğini, ardından da doktorun aşı için yönlendirdiğini bildirdi. Bu hastanenin fiyatları ise, göğüs hastalıkları muayene 300 TL, zatürre aşısı 370 TL. Yani bu özel hastanede zatürre aşısı olmak isterseniz minimum 670 TL ödemeniz gerekiyor.

24

TEİS: ECZANE BAŞINA ANCAK BIR ZATÜRRE AŞISI DÜŞÜYOR Eczanelerin grip aşısı ile ilgili kaygılarını Tüm Eczacı İşverenler Sendikası’na (TEİS) aktarmak ve bazı sorular yöneltmek istediğimizde ulaştığımız yetkili, kendilerinin de bu durumdan etkilendiklerini söyleyip bizimle 3 Eylül’de yayınladıkları basın açıklamalarını paylaşıyor. “Eczane başına ancak bir zatürre aşısı düşüyor” başlığı ile yayınlanan açıklamada, “Virüsün yol açtığı hastalığın daha ağır seyretmesini önleyen zatürre aşısı zor temin ediliyor” ifadeleri yer alıyor. TEİS Genel Başkanı Eczacı Nurten Saydan’ın görüşlerinin olduğu açıklamada Saydan şu değerlendirmede bulunuyor: “Her eczaneye bir tane olacak adette dahi dağıtımı yapılamayan aşılar sebebiyle vatandaşlar zatürre aşısı bulmakta zorlanıyorlar. Aşılar bir an önce kolay bulunabilir hale getirilmelidir. Aşılama dünyada ve ülkemizde bulaşıcı hastalıklara karşı en önemli koruyucu sağlık hizmetidir. Aşılama her yıl milyonlarca insanın hayatını kurtarıyor. Coronavirüsün aşı çalışmaları tüm dünyada sürerken, aşı bulununcaya kadar kendimizi ve etrafımızı korumaya ve dikkatli olmaya devam etmemiz gerekiyor. Bağışıklık sistemimiz sağlam olmalı, bunun içinde aşılardan yardım almalıyız. Zatürre aşısı Corona virüs enfeksiyonuna karşı kişiyi korumuyor, ancak eşlik eden enfeksiyonların sayısını azaltıyor ve bağışıklık sistemini uyararak gerçek bakteri ile karşılaştığında daha kolay veya daha az ilaç kullanarak bu hastalığın tedavi edilmesini

sağlıyor. Ancak yok denecek kadar az gelen aşılar sebebiyle maalesef vatandaşlarımız eczanelerimize geldiklerinde bu aşılara ulaşamamaktadır. Bu vesile ile; vatandaşlarımızın eczanelerimizde bu aşıları bulamamasının sorumlusunun eczacılar olmadığını, bu aşıların kolay bulunabilir hale getirilmesi gerektiğini kamuoyunun bilgisine sunarız.” “GRIP AŞISI TALEBI KARŞILAMAKTAN ÇOK UZAK OLACAK” Aşılara yönelik talebi konuştuğumuz İstanbul Eczacı Odası Başkanı Eczacı Cenap Sarıalioğlu, Covid-19 süreci nedeniyle grip ve zatürre aşısına talebin büyük oranda arttığına dikkat çekip “Vatandaşlarımız her iki aşı için eczanelerimize gelerek isimlerini yazdırıyor. Eczanede defterlerimize yazdığımız isim listeleri her geçen gün uzuyor” dedi. Grip aşısının ekim ayının başı itibarıyla eczanelere gelmesini bekledikleri bilgisini paylaşan Sarıalioğlu, “Türkiye geçen sene 1 milyon 300 bin grip aşısı ithal etmişti ve ülkemize gelen bu aşılar talebi karşılamamıştı. Üretici firma, Covid-19 pandemisinden sonra tüm dünyada grip aşısı talebi arttığı için bu sene de aynı miktarda aşı getireceğini bizlere bildirdi. Görünen o ki grip aşısı bu sene talebi karşılamaktan çok uzak olacak” diyor. “ZATÜRRE AŞILARININ BÜYÜK KISMI DEVLET TARAFINDAN SATIN ALINDI” Sarıalioğlu, zatürre aşısına ilişkin şu bilgileri veriyor: “Zatürre aşısı, şu anda parti parti firma tarafından getiriliyor. Zatürre aşılarının büyük bir kısmı devlet tarafından satın alındı. Sağlık Bakanlığı, çocuklar, 65 yaş üstü vatandaşlar ve kronik hastalar için zatürre aşılarını aile sağlığı merkezlerine ve hastanelere gönderiyor. Bu grupta yer alan kişiler, aile sağlığı merkezleri ve hastanelerde ücretsiz olarak zatürre aşısı yaptırabiliyor. Ancak çocuklar, 65 yaş üstünde olmayan ve kronik hastalığı bulunmayan kişiler önümüzdeki kış döneminde

zatürre aşısı olmak isterse, bu talebi karşılayacak aşı eczanelerimizde bulunmuyor. Eylül ayı başında 40 bin adet zatürre aşısı eczanelerimize geldi. Türkiye’de 25 bin eczane olduğu düşünüldüğünde, eczane başına bir-iki adet gelen aşı talebi karşılamaktan çok uzak kaldı. Firmalardan aldığımız bilgilere göre her 15 günde bir eczanelerimize aşı gelecek. Ancak eczanelerimize ulaşacak bu aşıların talebi karşılayacağını düşünmüyoruz” “SORUNUN SORUMLUSU ECZACILAR DEĞIL” Eczanelerde yaşadıkları sorunlara değinerek Sarıalioğlu, sözlerini sonlandırıyor: “Eczanelerimizde zaman zaman hastalarımızın taleplerini karşılayamıyor olmaktan kaynaklı sorunlar yaşayabiliyoruz. Vatandaşlarımıza bu sorunun sorumlusunun eczacılar olmadığını bir kez daha vurgulamak istiyorum. Aşının eczanelerimize ulaştırılmasına ilişkin planlama ve fiyatların belirlenmesi Sağlık Bakanlığı’nca yapılıyor. Bakanlığın vatandaşlarımızı mağdur etmeyecek bir planlama yapması gerektiğini düşünüyor ve yapacağına inanıyoruz.” “GRIP AŞISI HER SENE YAPILMALI” Son olarak görüşlerine başvurduğumuz Aile Hekimi Tuncay Çeliker ise, grip ve zatürre aşısı gibi aşıların halk sağlığı ve koruyucu sağlık hizmetleri açısından vazgeçilmez olduğunun altını çizerek “Grip aşısı her sene yapılmalı” uyarısında bulundu. Çeliker, “Zatürre aşısı normalde çocuklara yaptığımız ama 2 yıldır 65 yaş üstü herkes ve geri kalan nüfusta riskli bireylere uyguladığımız bir aşı. Ancak bana göre tüm nüfusa uygulamamız gereken bir aşı. Ayrıca grip ve zatürre aşısının halk arasında dolaştığı gibi Covid-19 virüsü ile bir alakası yok. Bu virüse karşı koruyucu değil. Ancak istisnasız tüm toplum aşılanmalı” diye konuştu.


2020 / Sayı 18

“Barış gazeteciliği” nasıl yapılıyor?

S

erbest gazeteci Utku, barış dilinin geçerli olmadığı toplumların hep gergin olduğunu belirtip savaş durumunda tüm vatandaşların mağdur olacağının unutulduğunu söyledi. Berberakis, özellikle Türkiye medyasının karşı tarafın görüşlerine hiç yer vermemesini eleştirip “Bizim asli işimiz nabız tutmaktır, aktarmaktır, kışkırtmak değil” dedi Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim, son haftaların pandemiden sonraki en önemli gündemi. Karşılıklı “savaş” sözcüğünün telaffuz edildiği şu gerilimli günlerde; iki ülke medyasının itidalden hayli uzak bir dil sergilediği görülüyor. Gazeteciler Murat Utku, Stelyo Berberakis

ve Murat Sabuncu ile Üsküdar Üniversitesi’nden Prof. Süleyman İrvan ile çatışma ve kriz dönemlerinde barış gazeteciliğini, barış dilini kullanmanın önemini konuştuk. Halen serbest gazetecilik yapan ve ana akımda çalışırken çok sayıda savaş ve çatışma izleyen Gazeteci Murat Utku, barış dilinin geçerli olmadığı toplumların hep gergin olduğuna dikkat çekip “İki komşu ülke savaşa girerse mağdurların sadece siyasiler ve askerler değil, tüm vatandaşlar olduğu unutuluyor” dedi. Türkiye’de medyanın gazetecilik fonksiyonlarını yitirip birer parti bültenine dönüştüğünü ileri süren Utku “Hâlbuki barış dili ve barış gazeteciliği yaşatır. Barış dili, dünyayı ve toplumu algılamayı

5 Ekim 2020

gerektiren bir dildir, zordur, emek gerektirir. Savaşın dili ise çok kolaydır, başka kimseyi anlamak zorunda değilsiniz, herkesin size düşman olduğunu düşünürsünüz ve bu ön kabulle yaşarsınız” diye konuştu. Barış gazeteciliğinin, barışın dilini dünyaya hâkim kılmanın önemli bir yolu olduğunu dile getiren Utku, bu nedenle editör ve muhabirlerin, hangi hikâyeleri işleyecekleri, hangi detayları başlığa çekeceklerinin önemli olduğuna işaret edip “Çatışmaları, şiddet dışı yaklaşımlar üzerinden değerlendirmek bizi gerçeğe daha çok yaklaştırır” saptamasında bulundu. Türkiye ve Yunanistan basının gerilime dair attığı milliyetçi ve provokatif başlıkların kabul

Haber Yazısı

Müjgan Halis / İstanbul

25


2020 / Sayı 18

edilemez olduğunu belirten Utku, “Gazeteciliğin milliyeti, dini, dili yoktur. Gazeteciliğin tek bir dili vardır, o da barış dilidir” dedi.

26

BERBERAKİS: ASIL İŞ NABIZ TUTMAK KIŞKIRTMAK DEĞİL Uzun yıllardır Yunanistan’da yaşayan ve Türkiye’deki pek çok yayın organının temsilciliğini yapan gazeteci Stelyo Berberakis ise, “Türkiye ve Yunanistan, mesela Norveç ile Danimarka gibi medeni ülkeler olsalar, bunları oturup konuşabilirler, sınırları belirleyebilirler. Ama bunu becerebileceklerini zannetmiyorum. O yüzden tek yol, uluslararası mahkemelere başvurmak gibi görünüyor” açıklamasıyla umutsuz bir tablo çizdi. 35 yıllık gazetecilik hayatında iki ülke arasında pek çok gerilime tanıklık ettiğini ama bu kadar büyük bir gerilimin ilk kez yaşandığını dile getiren Berberakis, özellikle Türkiye medyasının karşı tarafın görüşlerine hiç yer vermemesini de eleştirdi. Yunanistan’da Kathimerini Gazetesi’nin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tam sayfa makalesini yayınladığını, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın SKY Televizyonu’na konuştuğu bilgisini veren Berberakis “Türk kanallarına bakıyorum, ‘Yunanistan savaş mı istiyor?’ diye altyazılar geçiyor. ‘Haddinizi bilin, bunun bedelini ödemeye hazır mısınız’ diye başlıklar atılıyor. Böyle bir dil yoktu eskiden. Bizim asli işimiz nabız tutmaktır, aktarmaktır, kışkırtmak değil” değerlendirmesinde bulundu.

PROF. İRVAN: İYİ GAZETECİLİK BARIŞ GAZETECİLİĞİDİR İki ülke arasındaki gerilime, kullanılan dile ve yapılan gazeteciliğe dair yorumlarını aldığımız Üsküdar Üniversitesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü Başkanı Prof. Süleyman İrvan, Türkiye’de muhalefetin de iktidarı dış meselelerde yani “ulusal çıkarlarda” eleştiremediğini, hatta daha fazla ajite ettiğine işaret edip “Bu yüzden gazetecilik tamamen monolitik bir iş haline dönüştü” dedi. Türk-Yunan sorunlarının çözülememiş ve çözülmesi de oldukça zor sorunlar olduğunu aktaran İrvan, bu yüzden barış gazeteciliğinin yapılamadığını ifade edip sözlerini şöyle sürdürdü: “Her şeyden önce gazetecinin, sorunların barışçıl yollarla çözümleneceğine ikna olması, bunu öne çıkaran bir gazetecilik anlayışına sahip olması lazım. Savaşı özendirmeyen, barışı, işbirliği, diyalogu özendiren bir dille yayın yapmalıdır. Gazetecilik, bu tür gerilim anlarında çok önemli bir işleve sahiptir. İyi gazetecilik, barış gazeteciliğidir.” SABUNCU: GAZETECİ HERKESE EŞİT MESAFEDE OLANDIR Gerilimle ilgili bir makale kaleme alan Gazeteci Murat Sabuncu ise, gazetecinin haber kaynaklarına eşit mesafede olması gerektiğini hatırlatıp “Gazetecinin düşmanı da olmaz, dostu da olmaz. Gazeteci, herkese eşit mesafede olandır. Kendi yaşadığı ülke de buna dahildir. Çünkü iktidarlar, bugün vardır yarın yoktur, ama halklar her zaman vardır.

Yunanistan için de bu geçerli. Mühim olan halklardır, doğrulardır, savaş karşıtlığıdır, uzlaşmanın peşinde olabilmektir” vurgusu yaptı. Doğu Akdeniz gerilimini “içeriye dönük bir hamle” olarak değerlendiren Sabuncu, şunları söyledi: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden sonra dış politika adı altında içeriye yönelik bir politika dizisi izleniyor. Dışişleri Bakanlığı tamamen devre dışı kalmış durumda. O yüzden sadece Türkiye-Yunanistan diye okumamak lazım. Bu genel olarak, içeriye dönük, dış politikayı kullanma zincirinin son halkası. Türkiye benzer durumlarda çok ciddi geri adımlar da atmış bir ülke. Rahip Brunson vakası bunun bir örneği.” Türkiye’de barış gazeteciliğinin yapılacağına dair umudunun olup olmadığı sorumuza ise Sabuncu şu yanıtı veriyor: “Er ya da geç Türkiye, yeniden diplomasinin, barışın, demokrasinin, hukukun konuşulduğu bir ülke olacak, buna inanıyorum. Türkiye’deki gençlerin eğilimlerinden, isteklerinden, taleplerinden, konuşmalarından, anketlerden görüyorum bunu. Türk gençlerinden görüyorum, Kürt gençlerinden görüyorum. Bu memleketin popülist bir algı ile daha fazla yönetilemeyeceğini görüyorum. Ve barışın, barış gazeteciliğinin çok önemli olduğunu yineliyorum ve barışın er ya da geç bu ülkede sağlanacağını düşünüyorum. Türkiye makul çoğunluğun var olduğu bir ülkedir.”


2020 / Sayı 18

27

Turizmin parlayan yıldızı Van’da oteller kapanıyor 8 Ekim 2020

Haber Yazısı

Muhammetemin Sari / Hakkari


2020 / Sayı 18

28

Pandemiden en fazla etkilenen sektörlerin başında gelen turizm, umutların bağlandığı yaz sezonundan da beklediğini bulamadı. Türkiye’nin önemli turizm merkezleriyle yarışan, bölgesinin en yüksek potansiyeline sahip illerinden biri olan Van’da sektör, özellikle de otel işletmecileri çok zor günler yaşıyor İlk kez şubat ayında Çin’de ortaya çıkan ve hızla tüm dünyaya yayılan Korana salgını, aradan geçen 9 aydan sonra bile hâlâ tüm dünyada yaşamı olumsuz etkiliyor. İlk zamanlarda soğuk havalarla ilişkilendirilen Covid-19 virüsü, yılın en yüksek sıcaklıklarının yaşandığı zamanlarda bile etkisini yitirmeyerek ölümlere yol açmaya devam ediyor. 11 Mart’ta ilk vakanın yaşandığı Türkiye’de, pandemi sürecinin başarıyla yönetildiği iddialarının aksine, son günlerde tekrar yüksek sayıda ölümler görülmeye başlandı. Bu arada salgının ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri de gittikçe artıyor. Pandemiden en fazla etkilenen sektörlerin başında gelen turizm, umutlarını bağladığı yaz sezonundan da beklediğini bulamadı. Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinin yanında pandemi öncesine kadar bölgenin en yüksek turizm potansiyeline sahip illerinden biri olan Van’da da turizm sektörü ve özellikle otel işletmecileri çok zor günler yaşıyor.

Pandemi öncesi süreçte doğası, tarihi ve diğer kültürel değerleriyle başta İran ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden çok sayıda misafir ağırlayan Van’da, artan talepten dolayı birçok yeni, apart ve süit otel açılmış, iş merkezleri ve turistlere hizmet verecek çok sayıda yeni işletme kurulmuştu. Pandeminin başlamasından hemen sonra başlayan seyahat yasakları kapsamında başta Kapıköy, Üzümlü ve Habur Sınır kapılarının kapatılmasıyla tüm bu yeni işletmeler boş kaldı ve birçoğu kepenklerini kapatmıştı. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Van Otelciler Derneği Başkanı ve Royal Berk Otel’in sahibi Reşat Yeşilağaç, pandemi öncesi ve sonrasına ilişkin şunları söyledi: “Pandemiden önce Van’da 60 tane otel vardı ve sektör olarak ortalama 3 bin kişiyi istihdam ediyorduk. O dönemde otellerimizin doluluk oranı da yüzde 90 civarındaydı. Pandemi süresinde ise bir-iki otel dışında tümü kapandı ve bütün elemanlarımızı süresiz izne gönderdik. Bu dönemde açık olan otellerin doluluk oranı ise yüzde 10-15 civardaydı.” Yeşilağaç’ın da belirttiği gibi pandemi öncesi yaklaşık 3 bin istihdam sağlayan otelcilik sektörü, pandemi sonrasında çalışanların büyük bölümünü süresiz izne ayırmış. Pandeminin etkisini azaltacağını umdukları yaz sezonuna hazırlanan sektör,

içine girdiği ekonomik krizle baş etmeye çalışıyor. Van Otelciler Derneği Başkanı Yeşilağaç, Van’da hizmet veren otellerin mevcut durumu ve çözüm önerilerini de şöyle sıraladı: “Şu an otellerimizin tamamı açık doluluk oranlarımız yüzde 25-30 civarında. Gün geçtikçe zarar ediyoruz, bir an önce turizme yeni destek paketleri bekliyoruz. Antalya için Ruslar ne ise Van içinde İran o derece önemli. Umarım en kısa zamanda pandemi biter bizde eski yoğunluğumuza döneriz.” Van’ın en eski otellerinden Merit Şahmaran Otel’in Müdürü Recep Sulhan da konuya ilişin şu değerlendirmede bulundu: “Otelimiz Van’ın en köklü otellerinden biri ve ciddi bir müşteri potansiyeline sahip. Pandemi öncesinde ortalama yüzde 90 doluluk oranlarında olan otelimizin pandemi başladıktan sonra oran yüzde 25-30’lara düştü. Biz buna rağmen otelimizi hep açık tuttuk ama artık bu oranlarla çalışanlarımıza maaş ödemekte bile zorlanıyoruz. Sadece biz değil tüm sektörlerin pandemiden olumsuz etkilendiğini biliyoruz. Umarım pandemi bir an önce kontrol altına alınır ve tüm mağduriyetler giderilir. Ama bu aşamada kapsamlı ekonomik tedbirlerin alınması ve sektörümüzü ayakta tutacak destelerin verilmesi gerekiyor.”


2020 / Sayı 18

29

Van’da tarihe direnen “40 Değirmenler” onarılmayı bekliyor 10 Ekim 2020

Haber Yazısı

Keje Güler / Van


2020 / Sayı 18

Mehmet Sıddık Yılmaz

U

30

rartulardan kalan yaklaşık 3 bin yıllık, yan yana ve aynı su kaynağından beslenen 40 Değirmenler, onarılmayı bekliyor. Bir önceki Gürpınar Belediye Başkanı Yıldız, değirmenlerin onarılması kararı aldıklarını ancak hayata geçiremediklerini söylerken korumaya alınması çağrısında bulundu. Tarihi değirmenlerden birinin tadilatını yapan ilçedeki son değirmen ustası Yılmaz, tamamını onarmaya hazır olduğunu söyledi Van merkeze 20 Km. uzaklıktaki Gürpınar İlçe merkezinde bulunan ve tarihi kaynaklara göre, Urartular tarafından yapılan 40 değirmen (Çil Aş), birkaç metre aralıklarla yan yana duruyor. Urartu döneminden kalan yaklaşık 2 bin 700 yıllık 40 değirmen, onarılmayı bekliyor. Tamamı aynı su kaynağından beslenen tarihi değirmenlerin, 15 tanesi 2010 yılına kadar faaldi. Değirmenlerin tamamı daha sonra üretim yapılmamasından dolayı kapandı. Bazı değirmenler eve dönüştürülürken, kalanlar yıkılmaya terk edildi. BIR TARIH YOK OLUYOR Gürpınar’ın bir mahallesine ismini veren tarihi Kırkdeğirmenler, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Urartular zamanında Şamran

Kanalı ile birlikte inşa edilen 40 değirmen, şimdi harabeye döndü. 2016 yılından Gürpınar Belediye Başkanı seçilen ve 2017 yılından görevden alınarak yerine kayyum atanan Zeki Yıldız, belediye olarak en önemli projelerinden birinin 40 değirmenin onarılarak üretime ve turizme kazandırmak olduğunu ancak görevden alındığı için bu projeyi hayata geçiremediklerini belirtti. Görevden alınmalarına neden olan yargılamayla ilgili olarak belediye personeli ile birlikte yargılandıkları davadan beraat ettiklerini bildiren Yıldız, “Gürpınar, onlarca tarihi yapıya sahip bir yer. Bunlardan biri de tarihi değirmenlerdir. Biz göreve geldiğimizde, ilk işimiz burayı sit alanı olarak kayıt altına aldırdık. Sonrasında yan yana dizili 40 değirmenin onarılarak hem üretime hem turizme kazandırmak için çalışma başlattık. Ancak göreve devam edemediğimizden süreci tamamlayamadık” açıklamasında bulundu. Belediye eski Başkanı Yıldız, değirmenlerin özelliğiyle ilgili de şu bilgileri verip koruma altına alınması çağrısı yaptı: “Gürpınar Ovası, çok verimli bir alandır. Zaten tarihte de ilçe sınırlarında bulunan Hoşap Kalesi hem barınma hem de depo olarak kullanılmış. Bu değirmenlerden öğütülen un, kalede depolarda

muhafaza ediliyordu. Buralarda yüzlerce insan geçimini sağlıyordu. Dünyanın hiçbir yerinde teknoloji kullanılmadan aktif olarak çalıştırılan 40 değirmen yoktur. Bu önemli bir mirastır ve yok olmadan koruma altına alınmalıdır.” SON DEĞIRMEN USTASI, TAMAMINI ONARMAYA HAZIR Tarihi değirmenlerden birini tadilattan geçirerek tekrar faal durumuna getiren ilçe sakinlerinden Mehmet Sıddık Yılmaz, kendisinin ilçede kalan son değirmen ustası olduğunu söyledi. Değirmenlerin isimlerini sayılarından aldığına değinip buradaki unun tadının başka olduğunu vurgulayan Yılmaz, şunları anlattı: “Burada yan yana dizilen 40 değirmen bulunmaktaydı. Bunların tamamı teknolojiden uzak suyun gücü ile çalışmaktaydı. Burada kepekli ve tadı bambaşka bir un elde ediliyordu. Bir zamanlar bu değirmenlerin önünde insanlar buğdayı un yapmak için günlerce nöbet bekliyordu. Her biri birer fabrikaydı. Ancak şu an bizim onardığımızın dışında faal olan değirmen yok. Eğer imkân verilirse ve bir destek olursa ben bunların tamamını onarmaya hazırım. Yeter ki imkân olsun. Zaten bunlar koruma altına alınıp onarılmazsa tamamı yok olup gidecek. Birkaç yıl sonra sadece ismi kalacak.”


2020 / Sayı 18

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Articles inside

Turizmin parlayan yıldızı Van’da oteller kapanıyor

2min
pages 27-28

Van’da tarihe direnen “40 Değirmenler” onarılmayı bekliyor

2min
pages 29-31

Barış gazeteciliği” nasıl yapılıyor?

3min
pages 25-26

Van’da yüzyılların geleneği

1min
page 22

Beyine çip”te insanı bekleyen tehlikeler

6min
pages 19-21

Ataş: Dersim’in kutsalları, ziyaretleri tehlike altında

7min
pages 12-14

Eczaneler, grip ve zatürre aşısı çıkmazında

4min
pages 23-24

COVID-19’dan Sonra Binalardaki Gizli Tehlike: Lejyoner Hastalığı

3min
pages 15-16

Batmanlı kadınlar: Kent ve sokaklar kadın eliyle güzelleşir

1min
pages 17-18

Tarihi Bomonti Bira Fabrikası Diyanet’e devredildi

4min
pages 9-11

Hakkâri ve Van’ın doğası yok ediliyor

3min
pages 6-8
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.