9. Köy 2019 - Sayı 6

Page 1

2019 / Sayı 6

1


2019 / Sayı 6

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan

Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten

Veri Uzmanı Umut Irmaksever

Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan Destek Prog. Uzm. Merve Kambur Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak Editör Göksel Bozkurt

Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven Çevirmen Ozan Acar Araştırmacılar Dicle Ekmekçi Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal


2019 / Sayı 6

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka$ Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2019 / Sayı 6

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2019 / Sayı 6

İçindekiler

Amatör ruhla gelen başarı hikayesi

6

Günen: Soyut kavramı sanatçının hayat görüşüne göre şekillenir

9

“Çöpü sıfırlama” hayalinin ilk adımı, “çöpü azaltmak”

11

UNESCO dünya mirasında yer alan Pınara ve Alınca

13

Ekonomik Alternatif Tatil: Kamp

16

Dünya Şampiyonu Kerem Kamal 24 Saat’e konuştu

18

4 yılda 1600 inşaat işçisi yaşamını yitirdi

20

Cimnastiğe 2 yaşında başlanır

22

Dijital bağımlılık tehdit mi? (1.Bölüm)

24

Dijital bağımlılık tehdit mi? (2.Bölüm)

26

SGK yasası emeklileri mağdur ediyor

28

5


2019 / Sayı 6

6

Amatör ruhla gelen başarı hikayesi

Yusuf Özgür Bülbül / Bursa

Haber Yazısı

A

matör ruhun 2. Lige taşıdığı Muşspor’un yaşayan futbolcularından Raşit Zozik, dönemin taraftarı ve kenetlenen bir şehrin ruhuyla 3. Ligden 2. Lige nasıl çıktıklarını anlattı. Dönemin zorlu koşullarında kumanya hazırlayarak farklı illere maça gittiklerini belirten Zozik, 3 metre karda eksi 30 derecede maça gelen ve maça yetişememe korkusuyla bir gün önceden stada gelip yatan taraftarların desteği ve amatör ruh sayesinde şampiyon olup ardından 2. Ligde başarıyı yakaladıklarını ifade etti. 1984 yılında kurulan Muşspor 3. ve 2. Ligde çeşitli başarılara imza attı. Rengini sarı Muş tütünü

ve kar beyazından alan takımın eski kalecisi Raşit Zozik, dönemin futbol aşkını ve taraftarların desteğiyle nasıl başarılı olduklarını 24 saat gazetesine anlattı. 1970 yılında Muş’a bağlı Yaygın Beldesi’nde dünyaya gelen Zozik, amatör olarak Yaygın, Şenova ve Muratspor’dan sonra Muşspor’da oynamaya başladı. “Benim ilk Trabzonspor aşkım da Trabzon’da çıkarttığım lisansla başladı. Profesyonel olarak Muşspor kariyerimiz böylelikle başladı. 3. Ligde 3 yıl oynadıktan sonra şampiyon olup 2. Lig’e çıktık” diyen Zozik, o dönemki ruhu hatırlatmak ve yeniden yakalamak için dönemin takım malzemecisi Bülent

30 Eylül 2019

Bingöl’le birlikte ücretsiz olarak hemşerilerine 49 numaralı bir forma hediye ettiklerini kaydetti. “3 METRE KARDA EKSİ 30’DA BİR TARAFTAR ÇOLUK ÇOCUKLA MAÇA GELİR Mİ?” Zozik, “10 binlerce taraftarımızı hatırlatmak için bir forma kampanyası başlattık. Hepsine 49 numaralı isim ve soy isimleriyle birer forma hediye ediyoruz ücretsiz olarak. Ben ve dönemin malzemeci Bilosu olarak bilinen Bülent Bingöl’le birlikte elimizden geldiğince takımımızın adını yaşatmaya çalışacağız. Amacımız ilimizi ve takımımızı gündeme getirmek. Tüm halkımız kenetlenmeli,


2019 / Sayı 6

plakamız bir: 49. Muşlu olup ben 16’yım, 35’im demiyor. Çekememezlik yapmadan el ele verip takımızı yeniden o ruha kavuşturmamız lazım” dedi. Zozik, amatör ruhtan beslenen Muşspor sevgisini şöyle anlattı: “Muşspor taraftarını anlatamam 3 metre karda gelen ve duvarlardan atlayıp yağmurda, çamurda takımını yalnız bırakmadı. Taraftar belki her yerde taraftar ama bizimkiler farklı bir taraftar. Eksi 30’da bir taraftar çoluk çocukla maça gelir mi? Bir gün önceden stada gelip yatan insanlar bilirim. Ben yarın maça gelemeyebilirim diye önceden gelenler, antrenmanlar hakeza. Düşünün stadımız çamurlu, spor müdürlüğü yöneticileri stat bozulur diye çamurlu sahayı bize vermiyordu. Antrenmandan çıkıp hamama gideceğiz otobüs yok, otostop yapıyoruz taksiler bizi alıyor. Çamurluyuz diyoruz binin diyorlar size kurban olsun. Yemeğe gidiyoruz lokantacı diyor kimse para vermiyor ama size yemek vermezsek Muş bizi taşlar, size nankörlük etmiş oluruz. Bunlara şahit olduk. Bu şartlarda şampiyon olduk. Yatacak yer yok, şartlar zor. Taraftar eşofmanlarımızı ve ayakkabılarımızı alıp evlerinde yıkayıp getiriyorlardı…” Oyuncu kadrosunu sayan Zozik, “Kaleci ben, Ömer ağabey, Haluk Çetin, sağbek Orhan, sol bek İbrahim, stoper Turgay, orta saha Tuncay, Murat, Ömer İlgen, Vedat Taşdemir, Hasan Özbek, Mehmet Kaya, Levent Arnas, İhsan, Mınık lakaplı Mehmet, Selami Yatıcı, kaptanımız Burhan, Şavaklı Bilo santrafor, Suat Çavuşoğlu, Erol Alemdar” dedikten sonra dönemin taraftarının inanmış bir ruha sahip olduğunu ve başarıya kilitlendiğine dikkat çekti. “2 EVLADIM VAR, BİRİSİ ÖLSÜN BU TAKIM ŞAMPİYON OLSUN” Taraftarlarla yaşadığı özel anılarını ilk kez anlatan Zozik, şöyle konuştu: “Bu süreç kolay bir süreç değil. Büyük emeklerle o günlere geldik. Varlıkta, yoklukta, çamurda, yağmurda peşimize düşüp deplasmanlara gelirlerdi. Binlerce taraftarımız baklavalarıyla antrenmanlara gelirdiler. Karda, kışta tabi o şartlarda 2. Lige çıktık. Şampiyon olmadan önce

cefakar taraftarımızın lafları kulaklarımızdan gitmiyor. Bahçelievler’de bir gün bir taraftarımız beni durdurdu ve beni çok etkiledi. Bana şampiyon olacak mıyız? diye sordu. İnşallah olacağız dedim. Bana dedi ki, ‘2 evladım var, birisi ölsün bu takım şampiyon olsun’ o an belki o duyguları tam olarak anlayamadım ama şimdi 2 çocuğum var. Allah onun çocuklarını da bağışlasın. Bir taraftar bir çocuğum ölsün, takım şampiyon olsun diyorsa şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Bir takım evladında, çocuğunda önüne geçebiliyormuş. Bu çok farklı bir duyguydu. Otostop yapıp kamyonlara binip deplasmana maçlara gelen taraftarlarımız vardı. Otellerde yatamayıp arabalarında yatan, yemek parası olmayan, cep harçlığıyla bizlere çay ısmarlayan, tatlı getiren o cefakar taraftarı unutmadık.” “AMATÖR RUH MUŞSPOR’A BAŞARIYI GETİRDİ“ Dönemin zorlu koşullarında küçük bir şehrin inanmış taraftarlarının desteğiyle dönemin 2. Liginde (şu an ki PTT 1. Lig) başarıyı getiren asıl unsurun amatör ruh olduğunun altını çizen eski kaleci Zozik, şöyle konuştu: “Bir gün Tunceli maçına gidiyoruz fırtına ve tipi var. 7 saat tipide kaldık. Yol açıldı sabah 4’te Tunceli’ye gittik. Maçımızı yaptık 0-0 bitmişti o zaman maç. Deplasmanlar hep çileli tabi. Kumanya yapardık, bazen yemek bulamazdık. Yoktu yokluktu. Bir şeyi amatör ruhla yaparsan başarı gelir. Biz amatör ruhla yaptık. Profesyonelce yapayım dersen maddiyata dökülür. Bu şartlarda bakıyorum bu paralara ben o zaman ki performansımı 10’a katlardım. Kolum sakattı, doktor 1 ay antrenmana çıkma diyordu ben 4 gün sonra maça çıkıyordum. Orta saha oyuncumuz Murat vardı, kolu kırılmış hoca dışarı çık diyor o ben oynayacağım diyor. Bu tabi amatör ruh azmidir.” “YAŞARKEN GÖR” DEYİP ADINA FUTBOL TURNUVASI DÜZENLENDİ Muşspor kariyerinin ardından çeşitli profesyonel takımlarda da bir süre futbol hayatına devam eden Zozik, ardından Bursa’ya

yerleşti. Memleketinde adına futbol turnuvası ve spor şenlikleri düzenlendi. Çok duygulandığını dile getiren Zozik, sözlerini şöyle tamamladı: “Adıma Raşit Zozik turnuvası düzenlendi. Çok duygulandım. Yaygın Beldesi’nde böyle bir spor şenliği yapıldı. Yaygın Belediye Başkanı, yöneticiler, beldem ve il spor federasyonuna çok teşekkür ediyorum. Ben yaşıyorum dedim olsun yaşarken gör dediler. 2 yıl üst üste gittim onur duydum. Parayla olacak şeyler değil bunlar. Bir ve beraber olursak tekrar o ruhu yakalayabiliriz. Nazım Hikmet’in dediği gibi dün diye bir şey yok. Yarın çok uzakta bugünü yaşa. Onun için birbirimizi sevelim ve memleketimize sahip çıkalım. Biz her yerde Muşluyuz.”

7


2019 / Sayı 6

8


2019 / Sayı 6

Günen: Soyut kavramı sanatçının hayat görüşüne göre şekillenir Cengiz Aldemir/ Ankara

olduğu ve yapısının çok farklılıklar gösterebileceğini ve sorun buradan kaynaklı olduğu söylüyor. “SOYUT KAVRAMI SANATÇININ HAYAT GÖRÜŞÜNE GÖRE ŞEKİLLENİR” Soyutun, beş duyu organlarıyla algılanamayan düşünce ve kavramlar olduğunu belirten Ressam Mustafa Günen’e göre soyut sanat; nesnesi olmayan, belirsiz kabulleri somutlaştırma uğraşı. Soyut biçimlerin tamamı aslını temsil etmeyen, yalnızca insanın anlam verip kabul ettiği desen ve renk kombinasyonlarından oluşmakta. Günen, sanatçının varlık değerlendirmesinin,

4 Ekim 2019

evrenin var oluşuyla ilgili katıldığı modelleri, inançları dâhil evrensel ve kendi kültürel değer yargılarına, kısaca hayat görüşüne göre şekilleneceğini ve ‘hangi soyut’ sorununun ise burada başladığını belirtiyor. “SOYUT, SOMUT BİYOLOJİK SONUÇLARDIR” Varlık sorunsalının insan zihninin en temel konusu olduğuna dikkat çeken Ressam Günen, bu konunun felsefe alanına girdiğini ve bu alanın çeşitliliğine vurgu yapıyor: “Empresyonist veya pozitivist, materyalist açısından bakarsanız, ampirik yapı; yani duyu organları vasıtasıyla algılanabilen, natürel,

Haber Yazısı

R

esim sanatı üzerinde soyut kavramı tartışmaları bitecek gibi görünmüyor. Kimi sanatçılar soyut kavramını belirsizlik olarak anlamlandırırken, ünlü ressam Mustafa Günen ise soyut resmin sanatçının yaşam felsefesine göre şekillendiği görüşünde. “Soyut resim ama hangi soyut?” tartışmasını 24 Saat Gazetesine değerlendiren dünyaca ünlü Deniz Ressamı Mustafa Günen, birçok sanatçının, soyut resim algısını yalnızca belirsizlik anlamına indirgediğine tepkili. Soyut resimde çok farklı bağlamlar olduğunu kaydeden Sanatçı Günen, buna bağlı olarak sanatçının zihnindeki soyut gerçekliğin ne

9


2019 / Sayı 6

10  fizik evren gerçektir. Bu felsefelere göre soyut denilen algı ve kabullerin kökeninde de doğanın yapısal sonuçları vardır. Tüm soyut var kabulleri, biyolojik yapıda olan beynimizin doğal şartlar karşısında ihtiyaç ve arzulardan kaynaklanan etkilenmelerdir. Yani metafizik etken diye bir şey yoktur. Soyut, somut bütün ilgilerimiz duygularımız biyolojik sonuçlardır. Birbirine zıt iki farklı zihniyete sahip sanatçılar, neredeyse birbirine tıpa tıp benzer eser yapmış olsunlar. Sanatçısının zihnindeki soyut değerler farklı olduğu için eserler aynı soyutluğu taşımayacaklardır. İşte bunun için soyut ama hangi soyut dedim.” “SOYUT, BİÇİMDEN OLUŞAN BİR DÜNYA TASARIMI” Picasso’nun,” Sanatta devrim, salt yeni bir dünya tasarımıdır” sözünü hatırlatan sanatçı Günen, “Soyut bir resmin yüzeyindeki biçim, yani form, renk düzeneği, sadece kendini temsil eder. Arkasında soyut veya somut hiçbir nesneyi, bizim var dediğimiz

hiçbir şeyi temsil etmez. Yalnızca biçimden oluşan kendine özgü bir dünya tasarımıdır” dedi. Soyut sanatın sadece düşüncede değil, aynı zamanda pratikleştirme sürecinin de olduğunu belirten Günen, konu her ne kadar soyut olursa olsun neticede onu somut bir objeye dönüştürülebileceğini, düşüncenin kendisinde ya da onu objeleştirirken uyumsuzluk, tutarsızlık gibi sorunların olabileceğini söylüyor. Günen pratikteki birincil sorunu ise şöyle anlatıyor: ”Diyelim ki Marcel Brion ve diğerlerinin tanımladığı şekilde kendine özgü doğa dışı salt biçimlerden oluşmuş bir resim yaptınız. Yani kurama uyarak natürel evreni, doğayı tamamen dışlandınız. Yapıtınız sadece form, çizgi, renk kombinasyonlarından oluşmuş bir tasarım objesidir. Buraya kadar güzel! Ancak aynı soyut resimdekine benzer form, çizgi, renklerden oluşturulmuş dekoratif amaçlı duvar panoları, duvar kâğıtları da var. Yani görsel

olarak içerikleri form ve renk düzenekleri birbirine çok benziyor; öyleyse bunların soyut resimle arasındaki farkı ne belirleyecek? Buna cevap olarak, biri sanatçı tarafından soyut resim olarak tasarlanmış obje, diğeri dekoratif olarak tasarlanmış objedir. Arada fark var. Onun için kıyaslanamaz diyebilirsiniz. Ancak bu cevap pek makul değildir. Çünkü kuram, soyut eseri tanımlarken biçim olarak kendinden başka hiçbir temsiliyeti yok diyerek bizzat kendisi görsel olarak dekoratif objeyle aynı statüye indirgiyor. Görüldüğü üzere ayrım yapılamamasındaki sorun biçimde değil temsiliyettedir.” SOYUT RESİM NEDİR? Soyut resim, 1940’lı yıllarda ortaya çıkmış bir akımdır. İkinci Dünya Savaş sonrasında halkın yaşadığı bunalımları ve maddiyata karışı bir isyan olarak değerlendirilir. Bu akım insanların duygularını, hislerini ve iç dünyasını temsil etmektedir.


2019 / Sayı 6

“Çöpü sıfırlama” hayalinin ilk adımı, “çöpü azaltmak”

Tüm dünyada çevre kirliliği, hızlı bir artış gösteriyor. Artan nüfus, sanayi ve kentleşmeyle birlikte değişen tüketim alışkanlıkları sonucu eskiyen elektronik cihazlar-el aletleri, büyük ve küçük ev aletleri, bilgi ve iletişim teknolojisi cihazları, tıbbi atıklar ve plastik kullanımı doğaya çöp olarak geri dönüyor. Peki çöpsüz bir yaşam mümkün mü? Kaynakları sınırlı olan dünyada ihtiyaçlarımızın ve tüketimimizin sınırsız olamayacağının farkındalığı ile hareket eden, çevre, ekoloji, gıda sorunlarıyla ilgilenen farklı dernek ve platformlardan tanışan kişilerin ortak ilgisi sonucu kurulan Sıfır Çöp Platformu’ndan Yunus Ertürk ile konuştuk.

“ÇÖPÜMÜZÜ VE TÜKETİMİ AZALTMAYA YÖNELİK FARKINDALIK OLUŞTURMALIYIZ” 2018 yılında düzenlenen Kadıköy Çevre Festivali’nde, Platformun kuruluşunun kararlaştırıldığını bildiren Ertürk, süreci şöyle anlattı: “Çöpünü azaltmak ve bu konuda çalışmalar yapan, yapmak isteyen birkaç kişinin bir araya gelmesiyle platform fikri konuşulmaya başlandı. 2019 Şubatında sosyal medyadan çağrısını duyurduğumuz tanışma toplantısı aracılığıyla da platform genişledi, zenginleşti. Başlarda platforma katılanlarla, bireysel ve toplumsal ölçekte ne gibi çalışmalar

8 Ekim 2019

yapabileceğimizi, platformun yapısını tartışmak üzere düzenli toplantılar yaptık. Ardından çeşitli semtlerde film gösterimi ve sohbetler gerçekleştirdik, çeşitli atölyeler düzenledik. Şehir içinde ve dışında organize edilen festival ve söyleşilere katılarak, okullarda sunum yaparak ‘çöp’ten ne anladığımızı, neden çöplerimizi azaltmamız gerektiğini ve nasıl azaltabileceğimizi konuştuk, tartıştık. Çöpümüzü ve tüketimi azaltmaya yönelik etkinlik, atölye ve söyleşiler düzenlemeye devam etmek, ilgili etkinliklere katılıp sesimizi duyurmak niyetindeyiz. Bu süreçte sosyal medya hesaplarımızdan paylaşımlar yapmaya ve çöpünü

Haber Yazısı

Eylem Sonbahar / İstanbul

11


2019 / Sayı 6

12

azaltma arzusunda olan herkesin platforma katılmasını heyecanla beklemeye devam edeceğiz.” “PLASTİK ÇÖP DÜZEYİ, GELECEĞİMİZ İÇİN KRİTİK BİR NOKTADA” 2013 yılından itibaren temmuz ayında dünyanın birçok ülkesinde, küresel bir hareket olan “PlasticFree July- Plastiksiz Temmuz” hareketi başlatıldı. Çalışma kapsamında milyonlarca insan, plastik kirliliği için bir adım atmaya ve ay sonuna kadar pes etmemeye söz veriyor. “Plastiksiz Temmuz” hareketini, Türkiye’de çeşitli etkinlik ve atölye çalışmalarıyla yürüttüklerine işaret eden Ertürk, bunların farkındalık yaratmak için etkili ve gerekli

bir çalışma olduğuna değinerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu gibi çalışmaların çeşitlenip yaygınlaşmasını, tüm aylara günlere yayılarak sürmesini ve gerçekten benimsenmesini diliyoruz. Biz de bunun için elimizden geldiğince benzer çalışmalar yürütmek niyetindeyiz. Plastik çöp düzeyi ve beraberinde getirdiği zararlar, günümüz ve geleceğimiz için çok kritik bir noktada olsa da, sadece plastik üzerine değil, çöp sayabileceğimiz tüm materyaller ve bu eksende çöpün azaltılması üzerine yapılacak çalışmalara da kesinlikle ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.” “SIFIR ÇÖP” MÜMKÜN MÜ? “Sıfır atık” değil ama “sıfır

çöp”ün mümkün olabileceğini belirten Ertürk sözlerini şöyle tamamladı: “Şu an içinde yaşadığımız dünya düzeninde bu, ‘mümkün’den ziyade bir ‘hedef’. Ama elbette çöpümüzü sıfırlayana kadar atılan her küçük adım sayesinde, doğaya verilen zararın azalması, yeni tüketim-üretim ilişkilerinin, hayata dair farklı bakış açılarının doğması mümkün. Çöpü sıfırlama hayalinin ilk adımı çöpü azaltmak. Her yolculukta olduğu gibi, bu yolculuğun da tek bir adımla başlayacağını ve sonraki her adımda hedefin biraz daha yaklaşacağına inanıyoruz. Adımların küçüklüğünü ya da yavaşlığı değil, yola devam etmeyi önemsiyoruz.”


2019 / Sayı 6

UNESCO dünya mirasında yer alan Pınara ve Alınca Besim Güçtenkorkmaz / Antalya

bir tarih ve kültür yatağı olan ülkemizde, hem de yol üzerinde görülmesi gereken öylesine ilginç yerler var ki! Eğer biraz tarihe meraklıysanız, Kaş veya Fethiye’ye giderken, mutlaka Seydikemer yakınındaki Likya antik şehirlerinden Alınca ve Pınara’yı görün derim. Pınara’yı görün ve hayretler içerisinde kalın. Koca bir dağ bundan 2 bin yıl önce nasıl oyulmuş? Bu dağda uzaktan bakınca kuş yuvası gibi gözüken yüzlerce mezar yeri nasıl açılmış? Ve ölen Likyalılar, bugün dağcıların bile tırmanmakta güçlük

10 Ekim 2019

çektiği bu mezar yerlerine nasıl çıkartılıp bırakılmış?Alınca’yı görün ve oradan Yediburunlar’ın muhteşem deniz manzarasına en yüksek noktadan bakın. Yaz sıcağında, 800 metre yüksekliğin verdiği serinlikle biraz üşüyün ve üşenmezseniz oradan Sidyma antik şehrine kadar tarihin derinliklerinde yürüyün. PINARA KUŞGÖZÜ MEZARLARI Çok uzaklardan bile görülen bu ilginç mezarları, ne yazık ki karayolundan arabanızla geçerken görüp fark etmeniz mümkün değil. Ama ana yoldan 5 kilometrelik

Haber Yazısı

K

aş yolunda iki Likya Antik şehri: Günümüzde dağcıların bile ekipmanları ile çıkmakta zorlandığı bu sarp yamaçta açılan gözenekler, Likya uygarlığının Pınara’daki mezar yerleriydi. Bilim insanları, bugün dağcıların bile tırmanmakta güçlük çektiği 2 bin yıllık Likya mezar yerlerine cenazelerin nasıl çıkartılıp bırakıldığını anlamakta hala güçlük çekiyor. Tatile giderken bir an önce kalacağımız otele ulaşmak için arabamızı hızla süreriz. Oysa

13


2019 / Sayı 6

14  bir sapışla, Fethiye’den 45 km uzaklıktaki, Minare Köyü’nden geçerek gidilebilen Pınara Antik Kentine, tamamı asfalt olan güzel bir yoldan ulaşabilirsiniz. Yuvarlak bir tepeye kurulduğundan adını Likya dilinde yuvarlak anlamına gelen ‘Pinale’ veya ‘Pinara’ kelimelerinden alan antik kent, Likya Uygarlığının üç oy hakkına sahip 38 şehrinden biriydi. Geçirdiği büyük depremlerin ardından 8. yüzyıldan sonra önemini bütünüyle yitiren Pınara’da halen birçok kaya ve lahit mezarının yanı sıra hamam, tiyatro, agora ve odeon gibi görülmeye değer yapılar var. Likya Yolu yürüyüş rotası üzerinde yer alan Pınara’da bulunan bir yazıta göre, şehrin kontrolü Likyalılardan sonra bir süre sonra Büyük İskender’e, daha sonrasında Bergamalılara ve en sonunda Romalılara geçiyor. Büyük depremlerden sonra 800’lü yıllarda tamamen terk ediliyor. UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan Pınara’nın en ilginç yanı kuşgözü gibi

kayalara oyulan mezarlar. Şehir, mezarların hemen altındaki düzlükte yer alıyor. Yıkıntılar hâlâ varlığını koruyor. Ama define avcılarının kazmaları bu tarihi eserin her geçen gün biraz daha yok olmasına neden oluyor. Antik kentin içerisindeki yapıların biraz ilerisinde çok iyi korunmuş oldukça büyük bir tiyatro yer alıyor. ALINCA’DAN SİDYMA’YA Alınca, Likya yolu üzerinde Kaş ile Fethiye arasında dağların tepesinde bir yerleşim yeri. Adından da anlaşılacağı üzere, baştaki alın gibi. Olduğunuz yerden aşağıya bakınca her yere hakim olduğunuzu hissedebiliyorsunuz. Yüksekliği yaklaşık 800 metre civarında. Altında Yediburunlar denilen bakmaya doyamayacağınız, insanın ömrünü uzatabilecek, muhteşem bir deniz manzarası var. Anayoldan, Sidyma antik şehrini de gösteren sarı yol tabelası ile ayrılınca, asfalt ama oldukça virajlı bir yoldan Alınca’ya çıkış

sağlanıyor. Köy evlerinin dışında Likya yolu yürüyüşçülerinin mola verebilecekleri, güzel bir manzara Cafe’si var. Geçim derdinde olan köylüler de odalarını severek Likya Yolu meraklılarına ve karayolu ile gelen misafirlerine kiraya verebiliyorlar. Alınca, Likya yolu yürüyüşçüleri için ünlü Kabak koyundan 3-4 saat mesafede. Ama bunun için zorlu bir tırmanışı gözle aşmaları gerekiyor. Karayolu ise oldukça rahat. Yaz aylarında, Kaş veya Fethiye’nin sıcağından bir süreliğine kaçmak isteyenler için, Alınca muhteşem bir serinlik sunuyor. Gece konaklarsanız, sabahın erken saatinde Yediburunların deniz manzarası karşısında bir çay veya kahve içmek, belki de koca bir tatil dinlenmesine bedel. SİDYMA Alınca’nın biraz altındaki düzlükte Boğaziçi Köyü var ve bu köy, Sidyma antik kentini içerisinde barındırıyor. Karayoluyla gidilebileceği gibi, yürüyüş meraklıları için Alınca’dan, buraya


2019 / Sayı 6

inerken Gey ve Bel adlı Likya kalıntılarının yer aldığı beldelerden geçen bir de patika yol var. Tarihin derinliklerinde önemli bir Likya şehri olan Sidyma’da yaşayanlar için, Alınca yükseltisi o yıllarda istilacılardan kaçarak korunma yeriydi. Şimdi Boğaziçi köyü içerisinde yer alan Sidyma, ne yazık ki koruyamadığımız bir tarih hazinesi olarak karşımıza çıkıyor. Ortalık talan edilmiş gibi ve tarihi eserlerin olduğu arazi otlak olarak kullanılıyor. Serbestçe gezilebilen antik şehir, Likya ve Bizans uygarlığından izler taşıyor. İçerisine bir

akropol, bir antik tiyatro ve Likya kral mezarları anıtlarını barındırıyor. Biraz ileride bir gözetleme kulesi dikkat çekiyor. LİKYA YOLU Likya’lılar MÖ 500 senesinden 1200’lü yıllara kadar Fethiye ile Antalya arasındaki yarımadada yaşadı. 28 Büyük şehir kurdular. Yönetimde dünyada ilk kez eyalet sistemini uyguladılar. Kendi paralarını bastılar, ticaret yaptılar. Dillerini geliştirdiler. Nüfusları 200 bin oldu. Mısır, Yunan ve Roma egemenliğinde kalmalarına rağmen özgür bir

toplum olarak insan haklarını savundular. Şehirlerarası yollarını bir kayaya işleyerek dünyanın ilk yol haritasını yaptılar. Kaş’ta yaşayan İngiliz kadın tarihçi Kate Clow tarafından 1999 yılında kaya üzerindeki yol haritası bulundu ve işaretlendi. 509 km uzunluğundaki Likya yolu, dünyanın en uzun ve en güzel yürüyüş yollarından birisi olarak biliniyor. Tamamını yürümek 40 gün sürüyor. Yılda, çoğu yabancı, çok azı Türk 10 bin kişi kişi bu yolu sırtında çadırı ile yürüyor.

15


2019 / Sayı 6

16

Ekonomik Alternatif Tatil: Kamp

Büşra Taşkıran / Eskişehir

Haber Yazısı

T

ürkiye, doğası ve tarihi mekânlarıyla, yerli ve yabancı turistlere benzersiz birçok tatil seçeneği sunuyor. Ekonomik olması nedeniyle, “Kamp tatili” de son yıllarda her kesimden ailenin ilgisini çeken alternatif bir tatil olmaya başladı Günümüzde tatil artık lüks olmaktan çıkıp ihtiyaç halini alarak kişinin sağlık, düşünce yapısı ve stresini alıyor. Yoğun çalışma hayatından ve stresten uzaklaşmak için akla ilk tatil yapmak geliyor. Doğada vakit geçirmek insanı daha canlı, daha enerjik ve mutlu kılıyor. Türkiye de,

doğası ve tarihi mekânlarıyla yerli ve yabancı turistlere benzersiz birçok tatil seçeneği sunuyor. Deniz-yayla, yaz-kış tatili, sakinkalabalık tatil yapmak her zaman Türkiye’de mümkün… “Kamp tatili” ise, özellikle ekonomik olması nedeniyle her kesimden ailenin ilgisini çeken alternatif tatiller arasında yer alıyor. Uzunca bir süredir Türkiye’de sadece öğrenciler tarafından tercih edilen çadır veya bungalov konaklamalı tatil seçeneği de artık doğa tutkunu herkesin gözdesi. Doğa içinde doğal yaşamı bozmayan bir hayat sunan kamplar ve bungalov evler,

15 Ekim 2019

Türkiye’nin her yerinde bir alternatif oluşturuyor. Örneğin Antalya Adrasan, Çıralı, Olimpos veya Muğla Fethiye’de bulunan Kabak Koyu ve İstanbul’un yanı başında Ağva… “BİR KEZ TECRÜBE EDEN VAZGEÇEMEZ” Ağva’da işletme sahibi Mustafa Dursun Kılıç ile, son dönemde popüler hale gelen “alternatif turizm” hakkında konuştuk. 11 yıldır kamp alanı işlettiğini anlatan Kılıç, kamp tatilini tecrübe eden kişilerin bundan vazgeçmesinin zor olduğuna işaret edip “Kendini bilen birisi, beton yığınından çıkıp


2019 / Sayı 6

tatil için yeniden beton yığınına girmez” ifadesini kullanıyor. Kamp işletmelerinin tatilcilere doğanın içinde temiz yatak, çadır, banyo ve mutfak gibi olanaklar sunup tatillerini konforlu bir şekilde geçirmelerini sağladığını ifade eden Kılıç, doğa tatilinin ekonomik olarak herşey dahil tatil konseptlerine nazaran çok daha uygun olduğuna dikkat çekiyor. “ASLINDA YAPAY ORTAMDAN KAÇIYORUZ” Binaların arasında yaşayan bir öğretmen olduğunu belirterek sözlerine başlayan Arzu Erbaş, “Apartmanda oturuyor, işe arabayla gidip geliyoruz. Çocuklarımla hiç baş başa kalamıyorum. O yüzden kamp ortamını çocuklarımla birlikte kalmak ve kendi doğama dönmek için tercih ediyorum” diyor. İstanbul Ağva’daki kamp alanlarını yaklaşık 5 yıldır tercih ettiğini söyleyen Erbaş, “Ankara’da oturuyorum. Tatil için otele gitmiyorum çünkü her şey çok yapay geliyor. Burada çevrende hayvanlar dolaşıyor. Çocuklar onları besliyor. Bunun insana iyi gelen bir yönü var’’ diye konuşuyor. Kamp alanlarını tercih etmesi nedeniyle çocuklarıyla artık daha sağlıklı ilişki kurabildiği ortamlar yakaladığını anlatan Erbaş, “İnternet ve telefon çekmediği için çocuklarla oturup konuşabiliyoruz. Buraya gelince mecburen

telefonlarını kullanamıyorlar. Biz de çok rahat onlarla vakit geçirebiliyoruz’’ sözleriyle memnuniyetini dile getiriyor. Otel tatillerinin doğa tatili gibi insanların birbiriyle etkileşime girdiği ortamları sağlamadığını iddia eden Erbaş, “Kızım gitar çalıyor. Akşam ateş yakıyoruz. Diğer çadır kampı yapan aileler geliyor. Ve hep birlikte şarkı söylüyoruz. Arkadaşlıklar kuruyoruz ve dostluklar pekişiyor” diyerek çadır kampının avantajlarını sıralıyor. KAMP ORTAMLARI AİLELER İÇİN UYGUN Tekirdağ’da Veterinerlik Fakültesi öğrencisi olan Kübra Levent de ailesiyle yaz tatilini çadır kamp alanında değerlendirenlerden. Bu tatil konseptinin ekonomik durumlarına daha uygun olduğunu belirten Levent, “Geceleri serin ve soğuk oluyor. O yüzden mutlaka uyku tulumu ve kalın kıyafet yanlarına almalılar” uyarısında bulunuyor. Gece dalga seslerini duyarak uyumanın insana iyi geldiğini söyleyen Levent, “Doğayı görüyorum, dokunuyorum, işitiyorum bu farklı bir şey. Burada yaşayarak öğreniyorum. Doğaya karışmak, toprağa basmak, yürümek, ateş yakmak için çabalamak her gün uğraştığımız şeyler değil bunları

da deneyimliyoruz” diyor. Üç yıldır her yaz, kamp yapmayı tercih eden Yıldız ailesi de yanlarındaki 5 yaşındaki kızlarıyla kamp alanı sakinlerinden. Ağva’da hafta sonu kamp yapmaya gelen aile daha önce de Karadeniz ve Ege kıyılarında kamp yapmış. Ali Yıldız kamp ortamını şöyle betimliyor: “Kampta her şeyi kendin yapıyorsun. Daha aktifsin. Börtü böcekle iç içesin. Ama sevmeyen yapamaz bunu. Denize sıfır villa gibi aslında, bugün çadırımızın üstünde zeytin ağacı var sanırım unutulmaz bunlar.”Yıldız, kamp tatiline ilk defa çıkanlar için şu önerilerde bulunuyor: “Kampçılar, enerji kaynaklarından yararlanmak için uzun kablolar edinmeliler. Powerbank, iyi bir ışık, bıçak, ateş yakmak için birkaç malzeme… Mesela gaz yağı, çakmak gibi. Sağlık kiti mutlaka olmalı. Hava sıcaklığına güvenip sakın uyku tulumu almamazlık yapmasınlar. Yanlarında kalın kıyafet bulundursunlar.” Gün batımını izlemek, ormanda bir patikada koşmak ya da dağlara ve denize nazır bir tatil isteyenler için bu alternatif tatil şekli, gün geçtikçe daha popüler hale gelecek gibi. Sadeliğin, doğallığın ve makyajsızlığın ne kadar büyük bir lüks olduğu, bu ekonomik tatil şekli ile keşfedilebilir!

17


2019 / Sayı 6

18

Dünya Şampiyonu Kerem Kamal 24 Saat’e konuştu Didem Çam / Ankara

G Haber Yazısı

üreşte üç kez dünya şampiyonu olan milli güreşçi Kerem Kamal, “2020 Tokyo Olimpiyatları’na kadar yapılan her şampiyonadan, en iyi sonuçlarla dönmek istiyorum. Alacağım madalyalardan sonra da 2020’de en güçlü şekilde güreşmek istiyorum” dedi

17 Ekim 2019


2019 / Sayı 6

19  Estonya’nın başkenti Tallinn’de gerçekleşen Dünya Gençler Güreş Şampiyonası’nda Ermeni rakibini 7-2’lik skorla mağlup ederek altın madalya kazanan milli güreşçi Kerem Kamal, yaşadığı sevinci ve hedeflerini 24 Saat gazetesine anlattı. Güreş sporuyla 9 yıl önce tanıştığını anlatan Kerem Kamal, “Güreşle 10 yaşımdan beri ilgileniyorum. Güreş yapmadan önce atletizmle uğraşıyordum. Birgün, çok yoğun şekilde antrenman yapmıştık ve baya yorulmuştuk. Ben de, dinlenmek için minderlerin olduğu bir salona girmiştim. Yani, güreş salonuna girmiştim. O günden sonra da bir daha hiç çıkmadım güreş salonundan” diye konuştu. 3 KEZ DÜNYA ŞAMPİYONU OLDU Üçüncü kez dünya şampiyonu olduktan sonra gördüğü ilgi karşısında mutlu ve de şaşkın olduğunu belirten 19 yaşındaki milli güreşçi Kamal, yaşadıklarını şöyle paylaştı: “İlk kez 2014

yılında dünya arenasına çıkmaya başladım. Yıldızlarda, 3 sene üst üste dünya ikincisi ve birincilik nasıl bir his diye çok merak ediyordum. Çok şükür, üçüncü kez dünya şampiyonu oldum. Ama bu sefer farklıydı. Cumhurbaşkanımızdan tebrik mesajı aldım. Bu çok gurur verici bir durumdu ve açıkçası herkese de nasip olmaz. Çok mutlu oldum. Yanı sıra, bakanlarımız olsun, spor kulüplerinin resmi internet siteleri olsun, herkes şampiyonluğumu kutladı. Bundan önce 2 kez daha dünya şampiyonu olmuştum ama hiç bu kadar ilgi görmemiştim. Bu ilgi beni hem çok şaşırttı hem de çok mutlu etti.” DOĞRU BİR ŞEY YAPTIM Yaşadığı şampiyonluklardan sonra memleketi olan Manisa’da, güreşe olan ilginin giderek arttığını dile getiren Kerem Kamal, hedefinin ise her zaman daha da yukarıya çıkmak olduğunu söyledi. 2020 Tokyo Olimpiyatları’na kadar önemli başarılara imza

atıp 2020’de de çok güçlü bir şekilde güreşmek istediğini vurgulayan Kerem, şunları kaydetti: “Manisa’da benden sonra güreşe ilgi daha da arttı. Çünkü, üçüncü şampiyonluğumdan sonra medyanın daha çok ilgisini çektim. Daha çok başarı elde ettikçe de mahallede, ‘Kerem ağabey, biz de senin gibi güreşçi olmak istiyoruz’ diyen çocukların sayısı hızla artmaya başladı. İnsanların benimle gurur duyması, çok güzel ve de çok özel bir duygu. Doğru ve güzel birşey yaptığımı o zaman anlıyorum. Benim için toplanmaları, benim sayemde mutlu olmaları beni oldukça sevindiriyor. Önümde çok uzun seneler var. Hedefim; her zaman daha da yukarıya çıkmak. 2020 Tokyo Olimpiyatları’na kadar yapılan her şampiyonadan, en iyi sonuçlarla dönmek istiyorum. Alacağım madalyalardan sonra da, 2020’de en güçlü şekilde güreşmek istiyorum.”


2019 / Sayı 6

20

4 yılda 1600 inşaat işçisi yaşamını yitirdi Onur Pazarlı / İzmir

Haber Yazısı

A

lınmayan iş güvenliği önlemlerinden dolayı sadece 2019’da 250’ye yakın inşaat işçisi iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, son dört yılda ölenlerin sayısı bin 600’e yaklaştı. Dev Yapı- İş Genel Başkanı Özgür Karabulut, İSİG yasası ve çalışma standartları uygulanmış olsa işçilerin tamamının hayatta olacağını ifade etti Kentlerde yükselen rezidanslar, AVM’ler, apartmanlar başta olmak üzere inşaat sektörü her geçen yıl büyürken, bu büyüme inşaat işçilerine olumsuz yansıyor. Başta emek sömürüsü ve iş cinayetlerindeki artış ihmalin korkunç boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor. Son 15 yılda inşaat sektörünün hem ekonomi içerisindeki hem de istihdam

içerisindeki payında ciddi bir artış yaşandı. Diğer yandan, iş cinayetleri ve kötü çalışma koşulları da sektörün büyümesi ile paralel bir biçimde artmaya devam etti. İnşaat sektörü ekonominin lokomotifi haline getirildi. Türkiye’de müteahhitlerin iş hacmi 15 yılda yaklaşık 15 kat arttı. ve en fazla zengin yaratan sektör oldu. “En zengin 100 Türk” listesindeki 85 ailenin gayrimenkul ve inşaat sektörlerinde yatırımı var. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre, 2019’un ilk dokuz ayında 243 inşaat ve yol işçisi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Ocak ayında 20, Şubat’ta 28, Mart’ta 28, Nisan’da 35, Mayıs’ta 34, Haziran’da 13, Temmuz’da 33, Ağustos’ta 22 ve Eylül ayında da 30 inşaat işçisi iş güvenliği olmadığı için hayatını

18 Ekim 2019

kaybetti. 2016’da 442, 2017’de 453, 2018’de 457 inşaat işçisi benzer şekilde iş cinayetlerine kurban gitti. İnşaat sermayesindeki aşırı kar hırsı sadece son dört senede 1600’e yakın işçinin ölümüne sebep oldu. Sadece son yıl ekonomik krize bağlı olarak inşaat sektöründeki yavaşlamadan kaynaklı inşaat iş kolundaki iş cinayetleri azalmış olarak görünüyor. MAHKEME KARARLARI CAYDIRICI DEĞİL İnşaat sektöründe en temel iş güvenliği önlemleri maliyet unsuru olarak görülüyor. İş cinayetleri sonrasında açılan davalarda cezaların çok az çıkması patronlar açısından caydırıcı olmuyor. Son olarak İzmir’de 3 inşaat işçisinin yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan


2019 / Sayı 6

Özgür Karabulut

iş cinayeti sonrasında mahkeme taksirle adam öldürme suçundan sadece 6 yıl ceza verdi. İşçiler çalışma ve barınma koşullarına karşı dönem dönem iş bırakarak tepkilerini dile getiriyorlar. Son olarak İstanbul Havalimanı’ndaki işçilerin eylemleri bunun en önemli örneği idi. ‘İŞ KANUNU VE İSİG YASASI RAFA KALKMIŞ DURUMDA’ DİSK’e bağlı Devrimci Yapı İşçileri Sendikası (Dev Yapı-İş) Genel Başkanı Özgür Karabulut ile inşaat işçilerinin çalışma koşulları ve iş cinayetlerinin nedenleri üzerine konuştuk. İnşaat işçilerinin büyük bir çoğunluğunun taşeron sistemi ile çalıştığını belirten Karabulut “Taşeron ölüm demektir, ülkemizde geçerli olan 4857 Nolu İş Kanunu tamamen rafa kalkmış, 6331 sayılı İSİG yasası ise kağıt üzerinde kalmış durumda. İşçiler tamamen güvencesiz bir şekilde, patronların insafına bırakılmış bir çalışma yaşamına mahkum. ‘Köle değiliz insanca çalışmak istiyoruz, çalışırken ölmek istemiyoruz’ diyen bizim gibi bir kaç kurum dışında sesini yükselten, bu ölüm düzenine ses çıkaran kimse yok diyebiliriz. Yüzlerce, binlerce işçinin çalıştığı projeleri, büyük şantiyeleri değerlendirdiğimizde büyük resmi aslında görmüş oluyoruz” dedi.

‘İŞÇİLER TAŞERONDA HAKLARINDAN YOKSUNLAR’ Taşeronlar aracılığıyla bölünen inşaat işçilerinin en temel haklardan bile yoksun şekilde çalışmaya zorlandığını ifade eden Karabulut “Zorunlu olan SGK primleri, ya yatırılmıyor ya da eksik yatırılıyor, asgari geçim indirimi paraları gasp ediliyor, fazla mesai, kıdem, ihbar tazminatları gibi iş kanunundan doğan hakları gasp ediliyor. Üretim baskısı ile hiçbir güvenlik önlemi olmadan, zorunlu olan iş başı eğitimleri bile yapılmış gibi gösterilerek çalışmaya zorlanıyor. İnsanlık dışı şartlarda barınma ve yenilemeyecek yemeklere mahkum bırakılıyor” diye konuştu. ‘5 LİRALIK BARET, 7 LİRALIK HALAT YOK’ Bazen 5 liralık bir baret bazen 7 liralık bir güvenlik halatı olmadığı için yaşamını yitiren işçiler olduğuna dikkat çeken Karabulut şunları söyledi: “Bu kadar basit önlemler alınmış olsa şu an hayatta olacak, çocuğuyla, ailesiyle yan yana olacak bu işçiler. En basit önlemler, kişisel koruyucu donanımlar olmadığı için işçiler hayatını kaybediyor. Yukarıda söylediklerimiz en son yapılması gereken kişisel önlemler. Uygun iskele kurulmadığı için üzeri

kapatılmayan, önlemi alınmayan asansör/şaft boşluğu bırakıldığı için, gerekli önlemler alınmadan vinçle malzeme taşırken altında başka bir çalışma yapıldığı için ölüyoruz. Açıkta bırakılan elektrik kablosu nedeniyle ölüyoruz. Kısaca patronlar daha fazla kar etsin diye biz ölüyoruz. En başta toplu koruyucu önlemlerin alınması gerekiyor. Ama patronlar bunları maliyet olarak görüyor ve sonuçta inşaatlarda işçiler yaşamını yitiriyor binlercesi sakat kalıyor.” ‘ÖRGÜTLENMENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALDIRILMALI’ Yasaların uygulanması, denetimlerin uygulanması ve yaptırımların hayata geçirilmesi ve örgütlenmenin önünde engeller kaldırılırsa ölümlerin hiçbirinin yaşanmayacağını dile getiren Karabulut “İşçileri hayata bağlayan en önemli nokta örgütlülüğüdür. Yukarıda saydıklarımız bir tarafa en önemli şey de bizim örgütsüz oluşumuzdur İşçilere çağrımız sendikalarına üye olsunlar. Ulusal ve uluslararası arası yasalarla güvence altına alınan haklarımız var. Bunlara ancak en küçük iş yerinden başlayarak adım adım oluşacak sendikal örgütlenme ile ulaşabilir ve haklarımızı alabiliriz” dedi.

21


2019 / Sayı 6

22

Cimnastiğe 2 yaşında başlanır

Haber Yazısı

S

porun, çocuk gelişime olumlu katkısı tartışılmaz. Uzmanlar, çocukların 2 yaşından sonra basit spor faaliyetlerine katılması gerektiğini vurguluyor. Çocukların bu yaş itibarıyla yapabileceği en kolay faaliyet ise cimnastik Sağlıklı bir yaşam için sporun sağladığı yararlar saymakla bitmiyor. Peki, 7’den 70’e herkesin yaşam kalitesini arttıran sporla ne zaman tanışmalıyız? Sporun çocukların gelişimine ne gibi katkıları bulunuyor? Çocuklar, hangi yaş aralığında hangi spor dalıyla ilgilenmeli? Çocuk Gelişimi Uzmanı Emine Ergün, merak edilen tüm bu soruların yanıtlarını 24 Saat Gazetesi’ne açıkladı.

Didem Çam / Ankara

22 Ekim 2019

EN İDEAL YAŞ:2 “Çocukların doğdukları andan itibaren vücudu sürekli hareket halindedir” diyen Ergün, özellikle 2 yaşından sonra basit spor faaliyetleriyle ilgilenilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Başlangıçta yapılması gereken en ideal spor dalının cimnastik olduğuna işaret eden Ergün, sözlerine şöyle devam etti: “Çocuklar, emekleme ve yürüme becerisini kazandıktan sonra yani, özellikle 2 yaşından sonra basit spor faaliyetlerine katılmaya başlayabilir. Bunların içinde ise en kolay yapabilecekleri faaliyet; cimnastiktir. Küçük yaştaki çocuklar, biraz daha serbest ve rahat hareket edebilecekleri cimnastik, buz pateni, tekerlekli paten gibi sporlara yönlendirilebilir. Çocuklarımızın 4 yaşından sonra

artık biraz daha takım oyunlarına başlama şansları olabilir. Özellikle, mini basketbol ve mini voleybol takımları cimnastik çalışmalarının belki biraz daha profesyonel olanlarına 4 yaştan sonra başlama şansları vardır. 7 yaşından sonra ise basketbol, voleybol ve hentbol gibi takım oyunlarının daha profesyonel şekillerini yapmaya başlayabilirler.” DAHA ÇOK DİKKATLİLER Sporun, çocukların gelişimine fiziksel, sosyal, ruhsal ve zihinsel açıdan pek çok katkı sağladığının altını çizen uzman Ergün, spor yapan çocukların daha dikkatli olduğuna da dikkat çekti. Çocuk Gelişimi Uzmanı Ergün, sporun çocuklara sağladığı yararları şu şekilde sıraladı: “Spor fiziksel gelişim açısından; çocukların


2019 / Sayı 6

23

Emine Ergün vücudunun daha fazla gelişmesini, daha güçlü olmasını, hareket kontrol sisteminin daha iyi çalışmasını sağlar. Sosyal gelişim açısından; bir grubun üyesi olma, grupla birlikte hareket etme, grupla birlikte kurallara uyma, kazanma ve kaybetme duyguları arasındaki o duygusal iniş çıkışları

doğru anlamlandırabilme gibi faydaları vardır. Öz bakım gelişimi açısından; giyinme ve soyunma becerilerini, spor faaliyetlerinden sonra bağımsız olarak duş alma, kendi kişisel bakımını yapma gibi pek çok beceriye katkısı olur. Sporla birlikte vücuttaki kan dolaşımı daha da hızlandığı için, bunun etkisiyle çocukların dikkat sürelerinin daha da arttığını görmeye başlıyoruz. Bunu da, sporun zihinsel gelişim açısından sağladığı katkıya örnek olarak verebiliriz.” KİŞİLİK ÖNEMLİ Spor dalını seçerken çocukların kişilik özelliklerinin de oldukça önemli olduğunu belirten Ergün, açıklamalarını şöyle tamamladı: “Eğer çocuğunuz içe kapanık, yaşıtlarıyla çok fazla iletişim

kurmayan kendi halinde olmayı tercih eden, anne babasına fazla bağlı ve bağımlı biriyse, onu hemen bir takım sporları içine sokmak doğru olmayabilir. Öncesinde, bireysel yapabileceği bir spor dalı tercih edilmeli. Daha sonrasında takım sporlarına geçmesi sağlanabilir. Ancak, çocuğunuz özgüvenli, dış dünya ile bağlantısı güçlü, kendini doğru ifade edebilen bir çocuksa o zaman onun yetenekleri ve ilgisi yönünde bir spor dalını tercih etmek lazım. Aslında çocuğun gideceği spor okulunda, birden fazla spor dalı varsa çocuğun bu spor dallarının hepsini kısa sürede deneyimlemesini sağlamak gerekiyor. Daha sonra hem hocaların hem de çocuğun görüşü alındıktan sonra, kendilerine en uygun olan spor dalına yönlendirmek daha iyi olabilir.”


2019 / Sayı 6

Dijital bağımlılık tehdit mi? 24

1. Bölüm Ayla Ganioğlu / Ankara

Dizi Yazısı

İ

nternet bağımlılığı, sosyal medya bağımlılığı, cep telefonu bağımlılığı, oyun bağımlılığının özellikle yeni nesilleri tehdit ettiğini ve çocukların artık yetişkinler tarafından değil ekranlar tarafından büyütüldüğünü dile getiren uzmanlar, gelecekte daha da ciddi bir soruna dönüşecek bu konuda şimdiden gerekli tedbirlerin alınmasını ve “dijital detoks”un yaygınlaştırılmasını savunuyorlar Cep telefonuna bakmadan ne kadar süre durabiliyorsunuz? Yemek yerken, arkadaşlarınızla bir arada bulunduğunuzda telefona sürekli bakma ihtiyacı duyuyor musunuz? Cep telefonsuz bir gün geçirmeyi hiç denediniz mi? İnternete bakmadan, sosyal medya hesaplarınıza bakmadan hiç gün geçirdiniz mi, geçirebilir misiniz? “Dijital mahkum”lar olmamak için

batıda giderek, tüm dijitallerden gün içinde belli saatlerde, haftada ya da ayda birkaç gün uzak kalma anlamına gelen “dijital detoks”un yaygınlaştığını biliyor musunuz? Bu konuya ilişkin önlemler ve önerileri belirlemek amacıyla TBMM’de Bilişim Teknolojileri Bağımlılığını Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyonun, Kasım ayında raporunu açıklaması bekleniyor. İNTERNETSİZ, CEP TELEFONSUZ KALMA KORKUSU Bilişim Teknolojileri Bağımlılığını Araştırma Komisyonu üyesi CHP Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu, 24 Saat Gazetesi’nin sorularına karşılık, son verilere göre Türkiye’de bireylerin yüzde 73’ünün internet kullanıcısı olduğunu söyledi. Bankoğlu, internet bağımlılığının, tıbbi adıyla “internetsiz kalma

24 Ekim 2019

korkusu” (netlessfobia) ve “cep telefonundan uzak kalma korkusu”nun (nomofobi) giderek yaygınlaşmakta olduğunu söyledi. Bankoğlu, “Bu yeniçağ hastalıklarını dikkate almazsak aileler, eğitimciler, toplum ve dünya olarak çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağımız kesindir. Bugün en büyük risk, Z kuşağı olarak adlandırılan 12-18 yaş aralığında. Bu rahatsızlık, alkol ile aynı grupta değerlendirilen bir rahatsızlık” dedi. BAĞIMLILIK GÖSTERGELERİ Bankoğlu, “Bağımlılık Tanı ve Tedavi Merkezi” bilgilendirme raporunda, birçok uzmanın çalışmasından yola çıkılarak internet bağımlılığının göstergelerinin, 10 basamakta toplandığını belirterek, bunları şöyle sıraladı: “Yalnızca birkaç dakika


2019 / Sayı 6

harcamaya niyetli olunduğu halde, bilgi aramak için saatler harcamak. Çalışma arkadaşları, özel arkadaşlara ya da eşe bilgisayar başında geçirilen zaman hakkında yalan söylemek. Monitörün başına her oturuşta saatlerce kaldığı için fiziksel sorunlardan mustarip olma. Sürekli olarak bir sonraki internet oturumunu iple çekmek. Aranılan bilgiyi bulmaya hep ‘bir adımcık’ kaldığını düşünmek. Anonim bir kişiliğe bürünmek, insanlarla internet üzerinden konuşmayı yüz yüze konuşmaktan daha kolay bulmak. E-postada bir şey var mı diye bakmak için zorlayıcı bir istek duymak. İnternete girmek için yemek öğünlerini, dersleri ya da randevuları boş vermek. Bilgisayar başında bu kadar fazla zaman geçirildiği için suçluluk duyma ve büyük bir zevk alma arasında gidip gelmek. Bilgisayardan uzak kalındığında, canının bilgisayar çekmesi ve yoksunluk semptomları göstermek.” Bankoğlu, cep telefonundan uzak kalma korkusuyla ilgili Dr. Umut Can Öztürk’ün, 2163 kişi üzerinde yapılmış çalışmasıyla ilgili şu bilgileri verdi: “Katılımcıların yüzde 41’i yanlarında iletişimden kopmamak için yedek ikinci bir telefon taşımakta. Kadınlarda nomofobi oranı yüzde 70’lere ulaşırken bu oran erkeklerde yüzde 61 civarında. Yaş aralığı 18-24 olanlar arasında nomofobi oranı yüzde 77’ye ulaşmakta ve cep telefonsuz kalmayı ‘tam bir trajedi’ olarak tanımlamaktalar. Yaş aralığı 25-34 arası grup, nomofobik olma açısından yüzde 68’lik oranla 2. en yüksek gruptur.” SAĞLIK SORUNUNA NEDEN OLUR MU? Bankoğlu, digital bağımlılığın sağlık sorunlarına yol açabileceğine ilişkin araştırmaların da bulunduğuna da dikkat çekti. Bankoğlu “Şöyle bir araştırma var ki, fareler üzerinde bir deney yapılıyor. Bir müddet ekran görüntüsüne maruz bırakılan hayvanın labirentten çıkmayı başaramadığı gözlemleniyor. Sonuç şu: Ekran değişiminden etkilenen farelerin öğrenme ve hafıza bölümünü kontrol eden bölümünde, bir şey izletilmemiş olanlara göre

kalıcı olarak sinir hücrelerinin azalmakta ve oluşan beyin hasarı da kalıcı nitelikte” dedi. SPOR VE SANATSAL FAALİYETLER Bankoğlu, “Elbette okumaya, bir hobi edinmelerine, spor yapmalarına ve sosyal sorumluluk projeleri içinde yer almalarına teşvik etmeliyiz. Yürüyüş yapmaktan, doğaya çıkmaktan, akrabalarla temasını sürdürmekten zevk alacakları rutinler oluşturmalıyız. Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın da içinde olduğu bütünleşik bir yapı çerçevesinde olmalıdır. Spor ve sanatsal faaliyetlerin yetersizliği de çocukları bu bağımlılığa itiyor. Halk danslarına giden, arkadaş edinen, deşarj olan, müzikle iç içe olan, bedenini kullanan bir çocuğun motivasyonu ile evde internet üzerinden bunu başarmaya çalışan birinin aynı faydayı göreceğini düşünmek hayalperestlik olur” dedi. AK PARTİLİ DURGUT: SPORLA UZAKLAŞMALILAR TBMM Bilişim Teknolojileri Bağımlılığı ile Mücadele Komisyonu üyesi AK Parti İstanbul Milletvekili Müşerref Pervin Durgut, gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarla teknoloji bağımlılığının genç kuşağı ve halk sağlığını tehdit ettiğini ve dolayısıyla ciddi sosyal ve bireysel sorunlara yol açtığının kanıtlandığını belirterek, “Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de yaklaşık 40 Milyon internet kullanıcısı var ve bu kullanıcıların %90’ı teknolojiyi mobil olarak kullanmakta” dedi. Durgut, çocukluktan başlayarak ekran başında geçirilen zamanın kontrollü ve faydalı bir alışkanlığa çevirilebileceğini ve bu konuda sorun yaşayanların, Yeşilay da dahil STK’lar veya sağlık kuruluşlarından destek alabileceğini dile getirdi. Durgut, “Benim kişisel önerim ise, bireylerin yeni sosyal beceriler geliştirerek ve günlük yaşamlarında spor faaliyetlerinin yerini artırarak bağımlılıklardan uzaklaşmaları ve bu şekilde yeni, ikame aktiviteler yoluyla kendilerine vakit ayırmalarıdır” dedi.

25


2019 / Sayı 6

Dijital bağımlılık tehdit mi? 26

2. Bölüm Ayla Ganioğlu / Ankara

Dizi Yazısı

A

nkara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof Betül Ulukol, “Avrupa’da, neredeyse nüfusun tamamı internet kullanıyor ama daha bilinçli kullanıyorlar. Bizler ise bilinçli kullanmıyoruz. Avrupa’da son derece yaygın şekilde medya, internet detoksu yapıyorlar. Biz de bunu örnek olabiliriz.” Dedi Meclis araştırma komisyonuna sunumda bulunan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof Betül Ulukol, 24 Saat Gazetesi’nin sorularına karşılık, “Bağımlılıktan söz edebilmek için kişilerin günlük hayatındaki fonksiyonları engelleyecek ve onların yerine geçecek bir hale gelmesi gerekir. Çok bilgisayar başında kalma, sürekli video izleme, oyun oynama, cep telefonu sürekli kullanım. Yemekteyken bile, günlük işinizi, okul hayatınızı

olumsuz etkileyecek ölçüye geliyorsa bir bağımlılıktan söz edilebilir” dedi. Prof Ulukol, ailelerin genelde bağımlılık değil başka şikayetlerle geldiğini ve bu sorunun varlığını belirlediklerini ifade etti. Prof Ulukol, “Bazen içine kapanık, sadece telefon ve oyunla meşgul olanlar varsa bağımlılık riskini görüyor, uyarıyoruz. Anne babaların da bu konuda eğitilmesi gerekiyor. Konuşurken, bir lokantaya gittiklerinde hemen çocukların eline cep ya da tablet verip, bunlarla oyalanırken kendi yemeklerini yemek istiyorlar. Farkına vardan bağımlılığa yol açıyorlar. Bağımlık için başvurularda, okul başarısızlığı, arkadaş ve aile ilişkileri bozulmuş olanları görüyoruz” dedi. Prof Ulukol, yasağın işe yaramadığını belirterek, internetin artık hayatın bir parçası olduğunu ve belli kurallar içinde kullanılması

25 Ekim 2019

gerektiğini söyledi. Prof Ulukol, anne babaların başka yasaklama yerine, başka uğraşlar bularak, spor ve sanat gibi alanlara yönlendirerek bu alışkanlıklarını azaltma yolunu deneyebileceklerini dile getirdi. Prof Ulukol, “Okullarda eğitimde yapılanlardan çok ailelerin medya kullanım alışkanlıklarını gözden geçirmeleri gerekir. Çocuklara mutlaka medyaya alternatif bir şey sunmak lazım. Bu teknolojileri yalnızca oyalanmak için kullanmak yerine, üretici olmalarını sağlamak çok önemli bunlarla. Bilgisayar sadece tüketici değil, üretici olarak kullanılabilmeli. Açık havada yapılan etkinlik, spor faaliyetleri de önemli. Açık havanın özendirilmesi gerekir”dedi. Prof Ulukol, Türkiye’nin internet kullanımıyla ilgili kritik noktada olduğunu belirterek,


“Avrupa’da, neredeyse nüfusun tamamı internet kullanıyor ama daha bilinçli kullanıyorlar. Bizler ise bilinçli kullanmıyoruz. İşini internetten yapanlar dahil, internet detoksu yapıyorlar. Bu gerekli. Günün belli saatlerinde kullanmıyorlar. Hafta sonu kullanmıyor mesela ya da ayda bir hafta ellerine almıyorlar. Son derece yaygın şekilde medya, internet detoksu yapıyorlar. Biz de bunu örnek olabiliriz” dedi. “ÇOCUKLARI EKRANLAR BÜYÜTÜYOR” Bilişim Teknolojileri Eğitimcileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Burcu Yılmaz, 24 Saat’e konuştu. Yılmaz, çocukların artık yetişkinler tarafından değil “ekranlar tarafından büyütüldüğünü” söyledi. Yılmaz, “Aslında bağımlılık bir sonuçtur diyebiliriz. Sağlıklı bireylerin bağımlı olması pek de muhtemel

değildir. Ama aile, arkadaş ilişkileri sağlıklı olmayan kişilerin sosyal medyaya kendilerini kaptırması, başarı güdüsünü sporda sanatta ya da okulda tatmin edemeyen çocukların level (seviye) atlayarak bunu karşılamaya çalışması, güvenle sokakta oynama, arkadaşlarıyla vakit geçirme imkanı sağlayamadığımız çocuklarımızın çevrimiçi oyunlarda varlık göstermesi; bir şiir, bir kek, bir resim gibi bir ürün koyamayan kişilerin takdir için sosyal medyada fotoğraf paylaşıp durması gibi aslında bağımlılıklar kötü giden, yanlış olan birçok hayat probleminin bir sonucudur” dedi. Yılmaz, günümüzdeki bu önemli soruna rağmen bilişim teknoloji dersleri öğretmenlerinin 20 yıldır eğitim sisteminde var olma savaşı verdiğini söyledi. Yılmaz, bilişim bağımlılığıyla mücadele için topyekûn bir seferberlik gerektirdiğini

ve şu anda yapılanların beklentileri karşılamaktan uzak olduğunu söyledi. “YASAK ÇÖZÜM DEĞİL” Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Vekili Latif Selvi, asıl önemli olanın, çocukların teknolojiyi kullanmalarından uzaklaştırılması değil teknolojiyi doğru kullanıp yararlanabilmelerinin nasıl sağlanacağı olduğunu söyledi. Selvi, MEB’in, bir öğrenciye ait bir verinin ya da görüntünün izni olsun ya da olmasın bir başkası tarafından paylaşılmasıyla ortaya çıkacak hak ihlalinin önüne geçilmesi bakımından alınması gereken tedbirler aldığını belirtti. Selvi, internetin okullarda yasaklanması ile ilgili bir konuyu elbette ki hiç desteklemediklerini, çünkü çocukların kültürel ve sosyal faaliyetlerden haberdar olmalarını ve bu yönlerde eğilim göstermeleri gerektiğini söyledi.


2019 / Sayı 6

28

SGK yasası emeklileri mağdur ediyor Cengiz Aldemir / Ankara

Haber Yazısı

C

alışmak zorunda bırakılan emekliler, yeni işsiz ordusuna katılırken, aylıklar arasındaki farklılık, düşük emekli aylığı ve sağlık katkı payından muaf tutulmama gibi çeşitli sorunlara karşı karşıya… Ekonomik sıkıntıyı en fazla yaşayan kesimlerin başında emekliler geliyor. İşverenler,belli bir yaşın üzerindeki çalışan yerine genç, daha düşük ücretli ve daha yoğun çalıştırabilecekleri işgücünü tercih ediyor.Bu durum, çalıştırılmayan, emekli olmuş-edilmiş yeni bir yaşlı kuşak işsiz dalgası yaratıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) yasası,en çok da buemekliişsiz kesimi mağdur ediyor. Mağduriyeti nispeten

giderecek çözüm ise, aylık bağlama oranının yükseltilmesi, seyyanen zam, intibak ve sağlık katkı payından emeklinin muaf olması şeklinde sıralanıyor. Özellikle yaşlanan işçilerin ağır çalışma koşullarına sahip sektörlerde çalışmalarının fiziksel olarak imkânsız olduğuna dikkat çeken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kırklareli Milletvekili Turabi Kayankonuyu Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine de taşıdı. Emekli aylıklarının bazen asgari ücretin de altında olduğunu belirten Kayan, 24 Saat Gazetesi’ne “Bu durumda olan milyonlarca emeklimiz, güvencesiz ve kayıt dışı sektörlere itiliyor. Bu da SGK yasasından kaynaklanıyor” dedi.

28 Ekim 2019

İŞ ARAYAN EMEKLİ ORANI ARTIYOR Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve SGK verileri üzerinden değerlendirmelerde bulunan Kayan, Türkiye’de toplam 8 milyon 402 bin kişinin emekli aylığı aldığını, geriye kalan 4 milyon emeklinin ise ya sistem dışı çalıştığı, yada iş takibinin sürdürdüğünü bildirdi. 2002 yılında yüzde 37 olan çalışan ve iş arayan emekli oranının, 2017’de yüzde 48’e yükseldiğini işaret eden Kayan, “Daha önce SGK yasasında yapılan değişiklikle emekli aylıklarının sistemli bir biçimde düşürülmesi süreci başlamıştı. Bu kanunun aylık bağlama oranı, güncelleme katsayısı, aylıkların


2019 / Sayı 6

Turabi Kayan CHP Kırklareli millevekili

Türkiye Emekliler Derneği Genel Başkanı Kazım Ergün

alt sınırı ve aylıkların artırılmasına ilişkin hükümleri emekliler için ciddi bir sorun haline geldi. Asgari ücretteki artış, emekli aylığına aynı oranda yansımıyor. Bu da mağduriyetlerin artarak sürmesini getiriyor. Ayrıca emekliden sağlık katkı payı alınmaması mağduriyetin giderilmesinde önemli bir adım olabilir” dedi.

aynı görüşleri paylaşıyor, emekliler de. Ne yazık ki iktidar bunu görmezden gelmeye devam ediyor. Elektriğe, doğalgaza gıdaya zam yüzde 40-50’lerde emekliye zam ise sadece yüzde 5’lerde. Bu kabul edilemez. Bir an önce bu sorun çözülmeli ve emeklilerimizin, insan onuruna yakışır bir hayat sürmesi sağlanmalıdır” dedi.

“EMEKLİ AYLIĞI ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA OLMAMALI” Asgari Ücret Tespit Yönetmeliği’nde yeni düzenlemeler yapılmasının zorunluluk haline geldiğinin atını çizen CHP’li Kayan, yönetmelikte, “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olaraktanımlandığını hatırlattı.Kayan, “Asgari ücret altında alınan her ücret, temel ve zorunlu ihtiyaçları karşılamasının mümkün olmadığını göstermekte. Ancak emekli aylıkları için böyle bir kriter söz konusu değil. Emekli aylığının asgari ücretin altında olmaması gerekir. Sendikalar da

EMEKLİ MAĞDURİYETİNİ “EŞİTLİK” İLKESİ ÇÖZER “Gelişmişlik, emeklinin yaşam kalitesiyle ölçülür” diyen Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) Genel Başkanı Kazım Ergün de, emeklilerin sorunları ve çözüm önerilerini 24 Saat Gazetesi ile paylaştı. Çalışmak zorunda bırakılan emeklilerin yeni işsiz ordusuna katılmasının nedenlerinin başında, emekli aylığına hak kazanma ve emekli aylığı hesaplamalarında dengenin kurulamaması olduğunuvurgulayan Ergün, bunun da hem sisteme hem de emeklilere zarar verdiğini söyledi. Ergün, sosyal güvenliğin “eşitlik” ilkesinin, her değişiklikte rehber olmasının önemine vurgu yaptı. Uluslararası Sosyal Güvenlik

Teşkilatı’nın (International Social Security Association-ISSA) sosyal güvenliğin tehditlerini tespit edip, bu sorunların çözümü ve sosyal güvenliğin gelişmesi için çalışmalar yaparak üye ülkelerle paylaştığını açıklayan Ergün, ülkemiz bakımından da benzer zorluklar olduğunu, ISSA’nın araştırmasına Türkiye’nin de önem vermesi gerektiğine dikkat çekti. EMEKLİNİN ÜÇ BÜYÜK SORUNU Emeklilerin, çözüm bekleyen sorunlarını üç başlıkta toplayan Ergün, hükümetle çözmeye çalıştıkları problemleri şöyle sıraladı: – Emekli aylıklarındaki farklılıklara intibak yapılarak çözüm getirilmeli. – Aylık hesaplamalarında karma sistem yerine bütün dönemler için tek bir kriter getirilmeli. – Emekli sağlık katkı payından muaf tutulmalı. Ergün, Gazi Üniversitesi ile birlikte 3 bin 500 emekliyi kapsayan yeni bir anket çalışması yaptıkları bilgisini de paylaştı.

29


2019 / Sayı 6

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

30

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.