9. Köy 2019 - Sayı 3

Page 1

2019 / Sayı 3

1


2019 / Sayı 3

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan

Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten

Veri Uzmanı Umut Irmaksever

Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan Destek Prog. Uzm. Merve Kambur Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak Editör Göksel Bozkurt

Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven Çevirmen Ozan Acar Araştırmacılar Dicle Ekmekçi Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal


2019 / Sayı 3

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2019 / Sayı 3

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2019 / Sayı 3

İçindekiler

Vatandaş cebinde 36,6 bin ton madeni para taşıyor

6

Millî mücadele’nin ilk belgesi 100 yaşında

8

Kadın hakimlere, ‘hakim bey’ derler

11

Mültecilerin Siyasal ve Sosyal Hayata Katılımı: Biz de Varız!

13

Akın: Yardım temelli değil hak temelli yaklaşım şar

15

Ayrımcılık ve nefretin hedefindeki mülteciler

17

İşsiz gazeteciler: Bu meslek en büyük hayalimizdi

19

Serbest gazeteciler: Sabit maaş ve sigortamız yok!

22

Çalışan gazeteciler: Gazetecinin duracağı yer gerçeği bulduğu andır

24

Gazetecilik mezunları mesleklerini yapamıyor

26

Lozan’dan önce Paris’te bir gece Lozan Barış Antlaşması’nın 96. Yıldönümü…

30

5


2019 / Sayı 3

6

Vatandaş cebinde 36,6 bin ton madeni para taşıyor Hüseyin Tunçay / Ankara

T

29 Haziran 2019

Haber Yazısı

edavüle verilen 1 TL, 50, 25, 10, 5 ve 1 kuruşluk madeni paraların ağırlığı yaklaşık 1.221 tırı doldurabilecek ağırlığa ulaştı ve 36 bin tonu aştı. Toplamda 2 milyar 798 milyon lirayı bulan madeni paralar içinde vatandaş cebinde 14,8 bin tonla en çok 1 TL’yi taşırken, piyasadaki 1 kuruşların ağırlığı sadece 621 ton


2019 / Sayı 3

7  Vatandaşın günlük ihtiyacını karşılayan madeni paraların ağırlığı bu yılın ilk üç ayında tedavüle verilenlerle birlikte bin 221 tırı dolduracak ağırlığa ulaştı ve 36,6 bin tonu aştı. Darphane’nin tedavüle verdiği madeni para sayıları ve bunların ağırlıkları ele alınarak yapılan hesaplamaya göre, 2009 yılından bu yana piyasaya verilen madeni para tutarı 7 milyar 860 milyon adede ulaştı. Her madeni paranın ağırlığı farklı olduğundan, tedavüldeki paraların ağırlığı da 36 bin 636 tona çıktı. PİYASADA AĞIRLIK OLARAK EN ÇOK 1 TL VAR Tedavüle verilen madeni paralar içinde günlük kullanımı en çok yaygın olan 1 TL’nin ezici ağırlığı görülüyor. Şimdiye dek piyasaya verilen madeni 1 TL’lerin adedi 1 milyar 810 milyon adede ulaşmış durumda. 1 TL’nin ağırlığının 8,2 gram olduğu dikkate alındığında piyasada 14

bin 850 ton 1 TL’lik madeni para olduğu görülüyor.Tedavüldeki 1 TL’lerin toplam değeri 1 milyar 810 milyon TL olarak hesaplanıyor. 5 KURUŞLAR ADET ŞAMPİYONU Piyasada en fazla bulunan madeni para ise 5 kuruşlar. 2009 yılından buyana piyasaya verilen 5 kuruşların adedi 1 milyar 892 milyon adedi buluyor. 5 kuruşların ağırlığı ise 2,9 gram. Böylelikle piyasadaki 5 kuruşların ağırlığının 5 bin 488 tona ulaştığı hesaplanıyor. Piyasadaki 5 kuruşların toplam değeri ise 94,6 milyon TL’de kalıyor. Adet olarak piyasada en fazla bulunan ikinci madeni paramız ise 10 kuruşlar. Tedavüle şu an 1 milyar 884 milyon adet 10 kuruş verilmiş vaziyette. 3,15 gramlık 10 kuruşların ağırlığının ise 5 bin 935 ton olduğu görülüyor. Bunların tutarı ise 188,4 milyon TL tutarında. Bunun yanında piyasada 1 milyar 173 milyon adet 25 kuruş bulunuyor. Her biri 4 gram olan 25 kuruşların ağırlığı ise 4 bin 695 ton

olarak hesaplanıyor. 25 kuruşların toplam tutarı ise 293,5 milyon lira. Tedavülde bulunan paralardan 50 kuruşların adedi 817 milyonda kalsa da 6,18 gramlık 50 kuruşların ağırlığı 5 bin 49,5 tonu buluyor. Tedavülde 408,5 milyon liralık 50 kuruş bulunuyor. Piyasada en az kullanılan paranın ise 1 kuruşlar olduğu görülüyor. 2,2 gramlık 1 kuruşlardan piyasada sadece 282 milyon adet var ve ağırlığı da 621 tonda kalıyor.1 kuruşların toplam değer ise 2.8 milyon TL. TEDAVÜLDE 2 MİLYAR 798 MİLYON LİRALIK MADENİ PARA VAR Sonuç olarak piyasada bulunan madeni paralardan 1 TL, 50, 25, 10, 5 ve 1 kuruşlukları n toplam değerinin 2 milyar 798,5 milyon TL’yi bulduğu görülüyor. Bu paraların toplam ağırlığı ise 36 bin 636 ton olarak hesaplanıyor. Bu ağırlıktaki para her biri 30 tondan bin 221 tırı doldurabilecek vaziyette.


2019 / Sayı 3

8

Millî mücadele’nin ilk belgesi 100 yaşında Safa Tekeli / Ankara

K

urtuluş Savaşı’nın başlangıcı ve yeni bir devletin doğuşunun ilk belgelerinden Amasya Genelgesi 100 yaşında. Amasya Kararları özünde tüm dünyaya ‘kurtuluşun, bağımsızlığın ve yeni Cumhuriyetin kurulmasına dönük kararlılığın’ ilan edilmesini temel alıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın,100 yıl önce, 19 Mayıs 1919’da yaktığı Millî Mücadele meşalesi, “Amasya Kararları”nın duyurulduğu Amasya Tamimi’nin (Genelgesi) 22 Haziran 1919’da yayınlanmasıyla daha gür ışık vermeye başladı. Ancak, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı ve yeni bir devletin doğuşunun ilk belgelerinden sayılan Amasya Kararlarının

en stratejik denilebilecek son maddesi, bu belgede yer almayacaktı. Bu madde, silahların kesinlikle elden çıkarılmamasını ve topyekûn mücadeleyi öngörüyordu. 9. Ordu Müfettişi göreviyle Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi örgütlemeye yönelik çalışmaları, İngiliz güçlerini tedirgin eder. Bu arada, görevi de hükümetin bir düzenlemesiyle 3. Ordu Müfettişliği olarak değiştirilir. İngiliz Karadeniz Orduları Komutanı General George Milne, ardından İngiltere Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, birkaç kez Saray ve Harbiye Nezareti nezdinde Mustafa Kemal’in geri çağrılması için girişimde bulunurlar. Ancak, Mustafa

1 Temmuz 2019

Kemal, önce rica sonra tehdide varan bu girişimleri, kararlı tutumu sayesinde püskürtür. Mustafa Kemal Paşa, bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya geçer. ELDE SOPA LAZIMDIR Mustafa Kemal Paşa, bu süreçte, Havza’da ve Amasya’da halkın mücadele gücünü artıracak ve örgütlenmelerini sağlayacak konuşmalarda ve girişimlerde bulunur. Havzalılara, “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız. Bizi öldürmek değil, canlı canlı mezara atmak istiyorlar” diye seslenir. Nitekim o gece Havza’da Müdafaayı Hukuk Cemiyeti


2019 / Sayı 3

kurulur; 30 Mayıs Cuma günü İzmir şehitleri için mevlit okutulur, ardından bir miting düzenlenir ve protesto telgrafları gönderilir. Mustafa Kemal, bu mitingde bir din adamının da konuşmasını istemiş, ancak köyden çağrılan Sıtkı Hoca zamanında gelememişti. Ama Mutafa Kemal Paşa’nın mitingin haftaya cuma günü tekrarlanması isteği üzerine, kürsüye çıkan Sıtkı Hoca, Havzalılara şöyle seslenir: “Ey cemaat! Düşmana karşı koymak için elde sopa lazımdır. En gücü yetmeyen, en fakir Müslüman ve Türk bile bugünden tezi yok, birer sopa olsun edinmelidir. Buna da iktidarım yok diyen kimse var mı? Varsa o da evindeki kazmayı, keseri, bıçağı, o da yoksa yumruğunu hazırlasın. Artık zamanı gelmiştir. Hazreti Allah da Peygamber Efendimiz de böyle emrediyor!” Mustafa Kemal Paşa, Amasya’da ise kendisine ziyaret edenlere, “Ortada İttihatçılık, İtilafçılık yoktur; memleket meselesi vardır” vurgusunu yapar. Hükümet Konağı salonundaki konuşmasında da “Hep beraber aziz vatanımızı ve bağımsızlığımızı kurtarmak için bütün gücümüzle çalışacağız” der. Sultan Bayezid Camisi’nde Müftü Abdurrahman Kâmil Efendi ise vaazında, “Tek kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya egemenliği eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız” sözlerine yer verir. Mustafa Kemal Paşa da aradan yıllar geçse de Müftü Kâmil Efendi’yi onurlandıracaktır. GENÇ CUMHURİYETİMİZ BU GİBİ ULEMA İLE İFTİHAR EDER Mustafa Kemal, eşi Latife Hanım ile 24 Eylül 1924’te ziyaret ettiği Amasya’da, Belediye tarafından onuruna verilen ziyafette, beş yıl önceki anılarından söz eder. O günlerde şehir halkının, bütün millet gibi, gerçek durumu anlayamadıklarından, fikirlerde karışıklık yaşandığından söz eden Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, aralarındaki görüşmeden sonra Kâmil Efendi’nin verdiği Cuma vaazını şöyle anlatır: “Efendi Hazretleri halka dediler ki: ‘Milletin şeref ve haysiyeti,

9


2019 / Sayı 3

hürriyeti, istiklâli hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak için icap ederse, vatanın son bir ferdine kadar, ölmeyi göze almak lazımdır. Bu noktada bütün milletin azim ile iman ile beraber çalışması lazımdır. Ve ilave ettiler ki, artık Padişah olsun, Halife olsun ismi her ne olursa olsun hiçbir şahsın ve makamın hikmet ve mevcudiyeti kalmamıştır. Yegâne çare-i halâs, halkın doğrudan doğruya hâkimiyeti eline alması ve iradesini kullanmasıdır. ’ İşte Efendi Hazretleri’nin bu mürşidane vuku bulan vaaz ve nasihatinden sonra herkes çalışmaya başladı. Bunun içindir ki, Müftü Kâmil Efendi Hazretleri’ni takdirle yâd ediyorum. Genç Cumhuriyetimiz bu gibi ulema ile iftihar eder.

10

AMASYA KARARLARI Mustafa Kemal Paşa’nın beklediği eski Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey ile ona eşlik eden Ankara’daki 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Amasya’ya ulaştıktan sonra, 19 Haziran’da üç arkadaş arasında görüşmeler başlar. Hazırlanan metnin, Amasya’ya gelmesi beklenen 3. Kolordu 21 Haziran’da son şeklini alan Amasya Kararlarında özetle şunlar dile getirilir:“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir, fakat hükümet sorumluluklarını yerine getirmemektedir. Milletin bağımsızlığını, gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Yurtta en güvenilir yer olan Sivas’ta, millî bir kongre Komutanı Refet (Bele) Paşa’ya gösterilmesi ve 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir ile Konya’da 2. Ordu Müfettişi Cemal (Mersinli Cemal Paşa) Paşa’nın görüşmelerinin alınması da öngörülür. 21 Haziran’da son şeklini alan Amasya Kararlarında özetle şunlar dile getirilir: “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir, fakat hükümet sorumluluklarını yerine getirmemektedir. Milletin bağımsızlığını, gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Yurtta en güvenilir yer olan

Sivas’ta, millî bir kongre toplanmalıdır. Her sancaktan, milletin güvenini kazanan üçer kişi, hemen yola çıkarılmalıdır. Durum, her ihtimale karşı millî bir sır olarak tutulmalıdır.” 21/22 Haziran1919 gecesi hazırlanan ve tarihe “Amasya Tamimi/Genelgesi” olarak geçecek olan Amasya Kararları, Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey ve Samsun’dan gelen 3. Kolordu Komutanı Refet Bey tarafından imzalanır. Amasya Kararlarının bir bölümü, 22 Haziran tarihli Amasya Tamimi/ Genelgesi ile Anadolu’daki mülki ve askerî makamlara gönderilir. Genelgedeki, “Milletin hakkını savunmak için her türlü tesir ve murakabeden azade bir millî heyetin kurulması elzemdir” ifadesi, Refet Bey’in imza atmada “tereddüt” etmesine yol açar. Refet Bey, Ali Fuat Paşa’ya, “Kongrenin icabında yeni bir hükümet teşkil edeceği anlaşılıyor…” yönünde bir soru yöneltmiş, Ali Fuat Paşa da “hükümet kurulması gerekiyorsa bunun yapılabileceğinin anlaşıldığı…” cevabını verir. Gizli Tutulan Madde: Ama kararların son iki maddesi, özellikle sonuncu 6. madde Tamim’de yer almaz ve gizli tutulur. Bu son madde şöyledir: “Askerî ve ulusal örgütler hiçbir surette dağıtılmayacaktır. Kumanda hiçbir biçimde terk edilmeyecek ve başkasına bırakılmayacaktır. Vatanın herhangi bir tarafından yeniden yapılacak düşman işgal hareketleri bütün orduyu ilgilendirecek ve ortaya çıkan duruma göre memleketi savunmaya ortaklaşa girişilecektir. Bu nedenle komutanlar hemen birbirlerine haber vereceklerdir. Silahlar ve mühimmat kesinlikle elden çıkarılmayacaktır.” Falih Rıfkı Atay’a göre ise “…hiç açıklanmayan bir gizli madde” söz konusudur: “Bu maddeye göre Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Fuad paşalarla Rauf Bey bir millî hükûmetin ilk kadrosu olarak tespit edilmiştir.” Askeri tarihçi Tahsin Ünal ise Amasya’da alınan kararların

kendi ifadesiyle “tahmini olarak” iki başlık altında toplanması gerektiği görüşündedir: (1) Bir millî mukavemet cephesi kurmak; (2) İcap ederse bir millî hükümet kurmak. Tahsin Ünal’a göre; birinci şık İstanbul’dan beri düşünülmektedir ve ders kitaplarında “Amasya Tamimi” olarak yer almıştır. “Fakat ikinci şık, yani, ‘icap ederse bir millî hükümet kurmak’ fikri herkese duyurulmamış, hatta senelerce gizli tutulmuş, bu karar yalnız ve yalnız toplantıya iştirak eden 5-8 kişilik bir kadro tarafından bilinmiştir. AMERİKALILAR DA “HÜKÜMET” DİYOR 1 Temmuz 1919 tarihli ABD belgelerinde de Amasya Kararlarından, “Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey etraflarına bir ordu alarak, Amasya’da askerî bir hükümet kurmuşlardır. Padişaha bağlıdırlar ama onun dışında bugünkü Türkiye hükümetini tanımıyorlar,” diye söz edilmektedir. CEBESOY VE ORBAY Amasya Kararlarının altında imzası bulunan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, hatıralarında şunları dile getirir: “Amasya Kararları ile ayrı ve bölgesel teşebbüsler birleştirilmiş, bütün milletin, istiklal ve vatanımızın uğradığı tehlike etrafında birlik olduğu harice ve dâhile gösterilmiştir. Amasya Kararları toplayıcı bir ruh taşımaktadır. Şunu hemen ilave etmeliyim ki bunun başlıca amili de M. Kemal Paşa’dır.” Rauf Orbay da Amasya Kararları hakkında şunu kaydeder: “İlk fiili harekete geçmek kararını, evvela biz, üçümüz (Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay) hazırladık.” Amasya Kararları, öngördüğü ilkeler bakımından, “Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı ile Meclis’in açılması ve ötesinde Cumhuriyet’in ilanıyla ortaya çıkan yeni devletin doğuşunun ilk belgelerinden” sayılacaktır.


2019 / Sayı 3

Kadın hakimlere, ‘hakim bey’ derler

T

ürkiye’de kadınların çalışma hayatında karşılaştığı zorluklar ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, erkek bir hakimin bir kadın avukatın etek boyuna karışmasıyla yeniden gündeme geldi. 24 Saat Gazetesi’ne konuşan hukukçular, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadın hukukçuları da etkilediği ve dava dosyası konusuna göre cinsiyet farklılığının olabildiği görüşünü paylaşıyor.

EROĞLU: “ÇOK SAYIDA KADIN STAJYER AVUKAT, TACİZ ŞİKAYETİNDE BULUNUYOR” İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Şükran Eroğlu, 24 Saat Gazetesine yaptığı açıklamada, son dönemde avukatların bürolarında çalıştırmak üzere erkek avukat aradıkları şeklinde ilanlara rastladıklarını söyledi. Bu gibi ayrımcı söylemlerin avukatlık mesleğine uygun olmadığını dile getiren Eroğlu, “Zira avukatlık mesleği demek,

4 Temmuz 2019

eşitlik, hak ve hukuk savaşı vermek demektir. Avukatların ayrımcılık yapmaları, adaletsiz ve tarafgir davranmaları doğru değildir” dedi. Özellikle son yıllarda kadın avukatların taciz olaylarıyla karşılaştığını ifade eden Eroğlu, çok sayıda kadın stajyer avukattan yanında çalıştığı veya iş başvurusu yapmak üzere gittiği avukatlık ofislerinde erkek avukatlar tarafından tacize uğradıkları yönünde şikayetler aldıklarını dile getirdi.

Haber Yazısı

Aslı Aral/ İstanbul

11


2019 / Sayı 3

12

Birçoğunun ise şikayet etmeye çekindiğini söyleyen Eroğlu, şöyle konuştu: “Çünkü ispatı çok zor. Sonunda zarar göreceklerini düşünüyorlar. Toplumdaki kadının aşağılanması ve kadına yapılacak her türlü taciz veya tecavüzünü normal görülmesi anlayışı ne yazık ki erkek avukatlar arasında da kabul görmüş durumda. Buna karşı bize başvuranları ya da duyduğumuz olaylarda mutlaka savcılığa ve Baro Disiplin Kuruluna şikayet etmelerini sağlıyoruz ve kadın hakları merkezi olarak da davalarda gözlemci olarak destek veriyoruz.” Eroğlu, toplumda davalara kadınlardan ziyade erkek hukukçuların bakması yönünde bir eğilim olduğu gözlemlemediğini, aksine kadın avukatların çok daha titiz çalıştığını, davaları özümsediğini ve başarılı olduğunu sözlerine ekledi. ATILGAN: “TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ HUKUKÇULARI DA ETKİLİYOR” Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doçent Eylem Ümit Atılgan da, kadın ile erkek hukukçuların eşit şartlarda mesleklerini icra etmediğini düşündüğünü kaydederek, toplumsal cinsiyet

“Tüm kadın hukukçuların tehditle ve tacizle daha çok karşı karşıya kalıyor”

eşitsizliğinin diğer tüm alanlarda olduğu gibi hukukçu olmayı seçenleri de etkilediğini ifade etti. Üniversitede öğretim üyesi olmadan önce avukatlık yapan Atılgan, “Tuttuğunu koparan, masaya yumruğunu vuran, sözünü dinlettiren yani iktidar kullanan kişinin iyi hukukçu olacağı yargısı topluma hakim. Toplumun çoğunluğu eril iktidar dilini ‘iyi’ kullanan hukukçuya güveniyor” diye konuştu. Tüm kadın hukukçuların tehditle ve tacizle daha çok karşı karşıya kaldığını belirten Atılgan, kadınların iyi haciz avukatı, ceza avukatı ve savcı olamayacağı yargısının hukukçular arasında çok yaygın olduğunu kaydetti. Yargı verme yetkisini ancak erkeklerin taşıyabileceği algısının da sıklıkla görüldüğünü söyleyen Atılgan, “Kadın hakimler bu tür ayrımcılıkla çok karşılaşır. Duruşmalarda kadın hakimlerin gözünün içine bakarak ‘Hakim Bey’ derler. Dil sürçmesi gibi değil, mütemadiyen” dedi. ÖTER: “DOSYA KONUSUNA GÖRE CİNSİYET FARKLILIĞI OLABİLİYOR” Avukat Kuthan Öter ise, kadın ile erkek hukukçuların eşit olduğunu düşündüğünü, çünkü cinsiyet farklılığına inanmadığını söyleyerek, “Ancak maalesef her meslekte olduğu gibi bizim mesleğimizde de kadın hukukçuların sadece kadın oldukları için erkek hukukçuları göre daha az başarılı olacağını ya da bazı konularda yetersiz kalacağını düşünenler bulunuyor” diye konuştu. Kimi zaman dosya konusuna göre cinsiyet farklılığını olabildiğini kaydeden Öter, örneğin ağır ceza davalarında kadın avukatların daha az sayıda görev yaptıklarının görüldüğünü belirtti. Öter, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun nedeni kadınların tacize maruz kalmaları değil, doğaları gereği daha duygusal oldukları ve bazı dosyaların stres seviyesinin çok yüksek olması

nedeniyle kendilerinin tercih etmemelerinden kaynaklanıyor. Kimi zaman da bazı özel davalarda müvekkiller kadın hukukçuları tercih ediyorlar. Örneğin çekişmeli bir boşanma davasında davanın kadın tarafı genelde kadın avukatı tercih ediyor.” Avukat Öter, mağdur tarafı temsil ettikleri dosyalarda genelde kadın hakim olmasını psikolojik olsa da tercih edebildiklerini belirterek, “Bazı dosyalarda kadın hakimler daha vicdanlı davranıp takdir haklarını mağdur taraftan yana kullanabiliyorlar. Örneğin bir işe iade davasında sadece hamile kaldığı için işten haksız yere çıkartılan işçiyi temsil ediyorsak, dosyamızın kadın hakimin olduğu bir mahkemeye düşmesini tercih edebiliriz” dedi. Kadın avukatların tercih edilmediği bir başka alanın ise icra dosyaları olabildiğini ifade eden Öter, özellikle borçlu tarafa hacze gidildiğinde güvenlik açısından bazı sıkıntılar yaşanabildiğini, bu nedenle müvekkillerin çoğunluğunun kadın avukatın tedirgin olacağını ve yeteri kadar agresif davranamayacağını düşünebildiğini kaydetti. SUYARAN: “ERKEK AVUKATLAR TERCİH EDİLİYOR” Genç bir avukat olan 26 yaşındaki Lal Su Suyaran da, bazı uyuşmazlıklar için hukuki danışmanlık istenirken kadın avukat yerine erkek avukat ile görüşmek isteyenler olabildiğini dile getirdi. Suyaran, özellikle tapu işleri, sicil ya da icra gibi koşuşturma veya insan ilişkisi gerektiren alanlarda erkek avukatların tercih edildiğini söyledi. Türkiye Barolar Birliği’nin resmi internet sitesinde yer alan verilere göre, 31 Aralık 2018 tarihi itibariyle Türkiye genelinde barolara kayıtlı toplam 116 bin 779 avukat bulunuyor. Bu sayının 65 bin 423’ünü erkek avukatlar, 51 bin 356’sını ise kadın avukatlar oluşturuyor.


Mültecilerin Siyasal ve Sosyal Hayata Katılımı: Biz de Varız!

S

uriye’deki olaylar sonucunda Türkiye’ye gelen ve kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışan mültecilere hep dışarıdan baktık ancak onların neler yaşadığını, neler hissettiğini önemsemedik. Mülteciler neler yaşıyor? 24 Saat İzmir’de mülteciler ile görüştü. Bir mülteci bireyin şu söylemi gelinen son süreci özetliyor: “Bizler mülteci bireyler olarak gelmiş olduğumuz topluma yük olmak değil toplum ile birlikte gelişme göstermek istiyoruz” Mülteci bireyler ve yakınları neler yaşıyor, hangi sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar? Toplumsal yaşamda onları en çok yaralayan söz ve davranışlar

nedir? Yerel toplulukla nasıl ilişki geliştiriyorlar? Mültecilik konusunda yerel toplumla empati kurabiliyorlar mı? Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan mültecilerin talepleri neler? 24 Saat, mülteci bireylerin yaşamlarına tanıklık etti, sorunlarını dinledi ve çözüm önerilerini aldı. 20 yıl önce Suriye’den çeşitli nedenlerden dolayı Türkiye’ye gelmek zorunda kalan ve İzmirde ilk mülteci derneğini kuran Muhammed Saleh Ali, Türkiye’de yaşayan mültecilerin neler yaşadıklarını anlattı. Muhammed Saleh ALİ, 20 yıl önce Suriye’nin Kamışlı bölgesinden İzmir’e yerleşen ve 2013 yılında İzmirde Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneğini

5 Temmuz 2019

kuran ALİ mültecilerin yeni yaşamları ile ilgili şunları söylüyor: “İzmir yaklaşık 150 bin mülteciye ev sahipliği yapmakta, bizler de nereden olursa olsun gelen mülteci bireylere Basmane semtinde bulunan ve ‘mülteciler evi’ olarak isimlendirdiğimiz derneğimizde hizmet vermekte, mültecilerin yeni yaşam alanlarına daha rahat uyum sağlamaları için çalışmalar gerçekleştirmekteyiz. Bizlere karşı toplumda büyük önyargı ve ayrımcılık bulunmaktadır. Yerel toplum tarafından bizlere karşı hissedilen bu duyguyu bir nebze olsun anlamlandırmaya çalışmakta ancak ne olursa olsun şiddete varan uygulamalara karşı çıkmaktayız.”

Dizi Yazısı

Süleyman Gök / İzmir


2019 / Sayı 3

Muhammed Saleh ALİ

14

Sayıları hızla artan mülteci bireylerin somut olarak isteklerini ve beklentilerini sorduğumuzda ise Ali, “Bizler mülteci bireyler olarak gelmiş olduğumuz topluma yük olmak değil toplum ile birlikte geliştirme göstermek istiyoruz. Yerel ve ulusal düzeyde bizlere yüklenen misafir algısı yerine insan hakları bağlamında bir yaklaşım sergilenmeli ve bizleri ilgilendiren konularda bizlere de danışılmalı, bizler sığıntı olarak değil, kendi emeğimizi vererek kendi gelirimizi kazanmak istiyoruz ve yaşamımızı insanca sürdürmek istiyoruz” diyor. Ülkenin dört bir yanına dağılan Suriyelilerin yerel topluluklar tarafından uygulanan ayrımcılık nedeniyle istihdam, eğitim, barınma, sağlık gibi temel haklardan yeterince faydalanamadığını, gün geçtikçe Suriyelilerin toplumsal yaşama katılımlarının zorlaştığını söyleyen Ali, “Mülteciler artık gitmek yerine burada kalıp yaşamlarını sürdürmek ve haklarına insanca ve eşit bir şekilde ulaşmak istemektedir. Göç akımının ilk yıllarında gelen mülteciler ile konuştuğumuz zaman insanların büyük çoğunluğunun geri dönmek istediklerini ancak şimdi Suriye’deki olayların belirsiz olmasından ve şehirlerin yaşanamaz olduğundan dolayı insanların geri dönme umutlarının azalarak, kalıcı

olduklarını ve bu yeni duruma göre konumlanmaları gerektiğini düşünüyorlar” görüşünü dile getiriyor. Şair ve yazar Hael Srour, Suriye’deyken uluslararası bir taşımacılık firmasında çalıştığını söylüyor. Srour, kentin yeni sakini olarak İzmir’de toplumsal yaşama katılmaya çalışıyor. Suriyeli mülteciler başta olmak üzere İzmir’e gelen mültecilerin daha rahat yaşam sürdürmeleri için Mülteci Haklarını Geliştirme Derneği’nde faaliyet yürütüyor. “Bizler bütün yükün devlete yüklenerek mülteci sorununun çözüleceğine inanmıyoruz. Mültecilerin de yerine getirmesi gereken bazı ödevler bulunmaktadır. Bu sebeple mültecilerin özellikle yerel düzeyde sosyal ve siyasal hayata dahil olmalarını istemekte, kendi hak ve yükümlülüklerimiz ile ilgili beklentilerimizi ifade edecek alanlar yaratılmasını talep etmekteyiz” diyen Srour, mültecilerin kalıcı olduklarını ve bütün toplumsal aktörlerin bakış açılarının bu yeni duruma göre geliştirilmesi gerektiğini anlatıyor. Suriye halkının kısa zaman içerisinde özgürlüğüne kavuşmasını ve barışın bir an önce gelmesini isteyen Hael Srour, temel hedeflerinin başta yerel yönetimler olmak üzere tüm aktörler nezdinde mültecilerin yaşamlarını kolaylaştırmak ve insan hakları

temelinde haklara eşit erişimlerini sağlamak amacıyla faaliyet yürüttüklerini belirtiyor. Srour, “Bir insan nerede olursa olsun evrensel düzeyde sahip olduğu haklarını kullanmalı” diyor. Kendisinin de Suriye’den siyasi baskılar nedeniyle kaçarak İzmir’e yerleştiğini söyleyen Srour, “ilk başta bir palet fabrikasında çalıştım. İş çok ağır ve çok zordu ama kısa zaman içerisinde usta oldum. Ancak iş yerinde bulunanlar tarafından dışlandım ve işten ayrılmak zorunda kaldım” diyerek Türkiye’de Suriyelilerin her alanda büyük zorluklar içinde yaşamlarını sürdürdüklerine dikkat çekiyor. Yerel topluluklar ve medya tarafından sürekli olumsuz olarak algılandıklarını ve bu yüzden topluma yeterince dahil olamadıklarını ifade eden Srour,” Suriye’den gelen herkese kötü ve olumsuz bakış açısıyla yaklaşmak uzun vadede toplumsal barışı kurmamızı zorlaştırmaktadır. Başarı hikayeleri olan, memur, doktor, şair, öğretmen gibi mültecileri görmezden geliyoruz” görüşünü savunuyor. Mülteciliğin bir tercih bir zorunluluk olduğunu söyleyen Srour, “Kimse doğup büyüdüğü toprakları isteyerek terk etmez” diyerek yerel toplumdan Suriyeli mültecilere karşı empati yapmalarını istiyor.


2019 / Sayı 3

Akın: Yardım temelli değil hak temelli yaklaşım şart

İ

zmir Mülteci Çalışmaları Ağı Genel Koordinatör Yardımcısı Özlem Akın, 2011 yılında Suriye’de siyasal ve sosyal dinamiklere bağlı olarak başlayan olaylar sonucunda Türkiye’nin bugüne kadar görmüş olduğu en büyük göç dalgası ile karşı karşıya kaldığını belirterek, yeni durumun ekonomik ve toplumsal yapı başta olmak üzere Türkiye’yi birçok açıdan etkilediğini söyledi. İzmir Mülteci Çalışmaları Ağı Genel Koordinatör Yardımcısı Özlem Akın, mültecilerin sorunlarının çözümüne dönük uzun yıllardır faaliyet yürütüyor. Akın, çözüm önerilerini sıralarken, “Devletin mülteci sorununu dış ülkelere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak yerine toplumsal barışın sağlanması

için önemli bir sorun olarak algılaması gerekmektedir” diyor. İzmir Mülteci Çalışmaları Ağı Genel Koordinatör Yardımcısı Özlem Akın, mültecilerin yaşadıkları sorunlar ve çözüm önerilerine dönük 24 Saat’in sorularını yanıtladı. Türkiye’de Suriyeli mülteci sorununun görünür olması ile birçok çalışma yapılmaya başlandı. Sizce bu çalışmaların geldiğimiz noktada mülteci sorununa katkı sağladığı düşünülebilir mi? Bugün resmi sayılarla ifade etmek gerekirse 3 milyon 606 bin 737 Suriyeli mülteci geçici koruma statüsü altında Türkiye’de yaşamaktadır. Muhakkak her bir çalışmanın karşılığını kısa vadede görebilmemiz mümkün olmuyor. Ancak, kamuoyunda mülteci bireylere yönelik nefret söylemi,

6 Temmuz 2019

ayrımcılık ve şiddete varan uygulamaların gün geçtikçe arttığı gerçeğini de düşünürsek alanda çalışan tüm paydaşlara büyük işler düşmektedir. Mülteci bireylerin özellikle kamp dışında yaşamaya başlamalarıyla birlikte yerel halk ile daha sık temas halinde olmaları, günlük hayatta birçok iş kolunda yerel topluluklar ile birlikte çalışmaları toplumsal uyum ve sosyal dahil etme kavramlarını daha sık kullanmamıza neden olmaktadır. Toplumsal barış ve uzlaşma için sadece mültecilerin değil yerel toplumun da uyum süreçlerinin kolaylaştırılması gerekmektedir. Bu yüzden tek taraflı “entegrasyon” yerine iki tarafı da içeren” dahil etme” kavramını gündemimize almalı, mülteci sorunun sürdürülebilir bir sosyal politika çerçevesinde

Dizi Yazısı

Süleyman Gök / İzmir

15


2019 / Sayı 3

16

çözmek için alanda çalışan tüm paydaşlar ile gerekli adımlar atılmalıdır. Mülteci bireylerin toplum yaşamının (okulda, sağlık ocağında, markette vb.) tüm alanlarında görünür olmasıyla tüm politika alanlarında bütüncül politikaların gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu gündemimize getirmektedir. Öğrenimlerini sürdüren mülteci çocuklar için eşit erişimleri içeren eğitim politikası, sağlık hizmetlerine erişim için kapsayıcı sağlık politikası, adalet politikası, kaçak işçiliğin önlenmesine ilişkin istihdam politikası gibi farklı alanlarda ve düzeylerde birçok çalışmanın yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda sorunuza da dönersek, Türkiye’de mülteci tematik alanında birçok çalışma yapılmaktadır. Ancak bu çalışmaların artık hizmet ve yardım temelli olmak yerine hak temelli boyutunun güçlendirilmesinin zamanının geldiğini düşünmekteyim. Günümüzde mültecilerin temel sorun alanları nelerdir? Mülteci bireyler ne talep etmektedir? Yerelde mülteci bireylerin de ifade ettikleri üzere birçok sorun alanı bulunmaktadır. Bu sorunların başında öncelikle mültecilerin kendilerini hukuken nasıl tanımladıkları gelmektedir. Çünkü bildiğiniz gibi Türkiye, Suriye’den gelen bireylere “mülteci” statüsü tanımamakta, misafir, geçici koruma altındaki birey gibi farklı tanımlamalar ile soruna çözüm aramaktadır. Bu tanımlama sorunu mültecilerin gitme- kalma ikilemini önemli derecede etkilemektedir. İkinci olarak farklı dezavantajlı topluluklar gibi mültecilerin de istihdam, barınma, sağlık, eğitim, adalet gibi birçok alanda sorunları bulunmaktadır. Ancak mültecilerin farklı kültüre sahip olmaları, dil yetersizliği, yerel toplumun kendilerine karşı olumsuz bakış açıları gibi farklı nedenlerden dolayı temel hizmetlere erişimleri ne yazık ki zayıf kalmaktadır. Bu da mültecilerin dışlanmalarına, gettolaşmalarına ve gayrimeşru alanlara yönelmelerine yol açmaktadır. Bu kapsamda mültecilerin yerel ve ulusal düzeyde temsiliyetlerinin güçlendirilmesi, sosyal hayata

katılımlarının kolaylaştırılması için birçok açıdan hak temelli uygulamalar geliştirilmelidir. Mülteci bireyler artık yaşamın için de biz de varız diyerek kendilerine günlük yardımlar yapılmasından ziyade daha hak temelli çalışmaların

Mülteciler günlük yardım yerine iş piyasasına, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerine eşit birey olarak erişmek istemektedir

yapılmasını talep etmektedir. Benim kişisel fikrim mülteci sorunun çözümünde anahtar kelime olarak “hak temelli” yaklaşım önceliklendirilmeli, yerel yönetimler, üniversiteler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve devlet ortaklığında sürdürülebilir hak temelli sosyal politika oluşturulmalıdır. Mülteciler günlük yardım yerine iş piyasasına, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerine eşit birey olarak erişmek istemektedir. Bu taleplerini de yerellerde kurdukları sivil toplum kuruluşları aracılığı ile görünür kılmak istemektedirler. İfade ettiğiniz üzere kapsamlı bir mülteci politikası için birçok aktöre önemli görev düşmektedir. Peki, bu aktörler kimler ve nasıl görevleri bulunmaktadır? Öncelikle bir konuyu netleştirmek isterim. Mülteci ve göç alanında çalışan sivil aktörler olarak bizler, mültecilerin insan hakları evrensel sözleşmesi başta olmak üzere ulusal ve uluslararası sözleşmelerden doğan bütün hakların eşit ve adil bir şekilde yararlanmasını ve belirlenen hakların nerede ve kim olursa olsun erişilebilir olmasını savunmaktayız. Bu kapsamda yerel ve ulusal düzeyde mülteci bireylerin temel haklara erişimlerini kolaylaştırmak,

mültecileri güçlendirmek ve yerel toplumla sosyal dahil edilme sürecini karşılıklı bir şekilde gerçekleştirmek için bütün aktörlere önemli görevler düşmektedir. Yukarıda da ifade ettiğim üzere, Türkiye’nin bugün sürdürülebilir, kapsayıcı ve eşitlikçi bir sosyal politika üretmesine için ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç yalnız mülteci bireyler değil toplumun bütün bireyleri ve dezavantajlı grupları için geçerlidir. Bu kapsamda alanda sadece devlete değil, diğer paydaşlar da yer almalıdır. Sivil toplum örgütleri, özel sektör kuruluşları, medya, akademik camia, kanaat önderleri gibi farklı düzeylerde aktörlerin katılımı ile bu süreç işletilmelidir. Sivil toplum örgütleri, mülteci bireylerin hak temelli çalışmalar ile güçlendirilmesine katkıda bulunmalı, mültecilerin hizmetlere erişimlerini kolaylaştırmak için kamu arasında katalizör görevi üstlenmeli, sosyal politika sürecinin aktif katılımcısı ve talep edeni olmalıdır. Devlet, tüm gücü kendinde toplamak yerine politika üretme sürecine farklı paydaşları dâhil etmeli, yönetişim yaklaşımını tüm düzeylerde hâkim kılmalıdır. Devletin mülteci sorununu dış ülkelere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak yerine toplumsal barışın sağlanması için önemli bir sorun olarak algılaması gerekmektedir. Medya, toplumsal barışın gelişmesi, farklı kültürler arasında uyumun güçlendirilmesi ve mülteci bireyler ile yerel topluluk arasında şiddete varan uygulamaların azaltılması için haber diline dikkat etmeli, toplumsal ayrışmayı derinleştirecek görsel ve yazınsal uygulamalardan kaçınmalıdır. Özel sektör, sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına kaynak ayırmalı, sosyal girişimcilik, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları ile mülteci bireyleri ve sivil toplumu desteklemelidir. Eğer bütüncül bir politika alanı yaratılırsa Türkiye’nin mülteci sorununu çözebileceğini ve bu sorunu lehine çevirecek uygulamalara yönelebileceğini düşünmekteyim. Her kriz fırsata dönüşebilir, yeter ki akıllı ve sürdürülebilir bir politika süreci işletilebilsin.


2019 / Sayı 3

Ayrımcılık ve nefretin hedefindeki mülteciler Melike Ceylan /İstanbul

yarıda bırakarak Halep’ten Türkiye’ye gelen Aziz Halil ise her şey düzeldiğinde ülkesine yeniden dönmek istediğini söyledi. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre; Türkiye, dünya genelinde en fazla sığınmacı ağırlayan ülke. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 16 Mayıs 2019 tarihli verisi, Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısının 3 milyon 606 bin 737 kişi olduğunu ortaya koyuyor. Suriyeli mültecilerin dışında Afganlı, Iraklı mültecilerin sayısı da oldukça fazla. Yine resmi kayıtlara geçmeyen çok sayıda mülteci de bu topraklarda yaşıyor. Yalnızca “Geçici Koruma Belgesi” verilerek yıllardır statüsüz bırakılan mülteciler, emek piyasasında çalışıyor, kira ödüyor,

8 Temmuz 2019

sokakta ve her alandalar. Çalışma, eğitim, kültürel ve sosyal hakları yok sayılarak atölyelerde taşeron sisteme tabi çalıştırılan mülteciler 24 Saat’e İstanbul’daki yaşamlarını anlattılar. “OKULUMA ATILAN BOMBADAN SONRA TÜRKİYE’YE YERLEŞTİM” Suriye’nin Halep kentinde doğup büyüyen Aziz Halil (18), 11 yaşında İstanbul’daki abisinin yanına gelerek Güngören’de bir ayakkabı atölyesinde çalışmaya başladı. İki aylık çalışmanın ardından Suriye’ye dönen Halil, okuluna atılan bombadan sonra ise Türkiye’ye yerleşti. 2011 yılında Halep’ten İstanbul’a tek başına yaptığı yolculuk sonrasında bir daha

Haber Yazısı

B

M Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre; Türkiye, dünya genelinde en fazla sığınmacı ağırlayan ülke. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün Mayıs 2019 verileri Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısını 3 milyon 606 bin 737 kişi olarak saptıyor. Suriyeli mültecilerin dışında Afganlı, Iraklı mültecilerin sayısı da oldukça fazla. Yine resmi kayıtlara geçmeyen çok sayıda mülteci de bu topraklarda yaşıyor. Siyahi olduğu için ayrımcılığa maruz bırakıldığını ifade eden Muhammed Gawsu, “Sıcak olduğunda camdan dışarı bakıyorum ‘içeri gir’ diyerek azarlıyorlar” derken okulu bombalandıktan sonra öğrenimini

17


2019 / Sayı 3

Muhammed Gawsu (solda)

18

Halep’e hiç gitmediğini söyleyen Halil, sorunlarını şöyle paylaştı: “İstanbul’da çok ucuz ücretlere karşılık ayakkabı atölyelerinde çıraklık yaptım. Sabah 8.00’dan akşam 22.00’ye kadar çalışıyorduk. Mesai saatlerimiz ödenmiyordu. Hakkımızı almak için eylemler düzenledik. 2013 yılına geldiğimizde Halep’teki evimiz de bombalandı. Ninem korkudan yaşamını yitirdi, anne ve babam da İstanbul’a geldi. Tüm aile artık burada birlikte yaşıyoruz.” Zaman zaman “Suriyeliler ülkemizden defolsun” gibi ırkçı sözler duyduğunu ifade eden Halil, “Yine de İstanbul’u çok seviyorum. Komşularımız bizi çok severler. Birlikte pikniğe gideriz. Buradaki en önemli sorunumuz işçilerin haklarının verilmemesi” dedi.

“BÜLBÜLÜ ALTIN KAFESE DE KOYSAN İLLA VATANIM DER” Bugüne kadar Türkiye devletinden herhangi bir maddi yardım almadıklarını hatırlatan Halil, sözlerini şöyle

tamamladı: “Eğer her şey düzelirse ülkemize dönmek isteriz. Eski günlerimizi çok özlüyoruz. Özellikle anne ve babam daha çok özlüyor. Bülbülü altın kafese de koysan illa vatanım der.” “EN ÇOK ANNE VE BABAMI ÖZLÜYORUM” IŞID’ın Kobani’ye saldırılarının ardından abisi ve yengesiyle birlikte Türkiye’ye yerleşen Zehra Ali (25), Esenyurt’ta bir kıyafet mağazasında çalışmaya başladı. “İstanbul’da iş var yemek var diyerek geldik” diyen Ali, “İlk geldiğimiz zaman çok zorlandık. Dil bilmiyorduk, yol bilmiyorduk. Artık buraya alıştık. Biraz Türkçe de öğrendik. 6 yıldır memleketime hiç gitmedim. Çalışıp anne ve babama para gönderiyorum. Burada abim ve yengemle yaşıyoruz. İstanbul çok güzel bir şehir. Burayı seviyoruz. Ama her şey çok pahalandı. Ayda bin 300 TL alıyorum. 800 TL kira veriyoruz” diye konuştu. Savaştan sonra anne ve babasının Kobani’den Halep’e taşındığını ifade eden Ali, en çok anne ve babasını özlediğini belirtti. “ÇOK ÇALIŞIYOR, AZ KAZANIYORUM” Afrika’nın batı ülkesi olan Gana’dan Türkiye’ye gelen Muhammed Gawsu (34), iki yıldır İstanbul’da yaşıyor. Taksim’de bir çanta mağazasında çalışarak yaşamını sürdürmeye çalışan Gawsu, “Çok çalışıyorum ama haftalık 450 TL alıyorum. Yemek, yol parası vermiyorlar. Herhangi bir sosyal güvencem yok. Yemekten ve kiradan artırdığım

parayla az da olsa aileme para göndermeye çalışıyorum” diyerek Türkiye’de yaşamanın çok zor olduğunu belirtti. “SICAK OLDUĞU İÇİN CAMDAN DIŞARI BAKTIĞIMDA ‘İÇERİ GİR’ DİYORLAR” Siyahi olduğu için ayrımcılığa maruz bırakıldığının altını çizen Gawsu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günde 50 insanla karşılaşıyorsam bunların 5’i iyi davranıyor. Döner almak için sıraya giriyorum. Biri önüme geçerek ‘sen bekle’ diyor. Bakkal bayat ekmek veriyor. Birine baktığımda ‘neden bakıyorsun’ diyerek kızıyorlar. Evde müzik dinlediğimde ‘kapat şu müziği’ diye uyarıyorlar. Onlar gürültü yaptığında ise ben uyaramıyorum. Sıcak olduğu için camdan dışarı baktığımda ‘içeri gir’ diyorlar. Siyah olduğumuz için emlakçılar bodrum katını ya da çatı katını veriyor. İlk geldiğimizde üç aylık kira bedeli olarak 3 bin 300 TL verip bir ev tuttuk. İki hafta kaldıktan sonra paramızı iade etmeden evden çıkardılar. Tarlabaşı’nda boynumuza bıçak dayayıp telefon ve cüzdanımızı çaldılar. Polis çağırdık ama dil bilmediğimiz için anlaşamadık. Otobüse bindiğimizde, mahallede sorun yaşıyoruz. Burada kimseyle arkadaşlık edemiyoruz. Böyle davranmaları çok ayıp.” Korkuyla yaşadığını sözlerine ekleyen Gawsu, kendi ülkesinde iş olanaklarının olmadığını ve İstanbul’da yaşamaya mecbur olduğunu da söyledi.


2019 / Sayı 3

19

İşsiz gazeteciler: Bu meslek en büyük hayalimizdi Bengisu Kömürgü / İstanbul

17 Temmuz 2019

İ

Dizi Yazısı

letişim fakültesi yıllarında en büyük hedefleriydi gazeteci olmak. Gerçeğin peşinde koşup, doğruları halka aktarmanın hayalini kuruyorlardı. Mezun da oldular gazeteci de… Ama bugün işsizlik gerçeği ile yüz yüzeler…


2019 / Sayı 3

20

Türkiye İş Kurumunun (İŞKUR) açıkladığı kayıtlı işsiz sayısı nisan ayında 4 milyon 38 bin 175’e ulaşırken yine TÜİK’in 2018 işgücü istatistiklerine göre işsizlikte en yüksek ikinci oran gazetecilikte. Her dört gazeteciden biri işsiz. Mevcut koşullarda işsizlik oranı sarsıcı oranlara ulaşmış durumda. Sektör can çekişiyor, işsiz gazeteci sayısı her geçen gün artıyor, gazeteciler mesleklerini yapamaz hale geliyor. Henüz işini kaybetmemiş gazeteciler de iş güvencesi ve özgürlükler kıskacında yaşam savaşı veriyor. Bu zor koşullarda işsiz bırakılan ya da işinden ayrılmak zorunda kalan gazeteciler ne düşünüyor? Serbest çalışan gazeteciler hangi zorlukları yaşıyor? Çalışan gazetecilerin en temel sorunları ne? 24 Saat, gazetecilik mesleğine aynı tuttu, işli, işsiz, serbest çalışan (freelance) gazetecilerin sorunlarını dinledi. Gazetecilerin mesleklerine olan özlemlerini, hayallerinde yaşattıkları gazeteciliği, Türkiye’de haberci olmayı sordu. Üç bölümlük dizimizin ilkinde söz çeşitli gerekçeler ile işsiz bırakılmış ya da çeşitli nedenlerden kaynaklı mesleğine ara vermek zorunda kalan gazetecilerde…

“SORU SORDUM İŞSİZ KALDIM” Burcu Eken… Uzun yıllardır spor muhabirliği yapıyordu. Bugün işsiz. Burcu Eken, işsizliğe itilmesinin gerekçesini şöyle anlatıyor: “Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman’ın Reza Zarrab’a Vodafone nArena’da loca satmasının ardından konuya dair bildiri yayımlayan taraftar

Her dört gazeteciden biri işsiz.

futbolcuyu düşündüğünüz gibi saha içerisinde kullandıklarını sorarak ‘yaş sınırının’ bir çözüm olup olmadığını işlemek isterdim.”

Mevcut koşullarda işsizlik oranı sarsıcı oranlara ulaşmış durumda.

grubu ÇARŞI lideri Ayhan Güneri ile röportaj gerçekleştirdim. Ardından Orman’ın düzenlediği basın toplantısında ‘Reza Zarrab’ın eşi Ebru Gündeş’ten dolayı Fenerbahçeli olduğunu, Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda locası bulunduğunu ve şimdi bu durumu Beşiktaş taraftarına nasıl açıklamayı düşündüğünü’ sordum. İşsiz bırakıldım.” Gazeteci Eken, bu soruyu gazetecilik ilkeleri doğrultusunda sorduğunu söylese de artık toplantı, basın açıklaması, loca ve antrenmanlara giremeyeceği söylenmiş. Eken, bir süre iş aramış, ardından yeni bir kurumda editör olarak çalışmaya başlamış. Ancak yaşadığı olay peşini bırakmamış ve yeniden işsiz kalmasına neden olmuş. Eken, yaşadıklarını şöyle aktarıyor: “Bu olay sürekli önüme çıktı. Sevilmeyen, istenilmeyen sanki hastalıklı bir insanmışım gibi muamele yapıldı.” Gazeteciliği çok özlediğini belirten Eken, “Çocukluğum boyunca soran, sorgulayan, araştıran bir insanım. Özlüyorum. Bazen bir basın toplantısındaki dinlediğim sorulara ‘ah ben orada olacaktım şunu sorardım’ diyorum. Bazen de sosyal medya üzerinden ‘X takım muhabirleri lütfen şu soruyu sorar mısınız?’ yazıyorum” diyor. Eken, gazeteciler arasındaki dayanışma için ne düşünüyor? Spor camiasında böyle bir dayanışma olmadığını söyleyen Eken, bugün işi olsa şu haberi yapmak isteğini ifade ediyor: “Profesyonel futbol takımı olan 126 kulüp başkanı ve TFF ile görüşüp neden yaş sınırı getirmekte ısrar ettiklerini, sınır getirildiği günden bu yana kaç

“HAYAT DAMARIM KOPMUŞ HİSSEDİYORUM” Mert Gümüş… O da bir işsiz gazeteci. Gümüş hayalini kurduğu mesleğe iletişim fakültesinde okuyarak başlamış. Hem okurken hem de mezun olduktan sonra irili ufaklı birçok internet sitesi ve gazetede çalışarak mesleğini sürdürmüş. Gümüş, özlük haklarının hiçe sayılması, ürettiği işin karşılığını alamaması nedeniyle mesleğine ara vermek zorunda kalmış. Gümüş, son işinden ayrıldıktan sonra bir süre serbest gazeteci olarak çalışmış. Sonra yeniden iş arayışına girmiş ancak bulamamış. Gümüş, bu süreci anlatırken yakıcı bir soruna da işaret ediyor: “Birkaç iş görüşmesine girdiğimde asgari ücretin altını dahi teklif edenler oldu. Hatta ‘Sigorta yapamayız’ diyenler bile oldu. Bir süre daha işsiz gezdim ve sonrasında internet sitesinde işe başladım. Ancak iş görüşmesinde verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine buradan da ayrıldım. Bunun üzerinden yaklaşık 2,5 ay geçti.” Gazeteciliğe özlemini anlatırken Gümüş, “Gazeteciliği çok özlüyorum. Özellikle seçim gündemi gibi yoğun dönemlerde habercilik yapmak çok hoşuma gidiyor. Sosyal medyada birtakım tweetler görüyorum ve ‘Bunlardan iyi haber çıkar’ dediğim oluyor. Ya da bazı gündemler üzerine aklıma gelen birtakım fikirler


2019 / Sayı 3

“Basın örgütleri ve dayanışma ağları kendi masa arkadaşlarının sorunundan bile habersiz yürütülmeye çalışılıyor. Basın örgütleri çok atıl durumda ve işsiz kalan ya da mobinge uğramış, haklarını alamayan gazeteciler hakkında hiçbir şey yapmıyorlar. Hatta bu insanların çoğundan haberdar bile değiller. Olsa da ‘uğraşmak istemeyiz’ tavrında davranıyor.”

oluyor. Ancak yine bunun karşılığını alamayacak olmak beni üzüyor. Aynı zamanda bu durum biraz hevesimi de kırdı. İşin özü haber yapamamak kendimi hayattan bir damarım kopmuş gibi hissettiriyor” diyor. Meslektaşlarının ve basın örgütlerinin dayanışma eksikliğinden dem vuran Gümüş, bu tezini şöyle temellendiriyor: “Basın örgütleri ve dayanışma ağları kendi masa arkadaşlarının sorunundan bile habersiz yürütülmeye çalışılıyor. Basın örgütleri çok atıl durumda ve işsiz kalan ya da mobinge uğramış, haklarını alamayan gazeteciler hakkında hiçbir şey yapmıyorlar. Hatta bu insanların çoğundan haberdar bile değiller. Olsa da ‘uğraşmak istemeyiz’ tavrında davranıyor.” Bugün işi olsa hangi habere imza atardı Gümüş? AKP’nin İstanbul’da en çok oy aldığı mahallelerde ilçe teşkilatlarından yöneticiler ve mahallenin partilileri ile görüşerek, ‘Bu seçim neden kaybedildi. Sorumlular sizce kim?’ sorularına yanıt arayan bir haber yapmak istediğini belirtiyor. GARSONLUK YAPMAK ZORUNDA KALDI Serhıldan Karaduman da mesleğini çokça özleyen gazetecilerden biri. Karaduman, çalışma koşulları ve ekonomik sıkıntılar ile çocukluk hayali olan gazeteciliğe ara vermek zorunda kalınca bir kafede

garsonluk yapmaya başlamış. Karaduman, iş arayış sürecinde yaşadıklarını şöyle aktarıyor:

“İşi bıraktıktan sonra yeni iş arayışım oldu. Fakat gazetecilik etik ilkelerini önemsediğim için iş başvurusu yaptığım yerler sınırlıydı. Ana akım medya tekeli içerisine girmek istemedim. Fakat alternatif medya da kendi içerisinde bir tekel haline geldiği için maalesef buralardan da şimdilik bir dönüş olmadı. Basın alanında yıllarca söylemesine rağmen bizzat tanık olduğum şey alternatif medya ya da ana akım fark etmeksizin aslında sağlam bir referans ya da torpilin yoksa iş bulmak çok zor. Her alan alternatif de olsa fark etmiyor artık kendi içerisinde sistematik olarak bir tekel haline geliyor. İşi bırakalı yaklaşık dört ay

oluyor. Sanırım bir yer dışında diğer kurumlar olumsuz dahi olsa bir dönüş yapmadı. Dijital bir çağda olduğumuz için gidip kurumların kapısını çalıp onlara beni işe almaları için yalvarmakta istemiyorum. Zaten basın alanında gazetecilik okuyanlar dışında herkes gazetecilik yapıyor bu doğrultuda CV’nde ne okuduğunu ne kadar emek verdiğini kimse umursamıyor.” Gazeteciler için bazı kurumların dayanışma anlamında kimi faaliyetler yürüttüğünü ancak yetersiz kaldığını, daha güçlü bir dayanışma gerektiğini söylüyor Karaduman. Bugün hangi haberi yapmak istersin sorusuna Karaduman şu yanıtı veriyor: “Gazetecilik yapmaya çalıştığında bir şekilde haber konusunda bir refleks oluşuyor. Ve bu işi bıraktığınız zaman bile sizde kalan bir şey. O yüzden tabi olarak karşıma haber yapabileceğim şeyler çıkıyor ve bunları haberleştirememek üzüyor. Şu an haber yapacak olsam çalıştığım yerde farklı bir sürü hikaye barınıyor. Bunlardan ilk olarak Türkiye’de en iyi plak koleksiyonu barındıran Hamit abiyle bir röportaj yapardım. Bu işe nasıl giriştiği, insanların plaklara karşı olan ilgilerini eskiye dair var olan özlemi üzerinden renkli bir haber yapardım.”

21


2019 / Sayı 3

22

Serbest gazeteciler: Sabit maaş ve sigortamız yok! Bengisu Kömürgü / İstanbul

S

18 Temmuz 2019

Dizi Yazısı

erbest çalışan gazeteciler, özgür haber üretmenin avantajını yaşasalar da sosyal güvencelerinin olmaması, sabit maaş alamamaları benzeri sorunlarla yüz yüzeler… Sendikalardan sorunlarına çare üretmelerini istiyorlar.


2019 / Sayı 3

Serbest gazetecilerin (Freelance) çalışma biçimi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artan bir ilgiye sahip. Ancak bu çalışma biçimi her ne kadar özgür, rahat gibi gözükse de onlar da önemli sorunlar yaşıyorlar. Çoğu gazeteci serbest çalışma koşullarından ve özellikle sigortasızlıktan şikayet ediyor. Uzunca bir süre belirli bir kuruluşta çalışan ancak daha sonra mesleğini serbest (freelance) sürdürmek zorunda kalan gazeteciler sorunlarını 24 Saat’e anlattı.

“TEMEL SORUN SİGORTASIZLIK” Mart 2019’dan beri serbest gazetecilik yapan Rabia Çetin, çalıştığı kurumla ekonomik kriz nedeni ile medeni bir şekilde yollarını ayırmış. Bulduğu işlerde yüksek performans beklentisine karşın düşük ücretlerin teklif edilmesi üzerine freelance olarak yola devam etme kararı almış. Çetin, freelance çalışmanın en büyük zorluklarından üçünü şöyle sıralıyor: “Sabit bir maaşının olmaması, sigortanın olmaması ve sürekliliğin olmaması.” Serbest gazeteciliğin iyi yanları olduğunu söyleyen Çetin, bütün gün boyunca kapalı bir yerde çalışmak zorunda olmamanın işin en güzel yanlarından biri olduğunu belirtiyor. ‘Freelance çalışan gazeteciler sınırlı kurum ve kuruluşlarda çalışabiliyor. Bu sizi zorluyor mu?’ sorusuna “Elbette zorluyor. Özgür çalışma kültürünün çok fazla gelişmemiş olması, ya da başvurduğun bir kurumun önce senin sosyal medya hesaplarını inceleyip ona göre dönüş yapması zorlayıcı

bir durum. Gerçi ben nereye başvurduysam bir iki yer hariç hep çok güzel ve nezaketli dönüşler aldım. Bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum. Ama bu durum ne kadar devam eder bilemiyorum” yanıtını veriyor. “Freelance çalışanlar ne kadar çalışırsa o kadar kazanıyor” diyen Çetin, “Türkiye’de son 3-4 yıldır yaşananlara bakılırsa salt freelance çalışanlar değil sabit bir işi olanlar da çok geçinebiliyor diyemeyiz. Yani geçiniyorum denmez bizim için idare edebiliyorum demek daha doğru bir tabir” görüşünü dile getiriyor.

“BU ALANI SEÇMEM MADDİ YETERSİZLİKTEN” Serbest gazeteci Eda Narin, mesleğe 2015 yılında atım atmış. Çeşitli basın kuruluşlarında editör ve muhabir olarak çalışmış. Son çalıştığı Dokuz8 haberden ayrıldıktan sonra maddi yetersizlik gerekçesiyle freelance çalışmaya karar vermiş. Narin, medya kuruluşlarında çalışan arkadaşlarının da ayrıca freelance olarak başka mecralara içerik ürettiklerini belirterek, bu durumun temel sebebini ise şöyle anlatıyor, “Türkiye’de gazeteciler yaşamlarını sürdürebilecek kadar maaş alamıyorlar. Şu an her ne kadar freelance çalışmaktan memnun olsam da tam zamanlı çalışmak her zaman önceliğimdir.” Narin, freelance çalışmanın en büyük üç sorununu da şöyle sıralıyor: “Sürekli iş bulamama riski… Türkiye’de çoğu medya kurumunun telif vermiyor olması ve telif verenlerin de ücretlerinin düşük olması… Çalışma ortamı ve çalışma arkadaşlarının

olmaması nedeniyle haber oluşturma sürecinin başlamasının gecikebilmesi…” Freelance çalışmanın avantajlarından bahseden Narin, “Herhangi bir kuruma bağlı olmamak haberde görece bağımsız olmayı sağlıyor. Haber konusunu gazetecinin seçmesi de avantaj. Ayrıca mobbing kaygısı da daha az yaşanıyor” diyor. Türkiye’de freelance haber üretimini değerlendirecek kurum ve kuruluşların az olduğuna dikkat çeken Narin, geçim sorunun altını kalınca çiziyor: “Türkiye’de birçok gazetecinin işsiz olması ve çoğunun freelance olarak çalışmaya mecbur kalması nedeniyle bu alan elbette daralıyor. Freelance gazetecilerin çalışacağı kurumların sayısının sınırlı olması medya kuruluşlarının çoğunun telif vermemesi ile de doğru orantılı aslında. Telif veren kurum sayısının az olması ve işsiz gazeteci sayısının oldukça fazla olması nedeniyle iş bulma süreçleri tabi ki çok zor ilerliyor. Bazı medya kuruluşları her gazeteciye farklı telif önerebiliyor ve bu haberin içeriğine göre değil gazetecinin kim olduğuna göre şekilleniyor ama tabi ki bu benim gözlemim ve naçizane eleştirim olabilir. Öte yandan telif ücretlerinin çok komik rakamlar olması nedeniyle gazetecilerin emeğinin karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz elbette bizleri de etkiliyor. Freelance olarak çalıştığımız için her zaman iş garantisi yok ve bu geçinme kaygısını beraberinde getiriyor. Ayrıca telif ücretlerinin her birinin farklı kurumlardan ve farklı zamanlarda geldiği düşünülecek olursa bir ‘aylık maaştan’ bahsetmek mümkün olmuyor. Bu yüzden de kira, fatura, borç ödemeleri çoğunlukla birbirine giriyor ve işte bu süreç gerçekten zorluyor.” Narin, serbest çalışan gazetecilerin sigortasızlığının yaşamsal olduğunu da ifade ediyor ve bu konuda meslek örgütlerine girişimde bulunma çağrısı yapıyor.

23


2019 / Sayı 3

24

Çalışan gazeteciler: Gazetecinin duracağı yer gerçeği bulduğu andır Bengisu Kömürgü / İstanbul

Dizi Yazısı

2

4 Saat, gazetecilerin sorunları dizisinin son bölümünde Türkiye’de olumsuz çalışma koşullarına, yoğun gündeme, baskıya rağmen çalışan emekçi gazetecilere mesleklerini nasıl tercih ettiklerini, hayal ettikleri gazeteciliği, yaşadıkları sorunları sordu Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her sene yayımladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 157’nci sırada yer alırken, her 4 gazeteciden biri işsiz. Türkiye’de basın tablosu böyleyken çalışan gazeteciler ne düşünüyor? Mesleklerini yapabiliyorlar mı?

Hayallerindeki gazetecilik ile gerçekler ne kadar örtüşüyor? 24 Saat, gazetecilerin sorunları dizisinin son bölümünde Türkiye’de olumsuz çalışma koşullarına, yoğun gündeme, baskıya rağmen çalışan emekçi gazetecilere mesleklerini nasıl tercih ettiklerini, hayal ettikleri gazeteciliği, yaşadıkları sorunları sordu. TUNÇ’UN HAYALİNDEKİ GAZETECİLİK Gazeteci Hayri Tunç mesleğe 2000’li yılların başında babasının çıkarttığı Anadolu’da Yaşam gazetesinde başlamış. Okulunu okumadığı için kendisini

19 Temmuz 2019

alaylı olarak tanımlıyor. Daha çok fotoğraf çekme tutkusunun olduğunu belirten Tunç gazeteciliğe başlama hikayesini şöyle anlatıyor: “Bir süre sadece fotoğraf çektim ancak özellikle Gezi direnişi sonrası yeniden haber yapmaya başladım. Gezi direnişinden sonra özellikle mahallelerde devam eden ve neredeyse görülmeyen eylemleri takip edip fotoğraflamaya, haber yapmaya başladım. Sonrasında gazetecilik faaliyetlerine devam ettim. Şu anda Gazete Fersude’nin Eş Genel Yayın Yönetmeni olarak görev yapıyorum.”


2019 / Sayı 3

Hayalindeki gazeteciliği şöyle anlatıyor Tunç: “Bana göre gazeteciliğin en önemli yanı gerçeğin peşinden gitmek. Mevcut anlayışta çoğunlukla belli bir siyasi düşüncenin çevresinde ilerlese de gazeteciliğin bir sınırı, bir çerçevesi olmamalı. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun gerçeği takip etmek, onu dillendirmek gerekli. Bazen ideolojik olarak sizin durduğunuz yerin çok ötesinde, farklı bir yerde dursa bile gerçeği aramak, onu bulup, olduğu gibi dillendirmek gerekir. Günümüzde, gazeteciliğe yönelik her şekilde bir sınırlama olduğunu düşünüyorum. Sol veya sağ cepheden çoğu zaman bazı gerçekleri görmemeye çalışmak ya da yok saymak durumları oluyor ki gazetecilik bu olmamalı. Gazetecinin duracağı yer, gerçeği bulduğu andır.” Gerçeğin peşinden gittiğinde ve aklına takılan soruların cevaplarını bulduğunda mutlu olduğunu söyleyen Tunç gazetecilik mesleğini yaptığı için genel anlamda mutlu olduğunu ifade ediyor: “Gazetecilerde korkunç bir sınır söz konusu ve bu gazetecinin tıkanmasına sebep oluyor. Neredeyse, her haber için belli kalıpların dışına çıkmamak gibi bir konuma düşüyorlar. Yapılan iş çok önemli bir iş ancak şu da unutulmamalı ki, gazetecilik hayatın akışı ile birlikte var olan bir meslek. Kendimizi çok önemsememeli ancak küçükte görmemeliyiz.” Hayalinde kurduğu gazetecilikte sınırların olmasını istemeyen Tunç bir ideolojik

formasyona girmeden gerçeğin peşinde koşmak olduğunu söylüyor. Tunç gerçeğin peşinden koşmanın güzellikler getirdiğini ifade ederek, “Gerçeğin peşinden gitmek, bütün haksızlıklara, bütün yanlışlara tepkiyi de beraberinde getirir. Bu da gazetecinin yaratıcı olmasını, daha iyi haberler üretmesini sağlar. Haberci, aklına geleni araştırmalı, kendisi inanıyorsa onu haberleştirmeli” diyor. Tunç, Türkiye’de mutluluğa dair yapmak istediği haberi ise şu cümlelerle anlatıyor: “Çok zor aslında mutluluğun haberini yapmak. Türkiye, neredeyse her insanın ruhunda bir acının olduğu bir coğrafya. Ancak cevap vermek gerekirse, mutluluğa dair yapabileceğim haber, çocuklar ile alakalı olurdu. Hayalleri olan, hayalleri için çabalayan çocukların zaferlerinin haberini yapmak isterdim. Mesela, atık kağıt işçisi bir çocuğun evine ekmek götürme anını haberleştirmek ve fotoğraflamak isterdim. O anın saf mutluluğunun dünyada hiçbir yerde olabileceğini sanmıyorum.”

“DAHA İYİSİNİ YAPABİLİR MİYİZ KAYGISI İÇİNDEYİM” Ercan Ayrancı, mesleğe şartlar gerektirdiği için başlayanlardan. Ayrancı sosyal medyayı haber alma aracı olarak kullanmasının

ardından mesleğe çok hızlı bir giriş yapmış. Şimdilerde editörlük ve muhabirlik yapıyor. Mesleğe dair mutluluğunu, umutlarını ve düşüncelerini ise şöyle anlatıyor: “Gazetecilik mesleğini sürdürdüğüm için çok mutluyum, geliştirilebilir mi daha iyisini yapabilir miyiz kaygısı içindeyiz sürekli. İnanıyorum ki daha iyisini yapacağız. Gerçeği olduğu gibi halka ulaştıran, geçim sıkıntısı, gözaltına alınma tutuklanma derdi yaşamadan habere koşabilen gazeteciler daha fazla olmalı.” Ayrancı ise Türkiye’ye dair özgür, eşit, demokratik bir ülke haberi yapmanın hayalini kuruyor.

25

“SOKAKTA KİMSENİN YAŞAMADIĞI HABERİNİ YAPMAK…” Çocukluk hayallerinde avukatlık ve gazetecilik olan gazeteci Rojda Altıntaş, medyanın gücünün daha ağır olduğunu düşünerek bu mesleğe başlamış. Hayalindeki gazetecilik ve şu an yaptığı gazetecilik arasında fark olmadığını söyleyen Altıntaş, gerçekleri yazarken vicdanını tatmin edebildiğini ve kafasını yastığa koyduğunda rahat olabildiğini söylüyor. Atıntaş, mutluluğa dair yapmak istediği haberi şu şekilde tanımlıyor: “Artık hiç kimsenin sokakta yaşamadığına dair bir haber.”


2019 / Sayı 3

Gazetecilik mezunları mesleklerini yapamıyor 26

Eda Narin / İstanbul

T

ürkiye’de ekonomik kriz derinleştikçe iş bulmak zorlaşıyor. İş bulma oranının en düşük gazetecilikte ise bölümün mezunları mesleklerini yapamıyor, birçok farklı iş koluna yönelmek zorunda kalıyor. Türkiye’de üniversite okuyanların mezuniyet sonrası kaygıları giderek artıyor. Üniversite mezunları iş bulma kaygısını ekonomik kriz ile doğru orantılı olarak yaşamaya devam ediyor. İletişim Fakültesi mezunlarında ise durum çok daha vahim boyutlarda. Sektörün giderek daralması iletişim fakültesi mezunlarının farklı iş kollarına yönelmelerine neden oluyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) en son açıkladığı rapora göre, Türkiye’de istihdam 2018 yılında 984 bin kişi artış gösterdi ve çalışan kişi sayısı 28 milyon 188 bin kişiye çıktı. Yüzde 79 ile en yüksek istihdama sahip üniversite bölümü mühendislik oldu. Her 10 mühendisten 8’inin iş bulduğu belirtilen raporda, onu yüzde 78 ile veterinerlik ve yüzde 75.9 ile sağlık hizmetleri takip etti. En düşük istihdam oranı ise

yüzde 53,1 ile sosyal hizmetlerde olurken, gazetecilik ve enformasyon alanında ise oran yüzde 54,6 olarak belirlendi. Mezunların iş gücüne katılımının en yüksek olduğu meslek ise veterinerlik. Veterinerlik mezunlarının yüzde 87,3’ü iş gücünde yer alırken, gazetecilik ve enformasyon alanı yüzde 67,5 ile en düşük orana sahip meslek olarak listede yerini alıyor.

22 Temmuz 2019


2019 / Sayı 3

GAZETECİLİKTE İŞSİZLİK ORANININ REKOR KIRDIĞI YIL: 2014 TÜİK’in en son mezun olunan okul türüne göre işgücü durumu verilerine bakıldığında ise, gazetecilik ve enformasyon bölümlerinden mezun ve işsiz olan kişi sayısının 2015 yılında 4 bin, 2016’da ise 5 bin kişi olduğu görülüyor. Bu bölümlerden mezun olanlar arasında işsizlik oranı ise bir yıllık süre içinde yüzde 17,4’ten yüzde 19,2’ye çıktı. 2016 yılında yüzde 19.2 olan bu oran 2014 yılında ise gazeteciler için daha vahim bir tabloya işaret ediyordu. 2014 yılında işsiz olan gazetecilik bölümü mezunu sayısı 7 bin, bu gruptaki işsizlik oranı ise yüzde 29,2 olarak verilere yansıdı.

ANKETE 235 KİŞİ KATILDI Gazetecilikte iş bulma oranının diğer meslek gruplarına oranla bu kadar yüksek olması ise gazetecilik mezunlarını başka iş kollarında çalışmaya mecbur bırakıyor. 25 Haziran 2019 tarihinde sosyal medya üzerinden gerçekleştirdiğimiz “Gazetecilik mezunları hangi iş kollarında çalışıyor?” anketine 270 kişi katıldı. Ankete yanıt veren 35 kişi gazetecilik mezunu olmadığı için araştırma sonuçlarına dahil edilmedi. 235 kişi üzerinden yapılan değerlendirmeye göre, ankete katılanların yüzde 52,77’si erkek, yüzde 45,53’ü ise kadın. Cinsiyet beyanı bölümüne verilen cevaplardan yüzde 0,43’ünü LGBTİ+ cevabı oluştururken, yüzde 1,28 oranındaki kişi de cevap vermemeyi tercih etti.

ANKETE TOPLAM 39 İLDEN KATILIM SAĞLANDI Ankete 30 ilden katılım sağlandı. Katılımın en çok olduğu ilk 3 şehir ise İstanbul, Ankara, İzmir oldu. Öte yandan ankete 9 ayrı yurtdışı şehrinden katılım da gerçekleştirildi. Bu iller ise şöyle: Budapeşte, Berlin, Bern, Londra, Marsilya, Prag, Krakow, San Francisco, Indianapolis.

KATILIM 34 AYRI ÜNİVERSİTEDEN SAĞLANDI 34 ayrı üniversiteden katılımın gerçekleştiği ankete en fazla sırasıyla İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Ankara Üniversitesi’nden gazetecilik mezunları ilgi gösterdi. Katılım sağlayan diğer üniversiteler ise şöyle: “İstanbul Aydın Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uşak Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, On Dokuz Mayıs Üniversitesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi, Üsküdar Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi, Barselona Üniversitesi, Nişantaşı Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Arel Üniversitesi, Ayvansaray Üniversitesi, Yeni

Yüzyıl Üniversitesi, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi.” Üniversitelerin yanı sıra ankete Aydın Doğan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi gazetecilik bölümünden mezun bir kişi de katıldı.

“Mezun olduktan ne kadar sonra ilk iş deneyimini yaşadınız?” sorusuna gelen cevaplara göre, ankete katılanların yüzde 36,16’sı 1-5 ay sonra, yüzde 22,32’si okurken, yüzde 18,30’u 1 yıl ve daha fazla bir süre sonra ve yüzde 15,18’i ise 6-11 ay sonra çalışmaya başladıklarını ifade ediyor. Aynı soruya gelen cevaplardan biri ise hala işsiz olanlar. Bu kişiler ankete katılanların yüzde 7,14’ünü oluşturuyor. Ayrıca yüzde 0,89 oranında ise bu soruya katılımın sağlanmadığı da görülüyor. Ankette yer alan bu sorunun “Diğer” olarak belirtilen açık uçlu kısmına ise gelen iki yanıt şöyle: “İş bulamadığım için okulu uzattım. Kendi alanımda iş bulduktan sonra mezun oldum.” “Üniversite yıllarımdan itibaren kendi içerik platformlarımı kurdum. Mezun olduktan sonra da şirket kurdum.”

235 KİŞİDEN 99’U İLK DENEYİMİNİ BASIN DIŞINDA YAŞAMIŞ Ankete katılan 235 kişiden 130’unun ilk iş deneyimleri basın

27


2019 / Sayı 3

alanında olurken, 99 kişi ise ilk iş deneyimini alan dışında yaşadığını belirtiyor. Aynı soruya 1 kişi çekimser kalırken, 5 kişinin ise yanıt vermediği görülüyor.

28

MEZUN OLDUKTAN SONRA BASIN ALANINDA ÇALIŞMAYANLARIN SAYISI Gazetecilik bölümünden mezun olduktan sonra mutlaka bir kere de olsa basın alanında çalışanların sayısı 141 olurken, basın alanında hiç çalışmayanların sayısı ise 89 olarak verilere yansıyor. 5 kişi ise soruyu

cevaplamamayı tercih ediyor. Bir önceki soruya hayır diyenlere “Mezun olduktan sonra ilk olarak hangi iş kolunda çalıştınız?” sorusunu yönelttik. Yanıtlar şöyle: Ankete katılanlara son olarak sorulan soru ise “Şu an çalıştığınız iş kolunu ve iş tanımınızı yazar mısınız?” Oldu. Bu soruya ise şu cevaplar geldi: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu Ozan Ünlü ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu Bahar Ünlü mesleği neden yapamadıklarını 24 Saat’e anlattı. “BAŞVURU SONRASI GELECEK TELEFON BİR TÜRLÜ ÇALMIYOR” Ozan Ünlü, basın alanında iş arayışlarını sürdürdükten sonra umudunu yitirip pazarlama sektöründe çalışmaya başlamış. Son sınıftayken gelecek kaygısının artığını belirten Ünlü, “Mezun olduktan sonra derinleşen ve hem maddi hem de manevi olarak çöküntüye sebep olan 6 aylık bir süreç yaşadım.

Sektörden umudumu okulun son senesi yitirmeye başladım” diyor. Ozan Ünlü, iş arama sürecinde yaşadığı en yıpratıcı durumu “başvuru sonrası gelecek olan telefonun bir türlü çalmaması” olarak belirtiyor ve şöyle anlatıyor yaşadıklarını: “O süreçte psikolojik olarak yıpranma yaşadım. Kendimi değersiz hissettim gerçekten zorlu bir süreçti. Yaklaşık olarak mezun olduktan sonra 7 ay kadar bir süreçte iş aramakla geçti. Başvurularımın sonuçsuz kalması nedeniyle artık ne olursa olsun bir yerden başlamalıyım, diyerek sektör dışında çalışma kararı verdim. Okurken de aynı zamanda yarı zamanlı çalıştığım bir sektör olan elektrik sektöründe kurumsal bir yapıda iyi bir pozisyona kabul edilmem sonucunda basın sektöründeki kariyerim başlamadan son buldu. 212’nin bile yapılmadığı, basın emekçilerinin büro çalışanı olarak gösterilip özlük haklarının gasp edildiği, merdiven altı editörlüğünden ziyade özlük haklarına sahip çıkan ve sosyal haklarının genişlediği bir basın yapısında, emeğini bilgisini becerisini ortaya koyan basın emekçilerinin daha iyi maaş koşullarında çalıştığı, cezaevi, işsizlik ve gelecek kaygısı çekmediği bir ortamda basın emekçisi olarak yer almak isterim.” “MEZUN OLDUKTAN SONRA KAYGIM DAHA DA ARTTI” Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden bu yıl mezun olan Bahar Ünlü ise, okula başlamadan önce de iş bulamama kaygısını yaşadığını belirterek, “Beni kamçılayan bir çeşit idealistlikti. Kendimi geliştirebilirsem ve daha kalifiye olursam daha kolay iş bulabileceğimi düşünüyordum. Fakat okurken hem ana akımda hem de alternatif basında edindiğim kısa deneyimlerimde dahi durumun böyle işlemediğini üzülerek anladım. Mezun olduktan sonra kaygım daha da arttı” diyor. Gazetecilikte iş bulma ve aramanın daha çok “ağızdan ağıza” ve “tanınma-bilinme” yoluyla olduğunu dile getiren Bahar Ünlü, şunları söylüyor:


2019 / Sayı 3

“Ana akımda çalışmak birçoğumuz için bir seçenek olmaktan çıktı. Bu da bizi internet medyasına ve yabancı basına mecbur bırakıyor.Bu anlamda ileride iş bulabilmek için daha okurken bir yerlerden başlamak, az çok çevre edinmek, yazılarını yayımlatmak, staj yapmak, sosyal medyayı etkin kullanmak gibi birtakım avantajlar edinmeye çalıştım. Bence işe alımın en önemli aşamalarından biri bu, bu en önemli yöntemim diyebilirim. Yeni bir mezun olarak da Linkedin

gibi platformlarda hesap açtım, internete verilen iş ilanlarını takip ediyorum. Bunun dışında yabancı sermayeli girişimleri takip etmeye çalışıyor, bir şekilde tanışıklık kurduğum gazetecilere durumumu bildiriyorum.” “ALANIMA YAKIN SEKTÖRLERDE ÇALIŞABİLİRİM” Bahar Ünlü, başka sektörlerde de çalışmayı düşündüğünü ifade ederek, sözlerini şöyle bitiriyor: “Ana hedefimi gazetecilik olarak tutarak özellikle pazarlama,

reklamcılık, halkla ilişkiler, sosyal medya direktörlüğü vb gibi alanıma yakın diğer yeni medya sektörlerinde de çalışabilirim. Burada en önemli etken gazetecilik sektöründeki işsizlik, çok düşük ücretli, sigortasız ve mesaisi çok uzun ve belirsiz işler. Gazetecilik tabii ki doğası gereği her zaman mesaide bulunmak gereken bir iş fakat burada asıl bahsettiğim işverenin ve kurumların çalışanların iyiliği için mesai saatlerini ve emeğinin karşılığını iyi planlamaması.

29


2019 / Sayı 3

30

Lozan’dan önce Paris’te bir gece Lozan Barış Antlaşması’nın 96. Yıldönümü… Hasan Safa Tekeli / Ankara

İ

smet Paşa’nın, Lozan Barış Konferansı’nda uygulayacağı taktik, Fransızlarla bir akşam yemeğinde ortaya çıktı. Bu taktik, Türk tezlerini tavizsiz bir biçimde ısrarla savunmak suretiyle “konferansı yıpratmaya” dayanıyordu ve başarıyla sonuçlanacaktı TBMM Hükümeti Başdelegesi, Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü) Paşa’nın, “Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi” olarak da tanımlanan Lozan Barış Antlaşması’nda uygulayacağı taktik, Fransız diplomatlarla Paris’te bir akşam yemeğinde belirmişti. Bu taktik, Türk tezlerini tavizsiz bir biçimde ısrarla savunmak

suretiyle “Konferansı yıpratmak” esasına dayanıyordu ve İsmet Paşa’nın güttüğü strateji sayesinde başarı elde edilecekti. İsviçre’nin Lozan kentinde, 20 Kasım 1922’de törenle açılan ve 21 Kasım’da ilk oturumu yapılan Lozan Barış Konferansı’nın, aslında 13 Kasım’da toplanacağı duyurulmuştu. Türk heyeti 11 Kasım’da Lozan’a ulaştığında, konferansın haber verilmeksizin, İngiltere’de seçimler yapılacağı gerekçe gösterilerek bir hafta ertelendiği sürpriziyle karşılaştı. Daha başlangıçta böyle bir sorun çıkarılmasına; İsmet Paşa tepki göstererek, müttefiklere nota verdi ve basın toplantısı düzenleyerek, bu tutumu protesto etti.

24 Temmuz 2019

PARİS’E GİDİLİYOR Aynı günün akşamı, İsmet Paşa’yı ziyaret eden Fransız Büyükelçi, Hükümetinin görüşmeler yapmak amacıyla kendisini Paris’e davet ettiğini bildirir. Ertesi gün Paris’te Başbakan Poincaré ile görüşen İsmet Paşa, barış konusunda kararlı olunması, İstanbul’dan ve Boğazlardan çıkılması ve sınırlar gibi konularda olumlu cevaplar alır. Poincaré, Musul konusunda ise İngiltere ile konuşulmasını söyler. Fransa Başbakanı’nın bu olumlu tutumu, kapitülasyonlar söz konusu edilince değişir. İsmet Paşa’nın, ısrarla “Kapitülasyonların kaldırılacağını söyleyeceğiz, bu bizim için çok önemli” sözlerine karşılık Poincaré’nin ağzından,


2019 / Sayı 3

“bunun için barış geri bırakılmaz, bir geçici hâl çaresi buluruz”dan başka söz çıkmaz. Bu görüşmenin akşamı ise 1921’de Fransa ile Ankara Hükümeti arasında yapılan Ankara Antlaşması’nı imzalayan Franklin Bouillon ile Savunma Bakanı Painlevé, İsmet Paşa’yı yemeğe davet ederler. İsmet Paşa, yemekte kaygılıdır ve muhataplarına bunu, “Her konu çözülse, yalnız kapitülasyonlar sorunu askıda kalsa, barış olmayacaktır” diye açıklar ve endişelerinde haklı çıkarsa konferansı kesip Türkiye’ye döneceğini kaydeder. KONFERANSI YIPRATIN Fransız bakanlar, İsmet Paşa’yı yatıştırmak isterler. Konferansı kesintiye uğratmak yerine, mutlaka zaman kazanılması önerisinde bulunan Franklin Bouillon ise görüşünü şöyle dile getirir: “Anadolu’yu bilmiyorlar. Yaptığınız işi her yerde olan bir askerî ayaklanma gibi görüyorlar. Türklerin de büyük davalar peşinde, düşüncelerinde ciddi ve samimi oldukları hakkında fikirleri yoktur. Kendinizi mutlaka tanıtmanız gereklidir. Konferansta uğraşa uğraşa, yıprata yıprata bütün bu gerçekleri onlara anlatacaksınız.” İsmet Paşa’nın “nasıl anlayacaklar” sorusu üzerine Franklin Bouillon, “Merak etme, anlarlar” der ve önerisini tekrarlar: “Konferansı yıpratın.” (Usez la Conférance!)

İSMET İNÖNÜ’NÜN STRATEJİSİ ŞEKİLLENİYOR Babasının “Hatıralar”ına dayanarak, gözden kaçan bu önemli konuyu aktaran Erdal İnönü, “Fikirler ve Eylemler” adlı kitabında, babasının deneyimleriyle birleşince konferansta işleyeceği taktiğin ortaya çıktığını kaydediyor. Erdal İnönü, bu taktiğin uygulanışını şöyle açıklıyor: “Her sorunu görüşürken haklı isteklerimizi açıklıkla belirtmek, tam anlamında eşitlik aradığımızı her fırsatta dile getirmek, beklentilerimize uygun olmayan hiçbir öneriyi kabul etmeden, müzakereleri uzatacak yollar bulmak. Öte yandan, bu taktiği başarıyla uygulamanın kolay olmadığı, büyük bir irade, soğukkanlılık ve sabır istediği açıktır.” KONFERANS İYİ BAŞLAMIYOR İsviçre’nin Lozan kentinde, 20 Kasım 1922’de törenle açılan ve 21 Kasım’da ilk oturumu yapılan Lozan Barış Konferansı hiç de iyi başlamamıştı. Müttefikler, daha konferans açılır açılmaz, İstanbul’daki işgal masrafları için 30 milyon altın lira istemeye varan isteklerde bile bulunmuşlardı. Konferansın belli başlı sorunlarını, “Arazi sorunları, Boğazlar, Kapitülasyonlar, Azınlıklar, Düyunu Umumiye, Irak sınırı” oluşturmuştu. Lozan’dan “ilk kötü haber”, İsmet Paşa’nın Musul sorunu konusunda gönderdiği

telgraflarla geldi. Konferansta, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, sorunu erteleme ve Cemiyeti Akvam’a götürme yönünde bir siyasi taktik izliyor; İsmet Paşa, “Musul’un dün, bugün ve yarın Türkiye’nin olduğunu” söylerken, Lord Curzon sorunun “Milletler Cemiyeti”ne havalesini istiyordu. İsmet Paşa’nın telgrafı üzerine TBMM’de, 25 Ocak’ta bir gizli celse yapıldı. Bu toplantıda Başbakan Rauf Bey, görüşmede, İngilizlerin Musul sorununun sonraya bırakılmasını istediklerini, Türk delegasyonunun buna karşı çıktığını, o yüzden hayati bir noktaya gelindiğini belirtti. KONFERANS KESİNTİYE UĞRUYOR İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) temsilcileri, komisyonlarda biriken ve o zamana kadar çözülemeyen sorunları içeren bir anlaşma projesi hazırlamışlar ve şubat ayı başında bunu baskı altında imza ettirmeye girişmişlerdi. Bu baskı karşısında İsmet Paşa, 4 Şubat 1923’teki toplantıda, konferansın kesilme sorumluluğunu Lord Curzon’a yükleyecek şekilde, “Memleketime gittiğim zaman söyleyeceğim, bütün dünyaya ilan edeceğim. Lord Curzon barış istemiyordu, müzakereleri keser bir sonuca vardırmak için elinden geleni yaptı…” diye konuşacaktı. İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bu “baskı”yı, Prof. Seha

31


2019 / Sayı 3

32

Meray’ın, “Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar Belgeler” adlı kitabına, 30 Eylül 1969’da yazdığı “Önsöz”de şöyle anlatacaktı: “Müttefikler, arzu ettikleri muahedeyi (anlaşmayı) bize kabul ettirmek için, yalnız müzakerelerde hukuki çekişmelerle kalmamışlar, Şubat’ta büyük baskı ve gösteri ile, Konferans’ı kesintiye uğratmağa kadar, kararlı olarak gitmişlerdir. Zannediyorlardı ki, bu kadar şiddetli bir baskı karşısında, hallolunamayan meselelerde Türkler boyun eğeceklerdir.” İnönü, bu baskı girişiminin reddedilip, ayrılmanın göze alındığının gösterildiğini belirterek, şöyle davam ediyor:

“Daha Ankara’ya gelmeden, daha İsviçre’de iken, ileri vardıklarını ve Türklerin, hayati gördükleri meseleleri her halde elde etmek için, tehlikeleri göze alabileceklerini, şiddete, zora baş eğmeyeceklerini anlamışlardı…” İsmet İnönü, kararlı tutumlarının karşı tarafça anlaşıldığını, Lord Curzon’un İsviçre’den ayrıldığının ertesi günü gördüğünü belirterek, aynı “Önsöz”de, şunları kaydediyor: “Konferansın kesilme yapmadığını, erteleme yapmadığını söylemekle Müttefikler acele ettiler; ve ben, Ankara’ya gelinceye kadar Lord Curzon’dan yolda dostane mesajlar aldım. (…) Onun için Reisicumhurumuza ve Hükümete

vaziyeti (…) anlatırken, ‘Sulh ihtimali vardır, bunu elde edebiliriz’ kanaatimi söyleyebiliyordum.” Lozan’daki barış görüşmeleri 4 Şubat 1923’te kesilince, Türk delegasyonu geri döndü. TBMM’de 1923’ün Mart ayı başlarında yapılan gizli görüşmeler sonucunda, 129 milletvekilinin önergesiyle “Lozan konusunda hükümetin tam yetkili kılınması, güvenoyu verilmesi” istendi. 190 üyenin katıldığı oylamada önerge 170 oyla benimsendi. Konferansın 23 Nisan 1923’te ikinci bölümünün başlamasından sonra da Lozan Barış Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalandı.


2019 / Sayı 3

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

33


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.