9. Köy 2019 - Sayı 1

Page 1

2019 / Sayı 1

1


2019 / Sayı 1

Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan

Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten

Veri Uzmanı Umut Irmaksever

Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan Destek Prog. Uzm. Merve Kambur Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak Editör Göksel Bozkurt

Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven Çevirmen Ozan Acar Araştırmacılar Dicle Ekmekçi Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal


2019 / Sayı 1

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2019 / Sayı 1

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır.

Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2019 / Sayı 1

İçindekiler Emekli, “İntibak”, “Sendika” ve “Refahtan pay” istiyor

6

Hayvan Hakları Tasarısı’nda “ceza” tartışması

10

Karadeniz yaylalarının kraliçesi: Pokut

13

Türkiye’nin en yüksek yaylası: Samistal

16

İstanbul’un hala “taşı toprağı altın mı?”

20

Engelli öğretmenler: Biz de mesleğimizi yapmak istiyoruz

22

Basın geleceği tartışıyor

24

Suriyeli mülteci işçiler hala kayıt dışı

26

Vatandaşın tasarrufta gözdesi yine altın

28

Sosyal medyada,“mutluluğun adresi” var

30

Toplumsal Etik Derneği’nden siyasetçilere “kullanılan dile dikkat” mektubu

32

Eskişehir’e “kömürlü termik santral” kurulmasına tepkiler artıyor

33

5


2019 / Sayı 1

6

Emekli, “İntibak”, “Sendika” ve “Refahtan pay” istiyor Mehtap Gökdemir / Ankara

T

ürkiye’de eylül ayı rakamlarına göre; 7 milyon 645 bin 980’i SSK’lı, 2 milyon 622 bin 240’ı Bağ-Kur’lu, 2 milyon 214 bin 866’sı Emekli Sandığı olmak üzere toplam 12 milyon 483 bin 86 emekli bulunuyor. Ocak ayında zammını alan emekliye Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı öncesinde de bayram ikramiyesi verilecek. Ancak emekliler, aldıkları zamdan ve ikramiyelerden memnun değiller. Emekliler, başta “intibak” olmak üzere “refahtan pay verilmesini”, “sendika hakkı”, “katılım payı alınmamasını”, “kira ve yakacak yardımı yapılmasını”, “emekli aylıklarının alt sınırının asgari ücretle eşitlenmesini”, “emekli

dernekleriyle maaş artışının müzakereye açılmasını”, “bayram ikramiyelerinin asgari ücret seviyesine çıkarılması ve yıllık artışların uygulanmasını” istiyor. Emekli örgütleri yöneticileri sorun, talep ve beklentilerini 24 Saat Gazetesi’ne anlattı. Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) Genel Başkanı Kazım Ergün, öncelikle emeklilere refahtan pay verilmesi gerektiğine dikkat çekti. Tüm İşçi Emeklileri Dul ve Yetimleri Derneği (TümEmekder) Genel Başkanı Satılmış Çalışkan, emeklilerin yüzde 70’inin açlık sınırının altında maaş aldığının altını çizdi. Yeni Emekliler Birliği Sendikası Genel Başkanı İsrafil Odabaş ise, Türkiye’deki emeklilerin

11 Nisan 2019

yüzde 60-70’inin borç altında yaşadığı iddiasında bulundu. “POZİTİF AYRIMCILIK SAĞLAYACAK ÖZEL İNDİRİMLER SAĞLANMALI” Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) Genel Başkanı Kazım Ergün, emekliye kira ve yakıt yardımı yapılmasını, doğalgaz, elektrik, su, telefon ve ulaşım hizmetlerinde pozitif ayrımcılık sağlayacak şekilde özel indirimler sağlanmasını istedi. Ergün, yaşadıkları sorunları ve önerilerini şöyle sıraladı: “2000 öncesi SSK emeklilerine 6283 sayılı Kanunla intibak yapıldı ve 1 Ocak 2013 itibariyle intibak farkları emekli aylıklarına ilave edilmiştir. Böylece 2000


2019 / Sayı 1

öncesi emekli olanların intibak aylıklarıyla 2000 sonrası intibakı yapılmayanların, prim kazançları ve prim ödeme gün sayıları aynı olmalarına rağmen, emekli aylıklarında farklılıklar oluşmuştur. Tabii ki öncelikle sosyal güvenlik kuruluşlarındaki objektif olmayan farklılıklar giderilmeli ve ortak standartlar oluşturulmadır. Taban aylıklar ve gelirler eşitlenmeli ve bu seviyenin tespitinde insan onuruna yaraşır hayat seviyesi dikkate alınmalıdır. Sosyal güvenlik kuruluşlarının standartlarındaki farklılıklar, yasal düzenlemelerle giderilmelidir. “EMEKLİ AYLIĞINI ARTIRAN DEĞİŞİKLİKLERE GİDİLMELİ” Sosyal güvenlik sistemimizde farklı statülere göre mevzuatın düzenlenmesi, norm ve standart birliğini bozan uygulamalara yol açmıştır. 5510 sayılı Kanunun aylık hesaplanma parametrelerinde dikkate alınan güncellenme katsayısı ve aylık bağlama oranı yetersiz kaldığından, prim ödeme gün sayısını yerine getirenlerin istihdamda kalmaları durumunda emekli aylıklarında kayıplar olduğu için çalışmama eğilimi artmaktadır. İstihdamda kalmayı teşvik eden ve çalışma süresi uzadıkça, emekli aylığını artıran değişikliklere gidilmelidir. Emekli aylıklarındaki düşmenin önlenebilmesi için, güncellenme katsayısında yer alan gelişme hızının yüzde 30’u yerine yüzde 100’ü benimsenmelidir. 4447 sayılı Kanun dönemindeki gibi, ilk 10 yılın aylık bağlama oranı her bir 360 gün için yüzde 3.5, sonraki günler için her bir 360 güne yüzde 2 aylık bağlama oranı getirilmelidir. Alt sınır aylığı aylık bağlama oranı yüzde 60 olarak benimsenmelidir. “EMEKLİLERE REFAHTAN PAY VERİLMELİ” Emekliyi temsil etmeyen birçok harcama kaleminin genel enflasyon içerisinde yer alması, emeklilerin harcamalarındaki artışı aşağı çeken bir uygulamaya dönüşmüştür. Sonuç olarak, 5510 sayılı Kanun’un gelir ve aylıkların artışını enflasyona endeksleyen hükmü değiştirilmeli, emeklilere refahtan pay verilmelidir.

2002, 2006, 2008 yıllarındaki zam farkları ödenmelidir. Vergi iadesi karşılığı getirilen ek ödeme oranları yükseltilmelidir. Emekliye ödenen promosyon ödemeleri iyileştirilmelidir. “KATKI PAYLARINDAN MUAF TUTULMALILAR” Emekliden katılım payı alınmamalıdır. Emeklilerin, istedikleri kamu ve özel sağlık kuruluşlarına gitmesi olumlu olmakla birlikte katkı payı, reçete payı ve ilaç fark ücretinin emeklilerden alınmaması sağlanmalıdır. Çalıştıkları uzun yıllar boyunca vergi ve sağlık sigorta primini ödeyen emekliler, içinde bulundukları koşul ve yaşları dikkate alınarak katkı paylarından muaf tutulmalıdır.

Emeklimizin önünü açmak için kesinlikle emekliye gelirden pay verilmeli, aile yardımı yapılmalı.

“EMEKLİYE DE SENDİKA HAKKI TANINMALI” Ülkemizce onaylanmış uluslararası sözleşmelere uygun biçimde ve Anayasa’nın 90. Maddesi’ne eklenen son fıkra gereği; emeklilere de sendika hakkı tanınmalıdır. Çağdaş demokrasilerde öngörüldüğü şekliyle, emeklilere de toplu sözleşme yapabilme hakkı sağlanmalıdır. Emekliye pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. Yaşlılık Bakım Sigortası başta olmak üzere; yaşlılıkta insanca yaşamayı temin edecek sosyal güvenlik argümanları ve sosyal yardım düzenlemeleri geliştirilmelidir.

“KİRA VE YAKIT YARDIMI YAPILMALI” Yaşlılar için Anayasamızla getirilen pozitif ayrımcılık içeren düzenlemenin uyum yasaları acilen çıkartılmalıdır. Bu kapsamda yaşlıların fizyolojik ihtiyaçları dikkate alınarak, başta ısınma ve barınma ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kira ve yakıt yardımı yapılmalıdır. Doğalgaz, elektrik, su, telefon ve ulaşım hizmetlerinde pozitif ayrımcılık sağlayacak şekilde özel indirimler sağlanmalı, yaşlı bakan ailelere sosyal destek ödemesi getirilmeli. “EVİ OLMAYAN EMEKLİLERİMİZ, KONUT SAHİBİ YAPILMALI” Türkiye Emekliler Derneği’mizin (TÜED), “Altın Projesi” olarak gördüğümüz, evi olmayan emeklilerimizin uygun ödeme koşullarıyla Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı (TOKİ) vasıtasıyla ev sahibi olma projemizin kapsamı genişletilmelidir. 1987-1995 dönemindeki emeklilerin KEY ödemeleri yapılmalıdır. Emeklilerimiz, ya bir önceki yaz aylarındaki harcamalarından kısarak ya da bir sonraki yaz aylarına borçlanmış olarak girerek, kış aylarında “geçim mucizesi” gerçekleştirmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) diğer temel insan ihtiyaçları arasında saydığı; tatil, seyahat, eğlence ve benzeri kalemlerin, emekli ve ailesinin yakınından bile geçemediğini söyleyebiliriz. Emeklilerimizin bilhassa kış aylarında yakıt ve kira desteğine ihtiyaç duydukları açıkça görülmektedir. Ülkeyi yönetenlerden talebimiz; emekli ve ailesinin zorlu kış aylarında geçimlerine katkı sağlayacak şekilde; ‘kira ve yakacak yardımı’ adı altında bir ek ödemeye tabi tutulmalarıdır.” “EMEKLİ AYLIKLARININ ALT SINIRI, EN AZ ASGARİ ÜCRET OLMALI” Tüm İşçi Emeklileri Dul ve Yetimleri Derneği (Tüm-Emekder) Genel Başkanı Satılmış Çalışkan da, emeklinin durumuna ilişkin 24 Saat’e açıklamalarda bulundu. Emekli aylıklarının asgari yaşam koşullarına uygun hale

7


2019 / Sayı 1

getirilmesi gerektiğini ifade eden Çalışkan, “Emekli aylıklarının alt sınırı asgari ücretle eşitlenerek, en az asgari ücret olmalı. Hükümet emekli dernekleriyle maaş artışını müzakereye açmalı, görüş ve taleplerini değerlendirmeli. Tüm emekliyi kapsayacak, hizmet ve pirime dayalı norm ve standart birliğini sağlayacak bir intibak düzenlemesi acilen yapılması lazım” diye konuştu.

8

“EMEKLİLERİN YÜZDE 70’İ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALMAKTA” Emeklinin iki sorunu olduğuna işaret eden Çalışkan, sözlerine şöyle devam etti: “Birincisi gelir ve maaş, ikincisi ise sağlık sorunları. Maaş durumuna baktığımızda emeklilerimiz şu anda yüzde 70’i açlık sınırının altında maaş almakta. Dul ve yetimlerimize gelirsek, belediye ve valilikler, yaptıkları yardımları, 550 ya da 700 lira dul maaşı alanlara, ‘Sizin emekli maaşınız var’ diye vermiyorlar. Bu çok ciddi bir sorun. Bunların düzeltilmesi lazım.” “STANDART BİR İNTİBAK YASASI ÇIKARILMALI” Tüm emeklilerimizi kapsayacak, çalıştığı hizmet yılı ve ödediği prim gününe dayalı bir standardı sağlayan intibak yasası çıkartılmasını istiyoruz. Aynı hizmet aynı primle emekli olanlar arasında yıllar açısından büyük farklılıklar var. Bugün 2000 öncesi 25 sene bir fiil çalışıp tavandan emekli olmuş tavandan prim ödemiş kişiyle 2017’de aynı koşullarda emekli olan biri arasında 1000-1200 lira fark oluştu. Aynı hizmet, aynı prim, aynı derece bu kadar fark oluşması

doğru değil bunların kaldırılması gerektiğine inanıyoruz.” “AYLIK BAĞLAMA SİSTEMİNİ BİLMİYORUZ” Katsayı ve gösterge sisteminin tekrar hayata geçirilmesini isteyen Çalışkan, aylık bağlama oranlarının önceki gösterge sistemine çekilmesi gerektiğinin altını çizdi. Çalışkan, şunları söyledi: “Şu anda hiçbir kimse benim maaşım doğru diyemiyor. Çünkü aylık bağlama sistemini hiçbirimiz bilmiyoruz. Biz daha önce uygulanan 506 sayılı yasaya göre uygulanan katsayı ve gösterge sistemimizi geri istiyoruz. Avrupa’da olduğu gibi, emeklilere sendika kurma hakkı istiyoruz. Toplu pazarlık yapabilelim diyoruz. Bugün Türkiye’de tek maaş artışı görüşülmeyen, hiçbir tartışmaya katılmayan, görüşüne yer verilmeyen kesim, emekli kesimidir. Onun için hükümetin, emekli dernekleriyle maaş artışını görüşmesi ve müzakereye açmasını istiyoruz. “KATKI PAYI, EMEKLİDEN KALDIRILMALI” Emeklilerimizin en önemli sorunlarından bir diğeri de söylediğimiz gibi sağlık. Sağlık, daha çok yaşlı insanlar için gerekli olan bir hizmettir. Gençliğimizde üç- dört ayda bir doktora giderken yaşlanınca ayda üç-dört defa gidiyoruz. Bunun için katkı paylarının bilhassa emeklilerden kaldırılmasını istiyoruz.” Çalışkan, emeklinin yaşam koşullarına ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Avrupa’daki emekli Türkiye’ye tatile geliyor. Bizim Ankara’nın varoşlarında yaşayan emekli, belediyenin

arabası bedava olmasa Ulus’a, Kızılay’a inemiyor. Ankara’nın bir ilçesine, memleketine gitmek için 8 gün hesap yapıyor. Bugün emeklilerimizin yüzde 70’inin maaşı, asgari ücretin çok altında. Yani emeklimizin durumu çok vahim.

“Tüm emekliyi kapsayacak, hizmet ve pirime dayalı norm ve standart birliğini sağlayacak bir intibak düzenlemesi acilen yapılması lazım”

Aslında hiçbir emekli -yeteri kadar çalışmış çünkü- çalışmak istemez. Ama mecburiyetten çalışmak zorunda kalanlar var. Biz, ‘Bize geçinebileceğimiz kadar, yeterli aylık verin de buralarda çocuklarımız, torunlarımız çalışsın’ diyoruz. “25 SENE HİZMET VEREN EMEKLİ OLSUN” Erken yaşta emeklilik, çalışanların kabahati değil. Geçmişte bunu özendirdiler, milyonlarca çalışanı emekli ettiler. Şimdi de benzer durumda olanların sorunun çözülmesi gerekiyor. Bunun için, ‘65 yaş’ değil, ‘25 sene bir fiil hizmet’ konulmalı yasaya. 25 sene bir fiil hizmet verenler emekli olsun. Emeklilikte,


2019 / Sayı 1

hizmet ve prim göz önüne alınmalı. ‘25 sene bir fiil hizmet’ emeklilikte birinci şart olmalı.” “MEMUR SEVİYESİNDE MAAŞ ALMAMIZ LAZIM” Yeni Emekliler Birliği Sendikası Genel Başkanı İsrafil Odabaş ise, 24 Saat Gazetesi’ne emeklilerin sorun ve taleplerini şöyle sıraladı: “Bugün ülkemizde 12 milyon 350 bin emekli yaşamaktadır. En önemli konu örgütlenme. Öncelikle, sendikalaşmak istiyoruz. Emeklilerimizin çoğu, geçim sıkıntısı içerisinde. Emekliler arasında ücret dengesizliği var. Aynı kurumda, aynı pozisyon ve aynı statüde emekli olanlara, çok farklı ve hakkaniyete uygun olmayan maaşlar ödeniyor. Bunların düzeltilmesi lazım. Birçoğumuz açlık sınırı altında maaş alıyor. Bu olmaz. Bugün Türkiye’de işe yeni başlayan bir lise mezunu 3 milyon 550 lira maaş alıyor. 30-40 sene hizmet vermiş bir emeklinin insan onuruna yakışır bir yaşam standardı yakalayabilmesi için, en azından işe yeni başlayan bir devlet memuru seviyesinde maaş alması lazım. “AK SAÇLI SESSİZ ÇOĞUNLUKTUR EMEKLİLERİMİZ” Emekli olmuş emeğin hakkını alamayan, hakkını koruyamayan, derdini topluma anlatamayan, yasal boşluk nedeniyle örgütlenemeyen ak saçlı sessiz çoğunluktur emeklilerimiz.Avrupa’da bir emekli benim ülkemde seyahat ediyor ama ülkemdeki bir emekli bir yere giderken çok iyi hesap etme zorunda. Türkiye’deki emeklilerin yüzde 60’ı, 70’i borç altında yaşıyor. Emekliler ciddi sıkıntı içerisinde, düzeltilmesi lazım. Ayrıca aile yardımını talep ediyoruz.” “ÖNCE GEÇİM” 24 Saat gazetesine, emekliler de konuştu. 1985’te emekli olan İbrahim Soner Bilgin, şunları söyledi: “Önce geçim, aldığımız maaşlar düşük. Sağlık sorunlarımız bulunuyor. Katkı payları var. Benim aldığım maaşın yarıdan fazlası sağlığa gidiyor. Nasıl mı

gidiyor? Doktora gittiğimizde kesintiler başlıyor, eczaneye de keza öyle. Bir de zaruri olarak aldığımız bazı ilaçlar var, fakat onları kurum vermiyor.” Son yapılan zammı değerlendiren Yüksel Kavuklu, “Şu an aldığımız 10.19’luk zam dedikleri, 2018 yılının Temmuz ayıyla Aralık arasındaki kaybettiklerimiz. Biz aslında 2019’da zam almadık, kaybettiklerimizi bize eksik olarak verdiler” diye konuştu. “CENAZE OLACAK DİYE KORKUYORUM, GİDECEK DURUMUM YOK” Emekli Hasan Aktaş ise yaşadıklarını şöyle özetledi: “Bu enflasyon yüksekliğinde, bir de oğlun, kızın, torunun yanındaysa nasıl geçinecek emekli? Bizim geçinebileceğimiz kadar maaş versinler. Ne tatili! Bırak tatil yapmayı, gezmeyi,

bir cenazem olacak -benim köyüm 220 km buraya- diye korkuyorum. Çünkü gidecek durumum yok. Ancak eşten dosttan borç alıp gidebiliriz. Emekli kıt kanaat yaşıyor. Pazara hava karardıktan sonra gider. Emeklinin hayali, geçinebileceği bir maaş alabilmesi.” “EMEKLİYE GELİRDEN PAY VERİLMELİ” 2002’de emekli olan Hüsamettin Dalgıç, şu ifadeleri kullandı: “Emeklimizin önünü açmak için kesinlikle emekliye gelirden pay verilmeli, aile yardımı yapılmalı. İlaçlardan katkı payı kesiliyor, muayene parası alınıyor. Bunların kaldırılması lazım. Mesela şundan memnunuz; 65 yaşına gelenler metroya bedava biniyor. Bu tip sosyal konuların yaygınlaştırılması lazım ki emekli rahat etsin.”

9


2019 / Sayı 1

10

Hayvan Hakları Tasarısı’nda “ceza” tartışması İrfan Uçar/ Ankara

S

on dönemde hayvanlara yönelik vicdanları sızlatan ihlaller yaşanırken bir yandan da sokakta köpeklerin ısırdığı insanların mağduriyetlerine tanık oluyoruz. 15 yıldan bu yana yürürlükte olan Hayvanları Koruma Yasası, görülen olumsuzlukları ortadan kaldırmada yetersiz kalıyor. Meclis’te temsil edilen partiler ve sivil toplum kuruluşları nasıl bir hayvan hakları yasası istiyor? Tasarının yasalaşması neden geciktiriliyor? Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla bir süredir yeni yasa tasarısı üzerinde çalışıyor. Hayvan hakları

savunucularının “en az 2 yıl hapis” talebini, insana yönelik şiddette verilen ceza ile kıyaslayan iktidar partisi, burada gördüğü orantısızlık nedeniyle çalışmasını yavaşlattı. Adalet Bakanlığı, hayvana karşı suç işleyenlerin cezaevine konulmasına yol açacak bir düzenlemeye karşı çıkıyor. Köpek ısırma vakalarının son günlerde medyada daha da görünür olması, AKP’nin yeni yasa konusundaki hızını şimdilik kesmiş durumda. Muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları ise düzenlemenin bir an önce yasalaşmasını savunuyor. Karaca: Hayvan hakları samimiyet testidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) muhalefet temsilcileri, hayvan

12 Nisan 2019

hakları savunucularının görüşlerine benzer görüşleri dile getirip yasanın çıkmasına çalıştıklarını bildiriyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, 4 Ekim 2018’de Hayvan Hakları Kanun teklifini Meclis’e sunduklarını söyledi. Karaca, hayvana karşı suçların 2-4 yıl hapis ceza verilmesini, idari para cezasının da 2-4 kat attırmayı teklif ettiklerini de belirtti. 2008’den bu yana CHP’nin 28, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) 2 kez değişiklik teklifinde bulunduğunu, 2012’de de dönemin başbakanı Erdoğan’ın imzasıyla yasa değişikliği teklifi verdiğini anımsatan Karaca,


2019 / Sayı 1

Öyle kötü durumdayız ki, adeta sıtmaya razı olacağız. Bireylerden fazla kamu kurumları, başta da belediyeler, kırım makinesi gibi çalışıyor. “Öyle kötü durumdayız ki, adeta sıtmaya razı olacağız. Bireylerden fazla kamu kurumları, başta da belediyeler, kırım makinesi gibi çalışıyor.

“Hayvan hakları başta AKP olmak üzere tüm partiler için bir samimiyet testidir” dedi. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Ekolojiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Murat Çepni de, beklentilerinin yurttaşların ve derneklerin taleplerinin karşılanması olduğuna dikkat çekti. “Öyle kötü durumdayız ki, adeta sıtmaya razı olacağız. Bireylerden fazla kamu kurumları, başta da belediyeler, kırım makinesi gibi çalışıyor. Öncelikle hayvanlara işkence yapıp öldürenlerin hapis cezasının paraya çevrilmemesi ve en az 2 yıl olmasını istiyoruz” diye konuşan Çepni, petshopların yasaklanması, kaçakçılığın engellenip cezalandırılmasını talep ettiklerini bildirdi. HAYTAP’IN TALEPLERİ Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat ise, konuya ilişkin 24 Saat’e şu açıklamayı yaptı: “Hayvana şiddet uygulayan kişilerin fiilleri, ‘suç’ kapsamına alınmalı. Ceza alt sınırı, 2 yıl olmalı. Savcılıklar resen harekete geçmeli. Suç kamu görevlileri tarafından işlenirse ceza katlanmalı. Amirleri de sorumlu tutulmalı. Sahipli-sahipsiz hayvan ayrımı kaldırılmalı.

Hayvan ithalatı on yıl boyunca durdurulup yasaklanmalı, uymayan cezalandırılmalı. Kaçak yollarla gelen ve el konulan hayvanların bakımları için fon oluşturulup sahiplendirilmek üzere HAYTAP’a teslim edilmeli. Gümrük Bakanlığı ile yapılan protokol yasanın içine alınmalı. Yeni hayvanat bahçeleri, yunus parkları ve akvaryumlar ile hayvanlı sirklere ruhsat verilmemeli. Mevcutların envanteri çıkarılarak hayvanlar rehabilitasyona tabi tutulmalı ve doğal ortamlarına bırakılmalı. Okulların buralara düzenlediği geziler önlenmeli. Petshoplarda sadece hayvan ihtiyaçlarının satışına izin verilmeli. Katalogla da olsa hayvan satışları yasaklanmalı. İzinli üretim çiftlikleri de tıpkı ithalat gibi bir müddet durdurulmalı, toplum, bakımevlerinden evlat edinmeye yönlendirilmeli. Merdiven altı üretim çiftlikleri yasaklanmalı, internet üzerinden satışlar engellenmeli ve caydırıcı cezalar verilmeli. Tüm hayvanlar ciplenmeli, oluşturulan veri tabanı, ilgili STK’larla paylaşılmalı. Kısırlaştırılma ve doğal ortamlarına bırakılması için belediyelere sorumluluk yüklenmeli.”

11



2019 / Sayı 1

Karadeniz yaylalarının kraliçesi: Pokut Besim Güçtenkorkmaz/ Ankara

“Kraliçelik”, bana göre “Yeşil Yol” yapılınca ne yazık ki bitecek. Çamlıhemşin, Rize’nin en güzel yaylalarının çıkış noktasındaki merkezde yer alıyor. Bu şirin ve mükemmel doğası olan ilçeden, Gito, Elevit, Palovit, Pokut, Samistal, Amlakit gibi birçok yaylaya erişme olanağı var. Tabii bu yaylaların hepsinin çıkış yolları farklı. Araba ile yaylalardan birine çıkarsanız, ikinci yaylaya gitmek için, tekrar Çamlıhemşin’e inmeniz ve o yaylanın yoluna girmeniz gerekiyor. Bütün bu yaylaların arabayla gidiş yolları, 300 yıl öncesi neyse bugün de o halde. Yani çok bozuk. Taşların üzerinden sekerek gitmek durumundasınız. Yapılması planlanan “Yeşil Yol”, birbirine komşu ve her birinin farklı yolu

18 Nisan 2019

olan bu yaylaları, yukarıdan birbirine bağlayacak. Yaylaları bozulmaktan ve dejenerasyona uğramaktan yıllardır koruyup böylesine güzel kalmasını sağlayan en önemli unsur, işte o bozuk yollar. Bu yaylalarda, sadece yıllar önce bin bir güçlükle taş ve tuğlalar hayvan sırtında taşınarak yapılan evler var. Bozuk yollar buraların şehirleşmesini önleyen tek unsur. Yoksa bu bakir yaylaların da, Ayder Yaylası veya Uzungöl gibi bina tacizine uğraması içten bile değil… İYİ Kİ RAHAT BİR YOLU YOK Bu yaylalara en az 2.5- 3 saat süren taşlı-kayalı yollardan, hoplayıp zıplayan arabalar üzerinde yapılan yolculukla

Dizi Yazısı

D

ünyanın en güzel yaylaları Karadeniz’de” diyenler haklı olabilir ama bu yaylalar arasında bir güzellik yarışması yapsa ve benim de üç oyum olsa, bunlardan birisi, Çamlıhemşin’de bulunan Pokut Yaylası’na gider. Son iki yıldır Türkiye’nin turizm merkezlerinden birisi olan ve özellikle Arap turistlerin büyük ilgisini çeken Çamlıhemşin yaylalarının bazılarına, henüz karayolu olmadığı için Arap turistler ulaşamıyor. Pokut, işte bu yaylalardan birisi ve özellikle İstanbul sosyetesinin şu andaki göz bebeği. Ama bu özelliği daha ne kadar sürer belli değil. Pokut Yaylası için verdiğim

13


2019 / Sayı 1

14

ulaşılabiliyor. Yaylaların bozuk yolları, aynı zamanda rahatına düşkün Arap turistlerin kiraladıkları transporter tipi arabaların gitmesine de uygun değil. Bütün bu engeller, o her yeri çok çabuk kirleten ve bozan yabancı turistlerin henüz oralara ayak basmamasını, bu güzel yaylaların korunarak kalmasını sağlıyor. İşte bu nedenlerle, Rize’nin ulaşılmaz yaylaları doğaseverler ve macera tutkunları tarafından halen çok büyük ilgi görüyor. TEK GEÇİM KAYNAĞI HAYVANCILIKTI Bu yaylalar içerisinde en fazla görsel şölen sunanlardan biri Pokut Yaylası. Bulutların üzerindeki bu yaylada, taş çatlasa 40 ev yer alıyor. Ahşaptan yapılan evlerin her biri en aşağı 200 yıllık. Alt kat hayvanların kalması için ahır olarak düzenlenmiş, üst katlarda ise yaylacıların yaşayacağı düzenek kurulmuş. Rize yaylalarında yıllar öncesinden bu yana hayvancılık geleneği halen sürdürülüyor. İlkbaharda hayvanlar, o daracık taş yollardan

3-4 günlük bir yolculukla yayla otlaklarına getiriliyor, sonbaharda ise aşağı köylere dönüş başlıyor. Otlaklar o kadar zengin ve bakir ki, hayvanların eti ve sütü mükemmel lezzetli oluyor. En kaliteli-iyi-lezzetli yağ ve peynire yaylalarda ulaşmak mümkün. BULUTLARIN ÜZERİNDESİNİZ Pokut’un nasıl müthiş bir yayla olduğunu ancak üzerine ayak basınca anlıyor insan. Karşınızda Kaçkar dağlarının 4 bin metreye ulaşan karlı zirveleri. Güneş bu dağların arasından doğuyor. Her yer yemyeşil. Ama yeşilin her tonu var. Evlerde, elektrik bulunuyor, telefon çekiyor. Ancak, yaylanın görsel güzelliği elektrik direkleri ve kablolar ile bozulmasın diye sistemin tamamı toprak altından geçirilmiş. Otellerin hepsi özellikle İstanbul’un meraklı ve macera sever zenginlerini taşıyan turizm acenteleri tarafından sezon boyunca parsellenmiş. Yaz döneminde sezon 4 ay. Kışın bu yaylalarda kimse kalamıyor. Çünkü kar kalınlığı 2 metreyi buluyor.

BİR BARDAK ÇAYLA GELEN HUZUR Konaklama ve restoran fiyatları diğer yaylalara göre oldukça yüksek. Rahatlatıcı bir tatil isteyenler için burası adeta biçilmiş kaftan. Diğer yandan doğal beslenme ve Karadeniz’e özgü yemeklerin de en güzel tadılacağı yayla olma özelliğini taşıyor. Fotoğraf tutkunlarının, aylarca ayrılmak istemeyecekleri, bulut ve güneş ışığının doyumsuz dansının sahnelendiği nefis bir manzara hâkim bu yaylalara. Bir bardak çay içmek bile cana can, huzura huzur katabiliyor. Hemen yanında Sal Yaylası bulunuyor. Yürüyerek yarım saatte diğer yaylaya da ulaşmak mümkün. Sal Yaylası’nda bazı yayla evleri konaklama tesisi ve restoran haline dönüştürülmüş. Yürüyüş meraklıları, yaz aylarında doğanın insanlığa ikramı olan bu yaylaların tadını çıkartıyorlar. Bir yayladan diğerine yıllarca kullanılan patikalardan yürüyerek, 10 gün içinde bu muhteşem yaylaların hepsini gezebilirsiniz.


2019 / Sayı 1

Bulutların üzerindeki Pokut’un nasıl müthiş bir yayla olduğunu ancak üzerine ayak basınca anlıyor insan… Karşınızda Kaçkar dağlarının 4 bin metreye ulaşan karlı zirveleri… Güneş, her gün bu dağların zirvesinden doğuyor…

15


2019 / Sayı 1

16

Türkiye’nin en yüksek yaylası: Samistal Besim Güçtenkorkmaz/ Ankara

Dizi Yazısı

S

amistal Yaylası ise gidilmesi en zor olanıdır. Çamlıhemşin’den arabayla ulaşmak için, Elevit, Trovit, Palovit yaylalarının taş/kaya karışımı bozuk yollarından 6 saat boyunca hoplaya zıplaya araç sürmek gerekir. Giderken birkaç derenin içinden de araba kullanma becerisini gösterme durumunda kalabilirsiniz. Taş/kaya karışımı bozuk yol dışında bir diğer alternatif ise muhteşem görüntüye sahip Palovit Şelalesi’nin yanından geçilerek gidilen orman yoludur. Ama çoğu zaman çamurdan kayganlaşan bu yol, devrilen ağaçlarla kapalıdır. Aslında en güzeli, büyülü bir manzaraya sahip bulutların üzerindeki bu

yaylaya yürüyerek ulaşılmasıdır. Samistal, Rize’nin en yüksek yaylasıdır. Kaçkar Dağı zirvesinin hemen altında 3 bin metrede yer alır. Pokut Yaylası’na çıkanlar, Hazindağ üzerinden Samistal’a yürüyerek geçebilir. Ya da Ayder Yaylası’na çıkanlar, Aşağı Kavrun Yaylası üzerinden Samistal’a 5-6 saatte yürüyerek gelebilir. Her yıl yüzlerce maceracı, uçsuz bucaksız bir bulut denizi üzerindeki yaylayı görebilmek, güneşin bulutların arkasından batışını fotoğraflayabilmek için Samistal Yaylası’nın yolunu tutar. Çanak şeklindeki bir platoda kurulan bu yaylada kalacak ne bir otel vardır ne de bir pansiyon. Sadece yayla sahiplerinin kullandığı taş evler süsler her

19 Nisan 2019

yeri. Bulutların üzerindeyken akıllara şu soru takılır: Bu taş evler, yolu bile olmayan bu yaylada acaba nasıl yapılıyor? PLAKALI HAYVANLAR DİYARI Evlerin bazıları yıkılmaya yüz tutmuştur Samistal Yaylası’nda. Onarılması da çok zordur gördüğüm kadarıyla. Katırcı Mustafa ile konuşurken, evlerin nasıl yapıldığının öyküsünü de dinledim bu zor coğrafyada. Mustafa’nın iki katırının sırtına bağlanarak çıkartılırmış bu yayla evlerinin kumu, çimentosu, tahtası. Hayvanları plakalıymış. “Plakalı hayvan” sözünü ilk kez duydum. Öğrendim ki bu katırlar, yaylaların “yasal nakliye araçlarıymış”. Buralarda


2019 / Sayı 1

her hayvanla taşımacılık yapılmasına izin verilmiyormuş. Herkesin hayvancılıkla geçindiği bu yaylada, evlerin ortasında yer alan dikili taş ise, yıllarca yayla halkının geceleri toplanıp ateş yakarak eğlendiği noktaymış. 2 metreyi aşan dikili taş, eğlence sırasında yakılan ateşle iyice ısınır, eğlence bitiminde yangın çıkmasın diye ateş soğuk suyla söndürülürken, çatlar ve kırılırmış. Koca dikili taşın boyu, kırıla döküle şimdi bir metreye kadar inmiş. Yaz ayları 2 binin üzerinde nüfus olurmuş eskiden yaylada. Şimdi 300 kişiyi bile bulmuyormuş yaylacıların sayısı. Kış olunca kimse kalamıyor bu yaylada. Yazın günlerce yağan yağmur, kış olduğunda yerini kara bırakınca evlerin üzerindeki kalınlığı 3 metreyi buluyormuş. Çatıların sık sık kardan çökmesi

ev sahiplerini, onarımdan bunaltıp canından bezdirmiş.Bazı yayla sakinleri, doğa şartlarına yenik düşmüş ve hayvancılıktan vazgeçmişler. “Şimdi gençlere zor geliyor buralarda yaşamak” diyorlar. “Gençler rahatına düşkün oldu” diye ekliyorlar. En basiti, hayvanları yaylaya çıkartmak için, baharda 2 günlük bir yolu yürümeleri gerekiyormuş. Çoğu yaylacı bu eziyete katlanmamak için yayla evlerini boş bırakıyormuş. GÜNDÜZ 30 GECE SIFIR DERECE Başka zorlukları da var Türkiye’nin en yüksekteki bu yaylasının. Samistal’da elektrik yok. Gece olunca, evler kandil yakılarak aydınlatılıyor. Ve şehirli gençlerin elinden düşürmediği cep telefonları bu yaylada verici olmadığı için çalışmıyor.

Telefonla konuşmak için yaylanın arkasındaki bir başka tepeye 2 saat yürümek ve bir taşın üzerine çıkıp “kıpraşmadan” durmak gerekiyor. Hayvanların sütleri bozulmasın diye hemen peynir ve tereyağı haline getiriliyor. Değerli ve nadide otlarla beslenen hayvanların sütü de çok değerli oluyor elbette. Gündüz sıcaklığı 30 dereceye kadar yükselen yaylada, gece oldu mu otomatik klima devreye giriyor, ısı sıfır dereceye kadar düşebiliyor. Temmuz ortasında bile iklim böyle… Bu doğal klima durumu, peynir ve yağın bozulmadan saklanmasını da sağlıyor. Hayvancılığın revaçta olduğu yaylada hayvan sevgisi hemen göze çarpıyor. Sahipleri, gözü gibi baktıkları ineklerine hep bir isim takmışlar. Nazaboz, Güneboz gibi.. Yayladaki çobanlardan biri

17


2019 / Sayı 1

olan Hüseyin dede, 97 yaşında olmasına rağmen, hiç yorulmadan hayvanlarının peşinde koşturuyor. Bir diğeri ise 17 yaşındaki lise öğrencisi Emine. Okullar kapanınca Emine de ailesi ile birlikte tutuyor yaylanın yolunu. 50 kiloluk yem çuvallarını sırtında taşırken rastladım Emine’ye. Mutluydu. Hep gülüyordu. O da istemiyordu bütün yaylaları yukarıdan birbirine

18

bağlayacak Yeşil Yol’un kendi yaylalarından geçmesini. Ama ne çare… Yeşil Yol’un çiziği bir grayderin kepçesiyle Samistal Yaylası’na atılmıştı bir kez… Ayrılırken yayladan, liseli çoban Emine’nin şiveli yanık sesi yankılanıyordu: Samistal Yaylasinun Neden Erimez Karı Ben,Sevdum Alamadum

Sevdumda Alamadum Böyledur Dünya Halı Yüksek Dağların Karı Erimeden Akarmi? Ben Yürekten Yanmışum Yüreğimden Yanmışum Ateş Beni Yakar mı? Çamlihemşin Deresi Pazar Hemşin Deresi Yine Öyle Akar mi? Akşamdan Doğan Aya Nazlı Yarum Bakar mi?


2019 / Sayı 1

19


2019 / Sayı 1

İstanbul’un hala “taşı toprağı altın mı?” Hüseyin Tunçay / Ankara

T

ürkiye’de 1950’lerden itibaren başlayan köylerden şehirlere yönelik göç dalgası ile birlikte, ‘Taşı toprağı altın’ sloganı ile gelinen İstanbul’un nüfusu 15 milyonu aşarken, son 3 yıldır yaşanan gelişmeler bu sürecin sonuna gelinip gelinmediği konusunda soru işaretleri oluşturuyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, İstanbul’un nüfusu geçen yıl bir önceki yıla

Haber Yazısı

20

göre 15 milyon 29 bin kişiden 15 milyon 67 bin kişiye çıkarak 38,4 bin kişilik artış gösterdi. Ancak bu, ilin nüfus artış hızından dolayıydı, yani daha önceki yıllardaki gibi İstanbul’un net göç almasından kaynaklanmadı. İstanbul’da doğanların sayısı bir anlamda son yıllarda yaşanan bu net göçü perdeledi. İstanbul, 2016 yılına kadar net göç alan bir il konumundaydı. Ancak 2016’dan itibaren trend tersine döndü ve İstanbul, artık

25 Nisan 2019

net göç vermeye başladı. Son 3 yıldır yaşanan bu gelişme sonunda, 287 bin 600 kişi net göç verilirken, bu rakam İstanbul’un 2016 öncesi 5 yıl boyunca aldığı net göçü de “süpürmüş” oldu. Bu durum aslında Türkiye’deki trendlerin de değişmeye başladığının işareti gibi. Zira devamlı yükselen emlak fiyatları, büyükşehirlere yapılan altyapı yatırımları, ulaşım hizmetleri gibi birçok kalem, nüfus artışı ve göç hareketlerinden etkileniyor.


2019 / Sayı 1

“Mega kent” İstanbul’a son 3 yıllık dönemde diğer illerden gelen kişi sayısı 1 milyon 171 bin kişi oldu. İstanbul; 2016 yılında 369 bin, 2017’de 416 bin, 2018’de ise 385 bin kişilik göç aldı. Ancak büyükşehirlerin karmaşası, trafik sorunu ve geçim sıkıntısı gibi pek çok nedene bağlı olarak İstanbul’dan ayrılanların sayısında daha büyük bir artış oldu. Nitekim “Boğaz’ın İncisi”, 2016 yılında 440 bin, 2017’de 422 bin, geçen yıl (2018) ise 595 bin kişiyi uğurladı. Sonuçta İstanbul sırasıyla son 3 yılda sırasıyla 71 bin, 5.9 bin ve 210 bin kişi olmak üzere toplamda net 287,6 bin kişilik net göç verdi. “Net göç” ilin verdiği göç ile aldığı göç arasındaki fark olarak tanımlanıyor

İSTANBUL’A KİM GELİYOR? İstanbul’un son 3 yılda en fazla göçü, 54 bin 897 kişi ile Başkent Ankara’dan aldığı gözleniyor. Tokat’tan 47 bin 954, Kocaeli’nden 46 bin 396, İzmir’den 41 bin 204 kişilik göç alan İstanbul’un, Ordu’dan 36,4 bin, Van’dan 35,5 bin, Bursa’dan 32,8 bin, Tekirdağ’dan da 32,2 bin kişiyi çektiği görülüyor. İstanbul, en az göçü ise bin 819kişi ile Karaman, bin 877 kişi ile Kilis ve 1953 kişi ile Kırşehir’den almış. NEREYE GİDİYORLAR? Buna karşılık İstanbul’dan son 3 yılda Kocaeli’ne 81 bin 960 kişi, Tekirdağ’a 72 bin 51 kişi, Ordu’ya da 63 bin 427 kişinin gittiği gözleniyor. Tokat’ı 59 bin 677, Ankara’yı 59 bin 109, İzmir’i de 56 bin 156 İstanbullu’nun tercih ettiği gözleniyor. İstanbul’un en az göç verdiği iller ise bin 615 kişi ile Kilis, bin 958 kişi ile Burdur ve 2 bin 90 kişi ile Karaman oldu. DOĞU VE GÜNEYDOĞU’DAN İSTANBUL’A TALEP SÜRÜYOR Ancak, alınan ve verilen göç çıktıktan sonra kalan rakam olan “net göç” rakamları, İstanbul’un göç trafiği hakkında başka bilgiler de veriyor. Son 3 yıllık rakamlar dikkate alındığında İstanbul’un en fazla göç aldığı illerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi illeri olduğu dikkat çekiyor. Öyle ki İstanbul’un net göç aldığı ilk

10 ilin 9’u (Adana hariç) bu iki bölgede ve toplam İstanbul’a gelen net göçün yaklaşık yüzde 82’lik bölümünü bunlar oluşturuyor. İstanbul, 3 yılda toplam, Van’dan 17 bin 526, Ağrı’dan 11 bin 170, Muş’tan 6 bin 897, Adana’dan 6 bin 529, Şanlıurfa’dan 6 bin 339 kişi net göç aldı. Bu illeri 5 bin 828 kişi ile Erzurum, 5 bin 605 kişi ile Mardin, 4 bin 141 kişi ile Gaziantep, 4 bin 37 kişi ile Siirt, 4 bin 15 kişi ile Diyarbakır ve 3 bin 778 kişi ile Kars’tan gelenler izledi. İstanbul’un bu son 3 yıllık dönemde net göç alabildiği il sayısı 23’te kaldı. GİDEN DENİZDEN VAZGEÇEMİYOR... İstanbul’un son 3 yıllık dönemde en fazla net göç verdiği il 39 bin 764 kişi ile Tekirdağ olurken, bunu 35 bin 564 kişi ile Kocaeli, 26 bin 996 kişi ile Ordu izledi. 19 bin 764 kişi Giresun’a, 16 bin 201 kişi de Muğla’ya net göç veren İstanbul, İzmir’e de net olarak 14 bin 955 kişi göndermiş oldu. 3 yıllık net göçün yarısından fazlasının bu 6 ile verildiği görülüyor. Burada ilginç bir başka nokta ise bu illerin tümünün denize kıyısının olması. Yani Boğaz gibi bir güzellikten vazgeçseler de İstanbul’u terk edenler, denizden vazgeçemiyor. İstanbul’un net göç verdiği il sayısı ise 57.

21


2019 / Sayı 1

22

Engelli öğretmenler: Biz de mesleğimizi yapmak istiyoruz Merve Filiz Yavuz / Ankara

Haber Yazısı

T

ek istekleri bir an önce öğrencilerine kavuşup mesleklerini icra etmek olan engelli öğretmenler, her seferinde atama kontenjanına takılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) yeterli istihdam sağlayamaması nedeniyle özel sektörün insafına terk edilen engelli öğretmenler, atanabildikleri güne kadar zorlu bir mücadele vermek durumunda kalıyor. Atama için umutlanan 3 bin 500 engelli öğretmen, bir kez daha hayal kırıklığına uğradı. MEB’den yapılan açıklamada, 2019 yılı engelli öğretmen ataması kapsamında yalnızca 500 öğretmen alınacağının duyurulması beklentileri

karşılamadı. Bakanlık, tepkiler üzerine sayıyı 750’ye çıkarttı. Ancak bu kontenjan artışı da atama bekleyen engelli öğretmen adaylarınca yetersiz bulundu. Bir an önce mesleğine kavuşmak üzere atanmayı bekleyen 2 bin 500’ün üzerindeki engelli öğretmen, unutulmak ve geri bırakılmaktan şikâyetçi. “BAKAN BEY BİZE SÖZ VERMİŞTİ” Ataması yapılmayan engelli öğretmenlerin sözcüsü engelli öğretmen Eylül Güneş, 24 Saat’e yaptığı açıklamada “Milli Eğitim Bakanlığı önünde 13 Aralık’ta oturma eylemi yaptığımızda, Bakan Ziya Selçuk ile görüşerek taleplerimizi aktarmıştık. Kendisi

26 Nisan 2019

konu ile ilgili gerekli girişimlerde bulunacağının sözünü vermişti. Sayın Bakan ile yüz yüze gelir de derdimizi anlatırsak çözüme ulaşacağımızı düşündük. Kendisi de bizimle yakından ilgileneceğine söz vermişti. Son umudumuz öğretmenler için çıkan 10 bin ek atamaydı. Toplamda 30 bin atama yapıldı. Fakat engelli öğretmenler için yine hiçbir şey yok. Mağdur durumdayız. Kendimizi geride bırakılmış hissediyoruz” dedi. “GERİDE KALANLARIMIZIN GÖZÜ YAŞLI” Güneş, “Biz ataması yapılmayan engelli öğretmenler olarak hep birlikte mücadele ettik. Tüm çabamıza rağmen ancak bu kadar oldu. Şimdi lütuf gibi yapılan


2019 / Sayı 1

bu kontenjan artışını kabul etmiyoruz. Geride kalanlarımızın gözü yaşlı. Atama bekleyen tüm engelli öğretmenleri atasalar yalnızca bizim değil tüm toplumun gönlünü kazanırlar” diyerek yapılan kontenjan artışının yetersizliğine tepki gösterdi. “MÜCADELEMİZİ YÜKSELTEREK DEVAM EDECEĞİZ” Atama sorunu bizim için bir onur mücadelesi haline geldi diyen engelli öğretmen Güneş, “Engelli öğretmenler neden bir köşede unutuluyor, devletimiz bizi ölüme mi mahkûm etti? Biz mesleğimize kavuşmak için verdiğimiz bu mücadeleyi yükselterek devam edeceğiz” diyerek ivedilikle sorunlarının çözülmesini istedi.

Son umudumuz öğretmenler için çıkan 10 bin ek atamaydı. Toplamda 30 bin atama yapıldı. Fakat engelli öğretmenler için yine hiçbir şey yok.

“ÖZEL SEKTÖRÜN İNSAFINA TERK EDİLDİK” Atanacağı güne kadar bir akrabasının araba yıkama dükkânında çalışarak geçimini sağlamaya çalışan mesleki eğitim öğretmeni Ahmet Cinpolat ise, özel sektördeki iş şartlarının engelliler için çok zor olduğuna dikkat çekti. Cinpolat, kendi yaşadığı bir olayı örnek vererek; daha önce çalıştığı iş yerinin, tedavisi için aldığı raporları gerekçe göstererek işine son verdiğini söyledi. Ahmet Öğretmen; “Bizler çalışkan, mücadeleci insanlarız. Ekmeğimizi kazanma davasındayız. Derdimiz birilerini karşımıza almak değil, sadece atanmak istiyoruz. Mesleğimize kavuşmak istiyoruz” dedi.

23


2019 / Sayı 1

Basın geleceği tartışıyor Ayla Ganioğlu / Ankara

S

24

on yıllarda ciddi tiraj kaybı yaşayan yazılı basının geleceği tartışılıyor. Önlenemeyen tiraj kaybını, okurların interneti tercih etmesine, ekonomik gerekçelere dayandıranların yanı sıra, “özgür basın”dan uzaklaşılması ve “itibar kaybına” bağlayanlar da var. Gazetelerin yayın yönetmenleri bu konuda ne düşünüyor? Siyaset kurumu, gazeteci kökenli milletvekilleri gelinen noktayı nasıl değerlendiriyor? 24 Saat taraflara basının en temel sorununa ilişkin görüşlerini sordu. Basının 1990’lar ve 2000’lerin başında hâlâ “dördüncü kuvvet” olduğundan söz edilirken, bugün artık bu ifadenin neredeyse hiç kullanılmadığını görüyoruz. Medyada “güvenilirlik sorunu, siyaset kurumunun müdahaleci yaklaşımı, sansür, oto-sansür, haber, yorum vb. kaliteli içerik eksikliği, yanlı yayın, ekonomik sorunlar, kağıt fiyatları” gazetelerin tiraj kaybına gerekçe olarak gösterilen temel sorunlar olarak öne çıkıyor. 2018’in son aylarında, doların yükselmesiyle gazete kâğıdının fiyatında yüzde 60’a varan artış oldu. SEKA Kâğıt Fabrikası özelleştirildikten sonra 2005 yılında kapatılınca gazeteler ithal kâğıt kullanmak zorunda kaldı. Tiraj kaybının, Habertürk ve Vatan’ın da internet yayınına

geçmesine neden olduğu bizzat o kurumların yöneticileri tarafından savunuldu. Yayınını sürdüren gazeteler ise fiyat artışına gitti. Bazı ekler kaldırıldı, sayfa sayıları azaltıldı. Anadolu Ajansı’nın (AA), Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerinden derlediği verilere göre, gazete tirajları son beş yılda yüzde 32 düştü. 80 milyonluk Türkiye’de Nisan 2019 tiraj ortalaması 2 milyon 797 bin civarında. 1970’li yılların ikinci yarısında 40 milyon nüfuslu Türkiye’nin toplam gazete tirajı olan 2,5 milyonun biraz üzerinde seyrediyor. 24 Saat Gazetesi yayın yönetmenleri ve gazeteci kökenli milletvekillerine basının tiraj kaybının nedenlerini sordu. HÜKÜMETİN YAKLAŞIMI Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanvekili Vahap Munyar, geçen yıl sonunda kâğıt maliyetlerinin artmasından sonra görüştükleri Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, sundukları rapordaki önerileriyle ilgilendiğini anlattı. Munyar, “Türkiye’de yeniden gazete kâğıdı üretiminin gündeme gelmesi konusunda bizden ayrı bir çalışma yapmamızı isteyen Sayın Oktay’a, bir özel sektör kuruluşunun Ege Bölgesi’nde yürüyen yatırımını adres gösterdik. Gruba destek verilmesi

2 Mayıs 2019

halinde, yaptığı yatırıma gazete kâğıdı üretimine dönük bölüm de ekleyebileceğini aktardık” dedi. Söz konusu görüşmede yerli üretim yapması için gündeme gelen şirketten, “yaptığı yatırıma gazete kâğıdı üretimini ekleme konusunda beklediği desteği içeren bir fizibilite raporu istediklerini” belirten Munyar, “Başlangıçta konuya çok sıcak yaklaşan grup henüz ses vermedi. Grubu gazete kâğıdı üretimini ciddi olarak düşünmesi konusunda ikna çabalarımız sürüyor” açıklamasında bulundu. Munyar, SEKA gibi bir kurumun yeniden devreye sokulmasının mümkün görünmediğine işaret ederek, “En akla yatan formül, gazete kâğıdı üretimine özel sektörün girişini teşviklerle cazip hale getirmek. Şimdilik bu konuda tam adım atılmış değil” görüşünü savundu. “EN BÜYÜK SORUN KÂĞIT DEĞİL” Sözcü gazetesi yayın yönetmenlerinden Serdal Saraç, ithal kâğıt fiyatlarının yükselmesinin maliyetleri artırması nedeniyle önemli olduğunu ancak “en büyük sorunun”, “Türk basınının güven ve inandırıcılığını kaybetmesi olduğunu” vurguladı. Saraç, bazı gazetelerin tirajları çok düşük olmasına rağmen “naylon belgelerle” çok satıyormuş gibi Basın İlan Kurumu ve


2019 / Sayı 1

ilan veren diğer kuruluşları kandırdığının altını çizdi. Saraç, basının başlıca sorunlarını ise; “Gazete patronlarının, gazetecilik dışındaki işleri (ihaleleri) yüzünden siyasi iktidarla organik bağ içine girip özgürlüklerini kaybetmesi”, “Medyanın büyük kısmının iktidarı elinde bulunduran kesimin eline geçmesi ya da onun tarafında yer alması”, “Gazetecilik mesleğini seçenlerdeki eğitim ve kültür seviyesinin erozyona uğraması”, “Diplomalı gazeteci sayısı artarken sorgulayan, araştıran ve analiz eden gazeteci sayısının azalması” ve “Gazeteci kimliğinin saygınlığının yitirilmesi” başlıklarıyla sıraladı. Gazete ve TV’lerin büyük kısmı iktidara yakın grupların elinde olması nedeniyle, tek sesli yayınların okuyucuyu küstürdüğüne dikkat çeken Saraç, “Bulunduğumuz krizden çıkabilmemizin tek yolu okuyucudur, yani satış geliridir” dedi. Saraç, yazılı basının geleceğiyle ilgili olarak, “Her ne kadar dijital medya hızla yayılıyor olsa da henüz kökleri sağlam olmadığı için özgün içerik üretebilen çok az. Yazılı basının içerik üretme kapasitesi ve ‘kalıcılık’ özelliği sayesinde hiç ölmeyeceğini düşünüyorum” değerlendirmesinde bulundu. “BASKI VE SANSÜR” BirGün Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın ise, Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasal krizin etkilerinin, en çok medya alanında görüldüğünü ancak bunda sadece maliyetlerdeki artışın değil aynı zamanda “baskı ve sansür” politikalarının da etkili olduğunu ifade etti. Aydın, “Kamuoyunda ‘yandaş’ gazetecilik diye nitelenen bir tarz ortaya çıkmıştır. Basının ayakta kalması için bırakın birtakım üretim girdilerinin sübvanse edilmesini, haberlerimizden ötürü açılmış davaların ve hapis ve tazminat cezalarından vazgeçilmesi bile yeterlidir” diye konuştu. Kamudan ilan ve reklam alamayan gazetelerin geleceğinin “çok daha vahim” olduğunu belirten Aydın, “İnternet medyası alanına yönelmekten başka

bir şansları çok görülmüyor” dedi. Aydın, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “yazılı basın miadını doldurduğunu” ancak bunun kısa sürede yazılı basının sonlanacağı anlamına gelmeyeceğini söyledi. “EN ÖNEMLİ SORUN BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” Gazeteci kökenli, CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel de “Aslında günümüzde Türk basınının en önemli sorunu, basın ve ifade özgürlüğüdür dersek yanlış olmaz” ifadesini kullandı. Demokrasilerde basının yasama, yürütme ve yargı dahil halk adına denetimi basın yerine getirmesi nedeniyle de “dördüncü kuvvet” olarak anıldığını hatırlatan Sertel, bazı gazetelerin “adeta iktidarın borazanı” haline geldiğine işaret etti. Sertel, dolardaki artış ve ekonomideki gelişmeler sonrası yerelde faaliyet gösteren 300’e yakın gazete ve matbaanın, kâğıt fiyatlarını karşılayacak bütçeye sahip olmadığı için kapandığını, 11’e yakın yayınevi de faaliyetlerine son verdiğini bildirdi. İçinde bulunulan olumsuzluklara rağmen yazılı basının geleceğinden “umutlu” olduğunu vurgulayan Sertel, yazılı basın, sosyal medya ve internet gazeteciliği karşısında güç kaybetse de yaşamaya devam edeceğini söyledi. TİRAJLARIN DÜŞMESİ Star Gazetesi Yazarı ve 26.Dönem AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner ise yazılı basında görünen dramatik tiraj düşüşünü, ekonomiyle “izah” etmenin doğru olmadığını söyledi. Gazetelerin fiyatının “herkesin alım gücünde” olduğunu ve gazetelerin zararını fiyatlara yansıtmayarak, açıklarını ilan ve reklam ile kapattığına dikkat çeken Metiner, tiraj düşüklüğünün nedenlerinden birinin teknoloji ve görsel basınla birlikte, yazılı basının önemini “yitirmesi” olduğunun altını çizdi. Metiner, köşe yazarlarının televizyonlara bağlanıp konuyla ilgili anlık olarak görüşlerini aktardığı için, ertesi gün çıkacak gazetenin ne haberleri ne de yorumlarının önem arz etmemeye başladığını belirtti. Gazeteleri, “kendi siyasal ve ideolojilerine yakın gazeteler yaşasın diyen” kesimlerin aldığını, ancak zamanla “bu duygunun

gevşemesinin tiraj düşüşünü tetiklediğini” dile getiren Metiner, “herkese hitap eden gazeteler döneminin sona ermesinin” de gazetelerin tirajlarında düşmeye neden olduğunu ifade etti. Metiner, “Herkes duymak istediklerini duyuran gazetelere yöneldi. Bir süre sonra bu duygu da körelince genel bir kaçış başladı” dedi. Metiner, basının geleceğiyle ilgili olarak, “Orta ve uzun vadede yazılı basına pek bir kalıcılık şansı tanımıyorum. Gazeteler bundan sonra kâr-zarar denklemi ve teknolojik gelişim süreci dolayısıyla internet ortamında varlığını sürdürmek durumunda kalacaklardır. Üzücü ama gerçek bu” açıklamasında bulundu. SANSÜR VE OTO SANSÜR CHP Eskişehir Milletvekili ve Gazeteci Utku Çakırözer, kâğıdın “stratejik” bir ürün olduğunu belirtip “doların insafına bırakılamaz” vurgusu yaparak önerilerini şöyle sıraladı: “Döviz kuru gazeteler ve yayıncılar için sabitlenmeli. Kâğıt ithalatı için ödenen KDV yüzde 8’den yüzde 1’e düşürülmeli. Kâğıt, gazete; pırlantadan, lüks tekneden daha değerli, daha yaşamsal görülmeli. Kâğıt ihtiyacı, devlet tarafından sübvanse edilmeli. Tüm bunların yanı sıra yerel basının ayakta kalabilmesi için büyük önemdeki resmi ilanlarda da düzenleme yapılmalı. İlanların hem sayısı hem de tarifesi arttırılmalı. İlanlar, tüm gazetelere eşit olarak dağıtılmalı. Sadece kâğıt için değil baskı malzemeleri için de KDV oranı yüzde 18’den yüzde 8’e düşürülmeli. Yayıncıların vergi borcu yükünden kurtarılması için adım atılmalı.” Türkiye’nin basın ve ifade özgürlüğü konusunda sınıfta kaldığı ve Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında 157. sırada olduğunu anımsatan Çakırözer,“Gazetecilerin yüzde 30’u işsiz. Gazeteciler cezaevinde, sadece haberlerinden dolayı yargılanıyor, hâkim karşısında. Gazeteciler sansür ve oto sansür çemberinin içinde. Gazetecilik suç olarak görülmemeli” dedi.

25


2019 / Sayı 1

Suriyeli mülteci işçiler hala kayıt dışı 26  Metehan Ud / İzmir

Haber Yazısı

T

ürkiye’de yaşayan mülteci işçiler, bu yılki 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da ağır sömürü altında geçirdiler. Yerli işçilere göre hem daha düşük ücretle hem daha uzun saatler çalıştırılan mültecilerin tamamına yakını kayıt dışı Suriye’de Mart 2011’de başlayan iç savaşın ardından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Suriyeli uyruklu mültecilerin karşılaştıkları zorlukların başında çalışma yaşamı geliyor. Göçün üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen mülteci işçilerin çalışma yaşamına dair sorunlar hâlâ tam olarak çözülemedi. Türkiye’de, Ocak 2016’da çıkan “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik” ile Suriyelilerin çalışma izinleri düzenlendi. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü tarafından

açıklanan rakamlara göre, 11.01.2016-14.09.2018 döneminde geçici koruma sağlanan Suriyeli işçi çalıştırma izni başvuru sayısı, 41.343 olup, bu başvurulardan çalışma izni verilenlerin sayısı 27.930. Ülkemizde, 15-60 yaş aralığında, 1,2 milyon Suriyeli erkek bulunuyor ve bunların önemli bir bölümünün çalışma yaşamında yer aldığı düşünülüyor. SÖMÜRÜNÜN EN YOĞUN KENTLERDEN BİRİ, İZMİR İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün, 11 Nisan 2019 tarihinde açıkladığı resmi rakamlara göre, İzmir’de kayıtlı 142 bin 740 Suriyeli mülteci yaşıyor ama gerçek rakamın 200 binin üzerinde olduğu söyleniyor. Suriyeli mülteciler, kent merkezinde patronlar, kırsalda ise dayıbaşları tarafından özellikle kayıt dışılığın yaygın olduğu sektörlerde çalıştırılıyor. Kent merkezindeki mülteci

14 Mayıs 2019

işçiler, Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi, Konak, Buca, Karabağlar’daki merdiven altı tekstil atölyelerinde yoğun olarak görülüyor. Merkez dışında ise Suriyeliler daha çok Foça, Torbalı ve Seferihisar gibi ilçelerde tarım sektöründe çalışıyorlar. KRİZ, İŞÇİ SAYISINI AZALTMIŞ Mülteci işçilerin yoğun olduğu Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde krizin işçi sayısını da etkilediği görülüyor. Daha önce gezdiğimiz bu atölyelerdeki, işçi sayısı yarı yarıya düşmüş. Geçen yıl 60 işçinin olduğu bir atölyede şu anda 20 kadar işçi çalışıyor. Atölyede tamamı Suriyeli mülteci olan işçiler arasında çocukların çokluğu da dikkat çekici. Yetişkin işçiler, 400 ila 500 TL arasında haftalık alırken, çocuk işçilere ise haftalık 250 TL ödeniyor. Buradaki mülteci işçilerin kimisi 6, kimisi ise 1 yıldır ayakkabı sektöründe çalışıyor.


2019 / Sayı 1

“TÜRKLERE 700 TL, BİZE 450 TL” Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’ndeki Suriyeli işçilerle, çalışma koşulları ve talepleri üzerine konuştuk. 6 yıldır burada çalışan Mustafa, çok sayıda atölye gezmek zorunda kalmış. Patronların herhangi bir sorunla karşılaştıklarında, ilk gözden çıkardıklarının Suriyeli işçiler olduğuna işaret eden Mustafa, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiyeli işçilere göre hem daha az haftalık alıyoruz hem de daha uzun saatler çalışıyoruz. Sabah saat dokuzda girdiğimiz atölyeden akşam dokuz-on gibi çıkıyoruz. Benim haftalığım 450 TL iken Türk çalışanlar, 600-700 TL alıyor. Çalışma koşullarımız ilk günkü gibi neredeyse hiç değişmiyor, aynı. Birçok atölyeden paramızı tam alamadık. Düşen maaşların sorumlusu olarak biz gösteriliyoruz ama bu doğru değil. Yıllardır buradayız, çalışıyoruz. İşverenler, patronlar, maaş ayrımına artık son vermeli.” “NEFES ALMAKTA ZORLANIYORUM” Ayakkabı kumaşı ile tabanını birbirine yapıştıran İrfan ise, günde 10-12 saat boyunca kimyasal solüsyonu solumak zorunda kalıyor. Daha 30’lu yaşlarda olan İrfan, eskisi gibi hareket edemediğini, nefes almakta zorlandığını ve daha çabuk yorulduğunu belirtiyor. Kronik bir hastalık çıkmasından korktuğu için hastaneye

gitmekten çekindiğini anlatan İrfan, “Hastalık teşhisi koysalar bile çalışmaya devam edeceğim. Başka bir mesleğim yok. Başka yerde de iş bulamam. Evde ekmek bekleyen iki çocuğum var. Sadece biraz önlemler arttırılabilir. Kimyasal maddelerden dolayı birçok işçi arkadaşımız hastalıklarla boğuşuyor. Kimisinin dişleri çürüdü kimisinin elleri mahvoldu” diye konuştu. ÇOCUK İŞÇİNİN İSTEĞİ: DAHA FAZLA HAFTALIK VE UYKU Atölyedeki çocuk işçilerden biri de Abdullah. 14 yaşındaki Abdullah iki yıldır sitede çalışıyor. Babasının da berberde çalıştığını ancak aldığı maaşın yetmediğini ifade eden Abdullah “Evde, okula giden iki kardeşim daha var. Ben okuyamadım ama en azından onlar okuyabilsin” diyerek çalışma nedeni açıklıyor. Her gün Limontepe ile Işıkkent arasında gidip gelen Abdullah’ın iki saati yolda geçiyor. “Daha fazla haftalık ve uyku uyuyabilmek” isteyen Abdullah, atölyede geçen yıl daha çocuk işçinin olduğunu da dile getirip “Şimdi az kaldık. Hem çok çocuk işsiz kaldı hem de bizim işimiz arttı. Bir kısmı, başka atölyeye girebilmiş ama bildiğim kadarı ile çoğu işsiz” dedi. İGAM BAŞKANI ÇORABATIR: MÜLTECİ STATÜSÜ TANINMALI İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır ise çözümün, “mülteci statüsünün tanınmasından”

geçtiğinin altını çiziyor. Tek başına olmamakla beraber sorunun, Türkiye’deki “iltica ve sığınma sisteminin eksikliğinden” kaynaklandığını anlatan Çorabatır, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu ‘coğrafi sınırlama’ çekincesinden dolayı yıllardan beri entegrasyon sistemini geliştirmedi. Çünkü, Avrupa konseyi üyesi olmayan ülkelerden Türkiye’ye sığınanlar, ‘coğrafi sınırlama’ nedeniyle mülteci statüsüne sahip olamazlar. Mülteci statüsünün verilmesi ile birlikte Cenevre Sözleşmesi’ndeki haklar, mültecilere sağlanmalıdır. Bu haklardan biri de mesleklerini icra etme hakkıdır. Mülteci statüsünün tanınmamasından kaynaklı entegrasyon, Türkiye’de hukuki karşılığı olmayan bir sistem. Bunun yerine, 2013 yılında yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 93. Maddesi, ‘uyum’dan bahsediliyor. ‘Uyum’ ise daha çok ‘geçiciliği’ içeriyor ve Türkiye’de kalıcı bir hayatı öngörmüyor. Mültecilerin kalıcılığı görüldükçe de ek düzenlemelerle ilgili hayatları güçlendirilmeleri çalışıldı. Bunlardan biri de çalışma izni düzenlemesi ancak bu da ağır işleyen bir durum. İnsanlar, hayatta kalabilmek adına kayıtsız çalışmayı göze alıyorlar bu da yeni sorunlara yol açıyor. Bu insanların izin alarak değil normal bir vatandaş gibi çalışma hayatına katılmaları gerekiyor.”

27


2019 / Sayı 1

Vatandaşın tasarrufta gözdesi yine altın Hüseyin Tunçay / Ankara

Haber Yazısı

28

16 Mayıs 2019


2019 / Sayı 1

D

arphane’nin ilk 3 ayda Cumhuriyet altını üretimi ağırlık bazında yüzde 15,9, adet bazında ise yüzde 7.4 arttı. Türk halkının geleneksel ve gözde yatırım aracı olma özelliği taşıyan “altın”, “güvenli liman” olmayı sürdürüyor. Bu nedenle Cumhuriyet altınının üreticisi olan Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü, deyim yerindeyse yine fazla mesai yaptı. Darphane’nin 2019 yılının ilk üç aylık dönemdeki Cumhuriyet altını üretim miktarı, ağırlık bazında yüzde 15,9, adet bazında ise yüzde 7,4 oranında arttı. Ancak asıl artış, kur ve altın fiyatlarında yükselmenin de yaşandığı yerel seçimlerin olduğu mart ayında görüldü. Mart 2019’da, Darphane’nin altın üretimi, bir önceki yılın aynı ayına göre, ağırlık bazında yüzde 92,3, adet bazında ise yüzde 63,7 artış gerçekleşti. Darphane’nin verileri esas alınarak yapılan hesaplamalara göre, geçen yılın ilk çeyreğinde Cumhuriyet altını üretimi, sikke ve ziynet olmak üzere toplamda 11 ton 198 kilo iken bu yılın aynı döneminde yüzde 15,9 artış gösterip 12 ton 980 kilograma çıktı. Ocakta yerinde sayan Cumhuriyet altını üretimi, şubat ayına gelindiğinde yüzde 27,5’lik düşüş gösterdi. Ancak mart ayındaki üretim geçen yılın aynı ayına göre yüzde 92,4 gibi yüksek bir oranda artarak 3 ton 4 kilodan 5 ton 779 kiloya ulaştı. TALEP; TASARRUF AMAÇLI SİKKE ALTINA Yılın ilk üç ayındaki ağırlık bazında üretime bakıldığında toplamda yüzde 15,9’luk artış olmasına karşın, üretimin; vatandaşın kullanım ve düğünlerde takı olarak kullandığı ziynet altından ziyade tasarruf amaçlı olarak görülen sikke Cumhuriyet altınına kaydığı görülüyor. Nitekim 3 aylık dönemde geçen yılın aynı çeyreğine göre Cumhuriyet altını üretimi, 7 ton 675 kilodan 7 ton 809 kiloya yükseldi. Ancak buradaki artış sadece yüzde 1.8 oldu. Sikke ve ziynet olmak üzere iki grupta, toplam 10 farklı çap

ve ağırlıkta üretilen Cumhuriyet altınında üretim miktarı, 3 ton 522 kilodan 5 ton 171 kiloya kadar yükseldi. Buradaki üretim artışının oranı ise yüzde 46,8 olarak hesaplandı. Vatandaşın takıda, daha çok çeyrek ve tam altını tercih ettiği görülürken, tasarruf için tam altının ezici üstünlüğü göze çarpıyor. Nitekim bu yılın ilk üç ayında sikke olarak üretilen Cumhuriyet altınlarının ağırlığı içinde (çeyrek, yarım, tam, birlik, ikibuçukluk, beşlik) tam altının payı yüzde 93,7 gibi yüksek bir oranda bulunuyor. Ocak-Mart döneminde takıda ise ağırlık bazında üretimin yüzde 37,2’si çeyrek altın, yüzde 37,7 ise tam altın için ayrıldı. ADET BAZINDA, TERCİH TAKIDA ÇEYREK, SİKKEDE İSE TAM ALTIN Bu yılın ilk çeyreğindeki adet bazında üretim rakamlarına bakıldığında ise ziynet ve sikke olmak üzere toplamda üretim 2 milyon 944 bin adetten 3 milyon 161 bin adede çıktı. Bu rakamlar yüzde 7,4’lük bir artışı ifade ediyor. Aylık olarak incelendiğinde adet bazında ocak ve şubat aylarında gerileyen Cumhuriyet altını üretimi, mart ayında yüzde 63,7 gibi yüksek oranlı bir artış gösterdi. Takıda yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre üretimde 0,4 gibi küçük bir daralma görülürken, üretim rakamı da 2 milyon 442 bin adetten 2 milyon 433 bin adede düştü. Ancak vatandaşın tasarruf amaçlı olarak kullandığı sikke Cumhuriyet altını üretimi adet bazında ilk 3 ayda geçen yılın aynı dönemine göre adet bazında yüzde 45,4 oranında arttı. Adet bazında, takı ve ziynet altında vatandaşın tercihi tartışmasız olarak yüzde 68’lik pay ile çeyrek altın oldu. Vatandaş altın tasarrufu yapacaksa ilk tercihi ise tam altın oldu. Adet bazında İlk 3 aylık üretimin yüzde 92,2’si tam altına ayrıldı.

29


2019 / Sayı 1

30

Sosyal medyada,“mutluluğun adresi” var Derya Göregen / İstanbul

Haber Yazısı

Ö

zellikle gençlerin yoğun ilgi gösterdiği, neredeyse gün boyu, hatta geceleri bile zamanlarının büyük bölümünü sosyal medya ağlarında geçirdikleri bilinen bir gerçek. Sosyal medya ağlarının ne kadar doğru kullandığı tartışılırken bu ağ, “mutluluğun adresi” olup çocukların yüzünü güldüren, engel ve hastalıklarına yardım eden bir mecra olabiliyor Günümüzde sosyal medya ağları üzerinden ilişki kurmak, iletişime geçmek, bilgi edinmek, eğlenmek, alışveriş yapmak gibi pek çok etkinliği,gerçekleştirmek mümkün. Hatta neredeyse birçok kişinin yaşamının, öncelikle telefonun ekranıyla sosyal medya

ağlarına sıkıştığı bile söylenebilir. Sosyal medya ağları, yanlış kullanılmasının yanı sıra yapılan kimi araştırmalara göre,bu ağları çok yoğun ve aktif kullanan bireylerin mutsuz oldukları uzmanlar tarafından dillendiriliyor. Ancak sosyal medya, doğru ve etkili kullanıldığında hem kişiye hem de topluma yarar sağlama noktasında çok önemli, güzel ve başarılı örnekler sunabiliyor. Abdullah Özkan’ın hikâyesi de, sosyal medyanın doğru ve etkili kullanılmasına güzel ve başarılı bir örnek. “Mutluluğun Adresi Sosyal Yardımlaşma Derneği”nin kurucusu olan Abdullah Özkan’ın sosyal medyayla gelen başarı öyküsüne yakından tanıklık edeceksiniz bu haberimizde.

17 Mayıs 2019

Özkan, Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirmek üzereyken aşık olur. Ancak sevdiği kadın bir süre sonra onu terk eder. Bunun üzerine sevgi kavramını kendi içinde sorgulamaya başlayan Özkan, karşılıksız ve hayal kırıklığına uğramayacağı bir sevgi arayışının içine girer. Kısa bir zaman sonra karşılıksız ve mutlu bir sevgi olabileceğini gören Özkan, yardıma muhtaç; down sendromlu, otozimli, serebralpalsili ve disleksili öğrenme güçlüğü çeken, engelli ve yetim çocuklara kendini adar. Bu çocukların istek ve ihtiyaçlarına karşılamaya adanma, artık sevginin en saf ve gerçek halidir onun için. Sosyal medya üzerinden örgütlenmeye başlayan,bir araya


2019 / Sayı 1

gelen gönüllülerle bir dernek kuran Özkan ve beraberindeki iki arkadaşı, sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri etkinlilerle çok kısa sürede yüzlerce gönüllü ve bağışçıya ulaştı. Ağırlıklı olarak öğrencilerden oluşan ve çeşitli meslek gruplarındaki gönüllülere dayalı hareket eden bu topluluk,2014 yılında dernek oluşumuna gitti.Özel çocuklar için sürekli etkinlik düzenlediklerine değinen Özkan, nasıl büyüyüp geliştiklerini şöyle anlatıyor: “Bizim için bu çocuklara ulaşmak ve ailelerine el uzatmak, yardımlaşma ve dayanışma oldukça önemliydi. Böylesi

“İnsanlara ulaştık, dokunduk, paylaştık, gel bu işin bir parçası ol dedik ve onların dahil olmasını sağladığımız için bugün bu kadar büyüdük”

sosyal sorumluluk için sosyal medya gerekliydi. Sosyal medya üzerinden sesimizi çok kısa sürede duyurduk. Büyüyüp geliştik. Akabinde ‘Mutluluğun Adresi Sosyal Yardımlaşma Derneği’ni kurduk. 500 gönüllü çalışan ve 200 üyemiz ile birlikte dernek bünyesinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz.” “BİZİ BİR ARAYA GETİREN PLATFORM” Özkan, gerçekten ihtiyacı olan aile ve yardım edecekleri çocukları doğru seçtiklerini belirterek “Sosyal medya ağları sayesinde aileler bizlere rahatlıkla ulaşabildiler, biz de onlara kolaylıkla ulaştık. Bu platformlar, bizi bir araya getirdi” dedi. Çok özel bir iş yaptıklarını düşünen Özkan geçmişte televizyon programlarında karşımıza çıkan görüntüleri hatırlatıp sözlerine şöyle sürdürüyor:

“90’lı yılların görsel ve yazılı medyasında, bugün bizim rehabilite ettiğimiz, dil terapisi yaptığımız, fiziksel ve zihinsel gelişimlerini sağladığımız bu çocuklar, kömürlüklerde zincirlenerek kapatılan çocuklardı. Uğur Dündar’ın ‘Arena’ yine Sadettin Teksoy’un ‘Sadettin Teksoy Görevde’ adlı programında bu çocukların aileleri tarafından nasıl kapatıldığı haberleri yapılıyordu. Fakat günümüzde aileler bilinçlendi, bizler bilinçlendik. Bu çocukların özel çocuklar olduğunu ve eğitimlerin ona göre verilmesi gerektiğini de biliyoruz. Bunun için bugün sosyal medya aracılığıyla farkındalık yaratmak, bu çocuklara ulaşmak mümkün. Üstelik dijital olanaklarla onlara hem dil terapileri, zihinsel terapiler ve fiziksel gelişimlerini sağlamak için egzersiz eğitimi verebiliyoruz. Üretime ve topluma kazandırmaya çalışıyoruz onları. En güzel tarafı da bütün bunları, gönüllülerimiz ve bağışçılarımız ile birlikte yapıyoruz. MUTLULUĞUN ADRESİ Kısaca, “Mutluğun Adresi” olarak adlandırılan sosyal medya platformu, yaptığı etkinliklerde şeffaflığa oldukça önem veriyor. Sürekli üreten ve sürekli koşan bir yapılanma. Takipçiler ve destekçiler yapılan etkinliklerde doğrudan haberdar olabiliyor. Sıkı çalışan bu ekibe ve yapılan bütün yardımların gözler önünde olması, güven ilişkisinin oluşmasını sağlamış. Özkan, “Biz, yapılan her yardımın çocukların eğitimine, ihtiyaçlarına gittiğini sosyal medya üzerinden bizi takip eden herkesin görebilmesini sağlıyoruz. Bunun gösterilerek yapılmasına dikkat ediyoruz. Oluşturduğumuz bu güven sayesinde, bugün üç kişiye yapılan yardımlar yarın on kişiye yapılabilir” diyor. “Mutluğun Adresi”, bugün sosyal medya ağlarında yaklaşık 36 bin takipçi sayısına ulaşmış. “İnsanlara ulaştık, dokunduk, paylaştık, gel bu işin bir parçası ol dedik ve onların dahil olmasını sağladığımız için bugün bu kadar büyüdük” ifadesini kullanıyor Özkan. Dernek, sadece takipçi sayısının yüksek olmasını değil, farkındalık yarattıkları oranda çalışmalarının başarılı

olduğunu kabul ediyor. İnsanların daha çok dayanışma ve yardımlaşma halinde olmaları, yardım taleplerinin karşılanmasında sosyal medyanın doğru kullanılmasının önem taşıdığına işaret eden Özkan, “Geçici değil, kalıcı çözümler” üretmeye odaklandıklarını, çocuk ve ailelerini mutlu etmeye yönelik adımlar attıklarının altını çizerek sözlerini şöyle tamamladı: “Dernek olarak yurdun hemen her yerinden ihtiyacı olan çocuklara gıda ve kıyafet yardımında da bulunduk. Kütüphaneler açtık. Okul araç gereç ihtiyaçlarını giderdik. Ama sonra düşündük ki gıda biten, kıyafet tüketilebilen bir şeydi. Çocuklar için eğitim, daha kalıcı ve elzem olandı. Bu düşünceden hareketle, uzun zamandır hayalini kurduğumuz, çabaladığımız ve tüm gönüllülerimizle birlikte çalıştığımız rehabilitasyon merkezimizi açtık. Down, otozim ve serebralpalsili çocuklarımız özel eğitim ve rehabilitasyon merkezimizde ücretsiz olarak faydalanacaklar. Bir aydır açılan okulumuzun 100 öğrencisi var. Fiziksel ve zihinsel gelişim eğitimlerinin yanı sıra takı yapma, yiyecek-içecek yapma; müzik ve resim atölyemizde var.” Mutluluğun Adresi Sosyal Yardımlaşma Derneği’nin kapıları, bütün gönüllülere sonuna kadar açık. Birlikte çalışacakları arkadaşlarını bekliyorlar.

31


2019 / Sayı 1

Toplumsal Etik Derneği’nden siyasetçilere “kullanılan dile dikkat” mektubu Mehtap Gökdemir /Ankara

T

Haber Yazısı

32

oplumsal Etik Derneği (TED) Genel Başkanı Ahmet Akgün, özellikle siyasette kullanılan “dil” konusunda önümüzdeki günlerde siyasetçilere mektup yazacaklarını ve yüz yüze görüşmek için randevu talep edeceklerini söyledi. Akgün, okullarda da “etik” konulu dersler okutulmasını öneriyor. TED, bireylerde, kurumlarda, siyasette, eğitimde, tıpta, medyada, çalışma yaşamında, kişilerarası ilişkilerde yani toplumun pek çok kesiminde hızla artan “etik bozulmalara” ve “ahlaki çöküşlere” dikkat çekmek gerekçesiyle kuruldu. Bu kapsamda; konferans, açık oturum ve panel gibi etkinlikler düzenleyen TED, çeşitli olaylar karşısında da “etik yargılamalara” dayalı basın açıklamaları yapıyor. TED ayrıca her yıl, mesleğinde “ etik davranan” kişi ve kuruluşlara, törenle “etik davranış ödülleri” veriyor. “DERNEĞİN ESAS AMACI YOZLAŞMAYI ÖNLEMEK, YOLSUZLUĞU ÖNLEMEK AÇISINDAN ÇALIŞMALAR YAPMAK” 24 Saat Gazetesi’ne açıklamalarda bulunan TED Başkanı Akgün, Derneğin 2004 yılında kurulduğunu, 15 yaşındaki derneklerinin esas amacının, yozlaşmayı ve yolsuzluğu önlemeye yönelik çalışmalar yapmak olduğunu vurguladı. Eğitim ve konferanslar düzenlediklerini anlatan Akgün, “Gördüğüm tablo, hırsızlık, gasp, dolandırıcılık ve rüşvet, toplumumuzda artarak devam ediyor” dedi.

Gerçekleştirdikleri konferans ve eğitim çalışmalarına değinen Akgün, “Asayiş sorunları da var, ahlaki sorunlar da var. Eroin ve kokain… Bu çok büyük bir problem… Birçok aile tanıyoruz, gerçekten çocukları göz göre göre eriyip gidiyor. Bununla mücadele ediyoruz, elimizden geldiği kadar tabii… Ahlaki bakımından büyük çöküntü var toplumda” uyarısında bulundu. “OKULLARDA DERS OLARAK OKUTULSUN” TED Başkanı Akgün, “etik” konusunun okullarda ders olarak okutulması önerisinde bulunduklarına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Okullarda, ilkokuldan üniversiteye kadar gençlerimizi ahlaki ve etik yönden etkileyip güçlendirecek derslerin okutulması lazım. Bu konuda biz, bazı eğitim çalışmaları yaptık. Mesela ilkokulda; ‘Sıraya gireceksin, arkadaşını itmeyeceksin, çevre temizliğine önem vereceksin, yere kâğıt

28 Mayıs 2019

atmayacaksın, tükürmeyeceksin’ şeklinde eğitim çalışmalarında bulunduk. Bu çalışmaları talep okuldan geldiği takdirde yapıyoruz. Daha çok özel okullardan talep geldi. Biliyorsunuz çocukken alınan eğitim, çok daha kalıcı oluyor. Çevre temizliği de önemli ve okullarda bir de bunu özendirmek lazım.” Yolsuzlukla mücadeleyi de sürekli kılmak gerektiğini anlatan Akgün, bu noktada belediyelerin önemli olduğunu işaret edip “Belediyelerin önemi şuradan geliyor, imar planı değişikliklerinde ve imar planları yapılırken rant kapısı oluyor” ifadesini kullandı. SİYASETÇİLERE MEKTUP YAZACAK Siyasetçilere zaman zaman mektup yazdıklarını da dikkat çeken Akgün, “Mesela tüm toplumu ilgilendiren bazı olaylar oluyor, bizim söyleyecek sözlerimiz var, açıklamalarda bulunuyor görüşlerimizi söylüyoruz. Hatta görüşlerimizi iletmemiz gerekenlerden kabul edenlere gidiyoruz” diye konuştu. Önümüzdeki günlerde siyasetçilerden randevu talep edip etmeyeceklerine ilişkin sorumuzu Akgün, şöyle yanıtladı: “Tek şey söyleyeyim, dillerini düzeltmeleri için gideriz. Topluma örnek oluyorlar. Konuşmalarında biraz daha dikkatli olmaları lazım. Sokak ağzıyla konuşuluyor, bu yanlış bir şey. Bunu düzeltmeleri lazım. Yüz yüze görüşmesek bile kendilerine mektup yazarız. Dillerini düzeltmeleri için.”


2019 / Sayı 1

Eskişehir’e “kömürlü termik santral” kurulmasına tepkiler artıyor Büşra Taşkıran / Eskişehir

Haber Yazısı

E

skişehir- Alpu Ovası, birinci sınıf tarım arazisi ve üretim potansiyeli nedeniyle Bakanlar Kurulu kararıyla, 2017’de “büyük ova koruma alanı” statüsüne alınmıştı. Verimli arazilerin olduğu, bölge halkının tarım ve hayvancılık yaptığı bu topraklar, ayrıca dünya lületaşı rezervlerinin büyük kısmına da ev sahipliği yapıyor. Alpu Kömürlü Termik Santrali, Eskişehir’in en verimli topraklarının bulunduğu Tepebaşı İlçesi’ndeki merkeze yakın Alpu Ovası’nda kurulması planlanmıştı. Uzmanların, “Hava ve çevre kirliliği oluşturacağı” yönündeki görüşlerine karşı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, projenin

çevreye zarar vermeyeceğine dair “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Olumlu” raporu vermişti. Projenin ÇED süreci, Eylül 2017’de başlamıştı. Tema Vakfı’nın yanı sıra meslek odaları, ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri, belediyeler ve vatandaşlar tarafından Bakanlığın verdiği olumlu ÇED raporu, mahkemeye taşınmış, idari dava açılmıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 6 Mart 2018 tarihli ÇED olumlu raporu, Alpu Termik Santrali ve bu santrale kömür sağlayacak olan rezerv alandaki yeraltı maden işletmesi ile kül düzenli depolama tesisinin yapımına başlanması anlamına geliyor.

33

29 Mayıs 2019

SONDAJ KUYULARI AÇILMAYA BAŞLANDI Eskişehir Çevre ve Yaşam Platformu (ESÇEP), Alpu Kömürlü Termik Santrali Projesi’nin her aşamasını yakından takip edeceğini yaptığı basın açıklaması ile duyurdu. ESÇEP adına açıklamada bulunan Fikret Baykır, sondaj çalışmaları hakkında bölge halkına sağlıklı bilgi verilmediğini vurgulayarak “Yörede yaşayanların endişeyle karşıladığı sondaj kuyuları, yönetmeliklere uygun açılmamakta. Sondaj işlemi sonucunda oluşan atık çamurlar, Ağapınar Mahallesi’nde bulunan tarım arazisi niteliğindeki depolama alanına boşaltılmaktadır. Bu durum


2019 / Sayı 1

toprak ve su kirliliği bakımında büyük riskler oluşturmaktadır” uyarısında bulundu. Alpu Ovası’nda yapılan çalışmalarda toprağın yüzlerce metre altına inildiği ve çevrede çökmelerin olabileceğine dikkat çeken Baykır, “Eskişehir halkının bilgisi dışında, insafsızca ve acımadan verimli ovamızın kalbine girilmekte, tarım topraklarımız pervasızca delik deşik edilmektedir” dedi.

34

ÇED RAPORU GERÇEĞİ YANSITMIYOR Çevre Mühendisi Ozan Devrim Yay, ÇED olumlu raporuna dava açanlardan biri. Termik santralin çok boyutlu zararları olduğuna işaret eden Yay, “Öncelikle bölgenin hava kalitesine büyük zarar verecek. Burası, Türkiye’nin tarımsal SİT alanı olarak tescil edilmiş bir yer. Verimli tarım arazisinin bu amaçla kullanılması doğru değil. Ayrıca bu bölge, lületaşı ocaklarının bulunduğu bir alan. Termik santral, lületaşının çıkarılmasına da büyük zararlar verecek” diye konuştu. Akademik çalışmalarını “hava kalitesi” ve ilişkili konular üzerine yapan Yay, “Hava kirliği, hem insan hem bitki sağlığına zarar veriyor. Burada kurulacak

termik santral, büyük miktarda sera gazı emisyonu oluşturacak. Sera gazı etkisiyle hem genel hava kalitesinde hem de küresel iklim değişikliğine sebep olacak” ifadelerini kullandı. ÇED olumlu raporunda teknik değerlendirmelerin gerçeği yansıtmadığını iddia eden Yay, sözlerini “ÇED raporunu hazırlayan firmalar, raporun hazırlanmasıyla ilgili finansmanı yatırımcıdan alıyorlar. O yüzden ÇED raporu hazırlayan firmaların, projenin gerçek olumsuz etkilerini rapora yansıtması çok zor” diye tamamladı. ENERJİ ÜRETİMİNE KARŞI DEĞİLİZ Kömürlü termik santralin hemen yanı başında bulunan Alpu Ovası’nın en büyük yerleşim yerlerinden biri de Gündüzler Köyü. Bölge halkının geçimini bu ovadan sağladığını anlatan Gündüzler Köyü Muhtarı Selim Kurnaz, “Termik santralin atıkları, yöre halkının tarım ve hayvancılık yapmasına engel olacak. Bu bölgede yetişen tarım ürünlerinin ithalinde artık bazı ülkeler bizim ürünlerimizi kabul edilmeyecekler” diyerek önümüzdeki yıllarda gündeme gelecek başka

bir sorunun altını çizdi. Alpu Ovası’nın tarım için çok değerli olduğunu ve bölgede mısır, şeker pancarı, ayçiçeği, arpa ve buğdayın bol miktarda yetiştiğini anlatan Kurnaz, “Zonguldak Çatalağzı ve Çanakkale Çan bölgesindeki kömürlü termik santrallerini gezdik. Termik santral kurulmadan önceki yaşamlarını ve sonraki yaşamlarını oradaki insanlar bize anlattı. İnsanların bölgeden göç ettiğini, şehrin ise hayalet şehre döndüğünü gördük” dedi. Enerji üretimine karşı olmadıklarını, yenilenebilir enerji üretimi projelerine destek vereceklerini belirten Kurnaz, “Bölgeye 229 tane sondaj yapılacak. ÇED olumlu raporunu güçlendirmek için sondaj çalışmaları başladı. Ancak yöre halkına doğru bilgi verilmiyorlar. ‘Petrol arıyoruz’ diyorlar” iddiasında bulundu. Bu arada kömürlü termik santral için gerekli olan sondaj çalışmalarına bazı arazi sahiplerinin izin vermemesi üzerine Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) yetkililerinin, “Burada petrol var onun için sondaj vuracağız, belgeyi imzalar mısınız?” diyerek izin almaya çalıştıkları ileri sürülüyor.


2019 / Sayı 1

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

35


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.