9. Köy 2020 - 8. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 8

1


2020 / Sayı 8

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Umut Irmaksever Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 8

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 8

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 8

İçindekiler

Maskeler karaborsaya düşünce kendileri üretmeye başladı  6 En fazla 65+ nüfus, İstanbul ve İzmir’de  8 Üniversiteli işsizlerin yaşadığı travma  10 “Medyanın dönüşümündeki dinamik: AKP’yi iktidara taşıyan İslamcı burjuvazi”  12 Lise mezunu otizmli gencin hayali oyun yazmak  16 Yarım asrı geçen süredir demire şekil veriyor  18 “Büyük işsizlik dalgası geliyor”  20 Kov-19 sonrası Avrupa’da Türklere düşmanlık artar mı?  22 Tütün üreticilerinin 137 yıllık sorunu devam ediyor  25 Topraklar imece usulüyle canlanıyor  27 Yayınlanan kitap sayısı katlandı  29

5


2020 / Sayı 8

6

Maskeler karaborsaya düşünce kendileri üretmeye başladı Ahmet Erkan Yiğitsözlü / Osmaniye

Haber Yazısı

C

ovid 19 salgınıyla en büyük ihtiyaç haline gelen ancak fiyatları artan tek kullanımlık maske için Osmaniye’nin Toprakkale İlçesi Halk Eğitim Merkezi (HEM) Müdürlüğü harekete geçti. HEM’de 10 bin maske üretilerek devlet hastanesi ve belediyeye teslim edilecek. Yeni Koronavirüs Covid 19 salgını sonrası en büyük ihtiyaçlardan biri haline gelen ve fiyatları astronomik olarak artan tek kullanımlık maske için Osmaniye’nin Toprakkale İlçesi Halk Eğitim Merkezi (HEM) Müdürlüğü harekete geçti. Maske üretimine destek vermek isteyen HEM’de 10 bin maske üretilerek devlet hastanesi ve belediyeye

teslim edilecek. Müdürlük, 30 bin tek kullanımlık maske üreterek fahiş fiyatların önüne geçmeyi ve vatandaşların maskeye ulaşmasını kolaylaştırmayı hedefliyor. Uzmanlar korona virüsün solunum yoluyla bulaştığına dikkat çekerek özellikle hastalık kapan bireylerin hastalığı diğer bireylere bulaştırmaması için mutlaka maske kullanması gerektiğini belirtiyor. Maskelerin uzun süreli ve bilinçsiz kullanılması koruma yerine enfeksiyon riskine neden olabiliyor. Maskeler, el hijyeni ile birlikte yapıldığında etkili oluyor. Ayrıca uzun süreli kullanılan tek kullanımlık maskeler, kullanıldıktan sonra hemen uygun bir şekilde imha edilmeli.

29 Nisan 2020

VİRÜSÜN YAYILMAMASI İÇİN MASKE ŞART Tüm dünyayı ve ülkemizi kasıp kavuran dünya genelinde vaka sayısı 1 milyonu bulan ve ilk bulguları Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan yeni Koronavirüs Covid 19’dan korunmada uzmanlar maskelerin önemine vurgu yapıyor. Devlet yetkilileri vatandaşlara virüsün yayılması için evde kalma çağrıları yaparken, dışarıya çıkmak zorunda kalan vatandaşların da mutlaka tek kullanımlık maske takmaları gerektiğini vurguluyor. GÜNDE 1 MİLYON ÜRETİLECEK Özellikle havadan ve temas yoluyla bulaştığı bildirilen Covid 19 ile mücadelede maske kullanımı


2020 / Sayı 8

çok önemli. Türkiye daha önce maske yurtdışına yaptığı maske ihracatını durdurarak iç piyasaya yöneldi. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank günde 1 milyon tek kullanımlık maske üretimi kapasitesine sahip olduklarını belirtiyor. Bakan Varank, bu sayının ilk aşamada günde 2 milyon seviyesine çıkarılabileceğini belirtiyor., 15 BİN NÜFUSLU İLÇEDE 10 BİN MASKE ÜRETİLDİ Mevcut maske üreticilerinin yanında çok sayıda gönüllü kuruluşta maske yaparak maske üretimine katkı sağlıyor. Fiyatları virüs salgını sonrası iyice artan ve karaborsaya düşen tek kullanımlık maske üretimine Osmaniye’nin 15 bin nüfuslu ilçesi Toprakkale HEM Müdürlüğü’nden de destek geldi. Toprakkale HEM Müdür Yardımcısı Ali Bekirçavuşoğlu, ilçe belediyelerinin katkılarıyla müdürlük bünyesinde tek kullanımlık maske üretimine başladıklarını bildirerek amaçlarının koronavirüsle mücadelede fiyatları astronomik şekilde artan maske üretimine katkı sağlamak olduğunu belirtti. 2 BİNİ DEVLET HASTANESİNE Bekirçavuşoğlu, ilk aşamada müdürlük olarak 10 bin adet maske üretmeyi planladıklarını bunlardan 2 binini devlet hastanesine ve geri kalanını ise vatandaşlara dağıtılmak üzere belediyeye teslim edeceklerini açıkladı. Belediyeden aldıkları destekle 30 bin civarında

maske üretmeyi hedeflediklerini aktaran Bekirçavuşoğlu “Amacımız koronavirüsle mücadelede önemli olan ve şu anda fiyatları astronomik şekilde artan maskelere vatandaşların ulaşmasını kolaylaştırmak. Bu maskeler herkese verilmeyecek. Özellikle 65 yaş üstü vatandaşlar ve kronik rahatsızlığı olanlar bu maskeleri alacaklar” dedi. Toprakkale HEM ile birlikte Meslek Lisesi öğrencileri tarafından da maske üretiminin yapıldığı Osmaniye, tek kullanımlık maske üretiminde kendi kendine yetmeye çalışıyor. 20 KURUŞLUK MASKE, 2.5 TL’DEN SATILIYOR Erhan Çakar isimli vatandaş, eczanede tek kullanımlık maskenin 2.5 TL’den satıldığını, yetkililerin mutlaka buna bir çözüm bulması gerektiğini söyledi. Tek kullanımlık maske fiyatlarının maliyetinin 20 kuruş olduğunu belirten Medikalci Mehmet Bozdağ “Bu tamamen fırsatçılıktır. Yazıktır günahtır. Ben elimdeki maskelerin birçoğunu bedelsiz verdim. Diğer geri kalanları ise 20 kuruştan bitirdim. Fırsatçılara fırsat vermemek gerekiyor. Hepimiz bu ülkede ekmek yiyoruz. Bugünlerde geçer ancak bu yapılan fırsatçılıklar unutulmaz” diye konuştu. MASKE, HASTALIĞIN YAYILMASINI ENGELLER Özellikle tek kullanımlık maskeler solunum yoluyla

bulaştığı bilinen hastalığın yayılmasını engelleyebiliyor. Ancak uzmanlar uyarıyor maskelerin de koruması yüzde 100 değil. O yüzden maskeler kullanırken dikkatli kullanılmalı. Türk Toraks Derneği, enfeksiyon geçiren kişilerin maske takmasının gerekliliğinin altını çizerek ancak bu şekilde öksürük vb. ile parçacıkların saçılması ve virüsün çevredeki bireylere bulaşmasının önlenebileceğini vurguladı. Dernek tarafından yapılan açıklamada, enfeksiyon bulguları olmayan kişilerin maske takması gerekli olmadığını fakat hastalık riski yüksek, yaşlılar ve altta yatan kronik hastalığı olanların kapalı ortamlara girmek zorunda kaldıklarında maske takmalarının yararlı olacağına işaret edildi. HER VATANDAŞA HER HAFTA 5 MASKE Öte yandan vatandaşların maskeye ulaşmasını kolaylaştırmak amacıyla PTT tarafından başvuran her vatandaşa her hafta 5 maskenin ücretsiz verileceği duyuruldu. Böylece hem fırsatçılığın önüne geçilmek isteniyor hem de maske kullanımı teşvik ediliyor. PTT’nin duyurusu sonrası siteye başvuru yapmak isteyenler yoğunluğu nedeniyle site kullanılamaz hale geldi. Bunun üzerine yapılan açıklamada başvuruların e-devlet üzerinden alınacağı bildirildi.

7


2020 / Sayı 8

8

En fazla 65+ nüfus, İstanbul ve İzmir’de

Haber Yazısı

Ercan Yavuz / Ankara

29 Nisan 2020


2020 / Sayı 8

9  Ankara-Koronavirüs salgını ile birlikte risk grubunda gösterilen, ancak bir ülkede refahın göstergelerinden olan ve kamu hizmetleri, sağlık, çevre vb. koşulların düzelmesiyle birlikte artan yaşlı nüfus Türkiye’de de gittikçe yükseliyor. 65 yaş ve üzeri nüfus geçen yıl itibariyle nüfusun yüzde 9,08’ine ulaştı. Muhabirimizin TÜİK verileri üzerinden yaptığı hesaplamaya göre, geçen yıl 83 milyon 154 bin olan Türkiye nüfusunun 7 milyon 550 bini 65 yaş ve üzerinde bulunuyor. Türkiye ortalaması yüzde 9 olan 65 yaş ve üzeri Sinop nüfusunun yüzde 18,82’sini oluşturuyor. Bu oran, Kastamonu’da yüzde 17,67, Artvin’de ise yüzde 16,21 olarak görülüyor. Bu üç ili Çankırı, Giresun, Balıkesir ve Çorum izliyor. Türkiye’nin en az 65+nüfusuna sahip ili, nüfusunun sadece yüzde 3,31 ile Şırnak. Hakkâri yüzde 3,45, Şanlıurfa yüzde 3,93, Van yüzde 4, Batman da yüzde 4,53

ile nüfusuna oranla en az 65 yaş üzeri sahip iller. Bu illerdeki doğum oranı ve medyan yaşın düşüklüğü de oransal olarak yaşlı nüfusun az çıkmasında etkili. Bu arada, yüzde 11.30’luk oran ile İzmir Türkiye ortalamasının üzerinde 65 yaş üzeri nüfusa sahipken, yüzde 8,63 ile Ankara ve yüzde 6,95 ile İstanbul ortalamanın altında kalıyor. Sayı açısından ise en fazla 65 yaş üzeri nüfus 1 milyon 79 bin kişiyle İstanbul’da yaşıyor. Türkiye’nin üçüncü büyük ili İzmir 493 bin, başkent Ankara ise 486 bin 65 yaş üzeri vatandaşa sahip. Buna karşılık Bayburt’ta 9 bin 379, Hakkâri’de 9 bin 684, Kilis’te de 11 bin 549 kişi 65 yaş üzerinde bulunuyor. Tunceli, Ardahan ve Iğdır da en az 65+nüfus barındıran illerden. TÜRKIYE’NIN ÇINARLARI KARADENIZ’DE 90 yaş ve üzerinde olanların nüfusa oranla en fazla yaşadıkları il ise Tunceli. Türkiye’de 90+ yaşın

üzerinde bulunan 187 bin 703 kişi toplam nüfusun yüzde 0,23’ünü oluştururken, bu oran Tunceli’de yüzde 0,70 kadar ulaşıyor. Giresun yüzde 0,64, Artvin yüzde 0,55, Trabzon da yüzde 0,50’lik oran ile bu ili takip ediyor. Sinop, Gümüşhane, Burdur ve Ordu da bu illeri takip ediyor. Söz konusu illerin ağırlıkla Karadeniz Bölgesi’nde yer aldığı dikkat çekiyor. Nüfusuna oranla en az 90 yaş üzeri nüfus Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde bulunuyor. Van’da bu oran sadece yüzde 0,09, Ağrı’da yüzde 0,11, Şanlıurfa’da yüzde 0,12, Gaziantep’te 0,13, Diyarbakır’da da yüzde 0,15 seviyesinde. Sayısal açıdan bakıldığında ise 65 yaş üzeri gibi burada da sıralama değişmiyor. 90 yaş üzerinde İstanbul’da 29 bin 175 kişi, İzmir’de 12 bin 151 kişi, Ankara’da ise 11 bin 942 kişi var. Buna karşın Ardahan’da 331, Bayburt’ta 342, Kilis’te de sadece 354 vatandaşımız var 90 yaş ve üzerinde.


2020 / Sayı 8

10

Üniversiteli işsizlerin yaşadığı travma Sercan Engerek / İzmir

Dizi Yazısı

İ

şe alımlarda liyakat usulünün değil referans ve kayırmacılığın etkili olduğunu belirten üniversite mezunu işsizler, bunun bir “zayıflık göstergesi” olarak algılandığını aktarıp sosyal ve psikolojik yönden travma yaşandıklarını söylüyorlar. Doç. Dr. Aziz Çelik ise, işsizliğin gerçek boyutunun anlaşılması için alternatif işsizlik hesaplamalarının önemine dikkat çekti. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, Aralık 2019 döneminde 15-24 yaş grubunu kapsayan “genç işsizlik” yüzde 25 seviyesine yükseldi. Türkiye İş

Kurumu’nun (İŞKUR) verilerine göre de, 2004’te 97 bin 545 olan “üniversite mezunu” işsiz sayısı ise 2019’da 1 milyon 34 bine çıktı. Genç İşsizler Platformu’nun TÜİK ve İŞKUR istatistiklerinden hareketle hesapladığı 15-34 yaş nüfusta işsiz sayısı, 2 milyon 609 bin kişiye ulaştı. İşsizlik oranlarının içindeki büyük payı ise kadınlar oluşturuyor. DİSK Genel İş’in 8 Mart’ta yayımladığı “Türkiye’de Kadın Emeği” verilerine göre, 2017 yılında yüzde 13,4 olan kadın işsizliği oranı 2019 yılında yüzde 16,6’ya yükseldi. TÜİK, çeşitli gerekçelerle bir grup insanı işgücünün dışında

2 Mayıs 2020

tuttuğu için eleştirilirken, son yıllarda “her ile üniversite” politikasıyla açılan üniversiteler her yıl çok sayıda mezun veriyor. Üniversite mezunlarının işsizliği her geçen gün artıyor. Alanında iş bulamayan lisans mezunlarının çoğu, mesleklerinin dışında çalışmaya mecbur kalıyorlar. Çalışmaya başladıklarında yaşayacakları maddi ve manevi memnuniyetsizlik nedeniyle çıkışı yüksek lisans yapmaya yöneliyorlar. İşsizliğin toplumsal yaşamda bir “zayıflık göstergesi” olarak algılandığına işaret eden üniversite mezunu işsizler, sosyal ve psikolojik yönden travma


standart işsizlik oranları yanında ülkeler için alternatif ya da geniş tanımlı işsizlik oranlarını da hesaplamaktadır.” TÜİK verilerini kullanarak geniş tanımlı işsizlik oranını hesaplamanın mümkün olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Çelik, DİSKAR’ın yöntemine değiniyor. Geniş tanımlı işsizlik hesaplamalarının ayrı bir saha çalışmasına dayalı olmadığının altını çiziyor. Alternatif işsizlik hesabında ise “çalışmayıp iş bulursa çalışmak isteyenler, kısa zamanlı çalışanlar, mevsimlik çalışanlar, iş bulma ümidini kaybedenler” gibi unsurlar öne çıkıyor. yaşandığının altını çiziyorlar. Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nde Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aziz Çelik, planlamanın önemini şöyle açıklıyor: “Yükseköğrenimde planlama şart! Pek çok programda ikinci öğretim programlarının kapatılması gerekir. Kent özelliği göstermeyen üniversite olanaklarına sahip olmayan yerleşim yerlerinde üniversite, fakülte açılmaktan vazgeçilmelidir. Bunlar giderek birer yüksek liseye dönüşmektedir.” STANDART IŞSIZLIK HESABI SORUNLU TÜİK’in Hanehalkı İşgücü Araştırması, iş aramak için son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan 15 ve daha yukarı yaştaki kişileri kapsıyor. Dünyada yaygın olarak kullanılan dar tanımlı işsizlik oranının, işgücü piyasalarındaki durumu tüm boyutlarıyla ortaya koyamadığı görüşünde olan Doç. Dr. Çelik, sözlerine şöyle devam ediyor: “Dar tanımlı veya standart işsizlik hesaplarının taşıdığı kısıtlar ve sorunlar nedeniyle, işsizliğin gerçek boyutlarının anlaşılması için alternatif işsizlik hesaplamalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Alternatif işsizlik hesaplamaları konusunda en detaylı yöntemi Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) önermektedir. ILO, geniş tanımlı işsizliği ‘emeğin eksik kullanımı’ olarak adlandırmakta. Kuruluş,

“İNSANIN IŞ ARAMAYA DAHI TAKATI KALMIYOR” İşsizlik sayılarla açıklanırken bireyler işsizlikte neler yaşıyor? Yaşamlarını nasıl devam ettiriyorlar? İzmir’de Sosyoloji Bölümü mezunu 28 yaşındaki S.E. üç yıldır iş aradığını belirtiyor. Açık adını vermek istemeyen S.E, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Eğitimini almak için yıllarca emek verdiğim alanda çalışamamak üzücü! Genelde işsizim diyen insanlara amiyane tabirle, ‘bir baltaya sap olamamış’ gözüyle bakılıyor. İşsiz güçsüz olmak bir zayıflık olarak algılanıyor. Sistemin sorunları pek de görülmüyor. Oysa işsizlik tek başına benim sorunum değil. Milyonlarca insan var, benim gibi her gün işsizliğe uyanan. İşsizlik psikolojisi içinde olan insanın bir süre sonra iş aramaya dahi takati kalmıyor.” İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün (İstanPol) “Türkiye’de Gençlerin Güvencesizliği: Çalışma, Geçim ve Yaşam Algısı” başlıklı araştırmasında gençler, işe alımlarda liyakat usulünün değil referans ve kayırmacılığın etkili olduğunu aktarıyor. Genç işsizlerin, Kredi Yurtlar Kurumu’ndan alınan öğrenci kredisi ile kredi kartı borçlarına sahip olduğuna değinilen araştırmada mezunlar ancak ailelerinin desteğiyle yaşamını sürdürebiliyor. “ÜÇ YILDIR SAĞLIK GÜVENCEM YOK” İşsizliğin yaşamına etkisini

ise S.E. şöyle aktarıyor: “Sosyal Güvenlik Kanunu’na göre erkek çocuklar ailelerin üzerinden ancak 25 yaşına kadar sosyal güvenlik hakkından faydalanabiliyor. Şimdi işsiz olduğum için devlet her ay benden Genel Sağlık Sigortası (GSS) primi yatırmamı istiyor. Gelir testine göre sınıflandırma yapıldığını söylüyorlar ama dedikleri gibi değil! Bu ücreti ödeyemediğim için üç yıldır sağlık güvencem yok. Mesela hastaneye gitmem lazım ama bu yüzden gidemiyorum. Bu yaşımda hâlâ ailemden harçlık almak da biraz tuhaf oluyor.” ÇAĞRI MERKEZI DÖNGÜSÜ Eskişehir’de Gazetecilik eğitimi alan A.G. (26), 2016 yılında mezun olduktan sonra kendi alanında iş bulamayanlardan. Medya sektöründe kurumsallığın ortadan kalkması, ekonomik kriz, siyasi baskı nedeniyle gazetecilik mezunu olanların büyük kısmının işsiz olduğunu dile getiren A.G. yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Mezun olduktan sonra bir yıl kadar çağrı merkezinde çalıştım. Bu işi yapmaktan hiçbir zaman gocunmadım ama her işin kendine göre bir çalışma biçimi, bir iş kültürü var. Güzel hayallerle, ideallerle eğitimini aldığın alanın dışındaki iş ortamına girmek biraz ağır geliyor insana. 2018’de işi bırakarak yüksek lisansa başladım. Ama hayat beni yine bir çağrı merkezinde çalışmaya sürükledi. Oradaki 2-3 ay gibi çalışma süremle 1,5 yıl başka bir iş kolunda çalışmış oldum. Şimdi yine işsizim. Dört yıldır devam ediyor bu durum.”

“Eğitimini almak için yıllarca emek verdiğim alanda çalışamamak üzücü!”


2020 / Sayı 8

12

“Medyanın dönüşümündeki dinamik: AKP’yi iktidara taşıyan İslamcı burjuvazi”

Haber Yazısı

Barış Kop / İstanbul

2 Mayıs 2020


2020 / Sayı 8

A

KP Devrinde Medya Âlemi kitabının yazarı KHK mağduru Ayan, geçirdiği krizlere göre belirli dönemlere ayırdığı AKP’nin, nasıl yeni bir medya düzeni yarattığını ortaya koyuyor. Ayan, “Gelinen aşamada kendi ömrünü, iktidarın siyasi ömrüne bağlamış bir merkez medya var” dedi. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığı için 1 Eylül 2016’da yayımlanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen Vahdet Mesut Ayan ile yazdığı “AKP Devrinde Medya Âlemi” kitabı ve güncel gelişmeleri konuştuk. Ayan, Haziran 2019’da Yordam Kitap’tan çıkan kitabında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2002 ile 2018 arasındaki iktidarında yaşanan medyadaki dönüşümün; ekonomi, devlet, siyasal ve sivil toplum ve kamusal alanda yaşanan dönüşümle eşzamanlı ve aynı yöntemlerle gerçekleştiğini okuyucuya sunuyor. AKP’nin uzun iktidarını, geçirdiği krizlere göre belirli dönemlere ayıran Ayan, her dönemin dönüştürücü stratejilerini de özgün kavramsallaştırmalarla inceliyor. AKP’nin medyayı her hücresine nüfuz edecek derecede önemsediği ve onu adım adım fakat radikal bir şekilde yeniden yapılandırarak, yeni bir medya düzeni yarattığını gözler önüne seriyor. 24 Haziran 2018 Genel seçimlerini de örnek bir vaka olarak inceleyen Ayan, medyada görülen yüzler, medya patronları ve yapılarının değiştiği, habercilik ilkelerinin başkalaştığı, hedef ve söylemlerin belli bir ideoloji, parti ve liderin yörüngesine sokulduğunu ortaya koyuyor. YENI MEDYA DÜZENI: BELLI BIR IDEOLOJININ YÖRÜNGESINDE Bütün parçalarıyla birlikte bir toplumun üzerinde hegemonya kurmanın araçlarından birisi de medyadır. Kimi iktidarlar medyaya yeterince önem atfetmemiş (kitabınızda Milli Görüş hükümetlerini örnek göstermişsiniz) ve bu durum dağılıp gitmelerinin önünde bir bakıma katalizör görevi görmüştür. 2002 yılından beri

iktidar olan AKP’nin, medya politikalarının seyrinin yerleşik tarihsel blokla kurduğu ilişkiye göre şekillendiğini ve sürekli bir dönüşüm geçirdiğini ifade etmişsiniz. Kısaca AKP’nin dönemsel medya politikalarından ve stratejilerinden söz edebilir misiniz? AKP’nin medya stratejilerinden söz edeceksek bunun temel koşulu, genel olarak iktidarın topluma uyguladığı politikaların gözden geçirilmesidir. Zira salt medyaya bakarak, ne AKP’yi ne de onun genel stratejilerini anlayabiliriz. AKP dönemi medyanın geçirdiği dönüşümü, bu süreçte toplumun geçirdiği genel dönüşümde bulabiliriz. Medyayı toplumsal alanın bir parçası kabul edersek, medya ortamının dönüşümü, ancak Türkiye toplumu ve onun kurumlarının değişiminde aranmalıdır. AKP’nin dönemsel medya politikaları, hem iktidarın o andaki gücüne/güçsüzlüğüne, ortaklarına ve geçirdiği krizlere göre şekillenmiştir. Bunları göz önünde tutarak AKP’yi ve onun medyayla kurduğu ilişkileri kabaca üç döneme ayırmak mümkündür. Bunlar; AKP’nin toplumsal rızaya ihtiyaç duyduğu 2002-2008 yılları; iktidarını pekiştirdiği 20082013; ciddi krizler yaşadığı ve bu krizleri tahakküm politikalarıyla atlatmaya çalıştığı 2013-2019 dönemleridir. Yukarıda sıraladığımız her dönemde, AKP’nin gerek toplum üzerinde gerekse de medya üzerinde yürüttüğü stratejiler birbirinden farklıdır. Bu dönemselleştirme içinde iktidar, hegemonya (ki buna kültürel yönetim de diyebiliriz) stratejilerinden tahakküm stratejisine geçiş yapmıştır. Özellikle son döneminde neredeyse çıplak zora dayanan bir iktidar yapısı görmekteyiz ki, aslında MHP ile birlikte kurulan bu milliyetçi-muhafazakâr koalisyonun en zayıf halkasıdır. Medyadaki dönüşümün temel nedeninin, temel yapıda yaşanan değişimde aranması gerektiğini söylüyorsunuz. AKP’nin sınıfsal dayanağı olarak gördüğünüz “İslamcı burjuvazi”nin tarihsel gelişimi, özellikle 2002 sonrası

sermaye birikim hızındaki ivmesi ve medyanın dönüşümünde oynadığı rol hakkında neler söylersiniz? Şunu söyleyerek başlamak daha doğru olur; temel yapının ya da ekonomik dinamikleri analiz edilmeden yapılabilecek her analiz, sürece yön veren önemli dinamiklerin eksik kalmasına neden olur. Hem AKP’yi iktidara getiren hem de medyayı AKP döneminde mutasyona uğratan ana etmen, 1990’lı yıllarda gelişen ve artık finans kapital haline gelen İslamcı burjuvazidir. Türkiye burjuvazisinin bir yanını oluşturan bu sermaye yapısı, sadece medyayı değil, siyaseti, ekonomiyi, eğitimi, sağlığı, kültürü ve burada sıralayamayacağımız her alanı belirli bir anlamda değiştirdi. 2008 yılından itibaren yeni yeni kurulmaya başlayan medya organları (TVNET, Beyaz TV, Kanal 24, Akit TV; Diriliş Postası, Yeni Söz, Milat vs.) bunun en açık göstergesidir. Tabii yeni kurulan medya organları genel olarak Türkiye medyasının dönüşümünün bir parçası, bir de 2002 öncesi merkez medyada yer alan ATV-Sabah gibi İslamcı burjuvazinin eline geçen medya kuruluşları var. Bunları bir bütün halinde değerlendirdiğimizde bu burjuvazinin medya üzerindeki etkisini anlayabiliriz. AKP’yi iktidara taşıyan ve iktidarın ekonomi politikasıyla sermaye birikimini hızlandıran İslamcı burjuvazi genel olarak medyanın dönüşümünün ardındaki temel dinamiktir. “İKTIDAR YAPISI VE MEDYADA ESAS KIRILMA, 15 TEMMUZ’UN ARDINDAN YAŞANDI” AKP ilk döneminde, mevcut tarihsel blok karşısında yeterince güçlü olmadığını gördüğü için hegemonya kurarak, rıza devşirerek, kendi tarihsel bloğunu kurma yolunda mevzilerini genişletmeye çalıştı. İktidar ikinci dönemiyle birlikte özellikle politik toplumdan kaynaklı krizlerle yüzleşmeye başladı. Daha sonra iktidar ortağı cemaat ile yaşanan anlaşmazlıkların açtığı krizler var. Ve tabi Gezi eylemleri de iktidarı derinden sarstı. Kısaca

13


2020 / Sayı 8

14

AKP’nin karşılaştığı bu krizlerden ve bunların üstesinden gelirken oluşturduğu yeni medya düzeninin sürece etkisinden söz edebilir misiniz? İktidar ve cemaat koalisyonu açısından medya, özellikle 20022013 yılları arasında oldukça işlevsel bir rol üstlendi. Geriye dönüp baktığımızda Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında hem AKP hem de cemaat medyasının yayınlarının bilgi kirliliği yaratarak kamuoyunu nasıl yanılttıklarını hatırlıyoruz. Hatta bu operasyonlar öncesinde Cemaate yakın “Taraf” gazetesi kurulmuştu. Türkiye toplumunun geneli bu operasyonlar sürecindeki belirli hukuksuzluklara belki de bu medya organlarının yayınları nedeniyle kayıtsız kalmıştır. Yine 2010’da gerçekleştirilen anayasa referandumunda da bilgi kirliliği halkın haber alma hakkının önüne geçmişti. Bu önemli siyasi virajlarda dönemin iktidar koalisyonuna yakın medya organları AKP politikalarına etkili destek verdi. AKP’nin geçirdiği krizler ise yukarıda söylediğimiz gibi, topluma yönelik uyguladığı stratejilerde belirli bir değişikliği meydana getirir. 17/25 Aralık sonrası Cemaatle köprülerin atılması, Cemaat medyasını hedef haline getirmişken; Gezi Direnişi, merkez medyanın ve bu mecralarda çalışan gazetecilerin baskıyla karşılaşmasının önünü açtı. Bu dönemde Gezi ile ilgili doğru haber yapan birçok gazetecinin işsiz kaldığını anımsıyoruz. Hem iktidarın yapısında hem de medyada yaşanan esas kırılma ise 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız darbe girişiminin ardından yaşandı. 2002-2013 yılları arasında iktidar ortağı olmuş iki grubun çatışmasında artık küskünlük ya da zorunlu birliktelik yerini kanlı bir iç savaşa bırakmış, bu ise OHAL ve salt tahakküm politikalarını uygulayarak iktidarda kalmayı becerebilen AKP/MHP koalisyonunun harcı olmuştur. Medya alanında yaşanan temel kırılma işte 2016’da başlayan OHAL süreciyle açıklanabilir.

Günümüz Türkiye’sinde gördüğümüz gibi medyayı iktidarın baskı aygıtına çevirmekte.

“AKP MEDYASI GÜNDEM YARATACAK GÜCÜNÜ YITIRMIŞ GÖRÜNÜYOR” Bu dönemde birçok medya kuruluşu hukuksuz bir şekilde kapatılmışken, çoğu gazeteci olan medya çalışanları da işsiz kalmış ve hatta tutuklanmıştır. Bu kriz ortamı tabii Türkiye toplumunun yaşadığı genel siyasi atmosferle yakından ilişkilidir. Şimdiye gelecek olursak iktidar medyasının 2002-2013 yılları arasındaki gücünü koruduğunu düşünmüyorum; zira gazete tirajlarında yaşanan düşüşler, TV programlarının reytingleri bize medyanın izlenirliği ya da güvenilirliği hakkında bilgi vermektedir. AKP medyası, tıpkı destek sunduğu iktidar gibi, söz söyleyecek ya da gündem yaratacak gücünü yitirmiş gözüküyor. Sadece savaş politikalarıyla ayakta kalmaya çalışan AKP-MHP medyasının savaş tamtamlığı dışında topluma anlatacak bir politikası yok. Bunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) seçimlerinin ardından, kapanan Güneş ve Star gazetelerinden de anlayabiliriz; zira bu yayın organlarının temel geliri reklam ya da satışlardan gelen gelirler değildi. Bunların temel geliri kamu kuruluşlarının maddi destekleriydi. İBB seçimlerinin CHP tarafından kazanılması bu geliri kesintiye uğrattı. Gelinen aşamada kendi ömrünü, iktidarın siyasi ömrüne bağlamış bir merkez medya var. Şöyle de diyebiliriz; AKP’nin iktidardan düşmesi, beraberinde merkez medyanın ve burada çalışan iktidar yanlısı/tetikçi gazetecilerin iktidardan düşmesi anlamına da gelecek.

BAŞKA SEKTÖRDEKI PATRONLAR MEDYAYI FETHETTI Ana akım iletişim çalışmalarındaki egemen anlayışa da birtakım eleştiriler getiriyorsunuz. İletişim fakültelerinde öğrencilere ilk olarak medyanın/basının, “dördüncü güç” olarak yasama, yürütme ve yargıyı kamu adına denetlediği anlatılır. Fakat siz kitabınızda şu an içinde bulunduğumuz durumu medyanın; yasama, yürütme ve yargı adına kamuyu denetleyen bir kuvvet olarak belirtmişsiniz. Neler söylersiniz bu durum hakkında? Bu meseleyi kitapta da başka yerlerde yayımlanan yazılarımda da belirtmiştim. Medyanın demokrasinin dördüncü kuvveti olarak resmedilmesi gerçekliği tümüyle çarpıtan bir bakış. Bu görüş temelinde toplumu, bilimi dallara ayıran ve aralarındaki ilişkiselliği kesen pozitivist epistemolojiyi içinde barındırmakta. Burada demokrasi gayet atomize bir şekilde birbirinden ayrılıyor ve yine ilişkiselliği kopmuş yasama, yürütme ve yargının yanına onları denetleyen bir dördüncü kuvvet medya ekleniyor. Hâlbuki yakından bakıldığında medyanın siyasetle, yargıyla ve de iktidarla yakından bir ilişkisi mevcut; zira medya toplumsal bütünlüğün bir parçası ve kapitalist toplumsal formasyonun yeniden üretilmesi sürecinde belirli işlevleri var. Ayrıca özellikle 1980’den itibaren medya sahipliğinde önemli dönüşümler meydana geldi. Bu alan bütünüyle başka sektörlerde iş yapan patronlarca âdeta fethedildi. Dolayısıyla medya ekonomi, siyaset ve iktidarla yakından ilişkili ve hatta bu etmenlere bağımlı bir alan haline gelmiş bulunmakta. Bu ilişki, medyayı iktidara bağlı kılarken, günümüz Türkiye’sinde gördüğümüz gibi medyayı iktidarın baskı aygıtına çevirmekte. Özellikle merkez medya, yayınlarıyla neredeyse iktidarın gözcüsü olmaktadır. Bunu AKP ile kurulan yukarıdaki ilişkiden soyutlayarak açıklayamayız. Teksesli medya düzeni içerisinde bir şekilde var olmaya


2020 / Sayı 8

çalışan mecralarda var. Tabi bunlar ekonomik ve siyasi yönden epey bir sıkıntıyla karşılaşıyorlar. Fakat şunu da görüyoruz ki, bu mecralar ve buralarda çalışanların bazılarında gazetecilik konusunda ciddi sıkıntılar göze çarpıyor. Haber yapmaktan ziyade “aktivizm” peşinde koşulduğunu görüyoruz. Alternatif ve muhalif basın olarak kendilerini tanımlayan kimi mecra bir şekilde bir siyasi oluşuma yakın ya da fon aldığı kimi yerler var. Bu durum bağımsız ve tarafsız olmalarının önüne geçiyor. “Havuz medyasına” yöneltilen “gazetecilik meslek ilkelerinin yok sayıldığı” eleştirisi aslında bu kesime de yönetilmeli. Çünkü gazetecilik refleksinden ziyade “örgütsel tavır” ile hareket edildiği görülüyor. Bu durum ile ilgili olarak siz ne düşünüyorsunuz? Neler söylersiniz? Türkiye’de medya ortamı öyle bir hale geldi ki, gerçekten alternatif mecraların eleştirisi şu dönemde yapılabilir mi bilmiyorum; zira merkez medyanın gazetecilik mesleğinde meydana getirdiği yıkım o kadar büyük ki, bu ister istemez kendi mahallemize de sıçramış olabilir. Fon meselesinin “havuzla” karşılaştırılması yanlış olur;

zira siz de biliyorsunuz ki yeni bir medya organı kurmak oldukça maliyet gerektiren bir iş ve bu dönemde alternatif haberciliğin geçerli olacağı bir mecrayı kurmak ayrıca da cesaret istiyor. Fonlar medya bağımsızlığını zedelemekten ziyade, şu anda gazeteciliğin önünü açan bir işleve sahip kanaatimce. Şöyle de düşünebiliriz, bu fonlar olmasaydı merkez medyanın dışına itilmiş birçok gazetecinin sesini duyuyor olmazdık.

haber yaptıkları, paylaşım yaptıkları için gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, hüküm giyiyorlar. Yakın zamanda Libya’da yaşamını yitiren MİT görevlisi ile ilgili haber yaptıkları gerekçesiyle gazeteciler tutuklandı. İdlib’deki gelişmeler nedeniyle Sputnik çalışanları gözaltına alındı, Ankara’daki çalışanlarının evlerinin önüne kadar gidenler oldu. Yaşanan son gelişmeler üzerine ne söylersiniz?

Yeni medya düzeninin hali böyle. Bu kara tablodan çıkabilmenin yolunu siz nasıl görüyorsunuz? Bu karanlık tablodan hep birlikte çıkacağız. Marksizm’in bize kazandırdığı en önemli düşünsel yeti, diyalektiktir. Karşımızda salt baskıyla iktidarını korumaya çabalayan ve hegemonyasını yitirmiş bir iktidar var ve diyalektiğin gereği, bu baskı aynı zamanda onun ne kadar güçsüz ve kırılgan olduğunu da göstermekte bize. Toplumsal mücadeleyi yükselterek, artık siyasi ömrünün sonuna gelen AKP’yi iktidardan edebiliriz.

Bu gelişmeler bize medyanın nasıl dördüncü kuvvet olamadığını gösteriyor. İktidarın herhangi bir politikasının eleştirisi ya da gerçeğin kamuoyuyla paylaşılması medya çalışanlarının nasıl bir muameleyle karşılaşacağını göstermekte. Tabii ben buna medyanın tahzîr edilmesi diyorum. Yani iktidar tarafından medya organının veya çalışanlarının korkutulması veya sindirilmesi. AKP’nin bu son dönemi için gayet kullanışlı bir yöntem ama işte iktidarın sorunlarını çözmüyor. Libya ve İdlib sorunlarının çözümü kuşkusuz gazetecileri tutuklamak değil, sorunların çözümü dış politikanın siyasal İslamcı rotadan çıkarılmasında yatıyor.

Türkiye’de siyasal gelişmelere göre internete erişim engelleri ve kısıtlamalar getiriliyor. Gazeteciler, bir konu hakkında

15


2020 / Sayı 8

16

Lise mezunu otizmli gencin hayali oyun yazmak

Haber Yazısı

Ayşe Selçuk Kağ / Denizli

2 Mayıs 2020


2020 / Sayı 8

T

ürkiye tarafından da onaylanan Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’nin 27’nci maddesi engelli bireylerin çalışma hakkını düzenliyor. Taraf devletlerin engellilerin diğer bireylerle eşit koşullar altında çalışma hakkına sahip olduğunu kabul ettiği, bu hakkın engellilerin, açık, bütünleştirici ve erişilebilir bir iş piyasası ve çalışma ortamında serbestçe seçtikleri bir iş ile hayatlarını kazanmaları fırsatını da içerdiği belirtiliyor. Bu durumun Türkiye’de uygulamaya yansıdığını söylemek zor. En az istihdam edilen grupların başında da otizmli bireyler geliyor. Bircan Eknez de o isimlerden biri. Otizm yelpazesi içinde yer alan Asperger sendromu ve obsesif kompulsif bozukluğu olan Bircan, 7 yaşında ilkokula başladı. Bircan, ilkokuldayken yaşadığı zorluklarla birlikte bir yandan da lösemi hastalığıyla mücadele etti. 14 yaşında tanı konulan Bircan’a özel eğitim tavsiye edilmedi. Tüm zorluklara rağmen ortaokulu bitiren Bircan, lise eğitimini açık lisede tamamladı. Bircan Eknez, yaşadıklarını ve hayallerini 24 Saat’e anlattı. “ENGELLILERE IŞ VERMIYORLAR” Uzun zamandır iş aradığını vurgulayan Bircan, “Açık lise

mezunuyum. 6 yıldan beri iş arıyorum. Ama ‘engelliler çalışamaz, yüzdeliğiniz çok’ diyorlar. Ayrıca ‘zihinselsiniz’ diyor İŞKUR. Yani kısaca engellilere bu zamanda iş vermiyorlar” diyor. Bircan, bir iş görüşmesinde kendisine söylenenleri şöyle anlatıyor: “İş görüşmesi yaptım ama kabul etmediler. Buraya uygun değilsin dediler. Kıyafetimi bir de davranışımı beğenmemiş olabileceklerini düşündüm.” “GITAR ÇALIYORUM, RESIM YAPIYORUM” Daha küçük yaşta kendisinin farklı olduğunu anladığını söyleyen Bircan Eknez, “Uzun zamandır farklı gelişimim olduğunu ailemin bakış açsından ve hareketlerimden davranışlarımdan, aldığım eğitim ve yeteneklerimden anladım. İyi, dürüst, farklı ve duygusal karakterim var. Gitar çalıyorum, resim yapıyorum” diyor. “OYUN YAZMAK ISTIYORUM” İş konusunda yazılım alanında kendini geliştirmek ve oyun yazmak istediğini belirten Bircan, hayallerini şöyle paylaştı: “Oyun yazmak istiyorum. Bunun için bir kursa gittim ancak maliyeti yüksekti. Benim gibi farklı gelişimi olan çocuklara devlet özel yeteneklerine göre eğitim vermeli. Bize meslek edindirmesi ve bir yerde işe yerleştirmesi gerektiğini

düşünüyorum. Ben ailemden bağımsız hayat sürmek istiyorum. Daimi bir gelirim olsun istiyorum, düzenli gelirim olan bir iş bulma ihtimalim olmazsa da devletin beni ve benim gibi gençleri emekli etmesini istiyorum. Ailemizin de bu sayede geleceğimize dair endişeleri daha az olur. Ben onlardan harçlık almak istemiyorum. Kendi param olsun, işim olsun istiyorum.” “OĞLUM BIZDEN BAĞIMSIZ HAYAT ISTIYOR” Bircan’ın annesi Aysun Eknez, yaşadıkları sorunu paylaşırken karşılarına çıkan engellerden yakınıyor. Aysun Eknez, “Oğlumun bir işi, geliri olmasını arzu ediyoruz. Oğlumun tanısı geç konuldu. Bir farklılık olduğunu anlıyorduk, birçok doktora götürdük ama bilinmedi hastalığı. Oğlum 6,5 yaşında lösemiye yakalandı. Biz bilmeden hem otizmle hem lösemi ile mücadele ettik. Lösemi hastalığı nüksetti, 5 yıl sürdü tedavisi. Oğlum kendisi her işini kendisi görüyor. Bizden bağımsız bir hayat istiyor, kendine ait evi düzenli bir geliri olsun istiyor. Biz de bir işi olsun, geliri olsun istiyoruz. Nisan ayı otizm farkındalık ayıydı. Aynı zamanda, virüs tehlikesi geçtikten sonra farklı gelişim gösteren çocuklar içinde iş ve gelecek garantisi anlamında adımlar atılmasını bekliyoruz” dedi.

17


2020 / Sayı 8

18

Yarım asrı geçen süredir demire şekil veriyor Ahmet Erkan Yiğitsözlü / Osmaniye

Haber Yazısı

7

2 yaşındaki demirci ustası İsmail Okaçar, yaklaşık 60 yıldır geleneksel yöntemlerle, demire bilek gücüyle şekil veriyor. Dededen toruna üç kuşaktır demircilik mesleğiyle uğraştıklarını anlatan Okaçar, bir günde 10 adet satır yapabiliyor. Okaçar, önce demiri kızgın ateşte kızdırıyor ardından ise bilek gücüyle demire örs üzerinde büküp şekil vermeye başlıyor maharetli elleriyle. İlerlemiş yaşına rağmen babasından miras kalan atölyede emekli olmasına rağmen halen çalışan Okaçar, Osmaniye küçük sanayi sitesinde babasından kalan küçük bir

25 Nisan 2020

atölyede demire şekil vermeye devam ediyor.

Benim için bu işler artık bir hobi” sözleriyle ifade ediyor.

“BOŞ GEZMEKTENSE BELEŞ ÇALIŞ DAHA IYI” Kendisine “Hâlâ mı çalışıyorsun İsmail Usta. Git evinde dinlen, torun sev” diyenlere Okaçar, “Boş gezmektense beleş çalış” sözleriyle esprili bir karşılık veriyor. Yaşına rağmen hâlâ hizmet verme ve üretmenin kendisi için gurur verici olduğunun altını çizen demirci ustası Okaçar için işi, artık bir hobi. Okaçar, bunu “Allah’a bin şükür olsun. Bu işi para kazanma amacıyla yapmıyorum.

ÇIRAK BULAMIYORUZ, GELENEKSEL DEMIRCILIK YOK OLMAYA MAHKÛM Eskiden iş yetiştirmekte zorlandıklarını ve kazancıyla 5 çocuk büyütüp evlendirdiğini belirten Okaçar, kendisinden sonra bu mesleği yapacak kimsenin kalmadığını bildirip “Kendimize çırak olacak kimseyi bulamıyoruz” diyor. Oldukça ağır bir iş olan geleneksel demircilik mesleğini yaşatıp geçimini böyle sağlayan Okaçar, zanaatını devam ettirecek ve kendisine yardımcı olacak çırak bulamamaktan şikâyetçi.


2020 / Sayı 8

19

“Demircilik mesleği teknolojik gelişmeler karşısında yok olmaya mahkûm” diyen Okaçar,“Mesleğe ilk başladığım dönemlerimde babamla birlikte tarım aletleri üretiyorduk. Teknolojinin gelişmesi ve makineleşmenin artmasıyla zaman içerisinde tarım aletleri üretemez olduk. Şimdi ise tek başıma, kazma, çapa gibi basit el aletleri ile et ve odun satırı üretiyorum” diye konuşuyor. 3 KUŞAKTIR DEMIRCILIKLE UĞRAŞIYORLAR Mesleğinin kendisine dedesinden kaldığını kaydeden Okaçar, şunları söylüyor: “Dedem babama öğretmiş. Ben de 12 yaşından bu yana babamla birlikte çalıştım, onun yanında yetiştim. Yani üç kuşak Peygamber mesleği olan demircilik mesleğini yaptık geleneksel yöntemlerle. Ama işlerimiz eskiye göre çok azaldı. Artık neredeyse sadece Kurban Bayramı öncesinde satır talebi

oluyor. O zaman bir yoğunluk oluyor.” “KARNINI DOYURACAKSAN YAP SAT PARA KAZANACAKSAN AL SAT” Kendisi gibi demirci olan dedesinin bir öğüdüne dikkat çeken Okaçar , “Rahmetli dedem ben çocukken ‘Bir işte para kazanacaksan al sat. Karnını doyuracaksan yap sat’ derdi dedem. Biz toptancıya 20 liraya veriyoruz. Onlar da 30 liraya müşterisine satıyor” diye anlatıyor mevcut durumu. Günde en fazla on kadar satır üretebildiğini bildiren Okaçar, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Her bir satırı toptancıya 20 liraya satıyorum. Emekli olmasam ve atölyeye kira vermek zorunda kalsam bu gelirle bir ailenin geçinmesi neredeyse imkânsız. Bu dükkândan kazandığım parayla beş çocuk büyüttüm, hepsini evlendirdim. Şimdi bir evde eşimle baş başa kaldık. Demircilikten kazandığım ve emekli maaşım bize

rahat rahat yetiyor. Benden sonra bu zanaatı devem ettirecek kimse yok. Artık her şey fabrikalarda daha hızlı ve daha ucuz üretiliyor.” HER ŞEY DEMIRDEN Demircilik zanaatının dünyanın en eski mesleklerinden biri olduğunu anımsatan Okaçar, sözlerini şöyle bitiriyor: “Bizim zanaatımızın piri Davut Peygamberdir, demircilik mesleğinin öncüsü O’dur. İnsanlık ilk çağlardan bugüne kadar hep demire muhtaç olmuştur. Onca teknolojik gelişmeye rağmen günümüzde demir hâlâ çok önemlidir. Havada uçan, denizde yüzen, karada yürüyen her ne varsa demirden yapılmıştı. Bundan sonrada insanlık demire ihtiyaç duymaya devam edecektir. Geleneksel yöntemlerle yapılan bu zanaat zorluğu ve kazancının yetersizliği nedeniyle zaman içerisinde kaybolup gidecektir.”


2020 / Sayı 8

20

“Büyük işsizlik dalgası geliyor” Sercan Engerek / İzmir

Dizi Yazısı

I

LO, Koronavirüs nedeniyle dünyada 195 milyon insanın işsiz kalacağını duyurdu. Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, mevcut işsizliğin istihdam azaldığı için arttığını vurgularken Doç. Dr. Çelik, milyonlarca yeni işsizin kapıda olduğu uyarısı yaptı Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) 2019 yılı için yüzde 12,9 olarak tahmin edilen işsizlik, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre yılsonu 13,7 seviyesinde gerçekleşti. İstihdam ise 2019’da bir önceki yıla göre 658 bin kişi azalarak 28 milyon 80 bin kişiye düştü. Geçen yıl istihdam 15-24 yaş grubunda 1,9 puan azalırken, işgücü bir önceki yıla göre 275 bin kişi arttı. Mevcut

işsizliğe son günlerde Covid-19 pandemisi nedeniyle işten çıkarmalar eklendi. PROF. DR. GÜRSEL: İŞSIZLIK, ISTIHDAM AZALDIĞI IÇIN ARTIYOR İşgücü ile işsizlik arasındaki ilişkiyi değerlendiren Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, mevcut işsizliğin istihdam azaldığı için arttığını vurguladı. İşgücünün çalışma yaşındaki nüfus (15-64) ve daha çok eğitimli kadın yetiştiği için arttığına değinen Prof. Dr. Gürsel, açıklamasında şunları

6 Mayıs 2020

söyledi: “İşgücünün artmasında birinci etken hem doğal hem de yararlı: Tabii iyi ve kaliteli eğitim verebilirsen… İkinci etken ise kalkınma için çok gerekli. Öte yandan istihdam düşmeye işsizlik de artmaya başlayınca, işgücü artışı da yavaşlıyor. Nitekim yine böyle oldu. Dolayısıyla bahane aranmasın. İşsizlik, istihdam azaldığı için artıyor.” ARTIŞIN BAŞ ETKENI INŞAAT Türkiye’nin siyasi yönetim ve ekonomi sistemine bağlı olarak yaşanan “kriz” ile birlikte son yıllarda kapanan, konkordato ilan eden şirketlerin sayısı çoğaldı. TÜİK, istihdamın 2019’da inşaat sektöründe


2020 / Sayı 8

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek katlanacaktır.

442 bin, sanayi sektöründe 113 bin, tarım sektöründe 200 bin kişi azaldığını açıkladı. İnşaat sektörü ve sanayideki istihdamın daralmasına paralel olarak işten çıkarmalar, ücretsiz izinler, hak kayıpları arttı. Prof. Dr. Gürsel, işsizlikte kritik dönemin 2018’den itibaren inşaat sektöründeki istihdam kayıplarıyla başladığına dikkat çekip sözlerine şöyle devam etti: “Ocak 2018’de bu sektörde 2 milyon 207 bin çalışan mevcuttu. Ağustos 2019 döneminde inşaatta istihdam kaybı 706 bine ulaşmış, çalışan sayısı ise 1 milyon 501 bine gerilemişti. 2018’in yazından itibaren inşaat sektöründeki istihdam azalmasına sanayideki kayıplar da eklendi. Ancak işsizlikteki büyük artışın baş etkeni inşaattır. Sektör çalışan sayısının üçte birini kaybetti.” SÜRE UZADIKÇA IŞ BULMA IHTIMALI AZALIYOR BETAM’ın yeni yayınladığı araştırmada, işsizlik sürelerinin uzadığına yer verildi. Uzun süreli işsizlik bir “tehdit” olarak adlandırılırken, iş arama süresinin eğitim düzeyleri açısından analizi yapıldı: “Ortalama iş arama süresi eğitim düzeyleri itibariyle ayrıştırıldığında, bu sürenin 2015 yılından itibaren artışa geçmesinin ana kaynağının yükseköğrenim kesimi olduğu görülüyor. Toplamda 2015’ten 2018’e ortalama süre 0,7 artarken yükseköğrenim kesiminde bu süre 1,1 ay artmıştır. İşsizlik süresi uzadıkça iş bulma ihtimali de azalıyor. Uzun süre işsiz

kalanların ise beceri erozyonuna uğraması olasıdır. Diğer yandan da böyle bir olasılığı dikkate alan işverenler uzun süreli işsizler hakkında olumsuz yargıya sahip oluyor. Dolayısıyla bu oranın yüksek seyretmesi arzulanmaz.” GEÇICI ISTIHDAM BIÇIMLERI YARATILDI Türkiye’de işsizliği azaltmaya yönelik Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) tarafından “İşbaşı Eğitim Programı” uygulanıyor. Program kapsamında 6 ve 9 aylığına eleman alan işletmeler süre dolunca çalışanların büyük bir bölümünü işten çıkarıyor. Çalıştığı süre boyunca bireylere devlet tarafından Genel Sağlık Sigortası (GSS) yapılırken, asgari ücret desteği sağlanan işveren, çalışanın prim gününü ödemekten muaf tutuluyor. Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde Öğretim üyesi Doç. Dr. Aziz Çelik, İŞKUR’un uygulamasıyla kimi geçici ve eğreti istihdam biçimleri yaratılmaya başlandığına dikkat çekip “Bu istihdam biçimleri kalıcı ve güvenceli değildir. İŞKUR’dan devasa kaynaklar ayrılmasına rağmen istihdamda azalma ve işsizlikte artış devam etmektedir” diyor. İŞSIZLIK FONU IŞVEREN IÇIN KULLANILIYOR İŞKUR’un temel işlevinin iş bulmak, işsiz kalanlara gelir desteği sağlamak ve işçiye yeni beceriler kazandırarak iş bulmasını kolaylaştırmak olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Çelik sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak son yıllarda İŞKUR kaynakları, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları işveren destekleri için kullanılmaya başlandı. 2018’de işsizlik sigortasının toplam gideri 24 milyar TL oldu. Gider kalemlerinin içinde işsizlik ödeneği miktarı yaklaşık 6 milyar TL iken işverenlere teşvik olarak ödenen miktar ise 10,7 milyara ulaştı. 2019’da 37 milyar TL olan toplam giderden işsizlik sigortası için 10,4 milyar harcanırken, işveren teşviklerine ayrılan miktar 16 milyara yükseldi. Diğer bir ifadeyle 2019’da İşsizlik Sigortası Fonu’nun toplam giderleri için işveren

teşviklerinin payı yüzde 44’e çıktı. 2018 ve 2019 yıllarında Fon’dan işverenlere doğrudan 27 milyar TL kaynak aktarıldı.” SALGIN EN ÇOK DAR GELIRLIYI ETKILIYOR Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization-ILO), Koronavirüs nedeniyle dünya genelinde 195 milyon insanın işsiz kalacağını duyurdu. Türkiye’de salgın nedeniyle yerli ve küresel büyük mağazalar, alış-veriş merkezleri geçici olarak kapanma kararı aldı. Berber, kuaför, kafe gibi işletmelerde çalışanların, sokakta seyyar satıcılık yapanların büyük bir kısmı işini kaybetti. “Covid-19 büyük bir işsizlik dalgasına yol açacak” diyen Doç. Dr. Çelik, salgının sosyal hayatta yol açacağı sorunlara ilişkin olarak da, “Salgın gerek küresel ekonomiyi gerekse ülke ekonomisini ciddi bir durgunluğa ve hatta küçülmeye götürecek. Bu neredeyse kesin. Milyonlarca yeni işsiz kapıda. Şu an salgın kaynaklı işsiz sayısını tahmin etmek zor. Ancak milyonlarca yeni işsiz beklemeliyiz” öngörüsünde bulundu. BÜTÇEDEN GELIR DESTEĞI SAĞLANMALI Hükûmetin Koronavirüs’e karşı açıkladığı Ekonomi İstikrar Kalkanı Paketi’ni “Beklentilerden uzak” diye yorumlayan Doç. Dr. Çelik, “Evde kal” çağrılarının yanıt bulabilmesi için insanların temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek sosyal politikaların önemini vurgulayarak açıklamasını şöyle bitirdi: “Yapılması gereken salgına karşı halkın sağlığını, çalışanların işini ve gelirini korumak olmalıdır. Açıklanan paket ne yazık ki beklentilerden çok uzakta. Acilen işten çıkarmaların yasaklanması, zorunlu işler dışında işlerin durdurulması ve işi durdurulan ve gelir kaybına uğrayanlara işsizlik sigortası fonu ve bütçeden gelir desteği sağlanmalıdır. Şimdi enflasyon ve bütçe açığını düşünmenin zamanı değildir. Halka acil gelir desteği sağlanması gerekir.”

21


2020 / Sayı 8

22

Kov-19 sonrası Avrupa’da Türklere düşmanlık artar mı? Ayla Ganioğlu / Ankara

S

on yıllarda Avrupa’da yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın tırmanması sonucu Almanya’nın Hanau kentindeki saldırıda beşi Türk on kişinin ölmesi, bugünlerde nasıl sonuçlar getireceği tartışılan Kovid 19’un, benzer önyargıları artırabileceği kaygılarına neden oldu. Halen 3.5 milyonu Almanya’da olmak üzere 6.5 milyon Türkün yaşadığı Avrupa’daki Türklerin sorunlarını araştırmak ve çözüm üretmek için kurulan TBMM Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar alt komisyonu, Almanya, Hollanda ve Belçika’da beş şehri kapsayan gezide, bu ülkelerin konuyla ilgili bakanları, komisyonları, parlamento

temsilcileri, buralarda faaliyet gösteren sivil toplum ve siyasi parti örgütleriyle, diplomatlarla ve Türklerle görüşme yaptılar. Avrupa’da yaşayanları, “Avrupa Türkleri” olarak tanımlayan alt Komisyon üyeleri, 24 Saat Gazetesi’ne gezi izlenimlerini ve çözüm önerilerini değerlendirdiler. SOSYAL MEDYADA NEFRET SÖYLEMİ Alt komisyon üyesi AK Parti Denizli Milletvekili Ahmet Yıldız, konsolosluk ve bakan yardımcılığı görevleri sırasında da genel olarak yurt dışında, özel olarak Batı Avrupa’daki Türklerin durumunu takip ettiğini belirterek, şunları söyledi: “Komisyon olarak gezimizde, İslam karşıtlığı

6 Mayıs 2020

ve yabancı düşmanlığının giderek kanıksandığı ve siyasi kazanım getirmeye başladığı izlenimi edindim. Bu, tehlikeli bir gidişat. Sosyal medya, nefret söylemlerinin en kolay kullanıldığı alan. Burada kullanılan olumsuz söylemin yayılma ve paylaşılma hızı nedeniyle vatandaşlarımız/soydaşlarımız tedirgin. Batı Avrupa’da siyasi liderlerin, kanaat önderlerinin bu söylemlerle yine sosyal medyada mücadele etmemeleri tedirginliği arttırmıştır.” Yıldız, üçüncü ve dördüncü neslin artık “Avrupalı Türk” olduğunu söyledi. Yıldız, “İdeolojisi ve dünya görüşü ne olursa olsun bireylerde ve derneklerde bu kimlik geçmişe göre çok


2020 / Sayı 8

bariz. Buna göre davranmalıyız. Yarıdan fazlası bulunduğu ülkede vatandaşlık kazanmış. Bu ülkelerle ilişkilerimizde insan haklarını ön plana çıkararak anadil eğitimini ve bağlarımızı korumalıyız. Türkiye’nin AB katılım sürecini yeniden canlandırmalıyız” dedi. KOV-19’U TÜRKLER Mİ YAYDI? Alt komisyon üyesi CHP Hatay Milletvekili Mehmet Güzelmansur, ırkçı partilerin Avrupa’da gittikçe zemin ve taban kazanmasıyla, ırkçılık hareketlerinin de yaygınlaştığını söyledi. Güzelmansur, bu durumun Avrupa’da yaşayanları derinden etkilediğini, Almanya’da aşırı sağ bir parti olan Almanya için Alternatif Parti’nin Almanya seçimlerinde ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oylarını artırması gibi örneklerin ırkçı hareketlerin arttığının göstergesi olduğunu dile getirdi. Güzelmansur, izlenimlerini şu şekilde anlattı: “Avrupa’da yerleşik vatandaşlarımız ırkçılığı eğitimden iş hayatına kadar her alanda yoğun bir şekilde hissetmektedirler. Bu ırkçı hareketler cami saldırıları, silsileli bir şekilde gerçekleştirilen vatandaşlarımızın araçlarına hasar verme, Türkler ve Türkiye aleyhine yapılan televizyon programlarının artması şeklinde tezahür etmektedir. Bu ülkelerde sıklıkla, Türkiye’de iktidarın insan hakları, demokrasi, hak, hukuk gibi alanlarda gösterdiği kötü performansın ve savruk dış politika hamlelerinin Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye karşı bir tavır geliştirmesine yol açtığı ifade edilmiştir. Bu durum son noktada Avrupa’da yaşayan yurttaşlarımızı olumsuz etkilemektedir.” Güzelmansur, ırkçılık, yabancı düşmanlığının, Kov-19 küresel salgınında bile eylemlerine ara vermediğini belirterek, “Buldukları her fırsatı ayrıştırma, ötekileştirme, bölücülük ve dışlama için kullanıyorlar. Bunun acı örneğini Kovid-19 salgın döneminde de yaşadık. Bu tür eylemler hem Dışişleri Komisyonu ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Alt Komisyonu üyesi olmam hem de CHP’nin Yurtdışı Birlikleri vasıtasıyla tarafıma ulaştırılıyor. Ben de gerek Dışişleri Bakanlığımız gerekse

Büyükelçiliklerimizle karşılıklı görüşmeler, bilgilendirmeler ve koordinasyon çalışmalarıyla bunları bertaraf etme konusunda girişimlerde bulunuyorum.” dedi. Güzelmansur, Belçika’da Kov19’u Türk kökenlilerin yaydığına, salgınla ilgili alınan önlemlere uymadıklarına yönelik asılsız ve kirli bilgilerin sosyal medya mecralarında yayıldığını belirtti. Güzelmansur, şunları söyledi: “Bu paylaşımların asılsız olduğunu bilen, ırkçılığa karşı duruş sergileyen ve böylesine paylaşımların korona virüsle mücadeleyi baltaladığının bilincinde olan aklıselim tarafların gerçekleri yansıtan açıklama ve paylaşımları da peşi sıra geldi. Örneğin Eyalet Valisi hastanelerde yatan korona virüslü hasta sayısında Türk kökenli hastaların sayısının daha fazla olduğuna yönelik iddiaları yalanladı. Hastaneden de benzer açıklamalar geldi. Neticede şunu söylemek istiyorum: Irkçılığa neden olan ötekileştirme, ayrıştırma, dışlama ruh hali habis bir ur gibi. Bazı insanların tüm beliklerini kaplıyor. İnsanlık, akıl ve vicdan dışı davranmalarına neden oluyor. Bu insanlar kriz, salgın dinlemiyorlar. Ancak bu habis ur toplumun geneli tarafından da kabul görmüyor, reddediliyor.”

“Buldukları her fırsatı ayrıştırma, ötekileştirme, bölücülük ve dışlama için kullanıyorlar. Bunun acı örneğini Kovid-19 salgın döneminde de yaşadık.”

TÜRKLERİN KAZANIMLARI Güzelmansur, Avrupa’da yaşayan üçüncü neslin Türkçeyi öğrenmediğini, işsiz ve edilgen bir nesil olarak tanımlandığını

söyledi. Güzelmansur, “Bu neslin bildiği toplam Türkçe kelime sayısı ancak 150 – 200 gibi rakamlarla ifade edilmektedir. Dil zayıflamaya başladığı anda da anavatanla bağlar zayıflamaya başlar, 4’üncü5’inci nesle doğru da bu bağ hızla kopar. Dolayısıyla dil konusu bu nesil açısından karşımızda duran en ciddi sorundur.” dedi. Güzelmansur, 3’üncü jenerasyon açısından bir diğer ciddi sorun işsizlik sorunu olduğunu, her 3 ülkede de Türk işsizlik oranının bu ülkelerin kendi vatandaşlarının arasındaki işsizlikten yüksek olduğunu, Almanya’da işsizlik oranı %5 iken bu ülkede yaşayan Türk vatandaşlarımızın işsizlik oranı yüzde 25 olduğunu dile getirdi. Güzelmansur, Avrupa’da faaliyet gösteren STK’lar, çeşitli bakanlıkların yurtdışı teşkilatları ve Diyanet vakıflarına bu konuda önemli görevler düştüğünü, ancak bunların Avrupa’da çalışmalarını dilden daha ziyade din konusunda yoğunlaştırdıkları izlenimi edindiğini belirtti. Güzelmansur, “Bunlar AK Parti ideolojileri doğrultusunda, Avrupa’daki yurttaşların sadece ‘din problemi’ olduğu varsayımından hareket etmekte ve sadece bu konuya enerji, vakit ve para harcamaktadırlar. Oysa aynı oranda zaman, enerji ve mali kaynaklar dil ve işsizlik konusuna da ayrılmalıdır. Avrupa’da yaşayan 3’üncü nesil vatandaşlarımızın bilinçlendirilmesi, Türkiye ile bağlarının güçlendirilmesi, anadillerini gereği gibi konuşmaları, istihdama teşvik edilmeleri noktasında eğitim, yönlendirme ve koordinasyon çalışmaları en üst düzeye çıkarılmalıdır. Burada yapılması bir diğer elzem çalışma da yanlış dış politika hamleleriyle, hamasi söylemlerle zedelenen ülkemiz imajının bu yanlışlardan dönmek suretiyle imajının eski haline döndürülmesi olacaktır. Zira Türkiye dışarıya karşı kavgacı bir tutum sergiledikçe orada yaşayan vatandaşlarımıza karşı sergilenen ayrıştırıcı, dışlayıcı tavırlar da artmaktadır.” dedi. KOV-19 SONRASI IRKÇILIK Alt komisyon üyesi İYİ Parti Erzurum Milletvekili Naci Cinisli, “Korona sonrası ırkçılığın daha

23


2020 / Sayı 8

24

aktif olabileceğini düşünüyorum. Camilerimize çok sistematik tehditler var. Bazıları gerçek çıkıyor. Şirketler bazında orada bazı ticari grupların içine girmekte Türk şirketleri zorlanıyor. Çok önemli sorun var. Türklerin nasıl aşabileceğini belirlememiz lazım. Bu sadece Türklerin değil Avrupa’nın sorunu. Irkçılık hastalık tarihin belli dönemlerinde artış gösteriyor. Özellikle kriz sonrasında ortaya çıkıyor. Korona’da da kendi halklarını koruma refleksi gelişiyor. Bu endişeyi taşıyorum” dedi. Cinisli, yurtdışında dördüncü nesile gelindiğini ve ilk nesile göre daha çok sıkıntıyla karşılaştıklarını söyledi. Cinisli, 30 yıl önce yurtdışında eğitim için bulunduğu dönemde, Türklerin en önemli sorununun, bulundukları ülkenin dilini öğrenmek olduğunu ifade ederek, şimdi artık bulundukları ülkenin vatandaşı olmakta ve dillerini öğrenmede sorun yaşamadıklarını anlattı. Cinisli, “Fakat bugün Türkçe öğrenememe sorunu var. Eksikliğin farkındalar ve öğrenmek istiyorlar. Türkiye ile aralarına mesafe koymamışlar ve Türkiye’ye bağlılar ama

Türkçe öğrenme sıkıntısını gidermemiz gerekiyor. 30 yıl önce vatandaşlarımız ana konularda bir araya gelirdi. Ama şimdi yurtdışı da, Türkiye’deki siyaset mücadelesinin ringi haline gelmiş durumda. Liderler arasında aşırı ifadeler olduğunda oraya da yansıyor.” dedi. Cinisli, 2014 yılından bu yana yurtdışındaki Türklerin oy kullanabildiklerini belirterek, seçim dönemlerinde iki haftalık oy verme süresince sandıklara seçmen taşıyan partilerin avantajlı olduğunu söyledi. Yurtdışında Türklerin oy kullanma oranların yüzde 50 olduğuna dikkat çeken Cinisli, bu konuda da AKP ve HDP’nin seçmeni sandığa taşıma konusunda çok sistemli bir çalışma yaptıkları için avantajlı olduklarına dikkat çekti. Cinisli, Almanya, Hollanda ve Fransa’da Türkçe öğrenim haklarıyla ilgili, Diyanet’in imamlarının kabul edilmemesi ve orada imamların yetiştirilmesi yoluna gidilmesi gibi sorunların ortaya çıktığını söyledi. Cinisli, “Bu da olabilir ama neden edinilmiş haklarını kaybetmelerine neden oluyoruz, bunun sorgulanması gerekir. Farklı partilerde yetişmiş, gelişmiş

kariyer yapmış politikacılarımız varken pek çoğu bu yüzden partilerinden atıldılar ve siyasi kariyerleri bitti. Bugüne kadar sorun yaşamazken, aşırı siyasi şovlar nedeniyle kazanılmış haklarını kaybettiler. Maalesef seçmen taşıma konusunda AKP devletin imkanlarını kullanıyor. Ziyaretimiz sırasında, üzüntü verici şikayetler geldi. Vatandaşlarımız camilerini ayırmışlar orada. Diyanetin siyasallaşması nedeniyle vatandaşlarımız arasında ayrımlar olmuş, çok üzüldüm. Diyanet, çok önemli. Tutunacak daldır ama herkese eşit mesafeli olması gerekir. Ama imamların siyasi vaazları, kendi imkanlarıyla AKP seçmenini sandığa taşımaları şikayetleri geldi.” dedi. Cinisli, seçimlerde oy kullanımının 15 gün olmasının son derece sakıncalı olduğunu, farklı teknikler bulunabileceğini belirterek, “İnternet üzerinden oylama olabilir. Burada siyasi partilerin konvansiyanel güçlerine ihtiyaç duymadan oy kullanmaları sağlanabilir. Mektupla oy kullanma olabilir. Oy verme üç günle sınırlanmalı “dedi.


2020 / Sayı 8

25

Tütün üreticilerinin 137 yıllık sorunu devam ediyor 6 Mayıs 2020

Haber Yazısı

Mustafa Süzen / Adana


2

26

Temmuz 2019’da yürürlüğe giren yeni Tütün Yasası ile tütün üretimine ve toplanmasına yeni sınırlandırma getirildi. Denetimlerin ise 2021 yılında artırılması bekleniyor. Tütün üreticileri bu durumdan şikayetçi. Üretici Abuzer Yar “Uluslararası şirketlere buradaki halkı peşkeş çekmeleri gerçekten acı verici” dedi. 13 Mart 1884’te Reji Şirketi ile başlayan tütün sorunu halen devam ediyor. 2 Temmuz 2019’da yürürlüğe giren yeni Tütün Yasası ile tütün üretimine ve toplanmasına yeni sınırlandırma getirildi. Denetimlerin ise 2021 yılında daha çok artırılması bekleniyor. Tütün üreticisi Abuzer Yar “Uluslararası şirketlere buradaki halkı peşkeş çekmeleri gerçekten acı verici” dedi. Reji Şirketi’nin 14 Mart 1884 tarihinde faaliyete geçmesiyle, Osmanlı topraklarında tütünün üretimi ve tüketimini kapsayan tüm aşamalarda tekel hakkı, çok uluslu bir şirketin elinde toplandı. Nuray Ertürk Keskin ve Melda Yaman’nın Türkiye’de Tütün adlı araştırmasına göre, Tütün Rejisi, 26 Şubat 1925 tarihinde kabul edilen 588 sayılı yasa ile dört milyon Türk lirasına satın alınarak devletleştirildi. Tütün, Cumhuriyet’in sanayisi içinde de önemli bir unsurdu. 13 Mart 1926 tarihli Economist dergisinde yer alan haberde Türkiye’de tütün üretiminin önemine şöyle dikkat çekiliyordu: “Tütün Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli ekonomik etkinliklerinden biridir. İhracatın yüzde 40’ını oluşturmaktadır ve Türkiye tütünü, Avrupa piyasasını egemenliğine almıştır. Tütün üretimi konusunda, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan ile yarışmaktadır.” 1950’lilerin ilk yıllarında devlet tekeli üzerine büyük tartışmalar yaşandı. Devletin sigara üretimindeki tekel konumunu terk ederek bu faaliyetleri özel sektöre bırakması gerektiğini savunan liberal kesim büyük bir destek buldu. 1960’lı yıllara gelindiğinde ise Philip Morris, R.J. Reynolds ve British American Tobacco Şirketleri dünya pazarının üçe de ikisini ele geçirmişti. 1980’lere

2020 / Sayı 8

gelindiğinde ise Başbakan Turgut Özal, sigara piyasasının özelleştirmesinin yolunu açtı. Tekel, özelleştirme programına alındığında, 110 yaprak tütün iş yeri, 6 sigara fabrikası, 19 alkollü içki üretim tesisi, 84 pazarlama müdürlüğü, 10 tuz işletmesi, bir kibrit fabrikası, bir ambalaj fabrikası ve bir suni ipek-viskoz fabrikası bulunan devasa bir kuruluştu. Tekgıda-İş Sendikası; TEKEL Genel Müdürlüğü’nün bürokratları, TEKEL çalışanlarının envanter kayıtlarına göre, en az 3 milyar dolar eden TEKEL Sigara Fabrikaları İngiliz-Amerikan şirketi BAT‘a 1 milyar 720 milyon dolara satıldı. Aynı yıl TEKEL, aynı fabrikalarda üretilen sigaranın gelirlerinden 2 milyar dolar vergi ödemişti. Kısacası tarihi TEKEL fabrikaları, bir yıllık vergi gelirlerinin altında bir fiyata satıldı. YENİ YASA İLE GELEN SORUN Özelleştirme sürecinin ardından Türkiye’de tütün üreticisinin sorunları katlanarak büyüdü. 2019’da yeni Tütün Yasası ile tütün üretimine ve toplanmasına yeni sınırlandırma getirildi. Yasağa uymayanlar 3 ile 6 yıl arasında hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. Üreticilere, 20 bin TL’ye kadar da para cezası verilebilmenin önü açıldı. TÜTÜN ÜRETİCİSİ ŞİKAYETÇİ Yeni yasadan tütün üreticileri şikayetçi. Adıyaman’da tüm ailesi tütün ekip satarak geçimini sağlayan Abuzer Yar, 24 Saat’e yaptığı değerlendirmede “Eskiye göre her geçen gün daha kötü bir duruma gidiliyor. Bu bölgede yaşayan insanlar tütün ekmedikleri zaman ya sezonluk tarım işçi olarak belirsiz bir yaşama devam edecek ya da göç ederek büyük şehirlere yığılacaklar. İnsanların kendi tarlası, suyu varken ırgatlığa mecbur bırakılıyor. Uluslararası şirketlere buradaki halkı peşkeş çekmeleri gerçekten acı verici” dedi. 2019 yılında tütününe el konan ve 5 bin TL para cezası kesilen Erdal A. Yasanın olumsuzluklarından etkilenen isimlerden. Erdal A. Bu duruma “Dört çocuğuma bakmak

için tefecilerden borç alarak yetiştirdiğim tütünümü elimden aldılar” diyerek tepki göstermişti. Aynı uygulamaların devam ettiğini dile getiren tütün üreticisi Abuzer Yar, “İnsanlar çok tedirgin. Ben vergi mükellefiyim. Devlet bana tütün ticareti yapabilirsin diyerek kaşe, fiş, fatura vermiş. Bende tütün ekiyorum, yetiştiriyorum, emek veriyorum daha sonra satmak için arabamla taşırken kolluk kuvvetleri kaçak diyor. Faturayı göstermeme rağmen kaçak diyorlar. Kaçak mı değil mi tamamen oradaki jandarmanın inisiyatifine kalmış. Tütün ile ilgili belirli bir güvencemiz şey yok” diye konuştu. “ÜLKENİN DOĞUSU İLE BATISI FARKLI ÜLKELER Mİ?” Genel olarak Türkiye’nin batısında bulunan illere tütün yolladıklarını aktaran Yar, Adıyaman’dan batı illerine kargo aracılıyla tütünlerini yolladıklarını ancak alıcının tütünü beğenmemesi halinde geri göndermediğini de savundu. Yar, “Müşteri tütünden memnun olmadığı zaman kargolar yasak diyerek tütünü kabul etmiyorlar. Madem yasak varsa buradan kargolar neden alıyor da Batı’da almıyor? Faklı ülkelerde mi yaşıyoruz? Adıyaman’da tütün pazarı bile kurulabiliyor ama Batı’da satılmıyor. Şu an inanın yasak mı değil mi kimse bilmiyor. Bize tütün yetişmemek karşılığında başka bir garanti veriyorsa bizde ekmeyiz. Tütünü çok sevdiğimizden yetiştirmiyoruz. Geçimimiz için mecburuz” dedi.

“Tütün ekiyorum, yetiştiriyorum, emek veriyorum daha sonra satmak için arabamla taşırken kolluk kuvvetleri kaçak diyor.”


2020 / Sayı 8

27

Topraklar imece usulüyle canlanıyor

D

ünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını insanların hayatında önemli değişikliklere yol açarken, salgın nedeniyle evlerine kapanan ve yapacak bir işi olmayan Hakkârililer bağ, bahçe ve tarla işlerini toplumsal dayanışmanın en köklü örneklerinden olan imece (zıbare) usulü ile yapıyor. Bölgenin önemli bir geleneği olan zıbare yöntemi ile her gün farklı bir aile ile dayanışılıyor. 2019’un aralık ayında Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa süre sonra küresel bir sorun haline gelen koronavirüs Covid-19

salgını insanları etkilemeye devam ediyor. Uzmanlar üretim yapılmaması durumunda kıtlık yaşanabileceği uyarısı yaparken virüs nedeniyle dünya nüfusunun üçte birinin evine kapandığı bu sürecin ekin dönemine denk gelmesi çiftçileri farklı arayışlara yöneltti. Tarım ve Orman Bakanlığı da koronavirüs salgını nedeniyle tarımsal üretimin aksamaması için bir dizi tedbir almak durumunda kaldı. Geçimin büyük oranda tarım ve hayvancılık ile sağlandığı Hakkâri’de çiftçiler, salgın nedeniyle insanların can derdine düştüğü bu dönemde

9 Mayıs 2020

tarımsal üretimin sekteye uğramaması için işbaşı yaptı. Türkiye’nin bütün kentlerinde tarımsal işgücü mevsimlik işçiler ile karşılanırken Hakkâri’de tarım işleri imece halk arasındaki ismi ile “zıbare” yöntemi ile yapılmaya başlandı. Anadolu kültüründe toplumsal dayanışmanın en köklü örneklerinden olan imece Hakkâri’nin köylerinde insanları yeniden bir araya getirdi. Çukurca ilçe merkezine 10 kilometre uzaklıkta bulunan Narlı köyünde sulak alanlarda bulunan tarlalar pirinç ekimi için hazırlandı. Sabahın erken saatlerinde çalışmaya başlayan Narlı köyünde

Haber Yazısı

Zeki Dara / Hakkari


2020 / Sayı 8

28

her gün farklı bir ailenin tarlası ekiliyor. Geçimini tarımla sağlayan 59 yaşındaki Ahmet Akar, yıllardır ektiği pirinç tarlasını salgın tehlikesine rağmen ekmek zorunda olduğunu belirterek işlerini imece usulü ile yaptıklarını söyledi. Herkes gibi kendilerinin de virüs nedeniyle tedirgin olduğunu ifade eden Akar, şunları dile getirdi: “Bu yıl bahara farklı bir havada girdik. İnsanlar koronavirüs nedeniyle büyük bir endişe içerisinde. Büyük tehlikeye rağmen işimizi yapmak zorundayız. Çeltik tarlaları sadece nisan ayında ekilebiliyor. Biz de işimizi bitirebilmek için imece usulü ile çalışıyoruz.

Biz bu dayanışmaya zıbare diyoruz. Bu güzel bir dayanışma örneğidir. Böyle olmasa işlerimiz bitmez. Bugün sıra bende. Bütün komşularım bana yardım ediyor. Yarın da ben onlara yardım edeceğim”. Yüksekova ilçesine bağlı Dedeler köyünde ise çiftçiler salgın dönemine denk gelen ekin döneminde tarlalarına buğday ve yonca ekme telaşına düştüler. Traktörle sürdükleri tarlasına buğday ektiklerini anlatan Muhsin Demir, koronavirüs salgını nedeniyle tedirgin olduklarını ifade ederek, “Tarım ve hayvancılık dışında yapacak bir işimiz yok. Tehlikeli de olsa geçimimizi idame etmek için işimizi yapmak zorundayız.

Çünkü önümüzdeki süreçte neyle karşılaşacağımızı kestiremiyoruz. İşlerimizi yardımlaşarak yapmaya çalışıyoruz” dedi. Virüs nedeniyle okulların tatil edilmesi ve birçok meslek erbabının işine gidememesi nedeniyle yapacak işleri olmayanlar çok sayıda kişi ise geri geldikleri köylerinde bağ, bahçe işleri ile uğraşıyor. Bunlardan biri ise Şemdinli’de ücretli öğretmenken okullar tatil edilince yaşadığı Beşbulak köyüne geri dönen Samet Kom. Kardeşleri ile beraber bahçe işlerinde çalışan Kom, stres atmanın en iyi yolunun bir şeylerle uğraşmak olduğunu dile getiren Kom, günlerce evde kalmaktansa çalışmayı tercih ettiğini söyledi.


2020 / Sayı 8

29

Yayınlanan kitap sayısı katlandı 9 Mayıs 2020

Haber Yazısı

Hüseyin Tunçay / Ankara


2020 / Sayı 8

30

T

ürkiye’de yeterince kitap okunup okunmadığı tartışmaları süredursun, son 12 yılda yayımlanan kitap sayısı katlandı. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü ile Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2008-2019 döneminde basılan kitap sayısı 32 bin 339 adetten 68 bin 554 çıktı. Bu dönemdeki artış oranı yüzde 112 olarak hesaplandı.Bir önceki yıla göre yayınlanan kitap sayısındaki artış ise yüzde 2,1 seviyesinde kaldı. 2018 yılında 67 bin 135 adet kitap yayımlanmıştı. KURGU EDEBİYAT ÖNE ÇIKTI Söz konusu yayınlar içinde (2013-2019 döneminde) yetişkin kurgu edebiyat kitaplarının payını artırdığı gözleniyor. 2013 yılında toplam içinde 6 bin 637 yayın ve yüzde 14’lük paya sahip olan bu tür yayınların oranı geçen yıl 12 bin 505 adet ile yüzde 18’e çıktı. Aynı dönemde yetişkin kültür yayınları 9 bin 611 adetten 11 bin 172 adede çıktı, ancak bu yayınların toplam içindeki yüzde 20,3’ten yüzde 16’lar seviyesine indi. Çocuk ve gençlik yayınları da bu dönemde yüzde 17’lik payını yüzde 15’e düşürdü. Bu alandaki yayınların sayısı da 8 bin 130’dan

10 bin 338’e yükseldi. İnanç yayınları da bu dönemde 3 bin 406 adetten 3 bin 736’ya yükselse de bu tür yayınların toplam içindeki yeri yüzde 7’lerden yüzde 5’e geriledi. EĞİTİM VE AKADEMİK YAYINLAR HALA GÖZDE 2013-2019 döneminde payını artıran iki alan eğitim ve akademik yayınlar oldu. Dönem başında 12 bin 556 olan adet eğitim yayınlarının sayısı geçen yıl 19 bin 369’a yükselirken, payı da aynı dönemde yüzde 27’den yüzde 28’e çıktı. 7 bin 3 olan akademik yayın sayısı da bu dönemde 11 bin 343 olunca akademik yayınların payı yüzde 15’ten yüzde 17’ye yükseldi. TÜRKÇE’NİN PAYI AZALIYOR 2008-2019 döneminde yayınlanan kitaplar içinde Türkçe yayınların oranı da azaldı. 2008 yılında 29 bin 911 Türkçe yayınlar, toplamın yüzde 92’sini oluştururken, Türkçe kitaplar geçen yıl 61 bin 700 adetle piyasa payını yüzde 90’a düşürdü. Bu dönemde İngilizce kitapların payı ise yüzde 5’ten yüzde 7’ye çıktı. Geriye kalan yüzde 3’lük dilim ise Arapça, Almanca ve diğer diller arasında paylaşılıyor.

ÖZEL SEKTÖRÜN AĞIRLIĞI ARTIYOR Yayınlanan kitaplar içinde son 12 yıllık dönemde özel sektörün ağırlığı da giderek artıyor. Nitekim dönem başında bastığı 28 bin 300 kitap ile yayınların yüzde 88’ini yapan özel sektör geçen yıl yayına verdiği 63 bin 163 kitap ile toplam içinde yüzde 92’lik paya erişti. Bu dönemde kamu yayıncılığının payı yüzde 7’den 5’e, sivil toplum kuruluşlarının yayınları da yüzde 5’ten yüzde 3’e geriledi. E-KİTAP ARTIYOR AMA… İnternet teknolojilerindeki hızlı gelişme ile birlikte 2008-2019 döneminde e-kitap sayısının payı da hızla artmaya başladı ancak hala toplam içinde yüzde 9,5 paya ancak erişti. 2008 yılında 292 DVD, VCD gibi materyaldeki e-kitap ile 107 adet web tabanlı e-kitap olmak üzere toplam 399 e-kitap yayınlanmıştı ve söz konusu yılda toplam yayımlanan kitaplar içindeki payı yüzde 1,2 olarak hesaplanıyordu. Geçen yıl ise bu rakam web tabanlı ve DVD, CD gibi materyale basılı olmak üzere 6 bin 487 adede ulaştı ve yüzde 9,5 paya ulaştı.


2020 / Sayı 8

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Articles inside

Topraklar imece usulüyle canlanıyor

2min
pages 27-28

Yayınlanan kitap sayısı katlandı

2min
pages 29-31

Tütün üreticilerinin 137 yıllık sorunu devam ediyor

3min
pages 25-26

Yarım asrı geçen süredir demire şekil veriyor

2min
pages 18-19

En fazla 65+ nüfus, İstanbul ve İzmir’de

2min
pages 8-9

Kov-19 sonrası Avrupa’da Türklere düşmanlık artar mı?

6min
pages 22-24

Maskeler karaborsaya düşünce kendileri üretmeye başladı

3min
pages 6-7

Büyük işsizlik dalgası geliyor

4min
pages 20-21

Lise mezunu otizmli gencin hayali oyun yazmak

2min
pages 16-17

Medyanın dönüşümündeki dinamik: AKP’yi iktidara taşıyan İslamcı burjuvazi

8min
pages 12-15

Üniversiteli işsizlerin yaşadığı travma

4min
pages 10-11
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.