9. Köy 2020 - 7. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 7

1


2020 / Sayı 7

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Umut Irmaksever Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 7

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 7

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 7

İçindekiler

Güngör: Tarım arazilerimiz yok ediliyor  6 Korona günlerinde besicilik!  9 Salgın günlerinde ruh sağlığı…  11 İzmir Merkezde Bir “Kara Kıta”  14 “Çingene Kızı”na 340 bin 569 ziyaret  16 Virüs, okuyucuları bilim kitaplarına yönlendirdi  18 “Cezaevinde bulunan gazeteciler de serbest bırakılmalı”  20 Tarımsal üretim için indirim şart!  22 Yerel basının dijitalle sınavı  24 “Pandemide kadına destek veren kurumlar iyileştirilmeli”  26 Psikiyatrist Prof. Dr. Savaş: Kritik kararları şu günlerde vermemek gerekiyor  29

5


2020 / Sayı 7

6

Güngör: Tarım arazilerimiz yok ediliyor

Haber Yazısı

Z

iraat Mühendisleri Odası Başkanı (ZMO) Özden Güngör, tarım koruma kurulları eliyle tarım arazilerinin yok edildiğine dikkat çekti. Toprak Koruma Kurulu tarafından alınan kararların genelde aleyhimize olduğunu vurgulayan Güngör, şu değerlendirmede bulundu: “Ziraat Mühendisleri Odası olarak buna karşı çıkıyoruz. Kurulda yediye iki bazen de sekize iki çıkıyor. 8’i ‘Tamam’, 2’si ‘Hayır’ diyor. Hayır oyunu TEMA ve Ziraat Mühendisleri Odası olarak biz veriyoruz. Kurula fakülteler çağrıldığında fakültelerin de onlardan yana tavır aldıklarını görüyoruz. Biz dava açmak zorunda kalıyoruz. Son bir yıl içinde 42 dava açtık, davaların yüzde 50’sini kazandık.”

Birgül Uzun / Ankara

15 Nisan 2020

LOJISTIK KÖY PROJESI’NE DAVA AÇILDI Ziraat Mühendisleri Odası’nın Tarım ve Orman Bakanlığı’na açtığı dava, Samsun İli Tekkeköy İlçesi Aşağıçinik Mahallesini kapsıyor. Oda, Samsun 1. İdare Mahkemesi’ne bölgede yapılması planlanan Lojistik Köy Projesi için ilave imar planı yapılabilmesi amacıyla 127,8549 hektar yüzölçümlü arazinin tarım dışı amaçla kullanılmasının uygun bulunmasına ilişkin 14/05/2013 tarih ve 40037 sayılı davalı idare işleminin; Anayasa ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanununa aykırı olduğu gerekçesiyle dava açtı. Savunmada Tarım ve Orman Bakanlığı’nın, usul yönünde davanın süresinde açılmadığı, esas yönünden ise, İl Toprak Koruma Kurulu’nun yaptığı araştırma

sonucu en uygun alanın Tekkeköy İlçesi, Aşağıçinik Mahallesi’nde bulunan alan olarak belirlendiği, etüt raporundan da söz konusu alanın tarım dışı kullanımı durumunda tarımsal bütünlüğün bozulmayacağı, tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu belirtilerek davanın reddini istediği görüldü. Bilirkişi Raporu’nda; Aşağıçinik Mahallesi’nin arazilerinin tümünün, çiftçilerin üretim yaptıkları, mera olarak kullandıkları, 1. sınıf sulu tarım arazisi niteliğine sahip, “Mutlak Sulu Tarım Arazisi” olduğu belirtildi. Tarım dışı kullanım talebinin öncelikle verimi en düşük tarım alanlarında değerlendirmesi gerektiği, Çevre Hukuku’nun en temel prensibi olan katılım unsuru gözetilmeden projenin yapıldığı, Tarım Master Planı’nda ortaya


2020 / Sayı 7

7  koyulan hedeflere ulaşılmasının güçleşeceği iddia edilerek iptali istenen dava, Ziraat Mühendisleri Odası lehine sonuçlandı. Lojistik Köy Projesi’ne köylülerin açtığı davada da iptal kararı çıkmıştı. 5 ORTAĞIN OLDUĞU PROJE YANDAŞLARA MI IHALE EDILDI? Lojistik Köy Projesi’nde Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin yüzde 40, Tekkeköy Belediyesi’nin yüzde 10, Samsun Ticaret ve Sanayi Odası’nın yüzde 25, Samsun Ticaret Borsası’nın yüzde 15 ve Samsun Merkez Organize Sanayi Bölgesi’nin yüzde 10 ortaklığı bulunuyor. Kapalı alan, depo, sosyal ve diğer tesisler olmak üzere toplam 680 bin metrekare alan üzerine inşa edilen Lojistik Köy Projesi’nin 80 bin metrekaresi depodan oluşuyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından Rekabetçi Sektörler Programı çerçevesinde yürütülen proje, Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye eşfinansmanı ile hayata geçirildi. Proje kapsamında AB ile Türkiye arasında imzalanan

sözleşmenin toplam tutarı, 41 milyon Euro. Bunun yüzde 80’i AB tarafından finanse edilirken yüzde 20’si Türkiye tarafından finanse ediliyor. Karadeniz bölgesindeki ülkelerin lojistik merkezi olma yolunda, kuzey güney hattındaki demiryolu ve karayolu altyapıların tamamlanarak Samsun-Mersin hattıyla Karadeniz’i, Akdeniz’e, Ortadoğu’ya bağlayan stratejik bir merkez olma hedefi ile Master Planı hazırlanan projeye 45 milyon Avro bütçe ayrıldı. 2016 yılında yapımına başlanan Lojistik Köy Projesi’nde Devlet Demiryollarına ait tren hattı ihalesinin AK Parti Samsun Milletvekili Fuat Köktaş’a ait Köktaşlar Lojistik’e 49 yıllına verildiği iddia ediliyor. Mahkeme, Büyükşehir Belediyesi’ne ve Çevre Şehircilik Bakanlığı’na kararın uygulanması için yazı yazdı. Lojistik Köy Projesi’nin hibe projesi olmasından kaynaklı proje tamamlanmadığı takdirde geri ödeme söz konusu. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, konuya ilişkin

yaptığı açıklamada IPA kapsamında yürütülen her projede olduğu gibi hibe şartlarının yerine getirilmemesi durumunda AB eşfinansmanının geri çağrılması ile sonuçlanabileceğini söyledi. Projenin iptali halinde AB’nin yaklaşık 33 milyon Avro’yu geri istemesi söz konusu olduğu için, 4 Bakanın Çarşamba Adliyesi’ni ziyaret gerçekleştirdiği iddia edildi. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Çarşamba Adliyesi’ni ziyaret etti. Gül’den sonra Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ile Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli Çarşamba’ya gitti. En son Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Çarşamba’ya ani ziyarette bulundu. HUKUKI SÜREÇ BITMEDEN SANAYI TESISI KURDULAR “Tarım arazileri bizim geleceğimizdir” diyen Güngör, Samsun’un Tekkeköy İlçesi’nde Lojistik Köy Projesi ile ilgili dava devam ederken sanayi tesisi kurularak hukuksuz adım


2020 / Sayı 7

8

atıldığını kaydetti. Projenin başlamasından bu yana yatırımın yanlış yere yapıldığına dikkat çeken Güngör, sözlerini şöyle sürdürdü: “Lojistik Köy için alternatif yerler varken, projeyi, 1. sınıf tarım arazilerinde yaptılar. ‘Yapmayın’ dedik, ‘Yapacağız’ dediler. Biz de dava açtık. 5 yıl geçti, proje bitti. Yollar yapıldı, evler yapıldı, sanayi tesisleri kuruldu. Tarım arazisi, amacı dışına çıktı. Açtığımız dava sonuçlandı. Tarım arazisi amacı dışına çıkarılmıştır kararı çıktı, davayı kazandık.” SAMSUN VALISI, DAVA SÜRECINI ETKILEMEK ISTEDI Samsun Valisi ile Samsun Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı’nın kendisine ziyarette bulunduğunu anımsatan Güngör, dava sürecinin etkilenmek

istendiği ve kendisine baskı kurulduğunu kaydedip şunları söyledi: “Vali, ‘Davayı siz kazandınız; biz buraya 50 milyon Avro para harcadık. Ne olur burayı yıktırmayın’ dedi. ‘Size yapmayın, burayı niye yaptınız?’ dedim. Vali, ‘Ben yeni geldim, bundan önceki Vali izin vermiş, haklısınız. Davayı da siz kazandınız, şimdi buraya bu kadar para harcanmış, bu yapılan şeyler yıkılacak mı?’ dedi. Vali, ticaret ve sanayi odası başkanı buranın yıkılmaması yolunda türlü vaatlerde bulundu ve ‘Yıktırmayın burayı’ dedi. Ben dedim ki, ‘Beklemeye aldım, belki Danıştay’a dava açarsınız, geri dönüşü olur. Dava, Danıştay sürecinde.” Güngör, davanın Danıştay sürecindeyken yetkililer tarafından davaya müdahale edilmesi konusunda kaygı duyduklarını söyledi.

Samsun Lojistik Köy Merkezi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Samsun Valisi Osman Kaymak, yapıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Avukatı Zühal Sirkecioğlu Dönmez, ise bu konuda şu açıklamada bulundu: “Bu davada Lojistik Köy Projesi için ilave imar planı yapılabilmesi amacıyla 127,8549 hektar yüzölçümlü arazinin tarım dışı amaçla kullanılması kararının iptalini istemiştik. Mahkeme önce reddetti, temyiz ettik, Danıştay bozdu ve sonra mahkeme iptal kararı verdi. Davalı Tarım Bakanlığı temyize gitti, dosya şu anda Danıştay’da. Tarım dışına çıkarılma kararlarına Türkiye’nin her yerinde dava açıyoruz. Tabi bilgisi bize gelenleri. Kim bilir açılmayan ne çok konu vardır.”


2020 / Sayı 7

9

Korona günlerinde besicilik! Zeki Dara / Hakkâri

15 Nisan 2020

C

Haber Yazısı

in’de ortaya çıkan ve birkaç ay sonra küresel bir sorun haline gelen koronavirüs (COVID-19) salgını insanları olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Virüs nedeniyle dünya genelinde 2 milyarı aşkın evine kapanırken, bir o kadarı da büyük tehlikeye rağmen eski iş ve alışkanlıklarını sürdürüyor.


2020 / Sayı 7

10  Hükümetleri ve dünya sistemini büyük ölçüde değişime zorlayan ve her kesimi akla gelmeyecek tedbirler almak durumunda bırakan koronavirüse rağmen çalışmak mecburiyetinde olan insanlar da var. Bunların başında da Hakkârili besiciler geliyor. Sadece kendi canlarını değil geçimini sağladıkları hayvanları korumak durumunda olan besiciler farkında oldukları büyük tehlikeye rağmen işlerine devam ediyorlar. Yüksekova İlçesine bağlı 90 haneli ve yaklaşık bin kişinin yaşadığı Beşbulak Köyü’nde vatandaşlar geçimlerini küçükbaş hayvan besleyerek sağlıyorlar. Korona salgını nedeniyle sosyal izolasyonun arttığı ve insanların can telaşına düştüğü bu dönemde büyük tehlikeye aldırmadan çalışmak durumunda olan besiciler, hayata tutunmak için hayvanlarını beslemek zorunda olduklarını belirtiyorlar. 58 yaşındaki 13 çocuk babası Melank Kom, tek geçim kaynağı olan besicilik olduğunu belirterek,

koronavirüs salgınına rağmen işini yapmak mecburiyetinde olduğunun altını çiziyor. Herkes gibi kendinsin de virüs nedeniyle tedirgin olduğunu anlatan Kom, şunları söylüyor: “Yıllardır bu hayvanlar bize bakıyor. Bütün geçimimizi sağlıyor. Ve hepsi birer can. Nasıl kendimizi koruyorsak hayvanlarımızı da korumak zorundayız. Virüs tehlikesi herkesi çaresiz duruma düşürmüş. Ancak bu belanın üstesinden gelmek için bilim insanlarının yaptıkları uyarılara dikkat etmek gerekir. Bizim gibi insanlar için bu çok zor olsa da biz hijyenimize dikkat ediyoruz. Hayvanlarımız sayesinde sağlıklı besleniyoruz. Doğal beslenme sayesinde virüse karşı korunaklıyız.” Aynı köyde çobanlık yapan 4 çocuk babası Muhsin Evren ise bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük tedirginliğe neden olan salgının kendisini de etkilediği bildirip “Ancak ailemin geçimini sağlamak için işime devam etmek mecburiyetindeyim” diyor.

Kendi imkânları ile yaptığı amatör maskesini takarak kendini korumaya çalışan Evren, vatandaşlara “Evde Kal” çağrısı yapıp sözlerini şöyle sürdürüyor: “İşimiz çok zor. Kış bu yıl çok çetin geçti ve uzun sürdü. Koronavirüs ortaya çıkınca herkeste ciddi bir tedirginlik oluştu. Biz de bu durumdan etkileniyoruz. Her şeye rağmen işimize bakıyoruz. Çünkü bizim hayvanları aç bırakmak gibi bir şansımız yok. Onlar bize muhtaçlar. Kendi çapımızda tedbirlerimizi alıyoruz. İnşallah bütün insanlık ve ülkemiz bu virüs belasından en az zayiatla atlatır.” Hakkâri Merkeze Bağlı Kırıkdağ Köyü’nde yaşayan ve yaklaşık 200 küçükbaş hayvan sahibi besici Ahmet Yunusoğlu, her şeye rağmen hayatın devam etiğini ifade ederek korona günlerinde besicilik yapmanın zor bir iş olduğunu söyledi. Yunusoğlu, beklemedik bu durum karşısında herkesin kendi imkânları doğrultusunda tedbir alması gerektiği mesajını verdi.


2020 / Sayı 7

Salgın günlerinde ruh sağlığı…

C

oronavirüs ile mücadele süreci, sektörlerde yaşanan küçülme, uygulanan sokağa çıkma yasağı, üretim- tüketim alışkanlıklarında değişiklik gibi yeni davranış biçimlerini dayattı. Salgının birey ve toplumun ruh sağlığını etkilediğine işaret edilirken yapılan araştırmalar, korktuğumuz ve yaşlıların daha rahat olduğunu ortaya koydu. Ruh Sağlığı Derneği, salgın korkusunun, korku salgınına dönüştüğüne dikkat çekip kaygı bozukluğu olanların daha çok etkilendiğinin altını çizdi. Dernek yetkilileri, yaşlı kesimin kaderci yaklaştığı, sosyal medyanın paniğe sebep olduğu herkesin kendi alanına ihtiyaç duyduğu ve psikolojik rahatsızlığı olanların

daha çok etkilediğini vurguladı Ocak ayında Çin’in Wuhan Eyaleti’nde ortaya çıkan Covit 19 virüsü kısa sürede neredeyse tüm dünyayı etkisi altına aldı. Hızla yayılan ve insanlar arasında bulaşan virüs, sadece fiziksel sağlığı tehdit etmekle kalmıyor adeta yeni bir yaşam biçimini de dayatıyor. Bu durum yeni davranış biçimlerini beraberinde getirdiği gibi birey ve toplum bazında ruh sağlığını da önemli ölçüde etkiliyor. Virüsün dünyaya yayılmaya başlamasıyla beraber hayatımıza yeni kavram ve ürünler de girmeye başladı. Karantina, sosyal mesafe, stok, farklı özelliklerdeki maskeler, Corona öncesi dönemde bu kadar talep görmeyen dezenfektan ürünler… Tüm bu ürün ve uygulamalar bir yandan sağlığımızı

18 Nisan 2020

koruma endişesinin yansıması olsa da ortaya çıkan yeni duruma uyum ve kabullenme süreçleri de göründüğü kadar kolay değil. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “2.Dünya Savaşı’ndan bu yana en ciddi durum” olarak tanımladığı Covit-19 salgını, bir yandan da yeni ekonomik önlemleri beraberinde getirdi. Belli sektörlerde yaşanan küçülme, çeşitli ülkelerde uygulanan sokağa çıkma yasağı, üretim- tüketim alışkanlıklarındaki değişiklik gibi faktörler de salgın döneminde bireyleri ve toplumları etkisi altına aldı. Özetlemek gerekirse küresel salgının “sağlık”, “sosyal yaşam” ve “ekonomi” olarak sıralanabilecek 3 temel alanda kendini gösterdiğini söylemek

Haber Yazısı

Doruk Çakar Balçık / Ankara

11


2020 / Sayı 7

Klinik Psikolog Nihal Arvas Yanık

12

mümkün. Dünya böylesine zorlu bir sınavdan geçerken, evden çıkmamanın sıkça tavsiye edilmesi, geleneksel ve sosyal medyanın neredeyse tek gündem maddesinin Coronavirüs olması, ruh sağlığımızın bundan etkilenmemesi mümkün değil. KORKUYORUZ Virüsün dünya çapında yayılmaya başlamasının ardından beklenen “korku” iklimi, Türkiye’de de kendini gösterdi. Barem Araştırma şirketinin yaptığı ankete göre, kendileri ve ailelerinden birinin virüse yakalanma ihtimalinden korkan bireylerin oranı yüzde 67 olarak belirlendi. Araştırmaya göre, salgın nedeniyle korku düzeyi kadınlarda daha fazla. Kadınların korku ve endişe duyma oranı yüzde 71 olarak ortaya çıktı. Eğitim düzeyi de korku ve endişe oranında etkili olan faktörler arasında. Araştırma sonuçlarına göre, lise ve altı eğitim düzeyindeki her 100 kişiden 13’ü korku yaşarken, bu oran üniversite ve üzeri eğitim seviyesine sahip kişilerde yüzde 23’e yükseliyor. YAŞLILAR DAHA RAHAT Yüksek risk grubunda olan yaşlı kesimde daha az korku ve endişe görülüyor. Uyarılara ve 65 yaş üstü vatandaşlara uygulanan sokağa çıkma yasağına rağmen, açık alanda sıkça karşılaştığımız yaşlıların korku ve endişe düzeyi

Prof.Dr. Nesrin Dilbaz

daha düşük. Araştırmaya göre, 24 yaş ve altı kişilerde yüzde 72 olan korku duygusu, 65 yaş ve üzeri kişilerde yüzde 57’ye düşüyor. EL YIKAMA, HABER TAKIP ETME ORANI ARTTI Ruh Sağlığı Derneği’nin geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği “Korku salgını” araştırması da, küresel salgının ruh sağlığı ve davranışlarımız üzerindeki etkilerine yönelik sonuçları ortaya koydu. Bin 500 kişi ile yapılan araştırmada katılımcıların yüzde 73.82’si “ellerimi sık sık yıkama isteğim arttı”, yüzde 72.62’si “haberleri takip etme merakım arttı”, yüzde 72.56’sı “öksüren ya da hapşıran kişilerden irkilme durumum arttı” yanıtını verdi. Katılımcıların yüzde 60.69’u ise “insanların salgın hastalıklarıyla ilgili kişisel tedbirler almadıklarıyla ilgili kanaatim arttı” şeklinde görüşlerini paylaştı. Araştırmada bireylerin salgından korunma davranışı da soruldu. Katılımcıların yüzde 63.43’ü salgınla birlikte “maske ve dezenfektan temin etme isteğim arttı” yanıtını verdi. Yiyecek ve içecek depolama isteği artanların oranı ise yüzde 37.67 olarak belirlendi. SALGIN KORKUSU, KORKU SALGININA DÖNÜŞTÜ Söz konusu araştırmayı gerçekleştiren Ruh Sağlığı Derneği’nin Ruh Sağlığı Komisyon

Başkanı Klinik Psikolog Enise Akgül’e göre, virüs hakkında bilinmezlik ve belirsizliğin çoğalması, korku ve kaygının aşırı yükselmesi, insanların yaşam sevincinin azalması, stres seviyesinin artması panik havasının oluşması gibi psikolojik faktörler bağışıklığı ve direnci de düşürebiliyor. Akgül yaşanan süreci, “Salgın korkusu, neredeyse bir korku salgınına dönüştü. Eğer korkuyu yönetemezsek korku bizi yönetmeye başlar. Güvenli etki aralığında kalmak daha sağlıklı olacak. Yoksa toplumsal ve sosyal olarak olumsuz psikolojik etki bizleri daha savunmasız hale getirebilir” şeklinde yorumluyor. Söz konusu veriler ışığında gelinen noktayı, Coronavirüs salgınının ruh sağlığımız ve davranış biçimlerimiz üzerindeki etkilerini psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz ve Klinik Psikolog Nihal Arvas Yanık, 24 Saat Gazetesi için değerlendirdi. Kaygı bozukluğu olanların daha çok etkilendiğini vurgulayan Prof. Dr. Dilbaz, şu açıklamada bulundu: “Böyle bir şeyle insanlar uzun süre sonra ilk kez karşılaşıyor. Bu yüzyıl içerisinde insanlar her şeyi çok rahat çok serbest yaparken, birden bire kısıtlama gelmeye başladı. Bu kısıtlama sokağa çıkmak dahil pek çok alanda olabilir. Buna psikolojide ‘engellenmek’ diyoruz. Özellikle engellenme eşiği düşük olan insanlar, istediğini istediği zaman yapmak isteyen,


daha benmerkezci olan insanlar, var olan kurallara değil de kendi oluşturduğu kurallara göre yaşamak istiyorlar. Evde kapalı olmak ya da evde kalma düşüncesi insanda kaygı yaratabilir. Ama hastalanma kaygısı hastalığın çok hızlı yayılması çok daha ciddi bir risk. Bu durumda en çok kaygı bozukluğundan insanlar sıkıntı yaşıyor.” YAŞLI KESIM KADERCI YAKLAŞIYOR Hem risk grubunda olan hem de sokağa çıkmaları yasak olan 65 yaş üzeri vatandaşların daha çok evlerinin dışında olma isteklerini de değerlendiren Dilbaz, şunları söyledi: “Şu an 65 yaşın üzerindeki insanlar, 20- 30 yıllarını kaderci anlayışla geçirdiler. Verilenle yetindiler, verilmeyenle ilgili ‘Allah, o kadarını verdi’ gibi algıladılar. Haklarını talep etmediler. Şu anda da yaşam haklarını talep etmiyorlar. Yaşlılara evde kalmaları mesajını, izledikleri televizyon programlarının arasında vermek gerekiyor.” SOSYAL MEDYA PANIĞE SEBEP OLUYOR İnsanların bilgi aramak için son dönemde sıklıkla başvurduğu sosyal medyanın, salgın günlerinde daha dikkatli kullanılması gerektiğinin altını çizen Prof. Dilbaz, “Sosyal medya yanlış kullanıldığı zaman kesinlikle paniğe sebep oluyor. Şu an Coronafobiden bahsediyoruz. Burada güveni kaybedersek savaşı kaybederiz. Sisteme ve devlete güvenmek gerekiyor. Şu anda tek güveneceğimiz şey devletin verileri. Güvensizlik yaratılırsa çok kötü olur. Sosyal medyadaki bilgi kirliliğine dikkat etmek gerekiyor. Günde en çok 2 kez sosyal medyaya 2 kez televizyona bakmanız lazım” diye konuştu. HEPIMIZ AYNI UÇAKTAYIZ Salgının yayılmasıyla birlikte, temek gıda ve temizlik malzemelerinin stoklanması da gündeme geldi. Kendini güvende hissetmeyen ve salgının sonunun nereye varacağını tahmin edemeyen, bu nedenle temel ihtiyaçlarını fazlasıyla alarak depolayan kitlelere

ilişkin değerlendirmelerde bulunan Dilbaz, bu davranışın “bireyselleşmenin getirdiği güvensizlik duygusundan” kaynaklandığını belirtti. Çözümün toplumsal dayanışma olduğunu kaydeden Dilbaz açıklamasına şöyle devam etti: “Şu anda bir uçak düşüyor hepimiz bu uçağın içindeyiz, birlikte düşüyoruz. Sadece Türkiye değil, Almanya da Amerika da okumuşu da cahili de zengini de fakiri de birlikte düşüyoruz. Onun için burada el ele verip birlikte önlemlerimizi almak gerekli. Burada toplumsal dayanışmanın da etkisi büyük. İnsanlar birbirini evde kalma konusunda ikna etmeli, motive etmeli. Birbirlerinin ihtiyaçlarını dayanışma örneği göstererek karşılaması önemli. Bu virüs dünyada çok ciddi problemlere yol açtı. Sonuçta ekonomik zorluklar olacak. Ama dünya değişecek. Kendi ülkemizde çok uzun süredir toplumsal ve sosyal dayanışmayı unutmuş, biz demekten ben demeye gelmiş, sadece kendi için yaşayan insan grubu haline gelmiştik. Şu anda ‘benim’ dediğimiz şey hiçbir işe yaramaz. Bir ton makarnanız olsun bir işe yaramayacaktır. Ancak komşularınızla sevdiklerinizle paylaşırsanız işe yarar. Yeniden hümanistik yaklaşıma geçilmesi gerekiyor. Stok yapma davranışı, benmerkezci bireysel tutumlarla ilgili. Eskiden böyle değildik. Ama son 20 yıldır 30 yıldır bu bireysel davranışlar gittikçe artmaya başladı. Zamandaki değişim bu hale geldi. Evimize kapandık kendi yemeğimiz, kendi sevdiklerimiz, dışarıdaki ne olursa olsun düşüncesi oluştu. Yani ‘ben kimseye yardım etmem kimse de bana yardım etmez’ düşüncesi stoklama davranışına yol açtı.” KENDI ALANIMIZA IHTIYACIMIZ VAR Duyarlılık sahibi insanların salgın ortamında evden çıkmamalarının, aile içi ilişkileri geliştirdiği sıklıkla ifade ediliyor. Ancak söz konusu zaman dilimi, ailedeki bireyler arasındaki ilişkiler için risk de oluşturabiliyor. Böyle durumlarda bireylerin “kendi alanlarına ihtiyaç duyabileceklerini” belirten Klinik Psikolog Nihal Arvas Yanık, şu

değerlendirmeyi yaptı: “Corona salgını ile birlikte evde uzun süreli zaman geçirmek, ilişkiler açısından zaman zaman risk teşkil edebilir. Fiziksel yakınlık bir yandan ilişkilere iyi gelirken bir yandan çatışma yaşama riskini de arttırabilir. Nitekim geçtiğimiz günlerde Çin’de boşanma oranlarının arttığına ilişkin haberler izlemiştik. İlişkiler açısından ise iyi iletişim ve güven, birlikte zaman geçirirken bile ayrı bireyler olarak kendi alanımıza ihtiyaç duyduğumuzun unutulmaması faydalı olacaktır. Ancak bu süreç geçmişte ya da günümüzde yaşanılan sorunları birbirimizi suçlayarak çözmeye giderse bu durum güç savaşına dönüşeceği için ilişkiyi de olumsuz etkileyecektir.” PSIKOLOJIK RAHATSIZLIĞI OLANLARI DAHA ÇOK ETKILEDI Küresel salgının, kaygı, panik atak ve obsesif kompulsif rahatsızlığı olanları daha çok etkilediğine dikkat çeken Yanık, açıklamasını şöyle tamamladı: “Daha önce temizlik takıntısı olan ya da sağlık ile ilgili kaygı yaşayan bireylerin bu dönemde yeniden tetiklendiklerini gözlemliyoruz. Hatta daha önce belirti göstermeyen bireylerin bile bu konuda kaygısı oldukça arttı. Özellikle Corona virüs belirtilerinden birinin ‘nefes darlığı’ olması panik bozukluk gösteren bireyleri daha çok etkiledi. Çünkü panik bozukluğu olan bireyler nefes alamadıklarını, öleceklerini ya da deliriyor olduklarını düşünürler. Panik bozukluğu olan bireyler eğer bedensel semptomlarına daha çok odaklanırlarsa, olmayan semptomları da üreteceklerdir. ‘Nefes alamıyorum’ hissinin yanına, ‘bedenim uyuştu, kalbimde ağrı var, elim titriyor’ gibi olmayan başka semptomlar da eklenecektir. Bu nedenle nefes alamadığını düşünen bir panik bozukluk hastasının dikkatini var olduğunu düşündüğü bedensel semptomlarına değil çevresine vermesini öneririz.”


2020 / Sayı 7

14

İzmir Merkezde Bir “Kara Kıta” Onur Pazarlı / İzmir

Haber Yazısı

1

990’lardan beri mülteciler için geçici bir istasyon ve barınma merkezi olan Basmane, bir dönem “Küçük Suriye” olarak adlandırılırken şimdilerde yine “Küçük Afrika” olarak adlandırılıyor. Basmane’nin “ötekisi” Afrikalı mülteciler, 24 Saat Gazetesi’ne Türkiye’de yaşadıklarını anlattı İzmir’in en eski yerleşim merkezlerinden olan Basmane’nin kaderi, 1886’da Basmane Garı’nın açılması ile değişti. Osmanlı’nın Avrupa’ya açılan kapısı olma özelliğini taşıyan Basmane, Büyük İzmir Yangını’na kadar Ermeni ve Rumların yaşam alanları idi. Basmane ismi de

Ermeni tüccarların işlettiği basma fabrikalarından geliyor. Ermeni ve Rumların mübadele sonucu göçlerinin ardından ilk olarak bu bölgeye Anadolu’nun iç bölgelerinden gelenler yerleşti. 1990’lu yıllardaki köy boşaltmalarının ardından ise Kürtlerin yerleşim yeri oldu. Şimdilerde ise başta Suriyeliler olmak üzere mültecilere pek çok farklı ülkeden mülteciye ev sahipliği yapıyor. İzmir’e gelenlerin ilk uğrak yeri olan Basmane, 1990’lı yıllardan beri de mültecilerin Avrupa’ya ulaşmak için kullandığı güzergâhın Anadolu topraklarındaki son durağı. Basmane, mülteciler için geçici bir istasyon ve barınma merkezi olma

18 Nisan 2020

özelliğini taşıyor. Bu güzergâhı ilk kullanan Afrika’nın çeşitli ülkelerinden gelen mülteciler idi. Zamanla Ortadoğu ve Asya’daki ülkelerden gelen mülteciler için de bir merkez haline geline geldi. Basmane’nin tercih edilmesinin başında göçmen kaçakçılarının bu bölgeyi mesken tutmasından dolayı daha kolay iletişime geçilebilmesi ve aynı zamanda İzmir’in diğer bölgelerine göre konaklamanın daha ucuz olması. Mülteciler ya oteller de ya da kayıtsız işletilen pansiyon tarzı konaklarda kalıyorlar. 1900’li yıllarda Yahudilerin kaldığı “Kortejo” isimli aile evleri şimdi mültecileri barındırıyor. 24 Saat Gazetesi olarak Basmane’nin


2020 / Sayı 7

“ötekisi” Afrikalı mülteciler ile konuşarak Türkiye’de yaşadıklarını öğrendik. AFRIKA’DAKI 5 KIŞIDEN BIRI AÇ Özellikle Doğu Afrika’daki ülkelerden gelen mülteciler, Kuzey Afrika-İtalya güzergâhının tehlike olmasından dolayı Türkiye rotasını kullanıyorlar. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Afrika halkı, bugün yoksullukla mücadele ederken iç savaş kışkırtıcılığından dolayı doğal kaynakları kullanamıyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Fonu’nun verilerine göre, dünya genelindeki açlıkla boğuşan 821 milyon insanın dörtte biri Afrika’da yaşıyor. Afrika genelinde her beş kişiden bir açlıkla karşı karşıya iken Doğu Afrika’da her üç kişiden biri açlıkla karşı karşıya. Ülkelerinden açlık, yoksulluk, işsizlik, kıtlık ve iç savaşlardan kaçan Afrikalı mültecilerin de Türkiye’deki durağı Basmane. Yasal yollarla Türkiye’ye geldikten sonra Basmane’de göçmen kaçakçıları ile irtibat kuruyor ve geçecekleri güne kadar bekliyorlar. Kimilerinin ise paralarının kısıtlı olmasından dolayı Basmane’deki bekleyişleri daha uzun sürebiliyor. Geçici bir iş Afrikalı mülteciler para biriktirerek Avrupa yollarını tekrar zorluyorlar. Avrupa hayalinin kuranlar arasında ülkelerindeki iç savaştan dolayı yakınlarını ve yaşam alanlarını kaybedenler de var, ülkelerindeki aldıkları eğitime rağmen mesleklerini yapamayan mühendisler de var. YENIDEN “KÜÇÜK AFRIKA” OLDU Suriye’deki iç savaşın büyümesinin ardından Suriyelilerin, sonrasında Afganistanlıların gelmesi ile birlikte görünürlükleri azalmıştı ama Suriyelilerin ve Afganistanlıların Avrupa’ya geçişte Basmane bölgesini kullanma sıklığı azalınca tekrardan görünür oldular. Bir dönem “Küçük Suriye” olarak adlandırılan Basmane tekrardan “Küçük Afrika” olarak adlandırılmaya başlandı. Mültecilerin en çok kullandığı otellerin başında Tarihi Paşa Konağı Oteli geliyor. Oteldeki bütün misafirlerin tamamına yakını Afrikalı mültecilerden

oluşuyor. Otelin bir kısmı aileler için ayrılırken bir kısmı da bekârlar için ayrılmış. Ortak mutfakta mülteciler kendi yiyeceklerini pişiriyorlar. HAYALI AVRUPA IDI BASMANE’DE TEKSTIL IŞÇISI OLDU Çok sayıda yakını ve arkadaşı gibi Avrupa’da daha iyi bir hayat kurmak için yola çıkan Senegalli Youssouf Dijeng ülkesinde üniversiteyi bitirmiş ancak iş bulamadığı için ülkeyi terk etmiş. 2 aydır İzmir’de olan Dijeng, göçmen kaçakçısı ile Yunanistan’a geçmek için anlaştıkları günün sabahında oteli polisler tarafından basılmış ve kaçakçı paraları alarak ortadan kaybolmuş. Basmane’deki merdiven altı bir tekstil atölyesinde tanıştığımız Dijeng iki hafta önce burada çalışmaya başlamış. İngilizce bilen bir Suriyeli mülteci sayesinde atölyeye işçi olarak giren Dijeng, ip temizleme işini yapıyor ve haftalık olarak 400 lira alıyor. “AFRIKALI OLDUĞUMUZ IÇIN DAHA KÖTÜ DAVRANIYORLAR” Parasının tükendiğini ve son çare olarak iş aradığını dile getiren Dijeng “Beraber çalıştığım işçilerin çoğu Suriyeli benim gibi mülteci oldukları için yardımcı oluyorlar” dedi. Basmane’nin ara sokaklarındaki kayıtsız bir pansiyonda kalan Dijeng “Afrika’dan geldiğimiz için bize daha kötü davranıyorlar. Bir insanın yaşamayacağı odalar söz konusu biz olduğumuzda daha yüksek fiyatlara veriliyorlar. Kaldığımız yerler temiz değil ve sürekli hastalanıyoruz. En kötüleri bizlere reva görüyorlar” diye konuştu. Para biriktirerek Avrupa’ya gitmek istediğini anlatan Dijeng, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama burada kazandığım para pansiyona ve günlük ihtiyaçlarıma ancak yetiyor. Türkiye’de gıda çok pahalı. Patrondan daha fazla da istemiyorum çünkü şikâyet ettiğinde sınır dışı edilme korkusu yaşıyorum. Öğrendim ki asgari ücret diye bir şey varmış ve ondan daha aşağıya alıyormuşum. Çalıştığım yerde yıllardan beri çalışan Suriyeli işçiler bile asgari ücretin altında para alıyor. Ülkemdeki arkadaşlarımdan para

istedim. Gönderebilirse kısa sürede gideceğim. Göçmen kaçakçıları bile bizden daha fazla para istiyorlar.” ÜLKESINDEKI IÇ SAVAŞTAN KAÇAN: NOMHLE KHALID Anafartalar Caddesi üzerindeki seyyar manav tezgâhının başında tanıştığımız Eritreli mülteci Nomhle Khalid ise ülkelerindeki iç savaştan kaçtığını belirtiyor. Fotoğrafının çekilmesini istemeyen Khalid, arkadaşları ile birlikte İzmir’e gelmiş. Khalid, gruplar arasındaki çatışmalarda yakınlarını kaybettiğini ve öldürülme endişesinden dolayı ülkesini terk etmiş, fotoğrafının çekilmemesini de bu endişesinden dolayı istedi. “MÜLTECILIK STATÜSÜ ISTIYORUZ” Türkiye’de kalmak için pasaportu ile kısa dönem oturma izni aldığını anlatan Khalid, “Türkiye’de uluslararası korumaya başvurabileceğimi söylediler ama sonuçlanması uzun sürüyormuş. Savaştan kaçtığım ve ölüm ihtimalim olduğu halde mültecilik statüsü verilmiyor. Dört yıldır bekleyen İranlı mültecilerle tanıştım. Bize yasal yollardan geçiş hakkı verilse göçmen kaçakçıları ile neden anlaşalım” ifadesini kullandı. Kendisinin ve diğer Afrikalı kadın arkadaşlarının sokakta tacize uğradıklarını bildiren Khalid, Türkiye’de yaşadıkları konusunda ise şunları söyledi: “Kadın mülteci olduğumuz için hor görülüyoruz. İnsanlar rahatlıkla saldırgan bir tavır alabiliyorlar. Bizim tek istediğimiz Türkiye’den ayrılarak Avrupa’ya gitmek ve mülteci statüsü almak. Otelde uyurken bile tedirgin haldeyiz. Geçtiğimiz ay gaspa uğrayıp cüzdanımı çaldırdım, şansıma içinde çok az para vardı. 3 kadın arkadaş olarak geldiğimiz için oteller bile bizi almak istemedi. Umarım daha çok kalmadan Avrupa’ya gideriz.” Haberi yayına hazırlarken Youssouf Dijeng ve Nomhle Khalid’in Avrupa’ya geçtiği haberini aldık. Türkiye’nin gitmek isteyen mültecilere engel olmayacağını öğrenmelerinin ardından Çeşme üzerinden Yunanistan’a ait Kios Adası’na geçmişler.

15


2020 / Sayı 7

16

“Çingene Kızı”na 340 bin 569 ziyaret

Haber Yazısı

Dudu Gül Güray Demir / Antakya

22 Nisan 2020


2020 / Sayı 7

G

aziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nde bulunan “Çingene Kızı” mozaiği, 2016 yılında 108 bin 835 olan ziyaretçisi sayısını 2019’da 340 bin 569’a çıkararak rekora imza attı Dünyanın en büyük mozaik müzelerinden olan, Çingene Kızı eseriyle ünlü Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi, 2019’da 340 bin 569 yerli ve yabancı tarafından ziyaret edildi. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, açılışı 9 Eylül 2011’de yapılan, 25 bini kapalı 30 bin metrekarelik alana kurulu Zeugma Mozaik Müzesi, Gaziantep’te yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği mekânların başında yer alıyor. Kentin geçmiş dönemlerine ait birçok eserin sergilendiği müzede, Çingene Kızı mozaiğinin yanı sıra Mars heykeli, Roma dönemine ait çeşmeler ve Fırat Nehri kenarındaki villalarda kurtarma kazıları sırasında çıkarılan eşsiz mozaikler sergileniyor. Kentin turizm potansiyeline büyük katkı sağlayan eşsiz tasarımıyla ziyaretçilerini adeta kendine hayran bırakan Zeugma Mozaik Müzesi, şuana kadar 1,5 milyon kişiye kapısını açtı. Son yıllarda ziyaretçi grafiğinde ciddi artış olan Zeugma Mozaik Müzesi, 2016’da 108 bin 835, 2017’de 169 bin 773, 2018’de 267 bin 552 kişiye kapılarını araladı. Geçen yıl ise 340 bin 569 yerli ve yabancı ziyaretçiyi ağırlayan müze, geçmiş senelere göre ziyaretçi rekoru kırdı. ÇINGENE KIZININ GIZEMLI HIKÂYESI Nizip İlçesi’ne 10 kilometre mesafedeki Belkıs Mahallesi yakınlarındaki Fırat Nehri kıyısında, milattan önce 2’nci

ve 3’üncü yüzyıllara tarihlenen muhteşem mozaiklerle süslenmiş Roma evlerini bünyesinde barındıran Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan mozaiklerin simgesi haline gelen ‘”Çingene Kızı’”nın bulunma hikâyesi de kendisi kadar etkileyici. Çingene Kızı mozaiği, Zeugma Antik Kenti kazılarına o dönem başkanlık eden emekli öğretim üyesi Rifat Ergeç ve ekibi tarafından, 1998 yılındaki kurtarma kazıları sırasında, bir vatandaşın gösterdiği Kelekağzı bölgesinde açılan yaklaşık 15 metrekarelik tahrip edilmiş mozaiğin üzerindeki kırık bir sütunun kaldırılmasıyla tesadüfen bulundu. Bir villanın yemek odasının zeminindeki birçok bölümü tahrip edilmiş mozaiği, kaçakçıların, üzerindeki sütun nedeniyle fark etmediği belirlenmişti. Kulağındaki küpeler, iri gözleri ve başındaki bağ nedeniyle “Çingene Kızı” olarak adlandırılan mozaik, bulunduğu günden itibaren Gaziantep’in tanıtımına büyük katkı sağlıyor. 1960’lı yıllarda kaçak kazılar sırasında parçalanan ve yasa dışı yollarla yurt dışına kaçırılan Çingene Kızı mozaiğinin 12 kayıp parçasının ise yıllar sonra ABD’nin Bowling Green State Üniversitesi’nde dekorasyon amaçlı sergilendiği tespit edildi. RESMI TATILLERDE ZIYARETÇI AKININA UĞRUYOR Müze, “Göbeklitepe Yılı” ilan edilen 2019”’da her resmi tatilde adeta ziyaretçi akınına uğradı. Son yıllarda ziyaretçi grafiğinde ciddi artış olan Zeugma Mozaik Müzesi, her geçen adını dünyaya duyurmaya devam ediyor. Ziyaretçilerden Cemal Alioğlu, “Çingene Kızı’nın kayıp parçaların

müzeye getirilmesiyle kentin tanınırlığı daha da arttı. Gerçekten çok büyülendik, çok güzel eserler. Kentimiz her geçen gün turizm yönünden daha da büyüyor. Gaziantep şehriniz mutlaka görülmesi gereken bir yer. Ve herkesin mutlaka görmesi gereken eserler” sözleriyle duygularını atardı. ”KENTIMIZE MADDI ANLAMDA CIDDI KATKISI OLUR” Ziyaretçilerden İsmail Kaya da “Bu eserler çok şükür yıllar sonra da olsa yuvasına kavuştu. Biz Gaziantepli olarak kentimizin simgesi olan bu eserlere ziyaretçilerin artması maddi olarak da bizi memnun ediyor. Bu da turist sayımızı arttırır ve kentimize maddi anlamda ciddi katkısı olur.” diye konuştu. 1965’TEN BERI ABD’DEYDI 1960’lı yıllarda Nizip ilçesine 10 kilometre mesafedeki Belkıs Mahallesi yakınlarındaki Fırat Nehri kıyısında bulunan Zeugma Ören Yeri’ndeki kaçak kazılarda yurt dışına çıkarılan, 1965’te Bowling Green Devlet Üniversitesince 35 bin dolar karşılığında Peter Marks isimli sanat tacirinden satın alınan Zeugma mozaikleri, o tarihten bu yana üniversitedeki Wolfe Sanat Merkezi girişinde üzeri cam panel içinde döşenmiş vaziyette sergileniyordu. Eserlerin Türkiye’ye getirilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ABD’nin Bowling Green Eyalet Üniversitesi arasında yaklaşık 5 ay önce protokol imzalanarak çalışmalara başlanmış ve parçalar uçakla 28 Kasım’da Gaziantep’e getirilmişti.

17


2020 / Sayı 7

18

Virüs, okuyucuları bilim kitaplarına yönlendirdi

Haber Yazısı

Muhittin Botan / Van

22 Nisan 2020


2020 / Sayı 7

Mehdi Gerçekli

V

irüs salgını, tüm dünyayı etkilerken sahaflar da kepenk kapatma noktasına geldi. Vanlı sahaf Gerçekli, sokağa çıkılmamasından olumsuz etkilendiklerini bildirip en çok felsefe, tarih ve bilim kitaplarının satıldığını söyledi. Covid-19 dünya genelinde etkili olurken, insanların sokağa çıkmama kararı nedeniyle esnaf, çok zorlanmaya başladı. Ekonominin yaşadığı durgunluk ve belirsizlik sahafları da kepenk kapatma noktasına getirdi. Bin yılı aşkın bir geçmişi olan sahaflık, genel anlamıyla eski, artık basımı yapılmayan, ikinci el dergi veya kitapların alınıp satışının yapıldığı veya başka bir kitap ile değişiminin yapıldığı yerler olarak biliniyor. Tarih ve kültür taşıyıcıları olan sahaflar, eskimiş tozlu raflarında sadece eskimiş kitapları barındırmıyorlar, gerçek anlamda insanlığın geçmişini de barındırıyorlar. Gösterişten uzak, kimselerin dikkatini çekmeyen küçük sahaf dükkânları, bir zamanlar her meslekten ve her kesimden insanların en fazla uğradıkları, zaman geçirdikleri yerlerdi. Teknoloji ve bilim ne kadar ilerlese de önemlerini kaybetmeyen sahaflık, günümüzde kepenk kapma ile karşı karşıya. Van’da, Sahaflar Çarşısı’nda 12 yıldır sahaflık yapan Mehdi Gerçekli, son birkaç aydır işlerinin kötüye gittiğini, kiralarını bile çıkartamadıklarını anlatıp

“Artık kira için çalışıyoruz” dedi. Ekonomik krizin kendilerini fazlasıyla olumsuz etkilediğini belirten Gerçekli, insanların alım güçlerinin düşmesi ile birlikte kitap alımlarını kıstıklarına değinerek, “Öncesinden işçiler, memurlar, öğrenciler yoğun olarak kitap alırlarken, bugün kitap alımları çok düştü. Gidişattan da anlaşılacağı üzere insanlar artık kitap almaya bütçe ayıramıyorlar” diye konuştu. SALT KITAP SATMIYORLAR Kendilerinin salt kitap satmadıkları, insanlardan evlerindeki ve kullanılmayan kitapları almadıklarını bildiren Gerçekli şunları söyledi: “Kitap almaya gelen birçok insan ile aramızda belli bir diyalog oluşmuş durumda. Alacakları kitaplar konusunda bizimle sohbet ediyorlar. Ayrıca ne tür kitap istediklerini belirtip bizden kitap talep ediyorlar. Biz de onlara kitap önerisinde bulunuyoruz. Kitapçılarda arayıp da bulamadıkları kitapları bulmamız için de bize geliyorlar. Biz de piyasada araştırıyor, başka yerlerden soruyor, kitabı bulup müşterimize veriyoruz.” “COVID-19 SATIŞLARI DURDURMA NOKTASINA GETIRDI” Virüsten korunmak amacıyla insanların eve kapandıklarını, bundan dolayı da kitap satışlarının artması gerektiği şeklinde bir beklentinin olduğunu ancak bu beklentinin gerçekleşmediğine

dikkat çeken Gerçekli, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ekonomik sıkıntılardan kaynaklı zaten satışlarımız düşmüştü. Virüs dolayısıyla belirsizliklerin çok fazla olması, insanların ekonomik olarak daralması, direkt bize yansıdı. Maalesef insanlar kitap alımlarını sonraya bırakabiliyor. Virüs ile birlikte okuma kitaplarının satışı ağırlık kazandığı. Kültürel kitaplar, felsefi ve tarihi kitaplar ve romanlar, dünya klasikleri insanların en çok tercih ettiği kitaplar arasında yer alıyor.” Sokağa çıkmanın iyice düştüğü bu günlerde dükkân kirasının önemli bir sorun olduğunu, birkaç aylığına kiranın alınmaması veya düşürülmesi talebine karşın mülk sahiplerinin bunu kabul etmediğini ifade eden Gerçekli, şöyle devam etti: “Zaten kiramızı ödeyemiyorduk. Öğrencilerin alımları neredeyse sıfıra düştü. Öğretmenler de eskisi gibi kitap almıyorlar. Hatta sırf kiramı ödemek için bu yıl kırtasiye malzemeleri de satmaya başladım. Fakat artık sokaklar bomboş ve neredeyse satış yapamıyoruz. Yılların emeği olduğundan dükkânı kapatmak da istemiyorum. Ayrıca severek yaptığım ve benim açımdan zevkli bir iştir sahaflık. Bunun için biraz daha sabredeceğim. Kira bakımından daha uygun bir dükkân bulursam belki oraya geçerim.” Kitap fiyatlarının da yüksek olduğundan yakınan Gerçekli, insanların eskisi gibi kitap almamasında bunun da etkili olduğunu söyledi.

19


2020 / Sayı 7

20

“Cezaevinde bulunan gazeteciler de serbest bırakılmalı” Meltem Suat / İstanbul

Haber Yazısı

İ

nfaz yasası ile 90 bine yakın mahkûm tahliye edilirken, cezaevlerindeki gazeteciler bırakılmadı. Düzenlemeye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Durmuş ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi tepki gösterdi. Cezaevinde bulunan 90 bine yakın mahkûmun tahliye edilmesine olanak sağlayan yeni ceza infaz düzenlemesi 14 Nisan 2020’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamada AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19)

salgını nedeniyle açık ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile denetimli serbestlik tedbiri uygulanan hükümlüler, 31 Mayıs 2020’ye kadar izinli sayılacak. Salgının devam etmesi halinde bu süre 2 aylık sürelerle 3 kez uzatılabilecek. Ancak cezaevlerinde bulunan gazeteciler ise yeni ceza infaz düzenlemesinin kapsamı dışında bırakıldı. Düzenlemeye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu’ndan tepki geldi.

22 Nisan 2020

BİLGİNGAZETECILIK MAHKUM, CÜRÜM IŞLEYENLER SERBEST Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gruplarının ortak hazırladığı infaz düzenlemesine ilişkin kanun teklifinin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşmasını “Gazetecilik mahkum, cürüm işleyenler serbest” sözleriyle eleştirdi. Gelişmeyle ilgili yazılı açıklama yapan Bilgin, konu ülke ve TBMM gündemine geldikten sonra Gazeteciler Cemiyeti’nin gerek basın kökenli milletvekillerine gerekse çeşitli siyasi parti


2020 / Sayı 7

yetkililerine konuyla ilgili görüşlerini yazılı ve sözlü olarak çeşitli vesilelerle aktardığını söyledi. Bilgin, “Üzüntümüz tüm yapıcı uyarılarımızın dikkate alınmaması ve infaz paketinde düşünce suçluları ve gazeteciler bütünüyle kapsam dışında bırakılması oldu. Terörle Mücadele Kanunu uyarınca cezalandırılan siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler cezaevinde kalmaya devam edecek ama katiller, caniler, hırsızlar salıverilecek. Bu çok yakışıksız bir durum” dedi. Yasa değişiklik teklifinin görüşülmesi sırasında da Gazeteciler Cemiyeti’nin yaptığı değerlendirmede mevcut haliyle yasalaşması halinde bu durumun “eşitlik” ilkesi açısından ciddi anayasa ihlali olacağı uyarısında bulunulduğunu hatırlatan Bilgin, “Şimdi gerek eşitlik ilkesi gerekse de anayasada çok önemli bir hak olarak altı çizilen ifade ve basın özgürlüğünün korunması açısından bu yasanın iptali istenmelidir,” dedi. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, “Bizlerin dediklerine iktidar belki değer vermemekte kararlı, ancak en azından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kulak vermeli, gazetecinin, yazarın, siyasetçinin eline silah almayan kişilerin sırf yazdıkları nedeniyle terörist olarak yaftalamaya son vermelidir,” dedi. Bilgin gazetecinin terörist olarak yaftalamasının, gazeteciliğin suç olarak görülmesini kabul etmenin mümkün olmadığını vurguladı. Bilgin kamu ihale yasasının fiili olarak yokmuş gibi davranılması ve dolayısıyla büyük oranda azalan resmi ilan gelirleri bir yandan düşen tiraj gelirleri diğer yandan Anadolu basınını ciddi bir darboğaza soktuğunu vurgulayarak, “Kamu ihale yasasının fiilen ortadan kaldırılması Anadolu basınını bitiriyor” uyarısını yaptı ve “Türk medyası olarak iktidardan imdat çığlığımızın duyulmasını bekliyoruz,” dedi. Çok sayıda medya kuruluşunun kapanmakta veya ciddi küçülme içerisinde girdiğini kaydeden Bilgin, “Korkarım yakın süreçte gerek yerel gerekse de yaygın medya kuruluşlarında çok daha ciddi kurbanlar vermeye başlayabiliriz.

Gazeteciler ve medya kuruluşları halkın anayasal haber alma hakkının gerekleridirler. Onları hasım veya terörist görme yerine sorunlarına çözüm bulmak iktidarın öncelikleri arasında olmalıdır” dedi. “İNTIKAMCI HISLERIN DEVLETIN POZITIF YÜKÜMLÜLÜKLERINE BASKIN GELDIĞINI GÖSTERIYOR” Yeni düzenlemeyle ilgili görüşlerini aldığımız Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Önderoğlu, düzenlemeye şu sözlerle tepki gösterdi: “Toplumun korunmasına dönük insani temelli olduğu iddia edilen bir İnfaz düzenlemesinin sonuçta, hoşunuza gitmeyen görüşleri kamuoyu ile paylaşan medya temsilcilerini dışlaması, sadece toplumu bilgilendirme vazifesini önüne koydukları halde tutuklanan gazetecileri değil, biz temel hakların gözetilmesi peşinde koşanları da öfkelendirdi. Meslektaşlarımız, onca haksızlıktan sonra, şimdi de hapishanede bu ağır ayrımcı tutumun kendilerinin yarattığı tahribatın üstesinden gelmeleri gerekecek. Ekim 2019 tarihli Birinci Yargı Paketi, ifade özgürlüğü kapsamında Terörle Mücadele Kanunu ve TCK pratiğinde ciddi sorunlar bulunduğu gerçeğinden hareketle çıkarıldığı herkesçe biliniyorken son İnfaz düzenlemesinin, tutuklu gazetecileri hapishanelerde virüs tehdidine terk etmesi, ne yazık ki intikamcı hislerin devletin pozitif yükümlülüklerine baskın geldiğini gösteriyor. Türkiye’de yargıya yönelik iktidar müdahaleleri sorunun bir parçasıysa, bir diğeri de gazetecilerin tutuklanarak toplumu kutuplaştıran siyasete kurban edilmesidir. Mahpus gazetecilerin sağlığına gelebilecek herhangi bir zarardan yetkilileri sorumlu tutacağımız bilinmelidir.” “DÜNYANIN EN FAZLA GAZETECI TUTUKLAYAN ÜLKESI OLARAK LISTE BAŞIYIZ” Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş ise, “Katiller, uyuşturucu kaçakçıları, cinsel saldırganlar serbest bırakılacak, yazdıkları, yorumladıkları,

çizdikleri, gerçekleri ortaya çıkardıkları için terörist olmakla suçlanan gazeteciler serbest bırakılmayacak” diyerek tepkisini gösterdi. Durmuş, düzenlemeyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Türkiye’nin yaklaşık 10 yıldır en büyük sorunu basın ve ifade özgürlüğüdür. Dünyanın en fazla gazeteci tutuklayan ülkesi olarak liste başıyız. Şu anda Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde 85 gazeteci tutuklu bulunuyor. Bu gazetecilerin neredeyse tamamı ya bir terör örgütüne üye olmak ya da yardım etmek suçlamasıyla tutuklular. Durum böyle olunca iktidar tarafından ortaya atılan ‘Onlar gazetecilikten tutuklu değil’ argümanı toplum tarafından kabul görüyor. Ancak bizler iddianamelere baktığımızda suç delillerinin gazetecilik faaliyeti olduğunu biliyoruz. Bunları neden anlatıyorum? Çünkü bugün gündemde olan Ceza İnfaz Yasasında yapılacak değişiklik ile 90 bine yakın mahkûm tahliye olacak. Onların içinde gazeteciler yok. Çünkü terörist olmakla suçlanıyorlar. Yazdıkları, yorumladıkları, çizdikleri, gerçekleri ortaya çıkardıkları için terörist olmakla suçlanan gazeteciler serbest bırakılmayacaksa kimler tahliye edilecek? Kaba bir tabirle katiller, uyuşturucu kaçakçıları, cinsel saldırganlar serbest bırakılacak. Düşüneni, konuşanı değil öldüreni serbest bırakan bir düzenleme. Gözden kaçan bir husus daha var bu düzenlemenin içinde. Basın İlân Kurumu aracılığıyla resmî ilan ve reklam yayınlama hakkı olmayan veya cezalar nedeniyle ilan hakkı kesilen gazetelerin, ceza infaz kurumuna kabul edilmeyecek. Ayrıca yabancı dilde yayımlanmış gazete ve dergilerin ceza infaz kurumuna kabul edilmesinde yetki Adalet Bakanlığında olacak. Yani cezaevlerindeki gazetecilerin hangi gazeteleri okuyacağı da devlet tarafından belirlenmiş olacak. Bu salgın günlerinde talebimiz ölümler yaşanmadan tüm gazetecilerin serbest bırakılmasıdır.”

21


2020 / Sayı 7

22

Tarımsal üretim için indirim şart!

Haber Yazısı

Okan Potuk / Ankara

22 Nisan 2020


2020 / Sayı 7

D

ünya koronavirüs salgını ile tıbbi mücadelesini sürdürürken, bir yandan da virüsün ortaya çıkardığı sosyo-ekonomik sorunlarla mücadele etmeye çalışıyor. Konuya ilişkin uzmanların paylaştığı bilgilere göre, ilerleyen günlerde meydana gelebilecek olası problemlerin başında “gıda” öne çıkıyor. Koronovirüs salgınında ve salgın sonrasında tarım ve hayvancılık sektöründe olası üretim kesintileri olabilir mi, uzmanlar ne diyor? Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, meyve ve sebzedeki üretim sıkıntısı değer zincirindeki kilitlenmeler ve bozulmalar nedeniyle henüz fark edilmiyor. FAO’ya göre, yaşanan bu aksaklıklardan dolayı çiftçiler pazarlara erişim konusunda sıkıntılar yaşayacak bu da üretim kapasitelerinin kısıtlanmasına neden olacak. FAO bu duruma dikkat çekerek, üreticilerin ürettikleri ürünlerini satmakta sıkıntılar yaşayacaklarına dikkat çekiyor. TOHUM DESTEĞI TEK BAŞINA YETERSIZ Geçtiğimiz günlerde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açıklanan “Bitkisel Üretimin Geliştirilmesi” programı kapsamında, 21 ilde tohumların yüzde 75’i üreticilere hibe edilecek. Devlet tarafından destek ve vergi indirimi bekleyen üreticiler ise

açıklanan program karşısında hayal kırıklığına uğradı. Artan girdi maliyetleri karşısında çaresiz kalan ve üreticiler, son darbeyi de koronavirüs salgınından yedi. İhracat kapıları yüzüne kapanan üreticiler alım garantisi ve gider kalemlerinde ki artışın düşürülmesini talep ediyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın çiftçiye sağlayacağı tohum hibesi hakkında değerlendirmelerde bulunan Tarım Yazarı ve Gazeteci Ali Ekber Yıldırım, bakanlığın bu adımının boş tarım arazilerinin değerlendirilmesi adına olumlu olduğunu aktararak, “Tohumu alan çiftçi ekim yapmak için mazot, gübre, ilaç kullanacak. Aynı şekilde mazotta, gübrede ve ilaçta da destek sağlanmaz veya herhangi bir indirim gerçekleşmezse bu desteğin tek başına bir anlamı olmaz, çiftçiye dağıtılan tohuma da yazık olur.” ifadelerini kullanarak, açıklanan desteğin yetersiz olduğunu söyledi. “ÜRETICILER ÜRETIMDEN UZAKLAŞIYOR” Sağlanan tohum desteğinin üreticilerin yüksek girdileri karşısında hiçbir şey ifade etmediğine değinen Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Son 10 yılda mazot fiyatı yüzde 216, gübre çeşitlerinin fiyatları ise ortalama yüzde 277 oranında artmıştır. Girdi fiyatlarında yaşanan bu artışlar nedeniyle üreticiler kazanç elde

edememekte, gittikçe üretimden uzaklaşmaktadırlar” dedi. Suiçmez, mazot, gübre, tohum, ilaç, su ve elektrik gibi girdilerin vergilerinin yüzde 1’e indirilmesini, ayrıca verilen desteklerin arttırılarak üreticilere can suyu olunması gerektiğini de aktardı. “TOHUMUN TAMAMI BEDAVA VERILSE DE BIR ŞEY DEĞIŞMEZ” Tohum desteği hakkında değerlendirmelerde bulunan Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş ise üreticilerin girdi maliyetleri karşısında ezildiğinin altını çizerek, “Girdilerde yaşanan artışa rağmen ürün fiyatlarının aynı kalması üreticileri yıllardır zarara uğratıyor” değerlendirmesinde bulundu. Demirtaş, “Bu şartlar altında sadece tohum desteği yetersiz kalıyor. Üreticilerin şu an da en büyük sıkıntısı ihracat problemi. Bu sebepten dolayı da devletimizin üreticilere alım garantisi vermesi gerekiyor. Aksi taktirde üreticiler de üretimden vazgeçecektir. Gereken destekler üreticilere sağlanmadığı taktirde de üretim yetersiz kalacak ve ithalat zorunlu olacaktır. Koronavirüs salgını dolayısıyla ithalatta da problemler yaşayacağız. Durum böyle olduğunda da bir gıda krizi yaşayabiliriz, raflar boş kalabilir. Gerekli tedbirler zaman yitirilmeden alınmalıdır” uyarısında bulundu.

23


2020 / Sayı 7

Yerel basının dijitalle sınavı 24  Yusuf Özgür Bülbül / İstanbul

Haber Yazısı

İ

stanbul, Ağrı, Muş ve Van’da gazetecilik yapan meslek örgütleri başkanları, dijitalleşme sürecine yerel basının tam olarak ayak uyduramadığından yakındı. Meslek Kanunu’nun şart olduğuna dikkat çeken ilgililer, dijitalleşİstanbul, Ağrı, Muş ve Van’da gazetecilik yapan meslek örgütleri başkanları, dijitalleşme sürecine yerel basının tam olarak ayak uyduramadığından yakındı. Meslek Kanunu’nun şart olduğuna dikkat çeken ilgililer, dijitalleşme sürecinde mesleki sivil toplum örgütlerinin, özellikle yanlış bilginin yayılmasının önlenmesinde öncü olmasını istedime sürecinde mesleki sivil toplum örgütlerinin, özellikle yanlış bilginin yayılmasının önlenmesinde öncü olmasını istedi Resmi ilanların yetersizliğinden şikâyet eden yerel gazeteler, bir

yandan da dijitale ayak uydurmaya çalışıyor. Dijitalleşme sürecinde haberin manipüle olmasını önlemede ise iş mesleki sivil toplum örgütlerine düşüyor. İstanbul, Ağrı, Muş ve Van illerinde gazetecilik yapan ve aynı zamanda mesleki örgütlerin başkanları, yerel medyanın sorunları ve dijitalleşen yerel medyayı, 24 Saat Gazetesi’ne anlattılar. Uluslararası İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği (UİGAD) Genel Sekreteri ve Teferruat Gazetesi İmtiyaz Sahibi Selçuk Taşdemir, yerel basının dijitalleşme sürecine tam olarak ayak uyduramadığından yakındı. Taşdemir, yerel basının dijitalleşme sürecine ilişkin şunları söyledi: “Günümüzde ilan alan gazeteler, ilan almayan ya da alamayan gazetelere göre fiziki olarak daha iyi bir şekilde okuyucunun karşısına çıkabilmektedir.

25 Nisan 2020

Dijitaldeki okunmayı basılı gazetede yakalamak mümkün olmasa da yerel birçok gazetenin büyükşehirlerde dahil yeni medya kavramına tam anlamıyla entegre olamadığını görmekteyiz. Dernek olarak dijitalleşme sürecindeki medya mensuplarından çok sayıda üyemize de aslında yerel basındaki habercilik kültürünü dijitalde devam ettirmelerini öneriyoruz. En iyi şekilde dijitalleşirken telafisi mümkün olmayan bir bilginin dolaşıma girmesine neden olmamalarının altını ısrarla çiziyoruz.” UİGAD GENEL SEKRETERI: MESLEK KANUNU ŞART Yaygın ve ulusal basında en büyük sorunun, “Meslek Kanunu” çıkartılmasında kaynaklandığının altını çizen Taşdemir, değerlendirmelerinde şunları dile


2020 / Sayı 7

getirdi: “Kural koyucu olmadan, biz her ne kadar güncel sorunları tartışsak da bir sonuç alamayız. “Meslek Kanunu” çıkartılması şarttır. Hukuk okumayan birisi avukat olamadığı gibi iletişim fakültesi okumayan birinin de günümüzde gazetecilik yapmasının mümkün olmaması gerekir. Mevcut alaylı ve mektebini bitiren kişilerin de belirli eğitimden geçmesi ya da rutin programlara alınması gerekmektedir. Bu konuda özellikle meslek örgütlerinin eliyle tepede bir konsey oluşturulması ve buraya bağlı faaliyetlerin yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Dijitalleşme sürecinde mesleki sivil toplum örgütleri, özellikle yanlış bilginin yayılmasının önlenmesinde öncü olmalı ve o ildeki gerçek haber kaynağının yine gazeteci kökenliler olduğu algısını yerleştirmelidirler.” ARSLAN: GAZETE BASIM SÜRECININ RAFA KALKMASI HEDEFLENIYOR Ağrı Taşlıçay İlçesi Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Taşlıçay Güncel Gazetesi İmtiyaz Sahibi Hüseyin Arslan, Basın İlan Kurumu’nun (BİK), yerel gazeteleri tamamen dijitale çevirmek istediğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Basın İlan Kurumu’nun bölge bölge yerel gazeteciler ile yaptığı toplantılarda, özet olarak, matbaalardaki gazete basım sürecinin tamamen rafa kaldırılması planlandığını bildirilmiştir. Ancak bu sürecin nasıl işleneceği henüz netlik kazanmamıştır. Son yapılan toplantıda Basın İlan Kurumu, gazetecilerin web sitesi üzerinden yayın yapması ve ilan yayımlama sürecini web sitesi üzerinden yürütmesi projesini anlatmıştır. Yerel gazetecilerin dijital çağa ayak uydurma durumu aslında zor olmayacaktır Zaten hali hazırda bütün gazetecilerin web siteleri tasarlanmış gazeteler ile eş zamanlı olarak ilan yayınlama süreci başlatılmıştır.” “YEREL GAZETELERI DESTEKLEYEN MEKANIZMANIN ÇÖKMESINE NEDEN OLUYOR” Yerel gazetecilerin en büyük sorununun resmi kurumların

pazarlık usulü ile ihaleye çıkması olduğunu aktaran Arslan, açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Bu durum kanunun yerel gazeteleri desteklemek için oluşturduğu mekanizmanın çökmesine sebep olmaktadır. Oysa İhale Kanunu, açık ve net şekilde hiçbir resmi kurumun pazarlık usulüyle çıkmasını desteklememektedir Hatta pazarlık usulüne çıkılması için engeller bile bırakılmıştır. Örneğin pazarlık usulünün; deprem, afet, salgın, hastalıklar gibi öngörülemeyen durumlar için desteklendiğini belirtmiştir. Hal böyleyken Kamu İhale Kurumu’nun ihale yayınlama sitesi Elektronik Kamu Alımları Platformu’na (EKAP) girildiğinde, ülkemizde pazarlık usulü yapan kurumların son zamanlarda bir hayli çoğaldığı görülmektedir. 5187 sayılı kanunun çiğnendiği bu süreçte gazetecilerin ve gazetecileri temsilen sivil toplum kuruluşlarının ve gazeteciler sendikalarının sürece müdahale etmesi pazarlık usulü başlığı olması ile birlikte alınacak ürünlerin parçalarını doğrudan temin ile alınması durumuna müdahale edecek kanunları geliştirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde tüm bu durumlar karşısında ülkemizdeki iflasa yakın gazeteciler sayısı, her geçen gün artmaktadır.” ÖZBEY: SOSYAL MEDYA BIR MANIPÜLASYON ARACINA DÖNÜŞEBILMEKTEDIR Muş Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Haber 49 Gazetesi İmtiyaz Sahibi Emrullah Özbey, basılı gazetelerin daha ciddi olduğunu, yapılan yayımların süzgeçten geçtiğini hatırlatarak sosyal medyayla birlikte yayılan yanlış bilginin telafisinin güç olduğunu belirtti. Özbey, sözlerine şöyle devam etti: “Genelde medya özelde de elektronik medya, kitleler üzerinde kanı ve düşünce oluşturma gücü en yüksek olan basın-yayın organlarıdır ve bu organların temel işlevi, toplumsal yararı gözetmek suretiyle kamuoyunu bilgilendirmektir. Özellikle son yıllarda günlük yaşamımızın her alanına sirayet eden ve herkes tarafından rahatlıkla ulaşılabilen sosyal medya gerçekliği, kontrol edilmesi

pek mümkün olmadığından çok kolay bir biçimde bir manipülasyon aracına dönüşebilmektedir. Yalan yanlış ve çarpıtılmış malumatlarla kitle psikolojisi üzerinde etkili olabilmektedir. Bunun önüne geçebilmenin temel koşulu, kamu güvenliğinden sorumlu olanların yerel, bölgesel ve ulusal medya temsilcileriyle doğrudan ve sağlıklı bir iletişimde bulunmalarıdır. Mesleki örgütler, üyelerinin manipüle bilgiye mahal vermesini engellemelidir. Sorunlu bir dijitalleşme önlenmelidir.” AYGAD BAŞKANI: SIYASETE ENDEKSLI MEDYA SORUN OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR Anadolu Yazarlar ve Gazeteciler Derneği (AYGAD) Başkanı aynı zamanda Haber Takip Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ahmet Işıkdağ, yaklaşık 25 yıldır aktif olarak sektörde bulunduğunu ve basılı bir gazete çıkarttığını anlattı. Tirajın bir düşüş nedenini de iyi haber üretilmemesine bağlayan Işıkdağ, şunları söyledi: “Yazılı basının kolay kolay biteceğini sanmıyorum ama Anadolu yerel basınının BİK ilanları noktasında İstanbul yerel basınına göre biraz daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Resmi ilanları alabildikleri için kısmen de olsa ekonomik olarak bizlerden daha iyi durumda oldukları görülüyor. İstanbul yerel basını BİK’ten faydalanamayınca yerel basın mensuplarının ortalama yüzde 95’i siyasete endeksli kalıyor. Bunun temel nedeni ayakta kalabilmek olsa da mesleki olarak bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.” “Hatayı teknolojide aramamak lazım” diyen Işıkdağ, basılı gazetelerin farklılığıyla kendini okutabilmesi gerektiğini savundu. SEVINÇ: 12 GAZETE BIRLEŞEREK 6’YA DÜŞTÜ Van Gölü Gazeteciler Cemiyeti (VGC) Başkanı Fatih Sevinç ise Van’da 2013’te BİK’in girişimiyle 12 günlük gazetenin birleştirilerek sayının 6’ya düşürüldüğünü anımsatarak, “Gazeteler o günlerde renkli çıkarken bugün gelinen noktada sayfa sayıları düşürülerek renksiz sayfa, haftanın bir günü çıkmama kararı gibi önlemler alındı” dedi.

25


2020 / Sayı 7

26

“Pandemide kadına destek veren kurumlar iyileştirilmeli” Havva Çustan / İstanbul

Haber Yazısı

C

OVİD-19’un pandemi haline gelmesiyle insanların evde kalması kadına şiddet ve cinayetleri arttırdı. Mor Çatı Sığınma Vakfı gönüllüsü Gökdemir, pandemi ile kötüden daha geriye düşüldüğünü vurgulayıp, kadınların sığınak desteğinden yararlanamadığını belirtti. Yeni tip koronavirüsün (COVİD-19), pandemi haline gelmesinin ardından dünyanın birçok yerinde insanlar, evlerine kapanarak, karantina uygulayarak dışarıyla teması mümkün olduğunca kesip virüsten korunmaya çalışıyorlar. Ancak evde karantina uygulamasının kadına şiddet ve cinayetlerini arttırdığı görüldü. Türkiye’de “evde kal”

çağrılarının ardından ilk 10 günde 11 kadın katliamı gerçekleşti. Yaşanan kadın cinayetlerini ve alınması gereken önlemleri kadın mücadelesi yürüten Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllüsü İlke Gökdemir, Avukat Ekin Baltaş ve Uzman Psikolog Cansu Yumuşak ile konuştuk. “PANDEMI ILE KÖTÜDEN DAHA GERIYE DÜŞTÜK” Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı gönüllüsü İlke Gökdemir, şiddet uygulayan erkeğin evde kaldığı için şiddete devam ettiğine dikkat çekti. Söz konusu şiddetin hep orada olduğunu anımsatan Gökdemir, şunları söyledi: “Artıştan bu kadar çok bahsederken, en az o kadar da kadınların şiddetten kurtulmak

25 Nisan 2020

için nasıl destekleneceğini konuşmak önemli. Çünkü hali hazırda devletin kadına yönelik şiddetle mücadele için bir politikası yoktu. İlgili kurumlardan da kadınlar yeterli desteklere ulaşamıyorlardı. COVİD-19 pandemisiyle birlikte bu kurumların bir kısmının hepten çalışmaz hale geldiğini, genel olarak da var olan kötü halden daha geriye düştüğünü nak desteğinden yararlanamıyor” “KADINLAR SIĞINAK DESTEĞINDEN YARARLANAMIYOR” Kadınların kolluk kuvveti ve kurumlara ulaşmaya çalışırken de, virüsün bulaşma riskiyle karşı karşıya kaldığını belirten Gökdemir, sözlerini şöyle


2020 / Sayı 7

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek katlanacaktır.

sürdürdü: “Kendi imkânlarıyla ve hiçbir sağlık önlemi olmadan, kolluk kuvveti ve kurumların keyfi uygulamaları dolayısıyla oradan oraya gitmek zorunda kalabiliyorlar. Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM), kadınlara kalacak yer için yönlendirme yapmıyor. Sığınağa koronavirüs testi yaptırmadan gidemeyeceğini söylüyor ama testi kadınların kendi imkânlarıyla yaptıramayacağı gerçeği göz ardı ediliyor. Böylece kadınlar sığınak desteğinden yararlanamıyor.” “6284 SAYILI KANUN IHLAL EDILIYOR” Pandemiyle birlikte kendilerine sığınak ihtiyacıyla başvuran kadınların arttığı bilgisini veren Gökdemir, açıklamalarına şöyle devam etti: “Böyle bir artış gözlenirken, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) sayfasından, devlet sığınaklarına can güvenliği tehdidi altında olmayan kadınların alınmayacağı duyuruldu. Oysa bu, şiddet görmüş kadını koruyan 6284 sayılı Kanun’un ve ilgili yönetmeliğin ihlali anlamına geliyor. Sığınak başvurusu yapan kadınlara, COVİD-19 testi ya da sığınağa yerleşmek üzere 14 gün karantinada kalabilecekleri yerlerin sağlanması gibi hizmetler verilmeli. Varsa çocukları için de gerekli önlemler alınarak darp raporu zorunluluğu aranmadan kadınlar sığınaklara yerleştirilmelidir. Bu arada belediyelere ait sığınaklara da kabulün ancak ŞÖNİM üzerinden olabildiğini, dolayısıyla, buradan yönlendirmeler durunca belediye sığınaklarına da erişilemediğini belirtelim. Ayrıca bu süreçte şiddet yaşantısından çıkıp kendilerine

yeni bir hayat kuran kadınlar da destek için başvurusu sayısında da artış gördük. Devletin, şiddet yaşantısından kurtularak, hayatını zaten kolay olmayan koşullarda sürdüren kadınlar için özellikle böyle bir dönemde ayrıca bir sosyal destek mekanizması düşünmesi gerekir.” Bazı ülkelerde kadınların şiddet gördüklerinde yardım alabilecekleri yerlere ulaşmaları için geliştirilen çeşitli yöntemler olduğuna dikkat çeken Gökdemir, “Eczaneye ulaşabilen kadının, şiddet gördüğünü söylemek için kullanabileceği bir kodun olması gibi… Bu tarz yöntemlerin işleyebilmesi için asıl olarak devamında destek veren kurumların iyi işliyor olması gerekir. Bu maalesef bizim ülkemiz için geçerli değil” açıklamasında bulundu. “İNFAZ YASASI ŞIDDETI ARTIRACAK” Pandemi sebebiyle çıkarılan “İnfaz Yasası”na da değinen Gökdemir, yasanın geri çekilmesini isteyip birçok kadının, açık ve kapalı cezaevlerinde olan erkeklerin şiddetten geçici bir sürede olsa korunabildiğine işaret edip şu değerlendirmeyi yaptı: “Kadınların, en çok da kocaları ve yakınları tarafından öldürüldüklerini biliyoruz. Bu nedenle hapisten çıkan erkeklerin çoğunun daha önce şiddet uyguladıkları kadınlara ya da olası başka kadınlara yine şiddet uygulayacağını, hatta can güvenliklerini tehdit edeceklerini tahmin etmek zor değil. Pek çok kadın, son derece tedirgin ‘Şimdi ne olacak’ diye. Devlet kurumlarının hali hazırda kadınları şiddetten korumakla ilgili yetersizliği düşünülürse, yeni şiddet vakalarında durumun farklı olabileceğini düşünmek de zor.” Kadınların şiddet gördüklerinde çaresiz olmadığının altını çizen Gökdemir, kadınların başvurması gereken yerleri şöyle aktardı: “Kadınlar şiddet gördüklerinde Alo 183’ü ya da 155’i arayabilirler, barolar ve adli yardım birimlerine ulaşabilirler. Evden telefon etme fırsatı olmayan ve akıllı telefonu olan kadınlar, Kadın Destek Uygulaması’nı (KADES) kullanabilirler. Bu uygulamayla

acil durumda tek tuşla destek isteyerek polisin bulunulan adrese gelmesi sağlanabilir. 6284 sayılı kanun gereği şiddet uygulayanı evden uzaklaştırabilirler.” “ŞIDDETIN KABUL EDILEMEZ OLDUĞUNU GÖSTERMELIYIZ” Gökdemir, açıklamalarını şu şekilde sonlandırdı: “Yaşadığımız çevrede tanık olduğumuz, bildiğimiz, duyduğumuz şiddet durumlarını bildirmeliyiz. ‘Beni ne ilgilendirir, aile içinde olur böyle şeyler, zaten kim ne yapacak, nasıl çözüm olacak ki’ demeden, bildirmeliyiz. Böylece şiddetin kabul edilebilecek bir şey olmadığını hem kendimize hem başkalarına göstermiş oluruz. Sizin çağrınızla kapıya gelecek polisle, şiddet gören kadın için çıkış yolunun kapısı aralanabilir. Ya da şiddet uygulayan erkeği bir süreliğine durdurabilir ve şiddet gören kadın için soluk alacağı, belki kendisi için çözüm üretebileceği bir zaman aralığı sağlayacak olabilir.”

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek katlanacaktır. “KADINLAR, ŞIDDET FAILLERI ILE EVDE YAŞAMAK ZORUNDA BIRAKILIYOR” Avukat Ekin Baltaş, kadınların bu süreçte şiddet failleriyle aynı evde yaşamak zorunda bırakıldığı için büyük oranda şiddete ev içinde maruz kaldığına dikkat çekip şunları söyledi: “Bu koşullarda şiddet gören kadının çekinmeden 155 ve 183 gibi hatları arama şansı var. Dolayısıyla bu hatların 24 saat kesintisiz olarak ulaşılabilir olması bu sorunun çözümü için en önemli ilk adım. Türkiye’de şu an yalnızca kadınlara hizmet veren

27


2020 / Sayı 7

28

bir hat yok. Bu hatlarda yaşanan yoğunluk dolayısıyla yalnızca bir defa arama imkânı olan kadınların direkt hizmet alabilecekleri bir hattın oluşturulması gerekiyor. Yaşadığımız bu süreçte daha önce şiddet başvurusu yapmış veya koruma kararı olan kadınlar aranarak kontrol mekanizması sağlanmalı. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında şiddetin önlenmesi için gerek telefonla gerekse 7/24 çalışan bir uygulama üzerinden etkin bir iletişim sağlanmalı.” Kadınların çoğu şiddete maruz kaldıktan sonra taşınamadığını bildiren Baltaş, “Dolayısıyla şiddet failinin tutuklanması kadının ikamet ettiği evden ayrılmasına gerek kalmaksızın güvende olmasını sağlayabiliyor. İnfaz yasasıyla tahliye edilen erkeklerin hangi tedbirle şiddet uyguladığı kadından uzak tutulacağı bir muamma. Devletin şiddet faili erkekleri, şiddet uyguladığı kadın veya çocuklar hakkında hiçbir öngörüsü olmaksızın, etkin koruma sağlamadan tahliye etmesi açıkça şiddetin artışına göz yummak olacaktır” saptamasında bulundu. Baltaş, son olarak şiddete uğrayan kadınların devletin kurumlarının yanında kadın dernekleri ve örgütlerine de başvurması gerektiğini belirtti.

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek katlanacaktır. “TAHAMMÜL SEVIYESININ DÜŞMESI ŞIDDETI DOĞURUYOR” Uzman Psikolog Cansu Yumuşak ise konuya ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Karantina günlerinde, birçoğumuz ya en iyi ihtimalle evden çalışmaya başladık. Ya ücretsiz izin

denen hak kaybına maruz kaldık, ya da tamamen işsiz kaldık. Bu durum kadınlar için de geçerli. Dört duvarın içi artık kalabalıklaştı. Kalabalık, kendimize ayırabileceğimiz tüm zamanı ve alanı elimizden alıyor. Ayrıca şiddet riskini de artırıyor. Maalesef oldukça aceleci ve acemi bir biçimde yönetilmeye çalışılan salgın süreci sebebiyle insanların tahammül seviyeleri çok düşmüş durumda. Hepimiz oldukça yıprandık. Yüzümüzü bu sorunların temel sorumluları ve çözmekle yükümlü olan kişilere dönmek, sesimizi onlara karşı yükseltmek bu kadar zorken ve böylesi büyük bedelleri varken; hiç de öngörülemez olmayan bir şekilde, biriken öfke, başka ve haksız bir yere genellikle kadın ve çocuklara kanalize ediliyor. Devlet öncelikle bu belirsizliği ve sorunlara sebep olan açık politikasızlığı ortadan kaldırmalı.” “GÜVENSIZLIK HALI ORTADAN KALDIRILMALI” İnsanların sürece olan güvensizliğini ve sürekli değişen, ani olarak gelişen politikaların yarattığı panik havasına tanık olunduğuna dikkat çeken Yumuşak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sokağa çıkma yasağı ilan edildiği an, insanlar akın akın evden çıktılar. Çünkü asla güvenmiyorlar. Öncelikle bu güvensizlik hali ortadan kaldırılmalı. İnsanların rahatlamaları, nefes almaları ve bu güne kadar saatlerce çalışarak, yorularak, attıkları her adımda, aldıkları her üründe defalarca ödedikleri bedelin, vergilerin, emeğin karşılığını alabilmeliler. Erkek şiddeti bu günlerde çok daha sık görülüyor. Ancak kapılar kapalı, perdeler çekili. Maalesef kolun kırılıp yen içine daha da çok hapsolduğu zorlu bir dönemden geçiyoruz. Devlet, salgının olmadığı zamanlarda kadını erkek şiddetine karşı etkin bir biçimde gerçekten koruyabildi mi? Salgın için ayrı bir politika oluşturabilir mi, gerçekten yukarıda belirttiğim genel belirsizlik ve güvensizlik halinden bu soru da nasibini almakta maalesef.” “ONLINE PSIKOTERAPILERE ULAŞMAYA ÇALIŞALIM” Devletin, bu sorunun

çözümünde kadınlara psikososyal destek sağlamasının da çok önemli olduğunun altını çizen Yumuşak, açıklamalarına şöyle devam etti: “Kadınların kendilerini güçlendirmesi ve direniş kaynaklarını beslemeleri için öncelikle birbirlerine ihtiyaçları var. Bu yüzden, daha önce de söylediğim gibi, fiziksel mesafeler sabit kalsa da sosyal mesafeleri oldukça kısaltmak gerek. Birbirimizden haberimiz olsun, birbirimizi arayıp soralım öncelikle, yalnız kalmayalım. Birçok kadın vakfı ve derneği, online ücretsiz psikoterapi vermeye başladı bu dönemde. Elbette talebin oldukça yoğun olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Ancak, en azından kendimiz için bir adım atıp bizim için mümkün olan destek kanalına erişmeye çalışabiliriz. Kendimizi bu listelere yazdırmak bile bizim için önemli bir adım olabilir. Böyle dönemlerde, fiziksel şiddetin yanı sıra çok daha görünmez ve benzer derecede tehlikeli olan psikolojik şiddet de doğrudan bizim benliğimizi, düşüncelerimizi, davranışlarımızı ve duygularımızı hedef alan ve bize bu yollarla zarar vermeye çalışan her türlü tutum ve davranış olarak ortaya çıkabilir. Bu tutum ve davranışlar da temel olarak özgüvenimizi sarsmaya çalışır. Böyle zamanlarda, kendimize iyi gelen şeyleri yeniden keşfetmek, onlara yeniden zaman tanımak, günümüzü planlamak aslında basit görünen ama oldukça etkili yöntemler. Kendimizi güçlendirmek, kendimize sahip çıkmak zorundayız. Aynı zamanda birbirimize kol kanat germek de böyle zamanlarda oldukça etkili. ŞÖNİM birimleri içerisindeki psikolog ve psikiyatrlar da bu dönemlerde yanımızda olacaklar ve destek sağlamaya devam edecekler. Ama yine de, diyelim bir acil durumla karşılaştık, kesinlikle 155’i aramaktan çekinmemeliyiz. Tabi bu noktada, 155 de ev içi şiddet vakalarında en az 1 kadın polisle destek sunabilmesi önemli olurdu. Şiddet, hiçbir koşulda tolere edilecek, bekletilecek bir konu değil. Bütün gücümüz ve kaynaklarımızla kendimizi ve sevdiklerimizi korumalı, şiddetle mücadele etmeyi sürdürmeliyiz.”


2020 / Sayı 7

Psikiyatrist Prof. Dr. Savaş: Kritik kararları şu günlerde vermemek gerekiyor

A

ile bireylerinin bir arada olduğu bugünlerde kritik kararlar verirken dikkatli davranmak gerektiğine işaret eden psikiyatrist Prof. Dr. Savaş, beynin aşırı stres ve baskı altında sağlıklı düşünemediğini belirtti. Savaş, önemli kararları verirken en az bir ay beklenmesini önerdi. Çin’in Wuhan kentinde başlayıp dünyayı kasıp kavuran vaka sayısı hızla artarak 2,5 milyona yaklaşan koronavirüs, insan psikolojisini de olumsuz etkiliyor. Uzmanlar, tedavisi ve aşısı olmayan virüsle mücadelede en sağlıklı yöntemin izole olmak ve evde kalmak olduğunu tekrar tekrar üstüne basarak söylüyor. Birçok ülkede

tehdidin büyümesi sonrası sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Ülkemizde de sokağa çıkmaya sınırlamalar getirilerek, insanların evde kalması isteniyor. Ancak tek başına veya aile bireylerinin evde kapanıp kalması nedeniyle birçok psikolojik sıkıntıların ortaya çıkabileceğine işaret ediliyor. Özellikle koronavirüsü kontrol altına alan Çin’de, salgın sonrası boşanma sayısında rekor artışların olduğuna dikkat çekiliyor. İnsanları kaygı ve endişeye sevk eden koronavirüsün psikolojik etkilerini özel kliniğinde hastalara hizmet veren Psikiyatrist Prof. Dr. Haluk Savaş ile görüştük. Psikiyatrist Savaş, 24 Saat’e yaptığı değerlendirmede koronavirüsün psikolojik etkilerini azaltmak için

25 Nisan 2020

neler yapılması gerektiğini anlattı. Savaş, koronavirüs dolayısıyla aile bireylerinin bir arada olmasının anlaşmazlıkları da gün yüzüne çıkaracağı için bugünlerde boşanma gibi kritik kararlar alınırken daha dikkatli olunması gerektiğinin altını çizdi. Beynin aşırı stres ve baskı altında sağlıklı düşünemediğine işaret eden Savaş, bu tür önemli kararları verirken en az bir ay beklenmesi gerektiğini belirtti. Koranavirüs tehdidinin; şu anda insan psikolojisinde kaygı, korku ve endişelere sebep olduğunu bildiren Savaş, evde kalmanın insanlar arası ilişkilerdeki pürüzlerin yok edilmesi için fırsatlar da barındırdığına işaret etti.

Haber Yazısı

Ahmet Erkan Yiğitsözlü /Osmaniye

29


2020 / Sayı 7

30

“YOĞUN STRES ALTINDA BEYIN SAĞLIKLI DÜŞÜNEMEZ” Çin’deki koronavirüs salgını sonrası artan boşanma vakalarını anımsatan Prof. Savaş, eve kapanarak uzun süre birbirleriyle zaman geçirmenin sorunlar çıkaracağını belirterek “Uzun süreli evde kalmak psikolojik rahatsızlıklara neden olabilir” dedi. Kaygı bozukluğu olanlar ve uyuyamayanların mutlaka psikiyatriste gitmesi gerektiği uyarısında bulunan Savaş, doktorun gerekirse uyku ilacı vereceğini, uykusuzluk çekmektense uyku ilacı alınmasının hiçbir mahsuru olmadığını kaydetti. Zorunlu zaman geçirme ve yakınlaşmanın, insanların birbirinin hoş olmayan, hoş karşılaşamayacağı davranışlarıyla karşılaşmasına yol açacağına değinen Prof. Dr. Savaş, “Herkes evden çıkmadığı için bu kez patlamaya hazır bomba olacak. O yüzden eşler birbirine patlayabilir. Bu da haliyle ani boşanma kararları almalarına neden olabilir. İşte onun için diyoruz ki boşanma konusu gibi kritik kararlar hemen o anda verilmemeli, en az 1 ay beklenmeli, sonra karar verilmeli” diye konuştu. Yoğun stres ve baskı nedeniyle beynin sağlıklı kararlar veremediğini vurgulayan Prof. Dr. Savaş, şunları söyledi: “Yoğun kaygı nedeniyle ‘Öleceğiz mi, kalacağız mı? Hastalıkla nasıl baş edeceğiz?’ gibi endişeleri getirir. Bu endişeler zamanla, ‘Bu kadın çekilmez oldu’. ‘Aa bu adam Allah’ın belası’, ‘Çocuğum böyle birisiymiş’ gibi ithamlara sebep

olabilir. Beyin ciddi stres altında sağlıklı düşünemez.” OLUMSUZ PSIKOLOJIYI DÜZELTMENIN YOLLARI Savaş, koronavirüsün olumsuz psikolojik etkilerini en aza indirmek için yapılacakları ise şöyle sıraladı: “Duş alın, iyi uyuyun. Birbirinizi eğlendirecek, oyalayacak aktiviteler yapın. Okey, playstation oynayın mesela. Çocuklarınızla, eşinizle, çerez yiyerek film izleyin, dizi izleyin. Birlikte yapacak işler bulun. Haftada bir sıkıntılarınızı konuşun. Bu konuşmalar sizleri ve karşınızdakini de rahatlatacaktır.” “İTHAM EDICI DIL KULLANMAKTAN VAZGEÇIN” Kişiler arası ilişkilerde kullanılan dilin itham edici olmamasına dikkat edilmesi gerektiğini belirten sözlerini şöyle sürdürdü: “Kullanılan dil tehditkâr ve suçlayıcı olmamalı. Başımıza gelen sıkıntıları anlatırsak anlaşılır hale geliriz. Belki koronavirüs ilgili hayati tehdit, hayatımızdaki psikolojik pürüzleri giderecek araca dönüşür. Birbirimizin ritmini yakalamalıyız. Esasen genelde kötü insanlar değiliz. Bazı kişilerde kişilik bozuklukları olabilir. Onu muhafaza etmeye çalışırız. İnsanlara yumuşak davranmalıyız. Koronavirüs tehdidini fırsata çevirelim. Eğlenelim, kitap okuyalım, kendirimizi geliştirelim bu sürede. Akrabaları ziyaret edemiyoruz ancak telefon edelim. Birlikte olmak sadece yüz yüze olmak değildir. Teknoloji de bizi birbirimize yaklaştırıyor.”

“TEKNOLOJI ÇAĞINDAYIZ YALNIZ OLMAKTAN KORKMAMALIYIZ” Geçmişte de bu ve benzer salgınların olduğunu o dönemlerde bugünkünden daha sert hatta karantina tedbirlerinin alındığını aktaran Prof. Dr. Savaş, açıklamalarına şöyle devam etti: “Şu anda hepimiz özel bir çağdayız. Teknoloji elimizin altında. Bundan faydalanalım. Hem izole oluyoruz hem de Whatsapp’da Facebook’da binlerce kişiyle sosyal ortam oluşturabiliyoruz. Yalnızlık çekecek bir durum yok. Yaşadıklarımız dünyanın sonu değil.” Yaşanılan yoğun kaygı ve endişenin insanlarda mutlaka bir iz bırakacağını aktaran Prof. Dr. Savaş, kendi yaşadıkları konusunda şunları söyledi: “Kliniğe geliyorum. Hiçbir yere dokunmamak için azami gayret gösteriyorum. Asansörün tuşuna elimle basmıyor, dirseklerimle basıyorum. Klinikte hemen ellerimi yıkıyorum. Bu virüs bittiğinde kaygı nedeniyle yaptığımız birçok şey alışkanlık haline gelebilir. Gelmesinde bir sıkıntı yok aslında. Hastalığa yakın insanlarda bu davranışlar kalıcı olacaktır. Temizlik titizi olanlar, zaten bunları yaşamları boyunca yaşıyorlar.” Yaşananların ne gibi sonuçlar doğuracağını henüz bilmediklerini bildiren Savaş sözlerini “Bu durum böyle sürerse neler olacak bilmiyoruz. Çünkü herkes için yeni bir durum bu. Yaşadıkça göreceğiz. Herkese koronasız günler diliyorum. Umarım dünya daha fazla kayıp vermeden bu tehditten bir önce kurtuluruz” diyerek sonlandırdı.


2020 / Sayı 7

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.