9. Köy 2020 -13. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 13

1


2020 / Sayı 13

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Okan Özmen Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 13

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 13

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 13

İçindekiler

Butik ev, butik işyeri  6 UNESCO, tarihi kent için önemli bir turizm fırsatı  8 Çiftçinin kayıp yılı  12 Ticari kısıtlamalarda dünyanın neresindeyiz?  14 Cewerî: Anadilimde yazdığım için hor görülmedim, tersine ödüllendirildim  16 Ölüm yolunda barış yürüyüşü: Srebranitsa Katliamı’nın 25. Yılı  19 Bartın’dan Diyarbakır’a gelin geldi, 6 ayda Kürtçe öğrendi  22 Dezenfektan, çamaşır suyu ve kimyasalların zararları neler?  24 Çiğli Belediyesi’nin yeni hedefi, Avrupa Şeref Bayrağı  27 Akkızal: Çevrimiçi ders dinleme ve sınavda, hak ihlalleri var  29

5


2020 / Sayı 13

6

Butik ev, butik işyeri

Haber Yazısı

Kelime Ata / Ankara

4 Temmuz 2020


2020 / Sayı 13

C

ovid-19 pandemisi, gayrimenkul piyasasında ilgiyi müstakil ev ve işyerlerine kaydırdı. Emlakçılar, fiyatların yüzde 10-20 arttığını belirtirken, özellikle büyükşehirlerde gıda kıtlığı yaşanacağı korkusuyla küçük ölçekli üretim yapmak isteyenler hobi bahçelerine yöneldi Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını, gayrimenkul tercihlerinde de talep farklılaşmasına yol açtı. İlgi, rezidans, çok katlı bina ve bitişik nizam evlerden yavaş yavaş, birkaç metrekarelik de olsa küçük bir bostan yapılabilecek bahçeli-balkonlu evlere kayarken, gıda sıkıntısı olabileceğine dair tedirginlik, birçok insanı hobi bahçesi arayışına yöneltti. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Ankara’da da çevre köylerde tarım arazileri parçalanarak “hobi bahçesi” adı altında satılmaya başlandı.

Ankara’da emlak piyasasının duayen isimlerinden Salim Taşçı, ekonomik kriz nedeniyle bir süredir durgun olan emlak piyasasının konut kredilerindeki indirimle hareketlendiğini, Covid-19 pandemisinin de birçok korkuyu tetiklediğini belirtti. Salgın döneminde piyasadaki hareketliliğin yüzde 10-15 seviyesinde arttığına işaret eden Taşçı, “İstanbul’dan kaçış başlarken sahillere olağanüstü bir ilgi var. Alıcılar ister büyük şehirlerde olsun ister sahillerde olsun daha çok müstakil ev istiyor. Çünkü evin bahçesinde gıda ihtiyacını karşılamaya dönük küçük üretimler planlanıyor” dedi. Başkentte imar alanı içinde

kalan 55 km’lik bir sınır içinde arazi fiyatlarının yerine göre metrekaresinin 25-200 lira arasında değiştiğini ifade eden Salim Taşçı, piyasada oluşan pandemi paniği ile bahçeli konutların fiyatlarının yüzde 10-20 arttığına dikkat çekti.

Emlakçı Selvi Erdoğan Turgut da pandemiyle birlikte, çiftlik evleri, bağ-bahçe, tarla, bahçe katları, müstakil ev ve işyerlerin rağbet görmeye başladığını bildirdi. Rezidanslara olan talebin stabil kaldığını, ev veya işyeri alımsatım-kiralama işlerinde balkonun tercih sebebi olmaya başladığını ifade eden Turgut, “Herkes, sebzesini ekecek bir bahçeye sahip olmanın derdine düştü. Daha önce AVM’lerde dükkân kiralamak için can atılırken şimdi esnaftüccar kesimi AVM’lerden çıkıp bağımsızlaşmak istiyor; çünkü müşteriler hastalık kapacağım korkusuyla kapalı alanlardan uzaklaşıyor” dedi. Turgut, “Pandemi ile birlikte villa satışlarımız inanılmaz bir artış gösterdi. Ankara’nın merkezine yakın köylerde tarla arayanların talepleri de yükseldi. Piyasada böyle bir eğilim oluşunca eskiden kat karşılığı modeliyle çok katlı konut projeleri yapan inşaat şirketleri, butik işyeri, butik ev yapacak şekilde planlarını değiştirmeye başladılar” diye konuştu. HOBI BAHÇELERINDE PATLAMA Covid-19 salgınından sonra talep patlaması olunca, tarım arazileri bölünerek hobi bahçelerine dönüştürülmeye başlandı. Ankara’nın çevre

köylerinde ya arazi sahipleri ya da bu arazileri satın alan şahıs veya şirketler, tarım alanlarını hisseli olarak satıyor. Genellikle, 250, 500 ya da 1000 metrekarelik şekilde satışa sunulan hobi bahçelerinde, metrekare fiyatları 50 liradan başlıyor, 300 liraya kadar çıkıyor. Ancak emlakçı Salim Taşçı ve Selvi Erdoğan Turgut, hobi bahçelerindeki satış işlemlerinin hukuken sıkıntılı olduğu konusunda alıcıları, “Pandemi nedeniyle oluşan korku ortamını bazı şahıslar fırsata çeviriyor; tarım alanlarının bölünerek hobi bahçesi adı altında satışı yasal değil” diye uyarıyorlar. Nitekim Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli de twitterde paylaştığı mesajında “Özellikle koronavirüs salgınından sonra vatandaşlarımızın doğayla iç içe olabildikleri hobi bahçelerine yönelik ilgisi arttı. Ne kadar güzel değil mi? HAYIR DEĞİL. Hobi bahçeleri yasalara uygun olmayan bir faaliyet. Cezai müeyyidelerle karşılaşabilirsiniz” uyarısı yaptı. Nitekim hükümet, tarım arazilerinin hobi bahçesi için bölünerek satılmasına engelleyen hüküm, haziran ayı başında TBMM’ye sunulan 33 maddeli torba yasa içine konuldu. TZOB BAŞKANI BAYRAKTAR: TERCIHLER DEĞIŞTI Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar ise yaptığı açıklamada, sağlık, ekonomik ve psikolojik gerekçelerle köy hayatına olan ilginin arttığını belirterek, “Pandemi ile mücadele ederken insanlar, sağlıklarının yanı sıra ekonomik güvencelerini de kaybetme endişesi yaşadı. İnsanlar artık kalabalık şehirlerden uzaklaşarak daha sakin bir hayatı seçmek ve üretmek istiyorlar. Ekonomik kaygıların, iş kayıplarının etkisi göz önüne alındığında, kentten köye göç edenlerin sayısında bir artış bekliyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

7


2020 / Sayı 13

8

UNESCO, tarihi kent için önemli bir turizm fırsatı Ahmet Erkan Yiğitsözlü / Osmaniye

O

smaniye’nin Kadirli İlçesi’nde yer alan özgünlüğü ile dikkatleri üzerine çeken Karatepe- Aslantaş Arkeolojik alanının UNESCO Geçici Dünya Mirası listesine alınması, turizmcileri ve kentte yaşayan vatandaşları heyecanlandırdı. Bölgenin “Dünya Mirası” kabul edilmesi halinde turizm canlanacak ve il ekonomisine büyük katkı sağlayacak Osmaniye Valiliği Adana Mimarlar Odası ve birçok sivil toplum örgütünün destekleriyle Osmaniye Kadirli İlçesi’ndeki Karatepe- Aslantaş Arkeolojik alanı, UNESCO Dünya Geçici Mirası listesine girmeyi başardı. Osmaniye, bulunduğu yer

itibariyle birçok medeniyete ve imparatorluğa ev sahipliği yapmış bir kent. “Kaleler şehri” olarak da adlandırılan kent, önemli tarihi özelliklerine rağmen bu yönüyle çok bilinmiyor. Hierapolis Kastabala gibi ören yerlerine, Karatepe Aslantaş gibi Geç Hitit Çağı (MÖ 8.yy) dönemi arkeolojik alanlarına ve birçok tarihi kale ve ören yerine sahip Osmaniye bu özelliklerini Türkiye ve dünyaya yeteri kadar tanıtamadı. Bundan sonra çalışmalar, bölgenin “Dünya Mirası” listesine girmesi için olacak. Bölgenin UNESCO Dünya Mirası listesine girmesi ile turizmin canlanması beklenirken, ilin diğer tarihi özelliklerinin tanınması için de büyük fırsatlar sağlayacağı belirtiliyor.

4 Temmuz 2020

“OSMANIYE, BÖLGENIN TURIZM MERKEZI HALINE GELECEK” Konuyla ilgili Adana Eski Müze Müdürü ve bölgede yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren Tarihçi Yazar İsmet İpek, Anadolu’daki son Hitit kenti Karatepe’nin dünya kültürel mirası olarak UNESCO içinde yer alması sadece tarih ilmi için değil Osmaniye turizmi için önemli olduğuna dikkat çekiyor. Toros Dağları’nın eteğinde, Ceyhan ırmağı yarımadasında yer alan Karatepe’nin, Milli Park Alanı içinde olmasıyla çeşitlendirilmiş turizm için çok ilgi göreceğini belirten İpek “Dünyada tur operatörlerimin ilgisini çekecek olan Karatepe, Osmaniye turizmi için daha bir örgütlenecek ve güçlenecektir.


2020 / Sayı 13

Tabi ki Karatepe sayesinde bölge turizmi de olumlu etkilenecek Osmaniye bir gün bölge turizminin merkezi haline gelecektir” dedi.

Mirası listesine girebilmesi için gerekli kriterleri uzmanlarıyla değerlendirilmiş, adaylık başvuru dosyası hazırlanarak Dünya Miras Komitesi’ne sunulmuştur.”

“ASLANTAŞ KARATEPE, SAVUNMA MIMARLIĞININ UNIK BIR ÖRNEĞI” Osmaniye-Kadirli sınırları içerisinde yer alan ve içerisinde arkeolojik olarak birçok özgünlüğü barındıran Karatepe-Aslantaş, Geç Hitit Dönemi’nde (MÖ 8.yy) Adana ovası hükümdarı Asativas tarafından, krallığını kuzeydeki vahşi kavimlere karşı korumak için yaptırılmış bir hudut kalesi olarak biliniyor. Karatepe-Aslantaş Arkeolojik Alanı, Anadolu coğrafyasında kurulan kent devletlerinden biri olan Adanava’nın bir uç kalesi olarak görkemli suru ve sur kapılarıyla dönemin savunma mimarlığının ünik bir örneği olarak günümüze ulaşmış. Kurucusundan dolayı Asativadaya adını alan bu yer, Asurlular tarafından ele geçirilmiş yakılıp yıkılmış bir anlamda tarihten silinmiştir.

mimari, toplumsal ve siyasal yapısını ünik şekilde ortaya koyan Karatepe Aslantaş’ın dünya arkeoloji literatüründe çokça yer aldığını kaydetti.

ÜNLÜ ARKEOLOG PROF. DR. ÇAMBEL, BÖLGEDE 58 YIL ÇALIŞTI Karatepe-Aslantaş’ı tekrar tarih sahnesine çıkarmak için kazı çalışmaları, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Alman Arkeolog Prof. Dr. Bossert başkanlığında başlatılmış. 1952 yılı sonrasında ören yerinin öneminin farkına varan ve yerinde eserleri korumayı hedefleyen Prof. Dr. Hâlet Çambel tarafından araştırmalar sürdürülmüş ve 2010 yılına kadar devam ettirilmiştir. Ören yerinin bulunduğu bölge, 1958’de koruma altına alınarak milli park ilan edilmiş ve yapılan kazı çalışmalarıyla özgünlüğü ve bütünlüğü korunarak bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Karatepe- Aslantaş Arkeolojik alanının UNESCO Dünya Mirasına alınması için çalışmalar yürütülen TMMOB Mimarlar Odası Adana Şube Başkanı Ozan Tüzün, Mimar Turgut Cansever tarafından tasarlanan Nail Çakırhan tarafından uygulanan kültürel peyzaj değeri taşıyan özel bir tasarım olarak inşa edilen “Koruma Saçakları’nda ,dönemin

“DÜNYA MIRASI IÇIN ISTENEN KRITERLERI SAĞLIYOR” “UNESCO Dünya Mirası” olması için istenen kriterleri sağladığı uzmanlarca da kabul edilmesine rağmen, Karatepe- Aslantaş’ın dünya kültürel mirası olarak kabul görüp ilan edilmesi ihmal edilmiş eşsiz bir kültürel miras olduğuna dikkat çeken Tüzün, sözlerini şöyle devam etti: “Mimarlar Odası Adana Şubesi ve Osmaniye Temsilciliği tarafından 2 Kasım 2018 tarihinde Osmaniye Valisi Ömer Faruk Coşkun’un katılımıyla ‘Karatepe-Aslantaş Dünya Mirasıdır’ başlıklı panel düzenledik. Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı (KAVAK) Adana Şubesi ile birlikte oluşturulan ortak komite ile tanıtım çalışmaları, konferanslar ile dosya hazırlıkları yapılarak sürdürülmüştür.” Bölgenin UNESCO Dünya Mirası listesine girmesi için yaptıkları çalışmalara değinen Tüzün, şunları söyledi: “İlk başvurumuzu 9 Ocak 2019 tarihinde Kadirli Kaymakamlığı’na ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yaptık. Milli Komisyona aktarılan dosya kültür varlığı olarak Kadirli Aslantaş’ın UNESCO Dünya

“BUGÜNE KADAR BILINEN EN UZUN ÇIFT DILLI METIN” UNESCO tarafından 14 Nisan 2020’de Kadirli Aslantaş Dünya Mirası olmanın ön safhası olarak kabul edilen “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne alındığını ve UNESCO resmi internet sayfasından tüm dünyaya ilan edildiğini hatırlatan Tüzün, “Karatepe-Aslantaş yazıtları bugüne kadar bilinen en uzun çift dilli metindir. Bu sayede Anadolu’nun yerel dili olan Luvice’nin çözülmesiyle, Hitit İmparatorluğu’nun da eski çağ bağlamında araştırılmasına önemli katkı sunmuştur” dedi. Tüzün, Karatepe- Aslantaş’ın UNESCO tarafından belirlenen ilkelere sahip olduğunu ve hak ettiği “Dünya Mirası” unvanına kavuşacağına inandıklarını kaydetti. Arkeolojik Alanın, Türkiye adına UNESCO ana listesine taşınması için gereken çaba ve çalışmalara destek ve katkı sunmaya devam edeceklerini sözleyen Tüzün, “Bölge hak ettiği yere kavuşacak. Buna inancımız tam. Çalışmalarımıza ara vermeden devam edeceğiz” diye konuştu. VALI COŞKUN: BIZE DÜŞEN GÖREV, BU MIRASA SAHIP ÇIKMAK Vali Ömer Faruk Coşkun ise bölgenin sadece Adana için değil ülkemizin de çok önemli bir kültür varlığı olduğunu belirterek, “Karatepe Aslantaş Arkeolojik Alanı’nın UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde yer alması gurur verici. Böylesi değerli bir hazinenin mirasçıları olarak bize düşen görev, bu mirasa sahip çıkmak ve onu tüm dünyaya tanıtmaktır” açıklamasında bulundu. Vali Coşkun, Karatepe-Aslantaş Arkeolojik Alanı’nın UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınmasında emeği ve katkısı olan herkese teşekkür etti.

9


2020 / Sayı 13

10


2020 / Sayı 13

11


2020 / Sayı 13

12

Çiftçinin kayıp yılı

Haber Yazısı

M

ayıs Türkiye’de yaşanan aşırı sıcak ve yağış, başta narenciye ve zeytin olmak üzere çok sayıda ürüne zarar verdi. Covid-19 nedeniyle sıkıntılı günlerin ardından yaşadığı afet sonrasında ne yapacağını şaşıran çiftçi, yardım eli uzanmasını bekliyor. Yaşanan zarar, narenciye, zeytin ve zeytinyağı fiyatlarını arttırırken çiftçi, kayıp bir yıl endişesi taşıyor Türkiye genelinde Mayıs ayı içerisinde yaşanan aşırı sıcaktan, başta narenciye ve zeytin olmak üzere çok sayıda ürün zarar gördü. Zaten Covid-19 nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan çiftçi, son yaşanan afetle ne yapacağını şaşırdı, kendilerine uzanacak yardım elini bekliyor. Naranciyede fiyatların yüzde yüzün üzerinde,

Serkan Talan / Osmaniye

6 Temmuz 2020

zeytin ve zeytinyağında ise yüzde 50 ila yüzde 80 arasında değişen oranlarda artış olması öngörülüyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkan Vekili, Osmaniye Ziraat Odası Başkanı Bahadır Sezgin, bu yıl çiftçinin kayıp yılı olabileceğini belirtti. Yıllardır çiftçilik yaptığı için çiftçilerle iç içe olduğunu kaydeden Sezgin, bu yıl yaşadıkları gibi bir felaketi görmediğini söyledi. Sezgin’e göre, narenciye ürünleri başta olmak üzere zeytin, antepfıstığı, buğday ve hatta mısır, aşırı sıcaklardan etkilenerek zarar gördü. Çiftçiler zararlarının karşılanması için ürünlerinin afet kapsamına alınmasını istiyor. Önceki yıllarda bazı soğan üreticileri, fiyatların düşük seyretmesi nedeniyle ürünlerini tarlada bırakmamıştı.

“ÖNCE COVID-19 DAHA SONRA SICAKLAR” Mart-Nisan ayında Covid-19’la mücadele eden çiftçi, Mayısın 14 ile 17’si arasında hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi nedeniyle büyük sıkıntılar yaşıyor. Ülke genelinde geçtiğimiz haftalarda yaşanan Afrika sıcakları, başta portakal, greyfurt limon ve mandalina gibi narenciye ürünlerine yüzde doksanlara varan zarar verdi. Sıcaklardan zeytin de nasibini aldı. Çukurova Bölgesi’nde narenciye ve zeytin üreticileri zararlarının karşılanması için yetkililere çağrıda bulundu. Dünyada narenciye üretiminde Türkiye’nin 4 milyon 700 bin ton ile 7. sırayı aldığını bildiren Sezgin, sıcaklar nedeniyle narenciye ve zeytin meyvelerinin ağaçtan


2020 / Sayı 13

döküldüğünü kaydetti. Sezgin, bu yıl üretimin az olması nedeniyle narenciye ve zeytin başta olmak üzere birçok ürünün fiyatlarının artacağını aktarıyor.

NARECIYEDE ZARAR, YÜZDE 90 VE ZEYTINDE ISE 70’LER CIVARINDA Yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle bu yılı “Çiftçinin kayıp yılı” ilan ettiklerini aktaran Sezgin, “Bu yılki felaket gibisi, hatırladığım kadarıyla yaşanmadı. Narenciyede zarar, yüzde 90’ları zeytinde ise yüzde70’leri bulmuş durumda. Çiftçilerin her daim yanındayız. Zararlarının karşılanması için Tarım Bakanımız ile sürekli görüşmelerimiz devam ediyor” dedi. Çiftçilerin sorun ve beklentilerini bildiklerini anlatan Sezgin, “Covid-19 nedeniyle çiftçi borçları, 6 ay ötelenmişti. Ama yaşanan felaketlerden sonra bu yeterli değil. Çünkü tarihte yaşamadığı bir sıkıntı yaşadı çiftçilerimiz. Borçların ödemesi daha ileri bir tarihe ertelenmeli” diye konuştu. Sağlık ve gıdanın dünyada insanların vazgeçmediği iki şey olduğunun altını çizen Sezgin, “O yüzden çiftçilerimize sahip çıkmalıyız. Onlar bu yıl hem Covid-19 hem de mayısta Afrika sıcakları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşadı. Önümüzdeki süreçte yaşadıklarımız gösterdi ki ülke olarak kendi kendine yeten bir ülke olmak zorundayız. Bunun yolu da öncelikle çiftçimizi desteklemek her daim onun yanında yer almaktır” ifadelerini kullandı.

“YAŞANILANLAR, FIYATLARA YANSIYACAK” Çiftçinin bu yıl yaşadığı sıkıntının fiyatlara da doğrudan yansıyacağına işaret eden Sezgin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Özellikle narenciyede yüzde yüz, zeytinde ise yüzde 50’inin üzerinde artış bekliyoruz. O yüzden üretmek çok önemli. Çiftçi, ne kadar ucuza ürününü üretirse bizler de o kadar ucuza yeriz. Çiftçinin mağdur olması demek herkesin mağdur olması demektir.” Bu yıl yaşanan felaketin sadece narenciye ve zeytinle sınırlı olmadığını bildiren Sezgin şunları söyledi: “Zeytinde zarar, 70’leri buluyor. Buğdayda bu yıl yüzde 15-20 zarar var. Hatta şunu söyleyebilirim Mısır’da şu an pek dikkat çekmese de yüzde 4050 arası benim tahminim zarar olacak. İşte bunları bildiğimiz için bu yıl çiftçinin kayıp yılı diyoruz. O yüzden çiftçilerimize sahip çıkılmasını istiyoruz.” Öte yandan çiftçiler de zararlarının karşılanması için yetkililerle temas halinde. Osmaniye’de narenciye ve zeytin ağaçları bulunan çiftçi Ahmet Yılmaz, yaşanan aşırı sıcaklar nedeniyle meyvelerin kuruyarak dallarından döküldüğünü anlattı. Yılmaz, narenciye bahçesinin TARSİM sigortası ile sigortalı olduğunu ancak sıcakların kapsam dışı olduğu için zararlarının karşılanmadığını bildirdi. NARENCIYE VE ZEYTIN, PAHALI OLACAK Gelecek yıl, narenciye ve zeytini vatandaşların pahalı yiyeceklerine dikkat çeken üretici Yılmaz, konuşmasına şöyle devam etti: “Geçtiğimiz yıl mandalinayı 0.75, 0.80 TL’den satmıştık. Bereketli bir yıl olduğu için fiyatı bahçede 0.50 TL’ye kadar düştü. Vatandaş da 1 TL’den başlayan fiyatlarla mandalina portakal yedi. Bu yıl yaşanan zarar nedeniyle bahçede 1.5, 2 TL’den satılacak diye tahmin ediyoruz. Vatandaş, en az 4-5 TL’den mandalina alacak. Zeytinyağının kilosu bu yıl, 12 TL’ye kadar düşmüştü. Ancak gelecek yıl 20 TL’den aşağıya alıcı bulmayacağını söyleyebilirim.” Yetkililerin kendilerine sahip çıkmasını beklediklerini belirten Yılmaz, TARSİM sigortasının

kapsamının genişletilmesi ve çiftçinin zararlarının karşılanmasını beklediklerini kaydetti. “AFET KAPSAMINA ALINSIN” Adana ve Hatay bölgesinde zeytin ve narenciye üretimi yapan Osman Yanar ise afet kapsamına alınarak zararlarının karşılanması gerektiğini aktardı. TARSİM sigortasını aksatmadan yaptırdıklarını ancak sıcağın kapsam dışı olması nedeniyle zararlarının karşılanmaması nedeniyle sıkıntılar yaşadıklarını belirten Yanar, “Çiftçi arkadaşlarla dilekçe verdik. Afet kapsamına alınmak için. Zor durumdayız. Girdi maliyetlerimiz artarken bir de üstüne bu afet bizi perişan etti. Borçlarımızın ötelenmesi ve zararlarımızın tanzimi için destek bekliyoruz” çağrısında bulundu. ZARAR TESPIT ÇALIŞMALARI BAŞLADI Çiftçilerin yaşadıkları zararların tespiti için zarar tespit çalışmaları başladı. Valilik ve kaymakamlıklar yaptıkları açıklamalarla zarar gören çiftçinin valilik ve kaymakamlığa gelerek zararlarının tanzimi için başvuru dilekçesi vermelerini istiyor. Çiftçilerin yaşadıkları mağduriyetin boyutlarının yapılan çalışma sonrası daha net ortaya çıkacağı belirtiliyor.

“Zeytinde zarar, 70’leri buluyor. Buğdayda bu yıl yüzde 15-20 zarar var. Hatta şunu söyleyebilirim Mısır’da şu an pek dikkat çekmese de yüzde 40-50 arası benim tahminim zarar olacak. İşte bunları bildiğimiz için bu yıl çiftçinin kayıp yılı diyoruz.

13


2020 / Sayı 13

14

Ticari kısıtlamalarda dünyanın neresindeyiz?

Haber Yazısı

Hüseyin Tunçay / Ankara

6 Temmuz 2020


T

ürkiye 36 OECD ülkesi içinde lojistik ile havayolu taşımacılığı ve kargo-kurye alanlarında en kısıtlayıcı konuma sahip ülke durumunda bulunuyor OECD tanımlamasına göre uluslararası hizmet ticareti, sıklıkla ticaret ve yatırım engelleri ile iç yönetmelikler yani ulusal düzenlemelerle engelleniyor. Hizmet Ticareti Kısıtlılık Endeksi (HTKE) hangi politik tedbirlerin ticareti kısıtladığını belirlemeye yardımcı oluyor. OECD üyesi 36 ve üye olmayan 10 devletin 22 sektörüne ait verilerin yer aldığı endeks 0 ve 1 arasında değerlerle kısıtlayıcılığı belirliyor. Söz konusu endekste 0 değeri tamamen açık, 1 değeri ise tamamen kapalı yani en kısıtlayıcı anlamına geliyor. Corona virüs nedeniyle ülkeler gittikçe içine kapanırken, salgın sonrasında ticaretin ne olacağı, korumacılığın ve kısıtların daha da artıp artmayacağı tartışmaları çoktan başladı. Bu nedenle ticari kısıtlamalar konusunda dünyanın neresindeyiz konusuna bakmak yararlı olacak. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) üyesi 26 ülkenin Hizmet Ticareti Kısıtlılık Endeksi verilerine göre, Türkiye’de hizmet alanında birçok sektörde kısıtlayıcı bir durumun olduğu görülüyor. Türkiye 22 sektör içinde

Muhasebe hizmetlerinde maksimum (0,64- kısıtlayıcı) puana sahipken, Ticaret hizmetleri sektöründe ise en düşük puana sahip. Buna karşılık Türkiye Lojistik sektörünün YüklemeBoşaltma hizmetlerinde, Depolama-Ambarlama ile Navlun Sevkiyatı (Bu alanda İzlanda ile birlikte) alanlarından en kısıtlayıcı kurallara sahip ülke durumunda bulunuyor. OECD üyesi olmayan ülkelerden Tayland ve Rusya Türkiye’den daha kısıtlayıcı konumda. Havayolu Taşımacılığı ile Kargo-Kurye hizmetleri alanında da 36 üye ülke içinde en kısıtlayıcı ülke Türkiye olarak göze çarpıyor. OECD üyesi olmayan ülkelerle birlikte bakıldığında ise Havayolu Taşımacılığında Tayland, KargoKurye alanında ise Çin bizden daha da kısıtlayıcı kurallara sahip bulunuyor. Türkiye, Muhasebe, Sinema, Yayıncılık, Ses Kayıt, Deniz Yolu Taşımacılığı ve Bilgisayar Hizmetlerinde de 36 OECD ülkesi içinde kısıtlayıcılık açısından sondan ikinci sırada yer alıyor. Yani bu alanlarda da oldukça kısıtlayıcı mevzuata sahip görünüyor. MİMAR VE MÜHENDİSLİK HİZMETLERİNDE KISITLAYICILIK DAHA AZ Buna karşılık; Mimarlık

hizmetlerinde OECD içinde Türkiye’den daha kısıtlayıcı kurallara sahip 9 ülke daha yer alıyor. Mühendislik alanın da 11. Yani kısıtlayıcılık açısından önümüzde bizden daha fazla kısıtlayıcı olan 10 ülke daha var. Türkiye, endekse göre Lojistik ve gümrük komisyonculuğu alanında sondan 3 durumda, hukukta sondan 4’üncü sırada bulunuyor. EN KAPALI VE EN AÇIK ÜLKELER Öte yandan sektörel bazda OECD ve 10 ülke hesaba katıldığında Lojistik DepolamaAmbarlama ile Yükleme-Boşaltma hizmetlerinde en kısıtlayıcı ülke 1 endeks değeri ile Rusya olurken, en açık ülkeler, DepolamaAmbarlama’da 0.10 ile Güney Kore, Lojistik Yükleme-Boşaltma hizmetlerinde ise 0,12 ile Litvanya oldu. Gümrük komisyonculuğu hizmetlerinde en kısıtlayıcı ülke 1 değeri ile Meksika olurken, 0,13’lük değer ile Fransa ve Hollanda en az kısıtlayıcılığa sahip ülke olarak görülüyor. Muhasebede 0,10 değeri ile Şili, 0,14’lük değer ile Çekya ve Letonya en açık ülkeler olarak göze çarparken, en kapalılar 1 değeri ile Güney Kore ve Tayland olarak belirtiliyor.


2020 / Sayı 13

16

Cewerî: Anadilimde yazdığım için hor görülmedim, tersine ödüllendirildim Nurdane Sağkan / Ankara

Haber Yazısı

M

ardin doğumlu yazar, çevirmen Fırat Cewerî, kırk yıllık yazarlık yolculuğunda 40 kitap yazdı, çevirdi. Ayda bir Türkiye’de olduğunu anlatan Cewerî, “İyi bir edebi eser, hangi dilde yazılmış olursa olsun, evrensel edebiyata açılan kapıdan geçmeyi kesinlikle başaracaktır” dedi Kürt edebiyatının modern ismi, çevirmen Fırat Cewerî, Mardin doğumlu. İlk gençlik yıllarını Nusaybin’de geçirdi. Yirmi yaşına gelmeden Kürtçe edebiyata yöneldi. 1980’de yerleştiği İsveç’te edebiyatın çeşitli alanlarında Kürtçe eserler üretiyor. Nûdem Dergisi’ni on yıl boyunca aralıksız çıkardı. O yıllardan itibaren daha çok öyküye yoğunlaşan Cewerî, aynı zamanda

Dünya edebiyatından klasik ve modern onlarca eseri Kürtçeye çevirdi. Hawar Dergisi’ni yeniden toparlayıp Nûdem Yayınları arasından basılmasını sağladı. İsveç Yazarlar Birliği üyesi olan Fırat Cewerî, İsveç PEN Kulübü Yönetim Kurulu Üyeliği’nin yanı sıra, uzun yıllar “Sürgündeki Yazarlar Komitesi”nin de Başkanlığı’nı yaptı. Kürtçe ve İsveççe edebi çalışmalarını sürdüren Cewerî’nin eserleri İsveççe, Almanca, Farsça, Arapça ve Türkçeye çevrildi hatta filme uyarlandı. Geç Bir Sonbahardı, Birini Öldüreceğim, Lehî ve Maria Bir Melekti adlı romanlarıyla, Türkiye’de de dikkatleri üzerine çeken Cewerî, hâlâ İsveç’te yaşıyor. 2018 yılında İsveç Akademi Ödülü’ne layık görülen Cewerî, 2020 yılında da

7 Temmuz 2020

Irak Kürdistan Bölgesi Kültür Bakanlığı tarafından Altın Kalem Ödülü’ne layık bulundu. Sayın Cewerî kaç yıldır İsveç’te yaşıyorsunuz? Ben hep ilk adımları merak ederim, Türkiye’den İsveç’e gitme kararını nasıl aldınız, bu yolculuğu sizden dinleyebilir miyiz? 1977-78 yıllarında çok ateşli bir devrimciydim. Marksist literatürü yutarcasına okuyor, karşıt görüş devrimcilerle derin tartışmalara giriyor, şehrin duvarlarını sloganlara boğuyordum. Aynı zamanda gizlice şiirler yazıyordum. Okuduğum bütün kitaplar ve yaptığımız bütün tartışmalar Türkçe olmasına rağmen, ben şiirlerimi Kürtçe yazıyordum. Kürtçe yasaktı, Kürtçe yazılmış bir aşk şiiri bile insanın başına büyük


2020 / Sayı 13

belalar açabilirdi. Zaman geçtikçe siyasetten ve savunduğumuz proletarya diktatörlüğünden soğudum, böylece edebiyat dünyasına çekildim. Durmaksızın yazıyordum, yazdıklarımı farklı yerlerde saklıyordum. O zamanlar zaten bizim oralarda sıkıyönetim hüküm sürüyordu ve 12 Eylül darbesinin hazırlığı yapılıyordu. Durumun ciddiyetini fark edince, ülkeyi terk etmenin yollarını aramaya başladım. Kürtçe yazabileceğim ve Kürt edebiyatına katkı sağlayabileceğim bir ülkeyi seçmeliydim. 19 yaşında gencecik bir delikanlıydım, ailem gitmeme izin vermiyordu. Beni çok seven annem, uzak ülkelere gideceğim için beni bir daha göremeyecek olmanın korkusuna kapılıp, hüngür hüngür ağlıyordu. Onu ve ailemin geri kalanlarını ikna ettim. 1980 yılında, bütün sevdiklerimi ardımda bırakarak ülkeyi terk ettim ve İsveç’e yerleştim. 40 yıldır da İsveç’te yaşıyorum. Genç Fırat Cewerî, bilmediği bir ülkeye vardıktan sonra neler yaşadı, yabancı bir ülkede yazarlık rüştünü nasıl ispatladı? Türkiye’yi terk ettiğimde, yasaklardan dolayı bütün şiirlerimi ezberlemiştim. Sadece şiirlerin başlıklarını küçük bir kâğıda yazıp, o kâğıdı da iç çamaşırımda saklamıştım. İsveç’e varınca, ilk yaptığım iş, bir daktilo almak oldu ve oturup o şiirlerimi kâğıda döktüm. Ben evde şiirlerimi yazarken, dışardan gelen her sesin polis ya da asker baskını olabileceği korkusuna kapılıyordum. İsveç polisine iltica etmek için gittiğimde, polisler yazar olduğumu duyunca büyük bir saygıyla karşıladı beni. 40 yıldır bu ülkede bu saygıyı görüyorum hâlâ. Kendi anadilimde yazdığım için hor görülmedim, tam tersine ödüllendirildim. İsveç’te geniş bir yazar çevrem var şimdi. İsveç’in çeşitli edebiyat kurumlarında yer aldım. Ama edebi eserlerimi hep Kürtçe yazdım. Yasaklı bir dilde edebi eserler verdiğim için İsveçli yazar arkadaşlarım tarafından da hep övüldüm, destek aldım. Dört yıl önce sizinle bir söyleşi yapmıştık ve o zaman “Maria Bir Melekti” kitabınızı konuşmuştuk. Aradan geçen bunca zaman sonra

neler yaptınız, bize ve edebiyat dünyasına vereceğiniz haberler var mı? İsveç’in bana verdiği imkânlardan dolayı, İsveç’e bir nevi vefa borcumu ödemek için son yıllarda çok sayıda İsveç edebiyatının önemli eserlerini Kürtçeye çevirdim. Çıkan her eserin kokteylini, İsveç’in İstanbul Başkonsolosluğu’nda yaptık. Kırk yıllık yazarlık yolculuğumda yazdığım ve çevirdiğim kitapların sayısı kırk oldu. Bunlardan on yedisi, İsveççeden Kürtçeye çevirdiğim kitaplar. Tabii ben çeviri yaparken, roman karakterlerim de beni sabırsızlıkla bekliyorlar. “Derza Dilê Min”adlı romanım, koronavirüs belası olmasaydı, birkaç ay önce Avesta Yayınları’ndan çıkacaktı. “Derza Dilê Min”, tek taraflı mektuplar üzerinde kurgulanmış bir aşk romanı. Türkiye’de karantina dönemi sona erdikten hemen sonra çıkacak. Sonra da, Musa Bêjevan’ın Türkçe çevirisiyle Türk okurlarıyla buluşacak. İsveç’te yazar olmayı, bir yazara tanınan hakları, devletin, toplumun yazara yaklaşımını sorsam neler anlatırsınız? Totaliter ve demokrasiden uzak ülkelerde gündemi hep politikacılar belirler; ama İsveç gibi demokratik ülkelerde, gündemi çoğu kez aydın ve yazarlar belirler. İsveç’te bir yazar, sansür ve oto sansürden uzak bir şekilde özgürce istediğini yazabiliyor. Devlet veya devletin hiçbir kurumu, bir yazarın özgürlüğünü kısıtlayacak bir girişimde bulunmaz. Toplum, yazarı bağrına basarken, devlet de kültür kurumlarıyla yazara sahip çıkar. İsveç Yazarlar Birliği ve Yazarlar Fonu her şekilde yazarları destekler. İsveç Yazarlar Birliği Yönetimi’nde veya onun dışında bir sürü yazarevi bulunmakta. Yazarlar, burs alarak bu evlerde rahat bir ortamda eserlerini yazabiliyorlar. Ayrıca yazarlara bir sürü ödül veriliyor. Böylece çalışma olanakları daha da kolaylaşıyor. Dünya şu anda küresel bir virüsle yaşam mücadelesi veriyor. Bu anlamda İsveç’te neler değişti?

Değişen yaşam, bir yazar olarak sizi nasıl etkiledi? İsveç, her zaman kendi yolunu izleyen bir devlet olmuştur. Bu koronavirüs pandemisi döneminde, dünyanın birçok ülkesi tarafından eleştiriye maruz kalmışsa da, yine kendi yolunu izlemiştir. İsveç’e maske zorunluluğu hiç gelmedi. Sokağa çıkma yasağı uygulanmadı. Sadece resmi toplantılarda 50 kişiyi geçmeme yasağı geldi. Yani bütün dünya, koronavirüse karşı diktatörce müdahale ederken, İsveç her zamanki gibi demokratik yollara başvurdu. Bu söyleşiyi yaptığımız ana kadar bile, İsveç’te günde 100 insan hayatını kaybetmekte. Aslında benim için fazla değişen bir şey olmadı. Ben pozitif düşünen biri olduğum için, bu krizi kendim için bir fırsata çevirdim ve çalışmalarıma daha da yoğunlaştım. Bu üç ay içerisinde yaptığım çalışmaları, normal şartlarda üç yılda bitiremezdim. Yaşadığım tek olumsuz şey, bütün yolculuk ve etkinliklerimin iptal edilmiş olması. Ayrıca bu yıl yazarlığımın 40. yılıydı. Bu yüzden birçok ülkeye davet edilmiştim. Siz Kürt edebiyatının gelişmesine çok emek vermiş bir yazarsınız. Kürtçeyi, Türkçeyi ve İsveççeyi çok iyi bilen bir yazar olarak, kitaplarınızı hangi dilde yazıyorsunuz? Kürt edebiyatına yıllardır verdiğiniz emekten, çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Yazın hayatımda ilk makalemi, 1979 yılında Türkçe yazdım. Onun dışında edebi eserlerimi hep Kürtçe yazdım. Kürtçe yazmaya başladığımda, Kürtçe alfabeyi bile bilmiyordum, özgün Kürtçe seslerin harf karşılığını tanımıyordum. Kürtçe bir eğitim dili değildi ve yasaktı. Benimki biraz da yasaklara karşı bir başkaldırıydı. Bir dili yasaklayan mantaliteyi anlamakta güçlük çekiyordum. Klasik ve sözlü edebiyatın çok zengin olduğu, milyonlarca insanın konuştuğu kadim bir dilin ölümüne seyirci kalamazdım. Kürtçe yazmaya başladığım günden beri kendime şu sözü verdim: “Kürtçeyi diriltmek için elimden geleni yapacağım.” Kürtçenin derinliklerine inince, Kürtçenin modern edebiyata da ne

17


2020 / Sayı 13

18

kadar uygun bir dil olduğunu fark ettim. Bu yüzden eserlerimi hep Kürtçe yazdım ve Kürtçe yazmaya devam edeceğim. Kürtçenin yanı sıra, senin de belirttiğin gibi iki aktif dilim daha var; Türkçe ve İsveççe. Bu iki dilde de makale ve denemeler yazıyorum. Böylece, üç dil arasında gidip geliyorum…

ayda bir Türkiye’de oluyorum. En sık uğradığım kent de İstanbul’dur. İstanbul, hem bir kültür ve sanat, hem edebiyat, hem de sosyolojik açıdan kozmopolit bir kent. İstanbul’u ve İstanbul’un adalarını çok seviyorum. Edebiyat etkinliklerim dışında, İstanbul’da dostlarla rakı masasında bir araya gelmeyi de çok seviyorum.

Kaç kitabınız var? Bunlar hangi dillere çevrildi? İlk kitabım, 40 yıl önce, 1980 yılında çıktı. O günden bugüne, yazdığım ve çevirdiğim kitapların sayısı da 40 oldu. Yirmisi kendi yazdığım kitaplar, diğerleri de Kürtçeye çevirdiğim kitaplardır. Kendi yazdığım kitaplar; Türkçe başta olmak üzere, Almanca, İsveççe, Farsça ve Arapçaya çevrildi. Birkaç farklı ülkeden de teklif aldım. Kitaplarım, yakın bir zamanda başka dillere de çevrilecek.

Size göre yazarlık nasıl bir disiplin gerektiriyor? Bir yazar nelerden beslenir, nelerden fedakârlık eder? Siz nasıl bir disiplinle çalışırsınız? İlk önce şunu belirtmem gerek; yazarlık veya yaratıcılık, aynı zamanda bir egoizmdir. Yazarın eseri, bazen yazar için en sevdiklerinden önce gelir, hatta aile fertlerinden bile önce. Yani bir yazar; ailesinden, sosyal yaşamdan, mal ve mülkten yana fedakârlık ederek eserlerini ortaya çıkarabiliyor. Elbette bu varsayımım, bütün yazarlar için geçerli olmayabilir. Her yazarın kendine göre bir çalışma biçimi ve yazma eylemi içerisinde olduğu esnada bir ruh hali vardır. Bir yazarın, her şeyden önce öz disipline sahip olması gerekir. Öz disiplin olmayınca; bugünün işini yarına, yarının işini de diğer güne bırakarak; istenen sonuca varılacağına inanmıyorum. Ben de öteden beri, bir öz disiplinimin olduğunu söyleyebilirim. Sabahları

Sayın Cewerî sizin Türkiye’yi çok sık ziyaret ettiğinizi, edebi toplantılara, TV programlarına konuk olduğunuzu görüyoruz ayrıca Türkiye’de de sözleşme yaptığınız bir yayıneviniz var, bu bağdan da biraz söz eder misiniz? Evet, Türkiye’ye sık sık geliyorum. Televizyon programları, edebiyat etkinlileri, seminerler, kitap kokteylleri, kitap fuarları, imza günleri derken; nerdeyse

çok erken kalkıyorum. Evdeyken ilk yaptığım şey, sabah gazetesini posta kutusundan almak ve kahve pişirmek oluyor. Tercihim filtre kahve. Kahve eşliğinde sabah gazetemi okuyorum. Ondan sonra günün programını bir kâğıda not alıyorum. Sonra yazmaya başlıyorum. En az üç saat yazıyorum. Yazdıklarım bazen üç kelime, bazen de üç sayfayı bulabiliyor. Evde yalnız olduğum zamanlarda bile bazen evde yazmak kolay olmuyor. Bir kafeye, bir bara, bir otel lobisine ya da bir yazarevine gittiğim oluyor. Böylece daha kolay yazabiliyorum. Bazen bir kitabı aynı mekânda ve aynı masada bitirdiğim oluyor. Sayın Fırat Cewerî, bir yazar eserlerinde yerelliği aşıp, evrensel değerlere nasıl ulaşır? Evrenselleşmiş yazarların eserlerine baktığımız zaman, bu yazarların hep yerel motiflerle yazmaya başlamış olduğunu görüyoruz. Bu yazarlar; bir olayı, bir aşkı, bir sürgünü, bir çatışmayı veya yerel insan ilişkilerini ele almıştır eserlerinde. Çünkü edebiyatın malzemesi insandır ve en nihayetinde de insana dair olan her şey evrenseldir. İyi bir edebi eser, hangi dilde yazılmış olursa olsun, evrensel edebiyata açılan kapıdan geçmeyi kesinlikle başaracaktır.


2020 / Sayı 13

Ölüm yolunda barış yürüyüşü: Srebranitsa Katliamı’nın 25. Yılı Besim Güçtenkorkmaz / Ankara

göbeğinde, korku dolu bekleyiş vardı. Boşnakların ellerinde, topraklarını korumak için çok fazla silahları yoktu. En büyük güvenceleri bölgede bulunan ve kendilerini korumakla görevlendirilen Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleriydi. Üstelik Birleşmiş Milletler (BM), Boşnakların yoğun olduğu Srebranitsa dâhil olmak üzere Boşnaklara ait altı yerleşim yerini de güvenli bölge ilan etmişti. Verilen güvence o kadar yüksek sesle duyurulmuştu ki, uzak köylerden kasabalardan da birçok Boşnak, ailesini toplayıp, akın akın, güvenli bölge diye bildikleri Srebranitsa kasabasına geliyordu.

9 Temmuz 2020

Srebranitsa, Hollandalı barış gücü askerleri tarafından korunuyordu. Hollandalı askerler, Barış gücünün kararı diyerek, tüm Boşnaklardan, evlerindeki kırık dökük 3-5 silahı da teslim etmesini istediler. BARIŞ GÜCÜ, ŞEHRI SIRPLARA TESLIM ETTI Sırp General Radko Mladiç, silahsızlaştırılan Srebranitsa’ya saldırılarını sıklaştırmıştı. Boşnakların toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları başvuru, Barış Gücü Komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. Eğer Sırplar kente yaklaşırlarsa BM’ye ait savaş uçakları tarafından bombalanacaklardı. Ancak BM yalnızca iki F-16’yı kent üzerinde

Haber Yazısı

Ö

lümden kaçanların kullandığı 105 kilometrelik yol, onların anısına “katliam unutulmasın” diye her yıl artan kalabalıkla, 8-11 Temmuz tarihlerinde yürünüyor. O, ölümün kol gezdiği yoldaki “Barış yürüyüşü”, “Marş Mira” adıyla gerçekleştirilecek. Küresel salgın nedeniyle bu yıl sembolik bir yürüyüş yapılacak Bundan tam 25 sene önceydi. Aylardan, Temmuz. Srebranitsa Kasabası’nda yaşayanları korku almıştı. Yugoslavya’da iç savaş çıkmış, her yeri kendilerinin zanneden Sırplar, Boşnak şehirlerine saldırmaya başlamışlardı. Avrupa’nın

19


2020 / Sayı 13

20

uçuş yaptırmakla yetindi. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki BM Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar. Hollandalı Komutan Thom Karremans, kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti. Kentin teslim edilmesi sırasında, Mladiç ve Karremans karşılıklı kadeh tokuşturarak birbirlerine hediye bile verdiler. Bu utanç anı hem BM’nin hem de Hollanda’nın tarihine kara bir leke olarak geçti. AĞIR SILAHLARLA GIRDILER 11 Temmuz 1995 günü, Sırp askerleri, tankların ve ağır makineli tüfeklerin de olduğu savaş araçları ve “Akrep” adı verilen katil milis güçleri ile Srebranitsa Kasabası’na girdiler. Bir kısım Bosnalı, kasabaya yapılan baskından kurtulabilmek umuduyla, gecenin karanlığında ormana sığındılar. Hedefleri, orman yolundan Saraybosna yakınındaki Nuzuk’taki güvenli bölgeye ulaşabilmekti. Önlerinde, 105 kilometrelik tehlikeli bir yol vardı. Srebranitsa’nın içinde ise korkunç bir katliam yaşanıyordu. Bir bölüm Boşnak, can havliyle Srebrenitsa’nın hemen dışında, Potocari’de bulunan Hollandalı askerlerin denetimindeki BM Barış Gücü karargâhında yaşama tutunmak istedi. Hollandalı Barış Gücü askerleri, kendilerine

sığınan Boşnakları da hiç utanmadan Sırplara teslim ettiler. BÜYÜK ACILAR YAŞANDI Sırplar, Srebranitsa’da erkekleri, kadınları ve çocukları birbirlerinden ayırdılar. Otobüslere bindirdikleri erkekleri yakındaki pil fabrikasına götürerek kurşuna dizdiler. 10 yaşındaki kız çocukları da dahil, kadınların büyük bölümüne tecavüz ettiler. Sonra orman yolundan kaçanların peşine düştüler. Esir alınan Boşnaklar, orman içinde saklanan akrabalarını isim isim çağırmaya mecbur tutuluyor, silah zoruyla “Sırplar bize bir şey yapmadı, size de yapmayacak” diye bağırtılıyordu. Bu çağrıya inanıp saklandıkları yerlerden çıkan Boşnaklar da hemen orada öldürüldü. Üç gün içerisinde 8 bin 372 Boşnak katledilmişti. Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük soykırımdı. Katledilenler, açılan ölüm çukurlarına, toplu mezarlara iş makinaları ile gömüldü. KAÇAN BOŞNAKLAR, GÜNLERCE ORMANDA YÜRÜDÜ Srebrenitsa’dan kaçan binlerce Bosnalıdan çok azı, günler süren orman içindeki tehlikeli yolculuktan sonra 105 kilometre uzaklıktaki Tuzla yakınındaki güvenli bölgeye ulaşarak canını kurtarabildi. Ulaşanlar, açlığa ve

susuzluğa dayanan ve “Akrep” adı verilen insan avcısı Sırp milisler tarafından ele geçirilmeyenlerdi. Bosnalılar çok kötü günler geçirdiler. Evleri yakıldı, yıkıldı, kurşunlandı. Kadınlarına tecavüz edildi, erkekleri öldürüldü. Savaş bittikten sonra toplu mezarlardan cesetler çıkartılmaya başlandı. DNA testleri yapılarak kimliklerin belirlenmesi uzun zaman aldı. Srebranitsa yakınındaki Potacari’de büyük bir şehitlik oluşturuldu. Her yıl, katliamda öldürülen Bosnalılardan kimlikleri belirlenenlerin kemikleri, Potaçari’deki anıt mezarlığa törenle defnedilmeye başlandı. DÜNYA, KATLIAMA SESSIZ KALDI Uluslararası Adalet Divanı 2007’de, kasabada yaşananları “soykırım” olarak nitelendirdi ancak sorumlusunun Sırbistan olmadığına hükmetti. Rusya ise 2015’te BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan ve kasabada yaşananları “soykırım” olarak nitelendiren bir karar tasarısını veto ederek, bu katliama sessiz kaldı. Bosnalıların yüreklerine su serpen tek gelişme, Hollanda’nın Lahey Kenti’nde eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, katliamdan sorumlu tutulan Bosnalı Sırp General Ratko Mladiç’i soykırımdan, insanlığa karşı suç işlemekten ve Srebranitsa katliamından suçlu bulması oldu.


2020 / Sayı 13

Mladiç, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. ÖLÜM YOLUNDA BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ Srebranitsa’dan, orman yollarını kullanarak kaçanların arasından çok azı, o Temmuz sıcağında aç susuz günlerce yürüyerek, 105 kilometre ilerdeki Nezuk’a ulaşabildi. Bazıları, bu ölüm yürüyüşünde hastalıktan ve açlıktan hayatını yolda kaybetti. Kimisi ise, Sırp çetecilerin tuzağına düşerek öldürüldü. Bu büyük katliamı unutturmamak için Bosnalılar, ilk kez 2005 yılında Marş Mira “Barış Yürüyüşü” adı altında, Bosnalıların canlarını kurtarmak için korku içerisinde yürüdükleri zorlu ölüm yolunu yürüyerek, katliamda ölenleri anmaya başladı. Yol, aktivistler tarafından, kaçış güzergâhının tersinden yürünüyordu. Nuzuk’ta başlayan yolculuk, Srebranisca yakınındaki Potacari Anıt Mezarlığı’nda sona erdiriyordu. Şehitlere dualar edilirken, kimlikleri yeni belirlenenlerin de defin işleri kalabalık bir törenle o gün gerçekleştiriliyordu. Az sayıda insanla başlayan bu anma yürüyüşü, yıllar geçtikçe artan sayıda katılımla yapılmaya başladı. Türkiye’nin yanı sıra Avrupa’nın birçok ülkesinden de bu acıya ortak olmak isteyen çok sayıda aktivist, her yıl 8-11 Temmuz arasında yapılan bu

yürüyüşe katılıyor. Türkiye’den katılmak isteyenler için de, “Marş Mira Türkiye” gönüllüleri organizasyon kolaylığı sağlanıyor. BU TEMMUZ, EN ANLAMLI YÜRÜYÜŞLERDEN BIRI OLACAKTI Bu yıl, katliamın 25. yılıydı ve tahminen 20 bin kişi Nezuk’ta buluşarak, Potacari Mezarlığı’na kadar, 105 kilometrelik yolu 3 günde yürüyecekti. Anlamlı olduğu kadar en çok katılım olması beklenen bu “Marş Mira” yürüyüşüne, ben de çok sevdiğim bir arkadaşım ile katılmayı kararlaştırıp, uçak biletlerimizi erkenden almıştık. Ancak Bosna Hükümeti, Covid-19 salgını nedeniyle bu anlamlı yılda, ancak 100 kişinin katılabileceği sembolik bir yürüyüş yapılmasına ve yürüyecek kişilerin, katliamda yakınlarını kaybeden Bosnalılardan oluşmasına karar verdi. Potacari Anıt Mezarlığı’nda bitecek yürüyüş sonunda, bu yıl kimlikleri belirlenen 39 şehidin daha toplu cenaze töreniyle defnedileceği açıklandı… “Marş Mira” yürüyüşüne katılım her geçen yıl biraz daha artıyor. Ölüm yolundaki barış yürüyüşünde, insanlar sessizce yürüyor. Yol boyunca, toplu mezarlar ve kurşunlardan duvarları delik deşik olan bir zamanlar mutlulukla yaşanan evler, yürüyenleri geçmişin acılarına götürüyor.

YOLDA ÖLÜMÜN KARANLIK YÜZÜ HÂLÂ DURUYOR Marş Mira’da, kortej, her gün yaklaşık 35 km yol alıyor. Geceleri, ormanlık bölgede belirlenen yerlerde kamplar kuruluyor, çadırlarda uyunuyor. Gece yakılan ateşin başında, katliam tanıkları, kaçış sırasında yaşadıkları acıları yürüyüşçülerle paylaşıyor. Yürüyüşe önceki yıllarda katılanların anlattıklarını göre, 3 gün boyunca o ölüm yolunda, hayatta kalmak için 105 km yürümeyi göze almış insanların ölümle mücadelesi, korkuları ve yaşadıkları çaresizlik fazlasıyla hissediliyor. Adeta “Ruhani” bir yürüyüş oluyor. Bosnalı anneler, yol boyunca yürüyüşçülere meyve, çay ve su ikram ediyor. Yürüyüşçüler, yol boyunca rastladıkları çocuklara, ülkelerinden getirdikleri oyuncakları ve kitapları armağan ediyorlar. Tam bir kültür alış verişin yaşandığı, aynı zamanda acılara şahitlik edildiği yürüyüşte, son gün, yani büyük katliamın yapıldığı 11 Temmuz’da Srebranitsa’ya ulaşılıyor. O yıl içinde kemikleri bulunan ve kimlik tespiti yapılanlar, ruhlarının huzur bulacağı Potoçari Anıt Mezarlığı’na binlerce yürüyüşçünün katıldığı büyük törenle gömülüyor. Bu yıl Covid-19 engelledi ama önümüzdeki yıllarda bu vahşeti unutturmamak için, Marş Mira’yı mutlaka yürüyeceğim.

21


2020 / Sayı 13

22

Bartın’dan Diyarbakır’a gelin geldi, 6 ayda Kürtçe öğrendi

Haber Yazısı

A

skerlik yaptığı sırada Bartın’da eşiyle tanışan Nurdan Saltık, Kürt biriyle evlenmesine karşı çıkan ailesini ikna edip Diyarbakır’a gelin geldikten sonra 6 ay içerisinde Kürtçe öğreniyor. 25 yıldır Diyarbakır’da yaşayan Saltık, şimdi Bağlar Belediyesi’nin sadece kadınların tezgâh açmalarına izin verdiği pazarda ekmeğini kazanmaya çalışıyor Kısa bir süre önce ekonomi haberi yapmak için gittiğim ve sadece kadınların tezgâh açtığı pazarda, meyve-sebze satıcısı Nurdan Saltık, dikkatimi çekmişti. 40’lı yaşlardaki bu kadının müşterileriyle kurduğu anaç ilişki, çok etkileyiciydi. Pazarın atmosferi

Hayati Yıldız / Diyarbakır

9 Temmuz 2020

hakkında ondan da görüş alırken Türk olduğunu, Bartın’dan Diyarbakır’a yıllar önce gelin geldiğini kısa sohbetimizde hemen söylemişti. Ancak o zaman haber konum farklı olduğundan bilahare hikâyesini yazmak için ona misafir olacağımı söyleyip ayrılmıştım. Covid-19 salgınının nispeten esnediği ama Diyarbakır’da vaka sayılarının arttığı günlerde, Saltık’ın tezgâhına yeniden misafir oluyorum. Pazarda polis ve zabıtalar, maske takmayanları uyarmak ve ceza yazmak için devriye atıyorlar. Tüm tezgâhçılar, maske ve eldiven takmış, müşterileriyle sosyal mesafe kuralına uyarak iletişim kuruyorlar. 2009 yılında Diyarbakır’ın Bağlar Belediyesi’nin

açtığı “Jiyan Semt Pazarı”ndaki tezgâhların hepsinin arkasında kadınlar var. Bir tane bile erkek satıcı bulmak mümkün değil. Haftanın yedi günü açılan bu pazarda bir yandan Diyarbakır’ın kavurucu sıcaklığı bir yandan da maskenin neden olduğu bunaltıcı durum sinirleri iyice zorluyor doğrusu. Ama Nurdan Saltık’ın hikâyesini dinleme heyecan ve merak, tüm olumsuzlukları unutturuyor. Tezgâhına gittiğimde Saltık, hemen beni tanıyor. “Hoş geldin” diyerek hem sandalye arayışına koyuluyor hem de yakınlardaki camiye gidip namaz kıldıktan sonra başlayabileceğimizi söylüyor. Yaklaşık yirmi dakika sonra ellerinde benim için “çaldığı”


2020 / Sayı 13

birkaç tane meyve ile geliyor. “Bunları senin için çaldım” diyor gülerek. Kendisine teşekkür ettikten sonra sohbetimize başlayabileceğimizi söylüyorum. Çok fazla zamanını almak istemiyorum zira hem hava aşırı sıcak hem de pazar kapanmadan müşterileriyle ilgilenmesine zaman kalsın istiyorum. “KIZIMI YAKARIM AMA KÜRTLERE GELIN VERMEM” Saltık, 1976 Bartın doğumlu ve 20 yaşına kadar da orada yaşamış. 3 kardeşler ve evin tek kızı olduğu için ailesinin kıymetlisi. Saltık, Bartın’daki aile ortamını şöyle anlatıyor: “İki abim, Güneydoğu’da askerlik yapmıştı. 90’lı yıllarda medya bu bölgeyi çok kötü yansıtıyordu. Dolayısıyla bizlerde yansıtılanlara inanıyorduk. O yüzden annemin ve genelde de ailemin Kürtlere karşı önyargıları vardı. Eşim, o tarihlerde Bartın’da askerlik yapıyordu. 1995 yılıydı. Kendisiyle tanıştık ve kısa bir süre sonra beni istemeye geleceklerini söyledim aileme. Annem, ‘Kızımı yakarım ama Kürtlere vermem’ dedi ilk başlarda. Sadece ailem değil, hısım-akraba herkes eşimin Kürt olmasından dolayı benim onunla evlenmeme karşı çıktılar. Bende ‘Kürt ise insan değil mi? Neden ayrımcılık yapıyorsunuz?’ diyerek onları ikna etmek için elimden geleni yaptım. ‘Aynı şey Güneydoğu’da bir Türkün başına gelse hiç mi vicdanınız sızlamaz?’ minvalinde tartıştım onlarla. ‘Sizin istediğiniz biri ile evlendiğim takdirde mutlu olmazsam siz mutlu mu olacaksınız?’ dedim. Tabi aynı sorunları eşim de ailesi ile yaşamış. Eşim, ‘Gelip istiyorsanız isteyin yoksa nöbette kendimi öldüreceğim’ diye ailesini tehdit etmiş. (Gülüyor) Artık yavaş yavaş ikna olmaya başladılar. Nihayetinde düğünümüzü orada yaptıktan sonra Diyarbakır’a yerleştik.” “KÜLTÜREL YABANCILIK YAŞIYORDUM” Saltık, evlendikten sonra kültürel zorluklar yaşadığını ve dil bilmemesinden dolayı eşinin ailesiyle iletişim kuramadığını söylüyor. İlk aylarında ev ahalisinin kendisi hakkındaki

konuşmalarından dahi bihaber olduğunu kaydeden Saltık, o günleri de şöyle aktarıyor: “Evlendikten sonra ilk bir yıl boyunca hep ağladım. Anne-baba yok, akraba yok ve yabancılık hissediyorsun. Ayrıca ben başka bir kültürden geliyorum ve burada o kültür ile yaşayamazdım. Dışarıya çıkarken kayınvalidemin çiçekli entarilerini giyer öyle çıkardım, bu yöreden biri olduğum izlenimini vermek için. Yine buradaki adetlere göre gelin, kayınbaba ile oturup yemek yemezmiş sofrada. Bir gün kayınbabam işten geldi, elini yüzünü yıkadıktan sonra sofraya oturdu ama eşimden başka kimse sofraya oturmadı. Kayınvalidemi ve görümcemi sofraya çağırdım ama tok olduklarını söylediler. Tabi kayınbabam durumu anladı ve sofraya oturmamı istedi. Zaten önceden de ev ahalisini uyarmış, ‘Gelinin sofra kültürü bizim ki olmayabilir o yüzden kimse ona karışmayacak, nasıl rahat edecek ise öyle yapsın’. Tabi şu anda böyle şeyler kalmadı buralarda.”

“Buradaki adetlere göre gelin, kayınbaba ile oturup yemek yemezmiş sofrada.”

“DIL BILMEDIĞIM IÇIN ÇOK ZORLANDIM” En çok zorlandığı konunun, dil olduğunun altını çizen Saltık, hikâyesinin devamını şu sözlerle dile getiriyor: “Kayınvalidem Türkçe bilmiyor, ben de Kürtçe. Evdeki çocuklardan her gün birkaç Kürtçe kelime öğrenmeye başladım. 6 ayda Kürtçeyi anadilim kadar iyi konuşmaya ve anlamaya başladım. Tabi dili öğrendikten sonra da bir süre kimseye belli etmedim. Hakkımda konuşulanları duymak istiyordum. (Gülüyor). Bir süre sonra eşimle kendi evimize çıktık. Ben dikiş-nakış kursunda işe başladım. Eşim de şoförlük yapıyordu. Sonra eşim rahatsızlandı. Akciğerinde

kist olduğunu öğrendik. Bir süre çalışamadı. Ben daha çok çalışmaya başladım. Çocuklarımız oldu. Şu anda, 4 çocuğumuz var.” “KENDIMI BIR IŞ KADINI OLARAK GÖRÜYORUM” 2009’da Diyarbakır’ın Bağlar Belediyesi’nin sadece kadınların tezgâh açacağı pazar kurulacağını duyduğunu kaydeden Saltık, başvuru yapmak için belediyeye gittiğini ama Türkçe konuştuğu için muhatabı tarafından önce dikkate alınmadığını söylüyor. Saltık, bunun üzerine Kürtçe konuşmaya başladığını, karşısındakinin “Kürt olduğum halde bu kadar akıcı Kürtçe konuşamıyorum” dediğini hatırlatarak şöyle devam ediyor: “Eşimin tedavi görmesinden sonra sağlık sorunlarını atlattık. Ama ekonomik sorunlarımız halen sürüyordu. Bağlar Belediyesi’nin kuracağı pazar için başvurumuz kabul edildikten sonra nispeten toparlanmaya başladık. Yaklaşık 10 yıldır bu pazarda ekmeğimizi kazanmaya çalışıyoruz. Bir çocuğumu buradan kazandıklarımla evlendirdim. Kendimi artık bir iş kadını olarak görüyorum.” ERKEK PAZARCILARIN BASKILARI Kadın pazarcı olmanın zorluklarına da değinen Saltık, özellikle erkek pazarcıların baskılarına maruz kaldıklarını belirterek konuşmasını şu sözlerle tamamlıyor: “Bizim yerimizde gözü olan erkek pazarcılarla çok sorun yaşıyoruz. Biz burada kadın pazarcılar olarak erkek pazarcıların baskılarına ve müşterilerimizi manipüle etmelerine maruz kaldık. Halen de zaman zaman bunları yaşıyoruz. Çünkü kadının kendi ayakları üzerinde durması erkek dünyasını sarsan bir olgu olarak görülüyor. O yüzden de bize psikolojik şiddet uygulandığını düşünüyorum. Ama umarım bu sorunlar giderek minimize olacaktır ya da tamamen ortadan kalkacaktır. Çünkü biz yaşamımızı ve hakkımızı her zaman savunacağız.”

23


2020 / Sayı 13

24

Dezenfektan, çamaşır suyu ve kimyasalların zararları neler? Ayla Ganioğlu / Ankara

Haber Yazısı

S

algından korunmak için daha önce hiç olmadığı kadar dezenfektan, çamaşır suyu ve diğer deterjanlar kullanılıyor. Uzmanlar bu durumun, sağlık sorunlarına neden olabileceği gibi, doğayı da olumsuz etkileyeceği konusunda uyarıyor. Dezenfektan, çamaşır suyu ve kimyasalların olumsuz etkilerinden nasıl korunacağımız, önümüzdeki dönemin önemli gündem maddelerinden biri olacak gibi görünüyor Covid-19 virüsü ile birlikte çok fazla kullanılmaya başlayan dezenfektan, çamaşır suyu, deterjanlar ve diğer kimyasal maddelerin, insan sağlığı ve doğayı olumsuz etkilememesi için artık çok daha sık uyarı yapılıyor.

Virüs korkusu ile önerilen miktarlardan daha fazlasını ve yanlış yerlerde kullanma eğilimi ortaya çıktı. 24 Saat Gazetesi’nin sorularını yanıtlayan uzmanlar, bu maddelerin çok fazla kullanılması durumunda sadece alerji de değil, akciğer rahatsızlıkları ve kanser gibi hastalıkların tetikleyicisi olabileceği uyarısında bulundular. UYARILAR, UYARILAR… Dermatoimmünoloji ve Alerji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nilgün Atakan, Covid-19 pandemisiyle birlikte tüm dünya ve Türkiye’de, “fiziksel mesafe, maske kullanımı ve el hijyeni” önlemleri gündeme gelince, dezenfeksiyon amacıyla sirke, kolonya, dezenfektan, çamaşır suyu, sabun ve deterjan

10 Temmuz 2020

tüketiminde büyük bir artış olduğu görüldüğüne işaret etti. Prof. Dr. Atakan, konu ile ilgili şu uyarılarda bulundu: “Genellikle bakteri, virüs ve mantarlara etkili çeşitli kimyasallardan oluşan dezenfektan maddelerin bir kısmı yüzey bir kısmı da cilt ve mukozaya uygulanabilir özelliktedir. Dış ortam yüzeyleri için kullanılan çamaşır suyu ve deterjanlar, deri ile temas etmemeli ve önerilen konsantrasyonlarda kullanılmalıdır. Deriye temas ettiğinde yanık benzeri şiddetli irritasyon dermatitine yol açarken, tuvalet gibi küçük kapalı ortamlarda kullanıldığında solunum yollarında benzer şekilde irritasyona ve solunum sıkıntısına


2020 / Sayı 13

neden olur. Dezenfektanların etkisinin artacağı düşüncesiyle birbiriyle karıştırılması son derece yanlıştır. Bu işlem kimyasal bir tepkimeye yol açarak deri, mukoza ve solunum yollarında ileri derecede tahrişe ve hasara neden olur. Ayrıca karıştırılan dezenfektanların istenen antibakteriyal ve antiviral etkileri de bozulabilir.” AÇIK ALANLARDA DA YAŞIYOR Prof. Atakan, Covid-19’un damlacık yolu ile yayıldığını ancak öksürükle havaya saçılan veya virüs taşıyan ellerle viral partiküllerin etraftaki yüzeylere de bulaşıp birkaç saat veya birkaç gün (2 saat-5 gün) yaşamasının söz konusu olduğuna dikkat çekerek açıklamalarına şöyle devam etti: “Bu nedenle bu dönemde toplu taşıma araçları, park ve bahçeler, AVM ve ofisler periyodik olarak dezenfekte edilmek zorundadır. Bu işlemde daha çok hidrojen peroksit içeren dezenfektanlar kullanılır, renksiz ve kokusuz olduğu için genellikle çevreye zarar vermez, solunum yollarında irritasyon yapmaz. Ancak ortamın fiziki koşullarına göre, düşük konsantrasyonlarda ve püskürtme yöntemiyle profesyonel eğitim alan kişilerce uygulanması gerekir. Evimizin dezenfeksiyonunda sabunlu su ile temizlik yapılması, en fazla yerlerin sulandırılmış çamaşır suyu (9 ölçü su+1 ölçü çamaşır suyu) ile silinmesi yeterlidir. Ardından ortamın havalandırılarak

kokunun giderilmesi sağlanır.” ŞIKÂYETLER ÇOĞALDI Covid döneminde en fazla ellerde kuruluk, çatlama, kaşıntı ve yaralar şikâyeti ile başvuran hastalar olduğunu dile getiren Prof. Atakan, şunları söyledi: “Ellerin sık sık 20 saniye süre ile yıkanması, el dezenfektanı ve kolonya kullanımı bir müddet sonra el egzamasına yol açabilir. Önlem alınmaz ve tedavi edilmez ise giderek şiddetlenerek çok sıkıntılı bir tablo yaratabilir. Bu nedenle elleri yıkarken alkali sabun ve sıcak su kullanmamalı, her yıkama sonrasında nemlendirici sürülmelidir. Alkol bazlı el dezenfektanlarının kuru deriye irice bir nohut kadar olacak şekilde 30 saniye ile sürülmesi yeterlidir, ardından nemlendirici sürülmelidir. Ellerde kaşıntı, yanma, çatlama gibi egzama belirtileri fark edildiğinde hemen tedavi için başvurulmalıdır.” KOAH IÇIN RISK Hacettepe Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ebru Çelebioğlu, hava yolları mukozasını tahriş etme potansiyeli olan kimyasallarla yapılan temizliğin özellikle astım ve Koah gibi kronik hava yolu hastalığı olanlarda solunum şikâyetlerinde artışa neden olabildiğini söyledi. Doç. Çelebioğlu, “Bu maddeler mutlaka kullanılacaksa ortamın çok iyi havalandırılmasını öneriyoruz. Cerrahi maskeler kimyasalların

neden olduğu irritasyonu engellemiyor. Çok fazla el yıkama ellerde tahriş ve egzama ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Kimyasalların amaçları dışında kullanılmaları ve karıştırılmasını önermiyoruz” uyarısında bulundu. MAHALLE BASKISI YAŞANIYOR Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Çağatay Güler, temizlik için su ve sabunun yeterli olduğunu, bunlar olmadığı takdirde dezenfektan kullanılabileceğini belirterek şu açıklamayı yaptı: “Kırk yıllık halk sağlıkçıyız. İnsanlara, ‘Gidin dezenfektan kullanın’ dediğimi hatırlamıyorum. Toplum, kimyasallar daha etkili zannediyor. Kolonyada da yüzde 60 yeterlidir. Kirli zeminler deterjan ve suyla yıkanmalıdır. Çamaşır suyu kullanımı da 9 bardağa bir bardaktır. Toplumumuzda bir yanlış inanış var. Bir şeyin azı faydalıysa çok kullanmaya başlar. Ama bu temizlik maddelerinde de vitaminde de önerilen miktarı aşmak, öldürebilir. Çok kullanmak doğru değildir. Bir şeyi çok kullandığınızda temizliği sonsuza kadar gitmez, önemli olan bireyin kendi temizliğidir. Paralar kirli diye dezenfekte edilmez örneğin. Kullandıktan sonra elinizi yıkarsınız. Berberler iki ay kapalı kaldı açılırken dezenfekte edildi. Neden? Mikrop yatıp bizi beklemiyor ki… Normal deterjanla temizlik yeterli. Ama yapmayınca bir şey olmamış gibi duygu ortaya çıkıyor. Geçen iki

25


2020 / Sayı 13

üç ayı boşa harcadık. Dışarıda el yıkama yerleri yapabilseydik. Yurtdışında el yıkama tabelaları vardır. Taksim’de Kızılay’da el yıkama yerleri yok. Acaba çekilebilir bidonlar düşünülemez mi? Sabunla da enfeksiyon olabilir o nedenle toplu kullanımlarda, sıvı sabun geçerli olmalı. Muslukların vidaların kaldıraç gibi olanlar tercih edilmeli.” Prof. Güler, sokak ve caddelerin, doğanın dezenfekte edilmesi diye bir şey olmadığını bildirerek, buralarda kimyasalların kullanılmasının doğada birikim yapacağını, sulara karışabileceğini ve zararlı olabileceğini ifade etti. Prof. Güler, “Ama öyle bir baskı var ki, bunlar yapılmayınca görev yapmamış gibi oluyorsunuz. Mahalle baskısının sonucu bunlar yapılıyor” dedi.

26

SAĞLIK VE ÇEVRE IÇIN TEHLIKELI Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gülen Güllü, dezenfektan ve çamaşır suyunun hem sağlık hem de çevre açısından tehlikeli olduğunu, bu nedenle mümkün olduğunca az kullanılması gerektiğini söyledi. Çamaşır suyunun kullanımında çıkan bazı gibi tehlikeli maddelerin solunmasının çok büyük etkilere neden olduğunu belirten Prof. Güllü, “Bunların kapalı ortamda kullanımını önermiyoruz. Ama kullanılması durumunda havalandırılmalı. Çok sık kullanıldığında ve havalandırma olmazsa kansere neden olabilir. Tuzruhu ile çamaşır suyunun karıştırılması da ölüme neden olabilir. Bunlara dikkat edilmeli” dedi. Prof. Güllü, dezenfektanların içinde güçlü kimyasallar olduğunu ve insana temas etmesi halinde ciddi etkilerinin bulunduğuna dikkat çekerek, çok kullanılmasının ellerde dermatik etkileri olabileceğini vurguladı. Açık alanların dezenfekte edilmesinde kullanılan bazı maddelerin çok kullanılmasıyla doğada hidrolik döngüye girip, sonunda insana zararlı hale gelebileceğinin altını çizen Prof. Güllü, ancak Covit-19 nedeniyle denge-maliyet hesabı yapılarak, virüsü öldürmek için bunların

kullanılmak durumunda kalındığını dile getirdi. Prof. Güllü, yollarda, parklarda, otobüslerde dezenfeksiyonun basınçla, buharlı su ile yapılması durumunda olumsuz etkilerin olmayacağını söyledi. ALERJI VE AKCIĞERI ETKILIYOR Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ali Karakoç, en önemli önlemin kişisel hijyen olduğunu ve bunun için sabun ve suyun yeterli olacağını, bunların olmaması durumunda dezenfektan ve kolonya kullanılabileceğini kaydetti. Temizliğin alışıldığı şekilde, klasik temizlik nasılsa o şekilde yapılmasının doğru olduğunu ifade eden Dr. Karakoç, dezenfektan ve çamaşır suyunun çok kullanılmasının alerjik sorunlar ve akciğer üzerinde etkileri olduğuna dikkat çekti. Dr. Karakoç, dezenfektan kabinlerinin hastanelerde dahi kullanılmadığını, nemalanmak isteyenlerin ürettikleri bir şey olduğunu bildirerek, sebze ve meyvelerin sirkeli bol suyla yıkanmasının yeterli olduğunu belirti. MERDIVEN ALTI ÜRETIME DIKKAT TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Atılım Üniversitesi Araştırma Görevlisi Fırat Ayan, kimyasal maddelerin aşırı miktarda kullanılmasının insan ve halk sağlığı açısından risk teşkil ettiğini vurguladı. Ayan, cildi fazla dezenfektan kullanımına maruz bırakmanın, cildin üzerindeki yağı da parçalayıp cilt yapısını bozarak tahriş edeceğini ve enfeksiyona açık hale getireceğine dikkat çekerek şunları söyledi: “Çamaşır suyunu uzun süre boyunca solumak solunum yolları ve akciğer sağlığımızı tehdit edecektir. Öte taraftan, sirke gibi tüketimi artan asidik içerikli ürünlerin, çamaşır suyu gibi bazik bir kimyasalla karışması, birtakım kimyasal reaksiyonlara sebebiyet verecek ve bu reaksiyonlardan çıkan klorin gibi gaz ürünlerin solunması yine akciğer ve solunum fonksiyonlarını olumsuz etkileyecektir. Ayrıca bu karışım birbirini nötrleyerek etkisiz hale

getirecek ve temizlik adına bizlere hiçbir katkıda bulunmayacaktır. Bu tip ürünler sadece gerekli olduğunda, özellikle kirli zeminlerle temas halinde bulunulduğunda dikkatli bir şekilde ve tek başına kullanılmalıdır.” Ayan, bakteri ve virüsün aynı şey olmadığına dikkat çekerek, “Sadece alkol bazlı dezenfektanlar virüslere karşı etkilidir ve antibakteriyel diye satılıp alkol içerikli olmayan dezenfektanların kullanımından uzak durulmalıdır. Merdiven altı üretimi yapılan dezenfektanlar tercih edilmemelidir. Çünkü üretim sırasında bir standart sağlanamayacağından, yanlış içerik ve süreçlerle üretilen bu tip dezenfektanlar sizlere zarar verecektir” uyarısında bulundu. TARTIŞMALI BIR KONU: DEZENFEKTAN KABINLERI Dezenfektan kabinlerinin, insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin tıp doktorları ve biyologlar tarafından hâlâ tartışıldığına işaret eden Ayan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Öncelikle, kabinlerin çoğu yerde umuma açık olması sosyal mesafe ihlaline sebep olabilir ve bu durum coronavirüs gibi solunumla bulaşan hastalıkların yayılımını hızlandırabilir. Ayrıca bu tip kabinlerde kullanılan kimyasalların doz ayarları kolay yapılamayacağından; göz, solunum, akciğer ve cilt sağlığı için olumsuz olacaktır. Bu sebeple, kontrolsüz kimyasal salınımının olduğu yerlerden uzak durmak sağlık açısından faydalı olacaktır. ” Ayan, zor bir süreçten geçerken, süreci uzun vadede daha zor bir evreye taşımamak ve kimyasalların oluşturabileceği kanser, solunum yolu rahatsızlıkları gibi olumsuz durumlardan uzak kalmak için bilinçsiz bir şekilde kimyasal kullanımından uzak durulması ve bu ürünlerin kullanılacağı ortamların mutlaka iyi havalandırılması ve bireysel temizliğin, el temizliğinin en iyi yolunun su ve sabun olduğunun unutulmaması gerektiğini söyledi.


2020 / Sayı 13

Çiğli Belediyesi’nin yeni hedefi, Avrupa Şeref Bayrağı

A

vrupa Konseyi’nin belediyelere verdiği ödüllerden olan Avrupa Diploması’nı göreve gelişinin birinci yılında aldıklarını belirten, Çiğli Belediye Başkanı Gümrükçü, “Ödülün ikinci aşaması olan Avrupa Şeref Bayrağı için zaman kaybetmeden çalışmalara başladık” dedi 24 Saat Gazetesi’ne konuşan Çiğli Belediye Başkanı Utku Gümrükçü, çalışmaları ve bir sonraki hedefine ilişkin açıklamalarda bulundu. Avrupa Konseyi’nin belediyeler bazında verdiği en prestijli ödüllerden olan Avrupa Diploması’nı göreve gelişlerinin ilk yılında aldıklarını anımsatan Çiğli Belediye Başkanı

Gümrükçü, ödülün ikinci aşaması olan Avrupa Şeref Bayrağı için zaman kaybetmeden çalışmalara başladıklarını belirtti. Gümrükçü, Covid-19 salgınıyla mücadele sürecinde bir grup mühendisin çalışmaları doğrultusunda 700 TL maliyetle taşınabilir solunum cihazı ürettiklerini, 124 bin adet siperlik dağıttıklarını ve salgının olası ikinci dalga ihtimaline karşı hazırlıklı olmak adına siperlik üretimine devam ettiklerini anlattı. “Normalleşme süreciyle birlikte çalışmalarımızı farklı bir boyuta çevirdik. Dayanışmayı artırıcı çalışmalara ağırlık verdik. Çocuklar için oyuncak kütüphanesi çalışmamız var” diyen Gümrükçü, her pazartesi

11 Temmuz 2020

günü farklı bir mahallede kapsamlı temizlik çalışması gerçekleştirdiklerini de söyledi. “AMACIMIZ ÇIĞLI’YI, AVRUPA’DA BAŞARIYLA TEMSIL ETMEK” Avrupa Diploması Ödülü’nü kazanan Çiğli Belediyesi’nin bir sonraki hedefi ne? İnsanı temel alan, çevre bilinciyle hareket eden ve çok sesli yönetim anlayışımızla çalışmalarımızı sürdürdük ve Avrupa Konseyi’nin belediyeler bazında verdiği en prestijli ödüllerden olan Avrupa Diploması’nı göreve gelişimizin birinci yılında aldık. Avrupa Konseyi, üyesi olan yerel ve bölgesel idareleri

Haber Yazısı

Mehtap Gökdemir / Ankara

27


2020 / Sayı 13

ödüllendirmek amacıyla 1955’ten bu yana Avrupa Ödülü programı uyguluyor. Bu kapsamda idarelere birinci aşamada “Avrupa Diploması”, ikinci aşamada “Avrupa Şeref Bayrağı”, üçüncü aşamada “Avrupa Şeref Plaketi” ve son aşamada “Avrupa Ödülü” veriliyor. Ödülün ikinci aşaması olan Avrupa Şeref Bayrağı için zaman kaybetmeden çalışmalara başladık. Amacımız Çiğli’yi, Avrupa’da da başarıyla temsil etmek.

28

“700 TL MALIYETLE TAŞINABILIR SOLUNUM CIHAZI ÜRETTIK” Ürettiğiniz yerli solunum cihazı için neler söylersiniz? Maliyeti nedir? Covid-19 salgınıyla mücadele sürecinde bizim öncülüğümüzde bir grup mühendisin çalışmaları doğrultusunda 700 TL maliyetle taşınabilir solunum cihazı ürettik. Vatandaşlık görevimizi yerine getirmek amacıyla ürettiğimiz cihazı Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na sunduk. Bize verdiği talimat üzerine cihazın test edilmesi ve geliştirilmesi için dünyanın saygın bilim adamlarından Prof. Dr. Mehmet Haberal’a teslim ettik. Başkent Üniversitesi incelemelerine devam ediyor. Aynı zamanda konu, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın da takibinde. Bakan yardımcımız ile görüştük. Cihaz ile ilgili Başkent Üniversitesi’nin yazacağı sonuç raporunu kendilerinin de beklediklerini ifade ettiler. Biz de bununla ayrıca mutlu olduk. Çünkü tek amacımız ülkemize katkı sunmak. “PANDEMI SÜRECINDE 124 BIN ADET SIPERLIK DAĞITTIK” Su borusundan siperlik üretimi ne aşamada? İlk olarak 3D yazıcı ile üretime başladık. Yüz siperliğinde hem zaman hem de maliyet açısından daha uygun olan “PVC su borusundan” üretime başladık.

Bize maliyeti 2 TL oldu. Başta İzmir’deki sağlık emekçilerine sonra da esnafa dağıttık. Pandemi sürecinde 124 bin adet siperlik dağıttık. Salgının olası ikinci dalga ihtimaline karşı hazırlıklı olmak adına siperlik üretimine devam ediyoruz. “ÇOCUKLAR IÇIN OYUNCAK KÜTÜPHANESI ÇALIŞMAMIZ VAR” Salgın döneminde yeni projeleriniz var mı? Normalleşme süreciyle birlikte çalışmalarımızı farklı bir boyuta çevirdik. Dayanışmayı artırıcı çalışmalara ağırlık verdik. Pazar yerlerine kurduğumuz dayanışma panoları var. Çocuklar için oyuncak kütüphanesi çalışmamız var. Bu hizmetlerimizin yanı sıra birçok proje üzerinde daha çalışmalarımız devam ediyor. HER PAZARTESI MUHTARLIK ÖNÜNDE BULUŞUP TEMIZLIK YAPIYORUZ Pazartesi günleri mesaiye çalışanlarla birlikte farklı mahallelerde çevre temizliği yaparak başladığınız doğru mu? Ne zamandır bunu yapıyorsunuz? Neler yapıyorsunuz? Evet, her pazartesi günü farklı bir mahallede gerçekleştirdiğimiz kapsamlı temizlik çalışmamıza Kasım ayında başladık. 26 mahallemizde muhtarlar ve temizlik ekiplerimizle çalışmalarımızı yaptık. Temizlik çalışmalarımızın ikinci turuna başladık. Her pazartesi muhtarlık önünde buluşuyoruz ve temizlik çalışmalarımızı yapıyoruz. Sonra makama geçip rutin çalışmamıza devam ediyoruz. El ele verirsek daha temiz ve yaşanabilir bir kent yaratabileceğimizin bilinciyle temizlik çalışmalarımıza devam edeceğiz. BIR GÜN MESAI ŞAFAKTA BAŞLIYOR Bir gününüz nasıl geçiyor?

Güne mümkün olduğunca dış birimlerdeki çalışmaları yerinde inceleyerek başlıyoruz. Haftanın bir günü, adına “Şafak Mesaisi” dediğimiz ve sabah saat 6.30’da mahallenin muhtarı ve başkan yardımcılarımızla birlikte mahallelerimizin sorunlarını yerinde inceliyoruz. Tespit ettiğimiz sorunları ilgili müdürlüklerimize ileterek en kısa sürede çözüme kavuşturuyoruz. Gün içinde randevular çok zaman alıyor. Sık sık çalışma arkadaşlarımızla toplantılar düzenliyoruz. EN ÇOK, PARK VE YEŞIL ALAN KAPASITESININ ARTIRILMASI ISTENIYOR Makamınızı her hafta bir mahalleye kuruyorsunuz? Vatandaş en çok ne talep ediyor? Mahalle muhtarlık binalarının yanına masa koyuyoruz. Vatandaşın oturacağı sandalyeler ve ikram aracıyla gittiğimiz mahallede vatandaşın talep, öneri ve sorunlarını yerinde dinliyoruz. Öncelikle halk, başkanı mahallesinde gördüğü için çok mutlu oluyor. Talebini bizzat kendisi iletme şansı buluyor. Ayrıca eleştirisi ya da şikâyeti varsa dile getiriyor. Biz de müdürlerimizle aldığımız notlar sonrası değerlendirme toplantısı yapıyoruz ve sorunların hızla çözümünü sağlıyoruz. En çok gelen talep, park ve yeşil alan kapasitesinin artırılması. Biz de halkımızdan gelen talepler ve “12 Ayda 12 Park” projemiz çerçevesinde ilçemizde her ay bir park açıyoruz. İlk yıl talepleri dinlemiştik. Bu yıl havaların ısınmasıyla hesap vermeye gitmeyi düşünüyorduk. Vatandaşlarımıza bir yılda neler yaptık onları anlatacaktık ama virüs nedeniyle bu ziyaretlerimizi ileri bir tarihe erteledik.


2020 / Sayı 13

29

Akkızal: Çevrimiçi ders dinleme ve sınavda, hak ihlalleri var 11 Temmuz 2020

Haber Yazısı

Mustafa Süzen / Adana


2020 / Sayı 13

30

2

018 yılından itibaren ifade, örgütlenme ve barışçıl gösteri hakkı alanında çalışmak üzere sosyal medya kampanyaları, dava takibi, medya gözlem ve raporlama gibi çalışmalar yaptıklarını anlatan Sivil Alan Araştırmaları Derneği Başkanı Berna Akkızal, pandemi süreci ve sonrasında öğrencilerin yaşadığı hak ihlallerine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Bazı üniversite yönetimleri, ders ve sınav sırasında kopya çekmelerini önlemek için öğrencilerin video ve ses kaydını almaya karar verdi. Böyle bir uygulama, hem akademik ifade özgürlüğünü kısıtlayan hem de kişisel hakları ihlal eden bir karardı. Mahpus öğrencilerin on-line derslere ve sınavlara ne şekilde katılacağı, bu konuyla ilgili alınan önemler, ne gibi hazırlıklar yapıldığı da belirsiz.” “KIŞILIK HAKLARI IHLALI VE EKONOMIK SORUNLAR ÖN PLANDA” Türkiye’deki üniversitelerin ifade, eylem ve örgütlenme özgürlüğü açısından incelendiğinde pandemi öncesi ve sonrası sorunların oldukça

farklılık gösterdiğine dikkat çeken Akkızal, salgın öncesi daha çok kulüpleşmeye izin verilmemesi, protesto haklarını kullananlara açılan soruşturmalar, akademik ifade özgürlüğünün kısıtlanması gibi sorunların ön planda olduğunu bildirdi. Akkızal, Covid -19 sonrası dönemde eğitimde fırsat eşitsizliği, kişilik haklarının ihlali ve ekonomik sorunlar ön plana çıktığını belirterek açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Pandemi sürecinde alınan öğrenci hakları açısından olumlu ve olumsuz kararlar var. Olumlu karar sınavların çevrimiçi yapılmasına karar verilmesi. Bizler tabii ki bu kararı sınavların yüz yüze yapılması olasılığına karşı olumlu bulduk. Yine de bu süreçte çevrimiçi ders dinleme ve sınav konusunda çok büyük hak ihlalleri tespit ettik. İlk gözümüze çarpan ihlal, tüm öğrencilerin gerekli altyapıya sahip olmamalarıydı. Çevrimiçi derslere katılmak için öğrencilerin evden çıkamadığı dönem mutlaka bir internet bağlantısı ve bilgisayara ihtiyaçları oldu. Bu da her öğrencinin ekonomik olarak karşılayabileceği bir koşul değildi.”

“DAYANIŞMA VE BIRLIKTE SES ÇIKARMANIN IŞE YARADIĞINI SÖYLEYEBILIRIZ” Pandemi döneminde öğrencilerin daha çok sosyal medya üzerinden seslerini duyurduğu, yapılan uygulamalara itiraz ettiğini aktaran Akkızal, sözlerine şöyle devam etti: “Birçok çevrimiçi eylem, ülke gündeminde üst sıralara taşındı. Bazılarında da kazanımlar elde etti öğrenciler. Bu eylemlerde öğrenciler sınavlar sırasında ses ve görüntü alınmasına, vakıf üniversitelerinin yaptıkları zamlara, çevrimiçi sınav sistemlerinin düzgün çalışmamasına itiraz ettiler. Dayanışmanın ve birlikte ses çıkarmanın işe yaradığını söyleyebiliriz. Birçok okul yönetimi geri adım attı, öğrenciler haklarını geri kazandı.” Akkızal, değerlendirmelerini şu sözlerle tamamladı: “Üniversitelerin özerkliği her koşulda sağlanmalıdır. Bir sivil alan olarak kampüsün; bilimin ve eleştirel düşüncenin üretildiği yer olmasının ilk koşulu budur. Öğrencilerin dilediği gibi kulüpleşme hakkı, protesto hakkı olmalı.”


2020 / Sayı 13

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.