9. Köy 2020 -11. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 11

1


2020 / Sayı 11

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Okan Özmen Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 11

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 11

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 11

İçindekiler

Zilan Deresi yeni bir Hasankeyf mi olacak?  6 İzzet Karaboğa, U17’deki başarısını A takımda sürdürmek niyetinde  8 “Pir Sultan 93” ekibi yıllar sonra semaha durdu  9 TİSVA: Milli gelirin yüzde 15’i israf ediliyor  10 Yayınevi Tekelleşmesi İlk Önce Edebiyat Eleştirisini Köreltti”  12 “İşverenler de kapitalizmi sorguluyor”ediliyor  15 Türkiye’de yaşayan yabancılara göre Türkiye medyası koronavirüs döneminde sınavı geçti mi?  16 “YKS’de tarih değişikliği öğrencilerde stresi artırmış olabilir”  18 Camlardan çocuklarının sesini haykıran anneler…  20 “İranlı göçmenler din değiştiriyor”  22 Suriyeli gençlerin yarısı gitmek, yarısı kalmak istiyor  24 Türkiye Antep fıstığı üretiminde dünya lideri olmak istiyor  26 Mülteciler için normale dönüş çok zor olacak  28 Urartu gümüş sanatı “savat” Van’da hala yaşatılmaya çalışılıyor  30

5


2020 / Sayı 11

6

Zilan Deresi yeni bir Hasankeyf mi olacak? Oktay Candemir / Van

Haber Yazısı

E

rciş Zilan Deresi’ne yapılması planlanan HES inşaatı, Danıştay’ın ‘dur’ kararına rağmen yeniden başladı. Çevre örgütleri, siyasi partiler ve yöre halkı HES’in çevreye vereceği zarardan endişeli… Van’ın Erciş ilçesinde Danıştay’ın kararı üzerine 2014 yılında yapımı durdurulan Zilan Deresi HES projesi, koronavirüs nedeniyle herkesin evde kaldığı bugünlerde yeniden başladı. Sessiz sedasız başlayan HES yapımına tepkiler sürüyor.

Zilan Deresine HES yapılmasına tepki gösteren çevre örgütler ve geçimlerini tarımhayvancılıktan sağlayan köylüler, HES’in yapılması durumunda bölgede oluşacak çevreyle ilgili tahribat nedeniyle geçimlerini sağlayamayacak duruma geleceklerini ve bu nedenle göç etmek zorunda kalacaklarını belirterek Danıştay’a başvurdu. Danıştay köylülerin itirazını yerinde buldu ve 2014 yılında HES yapımının durdurulmasına karar verdi. Ancak Danıştay kararına rağmen HES yapımının yeniden

30 Mayıs 2020

başlamasına çevre dernekleri ve siyasi parti temsilcileri tepki gösterdi. ÇEV-DER: ZİLAN KATLİAMI BUGÜN İŞ MAKİNELERİYLE DEVAM EDİYOR Zilan Deresine HES yapımına tepki gösteren Van Çev-Der Başkanı Ali Kalçık şunları söyledi: “2014 yılında köylülerin itirazı üzerine Danıştay 6. Dairesi kamulaştırma kararının durdurulmasına hükmetti. Zilan katliamı bugün iş makineleriyle devam etmektedir. Bütün


2020 / Sayı 11

HES’lerde doğa tahribatı olurken, o bölgenin endemik türleri de yok oluyor. Örneğin Unesco’nun koruması altında olan, mucizevi canlı olarak adledilen ‘benekli semender’ler de bu barajın yapılması ile tehlike altına girecektir. Aynı zamanda su samurlarının, yılan türlerinin yok olması anlamını taşımaktadır bu katliam. Van Gölünün yaşamı kaynağı olan bir yerden söz ediyoruz. 15 Nisan ve 15 Temmuz tarihleri arasında üreme dönemlerinde inci kefaline kaynaklık eden su kaynağıdır. Bu su kaynağının kirlenmesi ile Van balığının yaşamı tehdit altında olacaktır. Bir işbirlikçinin kazancı için her şey feda edilmektedir. Eğer gerçekten enerjiye ihtiyaç var ise güneşin başkenti olarak da bilinen demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü binlerce megavatlık güneş enerjisi üretilebilir. Burada mesele enerji değil, bu gayet canlının su hakkının yok edilmesidir. Bunu doğaya yapılan bir ihanet olarak görüyoruz”. MEZOPOTAMYA EKOLOJİ DERNEĞİ: BİR TARİH YOK EDİLİYOR KHK ile kapatılan Van Mezopotamya Ekoloji Derneği Başkanı Fatih Şahin ise Zilan deresine HES yapanların Hasankeyf’te olduğu gibi bir tarihi yok etmek istediğini söyledi.

Bu konudaki ısrarın anlamsız olduğunu dile getiren Şahin, “Amaçları Hasankeyf gibi 12 bin yıllık bir tarihi yok etmektir. 1992 yılında yapılan Koçköprü Barajı bunun en açık örneğidir. Erciş’te bölge halkını göçe zorlamak ya da demografik yapı değiştirmek isteniyor. En değerli topraklar olan Ulupamir’in (Hara) Kırgızlara verilmesi de bunun ispatıdır. HES’ler ve barajlar bölgenin flora ve fauna yapısını bozarak doğal yaşama büyük zarar veriliyor” dedi. GELECEK PARTİSİ: ZİLAN DERESİNİN HES UĞRUNA KATLİAMINA TANIKLIK EDİYORUZ Gelecek Partisi kurucu üyesi, Çevre ve Şehircilik Politika İzleme Kurulu Başkanı Cesim Gökçe de, “HES’lerle çevre tahribatları son gaz devam ediyor. HES aşkına tarihi Hasankeyfin yok edilmesini içimiz sızlayarak izledik. Şimdi de ne yazık ki tarihte acı hatırası olan Zilan Deresinin HES uğruna katliamına tanıklık ediyoruz” dedi. CHP: DANIŞTAY’IN KARARI ORTADAYKEN BU YAPILAN SUÇTUR Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Van il Başkanı Mehmet Kurukçu ise “Toplumun bir bütün koronavirüs pandemisiyle mücadele içinde olduğu böylesi

bir dönemde HES inşasına yeniden başlanması tek kelime ile fırsatçılıktır ve hukuksuzluktur. Danıştay’ın kararı ortadayken bu yapılan suçtur. Koronavirüs sürecinde herkes geçim ve sağlık derdine düşmüş iken hükümet ne yapmaya çalışıyor” diye konuştu. “HES PROJESİ ACİLEN DURDURULMALI” Zilan Deresinin geniş tarım arazileri, otlak alanları ve meralarıyla tarım ve hayvancılığın en verimli şekilde yapıldığı bir bölge olduğunu söyleyen Kurukçu sözlerini şöyle sürdürdü: “Zilan üzerinde tahakküm kabul edilemez. Ülkemizin en çok ışığını alan Van ilimizde aynı yenilenebilir enerjiyi güneş santralleri ile almak varken ve ülkenin dört mevsiminde dahi en etkili ışık alan bölgelerinden biriyken buraya HES’ler ve barajlar yapmak iyi niyetli bir girişim değildir. Yapılmak istenen HES projesi zengin endemik tür popülasyonlarına olduğu gibi tarım ve mera alanları üzerinde yaratacağı yıkıcı etkiyle de halkın zorunlu göçe maruz kalması ve toplumsal yapının bozulmasıyla sonuçlanacaktır. Yapılmak istenen HES’in bölge halkı yararına enerji sağlayacağı iddiası da büyük bir çarpıtmadır. Bu HES projesi acilen durdurulmalıdır”.

7


2020 / Sayı 11

8

İzzet Karaboğa, U17’deki başarısını A takımda sürdürmek niyetinde Hasan Yıldırım / Konya

Haber Yazısı

S

üper Lig ekiplerinden Konyaspor’un U17 takımında yer alan İzzet Karaboğa, geleceğiyle ilgili olarak konuştu. Milli takımın alt yaş kategorilerinde de forma giyen 17 yaşındaki oyuncu, Türk futboluna ve Konyaspor’a hizmet etmek istediğini ifade etti Spor Toto Süper Lig ekiplerinden İttifak Holding Konyaspor’un U17 takımında forma giyen orta saha oyuncusu İzzet Karaboğa, geleceğe yönelik düşünceleriyle ilgili konuştu. Dönem dönem Milli takımın çeşitli alt yaş kategorilerinde de boy gösteren 17 yaşındaki oyuncu, Türk futboluna ve Konyaspor’a hizmet etmek istediğini ifade etti.

“MİLLİ TAKIMDA ÇOK TECRÜBE EDİNDİM” Milli takımın çeşitli alt yaş kategorilerine de davet edilen İzzet Karaboğa, “A milli takımda yer almak, 7’den 70’e tüm futbolcuların en büyük hayalidir. Ben alt yaş kategorilerinden başladım. Burada gerçekten çok tecrübe edindim. Ay-yıldızlı forma içinde mücadele etmek çok farklı bir his. İnşallah devamını da getirmek istiyorum” dedi. Milli takımın alt yaş kategorilerine davet edilmesinin yanı sıra Süper Lig’de de mücadele eden Konyaspor A Takımıyla da antrenmanlara başlayan 17 yaşındaki futbolcu, “Hedeflerim doğrultusunda sürekli çalışıyorum. Kendimi geliştirmek için bireysel antrenmanlar da yapıyorum. Milli takım davetlerinden sonra

30 Mayıs 2020

kendime daha çok bakmaya başladım. Bir de A takımla antrenmana çıkacağım haberini aldığımda heyecandan havalara uçtum” diye konuştu. “PROFESYONEL OLMAK İSTİYORUM” Konyaspor’un tüm alt yaş kategorilerinde forma giydiğini belirten Karaboğa, öncelikli hedefinin A takımla sözleşme imzalamak olduğun söyledi. Önünde henüz uzun bir yol olduğunu dile getiren Karaboğa, “Konyaspor Akademi Menajerimiz Taner Ay ve yaş grubumdaki antrenörüm Çağdaş Çankaya benimle çok yakından ilgileniyor. İnşallah hocalarımın da destekleriyle çok iyi yerlere geleceğim” dedi.


2020 / Sayı 11

“Pir Sultan 93” ekibi yıllar sonra semaha durdu

P

ir Sultan Abdal Derneği Semah Ekibi 27 yılın ardından yeniden semaha duruyor. 33 kişinin yaşamını yitirdiği 2 Temmuz 1993 Madımak Oteli Katliamında arkadaşlarını kaybeden semah ekibi şimdi yeniden bir arada. Pir Sultan Abdal Derneği Semah ve Tiyatro Ekibi üyeleri yıllar sonra tekrar bir araya gelerek “Pir Sultan 93” adıyla semah ekiplerini yeniden canlandırmaya karar verdi. Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak amacıyla kentte bulunan aydın, sanatçı ve öğrencilerin kaldığı otele düzenlenen saldırıda Pir Sultan Abdal Derneği Ankara Şubesi Semah-Tiyatro Ekibi,

Gençlik Komisyonu ve Müzik Grubundan 16 kişi hayatını kaybetti. Katliamdan kurtulan dernek üyelerinin yaşanan travmayı atlatması yıllar sürdü ve arkadaşlarının acısıyla bir daha semaha geri dönemediler. AYNI İNANÇLA SEMAH DÖNECEKLER Derneğin yöneticilerinden Hasan Akçora’nın önderliğinde, çoğunluğu Madımak Oteli’ndeki yangından kurtulanlardan oluşan 55 kişilik Pir Sultan 93 Semah Ekibi bu yılın ilk aylarından itibaren çalışmalarına yoğunlaştı. Kaybettikleri canlar için semah dönmeye başlayan ve büyük ilgi gören ekip salgın nedeniyle

3 Haziran 2020

etkinliklerini sosyal medya üzerinden gerçekleştirmeye başladı. Ekip, Instagram ve YouTube kanalı üzerinden halkla buluşuyor. Amaçlarının katliamı yaşayan gençlerin yıllar geçse bile her şeye karşın aynı inançla semah dönmeye devam ettiğini ve edeceğini tüm dünyaya göstermek olduğunu vurgulayan Akçora semahları ile tüm dünyayı dolaşabilecekleri projeleri hayata geçirmeyi planlandıklarını söyledi. Akçora katılmak isteyenlere kapılarının açık olduğunu ve Ankara Şubesi bünyesinde semah kurslarının devam edeceğini belirtti.

Haber Yazısı

Gülseren Tozkoparan Jordan / Ankara

9


2020 / Sayı 11

10

TİSVA: Milli gelirin yüzde 15’i israf ediliyor Mehtap Gökdemir / Ankara

Haber Yazısı

T

ürkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, “Türkiye milli gelirinin yaklaşık yüzde 15’ini israf etmektedir. Buna göre, Türkiye yaklaşık 555 Milyar TL kaynağını israf ediyor” dedi. 24 Saat Gazetesi’ne konuşan Akgül, israfın alanlarını altın, gümüş, bronz ve düz olmak üzere 4 kategoride değerlendirdiklerini belirterek şunları söyledi: “Altın israf alanları; Türkiye’deki en büyük israf alanlarını temsil eder. Altın israf alanları kategorisine, tahsil edilen primlerden ayrı olarak, Sosyal Güvenlik Kurumuna bütçeden aktarılan ilave kaynak gösterilebilir. Türkiye milli

gelirinin yaklaşık yüzde 15’ini israf etmektedir. Buna göre, Türkiye yaklaşık 555 Milyar TL kaynağını israf ediyor. Söz konusu meblağ israf edilmemiş olsaydı her biri 250 bin TL değerinde 2 milyon 220 bin konut yapılabilir ve konut sorunu tamamen çözülebilirdi. Gümüş israf alanı olarak iç borç faizi örnek olarak verilebilir. 2017-2019 yılları arasında devletin vatandaşlarından vergi toplayarak piyasaya ödediği faiz 3 yılda 57 milyardan 139 Milyar TL’ye ulaştı. İsraf alanları içerisinde üçüncü büyüklükteki kategori ise bronz israf alanlarıdır. Kamu kesimindeki her türlü israf alanı bu çerçevede değerlendirilebilir. Dördüncüsü ise düz alanlar. Bunlar da evimizde,

3 Haziran 2020

işyerimizde yaptığımız israflar olarak ifade edilebilir. Enerji israfıyla ilgili, konutlarda ısıtma ve aydınlatmada kullanılan enerjinin % 35’ini israf ediyoruz. Bir başka ifadeyle, konutlarımızda enerji için harcadığımız her 100 TL’nin 35 TL’si tasarruf edilebilir.” SAYILARLA İSRAF RAPORUNU ANLATTI Bireysel olarak yapılan israflar içerisinde, su israfına özellikle değinen Akgül damlaya damlaya akan bir musluktan yılda 3 metreküplük su kaybı gerçekleştiğini maliyetinin ise yaklaşık 6 bin TL civarında olduğunu belirtti. Türkiye’de bulunan yaklaşık 19 milyon konutun sadece yüzde 10’u için


2020 / Sayı 11

11

bu rakamın yaklaşık 11 milyar TL’lik bir israfa karşılık geldiğini söyledi. Akgül, bir kişinin günde iki kez musluğu kapatmadan diş fırçalamasının yılda 8 ton su israfına neden olduğunu ifade etti. Sayılarla İsraf Raporunun detaylarını paylaşan Akgül, şöyle dedi: “Bir insanın biyolojik ve yaşamsal asgari su tüketimi 25 litredir. Ancak, çağdaş yaşamın bir günlük ortalama su tüketim standardı 150 litre olarak kabul edilmektedir. Dünya ülkelerinde değişken olan bu miktar, Türkiye’de ise, kişi başına günlük 217 litredir. DSİ verilerine göre, 2030 yılında 100 milyon nüfusa ulaşacak Türkiye’nin kişi başına 1.120 m3 kullanılabilir su miktarıyla, su sıkıntısı çeken bir ülke konumuna gelecektir.

Buna göre 2050 veya 2100 yılında Türkiye’yi çok ciddi bir su krizi mücadelesi beklemektedir. Bu tehlikeyi en aza indirmek için, su kaynaklarımız çok dikkatli yönetilmelidir.” GÜNLÜK 6 MİLYON EKMEK ÇÖPE GİDİYOR Yapılan araştırmaların Türkiye’de bir yıl içinde 214 milyar liralık gıda israfını ortaya çıkardığını dile getiren Akgül, “Ülkemizde 300 gram üzerinden günde yaklaşık 85 milyon ekmek üretilmiş, tüketim ise 79 milyon civarında gerçekleşmiştir. Geriye kalan 6 milyon ekmeğin günlük çöpe gittiği ifade edilmektedir. Bu oran üretilen ekmeğin % 7’sine denk gelmektedir” dedi.

HER 1 DAKİKADA 3 ÇOCUK AÇLIK NEDENİYLE HAYATINI KAYBEDİYOR Dünya’da her 1 dakikada 3 çocuğun açlık nedeniyle hayatını kaybettiğini hatırlatan Akgül, araştırmaya göre her 3 yemek tabağından birinin israf edildiğine vurgu yaparak israfın kanayan bir yara olduğuna dikkat çekti. Araştırmada Türkiye’de hane halkının elektrikli alet kullanımı alışkınları ise kadınların yüzde 6,1’i erkeklerin ise yüzde 7,1’i kullanmadıkları elektrikli aletleri fişten çekmediği şeklinde. Çevre ve Orman Bakanlığı verilerine göre boş yere yapılan yazışmalar olmasa 2 milyon ağaç kurtarılabilir. Ortalamaya göre bir ofis çalışanı yılda yaklaşık 80 kg kâğıdı çöpe atmaktadır.


2020 / Sayı 11

Edebiyat eleştirmeni ve yazar Ahmet Yıldız’la günümüz edebiyatı söyleşisi…

12

Yayınevi Tekelleşmesi İlk Önce Edebiyat Eleştirisini Köreltti” Cengiz Aldemir / Ankara

Haber Yazısı

T

ürkiye korona salgını günlerini evinde geçiriyor. Zor anlarda kitaba sığınmak en iyi seçenekler arasında. Bugünlerde hangi kitaplar okunmalı? Yayınevlerinin hegemonyası sonrası edebiyat eleştiri kültürünün sekteye uğraması, edebiyat akımlarında Ankara’nın yeri gibi birçok soru ve konu başlığı üzerine Edebiyat Eleştirmeni ve Yazar Ahmet Yıldız ile söyleştik. Moliere’in, “Edebiyat; gençliği yetiştirir, yaşlılara zevk verir, ikbalde süs, felakette teselli ve sığınak olur” sözlerini hatırlatan Yıldız 24 Saat Gazetesi’nin sorularını yanıtladı. Bir eleştirmen olarak Türk

Edebiyatı’nın bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz? Türk Edebiyatı büyük bir edebiyat. Özellikle Latin harflerine geçişten sonra sesli harflerine kavuşan Türkçe, 100 yıllık bu süreçte çok büyük bir mesafe aldı. Çok kısa zamanda çok önemli yazar ve şairler yetiştirdi. Edebiyatımızda Beş Hececiler, 1. Yeni, II. Yeni, 40 Kuşağı gibi önemli yenilenme / değişme dönemleri yaşadı. Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Attila İlhan, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi kendi başına birer ekol olan büyük şairler yetiştirdi. Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi özel yetenekleri ortaya çıkardı. Roman ve hikâyede Yakup Kadri’den Oğuz Atay’a, Yaşar Kemal’den Orhan

3 Haziran 2020

Pamuk’a değişik düşüncede olan ve üslupta yazan büyük yazarlar yetişti. Ne var ki bugün edebiyatımızın büyük bir sanayi haline gelmesi, milyarlarca liralık bir ciroya sahip olması, bankaların yayınevi kurması, tekelleşme ilk önce edebiyat eleştirisini köreltti. Yayınevlerinin hegemonyası bağımsız olması gereken ve bir kitabın iyi ya da kötü olmasını belirleyen bu önemli mekanizmaydı yok etti. Onun yerine gazete kitap eklerini reklama boğarak orada kitapları tanıtanları öne çıkardılar. Yine aynı yayıncılık dünyası ödüllere el attı. Hemen hemen her büyük yayınevinin parsellediği bir büyük değerli şair ve yazar için


konmuş ödülü, kendi yayınladıkları yazarlar arasında verilmesi için sanki gizli bir paylaşım anlaşması yaptılar. Kağıt fabrikalarının satılması sonrası kağıt, kitap fiyatlarını dolara göre belirledi. Türk lirasıyla kazancı olan Türk okuru Euro ve Dolar’la geliri olan ülkelerin okuruyla aynı fiyata kitap almak zorunda bırakıldı. Yani edebiyatımızda at izi it izine karışmış durumda. Lisede kompozisyondan beş bile alamayacak düzeyde yazma yeteneğine sahip kişilere ödüller verildi. Genç dimağlar nasıl olsa ödül almış büyük yayınevince yayınlanmış diye kitabını aldığı bu yeteneksiz yazarların kitaplarını sonuna kadar okuyamadı. Böylece gerçek edebiyat büyük bir darbe aldı. Yine de edebiyatımızın başta saydığım o müthiş damarı alttan alta yaşıyor ve devam ediyor. Çok önemli şair ve yazarlarımız yazmaya devam ediyor. Peki bir okur bu durumda neye dikkat etmeli? Oldukça karışık bir durum… Okurlar gazete eklerinde gazete köşelerinde tanıtımına rastladıkları kitapları kitabevinde görünce kendileri alıp bir kaç sayfa okusunlar yazım kurallarına baksınlar; yazım kurallarını doğru kullanmayan yazarın kitabı da iyi değildir. Yine kitabı bir kaç sayfa okusunlar ayaküstü, okunabilirliğini test etsinler, kafalarına yatarsa öyle alsınlar. Yoksa “isime” göre kitap almasınlar; genellikle hayal kırıklığına uğrarlar.

Kitaplar daha çok internetten satılıyor, özellikle bu salgından sonra… Evet haklısınız. Kitapların tanıtımını daha dikkatli okumaları ve yazarı hakkında daha iyi bilgilenmeleri belki bir çare olabilir; gerisi şansa kalmış diyeyim… Birçok yazarlık kursu atölyeleri var. Sanal alemde de çoğalmaya başladı. İnsanlar eve kapanınca yazarlık yeteneğini mi anımsadılar? Yazarlık, şairlik öncelikle bir yetenek işidir. Herkes yetenekli olabilir ama aldığı eğitim ya da kendisini yetiştirmesine göre yazarlık yaşamı da şekillenir. Bu merdiven altına kadar inmiş yazarlık atölyeleri para tuzaklarıdır. Bence düzenli olarak kütüphaneye gitmek daha yararlıdır! Siz yıllardır Ankara’da yaşıyorsunuz? Edebiyatmerkezi İstanbul değil mi? Hemen hemen tüm edebiyat dünyasını tanıma olanağı buldum. Akademisyeninden yazarına, şairine ve heveslisine kadar. Ailemin Ankara’da olması nedeniyle 1992’de Edebiyat ve Eleştiri dergisini 2008’e kadar 100 sayı Ankara’da çıkardım. Haklısınız bu emeğimi İstanbul’da harcamış olsaydım belki daha etkili olurdum. Ama sanılanın aksine Ankara bir edebiyat şehridir. EDEBİYAT VE ANKARA 1.Yeni, 2. Yeni şiir akımı da Ankara’da başladı değil mi? Bir zamanlar en önemli yazar ve şairler -bugün olduğu gibi-

Ankara’da yaşadı. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Adnan Binyazar, Fakir Baykurt, Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Külebi gibi. Doğma büyüme İstanbullu olan Salah Birsel bile uzun süre Ankara’da yaşamıştı. Edip Cansever her hafta sonu gelirdi ve Piknik’te iki gün iki gece otururlardı Turgut Uyar’la. Yani İstanbul’dan Ankara’ya gelinirdi edebiyat ve şiir üzerine konuşmak için. Şimdi “medya” kavramı çıktı çıkalı herkes İstanbul’da bir “plaza” buluyor ve gidiyor. Ankara’ya özelliğini veren önemli yazar ve şairler, kültür adamları yaşıyor hâlâ. Önemli yayınevleri ve kitapçılar burada. Marx’ın, Engels’in, Lenin’in bütün kitapları Ankara’da açtı gözünü Türkçe’ye. Sol Yayınları, Onur Yayınları burada. İmge, Dost, Bilgi yayınevi Ankara’nın ruhuna yakışır bir ciddiyetteler. En önemli edebiyat dergileri Folklor ve Edebiyat, Patika, Littera gibi dergiler Ankara’da yayınlanıyor. Yalçın Küçük, Ayla Kutlu, Erendiz Atasü, Hasan Ali Toptaş, Cemil Kavukçu, Hüseyin Atabaş, Ahmet Özer, Atilla Şenkon, Metin Turan, Kurtuluş Kayalı, Remzi İnanç gibi adını şimdi sayamadığım onlarca yazar ve şair dostum bu kentte soluk alıyor ve yazıyor. “Eğer hapishanesine uğramamışsanız, o kentli sayılmazsınız daha” diye bir tümce vardır. Ulucanlar Cezaevi’ni tanıdım bu kentin ben; 12 Eylül döneminde dördüncü koğuşun misafiri oldum. Emniyet müdürlüğünde hırsızlar ve


2020 / Sayı 11

14

eşcinsellerle birlikte bitlendim. İlk öykümü ve tüm öykülerimi/ yazılarımı bu kentte yazdım. Turgut Uyar’ın 15 yıl yaşadığı sokakta çıkardım ben Edebiyat ve Eleştiri dergisini… Televizyonda edebiyat programı da yaptınız; beraber çalıştık. Neden TV’de program yapma ihtiyacı duydunuz? Nezihe Meriç’i kaybettiğimiz gündü, televizyonlarda tek bir ölüm haberi çıkmadığını gördüm. Dergiyi de kapatmıştım. Kendi halimde bir edebiyat programını ancak Halk TV’de yapabilirim diye kapılarını çaldım. 1999’un son aylarıydı. Sağ olsunlar 70 hafta aralıksız Gerçek Edebiyat adıyla program yaptım. Alaattin Bilgi, Ahmet Say, Tevfik Çavdar gibi önemli insanları kayda geçirdim. Amacım bazı değerlerimizi kayda geçmek ve kitlelere ulaştırmaktı. 12 Eylül Hapishanelerinden söz ettiniz. Sahi kendinizden söz eder

misiniz biraz… Önce en son kitabım bundan iki ay önce yayınlandı: Edebiyatta Doğu’ya Dönmek. Bir öykü yazarıyım ama eleştirmen yanımın da etkili olduğu söylenir. Evet, 20-22 ve 28-29 yaşlarım hapislerde geçti… Öğrenciyken “Generallerin sonu Şah ve Somoza gibi olacak” başlıklı bildiriler basıp dağıttım. Ben tescilli bir aydınım yani. 12 Eylül faşizmine karşı yazı yazarak ve bunu dağıtarak karşı koymuş birisiyim. Sözde değil mahkeme kararıyla tescilli. Yedek subay maaşını aldığı halde beni askerde kantine verdiler sakıncalı olarak diye övünenler gibi değilim. Cezam Yargıtay’da kesinleştiği ve devlet memuru olamadığım için askerliğimi de 18 buçuk ay er olarak yapmak zorunda kaldım. Yani bir hayat gitti. 32 yaşında yara bere içinde Ankara’ya askerden döndüm ama hayat akıp gitmişti. Ruhum da paramparçaydı… Bu başka bir konu; fazla deşmeyelim. Bambaşka bir hayatım olacaktı.

Yıllar sonra mahkeme kararıyla alabildim pasaportumu. Çok geçti. Kitaplarınız ve ödüllerinizden söz edebilir misiniz? 1987’de Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülü aldım. 2012 yılında Homeros Edebiyat Ödülleri Tarık Dursun K. Öykü Ödülü Birinciliği ve Dil Derneği 2016 Onur Ödülü sahibiyim. Öykü kitaplarım: Üçlü Kavşak, Kadın ve Boğa, Genç Kyros’un Yazgısı, Nizamülmülk’ün Öldürülüşü, Alçaklık Öyküleri, Ayışığında Kargıdalı Tarlasında Eleştiri kitaplarım: Kertenkeleler ve Edebiyat, Büyük Yapıtlar Küçük Yapıtlar, Edebiyatta Doğu’ya Dönmek Şimdi ne yapıyorsunuz? Yazarın tezgahı boş olmaz… Sabahattin Eyüboğlu’nu tek kişilik oyun olarak sahneye koymak için oyun yazıyorum. İnternet dergisi gercekedebiyat. com’u yönetiyorum. Bolca kitap okuyorum film izliyorum. Korona günlerinde ne yapılabilir başka…


2020 / Sayı 11

“İşverenler de kapitalizmi sorguluyor”ediliyor

C

ovid-19 salgını ile baş edebilmek için uygulanan “eve kapanma” önlemleri tüm dünyada ve Türkiye’de birçok mal ve hizmete talebi hızla düşürdüğünü, ekonomide hem talep, hem de arz yönlü bir sıkıntı yaşanmaya başlandığını belirten Ostim Sanayici ve İş İnsanları Derneği (OSİAD) Başkanı Süleyman Ekinci, pandeminin dünyanın düzenini temelden sarstığını belirtti. Türkiye’nin önemli sanayi bölgeleri arasında yer alan Ostim’de de imalat sanayinde üretimin yarı yarıya düştüğünü, 2020 yılının kendileri açısından kayıp yıl olduğunu belirten Ekinci, bu zorlu süreçte dernek üyelerinin işçi çıkarmama yönünde bir hassasiyeti koruduğunu dile getirdi. Ekonominin çarklarının arz ve talep ile döndüğünü, talep olmaması durumunda işleyişin duracağını dolayısıyla talebin canlı tutulması gerektiğini ifade eden Ekinci, hükümetin aldığı ekonomik önlemlerin önemli ancak yetersiz

olduğunu, bankaların verdiği kredilerin de tabana yayılmadığını dile getirdi. Pandeminin ihtiyaçları, yönelimleri yeniden şekillendirdiğini belirten OSİAD Başkanı Süleyman Ekinci, gıdanın artık stratejik bir sektör haline geldiğini söyledi. Yakın çevresindeki girişimcilerin pek çoğunun tarıma ilgisinin arttığını, özellikle daha önce inşaat alanında yoğunlaşan işverenlerin gıdatarım-hayvancılık sektörüne yöneldiğini, köylerde yeni yaşam kurma planlarının yapıldığını belirten Ekinci, aynı şekilde hijyen ürünleri, maske, temizlik malzemeleri üretiminin de cazip hale geldiğini ifade etti. Sanayide büyük kurumsal firmaların salgına karşı daha etkin önlemler aldığını ancak küçük ölçekli işletmelerde pandemiye dair güçlü bir farkındalık oluşmadığını dile getiren Ekinci, bu süreçte işverenlerin de kapitalizmi sorgulamaya başladıklarını söyledi. Ekinci, “Sağlıklı gıda, temiz

3 Haziran 2020 su, temiz hava, temiz toprak, zengin-fakir herkes için öncelik kazandı; çünkü hepimiz, insan türünün devamına yönelik bir tehdidin ortaya çıktığını görüyoruz, dolayısıyla doğal kaynakların hor kullanımından vazgeçilmesi gerekiyor. Doğada telafisi imkansız yıkımlara yol açan bir kalkınmanın sürdürülebilir olmadığını artık daha net şekilde anlıyoruz. Tesla’nın kurucusu Elon Musk, facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg gibi isimlerin temel vatandaşlık geliri tezlerini savunması bile kapitalizmin özeleştirisi olarak görülmelidir” dedi. Ekinci, tüm dünyada içe kapanma eğilimlerinin arttığını, devletin ekonomik sahada etkinliğinin artmasını öngördüklerini belirten Ekinci, dijital ekonominin güç kazanacağını ancak Türkiye’deki KOBİ’lerin bu gerçekliği de henüz tam olarak kavrayamadıklarını söyledi.

15

Haber Yazısı

Kelime Ata / Ankara


2020 / Sayı 11

16

Türkiye’de yaşayan yabancılara göre Türkiye medyası koronavirüs döneminde sınavı geçti mi?

Haber Yazısı

Melissa Feza Katlar / Ankara

6 Haziran 2020


2020 / Sayı 11

T

ürkiye’de 1 milyon 531 bin 180 yabancı uyruklu insan yaşıyor. Koronavirüs döneminden en çok etkilenen gruplardan biri de onlar. Bir kısmı dilini bilmediği bir ülkede hayatta kalmaya çalışırken bir kısmı ise memleketteki ailesini özlüyor. Onların hayatları farklı ama hayalleri ve endişeleri aynı. 24 Saat Gazetesi olarak Türkiye’de ikamet eden yabancı vatandaşlarla konuştuk ve bu dönemde Türk medyası ile etkileşimlerini sorduk. “GÜNDELİK HABERLERİMİ TRT ESPAÑOL ARACILIĞIYLA ALIYORUM” Esnith Juliet Atehortua Mesa, İstinye Üniversitesi’nde Yabancı Diller bölümünde görev yapan Kolombiyalı bir eğitmen. İki aydır Faslı arkadaşı ile evde karantinada kaldığını belirten Esnith, daha önce haberleri sıklıkla takip etmesine rağmen koronavirüs döneminde takibi azalttığını ve pozitif kalmaya çalıştığını söyledi. Türkçe bilmediği için facebook’ta Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na (TRT) ait İspanyolca yayın yapan TRT Español hesabını takip ettiğini dile getiren Esnith, İstanbul’da yaşayan diğer yabancıların attığı postlardan nerede karantina olduğu, ne kadar zaman süreceği, marketlerin ne zaman açılacağı ve kapanacağı gibi bilgileri bu kanalla edindiğini belirtti. Türk uzmanları dinlemek yerine ülkesindeki uzmanları dinlemeyi tercih ettiğini

belirten Esnith, birçok şeyin halka söylenmediğini, vaka sayılarının, koronavirüsün gerçek nedenlerinin ve kaynaklarının saklandığını düşündüğünü vurguladı. “HABERLER, YANLIŞ BİLGİLERİ YAYMA EĞİLİMİNDE” Begimai Temiralieva 2 yıldır Türkiye’de yaşayan bir üniversite öğrencisi. Şu anda arkadaşlarıyla beraber yurtta kalıyor. Bengiami Türkçesinin gündelik yaşam için yeterli ancak haber takip etmek için yeterli olmadığını ifade etti. Koronavirüsten sonra son dakika haberlerini takip etmeye başladığını belirten Begimai, Türkiye hakkındaki haberleri kendi dilinde yayın yapan haber sitelerinden aldığını söyledi. Koronavirüsü yabancıların yaydığı yönündeki haberi ise “Ne yazık ki, haberler yanlış bilgileri yayma eğilimindedir. Yanlış bilgilendirmeyi önlemenin bir yolu, yetkililerin şeffaf olması ve gerçeklerle çalışmasıdır” diyerek yorumladı. “TELEVİZYON KANALLARI SPEKÜLASYON VE TARTIŞMA DOLU” Charu Tirali Giresun’da yaşayan Hintli bir grafik tasarımcı. Evlilik nedeniyle Türkiye’ye gelen Charu, sosyal medyayı çok aktif kullanan bir sanatçı. Charu, Türkiye’de yaşanan olayları A Haber ve CNN Türk’ten takip ettiğini belirterek, vaka sayısı ve bölgesindeki son duruma ilişkin bilgileri “Hayat Eve Sığar” uygulaması üzerinden

alıyor. Uluslararası haberler için BBC News, ülkesindeki gelişmeler için ise Indıan Times kullanıyor. Türk medyasında ülkesi hakkında yeterince haber bulamadığını aktaran Charu, Türk medyasında çok fazla koronavirüs haberi, spekülasyon, tartışma olduğunu ve artık bu haberleri dinlemekten dolayı sıkıldığını söyledi. Basından koronavirüsü önleme hakkında yanlış bir bilgi duymadığını aktaran Charu, whatsapp gruplarından gelen koronavirüsün sarımsak tüketerek, yeşil çay içerek önlenebileceği, virüsün ısı ile kaybolduğu bu nedenle saç kurutma makinesinin yüksek ayarda uzun süre kullanılması gerektiği gibi yanlış bilgi içeren mesajlardan yakındı. SOSYAL MEDYADAKİ BİRÇOK BİLGİ GERÇEKLE ÖRTÜŞMÜYOR Anna ise Türkiye’de gazetecilik yapan bir yabancı. Mesleği gereği haber alma yönünden şanslı olan Anna haber tüketimi için çeşitli sosyal medya mecralarını takip ettiğini belirtti. Türkiye’de yaşayan diğer yabancılar için hükümetin aldığı kararları aktif bir şekilde sosyal medyadan paylaştığını ifade eden Anna, sosyal medya üzerinden yapılan birçok yayının ise gerçekle örtüşmediğine dikkat çekti. Anna son olarak “Bu süreçte insanlar yabancılara karşı kötü bir tutum sergiliyor. Türkiye’de insanlar farklı, öyle değil ve buraya taşınarak doğru seçim yaptığımı şimdi daha iyi anlıyorum” dedi.

17


2020 / Sayı 11

18

“YKS’de tarih değişikliği öğrencilerde stresi artırmış olabilir” Yusuf Özgür Bülbül / Muş

Haber Yazısı

E

ğitim alanında faaliyet gösteren bağımsız, kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Politika Analisti Yeliz Düşkün pandemi sürecindeki uzaktan eğitim uygulamaları ve sınav tarihlerindeki değişiklikleri 24 Saat gazetesine değerlendirdi. ERG’nin amacının çocuğun ve toplumun gelişimi için eğitimde yapısal dönüşüme nitelikli veri, yapıcı diyalog ve farklı görüşlerden ortak akıl oluşturarak katkı yapmak olduğunu söyleyen Düşkün, “İçinden geçtiğimiz süreç Türkiye’de örgün eğitimdeki 16,5 milyon öğrenci ile ailelerini ve bir milyonun üzerinde öğretmeni etkiledi. Genel bir değerlendirme

yapacak olursak, Türkiye’de uzaktan eğitime hızlı bir geçiş yapılması, bir hafta gibi kısa bir sürede altyapı çalışmalarının en azından uzaktan eğitime başlanabilecek bir düzeye getirilmesi önemli bir başarıydı. MEB, pek çok ülkede olduğu gibi televizyon ve interneti aynı anda kullanıma soktu. Buna karşın elbette geliştirilmesi gereken alanlar bulunuyor” diye konuştu. “LGS’NİN SADECE BİRİNCİ DÖNEMİ KAPSAMASI OLUMLU” Politika Analisti Düşkün, sürecin eğitime erişim ve eğitimin niteliği bağlamında hâlihazırda var olan sorunları nasıl etkilediğinin önemine dikkat çekerek, erişim konusunun çocukların evde sahip

10 Haziran 2020

oldukları olanaklarla doğrudan ilişkili olduğuna ve çocuğun evde önceliklendirilmesi gibi durumlardan da etkilendiğine vurgu yaptı. Pek çok çocuğun ev içinde ev işleri, kardeş bakımını gibi sorumluluklarının olduğunu hatırlatan Düşkün şunları söyledi: “Uzaktan eğitimin başarısının toplumda hâlihazırda var olan eşitsizliklerden etkilendiğini söylemek mümkün. Elbette bu süreç hala içinden geçmekte olduğumuz ve etki değerlendirmesi henüz yapılmamış bir süreç. Pek çok çocuğu ve aileyi ilgilendiren önemli kararlardan biri, Liselere Geçiş Sınavı’nın (LGS) yalnızca birinci dönemde işlenen öğretim programını kapsaması. Bu kararı


2020 / Sayı 11

olumlu buluyoruz; çünkü ikinci dönem uzaktan eğitime erişimde yaşanan eşitsizlikler adil olmayan bir sonuç yaratabilirdi. Bu süreçte alınan önemli bir karar okullarda örgün eğitime bu eğitim-öğretim yılı için dönülmemesi. Kapsamlı bir araştırma yapmış olmasak da görüştüğümüz velilerden ve öğretmenlerden aldığımız izlenim, bu süreçte okullarda örgün eğitime başlanmamasının doğru bir karar olduğu yönünde. Dönem sonuna yaklaşılmış olması, okullarda özellikle tuvaletlerdeki hijyen, kalabalık okulların varlığı, okulların yanı sıra okula ulaşımın yaratacağı riskler dikkate alınırsa bu kararın doğru olduğu anlaşılıyor.” SINAV TARİHİNİN ÖNE ÇEKİLMESİ STRESİ ARTIRIR LGS ve YKS ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Düşkün, şunları belirtti: “LGS’nin 20 Haziran’a ötelenmesi, sağlık risklerinin zaman içerisinde azalacağı beklentisi dikkate alınırsa olumlu görülüyor. YKS tarihinin Temmuz sonundan Haziran sonuna alınmasının ise

öğrencilerde bir hayal kırıklığı yaratmış ve öğrencilerin üzerindeki stresi artırmış olma ihtimali yüksek” dedi. Düşkün öte yandan bu öne çekme sayesinde tercih ve yerleştirme takviminin sıkışmasının önlenebileceğini ifade etti. “BU SÜREÇ, PSİKOSOSYAL DESTEĞİ DAHA DA ÖNEMLİ HALE GETİRİYOR” Örgün eğitime dönüş başladığında özellikle sosyoekonomik açıdan risk altında bulunan çocukların eğitime erişimine dikkat edilmesi uyarısında bulunan Düşkün, “Çünkü okuldan ayrı kalınan süre uzadıkça risk altındaki çocukların okula dönüşünde azalma olduğunu gösteren geçmiş deneyimler bulunuyor” dedi. Örgün eğitime geçildiğinde okullardaki hijyen standartlarının yükseltilmesi gerektiğine dikkat çeken Düşkün, bir diğer önemli konunun ise öğrencilerin ihtiyaç duyacakları psikososyal desteklerin sağlanması olduğunu belirtti. Düşkün, “Öğrencilerin

okuldan, arkadaşlarından, öğretmenlerinden, hatta sokaklardan ayrı kaldıkları ve salgına ilişkin haberlere ve konuşmalara, belki etraflarındaki kişilerin kaygılarına tanıklık ettikleri bu süreç, psikososyal desteği daha da önemli hale getiriyor. Okullarda yeterli psikolojik danışman ve rehber olması yönünde adımlar atılmalı” şeklinde konuştu. “ÖĞRETMENLERİN İHTİYAÇ DUYDUKLARI ALAN DESTEKLENMELİ” Düşkün sözlerini şöyle tamamladı: “ERG’nin yürütücüsü olduğu Öğretmen Ağı ile deneyimlerini paylaşan öğretmenler, bu süreçte meslektaşlar arası dayanışmanın öneminin arttığına dikkat çektiler. Ayrıca bu süreçte dijital araçların kullanımı konusunda güçlenme ihtiyacı duyduğunu belirten öğretmenler de oldu. Eğitimin niteliği için kilit role sahip olan öğretmenlerin ihtiyaç duydukları alanlarda güçlenmeleri için gerekli desteklerin sağlanması önemli görünüyor.”

19


2020 / Sayı 11

20

Camlardan çocuklarının sesini haykıran anneler…

Haber Yazısı

Müjgan Halis / İstanbul

13 Haziran 2020


2020 / Sayı 11

1

5 Temmuz sonrası ilan edilen KHK’lar binlerce insanı işsizliğe ve açlığa mahkûm etti. Süreç ‘hamile kadınlar’ ve ‘cezaevlerindeki çocuklar’ gibi kavramları da bir kez daha hatırlattı. Mağdurlar İçin Adalet Topluluğu tarafından hazırlanan Üçüncü Yılında OHAL’in Getirdiği Toplumsal Maliyetler Raporu, hükümetin görmezden geldiği bu iki gerçeğin geldiği aşamayı gözler önüne seriyor. 3 bin 305 kişinin katıldığı araştırmaya göre, yüzde 81’i evli olan KHK’lı mağdurların yüzde 23’lük kesimini ise kadınlar oluşturdu. Rapor aracılığıyla OHAL’in üçüncü yılında mağduriyetlerini anlatanlar, geride bırakılan zamanda hamile kadınlar ve çocuklar ile ilgili koşulların değişmediğini, tersine ağırlaştığını söyledi. Bebekleriyle birlikte cezaevine girenler, güneş, oyuncak bir yana mamadan mahkûm bırakılan bebekler, karnında ölü bebeğiyle cezaevine getirilenler… EV ORTAMI OLSUN DİYE YERE BATTANİYE SERİLİYORDU Onlardan biri olan Necla Ç, “Düşük riskim olmasına rağmen Afyon’dan İzmir’e gönderildim ve yolda kanamam oldu” diye başladığı hikâyesini şöyle sürdürdü: “Cezaevine gidince de kanamam devam etti, bebeğimi kaybettim. Yan koğuşa da sekiz aylık hamile bir bayan gelmişti, şeker rahatsızlığı vardı, yemekleri yiyemiyordu. Kaldığım koğuşta üç tane çocuk vardı ve anneleri ev ortamı olsun diye kantinden aldıkları battaniyeleri yere seriyorlar ve o alanda ayakkabısız dolaşılıyordu.” Bir süre Çanakkale Cezaevi’nde kalan OHAL mağdurlarından Selma Y. de kadınların hepsinin terör örgütü üyesi olmakla suçlandıklarını ve çoğunun da anne olduğunu söyledi.“Minicik bebekleri ve çocukları açık görüşe geldiklerinde kavuşma ve ayrılış sahnesi o kadar acıklı bir hal alırdı ki, vicdanının son zerresine kadar titretirdi insanı. O tablo, suçlu tablosu değildi,

zorla anne ile yavrularını ayırma tablosuydu. Ağlayış, çığlık, sarılma ve gardiyanların çocukları annelerinden zorla ayırmaları. Bazı şeyler kelimelerle tarif edilemiyor.” Cezaevinde hamile bir kadının trajik hikâyesini anlatan Çiğdem K. ise şunları aktardı: “Arkadaşım hamile olduğundan şüphelendiğini söylemesine rağmen savcılık emri ile tutuklanmıştı. Hastanede herhangi bir tahlil yapılmadan cezaevine getirildi. İlerleyen günlerde hamile olduğu anlaşılmasına rağmen tahliye edilmedi. Stres, kalabalık koğuş, kış ayının şiddetli soğuğu gibi nedenlerden rahatsızlandı. Müdahale edilmedi. Uzun bir süre sonra gece gelen 112 ekibi ile hastaneye sevk edildi. Nesrin T, çocuğunu kaybetmişti. Ailesi yanında olmadan kürtaj yapmak istemeyince, karnında ölü bebeğiyle cezaevi görevlileri tarafından tekrar koğuşa getirildi. Karın ağrısı ve sancı ile birkaç gün geçirdi. Artık hayati tehlike oluşmuştu. Ardından dışarıdaki eşine haber verildi. Hastanede müdahale edildikten sonra tekrar koğuşa getirildi.” Cezaevinde henüz yaşına girmemiş bebeklerin olduğunu hatırlatan Nurdan S. de hapishane koşullarının hijyenik olmamasında dolayı çocukların çok sık hastalandığını belirterek şöyle devam etti: “Geceleri bebekleri anneleri olmaksızın alıp acile götürürlerdi. Anneleriyle doktora götürülen çocukların önünde anneler kelepçelenirdi. Henüz iki yaşında olan bir çocuğun annesi ve babası tutuklanmıştı. Çocuk bir süre teyzesinin yanında kaldıktan sonra, annesinin yanına getirildi. Cezaevine geldiğinde annesi çocuğunu ağlatarak sesini babasına duyurmaya çalışıyordu ki babası da sesini duysun diye… Bu unutulabilir mi? CEZAEVİNDE ÇOCUKLAR EMEKLEMEDEN YÜRÜMEYİ ÖĞRENİYOR Bakırköy Cezaevi’nde tanıklık ettiklerini dile getiren Süheyla M. cezaevlerindeki çocukların emeklemeden yürümeyi öğrendiklerini söyledi. Çocukların

cezaevinde güneşten de mahrum olduğunu belirten Süheyla M. birçoğunda D vitamini eksikliği olduğunu ifade ederek “Çocuklar her yeri metal ve duvardan oluşan bir ortamda büyüyorlar. Bildikleri tek hayvan hapishanenin avlusuna konan kuşlar ya da hamam böcekleri. Ranzadan düşerek beyin kanaması geçiren, annesinden ayrı kaldığı için travmaya maruz kalan çocuklar, geceleri koğuş camlarından çocuklarının adını bağıran anneler… Bu insanlara bankada hesabı var diye bunları yaşatanlara beddua etmemek elde olmuyor” dedi. Murat M. Ş, bir baba. Eşi ile aynı cezaevinde tutuklu kalan Murat M. Ş, eşinin riskli bir hamilelik süreci olmasına rağmen verdikleri dilekçelerin dikkate alınmadığını belirterek, “Bebeğimizi kaybettiğinde bile eşim kelepçeliydi” dedi.

21  Henüz iki yaşında olan bir çocuğun annesi ve babası tutuklanmıştı. Çocuk bir süre teyzesinin yanında kaldıktan sonra, annesinin yanına getirildi. Cezaevine geldiğinde annesi çocuğunu ağlatarak sesini babasına duyurmaya çalışıyordu ki babası da sesini duysun diye… Bu unutulabilir mi?


2020 / Sayı 11

22

“İranlı göçmenler din değiştiriyor” Maaz İbrahimoğlu / İstanbul

Haber Yazısı

T

ürkiye’de yaşayan İranlı göçmenler arasında Hıristiyanlık gittikçe yaygınlaşıyor. Birçok göçmen son dönemde din değiştirerek Hıristiyan oldu. Hıristiyanlığı seçme nedenleri arasındaysa temelde iki sebep öne çıkıyor: Birincisi İslam’ın uygulama biçimlerinden memnun olmayıp din değiştirenler, ikincisiyse Avrupa’ya iltica eden göçmenlerin Hıristiyan olarak kendini ifade etmesi halinde kabul edilme ihtimalinin yüksek olduğuna olan inanç… Peki din değiştiren göçmenler ne tür sıkıntılar yaşıyor? Eski dinleri İslam’ı ve yeni seçtikleri Hıristiyanlığı nasıl yorumluyorlar? Devletin bu konudaki tavrı nasıl? Din değiştiren göçmenler 24 Saat Gazetesi’ne konuştu… Gerek Şia gerek Sünni

İslam fıkhında Müslüman biri dinden dönerse o kişi “mürted” olarak kabul ediliyor. İslam’dan sonra küfre dönmeye ise “riddet” deniliyor.İslam tarihine baktığımızda İslamiyet’i bırakıp başka dine dönmek isteyen insanlar ile Müslümanlar arasında savaşların olduğunu görüyoruz. Halife Ebu Bekir zamanında insanlar kitleler halinde çeşitli nedenlerle İslam’dan ayrılınca bunun üzerine yaşanan Ridde Savaşları en önemli örneklerden biri. Buharî gibilerin aktardığı hadisler de İslam’ı bırakıp başka din seçenlere çeşitli zorlukları öne sürüyor. İranlı göçmelerin bazıları neden din değiştiriyor? Dört yıl evvel İran’dan Türkiye’ye gelen H.D. Hıristiyanlığı seçmiş İranlılardan biri. İran’da üniversitede akademisyenlik yapan H.D.

13 Haziran 2020

dine dair sorularının cevabını Hıristiyanlıkta bulduğu için din değiştirdiğini söylüyor. Ancak Hıristiyanlığa geçişi duyulduktan sonra işinden oluyor ve bir süre hapis yatmak zorunda kalıyor. Evinin tapusunu senet olarak gösterince hapisten çıkabiliyor. Tahliye edildikten sonra da Türkiye’ye geliyor. Buradaysa elektronik eşya tamiratı yapmaya başlıyor. Hıristiyan olma kararını nasıl verdiğini anlatan H.D, “Ben çok kitap okurum. Beni bu yola kitaplar getirdi. İslamiyet’te idam var. Anlatılan İslamiyet’in ruhunda bu olamaz bence. İslam’da insanlar birbirine yardım ediyor ama Hıristiyanlık’ta Allah için yardım var. Benim aklımda çok fazla dini sorular vardı. Aradım cevapları Hıristiyanlıkta buldum. İran’da vaftiz edildim. Dinimizi saklamak


2020 / Sayı 11

zorunda kalıyorduk. Hıristiyanlık sohbetlerimiz için dikkat çekmemek adına her seferinde farklı bir arkadaşın evinde toplanıyorduk. Çünkü bizden şüphelenenlerin bizi izlediğini biliyorduk. Canımızdan olmamak için tedbirli davranıyorduk. Kaç kişi Hıristiyan oldu bilemiyoruz. Ama sayı gittikçe artıyor”… Birçok insanın Hıristiyanlığı seçtiğini ama bazılarının gerçek Hıristiyan olmadığına dikkat çeken, H.D, “Mesela adam ‘Ben Hıristiyan’ım’ diyor. Kiliseye geliyor ama kiliseye yakışmayan hareketlerde bulunuyor. Onlar yüzünden diğer Hıristiyanlar kötü algılanıyor, zor durumda kalıyoruz, sorunlar yaşıyoruz” şeklinde konuşan H.D, gerçek Hıristiyanlığın bu olmadığını kaydediyor. “AVRUPA’YA GİTMEK İÇİN…” Bazı İranlılar Avrupa’ya iltica etmek için de Hıristiyanlığa geçtiğini din değiştirerek Avrupa devletlerinden daha kolay oturma izni alabileceklerini düşündüklerini aktaran H.D: “Bu çok yanlış. Biz İran’dayken Hıristiyan olduk ve bu sebeple orada çok zor günler geçirdik. Din kalbimizde olur. Avrupa’ya mülteci olmak ve oturum almak için seçilmemelidir” diye belirtiyor. H.D.’nin anlattığına göre İran’da İslamiyet’i bırakıp Hıristiyan olanlara çok çeşitli sıkıntılar çıkıyor. Fakat İran’da olup zaten doğuştan Hıristiyan olanlara devlet herhangi bir yaptırıma gitmiyor. Çünkü mürtedlik kötü olarak yorumlanıyor. Türkiye’nin Suriyelilere yardım ettiğini ama aynı oranda İranlı mültecilere yardım etmediğini belirten H.D, çalışma izni alamadıklarını da aktarıyor. H.D, ayrıca Türkiye’de nispeten cinsel özgürlüğe kavuşan bazı İranlıların gey ve lezbiyen kimliklerini burada saklamak durumunda kalmadıklarını da ekliyor. FABRİKATÖRLÜKTEN İŞÇİLİĞE Şehram Garbi ise İran’da bir su arıtma fabrikasının sahibiydi. O da İran’dayken din değiştirdi. Bu nedenden dolayı iki defa hapse düştü. Şimdi Eskişehir’de bir doğalgaz fabrikasında işçi olarak çalışıyor. İki kızıyla birlikte

yaşıyor. Büyük kızı tercümanlık yaparken küçük kızı Melina okula gidiyor. Garbi Hıristiyanlığın diğer dinlerden daha güzel olduğunu ifade ediyor. Neden Hıristiyan olduğunu da şöyle açıklıyor: “İslam’da hep şunu yaparsan cehenneme gidersin, bunu yaparsan ateşe atılırsın diyerek bizi korkuttular. Ancak Hıristiyanlık’ta bu yok. Orada zaten İsa Mesih bizim için kendini feda etmiş ve orada hep sevgi var. Bu yüzden Hıristiyan olmak bizim için bir onurdur.” Devletin din değiştirenler karşısındaki tutumunu da değerlendiren Garbi, “Biz orada dinimizi gizli yaşardık. Orada devlet inançlara ve şahıslara müdahale ediyordu ve hala da öyle. Burada öyle bir şey yok. İsteyen camiye, isteyen kiliseye gidiyor. Mesela buradaki Hıristiyan İranlılar genelde kiliseye gidiyorlar. Fakat bu Hıristiyanların yüzde 40’ı gerçek diğerleri ise bu dine geçişi Avrupa’ya giriş biletleri gibi gördükleri için sözde Hıristiyanlar. Onlar Avrupa’ya gitmek için Hristiyan’ım diyor ama bir kere bile kiliseye gelmiyor. Onlara İsa Mesih’i dahi sorsan pek bir şey bilmezler” diye anlatıyor. Türkiye’de yaşam şartlarının zor olduğuna dikkat çeken Garbi, çalışma izinleri olmadığı için asgari ücretin altında maaşla (1600 TL) çalıştıklarını ve ayrıldıkları iş yerlerinden son maaşlarını alamamaktan ve üzerine bir de hırsız yaftası yapıştırılmasından yakınıyor. Garbi de H.D. gibi Türk devletinin Suriye ve Irak’tan savaş nedeniyle gelenlere iyi davrandığına vurgu yapıyor. Hastane ve sağlık sürecinde devletin verdiği destek için ise Türkiye’ye teşekkür ediyor. Garbi’nin ardından Hıristiyanlığı seçmiş olan kızı Melina ile konuşuyoruz. Bir lisede okuyan Melina çeşitli dinleri araştırmış ve daha çocukken en doğru din olduğunu düşünerek Hıristiyanlığı seçmiş. 11 yaşındayken Türkiye’ye geldiğini ve İran ile artık duygusal bir bağının kalmadığını, o bağı Eskişehir ile kurduğunu ifade ediyor. Şia İslam’ını pek bilmediğini söylüyor. Hıristiyanlığı seçme sebebini anlatırken “Mesela bir kadın tanımadığı bir erkeğe asla dokunamaz İslam’da. Eğer

dokunursan cehenneme gidersin diyorlar. Böyle şeyleri sevmediğim, yasakları makul bulmadığım ve inanmadığım için Hıristiyanlığı tercih ettim” diye belirtiyor. Hıristiyanlığı tercih ettikten sonra hayatında küçük mucizeler fark ettiğini söyleyen Melina şöyle bir hikâyesini paylaşıyor: “Mesela ilk geldiğimiz sene hiç ekmeğimiz yoktu. Evde yiyecek en ufak şey kalmamıştı. Paramız da yoktu. Ekmek 50 kuruştu o zaman. O kadar dua ettim ki yiyecek bir şeyler bulabilmek için… Açlıktan ölüyorduk neredeyse. Birden tanımadığımız biri kapımızı çaldı. Bize bir sürü yemek getirdi. Bu bir mucizeydi bana göre. Buna benzer çok şey gördük hayatımız boyunca. Komşumuz olan Türkler burada bu şekilde çok yardım etti bize”. Okulda din kültürü derslerine de giren Melina, Hıristiyan olduğunu henüz hiç kimseye söylememiş. İranlı mültecilere ilişkin sorunların Trump döneminde başladığını dile getiren Melina, defalarca göç idaresine başvurmuşlarına rağmen olumlu yanıt alamadıklarını belirtiyor. “IŞİD DESTEKÇİLERİ BİZİ BU YOLA İTTİ” Said ise İstanbul’da yaşıyor. O da Hıristiyanlığı seçtiğinin deşifre olmasıyla mecburen İran’dan kaçtığını, Türkiye’ye kaçak yollarla geldiğini, yaklaşık bir ay tamamen yürüyerek yolculuk yaptığını ve bu yolculukta gruptaki çoğu insanın öldüğünü anlatıyor. Ona göre İslam ülkelerinde demokrasi var denemez. Hıristiyan ülkelerini her anlamda daha demokrat buluyor. IŞİD gibi örgütlerin Hıristiyan coğrafyasında bulunmadığını dile getiren Said, “Oralarda demokrasi var. Burada ise idam ve savaş var. Burdan yola çıkarak demek ki Hıristiyanlık iyi bir şey dedim ve araştırdım. Gerçekten Hıristiyan olmak daha kolay ve rahat” diyerek Hıristiyanlığı seçme sebeplerini sıralıyor. Bazı insanların din kisvesi altında çok zalim olduğunu kaydeden Said, sözlerini şöyle noktalıyor: “Bazı insanlar o kadar zalim ki biz onlardan kurtulmak için dinlerinden çıktık. Başka alternatifler aradık. IŞİD destekçileri bizi bu yola iten insanların başında geliyor.”

23


2020 / Sayı 11

24

Suriyeli gençlerin yarısı gitmek, yarısı kalmak istiyor Alkan Uçarsu / Ankara

Haber Yazısı

K

oronavirüs salgınının getirdiği sosyal ve ekonomik sorunlarla mücadele etmeye çalışan Suriyeli mültecilerin salgından önceki durumlarına ilişkin Bahçeşehir Üniversitesi bünyesinde bulunan Göç ve Kent Çalışmaları Merkezi tarafından “Geçici Koruma Altındaki Suriyeli Gençlerin Geçim Kaynaklarına Erişimi” başlıklı kapsamlı bir araştırma yayımlandı. Araştırma, 2019 yılı Ekim ve Kasım aylarında İzmir ve Hatay’da yaşayan 808 Suriyeli ile yüz yüze görüşme tekniği ile odak grupla gerçekleştirildi. Çalışma, Türkiye’de resmi rakamlara göre 3,6 milyon Suriyelinin 1,2 milyonunu oluşturan gençlerin yaşam koşullarına ilişkin çarpıcı

bulgular ortaya koyarken gençlerin insan onuruna yaraşır bir hayat sürmeleri için öneriler sundu. YÜZDE 47’Sİ İŞSİZ, YÜZDE 74’Ü EĞİTİME DÂHİL DEĞİL Araştırmaya göre, Suriyeli gençlerin Türkiye’ye geliş eğilimi azalırken Türkiye’deki Suriyeli gençlerin yarısı gitmek, yarısı ise kalmak istiyor. Suriyeli gençlerin yüzde 47’si işsiz, yüzde 74’ü eğitime dâhil değil. Araştırmada Suriyeli gençlerin sadece yüzde 4,6’sının çalışma izni olduğu ve üçte birinin 11 saat ve üzerinde çalışmak zorunda kaldığı ve çalışanların dörtte üçünün asgari ücretin altında bir rakamla çalıştığı verileri yer aldı. Araştırmada katılımcıların

17 Haziran 2020

yüzde 71,3’ünün, 2013-2017 yılları arasında Türkiye’ye geldiği belirlenirken 2014 yılına kadar artan Türkiye’ye geliş oranının zamanla azalarak 2019 yılında %0,9’a kadar düştüğü görüldü. Katılımcıların yüzde 40,9’u ise Suriye’nin Halep kentinden geldiği gözlendi. Suriye’de koşullar elverişli olduğunda ülkelerine dönme planı sorusuna dönmeyi tercih edenlerin oranı yüzde 47’den fazla, dönmeyi tercih etmeyenlerin oranı ise yaklaşık yüzde 51 olarak yansıdı. Türkiye’den gitmeyi düşünenlerin oranı ise yüzde 51,6 olarak görüldü. Sınır şehri Hatay’da yaşayan gençlerin yüzde 52,8 ülkelerinde koşullar elverişli olduğunda dönmek isterken İzmir’de bu oran yüzde 39,6’da kaldı. Bu sonuç İzmir’in göçmen


2020 / Sayı 11

ve mülteciler için halen transit bir şehir olma özelliğini sürdürdüğünü ve bu anlamda imkânların fazla olduğunu işaret ediyor. TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİMDEN MEMNUNLAR Suriyeli gençlerin eğitim durumlarına ilişkin veriler ise: yüzde 54,6’sı ilkokul ve ortaokul eğitimini, yüzde 18,1’i ise lise eğitimini Suriye’de tamamladı. Gençlerin yüzde 15,3’ü ilk ve orta öğrenimini Türkiye’de alırken bu oranın yüzde 1,9’u geçici eğitim merkezlerinde öğrenim gören gençleri kapsıyor. Araştırmaya katılan gençlerin yüzde 74’ü şu anda örgün bir eğitime dâhil değil. Suriye’de aldıkları eğitim diplomalarının Türkiye’de denkliğinin olmadığını söyleyenler oranı ise yüzde 86,6. Türkiye’de aldıkları eğitimden memnuniyetleri sorusuna ise katılımcıların yüzde 39,4’ü orta, yüzde 43,7’si iyi, yüzde 16,9’u kötü ve yüzde 17’si ise çok iyi olarak değerlendirdi. YÜZDE 16’SI KAYITSIZ Araştırma, gençlerin yüzde 16’sının kayıtsız olarak Türkiye’de bulunduğunu ortaya çıkarırken Türkiye vatandaşlığı bulunanların

oranı ise yüzde 3,7. Yaşları 15 ile 30 arasında değişen Suriyeli gençlerin yüzde 45,6’sı ne bir işte çalıştığı ne de iş aradığı görüldü. Araştırmaya katılan gençlerde çalışma oranı yüzde 29 olurken sadece yüzde 4,6’sın çalışma izni bulunduğu gözlendi. Ağırlıklı olarak tekstil, inşaat ve yiyecek-içecek sektörlerinde çalışan gençlerin yüzde 78,8’i maaşlarını eksik aldıklarını ifade etti. Suriyeli gençler arasında işveren olanların oranı ise yüzde 10,6. Suriyeli gençlerin yaklaşık yarısını günde 9-10 saate yakın, üçte birinin ise günde 11 saat ve üzerinde çalıştığı araştırmaya yansıdı. İş arama sürecinde Suriyeli gençlerin yüzde 20,2’si düşük ücret teklif edilmesinden, yüzde 15,9’u kötü çalışma koşullarından, yüzde 12,8’i iş arama yollarını bilememekten, yüzde 9,9’u ise Türkçe bilmediğinden açık iş ilanlarına erişememekten yakındı. Asgari ücretin 2.020 TL olduğu Türkiye’de, araştırmaya katılan Suriyeli gençlerin yüzde 19,9’u 600 ile bin TL, yüzde 41’i bin ile 2 bin 20 TL, yüzde 23’ü ise 2 bin 20 ile 5 bin TL gelirleri olduğu belirlendi. Buna göre, Suriyeli gençlerin dörtte üçünün asgari ücretin altında çalıştığı gözlendi.

Suriyeli gençlerin sorunlarının çözülmesi için sunulan öneriler ise şöyle: • İşverenleri kayıtlı çalıştırmaya teşvik edecek projelerin geliştirilmesi. • İşverenin Suriyeli çalışan çalıştırmaktan dolayı ödediği ekstra maliyetlerin kaldırılması yahut minimuma indirilmesi. • Türkçe dil eğitim kurslarının sayısının, saat ve program esnekliğinin artırılması. • Türkçe dil eğitiminde materyal ve kaynakların artırılması ve çeşitlendirilmesi. • Beceri ve tecrübelerin sertifikalandırılarak işverenlerce geçerli görülecek hale getirilmesi. • Gençlerin hâlihazırda var olan beceri, yetenek ve eğitimleri doğrultusunda, eğitim ve iş olanaklarına yönlendirilmesi. • Hem Suriyeli gençlerin yerel topluluklara sosyal entegrasyonunu hızlandırmada hem de Türkiyeli gençlerin göçmen akranlarına karşı oluşan önyargılarını kırabilmek adına diyalog ortamının kurulması.

25


2020 / Sayı 11

26

Türkiye Antep fıstığı üretiminde dünya lideri olmak istiyor Halit Demir / Hatay

Haber Yazısı

B

aklavaların ve diğer tatlıların olmazsa olmazlarından Antep fıstığı üretiminde Amerika ve İran’dan sonra üçüncü sırada olan Türkiye, sulanabilen arazisini artırarak “yeşil altın” olarak da nitelendirilen ürünün üretiminde dünya lideri olmaya hazırlanıyor Adeta değeri altınla yarışan ve gastronomi tatlılarında kullanılan kuruyemişlerde ilk sırayı alan Antep fıstığı, dünya sıralamasında gözünü zirveye dikti. Türkiye’nin en verimli arazilerinin bulunduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde özellikle Şanlıurfa, Gaziantep, Siirt ve Mardin çiftçisinin gözde ürünlerinden olan Antep fıstığı

rekoltesi 2018 yılına göre yüzde 208 artışla 240 bin ton civarına ulaştı. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) verilerine göre, Antep fıstığı üretiminde ABD ve İran’ın ardından üçüncü sırada yer alan Türkiye’de geçen yıl rekolte 78 bin ton olarak gerçekleşti. Türkiye’de 2000’li yıllarda 2 milyon dekar olan Antep fıstığı üretim alanı son 18 yılda yüzde 50’den daha fazla artarak 3,2 milyon dekara yükseldi. Halen bölge genelinde tarıma elverişli olmayan üçüncü sınıf kıraç araziler de fıstık bahçelerine dönüştürülüyor. Her geçen yıl fiyatların yükselmesiyle çiftçiler, tarıma

17 Haziran 2020

elverişli olmayan arazilerini fıstık bahçesine dönüştürerek aile bütçesine katkı sağlarken Türkiye’nin de fıstık üretiminde dünyada lider olmasına katkı sağlıyor. Yaklaşık 7 yılda yetişen Antep fıstığı ağaçları son yıllarda artan fiyatı nedeniyle Güneydoğulu çiftçilerin gözdesi durumunda. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında bölgede bulunan toprakların suyla buluşturularak ekilebilir Antep fıstığında verim iki kat artabiliyor. Antep fıstığı üretiminde dünya üçüncüsü olan Türkiye, kendisinden 3 kat daha fazla fıstık üretim alanına sahip olan Amerika’yı ardından da yer altı su sıkıntısı çeken ve çoğu ürününe


2020 / Sayı 11

ambargo konan İran’ı geride bırakarak dünyanın bir numaralı tedarikçisi olabilmenin hesabını yapıyor. 2018 YILINDA 111 MILYON 624 BIN DOLAR IHRAÇ EDILDI Türkiye’nin Antep fıstığı ihracatı, 2019 yılının 10 ayında 111 milyon 624 bin dolara ulaştı. Fıstık ihracatında 2018 yılı ihracat rakamı aşıldı. Güneydoğu Anadolu İhracatçı Birlikleri (GAİB) verilerine göre, 2018 yılında 105 milyon 659 bin dolarlık Antep fıstığı ihracatı yapıldı. 2019 yılının 10 aylık döneminde ise geçen yılın rakamları aşılarak 93 ülkeye yapılan ihracatta 111 milyon 624 bin dolarlık gelir elde edildi. İhracat yapılan ülkeler arasında İtalya, Almanya, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Fransa, ABD, Kuveyt, Libya, Birleşik Krallık, Avusturalya, Kanada, Romanya, Tayland, Panama, Danimarka, İsrail, Yunanistan ve Japonya da yer aldı. Antep fıstığı ihracatında ilk sırayı 1 milyon 559 bin tonla İtalya aldı. Bu ülkeyi 1 milyon 37 bin tonla Almanya ve 662 bin tonla Beyaz Rusya izledi. İHRACAT RAKAMLARI ÜRETICIYI SEVINDIRDI Şanlıurfa Ticaret Borsası Meclis Başkanı İsa Kızıldemir, ihracat rakamlarının yüksek olmasının sevindirici olduğunu belirtti. Fıstıkta bir yıl rekoltenin yüksek, bir sonraki yıl ise düşük olduğunu anlatan Kızıldemir, şöyle konuştu: “Fıstık ihracatının yüksek olması, Türkiye ve üreticiler için çok sevindirici bir durum. Bu yıl fıstık rekoltesi düşüktü, önümüzdeki yıl herhangi bir doğa olayı olmazsa yüksek rekolte bekliyoruz. İnşallah önümüzdeki yıl ihracat miktarımız daha da artacak. Şanlıurfa, Türkiye’de en fazla fıstık üretiminin olduğu şehir. Ürettiği fıstıkları hem yurt içine hem de yurt dışına satıyor.” “2 BIN TON ÜRETIM YAPTIK” Şanlıurfa’daki tesisinde fıstık işletmeciliği yapan Mehmet Kaya ise, dedesinden öğrendiği fıstık işlemeyi 40 yıldır sürdürdüğünü belirtti. Fıstık sektöründe 2019 yılının güzel geçtiğini, Dünyanın bir çok ülkesine de fıstık ihracatına hazırlandıklarını vurgulayan

Kaya, şunları söyledi: “2018 yılında yaklaşık 2 bin ton üretim yaptık, hem iç fıstık hem de kabuklu olarak hazırladığımız bu üretimleri iç piyasaya ve ihracatçı firmalar aracılığıyla yurt dışına gönderdik. Almanya, Fransa, İran, Kırgızistan ve Özbekistan’a gönderdik. 2019’un ihracatı güzel gidiyor, her sene İran’dan alırdık, 2019’da İran bizden mal aldı. Başta Almanya, Fransa, İtalya, Kırgızistan’a gönderdik.” BU SEZON YÜKSEK VERIM BEKLENIYOR Antep fıstığında bu sezon rekoltenin yüksek olacağı tahmin ediliyor. Uzmanlar, bölgede bahar ve yaz döneminde yüksek seyreden hava sıcaklıkları nedeniyle üründe verim kaybı yaşanmaması için üreticilere dikkatli olmalarını tavsiye ediyor. Antepfıstığı Araştırma Enstitüsü Müdürü Nevzat Aslan, Rekoltenin en az 240 bin ton ve daha yukarı olacağın ve bu yılın fıstık ‘var yılı’ olacağı için piyasanın hareketlenmesini ve fiyatlardaki yükselmenin esneyeceğini belirtti. Antep fıstığının, getirisi dolayısıyla bölge halkı için önemli bir tarım ürünü olduğunu belirten Aslan, “Her yıl üretim alanı yüzde 10-15 artmakta. Şu an ortalama 4 milyon dekara yaklaştık. Kahramanmaraş’tan başlayıp Batman’a kadar devam eden bu hatta üretim her yıl artıyor.” dedi. Bu üründe rekoltenin artması için Tarım ve Orman Bakanlığının yıl içinde çeşitli çalışmalar yaptığını anlatan Aslan, şöyle konuştu: “Yurt genelinde 2018’de 240 bin ton, geçen yıl ise en az 240 bin ton ve daha yukarı olacağını tahmin ediyoruz. Bu sezon ‘var yılı’ olacağı için piyasanın hareketlenmesini ve geçen sene fiyatlardaki yükselmenin esnemesini bekliyoruz.” dedi. VERIMI ARTIRMAK IÇIN SULAMAYA DIKKAT Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Rıza Öztürkmen de fıstığın her geçen yıl Türkiye için daha da önemli bir stratejik bitki haline geldiğini söyledi. Fıstığın dalgalı bir üretim yapısına sahip bulunduğunu, bir yıl veriminin yüksek, sonraki yıl ise düşük

olduğunu dile getiren Öztürkmen, bu yılın fıstıkta verim senesi olduğunu ifade etti. Öztürkmen, sıcak ve kurak dönemde fıstığın sulanmasının rekolteyi olumlu etkileyeceğine işaret ederek, “Şu an sulamaya ihtiyacımız yok, önümüzdeki günlerde mevsim kurak giderse ve üreticilerimiz fıstık ağaçlarına sulama yapabilirlerse çok iyi olur. Fıstıkta budama, sulama, gübreleme gibi işlemlerle üreticilerimiz verimi daha da artırabilirler.” dedi. Şanlıurfa’da fıstık üretimi yapan Mehmet Humde Demir de bu sezonun kendileri için fırsat olduğunu belirterek, “Biz gerekli tüm bakımlarımızı ve ilaçlamalarımızı yaptık. Bu ağaçlara gerçekten büyük emek veriyoruz. Ağustos başlarında mahsulü toplamaya başlayacağız. Allah’tan bir mani çıkmazsa bu yıl yüzümüz gülecek” dedi. FISTIK ÜRETICISININ KORKULU RÜYASI “DOLU” Fıstık üreticileri dolu yağışlarından endişeli. Dolu yağışlarının ardından verim yarı yarıya düşüyor. Fıstık üreticilerinden Mustafa Kırmızı, bahar aylarında dolu yağışından endişe duyduklarını söyledi. Dolu yağışlarında verimin yarı yarıya indiğini dile getiren Kırmızı, “Her yıl dolu yağmaması için dua ediyoruz. Dolu yağdığında fıstık salkımları kırılır ve verim düşer. Bu yıl Şanlıurfa’nın Bozova ve Hilvan ilçelerinde dolu yağışı nedeniyle birçok fıstık bahçesi zarar gördü. Binbir emekle baktığımız fıstık bahçelerimize dolu yağmaması için dua ediyoruz” diye konuştu.

“Her yıl üretim alanı yüzde 10-15 artmakta. Şu an ortalama 4 milyon dekara yaklaştık. “

27


2020 / Sayı 11

28

Mülteciler için normale dönüş çok zor olacak

Haber Yazısı

Metehan Ud / İzmir

17 Haziran 2020


2020 / Sayı 11

D

ünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından pandemi ilan edilen küresel koronavirüs Covid-19 salgını güvencesiz kesimler için daha da ağır sonuçlar doğuruyor. Bu kesimlerin başında mülteciler geliyor. Salgının ekonomiye etkisinden dolayı farklı sektörlerden işletmeler çalışmaya ara verdi, yüz binlerce işçi ücretsiz izne gönderildi. Mülteciler kayıtsız çalıştırıldığı için işsizlik ödeneği gibi hükümetin destek paketlerinden yararlanamadı. Vatandaş olmadıkları için yerel yönetimlerin desteklerine de ulaşamadı. Pandemi sürecinde neler yaşadıklarına ve nasıl etkilendiklerine dair mülteci işçiler 24 Saat Gazetesi’ne konuştu “AYLARCA BORÇLARIMIZI ÖDEYECEĞİZ” Bu süreçte işsiz kalan mültecilerden biri de tekstil işçisi İman. Basmane’de çalıştığı atölye kapandığı için iki aydır maaş alamayan İman, yıllardır kayıt dışı çalıştırıldığı için de pandemi sürecinde verilen işsizlik ödeneğini alamadı. İki aydır kira ödeyemediklerini ve ev sahipleri ile kavgalı hale geldiklerini dile getiren İman, “İlk fırsatta bizi evden çıkarmaya çalışacak. Aynı binada olduğumuz için saklanma, telefonlara çıkmama gibi bir şansımız da yok. ‘Evde kal’ dediler kaldık, şimdi de ‘hayat normale dönsün’ diyorlar ama bizim için normale dönmek zor

olacak. Atölyenin ne zaman açılacağı belli değil. Açılsa bile aylarca borçlarımızı kapatmak için çalışacağız. Ramazan ayında çoğu zaman evde yiyecek bir şey olmadığı için sahura kalmadık. Çocuklarımız yemek yiyebilsin diye biz sadece iftarla durduk” dedi. “BAŞINIZIN ÇARESİNE BAKIN DİYORLAR” Pandemi sürecinde, eşi, 3 çocuğu ve yaşlı anne babası ile birlikte eve kapanmak zorunda kalan mülteci Dünya da, “Kendi başımızın çaresine bakmamız isteniyor. ‘Evde kal’ diyorlar ama kolay değil, biz nasıl yaşayacağız, ihtiyaçlarımızı nasıl gidereceğiz? Evde kal demesi kolay ama çekene sormak lazım. Biz evde 7 kişiyiz, en kötü ekmek almamız gerekiyor, bu çocuklar ne yiyecek. İkinci faturaların son ödeme tarihi geldi ve kendimizi korumamız için kolonya, dezenfektan, çamaşır suyu da alamadık. Kolonyanın en küçüğü olmuş 20-30 TL. Eşim çalışmıyor nasıl alalım. Önceliğimiz karnımızı doyurmak. Önceden belediye günlük yemek dağıtıyordu ama bu süreçte o da gelmedi. Kızılaykart sayesinde ayakta kaldık” dedi. “YASAĞA RAĞMEN SOKAĞA ÇIKMAK ZORUNDA KALDIM” Pandemi sürecinde ekmeğini çöplerden kazanan katı atık toplama işçileri sokağa çıkma yasaklarından en çok etkilenen kesim oldu. Atık toplayamayan

mülteci Saleh, “Yasağın olduğu günlerde sokaklarda gezdim ama çok bir şey bulamadım. Polis ceza keser korkusu ile de evin etrafından çok uzaklaşamadım. Son iki ayda haftanın çoğu günü sokağa çıkma yasaklarından dolayı çalışamadık. Bizim başka geçim kaynağımız da yok. İki aydır kirayı ödeyemiyoruz ama tek derdimiz çocuklarıma yiyecek bir şey götürebilmek. Son iki aydaki işsizlik çöpleri de etkiledi, öncesine göre daha az çöp çıkıyor” diye konuştu. İLERLEYEN YAŞINA RAĞMEN SOKAKTA Pandemi sürecinde istese de evde olamayacaklardan biri de Favaz’dı. 60 yaşında olan diyabet ve tansiyon hastası Favaz, Basmane’de sattığı ekmekle ailesinin geçimine katkı sağlıyordu. Bir güvencesi olmadığı için çalışmak zorunda olduğunu dile getiren Favaz şunları söyledi: “Ben de isterdim evde kalmayı ama nasıl geçineceğiz o zaman? Kim karşılayacak ekmeğimizi? Suriyelilerin hiçbiri yardımdan faydalanamadı. İki çocuğum işsiz kaldı. Hiçbir yardım alamadılar. Salgından dolayı satışlar azaldı ama idare ediyoruz. Kiralarımızı, faturalarımızı ödeyemedik ama en azından aç da kalmadık. Virüs kapmaktan korktuk ama bir şekilde önlemlerimizi aldık”.

29


2020 / Sayı 11

30

Urartu gümüş sanatı “savat” Van’da hala yaşatılmaya çalışılıyor

Haber Yazısı

Muhammetemin Sari / Van

20 Haziran 2020


2020 / Sayı 11

31

M

Ö. 900’ lü yıllarda Van merkezli kurulan bir devlet olan Urartular, mimaride ve maden işçiliğinde oldukça ileri düzeydeydiler. Urartular özelikle takı yapımında oldukça ustaydılar ve gümüş işlemede kendilerine has “savat” olarak bilinen bir teknik kullanıyorlardı. Urartular, Van ve çevresine önemli tarihi yapıların yanı sıra bu sanatı da miras olarak bıraktı. Ancak Vanlılar bu sanata yeterli ilgi gösteremediği için bu sanat şu anda daha çok Mardin ve özelikle Midyat ilçesinin adı ile anılıyor. Urartulardan miras kalan bu sanatı Van’da halen yaşatmaya çalışanlardan biri de savat ustası Erdal Binici. Babasından öğrendiği savat sanatını yıllarca farklı yerlerde icra eden Binici, doğduğu topraklarda bu sanatı yeniden canlandırmak için çıktığı yola, mimarisi 3 bin yıl öncesine dayanan bir yapı inşa etmekle başladı. Ailesinin üçüncü kuşak

temsilcisi olarak savat sanatını 2013 yılından bu yana Arubani Gümüş Atölyesi’nde sürdüren Erdal Binici bu sanatı diğer kuşaklara aktarmaya kararlı. Tarihi mimari yapısı ile özellikle turizm sezonunda Van’ı ziyaret eden turistlerin akın ettiği yerlerin başında gelen Arubani Gümüş Atölyesi’nde koronavirüs öncesi savat tekniği ile yaklaşık 54 bin model gümüş süs ve takı üretiyordu. Atölyenin bahçesinde ayrıca 60 Van Kedisinin yaşadığı bir de kedi evi bulunuyor. “BEN BABAMDAN ALDIM ŞİMDİ ÇOCUKLARIMA DEVRETTİM” Hem Arubani Gümüş Atölyesi hem de, Van Kedi Evi ile Van’ın tanıtımına önemli katkıları olan iş adamı Erdal Binici savat sanatı çalışmaları ile ilgili şunları söyledi; “Savat gümüşün üzerindeki siyah desendir. Gümüşün üzerine önce desen çizilir sonra savat eritilerek üzerine dökülür. 3 bin küsur yıldan bu yana Van’da vardır. Zaman içinde dağılmış olsa da ana

merkezi Van’dır. Bu sanatın kökeni Urartulara dayanmaktadır. Savatta teknoloji kullanılmıyor, tamamen el becerileri ile yapıyoruz. Eskiden Van’a gelen bütün turlar bir müze gibi gelip ziyaret ediyordu. Van halkı burayı Müze olarak görüyor. Bunun en önemli nedeni bina Tanrı Haldi Tapınağının aynısı olanak yapıldı. Yani bina Urartu mimarisidir. Bu tarihi yapı içerisinde savat sanatını geleceğe taşıyoruz. Koronavirüsten dolayı işlerimiz durma noktasına geldi. 30 kişi çalışıyorduk şimdi sayımız 8’e düştü. Van ile ilgili kitap basılıyor, bu kitapta her şey var ama savat sanatı yok. Burada Urartu sanatı yapılıyor ama sahiplenme olmuyor. Bugün savat denildiği zaman Van anılmalı ama şimdi Midyat biliniyor çünkü iyi reklamı yapılıyor. Devlet bize destek olarak makine değil, ham madde vermesi gerekiyor. Devletin burada yardımı sigorta, enerji ve ham maddesi olması gerekiyor.”


2020 / Sayı 11

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

32

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz


Articles inside

Türkiye Antep fıstığı üretiminde dünya lideri olmak istiyor

4min
pages 26-27

İranlı göçmenler din değiştiriyor

5min
pages 22-23

Urartu gümüş sanatı “savat” Van’da hala yaşatılmaya çalışılıyor

2min
pages 30-32

Suriyeli gençlerin yarısı gitmek, yarısı kalmak istiyor

3min
pages 24-25

Mülteciler için normale dönüş çok zor olacak

2min
pages 28-29

Camlardan çocuklarının sesini haykıran anneler

2min
pages 20-21

Zilan Deresi yeni bir Hasankeyf mi olacak?

3min
pages 6-7

TİSVA: Milli gelirin yüzde 15’i israf ediliyor

2min
pages 10-11

YKS’de tarih değişikliği öğrencilerde stresi artırmış olabilir

2min
pages 18-19

Türkiye’de yaşayan yabancılara göre Türkiye medyası koronavirüs döneminde sınavı geçti mi?

2min
pages 16-17

İşverenler de kapitalizmi sorguluyor”ediliyor

1min
page 15

İzzet Karaboğa, U17’deki başarısını A takımda sürdürmek niyetinde

1min
page 8

Yayınevi Tekelleşmesi İlk Önce Edebiyat Eleştirisini Köreltti

5min
pages 12-14

Pir Sultan 93” ekibi yıllar sonra semaha durdu

1min
page 9
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.