9. Köy 2020 -10. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 10

1


2020 / Sayı 10

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ayhan Aydemir Ertürk Yöndem Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Umut Irmaksever Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 10

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 10

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 10

İçindekiler

KDK’den “Çocuk Tesliminde Hak İhlallerine İlişkin Özel Rapor” “ÇOCUKLAR ÖRSELENİYOR”  6 Tezgâhın arkasındaki diplomalı pazarcılar  8 Türkiye’de pandemi sürecinin günah keçisi eczacılar oldu  10 Sınır kapıları kapanınca Vanlı esnaf iflasın eşiğine geldi  12 Mülteci işçi anketi: 100 işçinin toplam prim günü 0  14 Kendi gerçeğini yaratan teknolojiler: AR & VR  17 Tarihi çınarların gölgesinde asırlık miras: Koza Han  21 Sağlık sisteminin temel direği: Hemşireler  23 Aleviler koronavirüse karşı dayanışma ağlarını güçlendiriyor  25 Van’da tohum ve fide satıcılarında korona yoğunluğu  27 Hakkarili kadınların dağlardaki ot mesaisi  30

5


2020 / Sayı 10

KDK’den “Çocuk Tesliminde Hak İhlallerine İlişkin Özel Rapor” “ÇOCUKLAR ÖRSELENİYOR” Alkan Uçarsu / Ankara

Haber Yazısı

6

20 Mayıs 2020


2020 / Sayı 10

K

amu Denetçiliği Kurumu (KDK), çocuk teslimi tartışmasına ilişkin çocukların örselendiği, çocuk haczinin insanlık onuruna yakışmadığı ve çocuğun üstün yararına uygun mevzuatın olmadığını tespiti yaptı Kamu Denetçiliği Kurumu(KDK), çocuk teslimi tartışmasına ilişkin çocukların örselendiği, çocuk haczinin insanlık onuruna yakışmadığı ve çocuğun üstün yararına uygun mevzuatın olmadığını tespiti yaptı. KDK tarafından “Çocuk Tesliminde Hak İhlallerine ve Yoksulluk Nafakasına İlişkin Özel Rapor” hazırlandı. Raporda konulara ilişkin tespitler ve öneriler yer aldı. Rapordaki tespitlere göre çocuk teslimi konusunda; kurumsal mekanizmalar etkin bir şekilde işlemiyor, bütüncül destek mekanizmaları oluşturulmuyor, konuya çocuk odaklı bakılmıyor, önleyici tedbirler ve cezai yaptırımlar etkin kullanılmıyor, mevzuat çocuğun üstün yararına uygun değil ve insanlık onuruna yakışmayan çocuğun haczi uygulaması devam ediyor. Raporda çocuk teslimi, “velayet-vesayet değişimi ya da başka bir sebep üzerine verilen bir mahkeme kararı uyarınca, bir çocuğun hali hazırda bulunduğu yerden ya da bir kimseden alınıp, başka bir kimse ya da kuruma teslim edilmesi” olarak tanımlandı. Raporda öne çıkan tespitler şöyle: Kurumsal mekanizmalar etkin bir şekilde işlemiyor: Aileyi her anlamda destekleyecek, özellikle kriz durumlarında ve sorun yaşanan dönemlerde ebeveynlerin başvurup gerekli hukuki ve sosyo-psikolojik desteği alacağı kurumsal mekanizmalar etkin bir şekilde işlemiyor, hizmet ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalıyor ve var olan hizmetlerin toplum tarafından yeterince bilinmemesi sebebiyle kullanılmıyor. Ebeveynlerin çocuk yetiştirme konusundaki hakları ve yükümlülükleri hakkında bilgilendirilmeleri ve bu alandaki becerilerinin geliştirilmesi amacıyla sunulan programlar yeterli değil. Bütüncül destek mekanizmaları oluşturulmuyor:

Ayrılık ve boşanma süreçlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesine ilişkin politika ve stratejiler geliştirilirken; boşanan çiftlerin yalnızca bir aile birliğini sona erdirmediği, bunun ötesinde kendileri ve varsa çocukları için yeni ve farklı bir aile dinamiği oluşturdukları hususunu merkeze alan bütüncül destek mekanizmaları oluşturulmuyor. Konuya “çocuk hakkı” odaklı bakılmıyor: Boşanma sonrasında kişisel ilişki hakkı salt anne-baba hakkı olarak görülüyor ve konuya “çocuk hakkı” odaklı bakılmadığı için üretilen çözümleri yetersiz kalıyor. Boşanma sürecindeki gerilimli ortamda çocuğun risk altında bulunduğu ve korunmaya muhtaç olduğunun açıkça ortaya konulamadığı ve çocuk koruma sistemi içinde çözüm üretilmiyor. Çocuklar örseleniyor: Adli ve idari süreçlerdeki alt yapı, kapasite ve eşgüdüm yetersizlikler tarafların ve çocuğun maddi ve manevi örselenmesine sebebiyet veriyor ve onarıcı mekanizmaların hayata geçirilmiyor. Vaka yönetimi sağlıklı olarak yürütülemediği mevcut yapı içerisinde velayet ve kişisel ilişki hakları çocuğun üstün yararına uygun olarak kullanıp kullanılmadığı izlenemiyor. Önleyici tedbirler ve cezai yaptırımlar etkin kullanılmıyor: Belirtilen hakların kötüye kullanılması durumunda koruyucu ve önleyici tedbirler ve gerekirse cezai yaptırımlar etkin bir şekilde kullanılmıyor. Çocuğun üstün yararını korumaya uygun değil: Boşanma sonrası kişisel ilişki tesisi ve çocuk teslim sürecine ilişkin mevzuat ve uygulama çocuğun üstün yararını korumaya uygun olmadığı gibi tarafların haklarının yerine getirilmesi için de yeterli değil. İnsanlık onuruna yakışmayan uygulama devam ediyor: Aile yapısının güçlendirilmesi yönelik hedeflerin gerçekleştirilmesi için gerekli hukuki alt yapı ve idari mekanizmalar yetersiz. Çocuğun taşınır bir mal gibi haczine izin veren icra yoluyla çocuk tesliminin insanlık onuruna yakışmayan uygulama halen sürüyor.

7


2020 / Sayı 10

8

Tezgâhın arkasındaki diplomalı pazarcılar Nurdane Sağkan / Ankara

Haber Yazısı

G

ecenin bir yarısı tezgâhlar pazara geliyor, oradan doğruca toptancı haline. Seçilip kamyona yüklenen mallar gün aydınlanmadan tezgâhtaki yerini alıyor. Akşam müşterisi de alışverişini yaptıktan sonra tezgâhlar toplanıyor ve geç saatlerde evin yolu tutuluyor. İşte pazarcıların bir günlük rutini. Tüm bu koşuşturma içerisinde evli olanı da var, yıllarca pazarcılık yaparak geçineni de ve iş bulamadığı için üniversite mezunu olanı da… Tezgâhın ardındaki üniversite mezunu pazarcılar 24 Saat Gazetesi’ne konuştu. Tezgahlardaki genç pazarcıların

birçoğu çocukluğundan bu yana babalarının yanında çalışıyorlar, büyük bir çoğunluğu da üniversite mezunu. İş bulamadıkları ya da düşük ücretli iş bulmaları nedeniyle baba mesleğini yapmak zorunda kaldıklarını dile getiren pazarcıların çoğu evli ve ev geçindirmek zorunda. İş bulma umutlarını da hep saklı tutan üniversiteli mezunlar, kazançları geçimlerini sağlasa da çok fazla çalışmaktan ve sosyal hayatlarının olmamasından yakındı. Çalışma mekânlarına dair sıkıntılardan da bahseden pazarcıların ortak isteği ise kapalı pazaryeri. Koronavirüs sürecinde

23 Mayıs 2020

fiyatların arttığına dikkat çeken pazar esnafı, buna rağmen, sokağa çıkma yasağı, evden çıkamama durumları nedeniyle satışlarının arttığını vurguladı. Pazarda sağlık tedbirlerine önem verildiğini, sosyal mesafe ve maske takılmasına dikkat edildiğini de aktaran esnaf, maske dağıtıldığı için maske temininde sıkıntı çekmediklerini de söyledi. Pazarcılar, sorunlarını ve corona günlerinde yaşadıklarını 24 Saat’e şöyle anlattı: Cihat Göktaş- Yumurtacı: “Lise mezunuyum, Arapça ve İngilizce olmak üzere iki dil biliyorum. Kızılay’da erkek giyim mağazam vardı, ekonomik kriz sebebiyle


2020 / Sayı 10

geçen yıl kapattım. Kira giderlerine personel maaşı, stopaj, vergi, normal giderlerimiz eklenince, geçinemez hale geldik ve iflas ettik. Ondan sonra da Gölbaşı Emirler’deki köyümüze geri döndük. Yapacak başka bir şeyim olmadığı için altı yüz tane tavuk aldım. Pazarlarda yumurta satıyorum. Çok şükür kimseye muhtaç değiliz. Ama herhangi bir borç ödeme, borçları kapatma gibi bir durum olmuyor. Kazancımız ancak hayvanların giderleri, mazot parası ve geçimimizi karşılıyor. Haftada beş gün pazara çıkıyorum. Bir pazarda ortalama 15-20 koli yumurta satıp, 400-500 lira para kazanıyorum. İki çocuğum var, evim kira, nasıl geçineyim? O kadar zor şartlarda yaşıyoruz ki, evimize bir kilo et bile alamıyoruz, artık o durumdayız. Pazar, belki de esnaflığın en zor şartları olan yeri. Pazarların üstünün kapalı olması gerek. Mamak pazarı örneğin kapalı pazar, elektrik prizleri var, esnaf ısıtıcısını getirip ısınıyor, telefonunu, terazisini şarj ediyor.” Muhammet Emin KeklikMeyveci: “Konya Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü mezunuyum. Yüksek lisans yaptım ama atama yapılmıyor. Okurken de pazarcılık yapıyordum, on beş yıldır bu işin içindeyim. Biz malı

doğrudan üreticiden alıp, aradaki komisyoncuyu çıkartıyoruz. Üreticiye yazın ektireceğimiz tohumun, fidenin mazotun, gübrenin, parasını kışın veriyoruz, ekilişi yaptırıp, ortak oluyoruz. Yazın da, o malı biz satıyoruz. Gece üçte kalkıp toptancı haline mal almaya gidiyoruz, akşam 23.00’te ancak eve dönebiliyoruz. Haftanın yedi günü çalışıyoruz. Yazın hiç uyumadığımız, iki üç ay boyunca hiç eve gitmediğimiz de oluyor.” Mehmet UzunNarenciyeci: “ODTÜ, Maden Mühendisliği’ni bıraktım. 15 yıldır pazarcılık yapıyorum. Pazarcılığın sosyal bir güvencesi yok, haldeki esnafa kadar kimsenin sosyal güvencesi yok, sosyal bir yaşantısı da yok, çalışma saatleri çok uzun. Üç dört saatlik uykuyla ayakta duruyoruz. Haftanın yedi günü çalışıyorum, buna rağmen birikimim yok.” Zeki Koyuncu- Sebzeci: “Konya Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümünü bitirdim. Beş belgesel filmin yönetmenliğini yaptım, bunların çoğu ödül aldı. Altı filmin de görüntü yönetmenliğini yaptım. Televizyonlarda iş aradım ama olmadı. Belgesel çekmeye, yönetmenliğe devam edeceğim. Bu tezgah geçim kaynağımız, çocukluğumdan beri babamın

yanında pazarda çalışıyorum.” Yusuf Öztek- Sebzeci: “Bakü Devlet Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümü mezunuyum. İş arıyorum, asgari ücret veriyorlar. Evli adamım, nasıl geçineyim. Babamın yanında çalışıyorum, günlük yevmiyemiz daha iyi. Pazar her zaman marketlerden daha ucuz. Müşterinin kredi kartı var, üzerimde nakit yok diyor, markete gidiyor, pazarda kredi kartı yok ki. Tezgah seninse ve kendin çalışırsan, günlük 400500 lira kazanıyorsun, yevmiyeci çalıştırırsan günlük yüz elli lira ödüyorsun. Yaklaşık 18 saat çalışıyoruz, çift mesai yapıyoruz, Aylık kazancımız, 12 ile15 bin lira arasında değişiyor. Babam bana ev aldı, araba da alacak. Evliyim, cebinde paran olmazsa evinde huzur da olmaz. Kavgalar, boşanmalar hep parasızlıktan çıkıyor.” Yusuf Yalçın- Sebze, Meyveci: “Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünde önlisans okudum. Şimdi Açık Öğretimde Lisansa tamamlıyorum. Kendi mesleğimle ilgili iş aradım ama bulamadım. Pazarcılık baba mesleğim, beş altı yıldır bu işi yapıyorum. Yazın daha kazançlı.”

9


2020 / Sayı 10

10

Türkiye’de pandemi sürecinin günah keçisi eczacılar oldu Özel Çelik / Düzce

Haber Yazısı

2

019 yılı aralık ayında, Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan yeni tip koronavirüs salgını tüm dünyayı etkisi altına aldığında, sağlığın ve sağlık çalışanlarının önemi bir kez daha gün yüzüne çıktı. Halen etkisini sürdürmekte olan salgın, Türkiye’de görüldüğü ilk günlerde bir eczacının hayatını kaybetmesiyle eczacılık mesleğindeki hassasiyeti de gözler önüne serdi. Gerek ilaç gerek maske nedeniyle birçok insanla karşı karşıya kalan eczacılar süreç boyunca yaşadıklarını 24 Saat Gazetesi’ne anlattılar. 2019 yılı aralık ayında, Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan

yeni tip koronavirüs salgını tüm dünyayı etkisi altına aldığında, sağlığın ve sağlık çalışanlarının önemi bir kez daha gün yüzüne çıktı. Süreç sağlık hizmetinin önemli bir halkası olan eczacılar için de farklı gelişmelere yol açtı. Vatandaşın hastaneye gitmeden uğradığı ilk yer olan eczaneler, pandemi sürecinde maskelerin halka ulaşması noktasında da ağır bir sorumluluğu yüklendi. Eczacıların da doktor ve diğer sağlık çalışanları kadar risk altında olduğunu belirten Eczacılar Odası Düzce Temsilcisi Yalçın Bakır, pandemi döneminde eczacıların karşı karşıya kaldıkları riske rağmen fahiş maske fiyatları ile

23 Mayıs 2020

gündeme gelmesinden yakındı. Bakır, hastane çalışanlarının koruyucu ekipmanlarının kurumları tarafından karşılanmasına rağmen eczacılara kendilerini korumaları için sadece talimat gönderildiğini belirtti. Bakır şunları aktardı: “Tüm bu zorluklara rağmen eczacılar işinin başında durdu, eczanesini kapatıp eve kapanmadı. Pandemi sürecinde ilk hayatını kaybeden bir eczacıydı ve devamında yine hastaları tarafından Covid-19 virüsü bulaştırılan birkaç eczacı daha hayatını kaybetti. Kamuoyunda bu sorunlarla olan mücadelemizle ön plana çıkmayı umarken maalesef fahiş fiyatla maske satan,


2020 / Sayı 10

dezenfektan satan ve buradan rant elde eden kurumlar gibi bir algıyla karşı karşıya kaldık. Yıllardır eczanelerde bir miktar maske bulunur ve satılır. Ancak pandemi süreci ile birlikte 25-30 kuruşa aldığımız maskeler 4-5 TL gibi rakamlara çıktı. Aradaki farkın eczaneler tarafından abartıldığı algısı maalesef bizi çok yıprattı. Oysa en başından şu andaki gibi bir tavan fiyat uygulamasına geçilmiş olsaydı ne biz zor durumda kalacaktık ne de maskeye ulaşım bu kadar zor ve karmaşık olacaktı. Maskelerin halka ulaşması noktasındaki belirsizliğin yükünü maalesef eczacılar omuzladı. Biz ticari bir işletme olduğumuz kadar kanunlarla belirlenmiş birinci basamak sağlık kuruluşuyuz. Hiçbir teşvik, destek almadan bakanlık tarafından gönderilen maskeleri bedelsiz bir şekilde vatandaşa ulaştırdık. Bu bedelsiz hizmetin karşılığında dahi vatandaşla o kadar çok karşı karşıya kaldık ki yine kötü biz eczacılar olduk.” Birçok yeni Eczacılık Fakültesi açılmasını da eleştiren Bakır, yeni mezunların 2 yıl yardımcı eczacılık yapmakla zorunlu tutulması, nüfus yoğunluğuna göre bir bölgede açılabilecek eczane sayısında kısıtlamaya gidilmesi

gibi unsurların çok sayıda yeni işsiz eczacı yaratacağını söyledi. Sağlık alanında hekim, teknisyen, hemşire açığı had safhadayken eczacı fazlası veriyor olmanın plansızlık olduğunu vurguladı. “ŞİDDETE MARUZ KALIYORUZ” Eczacılık hayatı boyunca 1999 yılında Düzce’de yaşanan depreme de şahit olan 23 yıllık eczacı Sema Bedir yaşanan pandemi sürecini deprem zamanında yaşanan psikolojiye benzetti. Bedir şunları dile getirdi: “İnsanların hastanelere gitmeden önce ilk başvurdukları yer eczaneler oluyor. Çocuğu ateşlenen, tansiyonu çıkan eczaneye geliyor. Hastanede çözülecek kadar büyük bir durum olmadığı müddetçe direk eczaneyi tercih ediyorlar. Vatandaşın kısa yoldan çözüme ulaşmak istemesi bizi zor durumda bırakıyor, yetkimiz ve vasfımız dışında ilaç talep edilmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalabiliyoruz. Maske fiyatlarının birden bu kadar yükselmesi yüzünden eczacılar günah keçisi ilan edildi. Bu noktada çok üzüldük ve zarar gördük. Sağlık Bakanlığı ve Eczacılar Birliği arasındaki mutabakatla maske dağıtımı işi bize verildi. Ancak bu maskelerin bize geliş ve dağıtımı süreci bir anda olmuyor. Vatandaşla birebir diyalog halinde

olan biz olduğumuzdan her sorunda bize veryansın ediyorlar.” Pandemi sürecinde maskeyle başlayan sıkıntıların yanı sıra var olan mevcut sorunlara da dikkat çeken Bedir, normal reçete ile satılan ilaçların yeşil reçeteye dönüşmesiyle şiddete varan tepkilere maruz kaldıklarını, muayene ve katkı payı gibi ödemelerin eczaneler tarafından alınmasının hasta ve eczane arasındaki güveni zedeleyecek noktaya geldiğini aktardı. HASTANIN ELİNİ CEBİNE ATTIĞI TEK YER ECZANE Henüz mesleğe yeni başlayan Bilge Çelen ise “Küçük bir işletme gibi görülmesine rağmen o kadar çok ayrıntı var ki, siz bu ayrıntılar içinde boğuluyorsunuz ve asıl işinizden sapmak durumunda kalıyorsunuz. Hastaeczacı ilişkisinin arka planında görülmeyen birçok karmaşık iş yükü bulunuyor ve ben bunu ancak Eczane açtığım zaman fark ettim” dedi. Eczanelerin birer sağlık kuruluşu olduğunun unutulmaması gerektiğini belirten Çelen, sağlık sistemi içinde hastanın elini cebine attığı tek noktanın eczane olmasının ağır bir yük olduğunu vurguladı.

11


2020 / Sayı 10

12

Sınır kapıları kapanınca Vanlı esnaf iflasın eşiğine geldi

Haber Yazısı

M. Sıddık Güler / Van

27 Mayıs 2020


2020 / Sayı 10

V

an-İran arasında 50 yıldır hizmet veren Van Kapıköy Sınır Kapısı koronavirüs pandemisi nedeniyle kapatıldı. Van’ın ekonomik anlamda can damarı olan sınır kapısının kapanması kentteki esnafı ve üreticiyi iflasın eşiğine getirdi. İthalat ve ihracatın yanı sıra günde yüzlerce kişinin de bavul ticareti yaparak geçimini sağladığı Van Kapıköy Sınır Kapısı kentin ticaret ve turizm anlamında gelişmesi için 2019 yılında yenilenerek hizmet vermeye başladı. Yaklaşık 100 milyon liraya mal olan yenileme çalışmalarıyla, Türkiye’nin modern kara hudut kapıları arasındaki yerini aldı. Bölgenin ticaret ve turizm merkezi haline gelmesini amaçlayan yenileme çalışmaları tamamlanmasına rağmen pandeminin gölgesinde kaldı. KARŞILIKLI KOTALAR KALDIRILMALIDIR Sınır kapısının kapanmasından sonra en büyük darbeyi Van esnafının aldığını belirten Van Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı İsa Berge, salgının sona ermesiyle birlikte sınırlar üzerinde ciddi bir düzenlemenin yapılması gerektiğini kaydetti. Berge, “Salgın sonrası sınır kapısı 7/24 transit geçişe açılmalıdır. Kotalar karşılıklı olarak kaldırılmalıdır. Sınır ticaretinin kapsamı genişletilmelidir. Serbest

bölgeler açılarak lojistik merkezi kurulmalıdır” dedi. Türkiye’nin petrolün büyük bir kısmını İran’dan ithal ettiğini dile getiren Berge, akaryakıtın sınır ticaretine konu edilen ürünler arasına alınması gerektiğini vurguladı. Akaryakıtın sınır ticaretine konu edildiği 1997 ve 1999 yılları arasında Van’da ciddi bir kalkınma yaşandığını hatırlatan Berge, “İran akaryakıtı Van’ın ekonomik can damarı olacaktır” dedi. Pandemi nedeniyle yaşanılan sürecin esnafı zor durumda bıraktığını belirten Berge, taleplerinin tüm esnafa kredi desteği olduğunu söyledi. SINIR KAPISI İRAN İLE OLAN İLİŞKİLERİ GELİŞTİRDİ Sınır kapısının İran İslam Cumhuriyeti pazarından faydalanmak, ihracat-ithalat geliştirme ve gidiş-gelişlerin artırılması adına açıldığını belirten Van Ticaret ve Sanayi Odası (VanTSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Fevzi Çeliktaş kapının kısa sürede Van için önemli bir pazar haline geldiğini dile getirdi. Çeliktaş, “90’lı yıllarda ticarete konu edilen ürünlerin fazla olması sayesinde, Van ciddi anlamda kalkınma yaşadı. Kapıköy’deki ticaretin ilerlemesi ve iyi bir noktaya gelmesi neticesinde Van Organize Sanayi Bölgesi’nin temelleri atıldı ve hayata geçirildi. Van ile İran’ın Hoy şehrini birbirine

bağlayan, kapı ihracat-ithalatın yanı sıra İranlı turistlerin Van’a gelmesine de büyük olanak sağladı” diye konuştu. ‘İHRACAT RAKAMLARINDA BÜYÜK DÜŞÜŞ YAŞANDI’ Pandeminin ardından kapının kapanmasıyla ihracat rakamlarında ciddi düşüşler yaşandığını belirten Çeliktaş, şunları söyledi: “İran’la olan ihracatımız kent ekonomisini domine etmektedir. Ayrıca sınır kapımızın kapanması sonra gelmeyen İranlı turistin de ekonomimize olumsuz yönde ciddi bir etkisi olmuştur. Kapıköy Müdürlüğü üzerinden yapılan sınır ticaretine bakıldığında; 2018 yılında 10 milyon 704 bin 177 dolar ihracat ve 2 milyon 298 bin 117 dolar ithalat, 2019 yılında 17 milyon 271 bin 510 dolar ihracat, 4 milyon 729 bin 688 dolarda ithalat gerçekleşmiştir. Ancak pandemi sonrası kapımızın kapanması ihracatımızı durma noktasına getirdi. Demiryolu ile ticaretin devam etmesi adına çalışmalar yapıldı. Ancak diğer şehirlerden getirilen ürünler İran’a gönderilirken, Van’dan ürünlerin İran’a geçişi için vagon tahsisleri yapılmadı. Vagonların yetersiz olması ve Van’daki firmalara tahsisi konusunda zorluklar yaşanması nedeniyle ihracatta sorunlar yaşanıyor”.

13


2020 / Sayı 10

14

Mülteci işçi anketi: 100 işçinin toplam prim günü 0 Metehan Ud / İzmir

Haber Yazısı

D

eri, Tekstil ve Kundura İşçileri Derneği, mülteci işçilerle anket yaptı. Anketin öne çıkan çarpıcı sonucu 100 işçinin tamamının sigortasız oluşu ve toplam prim günlerinin sıfır oluşu. Dernek işyerlerindeki mülteciyerli işçi ayrımının mültecilik statüsünün sağlanması ile kalkacağını vurguluyor. Türkiye’deki mültecilerin yaşadığı hak ihlallerinin başında çalışma yaşamı geliyor. 4 yıl önce geçici koruma altındaki Suriyeli mülteciler ve uluslararası koruma sahibi mülteciler için çıkarılan çalışma iznine dair yönetmelikler çözümün uzağında kaldı. Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler

Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü verilerine göre 2018 yılında çalışma izni alabilen mülteci-göçmen işçi sayısı 115 bin 837. Birleşmiş Milletlere Bağlı Ekonomik ve Sosyal İşler Organizasyonu’nun (DESA), yayınladığı 2019 raporuna göre, Türkiye’deki toplam mültecigöçmen sayısı 5 milyon 678 bin 800. Kayıtsız olanlarla birlikte bu rakam daha da büyüyor. Yine aynı rapora göre Türkiye’deki göçmen ve mültecilerin yaş ortalaması 32,4 ve yüzde 71,4’ü de çalışma yaş aralığı olan 19-65 yaş arasında. Rakamlar mülteci ve göçmen işçilerin neredeyse tamamına yakınının kayıt dışı çalıştırıldığını

27 Mayıs 2020

ortaya koyuyor. İzmir’de kurulu bulunan Deri Tekstil ve Kundura İşçileri Derneği, mülteci işçilerin çalışma yaşamında karşılaştığı hak ihlalleri ile ilgili bir çalışma başlattı. Çalışmanın amacı deri, tekstil ve kundura iş kollarında çalışan mülteci işçilerin profilinin çıkarılması, çalışma koşullarının belirlenmesi, yaşadığı hak ihlallerinin tespit edilmesi ve öncelikleri taleplerinin öğrenilmesi. Rapor için İzmir Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi, MTK Tekstilciler Çarşısı, Basmane’de deri ve tekstil atölyeleri ve Karabağlar’daki tekstil atölyelerinde çalışan yüz işçi ile yüz yüze görüşme yapıldı.


2020 / Sayı 10

Etkiniz AB Programı’nın desteği ile yayınlanan rapor için deri iş kolunda çalışan 20, tekstil iş kolunda çalışan 40 ve kundura iş kolunda çalışan 4o işçi ile görüşüldü. Anket için görüşülen mülteci işçilerin 77’si Suriyeli, 12’si Afganistanlı, 6’sı İranlı ve 5’i Iraklı olduğunu dile getirdi. 19’u kadın, 81’i erkek işçi ile yapılan ankete katılan mülteci işçilerin 8’i okur yazar olmadığını ve yine 8’i sadece okur yazar olduğunu belirtirken 65’i ilk okul mezunu olduğunu ve 19’u da orta okul mezunu olduğunu dile getirdi. Yine ankete katılan işçilerin 10’u 3 yıldır, 14’ü 4 yıldır, 27’si 5 yıldır, 34’ü 6 yıldır, 15’i de 7 yıldır Türkiye’de olduğunu belirtti. Ankete katılan işçilerin 28’i 18-25

yaşında, 49’u 25-30 yaş arasında, 23’ü de 20-40 yaşında.

İŞÇILERIN TAMAMI YIL BOYUNCA ÇALIŞAMIYOR Yılda kaç ay çalışıyorsunuz’ sorusuna işçilerden sadece 29’u ‘yıl boyunca çalışıyoruz’ cevabını verirken, 7 işçi 6 ay, 8 işçi 8 ay, 14 işçi 9 ay, 22 işçi 11 ay cevabını verdi. İşçilerin verdikleri cevaplara göre işyerlerinin yüzde 60’ında çoğunluklu mülteci işçi çalışırken yüzde 20’sinde çoğunlukla Türkiyeli işçi çalışıyor. Geriye kalan işyerlerinde ise işçi sayıları

birbirine yakın.

İŞÇILERIN HAFTALIK ORTALAMA MAAŞI 516 TL Ankete katılan işçilerin, 10’u haftalık 400 TL, 35’i 500 TL, 5’i 550 TL, 40’ı 600 TL ve 10’u 700 Türk Lirası aldığının bilgisini verdi. İşçilerin yarısının eline aylık geçen para asgari ücretin altında kalırken işçilerin sadece yüzde 40’ı asgari ücrete denk gelen bir maaş alabildiğini söyledi. İşçiler, Türkiyeli işçilere göre 200-250 TL daha az maaş aldıklarını vurguladılar. 100 işçinin 64’ü evde tek çalışan olduğunu belirtti. İşçilerin haftalık ortalaması 516 lira. İşçilerin ödediği aylık ortalama kira ise 624.

ÖNCELIKLI SORUN SIGORTA VE MAAŞLARI TAM ALAMAMAK Ankete katılan işçilerden tamamı mülteci olduğu için sigortası yapılmadığını, 73’ü mülteci olduğu için maaşı tam alamadığını, 87’si mülteci olduğu için Türkiyeli işçilere göre daha az maaş aldığını, 77’si mülteci olduğu için Türkiyeli işçilere göre daha uzun çalıştığını, 56’sı mülteci

100 İŞÇININ TOPLAM SIGORTA PRIM GÜNÜ SIFIR Ankete katılan 100 işçinin tamamı sosyal güvenlik kaydının bulunmadığını dile getirdi. 100 işçinin toplam sigorta prim günü ise sıfır. İşçiler hiçbiri çalışırken devlet denetimi ile karşılaşmamış. İşçilerden 35’i günde ortalama 9-10 saat çalıştıklarını, 65’i ise 1112 saat çalıştıklarını cevabını verdi. İşçiler 8 saatten sonrası için fazla mesai ücreti almadıklarını da getirdiler. Şıklar arasındaki 8 ve 8’den daha az çalışma süreleri işçilerin cevaplarına giremedi. İşçiler, Türkiyeli işçilere göre haftada ortalama 5-10 saat daha fazla çalıştığını da kaydetti.

olduğu için haksız yere işten çıkarıldığını, 75’i mülteci olduğu için nefret söylemine maruz kaldığını, 52’si çalışma arkadaşlarını tarafından dışlandığını ve 12’si sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığı cevabını verdi. ‘Nefret söylemi kim tarafından yapıldı’ sorusuna işçilerin 52’si patronları, 48’i ustaları, 35’i birlikte çalıştığı işçileri ve 55’i başka işçiler cevabını verdi.

15


2020 / Sayı 10

16

RAPORDA YER ALAN ÇÖZÜM ÖNERILERI; • Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesine (1951) konan coğrafi kısıtlama çekincesi kaldırılmalı ve sözleşmenin ‘ayrımcılık yasağı’ ilkesi doğrultusunda herhangi bir şart koşulmadan bütün mültecilere statü verilmelidir. • Türkiye’nin taraf olduğu ilgili mülteci ve göçmen işçilerle ilgili uluslararası sözleşmelerin yükümlülükleri yerine getirilmelidir. • Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 97 sayılı İstihdam Amacıyla Göç Hakkındaki Sözleşmesi ve 143 sayılı Göçmen İşçiler Hakkındaki Sözleşmesi’ne Türkiye bir an önce taraf olmalıdır. • 2013 Tarihli Ve 6458 Sayılı Yabancılar Ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) ve Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelikte yer

alan mülteci ve göçmen işçilerin çalışma izni alabilmeleri ile ilgili şartlar güncel duruma göre tekrar düzenlenmelidir. Uygulanması mümkün olmayan yüzde 10’luk işyeri kotasında değişiklik yapılmalı, altı aylık bekleme süresi kaldırılmalıdır. • Kayıt dışı çalışmaya mecbur bırakılan mülteci ve göçmen işçilere uygulanan para cezası yaptırımı iptal edilmelidir ve kayıt dışı istihdamdan sadece işverenler sorumlu tutulmalıdır. • Mülteci ve göçmen işçilerin sosyal güvenlik kaydı işlemleri kolaylaştırılmalı ve işveren tarafından başvuru yapılmadığı durumda mülteci ve göçmen işçinin Sosyal Güvenlik Kurumu’na başvurusu yeterli olmalıdır. • Çalışma Bakanlığı müfettişleri, kayıt dışı çalıştırılmanın azaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için iş yerlerinde etkin denetim yapmalıdır.

• Kayıtsız çalışan mülteci işçilerin geriye dönük hak kayıpları giderilmelidir. • Hak ihlallerinin önüne geçmek için Göç İdaresi, Çalışma Bakanlığı İl Müdürlükleri, meslek odalar ve işçi örgütleri (sendikalar ve dernekler) birlikte bir çalışma grubu kurmalı ve sahada çalışma yapmalıdır. • Mülteci/göçmen işçilere yönelik ayrımcı uygulama, nefret söylemleri ve saldırılara karşı işçi havzalarında özel çalışma yürütülmeli. Bu davranışların Türk Ceza Kanunu’nda suç olduğu ve hapis cezası ile cezalandırılabilecekleri anlatılmalıdır. • Mülteci/göçmen işçilerin çalışma yaşamında sahip olduğu hakları öğrenebilmeleri için işçi havzalarında ana dillerinde eğitimler verilmelidir.


2020 / Sayı 10

Kendi gerçeğini yaratan teknolojiler: AR & VR

S

anal ve artırılmış gerçeklik teknolojisi insanları bilimkurguya yaklaştırırken, birçok endüstrinin gelişiminde önemli katkılar sağlayabiliyor. Matrix filmini bilirsiniz. Film, hepimizin sahte gerçeklik simülasyonunun yer altında yaşadığı bir dünya tasvir ediyor. Ancak bu bilimkurgu fikrinin günümüz dünyasında yeri yok: İnsanlık, hâlâ yer yeryüzünde yaşayan bir tür. Sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojisi de insanlara bilimkurguya yaklaştırırken

Dilan Karacan / İstanbul

27 Mayıs 2020

birçok endüstrinin gelişiminde önemli katkılar sağlayabiliyor. AR (Artırılmış gerçeklik) & VR (Sanal gerçeklik) nedir? Hangi alanlarda kullanılırlar? Dünyamızda bu teknolojiler adına neler yapılıyor? Habertürk Teknoloji Editörü ve Televizyon Programcısı Cem Sünbül, 24 Saat’e sanal gerçekliği ve dünyamıza etkilerini anlattı: AR (Artırılmış Gerçeklik), bilgisayarla oluşturulan iyileştirilmiş görüntüleri, var olan bir gerçekliğin üzerine yerleştirip, bunlara etkileşim yeteneği katma

teknolojisidir. Bu teknolojide, mobil cihazlar kullanılarak bir anlamda o görüntüler gerçek dünya ile harmanlanıyor. Artırılmış gerçeklik, akıllı telefonlar, tabletler gibi mobil cihazları kullanarak, gerçek dünyadan alınan dijital fotoğraf, grafik gibi nesneler üzerinde oynamalar yaparak yansıtıyor. VR (Sanal Gerçeklik) ise, gerçek hayatta bir ortamın veya durumun yapay, bilgisayar tarafından üretilen bir benzetim veya yeniden yaratılmasıdır. Bu teknolojide, gözlük takan

Haber Yazısı

17


2020 / Sayı 10

kullanıcının, başta görme ve işitme duyularını uyarılarak, ona bir simüle gerçekliği yaşatılıyor. Sanal gerçeklik, tamamen üretilen ve yönlendirilen kendi gerçeğini yaratıyor. Bu iki teknoloji birbirinin tamamlayıcı mı yoksa rakibi mi? Uzmanlar bu soruya henüz net bir yanıt veremiyor. Yanıt net değil ama dünya devi şirketlerin her iki alandaki yatırımları net bir şekilde artıyor. İrili-ufaklı mevcut şirketlerin yanı sıra, günümüzün önde gelen Facebook, Snapchat ve WeChat gibi sosyal medya platformları VR’ı etkin şekilde kullanmaya hazırlanıyor.

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef

18

önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek katlanacaktır. Cem Sünbül

Cem Sünbül, her iki teknolojinin de insanlık adına olumlu ve olumsuz bir çok özelliğe sahip olduğunu belirtiyor ve şu değerlendirmeyi yapıyor: “Sanal Gerçeklik ve Artırılmış Gerçeklik uzun yıllardır bilinen, zaman zaman konuşulan nadir kullanılabilen bir teknolojiyken, son 5 yılda Sony, Facebook, HTC ve Microsoft’un katkılarıyla çok daha fazla konuşulan, çok daha hızlı bir şekilde geliştirilen ve iş dünyasının çeşitli katmanlarına entegre edilerek kullanılan bir teknoloji haline geldi. Özellikle akıllı telefonları sanal gerçeklik gözlüğü gibi kullanılmasını sağlayan cardboard’lar mobil dünyanın çılgın kullanım oranlarıyla birleşince bilinirlik olarak üst düzeye çıktı. Ne var ki son 2-3 yıldır VR (Virtual Realit -Sanal Gerçeklik) ve AR (Augmented

Reality-Artırılmış Gerçeklik) başlıklarıyla ilgili çok ciddi bir “hype” oluştu/ruldu. Ancak bir türlü beklenen sıçrama halen gerçekleşmedi. Tıpkı 3 boyutlu TV’ler gibi VR’ın da geçici bir trend olacağı konuşmaları ayyuka çıktı. Doğrusu gelişmeler de bize bunun tersini çok da göstermiyor. Bunun birçok nedeni var. VR gözlükleri halen çok kullanışlı değil, tıpkı 3D teknolojisinde olduğu gibi konforlu bir görünümden uzak. (Buna Will Smith’in 3D+HFR (High Frame Rate) ile çekilen İkizler Projesi dahil değil. Son derece konforlu bir seyir ve perdenin içine alan bir görünüm söz konusu) NE KADAR YAYGINLAŞACAĞI SORU İŞARETİ “VR ve AR gibi teknolojilerin ne kadar yaygınlaşacağı konusu bir soru işareti” diyen Sünbül, Apple ve Google’ın bu alanlarda çok ciddi çalışmalar yaptığının altını çiziyor. Sünbül, yaşamın bir parçası olan telefonlara entegre olan bu teknolojilerin eğitim ve eğlence dünyasında yeni ufuklar açtığına işaret ediyor: “Ne var ki Güney Kore’den gelen duygusal örnek bize bir başka alana dikkat etmemizi sağlıyor. Çok kullanılan bir teknolojiden ziyade terzi işi, özel hazırlanmış içeriklerle hayata dokunan bir teknolojiden bahsediyoruz. Hayatını kaybeden birisini tekrar karşınızda 3 boyutlu bir şekilde “kanlı-canlı” imiş gibi gösteren bu teknoloji ile hasret çektiğiniz insanları oluşturulan özel bir dünyada görmeniz ve sınırlı bir şekilde etkileşime geçmeniz mümkün. Teknoloji devlerini meşgul eden DeepFake ile bu etkileşimin sınırları çok yakında zorlanabilir. İzlediğimiz örnekte 4 yıl önce hayata veda eden çocuk sınırlı tepkiler veriyor ve belli kelimeleri kullanıyordu. Ancak DeepFake ile herhangi bir kişinin el, yüz, vücut ve ses verilerini kullanarak gerçek zamanlı olarak başka birisinin konuşmalarını, hareketlerini bir ortama aktarmak ve birebir kaybettiğiniz kişiyle sohbet etmeniz bugün mümkün olabilir. Gerekli olan ise görüntü ve sesin arka planındaki anılar… Eğer anıları, neye gülüp gülmediğini, neye üzüldüğünü ve benzeri detayları da veri olarak alabilirsek, kişiyi çok daha gerçekçi olarak

sanal uzayda canlandırabiliriz. Bunun etik olarak doğruluğunu ayrıca konuşmak kaydıyla…” “GENELE YAYILACAK UYGULAMA DEĞİL” Sünbül, Güney Kore’den gelen video gibi birçok video izlenebileceğini ancak bunun genele yayılacak bir uygulama olmayacağını düşündüğünü aktarıyor. Sünbül,” Hem maliyet hem de özelleştirme zorlukları, gelişimin önündeki büyük engellerden bazıları. Doğru bulmayacakları saymıyorum bile… Ne var ki bugün distopik dizi Black Mirror’ın San Junipero adlı bölümünü hatırlamayı uygun buluyorum. İzleyemeyenler için spoiler alarmını çalarak hatırlatalım; çeşitli sebeplerle ötanazi isteyen kişilerin “bilinçlerini” sürekliliği sağlanan sanal bir dünyaya aktarmalarını konu alan bölüm, genelde teknolojiyi, özelde sanal dünyayı gerçek anlamda rahatsız edici bir şekilde gözler önüne seriyor. Özetle bölümde sanal bir dünyada, istediğiniz yaşta istediğiniz bir yerde sanal olarak yani elektriklerinin kesilmeyeceği garanti edilmiş sunucularda veri olarak yaşıyorsunuz. İnsan vücuduna olan ihtiyacı ortadan kaldıran bu durum bir gün gerçek olursa ağır kanser hastaları, beyin ölümü gerçekleşen hastalar ve bunun gibi daha birçok ötanazi isteğinin yeni adresi burası olabileceği gibi, hayattan sıkılan ancak maddi veya manevi hastalıklardan muzdarip olmayanların da “parasını” ödeyerek başvuracağı bir yöntem olması son derece muhtemel. Bakalım insanlık olarak bu teknolojilerin hangi yönünü kullanmayı tercih edeceğiz. Yaşayıp (veya yaşar gibi olup) göreceğiz veya gördüğümüzü zannedeceğiz” diyor. VR (SANAL GERÇEKLİK) KULLANIM ALANLARI EĞİTİM VR teknolojisinin en verimli olduğu kullanım alanlarından biri olan eğitim sektörü ile uzaktan eğitim daha kaliteli bir hale gelmeye başladı. Öğrencilerin yaratılan ortam ile uygulamalı olarak dersleri kavrayabilmesi,


2020 / Sayı 10

özellikle üç boyutlu ortamların önemlilik arz ettiği fizik ve coğrafya gibi derslerde kolaylıklar sağlamış oldu. SAĞLIK Sanal gerçeklik teknolojisinin ilk ve en önemli kullanım alanlarından birisi de sağlık sektörü. İnsan bedeninin üç boyutlu sunumu ile çeşitli ve özellikle riskli cerrahi uygulamalarda pratik kazanımı arttı. MİMARLIK Görselliğin en fazla gerekli olduğu alanlardan birisi olan mimarlık ve inşaat sektöründe de sanal gerçeklik teknolojilerinin kullanımı oldukça önemli. Henüz inşaat aşamasında olan evlerin kullanıma hazır hallerini müşterilere gerçekçi bir şekilde sunarak müşterilerin evin odalarının içerisinde dolaşmalarını sağlayacak bu teknoloji, inşaat sektörü açısından birçok kolaylığa olanak veriyor. KÜLTÜR VE TURİZM Doğal güzelliklerin, tarihi mekanların ve müzelerin bulundukları mekana gitmeden de sanal gerçeklik teknolojileri ile 3 boyutlu ve gerçekçi bir ortamda sunulması artık mümkün. Özellikle ülkelerin yurt dışı tanıtımlarında oldukça yararlı

olabilecek bir uygulama olması bu sektördeki önemini artırıyor. EĞLENCE VR teknolojisinin en yaygın kullanıldığı alan olan eğlence sektöründe oyunlar, filmler, çeşitli yayınlar sanal gerçeklik gözlükleri ile kullanıcının kendini gerçekten o ortamda hissetmesini sağlayacak şekilde geliştirilebiliyor. Sanal gerçeklik teknolojisine en hızlı uyum sağlayan sektörlerden birinin eğlence sektörü olduğunu söylemek yanlış olmaz. AR (ARTIRILMIŞ GERÇEKLİK) KULLANIM ALANLARI REKLAM VE PAZARLAMA Augmented Reality’nin en önemli kullanım alanlarından biri reklam sektörüdür. Firmalar ürünlerinin pazarlamasında müşteriyi interaktif kullanıma yönlendirerek çok daha etkili olabiliyorlar. OYUN VE EĞLENCE Geçtiğimiz aylarda tüm dünyayı kasıp kavuran Pokemon GO çılgınlığı Augmented Reality’nin en ünlü eğlence örneklerinden biridir. EĞİTİM Augmented Reality teknolojisi ile çocukların önündeki kitaplar birdenbire canlanıyorlar! AR uygulaması yüklü telefonu ile önündeki kitaba bana çocuk,

elindeki ekranda kitabı üzerinde bir dinozoru hareketli bir şekilde görebilmekte. Üstelik yaklaşıp uzaklaşarak ve de etrafında dönerek. Tabi ki bu sadece bir örnek. TARİH-ARKEOLOJİ Geçmişte muhteşem yapılarıyla göz kamaştıran şehir zamanın öğütücü çarkları arasında yüzyıllar içerisinde harabeye dönüşebiliyor. Bize kalan ise yıkık mekanlar içerisinde hayal gücümüzü kullanarak şehrin eski ihtişamını hayal edebilmek. Ama Tiridi ve Augmented Reality ile artık tarihi mekanlar sanal alemde hayat buluyor. Tarihi belgelerden ve akademisyenlerden yararlanarak eski tarihi şehirleri ve yapıları yeniden canlandırıp insanların tarihi mekanları görmelerini sağlamak mümkün. MİMARLIK & İNŞAAT Henüz inşa edilmemiş mekanları sunmanın bir diğer yolu Augmented Reality. İnşa edilecek mekanı müşterinize gerçek zamanlı olarak 3D ortamda interaktivite içinde sunmak pazarlamada sizi bir adım öne geçirecektir. Almanya’daki bir kişi cep telefonuna yüklediği uygulama ile İstanbul’daki daireyi 3D olarak inceleyebilir ve bilgi alabilir.

19


2020 / Sayı 10

20


2020 / Sayı 10

Tarihi çınarların gölgesinde asırlık miras: Koza Han

U

NESCO kültür mirası listesinde yer alan Koza Han, peyzaj ve tarih mimarisi kadar dünden bugüne kent ekonomisine olan katkısıyla da yaşayan bir kültür mirası özelliği taşıyor. Anıt niteliğindeki çınar ağaçlarıyla Bursa’nın simgeleri arasında yer alan Koza Han, yerli yabancı turistleri tarihi çınarlarının gölgesinde topluyor Tarihi kent merkezlerinin korunması konusunda çalışmalar sürdüren Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) Bursa’nın tarihi dokusunda başı çeken kadim miraslarını listesine alarak kentin adını dünyaya duyurdu. 2014’te UNESCO Kültür Mirası listesine

giren Hanlar Bölgesi’nin en büyük hanı olan Koza Han, asırlardır kent kültürü kadar kent ekonomisine de katkı sağlarken günümüzde “tarihi kentsel peyzaj” kavramının önemini de gözler önüne serdi. Bursa’nın Osmangazi İlçesi’nde yer alan Koza Han, günümüzde Bursalıların yanı sıra Türkiye’nin ve dünyanın farklı kentlerinden gelen turistlerin adeta soluklanma durağı olarak popülerliğini koruyor. Koza Han böylece, ev sahipliği yaptığı farklı kültürlerden gelen konuklarıyla gün boyu ziyaretçi akınına uğruyor, onları tek bir adreste buluşturuyor. Koza Han’daki çay bahçelerinde geçirdikleri zaman boyunca birbirinden farklı ve renkli mağazalarda alışveriş yapma

27 Mayıs 2020

imkanı da bulan ziyaretçiler, üst katında yer alan ipek ürünler satan dükkanlardan alışveriş yapabiliyorlar. TARİHİ VE MİMARİ YAPISIYLA BÜYÜLÜYOR Koza Han’ın da içinde bulunduğu Tarihi Hanlar Bölgesi kurulduğu 1300’lü yıllardan günümüze kadar Bursa’da ticaretin ve günlük yaşamın kalbinin attığı bir merkez oldu. Koza Han, 1490-1491 yılları arasında II. Bayezid tarafından, mimar Abdul-ula bin Pulad Şah’a yaptırıldı. Zaman içinde Yeni Han, Beylik Han, Beylik Han-ı Cedid-i Amire, Han-ı Cedid-i Evvel, Simkeş, Sırmakeş, Beylik Karbansaray, Eski Yeni

Haber Yazısı

Dilek Atlı / Bursa

21


2020 / Sayı 10

22

Han gibi çeşitli isimlerle anıldı. Yaklaşık olarak 46 x 38 metre iç ölçülerinde dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki katlı olarak inşa edilen hanın üst katında 51, alt katında ise 50 oda bulunuyor ve odalar her iki katta yaklaşık 3.40 metre genişliğindeki bir revağa (sundurmaya) açılıyor. Revağın üzeri kubbelerle, odaların üzeri ise tonozla örtülü bulunuyor. Çatısı ise kurşunla kaplı. Üst katta her odanın dışa açılan ikişer penceresi bulunuyor. Han’ın kuzey cephesinde taştan kabartma süslerle bezenmiş görkemli bir kapısı, ayrıca güneydeki açık alana ve doğusundaki tek katlı ahır ve depoların bulunduğu ikinci avlulu bölüme açılan kapılara sahip. Han’ın avlusunda bir şadırvan ve sekizgen planlı bir mescit göze çarpıyor. Koza Han’la bağlantılı olan İç Koza Han ise geçmişte tarihi hanın ahır bölümü olarak kullanılmış. İç Koza Han bugün ana alanın bir devamı olarak ziyaretçilere yeme-içme konusunda farklı seçenekler sunan mekânlardan oluşuyor. KENT EKONOMİSİNE ASIRLIK KATKI Geçmişte yurdun her yerinden gelen taşralı koza üreticilerinin ipek tüccarları ile buluşmasına ev sahipliği yapan etkileyici mekân, günümüzde yerli ve yabancı

turistlere ipek, hediyelik eşya satan dükkanlarla çevrili. Dünyaca ünlü Bursa ipeğinden yapılan ve farklı tasarımlarla göz dolduran tekstil ürünlerinin satıldığı Han’ın üst katındaki dükkânlar bu bakımdan mekâna yaşayan bir ruh katıyor. Koza Han’ın yeşil renginin ve peyzaj güzelliklerinin daha net görülebildiği üst kat ayrıca, mimari yapıyı daha da çarpıcı kılıyor. Han’ın avlusundan yükselen ve mimarisini güçlendiren çınar ağaçları ise devasa yapılarıyla dikkati çekiyor. Koza Han’ın ana avlusu içinde altı tane ‘anıt ağaç’ bulunuyor. Yaşları, çapları ve boylarıyla kentin dev çınar ağaçları arasında bulunan bu anıt ağaçlar, geçmiş ile günümüz arasında adeta bir köprü kuruyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde önemli simgesel anlamları bulunan çınar ağaçlarının ilk başkent olan Bursa’nın kimliğinde önemli bir yere sahip olduğu biliniyor. Yaşları 222, 162, ve 121 olarak belirlenen bu ağaçların kentin en yaşlı ve en önemli tanıkları olduğunu düşünmek ise Koza Han’ı ziyaret edenlerde saygı uyandırıyor. TARİHİ KENTSEL PEYZAJA ÖRNEK Tarihi kentsel peyzaj, UNESCO tarafından “daha geniş bir kentsel bağlam ve coğrafi mekânı kapsayabilmesi için tarihi merkez

ya da külliye kavramının ötesine uzanan, tarihsel düzlemin kültürel ve doğal değerleri ve nitelikleri sonucu anlaşılan kentsel alan” biçiminde tanımlanıyor. Bu geniş tanım, özellikle alanın topografyasını, jeomorfolojisini, hidrolojisini ve doğal özelliklerini, çevresindeki tarihi ve çağdaş yapılaşmaları, açık alanları ve bahçeleri, arazi kullanımını ve alanın organizasyonunu, algılar ve görsel ilişkiler ile kentsel yapının diğer tüm unsurlarını içeriyor. Bursa, içinde Koza Han’ın da yer aldığı Hanlar Bölgesi, istenilen ölçülerdeki bütüncül kentsel tarihi peyzaj yaklaşımı içinde Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan örnek bir bölge olarak dikkati çekiyor. Çınarın peyzajdaki önemi kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde de önemli bir simge olması nedeniyle bu bölge, ilk başkent olan Bursa’nın adını dünyaya duyurarak kozmopolit bir yapıda kimliğini sürdürmesinde büyük bir önem taşıyor. Dünyanın pek çok ülkesinden gelen gezginler bu nedenle Koza Han’ı görmek için rotalarını Bursa’ya çeviriyor. Dünya mirası tarihi yapı ve asırlık çınarların gölgesinde kahvelerini yudumlayarak adeta zaman içinde yolculuk yapıyorlar.


2020 / Sayı 10

Sağlık sisteminin temel direği: Hemşireler Gülseren Tozkoparan Jordan / Ankara

aylarında tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 virüsü de özellikle hemşirelerin önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Yaşamlarını hastalara, hayat kurtaran aşılar yapmaya, sağlık tavsiyeleri vermeye, yaşlılara bakıp, günlük ziyaretlerini yapmaya ve onların günlük temel sağlık ihtiyaçlarını karşılamaya adayan hemşireler bu yıl pandemiyle birlikte en büyük sınavlarını veriyor. Bulaştırma riskine karşı ailelerinden ayrı yerlerde kalan, çalışma saatleri uzayan, ağır kıyafetler giyip, gün boyu maske takmaları gereken hemşireler sürecin yarattığı sorunları anlattı. Özel hastanelerin

30 Mayıs 2020

keyfi uygulamalarından aile hekimliğinde çalışan hemşirelerin bilinmezlik karşısındaki çaresizliklerine birçok konu başlığı ile hemşirelerin sorunları… KIRANER, “VARDİYALAR 12 SAAT OLMALI” Türk Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği Başkanı Ebru Kıraner yoğun bakım ünitelerinin kritik hastaların bakıldığı, karmaşık kapasiteli özel birimler olduğunu, hastaların kesintisiz izlem ve tedavilerinin yoğun bakımda yapıldığı için hemşireliğinin de uzmanlık isteyen bir alan olduğunu vurguladı. Salgının başında ekipman ve malzemede sıkıntısı yaşadıklarını belirten

Haber Yazısı

Y

aşamlarını hastalara, hayat kurtaran aşılar yapmaya, sağlık tavsiyeleri vermeye, yaşlılara bakıp, günlük ziyaretlerini yapmaya ve onların günlük temel sağlık ihtiyaçlarını karşılamaya adayan hemşireler pandemi süreci boyunca yaşadıklarını ve mesleğin genel sorunlarını 24 Saat Gazetesi’ne anlattı Sağlık hizmetinin sağlanmasında hayati bir role sahip olan hemşireler ve ebeler bu yıl Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) her yıla özel belirlediği temanın da ana konusu oldu. 2020 yılını “Hemşireler ve Ebeler Yılı” olarak belirlenmesinin yanı sıra yılın ilk

23


2020 / Sayı 10

24

Kıraner, Bakanlık ve bağışçıların katkılarıyla kısa zamanda bu sorunun aşıldığını belirtti. 24 saatlik vardiyalı çalışmanın yoğun bakım gibi dikkat isteyen bir bölüm için uzun olmasına vurgu yapan Kıraner, bu durumun yoğun bakım hemşirelerinin fiziksel ve psikolojik sağlıklarının bozulmasına ve infekte olma, işgücü kaybına, hasta güvenliğinin riskli hale gelmesine yol açtığını belirtti. Vardiyaların 12 saat olması ve haftalık çalışma saatinin 48 saati geçmemesi gerektiğini aktaran Kıraner, yoğun bakım hemşirelerinin etkin istihdamı açısından hemşire kaybı sayısının bilinmesinin önemli olduğunu söyledi. Şüpheli vakalarla çalışanların tanı testlerinin hızla yapılması ve sonuçların teslim edilmesi, barınma ihtiyacı, çocuğu olanlara destek sağlanması gibi problemlerin aşılmasının hemşirelerin tüm enerjilerini sağlık hizmetine vermeleri açısından önemli olduğunun altını çizdi. Kıraner, bazı özel hastanelerin hemşirelere Covid-19 virüsü

bulaşma riskine karşın “Kurumu bundan sorumlu tutmayacağım, hiçbir hak talep etmeyeceğimi kabul ve taahhüt ederim”, “İşyerinde hizmet azalmasına bağlı olarak uygulanacak kısa çalışma ödeneği uygulamasına katılmayı talep ve kabul ediyorum” şeklinde düzenlenmiş evrak imzalatıldığını da gündeme getirdi. AİLE HEKİMLİĞİ HEMŞİRELERİ BİLİNMEYENLERLE KARŞI KARŞIYA Türkiye’nin dört bir yanında Koronavirüs bulaşıp hasta olan ve tedavi sürecinin ardından işinin başına dönen hemşireler de alanda yaşadıkları sıkıntıları anlattı. Aile hekimliklerinde görev yapan hemşireler hastanede ve yoğun bakım ünitelerinde çalışan meslektaşlarının aksine ne ile karşı karşıya kaldıklarını bilmedikleri için daha büyük risk altında olduklarını belirtti. Ekipman konusunda sıkıntının giderilemediğini aktaran hemşireler, koruyucu ekipmanları kendilerinin almak zorunda olduğunu söyledi.

MAAŞ VE EK ÖDEMEDE ADALETSİZ UYGULAMA Hemşirelerin dile getirdiği en büyük sıkıntılardan birisi maaşlarının yaptıkları iş karşısında yetersiz kalması. Döner Sermaye olarak bilinen performansa bağlı alınan ek gelirin dağılımının da adil olmadığını dile getiren hemşireler, gelir kaybına uğramamak adına izin ve raporlarından fedakarlık ettiklerini belirtti. Tüm bu sorunların yanı sıra Özel Sağlık Meslek liselerinin eğitimin kalitesini de eleştiren hemşireler, eğitimin lisans düzeyine çekilmesi gerektiğine dikkat çekti. Öğrencilerin yeteri kadar pratik yapmadan, çoğu zaman hastayla bile karşılaşmadan mezun olduklarını belirten hemşireler, bu durumun sağlık hizmetini de gerilettiğini vurguladı. Türk Hemşireler Derneği de hemşirelikte, uzaktan eğitimle önlisans lisans diplomasına, sertifika programlarına karşı olduklarını belirterek hemşirelik hizmetlerinin mevzuat doğrultusunda yürütülmesi gerektiğini vurguluyor.


2020 / Sayı 10

25

Aleviler koronavirüse karşı dayanışma ağlarını güçlendiriyor 30 Mayıs 2020

Haber Yazısı

Eda Narin / İstanbul


2020 / Sayı 10

26

B

ütün dünyayı etkisi altına almış olan Covid-19 Türkiye’de de birçok alanda etkisini göstermeye devam ediyor. Koronavirüs sağlığın yanı sıra ülkelerin ekonomik durumlarını da etkiledi. Bu durumu ise en yakından tecrübe eden elbette halk oldu. Ekonomik olarak belini doğrultamayan Türkiye’de ise koronavirüs insanlarda büyük bir ekonomik kaygıya neden oldu. İnsanlar sağlıklarını hiçe sayarak işe gitmeye mahkum edildi. Öte yandan ekonomik olarak kötüye giden işverenler maaşları vermemeye ve işçileri işten çıkarmaya başladı. Böylece koronavirüs sadece sağlık krizi olmaktan çıktı. Peki insanlar kriz içerisindeki krizle nasıl başa çıkıyor? “CEMEVLERİNİ İBADETE KAPATTIK” Türkiye’nin dinamiklerinden biri olan Aleviler pandemi günlerinde ekonomik kriz ile başa çıkabilmek için kendi içlerinde çözüm yolları denemeye başladı. Alevilerin pandemi günlerindeki

dayanışma çabalarını Alevi Dernekleri Federasyonu, Garip Dede Cemevi Başkanı Celal Fırat 24 Saat Gazetesi’ne anlattı. Fırat, Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının açıklanmasının ardından önlem olarak inisiyatif alarak cemevlerini kapattıklarını söyledi. Şu anda cemevlerinde sadece cenaze hizmetlerinin verildiğini belirten Fırat, “Aleviler her dönemde birbirleriyle dayanışma içindeler, cemevleri arasında koordinasyonlar kurduk. Hangi kurumumuzun ne eksiği, ne tür sorunları var tespit ediyoruz. Tespitlerimize göre yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaya çalışıyoruz. Zor günlerden geçtiğimiz şu süreçte canlarımızı kurumlarımız aracılığıyla dayanışmaya çağırıyor ve yardım elimizi ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya gayret ediyoruz” dedi. “ALEVİLİKTE DAYANIŞMA HER ŞEYDİR” “Bizim nazarımızda can vardır” diyen Fırat, “Alevilikte dayanışma her şeydir. Rıza şehri oluşturma gayreti vardır. Herkesin birbirine Hızır olma, birbirlerinin elinden

tutup birbirlerinin dertlerine derman olma vaktidir. Alevilikte müsaiplik vardır yani kardeş olma vardır. Salgın dünyadaki halklara şunu net bir şekilde gösterdi ki; insanlar dünyanın sahibi değildir, doğa ile daha çok buluşacağız ve birçok yerde tarıma başlayacağız. Umudum odur ki; dünya devletleri sevgide buluşup iyilik ile birbirleriyle yarışsınlar, silahlara para vereceklerine, bilime daha çok destek olsunlar” diye konuştu. ALEVİ YÖRE DERNEĞİNDEN DAYANIŞMA ÖRNEĞİ Alevi kurumlarının ördüğü dayanışma ağlarının yanı sıra Alevi yöre derneklerinden de kendi köy mensupları için dayanışma örnekleri bulunuyor. Bu örneklerden biri de Malatya’nın Pötürge ilçesine bağlı Hüsükuşağı Köyü Derneği. Dernek, faaliyetlerini İstanbul ve Malatya’da sürdürüyor. Pandemi nedeniyle ekonomik olarak mağdur olmuş köy mensuplarına yardım kolisi göndererek dayanışma örneği gösteriyor.


2020 / Sayı 10

27

Van’da tohum ve fide satıcılarında korona yoğunluğu 30 Mayıs 2020

Haber Yazısı

Muhammet Emin Sari / Van


2020 / Sayı 10

28

H

avaların ısınmasıyla beraber Van il merkezinde tohum ve fide satışı yapan işyerlerinin önünde sokağa çıkma yasaklarına rağmen büyük bir yoğunluk yaşanmaya başlandı. İl merkezinde araç ve yaya trafiğine kapatılan ana caddelerde sessizlik hâkimken özelikle fide ve tohum satan işyerlerinin bulunduğu arka sokaklarda insan ve araç yoğunluğu gözlendi… Salgına neden olan SARS ve MERS gibi korona tipi virüs ailesine ait olduğu söylenen ve tüm dünyayı saran Covid-19 virüs salgını birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yaşam alışkanlıklarında önemli ölçüde farklılıklar yarattı. Korona ile mücadele sürecinde alınan tedbir kararlarının ve “evde kal” gibi kampanyaların sonucunda ülke nüfusunun büyük bir bölümü ev ortamında farklı aktiviteler arayışı içerisine girdi. Bilgisayar oyunları ve film izlemek gibi teknolojik çözümlere yönelenlerin yanı sıra henüz toprakla bağını tamamen koparmamış kesim ise sebze, meyve ve çiçek yetiştiriciliğine merak sardı. 30 Büyükşehir’den biri olan Van’da havaların ısınmasıyla beraber tohum ve fide satışı yapan işyerlerinin önünde sokağa çıkma

yasaklarına rağmen büyük bir yoğunluk yaşandığı gözlendi. İl merkezinde araç ve yaya trafiğine kapatılan ana caddelerde sessizlik hâkimken özelikle fide ve tohum satan işyerlerinin bulunduğu arka sokaklarda insan ve araç yoğunluğu yaşandı. SATIŞLAR İKİ KATINA ÇIKTI Uzun zamandır fide ve tohum satışı yapan Arzuman Tohumculuk Bölge Bayisi çalışanı Umut Kutlu, Van ilinde tohum ve fide satışı yapan işyerlerinin başında geldiklerini belirterek son yıllara göre bu yıl henüz tam olarak ekim zamanı gelmemesine rağmen satışlarda ciddi bir patlama yaşandığına dikkat çekti. Kutlu, “Geçen yıllarda müşterilerimizin çoğunluğunu köylerde yaşayanlar ve bu işi profesyonelce yapanlardı ama bu yıl hemen hemen herkes az sayıda da olsa fide ve sebze tohumu alıyor. Ben bunu virüse bağlıyorum evlerinden çıkamayanlar, varsa evlerinin bahçesinde yoksa saksıda, kasa içinde sebze yetiştirip kendilerine yeni uğraşlar yaratıyorlar. Diyebilirim ki satışlarımız daha şimdiden geçen yılların iki katına ulaştı” dedi. İl merkezinde bulunan Tarihi Peynirciler Çarşısı’na yakın bir yerde her yıl düzenli olarak açtığı tezgâhta sebze-meyve tohumu

ve fide satışı yapan Erol Kurt ise satışlarının önceki yıllara göre artığını belirterek müşterilerin taleplerini güçlükle yerine getirdiklerini belirtti. Kurt, “Bu yıl satışlardan çok memnunuz. En çok domates, biber, salatalık, fasulye gibi sebze fideleri satıyoruz. Bazı müşterilerimizde yeşillik tohumu istiyor, hatta sarımsak, bamya tohumu isteyenler var. Müşterilerimizin bazılarıyla sohbet ediyorum çoğunluk sebzeleri nasıl ekeceğini bize soruyor. Birçoğu koronadan dolayı zamanlarını değerlendirmek için bu işe merak sarmış, evlerinde ya da bahçelerinde yetiştirmek için alıyorlar” görüşünü dile getirdi. İnşaat işleriyle uğraştığını ancak salgından ve ekonomik krizden dolayı iş yapamadıklarını belirten Necdet Koç ise “Bu sene neredeyse hiç iş yok birde bu virüs başımıza bela oldu ihtiyaçlarımız dışında pek dışarı çıkamıyoruz. Öyle gözüküyor ki bu durum biraz daha sürecek. Evimizin 200 m2’lik uygun bir bahçesi var, oraya ekmek için biraz fide satın aldım. Hem evimin ihtiyacını karşılamak hem de iyi zaman geçirmek için bu yola başvurdum” dedi.


2020 / Sayı 10

29


2020 / Sayı 10

30

Hakkarili kadınların dağlardaki ot mesaisi Zeki Dara /Hakkari

Haber Yazısı

B

ahar aylarının gelmesi ile birlikte her yıl Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde dağlara çıkan kadınlar topladıkları doğal otlar ile hem aile ekonomisine katkı sunuyor hem de ev ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Kadınlar saatlerce kaldıkları dağlarda kenger, siyabo, mende, luşe gibi doğal bitkileri topluyor. Otları peynir yapımında ya da yöresel yemeklerde kullanmak için kurutan kadınlar, ihtiyaç fazlasını da satıyor. Yüksekova ilçesine 15 kilometre uzakta bulunan 2 bin metrelik Spirez Dağı eteğinde bulunan yaylalara çıkan kadınlar Nisan ve Mayıs ayları boyunca hemen hemen her gün ot mesaisi yaptı.

Annesi ile birlikte ot toplamaya çıkan Ceylan Dereli, “Baharla birlikte yaylalarda şifalı otlar da yetişiyor. Bizler her yıl olduğu gibi, bu yıl da İran sınırındaki Navşiyan Yaylası’na çıkıp burada peynir ve çeşitli yemeklerde kullanılan otları topladık. Yaptığımız iş çok zor ancak yapacak farklı bir işimiz yok” dedi. Doğadan topladığı otları satarak aile ekonomisine katkı sağlayan Hatem Kaya (45) da ot toplamayı annesinden öğrendiğini dile getirerek şunları söyledi: “Sabah 4’te kalkarım, dağa giderim, toplarım sonra da eve getirip ayıklarım. Topladığımız otların bir kısmını ihtiyaçlarımız için kullanıyoruz geri kalanını ise pazarlarda satıyoruz. 4 çocuğum var çoğu zaman çocuklarımın

30 Mayıs 2020

okul harçlıklarını buradan kazandığım paradan çıkartıyorum. Eşim serbest iş yapıyor. İş olursa çalışıyor, olmazsa çalışmıyor. Bu işle evimin geçimine katkı sunuyorum.” “Dağda topladığı otların ekmeğini yiyorum” diyen Hasibe Baysal (35) ise koronavirüs salgını ve Ramazan ayına rağmen dağa çıkıp ot toplamanın sağlığı için de çok iyi olduğunu ifade etti. Baysal, “Bahar ayları ile beraber bölgemizde kenger, siyabo, mende, luşe gibi doğal otlar çıkıyor. Bu doğal otlar ilçemizde severek tüketiliyor” diye konuştu. Tıpkı diğerleri gibi dağlardan ot toplayan Leyla Demir de her gün 30 kilometre yürüyerek bu zor işi yapsalar da mecbur olduklarını söyledi.


2020 / Sayı 10

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.