9.Köy 2020 - 1. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 2

1


2020 / Sayı 2

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Umut Irmaksever Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 2

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 2

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 2

İçindekiler

Türkiye’de yaşlı hakları güçlendirilmeli!  6 “Hiçbir çocuk geride bırakılmamalı, hakları güçlendirilmeli”  9 Hürkuş’un hikâyesi kitap oldu  12 Çocuklar, intiharı neden düşünür, nasıl engellenir?  14 Kuşakların yeni medyayla ilişkisi, internet haberciliğini nasıl etkiliyor?  18 “Küresel ısınma” artık zamana karşı bir yarış  21 Suriyeliler, “acımasızlık” ve “ön yargılı” olmaktan şikâyetçi  25 Vatandaş, yurt dışından online alışverişe mesafeli  27 Şahin: Gazeteciler, 2019’da yine sanık kürsüsünde, gözaltında ve cezaevindeydi  29

5


2020 / Sayı 2

6

Türkiye’de yaşlı hakları güçlendirilmeli! Süleyman Gök / İzmir

Dizi Yazısı

B

M’nin istatistiklerine göre, 2010’de dünyadaki 60 yaş üstü nüfus, 2 milyarı aşacak. Türkiye’deki nüfus projeksiyonlarına göre ise, 2030’da yaşlı nüfus oranının yüzde 12,9 olacağı öngörülüyor. Yaşlı Politikaları Derneği Başkanı Sözer, kapsamlı bir yaşlı politikasının olmamasının Türkiye’de yaşayan 65+ bireyleri olumsuz etkilediğini bildirdi. Ülkemizde yaşlıların sorunlarının karar vericiler tarafından önemsenmediği belirten Sözer, ekonomik, kültürel ve sosyal alanda yaşlıların birçok sorunla karşı karşıya kaldığına işaret edip “katılımcı ve kapsayıcı bir ulusal yaşlı politikası” oluşturulması gerektiğini vurguladı. Sözer, “Türkiye’nin

de yaşlı dostu bir ülke olması ve bütün süreçlerde yaşlıları da gözeten eylem ve politikalar geliştirmesi için uluslararası standartlar çerçevesinde bir yaklaşım geliştirmelidir” dedi 10 Aralık 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin dokuz temel alanından birisi de “Yaşlı Hakları” alanı olmuştu. 1982’de Viyana’da toplanan BM Genel Kurulu’nda ise ilk kez yapılan “Dünya Yaşlanma Asamblesi” yaşlanma sorunları ele alınıp ilkeler benimsendi. Buna göre, yaşlı bireylerin bağımsızlık, katılım, bakım, kendini gerçekleştirme ve itibar hakları bulunuyor. 1990 yılında da 1 Ekim, “Dünya Yaşlılar Günü” olarak kabul edildi. Birleşmiş Milletler’in (BM)

02 Ocak 2020

istatistiklerine göre, dünyada 60 yaş üstü nüfus, 2050 sonrasında 2 milyarı aşacak. 2050’de her 6 kişiden biri, 65 yaş ve üzeri olacak. BM tarafından hazırlanan “Dünya Nüfus Beklentileri: 2019 Revizyonu” başlıklı raporda günümüzde 143 milyon olan 80 yaş ve üzeri nüfusun 2050 yılında üçe katlanarak 426 milyona yükseleceği öngörülüyor. Yerel ve ulusal düzeyde yaşlı haklarının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi amacıyla gerek kamuda gerekse de sivil yaşamda birçok çalışma yürütülüyor. Yaşlı Politikaları Derneği de yaşlanmayı, yaşlılığı bir yaşam kültürü olarak geçirmek amacıyla faaliyet gösteren ve kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu. Yaşlıların karar alma süreçleri başta olmak üzere


2020 / Sayı 2

yaşamın her alanında aktif olarak yer almasını sağlamak ve ulusal yaşlı politikasına katkıda bulunmak amacıyla kurulan Yaşlı Politikaları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Fikret Sözer ile derneği, yaşlı bireylerin sorun alanları ve çözüm önerilerini, 24 saat gazetesi için konuştuk. Türkiye’de birçok hak temelli tematik alanda çalışma yürüten sivil toplum örgütleri bulunmakla birlikte “Yaşlı politikaları”, oldukça yeni sayılan bir tematik alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Sizi bu alanda çalışmaya iten neden nedir? Hangi gerekçeler ile kuruldu Yaşlı Politikaları Derneği? Öncelikle yaşlı bireyler ile ilgili temel konularda kamuoyunu bilgilendirmemize kolaylaştırıcı olduğunuz için teşekkür ederiz. Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday ülkelerden birisi olarak birçok alanda kurumsal reformları hayata geçirmektedir. Bu alanlardan birisi de yaşlılık politikasıdır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 yılında hazırladığı rapora göre, 65 ve üzerindeki yaştaki nüfus 5 yıl içerisinde yüzde 16 artış göstererek 7 milyon 186 bin 204 kişiye ulaşmıştır. Yaşlı nüfusun 2023 yılında yüzde 10,2, 2030 yılında yüzde 12,9, 2040 yılında yüzde 16,3 olacağı tahmin edilmektedir. Hal böyle olunca Türkiye, önümüzdeki dönem yaşlı nüfusu yüksek bir ülke olacaktır ve böylece sosyal politika alanında yeni yaklaşımlar ve politikalar geliştirmek zorunda kalacaktır. Yaşlı Politikaları Derneği, böyle bir arka plan çerçevesinde ve ihtiyaç doğrultusunda İzmir’de 2019 yılında kurulmuştur. Derneğimizin temel amacı, yerel ve ulusal düzeyde yaşlı bireylerin temel sorun alanlarına yönelik hak temelli savunuculuk çalışmaları yaparak çözüm üretmek, yaşlı dostu alanlar yaratılmasına katkıda bulunmak, yaşlı haklarını güçlendirmeyi merkeze alarak, toplumsal cinsiyet, karar alma süreçleri, ekonomik güçlendirmek, eğitim-kültür hizmetlerine erişim, sağlık, barınma hakkı, ayrımcılık, adalet gibi sekiz alt başlık etrafında çalışmalar gerçekleştirmektir. Yaşlılık, farklı hak alanları ile doğrudan ilgilidir. Örneğin, engelli yaşlı,

kadın yaşlı, LGBTİ yaşlı, mülteci yaşlı gibi birbirini çapraz kesen alanlara sahip hedef kitlemiz bulunmaktadır. Bu bakımdan özel alan olarak yaşlı politikalarının geliştirilmesi hedeflenirken genel olarak farklı hak temelli gruplar ile paydaşlık ilişkisi geliştirerek daha kapsamlı ve kapsayıcı, sürdürülebilir sosyal politika alanına katkıda bulunmak temel ve nihai amacımızdır. Çalışmalarınızı yürütürken karşı karşıya kaldığınız sorunlar bulunmakta mıdır? Yaşlı politikaları alanı oldukça yeni sayılan ve hak temelli yaklaşım ile sivil toplumda yeni gelişen bir alandır. Genellikle yaşlılık çalışmaları, tıp fakültesinde geriatri bölümü ile eş değer tutulmaktadır. Doğru olmak ile birlikte yaşlılığın birçok boyutu ve kapsamı bulunmaktadır. Bu bakımdan farklı disiplinleri bir arada tutarak ilgili alanda politika üretmek ve yaşlı bireylerin güncel sorunlarına çözümler üretmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Çalışmalarımızı gerçekleştirirken bazı zorluluklar yaşamaktayız. Alanın yeni olması, sivil toplum aktörlerinin farklı bakış açıları, karar alıcıların öncelikli konu olarak görmemesi gibi temel zorlukların yanı sıra, yerel ve ulusal karar vericilerin orta ve uzun vadeli plan, program ve politikalarını veri odaklı oluşturmamalarında kaynaklanan bazı sorunlar da bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerin karar verici mekanizmaları orta vadede etkisini göstermeye başlayan zorlukları çözebilmek adına sosyal güvenlik sistemleri başta olmak üzere kamu politikasında yenilikçi bir yöntem takip etmektedir. Özellikle, Avrupa Birliği üyesi ülke yönetimleri, uygulamaya başladıkları yenilikçi yöntemlerle birlikte yaşlanmaya ilişkin çalışmalar yapan yerel ve ulusal kamu kurumlarının hizmet alanlarını kapsayan bir şekilde bütüncül eylem planları, stratejik planlamalar hazırlayarak politika belgeleri oluşturmuştur. Bizler de böyle bir yaklaşımı merkeze alarak karar alıcılar ile sürekli savunuculuk ve lobicilik çalışmaları gerçekleştirerek yaşlı dostu bir ülke olma

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2018 yılında hazırladığı rapora göre, 65 ve üzerindeki yaştaki nüfus 5 yıl içerisinde yüzde 16 artış göstererek 7 milyon 186 bin 204 kişiye ulaşmıştır. yolunda adım adım çalışmalar gerçekleştirmekteyiz. Sürecin zor ve uzun olacağını düşünmekteyiz. Bu alanda farklı hak temelli çalışma grupları ile birlikte ortak bir eylem ve söylem birliği yaratarak ilerlemek istemekteyiz. 2018’de ilk kez, dünyada yaşlılar, beş yaş altı çocuk sayısını geçti. Türkiye’nin yaşlı dostu bir ülke olması ve yaşlıları da gözeten politikalar üretmesi için somut olarak önerileriniz nelerdir? İfade ettiğim üzere küresel ve ulusal düzeyde nüfusun yaşlanma oranı ve yaşlı birey sayısı, insanlık tarihinde görülmedik bir biçimde artış göstermektedir. 2018 yılında tarihte ilk kez, 65 ve yaş üstü kişiler dünya genelinde beş yaşın altındaki çocuk sayısını geçmiştir. Ulusal düzeyde yaşlı konusu yeni sayılmak ile birlikte hak temelli alan içerisinde 1980’lerden beri dünya gündeminde yaşlı hakları yer almaktadır. Bizler de bu alanda çalışan sivil toplum aktörleri olarak, ulusal yaşlı politikasının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, yaşlı dostu bir ülke olmak için uluslararası sözleşmeler çerçevesinde bir değerlendirme yapmakta, Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmelerin uygulanabilirliğini sağlamaya çalışmaktayız. Böylece bizler, 1982 yılında Viyana’da imzalanan Viyana Uluslararası Yaşlanma Eylem Planı çerçevesinde kabul edilen ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Yaşlılar Prensiplerini uygulamada güçlendirmek istemekteyiz. Bu ilkelere baktığımız zaman yaşlıları

7


2020 / Sayı 2

8

ilgilendiren önemli prensipler olduğunu düşünmekteyiz. Yaş ayrımcılığın ortadan kaldırılması, yaşlılara yönelik ihmalin, kötüye kullanımın ve şiddetin azaltılmasını ve çalışma hakkı, sağlık hakkı, karar verici mekanizmalara katılım ve fırsat eşitliği konuları odaklanılan temel konular içerisinde yer almaktadır. Türkiye’nin de yaşlı dostu bir ülke olması ve bütün süreçlerde yaşlıları da gözeten eylem ve politikalar geliştirmesi için uluslararası standartlar çerçevesinde bir yaklaşım geliştirmelidir. Bizler, “yaşlılar için gezinmesi güvenli ve yürüyüş yollarını olduğu, uygun fiyatlı kullanıcı dostu toplu taşımanın yapıldığı, uygun maliyetli ve erişilebilir konut imkânlarının sağlandığı, yaşam boyu öğrenme ve gönüllülük fırsatlarına katılımın teşvik edildiği, etnik, cinsel kimlik ve sosyo- ekonomik durum fark etmeksizin takdir edildikleri” bir ülkede yaşamak istiyoruz. Bunun için alanda çalışan tüm paydaşlara önemli görevler düşmektedir. Bizler, Yaşlı Politikaları Derneği, üye ve gönüllüleri olarak gerek kamu kurumu temsilcilerine gerekse de özel sektör aktörlerine aktif olarak destek sunmak istemekteyiz. Yaşlı haklarının güçlendirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Hangi alanlarda yaşlı bireyler güçlendirilmelidir? Yaşlı Politikaları Derneği olarak, yaşlı haklarının güçlendirilmesini yerel, ulusal ve uluslararası alanda yapılan tartışmalar bağlamında

değerlendirmekteyiz. Güçlendirme konusunu kendi içerisinde alt başlıklarda değerlendirmekteyiz. Bunlar, toplumsal cinsiyet, karar alma, ekonomik güçlendirme, eğitim ve kültür hizmetlerine erişim, sağlık, ayrımcılık ve adalet olarak sınıflandırabiliriz. Öncelikle cinsiyet perspektifinden bakmak gerekirse kadınların veya erkeklerin yaşlılık koşullarını belirleyen etmeler yaşam boyu süren deneyimlerin, fırsatlara ve kaynaklara erişimin toplam sonucu olduğunu düşünüyoruz. İkinci olarak yaşlılar ile ilgili günümüzde birçok karar alınmaktadır. Bu kararlar yaşlıları doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemektedir. Bu bakımdan yaşlıların kendilerini ilgilendiren tüm süreçlerde aktif olarak yer almalarını sağlamamız gerekmektedir. Özellikle emeklilik reformu, sosyal sigorta ve sağlık hizmetleri gibi yaşlıları direk ilgilendiren politika tasarım süreçlerine katılım için yaşlı politikaları derneği gibi sivil toplum aktörlerini içeren danışma kurulları oluşturulmalıdır. Diğer bir konu ise yaşlıların aktif sosyal ve istihdam hayatına kendilerine uygun bir biçimde düzenlenmiş şekilde katılabileceği mekanizmaların ve sosyal güvencelerin yeniden koordine edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Yaşlıların sosyal hayata katılımlarını arttırmak için 3.nesil üniversiteler veya tazelenme üniversitesi gibi mekanizmalar ile yaşlı bireyleri hayata dahil edecek uygulamalar arttırılmalıdır.

Son olarak, Türkiye’de yaşlı politikalarının güçlendirilmesi için somut önerileriniz var mıdır? Öncelikli olarak yaşlı bireylere yönelik kapsamlı ve bütüncül politika ve kurumsal çerçevelerin oluşturulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Farklı alanlarda uygulanan politikaların birbiri ile uyumsuzluğu sonuç alınmasının önündeki temel engellerden birisidir. Ayrımcılığı ortadan kaldırmaya ve özellikle katılımcılığı teşvik etmeye yönelik uluslararası bir çerçeveye ve bunun BM üye devletlerince iç hukuklarına entegre edilmesi gerekmektedir. İkinci olarak, sadece ulusal düzeyde değil aynı zamanda yerel düzeyde kamu otoritelerinin yenilikçi bir bakış açısıyla yaşlı bireylerin karşılaştığı sorunları gündeme alması gerekmektedir. Sivil toplum, akademi ve medyanın desteği ile yaşlı bireylerin karşılaştığı sorun alanlarına ilişkin birbiri ile ilişkili farklı kategorilerde daha etkin ve güncel veri toplamanın ihtiyacı bulunmaktadır. Oluşturulacak verilerin yine kanaat üreteçleri yoluyla izleme, takip ve değerlendirmelerin yapılması gereklidir. Burada ülkelerin periyodik olarak ulusal raporlar hazırlaması, bunların da uluslararası kamuoyunda gündem olması önemlidir. Son olarak, özel sektör temsilcileri, demografik anlamdaki yaşanan bu değişikliği dikkate alarak istihdam politikalarını güncellemesi gerekmektedir. Yaşlı bireylerin de aktif bir biçimde istihdam piyasasına katılabileceği esnek uygulamaları devreye almalıdırlar.


2020 / Sayı 2

“Hiçbir çocuk geride bırakılmamalı, hakları güçlendirilmeli”

T

ürkiye’nin, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke olarak her düzeyde çocuk haklarının geliştirilmesi için kapsamlı bir çocuk politikasına ihtiyacı olduğunu vurgulayan İçsel, “Türkiye, son yıllarda büyük bir göçmen ülkesi haline geldi. Hiçbir çocuğun geride bırakılmaması için mülteci çocukların da temel haklarının korunması ve geliştirilmesi gerekmektedir” uyarısı yaptı. İçsel, Türkiye’de çocuk çalışmaları ekosisteminin geliştirilmesi için başta kamu olmak üzere sivil toplum, özel sektör ve medya gibi farklı paydaşlara önemli görevler düştüğünün altını çizdi 10 maddelik Çocuk Hakları

Bildirgesi, 20 Kasım 1959’da Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda kabul edilirken Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, BM’nin 44. Genel Kurulu’nda 20 Kasım 1989’da kabul edildi. 20 Kasım da, her yıl dünyanın tüm ülkelerinde Dünya Çocuk Günü olarak kutlanmaktadır. 24 Saat Gazetesi olarak, İzmir Çocuk Çalışmaları Ağı Genel Koordinasyon Kurulu Üyesi, öğretmen Aylin İçsel ile çocuk haklarının güncel durumunu, çocuk çalışmalarında yenilikçi yöntemler ile ağın çalışmalarını değerlendirdik. İzmir Çocuk Çalışmaları Ağına neden ihtiyaç duydunuz? Ağın kuruluş motivasyonundan söz edebilir misiniz?

3 Ocak 2020

Öncelikle çalışmalarımızı yaygınlaştırmamıza destek verdiğiniz için size ve 24 Saat Gazetesi ekibine teşekkür ederim. Sivil toplum ve hak temelli çalışmaların daha fazla kitle ile buluşmasını ve farklı düzeylerde iş birliklerinin geliştirilmesini çok önemli görüyorum. Ülkemizde, çocuk çalışmalarının sivil toplum odaklı yaklaşım tarihine baktığımız zaman çok uzun bir tarihinin olmadığını görüyoruz. Var olan mücadele ve çalışmalar ise hep belirli bir merkezde toplanmış, özellikle İstanbul ve Ankara, bu merkezlerden çevre illerine doğru bir yaklaşım ile çocuk hak ve politikalarının yaygınlaştırılması önerilmiş, önerilmektedir. İzmir Çocuk Çalışmaları Ağı’da ulusal ve uluslararası düzeyde

Dizi Yazısı

Süleyman Gök / İzmir

9


2020 / Sayı 2

10

gerçekleştirilen çalışmaların yerelleşmesini, yerelde çocuk haklarının güçlendirilmesini ve savunulmasını kolaylaştırmak için katılımcı ve yönetişim yaklaşımını esas alarak kurulan bir ağdır. Ağımızın temel hikâyesi, temel merkezlerden ziyade hak temelli politikaların yerelleşmesini ve bu çalışmaların sosyal etki odaklı değişimin ölçülebilir olmasını sağlamaktır. Bu kapsamda, Sürdürülebilir Kalkınma ve Girişimcilik Derneğimizin kolaylaştırıcılığında açık bir çağrı yaparak kurucu üyelerimiz ile birlikte Çocuk Çalışmaları Ağı’nın kuruluş toplantılarını gerçekleştirdik ve ağın kurumsal ve stratejik planın hazırlanmasını sağladık. Özetle diyebilirim ki, temel ulusal ve uluslararası alanda yapılan çalışmaların yerelde karşılığının çok düşük kaldığı ve yereldeki alanda çalışan aktörlerin de temel kaynaklara erişimlerinin kısıtlı ve sınırlı olduğu düşüncesiyle İzmir Çocuk Çalışmaları Ağı’na ihtiyaç olduğunu düşündük ve hak temelli bir yaklaşım ile ağ kuruluşunu gerçekleştirdik. Ana akımlaştırma stratejiniz hakkında daha detaylı bilgi alabilir miyiz? Yerelde ve en genelde ulusal düzeyde ne yazık ki kurumlarımızın ve toplumsal yapının çocuk çalışmaları ile ilgili farkındalık düzeyi düşüktür. Özellikle, kurumsal düzeyde baktığımız zaman kamu, sivil toplum ve özel sektör aktörlerinin çalışmalarında ve hedef kitlelerinde çocuklar olmasına rağmen, çocuk yaklaşımını ve katılımını esas alınmadan çalışmaların gerçekleştirildiğini hayretle izlemekteyiz. İzmir Çocuk Çalışmaları Ağı olarak en önemli yaklaşımımız çocuk hak ve çalışmalarının ana akım hale getirilmesini kolaylaştırmaktır. Özellikle, yerelde bulunan kurumlarda çocuk çalışmaları farkındalığını arttırmak, kurumların politikalarında, strateji belgelerinde, eylem ve söylemlerinde çocuk haklarının gözetilmesini sağlamak ve bu yaklaşımı kurumların bütün düzeylerinde yaygınlaştırmak

ana akımlaştırma stratejimizin temel amacıdır. Çocuk katılımı, çocuk dostu kurum, çocuklar ile birlikte çalışma etik ve ilkeleri gibi temel yaklaşımlarımız ile ana akımlaştırma stratejimizi oluşturmuş, yerelde kurduğumuz ve kuracağımız paydaşlarımız ile bu yaklaşımlarımızı güçlendirmek istiyoruz.

Çocuklar çok erken yaşlarda ayrımcılığı, farklılıklara saygı duymamayı, ötekileştirilmeyi gerek çevrelerinden gerekse teknolojinin olumsuz etkileşimlerinden öğreniyorlar. Türkiye, Uluslararası Çocuk Sözleşmesi’ne imza atan bir ülke olarak, mevcut çocuk haklarının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Üzülerek belirtmek isterim ki, bir eğitimci olarak çocuk haklarının durumunu günümüzde pek iç açıcı görmüyorum. Bunu şuna istinaden söylüyorum; yalnızca çocuk olarak değil, bir yetişkin olarak dahi haklarımızı ne ölçüde biliyor ve ne kadarını savunabiliyoruz. Bu muamma ile çocukların dünyasını da insan olma yolunda fazlasıyla etkilediğimizi düşünüyorum. Örneğin, çocuk sesini çıkarmayı, kendini ifade etmeyi, dinlenildiğini ve okul kültürünün içinde yer alması gerektiğini bilmesi gerekirken sürekli kurallarla karşı karşıya kalıyor. Bu kuralların “Uslu ol, öğretmenini üzme, yerinden kalkma ve söz verilmediği takdirde konuşma” gibi katı çizgilerle –öğrenilmiş çaresizlik olarak devam etmesi değil de, “Birbirimize saygı çerçevesinde sen de görüşlerini ifade etme özgürlüğüne ve bir çocuk olarak kendini ilgilendiren konularda kararlara katılma hakkına sahipsin” şeklinde değerlendirilmesi daha yerinde

olurdu. Ancak zaman zaman katılım gösterilmesi gereken konularda ise çocukları zorlama, manipüle etme, gösteriş amaçlı kullanma yoluna gidildiğini de görüyorum. Bu şekilde hem çocukların gelişimleri söz konusu olamaz hem de gerçek katılımın ne olduğuna dair Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne de uygun düşmemektedir. Bir diğer hususta zorbalığın günden güne artması ve önüne geçilememesi sorunu. Toplumun hemen her yerinde kin, nefret, öfke gibi olumsuz ve sert ifadelerin varlığını ne yazık ki kaçınılmaz bir gerçeklikle eğitimin içinde de yaşıyoruz. Çocuklar çok erken yaşlarda ayrımcılığı, farklılıklara saygı duymamayı, ötekileştirilmeyi gerek çevrelerinden gerekse teknolojinin olumsuz etkileşimlerinden öğreniyorlar. Eğitimin en nihai hedefi insan yetiştirmek iken, öfkesine hâkim olamayan saldırgan çocuklar çıkıyor karşımıza. Çocuk nerede duracağını bilmediği dürtüsellik ile kendisi kadar başkasını da düşünmeyi bırakıp, duygudaşlık, empati duygularından uzak bir biçimde hareket edebiliyor. Eğitimcinin burada görevi kindar, öfkeli, nefret dolu çocuklar değil; hoşgörülülüğün ve duyarlılıklarının bilincinde haklarını da, hak aramanın yollarını da bilen çocuklar yetiştirmek olmalıdır. Çocukların son yıllarda doğadan ve doğallıktan uzak yaşantılar içinde olduklarını da söylemeden edemeyeceğim. Çevreye karşı sağlıklı tutum ve davranış kazanmaları ve kendi paylaşım alanlarını oluşturmaları gelişimleri açısından önemliyken güvenli alanların azlığı nedeniyle, çocuk en doğal hakkı olan doğayı ve kendini keşfetmekten kısıtlı ölçüde yararlanabilmektedir. Bu da çocukların hareket mekanizmalarını daha da güçlendirmekte ve okul içi sorun olarak görülmektedir. İlkokul çağından başlayarak bütün çocukların var olan enerjilerini doğru yerlerde kullanmalarıyla birlikte doğayı, doğal varlıkları ve ekosistemi tanıyıp öğrenerek bilinçli vatandaşlar olmaları toplumun ve ülkenin geleceği açısından vazgeçilmez bir unsurdur.


2020 / Sayı 2

Son olarak; çocukların ilk öğretmenleri önce onları yetiştiren anne babalarıdır. Yalnız okulların yaklaşımlarının benimsenip doğru uygulamalar yapılması yeterli değildir. Aile ile eğitimcilerin tutumları paralel ilerlemeli ki, hem çocuğun eğitiminde ilerleme hem de çocuk için ilgi ve önemin farkındalığı sağlanabilsin. Böyle bir tutum çocukların ihmal ve istismara yönelik önlem alınmasını da kolaylaştırmaktadır. Çocuk haklarının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için sizce neler yapılması gerekmektedir? Çocukların bir şey yapma duygusunu geliştirme, fail olma ve o yaptığı şeyde dolayısıyla fark yaratma, değişim ve etki sağlayabilmiş olabilme fırsatı verebilmektir. Diğer bir ifadeyle çocukların olanaklarını gerçekleştirebilmek ve genişletebilmek için gereken koşulların sağlanması gerekmektedir. Bunu yaparken çocuk paylaşmayı, dayanışmayı, ekip ve katılım duygusunu yaşamalıdır. Çocuklara her zaman önemli olduklarını, kapasiteleri doğrultusunda yapabileceklerini hissettirmeli, göstermeli ve doğru yönlendirilmelidir. Bilgiyle yaşam arasında iyi dengeler kurabilen çocuklar, öğrenme deneyimiyle daha başarılı ve sağlıklı bireyler olurlar. Haklarını iyi bilmeliler. Çünkü haklarını iyi bilen bir çocuk karşısında kim olursa olsun yanıltıcı hiçbir söze itimat etmez, haklıyı haksızdan ayırabilir. Özgür iradesi ve eleştirel düşünmeyle kendini ve haklarını savunmayı, dahası toplumu da haklarıyla etkileyebilme ve değiştirebilme yetkinliğini kazanabilir. Çocuk hakları, insanın insan olma değerini koruyan haklardır. Her çocuk özeldir ve her çocuğun yapabileceği en az bir şey vardır. Yetenekleri ve yapabilirliği doğrultusunda geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Hiçbir çocuk yapamayacağı bir şey için zorunlu tutulmamalı ve özel durumlar göz ardı edilmemelidir. Bilgi ile temellendirilmek her çocuğun hakkıdır. Eşit eğitim hakkından yararlanıp adil değerler çerçevesinde her çocuk bilgiye

kolay erişebilmeli ve eksik olduğu konularda destek verilmelidir. Hiçbir çocuk yarış atı ya da kul değildir. Çocukların da söz hakları, fikirleri ve düşünceleri vardır. Var olan potansiyellerine değer katabilmek için cesaretlendirilmelidirler. Biz eğitimcilerin, sivil toplum kuruluşlarının, gönüllülerin de katkılarıyla sorumluluk, eşitlik, adalet, özgürlük, hoşgörü, saygı, güven, doğruluk, cesaret, kendine güven, yardımseverlik, dürüstlük, sevgi ve başarı gibi değerlerin kazanımlarına yönelik çocukların aktif katılım sağlayabilecekleri daha çok alanlar yaratmak ve çalışmalar yürütmek gerekmektedir. Okullarda kullanılan yöntem ve tekniklerin çocuğa göre tartışma temelli yaklaşım baz alınarak, öğrenci merkezli aktif öğrenme stratejileriyle beraber grup çalışmalarına ağırlık verilmeli, örneğin drama, uygulamalı aktiviteler, öğrenciler tarafından yönetilen araştırma öncelikli çalışmalar ve eğitsel oyunlarla çocuklar güçlendirilmelidir. Çocukların karakter oluşumunu desteklemek için her okulda insanlığın ortak evrensel değerleri olan hikâye masal atölyeleri oluşturularak çocukların hem yazma hem de yaratıcı drama ile desteklenmesi sağlanmalıdır. Yetişkinlerin de çocuklarla beraber aynı aktivitelere zaman zaman dahil edilerek sürece katılım göstermeleri, çocukların yetişkinler tarafından kabul gördüklerinin farkına varmalarını ve özgüvenleri, duygu durumları üzerinde etki edeceğini söyleyebilirim. Hiçbir çocuğun arkada bırakılmaması prensibi çerçevesinde çalışmalarınızı yürütüyorsunuz. Suriyeli mülteci çocuklar hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konudaki yaklaşımınız ve önerileriniz nelerdir? Eşitlik ilkesine göre çocuk nereden gelmiş olursa olsun çocuktur. Hangi durumda olursa olsun bu onların çocuk olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu bağlamda her çocuk haklarıyla

var olmaya devam ettirilmelidir. Ayrımcılık, ötekileştirilme ile hiçbir çocuğun yaşam hakkı ya da hayalleri yok edilemez. Bu topraklarda yaşayan tüm çocuklar istisnasız bu coğrafyada sayılarak aynı hakları aynı kaderi beraber paylaşarak, çoğalarak, üreterek sevgiyle yaşamaları gerekmektedir. Suriyeli mülteci çocukların da sosyal ve psikolojik olarak desteklenmesi için yoğun çalışmalar yürütülerek uyum süreçlerinin en iyi biçimde pekiştirilmesi planlanmalıdır. Yaşadıkları zor koşulları takviye edecek alternatif çözümler üretilmesi, mesela problemlerinin saptanarak çözüm odaklı çalışılması, kaynaştırma programları düzenlenmesi, mesleki ve sanatsal eğitimlerle geliştirilmesi, çocuk etkinliklerine dahil edilmeleri Suriyeli çocukların kendilerini yeniden evlerindeymiş gibi etki ederek yaşamlarını kolaylaştırarak topluma daha kolay adapte olmalarını sağlayacağı, toplumun birer ferdi olarak tüm o saydığım değerlerle onları da kazanmamız gerektiği düşüncesindeyim. Son olarak çocuğa ilişkin tüm haklar, insancıl değerlere ve evrensel ilkelere bireysel ve sorumluluk bilinciyle bakmamızı sağlamalıdır ki, topluma yarar ve değer katabilen bütün çocukların mutlu dünyalarını görebilelim. Son olarak belirtmek istediğiniz bir husus var mıdır? İzmir Çocuk Çalışmaları Ağı olarak en önemli hedefimiz, yerelde çocuk çalışmaları farkındalığını arttırmak ve çocuk dostu bir kent yaratmak olarak belirledik. Bu hedefimiz bizim kurum olarak gelecek planlarımızı oluştururken, stratejik planımızı belirlerken ilke olarak aldığımız temel referans noktalarımızdır. Bizler, yerelde çocuk haklarının geliştirilmesi, kurumların çocuk politikalarının oluşturulması ve çocuk çalışmaları alanında yayınların çıkarılması bizlerin kısa ve orta vadede gelecek planları arasında yer almaktadır.

11


2020 / Sayı 2

12

Hürkuş’un hikâyesi kitap oldu Hakan Soner Şener / Ankara

T

6 Ocak 2020

Haber Yazısı

ürk havacılık tarihinin unutulmaz isimlerinden Vecihi Hürkuş’un anısını yaşatmak için Hürkuş adı verilen uçağın doğuşu, gökyüzüyle buluşması, sertifikasyon süreci, Türk mühendislerin şahitlikleri ile anlatıldı


Fotoğraf, https://tr.wikipedia.org/1

M

illi Muharip Uçak, ATAK helikopteri, ağır sınıf taarruz helikopteri, Gökbey, ANKA İHA ve HÜRKUŞ gibi önemli ilklere imza atan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ), Türkiye’nin ilk yerli eğitim uçağı Hürkuş’un 10 yıllık serüvenini kitap haline getirdi. “Hayalden Gerçeğe Türkiye’nin Yeni Nesil Eğitim Uçağı Hürkuş’un Hikâyesi” başlıklı kitapta Hürkuş’un adım adım ortaya çıkma serüveni bilinmeyen yönleriyle anlatıldı. Türk havacılık tarihinin unutulmaz isimlerinden Vecihi Hürkuş’un anısını yaşatmak için Hürkuş adı verilen uçağın doğuşu, hayat bulması, gökyüzüyle buluşması, sertifikasyon süreci, Türk mühendislerin şahitlikleri ile aktarıldı. 3.2 MILYON SAATLIK MESAI 11 bölüm 250 sayfadan oluşan kitaba göre; Hürkuş’un isim kararı, uçağın emektarları tarafından belirlendi. Ege, Vecihi, Turkuaz ve Hürkuş tercihleri arasında yapılan ankette, Hürkuş büyük bir oy aldı ve SSB’nin onayıyla tescillendi. Hürkuş’u yaş ortalaması 29 olan bir ekip 3.2 milyon saat üzeri işçilik harcayarak geliştirdi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın öğrenci pilotların eğitiminde kullanmak için istediği Hürkuş için ilk çalışmalar 2004 yılında başladı. İki yıllık araştırma sürecinin ardından 2006 yılında Savunma Sanayii Müsteşarlığı ile imzalar atıldı. Milli uçak için zorlu Avrupa Sivil Havacılık Otoritesi’nden

sertifikasyon (EASA) onayı da süreç içinde sağlandı. Verilen yoğun mesailer ve çalışmaların ardından Haziran 2012’de Hürkuş hangardan çıkarıldı. Hürkuş’un hangar çıkış törenine, Vecihi Hürkuş’un kızı Gönül Hürkuş Şarman ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı. İLK UÇUŞ İlk uçuş 29 Ağustos 2013 tarihinde Akıncı Üssü’nde yapıldı. Hürkuş’un ilk uçuşunu gerçekleştiren TUSAŞ Baş test pilotu Murat Başpala, o anları kitapta şu sözlerle anlattı: “Yıllarca diğer ülkelerin uçaklarıyla uçmanın acısını nihayet farklı bir gurura dönüştürdük. O heyecanı ilk günkü gibi hatırlıyorum. Unutulacak gibi bir şey değildi o an. O gün benim tek düşündüğüm; bu tayyare bu kadar emekle buraya kadar geldi. Herkesin gözü bu tayyarenin üzerinde. Acaba sağ salim geri getirip indirebilecek miyim? Uçacak mı değil, nasıl uçacak? Bunlardı aklımdaki ve gönlümdekiler. O gün üzerimde yer alan tulum çok kıymetli. İlk uçuştan sonra bütün mühendisler imza attılar tuluma, müzelik o.”

feet yükseklikte gerçekleştirilen bu testte çalışmama durumuna karşı alınabilen tek önlem belirli bir irtifada yer alan uçağı süzülerek piste indirmekti. 13 kez yapılan bu test sertifikasyon almak için fazla zamanı olmayan ekip tarafından daha az aralıklarla her seferinde başka bir şeyi hızlıca düzeltilerek gerçekleştirildi. Üst üste yapılan testlerin yorgunluğuyla yüksek irtifalarda motoru durduran Murat Özpala’nın patlattığı oksijen şişesinin süresi hesap edilmedi. 10 dakika olan oksijen süresi testin heyecanıyla akıllardan çıktı. Birden telemetri odasında testi takip eden Hürkuş ekibi pilot Murat Özpala’nın ‘Kendimi iyi hissetmiyorum’ dediğini duydu. Bu cümleleri duyan ekip en az Hürkuş’un pilotu kadar tuttu nefesini. Can kaybı yaşamaktan büyük bir korku duyarken merak içerisinde yeniden bir ses almak için bekledi. Bekledi… Ve beklenen ses geldi. Murat Özpala hipoksiyanın eşliğinde dönmüştü ve iyiydi. Deneyimli ve hırslı pilotumuz sayesinde can kaybı yaşanmadan Hürkuş yere indi. Bu anı yaşayan herkes hayattaki en derin nefesini verdi.”

KORKUTAN TEST Uçağın havada iki dakika durdurulduğu ve yeniden çalıştırıldığı motor durdurma testlerinde, tüm teknik ekibi korkutan bir an yaşandı. O anlar kitapta şöyle yer aldı: “Kapatılan motor nedeniyle uçak hızla aşağı düşerken, motor yeniden çalıştırılıyordu. Minumum 20 bin

HÜRKUŞ’TAN HÜRJET’E GIDEN YOLCULUK 2006 yılında ilk adımları atılan Hürkuş, 10 yıl içinde tamamlanarak, farklı konfigürasyonlara (Hürkuş-B ve silahlı Hürkuş-C) dönüştürüldü. Bununla da yetinmeyen TUSAŞ’ın mühendisleri, uçağı jete dönüştürerek HÜRJET’e imza attı.

1 Anna Zvereva from Tallinn, Estonia - TAI, TC-VCI, TAI-HURKUS-B, CC BY-SA 2.0, https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=60613592


2020 / Sayı 2

14

Çocuklar, intiharı neden düşünür, nasıl engellenir? Rabia Çetin / İstanbul

T

6 Ocak 2020

ürkiye’de intiharın, en yüksek 15-19 yaş döneminde olduğuna dikkat çeken Psikiyatrist Veysi Çeri, 13 yaşından küçük çocuklardaki intiharın, dürtüsellik ve düşünmeden, ani karar verme, üzüntü ve öfke ile ilgili olabileceğini belirtti. Çocuğun intihar eğiliminin fark edilip engellenebileceğini vurgulayan Çeri, intihara meyilli olduğundan şüphelenilen kişilere, “endişelendiğinizi ve ona yardım etmek istediğinizi söylemekten çekinmeyin” uyarısında bulundu


2020 / Sayı 2

2

019 biterken, Türkiye’de en çok konuşulan konulardan biri de toplu intiharlar oldu. Geçen yıl İstanbul’da başta olmak üzere peş peşe toplu intiharlar yaşandı. Yetişkinlerin yanı sıra çocuk intiharlarına da tanık olduk. Antalya’daki toplu intiharda babanın çocuğunun da yaşamına son vermesi ve Kocaeli’nde 9 yaşındaki sığınmacı çocuğun intiharı, çocukların nasıl böyle bir yönelime girdikleri sorusunu gündeme getirdi. Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health OrganizationWHO) verilerine göre, çocuk ve ergenlerde intihar oranları en fazla 15- 19 yaş aralığında görülüyor. Bunun nedeni ise stresle başa çıkamama… Yine WHO’ya göre; Türkiye, en fazla intihar yaşanan ülkelerin oranlar üzerinden sıralandığı listede 100. sırada yer alıyor. Ruhsal ve kişilik bozuklukları, umutsuzluk, ailede depresyon ve intihar öyküsü, ebeveyn kaybı ya da boşanma, aile sorunları, fiziksel veya cinsel istismar, sosyal desteğin azlığı, akran zorbalığı gibi nedenlerin yanı sıra “Mavi Balina” gibi bilgisayar oranları da çocuklarda intihar yönelimi nedenleri arasında yer alıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2011’de yayınladığı ve 20022011 yılları arasındaki verilere dayandırarak yayımladığı intihar istatistiklerine göre; 9-15 yaş arası çocuklarda intihar vakalarında artış yaşandığı görülüyordu. 24 Saat Gazetesi adına özellikle Kocaeli’nde 9 yaşındaki çocuğun intiharını üzerine çocuklarda intihar, yaşı ve nedenleri konusunda Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Veysi Çeri ile konuştuk. TÜRKIYE’DE INTIHARIN, EN YÜKSEK OLDUĞU YAŞ, 15-19 -9 yaşında sığınmacı çocuğun Kocaeli’nde intihar etmesini baz alırsak çocuklarda intihar böylesi erken yaşta beklenen bir durum mu? -Kişinin kendi canına kast etmesi olarak ele alınabilecek olan intiharlar, daha çok yetişkinlere has bir durum gibi düşünülse de

veriler, bunun böyle olmadığını açıkça göstermektedir. Nitekim gerek dünya gerekse de Türkiye istatistikleri intiharın, en yüksek olduğu yaş döneminin 15-19 yaş dönemi olduğunu, 10-24 yaş arası çocuk ve ergenler arasında 2., 12 yaşındakiler arasında ise 3. en sık ölüm nedeni olduğunu göstermektedir. Amerika’da yapılan araştırmalar ise 6 ila 12 yaş arasındaki her sekiz çocuktan birinde intihar düşünceleri olduğuna işaret etmektedir. Böylelikle günümüzde genç ölümlerinin ikinci en sık nedeninin intiharlar olduğu görülmektedir. Her ne kadar bugün intiharların, çocuk ve gençler için ciddi bir sorun olduğu iyi bilinse de çocuk intiharlarına dair ilk bilimsel verilerin bundan sadece 60 yıl öncesine dayandığını görmekteyiz. Bu 60 yıllık verilere baktığımızda da sorunuzun yanıtına ulaşmış oluruz. Nitekim bu araştırmalar, 15-19 yaş döneminin en riskli dönem olmakla beraber nadir de olsa 9 hatta 8 yaşındaki çocukların bile intihara sürüklenebileceğini göstermektedir. 9 yaşındaki bir çocuğun intihar etmesi mümkün olsa da çok da beklenen bir durum olmadığını belirtmek gerekecek. Bu arada 13 yaşından küçük çocuklardaki intihar girişimlerinin, dürtüsellik ve düşünmeden, ani karar verme ile ilişkili olabileceği düşünülmekte ayrıca, üzüntü ve öfke ile ilgili problemlerin de intihara sürükleyebileceği görülmektedir. 13 yaşından büyük çocuklarda ise, yoğun ve uzamış stres, özgüven problemleri, başarılı olma baskısı, ekonomik zorluklar ile belirsizlik, hayal kırıklığı ya da kayıplar ile ilişkili olabilmektedir.

WHO) verilerine göre, çocuk ve ergenlerde intihar oranları en fazla 15- 19 yaş aralığında görülüyor.

-Cinsiyete göre en çok hangi grupta görülüyor intihar? -Dünyadaki tüm yaş, ırk ve sosyoekonomik gruplar arasında intihar davranışının olduğu görülse de cinsiyetler arasındaki oranların, ülkeden ülkeye farklılık gösterdiği görülmektedir. Örneğin Amerika’da tüm yaş grupları içerisinde erkeklerin daha çok intihar ettikleri görülse de Türkiye’de de 30 yaşın altında kadınların daha çok intihar ettikleri, bu yaştan sonra ise erkeklerin daha çok intihar ettikleri görülmektedir. İNTIHAR EĞILIMI, FARK EDILEBILIR VE ENGELLENEBILIR -Çocuğun intihar eğilimi fark edilebilir mi? Ve engellenebilir, önüne geçilebilir bir durum mu? -Evet, çocuğun intihar eğilimi farkedilebilir ve böylelikle de engellenebilir. Sonuçta intihar düşünceleri, tedavi edilebilir psikiyatrik bir hastalıktır ve her hastalık gibi bunlar da kontrol altına alınıp tedavi edilebilir. Bunun için çocuğun veya gencin, hastalığının tanınması, teşhis edilmesi ve kapsamlı bir plan ile uygun şekilde tedavi edilmesi gerekir. Burada intiharla ilişkili alarm ya da erken uyarı belirtilerini tanımanın önemine dikkat çekmek istiyor, önemine binaen bu alarm belirtilerini maddeler halinde vermenin daha uygun olacağını düşünüyorum. İntihar için alarm belirtilerini şöyle sıralayabilirim: – Ölümle aşırı meşguliyet, ölümden çokça bahsetmek (Ölümle ilgili konuşma, ölüm videoları izleme, anlattığı olay ya da öykülerde yinelenen ölüm temaları, vb.), -Yoğun üzüntü, sıkıntı, umutsuzluk, karamsarlık, amaçsızlık ve içe kapanma, -Boşvermişlik, son zamanlarda sorumluluklarını almamaya başlamak, okuldan devamsızlık artışı, -Eskiye nazaran yalnızlığı daha çok yeğlemek, ailevi ve sosyal aktivitelerden kendini çekme, uyuşturucu madde kullanımı ya da kullanımı artırmak, -Son zamanlarda artan uyku problemleri, huzursuzluk,

15


2020 / Sayı 2

-Manevi değeri olan eşyalarını durduk yere vermek, -Okul performansında düşme, -Artan sinirlilik ve tahammülsüzlük. İntihar girişiminde bulunan ya da tamamlayan insanlar, genellikle söyledikleri ya da yaptıkları şeylerle, birçok uyarı işareti gösterir.

Akşam yemeklerini düzenli olarak ailecek yiyor olmanın bile intihar davranışını azaltıyor olabileceğini görmekteyiz.

16

Bir gencin gösterdiği uyarı işaretleri arttıkça, intihar etme riski de artar. Çocuğunuz ya da çevrenizdeki birisinde bu belirtileri fark ettiğinizde onun intihara meyilli olabileğini bilmek önemli. Tabiki bunlar illaki kişide intihara meyil olduğunu göstermez ancak bu belirtiler arttıkça intihar etme riskinin arttığının da bilincinde olmamız önemli. Böyle bir durumda kişiye son zamanlardaki davranış değişikliklerinin sizi endişelendirdiğini belirtip zor zamanlarımızda aklımıza, kendimize zarar verme tarzı düşüncelerin gelebileceğini ve aklına gelen böyle düşünceler varsa sizinle paylaşabileceğini söyleyerek başlayabilirsiniz. Böylelikle yukarıda belirtilen uyarı işaretlerine dikkat ederek çocuğunuzla konuşabilir, böylelikle de intiharı önleyebilirsiniz. Her ne kadar bizler biriyle intihar hakkında konuştuğumuzda aklına intihar düşüncelerini sokmuş olmaktan çekinsek de araştırmalar, bu endişelerimizin yersiz olduğunu ve intihar hakkında konuşmanın kişileri intihar hakkında düşünmeye itmediğini göstermektedir. Böylelikle çocuğunuzun veya bir tanıdığınızın intihara meyilli olduğundan şüpheleniyorsanız, endişelendiğinizi ve ona yardım

etmek istediğinizi söylemekten çekinmeyin. Bununla beraber kimi çocuk ve gençlerin ne olursa olsun bu düşüncelerini paylaşmayacaklarını akılda tutmakta fayda var. Bundan dolayı kişi öyle düşünceleri olmadığını söylese bile siz hâlâ intihar edebileceğinden şüpheleniyorsanız mutlaka yardım alın. İYI SOSYAL ETKILEŞIM, DESTEKLEYICI AILE BAĞLARI, INTIHARI AZALTIYOR -Bir çocukta intihar girişimini ne tetikleyebilir? -Araştırmalar, intihar sonucu ölenlerin yüzde 90’ında bir psikiyatrik hastalık olduğunu göstermektedir. Bu hastalıklar arasında da depresyonun en sık görülen hastalık olduğunu, bunu alkol ya da uyuşturucu madde bağımlılığı ile ülkemizde de oldukça yüksek oranlarda olduğunu düşündüğüm dürtüselliğin izlediği gözlenmektedir. Bir kayıp yaşadığımızda ya da stresli bir yaşam olayı ile karşılaştığımızda yoğun üzüntü, kaygı, öfke veya umutsuzluk hissedebilir ve bazen ölmenin daha iyi olacağı düşüncesine kapılabiliriz. Bununla beraber intihar düşüncelerinin ciddi yaşam streslerinin doğal bir sonucu olmadığını hatırlamak önemlidir. Böylelikle her ne durumda olunursa olsun akla intihar ya da ölüm düşüncelerinin geliyor oluşu, kişinin depresyondan veya başka bir psikiyatrik hastalıktan muzdarip olabileceği ya da intihara meyilli olabileceğini ve psikiyatrik tedavi aramasının gerektiğini gösterir. Bununla beraber yeni bir kayıp, stresli bir yaşam olayı, akran zorbalığı, travmatik yaşantılar ile kimi ailevi ve ekonomik problemlerin de intihar davranışını tetikleyebileceğini akılda tutmakta fayda var. Ancak intihar gibi karmaşık bir davranışı, tek bir nedene bağlama kolaycılığına kaçmamız gerektiğinin de altını çizmek isterim. Bunun yanında daha önce yapılan araştırmaların, ailede intihar etmiş bireyin olması, fiziksel ya da cinsel tacize uğramış olma öyküsü, umutsuzluk, agresiflik, dürtüsellik, sosyal destek eksikliği, sosyal

izolasyon, akran zorbalığına uğrama, içe kapanıklık, silah ya da diğer kendine zarar verme araçlarına ulaşabilirlik, kronik bir hastalığın olması, ailede bağlarının zayıf oluşu ile travmatik bir olay yaşamış olmanın intihar riskini artırdığını biliyoruz. Bunun yanında iyi sosyal etkileşim ve destek ile yakın ve destekleyici aile bağlarına sahip olmanın intiharı azalttığını da biliyoruz. İlginç bir ayrıntı vermek gerekirse sırf akşam yemeklerini düzenli olarak ailecek yiyor olmanın bile intihar davranışını azaltıyor olabileceğini görmekteyiz. Burada mültecilerle ilgili bir parantez açmak yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Bugün Türkiye’deki mültecilerle ilgili yaptığımız araştırmalar, her iki çocuktan birinde en az bir psikiyatrik hastalık olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu çocukların psikiyatrik tedavilere ulaşmasının da yetersiz olduğunu iyi biliyoruz. Bunun yanında savaş nedeniyle kayıplar yaşadıkları, aile bütünlüğünün bozulduğu, ebeveynlerinde de psikiyatrik hastalık geliştiği ve yoğun akran zorbalığına maruz kaldıkları göz önüne alındığında mülteci çocukların, ciddi bir intihar riski ile karşı karşıya oldukları gerçeği ile karşı karşıya kalmış oluruz. -Bir dönem “Mavi balina” oyunu ile çocuklarda intihar artışı yaşanmıştı. Çocukları bu tür oyunlardan korumak mümkün mü? -Doğrusu ben tek bir faktörün bir çocuğu intihara sürükleyebileceğini düşünmüyorum. Ancak zaten tedavi edilmeyen bir psikiyatrik hastalığı ya da intihar veyahut da kendine zarar verme düşünceleri olan bir çocuğun bu tür tehlikeli oyunlara daha fazla ilgi duyabileceğini ve bu tür oyunların gerek sosyal izolasyonu artırıcı gerekse de intihara özendirici doğasının da çocuğun bu tür düşüncelerini daha da güçlendirerek onu intihara sürükleyebileceğini düşünüyorum. Bu konuda çocukların internet bağlantılı cihazlarının denetiminin ebeveynlerin elinde olmasının ve ailelerin çocuklarının nelerle vakit geçirdiklerinin mutlaka


2020 / Sayı 2

farkında olması gerektiği kuralına dikkat çekmek istiyorum. Ayrıca ailelerin medya ve internet okur yazarlığının oldukça önemli olduğunu ve çocuklarının oynadıkları oyunları mutlaka araştırmaları gerektiğini de söylemem gerekecek. -İstismar, aile içi şiddet, akran zorbalığı tetikleyici bir durum mu? -İstismar, aile içi şiddet, aile bağlarının zayıf oluşu, çocuğa yönelik ebeveyn süpervizyonunun azalması ya da olmayışı, ebeveynlerdeki kronik tıbbi ya da psikiyatrik hastalıklar, akran zorbalığı ile ailevi ekonomik buhran çocukların intihara sürüklenmesinde rol alabilmektedir. Bunun yanında toplumsal problemler, belirsizlikler ile karışıklıkların da intihar davranışında artışa neden olabileceğini belirtmek gerekiyor. İNTIHAR HABERLERI, INTIHARLARI ARTIRIYOR -Ailelere, öğretmenlere nasıl bir görev düşüyor? -İntihar konusunda hepimize olduğu gibi ailelerle öğretmenlere düşen, intihar davranışının çocuk ve gençlerde de gözlenebildiğinin farkında olmak ve yukarda belirtmiş olduğum intihar risk faktörleri ile alarm belirtilerini bilerek intihara meyilli gençlerin önceden tespitini yapmaya çalışmaktır. Böylelikle intihara meyilli olduklarını düşündükleri kişilerle intihar hakkında konuşmak ve gerekirse yardım almaları için yüreklendirmek ve

eşlik etmenin oldukça değerli olduğunu söyleyebilirim. -Türkiye’de son aylarda peş peşe özellikle de toplu intiharlar yaşandı. Bu konular medyada geniş yer bulurken çocuklar bu durumdan nasıl etkilenir? Medyanın haberi veriş şekli çocukları nasıl etkiler? -Maalesef son zamanlarda gelişigüzel intihar haberlerine sıkça rastlar olduk. Oysa intihar haberlerinin intiharları artırıyor olabildiği iyi bilinmektedir. Bundan dolayı intihar haberlerini vermek büyük sorumluluk gerektirmektedir. Basın yayın emekçileri intihar haberi yapmadan önce, azami hassasiyet göstermeli ve haber yapılacaksa; yalnız gerekli bilgilerle yetinmelidir. Haberlerde yönteme değinilmemeye çalışılmalı, en basit bilgilerle ve ayrıntılara girmeden haber yapılmalıdır. Haber içerisinde, intihar davranışına yönelik keşke bunu bir arkadaşı ile paylaşsaydı ya da sorunları psikiyatrik destek ile üstünden gelinebilecekti gibi alternatifler vurgulanmalı ve intihar hiçbir zaman yüceltilmemelidir. Bunun yanında intihar asla bir çözüm yolu olarak sunulmamalı ve intihar girişimi sonrası oluşabilecek ağır bedensel sorunlara ile sakatlıklara vurgu yapılarak bu tür sonuçlar caydırıcı olarak kullanılmalıdır. Ayrıca kurbana dair özendirici bir dil kullanımından uzak durulmalı, kendisine bir ün kazandırmaktan azami ölçüde sakınılmalı ve intihar metodunun verilmemesine özen gösterilmelidir

Akşam yemeklerini düzenli olarak ailecek yiyor olmanın bile intihar davranışını azaltıyor olabileceğini görmekteyiz. Veysi Çeri kimdir? 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde doktorluk eğitimine başlayan Veysi Çeri, 6 yıllık tıp eğitimini başarı ile bitirerek 2008 yılında “Tıp Doktoru” unvanını kullanmaya hak kazanmıştır. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1 yılı aşkın süre “İç Hastalıkları” asistanlığı yapan Dr. Çeri, 2010 yılında İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi asistanlık eğitimine başlamış, 4 yıllık zorlu asistanlık eğitiminin ardından Göçün Çocuk Ruh Sağlığı ve Benlik Saygısı Üzerine Etkisi isimli tez çalışması ile 2014 yılında uzman doktor olmuştur. Sakarya ve Kütahya’da bir süre çalışan Dr. Çeri, 2016 yılından itibaren Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışmaktadır. Ulusal ve uluslararası birçok sempozyum ve kongrede sunumları olan Çeri’nin ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanmış 30’u aşkın araştırma makalesi bulunmaktadır.

17


2020 / Sayı 2

18

Kuşakların yeni medyayla ilişkisi internet haberciliğini nasıl etkiliyor? Giray Poyraz Ürey / İstanbul

T

ürkiye’de sosyal medya kullanımının artması, internet haberciliğine olan ilgiyi de azalttı. Güncel haberleri takip oranı, Y kuşağından Z’ye doğru giderek düşürüyor. Sosyal medya kullanım ölçeği çalışmasında, Y kuşağının yüzde 64,5’i, güncel haber takip ederken, Z kuşağının güncel haber takip oranı ise yüzde 21,6 oranında kaldı. Kuşakların yeni medyayla ilişkisi incelendiğinde ise internet haberciliğinin yerine sosyal medya gazeteciliğinin geçeceği öngörülüyor Araştırmalar, Türkiye’de sosyal medya kullanımının önemli ölçüde arttığını gösteriyor. Dijital Düşün Derneği, Türkiye’de sosyal

medyanın 10 yılını araştırdı ve yayınladığı raporla bazı noktalara dikkat çekti. Raporda, son 10 yılda Türkiye’de sosyal medya kullanıcı sayısının önemli ölçüde arttığı, internete bağlanan kullanıcıların yüzde 95’inin bir sosyal medya sitesi üyesi olduğu bilgisine yer verildi. Araştırmada, “İnternete bağlanan kullanıcıların yüzde 67’si ise sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor. Türkiye’de sosyal medya kullanıcıları günde ortalama 2 saat 46 dakikalarını sosyal medyada geçiriyorlar. Bu oranlar dünya geneli ile karşılaştırıldığında oldukça yüksek. Türkiye nüfustan bağımsız olarak sosyal medyayı en yoğun kullanan ilk 10 ülke

7 Ocak 2020

içinde” saptamaları da yapıldı. Türkiye’deki sosyal medya kullanımına ilişkin bu raporaraştırma verilerinden yola çıkarak 24 Saat Gazetesi olarak bir uzmanla görüştük. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Aylin Tutgun Ünal ile yeni medya ve kuşak ilişkisini konuştuk. Ayrıca, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Levent Deniz ile birlikte hazırladıkları Türkiye’nin ilk “Sosyal medya ölçeği” çalışmasını inceledik. “Sosyal medya ölçeği” çalışması İstanbul’daki üç vakıf iki devlet üniversitesinde eğitim


2020 / Sayı 2

alan, 17-45 yaş arasındaki 1034 kişiye uygulandı. Araştırma, sosyal medya çağında kuşakları anlamak amacıyla gerçekleştirilen çalışma, kuşaklar arasında ilginç farklılıklar gösterirken aynı zamanda internet haberciliğinin geleceğini de sorgulatıyor.

ise yüzde 37.1 Y ve Z kuşağında ise Facebook kullanımı daha az tercih ediliyor. Dr. Ünal, “Sosyal medya ölçeği” çalışmasından yola çıkarak, gençlerin artık fotoğraf ve video paylaşımlarının yoğun olduğu uygulamaları daha çok tercih ettiğinin altını çiziyor.

TEKNOLOJIK GELIŞMELER KUŞAKLARIN KARAKTERISTIK ÖZELLIKLERINI BELIRLIYOR Dr. Öğretim Üyesi Aylin Tutgun Ünal, kuşak farklılıklarının oluşumunda dünya genelinde olan gelişmelerin oldukça önemli olduğuna değinerek şunları anlatıyor: “Teknoloji, zaten dünya genelinde gelişiyor ve gelişirken ülkemize de yansıyor. Y Kuşağı’nın ebeveynleri de artık teknoloji kullanıyor. X Kuşağı ebeveynler, teknolojiyle alakalı biraz daha fazla dijital yaşıyor ve bu da doğal olarak Y Kuşağı’nın karakteristik özelliklerini etkiliyor. Y’nin de yetiştirdiği çocukları (Z kuşağı) etkiliyor. Yani, anne ve babanın da etkisi belirleyici oluyor. Dolayısıyla hem dünyadaki hem de coğrafi gelişmeler, aile ve çevresel faktörler, kuşakların karakteristik özelliklerini belirlemede etkili oluyor.”

HABER IÇERIKLERI GENÇ KUŞAKLARIN ILGISINI ÇEKMIYOR Doç. Dr. Deniz’in hazırladığı “Sosyal medya ölçeği” çalışmasını incelediğimizde, kuşakların sosyal medya uygulamalarında ilgilendiği içeriklerin de farklılaştığı görülüyor. Çalışmada, Baby Boomer Kuşağı, Facebook uygulamasında ilk sırada yüzde 56,7 oranında güncel haberleri takip ediyor. X Kuşağı’nın sosyal medyada ilgilendiği içeriklerin başında güncel haberler birinci sırada yer alıyor. X Kuşağı ise, yüzde 70.6 oranında Facebook ve İnstagram üzerinden güncel haberleri takip ediyor. Çalışmada, Y ve Z kuşağının, sosyal medyada daha çok videomüzik içeriklerine yönelim olduğunu da ortaya koyuyor. Güncel haberleri takip oranı, Y Kuşağı’ndan Z’ye doğru giderek azalıyor. Y Kuşağı’nın yüzde 64.5’i sosyal medyada güncel haber içerikleriyle ilgilenirken Z Kuşağı’nda ise bu oran yüzde 21.6’de kalıyor.

FOTOĞRAF VE VIDEO PAYLAŞIMLARININ YOĞUN OLDUĞU UYGULAMALAR TERCIH EDILIYOR Doç. Dr. Levent Deniz’le birlikte Dr. Ünal’ın hazırladığı Türkiye’nin ilk “Sosyal medya ölçeği” çalışması; Baby Boomer, X, Y ve Z kuşağının kullandığı uygulamaların farklılaştığını ortaya koyuyor. Çalışmaya göre, 1946-1964 yılları arasında doğan Baby Boomer Kuşağı, yüzde 41.4 oranında birinci sırada Facebook uygulamasını kullanıyor. Yani bu kuşağın Facebook kullanım oranı yarıya yaklaşmış durumda. X Kuşağı biraz daha genç kuşak olduğu için Facebook ve İnstagram kullanım oranı bu kuşakta birbirine yakın çıktı. Y Kuşağı’na baktığımızda, bu kuşak ilk sırada en çok İnstagram uygulamasını kullanırken aynı zamanda Youtube uygulamasına yönelimin de fazla olduğu gözüküyor. Çalışmada, Z Kuşağı’nın Instagram kullanımı yüzde 45.8 oranında birinci sırada yer alırken, Youtube

“BAKIP GEÇME GAZETECILIĞI: STORY JOURNALISM” Dr. Ünal, genç kuşakların çabuk sıkılma gibi bir özelliği olduğuna dikkat çekerek şu değerlendirmede bulunuyor: “Genç kuşak, çabuk tüketen ve çabuk sıkılan bir kuşak. Dolayısıyla genç kuşağa bir haberi sunmanın en iyi yöntemi, haberi hızlı bir şekilde kurgulamaktır. ‘Devamını okumak istiyorsan tıkla’ ya da ‘kaydır’ özelliği de işte buna hitap ediyor. Çünkü ne yaparsanız yapın genç kuşak çok okumayacak. Bu durum daha çok bakıp geçmek ile alakalı. İnternet gazeteciliğinde daha önce ‘göz tarama’ diye bir şey vardı. Okuyucuların okuma alışkanlıkları daha çok göz atmaydı. Şimdi bu da evirildi. Şu an ‘bakıp geçme’ dönemi başladı. Bakıp geçiyoruz, çok okumak istemiyoruz. Hatta ben buna ‘Bakıp geçme gazeteciliği’ diyorum.

Böyle terimler ortaya çıkardım. ‘Story journalism’ dediğim şey, eşittir ‘bakıp geçme gazeteciliği’ şeklinde yorumluyorum.” “DIKKAT, ILGI ÇEKMEK, GÜVEN VE TATMIN ÇOK ÖNEMLI” Özellikle en genç kuşak olan Z Kuşağı’nın okumayı sevmediğine işaret eden Dr. Ünal, gençlerin çabuk sıkılan bir kuşak olduğunu vurguluyor. Gazetecilerin artık video-görsel içeriklere daha çok ağırlık vermesinin ve uzun cümlelerden kaçınmasının öneminin altını çizen Ünal, motivasyon modelini örnek göstererek sözlerine şöyle devam ediyor: “Mesela öğretmen, sınıfta dikkati ilk birkaç dakika içinde çekemiyorsa o ders çöpe gider. Bu sebeple yeni kuşaklara yoğun içerikleri, bilgiyi, dikkat ve ilgi çeken kısa yazılarla vermek gerekiyor. Ayrıca okuyucunun güvenini kazanmak da çok önemli. Haberi sırf ilgi çekmek için aldatıcı bir içeriğe dönüştürmemek gerekiyor. Dikkat, ilgi çekmek, güven ve tatmin çok önemli. Gazetecilerin bu dört basamağı asla atlamaması gerekiyor. Bazı haber sitelerinde bunu görüyoruz. Haber başlığı çok ilgi çekiyor, ama içeriğe baktığımızda karşımıza bambaşka bir şey çıkıyor. Dolayısıyla güven kaybettiriyor.” HABER AJANSLARI DA SOSYAL MEDYA GAZETECILIĞI YAPMAYA BAŞLADI İnternet haberciliğinin yerine artık sosyal medya gazeteciliğinin geleceğini öngördüğü ve bununla ilgili bir çalışma gerçekleştirdiklerini anlatan Dr. Ünal, sosyal medya gazeteciliğinin kavramsallaşmasıyla ilgili çalışmasında sosyal medya uygulamaları bazında gazeteciliği tek tek ele aldığını ifade ederek şunları söylüyor: “Yurtdışında ‘instagram gazeteciliği’ diye, bir makale görmüştüm. Yani bazı ülkelerde instagram gazeteciliği başladı. Genç kuşakların giderek İnstagram’da veya görsel içerikleri talep ettiği daha görsel uygulamalarda bulunduğunu, bir araya geldiğini söylersek o zaman bütün mesleki alanların bu durumu göz önünde bulundurması lazım. Bunlardan biri de gazetecilik mesleği. Dolayısıyla gazetecilik

19


2020 / Sayı 2

20

mesleğinin de İnstagram ve Youtube’da var olması gerekecek. ‘Yok muydu?’ diye soracak olursanız, İnternet haberciliği diye bir şey vardı ama şimdi artık internet haberciliğinden bahsetmiyoruz. Sosyal medya ülkemizde çok yoğun olarak kullanılıyor. Hemen hemen onun başından kalkmaz hale geldik. Günde 4 saatten fazla ve hatta 7 saate kadar sosyal medya kullanıldığını araştırmalarda söyledik. Dolayısıyla Twitter Gazeteciliği, İnstagram Gazeteciliği ve hatta onun içinde ‘Hikâye Gazeteciliği- Story Journalism’ diye bir kavram ortaya attım. ‘Sosyal Medya Ölçümleme’ sitesinin birinde haber araştırmaları analiz ettim. Artık ülkemizde Anadolu, Demirören ve İhlas Haber Ajansı’nın da sosyal medyaya adapte olduğunu söyleyebiliriz. Haber ajansları da sosyal medya gazeteciliği yapmaya başladı. Bunlar daha çok instagram uygulamasının galeri bölümünde haber vermek, hikâye kısmını ise kurumsal haber sitesine yönlendirmek için kullanıyor. İnstagram hikâye bölümünde, ‘Haberin devamını görmek için yukarı kaydır’ seçeneği de sunuyor. Tüm haber ajanslarının, gazetelerin görsel içeriğe daha çok ağırlık vererek genç kuşaklara ulaşması gerekiyor. Yeni kuşağın buna ihtiyacı var.”

SOSYAL MEDYA GAZETECILIĞININ KAVRAMSALLAŞTIRILMASI GEREKIYOR Youtube’da haber yapan öğrencilerinin olduğunu söyleyen Dr. Ünal, oradan gelen tıklama ve gönderiyi beğenmeler sayesinde öğrencilerinin para kazandığını dile getiriyor. Yeni medya ve gazetecilik bölümünde, sosyal medya gazeteciliğine yönelmelerin olduğunu ifade eden Ünal, ülkemizde “sosyal medya gazetecisi” unvanıyla gazetecilik yapılması gerektiğini belirtti. Ünal, bunun için, ilk basamağında kavramsallaştırmak ve tanımlamak gerektiği ile ilgili bir girişimde bulunduğunu da söylüyor. “SOSYAL MEDYADA HERKES HIKÂYE, GÖNDERI PAYLAŞIYOR, BU GAZETECILIK DEĞIL” Sosyal medya gazetecisi olmak isteyenlerin Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü’nde okuyabileceğini bildiren Dr. Ünal, aynı zamanda “yurttaş gazeteciliğe” de işaret ederek şunları söyledi: “Her vatandaş isterse yine bu mesleği yapabilir ama bunun için öncelikle gazetecilik mesleğine uygun dinamikleri kullanması gerekiyor. Gazetecilik mesleğine uygun içerikleri sunuyorsa, evden çıkıp yolda yürürken bile sosyal

medya gazeteciliği yapabilir. Bu kişiyi de sosyal medya gazetecisi olarak tanımlayabiliriz. Aslında baktığımız zaman bu alanda yelpaze genişliyor. Yurttaş gazeteciliği, internet gazeteciliği, serbest gazetecilik kavramalarının hepsi tek bir şemsiye altında toplanmaya başladığını söyleyebilirim. Ancak bir hususa dikkat çekmem gerekiyor: Sokakta veya gündelik hayatta herhangi fotoğraf ya da video çekip sosyal medyada paylaşanlara sosyal medya gazetecisi demiyoruz. Gazetecilik mesleğinin dinamiklerini doğru kullanan, bilinçli, sorgulayan, kurgulayan kişiler bu mesleği yapabilir. Yoksa sosyal medyada herkes hikâye, gönderi paylaşıyor, bu gazetecilik değildir.” Dr. Ünal, son olarak Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü’nü tercih edecek kişilere bölümle ilgili biraz bilinçli gelmeleri tavsiyesinde bulunuyor. Aynı zamanda teknolojiye sıcak bakan ve dijital teknolojiyle iç içe olanların tercih edebileceği bölüm olduğunu ifade eden Dr. Ünal, değerlendirmelerini sosyal medyanın artık eğlence amaçlı olmaktan çıktığı, dolayısıyla sosyal medyayla ilgili tutuculuk yapılmaması gereken bir dönemde olduğumuzun altını çizerek bitiriyor.


2020 / Sayı 2

“Küresel ısınma” artık zamana karşı bir yarış Dilan Karacan / İstanbul

9 Ocak 2020

altında kalacağını bildirdi. Tekin, Türkiye’de karar verici ve sivil toplumun küresel ısınmayla ilgili farkındalığının yetersiz olduğunu da vurguladı Dünyanın iklimi hızla değişiyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0,5-0,8 °C kadar artığını gösteriyor. Dünyamız, insanoğlundan kaynaklı tehlikelerden kaynaklı ısınma, buzulların erimesi, toprak ve su kaybı, iklim değişikliği, bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da azalması gibi olumsuz gelişmelerle karşı karşıya. Bu gidişe “dur” demek için öncelikle konu hakkında farkındalık yaratılması gerekiyor. Peki,

iklim değişikliği nedir? Dünya ve Türkiye’ye etkileri nelerdir? Ne gibi çalışmalar yapılıyor? Bu amaçla 24 Saat Gazetesi için küresel iklim değişikliği hakkında uzmanların yorumlarını aldık. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for Nature-WWF) Türkiye yetkililerinden Aslı Gemici ve Avrupa Birliği (AB) Politikaları Jean Monnet (JM) Kürsü Başkanı Ali Tekin ile “Küresel İklim Değişikli” konusunu masaya yatırdık. Çok genel bir yaklaşımla, iklim değişikliği, “Nedeni ne olursa olsun iklim koşullarındaki büyük ölçekli (küresel) ve önemli yerel etkileri bulunan, uzun süreli ve yavaş gelişen değişiklikler” biçiminde tanımlanabilir. Sera gazlarının

Haber Yazısı

D

ünya Doğayı Koruma Vakfı Türkiye yetkililerinden Gemici, sera gazı emisyonlarının 2030’a kadar yarıya inmesi ve yüzyıl sonunda sıfırlanmasının zorunlu olduğuna işaret edip aksi takdirde küresel ısınmanın dünyadaki yaşam için felaket olacağının altını çiziyor. Gemici, hükümetlerin ulusal hedefler koymadığı sürece tüm girişimlerin etkisiz kaldığını belirtti. AB Politikaları JM Kürsü Başkanı Tekin ise, 2100 itibariyle küresel iklim değişiminin geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş olabileceğine dikkat çekip 2050’de dünyada 150 milyonun yaşadığı alanın su

21


2020 / Sayı 2

22

çeşitli nedenlerle atmosferdeki artışının devam etmesi, Dünya’nın gereğinden fazla ısınmasına neden olmaktadır. Nitekim 1860 yılından günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0,5-0,8 °C kadar artığını göstermektedir. Söz konusu ısınma, kutuplarda buzulların erimesi, deniz suyu seviyesinin yükselmesi, taşkınlar, kıyı kesimlerde toprak kaybı, temiz su kaynaklarının denize karışması, aşırı buharlaşma ve kuraklığa bağlı olarak yangınlar, göl ve ırmak sularının azalması, bitki ve hayvan türlerinin yok olması ya da azalması gibi birçok olumsuz gelişmeleri de meydana getirmektedir. İnsanoğlunun varoluşunun en büyük sebebi olan doğamızın, insanoğlundan kaynaklı bu gibi tehlikeli bir durum ile karşı karşıya kalması Dünya’daki herkesin omuzuna kaçınılamaz bir sorumluluk yüklüyor. Artık olumsuz sonuçlarını net bir şekilde görmeye başladığımız bu doğal krize bir dur demek için en başta konu hakkında farkındalık yaratılması gerekiyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for NatureWWF) Türkiye yetkililerinden Aslı Gemici, iklim değişikliği konusunda şu değerlendirmeyi yapıyor: “Yaşadığımız gezegeni, yaktığımız fosil yakıtlar, yok ettiğimiz ormanlar ve sürdürülemez şekilde tükettiğimiz doğal kaynaklarla geri dönüşü neredeyse imkânsız bir hale getirdik. İnsan faaliyetleri kaynaklı sera gazı emisyonları nedeniyle sanayi devriminden bu yana gezegenimizi 1°C ısıttık. IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) Özel Raporu küresel sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar yarıya inmesinin ve yüzyıl sonunda sıfırlanmasının zorunlu olduğuna işaret ediyor. Aksi takdirde küresel ısınma 1.5°C dereceyi geçecek ve bu da gezegen üzerindeki yaşam için felaket demek. Bu artık zamana karşı bir yarış. 2020 yılına ramak kala, iklim krizine karşı önemli adımlar atıldı. Fridays for Future gibi büyüyen sosyal hareketler, iklim eyleminin dışında kalmayı göze alamayacak bir özel sektör ve yerel yönetimlerin iklim eylem ve uyum

politikaları, iklim tartışmalarına katkı sağlamaya başladı. Hükümetler seviyesinde ise, İngiltere, Fransa, Norveç ve İsveç gibi ülkelerin 2050 yılına veya daha önce net sıfır emisyona ulaşmak için uygulamaya koyduğu yasal düzenlemeler, politika desteğin de ortaya çıktığını gösteriyor. Maliyet açısından baktığımızda ise güneş ve rüzgâr enerjisi bir devrilme noktasına ulaştı ve artık birçok yerde fosil yakıtlardan daha ucuz. Akü depolama ve elektrikli araçlar da dahil olmak üzere düşük emisyonlu teknolojinin düşen maliyetleri bu dönüşümü kaçınılmaz hale getirecek. Ve bu, dijitalleşme ve küresel iletişim ile birlikte önceki dönüşümlerden çok daha hızlı bir geçişe izin veriyor. Bütün bunlara rağmen hükümetler ulusal hedefler koymadığı sürece tüm girişimler etkisiz kalıyor. Karbonsuzlaşma ve fosil yakıt kullanımımın azaltılması her ülke için en öncelikle hedef olmak zorunda. Fosil yakıt sübvansiyonları derhal kaldırılmalı. Avrupa ülkeleri 2030 yılına kadar kömürden tamamen çıkmayı hedeflerken, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin hâlâ yeni enerji yatırımlarını kömür üzerine yapıyor olması bu krizi daha da derinleştiriyor. Tüm yeni kömürlü termik santrali projelerinin durdurulması ve mevcut santrallerin kademeli olarak kapatılması öncelikli olarak atılması gereken adım. Mevcut kömür madenciliği ekonomilerinin adil bir şekilde dönüştürülmesi, ormansızlaşma ve tarım alanlarının kentleşme, sanayi ve madenciliğe açılmasından kaynaklı emisyonların önüne geçilmesini sağlayacak politikaların derhal uygulamaya geçirilmesi gerekiyor. Türkiye gibi çoğu ülkenin en büyük enerji ithalat kalemi olan petrol yerine elektrifkasyon sistemleri kurularak bu politikalar desteklenmeli. Ancak bu şekilde emisyonlarımızı azaltarak iklim krizi karşısında zamana karşı yarışımızı kazanabiliriz.” AB Politikaları JM Kürsü Başkanı Ali Tekin ise iklim değişikliği sorununun aciliyetini vurgularken, durum için çözüm odaklı görüşlerini ve Türkiye’nin durumunu şu ifadelerle açıklıyor:

“Artık bu soruna hızla el atılmazsa, 2100 yılı itibariyle küresel iklim değişimi geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş olabilir. Bilim insanlarının çoğunluğunun önerdiği hedef, sera gazı salımının 2100 yılı itibariyle küresel ısınma artışının 1.5 °C derece ile sınırlanmasını mümkün kılacak düzeylere indirilmesi. Ancak daha gerçekleştirilebilir olarak genel kabul gören, 2015 Paris İklim Anlaşması’nın ortaya koyduğu hedef ise, sera gazı salım düzeylerinin 2100 itibariyle küresel ısınmayı 2 °C derece ile sınırlamayı mümkün kılacak düzeylerde tutulabilmesidir. (Paris Anlaşması’nı imzalayan ancak onaylamayan yalnızca 10 ülke kaldı ve bunlardan birisi de Türkiye.)

2100 yılı itibariyle küresel iklim değişimi geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş olabilir.

YENI IKLIM DINAMIKLERI, DÜNYAYI DAHA DA YAŞANMAZ KILABILIR Yalnızca 2 °C derecelik bir küresel ısınma senaryosunda bile, ortaya kaygı verici bir dünya çıkıyor. Buzullar ve mercan resifleri yok oluyor; yükselen su düzeyleri pek çok bölgeyi etkisi altına alıp milyonlarca insanın yaşam koşullarını tehdit ediyor; sivrisinekle geçen hastalıklar artıyor; kuraklık, yangın ve sel insanları ve yeryüzünü strese sokuyor; balıkçılık ve tarım zarar görüyor. Bilim insanlarına göre, artan sıcaklığın tetikleyebileceği, donmuş toprak parçalarının (permafrost) erimesi sonucunda halen ‘tutulu’ olan devasa miktarlardaki sera gazlarının serbest kalması gibi yeni iklim dinamikleri ise dünyayı mevcut senaryolarda öngörülenden daha


2020 / Sayı 2

da yaşanmaz kılabilir. Yakın gelecekte bile önemli etkilerin ortaya çıkması bekleniyor. Örneğin, 2030 yılına kadar yaklaşık 100 milyon insanın iklim değişikliğinin etkisiyle aşırı yoksullaşabileceği, 200 milyon kadar insanın da şiddetli iklimsel felaketler nedeniyle yerlerini değiştirmek zorunda kalabileceği tahmin ediliyor. Kuzey Amerika’da Kaliforniya eyaletindeki yangınların, Orta Batı Amerika’daki sellerin, Teksas’dan Doğu kıyılarına kadar olan bölgede yaşanan tayfunların şiddeti giderek artıyor. 2050 yılı itibariyle dünyada 150 milyonun yaşadığı alan su altında kalacak. Vietnam’ın büyük kısmı, Bangkok, Bombay, Şangay ve Cakarta gibi kentlerin büyük kısmı su altında kalacak. İKLIM DEĞIŞIKLIĞINI ÖNLEMEK IÇIN NELER YAPILABILIR? Elbette ana çözüm, atmosfere salınan sera gazı miktarını azaltmak için düşük karbonlu bir küresel ekonomiye geçilebilmesi. Bu da insanların, toplumların, devletlerin üretim, tüketim ve yatırım modellerini radikal bir dönüşüme tabi tutmalarını gerekli kılıyor. Bu kolay bir şey değil. Ancak, bireysel olarak yapabileceklerimiz var. Bazı alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz. Daha enerjietkin ürünler kullanabilir, evlerimizi daha yalıtımlı hale getirebilir, güneş paneli

kullanabilir, daha temiz ulaşım yöntemlerini tercih edebiliriz. Ülkeler ise, yeşil, sürdürülebilir bir üretim modeline yönelmek zorunda. Kamunun politika ve teşvikleriyle ‘yeşil’ mesajlar vermesi gerekir. İklim değişikliğiyle mücadele için ülkenin yatırım seçimlerinin akıllıca yapılması kritik öneme sahip. Yatırımların önceliği, fosil yakıtların kullanılmasından sürdürülebilir, yenilenebilir alternatiflere geçiş olmalıdır. Temiz enerjinin akıllı şebekelerle dağıtımının sağlanması kamunun önceliği olmalıdır. Ulaşım da benzer bir süreçten geçmek zorundadır. Elektrikli taşıtların sistem içindeki payının artması, toplu taşıma ağlarının güçlendirilmesi bu adımlardan bazılarıdır. Zor bir dönüşüm gerekiyor ancak ülkeler ne kadar erken başlarsa o kadar daha az maliyetli oluyor bu dönüşüm. Bu konuda örneğin AB ülkelerinin önemli mesafeler kat ettiğini görüyoruz. AB içinde eko-endüstriler olarak tanımlanan -yenilenebilir enerji, atık su arıtma ve geri dönüşüm gibi -sektörlerde yıllık büyüme 2000 yılından bugüne yüzde 7 gibi oldukça yüksek bir düzeyde seyrediyor. AB, bu endüstrilerde çok sayıda yeni iş olanakları yaratıyor, işgücünün yetkinliklerini arttırıyor, ArGe faaliyetlerini güçlü biçimde özendiriyor ve küresel lider olma

stratejisini başarıyla yürütüyor. TÜRKIYE’NIN BU KONUDAKI DURUMU NEDIR? POLITIKA ÖNERILERI NELERDIR? Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı imzalayan ama henüz onaylamayan 10 ülkeden birisidir. Diğerleri Angola, Eritre, İran, Irak, Kırgızistan, Lübnan, Libya, Güney Sudan ve Yemen. Türkiye’nin karbondioksit emisyon miktarı 1990 yılından 2017 yılına yüzde 140 arttı. Kişi başına düşen karbondioksit salım miktarı ise 1990 yılında 4 ton iken, 2017 yılında 6.6 tona yükseldi. Toplam salım, 1990 yılında 219.2 tondan 2017 yılında 526.3 tona çıktı. 2019 yılı itibariyle Türkiye karbondioksit salımı açısından en çok kirletenler arasında 15. sırada. Türkiye’de en fazla sera gazı salımı yapılan iki sektör enerji ve endüstridir. Dolayısıyla bu sektörlere odaklanmak gerekir. Türkiye’de karar vericilerin ve sivil toplumun küresel ısınmayla ilgili farkındalığı oldukça yetersizdir. Kamu politikalarının oluşturulmasında ilkim değişimiyle mücadele ya da etkilerine uyum sağlama anlayışı henüz gelişmemiştir. Türk siyaset arenasında, emisyon oranını kontrolsüzce arttıran aktörler, çıkarlarının farkında ve karar vericileri etkilemek için örgütlüdür. Ellerinde önemli finansal kaynakları vardır. Diğer yandan, gaz salımından kısa veya uzun

23


2020 / Sayı 2

24

vadede olumsuz etkilendiği açık olan geniş toplumsal kesimler ise, ne bu konuda farkındalık geliştirmiş ve sorunu yeterince sahiplenmiş, ne de bu konuda örgütlü bir siyasi faaliyet içine girmiştir. Ellerinde siyaset sınıfını etkilemek için kullanabilecekleri kaynaklar oldukça sınırlıdır. Çevreci örgütlerin güçleri yettiğince dile getirdikleri sorunlar genel bir toplumsal duyarlılığa nadiren yol açmaktadır. Siyaseten halkın en önemli gücü oydur. Son günlerde termik santrallerin filtre takma zorunluluğunu erteleyen yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edilip arkasından Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi, sorundan doğrudan etkilenen vatandaşların oy davranışının değişme olasılığının hissedilmesinden kaynaklandı. Ancak çevreye etkisi bu kadar doğrudan ve net olarak fark edilmeyen hallerde siyasi kararlar hemen hemen her zaman çevreyi

kirleten az sayıda ama farkındalığı ve örgütlülüğü yüksek aktörlerden yana olur. Bu gibi kolayca farkındalık ve bilinç oluşmayan konularda, halkın çıkarlarına sahip çıkması gereken özerk kamu kurumlarının önemi ortaya çıkar. WMO KÜRESEL İKLIM DURUMU RAPORU Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (World Meteorological Organization-WMO) 2018 Küresel İklim Durumu raporundan çıkan sonuç rekor düzeydeki sera gazı salınımının ‘giderek daha tehlikelileşen sıcaklık artışlarına’ sebep olması olarak belirtildi. Ayrıca 2018 yılı kayıtlara geçen en sıcak 4. yıl olarak belirtilmiştir. Bu dönemde sera gazına sıkışan enerjinin yüzde 90’ı deniz ve okyanuslara uzandı. Okyanuslar yüzeyden 700 metre derinlikte ve 2000 metre derinlikte incelendiğinde, su sıcaklığı seviyesinin rekor düzeye yükseldiği görüldü. Geçtiğimiz yıl

bir önceki yıla göre su seviyesi de küresel düzeyde artmayı sürdürdü ve 3,77 mm yükseldi. WMO’nun raporuna göre 2018’de iklim değişikliğinin başlıca etkileri şunlardı: * İklim olayları ve aşırı ısınmaya bağlı afetler 62 milyondan fazla insanı etkiledi. * Seller yaklaşık 35 milyon insanı etkiledi. * ABD’deki Florence ve Michael kasırgaları, ülkede milyarlarca dolarlık hasara neden olan 14 felaketten sadece ikisiydi. * Yılın en şiddetli fırtınası olarak kayda geçen Mangkhut Tayfunu, çoğu Filipinler’de 2,4 milyon kişiyi etkiledi ve 134 kişinin ölümüne neden oldu. * Avrupa, Japonya ve ABD’de sıcaklık dalgaları ve orman yangınları sonucu 1,600’den fazla kişi yaşamını yitirdi. * Hindistan’ın Kerala eyaletinde, son yüzyılın en kötü sel ve yağışları görüldü.”


2020 / Sayı 2

Ibrahim Selam ve Ala Dehne

Suriyeliler, “acımasızlık” ve “ön yargılı” olmaktan şikâyetçi

B

u savaş bizim savaşımız değil, büyük balıkların savaşı” diyen Suriyeli Dehne ve Selam, yaklaşık 7 yıldır Türkiye’de. Dağıldıkları ve zor şartlarda yaşadıklarını anlatan Suriyeliler, Türkiye’de kalmaktan yana… Dehne ve Selam, 2013 yılından beridir Türkiye’de yaşıyor. Ülkeleri Suriye’de her şeyini kaybeden Dehne ve Selam, ağır bedeller ödeyerek kurdukları bu yeni hayatta kendilerine yönelik “Ülkelerine dönmeliler”, “Toprakları için savaşmadılar” sözlerine karşı, önyargılı ve acımasız bulduklarını belirterek, “Bu savaş, biz Suriyelilerin savaşı değil. Sıfırdan başladım

burada. Suriye’ye dönüp, yeniden sıfırdan mı başlayayım? Buna gücümün, ruhumun, psikolojimin dayanabileceğini mi düşünüyorsunuz!” diye soruyorlar. Ibrahim Selam (30) ve Ala Dehne (32), ülkelerinde 2011 yılında başlayan iç savaştan dolayı Türkiye’ye gelmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeliden ikisi. Suriye’de savaş 9’uncu yılına girerken, bu süre zarfında binlerce insan hayatını kaybetti, ülke tahrip oldu. Suriye’deki savaş daha ne kadar sürer, nereye varır, hangi güçler kazanır bilinmez ama gerçek olan tek şey var ki oda; İbrahim ve Ala gibi binlerce insanın yaşamlarını, düzenlerini, kök salıp boy verdiği topraklarından çıkmak zorunda kalması… Ve bu

9 Ocak 2020

zorunlu terk ediş Suriyelilerin yaşamlarını yitirmesine, istismar edilmelerine, her yerde, sığınmak zorunda kaldıkları her ülkede nefret söylemine maruz kalmalarına, şiddete uğramalarına, dilencilik yapmalarına sebebiyet veren bir olay. “800 TL’YE ÇALIŞTIM” İbrahim Selam, Suriye’nin başkenti Şam’da yaşıyormuş. Şam’da iş, ev ve araba sahibi olduğunu belirten Selam, o dönemi kastederek “Elhamdülillah her şeyimiz vardı” diyor. Beşar Esed yönetimine karşı başlayan barışçıl protestoların silahlı çatışmaya dönüşmesinden sonra 2013 yılında arkasında ailesini bırakarak Türkiye’ye geldiğini söylüyor

Haber Yazısı

Yağmur Kaya / İstanbul

25


2020 / Sayı 2

26

Selam. Tabii bu geliş öyle kolay olmuyor Selam için. “‘Bize ülkeleri için savaşmadılar’ diyorlar. Bu savaş bizim savaşımız değil” diyen Selam, toprağını terk etmek zorunda kaldığı süre zarfında yakalanır korkusuyla “Defalarca öldüm, dirildim” diye anlatıyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “Esed’in askeri, muhalifler ya da diğer güçler tarafından götürülebilirdim. Rejim zorla askere götürüyordu. Diğer güçler ise kendileriyle savaşmam için beni kaçırabilirlerdi. O yüzden diyorum; bu savaş biz Suriyelilerin savaşı değil diye.” İlk olarak Aksaray’a gittiğini, orada kapı kapı dolaşıp iş aradığını söylüyor Selam. Çeviri yoluyla iletişime geçmeye çalışmış Aksaray esnafıyla. Matbaada grafiker olarak ise başlayan Selam, bir buçuk yıl 800 TL’ye çalışmış. Üç yıl çalıştığı bu iş yerinde, üç yılın sonun da en fazla aldığı ücret bin 300 lira olmuş Selam’ın. İş sahibinden her fırsatta Suriye’de olan ailesini getirebilmesi için yardımcı olmasını talep etmiş fakat patronu, “Durumumuz yok, bir daha ki ay bakarız” diyerek ertelemiş. Patronun aylık kazancının 50 bin TL olduğunu ifade eden Selam ve şunları söylüyor: “Allah kazancını artırsın. Türkiye’de verilen asgari maaşın çok altında veriyordu bana. Tüm Suriyelilerin yaşadıkları haksızlıkları ben de yaşadım. İngilizce ve Arapça bildiğim için iş yerini ben çekip çeviriyordum. Her şeyi ben yapıyordum. Bu para ile ailemi geçindiremeyeceğimi anladığım an işten ayrıldım. Bir süre sonra patronumun iflas ettiği haberini aldım. Daha iyi koşullarda iş bulunca ailemi getirebildim. Türkiye zor ve pahalı bir ülke. Eskiden Türkiye’den İstanbul’dan bahsederken ya da televizyonda görünce hayran kalırdık. Bu koşullar altında buraya geleceğimizi ve Türkiye’de bu koşullarda yaşayacağımı tahmin etmezdim. Rüyamda görsem inanmazdım. Kimse evini, bahçesini kaybetmek istemez. Sevdiklerimiz, dostlarımız hepsi bir yere gitti, dağıldı ya da yaşamını yitirdi. Kimse bize ‘Neden buradasınız?’ diye sormasın. Tepki göstermesin. Bu bizim savaşımız değil çünkü.”

“NELER YAŞADIĞIMIZI BIR BIZ BILIRIZ BIR DE ALLAH” “Suriye’ye gitmeyi düşünüyor musunuz?” diye soruyorum Selam’a. Cevabını vermeden önce acı bir tebessüm ediyor ve “Nereye gidelim! Kime gidelim! Yıkılan, harabeye dönen ülkeye nasıl gidelim? Yedi yıldır buradayım. Sıfırdan başladım burada. Suriye’ye dönüp, yeniden sıfırdan mı başlayayım? Buna gücümün, ruhumun, psikolojimin dayanabileceğini, tüm bu yaşananlardan sonra, açlık, sefaletten sonra sıfırdan başlayabileceğimi mi düşünüyorsunuz? O yüzden kimse bize gidin demesin… Çünkü neler yaşadığımızı bir biz biliriz bir de Allah bilir” diye devam ediyor sözlerine. Türkiye’de sağlık, eğitim, gıda gibi hiçbir hizmet alamadığını belirten Selam, nedeninin ise “Kısmet, şans” olarak görüyor. Kendisine kıyasla ekonomik durumu bir hayli iyi olan bir tanıdığına gıda yardımında bulunulduğunu, aynı durumdan yararlanabilmek için defalarca başvuruda bulunduğunu ama bir türlü sonuca ulaşamadığını aktarıyor. Yine de şükretmekten vazgeçmeyerek “Elhamdülillah çalışır kazanırım. Yeter ki hakkım olanı versinler” diyor Selam. “EMPATI KURSUNLAR BIZIMLE” “Türkiye’de ilk dikkatini çeken şey ne oldu?” diye sorduğumda Selam ve Dehne gülmeye başladılar. Selam’ın cevabı ise: “Kimse İngilizce bilmiyor” demek oldu. Dehne ise Şam’da, tatlıcılık yaparak hayatını kazandığını dile getiriyor. Türkiye’de de aynı işi yapan Dehne, yakın zaman da kendi dükkânını açacağını belirtiyor. Selam, Dehne ile iletişim kurabilmemiz için tercümanlık yapıyor. İngilizcesi çok çok iyi diyor Selam, Dehne’yi işaret ederek. 2011’den bu yana tüm duygularını “Dağıldık” kelimesiyle özetliyor Ala Dehne. Toprağı, evi, işi, ağacı, suyu tadında, şükrederek, daha kaygısız, yüreği daha ferah- savaşsız yılları kastederek- yaşadığını söylüyor ve ekliyor: “Burada yeni bir hayat kurdum. Evimiz yok, bağımız yok, işimiz yok. Nereye gitmemizi istiyorlar. Kim ister

ülkesinde savaş olsun. Biz de istemedik. Suriye’de petrol için savaş çıkardılar. Halkın ne yaşadığı gerçekten kimsenin umurunda değildi. Esed’in ettiği zulmü halk kabul etmedi. Bir verip 10 alıyordu Esed. Ben Dera’da yaşıyordum. Esed zulmünün en yoğun olduğu şehir. Şehir içinde rejim Esed askerleri, şehrin çevresinde çıkarcılar. İş yerimiz bombalandı. Şehirden kaçmasaydık ya Esed askeri tarafından ya da diğer gruplar tarafından öldürülmüş olacaktık. Sadece ben değil, ailem ölmüş olacaktı. Biz kimle savaşalım. Niye savaşalım. Bu savaş bizim savaşımız değil, büyük balıkların savaşı.” Nişanlı olan Dehne, yakın zaman da düğününün olacağını belirtiyor. Sevgilisinin Suriye’de olduğunu ifade eden Dehne, altı yıl önce geldiği Türkiye’de yeni bir tohum ekmek ve filizlenen o tohumla yeşerip, boy vermek, yeni bir yasam inşa etmek istediğini vurguluyor. Yakın zaman da düğünü olacağını söyleyen Dehne, tıpkı Selam gibi yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen yeni bir hayata başladığını ve kurduğu bu yeni hayatın ağır bedeller ödeyerek gerçekleştiğini ifade ediyor. Dehne ve Selam’ın talebi ise, insanların empati kurmalarını yani kişinin kendini karşıdaki insanın yerine koymasını. “O zaman bizleri anlamış olurlar” açıklaması yapıyorlar.

Kimse evini, bahçesini kaybetmek istemez. Sevdiklerimiz, dostlarımız hepsi bir yere gitti, dağıldı ya da yaşamını yitirdi. Kimse bize ‘Neden buradasınız?’ diye sormasın. Tepki göstermesin. Bu bizim savaşımız değil çünkü.”


2020 / Sayı 2

Vatandaş, yurt dışından online alışverişe mesafeli Beyza Doğuç / Ankara

27

9 Ocak 2020

Vatandaş, yurt dışından online alışverişe mesafeli 9 Ocak 2020

Haber Yazısı

Beyza Doğuç / Ankara


2

019 Haziran’ına yurt dışı alışverişlerinde 22 Euro’yu aşmayan ürünlere tanınan vergi muafiyeti, kaldırıldı. Yüzde 1820 oranlarında değişen gümrük vergileri, vatandaşın e-ticarete mesafeli yaklaşmasına neden oldu İnternet üzerinden yapılan alışveriş, günümüzde geleneksel alışverişin önüne geçerek tüketimdeki zaman mekân algısını kaldırdı. İstenilen ürüne ulaşmak tek tık ile sağlanabildiği için tüketiciler sadece yurt içinden değil, yurt dışından da aynı hızla alışveriş yapabiliyor. Özellikle fiyatların uygunluğu ve ürün çeşitliliği nedeniyle yurtdışı kaynaklı siteler birçok vatandaş tarafından tercih ediliyor. 2019 yılı itibariyle yurt dışı alışverişlerindeki vergi muafiyetinin kalkması ise tüketicilerde hoşnutsuzluğa yok açtı. Vergilendirme sebebiyle ürünler için ek ücret ödemek zorunda kalan pek çok vatandaş, yurt dışından online alışverişe karşı mesafe aldı.

28

Türkiye’de bu yıla kadar 22 Euro’yu aşmayan ürünlere olan vergi muafiyeti tanınıyordu. Ancak Haziran 2019’da 1111 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile vergi muafiyeti kaldırıldı. Yeni vergilendirme sisteminin yarattığı

2020 / Sayı 2

kafa karışıklığı ve sonucunda ödenecek tutarın artması, tüketicilerin Alibaba ve Amazon gibi uluslararası gönderim yapan şirketlere karşı daha çekingen yaklaşmasına neden oldu. Daha önce 75 Euro’yu aşmayan ürünlere tanınan vergi muafiyeti önce yüzde 30’a sonra 2018 ile birlikte yüzde 22’ye indirilmişti. 2019 Haziran ile birlikte Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden satın alınan ürünlere yüzde 18, diğer ülkelerden satın alınan ürünlere ise yüzde 20 vergi uygulaması getirildi. Sipariş edilen ürünlerin 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’nda ekli 4 sayılı listedeki ürünlerden olması durumunda ise ek yüzde 20 vergi uygulaması başlatıldı. VERGI KAYBININ ÖNÜNE GEÇILMESI AMAÇLANIYOR Maliye Bakanı Berat Albayrak, “Bireysel İthalat” olarak ifade edilen online yurt dışı alışveriş sisteminin hem perakende sektörünü tehdit ettiğini hem de vergi kaybı ve cari açık olarak ekonomiyi etkilediğini belirtmişti. Açıklamanın ardından vergi muafiyeti haziran ayında kaldırıldı. İstanbul Gümrük Müşavirleri Derneği Genel Sekreteri Sezen, konuyla ilgili açıklamasında

vergi muafiyetinin kaldırılmasına gerekçesinin “vergi kaybının önüne geçebilmek” ve “Türkiye’ye giriş yapan ithal ürünlerin bir kısmının ülke ve tüketiciler için çeşitli güvenlik riskleri içermesi” olduğunu belirtti. Habertürk’ten Necdet Çalışkan’ın haberinden hareketle, sipariş edilen ürünün fiyatına göre vatandaşın ödeyeceği ücretler günümüz kurları ile tablodaki gibi: Aliexpress sitesinden 1 dolarlık kalem sipariş ettiğini belirten M.S. kapıda 100 lira vergi ödemek durumunda kaldığını belirtti. Yine Aliexpress’ten alışveriş yapan E.A. 10 dolara aldığı ayakkabıya 43 lira vergi ödediğini, erkek arkadaşının ise 10 dolara aldığı SSD ram için 30 lira vergi ödedini söyledi. K.S. Amazon’dan yaptığı alışverişte 2 dolar olan ürüne 11 lira vergi eklendiğini iletirken, C.E. 4 dolara aldığı ürüne 15 lira vergi ödediğini söyledi. TÜKETICILER, VERGI ÖDEMEK ISTEMIYOR E-ticaret sitelerinden yaptıkları ürünlere vergi ödemekten şikâyetçi vatandaşlar, vergi ödemekten kaçınmak için üretici firmayla iletişime geçip ürünü hediye olarak göndermelerini veya fiyatı düşük göstermelerini rica ettiklerini belirtti.


2020 / Sayı 2

TGS Avukatı Ülkü Şahin

Şahin: Gazeteciler, 2019’da yine sanık kürsüsünde, gözaltında ve cezaevindeydi

1

50’den fazla basın özgürlüğü davası olduğunu aktaran TGS Avukatlarından Ülkü Şahin, Aralık 2019 itibarıyla 108 gazetecinin cezaevinde olduğunu, yerelde yirmi kadar gazeteci saldırıya uğradığını bildirdi. Basın özgürlüğü davalarını takip edip raporladıklarını belirten Şahin, 2019 yılının gazeteciler açısından önceki yıllar gibi sanık kürsüsünde ve cezaevlerinde geçtiğine dikkat çekip “2020’nin böyle geçmemesini ümit etmekle

birlikte duruşma takviminin şimdiden Mart’a kadar dolu olduğunu görüyoruz” dedi Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Avukatı Ülkü Şahin, gazetecilere verilen hukuki destekler, ifade özgürlüğü ve basın davalarını 24 Saat Gazetesi’ne anlattı. Sendika olarak ayrım gözetmeksizin tüm gazetecilere hukuki destek verdiklerini belirten Av. Şahin, 2019’daki basın davalarının; terör örgütü üyeliği, terör örgütü propagandası, hakaret,

10 Ocak 2020

cumhurbaşkanına hakaret, TCK 301, terörle mücadelede görev almış kamu görevlisini hedef gösterme, soruşturmanın gizliliğini ihlal, maddi ve manevi tazminat ve tekzip davalarından oluştuğunu bildirdi. Ankara Üniversitesi (AÜ) Hukuk Fakültesi mezunu olan Av. Şahin, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde İnsan Hakları Hukuku’nda yüksek lisans yapıyor. Kamu hukukuna ilgisi nedeniyle eğitim ve meslek hayatı kamu hukuku ve insan hakları

Haber Yazısı

Yusuf Özgür Bülbül / İstanbul

29


2020 / Sayı 2

ağırlıklı geçen Av. Şahin, daha çok ceza, anayasa, idare, basın, çevre ve iş hukuku alanlarındaki davalarla ilgileniyor. Av. Şahin, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda Av. Beste Dönmez Gedek ile birlikte “üstat” olarak niteledikleri Av. Meliha Selvi koordinesinde çalıştıklarını hatırlattı. Sendika avukatları olarak, gazetecilere verilen hukuki destekte sendikal üyelik şartı aranmadığını belirten Şahin, “TGS avukatları olarak üyemiz olsun olmasın tüm basın emekçilerine hukuki destek sağlıyoruz” dedi. Av. Şahin, tüm Türkiye’deki gazetecilere yerel, ulusal medya ya da serbest çalışıyor olması fark etmeksizin hukuki destek verdiklerini, bu desteğin danışmanlık olabildiği gibi davada vekil olarak temsili de kapsadığını belirtti.

30

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DAVALARINI TAKIP EDIYOR VE RAPORLUYORUZ” TGS Avukatlarının görev tanımlarına değinen Av. Şahin, bu konuda şunları dile getirdi: “İş hukuku alanında hukuki danışmanlığın yanı sıra arabuluculuk ve dava sürecinde vekâleten temsil ediyoruz. Toplu İş Hukuku alanında sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme süreçlerine katılıyoruz. Ceza hukuku alanında soruşturma aşamasında (gözaltı, ifade süreci gibi) avukat olarak katılıyor, dava aşamasında ise savunmasına destek oluyor, avukatı olarak müdafilik görevini üstleniyoruz. Cezaevindeki gazetecileri ziyaret ediyoruz. Basın özgürlüğü davalarını takip ediyor ve raporluyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurularına destek oluyoruz. Kişi bize şube ve temsilciliklerimiz vasıtası ile ulaşabildiği gibi, biz de yaşadığı sorundan haberdar olduğumuzda kendisi ile iletişime geçiyoruz.” “108 GAZETECI CEZAEVINDE, DURUŞMA TAKVIMI MART’A KADAR DOLU GÖRÜNÜYOR” Basın davaları açısından 2019 yılını değerlendiren Av. Şahin, Aralık ayı itibariyle 108 gazetecinin cezaevinde olduğu

ve gazetecilerle ilgili çok sayıda soruşturmanın yürütüldüğü anlatıp şunları söyledi: “Bu yıl da, önceki yıllarda olduğu gibi ne yazık ki gazeteciler duruşmada, sanık kürsüsünde ya davalı, ya emniyette gözaltında veya cezaevinde tutuklu ya da uğradığı saldırı nedeniyle hastanedeydi. 2020’nin böyle geçmemesini ümit etmekle birlikte duruşma takviminin şimdiden Mart’a kadar dolu olduğunu görüyoruz.” YERELDE 20 GAZETECI SALDIRIYA UĞRADI 2019’da topladıkları verilere göre, devam eden 150’den fazla basın özgürlüğü davası olduğunu aktaran Şahin, konuya ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Bu davaları, başta terör örgütü üyeliği ve terör örgütü propagandası olmak üzere hakaret, cumhurbaşkanına hakaret, TCK 301, terörle mücadelede görev almış kamu görevlisini hedef gösterme, soruşturmanın gizliliğini ihlal, maddi ve manevi tazminat ve tekzip davaları oluşturuyor. Onlarca soruşturma da hali hazırda sürüyor. Yüze yakın gazeteci gözaltına alındı. Aralık 2019 itibarıyla 108 gazeteci cezaevinde. Özellikle yerelde yirmi kadar gazeteci saldırıya uğradı. Bu sene, hükümle tahliye edilen gazeteciler oldu ancak artık bir yargı pratiği haline gelen savcılık itirazı ile bir kısmı ne yazık ki yeniden

Yüze yakın gazeteci gözaltına alındı. Aralık 2019 itibarıyla 108 gazeteci cezaevinde. Özellikle yerelde yirmi kadar gazeteci saldırıya uğradı.

tutuklandı. 2019’da, özellikle Türkiye yakın tarihinde yaşanan kritik olaylara ilişkin erişim engelleme kararlarının, ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğine; gazetecilerin uzun tutukluluğu ile ilgili özgürlük, güvenlik hakları ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine; sürekli dava açılarak gazetecilerin ceza tehdidi altında bırakılarak ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden önemli kararlar çıktı. Ancak yerel mahkemeler, yüksek yargı kararlarını uygulamamak, hatta tanımamak şeklinde bir tutum sergilediler.” “YÜKSEK YARGI IÇTIHATLARI, MAHKEMELER IÇIN BAĞLAYICIDIR” Yargı reformu paketine ilişkin açıklamalarda bulunan Av. Şahin, açıklamalarına şöyle devam etti: “Bu yılın önemli gelişmesi, yargı reformuydu demek ne kadar mümkün emin değilim. 2019 Ekim ayı sonunda çıkan yargı paketi ile beraber başta Cumhuriyet Davası’ndan cezaevinde olan bir kısım gazetecinin cezasının infazı durduruldu ve tahliye oldular. Ancak bu reformun süren davalardaki yansımasını gördüğümüzü söylemek mümkün değil. Şunu not etmekte fayda var, bu paketin yaptığı değişiklikler olmasaydı bile uygulayıcılar AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarını uygulamak ve amaca uygun yorum ile de aynı sonuca varabilir, bu davalar hiç açılmayabilirdi. Demek istediğim, Terörle Mücadele Kanunu 7. Maddesi’ne ‘Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.’ demek bir şey yapıldığı anlamına gelmiyor kesinlikle. Bu ekleme yapılmasaydı da haber ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç değildir. Bu konudaki kanuni düzenlemeler ve yüksek yargı içtihatları mahkemeler için bağlayıcıdır. Önemli olan bunları uygulayabilmek. Diğer bir ifadeyle bu kesinlikle bir reform değildir.”


2020 / Sayı 2

SIYASETÇILERE YÖNELIK IFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDE GENIŞ BIR ÖZGÜRLÜK ALANI SAĞLANIYOR İfade özgürlüğü ile ilgili görüşlerini de paylaşan Av. Şahin, konunun bir tez konusu kadar geniş olduğunun altını çizdi ve ekledi: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik hale gelen Handyside içtihadına göre, ifade özgürlüğü, sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve düşünceler için değil, aynı zamanda devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Çünkü demokratik çoğulcu toplumda olmak bu ifadelere hoşgörüyü gerektirir. Ancak tabi ki ifadenin şiddeti teşvik etmemesi, nefret söylemi ve ırkçılık boyutuna varmamış olması gerekir. Eleştiri hakkı bunun en önemli veçhesidir diyebiliriz özellikle de gazeteciler yönünden. Avrupa Mahkemesi çok katı bir denetim yapıyor, halkın haber alma hakkının önemi nedeniyle geniş bir özgürlük alanı sağlıyor gazetecilere. Özellikle karşı tarafın siyasetçi olması halinde, bu pozisyona aday olmaları, göz önünde olmayı bizzat seçmiş olmaları, eleştirilere cevap verebilecek bir pozisyonda olmaları nedeniyle siyasetçilere yönelik ifade özgürlüğünde geniş bir özgürlük alanı sağlanmıştır.” “REKABETÇI DEĞIL DAYANIŞMACI BIR ANLAYIŞ” Basın davalarının çok çeşitli ve hepsinde uygulanan kriterin ayrı olduğuna vurgulayan Av. Şahin sözlerini şöyle tamamladı: “İşyerinden adliyeye dayanışmanın örülmesi, Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğünün gelişmesi için en önemli konu. Rekabetçi değil dayanışmacı bir anlayışın, birinci olmanın değil yan yana örgütlü bir şekilde yürüyebilmenin ve meslek etiğini izlemenin her noktada önem taşıdığını düşünüyorum. Dayanışma, aynı zamanda basın ifade özgürlüğü alanında çalışan kurumlar arasında da son derece hayati. Tüm basın emekçilerinin yeni yılı kutlu olsun. Yeni yılda da, 67 yıldır olduğu gibi Türkiye Gazeteciler Sendikası avukatları olarak basın emekçileri için çalışmaya devam edeceğiz.”

31


2020 / Sayı 2

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

32

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.