9. Köy 2020 - 2. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 2

1


2020 / Sayı 2

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Umut Irmaksever Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 2

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 2

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 2

İçindekiler

Esnafın kurtuluşu ahilik kültüründe

6

Gazeteciler, gazetecilik için kendi alternatiflerini yaratıyor

8

Hatay “Enleri ve İlkleriyle” turizmde iddialı

10

Hakkâri’de İŞKUR’un dokunduğu hayatlar

17

Ankara’ya gelip unutulmayan yabancı: Polonyalı Caz Sanatçısı Janusz Szproat

19

Eğitimciler ile yapılan anket sonuçları açıklandı: Ekonomik yetersizlik mesleği bıraktırma noktasına getirdi 22 Basın örgütlerinin 2020 hedefi: Daha fazla örgütlülük ve özgürlük

25

Kadınlar: “Çocuk istismarının affı olmaz”

27

“Çocuk işçiliği” sorunu, çözülmeyi bekliyor

29

Haklarını öğrenen mülteci kadınlar daha güçlü

31

5


2020 / Sayı 2

6

Esnafın kurtuluşu ahilik kültüründe Filiz Özdemir / Nazilli

Haber Yazısı

K

üçük esnafın sorunlarına çare bulmak amacıyla kurulan Nazilli Esnafları Güç Birliği Derneği, Ahilik kültürünü yeniden canlandırmaya çalışıyor. Yerel yönetimle dirsek teması içinde olduklarını belirten Dernek Başkanı Tuğra, Nazilli esnafı olarak birlikte hareket edebilmeyi, birbirine güvenebilmeyi öğrendiklerini vurguladı Zincir marketler ve internet satışlarının yaygınlaşması karşısında zor duruma düşüne küçük esnafın sorunlarına çare bulmak amacıyla kurulan Nazilli

Esnafları Güç Birliği Derneği Anadolu topraklarında yüzyıllar öncesinden gelen ancak değişen koşullarla birlikte önemini yitiren Ahilik kültürünü yeniden canlandırmak için çalışmalar yapıyor. Derneğin Başkanı Meltem Tuğral, yönetim kurulu üyeleri ile birlikte Selçuklu Devleti döneminde başlayan Ahilik sisteminin günümüze uyarlanmış biçimini hayata geçirmek için planlı bir şekilde çalışmalarını sürdürüyor. Başkan Tuğral ile derneğin kuruluş süreci, devam eden çalışmaları ve gelecek vizyonu üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.

10 Ocak 2020

NAZİLLİ’DE AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ YENİDEN CANLANDIRMA FİKRİ NASIL OLUŞTU? Turistik bir ziyaret için gittiğim Güneydoğu illerinde gördüğüm bir durum dikkatimi çekti. Dükkânlar, daracık sokaklarda karşı karşıya duruyorlar. Bir ürün alacağımız zaman dükkân sahibi kendisinden bir miktar alışveriş yapıldıktan sonra müşteriyi komşusu olan başka bir esnafa yönlendirdi. Bu durum beni hem şaşırttı hem de hayranlık uyandırdı. Bizim buralarda ise maalesef esnaf bırakın başka bir dükkâna


2020 / Sayı 2

müşteri göndermeyi rekabet kültürü nedeniyle rakiplerine çamur atmaya kadar işi götürdüklerini görüyoruz. Ben bu durumun değişmesini istedim ve böyle bir oluşum meydan getirmeye karar verdim. AHİLİK SİSTEMİ YÜZYILLAR ÖNCESİNDE KALDI. GÜNÜMÜZÜN KOŞULLARINDA BU SİSTEMİ YENİDEN UYGULAYABİLECEĞİNİZE İNANIYOR MUSUNUZ? Ahilik sistemi, çok sert kuralları olan bir sistem. Biz bu sistemi olduğu gibi uygulamayı amaçlamıyoruz. Asıl hedefimiz, Ahilik kültürünün özünü oluşturan dürüstlük, güleryüz, yardımlaşma ve sattığınız ürünün arkasında durabilmek gibi özellikleri öne çıkarmak istiyoruz. DERNEĞİNİZİN KURULUŞ AŞAMASINI ANLATIR MISINIZ? Biz yaklaşık iki yıl önce Facebook grubu olarak işe başladık. Esnafımıza ziyaretler gerçekleştirerek amaçlarımızı anlattık ve günden güne büyüdük. Facebook grubumuzda esnaflarımızın tanıtım ve reklamlarını yaptık. Ziyaretlerimizi sırasında esnafın pek çok sorunu olduğunu gördük ve bu sorunları resmi bir çatı altına daha sağlıklı biçimde çözebileceğimize inanarak dernekleşme kararı aldık. Şu an 7 kişilik yönetim kurulumuz ve 55 üyemizle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. BÜROKRASİ VE YEREL YÖNETİMİN DERNEĞİNİZE YAKLAŞIMI NASIL OLDU? Dernekleşme aşamasında gerek Nazilli Kaymakamı Sedat Sırrı Arısoy gerekse Belediye Başkanı Kürşat Engin Özcan’la görüşmelerimiz oldu. Derneğimizin amacını ve hedeflerini anlattığımızda bize destek verdiklerini gördük. Esnafımızın sorunlarına çözüm üretme noktasında yerel yönetimlerimizle dirsek teması içindeyiz.

AMAÇLARINIZ DOĞRULTUSUNDA BUGÜNE KADAR NE GİBİ ÇALIŞMALAR YAPTINIZ? İlk olarak Ahilik sisteminin çıkış yeri olan Kırşehir’e, İl Ticaret Müdürlüğü’nün davetlisi olarak Ahilik Haftası etkinliklerine katıldık. Ayrıca Babadağ Belediyesi tarafından düzenlenen Babafest’e katıldık. Kırşehir ve Babadağ’da açtığımız stantlarda yöresel ürünlerimizi tanıttık. İncir kremi, zeytinyağı kolonyası gibi orijinal yöresel ürünlerimizin tanıtımını yaptık ve esnafımız için iş bağlantıları kurduk. En çok ilgi gören etkinliğimiz ise siftah parası dağıtmak oldu. Nazilli’de faaliyet gösteren 400 esnafın dükkânına henüz açılmadan kapılarının altıdan sembolik olarak 1 liralık siftah parası dağıttık. Dükkânını açtığında zarfın içinde siftah parasıyla karşılaşan esnafımız gerçekten çok duygulandı ve güzel geri dönüşler aldık. ÜYELİK KOŞULLARINIZ NELER? İSTEYEN HER ESNAF DERNEĞİNİZE ÜYE OLABİLİYOR MU? Derneğimize üye olmak isteyen esnafın, mutlaka resmi kayıtlı olarak çalışması gerek. Vergi levhası ve oda kaydı olmazsa olmaz koşulumuz. Ancak bunlar tek başına yeterli değil. Derneğimizin düsturlarına da uyum sağlaması gerekiyor. Yani dürüstlük ve yardımlaşmaya açık olmak gibi koşullarımız da var. FACEBOOK GRUBU OLARAK BAŞLAYIP DERNEK HALİNE GELDİĞİNİZ BUGÜNE KADAR ÇALIŞMALARINIZDAN NE GİBİ KAZANIMLAR ELDE ETTİNİZ? En başta Nazilli esnafları olarak birlikte hareket edebilmeyi, birbirimize güvenebilmeyi öğrendik. Ziyaretlerimiz sırasında bu oluşuma şüpheyle yaklaşanlar oluyordu şimdi ise üyelik taleplerine yetişemiyoruz diyebilirim. Önemli noktalarda biri de şu: Her esnaf aynı zamanda başka

bir esnafın müşterisi. Kendi içimizde yardımlaşma kültürünü oluşturmaya başladık. Gittiğimiz festivaller ve etkinliklerde kurduğumuz iş bağlantıları da esnafımıza katkı sağladı. BUNDAN SONRAKİ SÜREÇTE NE GİBİ ÇALIŞMALAR YAPMAYI PLANLIYORSUNUZ? Esnafımızın en büyük sıkıntısı tanıtım ve reklam. Kuracağımız web sitesinde üyelerimizin reklamlarını en iyi şekilde yapmayı amaçlıyoruz. Nazilli’de küçük esnaf zincir marketlerden ve internet satışlarından da olumsuz etkileniyor. Bunun için en çok ihtiyaç duyulan ürünlerin toplu ve daha uygun fiyatlarda alımını yapıp esnafımızın kar oranını artırmak gibi bir projemiz de var. Ayrıca üyelerimizin kendilerini geliştirmelerini sağlayacak öfke kontrolü, pazarlama gibi konularda eğitimler düzenleyeceğiz. İleriki süreçte yalnızca ilçemizde değil “psikolojik Nazilli” olarak tabir edilen Buharkent, Karacasu, Sultanhisar, Kuyucak ve Bozdoğan ilçelerini de içine alan bölgede yayılmak istiyoruz.

Nazilli’de faaliyet gösteren 400 esnafın dükkânına henüz açılmadan kapılarının altıdan sembolik olarak 1 liralık siftah parası dağıttık. Dükkânını açtığında zarfın içinde siftah parasıyla karşılaşan esnafımız gerçekten çok duygulandı ve güzel geri dönüşler aldık.

7


2020 / Sayı 2

8

Gazeteciler, gazetecilik için kendi alternatiflerini yaratıyor Kazım Anıl Doğruluk /Ankara

S

on yıllarda yazılı basının geleceği sıkça tartışılır oldu. Amerika ve Avrupa’da birçok köklü gazete, ekonomik gerekçelerle yeni arayışlara girerken gazetecilik de yeni medya araçlarının etkisiyle dönüşerek gelişiyor, okuyucular için farklı alternatifler yaratıyor. Türkiye’de ise bu arayış, kendini yeni çalışmalarla ortaya koyuyor Yazılı basının geleceği son yıllarda sıkça tartışılıyor. Tirajlar azalırken Amerika ve Avrupa’daki birçok köklü gazete, varlıklarını sürdürebilmek için ekonomik gerekçelerin de etkisiyle yeni arayışlara girerken dijital medya daha fazla ağırlık kazanmaya

başladı. Özellikle 2017 yılında New York Times hisselerinin borsada yüzde 13.8 yükselmesi birçok insanı şaşırtmış, bu artışta “dijital abone” sayısının etkisi birçok tartışmayı tekrar canlandırmıştı. Türkiye’de ise ekonomik süreçler kadar etkili olan siyasi nedenlerle birçok gazeteci kendine ana akım medyada yer bulamamaya, bulsa da istedikleri gibi bir gazetecilik faaliyeti gösteremediğini daha sık dillendirmeye başladı. Benzer koşullardaki birçok gazeteci bir araya gelerek dijital medya platformları üzerinde faaliyet gösteren farklı çalışmalara başladı. Klasik anlamdaki editöryal

13 Ocak 2020

süreçlerden ve medya çalışma ilişkilerinden birçok yönüyle bağımsızlaşan bu deneyimler birçok gazeteci ve okuyucuya alternatif sağlayabiliyor. Bu çalışmalar ise abonelik ücretleri, okuyucu bağışları ile sponsorluk ve reklam gelirleri ile kaynak yaratmaya çabalıyor. OKUYUCULARIN ALTERNATİFİ ARTIYOR Birkaç yıl önceki Cumhuriyet Gazetesi’nin girişimi dışında dijital abonelik sistemi, henüz Türkiye’de olgunlaşmış örneklere sahip değil. Bununla birlikte yurtdışındaki gazetelerin dijital abonelik gelirleri yıldan yıla artıyor. Son


2020 / Sayı 2

iki yılda New York Times dışında Amerika’da yayın yapan Wall Street Journal, Washington Post gibi gazetelerin abone sayısında da artışlar oldu. Artan gelirler ise gazeteci istihdamının ve araştırma haberlerine aktarılan kaynağın artmasını sağladı. Avrupa’da da benzer bir durum görülüyor. Financial Times, The Times, Daily Telegraph gibi gazetelerin çoğu okuyucularına farklı içeriklere sahip abonelik teklifleri sunuyor. Daily Telegraph, basılı ve dijital olmak üzere içerikleri farklılaşan üç ayrı abonelik paketiyle okuyucuya istekleri-ihtiyaçları doğrultusunda seçim hakkı sunuyor. Bergen Üniversitesi’nden Hallvard Moe ve Hilde Sakariassen’in 2019 tarihli Reuters Enstitüsü’nün “Dijital Haber Raporu”na göre Norveçliler, dijital içeriğe ücret ödemek isteyen en yüksek tüketici sayısına (yüzde 34) sahip ülke olmaya devam ediyor. Ekim 2019’da gazeteci Yavuz Oğhan’ın girişimiyle başlayan ve “Türkiye’nin ilk PDF formatında yayın yapan e-gazetesi” olan Gazete Pencere, dijital abonelik sistemiyle okuyucularına ulaşıyor. PDF formatında hazırlanan gazetelerine her sabah saat 7’de elektronik posta veya dijital mesaj yoluyla ulaşan aboneler, aylık 9 liralık bir abonelik ücreti ödüyor. “Bir grup gazeteciyiz. İşimiz haber yapmak” diyen Pencere, okuyacak gazete bulamayan, bulsa da haberlere ulaşamayan okuyuculara bir alternatif yaratma iddiası taşıyor. Kamuoyunun haber alma hakkını, “Haberler gizlenmeyecek. Kime yarar, kime zarar verir diye önden muhasebe yapılmayacak” şeklinde koruyacaklarını belirtiyor. Avrupa Birliği’nin desteği ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin yürüttüğü “Demokrasi İçin Medya / Medya İçin Demokrasi Programı” öncülüğüyle başlatılan proje kapsamında kurulan, “Yeni1Mecra”, görüntü, yazılı ve sesli haber formatları ile işsiz gazetecileri desteklemeyi hedefliyor. “Hakkımızda” kısmında, “Bu yeni1mecra, her bir okurun, her bir izleyicinin aktif maddi desteği ile yürüyebilecek. Biz gazetesi, televizyonu, radyosu elinden alınmış gazeteciler

olarak evrensel mesleki ilkelere, bugüne kadar oluşturduğumuz değerlere saygı duyarak yeni1mecra’da üreteceğiz” deniliyor. Bu girişimler dışında Journo.com gibi çeşitli kurumlar da telifli haber yayınlayarak okuyucular için alternatif haber kaynağı olduğu gibi gazeteciler için de gelir kaynağı oluyor.

Biz gazetesi, televizyonu, radyosu elinden alınmış gazeteciler olarak evrensel mesleki ilkelere, bugüne kadar oluşturduğumuz değerlere saygı duyarak yeni1mecra’da üreteceğiz “PODCASTLER”, DÜNYA GENELİNDE YÜKSELİYOR Reuters Gazetecilik Araştırma Enstitüsü’nün 2019 Dijital Haber Raporu’nda odaklandığı bir diğer nokta: Podcastler (internet aracılığıyla erişilebilen, genelde ses formatındaki kayıtlar). Enstitü danışmanlarından Nic Newman, “Podcastler: Kim, Neden, Ne ve Nerede?” başlıklı yazısında, son yıllarda artan podcastler ve dinleyici kitlesine yönelik ayrıntılı bir profil sunuyor. Rapora göre, İsveç ve Amerika en çok podcast dinlenilen iki ülke ve bu ülkelerde 35 yaş altı kullanıcıların yarısından fazlası ayda 55’in üzerinde bir podcast dinliyor. Yüzde 55’lik oranla en fazla podcast, cep telefonları üzerinden dinleniyor. Norveç raporundaki verilere göre, Norveçlilerin neredeyse üçte biri (yüzde 31) Şubat ayında podcast dinledi ve büyük gazetelerden bazıları, özellikle haber yorumlarına odaklı bir dizi podcast yayınladı. Kamu yayıncısı NRK ise program çeşitlerine podcast ekledi. Türkiye’deki podcast algısı

birkaç yıl önceye kadar genellikle yabancı dil öğrenimi üzerindeki etkisine yönelikti. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın “Ulusal Tez Merkezi” arşivinde 20102017 yılları arasında yüksek lisans ve doktora düzeyinde yapılmış yedi adet tezin konusu “podcast”. Çalışmaların tamamı dil eğitimi üzerine yapılmış. Son dönemlerde Türkiye’de adından söz ettiren iki farklı podcast girişimi yaşandı: Medyapod ve Kısa Dalga. “Gazeteciliğin bitirildiğini düşünenlere inat bu kutuplaşmış medya ortamında gazeteciliğe katkı sunmak” iddiasındaki Kısa Dalga, “Habere yatırım yapılmayan bu medya ortamında biz de Kısa Dalga ile haberle, bilgiyle, analizle podcasti buluşturmayı” hedefliyor. Genel Yayın Yönetmenliği’ni Kemal Göktaş’ın yaptığı Kısa Dalga’da birçok isim, çeşitli konularda yorumlarıyla yer alıyor. Yayınlar ise kisadalga.net ve podcast ağları (Spotify, Apple Podcast, Deezer, Spreaker) üzerinden dinlenebiliyor. Bunun dışında internet sitesinde çeşitli haber dosyaları yazılı olarak yer alıyor. Geçtiğimiz yıl, “Gerçeklere Ses Ver” diyerek yola çıkan Medyapod’un kurucuları ise Sarphan Uzunoğlu ve Tunca Öğreten. Spotify, Apple Podcasts ve Spreaker gibi mecralar üzerinden dinlenebilen “Medyapod”, “Medyapod Podcast Akademi” ile birçok kişiye podcast yapımı üzerine eğitim veriyor. Dinleyiciler ise “Patreon” hesapları üzerinden yaptıkları bağışlarla yayınları destekliyor. Gazeteler dışında çeşitli siyasi özneler de podcast yayınlayarak fikirlerini daha geniş kitlelere ulaştırmaya çalışıyor. Türkiye’de öznelinde Türkiye Komünist Partisi, “TKP’nin Sesi” başlığıyla Temmuz ayından beri günlük olarak siyasi gündemlere yönelik podcastler yayınlıyor. TKP dışında aktüel politik bir dergi olan, “Redaksiyon Dergi” de 2018 yılı sonlarında Apple Podcast üzerinden güncel politik gündemlere dair yazar katılımlı podcastler yayınladı.

9


2020 / Sayı 2

10

Hatay “Enleri ve İlkleriyle” turizmde iddialı Halit Demir / Hatay

D

14 Ocak 2020

ünyanın ilk mağara kilisesi St. Pierre, Anadolu’nun en eski camisi Habib-i Neccar ile birçok kültürel değeri bünyesinde barındıran Hatay, tarihi ilkleriyle ve yatırımlarla turizmden hak ettiği payı almak istiyor


2020 / Sayı 2

11

Dünyanın ilk mağara kilisesi St. Pierre

F

arklı dine mensup insanların bir arada barış içinde yaşadığı, aynı caddede cami, kilise ve havranın bulunduğu, ezan ile çan seslerinin adeta birbirine karıştığı “hoşgörü kenti” Hatay’da, kentin zengin tarihi geçmişindeki ilk yapılarla turizm alanında iddialı. Yüzyıllardır birçok medeniyete ev sahipliği yapan Hatay, dünyanın ilk mağara kilisesi St. Pierre, mozaik zenginliğiyle dünyada önemli yere sahip Hatay Müzesi, Hazreti İsa’nın havarilerinin mezarlarının bulunması nedeniyle hem Müslümanlar hem de Hristiyanların dikkatini çeken, Anadolu’nun en eski camisi Habib-i Neccar başta olmak üzere birçok tarih ve

kültürel değeri bünyesinde barındırıyor. Samandağ’daki St. Simon Manastırı, Payas’taki Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, dünyada ilk ışıklandırmanın yapıldığı Kurtuluş Caddesi ile de dikkati çeken “hoşgörü kenti”, turizmde yapılan yatırımla yeni bir ivme kazanma yolunda. DÜNYANIN İLK MAĞARA KİLİSESİ “ST. PİERRE” YABANCI TURİSTLERİN GÖZDESİ Dünya da Hıristiyan kelimesinin ilk kullanıldığı ve Hristiyanlar için yapılan ilk dini mabet 1963 yılında Hac merkezi ilan edilen ve dünyada ilk mağara kilisesi olarak bilinen St.Pierre Kilisesi, Katolik dünyasının ilk Papa’sı kabul edilir. Hristiyanlar için hac yeri olarak

kabul edilen ve bazı kaynaklarda dünyanın ilk mağara kilisesi olduğuna yer verilen St. Pierre Kilisesi’nde, yeni görünümüyle yılda ortalama bir milyon ziyaretçi hedefleniyor. Habibi Neccar Dağı eteklerinde bulunan ve 30’lu yıllarda Hazreti İsa’ya inananların gizlice buluştuğu mekan olarak bilinen kilise, yapılan restorasyonun ardından yeni bir görünüme büründü. Hristiyanlar için çok önemli bir yere sahip olan, bazı kaynaklarda dünyanın ilk mağara kilisesi olduğu belirtilen ve 4’üncü Paul tarafından hac yeri olarak kabul edilen St. Pierre Kilisesi’nde her yıl 29 Haziran’da ayin düzenleniyor. Ayine, Vatikan’dan temsilcilerin


2020 / Sayı 2

12  Habib-i Neccar Camisi

yanı sıra dünyanın birçok ülkesinden Hristiyanlar geliyor. HABİB-İ NECCAR CAMİİ Türkiye sınırları içerisinde inşa edilen ilk cami olup, İsevi inancına sahip bir kişinin adının verildiği dünya da tek cami. Müslümanların Anadolu’da bulanan ilk ibadethanesi Habib-i Neccar Camii Anadolu’da inşa edilen Müslümanların ilk ibadethanesi olması özelliğini taşıyor. Hatay’ın en önemli dini mekânlarından biri olan cami son şeklini Osmanlı döneminde almış. Habib-i Neccar Camii, Hz.İsa’nın havarileri olan Yahya ve Yunus’a ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalının adını taşıyor. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de Yasin suresinde geçmektedir. Hatay Müftüsü Hamdi Kavillioğlu, “Habibi Neccar hazretleri inancı uğrunda canını

feda etmiş bir Allah dostudur. Haçlılar, burayı aldıklarında kiliseye çevirdiler. Daha sonra Müslümanlar ele geçirdiğinde cami oldu. 1268 tarihinden bu yana da hep cami olarak devam etmiştir. Ve asırlardır Habibi Neccar ismi İslam’ın birliğini beraberliğinin temsil edildiği bir cami olmuştur” dedi. Hatay’ın en çok ziyaret edilen dini mekânlarından biri olan Habib-i Neccar Camiine yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor. HATAY’IN GİZLİ HAZİNESİ: ST. SİMON MANASTIRI Hatay’ın Defne ile Samandağ ilçeleri sınırında yer alan St. Simon Manastırı, efsanesi, eşsiz manzarası ve doğayla iç içe mimarisiyle kentin önemli turistik değerleri arasında yer alıyor. Hatay’ın Defne ile Samandağ

ilçeleri sınırında Aknehir Mahallesi yakınlarındaki gözlerden ırak bir bölgede yaklaşık 480 rakımlı tepede 6. yüzyılda kurulan St. Simon Manastırı, kentin inanç turizminde önemli yer tutuyor. Erken Hristiyanlık hac merkezi olarak kabul edilen ve “Stilitler Tarikatı”nın kurucusu Antakyalı St. Simon tarafından dini eğitimler verilmek üzere kurulan manastır, kente gelenlerin görmeden ayrılmadığı mekanların başında geliyor. St. Simon’un 10 metre yüksekliğindeki taş sütun üzerinde 45 yıl inzivaya çekilerek yaşadığı yer olarak da anılan manastır, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. İçerisinde kilise, vaftizhane, sarnıç ve diğer mimari kalıntıların görülebildiği manastır, etrafını saran rüzgar gülleri, tarihi kalıntıları ve doğayla özdeşleşen


Simon Manastırı

mimarisiyle ziyaretçilerine ev sahipliği yapıyor. DÜNYANIN IŞIKLANDIRILAN İLK CADDESI TEKRAR IŞIKLANACAK Antik Çağ’da Ortadoğu zenginlerinin alışveriş merkezi haline gelen ve gündüzler insanlara yetmeyince geceleri de meşaleler kullanılarak aydınlatınca “dünyanın ilk ışıklandırılan” caddesi unvanını alan Kurtuluş Caddesi’nin (Herod Caddesi) onarımının ardından ziyaretçilerini ağırlayacak. İnsanoğlunun yerleşimine ait ilk izlerin bulunduğu Paleolitik Çağ’dan bu yana tarihi ve doğal birçok güzelliğe sahip Antakya, ilk mağara kilisesi St. Pierre, Anadolu’nun ilk camisi Habib-i Neccar gibi mekanlarının yanı sıra “dünyanın ilk aydınlatılan caddesi” olan tarihi Kurtuluş Caddesi ile de adından söz ettiriyor. Antakyalılar tarafından “Nişantaşı” olarak anılan ve Ortadoğu’nun zenginlerinin gelip alışveriş yaptığı tarihi bölge, günümüzde de eski taş binaların ve birçok esnafın sıralandığı, kentin en işlek yerlerinin başında geliyor. Caddenin, zaman içinde yer yer toprağın altında kalan yaklaşık 100 metrelik antik sütunlu Roma yolu, Hatay Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak çalışma sayesinde gün yüzüne çıkarılacak. Yerin yaklaşık 7 ile 9 metre altında

kalan yol tünellerle ulaşılıp, ledlerle yeniden ışıklandırılacak kent cazibe merkezi haline getirilecek. TITUS TÜNELI TURIZMIN GÖZDESI OLACAK Hatay’ın Samandağ ilçesinde Roma döneminden kalma bin 380 metre uzunluğundaki Titus Tüneli ile aynı bölgede bulunan Beşikli Mağara da turizmin gözdesi olma yolunda. Roma İmparatoru Vespasian’ın emriyle yapımına başlanan ve dağdan gelen suların neden olduğu selin taşıdığı kum ve çakılların limanı doldurmasına engel olmak için bin esire yaptırıldığı bilinen Titus Tüneli, doğanın içerisindeki büyüleyici mimarisiyle ziyaretçilerini ağırlıyor. Bin 380 metre uzunluğu, 7 metre yüksekliği ve 6 metre genişliğiyle bu boyutlarda dünyanın ilk tüneli olduğu kabul edilerek dikkatleri çeken ve esirlerin çekiç ve murç yardımıyla dağı oyarak şekillendirdiği tünel, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Doğal yapıya uygun, yeşillikler içerisinde oluşturulan yürüyüş yolunun takip edilmesiyle tünele varan ziyaretçiler, ilginç görüntü karşısında adeta büyüleniyor. Titus Tüneli ile aynı bölgede yer alan kayalık yamaçlara oyularak yapılan Roma dönemine ait kral ailesinin yanı sıra halka ait mezarların da bulunduğu Beşikli Mağara da Samandağ’daki turistik

alanlar arasında öne çıkıyor. Yol üzerinde yöre halkına katkı için oluşturulan küçük satış reyonları da yerli ve yabancı misafirlere yöresel olarak yapılan turunç, incir reçeli, defne sabunu gibi ürünleri de alma şansı sunuyor. HATAY ARKEOLOJI MÜZESI Dünyanın en büyük madeni para koleksiyonuna sahip olan Hatay Arkeoloji Müzesi, Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise ikinci en büyük mozaik koleksiyonuna sahip. Yaklaşık olarak 10 bin 700 metrekarelik eser sergileme alanı ile dünyanın en büyük müzelerinden biridir. Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Hatay’daki kazılarda ortaya çıkarılan mozaikten sikkeye, pişmiş toprak kaplardan ünik eserlere kadar kentteki zenginliğin yansıtıldığı Hatay Arkeoloji Müzesi, yerli ve yabancı misafirlerin ziyaret ettiği en önemli yerlerin başında geliyor. Samandağ ilçesindeki Üçağızlı Mağarası’nda yapılan kazılarda ortaya çıkarılan eserlerle günümüzden 43 bin yıl öncesinden insanın öyküsünün farklı teknolojik yöntemlerle anlatıldığı ve adeta geçmişe yolculuk yapılan müze, yerli ve yabancı binlerce turistin ilgisini çekiyor. Müze yetkililerinden alınan bilgiye göre, Yaklaşık 53 bin dönüm arazi üzerine kurulu


2020 / Sayı 2

14

Musa Ağacı

olan müzenin 33 bin metrekare kapalı alanının bulunduğunu ve bunun 11 bin 700 metrekaresinin sergi salonu olduğunu söyledi. 3 BİN YILLIK KRAL 2. ŞUPPİLULİUMA HEYKELİ Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’ndeki Tell Tayinat höyüğünde yapılan kazılarda bulunan Fal taşı gibi açık gözleri, 1.5 metre yüksekliğinde yaklaşık 1.5 ton ağırlığındaki komik görüntüsüyle dikkat çeken Hitit Kralı 2. Şuppiluliuma heykeli ziyaretçiler tarafından dikkat çekiyor. Komik gözlere ve minyatür boyuta sahip yapısıyla dikkatleri üzerine çeken heykelin gözleri, özel olarak vurgulanmaya çalışılmış. Bir elinde mızrak, bir elinde başak tutan heykelde hem savaşmayı hem de üretmeyi, kendi halkı için prensip olarak kabul

ettiğini simgelendiği söyleniyor. Yerli ve yabancı turistler Antakya Arkeoloji Müzesinde sergilenen heykel ile fotoğraf çektirmek için sıraya giriyor. 3 BİN YILLIK MUSA AĞACI’NA BÜYÜK İLGİ Hatay’ın Samandağ ilçesinde, Hz. Musa’nın toprağa diktiği asasının “ölümsüzlük suyu” (Ab-o Hayat) sayesinde yeşermesiyle büyüdüğüne ve 3 bin yıllık geçmişinin olduğuna inanılan çınar ağacı, doğal güzelliğiyle ülkenin dört bir yanından gelen ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. İlçeye bağlı Hıdırbey mahallesinde bulunan “Musa Ağacı”, 7,5 metre gövde genişliği ve 17 metre boyuyla yerli ve yabancı ziyaretçilerin uğrak yerleri arasında yer alıyor. Musa Ağacı’na ziyaretçi

yoğunluğu turizmcileri sevindirdi. Çok eski tarihlerde içinde berber dükkanının da bulunduğu çınar ağacı, köylülerin düğünlerine de ev sahipliği yapıyor. Evlenmek isteyen çiftler, davetlilerin katılımıyla davul zurna eşliğinde anıt ağaç altında düzenlenen düğün törenleriyle dünya evine giriyor. Genç çiftlerin özel anlarına tanıklık eden ağaç sayesinde köylüler de gelen ziyaretçiler ile ek gelir elde ediyorlar. TÜRKİYE’NİN EN UZUN SAHİLİ Hatay’ın Samandağ ilçesi 14 km sahil boyu ile Türkiye’nin en uzun sahilleri arasındaki yerini alıyor. Göz alabildiğince uzanan geniş kumsal, kıyı boyunca halka açık plaj olarak hizmet veriyor. Türkiye’nin en uzun sahillerinden biri olan bu sahil


2020 / Sayı 2

15  Beşikli Mezar

aynı zamanda nesli tehlikede olan Chelonia Mydas ve Caretta Caretta deniz kaplumbağalarının dünyadaki sayılı yumurtlamaüreme alanlarından biridir. 14 kilometreyi bulan uzunluğu ile Türkiye’de birinci sırada yer alan Çevlik köyü yakınlarında bulunan kumsalda deniz belli mevsimlerde dalgalı olarak gözlemlenir. Hatay Turizm Derneği Başkanı Sabahattin Nacioğlu yaptığı açıklamada, dünya ülkelerinin turizm alanında birbiriyle yarıştığını ve döviz rezervlerini artırmak için tanıtımlara ağırlık verdiğini söyledi. Turizmin bir ülkenin bacasız fabrikası olduğunu belirten Nacioğlu, şöyle devam etti: “Bacasız sanayi olarak tabir ettiğimiz ve ülkemize büyük döviz girdisi sağlayan turizm, Hataylı turizm sektörü temsilcilerinin yüzünü güldürüyor. 2018- 2019 yılı yaşadığımız doluluklar sevindirici olmakla beraber adeta ilimiz açısından, esnafımız açısından

mutluluk vericidir. Özellikle Türkiye’mizin değişik illerinden gelen yerli turistler ilimizin sokaklarını bahara çevirdiler. Otellerimize yüksek talepler göstermekle beraber bazı seyahat acentelerinin yer bulamaması ilimizin ne kadar önem arz ettiğinin göstergesidir.” dedi. Bu yıl sadece yerli turistleri yanı sıra yabancı turistlerinde ağırlıkta olduğunu vurgulayan Nacioğlu, “Brezilyadan, İtalya’dan, Almanya’dan, Kore’den ve daha değişik ülkelerden gelen misafirler şehrimizde bulunan tarihi mekânları, otelleri ve Hatay yemeklerini beğendiler. Turistlerin ilimizi tercih etmenin en büyük etkenlerden birisi birçok ilde olmayan turizm çeşidi ilimizde bulunmasıdır. Örneğin; İnanç turizmi yönünden önem arz eden yerleri sıralayacak olursak Habib-i Naccar cami ve türbesi, Bayezid-i Bistami türbesi, St. Pierre kilisesi, Katolik, Ortodoks, Havra ve

Protestan kiliseleri” diye konuştu. “KÜLTÜR TURİZMİNDE ATAĞA GEÇTİK” Kentin kültür turizmi yönünden geniş bir yelpazeye sahip olduğunu dile getiren Nacioğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Dünyanın en büyük Arkeoloji müzesine sahip, Sokullu paşa kervansarayı, Tarihi Uzun Çarşı, ilimizin içinden geçen Asi Nehri, Harbiye Şelalesi, Titus Tüneli, Kaya Mezarları, St Simon Manastırıyla şehrin Gözde yapılarının tanıtımını yaparak kente daha fazla turist çekmek için tanıtım toplantıları düzenledik. Böylesine önemli yapıların olduğu bir kentte İnanç, yayla ve gastronomi alanında yeni bir ivme kazandık. Her geçen yıl kentimizi ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayılarında artış meydana geliyor. Daha fazla çalışarak, kenti hak ettiği seviyeye ulaştırmayı amaçlıyoruz.”


2020 / Sayı 2

16


2020 / Sayı 2

Hakkâri’de İŞKUR’un dokunduğu hayatlar

G

enç nüfus oranının en yüksek olduğu ve işsizliğin kol gezdiği Hakkâri’de istihdam alanında önemli değişim ve dönüşümlerin önünü açan ve binlerce kişiye ekmek kapısı olan İŞKUR teşvik ettiği projeler ile dezavantajlı kesimlerin umudu oldu Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 2018 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 15,8’ini 15-24 yaş grubundaki genç nüfus oluştururken, yüzde 25,4 ile genç nüfus oranının en yüksek olduğu kent olan Hakkâri, aynı zamanda işsizlik oranının da en yüksek olduğu iller arasındaki yerini koruyor. İşsizliği önleyerek işgücü

piyasası istihdamına katkı sunan, iş ve meslek analizleri yaparak istihdamı geliştiren Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), Hakkâri’de bir yandan meslek edindirme kursları aracılığıyla personel yetiştiriyor diğer yandan da engelli ve eski hükümlü vatandaşlara kendi işlerini kurma imkânı sağlıyor. Mesleki eğitim kursları, işbaşı eğitim ve girişimcilik eğitim programları ile toplum yararına çalışma programlarıyla binlerce insanın hayatına dokunan İŞKUR, özel sektöre yönelik İstihdam Garantili Mesleki Eğitim kursları aracılığı ile işsizlerin mesleki niteliklerini geliştiriyor. İŞKUR Hakkâri İl Müdürü Ahmet Kızılkaya, özellikle işsizlik

14 Ocak 2020

konusunda ciddi sıkıntıların yaşadığı Hakkâri’de hayata geçirdikleri projeler sayesinde hem istihdam sağladıklarını hem de insanların hayatını değiştirdiklerini açıkladı. Hakkâri’nin organize sanayi bölgesi olmayan tek il olduğuna dikkat çeken Kızılkaya, kurum olarak hayata geçirdikleri projelerin kıymetinin çok daha fazla olduğunu belirtip il genelinde hayata geçirdikleri 100 ayrı projeyle yüzlerce aile için umut olduklarını vurguladı. “Kadın Üst Giysileri Dikim Elemanı Projesi” ile Hakkâri’deki Büşra Dikimevi sahibi Nurgül Koyun, İŞ-KUR’un sağladığı imkânlar ile hem mesleğini icra ediyor hem de genç kadınlara iş

Haber Yazısı

Zeki Dara / Hakkari

17


2020 / Sayı 2

18

imkânı sağlıyor. 15 yıldır tekstil sektöründe faaliyet gösterdiğini anlatan Koyun, “İŞKUR işbirliği ile 10 kişilik istihdam garantili kurs açtım. 3 yıldır da iş başı programlarından yararlanıyorum. İŞKUR ile çalıştığım için çok mutluyum. Çünkü İŞKUR sayesinde işimi daha da büyüttüm. Büyük destek aldım. Ben de birçok kişiye ekmek kapısı oldum” şeklinde konuştu. Yüksekova İlçesi’nde faaliyet gösteren bölgenin en büyük plastik fabrikası olan GKS’nin sahibi Salih Akdoğan da, “İstihdam Garantili Mesleki Eğitim Kursları” aracılığı ile “Plastik Rotasyonel Kalıplama Operatörü” mesleğinde kalifiyeli eleman yetiştirdiklerini bunu da İŞKUR sayesinde yapabildiklerini

belirtti. Plastik fabrikasında çalışan evli ve 7 çocuk babası olan Alahattin Keği ise, 6 aydır İŞKUR’un sağladığı imkânlar ile evine ekmek götürdüğünü söyledi. Hakkâri Üniversitesi öncülüğünde 10 kurumun paydaş olduğu “Hakkâri Girişimci Kadınlarını Yetiştiriyor” Projesi ile 75 kadın girişimciye kurs imkânı sağlayan İŞKUR, ayrıca Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü ile beraber “Yöresel Kilim Dokuma” mesleğinde mesleki eğitim kursları düzenliyor. Engelli ve eski hükümlülerin kendi işini kurmasına da ön ayak olan İŞKUR, bu yönü ile dezavantajlı olan vatandaşların iş kurmalarını sağlıyor. Yüksekovalı eski hükümlü Mehdi Tımarcı ise, ilçeye bağlı Karlı Köyü’nde İŞKUR

projesi ile kendi işini kurdu. İşsiz olan Tımarcı, İŞKUR’un verdiği destekle evinin bir bölümünde yufka ve erişte üretimi yapıyor. Yine Yüksekovalı engelli Mahsuma Keser, İŞKUR’dan aldığı destekle ilçede açtığı lokantada eşine ve çocuğuna iş imkânı sağladı. İŞ-KUR’un İşbaşı Eğitim Programlarından da faydalanan Keser birçok işsize de istihdam sağlıyor. Hakkârili eski hükümlü Selahattin Ölmez ise İŞKUR’a sunduğu küçükbaş hayvan yetiştiriciliği projesi sayesinde hayvan işletmesini açtı. Her yıl sayıları giderek artan hayvanların 3 yılsonunda iki ya da üç katına ulaşarak büyük bir hayvan işletmesinin sahibi oldu.


2020 / Sayı 2

Ankara’ya gelip unutulmayan yabancı: Polonyalı Caz Sanatçısı Janusz Szproat

1

989’da bir yabancı olarak geldiği Ankara’da caz müziğinin yol almasına büyük katkılarda bulunan, öğreten, üreten, paylaşan, Polonya ve Türkiye arasında müzik alanında işbirliğini güçlendiren ve 2 Temmuz 2019’da yaşama veda eden sanatçı, öğrencileri, dostları ve arkadaşlarınca anıldı Ankara Uğur Mumcu Caddesi üzerindeki Samm Bistro, 28 Kasım 2019 günü hiçbir zaman olmadığı kadar kalabalık, tıklım tıklımdı. Çoğu kişi ayakta duracak bir yer bulmakta bile zorlanıyordu. Çünkü o gün orada, çok özel bir kişi için toplanılmış, bir veda, bir anma gecesi yaşanıyordu. Gelmek isteyen birçok kişi de

yer dolu olduğu için katılamadı. O gece anmak için toplanılan kişi “Şehre bir yabancı” olarak 1989 yılında gelen ve tam 29 yıl kalan Polonyalı Müzisyen, Caz Sanatçısı, öğretim Üyesi Janusz Szprot idi. Mekânı dolduranlar bir şekilde Janusz’un hayatına dokunduğu kişiler, öğrencileri, meslektaşları ve arkadaşları dostlarıydı. Mekân, bu gece için biraz küçük olmasına karşın özellikle seçilmişti. Çünkü Szprot yıllarca bu mekânda sanatını sergilemiş, her hafta sonu caz dinletileri yapmıştı, kendisinin Ankara’da en sevdiği mekân olduğu söylendi. Türkiye Caz Derneği Üyesi olan ve bu alanda Türkiye ve Ankara’ya büyük katkılar sunan Szprot, bir

16 Ocak 2020

süredir çektiği hastalık yüzünden ne hazindir ki 2 Temmuz 2019’da Ankara’da yaşama veda etti. Tam da artık ülkesine dönmesine birkaç gün kala... Tedavisine orada devam edilecekti, olmadı… Polonya’dan eşi Ania Szprot da davetliler arasındaydı. Yalnızca bu anma gecesi için gelmişti. Türkiye’de yaşamaktan mutlu olduklarını, oğullarını Ankara’da büyütüp okuttuklarını anlattı. Yaşadıkları sürece çektikleri en büyük zorluğun bir sonraki yıl kalıp kalmayacaklarını bilmemek olduğunu, çünkü kocası Janusz’un kontratlarının sadece birer yıllık yenilediğini ve son ana kadar yenilip yenilenmeyeceğinden emin olmadıklarını vurguladı.

Haber Yazısı

Gülseren Tozkoparan Jordan / Ankara

19


2020 / Sayı 2

Böylece 29 yıl geçmişti Ankara’da. Halbuki, bu kadar kalmayı planlamamışlardı baştan. Beraber dönmeyi ve yaşamayı planladıkları ana yurtlarına eşinin naaşını götürmüştü Ania

20

VARŞOVA’DA MÜZİĞİN İÇİNE DOĞDU Polonya Cazı’nın önemli isimlerinden Piyanist, Besteci, Aranjör, Müzikolog, Eğitimci Janusz Szprot 1946’da Varşova’da doğdu. Babası müzisyen, koro şefiydi annesi de şarkı söylemeyi severdi. Müzisyenin bir ailenin içine doğduğu için çok küçük yaşlarda, piyano ve akordeon çalmaya başladı. Müzik, hayatı ve eğitiminin odak noktasıydı. Varşova Üniversitesi Müzikoloji Bölümü’nden Yüksek Lisans derecesiyle mezun oldu. Üniversite yıllarında hem kendi grubu hem de başka caz gruplarıyla çaldı. Profesyonel müzik kariyerine, 1971’de başladı. Usta caz müzisyenleriyle birlikte konserlerde, festivallerde yer aldı. Polonya Caz Topluluğu’nda, Caz Eğitim Koordinatörlüğü yaptı. 1970’de katıldığı Pulawy Caz Atölyesi’nde eğitmen, vokal atölyesi koçu ve sanat eğitmenliği yaptı. Türkiye’den Sibel Köse ve Kamil Erdem ile başlayan, pek çok caz vokalistinin de bu deneyimi yaşamasına olanak sağladı. Polonya’nın önemli caz dergilerine makaleler, eleştiriler yazdı, içerik editörü olarak çalıştı. Müzik eğitimi üzerine radyo ve televizyon programları yaptı. Polonya müzik kültürünün yayılmasına verdiği büyük emek ve katkıdan dolayı Polonya Kültür Bakanlığı kendisini Krzysztof Komeda Madolyonu ile şereflendirmişti. TÜRKİYE’YE GELİŞİ VE ANKARA’DA CAZ MÜZİĞİNİN GELİŞMESİNE KATKILARI Ankara Polonya Büyükelçiliği’nin daveti üzerine Ankara Uluslararası Müzik Festivali’nde konser vermek üzere 1989’da Ankara’ya geldi. O zaman konser sonrasında Bilkent Üniversitesi Rektörü İhsan Doğramacı ile tanıştı, sohbetler etti. Caz öğrenmek isteyen gençler olduğunu ama alanda eksiklik olduğunu öğrendi. Arkasından Bilkent yönetimin teşvikiyle

atölye çalışmaları düzenledi. Orada düzenlediği atölye çalışmalarına, Cengiz Baysal, Cenk Soyak, Çağlayan Yıldız, Sarp Maden, Sibel Köse, Yahya Dai gibi Caz’a gönül veren isimler de katıldı. O’nun sayesinde Ankara’da caz yeniden canlanmıştı. Akabinde şehre gelen yabancı Bilkent Üniversitesi’nde Caz Bölümü’nü kurmakla görevlendirildi. Ritmik Müzik Bölümü adı altında kurulan bölümde çalıştığı 24 yıl boyunca Bilkent’te birçok müzik projesini hayata geçirdi. Bunun yanında başka birçok üniversitede dersler verdi, sayısız öğrenci yetiştirdi. Akademik faaliyetlerinin yanı sıra özel Piyano Öğretmenliği konusunda da ün yaptı. Piyano öğretimi konusundaki yenilikçi yaklaşımı ile müzik dinleme ve analiz etme anlayışını aktardığı dersleriyle gençlerin müziğin değerini içselleştirmelerine katkı sağladı. Atölye çalışmaları yaptı, orkestralar kurdu, konserler verdi. Yönetti, çaldı, besteler ve düzenlemeler yaptı. Müzisyen Szprot, Ankara’ya gelmesiyle Ankara’da Caz müziğinin yol almasına büyük katkılarda bulundu. ODTÜ Caz Festivali olarak başlayan ve Uluslararası Caz festivaline dönüşen organizasyona büyük katkı sağladı. Bir yabancı olarak geldiği Ankara şehrinin müzik ve sanat hayatına yeni boyutlar kazandırdı. Polonya ve Türkiye arasında müzik alanında işbirliğini güçlendirdi. Bu çalışmalarından dolayı Polonya bu özel kültür elçisini Bene Merito Madolyonu ile onurlandırdı. Caza gönül vermiş gençler, Polonya ve Polonya Caz’ını onun aracılığı ile tanıdı. Birçok caz vokalisti, deneyimini Polonya’da zenginleştirdi. Başta kardeşi Lech Szprot olmak üzere birçok Polonyalı müzisyeni Ankara’ya getirdi. 1993’te Türk-Polonya Caz Topluluğu’nu oluşturdu. Bu kapsamda sekiz Türk sekiz Polonyalı müzisyen İstanbul, Ankara ve Bursa’daki festivallerde çaldı. 1990’lı yıllarda Ankara’da Manhattan Big Band’ı kurdu. Düzenlemeleriyle pek çok sahnede performans gerçekleştirdi. Başka bir projesi olan “Young at Heart”la Ankara ve İstanbul’da

sahne aldı. Son zamanlarda Doçe Vokal Caz Grubu için düzenlemeler yaptı, konserlerde eşlik etti. Aralarında Ali Peret, Cem Aksel, Ergüven Başaran, Ferit Otman, İmer Demirel, Kamil Edem, Meltem Ege, Meriç Ötenel, Neşet Ruacan, Okay Temiz, Sibel Köse ve Yahya Dai’nin olduğu birçok müzisyenle çalıştı. Tuna Ötenel ile TV programı yaptı. 2011 Eylul-2019 Mayıs’a kadar Ankara’nın Caz Sahnesi Samm Bistro’da çaldı. Öğretip, üretip, paylaşmak en büyük zevkiydi. 1990’dan beri hem ürettikleriyle hem de dostluğu ile Ankara’yı zenginleştirdi. Belgesel bir albüm olarak tanımladığı, kendi bestelerinden oluşan Polonezköy 2001’de, Türkiye ve Polonya da yayımlandı. 2016’da 70. yaşı ve müzik kariyerinin 45. yılı nedeniyle bir derleme albüm çıkardı. Dostları ve öğrencileri Ankara’ya bir yabancı olarak gelen Janusz’un, Ankara’nın muhteşem Caz hikâyesinin unutulmayacak karakterlerinden birisi olduğunda hemfikir. “İLHAM” ÜZERİNE FİKİRLERİ Yaptığı bir performans sırasında ilham almak konusunda Szprot şunları söylüyor: “Benim için ilham, motivasyondan daha önemlidir. Bazan insanlar ilham ile motivasyonu karıştırabiliyor. Bazen gazeteciler sanatçılara sorar. En sevdiğin müzisyen, model olarak aldığın müzisyen kim diye! Sanatçı da sayar, sözgelimi; Mozart, Bethoween der. Benim bu soruya cevabım şu oluyor. Benim favorim, idolüm yok. Ben ilhamı, her müzisyende bulabilirim. Bazen bir sokak müzisyeninde bazen bir halk şarkısı söyleyen sanatçıda. Ayrıca çalıştığım gruplardan da ilham alırım” Öğrencisi ve birçok kez beraber sahne aldığı Meltem Ege birlikte gerçekleştirdikleri bir performans sırasında Szprot’un derslerinde öğretirken eğlendirmek ve sanat yaparken eğlendirmek üzerinde durduğunu ve bunları kendine ait sözlüğünden cümlelerle ifade ettiğine değiniyor. Piyano derslerine yaklaşımının farklı olduğu biliniyor. Hem klasik müzik eğitimi verir, klasik müzik parçaları çaldırır hem de öğrencilerine özel besteler yapar


2020 / Sayı 2

ve öğrencilere onları çaldırırmış. Bu besteleri yapmasının sebebi ise öğrenciye ilham verebilmekmiş. Öğrencinin sadece çalan bir enstrümancı değil daha ileriye, bir müzisyen noktasına gelmesini sağlamak için kendileri için yaptığı besteleriyle onlara ilham verirmiş. İstediği şey, öğrencinin oradan aldığı ilhamla kendisin de bestesini üretebilmesi. Bir öğrencisi olan Defne Kocamustafaoğulları, Szprot’un kendisine yaptığı beste “You look good to me”den ilham alarak kendisi de beste çalışmalarına başlamış. Szprot’ın diğer yaklaşımı da sanat ve eğlenmeyi birleştirmesi doğaçlamayı performanslarında sık kullanması. HASTALIĞI… Yakalandığı amansız hastalıktan dolayı Ankara’da tedavi gördü. Son zamanda hastalığın getirdiği maddi manevi sıkıntılar yaşadığı ifade edildi. Caz Derneği ile Polonya Büyükelçiliği işbirliğinde kendisine 2019 Nisan ayında bir moral gecesi, destek konseri düzenlendi. Birçok öğrencisi o gece Januzs için çaldı. Kendisi de oradaydı, sevenlerini gördü, birlikte oldu. Morali yerindeydi, ama fiziksel olarak güçsüz görünüyordu. Konuşmasında moral ve destek gecesinden dolayı duyduğu mutluluğu ifade etti. Kendisini orada o gecede ilk ve son kez gördüm. 2019 Temmuz ayında ailesiyle birlikte ülkesine

dönecekti, biletleri bile hazırdı ancak o tarihten önce hayata sevdiği Ankara’da veda etti. CENAZE TÖRENİ Cenaze töreni, 17 Temmuz 2019’da Polonya Caz Derneği’nin organize ettiği on iki kişilik bir orkestra eşliğinde gerçekleştirildi. Orkestra hem cenaze töreninde hem de Janusz’un küllerinin toprağa verildiği sırada onun sevdiği New Orleans klasiklerini seslendirdi. Mezarı Varşova’nın batısındaki Wola Bölgesi’nde yer alan tarihi Powaski Askeri Mezarlığı’nda ülke büyükleri ve kahramanlarının yattığı Aleja Zasluzonych’te. Ailesi, bunun kendileri için büyük bir onur olduğunu ifade ediyor. Törenden sonra anısına şehir merkezindeki Hoover Meydanı’nda yer alan Kulup Akwarium da eşi Ania, oğlu Jaroslaw ve erkek kardeşi Lech’in yanı sıra müzisyen arkadaşlarının katıldığı bir gece düzenlendi. Bir yabancı olarak gelmesiyle başlayan Ankara hikâyesi Samm Bistro’daki anma gecesiyle noktalandı. Gecede gösterilen ve Youtube da yer alan kısa belgesel Tolstoy’un şu cümlesiyle bitiyordu: “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” Janusz Szprot Ankara’ya gelen o yabancıydı ve başlattığı muhteşem hikâye ise birçok kişinin hayatına dokunan Ankara’daki caz ve müzik hikâyesi!

Ankara Caz Derneği, Janusz’un vefatından kısa bir süre önce kitap ve CD’lerini Caz Derneği’ne bağışladığını ve arşivlerinde ona ait bir bölüm oluşturduklarını belirtti. Anma gecesinde müzisyen arkadaşları kendisinin sevdiği ve birlikte seslendirdikleri parçaları söyleyerek andılar büyük ustayı. Son yıllardaki öğrencilerden Sanat Deliorman, Cold War filmi için Caz’a uyarlanan ve Janusz’un en sevdiği Polonya halk türküsü Dwa Serduszka Cztery’i seslendirdi. Caz Dergisi’nde yazdığı bloğunda da hocası hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade ediyor:“Janusz en çaresizliğe düştüğüm anlarda bile bana ‘Asla özünü unutma! Özün müzik, onun için yaşa’ derdi. Bu en unutamadığım nasihatidir. Bana yüreğimde ne varsa dışarı dökerek şarkı söylemeyi öğreten adamdı. Sahneye nasıl hâkim olacağımı da ondan öğrendim. Hiç bilmediğim bir dilin şarkılarındaki güzellikleri keşfetmemi sağlayan, bana şarkı sözleri yazdıran adamdı. O benim ve aslında hepimizin Polonyalı Jazz Babasıydı.” Ankaralı caz ve müzikseverler her performasında onun müziğinden büyük keyif aldı.,. Sahnelerdeki yeri özlenecek, katkıları ve yaptığı müziğin tadı unutulmayacak. Yazıda: Sanat Deliorman Caz Dergisi bloğu Samm Bistro sponsorluğunda hazırlanan belgesel Polonya Büyükelçiliği kaynaklarından faydalanılmıştır.

21


2020 / Sayı 2

22

Eğitimciler ile yapılan anket sonuçları açıklandı: Ekonomik yetersizlik mesleği bıraktırma noktasına getirdi Dilan Çiçek / Ankara

Haber Yazısı

T

ürk Eğitim-Sen, EğitimSen ve Eğitim-Bir-Sen tarafından yapılan anket ve araştırmalara göre, öğretmenlerin yaklaşık yüzde 97’si gelirinin emeğinin karşılığı olmadığını, yüzde 70’e yakını, koşulları daha iyi olan bir iş teklifi aldığında mesleğini bırakabileceğini bildirdi. Öğretmenlerin yüzde 97’si, son bir yıl içerisinde satın alma gücünün azaldığı, yüzde 78’i ise borçlarının arttığına işaret ederken, ücretli, kadrolu veya sözleşmeli çalıştırılmayı, mesleklerinin geleceğini tehdit ettiğini belirtiyor. Yüzde 90’ı MEB’in ürettiği

politikaların gerçekçi olmadığını düşünen öğretmenlerin yüzde 84’ü, okullardaki şiddet nedeniyle kendini güvende hissetmiyor Eğitim-Sen’in, “Öğretmenlerin Ekonomik ve Mesleki Sorunlarına Bakış Anketi”, Türk Eğitim-Sen’in “24 Kasım Öğretmenler Günü Anketi”, Eğitim-Bir-Sen’in “Eğitime Bakış 2019 İzleme ve Değerlendirme Raporu”, Türkiye’deki eğitim sistemini ve öğretmenlerin durumunu verilerle ortaya koydu. Anket ve araştırmalara göre öğretmenler; şiddet vakalarının arttığı, geçim sıkıntısı çektikleri, mesleğin itibarsızlaştırıldığı

16 Ocak 2020

ve geleceksizleştirildiği, sendikaların ve yetkili kurumların ise öğretmenlerin haklarını koruyamadıklarından şikâyetçi. MESLEĞİ BIRAKABİLİRLE Anketle 4 bin 657 öğretmenin görüşlerine ulaşan Eğitim-Sen’in verilerine göre; öğretmenlerin yüzde 97’si, son bir yıl içerisinde satın alma gücünün azaldığını, yüzde 78’i son bir yıl içerisinde borçlarının arttığını söylüyor. Ücretli, kadrolu veya sözleşmeli biçiminde çalıştırılmayı, mesleklerinin geleceğini tehdit ettiğini söyleyen öğretmenlerin yüzde 90’ı, Milli Eğitim


2020 / Sayı 2

2100 yılı itibariyle küresel iklim değişimi geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmiş olabilir.

Bakanlığı’nın (MEB) sorunları çözmek için ürettiği politikaların gerçekçi olmadığını düşünüyor. Ankete katılan öğretmenlerin yüzde 84’ü, ise okullardaki şiddet vakaları nedeniyle işyerinde kendini güvende hissetmediğini belirtiyor. Raporda, “Böylesi bir çalışma ortamında, ‘ekonomik koşulları daha iyi olan bir iş teklifi alsanız, öğretmenlik mesleğini bırakmayı düşünür müydünüz?’ sorusuna verilen yanıtlar, öğretmenlerin ekonomik sorunları nedeniyle meslekleriyle zayıf bağlar taşıdığını gösteriyor” ifadesi kullanılırken öğretmenlerin yüzde 69’u, ekonomik koşulları daha iyi olan bir iş teklifi aldığında mesleğini bırakabileceğini söylüyor.

SATIN ALMA GÜCÜ DÜŞÜYOR, BORÇLAR ARTIYOR Eğitim-Sen anketinde öğretmenlerin, “Aldığınız maaşın yaptığınız işin karşılığı olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna “Hiç karşılamıyor” yanıtını verenlerin oranı yüzde 58 iken, “Kısmen karşılıyor” yanıtını verenlerin oranı yüzde 39 olarak belirtiliyor. Ankete katılan öğretmenlerin yaklaşık yüzde 97’si ise gelirinin emeğinin karşılığı olmadığını ifade ediyor. Benzer sonuçlar 6 bin 728 kişi katıldığı Türk Eğitim-Sen raporunda da görülüyor. Ankete katılanların yüzde 30.8’i kredi kartıyla yaptığı harcamaların maaşının dörtte ikisine denk geldiğini söylerken tamamına denk gelenlerin oranı

yüzde 15.8 olarak tespit ediliyor. Öğretmenlerin yüzde 42.9’u ise her ay kredi kartı borcunun tamamını ödeyemediğini söylüyor. Türk Eğitim-Sen’in anketine katılanların yüzde 37.2’si, banka kredisi borcu olmadığını söylerken; yüzde 6.8’i, bin -5 bin TL, yüzde 3.8’i, 5 bin-10 bin TL, yüzde 6’sı da 10 bin-20 bin TL, yüzde 7.3’ü 20 bin-30 bin TL, yüzde 10.8’i 30 bin50 bin TL, yüzde 13.7’si 50 bin-100 bin TL, yüzde 14.4’ü 100 bin TL’den fazla borcu olduğunu ifade ediyor. Eğitim Bir-Sen’in araştırmasına göre ise, Türkiye’deki öğretmen ve müdür maaşları, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (Organisation for Economic Cooperation and Development –OECD) ülkelerindeki

23


2020 / Sayı 2

meslektaşlarına göre oldukça düşük. Araştırmaya göre, OECD ülkelerinde tecrübeyle artan maaşa karşılık Türkiye, listede sonlarda yer alıyor.

24

GEÇİNEBİLMEK İÇİN TEFECİLERE GİDİYORLAR Eğitim-Sen raporuna göre; satın alma gücüne ilişkin sorulan sorulara, “Satın alma gücüm azaldı” yanıtını verenlerin yüzde 97’lik bir oranda olması, öğretmenlerin üstesinden gelmeye çalıştığı ekonomik sorunların derinleştiğini gösteriyor. Raporda, satın alma gücünün düşmesiyle borçluluk düzeylerinde de önemli bir artış yaşandığı da görülüyor. “Son bir yıl içerisinde borçluluk düzeyinizde nasıl bir değişim oldu?” sorusuna ankete katılanların yüzde 78’si, borcum arttı yanıtını verirken, bu soruya “borcunun azaldığı”

yönünde yanıt verenler ise yüzde 2’lik bir dilimi oluşturuyor. Ayrıca öğretmenler, 2019 -2020 toplu sözleşmenin beklentilerini karşılamadığını, yetkili sendikanın öğretmenlerin çıkarlarını yeterince savunmadığını düşünmekte. Bu sonuçları destekleyen veriler elde eden Türk-Eğitim Sen’e verilen cevaplarda ise, ankete katılanların sadece yüzde 22.2’sinin hiçbir borcu yok. Borcu olanların da yüzde 36.2’si kredi çekerek, yüzde 7.6’sı ek iş yaparak, 0.4’ü tefeciden borç alarak borcunu kapatıyor SENDİKALAR VE MESLEK KURULUŞLARI YETERSİZ Türk Eğitim-Sen anketine katılanların yüzde 95.4’ü, toplu sözleşmede yapılan zam oranlarının kayıplarını telafi etmeyeceği görüşündeyken aynı verileri Eğitim-Sen raporunda

yüzde 93 oranı takip ediyor. Öğretmenler toplu sözleşme sürecinde yetkili sendikanın ekonomik, özlük ve sosyal haklarını yeterince korumadığını düşünüyor. Türk Eğitim-Sen anketine katılanların yüzde 95.4’ü, toplu sözleşmede yapılan zam oranlarının ekonomik kayıplarını telafi etmeyeceğini, yüzde 3.9’u, kısmen telafi edeceğini, yüzde 0.7’si de telafi edeceğini söylüyor. Ekonomik kayıplarını telafi etmeyeceğini söyleyenlere “Bunun sorumlusu kimdir?” diye sorduklarında ise şu cevaplar veriliyor: “Yüzde 48.4’ü yetkili konfederasyon, yüzde 41.3’ü hükümet, yüzde 8.9’u Kamu Görevlileri Hakem Kurulu, yüzde 1.4’ü de yetkili konfederasyon dışındaki konfederasyonlar.”


2020 / Sayı 2

Basın örgütlerinin 2020 hedefi: Daha fazla örgütlülük ve özgürlük

G

eçen yıl işsizliğin aynı zamanda kayıt dışı ve güvencesiz çalışmayı da beraberinde getirdiğine işaret eden meslek örgütlerinin hedefi; 2020’de gazeteciler arasında örgütlüğün artması ve güvenceli çalışma koşullarının yaygınlaşması… İstanbul-Mesleklerinin en temel ilkesi olan kamuya bilgi sunmak için mücadele eden, kimi zaman tutuklanan kimi zaman ise hayatlarını ortaya koyan gazeteciler, 2019 yılını geride bıraktı. Hem dünyada hem de Türkiye’de 2019 gazeteciler açısından çok parlak bir yıl olmadı. Malta’da, Kuzey İrlanda’da, Afganistan’da gazeteciler öldürüldü, Türkiye’de

ise tutuklu gazeteciler sorunu sürüyor, iktidar tarafından çoğu kez hedef gösterilen gazeteciler, sendikalaştıkları için de bir çırpıda işten atılıyor. 2020’ye girdiğimiz günlerde Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Türkiye Basın Yayın Matbaa Çalışanları Sendikası’yla 2019’u ve 2020’den beklentileri konuştuk. Basın örgütlerinin hedefleri, 2020’nin gazetecilerin yılı olması ve basın çalışanları arasında örgütlülüğün artması. 2019 yılını değerlendirdiğimiz sendika başkanları, gazetecilerin işsizlik ve güvencesiz çalışma maruz bırakıldıklarının altını çiziyor.

20 Ocak 2020

“GAZETECİLİK MEZUNLARI İŞ BULAMIYOR” TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş, 2019 yılında karşılaştıkları en büyük sorunların işsizlik, kayıt dışı çalışma olduğunu vurguluyor. İşsiz gazetecilerin oranında 2,4’lük bir artış olduğunu bildiren Durmuş, “TGS olarak 2018 yılında yaptığımız bir araştırma sonucunda ülkemizdeki üniversitelerin gazetecilik bölümlerinden 2.000-2.150 arasında öğrencinin mezun olduğunu gördük. Sektördeki işsizlik oranı hesaba katıldığında mezun olan her dört gençten birinin işsiz kalma tehdidi ile yüz yüze kaldığı söylenebilir” dedi. İşsizliğin aynı zamanda kayıt dışı ve güvencesiz çalışmayı da

Haber Yazısı

Özlem Temena / İstanbul

25


2020 / Sayı 2

beraberinde getirdiğine işaret eden Durmuş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ülkedeki ekonomik kötü gidişat, işsizlik oranının görece yüksek oluşu, sektörün daralması gibi birçok nedenden dolayı da gazeteciler içinde kayıt dışı, sigortasız çalışma ve ‘Freelance’ dediğimiz yine geçici, güvencesiz biçimde çalışma yaygınlaşıyor. Gazeteciler, sektörde kalabilmek ve çalışabilmek için bu tür güvencesiz çalışma biçimlerini kabul etmek zorunda kalabiliyor.”

26

HAPİS CEZALARI, GÜVENCESİZ ÇALIŞMA, İŞSİZLİK… Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren ise, gazetecilerin güvencesiz ve tehdit altında çalıştıklarının altını çiziyor. 2019’un basın emekçileri açısından felaket bir yıl olduğunu söyleyen Eren, geçtiğimiz yıl yaşananları şöyle özetliyor: “Geçtiğimiz yıl, gazetecilik açısından felaket bir yıldı yine, bir önceki yıl gibi. Gazeteciler, güvencesiz ve tehdit altında geçirdiler 2019’u. Çok sayıda meslektaşımız hapishanelerde, yüzlercesi yargılanıyor. Ne yazık ki bu yargılamalardan hapis ve para cezaları çıktı. Evrensel, BirGün gibi gazeteler Basın İlan Kurumu tarafından ekonomik baskı altına alındı, Tele1 gibi kanallar, RTÜK ve mahkemeler tarafından para cezalarına boğuldu. Hürriyet’te 40’a yakın meslektaşımız sendikalı oldukları için işlerinden edildi, hâlâ tazminatlarını alamadılar. Yılın son günü iktidara yakınlığıyla bilinen Star ve Güneş gazeteleri kapatıldı.” MESLEK ÖRGÜTLERİ AÇISINDAN 2019 NASIL GEÇTİ? Sektörde yaşanan olumsuzluklara rağmen

gazeteciler arasında örgütlenme oranı ise artıyor. Gazete Duvar, Reuters gibi basın kuruluşları geçen sene TGS’yle birlikte toplu iş sözleşmesi imzaladı. DİSK Basın İş ve TGS tarafından birçok kentte çalıştay ve forum düzenlendi. Gazetecilerin yargılandığı davalar takip edildi. “TGS için 2019 yılı oldukça verimli geçmiş” diyen Durmuş, üç işyeriyle yeni toplu iş sözleşmesi imzaladıklarını bildirdi. Durmuş, 2019’a ilişkin değerlendirmesine şöyle devam ediyor: “2019 yılında TGS olarak önceliğimiz gazeteciler içinde daha fazla çalışma yürütmek, onları sendikaları ile buluşturmak ve mesleki niteliklerini artıracak eğitim ve seminerler düzenlemek, ekonomik ve sosyal haklarını iyileştirmek ve basın özgürlüğü konusunda her türlü desteği sunmak oldu. Bu kapsamda İstanbul’da TGS Akademi’nin açılışını yaptık. Akademi bünyesinde alanında uzman eğitimcilerle birlikte mesleki anlamda eğitim, seminer ve dersler organize ettik. Gazetecilere yönelik İngilizce dil kursu ve Psikolog desteği verdik. Üyemiz olsun olmasın tüm meslektaşlarımıza hukuki destek sunmak için çaba harcadık. Cezaevindeki meslektaşlarımızı ziyaret ederek dayanışma gösterdik.” “SENDİKALAŞMAK AYRICALIKTIR” Doğan Grubu’ndan Demirören Holding’e satılan Hürriyet Gazetesi’nde 45 gazetecinin eve tebligat yollanarak işten çıkarılması, 2019’un en çok tartışılan konularının başında geldi. İşten atmaların amacının gazetecilere mesaj vermek

olduğunu kaydeden Durmuş, şunları söyledi: “İşten atmalar ve sendikalaşma özgürlüğüne dönük bu girişimlerin tek amacı, hem Hürriyet’teki üyelerimize hem de genel olarak gazetecilere bir mesaj vermekti: Sendikalaşırsanız işinizden olursunuz. Ancak meslektaşlarımız bu tehdide pabuç bırakmadı ve sendikasından kopmadı. Üstelik TGS’ye üyelikler gelmeye de devam etti. Meslektaşlarımız şunu gördü ki sendikalı olmak; iş güvencesi, ücret artışı, ekonomik ve sosyal hakların iyileştirilmesi, huzurlu bir çalışma ortamı ve kalemlerini hür bir şekilde kullanma ayrıcalığıdır.” ‘YENİ DOĞAN MEDYA, ESKİ HASTALIKLARDAN ARINMIŞ OLUR’ Meslek örgütlerinin 2020’den en büyük beklentisi ise örgütlülüğü arttırmak ve güvenceli çalışmayı yaygınlaştırmak. DİSK Basın İş Başkanı Eren Türkiye’de yeni bir medya anlayışının doğduğunu belirterek bu alanlarda örgütlenmeyi hedeflediklerini söylüyor; “Aslında Türkiye’de yeni bir medya da doğuyor. Özellikle sosyal medya olanaklarını kullanarak çok sayıda alternatif girişim var. Bu girişimlerin 2020’de daha da güçleneceğini, yeni doğan medyanın eskisinin yerini alacağını, halkın haber alma hakkını karşılayacağını düşünüyoruz. Umarız yeni doğan medya, eski hastalıklardan arınmış olur. Bunu özellikle örgütlenme özgürlüğü açısından söylüyorum. Evet, alternatif medya dediğimiz girişimler büyük ekonomik güçlükler içinde ama bu emek sömürüsüne bahane olmamalı. Basın-İş olarak bu yeni doğan medyanın örgütlenmesi için büyük çaba göstereceğiz. 2020’de üye sayımızın artmasını, daha güçlü ve mücadeleci bir DİSK Basın İş hedefliyoruz.” TGS ise son iki yıl içerisinde en çok üye arttıran sendikaların başında geliyor. Bu çalışmalarını 2020 için de sürdüreceğini belirten Durmuş, “Biz, ‘2020 yılı gazetecilerin yılı olsun’ şiarıyla yeni yıla girdik. Bu amaçla daha çok işyerinde sendikalı çalışma, daha çok basın özgürlüğü, daha çok ekonomik ve sosyal haklar için mücadelemizi sürdüreceğiz” diyor.


2020 / Sayı 2

Kadınlar: “Çocuk istismarının affı olmaz”

M

eclis gündemine gelmesi beklenen “Çocuk evliliklerine af” düzenlemesine karşı Nafaka Hakkı Kadın Platformu ve TCK 103 Kadın Platformu, 45’i aşkın ilde “Çocuk istismarının affı olmaz” diyerek tepki gösterdi Daha önce kamuoyunun büyük tepki göstermesiyle iki kere engellenen “Çocuk istismarına evlilik yoluyla af” düzenlemesini içeren yasa değişikliği tartışmaları sürüyor. Düzenleme taslağı çocuk ile cinsel istismar faili arasındaki yaş farkının 10’un üzerinde olmaması ve evlendirilmeleri durumunda verilen cezanın ertelenmesini öngörüyor. Bu ay görüşülmesi beklenen

düzenlemeye karşı Nafaka Hakkı Kadın Platformu ve TCK 103 Kadın Platformu harekete geçti. 2016’da “Tecavüzü meşrulaştıramazsınız”, 2018’de “İstismarı affettirmeyiz” diyerek bir araya gelen kadınlar, bu kez “Çocuk istismarının affı olmaz” dedi. Geçtiğimiz ay CHP’li milletvekilleri, çocuk örgütleri temsilcileri ve meslek örgütleriyle bir araya gelen platformlar, söz konusu hazırlığa tepki gösterdi. Platform, daha önce hükümetin tepkiler sonrası rafa kaldırdığı düzenlemenin tekrar gündem olmasına karşı yine mücadele ederek geri adım attıracaklarını söylüyor. Türkiye’nin 45’i aşkın ilinde kadınlar, “Çocuk istismarının affı olmaz” diyerek tepkilerini dile getirdiler.

20 Ocak 2020

ÇOCUĞUN YERİ, OKUL VE OYUNDUR! Nafaka Hakkı Kadın Platformu ve TCK 103 Kadın Platformu adına konuşan Avukat Selin Nakıpoğlu, kadınlara, “Çocuk istismarının affı olamaz diyerek ses çıkaralım” çağrısı yaptı. “Fotoğrafı bütünlüklü görmek gerekiyor” diyen Nakıpoğlu, konuşmasında şunları dile getirdi: “2015’ten bu yana çocuk evliliklerine cezasızlık getirmek için yasal zeminler hazırlanmaya başlandı. Anayasa Mahkemesi, TCK 230’un 5 ile 6. fırkalarını iptal etti. Bu resmi nikâh yapılmadan yapılan nikâhlara cezasızlık getiriyordu bunun iptali ile o zaman demiştik ki; ‘Bu erken evliliklerin, zorla evlendirmelerin yolunu

Haber Yazısı

Hilal Tok / İstanbul

27


2020 / Sayı 2

getirilmesinin istendiğini aktaran Selin Nakıpoğlu, açıklamasını şöyle sürdürdü: “14 yaş çocukla, 29 yaşındaki adamın evlendirilmesi hakkında konuşuyoruz şu anda, evlendirilse cezasızlık getirilecek ve kalıcı olacak bir düzenlemeden bahsediyoruz. ‘Çocuklara hiçbir şekilde dokunmayın’ diyoruz. Devletin çocukları koruduğu bir düzende değiliz ne yazık ki. Kim ya da kimler tahliye edilecek, neden bu düzenleme de bu kadar ısrar ediliyor sürekli önümüze getiriliyor? Biz diyoruz ki; bu tasarıyı asla gündeme getirmemek üzere kaldırın ve kapatın. Biz çocukların erken evlendirilmesinin suç olduğu üzerine konuşalım, çocukların 4+4+4 sistemiyle okuldan ayrılma oranının yükselmesini konuşalım, erken yaşta evlendirilen çocuklarının oranını konuşalım, hastanelerdeki erken yaştaki gebelikleri konuşalım. Biz tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerin ve Anayasanın çocukları koruma alanı dışına nasıl çıktığını konuşalım.”

28

açar. Bu düzenleme en çok kız çocuklarını, genç kadınları vurur.’ Tablo gösterdi ki durum öyle de oldu. 2016 yılında Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu raporunda istismarcıyla evlendirilmenin cezasızlık sebebi olarak düzenlenmesine ilişkin bölümler vardı. Yine kadın örgütleri olarak rapora topyekûn tepki gösterdik, yine geri adım atıldı. Dedik ki; çocuklar erken evlendiriliyorsa, ‘mağduriyet yaratıldı’ diyorsanız bu işi başından çözelim. Ancak biz yine çocuk evliliklerine af getiren yasayı tartışır durumdayız.” Evlendirilmek istenenlerin “çocuk” olduğunu hatırlatan Nakıpoğlu, “Çocuk üzerinde anne-babanın ve devletin sorumluluğu var. Siz bu çocuklardan ‘kadın’ yapıyorsunuz. Oysa o çocuğun yeri okul, o çocuğun yeri oyun. Çocuğun kendisinden 10 yaş büyük adamla evlendirilmesi pazarlığı var şu anda. Hakikaten çok korkunç bir şey” dedi. “ÇOCUKLARIN ASIL MAĞDURİYETLERİNİ KONUŞALIM” Çocuk evliliklerine getirilmek istenen cezasızlığın kalıcı olarak

“VAR GÜCÜMÜZLE ÇOCUKLARIMIZI KORUMAYA DEVAM EDECEĞİZ” Ülkenin dört bir yanında çocuk istismarına af getiren düzenlemeyi protesto ettiklerini ifade eden Nakıpoğlu, “Tüm Türkiye’de hep bir ağızdan ses çıkaracağız. ‘Çocuk istismarının affı olmaz’, ‘İstismarın affı olmaz, cezasızlık getirmeye çalışıyorsunuz

dokunmayın yasaya, dokunmayın çocuklarımıza’ ve ‘Yapmayın bu tasarıyı geçirmeyin ve artık bu konuda konuşmayalım’ diyoruz. Var gücümüzle çocuklarımızı korumaya devam edeceğiz” dedi. Nafaka Hakkı Kadın Platformu ve TCK 103 Kadın Platformu imzasıyla yapılan basın açıklamasında ise, “Son çıkan haberlere göre AKP tarafından 15 yaş farkının bir kriter olarak benimsenmiş olduğu ve çocuk istismarını meşrulaştıracak bu affın bütçe görüşmeleri tamamlandıktan sonra, Ocak 2020 gibi meclise getirileceği söylenmekte. AKP 2016 yılından beri sistematik olarak çocuk yaşta, zorla ve erken evlendirmelerin önünü açacak, çocuk istismarını meşrulaştıracak bu af da dahil, birtakım yasa değişiklikleri ve uygulamaları gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Şu anda getirilmek istenen af, 15 yaş altı kız çocuklarına karşı işlenen cinsel istismar suçundan hüküm giyen failleri de kapsayacaktır. Yani 12 yaşında bir kız çocuğunun 27 yaşındaki bir erkek ile evlendirilmesi durumunda cezasızlık yoluna gidilmek istenmektedir” denildi “Bu cezasızlığın çocuk istismarı suçu faillerine cesaret vereceği ve bu suçu teşvik edeceğini öngörüyoruz” diyen açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi: “İstismar suçunu evlenme koşullu bir düzenleme ile aklamak çocukların tekrarla istismara maruz bırakılması ve şiddet dolu hayatlara mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir. İktidara tekrar sesleniyoruz, amaç gerçekten kız çocuklarını korumak ve mağdur olmalarını engellemekse neler yapılabileceğini kadın ve çocuk örgütleri yıllardır haykırmakta! Faillerin değil, çocukların mağduriyetlerini öncelemek ve dahası önlemek elinizde! İstismarcıları affetmek yerine çocukları koruyacak önlemleri hayata geçirin!”


2020 / Sayı 2

29

“Çocuk işçiliği” sorunu, çözülmeyi bekliyor 20 Ocak 2020

Haber Yazısı

Beste Salman / İstanbul


T

30

ürkiye, 1990’da onayladığı Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ne rağmen çocuk hakları konusunda kötü bir karneye sahip. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, iş cinayetinde yaşamını yitiren çocukların dokuzu 14 yaş ve altında. Oysa, 14 ve altı yasal olarak çalışması tamamen yasak olan bir yaş. 15 yaşındaki P.S ve 16 yaşındaki H.A., ailelerine destek olmak için çalıştıklarını belirtirken devletin bu soruna çözüm bulmasını istiyor Türkiye’de birçok sorunu arasında gerekli ilgiyi bulamayan “çocuk işçiliği”, uzun yıllardır çözülmeyi bekleyen en önemli sorunlardan biri. Özellikle 2011’de başlayan Suriye savaşı ardından savaştan kaçmak zorunda kalanların Türkiye’ye yerleşmesiyle beraber, çocuk işçi sayısı çığ gibi büyüdü. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde hazırlanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 193 ülke tarafından onaylanırken Türkiye, bu sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde kabul etmesine rağmen çocuk hakları konusunda kötü bir karneye sahip. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre, 2019 yılında 29’u 14 yaş ve altı olmak üzere 67 çocuk işçi yaşamını yitirdi. Kaç çocuk işçi çalıştığına dair net bir sayı ise yok. Çocuk hakları alanında çalışan uzmanlar, basın aracılığıyla daha önce bu konuda Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) araştırma yapması için çağrıda bulunsa da TÜİK’in bu konuda henüz bir çalışması bulunmuyor. Yetkililer, çocuk işçiliğinin önüne geçmek için hiçbir adım atmadığı gibi, örgün eğitimin bir parçası olan ve çocuklara meslek edindirmeyi amaçlayan çıraklık ve meslek lisesi öğrencilerinin tabi tutulduğu staj çalışmalarının çocukları çalışma yaşamına ittiğine dikkat çekiyor. Öyle ki, söz konusu okullarda 2015 yılında 260 bin olan çocuk (işçi) çırak sayısı, yürürlüğe giren “İstihdama Teşvik Programları” ile 2017 yılında bir milyon yüz yetmiş bine çıktı.

2020 / Sayı 2

İSİG RAPORLARI TABLOYU ORTAYA KOYUYOR İSİG Meclisi’nin elindeki bilgilere göre; 2013’te 59 çocuk, 2014’te 54 çocuk, 201’’te 63 çocuk, 2016’da 56 çocuk, 2017’de 60 çocuk, 2018’de 67 çocuk ve 2019’un ilk beş ayında ise en az 26 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. İSİG’in paylaştığı verilere göre şu noktalar ön plana çıkıyor: Çocuk iş cinayetlerinin en fazla yaşandığı iller, Urfa, İstanbul, Antep, Antalya ve Adana. Bu şehirlerde çocuk nüfusu, tarım işçiliği ve mülteci nüfusu yüksektir. Yaşamını yitiren 26 çocuk işçinin dördü, mülteci/ göçmen çocuklar. Ücretsiz aile işçiliğinin ve küçük yaşta çalışmanın yaygın olduğu tarım sektöründe ölümlerin 8-10 yaşlarına düştüğü görülüyor. İş cinayetinde ölen çocukların yarısı tarım işçisi çocuklardır. Yaşamını yitiren çocukların yüzde 4’’ü sanayide, yüzde 7’si ise hizmetler sektöründe çalışıyor. İş cinayetinde yaşamını yitiren çocukların dokuzu 14 yaş ve altındadır. 14 ve altı yasal olarak çalışması tamamen yasak olan bir yaştır. “ÇOCUK OLUNCA DAHA ÇOK EZİYORLAR” Çocuk işçilerin yaşadığı sorunları kendilerinden dinledik. Ailesinin ekonomik güçlük çekmesi nedeniyle çalışmak zorunda olan ve tekstil sektöründe çalışan 15 yaşındaki P.S yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Paraya ihtiyacım olduğu için çalışmak zorundayım. Ailem ihtiyaçlarımı karşılayamıyor. Kendi ihtiyaçlarımı hatta çoğu zaman evimizin mutfak masraflarını kazandığım parayla karşılamaya çalışıyorum. Kimse, çocuk yaşta çalışmak istemez. Aslında daha kolay bir iş olsa belki yine eğlenceli hale getirebilirim. Çocukların yapabileceği bir iş olsaydı bence daha iyi olur. Çalıştığım yerde çok yoruluyorum. Aslında ağır işleri çok yapamıyorum. Çocuk olunca daha çok eziyorlar bu yüzden benim için çok kolay olmuyor.” Çocuk işçiliğinin son bulmasını isteyen P.S, “Bence çocuk işçiliğinin son bulması

gerekir. Sürekli patronu memnun etmeyi düşünmek benim için çok kolay değil. Sürekli işten atılma korkusu var. Devletin ailelere destek olmasıyla çocuk işçiliği son bulabilir. Bizim ihtiyaçlarımızı karşılarsa ben çalışmak zorunda kalmam. Belki kurslara gidebilirim boş zamanlarımı böyle geçirebilirim. Ve evde bolca dinlenebilirim” diye gerekçelendiriyor bu isteğini. “OKUL VE İŞ BİR ARADA RESMEN ÇİLE” Tekstil sektöründe çalışan 16 yaşındaki H.A ise, evde sadece babasının çalıştığını ve bunun ihtiyaçlarını karşılamak için yetersiz olduğunu söylüyor. H.A sözlerine şöyle devam ediyor: “Ailem ekonomik sıkıntı çekiyor. Aileme yardım etmek zorunda olduğum için çalışmam gerekiyor. Severek çalışmıyorum, çok yoruluyorum çünkü. Belki daha yetişkin olmadığım için bilmiyorum ancak sürekli ayakta kalmak gerçekten çok yorucu. Bir de saatler çok fazla.” Aynı zamanda lise öğrencisi de olan H.A, “Yaşıtlarım başka şeyler yaparken çalışmak zorunda olmak pek güzel değil. Okul ve işi bir arada götürmek ayrıca çile. Hafta içi her gün okul, hafta sonu iş. Bu çok zor oluyor. Bazen arkadaşlarım hafta sonu buluşuyor ama ben onlara katılamıyorum çünkü çalışıyorum. Okula giderken çok yorgun oluyorum öğretmenlerim bu durumu anlamıyor bile. İkisi bir arada asla olmuyor” sözleriyle sıkıntılarını anlatıyor. Çocuk işçiliğine karşı olduğunu belirten H.A, “Bu zorlukları çekmek istemezdim. Çalışmak zorunda olmak istemezdim. Sadece okulumla ve kendimle ilgilenmek isterdim. Herkes yaşına göre yaşamalı bence. Son bulmasını çok isterim. Ailem zorla çalıştırmıyor ama ben çalışmak zorunda olduğumu biliyorum. Devletin buna bir çözüm bulmasını çok isterim” diyor.


2020 / Sayı 2

Haklarını öğrenen mülteci kadınlar daha güçlü

İ

zmir’de Suriyeli mülteci kadınlar, üyesi oldukları derneğin çalışmalarına katılıp karşılaştıkları şiddet ve hak ihlallerinde nasıl başa çıkmaları gerektiklerini öğreniyorlar. Derneğin yöneticisi Srour, mülteci kadınların her geçen gün güçlendiğini, haklarını öğrendikçe şiddetin azaldığını belirtti. İlgililer, Türkiyeli kadınlara “Dayanışma” çağrısında bulunurken cinsel şiddet faillerine, caydırıcı ceza verilmesini önerdi Devam eden savaş ve

ekonomik çöküntünün bir sonucu olarak ülkelerini terk eden mülteci kadınların çoğu, yolda ve sığındıkları ülkelerde erkek şiddeti ve cinsiyete özgü toplumsal baskıyla karşı karşıya kalabiliyorlar. Birleşmiş Milletler’in (BM) verilerine göre, dünyada 70 milyon mülteci bulunuyor ve bunların önemli bir çoğunluğunu kadın ve kızlar oluşturuyor. Mülteci kadınların yaşadıkları, son yıllarda başlı başına bir insan hakları sorunu halini almış durumda. Özellikle ülkelerindeki

21 Ocak 2020

savaştan kaçarak komşu ülkelere göç eden kadınların yaşadığı şiddet, bugün kadınlara yönelik şiddetin en ağır biçimlerinden biri olarak değerlendiriliyor. ŞİDDET, GÖÇLE SON BULMUYOR Son yıllarda Suriye’den de milyonlarca mültecinin gelmesiyle, Türkiye’de mülteci kadınlara yönelik erkek şiddeti artık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaştı. Gündelik hayatın her alanında, ev, işyerleri ve kamusal alanda, zorla evlendirme,

Haber Yazısı

Onur Pazarlı / İzmir

31


2020 / Sayı 2

ev içi şiddet ve taciz gibi farklı şiddetle maruz kalan mülteci kadın ve kızların yaşadıkları, ülkelerinden ayrılmalarıyla son bulmuyor. Sığındıkları ülkeye gelene kadarki süreçte ve sığındıkları ülkede de kadınlar, çeşitli şekilde şiddete maruz bırakılabiliyorlar. 3,5 milyondan fazla kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra Türkiye’de, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (United Nations High Commissioner for Refugees – UNHCR) kayıtlı 500.000’den fazla diğer uyruklardan mülteci yaşıyor. Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sayısı, 13 Aralık 2019 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 8 bin 700 kişi artarak toplam 3 milyon 695 bin 944 kişi oldu. Kayıtlı Suriyelilerin 2 milyon 2 bin 880’i (yüzde 54,2) erkek, 1 milyon 693 bin 64’ü (yüzde 45,8) ise kadınlardan oluşuyor.

32

SOKAKTA NEFRETE DAYALI ŞİDDET Türkiye’de büyük çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu mülteci kadınlar, hem özellikle ırkçılıktan kaynaklı yabancı düşmanlığı temelli şiddetin hem ev içinde hem de yoksullukla katmerlenmiş şiddetin hedefi halindeler. Bunun en acı örneğini, 2017 Temmuz’unda Emani Al-Rahmun’un tecavüze maruz bırakıldıktan sonra çocuğuyla birlikte katledilmesiyle gördük. Emani’nin ölümü, Suriyeli ve mülteci kadınların yaşayabilecekleri şiddetin sınırlarını gösterir nitelikte. Bu olay, mülteci kadınların, ne denli korkunç, kolay ve saldırıya açık bir kesim olduklarına işaret ediyor. 10 SURİYELİ KADINDAN 9’U FİZİKSEL ŞİDDETE UĞRUYOR Hacettepe Üniversitesi, Suriyeli mülteci kadınların üreme sağlığı ve toplumsal cinsiyet temelli şiddete yönelik hizmetlere ilişkin ihtiyaçlarının belirleme amacıyla hazırladığı rapor, gerçekleri rakamlarla ortaya koyuyor. 2019 Haziranda açıklanan rapor, 413 Suriyeli kadınla görüşerek hazırlandı. Raporla, son 12 ay içinde, her 10 mülteci kadından 9’unun fiziksel, 8’inin duygusal, 8’inin ise cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıktı. Rapora göre, Türkiye’de

temel ihtiyaçlarını karşılayan Suriyeli mültecilerin oranı yüzde 1’e düştü. Kadınların yüzde 92’si en az bir kez evlendiğini, yüzde 59’u ilk evliliğini 18 yaşından küçükken yaptığını bildirirken resmi nikâh oranı yüzde 90, dini nikâh oranı ise yüzde 97 oldu. ŞİDDETE KARŞI BAŞVURU ORANI, YÜZDE 7 Suriyeli 10 kadından 6’sı, yaşamının herhangi bir döneminde yakın ilişkide olduğu erkek tarafından hakaret, küfür, aşağılama, küçük düşürme, tehdit şeklindeki duygusal şiddet türlerine maruz kaldığını belirtti. Kadınların yüzde 42’si maruz kaldıkları şiddeti yakın çevrelerine anlattıklarını belirtirken, yalnızca yüzde 7’si şiddetle ilgili kurumsal başvuruda bulundu. Kadınlar, böyle bir başvuruyu, “ailenin mahremiyetinin ihlali” olarak değerlendirdi. Suriyeli kadınların yüzde 15’i Türkiye’de resmi evlenme yaşının 17 olduğundan, yüzde 16’sı ise ebeveynlerin 15 yaşından küçük çocuklarını evlendirmeleri durumunda suç işlemiş olacaklarından haberdar olmadığını söyledi. Türk Medeni Kanunu’na göre, tek eşle evliliğin yasal olduğunu bilmeyen Suriyeli kadınların oranı, yüzde 23’ü buldu. Rapor, Suriyeli kadınların yüzde 47’sinin, Türkiye’de kanunen eşinin kadını cinsel ilişkiye zorlamasının suç olduğunu bilmediğini ortaya koydu.

Suriyeli, Afganistanlı, İranlı ve Iraklı mülteci kadınlar başta olmak üzere birçok mülteci kadın iş yerlerinde cinsel tacizden tecavüze cinsel şiddetin her türlüsüne maruz bırakılıyor

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA, CİNSEL ŞİDDETE KARŞI DAYANAKSIZLAŞTIRIYOR Mülteci kadınların yoksulluk ve statüsüzlükten kaynaklı güvencesizlikleri, iş bulup çalışmaya başladıklarında da iş yerlerinde yaşadıkları cinsel ve ekonomik şiddete karşı onları dayanaksız bırakıyor. Birçok mülteci kadın ve kız, yedek iş gücü olarak görüldüklerinden dolayı, zaten mevsimlik işçilik, tekstil, ayakkabıcılık gibi informel ve güvencesiz işlerde istihdam ediliyor. Bununla birlikte, Suriyeli, Afganistanlı, İranlı ve Iraklı mülteci kadınlar başta olmak üzere birçok mülteci kadın iş yerlerinde cinsel tacizden tecavüze cinsel şiddetin her türlüsüne maruz bırakılmanın yanı sıra, ücretlerinin ödenmemesi, Türkiye vatandaşlarına göre daha düşük ücret verilmesi ve erkeklere göre daha az ücretle çalıştırılma gibi sorunlarla karşı karşıyalar. ŞİDDETE KARŞI HUKUK EĞİTİMİ İzmir’de Suriyeli mültecilerin kendilerinin kurduğu Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin üyesi kadınlar, kız kardeşlerinin maruz kaldıkları şiddete karşı çalışma yapıyorlar. Dernekte verilen eğitimlerle mülteci kadınların sahip oldukları haklar ve maruz kaldıkları herhangi bir şiddette nereye başvurmaları gerektiğinin bilgisi veriliyor. Dernek yakın zamanda hukuki destek vermek için de çalışmalarını sürdürüyor. “ŞİDDETE KARŞI NELER YAPMALARI GEREKTİĞİNİ ANLATIYORUZ” Derneğin kadın çalışmalarından sorumlu yöneticisi Marvat Srour, özellikle ekonomik krizden kaynaklı boşanma ve aile için şiddetin arttığına dikkat çekti. Srour, kadınların evde eşlerinden ve işyerlerinde patronlarından ve beraber çalıştıkları erkek işçilerden maruz kaldıkları taciz ve şiddetin yanında sokakta maruz kaldıkları nefret söylemi içeren sözlü şiddeti, derneğe gelip anlattıklarını ve neler yapabileceklerini sorduklarını belirtti. Suriyeli bir işçi kadının, cinsel tacizine maruz kaldıktan


2020 / Sayı 2

sonra derneğe geldiğinden söz eden Srour “Kadın arkadaşımız, parasını isterken patronu kendisini cinsel ilişkiye zorlamış, o da parasını alamadan işyerinden kaçmış” dedi. İLK GELDİKLERİ ZAMANA GÖRE DAHA GÜÇLÜLER Suriyeli mülteci kadınların ilk geldikleri yıla göre daha da güçlendiğini dile getiren Srour, konuya ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Maruz kaldıkları şiddet ve hak ihlalleri ile başa çıkmanın yollarını arıyorlar artık. Şiddete karşı boyun eğmemeyi öğreniyorlar. Bunda bireysel olarak verdikleri çaba ve sahip oldukları hakların öğrenmelerinin etkisi var. Suriyeli kadınlar yaşamın içinde daha görünür olmak, üretmek ve katkı sunmak istiyorlar ve ‘Biz de varız’ demek istiyorlar. Artık daha çok mülteci kadın çalışıyor. Önemli bir kısmı tekstil ve restoran gibi yerlerde çalışıyor. Kuaför, terzi dükkânı açan kadınlarımız var. Derneğimizde kadınlara yönelik hak eğitimleri oluyor. Suriyeli kadınlara çağrımız bu eğitimlere katılarak daha fazla bilgilenebilir. Ayrıca yakın zamanda kadınlara maruz kaldıkları hak ihlallerinde hukuki destek de sunmaya başlayacağız.”

“HAKLARIMIZI ÖĞRENDİKÇE ŞİDDET AZALIYOR” Dernekte Suriyeli çocuklara konuşma terapisi eğitimi veren öğretmen Rafif Hamami de, başka Suriyeli mülteci kadınlarla aynı dernek çatısı altında çalışmanın kendisini daha da güçlendirdiğini belirtti. Hamami, Suriyeli kadınların artık şiddete maruz kaldığında ne yapacağını bildiğini, hangi durumlarda polise, aile bakanlığına gitmesi gerektiklerini öğrendiğini kaydedip “Öyle ki daha önce fiili olarak şiddet uygulayan Suriyeli erkekler, kadınlar haklarını öğrendikten sonra artık fiziki şiddet uygulayamaz oldu. Şiddet, sözlü şiddete dönüyor” tespitinde bulundu. SOKAKTAKİ NEFRET SÖYLEMİ ARTTI Hamami, çalışmaya başlayan ya da iş kurarak ekonomik olarak da güçlenen Suriyeli kadınların evdeki şiddete karşı daha fazla tepki vermeye başladığını aktardı. Son günlerde mülteci kadınların en çok sokaktaki sözlü şiddetten şikâyetçi olduğuna işaret eden Hamami “Ülke gündeminde bizlerle ilgili yalan haberler gündem olduğu zamanlarda bu sözlü şiddet de artıyor. Bundan en çok da mülteci kadınlar etkileniyor. Sözlü şiddete maruz kalan kadınlar sokağa çıkarken iki kere düşünüyor ve evden

çıkmamaya çalışıyor” uyarısı yaptı. TÜRKİYELİ KADINLARA “DAYANIŞMA” ÇAĞRISI Türkiyeli kadınlara da dayanışma çağrısı yapan Hamami “Türkiyeli kadınlar da biliyor ki Suriyeli mülteci kadınlar, savaştan kaçtı, göç etti, yakınlarını yitirdi. Türkiyeli kadınlar da bizlerin yaşadığı bu zorlukları unutmayarak kadın olduğumuzu düşünmeli ve bizim uzattığımız birlikte yaşama dair elimizi tutmalı. Biz Türkiyeli kız kardeşlerimizden dayanışma bekliyoruz. Bir arada çalışmalar yapabiliriz” ifadesini kullandı. “CİNSEL ŞİDDET FAİLLERİNE, CAYDIRICI CEZA VERİLMELİ” Devlet düzeyinde ve diğer sivil toplum kuruluşlarının da mülteci kadınları güçlendirecek çalışmalarda daha kararlı olması gerektiğini vurgulayan Hamami, eğitimini sürdürmek isteyen genç mülteci kadınlara destek sunulması ve eğitimden mahrum bırakılması halinde daha sert yaptırım uygulanmasını istedi. Hamami, cinsel şiddet faillerine karşı caydırıcı cezaların uygulanması gerektiğinin de altını çizdi.

33


2020 / Sayı 2

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

34

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.