9. Köy 2020 - 6. Sayı

Page 1

2020 / Sayı 6

1


2020 / Sayı 6

Gazeteciler Cemiyeti Kurulu Gazeteciler CemiyetiYönetim Yönetim Kurulu Başkan Nazmi Bilgin Bu yayın Avrupa Birliği finansmanıyla hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Gazeteciler Cemiyeti, Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.

Başkan Vekili Savaş Kıratlı Başkan Yardımcıları Ertürk Yöndem Ayhan Aydemir Yusuf Kanlı Genel Sekreter Ümit Gürtuna

Gazeteciler Cemiyeti 9. Köy e-dergisi, kurumun Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı desteğiyle yayımlanan haberleri aylık olarak sizlere sunuyor. Meslek yaşamında onuncu bir köyü olmayan birçok gazeteci dizi, araştırma ve haber yazılarını 9. Köy’de paylaşıyor.

Mali Sekreter Mustafa Yoldaş Üyeler Güray Soysal, Ali Şimşek Ali Oruç, Önder Yılmaz Önder Sürenkök, Olgunay Köse Nursun Erel

M4D Projesi Ulusal Komitesi

Yıllarca ‘Dokuzuncu Köy’ köşesinde yazılarını okurla buluşturan Bekir Coşkun’a isim kullanım iznini Gazeteciler Cemiyeti’ne verdiği için teşekkür ederiz.

2

Başkan Nazmi Bilgin

9.Köy

Akademisyen Üye Prof. Dr. Korkmaz Alemdar

Çalışma Grubu Koordinatörü Yusuf Kanlı

Hukukçu Üye Tuncay Alemdaroğlu

Editör Göksel Bozkurt

STK Üyesi Sefa Özdemir

Grafik Tasarım Arife Acıyan

Kıdemli Gazeteci Üyeler Sedat Bozkurt, Nursun Erel, Yusuf Kanlı

Araştırmacı Deniz Savaş

M4D Proje Ekibi

Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi Telefon: +90 312 468 12 09 Mobil: +90 533 045 08 67 Faks: +90 312 426 06 36 E-Posta info@gazetecilercemiyeti.org.tr info@media4democracy.org Web Adresi www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.media4democracy.org Adres: Üsküp Caddesi (Çevre Sk.) No:35, Çankaya, Ankara

Proje Direktörü Yusuf Kanlı Proje Direktör Yardımcısı Seva Ülman Erten Proje Sorumlusu Igor Chelov Finans Müdürü Kağan Kıraç Muhasebeci Feridun Doğan

Bilişim Tekn. Uzm. Arife Acıyan Veri Uzmanı Umut Irmaksever Görsel- İşitsel Tek. Uzm. Alican Sağın Basın Evi Ofis Sekreteri Sibel Güven

Destek Prog. Uzm. Merve Kambur

Çevirmen Ozan Acar

Politika Uzmanı Özgür Fırat Yumuşak

Araştırmacılar Deniz Savaş Deniz Rende Ebru Önal

Editör Göksel Bozkurt


2020 / Sayı 6

Gazeteciler Cemiyeti Gazeteciler Cemiyeti, 10 Ocak 1946’da gazeteciler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muvaffak Menemencioğlu tarafından kuruldu. Cemiyetin kuruluş amacı, basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak, mesleki ve sosyal hakları geliştirmek, mesleğin gerekliliği olan hak ve özgürlükleri savunmak olarak belirlendi. Kurucu başkanlığı üstlenerek 1946-1956 yılları arasında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüten Mekki Sait Esen’in ardından 1956-1957 döneminde eski kontenjan senatörlerinden Ecvet Güresin cemiyet başkanlığını üstlendi. Kudret gazetesi kurucusu ve sahibi Gazanfer Kurt’un, 1959 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti’ne başkanlık yapmasının ardından bu görevi 1960 yılına kadar Atilla Bartınlıoğlu üstlendi. CHP’nin eski Milletvekili Altan Öymen, 1960 ve 1961 yıllarında sürdürdüğü Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini 1961 yılında İbrahim Cüceoğlu’na bıraktı. Akis dergisi yönetici ve yazarı Metin Toker ise, 1957 yılında yedi ay 53 gün hapis yatmasının ardından 1962 yılında Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’na getirildi. Ekspres gazetesi kurucu sahipliğini yapan Doğan Kasaroğlu, 1963 - 1968 döneminde Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevi devralmasından sonra TRT Genel Müdürlüğüne atandı. Yenigün, Ulus, Ankara Telgraf, Ankara Ekspres, Dünya gazetelerinde yazı işleri müdür-lüğü, yazarlık, başyazarlık ve Genel Yayın Yönetmenliği yapan Beyhan Cenkçi, bu süre içerisinde beş yıl boyunca Gazeteciler Sendikası başkanı olarak görev aldı. 1960 yılı öncesi bir buçuk yıl hapis cezası alarak bazı meslektaşları ile birlikte cezaevine giren Cenkçi, 1969 yılında Gazeteciler Cemiyeti başkanı seçildi. 1992 yılına kadar Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak görevini sürdürdü. Cenkçi, 24 yıllık Başkanlığı sırasında Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Senatörlüğü de yaptı.

1971 yılında Son Havadis gazetesinde mesleğe başlayan Nazmi Bilgin, Güneş gazetesi sahipliği ve Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlendi, daha sonra Dünya gazetesinde Haber Müdürü olarak görev yaptı. Bilgin, Tercüman gazetesinde Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği görevlerini de yürüttü. TRT-2’nin kuruluşunda yer aldıktan sonra TRT’ye, beş yıl “Uzman Haberci” ve “Genel Müdür Danışmanı” olarak hizmet verdi. Bilgin 1992 yılında ittifakla cemiyet Genel Başkanı seçildi. 1996 yılında kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nda Genel Başkanlık görevi yapan Bilgin, bu görevi 2009 yılına kadar sürdürdü. BRT televizyonunun Ankara temsilciliği görevini de yapan Bilgin, Unesco Türkiye Milli Komitesi üyeliği ve Denetçiliği görevinde de bulundu. Basın İlan Kurumu Genel Kurul üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetleri Elele Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu üyeliği ve Reklam Kurulu üyeliği görevlerini de sürdürüyor. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle, çoğulcu demokrasi dönemiyle yaşıt ve koşut olan Gazeteciler Cemiyeti, bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu, sevgi ve mesleki dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski, en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden birisidir. Cemiyetimiz, 1946 yılındaki kuruluşundan bu yana her zaman cumhuriyet, çoğulcu demokrasi ile ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi oldu. Gazeteciler Cemiyeti üyelerine aşıladığı bu güvenle ülkemizin mesleki ve diğer önemli kurumları arasında hak ettiği yeri aldı.

3


2020 / Sayı 6

Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi

4

Avrupa Birliği (AB) finansmanıyla Gazeteciler Cemiyeti tarafından demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesi için Ocak 2019’da hayata geçirildi ve Mart 2022’ye kadar devam edecek. Projenin genel hedefi: Demokrasinin güvencesi olarak Türkiye’de çoğulcu medya ve özgür basının güçlendirilmesidir. Projenin özel hedefleri: Birinci hedef toplumda çoğulcu ve özgür medyanın toplum tarafından destek gördüğü ve farkındalığın arttığı bir zemin oluşturulması, ikinci hedef ise, Gazeteciler arasında dayanışmanın güçlendiği ve gazetecilerin kendini güvende hissettiği bir zeminin oluşturulmasıdır.Proje kapsamında yürütülecek faaliyetler genel hatları ile aşağıdaki gibidir: Proje kapsamında yıllık Basın Özgürlüğü İzleme Raporları ve üç ayda bir Medya Ortamının İzlenmesi Raporları yayınlanacaktır. Bu raporlar üniversitelere, medya kuruluşlarına, devlet kurumlarına, ilgili tüm sivil toplum örgütlerine, AB Komisyonlarına, Türkiye’deki AB ülkelerinin elçiliklerine ve gazetecilere dağıtılacaktır. Sivil izleme kapsamında veri toplama ve bilgi ağlarının geliştirilmesi için Türkiye’nin her bölgesinde durum değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Toplantılar, mevcut ağların birleştirilmesi, işbirliği fırsatlarının arttırılması, gözlem kapasitelerinin genişletilmesi ve yerel medya sivil toplum örgütleri ile gazetecilere ulusal ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunmaları için değerli fırsatlar sunulması konularında katkı sağlayacaktır. Toplantılar aynı zamanda, Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü ile ilgili raporlara içerik sağlanması konusunda katkıda bulunacaktır. Proje kapsamında yazılacak yıllık sivil izleme raporları bulgularına ve yıllık konferanslarda yayınlanan mütalaa belgelerine dayanarak, medya ortamının iyileştirilmesi ve ifade

özgürlüğü için kulis faaliyetlerinin yapılması amacıyla Ankara’daki devlet kurumlarına düzenli ziyaretler yapılacaktır. Uluslararası savunuculuk eylemlerinin yürütülmesi kapsamında Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve ilgili sivil toplum örgütleriyle ziyaretler düzenlenecek ve program kapsamında hazırlanan raporlar paylaşılacaktır. Projenin her yılının sonunda belirlenecek bir tema ile ulusal bir konferans düzenlenecek olup, konferanslar sektör temsilcilerine, gazetecilere, akademisyenlere, gazetecilik öğrencilerine, program destek programları faydalanıcılarına açık olacak ve katılımcılar doğrudan davet ve açık çağrı yoluyla seçilecektir. Proje kapsamında Türk medyasına uzun vadeli katkıları veya Türkiye’deki ifade veya basın özgürlüğüne kendini adayarak yaptığı katkılar, veya uzun süredir devam eden başarı öyküsünü takdir etmek için bir gazeteci veya medya kuruluşuna her yıl “Gazetecilik Mesleği Onur Ödülü” verilecektir. Gazeteciler Cemiyeti’nde bir Basın Evi oluşturulmuştur. Bu Basın Evi, program hedef grubunun bir araya gelebileceği, stüdyo ve toplantı salonu ile birlikte bilgisayarlardan, yazılımdan ve uzmanlık desteğinden faydalanabileceği bir ortak çalışma alanı içermektedir. Basın Evi’nde gazetecilere yönelik olarak bir dizi kapasite geliştirme eğitimleri verilecektir. Medya alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile gazetecilerin kapasitesinin güçlendirilmesi için yerel eğitimler düzenlenecektir. Bu yerel eğitimler, Gazeteciler Cemiyeti’nin de işbriliği içerisinde olduğu yerel gazeteci cemiyetleriyle işbirliği içinde verilecektir. Sektördeki gazetecilerin dayanışma içerisinde olabilmeleri, ağ kurabilmeleri ve paylaşım yapabilmeleri için Basın Evi’nde haftalık olarak gazeteci buluşmaları gerçekleştirilecektir.


2020 / Sayı 6

İçindekiler

Sille ve geçim

6

Vatandaş altın takmaktan vazgeçti, tasarruf için sikke altını seçti…

8

Vatandaşın 2020 bütçesi

10

Hapishanelerin Covid-19 salgınıyla sınavı

12

Mülteci çocuklarla ilgili haberlerde nelere dikkat edilmeli?

15

Kadınlardan mesaj var…

17

“6284 sayılı yasa, samimiyetle uygulanmalı”

19

“Yerelde tanı merkezleri kurulmalı”

20

“Hayat, kendine her zaman bir yol bulacaktır”

22

Özer: Medya, Hem Ekonomik Hem Politik Olarak Kuşatılmış Durumda

24

Koronavirüs’ün ekonomik yansımaları

26

Türkiye’de eğitim sistemi değil, zihniyet değişmeli”

29

5


2020 / Sayı 6

6

Sille ve geçim Hasan Yıldırım / Konya

Haber Yazısı

E

n eski yerleşim yerlerinden olan Konya’daki Sille, yabancı turistlerin azalmasıyla ciddi bir problemle karşı karşıya kaldı Konya-5 bin yıllık bir tarihle Türkiye ve Konya’nın en eski yerleşim yerlerinden olan Sille, yerli ve yabancı turistlerle büyük bir ticaret merkezi haline gelme yolunda ilerliyor. Yaz sezonunda adeta bir panayır yeri olan Sille, kışın ise kuş uçmaz kervan geçmez bir beldeye dönüşüyor. Bölgede bulunan esnaf ise, genel olarak kışın durgun geçmesi ve belediyenin politikalarından yakınıyor.

“6 YILDIR YABANCI TURİST GELMİYOR” Sille’de bakkal dükkânı bulunan Ali Oğuz, buradaki yaşam hakkında zor bir süreçten geçildiğini söylüyor. 12 yıldır Sille’de esnaflık yapan Oğuz, kültürel olarak ticari katkılarından dolayı burada olmayı seçmiş, fakat son 6 yılda hiç turist gelmemesinden dolayı problemler yaşamaya başlamış. Oğuz, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “1999 yılında Sille’ye yerleştim. Ben bu işe başlamadan önce Sille’nin bu kadar popülerliği yoktu. Geldiğim dönemde yerli ve yabancı turist sayısı çok fazlaydı. Ama son 6 yıldır Sille’ye yabancı turist

28 Mart 2020

gelmiyor. Bunun nedenlerinden birisi belediyenin turistlere karşı izlemiş olduğu politika. Burada turistleri bekletebileceğimiz iyi bir alanın olmayışı buna en büyük yanlışlık. Yerli ziyaretçilerin az olması da bölgedeki otopark ve trafik sorunundan. Burada yol, hafta içi trafiğe kapalı. Yazın da sürekli kapalı oluyor. Esnaf olarak dükkânda satılacak erzakları nasıl bir temin edeceğim? Beden gücü ile yapmaya çalışıyoruz. 21. yüzyılda uğraştığımız durumlara bakın. Ben bakkal olarak ekmek satıyorum, bunu 200 metre ilerden kasalarla taşıyarak dükkânıma getiriyorum. Bu beni bezdiriyor.”


2020 / Sayı 6

Peki, şiddet neden reyting alıyor? Çünkü şiddet sokakta, çünkü şiddet evde, çünkü şiddet siyasette…

“SEZONUN KAPALI OLMASI BİZLERİ ZORLUYOR” Hediyelik eşya, testi ve çömlek dükkânı olan Celalettin Bulut ise, işlerinin sezonluk olmasının olumsuzluğunu şöyle ifade ediyor: “Yaklaşık 12 senedir burada esnaflık yapıyorum. Atölye bölümünde de 26 yıldır görev yapıyorum. Hediyelik eşya üzerine mağazam var. Toprak testi, çömlek üretiyoruz. Alternatif hediyelik çeşitleri de bulunduruyoruz. Sille mevsimlik bir bölge… Yazın daha hareketli olurken kışın yaprak kıpırdamadığı dönem de oluyor. Kışın bizim için sezon kapalı. 3’üncü ayın sonuna doğru hareketlenmeye başlıyor. Yerli ve yabancı turlar geliyor. Sille’de esnaf olmanın dezavantajları çok… Örneğin burada yeriniz kiraysa kışın sizi çok fazla zorluyor. Personel çıkarma durumunuz var. Çıkarmazsanız maaşı size sıkıntı oluşturuyor. Yazın da 3-4 ay yoğun geçiyor.” Sille’de bir lokantada müdürlük yapan İbrahim Duran ise, bağlı oldukları Selçuklu Belediyesi’nin kendilerine çok zararı dokunduğunu şu sözlerle aktarıyor: “Burada işletme müdürüyüm. 2 senedir faaliyet gösteriyoruz. Ancak öncelikle Selçuklu Belediyesi’nin uyguladığı bir baskı var. Çok ciddi bir baskı ile karşılaşıyoruz. Eşitlik yok bir kere. Zabıta ekiplerinin görevlerini tam olarak yapmaması, kişiye özel uygulamalar gibi…

Bunun dışında belediye esnafı dikkate almıyor. Esnafın iş yapması değil de iş yapmaması yönünde çalışmaları var. Bir kış boyunca trafik kapalıydı. Bu, tabi ki insanların Sille’ye gelmesini etkiledi. Karda kışta insanlar uzun uzun yürümek istemiyor. Kışın işi baltalama politikası uygulanıyor. Bunun alt sebeplerinde ne var bilmiyorum. Ama belediye ısrarla görüşme talep etmemize rağmen bize dönüş yapmıyor. Kendimize muhatap bulamıyoruz.” “BAZI ESNAFLAR TURİSTLERİ KANDIRIYOR” Son zamanlarda turistlerin az gelmesinde esnafın da hatalı olduğuna işaret edip “Esnaf arasında turistlerin gelişini avantaja çevirmeye çalışanlar oluyor. Normalde menülerde fiyat yazmalı. Burada turistlere fiyat listeleri verilmiyor. 3 liralık kahveyi 10 liraya veriyorlar. Turist neyin ne kadar olduğunu bilmiyor ki” ifadelerini kullanıyor. “BELEDİYE İŞGALİYE BEDELİNİ BAZILARINDAN ALMIYOR” Duran, konuşmasını şöyle bitiriyor: “Belediyenin dükkânların kapılarının önüne bıraktıkları masa ve sandalyeler için uyguladığı bir işgaliye bedeli var. Çok fahiş fiyatlar var. Zabıta ekiplerinin burada çok ciddi bir disiplinsizliği var. ‘Sana masa yasak’ diyor ilerideki adam

kullanıyor. Esnaf arasında haksız rekabet oluşturuyor ve bu da esnafı birbirine düşman ediyor. Belediye bu konuda çok ilginç… Mesela, esnaflar 9 liraya salep satarken belediye 3 liraya salep sattı önceki gün, kilisenin önünde… Kendinin değil, firmasının üzerinden. Bu, bütün esnafın işini baltalamak demek… Zaten kışın iş yapamıyoruz. Buradaki gelirde belediyenin gözü var. Yakında belediye buraya birkaç yer de açar. Düşüncem o ki belediye burayı bitirmeye çalışıyor. Ama burada alabileceği bir yer yok. Hepsi sahipli. Üst yolda, kilisenin olduğu yerde bazı bölgeler var. Onları da aldılar zaten. Alt yolu dubaları kapatarak insanları buradan çekmeye çalışıyor. Kendi mekânlarını açtıklarında fiyatları yarı yarıya çeker. Bunun yapılması, buradaki esnafın hepsini batırmak anlamına geliyor. Bunun başka bir anlamı yok. Belediye, zaten arkası destekli bir güç… Kendine işgal bedeli yazmıyor mesela. Bütün giderleri de belediyeden çıkıyor. Sıcak para sirkülasyonun sağlamak için kurdukları bir sistem. Ama biz öyle değiliz. 15 adam çalıştırıyoruz. Benim bu paraları kazanmam için belediyenin insan yönlendirmesi lazım. Ancak yok.”

7


2020 / Sayı 6

8

Vatandaş altın takmaktan vazgeçti, tasarruf için sikke altını seçti…

Haber Yazısı

Hüseyin Tunçay / Ankara

28 Mart 2020


2020 / Sayı 6

A

ltın fiyatları hızla tırmanırken vatandaş, altını takı olarak kullanmaktan vazgeçip tasarrufa döndü. Ocak ayında takı olarak kullanılan cumhuriyet altını üretimi yüzde 8,3 oranında azalırken, tasarruf amaçlı sikke üretimi yüzde 91,9 artış gösterdi Altının ons fiyatında yaşanan artış ve döviz kurundaki yükselişle birlikte yurtiçinde altının gram fiyatları rekor seviyelere çıkarken, vatandaş takı olarak kullandığı altın miktarını azaltırken, tasarruf amaçlı sikke altına yöneldi. Darphane verilerinden yapılan hesaplamaya göre, ocak ayında toplam Cumhuriyet Altını üretiminde yüzde 23,6’lık artış görüldü. Nitekim 2019 yılının aynı ayında 4 bin 568 kilo olan üretim 5 bin 647 kiloya çıktı. Aynı dönemde Cumhuriyet Altını üretimi adet bazında da yüzde 10,4 artarak 1 milyon 162 bin adetten 1 milyon 282 bine çıktı.

DÜĞÜNDE TAKI HAYAL GİBİ Üretimdeki bu artış trendi, düğünlerin vazgeçilmez hediyesi olan ziynet yani takı olarak kullanılan olan Cumhuriyet altınına yaramadı. Nitekim ağırlık bazında geçen yılın ocak ayında 3 bin 113 kilo seviyesinde olan ziynet Cumhuriyet Altını üretimi yüzde 8,3 oranında azaldı ve 2 bin 854 kiloya indi. Söz konusu dönemde 956 bin adet olan ziynet altın üretimi de yüzde 6,9 gerileyerek 890 bin adede indi. Bu dönemde çeyrek üretimi 628 bin 300 adetten 602 bin 70’e geriledi. Çeyrek altın üretimi yüzde 4,2 geriledi. Yarım altın üretimi 144 bin 265 adetten 128 bin 100’e, tam altın üretim adedi de 164 bin 934’ten 139 bin 995’e indi. Üretim azalışı yarım altında yüzde 11,2, tam altında ise yüzde 15,2’yi buldu. TASARRUFTA ALTIN YİNE VAZGEÇİLMEZ OLDU Ziynet yani takı olarak kullanılan Cumhuriyet Altını üretimindeki bu azalışa karşın

tasarruf amaçlı olarak kullanılan sikke altın üretimi büyük oranlı yükseliş kaydetti. Nitekim 2019 Ocak ayında 1 ton 455 kilo olan sikke altın üretimi yüzde 91,9 oranında artarak 2 bin 792 kiloya çıktı. Adet bazında da sikke altın üretimi 205 bin adetten 391 bin adede fırladı. Buradaki artış da yüzde 90,8 olarak hesaplandı. SİKKEDE 2,5’LUK VE 5’LİK ÜRETİMİNDE YÜKSEK ARTIŞ Sikke altın üretimi çeyrek altında 13 bin 90 adetten 24 bin 990’a, yarımlıkta 2 bin 682’den 4 bin 768’e, tamda da 187 bin 442’den 357 bin 451’e fırladı. Adet bazındaki artışlar çeyrekte yüzde 90,9, yarım altında yüzde 77,8, tam altında ise yüzde 90,7 oldu. 2,5’luk sikke üretimi yüzde 150’lik artışla 120’den 300 adeta, 5’lik sikke üretimi de yüzde 116,1 oranında artarak bin 860’tan 4 bin 20 adede çıktı. Bu yılın ocak ayı ile geçen yılın aynı ayındaki ziynet ve sikke altın üretimi ile bunun yüzde değişimleri de şöyle:

9


2020 / Sayı 6

10

Vatandaşın 2020 bütçesi

Haber Yazısı

Ercan Yavuz / Ankara

1 Nisan 2020


2020 / Sayı 6

B

u yıl sağlık giderleri için 188 milyar lira harcanacak. 2020’de aşı için 1,1 milyar lira ayrıldı, erken teşhis için tarama yapılacak. Eğitimde engelli vatandaşlar için 3,7 milyar lira tahsis edilirken, taşımalı eğitim ve yemek için öğrencilere 4,5 milyar lira harcanacak Devletin 2020 yılı için bütçesi var, bir de bu bütçe içinde vatandaşa direkt dokunan maddeleri… Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nca Merkezi Yönetim Bütçe Süreci ve vatandaşa ilişkin bütçenin belli kalemlerinin öne çıkarıldığı Vatandaşın Bütçe Rehberi hazırlandı. Buna göre, yüzde 5 büyüme, yüzde 8,5 enflasyon hedeflenen 2020 yılında devlet, bütçe için, 956,6 milyar lira gelir, 1 trilyon 95 milyar lira ise gider bekliyor. Bu giderler içinde sağlık giderlerinin payının yüzde 17 dolayında olması bekleniyor. Bütçeye göre, bu yıl sağlık giderleri için 188,6 milyar lira kaynak ayrıldı. Bu çerçevede 450 bin hastaya evde sağlık hizmeti verilmesi, 8 milyon kişini de erken teşhis taramalarından geçirilmesi öngörülüyor. Aşılama çalışmaları için bu yıl 1.1 milyar lira ayrılmış durumda. EĞİTİME 176 MİLYAR Bu yıl bütçenin yüzde 16,1’i yani 176,1 milyar lira tutarında bir

kaynak da eğitim için harcanacak. Öğrencilere 26,4 milyar lira ayni ve nakdi destek sağlanması öngörülürken, 403 bin engelli vatandaşın yararlanacağı eğitim programları için de 3,7 milyarlık ödenek bulunuyor. 1 milyon 315 öğrencinin yararlanacağı öngörülen taşımalı eğitim ve yemek yardımı için de bu yıl 4,5 milyar lira ayrıldı. 2019-2020 öğretim yılında 12 bin 987’si okul öncesi, 24 bin 831’i ilkokul, 19 bin 296’sı ortaokul ve 12 bin 638’i lise olmak üzere toplam 69 bin 752 okulda; 1 milyon 141 bin civarında öğretmen ve açık öğretim öğrencileri de dahil olmak üzere 17 milyon 923 bin öğrenci eğitim görüyor. SOSYAL DEVLETİN YARDIMLARI Türkiye’nin sosyal devlet olmasının gereği olarak yapılan sosyal yardımların tutarı da bu yıl 69,5 milyar lira olarak hesaplandı. Bu bütçenin yüzde 6,3’ü oranında bir rakamın sosyal yardım harcamalarına gideceğini gösteriyor. Bu kapsamda 13,4 milyar lira ödeme gücü olmayanlara sağlık prim gideri olarak ayrıldı. Ekonomik yoksunluk içindeki çocuklara aileleri yanında yetişme imkânı sağlanabilmesi için 1,6 milyar lira harcanacak. Engelli ve evde bakım hizmetleri için de bu yıl 9,4 milyar lira kaynak ayrıldı.

AR-GE HARCAMALARI MİLLİ GELİRİN YÜZDE 1’İNİ AŞACAK Bu yıl bütçe öngörülerinin gerçekleşmesi durumunda Ar-Ge harcamalarının milli gelirdeki payı ilk kez yüzde 1’i aşacak. 2020’de Ar-Ge yatırım ve destekleri için 5,5 milyar lira ayrıldı. Reel sektör destekleri de 44,5 milyar lira olacak. Bu yıl Hazine garantili kredi garanti uygulamasından 295 bin işletme yararlanacak. TARIMDA DESTEĞE DEVAM 2020 yılında bütçenin yüzde 3’ü oranında bir rakam, yani 33,4 milyar lira da tarım desteği için ayrıldı. Bu kapsamda 2 milyar lira tarımsal destek programlarına harcanacak. Hububat prim desteği kiloda 5 kuruştan 10 kuruşa çıkacak, yüzde 50 oranında da tarım sigortası prim desteği verilecek. ULAŞIM YATIRIMLARI Hedeflenen yatırımların yapılması durumunda geçen yıl 27 bin 181 km olan bölünmüş yol uzunluğu bu yıl 27 bin 901 kilometreye çıkacak. Dış hatlarda 326 noktaya yapılan uçuş sayısının 335’e çıkarılması hedeflenirken, 12 bin 803 kilometrelik demiryolu hattının da 13 bin 836 kilometreye ulaşması bekleniyor.

11


2020 / Sayı 6

12

Hapishanelerin Covid-19 salgınıyla sınavı Havva Çustan / İstanbul

Haber Yazısı

C

OVİD-19 olarak bilinen yeni tip koronavirüs salgını tüm dünyanın gündeminde. Salgın, insanlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Resmi açıklamalara göre, 10 bini aşkın kişi bu virüsten hayatını kaybetti, yüzbinlerce insan hastalandı. Türkiye’de ise Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamalarına göre, 37 kişi hayatını kaybederken, vaka sayısı1529’u buldu. Yurt çapında insanların eve kapanması istenip önlem alınmaya çalışılırken, hapishanelerdeki mahpusların önlem alabilecek koşullara sahip olamadığı biliniyor İktidar Partisi, bu çerçevede yeni bir infaz paketini Meclis’e getirdi. Koronavirüs salgınından mahpusları korumak için

hangi önlemler alınması ve neler yapılması gerektiğini insan hakları savunucuları ve avukatlarla konuştuk.

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek katlanacaktır.

1 Nisan 2020

“HAPİSHANE ÇALIŞANLARI İÇİN YETERİNCE ÖNLEM YOK” Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Hapiste Sağlık Ağı Temsilcisi Berivan Korkut, öncelikle hapishanelerde çalışan tüm personelin, tıpkı sağlık çalışanları gibi gerekli teçhizata ulaşabilmeleri ve önlem almalarının önemine vurgu yaptı. İçeriye en çok hastalık taşıyabileceklerin hapishane personeli olduğuna işaret eden Korkut, şu değerlendirmelerde bulundu: “Önlemler alınmazsa çok ciddi sonuçlar doğar. Hapishanelerden bize gelen -özellikle açık hapishanelerbilgilere, hak ihlallerine ilişkin başvurulara göre, bu önlemlerin daha çok bireysel düzeyde infaz memurlarının


2020 / Sayı 6

inisiyatifine bırakıldığını öğrendik. Kimi memurlar maske takarken bazılarının maske takmadığı belirtiliyor. Hatta bazı hapishanelerde karantina bölümü ile infaz koruma memurlarının yemekhanelerinin yan yana olduğunu öğrendik. Tüm memurlar, bu konuda acilen telekonferans gibi yöntemlerle acilen bilgilendirilmeli. Önlem için açık ve kapalı görüşler yasaklandı, avukat görüşleri bile yaptırılmıyor. Ama hapishane çalışanları için yeterince bir önlem alınmadığı ortada.” “HİJYEN MALZEMEYE ULAŞMADA SIKINTI YAŞANIYOR” Tek başına görüşlerin yasaklanmasının yeterli bir önlem olmadığının altını çizen Korkut, sözlerine şöyle devam etti: “Hapishanelere ilk elden temizlik malzemeleri sağlanmalı. Temizlik malzemeleri hapishanede ücretli olduğu için tüm mahpuslar erişim sağlayamıyor. Ayrıca bazı hapishanelerde dezenfekte işlemi yapıldığı belirtiliyor ama bunun sürekliliği olmalı. Bu arada bağışıklık sistemini güçlendirici yemekler çıkmadığını da öğreniyoruz. İhtiyaç duyan mahpuslara vitamin takviyesi de yapılmıyormuş.” “TÜM HASTA MAHPUSLAR, TAHLİYE EDİLMELİ” Hapishanede bulunan mahpusların fazlalığına dikkat çeken Korkut, kalabalık düşünüldüğünde alınacak önlemlerin tek başına yeterli olmadığını söyleyip “Bir an önce hapishanelerde bulunan insan sayısı düşürülmeli” dedi. Korkut, bunun için denetimli serbestlik, ev hapsi, tutuksuz yargılanma gibi uygulamaların hayata geçirilebileceğini belirterek “Tüm hasta mahpusların ayrımsız ve çok hızlı bir şekilde serbest bırakılması lazım. 65 yaş üzeri tüm mahpuslarında acilen serbest bırakılması gerekiyor. Ayrıca risk grubu içerisine çok uzun süre hapishanede kalan insanlar var. Çok uzun süre hapishane koşulları düşünüldüğünde -yetersiz beslenme, sağlık hakkına anında ulaşamama gibi- bu insanların da bağışıklık sistemlerinin çok zayıf olacağı ortada. Bunlar da göz

önüne alınmalı” diye konuştu. Son günlerde COVİD-19 salgını sebebiyle gündeme gelen infaz düzenlemeye de değinen Korkut, sözlerini şöyle bitirdi: “Gündeme gelen düzenlemeye göre, bazı suçların kapsam dışında bırakılacağı belirtiliyor. Bunun yerine herhangi bir ayrım gözetmeksizin genel affın çıkarılması gerekiliyor. Olağanüstü koşullar olduğu düşünülürse hapishanelerin acilen boşaltılmasına ihtiyaç var. Kapalı ceza infaz kurumlarından çok fazla bilgi alamıyoruz ama açık ceza infaz kurumlarından gelen bilgilere göre, aynı yerde 500-600 kişi yemek yiyorlarmış. Virüsün herhangi birine bulaşması durumunda bunun önünün alınması çok zor.”

ring araçlarıyla değil; daha hijyenik ve sağlığa uygun araçlarla taşınmalı” önerisinde bulundu. Son dönemlerde gündeme gelen infaz yasasındaki değişikliğin bazı mahpusları kapsamadığı için eşitsiz olduğunu vurgulayan Yoleri, şunları söyledi: “Devlet, tüm mahpusların yaşam hakkını gözetmeli, salgına karşı acil önlemler almalı. Suç ayrımı gözetmeksizin risk altında bulunan, çocuk, hasta, engelli, 60 yaş üstü, yanında hamile ve çocuklu kadın mahpusların da derhal serbest bırakılması gerekiyor. Bu nedenle hükümet önlem alırken devlete karşı suçlardan tutuklu ve hükümlü olan mahpusları dışarda tutması insan hakları bakımından kabul edilemez.”

Son verilere göre, 860

Son verilere göre, 860

bin dolayındaki 15-34

bin dolayındaki 15-34

yaş arası üniversiteli

yaş arası üniversiteli

işsizlerin sayısı maalesef

işsizlerin sayısı maalesef

önümüzdeki yıllarda

önümüzdeki yıllarda

hızlı bir artış göstererek

hızlı bir artış göstererek

katlanacaktır.

katlanacaktır.

“HAPİSHANELERDE TABLONUN AĞIRLAŞMAMASI İÇİN…” İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Avukat Gülseren Yoleri, hapishanelerin kapalı kurumlar olması, kişisel alan ve yeterli hijyenin bulunmaması nedeniyle salgınların hızla yayılmasına elverişli ortam olduğuna dikkat çekti. İtalya ve İran hapishanelerindeki salgından kaynaklı tablonun ağır olduğu bilgisini veren Yoleri, “Tablonun burada da ağırlaşmaması için tüm mahpusların, hapishane çalışanlarının ve yakınlarının COVİD-19 testlerinin hızlı şekilde yapılabilmesi gerekiyor. Mahpuslar testler için hastanelere taşınırken

“BAKANLIK ÖNCELİKLE ACİL ÖNLEM PLANI HAZIRLAMALI” Avukat Sezin Uçar ise hapishanelerde kapasitenin çok fazla olduğuna dikkat çekip “Hapishaneler için salgından dolayı Adalet Bakanlığı acil önlem planı çıkartmalı, bu plana demokratik kitle örgütleri de dahil edilerek hayata geçirilmeli. Hapishaneler dışarıyla temasın daha sınırlı olduğu yerler ama bir virüsün kapılması durumunda hızla yayılmasının da oldukça olanaklı olduğu yerler” ifadesini kullandı. Hapishanelerde sağlık hakkının erişiminin sınırlandırıldığı bir alan olduğunun altını çizen Uçar, şu değerlendirmeyi yaptı: “Nemli,

13


2020 / Sayı 6

14

kapalı bir alan olması, tedavi imkânlarının da son derece sınırlı ve zorluğu, riski daha çok arttıran şeyler. Biz hukukçular, tüm tutuklu ve hükümlülerin başkaca kontroller getirilerek tahliye edilmesi gerektiğini talep ediyoruz. Bu, herhangi bir suç ayrımın gidilmeksizin yapılmalı. Ama tek seferde yüzbinlerce tutuklunun serbest bırakılamayacağını da biliyoruz. Bu yüzden bir öncelik sıralaması yapılmalı. Özellikle çocuklu, hasta ve yaşlı tutuklular için özel bir infaz düzenlemesi yapılmalı. Son dönemde haberlerden çıkan infaz düzenlemesine göre, siyasi tutuklular bu düzenlemenin dışında bırakılıyor. Pek çok insan,

düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamına girebilecek şeylerden tutuklular. Gazeteciler tutuklu. Tüm bunları kapsam dışı bırakmak, Anayasa’daki eşitlik ve ayrımcılık ilkesine aykırı. Aynı zamanda bu, tutuklu ve hükümlülerin salgının pençesine bırakmak anlamına da gelir. Biz, baro e hukuk kurumları olarak eşitlik talebini yükseltiyoruz.” “MEŞRU MÜDAFAA YAPAN KADINLAR DA KAPSAM DIŞI” Gündemde olan, sözü edilen infaz düzenlemesinde kadına yönelik şiddet suçunun da kapsam dışı bırakıldığını anımsatan Uçar, şunları kaydetti: “Hali hazırda bulunan infazlarda, kadınlara

yönelik suçların ceza miktarları az olduğu için birçok ceza infaz kurumunda kalınmasını gerektirmiyor. Bu sadece kadınların tepkisini çekmemek için konulmuş. Kadına yönelik şiddet uygulayan erkekler bu şekilde dışarıdayken meşru müdafaa hakkını kullanan Nevin Yıldırım, Hülya Halaçkay gibi kadınları kapsamıyor bu düzenleme. Ayrıca hapishaneler erkeklere göre dizayn edilmiş durumda. Temizlik ve hijyen malzemeleri de bu şekilde. Bu yüzden kadınların ve LGBTİ+’ların gerekli hijyene ulaşması daha zor. Bu yüzden bu gruplar da öncelikli gruplar içine alınmalı.”


2020 / Sayı 6

15

Mülteci çocuklarla ilgili haberlerde nelere dikkat edilmeli? 4 Nisan 2020

Haber Yazısı

Metehan Ud / İzmir


2020 / Sayı 6

16

Ülkelerinde yaşanan çatışma, şiddet ve zulümden kaçan mülteciler, küresel çapta rekor düzeye ulaşırken; coğrafi konumu nedeniyle Türkiye, çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin Avrupa’ya geçmek isteyen mültecilere engel olmayacağını açıklamasının ardından binlerce mülteci, Avrupa sınırına doğru hareket ederken dünya gözünü bu bölgeye çevirdi. Edirne’deki İpsala ve Pazarkule Sınır Kapıları’nın bulunduğu bölgede Afganistanlı, Suriyeli, İranlı ve pek çok ülkeden mülteciler zor şartlar altında bir hayat yaşıyor. Geçiş yapmaya çalışan mültecilerin maruz kaldığı şiddet, insan hakları örgütlerinin raporlarında da yer aldı. Mültecilerin yaşadığı trajedi, tabii bunların içinde mülteci çocuklar, en fazla ilgi çeken haberler arasında ilk sırayı alıyor. Ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarının muhabirleri de, mültecilerin yaşadığı insanlık dramına dair çok sayıda haber yaptı. Düzensiz geçiş sırasında yaşanılanlar, Yunanistan polisi tarafından atılan gaz bombalarından etkilenen küçük çocuklar, naylondan yapılmış evlerde kalan bebekler, anne ve babalarının kucağında ağlayan çocuklar gibi… Mülteci çocukların yer aldığı haberler, onların ileride yaşayabileceği sorunlara dikkat edilmeden isim ve yüzleri açık bir şekilde veriliyor. Peki, mülteci çocuklarla ilgili haber yaparken nelere dikkat etmek gerekiyor? Bu konuyu 24 Saat Gazetesi olarak Gündem Çocuk Derneği’nden Ezgi Koman’la konuştuk. Koman, sınır bölgesinde mülteci çocuklarla ilgili yapılan haberlerin hem çocuğun insan haklarını hem de basın meslek ilkelerini ihlal eder nitelikte olduğunun altını çizdi. Koman, basının elbette yaşanan insanlık trajedisini duyurmak ve görünür kılmakla sorumlu olduğunu ancak bunu yaparken, hukuki olarak her an sorun yaşayabilecek mültecilik haklarını ihlal etmemesi gerektiğine dikkat çekti. “OKUYUCUDA ACIMA DUYGUSU YARATILDI” “Türkiye medyası, mülteci ya da değil, özellikle çocukların

medyada nasıl yer aldıklarıyla ilgili olarak çocuk haklarına saygılı davranmak açısından sınıfta kaldı” diyen Koman, yapılan haberlerde ve üretilen görseller de çocukların nesnelleştirildiğini işaret ederek şunları söyledi: “Çocuklar, okuyucuda ‘acıma’ duyusu yaratarak, okuyucularda ‘duygu sömürüsü’nün aracı olarak yer aldı. Yer aldıkları haberlerden nasıl etkilenecekleri düşünülmedi. Onlara bu haberlerde yer almak isteyip istemedikleri sorulmadı. Kimlik bilgileri açık verildi. Böylece özel yaşama saygı ilkesi ihlal edildi. Çocuk ve ebeveynlerin mültecilik temelinde hukuki pozisyonları riske atıldı. Çocukların gerçek düşünceleri, görüşleri kimsenin ilgisini çekmedi, sesleri duyulur olmadı. Gerçek sorunları, bu sorunların gerçek failleri üzerinde durulmadı. Çocuklarla ilgili devletin yükümlülükleri görünmez oldu.”

Son verilere göre, 860 bin dolayındaki 15-34 yaş arası üniversiteli işsizlerin sayısı maalesef önümüzdeki yıllarda hızlı bir artış göstererek “ÇOCUĞUN YARARI ÖNCELİKLİ DÜŞÜNÜLMELİ” Mülteci çocuklarla ilgili yapılacak haberlerde dikkat edilmesi gerekenleri ise Koman şöyle açıkladı: “Bu konuda genel ilkeler açık: Çocukların kimlik bilgisini saklayamayarak, özel hayatlarına saygı duymayarak, toplumda onların oldukça ‘acıklı’ görüntülerini yeniden yeniden yayınlayıp onları nesneleştirerek bir dizi hak ihlaline karşı açık etmemek. Habercilerin, yaptıkları her haberde çocuğun öncelikli yararını, yani ‘Bu haber, çocuğa bugünkü ve sonraki yaşantısını nasıl etkiler?’ sorusunun yanıtını düşünmesi gerekiyor. Bianet’in Çocuk Odaklı Habercilik Rehberi, genel olarak oldukça somut

öneriler içeriyor. Her bir gazeteci bu rehberi kullanabilir.” BİANET’İN ÇOCUK ODAKLI HABERCİLİK REHBERİ’NİN ÖNERİLERİ -Mülteci çocukların bulundukları yerde çocukların tüm hak ve özgürlüklere sahip olduğunu, devletlerin sınırları içerisindeki mülteci çocuklara bu hak ve özgürlükleri sağlamakla yükümlü olduğunu unutmayın. Haberlerinizde bu yaklaşımı benimseyin. -Devletlerin savaş, vb. nedenlerle ülkelerinden ayrılıp gelen kişilere verdiği hukuki statüye (geçici koruma statüsü vb.) özellikle değinmek gerekmiyorsa insan hakları terminolojisini temel alarak bu çocukların “mülteci çocuklar” olduğunu unutmayın ve haberde bu şekilde kullanmaya özen gösterin. -Mülteci çocukların yaşadığı koşulları, eğitim, sağlık gibi hak ve özgürlüklere erişip erişemediğini haber yapın. -Hangi okullarda okuduklarını, gittikleri okullarda dil, dışlanma gibi problemlerle karşılaşıp karşılaşmadıklarını araştırın. -Mülteci çocuklarla ilgili devlet ne gibi politikalar uyguluyor? Bu politikaların olumlu, olumsuz sonuçlarını ya da eksiklerini araştırın. Sivil toplum örgütlerine ve uzmanlara danışın. -Mülteci çocukların seslerini duyurun. -Bir arada yaşamayı temel alan, bu konuda toplumu cesaretlendirecek öyküleri haberleştirin.

Çocuklar, okuyucuda ‘acıma’ duyusu yaratarak, okuyucularda ‘duygu sömürüsü’nün aracı olarak yer aldı.


2020 / Sayı 6

17

Kadınlardan mesaj var…

S

adece sorunları değil, çözüm önerilerini konuşan kadınlar, toplumdaki yanlış algı ve uygulamalara dikkat çekip bu sorunlara çözüm üretti. Kadınların, mücadele etmek yerine “kadercilik” anlayışıyla sadece kendilerine sunulan yaşama mahkûm edildiği; yoğun tempo ve rekabet gerektiren alanlardan uzak tutulmaya çalışıldığı, hem ev düzenini devam ettirip hem de iş hayatında başarılı olmayı güçleştiren zihniyete dikkat çekildi Dünya Kadınlar Günü’nü içinde barındıran mart ayı boyunca çeşitli “Kadın Çalışmaları” düzenlendi. Bunlardan biri de kadınlarla yapılan “Bir sorun, bir çözüm”

söyleşisi. Uzunca sohbetlerin en kısaltılmış hali olan bu söyleşide sadece sorunlar değil, o sorunlara çözüm önerileri de konuşuldu. Çeşitli meslek ve yaş gruplarından kadınlarımız, toplumdaki yanlış algı ve uygulamalara dikkat çekerek bu sorunlara kayda değer çözüm önerileri ürettiler. MAĞDURİYET HİKÂYELERİ DİNLEMEK İSTEMİYORUZ Maksude Ö. (36), dekoratif el sanatları alanında, ahşap boyama bölümünde 6 yıldır eğitmenlik yapıyor. Onun, “bir sorun, bir çözüm önerisi” sözüne ilk reaksiyonu, “kadınlarla ilgili mağduriyet hikâyeleri

4 Nisan 2020

Çocuklar, okuyucuda ‘acıma’ duyusu yaratarak, okuyucularda ‘duygu sömürüsü’nün aracı olarak yer aldı. Maksude Ö.

Haber Yazısı

Yeşim Özdemir /Eskişehir


2020 / Sayı 6

18

dinlemek istemiyoruz artık” oldu. Medyanın kadın haberlerindeki çerçevelemeyi eleştiren Maksude Hanım, kadınların tüm bu baskı ve engellere rağmen ne kadar başarılı olduklarına medyada yeterince yer verilmediğinin altını çizerek bu konuda şu değerlendirmede bulunuyor: “Medyanın her alanında kadınlarla ilgili cinayet ve şiddet haberleri yer almaya devam ediyor. Ancak maalesef hayati bir soruna değinerek bir farkındalık yaratmaya çalıştığını düşünen medya, kullandığı eril dil sebebiyle sistem ve toplumun yarattığı kadın eşitsizliğini beslemekten başka bir işe yaramıyor. Siz hiç haberleri izlerken ya da okurken, kullanılan dile ve haber çerçevelemesine lütfen dikkat ettiniz mi? ‘Boşanmak isteyen kadın, kocası tarafından öldürüldü’, ‘Ayrılmak isteyen sevgili sokak ortasında dövüldü’ vb. bir sürü saçma sapan haberleri görmediniz mi? Aslında böyle haberlerde şiddet gerekçelendiriliyor, meşrulaştırılıyor ya da özendiriliyor. Kadına ‘Boşanmak istersen senin de başına bunlar gelecek’ mesajı verilmeye çalışılıyor. Bir nevi, ‘Aman ha boşanmaya kalkma’ deniliyor. Bu haberleri izleyen kadınlar da tam da beklenilen şekilde başına geleceklerden korkup şiddete sessiz kalmayı yeğliyor. Ya da haberi izleyen erkeğe alt metinde bir gerekçelendirme verilerek haklı olduğu hissiyatı uyandırıyor. Erkek ‘Dövdüm. Çünkü boşanmak istedi’ diyebiliyor kameralara. Ve ne yazı ki birçok kadın, bu çirkin düzeni değiştirmek yerine beslemeye devam ediyor. Bazen eğitimsizlik ve bilinçsiz bir toplum oluşumuzla ilişkilendiriyor bazen de eğitimli ve toplumda kanaat önderi sayılan belli kişilerin bu hataya düştüğünü görüp bocalıyor. Buna bir örnek, Hülya Avşar’ın bir programında tanık oluyoruz. Oyuncu Mehmet Aslantuğ’u konuk aldığı programında sohbet sırasında kadınlardan konuşuluyor. Ve, Hülya Avşar alenen ‘Kadın evinde oturmalı, çocuk yapmalı, evinin kadını olmalı’ gibi çok talihsiz açıklamalar yapıyor. Bu söylem, sistemin eril

dilini, kadını kamusal alandan uzaklaştıran, özel alana ‘eve’ hapseden dili besliyor. Halka mal olmuş bir sanatçının bu dili beslemesi çok utanç verici… Neyse ki Mehmet Aslantuğ bilinçli bir birey olarak, kadının toplumsal gelişimde ve üretimde ne kadar hayati bir rol oynadığını belirterek, Hülya Avşar’a şöyle cevap veriyor: ‘Hiçbir kadın, geleceğini, bir adamın vicdanına, değerine, sevgisine ve günün sonunda aklının karışmasına bırakmamalıdır.’ Evet, zor bir toplumda yaşıyoruz maalesef, bu bir gerçek. Mücadele etmek yerine ‘kadercilik’ anlayışıyla kadınlar sadece kendilerine sunulan yaşama mahkûm ediliyor. Ortadoğulu olmak biraz da böyle bir şey herhalde.”

Çocuklar, okuyucuda ‘acıma’ duyusu yaratarak, okuyucularda ‘duygu sömürüsü’nün aracı olarak yer aldı. Ela Senem K.

KADIN MÜHENDİS Mİ OLUR? Asıl mesleği maden mühendisi olan Ela Senem K. (34), meslek alanı erkekler tarafından işgal edildiği için kafe işletiyor. Toplumun kadınları, yoğun tempo ve rekabet gerektiren alanlardan uzak tutmaya çalıştığına işaret eden Senem, kadınlara ikincil statülerin atfedilmesinin nedenini şöyle açıklıyor: “Kadının biyolojik ve her ay değişen hormonal yapısı sebebiyle, rasyonel düşünemediği algısı var. Kadın denilince ‘naif, yumuşak, duygusal’ gibi kişilik özellikleri yapıştırılıyor hemen. Bunlar genellikle iş alanlarında dezavantajmış gibi görünse de bana kalırsa dezavantaj değil, avantaj getiren yönler.

Ayrıca bu karakteristik özellikler, kadın ya da erkek herhangi bir bireyde olabilir ya da olmayabilir. Ben aslında maden mühendisiyim ama uygulanan psikolojik mobing, işin kendi yükünden daha ağır geldi. ‘Kadından mühendis mi olurmuş?’ algısı yüzünden… Koca şirkette tek bir kadındım. Böyle bir ortamda çalışırken, rahat edebilmek için, kadın bedeninize erkek kimliği yüklemek zorunda kalıyorsunuz. Giyim kuşamınızdan yürümenize, yemenize-içmenize kadar her şeye dikkat etmenizi gerektiren bir gerginlik haliyle çalışıyorsunuz sürekli. Çalıştığınız alan zaten ağırken bir de bunlara gereksiz bir efor sarf etmek zorunda kalıyorsunuz.” ÇOCUK DA KARİYER DE YAPAMAM Bilgisayar, usta öğreticiliği yapan Songül Ö. (34) iki çocuk annesi. İş kadınlığını ev kadınlığıyla birlikte yürütmenin zorluklarından söz eden bilgisayar öğreticisi, hem ev düzenini devam ettirip hem de iş hayatında başarılı olmayı güçleştiren zihniyete dikkat çekerek sözlerini şöyle tamamlıyor: “Evli bir kadın olmak direkt olarak, ev kadını olmaya endeksleniyor. Bir kere ‘ev kadınlığı’ kavramını uzun uzun tartışmak lazım. Evdeki tüm iş yükü, ‘ev kadınlığı’ sebebiyle kadına yıkılıyor. Kadın çamaşıra, bulaşığa, temizliğe, çocukların bakımına, okuluna her şeye koşsun, yetişsin. Yetmezmiş gibi iyi de yemek yapabilsin, ha bir de mümkünse bakımlı olsun, ‘erkeğini hoş tutsun’. Oldu canım. Programlanmış bir robot olsa hata verir bu yoğun tempoya. Evdeki muharebe yetmezmiş gibi, bir de işe koşturuyorsa vay haline. Zaten şu ev işleri çok basite indirgendiği için, alışılageldik bir durummuş gibi görülüyor. Kadının yapması gerektiği düşünüldüğü için, bu yük konuşulmaya değer görülmüyor. Erkek ev işlerinde kadına ancak ‘yardım’ ediyor oluyor. Kadının görevi ya bunlar, erkek de lütfedip yardım ediyor.”


2020 / Sayı 6

Avukat Mehtap Sert

“6284 sayılı yasa, samimiyetle uygulanmalı”

H

atay’ın İskenderun İlçesi’nde bir erkeğin asitli saldırısına uğrayan Berfin Özek’in Avukatı Mehtap Sert, kadına yönelik olası şiddet ve cinsel istismar olaylarında izlenmesi gereken yollara ilişkin açıklamalarda bulundu. Avukat Sert, kadına yönelik şiddetin artmasında, iktidarın kadın politikalarının yanı sıra kültürel kodların, ekonomik sebeplerin, alkol ile kumar bağımlılığı gibi sorunların etkisinin olduğuna işaret etti.

alan personel ile muhatap olmuyor. Bu sebeple sürekli savunma mekanizmaları içinde çoğunlukla yılıp, şikâyetten vazgeçiyor. Tecavüze uğramış bir kadına, ifade alan görevli kişi tarafından ‘aşılı’ gibi korkunç kelimeler ve cümleler kullanabiliyor. İktidar, kadını toplum ve aile içinde bir birey olarak görmediği için yasaların uygulanmasında gerekli tedbirleri almıyor. Hatta devletin en üst kalemlerinden en alt kalemlerine kadar hepsinde sürekli ‘Reisli’ ailenin propagandası yapılıyor.”

“İKTİDAR, YASALARIN UYGULANMASINDA GEREKLİ TEDBİRLERİ ALMIYOR” Toplumda kadın ve erkeğin eşit görülmediğini vurgulayan Avukat Sert, konuya ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Şiddeti, tacizi, tecavüzü engelleyecek yasal mekanizmalar olmadığı ve yasalar da gerekli cezayı vermediği için suç oranları artmaktadır. Şiddete ve cinsel istismara maruz kalan mağdur şikâyet için başvurduğunda profesyonel eğitim

“BİRÇOK MAĞDUR ŞİKÂYETTEN VAZGEÇİYOR” Kadını şiddetten koruyacak mekanizma ve kurumların tam anlamıyla inşa edilip bir koordinasyon sağlanmadığını aktaran Avukat Sert, bu sebeple birçok mağdurun şikâyetten vazgeçip, devamında ölümle sonuçlanan bir tabloyla karşılaşıldığını anlattı. Kadınları koruyabilecek olan tek yasanın 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin

4 Nisan 2020 Önlenmesine Dair Yasa ve İstanbul Sözleşmesi olduğuna değinen Sert, açıklamasını şöyle tamamladı: “Şiddet mağduru bir kadının 6284 Sayılı Yasa kapsamında, karakol, savcılık, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM), kaymakamlık, valilik ve belediyelere başvuru hakkı vardır. Farklı sebeplerden dolayı evden çıkmaması halinde Alo Danışma 183 ve 155 polis hattına başvuru hakkı bulunuyor. Ancak tüm bu süreçlerde mağdur ile sanığın yan yana gelmemesi, tam bir koruma sağlanması gerekir. Türk Ceza Kanunu’ndaki (TCK) mevcut yasalar, yargının takdir yetkisine bırakıldığı için çoğunlukla eril yargı sanığı aklıyor. Hak ettiği cezayı alsa bile infaz rejimi sayesinde kısa süre yatıp çıkıyor. Kadın yaşadığı şiddetin travmasını atlatamadan sanık halk arasına karışmış oluyor. Şiddetin önlenmesi için; kadın erkek arasında tam bir eşitliğin sağlanması, kültürel kodların değişmesi ve 6284 sayılı Yasanın samimiyet uygulanması gerekir.”

19

Haber Yazısı

Mustafa Süzen / Adana


2020 / Sayı 6

20

“Yerelde tanı merkezleri kurulmalı”

Haber Yazısı

Serkan Talan / Osmaniye

8 Nisan 2020


2020 / Sayı 6

V

irüsle mücadelede yerindeliğin esas olması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Ulaşlı, her ilde COVİD 19 tanısı koyacak merkezler kurulmasının önemli olduğunun altını çizdi Serkan Talan – Son günlerde tüm dünyanın gündemi olan koronavirüs (COVID-19), dünyayı kasıp kavurmaya devam ediyor. Dünya ve Türkiye’de sayıları hızla artan koronavirüs vakalarının önü alınamıyor. Rakamlar ürkütücü bir şekilde artıyor. Dünyada koronavirüsten ölenleri sayısı 77 bini geçti.

Eleştiren kurumlara tek tek ambargo mu konulacak? Bu, akla SETA raporunu, uluslararası alanda çalışan gazetecilerin o raporda fişlenmesi olayını da getiriyor elbette.”

Dünyayı sarsan ve hızla yayılan koronavirüsü en yakın tanıyanlardan birisi olan Doç. Dr. Mustafa Ulaşlı ile koronavirüsü ve yaşadıklarını konuştuk. 15 Temmuz sonrası ilan edilen 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görev yaptığı Gaziantep Üniversitesi’nden ihraç edilen Doç. Dr. Ulaşlı, 3 yıl ABD’de ve 4 yılda Hollanda’da olmak üzere 7 yıl koronavirüs konusunda uluslararası eğitimler almış. Savcılık tarafından takipsizlik almasına rağmen 4 yıldır işine dönemediğini bildiren Ulaşlı, aşı ve tedavi çalışmalarına gönüllü olarak katılmak istediğini belirtti. Türkiye’de virüsün henüz başlangıç aşamasında olduğunu ve virüsle mücadelede yerindeliğin esas olması gerektiğinin öneme işaret eden Ulaşlı, “Her ilde COVİD 19 tanısı koyacak merkezler kurulmalı” dedi. Şu anda tam da eğitim gördüğü koronavirüs

ile ilgili bir şey yapamadığı için üzgün olduğunu ifade eden Ulaşlı “Ülkeme hizmet için bekliyorum. Tecrübelerimi paylaşmak için girişimlerde bulundum ancak girişimlerime dahi cevap alamadım” diye konuştu. HAYATIMIZDA HEP VAR OLAN VİRÜSLER Koronavirüsün geçmişinin çok eskilere dayandığını anımsatan Ulaşlı, şunları anlattı: “Herkeste şöyle bir algı var. Bu virüs, sanki önceden hiç yoktu. Çin’deki COVID 19 olarak adlandırılan virüs salgını yeni başladı. Hatta insanlar, bunu spekülatif boyutlara taşıyarak, ‘Acaba biyolojik silah mı?’ gibi bir algı içerisine girdiler. Korona virüsü, ilk olarak 1965 yılında tanımlanmış olan virüs. Aslında hayatımızda var olan virüsler.” Ulaşlı, virüsün ilk olarak 2002 yılında Sars Korona virüsü olarak karşımıza çıkan ve Çin’de yarasalardan insanlara geçerek insanları enfekte eden bir virüs olduğunu bildirdi. İnsanların da duyarlı olması gerektiğini kaydeden Ulaşlı “Virüs hızla yayılıyor. Evinizden çıkmayın kendinizi izole edin” uyarısı yaparak sözlerine şöyle devam etti: “Bu toplumun duyarlılığına bağlı. Her birey, kendi sorumluluğunu üzerine alırsa, virüs hayatımızdan çok hızlı bir şekilde gidebilir. Bu ne demektir? ‘Ben eğer enfekte olduysam, bu virüsü başkasına bulaştırmayayım, kendimi izole edeyim, belli bir süre dışarı çıkmayayım ve diğer insanlar enfekte olmasın’ düşüncesine sahip olmaktır. İnsanlar sorumsuz davranır, ‘Bana bir şey olmaz’ algısı ile hareket ederse, virüs hayatımızı bir süre daha meşgul eder.” “ÜÇ HAFTA”DA NE OLACAK? Virüsle mücadelede üç haftanın önemine vurgu yapan Ulaşlı, şunları söyledi: “Enfekte olduğunuz sürecin içerisinde halen virüsü yayabiliyorsunuz. Yani semptomlar ortaya çıkmadan da virüsü yayabiliyorsunuz. Evde kaldığınız sürece sadece yayılımı azaltırsınız, işin esprisi bu. Diğer türlü virüs yaymaya başlarsınız ve toplum sağlığını tehlikeye atarsınız. Üç hafta

sonra ne olacak. En azından yayılımı azalacak, hasta olanlar hemen hastaneye sevk edilecek, orada tedavileri başlanacak. Hasta olmayanlar da evlerinden çıkmayacak! Hasta olanları ayıklayıp tedaviye alacağız, hasta olmayanları bırakacağız. Böyle bir strateji diyelim.” GENÇLER ETKİLENMEYEBİLİR, RİSK GRUBUNDAKİLERİN HAYATI TEHLİKEDE Ulaşlı, virüsün hangi yaş gruplarını, nasıl etkilediğine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu virüs, genç yaştakileri çok etkilemeyebilir, ama risk grubundaki insanlara bulaşırsa enfekte olan kişi için hayati tehlike arz edecektir. Virüs çocuklarda, özellikle 12 yaş altındaki çocuklarda ishal gibi görülür. Muhakkak enfeksiyon semptomları ortaya çıkacaktır. Bu yaş grubunda ölümcül olma ihtimali biraz düşük olsa da, eğer kronik hastalıklar, kanser gibi hastalıklar varsa bu yaş grubu için de hayati risk durumu taşıyacaktır. Hem sars vakalarındaki ölümlere hem de Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporlarına baktığımızda, diğer yaş gruplarını da etkiliyor. Genç yaş grubunu da etkiliyor, fakat ölümcül gözükmüyor. Daha ziyade 65 yaş üstünde özellikle de birden fazla kronik hastalığı olanlarda etkili görünüyor. Kısacası bu virüs, bağışıklık sistemi gücüne bağlı olarak tüm bireyleri etkiliyor.” Zamanında ABD ve Hollanda’dan kendileriyle çalışmam konusunda teklifler aldığını kabul etmediğini söyleyip koronavirüs ile ilgili geçmişte yaptığı çalışmaları hakkında da bilgi veren Ulaşlı, sözlerini şöyle bitirdi: “Koronavirüs ile ilgili iki tane TÜBİTAK projesi verdim, ikisi de reddedildi. Verdiğim projeler, matematik projesiymiş gibi algılanıp ‘Ret’ kararı gönderildi. O zaman projelerim kabul edilip imkânlar verilseydi bu konudaki araştırmalara devam ediyor olacaktım. Hollanda’da beraber çalıştığım kişilerle hâlâ diyaloğum devam ediyor. Üniversiteden ihraç olmama rağmen 2019 yılında dünyanın en prestijli dergilerinden birisinde koronavirüs konusunda bir makalem yayınlandı.”

21


2020 / Sayı 6

22

“Hayat, kendine her zaman bir yol bulacaktır” Elif Şahin Hamidi / Karabük

Haber Yazısı

C

oronavirüs salgını nedeniyle, herkesi hastalığa yakalanma ve ölüm korkusu, tedirginlik, kaygı ve geleceğe ilişkin belirsizlik endişesi sardı. Ne olacağını kimse bilmiyor… Mevcut durumu ve önümüzdeki dönemde yaşanılacakları değerlendiren Klinik Psikolog Dr. Altekin, bugünlerin birtakım izler bırakacağını, kalacak olan etkilerin gelecek nesillere de aktarılacak derin katmanlarda devam edeceğini belirtti Daha düne kadar ülke ve dünya gündemini savaş ve göçmenler meşgul ederken Coronavirüs salgını, bir anda tüm dünyanın ve tek tek her birimizin ana gündem maddesi oldu. Sınırları aşıp tüm dünyaya hızla yayılan ve her geçen gün çokça can almaya

devam eden virüs, hepimizi savunmasız yakaladı. Herkesi kaygı ve endişe sardı, hastalığa yakalanma ve ölüm korkusu dört bir yanı kuşattı. Sadece kendimiz için değil, ailelerimiz, sevdiklerimiz ve insanlığın geleceği için de endişe eder olduk. Birkaç hafta ya da birkaç ay sonra ne olacağını kimse bilmiyor… Bu belirsizlik ortamı korkuları, kaygıları ve tedirginliği daha da artırıyor. Peki, bu zorlu günleri nasıl atlatacağız, nasıl mücadele edeceğiz korkularımızla?.. Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin, “insan denen varlığın”, hayatta kalma güdüsü, mücadele etme ve adapte olma yetisinin çok güçlü olduğuna vurgu yapıp şunları söyledi: “Tarih boyunca insanlık pek çok benzer hastalık salgınını, krizleri,

8 Nisan 2020

savaşları, soykırımları, felaketleri atlatabilmiş ve bugünlere gelebilmiştir. Umutsuzluğa kapıldığımızda dönüp insanlık tarihine bir bakmak, gücümüzü yeniden toplamamıza ve inancımızı tazelememize yardımcı olacaktır. Hayat, kendine her zaman bir yol bulacaktır.” Böyle dönemlerde, iç içe geçen pek çok yoğun duygunun yaşanmasının olağan olduğunu belirten Altekin korku, kaygı, panik, kızgınlık, öfke, suçluluk, çaresizlik ve umutsuzluğun inişli çıkışlı olarak yaşanabileceğine dikkat çekiyor. Altekin, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Şu aralar hemen hemen herkes doğal olarak hastalanmaktan, yardıma ve tedaviye ulaşamamaktan, ölmekten korkuyor. İnsanlar


2020 / Sayı 6

23  sadece kendi hayatları ve sağlıkları için değil, ailelerinin ve yakınlarının hayatlarıyla ilgili de son derece endişeliler. Böyle dönemlerde stresi artıran, kaygıları en tırmandıran şey belirsizlik ortamıdır. Herkesin kafasında ‘Peki birkaç hafta sonra ne olacak?’ soruları var. ‘Aç kalır mıyız, hastalık bulaşırsa tedavi hizmetine ulaşabilir miyiz, okullarda eğitime devam edilebilecek mi, marketler yağmalanır mı, talan, gasp, saldırı gibi riskler ortaya çıkabilir mi, ekonomik sistem ne olacak, sosyal hayatımız ne zaman normale dönecek gibi’ pek çok soru herkesin kafasında dönüyor. Böyle bir korku, kaygı ve tedirginlik ortamında, tetikte olma hali, şüphecilik, tahammülsüzlük, kızgınlık, öfke de artabiliyor. Uykuda ve iştahta bozulmalar olabilir. Enerjisizlik, ilgisizlik, isteksizlik artabilir, dikkat ve konsantrasyon zorlukları yaşanabilir. Bütün bunlar da insanın günlük hayatını sekteye uğratabilir. Sağlık ve güvenlik

tedbirleri gereği özen göstermemiz gereken sosyal mesafe, ilişkisel düzeyde geçici bir yabancılaşma ve yalnızlaşma getirebilir.” “Er geç bu salgın sona erdiğinde neler yaşanacak peki?” sorumuzu ise Altekin, “Salgın kontrol altına alındıktan sonra ve normal hayatımıza döndükten sonra bizi içsel ve dışsal olarak nasıl bir dönüşümün beklediğini henüz hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz, hep birlikte yaşayarak göreceğiz” şeklinde yanıtladı. Altekin, açıklamalarını şöyle bitirdi: “Her şeyin bir anda bir düğmeye basılmışçasına sıfırlanmayacağı muhakkak, elbette birtakım izler, etkiler kalacaktır. Hatta kalacak olan etkiler sadece bizimle sınırlı olmayacak, muhtemelen gelecek nesillere de aktarılacak derin katmanlarda da devam edecektir. Ancak her zaman göz önünde tutmamız gereken kriter, günlük yaşam kalitemizin, işlevselliğimizin ne derece etkilendiği-etkilenmediğidir. Yani, salgın geride kaldıktan ve

hayat az çok normale döndükten sonra bile eğer tüm çabanıza rağmen, hâlâ günlük hayatınızı sekteye uğratan düzeyde etkiler yaşıyorsanız, uyku ve yeme düzeninizle ilgili problemler haftalarca normale dönmüyorsa, tekrarlayıcı görüntüler ve zorlayıcı düşünceler sizi fazlasıyla yoruyorsa, durduramadığınız tekrarlayıcı hareket ve davranışlar, ani irkilmeler, şiddetli kaçınmalar, temizlik ve kontrol ritüelleri günlük hayatınızı etkilemeye devam ediyorsa, kendinizi rüyadaymış, bedeninizin dışındaymış gibi hissediyorsanız, kendinizi boşlukta, duygusuz, tepkisiz ve donmuş hissediyorsanız ya da ani öfke patlamaları, aşırı kaygı ve panik, huzursuzluk ve yerinde duramama söz konusuysa, hayata dair yoğun bir isteksizlik ve enerjisizlik yaşıyorsanız, o zaman bu belirtileri ciddiye almak ve profesyonel bir yardıma başvurmak faydalı olacaktır.”


2020 / Sayı 6

24

Özer: Medya, Hem Ekonomik Hem Politik Olarak Kuşatılmış Durumda Meltem Suat / İstanbul

Haber Yazısı

Y

aşadıkları hak ihlalleri, işten çıkarmalara karşı “Artık yeter” diyen 36 gazeteci, geçtiğimiz 3 Mayıs’ta “Gazeteci Dayanışma Ağı”nı kurdu. Ağın kurulması çalışmalarında yer alan Gazeteci Tuğba Özer, Sarı Basın Kartı’nı devletin değil, gazetecilik örgütlerinden oluşan bir komisyonun vermesi gerektiğinin altını çizdi. Özer, medyadaki sahiplik tekelinin yıkılmasının, tek sesli yayıncılığın ortadan kalkması açısından önemli olduğunu vurguladı Geçtiğimiz 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde, “meslek etiği ve gazeteciliğin evrensel değerlerinin giderek ayaklar

altına alındığı bir iş ortamına da ayak uydurmaya mecbur bırakıldıklarını” söyleyen bir grup gazeteci, bir çağrı metni yayınlayarak Gazeteci Dayanışma Ağı’nı (GDA) kurduklarını ilan etti. Gazeteciler, işten çıkarmalara, bitmek bilmeyen çalışma saatlerine, mobbinglere, baskı ve sansüre, tutuklamalara, güvencesizliğe, düşük ücretlere, haklarımızın gasp edilmesine karşı “Artık yeter!” demek için bir araya geldi. Çağrı metninde imzası bulunan 36 gazeteciden biri olan Tuğba Özer ile GDA’nın nasıl kurulduğunu ve gazetecilerin sorunlarını konuştuk. Mesleki dayanışmanın önemini vurgulayan Özer, gazetecilerin

11 Nisan 2020

durumunu, “İki gazeteci yan yana geldiğinde artık haberden çok iş yerinde yaşadıklarını konuşuyor” diyerek özetledi. GDA nasıl kuruldu? -Gazeteci Dayanışma Ağı (GDA), uzun bir süredir benzer kaygıları taşıyan ve bu kaygılara “Nasıl çözüm bulabiliriz?” diye kafa yoran birkaç gazetecinin bir girişimi aslında. İki gazeteci yan yana geldiğinde artık haberden çok iş yerinde yaşadıklarını konuşuyor. Biz de baktık ki sorunları konuşmak bizi bir yere götürmeyecek, “Neden bir araya gelip, birlikte tartışıp çözüm üretmeyelim ki” dedik.


2020 / Sayı 6

Ağın amacı ne kimlerden oluşuyor, yayın organları neler? -Ağın temel amacı; başta internet gazetecilerini temel alarak, tüm gazetecileri kapsayan bir dayanışma faaliyeti yürütmek. Bu dayanışma faaliyetine ortak mücadele etmek de dahil. İşten çıkarmalara, bitmek bilmeyen çalışma saatlerine, mobbinglere, baskı ve sansüre, tutuklamalara, güvencesizliğe, düşük ücretlere, haklarımızın gasp edilmesine karşı gazetecilerin birlikte hareket etmesi amacıyla kuruldu GDA. Ağ, farklı mecralarda çalışan çok sayıda gazeteciden oluşuyor. Benzer kaygıları, sorunları yaşayan ve mesleğini hakkıyla yapmaya çalışan tüm gazetecilere açık. Ağımızın, yapımı bitme aşamasında olan bir internet sitesi de bulunuyor. Onun dışında ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Bizi takip etmek ya da ulaşmak isteyenler Twitter, Facebook, Instagram ve YouTube üzerinden ulaşabilirler. GDA Türkiye’deki basın özgürlüğünün sağlanması için neler yapılması gerektiğini düşünüyor? -Türkiye’deki basın üzerinde ciddi bir iktidar baskısı var. Bunu kimse göz ardı edemez. Çok sayıda gazeteci, her ne kadar inkâr edilse de, gazetecilik yaptığı için cezaevinde. Meslektaşlarımız, haber için gittikleri yerlerde, işlerini yaparken gözaltına alınabiliyorlar. Öncelikle siyasal iktidarın basının üzerinden elini çekmesi gerekiyor. Örneğin

bildiğiniz üzere ülkedeki yönetim değişikliğinin ardından Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü da Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi Başkanlığı’na bağlandı. Artık gazeteciler basın kartı almak istediklerinde buraya başvurmak durumundalar. Yani resmi olarak “Sen gazetecisin” diyen kurum bir siyasi otoritenin elinde. Sarı basın kartını devletin değil, gazetecilik örgütlerinden oluşan bir komisyonun vermesi gerekiyor. Medyadaki sahiplik tekelinin yıkılması da tek sesli yayıncılığın ortadan kalkması açısından önemli. Buradaki ses, elbette sermaye birikiminin ve iktidarın sesi oluyor. Tüm bunların dışında medyadaki emek sömürüsü de basın özgürlüğüne vurulan darbenin bir sacayağı aslında. Şu anda Türk basının sizce en önemli sorunu nedir? -Türkiye’de basının temel sorunu, elbette basın özgürlüğü. Ama yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi bu yalnızca sansür ya da oto sansürden ibaret bir mesele değil. Medya öylesi bir kıskaç altındaki; hem ekonomik hem politik olarak kuşatılmış durumda. Dolayısıyla böyle bir atmosferde basın özgürlüğünden söz etmek mümkün olmuyor. İktidara yakın gazetelerde ya da ana akımda çalışanlar, istedikleri gibi habercilik yapamıyor çünkü sansür çok büyük. “Oradaki meslektaşlarımız gazetecilik yapmıyor” diyerek yaptıkları işi kesinlikle küçümsemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama gazetecilik reflekslerinin

baskı nedeniyle köreltildiğine şahit oluyoruz. Alternatif ya da muhalif kanallarda çalışanlar ise açlık sınırında mesleği var etmeye çalışıyor. Bunun üstüne bir de hapis ve tazminat cezaları ekleniyor. Geçtiğimiz 10 yıla baktığınızda Türk basın tarihi açısından kırılma noktası dediğiniz bir olay var mı? -Belki çok bahsedildi ve bir “fenomen” halini aldı ama Gezi’nin birçok şeyde olduğu gibi basın tarihi açısından büyük bir kırılma yarattığını düşünüyorum. Merkez medyaya duyulan güven herhalde hiç bu kadar sarsılmamıştı. Zaten ana akım dediğimiz mecra, 2013’ten sonra öyle bir sarsıldı ki bir daha kendini toplayamadı. İnsanların güveninin bu kurumlara azalması, ana akımdaki ciddi iktidar baskısı ve sermayenin tekel oluşturması buralarda ciddi bir tahribat yarattı. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte de yeni medya kavramı yükseldi ve şu an ana akıma ciddi bir alternatif oluşturmuş durumda. Bu kırılmanın yarattığı nokta şu: İnsanlar kendilerine verilen haberi daha fazla sorgular hale geldi. Ancak tüm bunların yanında bir “post-truth” yani “gerçek-sonrası” dönemden geçtiğimizi ve sosyal medyanın bundaki etkisini de yadsıyamayız. Gazeteci Dayanışma Ağı Sosyal Medya Hesapları: Twitter / Facebook / Instagram: @gazeteciagi Youtube: Gazeteci Dayanışması

25


2020 / Sayı 6

26

Koronavirüs’ün ekonomik yansımaları Dilan Karacan / İstanbul

Haber Yazısı

K

üresel ve yerli ekonomide Koronavirüs’ün etkilerini değerlendiren uzmanlar, salgın bittiğinde dünyanın bol likidite ile baş başa kalacağı, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin sarsıntıyı fazlasıyla hissedeceğine dikkat çekti. Uzmanlar, salgından en büyük darbeyi turizm, ulaştırma, fuarcılık, gıda, spor ve eğlence sektörlerinin alacağını belirtirken Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’na göre, Koronavirüs endişesi doğrudan yatırımları yüzde 15 düşürecek Tarihi günlerini yaşayan insan ırkı, geçmişte izine birkaç defa rastlanan salgın hastalık buhranının pençesine

düştü. Bu, modern çağın ve dünyadaki kurulu düzenin alt üst olması rağmen “doğa”nın “insan”dan güçlü olduğunun da bir göstergesi. Salgınla birlikte sanayi, teknoloji, turizm gibi ekonomik çarkı döndüren birçok olgu, beklemeye hatta gerilemeye geçmek zorunda kaldı. Her şeyin insan için olduğu bir dünyada insan sağlığı ve yaşamı risk altında olunca hiçbir şeyin istikrarından söz edilemez oluyor. Peki, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Pandemi olarak ilan edilen bu küresel salgın, dünyayı nasıl etkiliyor? Ekonomik düzende dünya ve Türkiye’de ne gibi değişmeler yaşanıyor? Koronavirüs’ten en çok etkilenen sektör hangisi?

11 Nisan 2020

Neler yapılması gerekli? Koronavirüs’ün küresel ve yerli ekonomideki etkilerini, bu soruların izinde sizler için araştırdık. Sermaye Piyasaları ve Finans Uzmanı Seda Yalçınkaya ve Platin Dergisi Borsa/Finans Editörü Mustafa Gündoğdu’nun, konu hakkındaki görüşlerini aldık. ŞİRKETLERİN NAKİT AKIŞIYLA İLGİLİ SIKINTI BÜYÜYEBİLİR Yerli ve küresel ekonomiye Koronavirüs tehdidinin henüz ilk etkilerinden söz edileceğini belirten Sermaye Piyasaları ve Finans Uzmanı Seda Yalçınkaya, salgının etkinlik süresinin ekonomilerin kaderi için belirleyici olacağını düşünüyor. Yalçınkaya, konuya ilişkin şu


2020 / Sayı 6

Seda Yalçınkaya

değerlendirmeyi yaptı: “İtiraf etmek gerekirse 2020 yılı hiçte iyi başlamadı. Ve yılın sonunu nasıl bir tabloyla kapatacağımızı tahmin etmek her geçen gün daha da güçleşiyor. Çin’de başlayan ve dünyada yankılanmaya devam eden Koronavirüs, her yönde zarar vermeyi sürdürüyor. Son bilançoda dünya genelinde neredeyse bir milyona yakın vaka ve 47 bini aşkın kişi hayatını kaybetmiş durumda. Çin’de ise vaka ve hayatını kaybeden kişi sayısı durdu. Bu arada salgının merkez üssü Avrupa oldu. Biz de ise son tabloda vaka sayısı 13 bini geçerken hayatını kaybedenler de 200’ü çoktan geçti. Dünya sarsılıyor. Bu sarsıntıyı en aza indirmek için Merkez Bankaları ve hükümetler parasal teşvik ve para politikası adımlarını hızla atıyor. Küresel piyasalarda oyun kurucu konumunda olan Amerika Merkez Bankası Mart ayında 150 baz puan faiz indirdi ve açık uçlu tahvil alımı yapacağını duyurdu. ABD Başkanı Donald Trump, bazı teşvik programı açıkladı. Aynı adımları Avrupa Merkez Bankası ve gelişmiş, gelişmekte olan Merkez Bankalarında da görüyoruz. Kısacası dünyada parasal genişleme, ciddi boyutlara ulaşmış

durumda. Salgın bittiğinde dünya bol likidite ile baş başa kalacak. Yurtdışıdan bolca bahsettik. Çünkü Başta Amerika ve Avrupa’da taşlar hızlıca devrilirse biz gibi gelişmekte olan ülke ekonomileri, sarsıntıyı çok daha büyük hissedecektir. Buraya güçlü bir parantez açayım; global finans otoriteleri ABD ekonomisinin ikinci çeyrekte yüzde 24 ila yüzde 50 daralması yönünde görüş belirtiyor. Türkiye’de geçen hafta açıklanan teşvik paketi, şimdilik kontrollü bir şekilde piyasaya ulaştırıldı. Buna karşın dibi gördük konusunu konuşma için henüz çok erken. Dolayısıyla yeni bir teşvik paketi gelebilir. Bu ortamda hemen hemen tüm şirketlerden üretime ara verdiklerini açıklarken hiç kuşkusuz ki en olumsuz etkilenen sektör havayolları oldu. Şirketlerin nakit akışları ile ilgili sıkıntılar büyüyebilir ve bu da ciroya olumsuz yansıyabilir. Burada en kilit nokta, Türkiye’de virüse yönelik sürecin ne kadar devam edeceği. Bu soruya yanıt bulmak oldukça güç ancak şirket finansal durumlarını anlamak adına birinci çeyreğe ilişkin bilançolar ve şirketlerin 2020 yılı yılsonu için yapacağı beklenti revizyonları, oldukça belirleyici olacak.”

KİŞİSEL BİLİNÇ NE HIZLA GELİŞİRSE O HIZLI KURTULABİLİRİZ Salgının en çok etki ettiği sektörlere değinen Platin Dergisi Borsa/Finans Editörü Mustafa Gündoğdu ise, alınacak ekonomik tedbir ve desteklerin devam etmesi gerektiğini vurgulayarak şu açıklamayı yaptı: “Koronavirüs’ün Türkiye’de ilk görüldüğü 11 Mart’ı bir kırılım noktası saysak da, aslında hem global hem de ulusal ekonominin darbe alacağı gerçeği, virüsün Çin’den Avrupa ve diğer kıtalara hızla yayılması sonrasında darbe yiyeceği az çok tahmin edilen bir şeydi. Böylesi bir ortamda da en büyük darbeyi yiyen sektörlerin başında hiç şüphesiz ki turizm ve havayolu başta olmak üzere ulaştırma sektörleri geliyor. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Firuz Bağlıkaya’nın da geçtiğimiz hafta belirttiği üzere, hem dünya hem de Türkiye, 2020 yılını turizm açısından kayıp bir yıl olarak görmeye hazırlanıyor. Yine havayolu şirketleri de yurtdışı uçuşlarının çok büyük bir bölümünü iptal etmeye başladı ve uçuşların yasak olduğu ülke sayısı da gün geçtikçe artıyor.

27


2020 / Sayı 6

28

Bunun yanında fuarcılık, her türlü eğlence ve yeme-içme sektörü, spor etkinlikleri gibi sektörler de Koronovirüsten negatif anlamda etkilenen sektörlerin başında geliyor. Tabii ki bu kara senaryoların ardından devletler de art arda ‘koruma paketlerini’ açıklayıp, ekonomik önlemlerini yürürlüğe almaya başladı. Avrupa’da Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya ve İtalya gibi devletlerin açıkladığı planların ardından, Türkiye’de şu an için 100 milyar TL’lik bir önlem paketi açıkladı. Burada hem çalışana, hem işverene, hem de emekliye destek maddeleri açıklandı. Aslında Hükümet’in açıkladığı bu önlem paketini kendi açımdan bir ‘1’inci faz’ olarak görüyorum. Çünkü ne yazık ki bu salgının henüz başlarında bulunuyoruz. Umudumuz kişisel hijyen ve sosyal izolasyonun eksiksizce uygulanıp bu virüsü alt etmek yönünde. Salgını ne kadar çabuk atlatabilirsek, ekonomik açıdan da o denli az yaralarla bu dönemi arkamızda bırakabiliriz. Tabii ki bu bir kültür meselesi. İnsanımız bu hastalığa karşı olan kişisel bilincini ne kadar hızlı geliştirebilirse, Koronovirüs’ten o denli hızlı kurtulabileceğimizi düşünüyorum. Yapılabilecek en önemli şey, Sağlık Bakanlığı’nın tedbirlerine harfiyen uymak ve paniğe kapılmamak olacak.” DÜNYADAKİ DURUM Japonya’dan Hong Kong’a, Kamboçya’dan Vietnam’a Asya’daki pek çok ülke Çin’de patlak veren COVİD-19 Koronavirüsü salgını nedeniyle turistler tarafından terkedilmiş durumda. Dünya Seyahat ve Turizm Konseyi’nin verileriyle 2018 yılında dünya ekonomisine 8.8 trilyon dolar katkısı olan turizm sektörü zor günlerin eşiğinde. Havacılık sektörü de öyle. Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği’ne (İATA) göre havayollarının gelirinde bu yıl 29 milyar dolarlık bir düşüş bekleniyor. 2008-2009 küresel finansal krizden bu yana ilk kez küresel hava trafiğinin bu yıl yüzde 4.7 oranında düşeceği hesaplanmış. Ekonomistlere göre Çin’in ilk çeyrekte büyüme yüzde 6 oranından yüzde 4.5 oranına

gerileyecek. Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlenen G20 Maliye Bakanları ve Merkez Başkanları toplantısında katılan İMF Başkanı Kristalina Georgieva’ya göre, Çin ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde normale dönecek. Çin Hükümeti’nin faiz oranlarının indirilmesi, bankalara kredi musluklarını açma talimatı vermesine rağmen milyonlarca Çinli KOBİ’nin nakit sıkıntısı çektiği ve iflasın eşiğinde olduğu yönünde haberler geliyor. 5 MİLYON ŞİRKET RİSK ALTINDA Çin’de çoğu fabrikanın kepenkleri indirmiş olması Apple gibi teknoloji şirketlerinden Nissan gibi otomotiv şirketlerine kadar geniş bir yelpazede pek çok sektörü etkiledi. Apple’in Çin’deki partneri Foxconn üretimde zorlanıyor. Nissan, Hyundai’nin Çin dışındaki fabrikaları, parça tedarik edemedikleri için kepenkleri indirdi. Küresel Veri Analitiği ve Danışmanlık Şirketi Dun&Bradstreet’in virüsün dünya ekonomisini etkisini değerlendiren ve önceki gün açıklanan raporu göre, Fortune 1000 Listesi’nde yer alan 938 uluslararası dev şirketinin de olduğu 5 milyon şirket risk altında. Zira bunların birinci ve ikinci derecedeki tedarikçileri virüsün etkilediği ve üretim hatlarının durduğu bölgede. 355 milyon şirketten oluşan veri tabanı kullanılarak hazırlanan rapora göre, virüs toplam 2 trilyon dolar geliri olan Hong Kong, ABD, İspanya, Almanya ve İngiltere menşeli 17 bin şirketi doğrudan ilgilendiriyor. Zira bunların merkezleri virüsün etkisinin en fazla olduğu bölgede. Öte yandan Çin dünyanın bir numaralı petrol ithalatçısı. Koronavirüsünün bu ülkede imalat ve turizm sektörlerine darbesi Çin’in petrol alımını da etkileyeceği için Uluslararası Enerji Ajansı uzun yıllardan beri ilk kez petrol talebinde düşüş bekliyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından hazırlanan “Koronavirüsün Küresel Uluslararası Doğrudan Yatırımlara Etkisi” raporuna göre, koronavirüs endişesi doğrudan yatırımları yüzde 15 düşürecek. Rapora göre salgın sebebiyle

2018 yılında dünya ekonomisine 8.8 trilyon dolar katkısı olan turizm sektörü zor günlerin eşiğinde.

tetiklenen ekonomik krizden en çok, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bağımlı (gelişmekte olan) ülkeler etkilenecek. Dünyanın en büyük ilk 100 çok uluslu tekelinin 69’u, salgının işleri üzerindeki etkisi hakkında bir açıklama yaptı. Bu şirketlerin 41’i kar ve artan risk uyarılarında bulundu, 10’u daha düşük satışlar öngördüğünü, 12’si üretim veya tedarik zinciri aksamaları üzerinde olumsuz etkiler beklediğini ve 19’u her ikisinden de etkilenmeyi beklediğini bildirdi. En büyük 5 bin çok uluslu tekel firma, Covid-19 nedeniyle 2020 kazanç tahminlerinde ortalama yüzde 9’luk düşüş revizyonu öngörüyor. En büyük darbeyi yüzde 44’lük düşüşle otomotiv endüstrisi, yüzde 42’lik düşüşle havayolları ve yüzde 13’lük düşüşle enerji ve temel malzeme endüstrileri alacak. ABD’nin en büyük ikinci bankası olan Bank of America yatırımcılarına yaptığı uyarıda, Koronavirüs salgını nedeniyle ekonomide resesyonun (ekonomik daralma) artık önlenemeyeceğini, bunun etkilerinin de görülmeye başladığını duyurdu. Bank of America ekonomisti Michelle Meyer, yayınladığı notta, “Resmi olarak ekonominin durgunluğa girdiğini ilan ediyoruz, dünyanın geri kalanına katılıyoruz ve bu derin bir düşüş. Bu süreçte birçok kişi işini, servetini kaybedecek ve ciddi güven kaybı olacak” ifadelerini kullandı. Bank of Amerika öngörülerine göre ABD ekonomisi 2’nci çeyrekte yüzde 12 küçülecek, tüm yıl için de Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) yüzde 0,8 daralacak.


2020 / Sayı 6

Türkiye’de eğitim sistemi değil, zihniyet değişmeli”

A

raştırmalar, Türkiye’de eğitim kalitesinin dünya ortalamasının altında kaldığını gösterirken eğitim sistemimizin değişmesi gerektiğine ilişkin tartışmalar sürüyor. Türkiye’deki sistemin çocukları hayata hazırlamadığının altını çizen Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Yıldırım, eğitimde fırsat eşitsizliğinin arttığını ve eğitim sorununun ortak akılla çözülmesi gerektiğini vurguluyor Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk Millî Eğitim Bakanı (MEB) Ziya Selçuk, göreve gelişi ile birlikte birçok çevrede olumlu beklenti yaratmıştı. Ancak Bakan Selçuk, “Yeni Eğitim Öğretim Takvimi Modeli” uygulaması, MEB tarafından ücretsiz dağıtılan kitap içerikleri ve bakanlığın “Eğitimde

Fırsat Adaleti” projesi nedeniyle eğitimci ve veliler tarafından çoğu kez eleştirilerin hedefi oldu. Son yapılan araştırmalar, eğitim sisteminde yapılan değişikliklerin Türkiye’nin eğitim ihtiyacını karşılamadığına işaret ederken vatandaş ve ilgililerle konuştuk. Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Orhan Yıldırım, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un görev performansı ve “Yeni Eğitim Öğretim Takvimi” değerlendirdi. “YENİ EĞİTİM ÖĞRETİM TAKVİMİ” UYGULAMASI HAKKINDA GÖRÜŞLER… Ipsos Araştırma Şirketi, “Türkiye Barometresi Yeni Yıl Raporu”nu yayımlayarak Türkiye’de halkın yaşadığı başlıca

11 Nisan 2020

sorunlara dikkat çekmişti. Ankete göre, halkın yaşadığı en önemli sorunlar arasında yüzde 9 oranında eğitim sistemi olurken, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından açıklanan “Yeni Eğitim Öğretim Takvimi” modeline karşı olanların oranı oldukça yüksek. Raporda, “Yeni Eğitim Öğretim Takvimi” modelinin “Türkiye’nin ihtiyacına yönelik” bulmayanların oranı yüzde 47, “bilmiyorum” diyenlerin oranı yüzde 20, “ihtiyaca yönelik buluyorum” diyenlerin oranı ise yüzde 30 oranında olduğu belirtildi. Özel bir okulda eğitim koordinatörü olan Elif Hanım, “Yeni Eğitim Öğretim Takvimi” uygulaması sebebiyle öğrencilerinin daha sık tatil yaptığını, tatillerde yurtdışına seyahat etme fırsatı bulduğunu dile getirirken öğrenci velilerinin

Haber Yazısı

Giray Poyraz Ürey / İstanbul

29


2020 / Sayı 6

de uygulamadan memnun olduğunu söylüyor. Elif Hanım, özel okullarda yeni uygulamayla ilgili herhangi bir şikâyete tanıklık etmediğini belirtiyor. Tekstil sektöründe çalışan iki çocuk babası Bülent Bey ise, bu sistemden olumsuz etkilenen ailelerden biri olduğunu bildirerek şunları söylüyor: “Ben tekstilciyim, eşim de yanımda çalışıyor. 2 çocuğumuz da devlet okulu öğrencisi. Bakanlık, öğrenciler daha sık tatil yapsın diye böyle bir sistem uygulamaya başlattı ancak bu defa biz, çalışan aileler mağdur edildik. Okulların açılmasıyla tatil olması bir oluyor. Biz çalışan aileleriz, çocuklarımızı ne yapacağımızı bilemez hale geldik. Kursa, sosyal aktiviteye göndermek için maddi gücümüz de yok. Çocuklarımızı mecbur çalıştığımız iş yerine getirmek zorunda kalıyoruz.”

30

“TÜRKİYE’DEKİ SİSTEM, ÇOCUKLARI HAYATA HAZIRLAMIYOR” Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Orhan Yıldırım, “Yeni Eğitim Öğretim Takvimi” uygulamasının Türkiye’de eğitim sorununun ihtiyacını karşılamaya yönelik olmadığı belirterek şu açıklamayı yaptı: “Türkiye’de eğitim sorununun ana kaynağı, çocukların az ya da çok tatil yapması değil. Eğitimde yaşanılan sorun, tatil meselesi değil. Türkiye’deki eğitim sistemi çocukları hayata hazırlamıyor. Çocukların ihtiyaç ve yeteneklerinin keşfinin geliştirilmesine yönelik bir eğitim sistemi uygulanması gerekiyor. Meslek lisesinde, motor bölümünden mezun olan gencimiz, motoru bilmiyor; sağlık meslek lisesi mezunu oluyor, iğne yapmasını bilmiyor. Bizim ülkemizde öğrenciler, beyaz yakalı masadan kalkmamış birey olarak yetiştiriliyor. Halbuki gelişmiş ülkelerde mühendisler fabrikada, iş yerinde, inşaattadır. Türkiye’de, düşüncelerde devrim yapılması gerekiyor. Ama ne yazık ki bu devrimi yapacak kişiler, Türkiye’deki eğitim sorunlarını çözme noktasında bulunan üst düzeylere getirilmiyor. Gelenlerde ne yazık ki sıradan, statükoyu benimsemiş, geçmişte

uygulanan sistemde ufak değişiklik yapan kişiler.” “EĞİTİMDE FIRSAT ADALETİ’ BEKLENTİLERİ KARŞILAMADI” Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Yıldırım, eğitimde fırsat adaletinin beklentileri karşılamadığını belirterek, “Son 18 yılda, Millî Eğitim Bakanlığı’na gelen bakanların her birinin ortaya çıkardığı sistem değişikliğinin sonuçlarını da, çocukların aldıkları eğitimde bilgi düzeyindeki gerilemeden görüyoruz. Birtakım teknolojik veriler bağlamında, yeni bir şeyler yapıyoruz diyerek ortaya çıkan sistemlerin, Türkiye’nin eğitimde ihtiyacı olan gelişmeye bir kaynak olmadığı uzmanlar tarafından belirtiliyor. Ancak her gelen bakan, sanki sıfırdan bir şey yapıyormuş gibi açıklamalar yapıyor. Kendisine sunulan teknolojik gelişmeyi ve bilişim alanında geliştirilen yeni bir uygulamayı, eğitim sistemimizin asıl ihtiyacı olan sorunu tespit etmiş gibi kamuoyu ile paylaşmasını yadırgıyoruz. Kamuoyu yanıltılıyor ve ne yazık ki yine çocuklarımızın zamanından, eğitim çağındaki yıllarından çalınıyor” dedi. “ZİHNİYET DEĞİŞMELİ” Eğitim sisteminin çağdaş, bilimsel, laik olması gerektiğini vurgulayan Yıldırım, Milli Eğitim Bakanı Selçuk’un “Herkes üniversite mezunu olmak zorunda değil” açıklamasını şu sözlerle eleştirdi: “Ülkemizde herkes okuyabildiği kadar eğitim alabilmelidir. ‘Herkes üniversite mezunu olacak’ diye bir kaideden bahsetmiyoruz, ancak garsonun bile üniversiteli garson olmasının yaratacağı katkıyla eğitimsiz bir kişinin hizmet kalitesine katkısı arasında ne kadar fark olacağının bilincindeyiz. Sorun kişilerin okumasında değil. Asıl sorun, kişilerin okuduktan sonra seçmiş oldukları mesleklerin itibar ve değer bakımından birbirine eşitlenmemesidir. Sayın Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un zihninin hâlâ zenginler ve yoksullar; patronlar ve çalışanlar düşüncesinden sıyrılamadığını görüyoruz. İstenilen şey, eğitimin, herkese eşit imkân dahilinde sunulması değil. Geliri olanlar

okusun; yoksulların çocukları ırgat olsun, maraba olsun gibi geçmişten gelen ve bakanın zihninden silemediği bir sürecin olduğunu görüyoruz. Türkiye’deki tüm çocuklar, becerileri ve yetenekleri doğrultusunda okumak istedikleri her alanda olabilecek en üst düzeye kadar kaliteli bir eğitim almasını, kendini geliştirmesini ve seçtiği meslekte de o bilgi, bilişim ve yeterlilikte kendi geleceğini tayin etmesini istiyoruz. Şu an Türkiye’deki mevcut sistemde insanların kıyaslanması, ayırt edilmesi, sınıflara bölünmesi gelire göre yapılıyor. Bu sistem yanlıştır.” “EĞİTİM SORUNUNU ORTAK AKILLA ÇÖZEBİLİRİZ” Türkiye’deki eğitim sorununun ortak akıl ile çözülebileceğini vurgulayan Yıldırım, “Milli Eğitim Şura”larına da işaret ederek,”Türkiye’de eğitim alanında bilgisi, becerisi, uzmanlığı olan tüm kitleleri; sivil toplum örgütleri, akademisyenler, siyasetçi ve sendikaları bakanlığın organizasyonuyla bir araya toplayıp objektif olarak eğitim sorununun masaya yatırılması ve sonuçlarının alınmasını defalarca Millî Eğitim Bakanlığı’ndan talep ettik. Ama Millî Eğitim Bakanlığı ne yazık ki şu anda saraya bağlı eğitim kurumları üzerinden yönetmeye ve yönetilmeye devam ediyor. Bakanlığın, Milli Eğitim Şurası’nı kaldırmış olmasını da dolayısıyla garipsedik” dedi.

Türkiye’de, düşüncelerde devrim yapılması gerekiyor. Ama ne yazık ki bu devrimi yapacak kişiler, Türkiye’deki eğitim sorunlarını çözme noktasında bulunan üst düzeylere getirilmiyor.


2020 / Sayı 6

Gazeteciler Cemiyeti Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi Projesi Üsküp Caddesi No:35 Çankaya/Ankara

+ 90 312 427 15 22

www.media4democracy.org www.gazetecilercemiyeti.org.tr www.24saatgazetesi.com

facebook.com/media4democracy twitter.com/democracy4media instagram.com/media4democracy youtube.com/media4democracy

Serbest Çalışan Gazetecileri Güçlendirme Destek Aracı başvurularınızı media4democracy.org/destekler adresine tıklayarak ya da haber@media4democracy.org e-posta adresine ileterek yapabilirsiniz

31


Articles inside

Türkiye’de eğitim sistemi değil, zihniyet değişmeli

4min
pages 29-31

Koronavirüs’ün ekonomik yansımaları

7min
pages 26-28

Özer: Medya, Hem Ekonomik Hem Politik Olarak Kuşatılmış Durumda

3min
pages 24-25

Hayat, kendine her zaman bir yol bulacaktır

3min
pages 22-23

Kadınlardan mesaj var

4min
pages 17-18

Vatandaşın 2020 bütçesi

2min
pages 10-11

Mülteci çocuklarla ilgili haberlerde nelere dikkat edilmeli?

3min
pages 15-16

Hapishanelerin Covid-19 salgınıyla sınavı

5min
pages 12-14

Yerelde tanı merkezleri kurulmalı

4min
pages 20-21

6284 sayılı yasa, samimiyetle uygulanmalı

1min
page 19

Sille ve geçim

3min
pages 6-7

Vatandaş altın takmaktan vazgeçti, tasarruf için sikke altını seçti

2min
pages 8-9
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.