Ekonomi ajandasi eylül 2013

Page 1

FİYAT: 5 TL YIL:2 / SAYI:18 / EYLÜL / 2013

www.ekonomiajandasi.net

“Hedef: Yılda 1,1 trilyon dolar ihracat”

Türkiye’de mali varlıklar büyüyor ama kişisel borçlar da artıyor

“KOBİ’lerin bilişime uyumu için ortak dil şart” İşinizi kaybettirebilecek 14 kötü alışkanlık “Zayıf liderlik ve hiyerarşi “Risk yönetimi”

Türkiye’de inovasyonun önünde engel”

bütçeleri artıyor…

SONBAHARDA EKONOMİYİ

NELER BEKLİYOR?






İmtiyaz Sahibi Ekonomi Ajans Adına İlhan Tekin Genel Koordinatör Abdurrahman ÇINAR

Editörden a.cinar@ekonomiajandasi.net

a.cinar@ekonomiajandasi.net Reklam Sorumlusu Cevdet Bayazıt reklam@ekonomiajandasi.net Genel Yayın Yönetmeni Umut YALKI Editör Demet Atay editor@ekonomiajandasi.net Web Tasarım Mahir B. Aşut Kalite Danışmanı Yeliz Sarıçam İnfo@ekonomiajandasi.net Yayın Kurulu Prof. Dr. Şenay YALÇINBahçeşehir Üniversitesi Rektörü Otomotiv Sektör Danışmanı Salih ATILGAN MUSİAD Otomotiv Sektör Başkanı Lojistik Sektör Danışmanı Sabri Ergenecoşar Sigortacılık Sektör Danışmanı Ömür ŞEKER omur@yildirimanaliz.com.tr Grafik Tasarım Erhan Aydın Hukuk Danışmanı Yasemin Kumbaracıbaşı Mali Müşavir Ziyaattin Gündoğdu info@ziyaattingündogdu.com Yönetim Yeri: Ekonomi Ajans Yayıncılık,Paz. ve Danışmalık Hizmetleri Adres: Fevzi Paşa Cad. No 2 Sarı Ap.D:6 34750 Küçükbakkalköy – Ataşehir – Istanbul Tel : +90 (0) 216 572 60 69 Faks: +90 (0) 216 576 89 96 GSM: +90 (0) 530 263 79 50 EKONOMİ AJANDASI DERGİSİ

Aylık Süreli Yayındır Ekonomi Ajans tarafından Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan; yazı, fotoğraf ve tarafımızca yapılan ilanların her hakkı saklıdır. İzinsiz kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

“Türkiye ekonomik gelişimin dışında kalmamalı” Türkiye son yıllarda hızlı bir ekonomik gelişim içerisinde olsa da küresel bir güç olarak masada yer alması için ekonomik gelişimin dışında kalmamalı. Küreselleşme kavramının genel kabul gören bir tanımı olmamakla beraber, küreselleşme birbirinden farklı anlamlara gelecek şekilde kullanılmaktadır. Bu kavram günümüzde her olayla entegre edildiği için ne olduğu anlaşılamayan bir “klişe” haline gelmiştir. Küreselleşmeyi genel olarak tanımlamak gerekir ise ; insan, toplum, devlet arasındaki iletişim ve etkileşim derecesinin “ karşılıklı bağımlılık” kavramı çevresinde giderek artması olarak ifade edebiliriz. Küreselleşmenin en temel sürükleyici alanı olarak ekonomiden bahsedildiğinde,özellikle ülkemiz açısından küreselleşmeyi değerlendirdiğimizde; bu süreç içerisinde bulunduğumuz noktanın mevcut potansiyelimizle uyuşmadığını söylemek mümkündür. Türkiye mecburen dışa açılmaya yöneldiği 1980’lerden bu yana küreselleşme sürecini doğru okumuş olsa bile makroekonomik politik uygulama, eski kumanda ekonomisinin yapısını değiştirememiştir. Türkiye’nin de 21. yüzyılın ekonomik düzeni ve ticaret standartlarını belirlenirken küresel rekabet gücünü kaybetmemek için ekonomik gelişimin içerisinde mutlaka yer alması gerekiyor. Türkiye’nin küresel bir güç olarak ekonomiyi doğru okuması ve özelikle dışa bağımlı olduğu birçok alandaki eksikliğin giderilmesi gerekmektedir. Tabi batı ittifakının gelecek yüzyılda rekabet gücünün artacağına dikkat çekmekte fayda var.Yeni iş olanakları yaratılacak, ekonomi için milyarlarca dolarlık yeni kaynak oluşmasıyla birlikte elbette bazı siyasi sonuçlar da söz konusu olacaktır. 21’nci yüzyılın ticaret standartlarını belirleme gücüne sahip bu ekonomik gelişim dışında kalarak küresel rekabet gücümüzü kaybetmiş olacağız. Siyasi iradenin desteği önemli yer tutuyor burada, siyasi gelişmeleri iyi analiz etmek gerek. Türkiye’de varlık gelişiminin ,mali varlıklar oranında büyümesi sayesinde güçlü olduğu söylenebilir; fakat bölgedeki diğer birçok ülkenin aksine kişisel borçlar, varlık büyümesini geniş ölçüde geride bırakarak hızla büyümeye devam etti. Dergimizde daha ayrıntılı bulacağınız “Türkiye’de varlık gelişimi” araştırma raporu ekonomik gelişim ile gelir adaletsizliğinin en hızlı derinleştiği ülkelerden biri küresel pazarda güç olabilmek için dikkat edilmesi gereken önemli ayrıntılardan biri. Siz değerli okuyucuyalarımız için ; İhracatta ki son gelişmeler , döviz kurundaki gelişmelerin ticarete yansımasını değerlendirdiğimiz ,Borsa İstanbul Başkanı Ali kopuz Bey’i konuk etiğimiz, araştırma raporlarımız, fuar etkinlikleri,değerli akademisyen ve yöneticilerimizin değerlendirmelerini bulacağınız dolu dolu bir sayı hazırladık . Keyifle okuyacağınızı umuyoruz .



İçindekiler 10

SONBAHARDA EKONOMİYİ NELER BEKLİYOR

12

Şirketlerin Yeni Ekonomide Gelecek Stratejileri 1

14

Petrol fiyatları büyümeyi tehdit ediyor

18

Hedef: Yılda 1,1 trilyon dolar ihracat

20

İhracatla tutunanlar

24

Kimya ihracatı boya ile renkleniyor

26

”Sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyoruz”

30

Yoksa sizde hedefi olmayanlardan mısınız?

32

Zayıf liderlik ve hiyerarşi Türkiye’de inovasyonun önünde engel

34

Üniversitelerin Yeni Asli Görevi Teknoloji Transferi Oluyor

36

Sabancı müfredata girdi

38

Türkiye’nin ilk özel enerji araştırma merkezi Kutem açıldı


Türkiye’nin ilk ve tek Deniz Ticareti ve Gemi İşletmeciliği İhtisas okulu

40

Dönüşümde seçim korkusu

42

“UNECO Modül tasarımı ve üretimi

46

yapan yegane üretici firmayız” Türkiye’nin istiklali ve

48

istikbali güneş enerjisindedir Orman izinleri masaya yatırıldı Türkiye Rüzgar enerjisi

52

Rüzgâr ve güneşte yeni lisanslar 2015’te

55

Markalara güven ağır basıyor

56

Otomotiv Üretimi Artıyor Ancak Hafif Ticari Araç Küçülüyor

58

Yerli otomobil için ilk adım atılıyor

60

İşinizi kaybettirebilecek 14 kötü alışkanlık

64

Yangın ve Patlama Riski Artıyor

67


EKONOMİ

SON BAHARDA EKONOMİYİ NELER BEKLİYOR… DÜŞÜK büyümeli yıllara hazır olalım,ABD Merkez Bankası’nın (FED) piyasalara pompaladığı aşırı likiditeyi geri çekme operasyonuyla başlattığı global krizde ikinci aşama Türkiye için düşük büyümeli yıllar anlamına geliyor. Cari açığı ve sıcak paraya bağımlılığı en yüksek ülkelerden birisi haline gelen Türkiye, başlamakta olan ters akımdan en fazla etkilenecek ülkeler arasında sayılıyor. Sıcak para çıkışı ve oynaklığının artması, likidite sıkıntısı ve tıkanmalar yaratarak, kurları ve faizleri yükseltip büyümeyi aşağı çekecek. Bu sürecin kısa süreli değil birkaç yıla yayılacak olması, Türkiye için düşük büyüme döneminin de kısa süreli olmayacağı anlamına geliyor. Sıkıntılı geçecek yeni sürecin Türkiye’ye yansımasının temel özellikleri şöyle özetlenebilir: * FAİZ VE KUR YÜKSELECEK: Yeni dönemin temel özelliği, son yıllarda gelişmekte olan ülkelere akan sıcak paranın geri çekilmesi olacak. Hem gelişmekte olan ülkelerde piyasa riskleri artacağı için, hem de gelişmiş ülkelerde yeni kar imkanları ortaya çıkacağı için sıcak paranın farklı hareket edecek. Bu durumda sıcak para, en kırılgan gördüğü ülkeleri en önde terketmeye çalışacak. Türkiye de bu grupta değerlendiriliyor. Türkiye’de hisse senedi, borç senedi, kısa vadeli kredi ve mevduata park eden kısa vadeli sıcak paranın miktarı 300 milyar doları buluyor. Bu milli gelirin üçte biri gibi çok yüksek bir rakam. Bu paranın çıkışı hem Türkiye için hem se sıcak paranın kendisi için zorlukları olan bir süreç. Sıcak paranın hangi ölçüde olursa olsun çıkışı, döviz piyasasında sıkıntı yaratacak ve kurları yükseltecek. Döviz kurlarının yükselmesi faizleri ve enflasyonu da yükseltecek. Ayrıca sıcak paranın sadece çıkışı değil, gelişinin ciddi ölçüde azalması bile aynı etkiyi yaratacak. Çünkü hem yüksek cari açık, hem de

10

Eylül 2013

yüklü dış borç ödemeleri yüzünden Türkiye’nin çarkları döndürebilmesi için dış finansmana ihtiyacı yüksek. * SÜREÇ GEL-GİTLERLE İLERLEYECEK: Sıcak paranın gelişmekte olan ülkelerden çekilme veya bu ülkelere akan fon miktarının azalması, önümüzdeki birkaç yıla damgasını vuracak. Bu süreç gel-gitlerle ilerleyecek. Yani şimdi çıkan sıcak para, bir süre sonra geri gelebilecek. Bazen sert hareketler göreceğiz, bazen sakin dönemler yaşayacağız. Kurlar, faizler ve borsa da buna göre sert hareketler ve sakin dönemler yaşayacak. Bu nedenle sert hareketlerde “herşeyin sonu geldi” korkusuna kapılıp paniklemek de hata olur; ortalık sakinleştiğinde “kriz geçti” rehavetine kapılmak da hata olur. * DÖVİZ REZERVİ YETER Mİ?: Son verilere göre Merkez Bankası’nın döviz ve altın rezervlerinin toplamı 130 milyar dolar dolayında. Bunun büyük kısmı bankalara ait, 40 milyar dolarlık bölümü ise Merkez Bankası’na ait. Ancak bu Merkez Bankası’nın operasyonlarında sadece 40 milyar doları kullanabileceği anlamını taşımıyor. İhtiyaç olduğunda Merkez Bankası bu imkanı rahatlıkla kullanabilir. Ancak sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada döviz rezervi krizi çıkartacak ölçüde hızlı ve güçlü hareketlerin olması beklenmiyor. Yeni süreç bu kadar sert haraketlerle ilerlemeyecek. Bu nedenle döviz piyasasında zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşansa da bir döviz rezervi krizi haline dönüşme ihtimali çok düşük. Yüksek cari açık ve yüklü borç ödemeleri nedeniyle Türkiye’nin dış finansman ihtiyacı yüksek. Döviz rezervle-

ri ise bu ihtiyaçla karşılaştırıldığında göreli olarak diğer ülkelerden düşük. Bu durum, Türkiye’nin sıcak paracılar tarafından daha kırılgan görülmesine yol açacaktır. * BORÇLANMA MALİYETİ ARTACAK: Sıcak para çıkışı olması veya girişinin azalması hem kurları, hem de faizleri yükseltecek. Hazine’nin de, şirket ve bireylerin de borçlanma maliyeti artacak. Bu durumdan döviz borcu fazla olan şirketler daha fazla zarar görecek. Şirketlerin ve bireylerin borç çevirmede karşılaşacağı darboğazlar, bankacılık sisteminin de risklerini artıracak. Bu durumun doğal sonucu olarak, büyüme hızı düşecek ve istihdam artışı yavaşlayacak. * HEM KISA, HEM UZUN VADELİ ÇÖZÜM GEREK: Piyasalarda dalgalanmaların sık yaşandığı bir sürece girdiğimiz için kısa vadede kurların seviyesi, faizlerin seyri gibi konular, ekonomi yönetimini de şirket ve bireyleri de çok yoracak. Ancak sadece bu dalgalanmalara odaklanmakla yetinmek Türkiye’nin olumsuz algısını daha da artırır. Bu da dalgalanmaları her defasında diğer ülkelerden daha şidetli yaşamamıza yol açar. Cari açık ve sıcak para bağımlılığını azaltacak uzun vadeli, etkili ve sürdürülebilir stratejilerin geliştirilmesi, bu sürecin daha az hasarla geçirilmesi için büyük önem taşıyor. Bu alanda atılacak adımlar, piyasaların yatışmasında Merkez Bankası’nın yapacağı her türlü müdahaleden daha etkili olacaktır. * SADECE MERKEZ BANKASI ÇÖZEMEZ: Yeni dönemin ilk sarsıntılarını yaşar-


ken sadece Merkez Bankası’nın politikaları ve müdahalelerine odaklanmış durumdayız. Oysa önümüzdeki uzun vadeli sorunları Merkez Bankası’nın çözme şansı yok. Ayrıca kısa vadeli sorunların çözümü de tek başına Merkez Bankası’nın omuzlarına bırakılamaz. Özellikle uzun vadeli çözüm yolunda atılan ciddi adımların, kısa vadeli dalgalanmaları da hafifleteceğini dikkate aldığımızda, bu görüntüyü değiştirmenin önemi artıyor. Ekonomi yönetiminin eğitim sisteminden teknolojik araştırmalara, çalışma hayatından gelir dağılımına kadar geniş bir bakışla bütünlüklü stratejiler geliştirmesi gerekiyor. Şirketlerin de bir yandan başta döviz borçları olmak üzere, borçlanma oranını aşağı çekmek, özkaynakları güçlendirmek ve döviz kazandırıcı işler geliştirmek için çalışmalar yapması lazım. Diğer yandan da üretimde verimlilik ve katma değeri artıracak çözümler bulmak gerekiyor. Verimlilik yükseltmekten de çalışan sayısını azaltmak ve ücretleri kısmayı değil, kaliteyi ve katma değeri artırmayı anlamak gerekiyor. Türkiye, ‘Kırılgan Beşli’ye girmeyi hak ediyor mu?

Yeni dönemin ilk sarsıntıları ile birlikte gelişmekte olan ülkeler arasında Hindistan, Endonezya, Brezilya, Güney Kore ile Türkiye, “Kırılgan Beşli” diye adlandırılarak aynı kefeye kondu. Bu ülkeler, mayıstan bu yana süren çalkantıda paralarının değeri en fazla düşen, faizleri en fazla yükselen ülkeler oldular. Sıcak paranın hassas olduğu göstergeler açısından Türkiye’nin verilerini diğer ülkeler ile karşılaştırdığımızda Türkiye’nin bu gruba dahil edilmesinin pek de haksız olmadığı anlaşılıyor. CARİ AÇIK: İlk çeyrek verilerine göre Türkiye’nin yıllık cari açığının milli gelire orana yüzde 5.9 düzeyinde. Yüzde 10’lardan buraya inmiş olmasına rağmen bu oran, hala dünya ölçeğinde çok yüksek. Beşli içinde cari açık oranı Türkiye’den yüksek olan tek ülke Güney Afrika. DIŞ BORÇLAR: Türkiye’nin 125 milyar doları kısa vadeli olmak üzere 350 milyar dış borcu var. Dış borçların milli gelire oranı yüzde 43.5 ile diğer ülkelerden açık ara yüksek. Dış borçların 250 milyar doları özel sek-

töre ait. Önümüzdeki bir yıllık sürede 142 milyar doları özel sektörün olmak üzere 165 milyar dolar dış borç ödemesi var. Özel sektörün dış borçlarının yüksek olması yüzünden faiz ve kur artışı, şirket ve bankaların risklerini artıracak. Bir yıl içinde 165 milyar dolar dış borç ödemesi ve 40 milyar dolar dolayındaki cari açık ile karşılaştırıldığında, 129 milyar dolarlık döviz rezervi de rakip ülkelere göre zayıf bir nokta oluşturuyor. BÜTÇE AÇIĞI: Türkiye’nin bütçe açığı milli gelirinin yüzde 2.8’i düzeyinde. Bu açıdan Türkiye beşli içinde orta sıralarda yer alıyor. Ancak bütçe gelirlerinin ağırlıklı olarak ithalat vergileri ve dolaylı vergiler ile vergi affı gibi bir defalık gelirlerden oluşması, bütçe performansının sürdürülebilmesini tehdit ediyor. Özellikle ekonominin durgunlaştığı dönemde, bütçe dengesinde manzaranın hızla bozulma ihtimali var. ENFLASYON: Türkiye yüzde 8.2 ile beşli içinde en yüksek enflasyon oranına sahip ülke. Enflasyonun yüksek olması faizlerin ve kurun daha fazla artmasına zemin hazırlıyor. Bu da içerideki sıcak paranın hoşuna gitmeyecek bir durum. İŞSİZLİK: Türkiye işsezlik oranı yüzde 25.6 olan Güney Afrika’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Dalgalanmanın ekonomiyi yavaşlatması işsizlikte artış riski yaratıyor. BÜYÜME: Türkiye’nin ilk çeyrek büyümesi yüzde 3 oldu. Gelecek hafta açıklanacak ikinci çeyrek büyümesinin de pek farklı olması beklenmiyor. Türkiye büyüme hızında beşli içinde sondan ikinci sırada. POLİTİK BELİRSİZLİKLER: Hindistan, Endonezya ve Brezilya’da gelecek yıl seçim olması hem poli-

tik açıdan hem de bu dönemde uygulanacak ekonomik politikalar açısından belirsizlik yaratıyor. Güney Afrika’da ise grevlere bağlı sosyal karışıklıklar ekonomiyi olumsuz etkileyecek boyutta. Bu açıdan Türkiye, beşli içinde açık ara öne çıkıyor. Türkiye, sadece gelecek yıl değil, sonraki yıllarda da kritik seçimler yaşayacak. Buna ilaveten barış süreci ve yeni anayasa konuları, önümüzdeki dönemin politik ve sosyal ortamını bir anda değiştirebilecek nitelikte. Gezi olaylarıyla patlak veren yeni süreç de önümüzdeki dönemin önemli konularından birisi olmaya aday gözüküyor. İçimizdeki bu sorunlara ek olarak Suriye krizi ve Mısır konusunda Türkiye’nin krizin fazlasıyla içine girmiş olması da Türkiye’nin hassasiyetini iyice artırıyor. • Sıcak para akımının tersine dönmesi, hem belirsizlikleri artırdığı, hem de kur ve faizleri yükselttiği için büyümeyi olumsuz etkileyecek. Yeni dönem birkaç yılı kapsayacağı için düşük büyüme bir-iki yılla atlatılamayacak, daha uzun sürebilecek. • Piyasalarda sert hareketlerin ve sakin dönemlerin bir arada yaşandığı gel-gitli bir süreç yaşanacak. Bu süreçte ani şoklar ve tıkanmalarla ekonomik bir krizin patlak verme ihtimali hiç yok değil, ama çok düşük. • Bu süreç, tüm hem şirketlerin hem de ekonomi yönetiminin kısa vadeli dalgalanmaları iyi yönetmelerini gerektiliyor. Ama sadece buna odaklanmak yeterli olmaz. Yapısal sorunlar için uzun vadeli stratejileri uygulamayak sokmak gerekiyor. Bu, kısa vadeli dalgalanmaları da azaltır. • Temel çözüm uzun vadeli stratejilerde olduğu için sorunu tek başına Merkez Bankası çözemez.

Eylül 2013

11


MAKALE

Şirketlerin Yeni Ekonomide Gelecek Stratejileri 1

Döviz, Hausmann Ters Etkisi – Global Kurtarma Fonu Ekonomik gelişmesi için döviz kurunun istikrarı ve buna dayalı mikro iktisadi unsurların yani şirket ve şahısların ekonomik performanslarının gelişmesi, özellikle 1990 sonrasında aralığı daralan krizlerin daha sık ortaya çıkması nedeni ile ekonominin pembe rüyalarından biri olmaya başlayacaktır. Ekonomi eğitimi esnasında öğretilen teorik yaklaşımların bir çoğunda meşhur a priori olan “varsayalım” kelimesi ile başlayan senaryolar ve bunların bitmeyen varsayımsal durumları günümüz ekonomik koşulları içinde varsayımlığını nerede unuttuğunu hatırlamayan Alzheimer hastalığına tutulmuş gibiler. Doğal olan ekonomiyi doğallığından çıkarmak için verilen mücadele doğal olarak ekonominin temel unsuru olan insana ve onun varsayımlarına dönmeye doğru hızla yol alıyor. Davranışsal ve doğal ekonomi yaklaşımları artık günümüzde daha sık kullanılmaya başlandı. Peki doğal olmayan ekonomik kurallar nasıl bu kadar popüler olamaya başladı derseniz eğer karşımıza Murphy Kanunları tarzı gerçekten gülünç olan ama hakikaten gerçek olan ekonomik uygulamaların ortaya çıkmış olmasıdır. Ülkemiz benzeri ülkelerin gruplandırıldığı “Gelişmekte olan ülkeler” grubunda özellikle 1996 yılında Malezya ile başlayan ve her 3 – 4 yılda bir farklı coğrafyada yaşanan döviz kuru ve buna bağlı ekonomik dalgalanmalar ile döviz kurunun yerel paralar karşılığında yaşadığı değerlilik hali ile ülkenin ekonomik gücünün ihracat yönünde artmasının sağlanması ile kaybı önleme ve ucuz ihracata dayalı büyüme ve sonrasında pek farkına varılmayan ama kendini hakikaten iyi fark ettiren beklenmedik bir gelişme oldu. Bu gelişme Ricardo Hausmann tarafından özellikle kaleme alınması nedeni ile Hausmann etkisi olarak anılmaya başlandı. Hausmann etkisinde normalde döviz kuru müdahalesi ile düşük değerlenen kurlar karşısında doların değeri artmalı ve yerel halkın satın alma gücü düşmeli iken özellikle son on yıldan faz-

12

Eylül 2013

la bir dilimde özellikle gelişen ülkeler bazında yaşanan satın alma gücündeki paralel olarak yaşana gelişme ile ülkelerin satın alma güçleri yükselmeye başladı. Bu sonuç başlangıç aşamasında pek bir şey ifade etmese bile zaman içinde şu sonucun ortaya çıkmasına yol açtı; Dolar artık eskisi kadar etkin bir ekonomik araç olmaktan çıkmaya başladı mı ? Tabiiki bu sorunun net cevabını zaman içindeki gelişmeler gösterecektir, fakat son on yıldır doların ticaretin ana belirleyicisi olmaktan çıkarılmasına yönelik hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler bazında bir çok çalışmalar ve projeler üretilmeye başlanmıştır. Gelişmekte olan ülkeler açısından yaşanan sorun daha vahi hale gelmektedir, şöyle ki bu ülkeler yurtdışı satışlarını ve borçlanmalarını dolar üzerinden yapmakta ve doların belirleyici olduğu faizler üzerinden de borçlanmalarını yapmaktadırlar. Dolar kurundaki mevcut yüksek oynaklığın aynı zamanda yerel para karşısında da her an devalüasyon olma ihtimali ile finansal dengenin bozulması ve bu sonuçlar karşılığında yaşanacak ekonomik kriz sinyalleri aynı zamanda gelişmekte olan ülkelere açısından başka bir gerçeğin veya atasözümüzün ortaya çıkmasına neden oldu. “Korkunun ecele faydası yoktur. Ecel bir gün gelecek.” Dolar döviz dengesindeki bu gelişmeler özellikle 2002 – 2006 arası ile 2009-2013 arasındaki dönemde yaşanan ve ekonomik gelişme ile ekonomik krizden kurtulma dönemlerinde yaşanan ucuz maliyetli finansman yani FED desteğinin zaman içinde bitmesi ve gelişmekte lan ülkelerdeki dolaşan aylak para ama hiç de aylak olmayan yüksek miktarlı ve sermaye akımı-

Dr. Mehmet Kahraman mkahraman38@gmail.com na yol açan paranın karşılığı olacak ve optimal miktarı 6 Trilyon Dolar olarak hesap edilen bir ortak fon kurulması ile ABD kaynaklı olarak yaşanacak fakat özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkileyecek olan ülkelerin kendi kaynakları ile mevcut etkiyi en aza indirme çabaları da, herhalde ekonomik hayata 1930 Keynes- Schumpeter ikilisinden sonra yapılacak en önemli katkılardan birini oluşturmanın temelleri olacaktır. Türkiye Merkez Bankası başkanının özellikle döviz kurlarında birkaç ay içinde yaşanması muhtemel düşüşleri açıklamak isterken bu oluşumdan haberdar olduğu ve bunun etkisini beklediğini de düşünebiliriz. Varsayalım ekonominisi üzerine yapılan bu varsayımlar ile şirketlerin ve ülke ekonomilerinin artık yenş ekonominin daha da yeni olan bu şartlarını özümseme ve stratejilerini buna göre yeniden revize etmeleri ve Arie DeGeus’un meşhur kitabının adı gibi “Yaşayan Şirket” olma yolunda hangi stratejileri izlemeleri yada izlememeleri hakkındaki görüşlerim ise gelecek yazıların ana konusu olacaktır. Şirketler dünyamızdaki ekonomik görüşün ülke ekonomik görüşünden farklı olamayacağını ve geminin hepimizi için geçerli bazı sonuçları olacağını ve gelecek açısından iyi potansiyelin sadece potansiyel olarak kalmaması için hazırlıkların yapılması gerektiği uyarısını eksik etmeden bol ve başarıya ulaşan stratejilerin desteği ile sonbahar ile hayırlı işler diliyorum.



MAKALE

Petrol fiyatları büyümeyi tehdit ediyor Petrol fiyatlarında son zamanlarda meydana gelen artış, dünya ekonomisi için ciddi bir tehdit halini aldı. Petrol’deki artışlar Mısır belirsizlikleri ve ABD ekonomisinin toparlanma sinyallerinin artması üzerine temelli durumda. Özellikle ABD’de Dow Jones Endeksi’nde geri çekilmelerin zayıf kalması ve ekonomik görünüme dair olumlu yorumlar, bu zamana kadar petrolü destekleyebildi. Enflasyonist baskı konusunda ise dünya ikiye bölünmüş durumda. Bir yandan parasal genişlemesini azaltmayı planlayan ABD ve yüksek Dolar karşısında faiz artırmak zorunda kalacak olan gelişen piyasalar, diğer tarafta ise büyümeyi desteklemek adına gevşek politikalara devam edeceğini belirten Euro Bölgesi ile agresif parasal genişlemesini devam ettirmeye kararlı Japonya var. Uluslararası piyasalardaki arz talep dengesi, ham petrol ve işlenmiş ürün fiyatlarındaki değişimler ile dolar kurundaki artışlar, petrol fiyatlarının da yükselmesine sebep olmakta. Brent petrolde ise tam tersi, talebin halen yeterli olmaması fiyat artışını kısıtlıyor. Çin’de gölge bankacılık sorunları artarken, Avrupa’da eko-

14

Eylül 2013

nomik sorunlar halen çözülemedi. Bu noktada ABD ekonomisinin diğer ülke ekonomilerinden daha güçlü bir görünüme kavuşması, WTI ve Brent petrol arasındaki fiyat farkının azalmasında önemli bir rol oynuyor. Diğer yandan ABD’nin petrol ithalatı günde 7,5 milyon varil ile 2000 yılından bu yana en düşük rakama gerilemiş durumda. ABD’nin kaya petrolü üretimiyle, kendi enerji ihtiyacını karşılayacak duruma geldiği görülüyor. pahalı petrol enflasyonist baskıyı artırıyor Yüksek petrol fiyatının en belirgin yansımalarından biri enflasyonist baskıyı artırmaktadır. Diğer yandan, Türkiye gibi dış enerji bağımlılığı yüksek ülkelerde, ödemeler dengesi olumsuz etkilenmekte. Bu nedenle petrol fiyatlarındaki artışın kalıcı olması halinde, Türkiye’de ekonomik büyüme hedefi ve cari açığın olumsuz etkilenmesi beklenebilir. Küresel piyasalardaki petrol fiyatı artışı gelişmekte olan ülke tüketicileri için ilk etkisini benzin fiyatlarında yükseliş olarak göstermekte ve artış kalıcı olduğu takdirde üretici fiyatlarındaki artış, tüketiciye yansıtıl-

Tuğba Özay tugbaozay@integralmenkul.com.tr maktadır. Bu durumda, petrol fiyatlarının enflasyonu artırıcı etkisi ortaya çıkacaktır. Türkiye, 2012 yılında 30,5 Milyar Dolarlık petrol ürünleri ithalatı gerçekleştirmişti. Petrol fiyatlarındaki her yüzde 10′luk artış, Türkiye’den 3 milyar dolar gelir götürüyor. Böylece hem milli gelir azalıyor hem de bireylerin alım gücü düşüyor. Aynı zamanda petrol fiyatlarındaki artış, vergi gelirlerinin de artmasına yol açıyor. 2012 yılında petrol sektöründen elde edilen vergiler 50,5 Milyar Lira’ya ulaşmıştı. Artan vergi yükü, kişisel gelirin azalmasına neden olarak sonrasında gelir dağılımının bozulmasına yol açıyor. Türkiye’de son dönemde enerji sektöründeki yatırımları ve bu yatırımların milli gelire etkisini göz önüne aldığımızda, enerji bağımlılığını azaltabilen bir Türkiye, çok daha fazla milli gelir sağlayabilir ve daha sağlıklı bir ekonomik yapı oluşturabilir diyebiliriz.


“Risk yönetimi” bütçeleri artıyor… Deloitte’un risk yönetimi araştırmasına göre; şirket üst yönetimine, şirket çapında kurulan sistemlere, risk ve teknolojiye verilen önem artıyor; operasyonel risk, üzerine eğilinmesi gereken bir alan olarak öne çıkıyor. Deloitte tarafından dünya çapında gerçekleştirilen Global Risk Yönetimi Araştırması iş dünyasına yönelik önemli sonuçlar ortaya koyuyor. Finansal kurumlar geçmiş yıllara göre artık risk yönetimine çok daha odaklanmış durumda. En önemlisi de bu alan için ayırdıkları bütçeyi artırıyor ve yönetim programlarını genişletiyor. Araştırmaya göre, finansal kurumların yaklaşık %65’i, 2010′da %55 civarında olan risk yönetimi ve uyumu bütçelerini artırıyor. Diğer taraftan araştırmaya katılan kurumların büyük çoğunluğu (%58), risk yönetimi bütçelerini önümüzdeki üç yıl içinde daha da arttırmayı planlıyor; katılımcıların %17′si ise yıllık %25 veya üzeri bir artış öngörüyor. Araştırma ile ilgili değerlendirmede bulunan Deloitte Türkiye Kurumsal Risk Hizmetleri Lideri Cüneyt Kırlar, “Günümüzde ne büyüklükte olursa olsun tüm kurumlar risk yönetimi yaptıklarını elbette iddia ediyorlar. Peki, hepsi beklenen faydayı sağlıyor mu? Bu araştırma bize risk yönetiminin öneminin üst yönetim nezdinde her geçen gün arttığını göstermekle beraber, kurum stratejisini destekleyen ve kurum çapında entegre bir yaklaşımla risklerin yönetilmesini sağlayan ve kurum için katma değer yaratan risk yönetimi yaklaşımı konusunda halen pek çok firmanın kat etmesi gereken yol olduğunu gösteriyor” dedi. Yönetim kurullarının gündeminde risk yönetimi var

Artan harcamaların yanı sıra risk yönetiminin de yönetim kurullarında en çok konuşulan konulardan biri haline geldiği belirtilen araştırma sonuçlarına göre, şirket yönetim kurullarının %94′ü risk yönetimi denetimine beş yıl öncesine göre çok daha fazla zaman ayırıyor. Hatta üst düzey risk yönetimi görevlilerinin %80′i doğrudan yönetim kuruluna veya CEO’ya

rapor veriyor. Buna ek olarak, yönetim kurullarının ya da kurul düzeyindeki risk komitelerinin %98′i düzenli olarak risk yönetimi raporlarını inceliyor. Operasyonel risk hâlâ bir sorun

Rapora göre, Basel II’nin en önemli unsurlarından biri olan operasyonel risk, kurumlar için önemli bir sorun olmayı sürdürüyor. Operasyonel riski ölçmenin imkânsızlığı ve birçok operasyonel sürecin karmaşıklığı bu durumun temel sebepleri. Kurumların yalnızca %45′i kendilerini bu alanda oldukça veya yeterince etkili olduğunu düşünüyor. Bu oran 2010′dakinden biraz daha düşük. Araştırmada öne çıkan diğer önemli ayrıntılar ise şu şekilde: •Araştırmaya katılan her dört risk yöneticisinin üçü, şirketlerinin risk yönetim politikalarını yeterli buluyor.

Bu oran, 2010′da %66′da kalıyordu. •Artan denetimin iş stratejileri üzerinde büyük etkisi oluyor. Şirketlerin %48′i ürün yelpazelerini ve/veya iş faaliyetlerini değiştirip yeni şartlara uydurmak durumunda kaldıklarını belirtiyor. 2010′da %24 olan bu oran, iki katına çıkmış durumda. •Kurum çapında şirket risk yönetimi programlarının (ERM) kullanımı artmaya devam ediyor. Bugün finansal kurumların %62′sinin bir ERM stratejisi bulunuyor. Bu oran 2010′da %52′ydi. •Riskin belirlenmesi ve kontrolü için kullanılan teknoloji de önemli bir yer tutuyor. Rapora göre, risk teknolojisinde önemli gelişmelere ihtiyaç duyuluyor. Kurumların %25′inden daha azı teknoloji sistemlerinin oldukça veya yeterince etkili olduğunu düşünürken, %40′ı ise risk verilerinin yönetilmesi konusundaki becerilerinden endişe duyuyor. Eylül 2013

15


AYIN KONUĞU

“Türk lirası değer kaybediyor diye telaşa kapılmak, ekonomiyi doğru okuyamamak demektir”

İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç. Ali Kopuz, Ekonomi Ajandasına ekonomideki son gelişmeleri değerlendirdi… Mayıs ayının ikinci yarısından itibaren dolardaki yükselişe bağlı olarak Türk Lirası’ndaki değer kaybını değerlendiren İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç. Ali Kopuz, ekonominin ‘doğru’ okunamadığını söyledi. Sadece birkaç ekonomik veriye bakılarak ekonominin kötü olduğunun söylenemeyeceğine dikkati çeken Başkan Kopuz, “Şu anda dolar karşısında değer kaybı yaşayan tek gelişmekte olan ülke parasının Türk Lirası olduğu şeklinde bir imaj vermek son derece yanlış. Dünyadaki birçok ülke şu anda benzer bir durumu yaşıyor. Ortak özellikleri ise

16

Eylül 2013

Türkiye gibi cari açık veren ülkeler olmaları” dedi. Türkiye’de Mayıs ayının ikinci yarısından bu yana doların 1.86 TL’den başlayarak 2.07 TL düzeyine kadar tırmandığını hatırlatan Kopuz, “22 Mayıs’taki 1.86 TL’yi dikkate alıp, bugün 2.03 TL’nin üzerinde seyreden kur düzeyine baktığımızda, yüzde 9.7 düzeyinde bir değer kaybı söz konusu. Bu hakikaten ciddiye alınması gereken bir oran. Diğer yandan, eğer bu değer kaybı sadece Türkiye’ye özgü bir şey olsaydı ekonomik durum çok sıkıntılı diyebilirdik. Ama Türkiye ile aynı kü-

resel rekabet liginde, ihracat odaklı ülkeler olarak değerlendirilen diğer gelişmekte olan ekonomilere baktığımızda, 22 Mayıs’tan bu yana Hindistan para birimindeki değer kaybının yüzde 13, Güney Afrika’nın yüzde 7.5, Endonezya’nın yüzde 10, Malezya’nın yüzde 8.5 ve Brezilya’nın yüzde 15 olduğunu gözlemliyoruz. Söz konusu oranlar, TL’nin değer kaybının küresel ekonomideki gelişmeler anlamında, istisnai bir durum olmadığını gösteriyor” diye konuştu. Kendi yerel para birimlerinde dolara karşı değer kaybı yaşayan ülke-


lerin sadece gelişmekte olan ülkeler olmadığına da vurgu yapan Kopuz, komşumuz Rusya’nın bunun en güzel örneği olduğunu belirtti. Son verilere göre, yıllık bazda 50 milyar dolar cari fazla veren ve Merkez Bankası’nda 513 milyar dolar uluslararası rezervi olan Rusya’nın parasının da dolar karşısında yüzde 6 değer kaybı yaşadığını dile getiren Ç. Ali Kopuz, “Bu nedenle, dolar-TL kurunun 2.05 TL’ye çıkmasını da yadırgamamalıyız. Mevcut veriler ışığında, TL’nin ortalama yüzde 10 değer kaybetmesi şaşırılmaması gereken bir tablo. Çünkü küresel rekabette TL’nin değerini yeniden ayarlaması, kendini yeniden konumlandırması gerekiyor” değerlendirmesi yaptı. Osmanlı’dan Cumhuriyetimize, 150 yıldır müzmin cari işlemler açığı verdiğimizi hatırlatan Ali Kopuz, “Her yıl gerek cari işlemler açığının finansmanı, gerekse de büyümeye katkı amacıyla, dünyadan en az 50 milyar dolar dış finansman bulmak durumunda olan bir ülkeyiz. Türkiye’nin kamu ve özel sektör dış finansman açığı 160 milyar dolar düzeyindeyse; küresel ekonominin karıştığı, belirsizleştiği ve bizim gibi gelişmekte olan ekonomilerden sermaye çıkışının ağırlık kazandığı

dönemlerde, TL de değer kaybeder, rupi de, real de, ruble de” şeklinde konuştu. DOLAR ROKETİNİN YAKITI: ‘BELİRSİZLİK’ Ekonominin psikolojik tarafının asla unutulmaması gerektiğini kaydeden Ç. Ali Kopuz, dolardaki yükselişi ilginç bir örnekle açıkladı: “Böyle dönemlerde, döviz kurlarındaki yükselişi, gökyüzüne roket atmaya benzetebiliriz. Roketin içine bindirilmiş olan döviz kurları, dolar/TL veya Euro/TL kuru, roketin yakıtı yettiği ölçüde gökyüzüne tırmanır. Roketin yakıtı, iç ve/ veya dış ekonomik ve siyasi gelişmeler, gerginlikler veya belirsizlikler olabilir. Ekonomik ve siyasi belirsizlikler ne kadar derin ve şiddetli ise, roketin yakıtı da o kadar fazladır ve döviz kurları o kadar gökyüzüne tırmanır. Ancak, roketin yakıtını oluşturan siyasi ve ekonomik belirsizlikler veya gerginlikler ilk andaki etkisini kaybetmeye başladığında, yani roketin yakıtı bitmeye başladığında, yerçekimi kuralı devreye girer ve yükselen döviz kurları yeniden yeryüzüne süzülmeye, toprağa geri dönmeye başlar. İşin doğası, kuralı budur. Böyle bir ortamda ekonomi yönetimi devreye girer.

Piyasaları dizginler, teskin eder, rahatlatır.” EKONOMİ YÖNETİMİ PİYASALARI RAHATLATMALI Şu an içinde bulunduğumuz durumda, ekonomi yönetiminin, piyasaları tedirgin eden ekonomik ve siyasi belirsizliklere karşı kaygıları giderecek kararlı ve inandırıcı bir duruş sergilemesi gerektiğinin altını çizen Kopuz, sözlerini şöyle tamamladı: “Böyle dönemlerde, ekonomi yönetiminin sessiz kalması iyi değildir. Tersine, ekonomi aktörlerinin, reel sektörün, finans çevrelerinin güvenilir bakan ve bürokratlardan yatıştırıcı açıklamalar bekledikleri dönemlerdir. Böyle dönemlerde sessiz kalmak bile piyasanın tedirgin olduğu siyasi ve ekonomik belirsizlikler kabullenilmiş izlenimi verir. Nitekim kimi uluslararası derecelendirme kuruluşları ve uluslararası finans kurumlarının raporlarında, Türk ekonomisinin zafiyetleri ve zayıf yönlerine yönelik çok fazla mesaj görmeye başladık. Bu mesajlara izin verilmemesi gerekiyor. Bu nedenle, eylül ayının Türk ekonomi yönetiminin, Türk ekonomisinin yurtiçi ve yurtdışı algısı açısından ‘çalışmalarını artırmasından’ ziyade, ‘seferberlik’ içinde geçireceği bir ay olmasında yarar görüyoruz”dedi.

Eylül 2013

17


KAPAK

Hedef: Yılda 1,1 trilyon

dolar ihracat

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, markalaşma ve rekabetçilikte yapılması planlanan yeni atılımlarla 2023 yılında Türkiye’nin senelik 1,1 trilyon dolar dış ticaret hacmine ulaşmasını hedeflediklerini söyledi. Büyükekşi, Alışveriş Merkezleri ve Perakendecileri Derneği’nin (AMPD) üyesi olduğu Asya-Pasifik Perakende Dernekleri Federasyonu (FAPRA) tarafından düzenlenen ve 23-26 Eylül tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecek olan “Asya Pasifik Perakende Konferansı ve Sergisi’nin (APRCE)” tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, kongrenin 15′incisinin Singapur Perakendeciler Derneği tarafından 2011 yılında düzenlendiğini anımsattı. İstanbul’da gerçekleştirilecek 16′ıncı Perakende Kongresi’nin 3 kıtanın 33 farklı ülkesinden perakende firmalarının üst yöneticileri, tedarikçile-

18

Eylül 2013

ri, perakende derneklerinin başkanları ve Ortadoğu, Orta Asya, Türkiye ve Avrupa’da yatırım yapmak isteyen firma temsilcilerinden oluşan 2000 üst düzey katılımcıyı bir araya getireceğini dile getiren Büyükekşi, Türkiye’nin bu organizasyona ev sahipliği yapmasının son 10 yılda gösterilen ekonomik performansın doğal bir sonucu olduğunu vurguladı. Büyükekşi, son 10 yılda dış ticaret hacminin yaklaşık 4 kat arttığına işaret ederek, “117 milyar dolardan 400 milyar dolara ulaştı. Milli gelirimiz 3 kattan fazla arttı. 231 milyar dolardan 786 milyar dolara yükseldi. Kişi başı-

na düşen milli gelirimiz, 3500 dolardan 10 bin 504 dolara yükseldi” dedi. Milli gelirdeki artışla birlikte, Türkiye’nin zenginleştiğini ve orta gelir grubunun geliştiğini belirten Büyükekşi, gelirin yükseldikçe organize perakende sektörünün öneminin de daha çok arttığına işaret etti. Büyükekşi, 2023 yılında milli geliri 25 bin dolara yükseltmeyi hedeflediklerini dile getirerek, şunları kaydetti: “Hedeflerimiz Türkiye’nin gelecek cazibesini, çok net bir şekilde gösteriyor. Türkiye’nin perakendecile-


ri, sadece Türkiye’de değil dünyada da büyük başarılara imza atıyor. Türkiye’nin başarılı markaları, yurtdışında giderek kendisini daha çok tanıtıyor. Perakende ağları, giderek önemli bir stratejik bir kanala dönüşüyor. Biz de bu kanalı çok iyi kullanmak için, markalaşmaya büyük önem veriyoruz. Ekonomi Bakanlığı ile yürüttüğümüz Turquality programı 2006 yılında başladı. Şu an 91 firmanın 103 markasına destek veriyoruz. Bunun yanı sıra, perakende sektöründe değer yaratmak için Shopping Fest etkinlikleri düzenliyoruz. Shopping Fest sayesinde hem İstanbul’un, hem Türkiye’nin perakende gücünü dünyaya kanıtlıyoruz. Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçi sayısını artırıyoruz. Festival sayesinde İstanbul’da, toplam alışveriş, ciro ve ticaret hacmi artıyor. Dünyanın dört bir yanından, Türkiye’ye ziyaretçi akını geliyor.” Markalaşma ve rekabetçilikte yapılması planlanan yeni atılımlarla, 2023 yılında Türkiye’nin senelik 1,1 trilyon dolar dış ticaret hacmine ulaşmasını hedeflediklerini belirten Bü-

yükekşi, Türkiye’nin, bu açıdan gelecek vaat eden bir ortak olduğunu söyledi. “Bugünün 76, 2023 yılının 82 milyonluk dinamik Türkiye nüfusu, Asya-Pasifik ülkeleri için Son derece yüksek potansiyeli olan bir pazar” diyen Büyükekşi, bu nedenle AsyaPasifik Perakendeciler Kongresi’nin, tüm katılımcılar için son derece önem taşıdığını ve karşılıklı yatırım ve ticaretin artması için güzel sonuçlar çıkacağı yorumunu yaptı. Mehmet Büyükekşi, dolardaki artışın ihracata nasıl yansıyacağı sorusu üzerine yıl sonu hedefinin 1,95 ve sebet kurunun 2,20 olduğunu hatırlatarak, “Önemli olan rekabet edilebilir bir kur ve sürdürülebilir ihracat artışını sağlayabilmek” yanıtını verdi. “İhracatçılar kendilerini mutlaka sigortalasınlar” Türkiye’nin makro dengelerini göz önünde tutuklarına işaret eden Büyükekşi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaklaşık 2 aydan beri bu konuda benzer şeyler söyledik. İhracatçılar özellikle kendileri için şu anda 1,9′luk bir dolar kurunu 2,20 sepet

kurunun kendileri için rekabet edilebilir olduğunu söylüyorlar. Bir taraftan kur artarken hemen arkasından enerji maliyetleri artıyor. Arkasından enflasyona sebep oluyor yüksek kur. Hepimiz aynı gemideyiz. Herhangi bir panik yapmaya gerek yok, ihracatçılarımıza ben hep siz kurun spekülatif hareketlerinden para kazanmaya uğraşmayın kendi faaliyetinizden kar etmeye çalışın. İhracatçılar belirli bir komisyon ödeyerek döviz düşerse düşük fiyata karşı kendini sigorta ediyor, yükselirse yüksek fiyattan yine satıyorlar. Onun için ihracatçılar kendilerini mutlaka sigortalasınlar.” AMPD Başkanı Mehmet Nane de APRCE ile Türkiye’ye perakende olimpiyatlarını getirdiklerini belirterek, olimpiyat ruhunun sadece sporda değil tüm alanlara taşınmasında öncü olacaklarını söyledi. Önümüzdeki iki sene boyunca FAPRA’nın başkanlığını Türkiye’nin yapacağını hatırlatan Nane, Türkiye’nin Asya’nın en batı ucunda ve Avrupa’nın da en doğu ucunda olmasının avantajını en fazla bu etkinlikte hissedeceğini dile getirdi. Toplantıda paylaşılan bilgilere göre, APRCE, İstanbul’da, 33 ülkeden 5 trilyon avroyu temsil eden 2000′in üzerinde katılımcıyı ağırlayacak. Tanıtım toplantısına ayrıca Birleşmiş Markalar Derneği Başkanı Hüseyin Doğan ve Tüm Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Federasyonu Başkanı Vahap Küçük de katıldı.

Eylül 2013

19


KAPAK

İhracatla tutunanlar “Türkiye’nin İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” üretimden satışlarda karlılığını değil karını artırdı. Alternatif pazarlara yaptıkları ihracat bu kuruluşların büyümelerinde belirleyici faktör oldu. Büyüdüler fakat sevindirici oranda değil. İstanbul Sanayi Odası (İSO) “Türkiye’nin İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” araştırmasını yayınladı. Türkiye’nin ekonomik dinamiğini ve gidişatını görmek için birinci 500 ve ikinci 500 en büyük işletmenin ortaya koyduğu genel tablo ne sevindiriyor, ne de korkutuyor. Dengeler sapmadı: İSO araştırması şunu da gösterdi ki; İkinci 500 kapsamındaki işletmelerin Türkiye GSYH’sı içindeki payı 2008-2012 yılları arasında değişmedi, her yıl yüzde 0.9 olarak gerçekleşti. Aynı dönemde İlk 500 Büyük’ün Türkiye GSYH’sı içindeki payı ise yüzde 9.5 ile 10.5 bandında seyretti. Bu da En Büyük 1000 içinde “Taht kavgaları” yaşandığına dair iddiaların ne kadar çürük olduğunu gösterdi. Üretimden satışlarda tepedekiler: İSO araştırması sonuçlarına göre, üretimden satışlarda ilk 5 sıra şöyle paylaşıldı: Sıralamada üretimden net satışlarında aralarında çok az fark bulunan Unmaş Unlu Mamüller altıncı, Edirne Yağ yedinci, Santa Farma İlaç sekizinci, Ertu Demir Çelik dokuzuncu, Argon Kimya ise onuncu oldu. İhracat tutundurdu: İSO araştırmasının dikkat çeken sonuçlarından biri İkinci 500’ün ihracatta, Birinci 500 şirketten daha başarılı gözükmesi oldu. Birinci 500 büyük şirket 2012’de ihracatını yüzde 0.6 artırırken, İkinci 500 büyük şirketin ihracatı yüzde 4.6 arttı. Bu nokta, İkinci 500 büyük şirketin Türkiye’nin geleneksel ihracat pazarları dışında daha atak ve esnek oldukları şeklinde yorumlandı. Kaydedilmesi gereken önemli bir gelişmedir bu. Fakat statükoyu da görerek; İkinci 500’ün toplam satışları içindeki dış satışların payı, yüz-

20

Eylül 2013

de 26.8’e yükseldi. Bu yüksek oranlı artışa rağmen, İkinci 500’ün toplam ihracatının Türkiye ihracatı içindeki payı 0.5 puan azaldı. İhracatta önde gidenler: 2012 yılı İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşlarından en fazla ihracat yapan kuruluş, 2011 yılındaki gibi Arbel Bakliyat Hububat Sanayi oldu. Şirket ihracatını yüzde 14.7 oranında artırarak 105.3 milyon dolara yükseltti. İkinci sırayı 98.1 milyon dolarlık ihracat ile Dorçe Prefabrik Yapı ve İnşaat alırken, üçüncü sırayı da ihracatını yüzde 15 oranında artırarak 89.2 milyon dolara yükselten T.T.L. Tütün Sanayi aldı. İhracatta sektörel performanslar: İkinci 500’de ihracatın 2012’deki sektörel sıralaması şöyle oldu: Yüzde 23.7’lik payla Dokuma, Giyim Eşyası, Deri ve Ayakkabı Sanayii açık ara birinciydi. İkinci sırada yüzde 16.7’lik payla Metal Eşya, Makine Teçhizat ve Mesleki Aletler Sanayii geliyordu. Üçüncü sırada ise yüzde 15.6’lık payla Gıda, İçki ve Tütün Sanayii yer aldı.

Karlılığı “faaliyet dışı” kurtardı: İkinci 500 şirketlerinin 2012 yılında üretimden satışları yüzde 5.9 oranında arttı ve 57 milyar 157 milyon lira oldu. Ancak 2012 yılında İkinci 500’ün de satışları Birinci 500 gibi durağandı. Buna rağmen İkinci 500 şirketlerinin toplam karlılığı 2012 yılında yüzde 61.1 gibi oldukça yüksek oranda arttı. Bunu da faaliyet dışı gelirler sağladı. Örneğin döviz sepetine karşı TL’nin değer kazanmasının işletmelerin finansal yapı üzerindeki olumlu etkisi, kayda geçirilmesi gereken en önemli faktör oldu. En fazla kar edenler: 2012 yılı İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu çalışması kapsamında en fazla kar eden kuruluş 152 milyon lira ile Netaş Telekomünikasyon oldu. En fazla kar eden kuruluşlar sıralamasında ikinci sırada 67 milyon liralık vergi öncesi dönem karı ile SİFAŞ Sentetik İplik Fabrikaları yer alırken 59 milyon lira ile Erikli Su ve Meşrubat üçüncü oldu. 2012 yılında İkinci 500’de kar eden kuruluş sayısı da birinci 500’de olduğu gibi arttı. İkinci 500 Büyük


Sanayi Kuruluşu’nun 417’si kar, 83’ü ise zarar bildirdi. 2011 yılında kar bildiren kuruluş sayısı 375 idi. Karlılıkta sektörler: İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşları’nın gıda, içki ve tütün sanayiinde olanları 2011 yılına göre yüzde 206’lık artışla karlılıkta ilk sırayı aldılar. Ardından gelen metal eşyacıların kar artışı yüzde 103 seviyesinde oldu. Metal eşyacıları, dokuma ve hazır giyimciler sektörü izlerken, bu sektörün 2012 kar artışı yüzde 88 olarak gerçekleşti. İstihdam tablosu: İkinci 500’de ücretle çalışanlar sayısı 2012 yılında yüzde 0.8 oranında arttı. Birinci 500’de bu artış yüzde 3.7 olmuştu. İkinci 500’de istihdam azalmasını taşıt araçları sanayiinin yüzde 33’lük istihdam artışı sağlaması oldu. Metal eşyacılar da yüzde 21 istihdam artışı yakaladılar. Madencilik ve taş ocakçılığında ise yüde 73 istihdam azalması oldu. Borç/özkaynak oranı: 2012 yılı Birinci 500’de toplam borç/özkaynak oranı yüzde 112 iken özel kuruluşlar için bu oran yüzde 134.1 ile daha olumsuz bir görüntü sergiliyordu. İkinci 500’de de oran yüzde 133.5 ile yüksek ve özel kuruluşlar için oran yüzde 134.9 ile Birinci 500’le hemen hemen aynı. Toplam borç/özkaynak oranları 2011 yılına göre nispi bir küçülme göstermişken, oranlar hala ol-

Şirket adı

Üretimden satışı

1. T.T.L. Tütün Sanayii. 2. Eker Süt Ürünleri 3. PNS Pendik Nişasta 4. Bursa Beton Sanayi 5. KİBSAŞ Karadeniz İnşaat

166 milyon lira 165.6 milyon lira 165.2 milyon lira 164.7 milyon lira 164.3 milyon lira

dukça yüksek seviyelerde seyrediyor. Oranların bu kadar büyük olması, Türkiye ekonomisinde reel kesimin kaynak yapısının bozuk olmasını ve dışa bağımlılığı göstermesi bakımından önemli. Ekonomide düşük tasarruf oranları sonucu ortaya çıkan kaynak yapısındaki bu bozukluklar, ekonominin üretim-tüketim dengesindeki açığını yüksek cari açıkla fonlamak zorunda olduğunu gösteriyor. Küresel gelişmelerin getirdiği yeni riskler var ama... Eski riskler varlığını korurken yükselen piyasa ekonomilerinde ortaya çıkan düşük potansiyel büyüme, yavaşlayan kredi hacmi ve ABD’deki parasal sıkılaştırmanın sermaye hareketlerini sınırlaması ve benzeri faktörler yeni riskler ortaya çıkarttı.Bu konjonktürün ekonominin ge-

nel performansına olan negatif etkileri 2012 yılında yaşandı. Ekonomimizin büyümesi yüzde 9’lardan, yüzde 2,2’lere kadar geriledi. Bu daralmanın yarattığı etki sanayi şirketlerimizin büyüme performanslarında da görülüyor. Büyüme var ama istenen ölçüde değil. Ancak küresel piyasalardaki olumsuz hareketlilik, bizleri bugüne ve geleceğe yönelik hedef ve planlarımız konusunda kuşkuya, karamsarlığa asla sevketmemelidir. Biz Türkiye olarak, ekonomi bağlamında geçmişte oldukça zor günler geçirdik, ama her seferinde hep beraber, elbirliğiyle yolumuza devam ettik. Bugün ve gelecekte de aynı anlayışla yolumuza devam edeceğimize inanıyor, sanayiciler olarak hedeflerimize ulaşmak için her türlü çabayı göstermeye de devam edeceğimizi belirtmek istiyorum.”

Eylül 2013

21


KAPAK

İhracat hedefi hayal oldu! Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “Bu yıl dış konjonktürel gelişmelerden dolayı Orta Vadeli Program hedefinde ortaya koymuş olduğumuz 158 milyar dolara (ihracat) biraz zor erişilecek gibi gözüküyor” dedi. Çağlayan, 4. İstanbul Finans Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, dünyanın kendine yeni bir denge kurmaya çalıştığı önemli bir dönemden geçildiğini belirterek, 2008 küresel krizinin dünyanın aklını başına getiren önemli bir milat, kapitalizmin tarihinin ve talihinin değişmiş olduğu bir dönem olduğunu kaydetti. Küresel kriz öncesinde dünyada çok büyük şirketlerin ve finans kuruluşların olduğunu anımsatan Bakan Çağlayan, şunları söyledi: “Bu kuruluşların başında ‘altın çocuklar’ diye ifade edilen CEO’lar vardı. Bugün artık birçoğunun adı tarihe gömüldü. Dünya yeni bir denge arayışı içinde bulunuyor. Türkiye, dünya ekonomisine entegre olma noktasında son derece önemli bir ilerleme kaydediyor. Dünyada kutuplaşmaların, ekonomik birlikteliklerin, hukuki alt yapıların yeniden düzenlendiği ve tanzim edildiği önemli çalışmalar sarf ediliyor.” Çağlayan, Avrupa Birliği’nin (AB) ABD ile serbet ticaret anlaşması yapma konusunda müzakerelere başladığını, Türkiye’nin de böyle konuların dışında kalmaması için önemli gayret sarf ettiklerini aktararak, Türkiye’nin AB ile imzaladığı Gümrük Birliği sürecini anlattı. O dönemde Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmasını yapmasının Türk sanayisi açısından ciddi sorunlar getireceğinin hatta otomotiv sektörünün batacağının söylendiğini belirten Çağlayan, “Zamanla gördük ki Türkiye batmadı, hatta otomotiv sektörü ihracatın öncüsü oldu” dedi. “Türkiye’nin AB-ABD STA dışında kalmasının maliyeti olacaktır” Bakan Çağlayan, AB ile ABD arasında müzakerelerine başlanan serbest ticaret anlaşmasının Türkiye üzerine etkileri ve Türkiye ile ABD arasında olabilecek serbest ticaret anlaşmasının etkideğerlendirme analizi ile

22

Eylül 2013

ilgili çalışıldığını ifade ederek, şunları kaydetti: “Bu ay sonuna kadar çalışma grupları oluşturulacak. Çalışma grupları bir taraftan AB-ABD arasındaki müzakereleri izlerken diğer taraftan ABD tarafı bunu isterse Türkiye ile ABD arasında olabilecek serbest ticaret anlaşmasının nasıl gerçekleşebileceği ortaya konulacak. Bazı basın kuruluşlarının bu işin olması halinde bedeller biçtiğini görüyorum. Türkiye’nin AB-ABD

serbest ticaret anlaşması dışında kalmasının getireceği maliyet elbette olacaktır.” Türkiye’nin geçen yıl mal ticaretinde 152,5 milyar dolarlık ihracatı gerçekleştirdiğini hatırlatan Çağlayan, “Bu yıl dış konjonktürel gelişmelerden dolayı Orta Vadeli Program hedefinde ortaya koymuş olduğumuz 158 milyar dolara biraz zor erişilecek gibi gözüküyor” diye konuştu.


KOBİ’lerin bilişime uyumu için ortak dil şart Lisanssız yazılım kullanımı nedeni ile özellikle KOBİ’lerin ABD’ye ihracatında sorunlar yaşandığına dikkat çeken TOSYÖV Başkanı Rahmi Aktepe, “Bilişim dilini KOBİ’lere, KOBİ dilini ise bilişim diline çevirmediğimiz sürece bu sorunları yaşamaya devam ederiz. Her iki tarafın da birbirlerini anlayacak ortak dili öğrenmeye açık olmaları gerekir” dedi. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ve Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV) işbirliği ile düzenlenen “Amerika’ya İhracatta Fırsatlar ve Öneriler” konulu seminer 26 Eylül 2013 tarihinde TİM binasında gerçekleşti. Seminerde konuşan TOSYÖV Başkanı Rahmi Aktepe, lisanssız yazılım kullanımı nedeni ile özellikle KOBİ’lerin ABD’ye ihracatında bazı sorunlar yaşadığına dikkat çekerek, “Bilişim dilini KOBİ’lere KOBİ dilini ise bilişim diline çevirmediğimiz sürece bu sorunları yaşamaya devam ederiz. Her iki tarafın da birbirlerini anlayacak ortak dili öğrenmeye açık olmaları gerekir” dedi. Türkiye, geçen yıl toplam ihracatının yüzde 3,9’nu ABD’ye gerçekleştirirken, ABD’nin ise Türkiye’ye ihracatı binde 28 olarak gerçekleşti. ABD Türkiye’nin toplam ihracatında 9. sırada yer alırken, ABD’nin ithalatında ise Türkiye 45. sırada yer alıyor. Seminerin açılış konuşmasını yapan TİM Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Akyüz, ABD’nin her zaman eyalet bazlı ele alınması gerektiğini ifade ederek, “Ancak; bu pazara girişte firmalarımız çekingenlik ve korku yaşıyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden biri, her eyaletin kendine özgü bazı yasaları bulunması ve bu yasaların bilinmemesi. Bu konularda firmalarımızı bilgilendirmemiz gerekiyor” dedi. ABD’nin birçok ülkeden çok daha rahat girilebilecek bir pazar olduğuna dikkat çeken Akyüz, “firmalarımızın daha sıkı ilişki içerisinde olmaları için ticari gezilere ve bu ülkede yapılan fuarlara katılmalarını öneriyoruz. Bu şekilde karşılıklı ticaretin gelişmesi konusunda firmalarımızın katkısını sağlamış oluruz” dedi. Lisanslı yazılım kullanımı dünyada bir prestij haline geldi Seminerde konuşan TOSYÖV Başkanı Rahmi Aktepe ise, son yıllarda Türkiye’deki sosyo-ekonomik gelişme açısından KOBİ’lerin çok sık konuşulan bir kavram haline geldiğini

bildirdi. Rekabet kavramının yaşamın her aşamasında bulunduğuna dikkat çeken Aktepe, KOBİ’ler için rekabet edebilirliğin hayati bir mesele olduğunu vurguladı. Aktepe, “Rekabet ortamında rakiplerin her geçen gün artması, her konuyu takip etme zorunluğunu da beraberinde getiriyor. Bilgiye erişim KOBİ’ler için takibi zor bir konu. Özellikle Bilişim Teknolojileri ve Uygulamaları çok önemli. Şirketlerimizin varlığı için bu alan önemsenmesi gereken bir unsur. Ürün ve hizmetlerin tasarlanması ve pazarlanması günümüzde ancak BT ve uygulamaları sayesinde mümkün olabiliyor. Şirketinizdeki BT altyapınız ne kadar iyiyse, rekabet gücünüz de o oranda artıyor veya azalıyor. Özellikle kullandığımız yazılım lisanslı mı, lisanssız mı, bu bile ihracat yapan firmalar açısından büyük bir prestij konusu.” ortak dil oluşturulmalı Lisanssız yazılım kullanımında ihracatta büyük sorunlar yaşandığına dikkat çeken Aktepe, bu konuda KOBİ’lerin önemli eksikleri olduğunu belirtti. Aktepe, “Bilişim dilini KOBİ’lere KOBİ dilini ise bilişim diline çevirmediğimiz sürece, bu sorunları yaşamaya devam ederiz. Her iki tarafın da birbirlerini anlayacak ortak dili öğrenmeye açık olmaları gerekiyor” dedi. Aktepe ayrıca, KOBİ’lerin bilişimin sağladığı olanaklardan yararlanabilmesi için bilişim ile entegrasyonu sağlamak zorunda olduklarını söyledi. Büyüme ve kalkınmanın projelerle değerlendirilemeyeceğini kaydeden Aktepe, sürdürülebilir kalkınma için teknolojileştirilebilen yüksek katma değerli ürünleri üretebilen bir yapının şart olduğunu söyledi. dünya dürüst ticareti tartışıyor Dünyada dürüst ticareti oluşturabilmek için ticari süreçlerin tamamında hukuka uygunluğun dikkate alınması gerektiğine dikkat çeken BTS Avukat-

lık Ortaklığı Yönetici Ortak Yasin Beceni ise, “Dürüst ticaret yapma ilkesi dünyada son 10 yıldır öne çıkan bir kavram. Haksız rekabet ortamından kurtulmak için 60 yıldır ticari mevzuatlar ve buna ilişkin hükümler bulunuyor. Küreselleşmeye ve teknolojik gelişime paralel olarak haksız rekabet kavramı da değişiyor” dedi. Eskiden haksız rekabetin bir kişinin markasının kullanılarak yaratıldığını belirten Beceni, “Şimdi ise üretim ve dağıtım süreçlerinde uyulması gereken kurallara uymayarak haksız rekabeti yaratıyorsunuz. Dolayısıyla artık haksız rekabetin de şekli değişti” dedi.Seminerde konuşan Ekonomi Bakanlığı İhracatı GeliştirmeUzmanı Zeynep Taştepe Bilgi ise, ABD ile ticari ilişkiler, ihracat fırsatları ve Türkiye’nin ABD ihracatında getirdiği desteklerden söz etti. Her iki ülkenin karşılıklı ticaretinin henüz istenilen düzeyde olmadığını kaydeden Bilgi, “2012 yılında Türkiye’nin ABD’ye yaptığı ihracat 5,6 milyar dolar. ABD’nin ülkemize yaptığı ihracat ise 14,1 milyar dolar. Geçen yıl Türkiye’nin toplam ihracatı içerisinde ABD’nin payı yüzde 3.67 iken, ihracat sıralamasında 9. sırada yer alıyor. ABD’nin yaptığı toplam ithalat içerisinde ise Türkiye binde 28’lik oran ile 45. sırada yer alıyor” dedi. ABD Başkonsolosluğu Ticari Ateşesi Jeffrey Justice seminere yaptığı sunumda, Türkiye’nin ABD’ye ihracatının istenen seviyeye gelmesi için gereken desteği vermeye hazır olduklarını ifade etti. Eylül 2013

23


Kimya ihracatı boya ile renkleniyor

Türk boya sektörünün tanıtılmasına önemli katkılar sağlayan “Uluslararası Boya, Mürekkep, Yapıştırıcı, İzolasyon, Dolgu Maddeleri, Yapı Kimyasalları Hammaddeleri ve Üretim Teknolojileri Fuarı Turkcoat Coatings Show Eurasia” İstanbul Fuar Merkezi’nde kapılarını açtı. Bu yıl 5’incisi düzenlenen fuarın açılışına katılan İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz, kimyanın yıldızı parlayan sektörlerinden biri olan boyadaki ihracat rakamlarının artışına dikkat çekti. Boya sektörünün ülkemizdeki önemli buluşmalarından biri olan Turkcoat Coatings Show Eurasia Fuarı hammaddeden boyaya, ambalajdan lojistiğe kadar sektörün farklı aktörlerini aynı çatı altında topluyor. Boya ve hammaddeleri ihracatının artırılması ve sektörün ürünlerini yeni pazarlara sunmaları amacıyla Türk Boya Sektörü Yurtdışı Pazarlama Takımı’nı kuran İKMİB, fuarla eş zamanlı bir alım heyeti de düzenledi. Ekonomi Bakanlığı Koordinatörlüğü ve İKMİB organizasyonuyla Pakistan, Ürdün, Tunus ve Sırbistan’dan gelen 16 firma, Türk boya sektöründen firma-

24

Eylül 2013

larla yaptıkları birebir görüşmelerin ardından Turkcoat Coatings Show Eurasia Fuarı’nı ziyaret ettiler. Boya ve hammaddeleri ihracatının, Ağustos ayında Türkiye’nin en fazla ihracat yapan sektörü konumuna yükselen kimyadaki payının artış trendinde olduğunu vurgulayan İKMİB Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz, “Boya sektörü kimyadaki hızlı yükselişini sürdürüyor. Boya ve hammaddeleri sektörü 2012 yılında başta İran, Irak ve Rusya’ya olmak üzere toplam 800 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi. 2013 yılı Ağustos ayı sonu itibariyle, 566 milyon dolarlık ihracat ile bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10 artış elde etti. Yılsonunda ise boya ihracatımızın 890 milyon dolara ulaşmasını bekliyoruz. Bu rakamlar da sektördeki gelişimin ihracata olan pozitif katkısını özetliyor” diye konuştu. İKMİB, Turkcoat Coatings Show Eurasia Fuarı ile eş zamanlı boya alım heyeti düzenledi… İKMİB olarak sektörün ihracatını artırmak amacıyla çalışmalarına hızla devam ettiklerini de ifade eden Akyüz, “UR-GE çalışmaları kapsamında kurduğumuz Türk Boya Sek-

törü Yurtdışı Pazarlama Takımımız ile geçtiğimiz aylarda Cezayir ve Fas’a ticari heyet düzenledik. Sektörümüz için Afrika ve Sahraaltı Afrika ülkeleri oldukça önemli. Bu pazarları yakından takip ediyoruz. İhracatlarını artırmak için güçlerini birleştiren boya sektöründen firmalarımız, takım olarak Almanya’da yapılan Farbe Fuarı’na da katılarak ülkemizi temsil etti. Turkcoat Coatings Show Eurasia Fuarını da sektör olarak çok önemsiyoruz. Fuar ile aynı dönemde bir alım heyeti organizasyonu gerçekleştirdik. Bu kapsamda Ekonomi Bakanlığı Koordinatörlüğü ve Birlik organizasyonumuzla Pakistan, Ürdün, Tunus ve Sırbistan’dan gelen 16 firma temsilcisi de fuar ziyaretinde bulundu” dedi. Boya sektörünü bir araya getiren fuara, bu yıl 44’ü yabancı olmak üzere toplam 163 firma katılıyor. Boya, mürekkep, yapıştırıcı, yapı kimyasalları, izolasyon sektörü hammaddeleri, laboratuvar cihazları, üretim ekipmanları, ambalaj ve ambalajlama sistemleri, depolama lojistik, iş güvenliği ve sağlığı ürünlerinin sergilendiği Turkcoat Coatings Show Eurasia Fuarı 14 Eylül’e kadar açık kalacak.


Arkem kimya faaliyetlerini uluslararası boyuta taşıyor Sektörünün önde gelen firmaları olan Arkem Kimya San ve Tic. A.Ş. ve Arkem Endüstriyel Kimya San. ve Tic A.Ş.’yi bünyesinde bulunduran Arkem Grubu dökme ve ambalajlı kimyasalların tedarik, depolama ve dağıtımı alanlarında entegre bir şekilde hizmet veriyor. Turcoat ve Turkchem fuarına katılan Arkem Kimya genel müdürü Tezel Kökdemir, genel faaliyetleri ve katıldıkları fuarı değerlendi. Grubumuzun kimyasal madde tedarik sektöründeki geçmişi 1987 yılına dayanmakla birlikte 1992 yılından itibaren fiili olarak Türkiye’de hizmet vermeye başladık diyen Ködemir, “1992 yılı sonunda 6 değişik kimyasal madde ile 16 bin metrik ton olan satışımız, 2000′lere gelindiğinde ise 22 değişik dökme kimyasal maddeye ve 180,000 metrik tonluk satış seviyesine, bugün ise 200’ün üzerinde değişik kimyasal madde ile 300,000 metrikton üzerinde satış seviyesine ulaşmış bulunmaktayız Arkem kimya olarak uzun yıllardır Turcoat ve Turkchem ‘e katılıyoruz ,artık herkes fuardaki yerimizi konumumuzu belirledi ve bizlere daha çabuk ulaşıyorlar. Fuardan genel olarak memnunuz prensip itibariyle fuarda bulunma amacımız müşterilerimiz,tedarikçilerimiz ve çalıştığımız firmalarla buluşmak. Aynı anda birçok müşteriyi bir arada görebilmek ve onlarla yüz yüze tanışabilmek, komşu ülkelerden ve yurtdışından fuarı ziyaret eden müşterilerin ilgisinden oldukça memnunuz. Fuar vesilesi ile büyüyen yapımı-

zı müşterilerimize tedarikçilerimizle paylaşıyoruz,birikimlerini ve tecrübesini dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerinde de şirketleşerek değerlendirmekteyiz. Arkem Kimya ‘nın ürün gamı içerisinde ;Boya, Yapıştırıcı, Mürekkep, Ambalaj, Kozmetik, İlaç, Polyester, Polimer, Temizlik Malzemeleri,Yapı Kimyasalları, Plastik, Gıda, Tarım, Tekstil ve Deri endüstrilerinin başlıca ham maddelerini tedarik etmekte olup kimyasal hammadde tedariğinde ise her biri kendi alanında seçkin Shell , Sasol, Kurraray, Chevron, Sabic, CEPSA, Petrogal , Ineos gibi dünyanın önde gelen üreticileri ile çalışmaktadır. Aynı zamanda uzun yıllara dayanan bu ilişkilerini ticari alanda da değerlendirmeye başlamış ve bu sayede Rafineri ve Petrokimya tesislerinin yüksek hacimli ilk ürün gruplarını da ürün portföyüne eklemiştir. Arkem, Marmara Bölgesi’nin endüstriyel alandaki kilit noktalarından biri olan Gebze – Dilovası bölgesinde bulunan ve 2013 yılında Kocaeli Valiliği tarafından Çevre Ödül’üne layık görülen grup şirketlerimizden olup Altıntel Tank Terminali üzerinden dökme kimyasallarının depolanması ve dağıtımı faaliyetini gerçekleştirmektedir. Bu sayede pazarın talepleri en

uygun koşullar altında ve düzenli bir tedarik ile en hızlı bir şekilde çözülmektedir. Öte yandan İstanbul Avrupa ve Anadolu yakası ve İzmir’de bulunan depolarımız üzerinden Endüstriyel ve Performans Kimyasalları şirketimize ait kimyasal maddelerin dağıtımı gerçekleştirilmektedir ve bu sayede birçok son kullanıcıya direkt ve kolay ulaşım olanağı sağlanmaktadır. Hizmetlerinde çevre duyarlılığına da en üst seviyede dikkat sarf ettiklerini belirten Kökdemir, hizmet aldıkları firmalardan da aynı anlayışa sahip olanlarla çalıştıklarını vurguladı. Arkem Kimya’nın birikim ve tecrübesini dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerinde de şirketleşerek değerlendirmekte olduğunu, hizmet ağını ve ürün portföyünü her geçen gün genişleterek büyümesini sürdürmekte olduğunu , bu anlayış ile gelecek için hedeflerinin; bölgesinin yanı sıra uluslararası alanda da olabildiğince en geniş kimyasal madde portföyüne ve modern lojistik altyapısına sahip olmak ve öncülüğünü yitirmeden kendisini sürekli gelişime açık tutarak tedarikçilerine ve müşterilerine katma değer yaratmaya ve farklı olmaya devam etmek olduğunu kaydetti. Eylül 2013

25


”Sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyoruz” BASF Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi, Kurumsal İletişim ve Kamu İlişkileri Direktörü Arzu Aksoy Bilgen : ”Sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyoruz” cümlesini kurum felsefesi olarak benimsemiş bir şirketiz.” 1865 yılından bu yana etkin olduğu Türkiye pazarında kendi üretim tesisiyle faaliyet gösteren BASF’in bugün, tüm dünyada çalışan sayısı 111.000’in üzerinde olup portföyünde yer alan Kimyasallar, Petrol ve Gaz, Performans Ürünleri, Tarımsal Ürünler & Gıda ve Plastikler ile 2010 yılında dönem satışları 73,5 milyar Avro yu aşmıştır.5 kıtada 170 ülkede 100’den fazla büyük çaplı üretim tesisi mevcuttur. BASF’in Türkiye’de, ana temsilcisi BASF Türk Kimya’nın yanı sıra BASF Yapı Kimyasalları, BASF Poliüretan ve BASF Coatings gibi önemli iştirakleri bulunuyor. BASF Türk, faaliyetlerini kimyasallar, plastikler, tekstil ve deri kimyasalları, dispersiyon ve pigmentler, özgün kimyasallar, özel kimyasallar ve tarım ürünlerinden oluşan yedi alanda sürdürüyor. BASF ürünleri elektrik, elektronik, otomotiv, inşaat, deri, tekstil ve deterjan endüstrilerinde; eczacılık, kozmetik, gıda, hayvan yemleri ve tarım sektörlerinde kullanılıyor. BASF bünyesinde faliyet gösteren ve dünyada yapı kimyasalları sektöründe açık ara lider konumda olan BASF Construction Chemicals; sürekli gelişim ve ihtiyaca gore çözüm yaklaşımı ile müşteri memnuniyetini ön planda tutmaktadır. Yaklaşık 7800 çalışan sayısı ile dünyanın 50 ülkesinde faaliyet gösteren BASF Construction Chemicals’ın 12 adet Araştırma – Geliştirme Merkezi bulunmaktadır. Arzu Aksoy Bil-

26

Eylül 2013

gen:“ BASF,Türkiye’de 1880 yılında gerçekleşen ilk satışıyla köklü bir geçmişe sahip.” Öncelikle BASF’nin ana faaliyet alanlarından bahseder misiniz? BASF olarak, kimyasallar, plastikler, tekstil ve deri kimyasalları, dispersiyonlar ve pigmentler, bakım kimyasalları, özel kimyasallar ve bitki koruma gibi birçok alanda faaliyette bulunuyoruz. Ürünlerimiz elektrik ve elektronik, otomotiv, inşaat, deri ve tekstil, deterjan ve temizlik, ilaç ve kozmetik ile hayvan yemi, tarım ve gıda gibi sektörlerde kullanılıyor. BASF’nin 2012 yılında global satışları 72,1 milyar Avro olarak gerçekleşti. BASF Türkiye’de 1880 yılında gerçekleşen ilk satışıyla köklü bir geçmişe sahip. Birçok endüstriyel sektöre kimyasal ürünler sağlayan BASF, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türk ekonomisine katkı sağlıyor. 2012 yılında Türkiye’deki satışlar ise 743 milyon Avro seviyesinde kaydedildi. Yıl sonu itibarıyla dünya çapında 110 binin üzerinde çalışanımız bulunuyor. BASF’nin hisse-

leri Frankfurt (BAS), Londra (BFA) ve Zürih (AN) borsalarında işlem görüyor. Türkiye’de Dilovası, Çayırova, Gebze, Trabzon, Burdur ve Pendik’te olmak üzere 6 üretim tesisimiz bulunuyor.

Firmanız uluslararası boyutta; kalite, fiyat ve müşteri memnuniyeti açısından ne gibi farklılıklar sunuyor? BASF olarak, sektördeki en büyük ürün portföylerinden birine sahibiz ve müşterilerimizin teknik danışmanı ve çözüm ortağı olmayı benimseyerek, sorunlara ve ihtiyaçlara müşterilerimizle birlikte çözüm arıyor, kaliteyi ve müşteri memnuniyetini her zaman ön planda tutuyoruz. Diğer yandan BASF’nin yenilik gücü ile kendi içinde talep oluşturan öncü çözümler sunuyoruz. Sektörde öncü firma olmanın inceliğini anlatır mısınız? “Sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyoruz” cümlesini kurum felsefesi olarak benimsemiş bir şirketiz.


Araştırmalarımızın odağını, gelecekte kimya temelli inovasyonların kilit rol oynayacağı başlıca üç alan oluşturuyor: “Doğal Kaynaklar, çevre, iklim”, “Beslenme” ve “Yaşam kalitesi”. Gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetlerde, bizden sonraki nesillerin sorumluluğunu taşıyoruz. Bu bilinçle insan sağlığına, beslenmeye, temiz su ihtiyacına, karbondioksit salınımını azaltmaya yönelik ürün ve çözümler sunuyoruz. Dünyanın lider kimya şirketi olan BASF’nin çatısı altında sadece ürünlerimiz değil, aynı zamanda tüm üretim süreçlerimiz de, iklimi korumak ve yeryüzünün doğal kaynaklarının devamlılığını sağlamak üzere tasarlanıyor. Tüm üretim süreçlerimiz, enerji verimliliğini esas alan doğa dostu uygulamalar ışığında ilerliyor. BASF olarak, sürdürülebilirlik alanındaki öncü kimliğimizi güçlendirecek çalışmalara imza atıyoruz. BASF için hayati önem taşıyan ARGE çalışmalarımızın da bize rekabet avantajı sağlayan önemli bir unsur olduğuna inanıyoruz.

Varsa yeni yatırım ve AR-GE çalışmalarınızı anlatır mısınız? Dünyanın lider kimya şirketi olarak, sadece iş ortaklarımıza değil, aynı zamanda topluma karşı büyük sorumluluk taşıdığımızın bilincinde olan bir kuruluşuz. Bu sorumluluk gereği ARGE faaliyetlerine ağırlık veriyor ve gerek kimya sektörüne gerekse topluma artı değer sağlıyoruz. İnovasyon, gelecekte karlı bir büyüme elde edebilmenin temelini oluşturması sebebiyle rekabet gücümüzün merkezinde yer alıyor. BASF olarak 2005 yılından bu yana AR-GE bütçemizi %60 oranında arttırdık. 2011 yılında 1,6 milyar Avro olan AR-GE bütçemizi, 2012’de 1,7 milyar Avro’ya yükselttik. Bu artışın temelinde, BASF olarak araştırmayı global pazarlar ve müşteri endüstrilerine daha yakın bir şekilde yeniden yapılandırma hedefimiz yer alıyor. 2012’de 10 bin 500 kişi AR-GE çalışmalarında yer aldı ve yaklaşık 3 bin araştırma projesi yürütüldü. Akıllı kimyaya dayanan yenilikçi süreçler ve ürünler, bizler için

kârlı ve uzun vadeli büyümenin temelini oluşturuyor.

Firma olarak önümüzdeki dönem beklenti ve hedefleriniz nelerdir ? BASF, dünyanın lider kimya şirketi konumunu güçlendirmeyi hedefliyor. Bunu ne şekilde başarmayı amaçladığımızı “Sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyoruz” stratejimizde anlatıyoruz. Bu, BASF’nin ekonomik başarıyı sosyal ve ekolojik hedeflerle birleştirdiği anlamına gelmektedir. Bu strateji, son yıllarda elde ettiğimiz başarıya dayanıyor ve geleceğe dönük iddialı hedefleri belirtiyor. İnovasyon, gelecekte karlı bir büyüme elde edebilmenin temelini oluşturması sebebiyle rekabet gücümüzün merkezinde yer alıyor. Büyüme fırsatlarını yakalayabilmek adına sistematik olarak ürün ve teknoloji portföyümüzü genişletiyoruz. Bu paralelde ARGE departmanımızın önemi de giderek artıyor. BASF olarak, 2020 yılında, on yıldan daha kısa süredir piyasada olan yeni ürünlerden yaklaşık 30 milyar Avro satış yapmayı hedefliyoruz.

Eylül 2013

27


Dünyanın önde gelen boya üreticisi Hempel Türkiye “Meraklıyız, yaratıcıyız, kendimizi sürekli geliştiriyoruz ve her zaman müşterilerimize farklı değerler yaratmak için çabalıyoruz.” Satış Direktörü Esat Ünal Hempel Türkiye yatırım ve yeni ürünlerini konuştuk.

Esat Ünal :” Hempel’de biz, müşteri yatırımlarının uzun süre güvenli ve güzel görünümlü kalmasına yardımcı olmak için Ar-ge, ileri üretim teknolojileri ve profesyonel kaplama çözümlerine odaklanıyoruz. Çalışma anlayışımız oldukça basit: Meraklıyız, yaratıcıyız, kendimizi sürekli geliştiriyoruz ve her zaman müşterilerimize farklı değerler yaratmak için çabalıyoruz. Ayrıca kaplama sistemlerinin daha iyi bir çevreye katkıda bulunması gerektiğine inanıyoruz. Bunun için yakıt tüketimini azaltan, emisyonu düşüren, çevreci hedefleri gözeten ileri su bazlı ürünlere ve yeni fikirlere yatırım yapıyoruz.” dedi.

28

Eylül 2013

“Hempel’in üç kıtada beş R&D merkezi ile tüm önceliği yenilikçi ürünler ve yüksek teknolojiler üretmektir.” İlk önceliği yenilikçi ürünler ve yüksek teknolojiler üretmek oldugunu belirten Esat Ünal : “ Birçok pantenli ürünü ve kendi labratuarlarımızda geliştirmiş oldugumuz teknolojiler ile sektörün lider firmalarından birisi olmaktan her zaman gurur duymuşuzdur. Özellike deniz ve endüstri segmentine getirmiş oldugumuz teknolojik yeniliklerimiz ile Hempel tüm müşterilerin takdirini toplamaktadır.” “Değişen Pazar koşulları içerisinde ve gelişen teknolojiler ile sürekli olarak müşteri memnuniyeti hedefi en önem-

li odak noktlarımızdan birisi.” Ünal müşteri memnuniyetin en önemli odak noktlarından birisi olduğunu belirterek .” Daha kaliteli ve iyi hizmet sunabilmek için Hempel ailesi olarak sektör ve kamu kuruluşları ile ortak projeler yürüterek müşterilerimizin daha rekabetçi ve yenilikçi olabilmeleri için yoguın bir işbirliği içerisinde faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz.” dedi. Türkiyenin dünya pazarındaki yerini ve potansiyelini değerlendiren Esat Ünal , son yıllarda makro ekonomilerde çok büyük değişme ve büyüme görülmemesine karşılık Hempel olarak Türkiye’nin dünya pazarındaki yerini ve potansiyelini çok iyi bilmekte ve buna gore orta ve uzun vadeli stratejiler oluşturmakta olduklarını ifade etti. Ünal : “ Bu konuda çalıştıgımız tüm sektörlerde geleceğe olan inanç ve umudumuz çok fazla . Bu nedenledir ki gerçkeleştirdiklerimiz her zaman hedeflerimiz ve tahminlerimiz üzerinde olmakta. Bu da bize sürdürülebilir bir büyüme olanagı tanımakta.” “Geniş ve spesifik ürün gamı ile müşterilerimizin yatırımlarından maximum verim elde etmeleri öncelikli hedefimiz “ Öncelikli hedeflerinin geniş ve spesifik ürün gamı ile müşterilerinin yatırımlarından maximum verim elde etmek oldğunu belirten Esat Ünal : “ Çalışmış oldugumuz sektörün katma değerini arttıracak , projelerde verimlilik sağlayacak teknik çözüm ortağı olmak. Geniş ve spesifik ürün gamı ile müşterilerimizin yatırımlarından maximum verim elde etmeleri öncelikli hedefimiz . Bu nedenle Hempel satıştan once profesyonel teknik servis hizmeti ile bulundugu sektörlerde birinci öncelikle tercih sebebidir. 1915 yılından beri Hempel ‘in mottosu “Service & Quality “ dir.” dedi.


“Kimyanın dünyasını, dünyanın kimyasını değiştiriyoruz”

AK-KİM -“Kimyanın dünyasını, dünyanın kimyasını değiştiriyoruz” sloganı ile yola çıkan Ak-Kim Kimya, Dünya Kimya Kongresi’ne destek oldu Türkiye’nin öncü kimyasal madde üreticisi AkKim Kimya’nın ana sponsorluğundaki 44. Dünya Kimya Kongresi, 11-16 Ağustos 2013 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirildi. Kimya alanında dünyanın en prestijli etkinliklerinden biri olan Dünya Kimya Kongresi’ne (International Union of Pure and Applied Chemistry) başta Tayland Prensesi Chulabhorn Walailak olmak üzere Nobel Kimya Ödülü sahibi Alan Hegeer, Ryojini Noyori, Ada Yonath, Aaron Ciechanover ve dünyanın dört bir yanından alanında söz sahibi bilim insanları katıldı. İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi ve Harbiye Askeri Müze’de gerçekleşen “Kimya ile Temiz Enerji” ana temalı kongrede, kimyasal analizler, kimyasal sentez, fiziksel kimya, mik-

ro ve nano bilim/teknoloji, yeşil ve sürdürülebilir kimya, yaşam kimyası ve malzeme bilimi gibi farklı konular da paralel oturumlar eşliğinde ele alındı. Kongreye ulusal ve uluslararası olmak üzere toplam 1.572 akademisyen, öğretmen, öğrenci ve sektör yetkilisi katıldı. Kongre’nin ana sponsoru Ak-Kim Kimya’nın “Kimyanın dünyasını, dünyanın kimyasını değiştiriyoruz” temalı kostüm şovu ve renkli standı büyük ilgi topladı. Ak-Kim Kimya,Türkiye’nin öncü kimyasal madde üreticisi Ak-Kim, 1977 yılından bu yana Akkök Şirketler Grubu bünyesinde faaliyet göstermektedir. Ak-Kim, Yalova ve Çerkezköy’de yaklaşık 300 bin m2’lik bir alana kurulu, yüksek teknolojiye sahip 3 fabrika ve 20’ye yakın üretim tesisinde uluslararası pazarda kabul görmüş inorganik, organik kimyasallar ve tekstil yardımcı maddeleri ile kâğıt ve su kimyasalları, çimento öğütme, beton katkı ve yapı kimyasalları üretmektedir. Şirket yıllık 600 bin tonluk üretim kapasitesine sahip tesislerinde 500’ü aşkın farklı kimyasal maddenin üretimini gerçekleştirmektedir. Sahip olduğu geniş ürün yelpazesiyle başta tekstil,

metal, gıda, temizlik, su arıtma, korozyon ve kışır önleme, kağıt endüstrisi, ilaç ve inşaat olmak üzere farklı sanayi gruplarına hitap etmektedir. Rakiplerinin üretim tesislerinin bulunduğu ülkelerde dahi ürünlerini satabilecek güce sahip olan Ak-Kim, dünya devleriyle yarıştığı uluslararası pazarlarda müşteri odaklı ürünleriyle rekabet üstünlüğünü korumaktadır. Şirket yurt dışında beş kıtada, yaklaşık 55 ülkeye yayılmış olan ihracatının yarısını AB ülkelerine, geri kalan kısmını ise Pakistan, İsrail, İran, ABD, Kanada ve Kore gibi ülkelere yapmaktadır. Ak-Kim, sahip olduğu know-how ve teknolojileri 2002 yılından bu yana yurt dışındaki firmalara satmakta ve mühendislik çalışmalarından anahtar teslimi taahhütlere kadar farklı birçok hizmet gerçekleştirmektedir.

Eylül 2013

29


MAKALE

Yoksa sizde hedefi olmayanlardan mısınız? Ülkemizde birçok firma, hedef kavramı ile ISO 9001 belgesi çalışmaları sırasında karşılaşıyor. Bu çalışmalar kapsamında kurumlarda çok nadir olarak şirket patronu tarafından, çoğu zamanda kalite sorumluları tarafından denetim için hedefler belirleniyor ve denetimden denetime revize ediliyor. Geneline bakıldığında profesyonellikten uzak, neredeyse her firmada bir örnek olan bu hedefler ne doğru düzgün takip ediliyor ne de çalışanlar tarafından benimseniyor. Hatta çalışanların bu hedeflerin varlığından bile haberi olmuyor. Kurumlarda bu durumun yaşanmasının en büyük nedenlerinden biri olarak firmanın kültüründe hedef kavramı varlığının olmaması ve çalışanların hedefler konusunda görüşlerinin alınmamasının yanı sıra bilgilendirilmemesi gösterilebilir. Yani sorun hedeflerin üst yönetim tarafından tabana yayılmamış olmasıdır.

30

Eylül 2013

Peki denetimden denetime revize edilen, hedef olarak adlandırılan bu kavram aslında nedir? Hedef sözlük anlamı olarak; ulaşılmak ya da elde edilmek istenen yerdir. Bir kimsenin, topluluğun ulaşmak istediği konum, düzey, erek, amaç, gaye, maksattır. Hedefi olmayan firmalar okyanusta rotasız yüzen gemiler gibidir. Gidecekleri yeri bilmediklerinden varacakları yerin de pek bir önemi yoktur. Hedef belirlemek, gideceğiniz yeri bilmek demek olduğu gibi, hangi şekilde ve ne kadar sürede gideceğiniz yere ulaşacağınızı da bilmek demektir. Çünkü hedeflerinizi koyduğunuz andan itibaren onlara ulaşmak için yapacağınız eylemleri de planlamanız gerekir. Kurumların hedeflerini belirlerken öncelikle dikkat etmesi gereken konuların başında, hedeflerin belirli, ölçülebilir, ulaşılabilir, gerçekçi olması gelir.

Yeliz Sarıçam Kalite Danışmanı info@ekonomiajandasi.net Hedefler kısa vadeli, orta vadeli veya uzun vadeli olabilir. Genellikle bir yıl ve bir yıldan kısa sürede ulaşmak istediklerinizi kısa vadeli, beş yıl içerisinde gerçekleştirmek istediklerinizi orta vadeli, beş yıldan daha uzun sürede gerçekleştireceklerinizi ise uzun vadeli hedef olarak gruplayabilirsiniz. Hedefler belirlenirken öncelikle mevcut durum değerlendirilmelidir. Durum değerlendirmesinin yapılabilmesi için kurum içerisinde hangi verilerin toplanacağı ve ne şekilde değerlendirileceğinin belirlendiği sistemler oluşturulmalıdır. Mevcut durumun belirlenmesinde önemli bir yere sahip olan, toplanan ve analiz edilen veriler, hedeflerinize ulaşma başarınızı ölçmede de kullanılırlar. Hedeflerin belirlenmesi, zaman içerisinde nereye doğru gittiğinizi, başarı ve başarısızlığınızı tarafsız bir şekilde, verilere dayanarak değerlendirmenize ve zamanla sınırlı olması nedeniyle kurum içerisinde doğru zaman yönetiminin uygulanmasına olanak sağlar. Aynı zamanda kurum içerisinde ortak bir anlayış oluşturur.


Eyl端l 2013

31


EĞİTİM

“Zayıf liderlik ve hiyerarşi Türkiye’de inovasyonun önünde engel” Deloitte Eğitim Vakfı’nın araştırmasında Y Kuşağı, inovasyonun hem bireysel hem de kurumsal gelişim için önemli olduğunu belirtiyor ancak Türkiye’de zayıf liderlik ve hiyerarşi, inovatif düşünce karşısında bir tehdit…

Deloitte tarafından 16 ülkede, Deloitte Eğitim Vakfı tarafından ise Türkiye’de olmak üzere, toplamda 17 ülkede gerçekleştirilen “Y Kuşağı İnovasyon” araştırmasında, bu jenerasyonun iş dünyasına ve inovasyona bakış açısı ortaya konuyor. Tüm ülkelerde Millward Brown ile beraber hayata geçirilen çalışma ile işletmelerin inovatif olabilmeleri için yapması gerekenleri ortaya koyuyor ve inovasyonun önündeki engellerin anlaşılmasına yardımcı oluyor. İnovasyon ilk üç amaçtan biri

Y Kuşağı inovasyonu, işletmelerin ilk üç amacından biri olarak görüyor. Türkiye dışında araştırmanın yapıldığı diğer 16 ülkede Y Kuşağı inovatif şirketi unvandan bağımsız fikir üretimini destekleyen liderliğe sahip, açık vizyonu olan ve iç süreçlerinin gelişmesini destekleyen bir organizasyon olarak nitelendiriyor. Türkiye’deki Y kuşağı ise düzenli öğrenimi teşvik eden, çalışanların hem bireysel hem de mesleki gelişmelerine olanak tanıyan ve yaratıcılığı teşvik eden organizasyonları inovatif olarak görüyor. Kamunun inovasyona ihtiyacı yok

Türkiye’de inovasyona en çok ihtiyaç duyulan sektörler arasında tüketim, enerji ve teknoloji yer alırken, diğer 16 ülkede eğitim, enerji ve kamu kurumları ilk üç sırayı paylaşıyor. Ayrıca Türkiye’de diğer ülkelerin aksine kamu sektörünün inovasyona ihtiyacı olmadığı belirtiliyor. Teknoloji, tüketim ve üretim ise hem Türkiye’de hem de 16 ülkede inovasyondan sorumlu sektörler olarak belirtiliyor.

32

Eylül 2013

Hem 16 ülkede (%65), hem de Türkiye’de (%51) Y Kuşağı’nın yarıdan fazlası, inovatif fikirler için desteklenen ve ödüllendirilen bir şirkette çalıştığını belirtiyor. Ancak Y Kuşağı çalıştıkları şirketlerde çok düşük bir oranda unvandan bağımsız fikir yaratımını ve paylaşımını destekleyen bir liderlik anlayışı olduğunu aktarıyor (16 ülke %26, Türkiye %16). Ek olarak Türkiye’deki Y Kuşağı’nın %43’ü çalıştıkları şirketlerin inovatif olduğunu düşünürken bu oran diğer ülkelerde %60’a çıkıyor. Kendilerini yenilikçi olarak görüyorlar

Ankete katılan Y Kuşağı kendisini yenilikçi olarak görürken (16 ülke %62, Türkiye %63), geleceğin inovatif bireylerinin karakteristik özelliği olarak yaratıcılığı gösteriyor. Türkiye’de buna girişimcilik de ekleniyor. Türkiye’deki Y Kuşağı’nın üçte biri, şirketlerde ifade özgürlüğünün yeteri kadar uygulanmadığını ve inovasyon için bu özgürlüğün desteklenmesi gerektiğini düşünüyor. Bu noktada Türk Y Kuşağı finansal yetersizliğin yanı sıra zayıf liderliği (%17) ve hiyerarşiyi (%15), inovasyonun önündeki en önemli engeller olarak görüyor. Diğer 16 ülkede ise finansal yetersizliğin (%22), iç kültürün (%10), değişime karşı direncin (%10) ve zayıf liderliğin (%10) inovasyonu engellediği belirtiliyor. İnovasyon işin büyümesi için önemli İnovasyonun işin büyümesi ve gelişmesi açısından büyük önem taşıdığına inanan Y Kuşağı (16 ülke %78, Türkiye %60), bir işin büyümesi ve

gelişmesi için finansal başarının yeterli olmadığını, inovasyonun da önemli bir gösterge olduğunu düşünüyor. (16 ülke %87, Türkiye %93). Tüm ülkelerdeki Y Kuşağı toplum üzerinde önemli pozitif etki yaratan inovasyonların iş dünyasını geliştirdiğini düşünüyor ve topluma faydası olan inovasyonlardan kâr elde etmenin işletme için kabul edilebilir olduğunu belirtiyor. Toplumsal huzursuzluk en büyük zorluk

Y Kuşağı, Türk toplumunun gelecek 20 yılda karşılaşacağı en büyük zorluğu %45 oranında toplumsal huzursuzluk olarak belirtirken, onu doğal kaynak kıtlığı ve gelir eşitsizliği izliyor. Araştırmanın gerçekleştirildiği diğer 16 ülkede karşılaşılacak zorlukların başında doğal kaynak kıtlığı (%34) yer alırken, bunu enflasyon (%32) ve nüfus yapısındaki değişim (%28) izliyor. İnovasyonu en çok Güney Afrikalı Y Kuşağı önemsiyor •Güney Afrika’da katılımcıların %90’ı inovasyonun işin büyümesi ve gelişimi açısından hayati önem taşıdığını düşünüyor. •Hollanda (%62), Almanya (%65) ve Japonya’daki (%56) Y Kuşağı inovasyonu Güney Afrika kadar önemsemiyor. •Çalışma ortamının inovatif olduğunu hissedenler arasında Hindistan %77 oranıyla başı çekerken, Japonya %20 ile listenin sonunda yer alıyor. •Şirket aktivitelerinin topluma faydalı olduğunu en çok düşünen ülke Brezilya (%83) iken, Güney Kore ( %49) söz konusu faydaya en az inananların başında geliyor.


Eyl端l 2013

33


EĞİTİM

Üniversitelerin Yeni Asli Görevi Teknoloji Transferi Oluyor

Mart ayında kurulan İngiltere-Türkiye Yükseköğretim Komitesi’nin desteğiyle düzenlenen Bilgi Ortaklığı Konferansı, Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliği ve teknoloji transferinin daha aktif olacağını gösteriyor. Geçen ay British Council, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ortaklığıyla İTÜ’de düzenlenen “Bilgi, İnovasyon ve Büyüme” başlıklı konferans, İngiltere ve Türkiye’deki yükseköğretim kurumları ara-

34

Eylül 2013

sında işbirliğini artırmak amacıyla 20li yılında imzalanan Bilgi Ortaklığı Anlaşması uyarınca Ar-Ge ve inovasyon konularında yeni işbirliği olanakları için adımlar atılmasını sağladı. Büyüme ve kalkınma politikaları başarılı olan ülkeler incelendiğinde göze çarpan, genellikle Ar-Ge yaparak rekabet gücünü artırmayı başaran kurumların büyümede kritik rol sahibi olması. Bugün, İsviçre, Finlandiya ve İsrail’den daha fazla Ar-Ge harcaması yapmasına rağmen Türkiye hâlâ Ar-Ge yatırımlarından yüksek katma değer yaratan ülkelerden biri değil. Türkiye’de

yapılan toplam Ar-Ge yatırımlarının milli gelire oranı yüzde 0,86. Avrupa’daysa bu oran ortalama yüzde 2 düzeyinde. “Türkiye’nin başarılarının farkındayız, ancak önümüzde bazı zorluklar var. 20 yıl önce orta gelir seviyesinde bir ülkeyken şimdi bütün ilerlemelere rağmen hâlâ üst orta diyebileceğimiz gelir seviyesindeyiz” diyen TÜBİTAK Başkanı Prof. Yücel Altunbaşaolmanınk, Türkiye’nin yüksek gelir seviyesine bilim, araştırma ve inovasyon yoluyla ulaşmayı hedeflediğini belirtti. Ar-Ge konusunda başarılı en etkili ve verimli yollarından biri de kuşkusuz üniversite sanayi işbirliğinde kullanılan teknoloji transfer mekanizmaları. Bu mekanizmalar üniversitelerdeki bil-


gi birikiminden yeni ya da geliştirilmiş ürün ve hizmet yaratabilmeyi ve bu birikimin toplumsal ve ekonomik faydaya dönüşmesini amaçlıyor. Türkiye’de de etkili bir inovasyon ekosistemi oluşturmak ve üniversite sanayi işbirliğini geliştirmek için arayüz işlevi görecek tasarımlara ihtiyaç duyuluyor. TÜBİTAK’ın Teknoloji Transfer Ofisleri Destekleme Programı ile bu arayüzlerin kurulabilmesi için geçen yıl 10 üniversiteye 1 milyon lira hibe edilmişti. Türkiye’de her üniversitede teknoloji transfer ofisleri olması için çalıştıklarını söyleyen Altunbaşak, bu yıl destek programından 10 üniversitenin daha faydalanacağını ifade etti. Teknoloji Transfer Ofisleri Destekleme Programı’ndan Üniversitelerarası Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi’nde sıralamada olan üniversiteler yararlanabiliyor. Teknoloji transfer ofislerinden akademisyenlerin projelerini desteklemesi, üniversitelerde yapılan araştırmalardan doğan fikri mülkiyeti yönetmesi, üniversite bünyesinde girişimciliği artırabilmek için kuluçka merkezleri ve girişim sermayesi yönetimi yapması bekleniyor. Fikri mülkiyet alanında danışmanlık yapan IP Pragmatics’ten Rupert Osborn, “Fikri mülkiyet dünyanın birçok yerinde üniversite ve sanayi arasındaki ilişkinin problemli alanı olarak görünüyor” diyor. İngiltere’deki Endüstri ve Sanayi Konseyi’ne bağlı Ulusal Üniversite ve İşletme Merkezi Direktörü Peter Forbes, teknoloji transfer süreci yöneten birimlerin kazan-kazan sonuçlan doğuracak şekilde fikri mülkiyet yönetimi yapmaya çalışması gerektiğini hatırlatıyor. Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Hasan Mandal, teknoloji transfer ofislerinin fikri mülkiyet yönetimi kadar, üniversite ve sanayi kuruluşu arasındaki müzakereyi, iş planı ve iş planının eyleme dönüşeceği süreci yönetmesi gerektiğini söylüyor: “Üniversitelerin iş planı konusunda başarılı olabilmeleri için Türkiye’deki teknoloji transfer ofislerinin esnek ve hızlı karar alabilen yapılar olması gerekiyor. Bu da bağımsız kurumlar olarak tasarlanmasıyla mümkün.” İngiltere’nin önde gelen Bath, Bristol, Exeter, So-

uthampton ve Surrey Üniversiteleri arasında teknoloji transfer alanında işbirliğini artırmak için kurulan SETsquered’in Ortaklık Direktörü Graham Harrison ise teknoloji transfer sürecinde teknoloji geliştirme odaklı üniversitelerin rekabet ve işbirliğini birlikte düşünmesi gerektiğini söylüyor: “SETsquered, üniversitelerde yaratılan değerin en uygun ortaklarla daha hızlı bir şekilde ticarileşmesini sağlayan bir yapı. Bunun yanı sıra SETsquered gibi işbirliği yapılarıyla üniversitelerdeki araştırmaların ihtiyaç duyduğu finansal destekler için daha kolay müzakere edebiliyorsunuz.” Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun 2023 yılında milli gelirin yüzde 3′ünün Ar-Ge’ye ayrılması ve bunun da üçte ikisinin özel sektör kaynaklı olmasının hedeflendiğini söyleyen TÜBİTAK Başkanı, bu hedeflerin tutturulabilmesi için inovasyon ekosisteminin, iyi koordine edebilen teknoloji transfer ofislerine ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Türkiye’de yapılan toplam Ar-Ge yatırımlarının milli gelirine oranı yüzde 0,86. Avrupa’da ise bu oran ortalama yüzde 2 düzeyinde. Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Hasan Mandal. BİRLİĞİ “Üniversitelerin iş planı konusunda başarılı olabilmeleri için Türkiye’deki teknoloji transfer ofislerinin esnek ve hızlı karar alabilen yapılar olması gerekiyor. Bu da bağımsız kurumlar olarak tasarlanmasıyla mümkün” Üniversite sanayi işbirliğinin etkin olabilmesi için teknoloji transfer ofislerinin, Ar-Ge firmalarının ihtiyaçlarını koordineli olarak üniversitelere, üniversitelerin imkânlarını da firmalara aktarabilmesi gerektiğini vurgulayan Vestek’in Genel Müdürü Metin Salt, “Geçen yedi yılda bunu Vestek olarak kendi imkânlarımızla yaptık, bu işi yapan birimlerin olması Ar-Ge firmalarının üzerindeki yükün bir kısmını alarak Ar-Ge süreçlerinin daha etkili olmasını sağlar” diyor. Salt, bu koordinasyonun başarılı iş planlarının yazılmasıyla sonuçlanacağını belirtiyor. Türkiye’deki finansal desteklerin bolluğu ve başarılı iş planlarının kıtlığı göz önüne alındığında bu, oldukça önemli bir açı-

ğın kapatılması anlamına gelebilir. ingiltere’de birçok kurumun teknoloji transfer süreçlerini daha verimli kılmak için stratejiler belirlemeye çalıştığını söyleyen Aston Üniversitesi îş Ortaklığı ve Bilgi Transferi Ofisi Başkan Yardımcısı Dr. Phil Extance, üniversite sanayi işbirliğinin ekonomik kalkınma ve toplumsal katkı için daha da iyileştirilmesi gereken kritik bir süreç olduğunu sözlerine ekliyor. Teknoloji transferi sadece firmaların ve sektörlerin rekabet üstünlükleri için değil aynı zamanda verimlilik için kritik öneme sahip. Dünyanın birçok ülkesinde üniversite sanayi işbirliği konusunda farklı nedenlerden dolayı tatminsizlik olduğu konferanstaki tartışmalardan da anlaşılıyor. Bunun başlıca sebebinin üniversite ve iş dünyasının hedeflerindeki farklılık olduğunu hatırlatan Prof. Mandal, üniversitelerin asıl fonksiyonları olan temel araştırma ve bilimsel çıktılara zarar verilmeyecek şekilde iki tarafa uygun bir çözümün bulunması gerektiğini ifade ediyor: “Üniversitedeki hocaların teknoloji transfer ofislerindeki kişilerle aynı aidiyeti paylaşmak istemelerinin sebebi de üniversitelerin bilgi üretme, bunu yayma ve topluma katkı sağlama fonksiyonlarını korumak istemeleri.” Türkiye’nin en önemli teknoloji yatırım firmalarından Inventram’m Genel Müdürü Cem Soysal, teknoloji transferinde farklı paydaşların başarıyı farklı tanımladığını söylüyor: “Benim bulunduğum yerden baktığınızda başarı müşteriye ulaşmak ve ticarileşme. Bu, zamanla üniversitelerin de başarı kriteri olmaya başlayacak.” Geleneksel ekonomik görüşler teknolojiyi, aktarılabilen bir mal olarak değerlendiriyordu. Oysa günümüzde hem sanayi hem de yükseköğretim kurumları bilgiye dayalı teknoloji transferinin kolay olmadığını kabul ediyor. Bilgi, karmaşık ve maliyeti yüksek bir öğrenme ve üretim sürecini içeriyor. Türkiye’de bu süreci verimli şekilde yürütebilecek paydaşlar olarak üniversiteler ve sanayinin hem kendi aralarında hem de uluslararası aktörlerle işbirliğine oldukça hevesli ve açık görünmesi umutlandırıcı.

Eylül 2013

35


EĞİTİM

Sabancı müfredata girdi Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinde ilk kez bir marka, üniversite bünyesinde resmi ders müfredatına giriyor. Buna yönelik işbirliğinin ilk adımı, Marmara Üniversitesi (MÜ) Haydarpaşa Kampüsü’nde düzenlenen ve MÜ Rektörü Prof. Dr. Zafer Gül, Sabancı Holding İnsan Kaynakları Grup Başkanı Neriman Ülsever, Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi (MÜİF) Dekanı Prof. Dr. A. Ercan Gegez ve Sabancı Holding Kurumsal İletişim Direktörü Suat Özyaprak’ın katıldığı imza töreniyle atıldı. İmzalanan bu protokolle birlikte 20132014 eğitim-öğretim yılından itibaren öğrenciler “Sabancı İşletmecilik Seminerleri” dersini alacak. “Sabancı İşletmecilik Seminerleri” adını taşıyacak kredili dersle, MÜ İşletme Fakültesi dördüncü sınıf öğrencileri belirli bir müfredat kapsamında Sabancı Topluluğu’nun üst yöneticileriyle bir araya gelecek ve onların eğitmenliğinde profesyonel iş dünyasına ilk adımlarını atacaklar.Yeni eğitim öğretim yılında başlayacak olan ve öğrencilerin kredili olarak seçebilecekleri bu ders kapsamında; pazarlamadan finansa, insan kaynaklarından kurumsal ileti-

36

Eylül 2013

şime kadar bir çok konu başlığında dersler verilecek. Konuya ilişkin MÜ Rektörü Prof. Dr. Zafer Gül şöyle dedi: “Birçok konuda öncü olan üniversitemiz bir alanda daha ilki gerçekleştiriyor. Bununla gurur duyuyorum. Türkiye’nin güçlü markalarından Sabancı ile İşletme Fakültemiz arasındaki bu ortaklaşa çalışma Üniversite-Sanayi İşbirliğinin en başarılı örneği olmaya aday. Öğrencilerimizin geniş bir vizyona sahip olmaları, yeni imkânlar yakalamaları, teori ile uygulamayı bir arada görebilmeleri adına çok önemli bir fırsat oluşuyor. Bu sayede öğrencilerimiz mezun olduktan sonra profesyonel hayata geçerken kendilerini daha güvende hissedecekler kuşkusuz… Yenilikçi ve gelişimci yaklaşımlarından ötürü bu birlikteliğin oluşmasını sağlayan her iki tarafa da teşekkür ediyorum.” İmza töreninde konuşan Sabancı Holding İnsan Kaynakları Grup Başkanı Neriman Ülsever ise şöyle dedi: “Bu kapsamda bir protokol Türkiye’de ilk kez gerçekleştiriliyor. Örneklerine yurt dışında sıkça rastladığımız bu modeli Türkiye’de de Sabancı markası öncülüğünde uyguluyor olmaktan büyük bir mutluluk du-

yuyoruz. İnanıyorum ki bundan sonra da profesyonel iş dünyasından bir çok şirket bu modeli devam ettirir ve öğrencilerimizi profesyonel dünyayla bir araya getirir ve onları iş hayatına en iyi şekilde hazırlarız. “Sabancı İşletmecilik Seminerleri”nin Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencileri için en büyük yol göstericilerinden biri olacağına eminim. Topluluğumuzun bir çok üst düzey yöneticisi daha şimdiden böyle bir oluşumun içinde olmaktan büyük bir heyecan duyuyor. Amacımız teorik donanıma sahip gençlerimizi, “Sabancı İşletmecilik Seminerleri” ile pratikle de buluşturmak. Bir dönem boyunca birçok konu başlığında devam edecek olan bu ders kapsamında asıl amacımız onların profesyonel hayata bir sıfır önde başlamalarını sağlamaktır.” 2013-2014 eğitim öğretim yılının bahar döneminde başlayacak olan “Sabancı İşletmecilik Seminerleri”ni başarıyla tamamlayan belirli sayıda öğrenciye Sabancı Topluluğu bünyesinde sözleşmeli olarak iş hakkı da tanınacak. Böylece üniversite öğrencileri daha okulu bitirmeden profesyonel iş hayatına önemli bir adımla başlama şansını da yakalayacaklar.


Sabancı Üniversitesi’nden iki yeni yüksek lisans programı mesi ve yapılan yatırımların artmasıyla, enerji teknolojileri ve yönetimi alanında uzmanlaşmış ve eğitim almış profesyoneller yetiştirmek amaçlanıyor. Ayrıca enerji sektöründe yer alan yöneticiler ve yönetici adayları için ise; enerji teknolojilerindeki son gelişmeler, yeni enerji kaynakları, ulusal ve uluslararası enerji politikaları, teşvik ve düzenlemeler hakkında bilgilerini sürekli geliştirmek ve güncel kalmalarını amaçlıyor. Kritik bir konu olarak “enerji”

Enerji güvenliği küresel ekonominin en önemli konularından biridir. Yenilenebilir, sürdürülebilir, güvenli, etkin, akıllı enerji çözümlerinin geliştirilmesi hem ekonomik kalkınma, hem de sosyal refah için kritiktir. Enerji yönetimi; sanayi politikalarıyla, kamu politikalarıyla, çevre politikalarıyla, dış politikayla yakından ilgili bir alan olup, çok disiplinli bir yaklaşımı ve bilgi altyapısını gerektirir. İnsan kaynağı ihtiyacı

Enerji sektörünün dünyada ve ülkemizde günden güne büyümesi, yapılan yatırımların artmasıyla, enerji teknolojileri ve yönetimi alanında uzmanlaşmış, eğitim almış profesyonellere olan talep de artma eğilimindedir. Enerji sektöründe yer alan yöneticiler ve yönetici adayları; enerji teknolojilerindeki son gelişmeler, yeni enerji kaynakları, ulusal ve uluslararası enerji politikaları, teşvik ve düzenlemeler hakkında bilgilerini sürekli geliştirmek ve güncellemek zorundadır. “Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı” Sabancı Üniversitesi’nde Başlıyor…

Sabancı Üniversitesinde 2013-2014 akademik yılında başlayacak olan Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı; mühendislik, temel bilimler, ekonomi, yönetim, siyaset, kamu politikala-

rı gibi alanlardan ve farklı sektörlerden gelen, enerji teknolojileri ve yönetimi alanında uzmanlaşmak isteyen profesyoneller için tasarlanmıştır. Adaylar ilgi alanlarına ve kariyer hedeflerine uygun olarak, mühendislik ya da yönetim alanından dersler alabilecek ve araştırma projeleri yapabileceklerdir. 2013 “Üniversitelerarası Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi” sonucu Türkiye‘nin En Girişimci ve Yenilikçi Vakıf Üniversitesi seçilen Sabancı Üniversitesi’nden iki yeni yüksek lisans programı: ‘Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı’ ve ‘Nanoteknoloji Yüksek Lisans Programı’ Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı ve Nanoteknoloji Yüksek Lisans Programı ile günümüzün ileri teknoloji ve enerji sektörüne profesyonel bir bakış getiriliyor. Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı

Sabancı Üniversitesi’nde 20132014 akademik yılında başlayacak olan Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı; mühendislik, temel bilimler, ekonomi, yönetim, siyaset, kamu politikaları gibi alanlardan gelen profesyoneller için tasarlandı. Adaylar ilgi alanlarına ve uzmanlaşmak istedikleri konulara uygun olarak, mühendislik ya da yönetim alanından dersler alabilmekte ve araştırma projeleri yapabilecek. Program ile enerji sektörünün dünyada ve ülkemizde günden güne büyü-

Kimler Başvurmalı?

Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı’nın hedef kitlesi; mühendislik, temel bilimler, ekonomi, yönetim, siyaset, kamu politikaları gibi alanlardan gelen ve enerji sektöründe uzmanlaşmak isteyen, endüstri deneyimi olan profesyoneller olarak belirlenmiştir. Öğrencilerimizin çok disiplinli çalışmalar sayesinde uygulamaya yönelik eğitim almaları, teknik konulara ek olarak teknoloji ve inovasyon yönetimi, girişimcilik, teknoloji politikaları, proje yönetimi, paydaş iletişimi, risk yönetimi gibi alanlarda da yetkinlik kazanmaları hedeflenmektedir. Eğitim Yeri

Enerji Teknolojileri ve Yönetimi Yüksek Lisans Programı’nın dersleri Sabancı Üniversitesi Tuzla Kampüsü ve Karaköy‘de yer alan Minerva Han’da yapılacaktır. İş dünyasından profesyonellerin ulaşımını kolaylaştırmak amacıyla hafta içleri dersleri Minerva Han’da, kampüste yer alan araştırma olanaklarından faydalanılabilmesi için de hafta sonu dersleri Tuzla Kampüsü’nde yapılacak şekilde planlanmıştır.

Eylül 2013

37


EĞİTİM

Türkiye’nin ilk özel enerji araştırma merkezi Kutem açıldı Enerji teknolojileri alanında araştırmalar yürütmek üzere Koç Üniversitesi ve Tüpraş işbirliği ile Koç Üniversitesi Tüpraş Enerji Merkezi (KUTEM) kuruldu.

Koç Üniversitesi ve Tüpraş işbirliği ile kurulan; Türkiye’nin özel sektör destekli ilk enerji merkezi “Koç Üniversitesi Tüpraş Enerji Merkezi” (KUTEM) faaliyete geçti. Fosil yakıtlar, güneş yakıtları ve biyoyakıtlar üzerine araştırmaların yürütüleceği KUTEM; yerli ve çevre dostu alternatif yakıt teknolojiler geliştirmeye, teknolojide dışa bağımlılığı azaltmaya ve enerji açığı probleminin çözümüne odaklanacak. Koç Üniversitesi Tüpraş Enerji Merkezi (KUTEM), bugün Koç Holding Enerji Grubu Başkanı Erol Memioğlu, Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan ve KUTEM Direktörü Prof. Dr. Can Erkey’in konuşmaları ile açıldı. Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde; 355 metrekare alanda faaliyet gösteren KUTEM’de Fen, Mühendislik, İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteleri’nden 30’a yakın öğretim üyesi görev alıyor. Tohumlama fonlarıyla öğretim üyelerinin enerji ile ilgili alanlarda yeni projeler geliştirmesine kaynak sağlayan

38

Eylül 2013

KUTEM’de ilk aşamada altı projeye destek veriliyor. Türkiye’nin dünya enerji piyasasında rekabet gücününün arttırılmasını hedefleyen Tüpraş, KUTEM’e beş yıl içinde araştırma altyapısını güçlendirmek için 8 milyon TL destekte bulunacak. Türkiye’nin özel sektör desteği ile kurulan ilk enerji merkezi KUTEM’de Tüpraş’la ortak projeler geliştirilirken; öğretim üyeleri ve doktora öğrencilerinin enerjiyle ilgili projeleri için de fon sağlanacak. Yakıt ağırlıklı çalışmalar yürüten bir araştırma merkezi olan KUTEM’in faaliyetleri fosil yakıtlar, biyoyakıtlar ve güneş yakıtları üzerinde yoğunlaşacak. Koç Holding Enerji Grubu Başkanı Erol Memioğlu, günümüzde yalnızca ArGe projelerini yürütmek ve projelerden bilgi üretmenin yeterli olmadığını, mutlaka proje sonuçlarının sahaya uygulanması, üretime geçmesi, katma değer oluşturması gereğine değinerek, bunun gerçekleşebilmesi için akademisyenler ile sanayide-

ki ekiplerin ortak akıl ile hareket etmelerinin önemli olduğunu belirtti. KUTEM’in kuruluş protokolündeki, ortak yönetim mekanizmasının işleyişine dikkat çeken Memioğlu, “Koç Holding Enerji Grubu Başkanlığı olarak küresel rekabet ortamında faaliyetlerimizi sürdürürken, üretim teknolojilerinde fark oluşturarak, şirketlerimizi geleceğe taşıyacak nitelikte rekabetçiliğimizi arttırmak amacı ile bilgi ve teknolojileri geliştirmek, yeni ürün ve proseslere ulaşmak ve sahada uygulamak üzere, 2010 yılı başında harekete geçtik. ArGe stratejimiz çerçevesinde üniversiteler, araştırma merkezleri ve sanayi ile gerçekleştirilecek ortak çalışmalar sonrasında ortaya çıkacak bilgi birikimi, şirketlerimizin sürdürülebilir başarısı ve geleceği için büyük önem taşımaktadır. Hedefimiz, ülke ve şirketlerimizin ortak değerlerinin tasarruf altına alınıp, işbirliği kültürünü gerek şirketler içinde gerekse sektör genelinde yaymak ve üniversitelerimizin ilgili bölümlerini ArGe merkezimizin paydaşı olarak değerlendirmektir” dedi. Memioğlu ayrıca, 2012 yılında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının değerlendirmesi sonrası, “Nitelikli ArGe Merkezi” kategorisinde Tüpraş ArGe Merkezi’nin 141 aday arasından ülke ikincisi olduğu, bu yıl ise bütçe hacmi bakımından Türkiye ArGe Ligi’nde yıllardır ArGe faaliyetlerinde bulunan şirketleri geride bırakarak (2011 deki 14. sıradan) 9. sıraya yükseldiği, “Üniversite ile İşbirliği” kategorisinde dördüncü, “Bilimsel Yayın” kategorisinde ise altıncı sırayı aldığı bilgisini paylaşırken, Tüpraş’ın oluşturduğu sinerji ile grup şirketlerinden Aygaz’ın iki, Demir Export’un ise 1 Tübitak onaylı projeye başladığını, OPET Madeni Yağ Grubu’nun 5 Tübitak onaylı projeyi yürütürken, akaryakıt grubunun ise


son derece önemli bir konuda Koç Üniversitesi ile ortak ArGe çalışmalarını sürdürdüğünü belirtti. Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan; “Koç Üniversitesi ve Tüpraş işbirliği ile enerji alanında rekabetçi bir üstünlük yaratacağımıza inanıyoruz.” Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan açılışta yaptığı konuşmada Koç Üniversitesi’nin enerji çalışmalarına odaklanacak bir merkez kurma düşüncesiyle, Koç Holding Enerji Grubu Başkanlığı ve Enerji Grubu’na bağlı şirketler ile yapılan görüşmeler sonucunda, Mart 2010 tarihinde Ortak Çalışma Çerçeve Protokolü’nü imzalayarak KUTEM’in temellerini attıklarını belirterek sözlerine şöyle devam etti. “Koç Üniversitesi ve Tüpraş işbirliği ile enerji alanında rekabetçi bir üstünlük yaratacağımıza inanıyoruz. Sürdürülebilir enerji teknolojileri üzerine çalışmalarımızı devam ettirerek, gelecek kuşakları güvence altına almalıyız. Aynı zamanda fosil yakıtların kullanımında da en verimli ve en çevreci metodları geliştirmeliyiz. Bu da ancak üniversite ve sanayi işbirliği ve ortak projelerle gerçekleştirilebilir. Tüpraş’ın da desteğiyle KUTEM, üniversite ve sanayi işbirliğine ortam ve süreklilik kazandırırken, aynı zamanda endüstriyel araştırmalar konusunda deneyimli personel yetiştirilmesine de olanak sağlayacak. Lisansüstü öğrencilerimiz, yeni yakıt teknolojileri geliştirme konusunda iddialı bir merkezde araştırma yapacağı ve farklı bir düşünce tarzı kazanacağı için de mutluluk duyuyoruz” dedi. KUTEM Direktörü Prof. Dr. Can Erkey: “Hedefimiz KUTEM’in yakıt teknolojileri alanında dünya çapında bir araştırma merkezi olmasıdır.” Açılış töreninde bir sunum gerçekleştiren KUTEM Direktörü Prof. Dr. Can Erkey, 20 yıl içinde dünyada enerji tüketiminin yüzde 50 oranında artmasının beklendiğine dikkat çekerek şunları söyledi; Türkiye, enerji ihtiyacının yüzde 70’ini dış kaynaklardan elde ediyor. Bu miktar Türkiye için önemli sorunlardan biri olan cari açığın ciddi bir kısmını oluşturuyor. Dolayısıyla ülkemizdeki kaynaklardan enerji elde edebilmek için

teknolojilerin geliştirilmesi gerekiyor. KUTEM’de yapılacak bilimsel çalışmalar; çevreye duyarlı yeni yakıt teknolojilerinin geliştirilmesine ve bunların şirketler tarafından ürün haline getirilerek dünya enerji pazarında rekabet edebilmemize ve ülkemizin enerji açığı probleminin çözülmesine katkıda bulunacak. Hedefimiz KUTEM’in, yakıt teknolojileri alanında dünya çapında bir araştırma merkezi olmasıdır.” Disiplinlerarası bir enerji merkezi

Enerji alanında araştırmalar yürüten KUTEM’de üç konu üzerine çalışmalar yürütülecek. Bunlardan ilki olan fosil yakıt çalışmaları, yakıt üretim teknolojilerinin verimliliğinin artırılması, sera gazı emisyonlarının azaltılması için süreçlerin geliştirilmesi ve ithal teknolojilerin Türkiye’de üretilebilmesine yardımcı olmak üzerine odaklanacak. Bu şekilde, Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri olan cari açığın düşürülmesine katkıda bulunulacak. İkinci çalışma alanı biyoyakıtların, önümüzdeki 5-10 yılda Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynakları arasına girmesi öngörülüyor. Günümüzde kullanılan etanol gibi biyoyakıtlar gıda fiyatlarının yükselmesine, ormanlık alanların yok olmasına ve açlığa yol açıyor. Bunun engellenebilmesi için KUTEM, gıda olarak tüketilmeyen biyokütlelerden yakıt elde edilmesi için yosunlar, orman atıkla-

rı ve çabuk büyüyen sazlardan enerji elde edilmesi için araştırma programları oluşturacak. KUTEM’in bir diğer çalışma alanı güneş yakıtları. Dünyada fosil yakıtların tükenmesinden sonra güneş enerjisini kullanarak sudan yakıt elde etmenin yollarını bugünden araştırmaya başlayacak olan KUTEM’de, bu tip güneş yakıtlarının ekonomik şekilde üretimi için teknolojiler geliştirilmesi üzerine araştırmalar yürütülecek. KUTEM’de yürütülmekte olan projeler aşağıda sıralanmıştır: Sera gazı emisyonlarının azaltılması, Yakıt üretim teknolojilerinin verimliliğinin artırılması, İthal yakıt üretim teknolojilerin Türkiye’de üretilmesi, Enerji giderlerinin azaltılması amaçlı rafineri ve rafinerideki ünitelerin optimizasyonu, Donmayan asfalt geliştirilmesi çalışmaları Mikroalglerden biyodizel elde edilmesi, Gıda kaynağı olmayan biyokütlelerden biyoetanol üretimi. Fotokatalitik yöntemlerle suyun güneş enerjisi ile ayrıştırılması ve hidrojen üretimi, Yapay fotosentez yoluyla karbondioksit ve suyun hidrokarbon yakıtlara dönüştürülmesi KUTEM ayrıca üniversitede yakıt dışında kalan ısı yalıtımı ve enerji verimliliği gibi enerji alanındaki araştırmalara da destek sağlamayı planlıyor.

Eylül 2013

39


EĞİTİM

Türkiye’nin ilk ve tek Deniz Ticareti ve Gemi İşletmeciliği İhtisas okulu Denizcilik sektöründeki yetişmiş uzman kadrolara yönelik eğitimler veren Deniz Ticaret Enstitüsü, Türkiye’de bu kapsamda eğitim veren tek eğitim kuruluşu konumunda. Dünyanın en prestijli ve kazançlı mesleklerinin önemli bir kısmını bünyesinde barındıran deniz ticareti, globalleşen dünya ticaretiyle birlikte her geçen dönemde önemini artırıyor. Uluslararası taşımacılığın yaklaşık yüzde 90’nın yapıldığı bu taşıma modunda, yatırımlar artıyor, teknoloji gelişiyor ve globalleşmeyle birlikte bu alanda yapılan uygulamalar daha karmaşık hale geliyor. Denizcilik endüstrisine olan bu talep, denizcilik piyasasındaki yönetici sınıfa ve uzman kadroya talebi de artırmış durumda. Denizcilik sektörünün yönetici kademelerine uzman yetiştirmek amacıyla yola çıkmış bir eğitim kuruluşu olan Deniz Ticaret Enstitüsü (DTE), verdiği eğitimlerle sektörde önemli bir görevi üstlenmiş durumda. Deniz Ticaret Enstitüsü Kurumsal Satış ve Pazarlama Direktörü Berk Mertekçi, Türkiye’de bu alanda eğitim veren, Milli Eğitim Bakanlığı onaylı tek kuruluş olduklarını belirterek yaptıkları çalışmalar hakkında bilgiler verdi.2011 yılında faaliyete geçtiklerini söyleyen Mertekçi,“O yıldan bu yana, deniz ticareti alanında ihtisas yapmak isteyen bireylere ve kurumlara özel eğitimler düzenliyoruz. Deniz ticareti dünyanın en prestijli ve en kazançlı mesleklerini içerisinde barındırıyor.Türkiye’de bu alanda yeterli kurum olmadığından, biz de bu alana yöneldik” dedi. 12 tane farklı uzmanlık alanına yönelik eğitim programları olduğunu kaydeden Mertekçi, “Bireysel eğitimlerimizde hem sektörde çalışan, hemde bu sektöre girmek isteyen katılımcılar yer alıyor. Programa katılımlar için, her programın kendine özgü bazı yeterlilik şartları var. Kurumlar için olan eğitimlerimizde onların talepleri doğrultusunda hareket ederek, bu alanda

40

Eylül 2013

yetkin uzman akademik kadromuzla beklentileri karşılıyoruz” ifadelerini kullandı. “Uluslararası alanda da geçerli”

Eğitimlerin yanında kurumlara özel çeşitli konularda seminerler düzenlediklerini ifade eden Mertekçi, “Deniz Ticareti, Gemi Finansmanı ve Deniz Hukuku gibi kapsamlı konularda firmaların kadrosunda yer alan uzmanlara güncel eğitimler sunuyoruz.Firmalara, ister kendi bünyeleri içerisinde, isterse kurumumuz dersliklerinde eğitimlerimizi sunuyoruz. Katılımcılar programı tamamladıktan sonra bir sınava tabi tutulurlar. Bu sınavda başarılı oldukları takdirdi onaylı sertifikalarını almaya hak kazanırlar. Aldıkları bu sertifikanın uluslararası alanda da geçerliliği vardır” dedi. “Deniz sigortalar eğitiminde yoğunlaşma var”

Son dönemde deniz sigortaları üzerine eğitimlerin yoğunlaştığını kaydeden Mertekçi,“Bu eğitimler firmada çalışan kişilerin bilinçlenmesi, yetkinlik kazanması ve konuya daha hakim olması açısından çok faydalı oluyor” açıklamasını yaptı. Yurtdışında çalışma imkanı

Mertekçi, “Gemi Finans Programı’nda özellikle deniz ticaret piyasası, yatırım ve risk yönetimi, gemi finans-

man teknikleri, yeni gemi inşa, ikinci el gemi kontratları ve deniz hukuku gibi birçok alanda yetkinlik sağlayacak eğitimler veriyoruz. Gemi finans sertifikasını almaya hak kazananlar, Türkiye’de ve yurtdışında; bankalarda, finans kuruluşlarında, denizcilik şirketlerinde ve yatırım firmalarında gemi finans uzmanı olarak istihdam edilebilecek bir yeterliliğe sahip oluyorlar” şeklinde konuştu. 80 saatlik programlar

Sertifikaları genelde 80 saatlik bir program sonucunda katılımcılara verdiklerini anlatanMertekçi, “Bu süreyi 8 haftaya yayıyoruz. Hem hafta içi hem de hafta sonu bu eğitimleri veriyoruz.Kurumlar isterse kendi firmaları bünyesinde yer alan salonlarda, isterlerse çalışanlarını gönderip bizim bilgisayarlı dersliklerimizde bünyesinde kendi alanında uzman olan yaklaşık 50 akademisyenden oluşan bir eğitimci kadromuzdan bu eğitimleri alabiliyorlar. Avrupa’da denizcilik sektörüne eğitim veren başka kuruluşlar da var. Ancak bizim kadar kapsamlı bir eğitim veren başka kuruluş yok. Bizim en büyük farkımız Milli Eğitim Bakanlığı sertifikalı olan sektördeki tek kuruluşuz olmamız. Bu onay, bizden eğitim alan katılımcılara bir güven sağlıyor. Gelişen ve yenilenen şartlara ayak uyduran bir kurum olarak katılımcılarımıza önemli avantajlar sunuyoruz. Sertifikaların geçerlilik veya yenilenme süresi yoktur. Eğitim-


dece İstanbul’dan değiller. Birçok ilden buraya eğitime gelen katılımcılarımız var. Bahçeşehir Üniversitesi METGEM ile birlikte yürüttüğümüz programlarımız var. Bize gelen talepler doğrultusunda bu hizmeti sadece İstanbul ile sınırlı tutmayıp, Muğla, Ankara, İzmir gibi farklı illerden gelen katılımcılarımıza yönelik projelerimiz de var. Bu doğrultuda İzmir’den gelen yoğun talep üzerine bu ilimize bir şube açma düşüncemiz mevcut. Önümüzdeki dönemde bunu hayata geçirmeyi planlıyoruz” diye konuştu. “Deniz hukuku önemli”

lerini tamamlayıp sınavdan da başarılı ile geçen katılımcılarımız sertifikayı alırlar ve ömür boyu kullanırlar. Eğitim dili Türkçe ancak genel terminoloji İngilizce olarak veriliyor” ifadesinde bulundu. Bugüne kadar yaklaşık 500’ aşkın katılımcının sertifika almaya hak kazandığını söyleyen Mertekçi, katılımcı sayısının her geçen gün attığını vurgulayarak,“Eğitime gelenler sa-

Özellikle uluslararası deniz ticaretinde deniz hukukunun önemli bir yer tuttuğunun altını çizen Mertekçi, “Programımız özellikle avukatlar tarafından çok tercih edilen bir program. Kurumsal şirketlerin özellikle uluslararası alanları için eğitimler veriyoruz. Bu programda Türk firmaların uluslararası alanda söz sahibi olmalarına yardımcı olmak açısından programlar sunuyo-

ruz.Bu programın içeriğiyle, İngiltere ve Amerika’da gerçekleştirilen uygulamaların aynısını ayrıntılı bir şekilde bizde katılımcılarımıza sunuyoruz. Türkiye’de bu yetkinliğe sahip çok az kişi var.Firmalar çalışanlarını bu programa yönlendirerek kendileri açısından önemli olan bu alanda firmanın yetkinliğini artırma yoluna gidiyorlar” ifadesinde bulundu. SERTİFİKA PROGRAMLARI - Deniz Hukuku - Gemi Kiralama ve Gemi Brokerliği - Deniz Sigorta Uzmanlığı - Liman Yönetimi - Lojistik Yönetimi - Dış Ticaret Uzmanlığı - Gemi Finans Uzmanlığı - Marina İşletmeciliği ve Yönetimi - Deniz Sörvey Uzmanlığı - Gemi ve Filo Teknik Yönetimi - Tanker Kiralama ve Tanker Brokerliği - Yeni Gemi İnşa ve Gemi Alım Satım Uzmanlığı

Bilgi Üniversitesinden İlaç Sektörü Ürün Müdürü Sertifikasyon Programı

Bilgi Üniversitesi, ilaç sektörüne yönelik ürün müdürü yetiştirme programına kasım ayında tekrar başlıyor. İlaç Endüstrisi katı kuralları, karışık iş süreçleri, çok çeşitli müşteri grupları ve sert rekabetine rağmen, köklü geçmişi, yarattığı dinamik çalışma ortamı ve sağladığı olanaklar ile yıldızı parlayan sektörlerin başında geliyor.

Ürün Müdürlüğü, bu sektördeki en kritik rollerden biri. Bu zorlu görevi layıkıyla yerine getirenler kariyer basamaklarını daha hızla tırmanma fırsatına sahip oluyor. Sektörün deneyimli üst düzey yöneticilerinin teori ile gerçek hayatın nasıl çalıştığını anlatacağı, katılımcıları daha donanımlı kılmak ve kariyerlerinde daha avantajlı pozisyona getir-

mek için tasarlanmış 48 saatlik program Kasım ayında Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü’nde başlayacak. Programı başarı ile bitiren katılımcılara Bilgi Üniversitesi Sertifikası verilecek. Evvelki dönemde 30 mezun vermiş programın hedef kitlesi, kariyerinin başında olan ve sektörde uzun yıllar geçirmek isteyen genç profesyoneller. Programda sektörü çok farklı açılardan ele alarak- hem mevzuattan, hem işleyişten, hem de paydaş ilişkilerinden yola çıkarak, başarılı bir ürün pazarlamasının yöntemlerini anlatılacak. İleriki yılların potansiyel genel müdürü olabilecek bir ürün müdürünün ne kadar fazla donanıma ihtiyacı olduğunu, buna rağmen bu konuya yeterince zaman veya kaynak ayrılamadığı tüm sektörce bilinen bir gerçek; tam bu noktadaki açığı kapatmaya yönelik bir program tasarlandı.

Eylül 2013

41


İNŞAAT

Dönüşümde seçim korkusu Kentsel dönüşümde bazı belediyelerin “seçimlerde oyum gider” korkusuyla kentsel dönüşüme yanaşmadığı ortaya çıktı.

“Korkak bezirgan ne kâr eder ne zarar” çıkışında bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, belediyelere “Dönüşümde başarılı olanların oyları tavan yapıyor” mesajı gönderdi. Türkiye genelinde 160 bin konutun yıkımının başladığını kaydeden Bakan Bayraktar, “Bu yıl sonuna kadar 200 bin, 2014 yılı sonuna kadar da 400 bin kaçak ve riskli yapının daha yıkımını gerçekleştirmeyi planlıyoruz” dedi. Yıkılan binaların yerine yenilerinin yapılması için çalışmaların sürdüğünü aktaran Bayraktar, Hürriyet’e şu açıklamada bulundu: YENİ PARA KULVARLARI

“20 yıllık süreçte paraya ihyitacımız olacak. Bu açıdan parayı kendimiz üretiyoruz. Döner sermaye gibi araçlarla yeni kulvarlar geliştiriyoruz. 2-B’lerin satışından para gelecekti ama gelmedi. Maliye Bakanlığı satışlar başlamasına rağmen ‘hala vereceğiz’ diyor. Biz kentsel dönü-

42

Eylül 2013

şüm için parayı bulacağız. İller Bankası’nda hasılat paylaşımı proje yapıyoruz. Oradan gelecek paranın yarısıyla biz dönüşüm yapacağız, yarısıyla da belediyelere para verip onların yapmasını sağlayacağız. OYLARI TAVAN YAPIYOR

Bazı belediyeler ‘aman benim oyum gider’ diyor. Yani kentsel dönüşüme sarılmıyor. Korkak bezirgan ne kar eder ne zarar eder. Şimdi kentsel dönüşüm zamanı. Dönüşümde başarılı olan belediylerin oyları tavan yapıyor, artıyor. Çok tartışılan Fikirtepe’nin planlarını yaptık. Şimdi ‘bizim de planlarımızı yap’ diye çok ciddi müracaatlar oluyor. İki sene içinde herkesi kentsel dönüşüme inandıracağız. BİZ ARTIK PASI ATTIK

Fikirtepe’de insanlara pası attık, şimdi orada ofis kuruyoruz. Büyük şehirleri yıkmak yapmak çok zor. Fransa, Amerika, Almanya yapa-

mıyor. Kentsel dönüşüm benim kısmetim, dünyanın en zor işi bana nasip oldu. Türkiye son yıllarda inşaat sektöründe büyük bir devrim yaptı. 5.5 milyon inşa edildi. Şimdi kentsel dönüşümle bu uvmeyi arttıracağız. Sulukule hassas bir iş. Bazı işlerde şuyu vukuundan beter olacaksa daha değişik bir yöntemle yaklaşmalııınız. 700’e yakın konut yaptık. Oradaki hak sahiplerinin hiçbirini göndermedik. Türkiye’de herşey tartışılıyor ama orası yapılmak zorundaydı.” 1 milyar TL gelecek Kaynak geliştirme projelerinden 400 milyon gelir gelecek.

2014’te bu parayı 1 milyara çıkarmayı amaçlıyoruz. Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Kentsel dönüşümde çok başarılı belediyeler var. Bugüne kadar kentsel dönüşüm kapsamında sadece dört vilayette riskli bina tespiti yapılmadı.


Tarlabaşı 360, Avrupa’nın “En İyi Kentsel Yenileme”projesi seçildi Beyoğlu Belediyesi ve Çalık Gayrimenkul işbirliğinde gerçekleştirilen Tarlabaşı 360 projesi “18. Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri’nde, Avrupa’nın 6 önemli projesi arasından en iyi “Kentsel Yenileme” projesi seçildi. Londra’da yapılan ödül törenine Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ve Çalık Gayrimenkul Yönetim Kurulu Üyesi Feyzullah Yetgin katıldılar. Demircan ödülü, Lordlar Kamarası üyesi Lord Bates’in elinden aldı. Avrupa’nın en iyisi apoletini kazanan projenin lansmanı ise Kasım ayında gerçekleştirilecek. Beyoğlu Belediyesi ve Çalık Gayrimenkul işbirliğinde gerçekleştirilen Tarlabaşı 360 projesi, Avrupa’nın gayrimenkul alanındaki en prestijli ödüllerinden biri olan “International Property Awards - Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri”nde Avrupa’nın 6 önemli projesi arasından “Kentsel Yenileme” kategorisinde birincilik ödülü kazandı. 24 Eylül 2013 gecesi Londra’da Grosvenor House Hotel’de düzenlenen ödül töreninde, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ödülü, Lordlar Kamarası üyesi Lord Bates’in elinden aldı.

İstanbul’un ilk kentsel yenileme projesidir. Bu proje aynı zamanda bölgenin demografik ve etnik yapısı dikkate alındığında tarafların ortak bir payda da buluştuğu büyük bir uzlaşma projesidir. Tarlabaşı Kentsel Yenileme projesi bu yönüyle tüm Türkiye’ye örnek olmuştur. Tarlabaşı halkının talepleri üzerine başlattığımız bu projenin bugün İngiltere’ye kadar gelmesi ve burada Avrupa’nın en iyi kentsel yenileme projesi ödülünü alma-

sı büyük bir başarı ve bizler için bir gurur kaynağıdır. Tarlabaşı Kentsel Yenileme projesi ile tarih korunarak mimari açıdan tıp kı gelişmiş ülkelerdeki gibi yeni cazibe alanları oluşturulmuştur. Bu sayede burada mülkü olan Tarlabaşılıların evleri kat be kat değer kazanmış, İstanbul’un göbeğinde yepyeni bir turistik destinasyon oluşturulmuştur. Sosyolojik açıdan bakıldığında da Tarlabaşı, İstanbul’un bir çöküntü alanı olarak değil, modern bir yaşamın egemen olduğu gelecekle barışık bir bölge haline gelecektir. Hedefimiz Tarlabaşı’nda geçmişte yaşanan o kültürel zenginliği, kardeşliği ve modern anlayışı yeniden hakim kılmaktır. Tarlabaşı, İstanbul’un zehirlenmiş prensesiydi, biz bu proje ile prensesi yeniden uyandırarak İstanbullularla tanıştırıyoruz” dedi.

tarlabaşı büyük uzlaşma örneğidir “En İyi Kentsel Yenileme” ödülü ilgili olarak konuşan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Tarlabaşı Kentsel Yenileme projesinin başarısından büyük memnuniyet duyduklarını belirterek şunları söyledi. “Bu proje Türkiye’nin ve

Eylül 2013

43


ANALİZ

Türkiye’de mali varlıklar büyüyor ama kişisel borçlar da artıyor Allianz’ın bu yıl dördüncüsünü yayınladığı 2012 Küresel Varlık Raporu’na göre dünya genelindeki mali varlıklar brüt 111 trilyon Avro ile yeni bir rekor kırarken borç büyümesinde durgunluk gözlemleniyor. Rapor ayrıca yoksul ülkelerdeki varlıklı insanların sayısının artışta olduğunu, zengin ülkelerde ise alt gelir grubunun genişlediğini ortaya koyuyor. İlk üçü İsviçre, ABD ve Japonya’nın oluşturduğu, ülkelerin kişi başına düşen mali varlıklara göre sıralandığı listede Türkiye 45. sırada.

Allianz bugün 50’den fazla ülkede hane içi varlık ve borç durumlarını mercek altına alan “Küresel Varlık Raporu”nun 4’üncüsünü yayınladı. Raporun ortaya çıkardığı sonuçlara göre, küresel hane içi brüt mali varlıklar 2012 yılında %8.1 büyüdü. Bu büyüme, son altı yılda görülen en güçlü büyüme olmakla birlikte 2001-2012 yılları arasında yapılan döviz kuru düzenlemelerinden sonra yıllık %4.6 olan uzun vadeli ortalamanında çok üstüne. Geçen yılın hızlı büyümesinde etkili olan temel faktörlerden bir diğeri ise borsadaki pozitif trend oldu; menkul değerlerde tutulan varlıklar %10.4 oranında büyürken, toplam küresel mali varlıklar 111 trilyon Avro’luk rekora taşıdı. 2012 yılında, Lehman çöküşünden tam dört yıl sonra borç büyüme-

44

Eylül 2013

si %2,9 ile durgun seyretti. 2009’da %71.6 olan küresel borç oranı (GSYMH baz alındı) %65.9’a geriledi. Bu da, küresel net mali varlıkların (brüt mali varlıklar borçlardan daha az) iki haneli bir büyümeye (+%10.4) şahit olması anlamına geliyor. Bu büyümeden aslında bütün bölgeler faydalandı ancak Doğu Avrupa’daki büyüme küresel ortalamanın biraz altında kalarak %8.5 oldu. Doğu Avrupa’ya ait bu oran, geçmişte krizin olduğu yıllara oranla oldukça iyi. Amerika ve Avrupa’nın zengin bölgeleri kriz öncesi durumuna dönmeyi ancak geçen sene başarırken, Doğu Avrupa’nın varlık seviyesi 2012’nin sonunda, en başarılı dönem olan 2007’nin %40 üstündeydi. Allianz Baş Ekonomisti Michael He-

ise, “Doğu Avrupa’da mali kriz, yapılan tasarruflar sayesinde bugüne kadar iyi bir şekilde atlatıldı. Bu olağanüstü. Krizin vurduğu Avro ile yakın ekonomik bağlarına rağmen Doğu Avrupa, çok daha iyi büyüme potansiyeli sunuyor. Bölgenin açığı yakalama hikayesini tamamlamak için henüz erken” dedi. Araştırmalar, Doğu Avrupa’nın dünyanın en hızlı büyüyen bölgesi olduğunu doğruluyor. Varlık birikim süreci 2007’nin sonundan itibaren birçok ülkede bir veya iki vites gerilemesine rağmen, 2000 yılından bu yana Doğu Avrupa’nın brüt mali varlıkları yılda ortalama %14.7 büyüdü. Asya (örneğin Japonya) (%13.7) veya Latin Amerika (%13.2) gibi diğer gelişmekte olan bölgeler ise geride kaldı. Bir diğer taraftan, 2012 yılı sonunda toplam 4,480 Avro olan ortalama kişi başına düşen brüt mali varlıklar Doğu Avrupa’da halen gelişmekte olan diğer bütün bölgelere kıyasla daha düşük. Ayrıca ortalama rakam bölgedeki varlık boşluğunun devasa olduğunu da gizliyor. Bir tarafta, hala Kazakistan ve Ukrayna gibi ortalama kişi başına düşen brüt mali varlıkların 2,000 Avro’nun altında olduğu yoksul ülkeler varken diğer tarafta Çek Cumhuriyeti, Slovenya gibi varlık seviyeleri Batı Avrupa’da görülen seviyelere çok yakın olan ülkeler de bulunuyor. Genel olarak bakıldığında; son yıllarda görülen olağanüstü performansa rağmen eski günlere dönüşün biraz zaman alacağı görülüyor. Bu durumu etkileyen bir başka unsur ise son yıllarda kişisel borçlardaki artışın varlıklardaki büyümeden daha


hızlı olması. Son 12 yıldır Doğu Avrupa’daki hane borçları her yıl ortalama %25.4 artıyor. 2007 yılındaki yavaşlamaya rağmen, başka hiçbir bölge bu kadar hızlı bir borç artışına şahit olmamıştı. Ortalama “sadece” %11 olan büyüme ile Doğu Avrupa, bu anlamda Latin Amerika (%11.6) ve Asya (örneğin Japonya) (%14.0) bölgelerinden daha yavaş büyüdü. “Bu ülkelerin çoğunda kişisel borçların hala düşük olmasına rağmen, borçlanma hızını yakından takip etmeliyiz. Bu ülkeler Batı Avrupa ve Amerika’nın yaptığı hatayı yapmamalılar; borçlanmayla finanse edilen büyüme hiçbir zaman sürdürülebilir değildir” diyor Heise. Türkiye’de varlık gelişiminin, geçen yıl brüt mali varlıkların %9.0 oranında büyümesi sayesinde güçlü olduğu söylenebilir; fakat bölgedeki diğer birçok ülkenin aksine kişisel borçlar, varlık büyümesini geniş bir marjla (2012’de +20.2%) geride bırakarak hızla büyümeye devam etti. Sonuç olarak net mali varlıklar %1 küçüldü ve Türkiye’nin gelişmesine ayrı bir hassasiyet kazandırdı. Geçen yıl zenginliği azalan tek ülke Finlandiya’ydı. 2012’nin sonunda Türkiye’nin borç oranı (GSYMH baz alındı) nispeten düşük (%21.1) olmasına rağmen, son 5 yılda iki katına çıktı. Bununla birlikte, araştırmalar ortaya koyuyor ki Türkiye’nin gelişimi çok daha iyi bir durumda çünkü 2000 yılından itibaren net mali

Kişi başına düşen mali varlıklar, 2012, İlk 20: Sıra #1 #2 #3 #4 #5 #6 #7 #8 #9 #10 #11 #12 #13 #14 #15 #16 #17 #18 #19 #20 (…) #45

Ülke İsviçre ABD Japonya Belçika Hollanda Kanada Singapur Tayvan Birleşik Krallık Avusturalya İsveç Danimarka İsrail İtalya Fransa Avusturya Almanya İrlanda Portekiz Güney Kore

AVRO 141,895 100,710 83,610 73,520 68,760 66,550 66,400 65,080 58,905 57,400 54,065 53,370 49,390 45,770 44,310 41,985 41,950 29,980 20,930 19,180

Yıllık % 6.3 10.3 4.5 7.4 12.1 8.6 7.9 6.9 7.7 25.3 13.6 18.1 7.8 6.0 6.1 4.7 6.7 15.3 6.2 10.3

Türkiye

1,610

-2.2

varlıklar ortalama %11.1 oranında bir büyüme yakaladı. Diğer taraftan küresel kıyaslamada Türkiye, ortalama kişi başına düşen mali varlıklarda 1,610 Avro ile 2012 yılında en zengin ülkeler listesinde 45. sırada kaldı. (Tablo). Önceki yıllarda olduğu gibi “Allianz Küresel Varlık Raporu” bireyleri üç sınıfa ayırıyor. Sınıflandırma küresel olarak yapılıyor. Varlıklarının değeri 4,900-29,200 Avro arası olan tüm bireyler “orta sınıf”, net mali varlıkları 4,900 Avro’nun altında olanlar “dü-

şük gelirli sınıf” ve net mali varlıklarının değeri 29,200 Avro’dan daha yüksek olanlar ise “yüksek gelirli” olarak sınıflandırılıyor. Kriz, gelişmiş ekonomilerde “düşük gelir grubunun” genişlemesine neden olurken, yoksul ülkelerde eğilim orta sınıfın genişlemesi yönünde oldu. Sadece geçen sene, payın çoğunluğu Çin’in olmak üzere, orta sınıfa 140 milyon kişi eklendi. Bu gelişme orta düzeyde mali varlık sahibi toplam 860 milyon civarında kişinin analizimize dahil olan ülkelerde yaşadığı anlamına geliyor. Orta sınıfın küresel büyüme hızı sadece geçen sene bu kadar şaşırtıcı değildi. Son 12 yılda özellikle gelişmekte olan pazarlar büyük başarılar yakaladı. Milenyuma girilmesiyle Doğu Avrupa ve Latin Amerika’da orta sınıfın genel nüfustaki payı ikiye, Asya’da (ör:Japonya) ise neredeyse 10’a katlandı. Görüyoruz ki orta sınıfın yüzü belirgin şekilde değişti; 2000 yılında orta sınıfın neredeyse %60’ı Kuzey Amerika veya Batı Avrupa’dandı. Bugün orta sınıfa mensup her iki kişiden biri Asyalı ve bu eğilimin devam edeceği öngörülüyor. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın payı %30’un altına düştü.

Eylül 2013

45


İNŞAAT

“UNECO Modül tasarımı ve üretimi yapan yegane üretici firmayız” LED modül üzerine odaklanan, UNECO Modül tasarımı ve üretimi yapan yegane üretici firmayız,diyen Erdem Ünal LED teknolojisi ve UNECO üzerine bize değerlendirmelerde bulundu.

UNECO, ÜNA Enerji A.Ş.’nin markasıdır ve %100 Türk sermayesidir. Uluslararası arenada mücadele edebilmesi için böyle global bir isim seçtik. Hatta UNECO kelimesinin LED teknolojisinin tasarrufu ve ismin evrensel çağrışımı sebepleri ile, United Nations , Economy kelimeleri kombinasyonundan geldiği yorumlamalarını duymak bizi memnun ediyor. UNECO’nun Türkiye distribütörü olup olmadığımızı soran firmalar da mevcut. Bu da işimize gösterdiğimiz profesyonelliğe karşı bize yapılan bir iltifat gibi geliyor. Markalandırma yolunda global hedeflerimizin doğruluğunu teyid ediyor. Cree, Osram gibi şirketler ve bunların Türkiye distribütörlükleri ile anlaşmalarımız var. Sektörde rekabeti arttırmak, iyi fiyat politikası ve iyi hizmet sunabilmek için yüklü bir tedarik stoğu bulunduruyoruz. Biz aydınlatma üreticilerine hizmet veriyoruz. Aydınlatma armatür ka-

46

Eylül 2013

sası yapan üreticiler için aydınlatma elektroniği tedariki ve üretimi üzerinde çalışıyoruz. LED modül üzerine odaklanan, UNECO Modül tasarımı ve üretimi yapan yegane üretici firmayız. Bu hizmeti verirken kullanıma hazır,bitmiş herhangi bir ürünümüz yok. Yani aydınlatma üreticisi firmaya modül üretirken bir başka projede müşterimiz ile rakip olmuyoruz. Buna ek olarak başka bir sektöre dizgi söz konusu değil. Sadece aydınlatma üreticilerine hizmet veriyoruz. Nedir bu UNECO Modül ?

UNECO Modül, aydınlatmada devrim olan LED teknolojisinin kullanımıyla en verimli PCB (Printed Circuit Board-Baskılı Devre Kartı) tasarımına, uygun elektronik komponentlerin seçimi ve en doğru yerleşimi sonucu, aydınlatma armatürleri içine uygulamaya hazır teknolojik aydınlatma çözümüdür.

Aslına bakarsanız LED dizgi veya satışı yapan, soğutucu, kasa, lens satan firmalara aydınlatma armatürü üretimi daha cazip gözüküyor. Çünkü aydınlatma sektörünün katma değeri daha yüksek. Bu bizim için daha karlı gibi gözükse de çok önem verdiğimiz sürdürülebilirliğin şu an üretimini yaptığımız UNECO Modül için daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda diğer rakiplerden ayrılıyoruz ve rakibimizin olmadığını düşünüyoruz. Verdiğimiz hizmet münasebetiyle gördüğümüz ilgiden çok memnunuz. Aydınlatmacılar ile güzel bir sinerji yakaladık. Bu yüzden sadece UNECO Modül üretiminde kalacağız. Şuanda dünya elektrik tüketiminin yüzde 20si aydınlatma kaynaklıdır. Aydınlatma verileri 2010 yılında aydınlatma sektörüne 69 milyar Euro harcandığını gösterir. Bunun sadece 7 milyar Euro’su LED’e ayrılmıştır. 2012 verilerine göre ay-


dınlatma sektörüne harcanan para 84 milyar Euro’ya çıkmış LED’e ayrılan para ise 18 milyar Euro’ya ulaşmıştır. Öngörüler 2016 yılında genel aydınlatma içerisinde LED’in yüzde 40 2020’de ise yüzde 60lara varan bir pay elde edeceği kanısında. Türkiye’de ilk konuşulan maliyet olduğu için avantajı çok ama konvansiyonel aydınlatma göre pahalı olması LED’in diğer ülkelerdeki kadar kullanımının önüne geçiyor. Biz halihazırdaki aydınlatma üreticilerini LED’e geçiş konusunda teşvik ediyoruz. Daha çok yeni olması sebebi ile üreticiler pazar payları konusunda yeterli bilgiye sahip değiller fakat iş hacimlerine bakarak bunu kestirmeye çalışıyorlar. Bu yıl ki ciromuzun 5 milyon TL’yi geçeceği öngörüsündeyiz. 2012 yılından itibaren UNECO Modül hizmeti veren markamız tam 11 kat büyüdü. Ar-Ge, Tasarım, Üretim, Pazarlama, Satış, Yönetim olarak tüm operasyonlarımız Türkiye’de. İstanbul kuruluşlu şirketimiz, Amerika ve Avrupa’da şubeleşmek adına bir takım araştırmaları devam ettiriyor. LED elektrik enerjisini ışığa çeviren elektronik bir elemandır. LED geniş aralıkta ışık rengi seçeneği sunar. Katı hal yapısı nedeniyle dayanıklıdır, uzun ömürlüdür. Üretim teknolojisi gereği çevreye zararlı kimyasallar içermez. Elektronik yapısı nedeniyle kolay kontrol edilir, otomasyon uygulamalarında esnek kullanım imkanı sunar. UV( mor ötesi ) ve IR ( kızıl ötesi ) bileşen içermez. Işığı soğuk olduğu için ürünleri bozmaz. İnsan sağlığına zararlı bileşenler içermediği için daha güvenlidir. Günümüzde enerji maliyetlerinin yükselmesi özellikle perakende sektöründe enerji tasarrufu önlemlerinin alınmasına neden olmuştur. Bu önlemler içinde mağazaların aydınlatma giderlerinin azaltılması için daha verimli aydınlatma araçlarının kullanılması ve gerekli aydınlatmanın azaltılması gibi yöntemler kullanılmaktadır. LED’in verimindeki artış LED ile üretilmiş aydınlatma araçlarının diğer aydınlatma araçları karşısında avantajlı hale gelmesine neden olmuştur. Bu sayede endüstri tesislerinde, mağazalarda, ofislerde

ve ışığa ihtiyaç olan her yerde LED ile aydınlatma hem enerji tasarrufu sağlayacak hem de aydınlatmadan kesinti yapmadan daha verimli çalışarak, üretiminizi ve satışlarınızı arttıracaktır. Konvansiyonel aydınlatmaya göre tüm bu avantajlarının yanında maliyet olarak hala klasik aydınlatmaya göre daha fazladır. Maliyet avantaj parametrelerini irdeleyen müşteri aydınlatma çözümüne şekil verir. Türkiye’de LED genellikle, İç aydınlatmada A plus ve premium projelerde kullanılıyor. İç aydınlatmada kullanımı az olmasına rağmen adet olarak çok yüksek sayılara çıkabiliyor. Örneğin bir alışveriş merkezi iç aydınlatmasında 5000 aydınlatma elemanı kullanılırken aynı alışveriş merkezinin çevre aydınlatmasında 100 aydınlatma elemanı kullanılıyor ve bunların enerji tüketimi hemen hemen aynı sayılara denk gelebiliyor. Enerji verimliliği yüksek ama klasik aydınlatmaya göre pahalı kalması şuanda evlerde kullanılmasının önüne geçiyor. Dış mekan olarak sokak aydınlatmasında ışık veriminin iyi olması, klasik aydınlatmadaki 400 W’lık tüketime göre 100 W’lık tüketim göstermesi, dış aydınlatmada kullanımını arttırıyor. Hali hazırda devletin de dış aydınlatmada büyük bir LED teknoloji yatırımı ve proje yapılandırma hazırlığı içerisinde olması dikkatleri LED ile aydınlatmaya çevirmiş durumda. Uneco olarak hali hazırdaki aydınlatma firmalarının LED’e geçişlerini hızlandırmaya çalışıyoruz. Hizmet kalitemizi artırmak için bünyemize üretim ile ilgili bir takım entegrasyonları geliştirmeye çalışıyoruz ve her geçen gün şirketimize yatırım yapıyoruz. LED’in gelişimine paralel hizmet verebilecek bir alt yapı sunmaya gayret gösteriyoruz. Dünya çapında aydınlatma üreticilerine hizmet verecek bir kapasite artırımı ve otomasyon üzerine çalışıyoruz. Tasarım ve Ar-Ge ekibimizi geliştirmek adına yatırımlar yapıyoruz. Global üretici olup yarattığımız markanın bayrağını dünya pazarında gururla dalgalandırmak istiyoruz. Yerli arabadan daha çok elektroniğe önem verilmesi ge-

rektiğini düşünüyoruz. Elektronik sektöründe üretim katma değeri çok yüksektir. Basında da yer aldığı gibi günümüzde bir ton mermer ve bir ton cep telefonu katma değeri gibi enteresan karşılaştırmalar ile gelinen noktayı anlamaya çalışabiliriz. Bu sektörde üretimde Türkiye’nin Çin’e göre daha şanslı olduğunu düşünüyoruz ve bu konuda Türkiye’ye çok güveniyoruz. Çin’de seri üretimde üründen yüz binlerce basmanız gerektiğinden proje bazlı spesifik işlerde gerekli esnekliği gösteremez. Projeye göre anlık değişimlere cevap veremez. Çin’de her geçen gün alım gücü artıyor. Çin hükümetinin de tüketime yönelik politikaları sebebi ile maaşlar yükseliyor ve maliyet artışına sebep oluyor. Türkiye ise burada devreye giriyor. Avrupa’ya yakınlığı ve gelişmiş ülkeler ile doğru iletişimi sebebi ile tercih sebebi haline gelmeyi hedefliyor. Saat farkları yüzünden gün kaybı engelleniyor ve Avrupalı müşterinin olası talebinde gün içinde seyahat gerçekleşiyor. Hedefimiz gelişmiş ülkeler. Gelişmekte olan ülkelere de bizim yurt içindeki müşterilerimiz hizmet ediyor. Hem yerel müşterilerimizin geliştirilmesi hem de gelişmiş ülkelerdeki müşterilerimizin hizmet kalitesinin arttırılması yönünde gayret gösteriyoruz. Türkiye’nin elektronik üretimi konusunda gerekli teşebbüsler yapıldığı takdirde önünün açık olduğunu düşünüyoruz. Çalışıtığımız bir çok müşterimiz modüllerimizi kullanarak ürünlerini yurtdışına satıyorlar. Buna ek olarak ihracat hedefimiz Türkiye’nin hali hazırdaki ihracat politikasından biraz farklı. Türk firmaları gelişmekte olan ülkelere yönelmişken biz gelişmiş ülkelere ihracat hedefindeyiz. Almanya ve Fransa gibi ülkelerle görüşmelerimiz devam ediyor. Yurtdışı yapılandırma çalışmaları yapıp oradaki fırsatları da kolluyoruz. Ciromuzun yaklaşık %2’sini ArGe’ye ayırıyoruz. Gittikçe artan ciromuza rağmen bu oranı düşürmek niyetinde değiliz. Bu oran sektörün çok yeni olması ve her geçen gün büyük bir hızla gelişmesi sonucunda ortaya çıktı ve sektör gelişimiyle paralel devam edecektir.

Eylül 2013

47


YENİLENEBİLİR ENERJİ

Türkiye’nin istiklali ve istikbali güneş enerjisindedir

Ordinaryüs profesör Niyazi Serdar Sariçiftçi ,Serdar.Sariciftci@jku.at Türkiye’nin istiklalinin ve istikbalinin güneş enerjisine orantili olduğunu savunan Niyazi Serdar Sariçiftçi, güneşten ısı ve elektrik elde ederek fosil kaynakların ithalinden bağımsiz hale gelinmesini savunmaktadır. Bu konuda 17-19 Ağustos 2013 tarihlerinde Istanbul’da büyük bir enternasyonal konferansa önderlik yapmıştır

Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün açılışını yaptığı “Dünya Barışı için Güneş Enerjisi” toplantısı için, dünyanın dört bir tarafından gelmiş olan 300 den fazla bilim insani 17-19 Ağustos 2013 tarihlerinde Istanbul’da toplandılar. Böyle bir toplantıyı düzenlemek fikri benimle beraber Nobel ödüllü Prof. Walter Kohn ve Prof. Alan Heeger tarafından geliştirilmiştir. Bu iki Nobel ödüllü hocamız bu toplantıya bizzat katılmışlar ve akşamüstü Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği davette kendisine de bu konuyu anlatmışlardır. Amaç, dünyanin bu konuda çalışan uzmanlarını, özellikle üçüncü dünya ülkelerinden gelen bilim insanları ile biraraya getirmek ve bilgi transferini sağlamak olmuştur. Bu konferansa katılan delegeler bir de “açık mektup” (petition) imzalayıp tüm dünya kamuoyuna ve Sayın Cumhurbaşkanımıza bizzat iletmişlerdir. Konferansın internet sitesinde (www.solar4peace.org) bu mektup, tüm dünyadan imzalara açık olarak yayınlan-

48

Eylül 2013

mıştır. Bu toplantının Türkiye için önemi bu satırlara sığmaz. Memleketimizin en büyük nimeti olan güneş enerjisini kullanmak yerine dışa bağımlı bir enerji politikası gütmek, istiklalimizi ve istikbalimizi tehlikeye düşürüyor. 2012 yılında 50 milyar dolari geçen cari açığımız içinde enerji ithalatı yarıdan fazla yer almaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin özellikle tarımda sulama konusunda acilen güneş enerjisi ile su pompalama sistemlerine geçmesi hem maddi açıdan hem de politik açıdan elzemdir. Bu konuda Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün çalışmaları mevcuttur ve konu iç üretime son derece açıktır. Ayrıca Türkiye’de güneş enerjisi ile su pompalamak isteyen köylülerimize de tüm teşvik ve desteklerin açık olması mümkündür. Ancak uygulamada hala daha yöresel bürkratlarin ve yetkililerin bilgisizliklerinden dolayı bu konuda sayın bakanımız Mahdi Eker’in bizzat kişisel desteği-

ne rağmen, güneş enerjisi ile çalışan su pompalarına hala daha çok ender rastlanılmaktadır. Yapılması gereken tarım alanında güneş enerjisi desteklerinin kısa bir özetini çıkarırsak: Sulama ekipmanı adı altında %50 hibe destek, krediler %0 faizle, seralar için güneş enerjisi desteği aslında mevcut. Tarım il ve ilçe müdürlüklerinin aslında bu listelere sahip olmaları gerekiyor. Uygulama ve bilinçlendirme maalesef daha çok eksik. Türkiye’deki makina sanayisi, bu sulama sistemlerinin imalati ve kurulması konusunda hem kapital hem de teknik know how açısından yeterli seviyededir. Bunun dışında Türkiye’nin tüm büyük enerji kullanan müesseseleri, kamu ve özel kuruluşlari artık kendi enerjilerini güneşten üretmek hakkına sahiptirler. Bu konudaki kanun değişikliği Mart 2013 de yayınlanmış olup Türkiye’nin önünü açacak bir seviyededir. Maalesef gerek EPDK uygulamaları ve mevzuat tıkanıklık-


ları, bilerek veya bilinçsiz olarak güneş enerjisi devriminin önünü tıkamaktadırlar. Türkiye bürokrasisi bu olayın önemini kavrasa çok daha çabuk hareket edebilir. Genel Bakıs

Güneş enerjisi dünyada en çok mevcut olan, en demokratik, en barışçıl ve ‚bedava‘ olan yenilenebilir enerji şeklidir. Güneşin dünyaya gönderdiği ışınların gücü inanılmaz bir boyuttadır (takribi olarak 120.000 Terawatt (TW). Bu enerji akımı dünyanın bir senedeki güç harcamasının 10.000 katına denk gelir. Bu sebeplerden dolayı güneş enerjisi sadece ufak elektronik aletleri çalıştırır ama dünyanın enerji ihtiyacını karşılamaz‘ demek son derece yanlış, ve bilimsellikten uzaktır. Aksine, dünya üzerindeki tüm hayat ve canlılar güneş enerjisi ile yaşarlar, fotosentez bazında olduğu üzere. Bir metre kareye düşen güneş enerjisi 1 kilowatt (kW) civarındadır (norm AM1.5). Türkiye güneş enerjisi konusunda çok şanslıdır. Haritaya bakıldığında Konya ilimiz 1600-1800 kWh/kW/sene olarak hesaplanan en iyi potensiyal rakamlarına yaklaşır. Günümüzün fotovoltaik teknolojisi (güneşten direkt olarak elektrik elde etme) kristalin veya polikristalin silisyum yarıiletken maddesinin üzerine kurulmuştur. Bu paneller güneşin enerjisini %15-20 civarında bir randıman ile elektriğe çevirir. Bu hesap ile bir kW elektrik gücü için 5-7 m2 panel alanı gerekir. Panel maliyeti şu günlerde 1 Euro/Watt altındadır. Türkiye’nin elektrik ihtiyacını tümüyle güneşten elde etmesi uzun seneler alacaktır. Ama bu süreç yavaş yavaş başlamış ve gelişecektir. Özellikle petrol fiyatlarının gün geçtikçe artması bu süreci çok hızlandıracaktır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bu süreci hızlandırmak için önlemler almalıdır. Teknoloji geliştirmek ve endüstriyel bazımızı oluşturmak icin güneş enerjisi konusunda teknoloji geliştiren enstitüler kurulmalı ve endüstriyel üretim yapan şirketleri vergiden muaf tutarak iç ve dış yatırımcıların Türkiye’de üretim tesisleri kurmaları sağlanmalıdır. “Feed in” tarifeleri tek başına bir gelecek vaadetmez ve gelecekteki teknolojik gelişmemizi sağlamaz.

Avrupa güneş haritasına bakıldığında Türkiye‘nin Karadeniz sahillerinin bile Almanya‘dan iki katı daha fazla güneş enerjisi aldığı görülüyor. Burada bir soru akla geliyor: Almanlar mı hata ediyor güneş enerjisine bu kadar büyük yatırım yapmakla, yoksa Türkiye mi büyük bir ihmalkarlık yapıyor ? Günes Enerjisi ile Sulama Sistemleri

Ortalama 10 kW gücündeki bir güneş panelli su pompası bugün 10.000 Euro civarındadır. İyi organize edilmiş ve devlet destekli bir Tarım Kredi Sistemi ile bu miktar 5-10 sene içinde geri ödenebilir (yerine göre). Bu çeşit tarım destek kredileri son derece garantili bir yatırım imkanı teşkil eder ve finans yatırım sektörünün de işine gelir, çünkü tarımda enerji ihtiyacı azalmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti‘nin ilk senelerinde T.C. Ziraat Bankasi kurulmuş ve köylüye ve çiftçiye ucuz kredi sağlayarak halkın traktör kullanmasını ve motorize tarım yapabilmesini sağlamıştır. Ziraat Bankasının bu hamlesi Türk Tarımının bugünkü başarısının ve iktisadi gelişmemizin temellerini atmıştır. Bugün buna benzer bir boyutta bir yeni hamleye ihtiyaç vardır. Tarımda sulamayı güneş enerjisine geçirmek

için benzer bir yatırım gerekiyor. T.C. Ziraat Bankasi veya başka bir resmi kuruluş köylülerimize güneş panelli su pompaları için yatırım kredisi sağlamalıdır. Enerji tüketimi faturası miktarında bir geri ödeme sağlanabilirse en fayla on sene civarında geri ödeme biter ve enerji masrafları hemen hemen tümüyle kaybolur (tamir ve bakım masrafları dışında). Bu anda Türk çiftçisi de kurtulmuş olur, Türkiye‘nin de makro ve mikro ekonomisi rahatlar. Böyle bir güneş enerjisi ile tarımsal sulama sistemini kurarken aşağıdaki kritik parametrelere dikkat etmek gerekir: 1.)Gerekli gücün hesaplanması (gerçekçi ve abartmadan ihtiyaç tesbiti gerekir) 2.)Su çekilmesi derinliği ve mesafesinin gerçekçi hesaplanması 3.)Pompa ve diğer ekipmanın tamir ve bakım masrafları ve servis planlanması 4.)Güneş fotovoltaik panellerin randımanı, kalitesi ve yaşam süresi Düz akımla çalışan elektrik pompaları tavsiye edilir çünkü AC/DC transformatörleri kendileri de enerji yer. Bunun yanı sıra su veya elektrik depolamak gerekir, çünkü güneşsiz ve bulutlu geçebilecek günler ve tamir paydosları için önlem almak gerekir. Elektrik enerjisi batarya ve akü sisEylül 2013

49


YENİLENEBİLİR ENERJİ

temleri ile depolanabilir. Su depolamak daha ucuz ve hesaplı bir çözüm olarak tavsiye edilir. Damlama sistemi sulamalar güneş enerjisi ile sulama sistemlerinde özellikle önem taşırlar ve önemle tavsiye edilir. Damlama sistemleri ile sulama yapılırsa çok su tasarrufu ve enerji tasarrufu ve de toprağın kireçlenmemesi sağlanır. Tüm bu techizat ve mekanizma bugün Türk endüstrisince üretilebilir. Türkiye’de güneş panelleri üreten firmalar mevcuttur. Elektrikli su pompaları bilinen teknolojilerdir ve Türkiye standartlarında çok rahat üretilebilirler. Eğer güneş enerjili sulama sistemleri Türk endüstrisinde bir standart olarak yerleştirilebilirse bu ürünler Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika daki komşularımıza da ihraç edilip büyük bir dış pazar açılmış olur. Güneş enerjisi için “Yap Kirala Devret” Yöntemi

Günümüzde Türkiye’nin enerji açığından dolayı maalesef enerji kesintileri olmaktadır. Bu kesintiler genelde yazın ve hava soğutucularının en son hızla çalıştığı öğle saatlerinde gerçekleşmektedir. Öğle saatlerinde elektrik fatura fiyatları da en son haddine çıkmaktadır. Herkes kendi elektrik faturasını saatlere göre bölünmüş olarak inceler ise tam bu saatlerde faturanın 25 kurus/ kWsaat dan fazla geldiğini görecektir. Halbuki bu saatler güneş enerjisinin tam en son hadde çalıştığı saatlerdir. Bu durumda görülüyor ki, güneşten elektrik elde etmek Türkiye’nin enerji darboğaz saatlerini tam nişanlamakta olup, bu “demand peak” denilen “azami talep ve ihtiyaç” sorununu çözmeye yatkındır. Bunun yanı sıra, Türkiye’de yapılan

50

Eylül 2013

bir güneş enerjisi üretimi, şu andaki yatırım fiyatları ile kendini an fazla on senede ödemekte olup, dış yatırımcılar için bile artık ilginç olmaya başlamıştır. Ancak hala daha turizm işletmelerimizde, sanayi sitelerimizde, organize sanayi bölgelerimizde bu yatırım için kaynak ayrılmamaktadır. Banka kredileri de çok yüksek faiz kaygısı altında hiç kullanılmamaktadır. Yani Türkiye’nin güneş enerjisine geçmesi icin her türlü ekonomik anlam ve değer mevcut olup, sadece yatırım korkusundan dolayı bu devrim gerçeklestirilememektedir. Bu durumda benim önerdiğim çözüm, “Yap Kirala Devret” olacaktır. Bu ne demektir? Bir yatırimcı, gerekli sigortaları ve garantileri görürse, Türkiye’de kamu ve özel müesseselerin kendi ihtiyacı için gerekli elektrik üretiminin yatırımıni üstlenecektir. Bu güneş enerjisi sistemi belli bir elektrik üretimi yapacaktır ve bu elektrik üretiminin fatura bedel karşılığı, sistem kirası şeklinde yatırımcıya geri ödeme için kullanılacaktır. Böylelikle tüketici, kendi bugünkü faturasından daha fazla para ödemek zorunda kalmayacaktır. Sistem kendisini 10-12 senede geri ödediğinden dolayı bu süreden sonra sistem mal sahibine devredilecektir. Bu arada yatırımcı kendi finans yatırımını % 5-6 faizle (Euro bazında) garantili olarak geri almış olup, geri çekilebilir. Bu tarihden itibaren (“devret” tarihi), mal sahibi tüketicinin bu kendi üretim maliyeti sa-

dece cüzzi bir miktara (maintanance costs) düşer, çünkü Allah kimseye güneş için fatura göndermeyecektir. Bu sonsuz nimetin en büyük faydası işte bu devret tarihinden sonra ortaya çıkacaktır ve geleceğe olan en akıllıca yatırımdır. Tüm elektrik faturasinin sıfırlanması az bir ihtimal olsa bile önemli bir miktarının sıfırlanması beklenebilir. Bu ucuz enerji, önemli rekabet avantajı getirecektir. Bu çeşit finans yatırımcılarını Türkiye’ye getirmek mümkündür. Özellikle kamu işletmelerinde, Universitelerde, Organize Sanayi Bölgelerinde, Hastanelerde, Askeri tesislerde bu “Yap Kirala Devret” sistemi çok rahat olarak başlayabilir. Cünkü geri ödemeler için devlet bankaları garanti verilebilir. Bu çeşit finans yatırımının ne kadar garantili bir geri dönüş yaptığını gören Türk finans yatırımcıları da akebinde eminim bu konuya para yatırmaya başlayacaklardır. TOKI gibi büyük şirektlerimiz binalarda güneş enerjisi uygulamaya “Kentsel dönüşüm” çerçevesinde hemen geçebilirler. Işletmeler kendi ihtiyacları olan elektrik üretimini kısmen dahi olsa güneş enerjisine yükledikleri gün Türkiye’nin enerji darboğazı aşılacaktır. Umarım bu konuda Türkiye’mizde çok geniş bir hareketlenme olur ve istiklalimiz ve istikbalimiz aydınlanir.


Eyl端l 2013

51


YENİLENEBİLİR ENERJİ

Orman izinleri masaya yatırıldı Tüm rüzgar yatırımcıları yeni düzenlemeden olumsuz etkilendiklerini belirterek bu yönetmeliğin çıkması halinde başka yatırımlara kayabileceklerinin sinyallerini verdiler.

Rüzgar sektöründe bir süredir devam eden orman izinleri ile ilgili yönetmelik taslağı krizi, iki gün önce yapılan sektör toplantısında masaya yatırıldı. Enerji Bakanlığı’nın konferans salonunda gerçekleşen toplantıya, özel sektör temsilcileri, Türeb üyeleri ve kamu temsilcileri katıldı. Toplantının ilk oturumunda Orman Bakanlığına bağlı Orman İşleri Genel Müdürlüğü’nün yönetmelik taslağı değerlendirildi. İlk konuşmayı yapan Orman İşleri Genel Müdür Yardımcısı Recep Kaşan, yönetmeliği genel olarak değerlendirdi. Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğünden Daire Başkanı Sabahattin Öz, bu yönetmelikle yatırımların önünün tıkanabileceğini, yenilenebilir enerji kanununda rüzgar sektörü için %85 indirim öngörüldüğünü, fakat gelen bu düzenleme ile mevcutta alınan

52

Eylül 2013

paranın 12 katına kadar ücret talep edildiğini vurguladı. 2023 yılı hedeflerinden bahseden Öz, bu tür uygulamalarla süreçlerin aksatıldığını ve hedeflere ulaşmanın geciktirildiğini ifade etti. Yönetmelik taslağını yatırımcılar açısından yorumlayan Enerjisa İş Geliştirme Müdürü İbrahim Erden, taslağın olumsuz etkilerini bir örnekle rakamsal olarak açıkladı. Bu taslağın yatırım fizibilitesini bozduğunu ve yatırımcıların yaklaşık 1.2 milyar euroluk yatırımdan vazgeçebileceklerinin altını çizdi. Tüm rüzgar yatırımcıları yeni düzenlemeden olumsuz etkilendiklerini belirterek, bu yönetmeliğin çıkması halinde başka yatırımlara kayabileceklerinin sinyallerini verdiler. TÜREB adına açıklamalarda bulunan Ataseven, rüzgar santrallerinin ormanlarda kurulmasının olumlu et-


kilerini ortaya koydu. Orman yangınları ile ilgili mücadelede orman yatırımcılarının yangına ilk müdahaleyi yapan kişiler olduğunu hatırlatan Ataseven, orman genel müdürlüğünün bu kişileri eğitelim talebine karşılık, Türeb olarak her türlü işbirliğine açık olduklarını söyledi. Bu yönetmeliğin yarattığı belirsizlikle, altı aydan fazla bir süreç kaybedildiğini ve bir an evvel yatırımların hayata geçmesini beklediklerini dile getirdi. İkinci oturumda Orman Bakanlığı Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan tebliğle, İstanbul ve Gelibolu yarımadasındaki tüm orman alanlarının kapatıldığının ifade edilmesi üzerine çıkan tartışmalar değerlendirildi. Daire Başkanı Yusuf Ceran, tebliğle ilgili bilgiler vererek, ekolojik değerlendirme raporunun mevzuat haline getirilmesini amaçladıkları için böyle bir tebliğ yayınladıklarını ifade etti. Tebliğin mevzuatlarla çeliştiğini söyleyen Enerji Bakanlığın’dan Ergun Akalın ise yaptığı konuşmada, bölgesel kapatmanın olamayacağını be-

lirterek, geçen sene rüzgardan üretilen elektriğin, Ankara’nın ısınma ihityacını karşıladığını rakamlarla ortaya koydu. Bakanlık olarak Yenilenebilir enerjiyi desteklediklerini ve 2023 yılında 20.000 MW rüzgar hedefinin olduğunu hatırlatan Akalın, Türkiye’nin enerji ihtiyacının yenilenebilir enerjiden karşılanmadığı takdirde diğer yakıt kaynaklarından karşılanacağını ve bunun ülke ekonomisine ağır yükler getirebileceğini belirtti. Kapatılan bölgelerdeki TEİAŞ yatırımlarından bahseden APK Daire Başkanı Enver Erkul, o bölgedeki trafo merkezleri ve enerji nakil hattı yatırımlarının bir kısmının tamamlandığını, bir kısmının devam ettiğini söyleyerek, bölgenin kapatılması durumunda TEİAŞ’ın yaptığı 100 milyon liranın üzerindeki yatırımın çöpe atılacağını, planlanan tesisler hayata geçmeyeceği için açığa çıkan elektrik ihtiyacını karşılayamayacaklarını ifade etti. Ayrıca bu bölgede katkı paylarından dolayı devletin yıllık 43 milyon TL’nin üzerinde bir gelirden mahrum kalacağı, bölgede 800 ile 1000

MW civarında, yaklaşık 1,2 milyar euro’luk bir yatırımın yapılamaması anlamına geldiği belirtildi. Akdeniz Üniversitesi Ekoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Erdoğan ise, kuş göç yolları üzerinde bulunan rüzgar tesisleri ile ilgili olarak yaklaşık 4 yıldır incelemelerde bulunduklarını, ekolojik rapor hazırladıklarını belirtti. Santraller nedeni ile herhangi bir kuş ölümü ile karşılaşmadıklarını ifade eden Erdoğan, yurtdışındaki uygulamalardan da örnekler verdi. Türkiye’nin ilk rüzgar yatırımcısı Erol Demirer ise yaklaşık 15 yıldır rüzgar santrali işlettiklerini, ancak kuşlarla ilgili herhangi bir olumsuzluk yaşamadıklarını belirtti. Kuş göç dönemlerinde bunun izlenmesinin önemini bildiklerini ve tüm yatırımcıların doğal hayatın korunması için tedbirli davrandığını anlattı. Toplantının ardından, bu düzenlemenin Çevre Bakanlığı içerisindeki ÇED raporu sürecinde değerlendirildiğinden bahisle, yönetmeliğin geri çekildiğine dair söylentiler dolaşmaya başladı.

Eylül 2013

53


YENİLENEBİLİR ENERJİ

Hoca Elektrik’e Tunçmatik-Powergie Tarafından 100kWp Güneş Enerjisi Santrali Kuruldu Afyon yöresinde bir ilke imza atan Hoca Elektrik, tesislerine Tunçmatik-Powergie tarafından kurulan 100 kWp güneş enerji santrali ile yılda 130.000 kwh elektrik üretecek! sindeki diğer sanayici ve iş adamlarına öncülük etmiştir.” Diye belirtti. Özer, kullanıcılarına kalitesi ve teknolojisi bütün dünyaca onaylanmış çözümler sunmayı istediklerini ifade ederken, Powergie’nin Türkiye’de yurtdışı eğitimli kadrosu, Tunçmatik grubunun 44 yıllık tecrübesi ve güçlü yerel yapılanması ile profesyonel çözümler sunduğunu belirtti. Ülkemize ve çevremize faydalı olmayı önemsiyoruz!

Enerji tüketiminin günden güne hızla arttığı ve içinde bulunduğumuz küresel ısınma ve iklim değişiklikleri düşünüldüğünde, tek çözümün yenilenebilir enerji kaynakları olduğu bir gerçektir. Bu kaynaklar arasında oldukça önemli bir yer tutan güneş enerjisi, yeni bir çalışma alanı ve iş kolu olarak sanayicilerin ve bilim adamlarının oldukça ilgisini çekiyor. Coğrafi konumu itibariyle güneşlenme alanı ve süresi oldukça yüksek olan Türkiye ise gün geçtikçe Güneş Enerjisi Teknolojileri konusunda daha duyarlı hale geliyor.

Dünyada öncü olan Alman malı invertörler ve yüksek performanslı endüstriyel güneş panelleri, yüksek sıcaklığa dayanıklı ve hava şartlarından etkilenmeyen ürünler kullanılan sistem’in yaklaşık 7 yılda kendini amorti etmesi bekleniyor. Konumu itibariyle Afyon, karayolları ve demiryolu ulaşımının merkezi yerinde bulunduğundan organize sanayi bölgesi hızla gelişiyor. 460 hektarlık bir alana kurulu olan Afyon organize sanayi bölgesi, Hoca Elektrik’e kurulan güneş enerji santrali ile daha da değerleniyor.

Afyon’da çevreci hareket!

Türkiye güneş enerjisi konusunda önemli bir potansiyele sahip

1969 yılından beri Türkiye’nin enerji çözümleri markası olarak hizmet eden Tunçmatik’ in yan kuruluşu olanPowergie’nin, Afyon’da bulunan Hoca Elektrik’e, 800 m2’lik bir çatı üzerine 125.000 €’luk bir yatırımla kurduğu Güneş Enerji Santralinin, yılda 130.000 kWh enerji üretimi yapması hedefleniyor. Afyon’da çevreciliğiyle bilinen Hoca Elektrik, CO2 salınımını azaltan sistemle yılda 70 ton CO2 salınımını önleyecek.

54

Eylül 2013

Hoca Elektrik Güneş Enerjisi Santrali’ni kuran Powergie Genel Müdürü Mehmet Özer, “Türkiye güneş enerjisi konusunda önemli bir potansiyele sahip. Enerjide %50’den daha çok dışa bağımlı olan ülkemizde bu enerji kaynağından istifade etmemiz milli menfaatlerimiz icabıdır. Hoca Elektrik yapmış olduğu yatırımla bir ilki yaparak, Afyon bölge-

Hoca Elektrik Genel Müdürü Hakan Sömer “Bizden sonraki nesillere hem daha temiz, hem daha ekonomik bir işletme bırakmak ve hem ülkemize hem çevremize faydalı olmak bizler için önemli. Bu nedenle bu projeyi gerçekleştirmeyi düşündük. Konuyla ilgili yaklaşık 5 yıldır araştırma yapıyoruz. Geçen yıl 2 defa Çin e gidip geldik. Nisan ayında Almanya’da incelemelerde bulunduk. Oralardaki fuarlarda da incelediğimiz ürünler ve uygulamalar sonucu tesisi kurmaya karar verdik. Powergie’nin detaylı bir analiz, malzeme dökümü olan teklifi, sevkiyat, montaj, daha önemlisi bürokrasi ve proje kısmını süratle bitirmeleri, işin başında verdiği mühendislik ve danışmanlık hizmetinin yanı sıra, iş bitiminden itibaren verdikleri teknik destek de, benzer projeler de Powergie şirketini çözüm ortağı olarak seçmemizi ve tavsiye etmemizi sağlıyor.” Şeklinde konuştu. Türkiye’de güneş enerjisinin önemini ve özellikle güneş enerjisi üretim tesislerinin açılmasında özenli bir görev bilinciyle hareket eden Powergie, güneşten elektrik enerjisi üretiminde Japonya’dan, Almanya’dan ve bu konuda öncü birçok ülkeden önde gelen firma ile iş ortaklıkları yaparak ülkemizde profesyonel tesisler kurmaya devam edecek.


Rüzgâr ve güneşte yeni lisanslar 2015’te Rüzgâr ve güneşe dayalı yeni elektrik üretim lisansı başvurularının ne zaman yapılacağı netleşti. Başvurular, güneşte Aralık 2014′ün ilk haftası, rüzgârda ise aynı ayın son beş iş gününde alınacak. Bu başvuruların, 2015 yılı içinde sonuçlanması mümkün.

Enerji Günlüğü’nün haberine göre, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından hazırlanarak yayınlanmak üzere Resmi Gazete`ye gönderilen Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği`nin geçici maddelerinden birin, güneş ve rüzgara dayalı yeni elektrik üretim lisansı başvurularının ne zaman alınacağını düzenliyor. Söz konusu geçici maddeye göre, güneşe ve rüzgara dayalı yeni elektrik üretim lisansı başvuruları 2014 yılının Aralık ayında yapılabilecek. Güneşe dayalı üretim lisansı başvuruları Aralık 2014′ün ilk 5 iş gününde, rüzgara dayalı elektrik üretim lisansı başvuruları ise Aralık 2014′ün son 5 iş günü içinde kabul edilecek. Bağlanma kapasiteleri açıklanıyor

Güneş ve rüzgarda yeni lisans başvurularını düzenleyen geçici maddenin

bir bendi de gelecek 1, 5 ve 10 yıl boyunca sisteme bağlanabilecek güneş ve rüzgara dayalı elektrik üretim kapasitesinin belirlenmesini düzenliyor. Buna göre Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) önümüzdeki ayın (Ekim 2013) ilk haftasına kadar hem 2014 yılı için, hem takip eden beş yıl için ve hem de takip eden on yıl için olmak üzere, bağlantı noktasına göre ve/veya bölgesel bazda, sisteme bağlanabilecek rüzgâr veya güneş enerjisine dayalı üretim tesisi kapasitesini EPDK`ya bildirecek. Lisanssız elektrikçilere müjde!

Yeni Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’nin geçici maddelerinden biri de, Türkiye çapındaki elektrik şebekesine bağlanabilecek bölgesel üretim tesisi kapasitelerinin belirlenmesini düzenliyor.

Buna göre, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) ve dağıtım şirketleri, 2013 yılı için, takip eden beş yıl için ve takip eden on yıl için olmak üzere sistemlerine bağlanabilecek bölgesel üretim tesisi kapasitelerini Aralık ayının ilk haftasına kadar kendi internet sayfalarında yayımlamakla yükümlü kılınıyor. Bu sayede, lisanslı ya da lisanssız elektrik üretimi yapmak isteyenler, şebekeye nereden, nasıl ve hangi kapasiteyle bağlanabileceklerini önceden görebilecek. Bağlanma kapasitelerinin açıklanmasıyla, özellikle lisanssız elektrik üretimi yapmak isteyen yatırımcıların elinin rahatlaması bekleniyor. Çünkü şu anda lisanssız üretim yapmak isteyenlerin yatırım yapıp yapmama kararı almasında en önemli belirleyici faktör, kuracakları tesisin şebekeye nasıl ve hangi maliyetle bağlanabileceği… Eylül 2013

55


MARKA

Markalara güven ağır basıyor Brandspark International araştırma şirketi, tüketiciler tarafından yılın en çok beğenilen yeni gıda, temizlik, ev ve kişisel bakım ürünlerini belirlemeye yönelik, bağımsız ve yüzde 100 tüketici görüşlerine dayalı uluslararası ödül programı ‘En İyi Yeni Ürün Ödülleri Türkiye’nin 2013 yılı kazanan listesini açıkladı.

tırma şirketi, her yıl, En İyi Yeni Ürün Ödülleri araştırmasına paralel olarak, sponsorları Doğan Burda Dergi Grubu ve Migros’un da desteğiyle, Türkiye’de geniş kapsamlı bir tüketici araştırması yürütüyor. Online anket tekniğiyle yürütülen bu araştırmanın hedef kitlesini, hanenin gıda, temizlik ve kişisel bakım ürünleri alışverişinden sorumlu, 18 yaşından büyük, A-B-C sosyo-ekonomik statüye sahip, şehirlerde oturan kadın ve erkekler oluşturuyor. Güncel ve günümüz pazar koşullarında geçerli bir “Türk alışverişçi” portresi ortaya koymayı hedefleyen BrandSpark Türkiye Alışveriş Tutum ve Alışkanlıkları Araştırması kapsamında katılımcıların alışveriş, marka kararı, ürün satın alma gibi birçok farklı konu başlığı sorgulanıyor. Trendler için veri tabanı oluşturuyor

En İyi Yeni Ürün Ödülleri kazananları, BrandSpark International tarafından Türkiye çapında yürütülen tüketici araştırmasına katılan 14 bin 870 Türk tüketicisinin oylarıyla belirlendi. Tüketiciler araştırma kapsamında gıda, temizlik, ev ve kişisel bakım kategorilerinde en çok beğendikleri ve tekrar satın almak istedikleri yeni ürünlere oy verdiler. Araştırmaya dahil olan 241 ürün ve 113 markadan, sadece 74 tanesi ödüle hak kazandı. Araştırmaya göre, tüketicilerin markalara güveni ağır basıyor ve yüzde 74’ü market markası satın almaktansa indirimdeki bir markalı ürünü satın almayı tercih ediyor.

ları arasında Evim, Lezzet, Elele ve Seninle dergileri ile Migros da, yer aldı. Programın medya sponsoru olan dergiler kazanan ürünleri basılı ve online platformları aracılığıyla duyuruyor. Türk tüketicilerin yüzde 53’ü yeni bir ürünün üzerinde En İyi Yeni Ürün Ödülleri logosunu görmenin satın alma kararlarında etkili olacağını belirtiyor. Doğan Burda Reklam Grup Başkanı Vicky Habif, En İyi Yeni Ürün Ödülleri’nin Türkiye bacağında medya sponsoru olmaktan mutluluk duyduklarını belirterek, “Programın Kuzey Amerika’da elde ettiği başarıyı Türkiye’de henüz ilk yılında elde ettiğini görmek gurur verici” dedi.

2 YILDA GELEN BAŞARI

Türk alışverişçi portresini belirliyor

Güçlü perakende sektörü desteğine sahip olan ödül programının sponsor-

56

Eylül 2013

BRANDSPARK International araş-

ARAŞTIRMA sonuçlarını içeren rapor Türk tüketicisinin değişen ihtiyaçlarını dikkate almak isteyen üretici şirketler için değerli bir kaynak niteliğinde. Araştırmanın yürütüldüğü diğer ülkeler arasında İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Brezilya, Arjantin, Şili, Kolombiya ve Meksika yer alıyor. BrandSpark araştırma şirketinin başkanı ve aynı zamanda En İyi Yeni Ürün Ödülleri programının kurucusu olan Robert Levy araştırma ile ilgili şunları söyledi: “Türkiye’de bu yıl ikincisi düzenlenen En İyi Yeni Ürün Ödülleri programı ve beraberinde yürüttüğümüz Türkiye Alışveriş Tutum ve Alışkanlıkları Araştırması Türk tüketicisinin sesini duyurduğu bir platform niteliğinde. Ayrıca, her yeni yılla beraber şirketlerin veri tabanı da oluşmakta.”


Türkiye’de 1 milyon marka başvurusu yapıldı Türk Patent Enstitüsü’ne 1995 yılından bu yana yapılan marka başvurularının sayısı 1 milyona ulaştı. Bu başvuruların yarısından fazlası marka olarak tescil edilerek ekonomiye kazandırıldı. Türk Patent Enstitüsü (TPE), marka başvurularının kabul edilmeye başlandığı 1995 yılından bu yana yapılan marka başvurularının sayısının 1 milyona ulaştığını açıkladı. Geçtiğimiz 10 yıl içinde en çok marka başvurusu yapılan yıl ise 2011 yılı oldu. Marka başvuru sayısında 2012 yılında bir önceki yıla oranla yüzde 38,29’luk artış kaydedildi ve 117 bin 723 başvuru yapıldı. Hedef 1 milyon marka

Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, bir ülkenin kalkınmışlığındaki en önemli göstergelerden birinin tescil edilen marka sayısı olduğuna dikkat çekerek, “Türkiye ekonomisinin büyüme verilerine paralel olarak marka başvuruları ve tescil edilen marka sayısındaki artış oldukça sevindirici” diye konuştu. Kemal Yamankarade-

niz, 1 milyon marka tescili için başvuru yapıldığını ancak Türkiye’de tescili yapılan yaklaşık 600 bin marka olduğunu sözlerine ekledi ve şöyle devam etti: Başvurularda zaman ve para kaybı

“Türkiye’nin 2023 yılına kadar 500 milyar dolar ihracat gerçekleştirmesi ve 1 milyon tescilli markaya sahip olması hedefleniyor. Rakamlara baktığımızda marka tescili başvuru sayısıyla tescillenen marka sayısı arasında neredeyse yarı yarıya bir fark var. Şirketlerin bir marka vekilliği şirketi olmadan yaptıkları başvuruların çoğu kabul edilmiyor, dosyaları geri dönüyor. Bu ülke ekonomisi için zaman ve para kaybına neden oluyor. Markaların başvuru esnasında hem ulusal hem de uluslararası alanda deneyimli marka vekilliği şirketlerin-

den danışmanlık almaları ülkemizin hedeflerini tutturması için hayati önem taşıyor.” 2012 yılında toplam marka başvuru sayısı bir önceki yıla göre yüzde 5,59’luk bir düşüşle 111 bin 143 adet olarak gerçekleşti. 2013 yılında ise yılbaşından Temmuz ayına kadar 55 bin 942 marka başvurusu yapıldı. Marka tescili yükselişte

Marka tescili ise 2012 yılında son 17 yılın en yüksek rakamına ulaştı ve önceki yıla göre yüzde 53,88’lik artışla toplam 64 bin 721 adet olarak gerçekleşti. Bununla birlikte Temmuz 2013 itibariyle yıl içinde tescil edilen marka sayısı 41 bin 537’ye ulaştı. Marka tescilindeki artışın aynı ivmeyle devam etmesi halinde, yıl sonunda marka tescilinde 2012 rakamlarının da üzerine çıkarak rekor kırması bekleniyor.


OTOMOTİV

Otomotiv Üretimi Artıyor Ancak Hafif Ticari Araç Küçülüyor

Otomotiv Sanayii Derneği’nin Ocak- Ağustos 2013 raporuna göre; otomotiv sanayi ‘Üretim, İhracat ve Pazar’ açısından artış gösterdi. Otomotiv Sanayii Derneği tarafından hazırlanan “Üretim - İhracat - Pazar Raporu” verilerine göre; otomotiv sanayi üretimi, ihracat ve iç pazar açısından artış gösterdi. 2013 yılı OcakAğustos dönemindeki toplam üretim bir önceki yılın aynı dönemine göre, yüzde 5, otomobil üretimi ise yüzde 16 oranında arttı. Bu dönemde, toplam üretim 727 bin ve otomobil üretimi ise 398 bin adede yükseldi. İhracat açısından yılın ilk sekiz aylık döneminde bir önceki yıla göre, toplam otomotiv sanayi ihracatı yüzde 14 artarak 541 bin adet, otomobil ihracatı ise yüzde 16 oranında artarak 308 bin adet olarak gerçekleşti. 2013 yılı Ocak - Ağustos döneminde toplam pazar ise; 2012 yılı aynı dönemine göre yüzde 12 oranında artarak 543 bin adet oldu. Aynı dönemde otomobil pazarındaki artış ise yüzde 21 düzeyinde gerçekleşti ve Pazar 399 bin adede yükseldi. Otomotiv Sanayii’nin üretim, ihracat ve pazar açısından artış göstermesinin sektör açısından umut verici olduğunu belir-

58

Eylül 2013

ten Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı Kudret Önen “Yılın ilk sekiz aylık döneminde sektörün gösterdiği bu performans yılın kalanı için tahminlerimizin isabetli olduğu gösteriyor. Bu elbetteki sektörümüz açısından sevindirici bir gelişmedir. Diğer taraftan sanayi üretimi ve ihracattaki rekabet gücü bakımından önem taşıyan hafif ticari araçlar ve kamyonda ekonominin yavaşlanmasından kaynaklanan talep gerilemesi olduğunu görüyoruz. Özellikle ÖTV ile birlikte K2 Belgesi bedellerinin beklentilerin üzerinde artış göstermesi iç pazar talebindeki durgunluğun artarak devam etmesine sebep oldu. Türkiye ekonomisinin yılın ikinci çeyreğinde yakaladığı büyümenin devam etmesine paralel, geçtiğimiz yıla göre yüzde 9 oranında aza-

lan hafif ticari araç pazarındaki bu negatif gelişme üreticileri çok endişelendiriyor” dedi. Ağustos ayı içerisinde tüketicilerin otomobil taleplerini öne çektiğinin altını çizen Önen “Ağustos ayı içerisinde küresel değişimlerin etkisi ile TL’nin değer yitirmesi tüketicileri olası fiyat artışlarına karşı harekete geçirdi. Fiyat artışlarından etkilenmek istemeyen tüketiciler varolan otomobil taleplerini öne çektiler. Özellikle iç pazarda otomobil talebinin artması bir hareketlenmeye ve dolayısı ile üretimde artışa sebep oldu. Ayrıca, sanayimizin yaz döneminde üretime ara vermesine ve AB’ndeki talep daralmasına rağmen ihracatın artması da üretime olumlu yansıdı. Dileğimiz yıl sonuna kadar iç ve dış talepte hareketliliğin devam etmesidir” dedi.


Eyl端l 2013

59


OTOMOTİV

Yerli otomobil için ilk adım atılıyor Türkiye’nin son yıllarda çalışma yürüttüğü yerli otomobil üretimi konusunda elektrikli otomobile öncelik verilecek. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Sanayi Genel Müdürü Süfyan Emiroğlu, yerli otomobil konusunda yoğun bir çalışma programı yürütüldüğünü anlattı.

20 FİRMA BAŞVURDU “Türkiye’nin yerli bir otomobil üretme isteği artık herkesin malumu” diyen Emiroğlu, “Başta Sayın Başbakanımız olmak üzere Bilim, Sanayi ve Ticaret Bakanımız Nihat Ergün’ün ciddi çalışmaları var. Bir babayiğidin çıkıp bu talebi karşılamasını istediler. Bu konuda talepte bulunan çok sayıda firmamız var. TÜBİTAK aracılığıyla bir proje yarışması düzenledik, 20 firma başvurdu. Şu anda 10 proje elendi ve kalan projeler için görüşmeler sürüyor” ifadesini kullandı. İLKİ ELEKTRİKLİ OLACAK Emiroğlu, yıl sonuna kadar yerli oto-

60

Eylül 2013

mobil konusunda desteklenecek projeleri belirleyeceklerini söyledi. Türkiye’nin artık yerli aracını gerçekleştirmek için ilk adımı atacağına işaret eden Emiroğlu, “Söz konusu çağrımızı elektrikli araçlarla ilgili yaptık. Üretilecek ilk yerli otomobilin elektrikle çalışan otomobil olmasını hedefliyoruz çünkü bu alanda yeni bir teknoloji ve ileriye dönük pozisyon alabiliriz” dedi. İLK PROTOTİP NE ZAMAN ORTAYA ÇIKACAK? Emiroğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Elektrikli araçların üretimiyle ilgili çalışmalar dünya genelinde yeni

yeni başlıyor. Yeni bir sektör olacak ve alternatif enerji durumu var. Türkiye olarak da bunun farkındayız. Bu nedenle yerli otomobil konusunda önceliğimiz elektrikli otomobiller ve yeni teknolojiler. Bu tür projeler önceliğimiz ve incelemeler sürüyor. Belirlediğimiz projelere destek vereceğiz. TÜBİTAK’ın kabul ettiği projeler üzerinde incelemelerimiz devam ediyor. Bu yılın sonuna kadar destekleyeceğimiz projeler belirlenecek, 3 yıllık bir destek süreci var ve bunun sonunda ilk prototip ortaya çıkacak ve seri üretime başlanacak. İnşallah 3 yıl sonra elektrikli yerli otomobile kavuşuruz.”


Eyl端l 2013

61


OTOMOTİV

Tüketici Beklentileri” konulu “Otomotiv Sektör Zirvesi 2013” Sakarya’da yapıldı

MÜSİAD Sakarya Şubesi tarafından düzenlenen “Otomotiv Sektöründe Satış Sonrası Hizmetler ve Tüketici Beklentileri” konulu “Otomotiv Sektör Zirvesi 2013” Sakarya’da yapıldı. Otomotiv sektör temsilcilerinin yoğun ilgisiyle gerçekleşen konferansta MÜSİAD Genel Başkanı Nail OLPAK; “İddia sahibiysek otomobil yaparız” dedi. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Otomotiv Sektör Kurulu tarafından Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası Konferans Salonunda gerçekleşen Otomotiv Sektör Zirvesine MÜSİAD Genel Başkanı Nail OLPAK’ın yanısıra, Toyota Otomotiv Sanayi A.Ş, CEO’su Orhan ÖZER . T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Sanayi Genel Müdürü Süfyan EMİROĞLU, T.C Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürü Dr. Ahmet GENÇ ve Rekabet Kurumu Uzmanı Zeynep SENGÖREN konuşmacı olarak katıldı. MÜSİAD’ın 23 yıllık geçmişini özetleyen sinevizyon gösterisiyle başlayan konferansta ilk sözü MÜSİAD Sakarya Şube Başkanı Halit İNCİ aldı. Otomotiv konulu konferansın Sakarya’da yapılmasının şehirdeki mevcut otomotiv sanayisi birikimleriyle değerlendirildiğinde kendileri için önemli olduğunun altını çizen İNCİ; konferans ev sahipliği yapmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Ar-

62

Eylül 2013

dından söz alan MÜSİAD Otomotiv Sektör Kurulu Başkanı Salih ATILGAN da davetlileri selamlayarak konferansın önemine değindi. Açılış konuşmalarının ardından Müstakil Sanayıci ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Nail OLPAK söz aldı. OLPAK; otomotiv sektöründeki hızlı gelişmeye vurgu yaparak, büyüme rakamlarına ilişkin açıklamalarda bulundu. OLPAK; “İddia sahibiysek otomobil yaparız” MÜSİAD Genel Başkanı Nail OLPAK, konuşmasında “Türkiye, iddia sahibi bir ülkeyse otomobil veya uçak dahil olmak üzere bazı unsurları yapabildiğine inanmalı ve bunu ortaya koymalıdır. Türkiye’de zaten otomobil üretiliyor. Kendi otomobilimizi yapmak çok önemli bir gelişme olacaktır” dedi. “Otomobil tukusu devam ettikçe gelişimi sürecektir” Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler dahil, gelişmiş ülkelerde de ekonominin lokomotiflerinden birinin otomotiv sektörü olduğunu belirten OLPAK, Dünyanın en büyük yatımları da bu alanda yapılıyor. Dünyada otomotiv sektörü, yatırımlar açısından 6’ncı sırada yer alıyor. İnsanların otomobil tutkusu devam ettikçe bu sektörün gelişimi sürecektir” diye konuştu. “4,4 lük büyüme sürpriz değil” OLPAK, Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik istikrar sayesinde dün-

ya ve Avrupa Birliği’nin yaşadığı ekonomik krizleri atlatıldığını dile getirdi. Açıklanan büyüme rakamlarına da değinen OLPAK, şöyle devam etti: “Türkiye buna göre yüzde 4.4 büyüdü. Bu sürpriz bir rakam değildi. İkinci çeyrekte böyle bir büyüme olacağını biliyorduk çünkü Türkiye rüya gibi bir mayıs ayı geçirdi. Arkasından da Gezi olaylarıyla çalkalanan bir haziran ayı geçirdik. Bu dönemde de kapasite kullanım oranları artış gösterdi. Böyle veriler varken büyümenin de yüzde 4 civarında olacağını biliyorduk.” OLPAK’ın konuşması ardından sunum yapan Toyota Türkiye CEO’su Orhan ÖZER, Toyota olarak kaliteli otomobiller ürettiklerini belirterek, Müşteri memnuniyeti ve sıfır hata hedefinin önemine değinen ÖZER, bu sayede geçen yıl dünya genelinde 10 milyon adet satış rakamına ulaştıklarını söyledi. ÖZER konuşmasında, Sakarya’da 4 bin kişilik istihdam ve 1,4 milyar avroluk toplam yatırımla Türkiye otomotiv sektörüne kalite kavramını getirdiklerini vurgulayarak, “Burada ürettiğimiz otomobilleri, dünyanın 52 ülkesine ihraç ediyoruz” dedi. Moderatörlüğünü MÜSİAD Otomotiv Sektör Kurulu Başkanı Salih Sami Atılgan ‘ın yaptığı panel bölümünde ise konuşmacılar satış sonrası hizmetlere ilişkin konuları konuştu. Zorunlu trafik ve kasko sigortası hakkında bilgilendirmenin yapıldığı toplantılarda, yetkili servis–özel servis avantajları-dezavantajları, rekabetin korunması amacıyla alınan önlemler ve sigorta şirketlerinin sorumlulukları, hurda teşvikinin sektöre etkisi ve her geçen gün artan müşteri beklentilerinin en iyi şekilde nasıl yerine getirilebileceği gibi konular uzman konuklarca tartışıldı. Konferans, katılan konuşmacılara kendi isimlerine dikilen ağaç sertifikalarının MÜSİAD tarafından hediye edilmesi ve toplu hatıra fotoğrafı çekimiyle sona erdi.


Eyl端l 2013

63


İŞ FİKİRLERİ

İşinizi kaybettirebilecek 14 kötü alışkanlık Forbes.com, çeşitli davranış bilimleri kaynaklarından derlediği listede, çalışanların kariyerini olumsuz etkileyebilecek kötü alışkanlıkları sıraları. İşyerine başınızı derde sokabilecek 14 kötü alışkanlık şöyle: niz değerin göstergesidir. 5- e-posta iletişiminde zayıflık

bilgiler vermek, harcama hesaplarını veya şirket kredi kartlarını amacı dışında kullanmak, çalışma arkadaşlarının başarılarını sahiplenmeye çalışmak size işinizi kaybettirebilir. 1- Ertelemek, son dakikaya bırakmak

3- Negatif olmak

İş yerinde dedikodu, sızlanma veya şikayetler eksik olmaz, bir noktaya kadar hoşgörülebilir. Fakat sınırı aşarsanız yöneticiniz için bir baş belasına dönüşmeniz an meselesidir. Ekibin moralini bozan eleman rahatça gözden çıkarılabilir. Yumurta kapıya dayandığında daha iyi iş çıkardığını düşünenlerdenseniz, bunun çalışma arkadaşlarınıza nelere malolduğunun farkında olmayabilirsiniz. Eğer son dakikadaki çalışmanız, diğerlerinin de acele etmelerine veya tempo yükseltmelerine neden oluyorsa, büyük ihtimalle çalışma arkadaşlarınızı öfkelendiriyorsunuz. Projenin gecikmesi veya başarısızlığa uğraması durumunda ilk suçlanan siz olursunuz. 2- Yalan söylemek Yanlış bilgi vermek, bilerek çarpıtmak, harcanan sürelerle ilgili yanlış

64

Eylül 2013

İş dünyasında e-postaların önemi büyüktür. Geciken, uzatılan veya hiç verilmeyen yanıtlar başınızı derde sokabilir. e-postaların geç veya seyrek kontrol edilmesi yada yanıtlanması, önemli toplantıların veya fırsatların kaçırılmasına neden olabilir, profesyonel olmayan bir davranış olarak kabul edilir. 6- Sosyal medya bağımlılığı

4- Sürekli geç kalmak

İşe sürekli geç gelmek veya molalardan geç dönmek, bir tür ‘gevşeklik’ veya ‘özensizlik’ görüntüsü çizebilir. İş başında zamanında, hatta birkaç dakika erken olmak, işinize ve diğerlerinin zamanına verdiği-

Sosyal medya bağımlılığı nedeniyle işten çıkarılmaların arttığı bir gerçek. İşiyle ilgili olmadığı halde günde 20 kez Facebook hesabını kontrol eden bir çalışanın, bu davranışın işini etkilemediğini ileri sürmesi inandırıcı değildir.


7- Kötü vücut dili

Birinin konuşmalarında dil bilgisi kurallarına dikkat etmemesi, argo veya küfürlü konuşması, kişinin eğitimi konusunda olumsuz ipuçları verir. Çalışırken evde olmadığınızı veya dostlarınızla sohbet etmediğinizi hatırlamakta fayda var.

siz bir çalışan yapar.

10- Yalnız Kurt Sendromu

İletişim büyük oranda kelimelerle değil, vücut dilimizle verdiğimiz işaretlerden oluşur. Göz temasından kaçmak, doğru el sıkışmamak gibi hoş karşılanmayan vücut dili alışkanlıkları kariyerinize noktayı koyabilir. 8- Dikkatsizlik

13- Düşünmeden konuşmak Bazı durumlarda bağımsız olmak veya projeye konsantre olmak için yalnız kalmak bir ihtiyaç olsa da, herşeyi kendi başına yapmaya çalışmak işyerinde başarısızlığa neden olabilir. 11- Öfke nöbetleri Zaman zaman sakinliğinizi kaybe-

Bir toplantı sırasında veya bir e-postada uygun olmayan bir ifade kullanmak tüm kariyerinizi etkileyebilir.

Dikkatinizin çabuk dağılması işinizi kaybetmenize neden olabilir. Her iş yerinin yazılı olmayan bir kültürü vardır. Bu kültürü doğru gözlemleyemeyip, uyum sağlamakta güçlük çekenler en erken gözden çıkarılanlar olur.

14- Görgü eksikliği Küçükken öğrendiklerimiz tüm hayatımızda belirleyici olur. “Lütfen” veya “teşekkür ederim” demek, kendinizi tanıtmak gibi basit ama önemli detayları hafife almayın.

9- Kötü dil bilgisi

dip öfkelenmeniz, baskı altında çalışamadığınızın veya sorumluluklarınızın altından kalkamadığınızın göstergesidir. Stresle başetme tekniklerini öğrenip, pratik yapmanızda fayda olabilir. 12- Verimsizlik Dağınık olmak, zamanı boşa harcamak veya çok konuşmak sizi verim-

Eylül 2013

65


İŞ FİKİRLERİ

“Eğitimli, kalifiye personel bulamıyoruz!” Yeni mezun olacak ve sektöre adım atacak öğrencinin iş bulması için en önemli konulardan bir tanesi Staj konusudur. Staj yapacağı yeri seçerken birkaç kritere önem vermesi gerektiğinin bilincinde olan öğrenci, kriterlere uygun bir yer ararken zaman kaybeder ve boşta kalmanın korkusuyla ilk önüne gelen firmada stajını tamamlayarak sektöre girmek ister. Bu konuda en büyük sıkıntı da burada başlar.Çünkü; hem yeni mezun ( tecrübesiz) hem de staj yaptığı yerde bir şey öğrenme şansı olmayan öğrenci iş görüşmelerine gittiği zaman bunun sıkıntıları ile boğuşmaya başlar ve kendini iyi pazarlayamaz ise işsizlerin arasında yerini alır. Firmalar açısından bakıldığında ise; hem sektöre taze bir kan yetiştirmek hem de okulda eğitimini almış ve alt yapısı hazır bir hamuru istediği gibi yoğurarak istediği uzman yapma fırsatı varken genelde firmalar stajerleri ucuz iş gücü olarak görmeye devam etmektedirler. Ucuz eleman psikolojisinden kurtulamayan firmalar, yetiştirmenin önemini kavrayamazlar ve gelecekte bir personel alımı yapacağı sırada ise haykırmaya başlarlar “Eğitimli, kalifiye personel” bulamıyoruz. Eğitimi almış ama ne öğretmişlerse okulda hiçbir şey bilmiyorlar diyerek sıkıntılarını dile getiriyorlar ama aynaya bakmayı hep unutuyorlar. Lojistik sektörü, son zamanlarda gerçekten çok fazla ilgi odağı olmaya devam ediyor. Hangi sektörden olur-

66

Eylül 2013

sa olsun hangi bölümü bitirmiş olursa olsun sektörle temas halinde olduğu için kendisini ”lojistikçi” sanan birçok kişi var ne yazık ki sokaklarda. Bizlerin 2023 ve 2035 hedeflerini konuştuğumuz şu sıralarda, küçük hedefler içinde boğulmak üzere olan vizyonu ve hedefi günü kurtarmak olan maalesef çok firma var. Bazı iyi ve sağlam firmalar ise çekirdek kadrosuna yeni bir girdi yapmadan bu şekilde yağımızda kavrulalım demekte fakat aynı eleman alımı zamanında sıkıntıları yaşamaktan kurtulamadıklarında fark ediyorlar stajerin önemini ama geç kalmış oluyorlar. Bazı büyük ve kurumsal firmalar bir çok okuldan stajer alıyor ve bunun sektörün geleceği için bir adım ola-

Sabri ERGENECOŞAR Sabri@metsan.com.tr rak gördüklerini söyleyerek reklamlarını yapıyorlar. Stajerler iş basvurusu yapıp staj yerinde kalmak istediğinde ise tecrüben yok, yabancı dilin çok az, veya 4 yıllık üniversite mezunu olmalısın diyerek başlarından savıyorlar. Bu firmalara tabiî ki stajdan iş başı yapan öğrencilerde var ama onların sayısı %8′i geçmez. Bir yılda 100 stajer al, kullan ayak işleri yaptır, maaş verme, sonra işe almamak için bin dereden su getir. Eğer 2023-2035 hedeflerine ulaşmak için lojistiğe ne kadar çok ihtiyacımız varsa sektöründe staj dan yetişecek ve bizleri daha ileriye götürecek öğrencilere ihtiyacımız var. Onları yalnız bırakmayalım ve taşın altına elimizi bizde koyalım. Biz yetiştirdiğimiz zaman fidanlar orman olur. Bir fidan bile dikmezsek toprağa o zaman nasıl bekleriz ormanların gölgesinde dinlenmeyi.


Yangın ve Patlama Riski Artıyor Dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden Allianz Group, küresel işletmelerdeki olası riskleri inceledi. Allianz Global Corporate & Specialty uzmanlarının araştırmaları sonucunda ortaya çıkan İş Dünyası Risk Raporu’nda dikkat çeken risklerin başında, işlerin kesintiye uğraması, doğal felaketler ve yangın geliyor. Geçtiğimiz yıl riskler arasında 10’uncu sırada yer alan “yangın ve patlama riski” bu sene yedi sıra birden yükselerek 3’üncü sıraya yerleşti. Sigorta sektöründe dünyanın önde gelen sigorta ve finans şirketlerinden Allianz tarafından hazırlanan risk raporu, işletmelerin karşılaşabileceği riskleri sıralıyor. İlki 2011 yılında hazırlanan raporun ikincisi, 28 ülkeden 500’ü aşkın Allianz uzmanının katılımı ve değerlendirmesiyle hazırlandı. 2012 Allianz İş Dünyası Risk Raporu’na göre uzmanların yüzde 45.7’si şirketleri bekleyen risklerin zirvesine işlerin durma noktasına gelmesini koyuyor. İkinci sırada yüzde 43.9 ile doğal felaketler gelirken, yangın riski yüzde 30.6 ile üçüncü sırada yer alıyor. 2011 yılında listenin en üstlerinde yer alan ekonomik risk başlığı bu sene çeşitlendirilerek piyasa dalgalanmaları, piyasada durulma, Euro bölgesinde kırılma gibi alt kırılımlara ayrılırken, söz konusu unsurların da şirketler için halen yüksek risk potansiyeli taşıdığına dikkat çekiliyor. İlk 10 risk

2012 İş Dünyası Risk Raporu küresel risklerde ilk 10 maddede, yüzde 45.7 ile işlerin durma noktasına gelmesi, yüzde 43.9 ile doğal felaketler; yüzde 30.6 ile yangın, patlama, yüzde 17.1 ile yasa ve düzenlemelerde değişiklik, yüzde 16.6 ile yoğunlaşan rekabet, yüzde 13.4 ile kalite düşüşleri ve seri hatalar, yüzde 12.6 ile piyasa dalgalanmaları (kur, faiz vb), yüzde 12.3 ile piyasanın durması veya gerilemesi, yüzde 12.1 ile Euro Bölgesi’nde kırılma ve yüzde 10.4 ile itibar veya marka değeri kaybı yer alıyor. Sektörlere göre riskler

Raporda sektörlere göre yapılan dağılımda ilk üç riskin istisnalar haricinde tüm sektörler için geçerli olduğuna dikkat çekilirken, üretimin hiç olmadığı ya da çok az olduğu tele-

komünikasyon ve IT gibi gibi bazı sektörlerde yangın riskinin daha düşük olduğu ifade ediliyor. Savunma ve havacılık sektöründe beklenen yoğun rekabet, sektörel risklerde piyasa dalgalanmaların önüne geçiyor. Kimya ve Eczacılık sektöründe yaşanan yasa ve düzenlemelerdeki değişiklikler sektörü önemli derecede etkilerken, yanıcı maddelerin yoğun kullanılmasından dolayı yangın ve patlama riski bu sektörde daha da öne çıkıyor. Euro Bölgesi’ndeki muhtemel bir kırılma ise Finans sektörünün ilk sıraya koyması gereken risk olarak gösteriliyor. Denizcilik ve taşımacılık alanında hırsızlık ve yolsuzluk ilk risk olarak gözükürken, yenilenebilir enerji alanında yasa ve düzenlemelerdeki değişikler listenin ilk sırasında yer alıyor. Telekomünikasyon, Bilgi Teknolojileri ve Teknoloji sektöründe enerji kesilmeleri önemli riskler arasında işaret ediliyor. Sektörlere göre riskler

HAVACILIK İşlerin durması Doğal felaketler Yoğunlaşan rekabet Piyasa dalgalanmaları Yangın ve patlama

%53 %35 %26 %21 %18

KİMYA VE ECZACILIK İşlerin durması %51 Doğal felaketler %30 Yasa ve düzenlemelerde değişiklik %28 Yangın ve patlama %26 Kalite düşüşleri, hatalı üretim %26 FİNANSAL SERVİSLER Euro Bölgesinde Kırılma %36 Doğal felaketler %33 Yasa ve düzenlemelerde değişiklik

%31 Kredi olanakları İşlerin durması

%26 %21

DENİZCİLİK VE TAŞIMACILIK Doğal felaketler %38 Hırsızlık, yolsuzluk %38 İşlerin durması %31 Yangın ve patlama %31 Yoğunlaşan rekabet %31 YENİLENEBİLİR ENERJİ Doğal felaketler %43 İşlerin durması %43 Yasa ve düzenlemelerde değişiklik %43 Kalite düşüşleri, hatalı üretim %37 Yangın ve patlama %30 TELEKOMUNİKASYON, TEKNOLOJİ, BİLGİ TEKNOLOJİLERİ Doğal felaketler %42 İşlerin durması %42 Teknolojik yenilikçilik %42 Sanal suçlar, IT hataları %38 Enerji kesilmeleri %21 Eylül 2013

67


LOJİSTİK

Mars logıstıcs bilgi güvenliği yönetim sistemini ISO 27001 ile belgelendirdi! Mars Logistics; yürüttüğü titiz ve başarılı çalışmalar sonucunda dünya üzerinde geçerliliği olan, kurumlara etkin bilgi güvenliği yönetiminin nasıl yapılması gerektiği konusunda standartlar getiren ve Türkiye`de henüz çok az sayıda kurumda bulunan ISO 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi Belgesi`ni almaya hak kazandı. Kara, hava, deniz ve demiryolu nakliyesi, fuar ve etkinlik lojistiği, proje taşımacılığı, gümrükleme, sigorta, depolama ve diğer tüm lojistik hizmetlerini kusursuz olarak sunan, sektörde sayısız farklılıklar yaratan, sürekli büyüyerek müşterilerine yenilikler sunan ve müşteri bilgilerinin güvenliğine büyük önem veren Mars Logistics, sahip olduğu (ISO 9001, ISO 14001 ve OHSAS 18001, ISO 10002)yönetim sistemleri standartlarına son olarak ISO 27001 Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi belgesini ekledi. Bilgi Güvenliği Yönetim Sisteminin koruduğu maddelerden gizlilik ile şirket bilgi varlıklarına yetkisiz erişimin engellenmesi, bütünlük ile bilgilerin doğruluğunun ve tamlığının sağlanması, erişilebilirlik ile de ihtiyaç olduğunda bilgiye ulaşılabilmesi sağlanacaktır. Uzun süredir bu önemli belgeyi almak için çok yoğun ve titiz çalışmalar yaptıklarını belirten Mars Logistics Genel Müdür Yardımcısı Ali Tulgar;“ISO 27001, Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi (Information Security Management System) bilgi varlıklarımızı korumamıza ve özellikle de müşterilerimize güven vermemize yardımcı olur. Bu standart, Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemimizi oluşturmak, uygulamak, işletmek, izlemek, incelemek, sürdürmek ve geliştirmek için süreç yaklaşımını benimser. Bilgi güvenliği, şirketlerin en büyük hazineleri olan verileri-

68

Eylül 2013

nin her koşulda gizliliğinin, ulaşılabilirliğinin ve bütünlüğünün korunmasını, ayrıca iş sürekliliği ve felaket durumlarında kaybın en aza indirilmesini amaçlar. Gelişen teknolojiyle birlikte, özellikle büyük kurumlarda yaşanan güvenlik sorunları, iş sürekliliğiyle ilgili ciddi problemlere yol açarken kurumların pazar kaybı, müşteri ve iş ortakları karşısında güven yitirmesine bile neden olabilmektedir. Özellikle kurumun itibar ve güvenilirliğinin geri kazanılması, yitirilmemesi için alınacak olan önlemlerden her zaman daha pahalıya mal olmaktadır. İşte bu çok önemli noktadan hareketle Bilgi Güvenliği Yönetimi konusunda tüm standartlara sahip bir kurum olduğumuzu belgeleyebilmek için, ülkelere göre özel tanımlar içermeyen ve uluslararası bir standart olan ISO 27001 Belgesi`ni almak üzere başvuruda bulunduk. Sistemin oluşum sürecinde şirketimize ait bilgi varlıkları tek,tek tespit edilmiştir. Bu bilgilerin sınıflandırılarak, özellikle gizli bilgilerin korunma düzeyinin artması sağlanmıştır. Yetkisiz erişimler hem sistemsel olarak hem de fiziksel ola-

rak engellenmiştir. Belge ile müşteriye sunulan hizmetler sonucu ortaya çıkan bilginin güvenliğini, ilgili yasa ve düzenlemelere göre sağlamayı taahhüt etmiş bulunuyoruz.” dedi. ISO 27001`in bilgi varlıklarınızın gizliliği, erişilebilirliği ve tutarlılığının sağlanmasına yönelik olarak risk yönetimini, risk işleme planlarını, görev ve sorumluluklarını, iş sürekliliği planlarını, acil durum olay yönetimi prosedürlerini hazırlama ve uygulamada da bunların kayıtlarının tutulmasını gerekli kıldığını belirten Ali Tulgar; “ISO 27001 belgesi ile şirket bilgileri üzerinde oluşabilecek tehditler risk analizi ile tanımlanarak, risklerle doğru orantılı şekilde, gerekli önlemlerin alınması sağlanmıştır. Belge ile sadece Mars Logistics’e ait olan operasyonel ve kişisel bilgilerin değil, aynı zamanda müşterilere ait bilgilerin de korunması sağlanmıştır. Bu koruma şirket çalışanları, tedarikçiler ve diğer üçüncü taraf kişi ve kuruluşlar dikkate alınarak tasarlanmıştır. Standart kapsamında şirket personelimizin de konuyla ilgili bilgi ve bilinç düzeyi arttırılmıştır.”


Dağ Fare Doğurdu ! Kasko poliçelerinde yeni uygulama günlerce konuşulan,insanların merakla beklediği,hatta poliçelerini beklettiği kasko teminatları ve içeriği ile ilgili değişiklikler uygulanmaya başlandı. Benim açımdan tam bir hayal kırıklığıydı doğrusu. Artık her keseye, her model araca göre bir poliçe yapılabilecek, sigortalılar belki bazı teminatlardan feragat edecek, belki belli rakamlara kadar hasar ödemesine razı gelecek ama primini ödemeye gücü yeteceği bir kasko poliçesi satın alabilecek zannettik. Ama böyle olmadı. Sigorta şirketleri kendi çıkarları doğrultusunda daha önceleri başlarını ağrıtan birkaç konuyu değiştirip yollarına devam etmeyi tercih ettiler.Üzülerek söylemeliyim ki sektöre çekidüzen vereceğini düşündüğümüz yabancı sermayeli şirketler , sektörü daha da kötüye götürüyor, geriye kalan yerli sermaye sigorta şirketleri de onları takip etmeye çalışmaktan daha ileriye gitmiyor.Özellikle Avrupalı sigorta şirketleri kendi ülkelerinde de bizim ülkemizde uyguladıkları stratejileri uygulayabiliyor ve keyfi uygulamalarını sürdürebiliyor mu? Avrupalıların Avrupalılara davranış biçimlerini görüp beğendiğimizden hatta özendiğimizden bahsediyoruz ve fakat Avrupalıların bizlere karşı tutumunu görünce de hayal kırıklığı yaşıyoruz. Bu konu uzun… Biz kaskodaki değişikliklere dönelim. En önemli değişiklik artık araç bedeli poliçe üzerinde yazmayacak, aracın tipi doğru olarak seçilecek ve karşısında da rayiç bedel yazacak.Uygulama böyle ama sıkıntılar var.Aracın ruhsatında yazan araç tipi ile kasko değer listesindeki araç tiplerini birbiriyle eşleştirmek bazen mümkün olmuyor. Önceden en azından aracın bedeli poliçe üzerinde yazıyordu da sigortalı araç bedelini görünce bir yorum yapabiliyordu. Bir de kasko değer listesinde bedeli olmayan araçlar var . Örneğin römorkların bedellerini gösteren bir liste neden yok anlaşılmaz ama sonuç olarak yok.Bu durumda da araç bedelini belirleyecek olan müşteri, nasılsa rayiç değer yazacak o zaman primim düşük olsun diye dü-

şük bedelle poliçe yaptırmaya çalışıyor.Peki neden bu değişiklik yapıldı? Nedeni gayet basit. Ağır hasarlı araçlarda yani aracın pert olması durumunda, sigortalı poliçe üzerinde yazan primini ödediği bedel üzerinden ödeme yapılmasını istiyorken, sigorta şirketleri haksız zenginleşmeye engel olmak amacıyla aracın piyasa bedelini ödemek istiyordu. Ne yazık ki; bu bedeli belirlerken doğru tespitler yapmayarak sigortalıları çileden çıkartan şirket sayısı da az değildi.Sonuç olarak konu uzuyor çoğu zaman bir noktada buluşulup süreç tamamlanıyordu ama uzlaşmanın sağlanamadığı durumlarda olay yasal mercilere taşınıyor sigortalı poliçede yazan bedeli talep ediyordu.Şimdi sigorta şirketleri poliçeye bir bedel yazmayarak uzlaşmaya başlarken 1-0 öne geçmiş oldu. Artık sigortalı sadece sigorta şirketinin yapmış olduğu rayiç değer sonucuna itiraz edebilecek, rayiç bedelin belirlenmesi ile ilgili şartlar da poliçe üzerinde yazacak.Bu konuyla ilgili olarak eksperlerin başı biraz daha fazla ağrıyacak gibi görünüyor,hayırlısı. İkinci önemli değişiklik ise hasar gören araçların onarılacağı yerin tespit edilmesi ile ilgili.Artık hasardan sonra aracın nerede onarılabileceği hangi parçaların onarımda kullanılabileceği poliçenin üzerinde açıkça yazacak.Önceden şirketler , çeşitli alternatif onarım teklifleri alarak, sigortalıların araçlarını onartmak istedikleri servislerden çıkartmaya çalışıyorlardı ya da araç için buldukları alternatif onarım rakamı kadar ödeme yapacaklarını daha fazla bir bedele razı olmayacaklarını belirtiyorlardı.Haklı olarak poliçelerinde böyle bir kısıtlaması olmayan sigortalılarda bu uygulamaya karşı çıkıyor ve araçlarını istedikleri serviste orijinal parçalarla onartmak istiyorlardı.Bu durum onarım sürecini uzatıyor , sigortalıların daha uzun süre araçsız kalmalarına neden oluyor ve çeşitli tatsızlıklara yol açıyordu. Şimdi bu konu poliçelerin üzerinde açıkça yazacak.Onarım yeri hususunda alternatifi oldukça fazla olan şirketler olduğu gibi eskisi gibi devam eden şirketlerde var.Seçeneklerin ara-

Ömür Şeker omur@yildirimanaliz.com.tr sında istediğiniz serviste orijinal parçalarla onarım yapma hakkınız da var sigorta şirketinin anlaşmalı servislerinde eş değer parça ile onarım yaptırabilme durumunuz da var.Tabi bu seçeneklere göre fiyatlarınız değişiyor. Sigorta şirketleri en uygun fiyatlarını anlaşmalı özel servislerinde eş değer parçalarında kullanabileceği seçeneklere veriyor.Poliçelerinizde bu kısmı çok iyi okuyup onarım ile ilgili seçeneğin size uygun olup olmadığını mutlaka kontrol edin ki hasar anında sürprizle karşı karşıya kalmayın. Bana ayrılan köşemde sizlere bahsetmem gereken belli başlı değişiklikler özetle bunlar.Yani sizinde gördüğünüz gibi çok güzel oldu bizde tam bunu bekliyorduk diyebileceğimiz bir değişiklik yok.Beklentilerimizi karşılamaktan çok uzak poliçe sayısını arttırmaya faydası olmayan birkaç düzenleme. Neredeyse unutuyordum çooook önemli bir değişiklik daha oldu ve sonunda kemirgen hayvanların araçlara verdiği zararlarda teminata eklendi ve ülkece çok önemli bir sorunumuz daha çözülmüş oldu.Hepimiz heyecanla bu teminatın eklenip eklenmeyeceğini bekliyorduk,eklenince derin bir oh çektik.Allah korusun ya arabamızı fare yeseydi ne yapardık. Hasardan uzak bol kazançlı günler dilerim.

Eylül 2013

69


MAKALE

Gıda ve Soğuk Zincir Lojistigi Gıda maddeleri kritik ürünlerdir. Bozulabilir, sağlığa zarar verebilir ve hatta öldürebilir. Özellikle et ve et ürünleri, balık, süt, yoğurt, peynir gibi gıda maddeleri bozulmaya duyarlı yapıya sahip olduklarından daha kritik ürünlerdir. Öncelikle gıda ürününü çok iyi tanımlanması, depolama, taşınma ve teslim-tesellüm işlemlerinde standartların oluşturulması gerekir. Çoğu gıda ürününün farklı muhafaza sıcaklığı vardır. Örneğin şarküteri ürünleri 0-4 °C, sebze ve meyveler 8-12 °C, açık ve paketli et ve balık ürünleri 1 °C, donuk ürünler -5 °C -18 °C arasında muhafaza edilirler. Diğer taraftan TÜİK verilerine göre meyve/sebze kayıpları ülkemizde % 30-40 (10 milyon ton/yıl) olup, bu oran gelişmiş ülkelerde % 5-10 civarındadır. Etkin planlama yapılamaması, bilgi eksikliği, taşıma ve depolama koşullarındaki hatalar nedeniyle iadeler ve fireler çok yüksektir. Talep planlama çalışmalarını yetersizliği sonucu yüksek stok miktarları, lojistik maliyetler ve raf ömrü dolması sonucu imhalar ile talebin karşılanamaması kaynaklı satış kayıpları olmaktadır. Tarladan elde edilen veya hayvansal olan gıdalar hasat veya kesim sonrası mutlak surette bozulma süreci içine girerler. Bu bozulma; mikro organizmalar sonucu, enzimlere bağlı reaksiyonlar sonucu veya oksitlenmeye bağlı olarak gerçekleşebilir. Gıda Güvenliğinin ana amacı; gıda maddelerinin kalitesinin korunması, bozulma ve kalite kaybının önlenmesidir. Gıda güvenliği “tarladan sofraya” kavramı içinde değerlendirilmeli ve her aşamada gıdaların denetimine önem verilmelidir. Gıda maddelerinin uygun koşullarda üretilmesi tek başına yeterli olmamaktadır. Özellikle depolama, taşıma ve satış noktalarında gıda maddelerinin kuralına uygun biçimde korunması gerekir. Gıda güvenliği ilgili başlıca standartlar “ISO 22000: 2005 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi” ve ATP antlaşmasıdır. ISO 22000 standardının temelini oluşturan HACCP (Hazard Analysis Critical Control Points) yaklaşımı kritik kontrol noktaları tehlike analizini gerçekleştirmekte ve önletici önlemler gerektirmektedir. Bu sistem gıda üretimi, muhafazası ve satışı yapan işletmeler ile gıda iş-

70

Eylül 2013

letmelerine destek veren tedarikçilerde uygulanmalıdır. Ürün güvenliğini etkileyen biyolojik, fiziksel ve kimyasal tehlikeleri önlemeye yönelik koruyucu bir sistemdir. Bozulabilir Gıda Maddelerinin Uluslararası Taşımacılığı ve Taşımalarında Özel Araçların Kullanımı Antlaşması (ATP), 1 Eylül 1970 tarihinde Cenevre’de imzalanmış, 21 Kasım 1976’ da yürürlüğe girmiş ve ülkemiz taraf olmuştur. Antlaşma, bozulabilir gıda maddelerinin uluslararası taşımacılığında, antlaşma kapsamına giren gıda maddelerini belirlemekte ve ilgili taşımalarda kullanılacak araçlarla ilgili sınıflandırma, fiziksel özellikler ve yalıtım uygulamaları ile işaretlendirme uygulamalarını tanımlamakta, taşıma standartlarını belirlemektedir. Gıda lojistiği, gıda maddelerinin paketleme, taşınma ve depolamalarında gıdanın özelliklerine uygun koşullarda (sıcaklık ve nem) korunmasıdır. Bu koşulları sağlayacak ekipman ve araçların bakımı ve kontrolü son derece önemlidir. Sıcaklık / nem değişim ve dalgalanmaları, ürünlerin fiziksel, duyusal ve kimyasal yapıların-

Prof.Dr. Mehmet TANYAŞ Maltepe Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Bölüm Başkanı Lojistik Derneği (LODER) Başkan Yardımcısı mehmettanyas@gmail.com

da mikroorganizma faaliyetleri oluşturarak değişime neden olduğundan soğuk zincirin önemi büyüktür. Gıdaların üreticiden tüketiciye kadar özelliklerini ve gıda güvenliği kriterlerine uygunluğunu koruyabilmesi için gerçekleştirilen soğuk muhafaza, soğuk taşıma ve benzeri işlemlerin tamamına Soğuk Zincir denir. Gıda maddesinin özelliğine göre fiziksel, kimyasal ya da mikrobiyolojik açıdan öngörülen sürede bozulmayacak şekilde uygun paketlenmesi, süre, sıcaklık, nem, ışık gibi gereklerin sağlanması zorunludur. Soğuk zincir sistemi yüksek sıklıkla dağıtımı gerektirir. Sevkiyatın büyüklüğü bir koliden bir TIR yüküne kadar değişiklik gösterebilir. Ülkemizde lojistik hizmetlerdeki dış kaynak kullanım oranının düşük olmasının yanı sıra lojistik hizmet veren firmalar bazında sektöre ve müşteriye özel çözümler üretmede yetersizlikler bulunmaktadır. Sektörde farklı üretici firmalar arası ürün konsolidasyonu ve ortak lojistik operasyonlar azdır. Lojistik hizmet verenler arasında da bir işbirliği (networking) oluşturulamamaktadır. Bütün bunlara rağmen lojistiğin uzman kuruluşlara bırakılmasında yarar vardır. Gelecek müşteri hizmet düzeyini düşürmeden lojistik maliyetleri azaltmak üzerine olacaktır. Gıda lojistiğinde gıda ve soğuk hava


depoları yükleme-boşaltma rampalarında körük kullanımı, sıcaklık değişimini önlemek açısından önemlidir. Kapılarda alarm sistemleri bulunmalı ve yerden tahrikli şekilde açılır kapanır olmalıdır. Araç kapıları açıldığında araç ve ürün ısı sıcaklık kontrolü anında yapılmalı, kabul edilebilir ısı değerlerindeki ürün ve araç sıcaklıkları irsaliye üzerine yazılmalı, soğuk zincirin kırıldığı sıcaklıklarda hemen müşteri ile temasa geçilerek, ürünün reddine ya da kabulüne dair yazılı talimat alınmalıdır. Giriş-çıkış işlemlerinin kısa sürede yapılması için gelmesi beklenen ürünlerin sisteme beklenen sipariş olarak girişi yapılmalıdır. Problemli olmayan ürünler, kabul işlemi için ön soğutma alanına alınarak fiziki ve sayısal kontrolleri yapılmalı, soğuk ürünler soğuk depolara ve donuk ürünler donuk odalardaki yerlerine hızla yerleştirilmelidir. Entegre ve zamana duyarlı lojistik performansı temel ilke olmalıdır. Müşteriler ürünlerinin stok durumlarını, hareketlerini (hangi tarihte, hangi üründen, ne kadar, nereye teslim), son kullanım tarihlerini internet üzerinden kendilerine verilecek şifre ile gerçek zamanlı olarak takip edebilmelidir. Bu çerçevede yoldaki araçlar da takip edilmeli ve yönlendirebilmelidir. Lojistik hizmet alan ve veren firmalar arası bilgi akışının sürekliliği sağlan-

malıdır. Gıda lojistiğinde firmalar arası işbirliği önemlidir. Üretici, lojistik hizmet veren ve müşteriler arası ortak iş yapabilme kültürünün yaygınlaştırılması, bilgi paylaşımı ve ortak planlama yapılarak tüm sürecin etkinliğinin ve verimliliğinin arttırılması gerekmektedir. Ürün kabul alanları, depolama alanları, ürün toplama alanları ve ön soğutma alanlarının hacim ve yerleşim düzeni açısından darboğazlara neden olmayacak şekilde iyi planlanması ve yönetilmesi gerekir. Bu noktada doğru bilişim yapısının kurulması esastır. Verilerin gerçek zamanlı takibinin yapılması gerekmektedir. Ürünler ilk giren ilk çıkar (FIFO) kuralı ile sevkiyata hazırlanmalıdır. Ancak sistemsel eksikliklere sonucu depolarda FIFO doğru şekilde uygulanamamaktadır. Personelin soğuk zincir lojistiği konusunda bilinçlendirilmesi, bilgilendirilmesi ve eğitimine önem verilmelidir. Çünkü personel ekipmanları kullanırlar, kalibrasyonları ve bakımlarını yaparlar, gerekli hijyenik ortamın sürdürülmesini sağlarlar, kayıtları tutarlar ve prosedürlerin doğru uygulanmasından sorumludurlar. Soğuk zincir lojistiğine yönelik meslek okulları açılmalıdır. Ülkemizde soğuk zincir lojistiğinin nasıl denetleneceğinin netleşmesi ge-

rekmektedir. Özellikle satış noktalarında gıdaların doğru bir şekilde korunmasında sorunlar bulunmaktadır. Buralardaki ürün havuzlarında ürünlerin uygun miktarda saklanabileceği doluluk oranlarına dikkat edilmemektedir. Akşamları soğuk reyonların perdelerinin çekilmesi, soğuk hava üfleme yönlerinin doğru olması ve mağaza soğuk depolarının derece kontrollerinin merkezi yapılması gerekmektedir. Soğuk taşıyıcı araçlar, soğuk odalar, sıcaklık ölçüm cihazları vb. ekipmanların sertifikasyon, kalibrasyon, bakım ve kontrolleri ile dokümantasyonu son derece önemlidir. Tüm kritik kontrol noktalarında yapılan ölçümler kaydedilmeli ve saklanmalıdır. Data logger kullanılarak çapraz kontrol yapılmalıdır. Depolarda tüm motorlu araçların elektirikli olması gerekir. Kullanılmayan depolarda derece uyum sıkıntısı yoksa enerji tasarrufu açısından ürün birleştirmeleri yapılmalıdır. Soğuk depolarda sıcaklığa bağlı renk değiştiren plakalar bulunmalıdır. Taşıma sırasında ürünlerin araç içi sabitlenmesi sağlanmalıdır. Taşıma öncesi ön soğutma yapılmalıdır. Soğuk zincirin tüm aşamalarında yüksek hassasiyet ve sosyal sorumluluk kaçınılmaz bir zorunluluktur. Soğuk zincir kırıldığı anda artık Güvenli Gıdadan bahsedilemez.

Eylül 2013

71


DIŞ TİCARET

“Çamaşır suyunu bile maalesef ithal ediyoruz” Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON), 11. Başkanlar Kurulu Toplantısı’nı bu yıl Şanlıurfa’da gerçekleştirdi. Tüm bölgelerden 300 işadamının katıldığı toplantı yoğun ilgi gördü.

TUSKON Başkanı Rızanur Meral, organizasyonda iş dünyasına çok önemli mesajlar verdi. Türkiye’nin üretmeden ayakta kalamayacağının altını çizen Meral, “Bu sadece Türkiye için değil, dünya için geçerli. Üzülerek söylüyorum, çamaşır suyumuzu bile ithal ediyoruz. Türkiye’nin üretmekten başka çaresi yok. Kendi ürünümüze güvenmemiz lazım” dedi. Merkez Bankası’nın tedavi yöntemleri geçici olur, zihniyetimiz değişmeli

Türk ekonomisinin, FED Başkanı Ben Bernanke’nin sözlerine bağlı olmaması gerektğini ifade eden TUSKON Başkanı, “En hızlı büyüyen ekonomiyiz ama en kırılganı da biziz. Bunun tek nedeni var, dış ticaret açığı. Bunu değiştirmek için sadece Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalar yeterli olmaz. Şuurumuzu değiştirmemiz gerekiyor. Bunu yapabiliriz”dedi. Rüzgar dursa bile biz küreklere asılacağız

TUSKON Başkanı, Suriye’de yaşanan gelişmelerin Türk ekonomisine

72

Eylül 2013

etkileri ile ilgili, “Rüzgar dursa bile, bizler durmak yok küreklere asılacağız. Yeni pazarlar bakacağız. Yurt dışındaki fuarlara katılacağız. Gitmediğimiz yerlere gideceğiz ve alternatif pazarlar oluşturacağız. Dünya pazarı çok büyük. Her yerde alıcılar var. Her yerde ithalatçılar var. Bunlar yeni üreticiler arıyorlar. Yeni markalar arıyorlar. Dolayısıyla biz ümitsizliğe kapılmadan, Suriye’nin yerini alabilecek pazarlar oluşturmamız lazım. Bunu yapabiliriz. Biz Suriye’nin telafi edilebileceğine inanıyoruz. Ama arzumuz ve dileğimiz bir an önce kardeş kavgasının sona ermesi ve tekrar Suriye’nin eski güzel, huzurlu günlere dönmesi dedi. Avrupa’yı ihmal edemeyiz

Rızanur Meral, Avrupa’da yaşanan krizin ardından burada bir toparlanmaya gidildiğinin altını çizerek şöyle konuştu: “Bazı ülkelerde büyümenin başladığını ancak şu haliyle bile tüketimi ve ithalatının küçük olmadığını belirten TUSKON başkanı, “Öncelikle bizim Avrupa’yı hiçbir şekilde ihmal etme küçük görme küçümseme lüksü-

müz yok. Bu kadar önemli bir komşuyu, bu kadar zengin bir komşuyu bizim ihmal etmememiz lazım. Burayla ilişkilerimizi hem seviyeli hem sıcak tutmamız lazım. Oradaki fırsatlardan istifade etmemiz lazım. Bugün Afrika’nın dünya ticaretindeki toplam payı yüzde 3. Avrupa’nın 4’te 1’i. Yani bu aradaki farkı görebiliyorsunuz. Dolayısıyla hemen başımızdaki Avrupa’daki yüksek fiyatlı yüksek kalite standardındaki ürünler alıcı buluyor ve bunlardan para kazanıyorlar. Dolayısıyla bizim hiçbir yer bizce Avrupa’nın alternatif olarak görülmemeli. Tamamlayıcısı ama Avrupa Avrupa’dır. Meral,Dünya ticaret hacmi küçülmüyor büyüyor. Ama ticaretin yapıldığı coğrafyalar değişiyor. Yeni coğrafyaları iyi keşfetmek lazım. Oralara mal satmak lazım. Onun için de çok fazla yurtdışı heyetlere katılmaları lazım. Heyetlerle görüşmeleri lazım. Fuarlara özellikle katılmaları lazım ki kendi ürünlerini tanıtabilsinler. Böylece Türkiye’deki mükemmel ekonomideki iniş çıkışlardan da bölgemizdeki iniş çıkışlardan da küresel dalgalanmalardan en az etkilenecekler diye düşünüyorum


Türkiye’de “Afete Dirençli” Şirketler Programını Başlattı Pilot Program, Alınan Dersleri ve Dünya Genelinden En İyi Uygulamaları Yansıtıyor

ABD Ticaret Odası Vakfı’nın Kurumsal Vatandaşlık Liderlik Merkezi (BCLC) ve UPS (NYSE:UPS), bugün, Türkiye’de afete dirençli şirketler oluşturulmasına, hazırlık yapılmasına ve afet sonrası iyileşme sürecini hızlandırmaya yardımcı olmak üzere “Sağlam KOBİ” pilot programını başlattı. Dünya Ekonomi Forumu, Doğal Afet Riskleri Global Gündem Konseyi üyesi olarak UPS Vakfı, 460.000 dolarlık bir bağışta bulunarak bu girişimi destekledi. ABD Ticaret Odası Vakfı Başkan Yardımcısı Alfonso Martinez-Fonts, “Bu proje, her iki ülkenin insanlarına ve ekonomilerine büyük bir fayda sağlamaktadır. Sağlam Kobi sadece afete karşı direnç sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda her iki ülkenin kamu ve özel sektörleri arasındaki iletişimi, işbirliğini ve iyi niyeti de geliştirecek.” dedi. Türkiye, geçtiğimiz on yıl içerisinde yaklaşık 2.9 milyar doların üzerinde maliyete neden olan depremler nedeniyle yüksek riske sahip bir doğal afet bölgesi. Bu nedenle, Dünya Ekonomi Forumu Global Gündem Konseyi, küçük ve orta ölçekli işletmeler ara-

sında doğal afetlere karşı direnci işbirlikçi bir yaklaşım geliştirmek için Türkiye’yi pilot ülke olarak tavsiye etti. Bu yeni girişim, sivil toplum ve özel sektör arasındaki işbirliğini geliştirecek ve toplumun afet sonrasında iyileşme sürecini destekleyecek. UPS Vakfı Başkanı Eduardo Martinez, “Bu girişimin; Türkiye’de daha güçlü ve güvenli işletmeler ve topluluklar yaratmaya yardımcı olmasının yanı sıra, uluslararası ticaret topluluğunun da global ölçekte daha hazırlıklı olmasına yardımcı olacağını umuyoruz. İnsani Yardım Programı’nın bir parçası olarak; yardım becerilerinin gelişimini ve ABD Ticaret Odası Vakfı’nın Kurumsal Vatandaşlık Liderlik Merkezi, Dünya Ekonomi Forumu gibi düşünce liderleri ile birlikte çalışmanın yollarını arıyoruz” dedi. UPS Türkiye Ülke Müdürü Mike Harrell, “Sunduğumuz lojistik çözümlerle küçük ve orta ölçekli işletmeleri büyümeleri ve yeni pazarlara açılmaları için destekliyoruz. Bu programla, hem işletmelerin daha güçlü, afete dirençli ve sürdürülebilir olmalarına katkı sağlayacağız, hem

de Türk ihracatının ve ekonomisinin büyümesine destek olacağız’’ dedi. Pilot program, kamu ve özel sektörü, sivil toplumu ve hükümeti içeren kıtalar arası ve geniş kapsamlı bir işbirliği. UPS’in Türkiye’deki yönetim ekibi bu programı BCLC, Başbakanlık Ofisi, AFAD Türkiye’nin acil durum dairesi, İstanbul Ticaret Odası (İTO) ve Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği (KSS Türkiye) ile birlikte koordine edecek. Girişim ayrıca Türkiye’deki toplum liderleri ve sivil toplum örgütleri ile de güçlü ortaklıklar sağlayacak. BCLC Mayıs 2000′de şirketlerin afet direncine yönelik benzersiz bir sisteme öncülük etti ve o zamandan beri ABD’nin dört bir yanındaki küçük ölçekli işletmeler ve yerel ticaret odaları ile ortak çalışmalar yürütüyor. Şirket sahiplerine güvenlik ve direnç tedbirlerini öğreten bir ADŞ kiti olan bu sistem; büyük bir doğal afet öncesine, sırasına ve sonrasına yönelik soruları yanıtlıyor. Afet Yardım Masası; hazırlık ve tepkiyi arttırmak için kamu, özel ve kar amacı gütmeyen örgütler arasında işbirliği oluşturmaya yönelik bir yöntem içermekte.

Eylül 2013

73


EĞİTİM

“Türkiye ticaret ve yatırım yapmak için en cazip ülkelerden biri” Amerikan Şirketleri Derneği’nin (AmCham Türkiye/ABFT) 9′ncu yıl gala gecesi Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın katılımı ile gerçekleşti. ABD Ankara Büyükelçisi ve ABFT Onursal Başkanı Francis J. Ricciardone, General Electric Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Jeffrey R. Immelt, Citibank Türkiye Genel Müdürü ve ABFT Yönetim Kurulu Başkanı Serra Akçaoğlu ile yönetim kurulu üyelerinin yer aldığı gece, siyaset ve iş dünyasını bir araya getirdi. Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik, politik ve kültürel ilişkilerin değerlendirildiği gecede, iki ülke arasında yaşanan ekonomik gelişmeler katılımcılarla paylaşıldı.

ABD’li şirketlerin Türkiye’de yatırım ve ticaret ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla 2004 yılında temelleri atılan, iki ülke arasında saygın ve etkili bir iş ortaklığı köprüsü kurmak için çalışmalarını sürdüren Amerikan Şirketleri Derneği’nin (AmCham Türkiye/ABFT) 9′ncu yılı görkemli bir gala gecesi ile kutlandı. Üst düzey bürokrat ve 300′e yakın sektör profesyonellerini bir araya getiren geceye Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, ABD Ankara Büyükelçisi ve ABFT Onursal Başkanı Francis J. Ricciardone, General Electric Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Jeffrey R. Immelt, ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter, Citibank Türkiye Genel Müdürü ve ABFT Yönetim Kurulu Başkanı Serra Akçaoğlu ile yönetim kurulu üyeleri katıldı.

“TÜRKİYE’DEKİ HER 3 ABD’Lİ ŞİRKETTEN 2’Sİ YENİ YATIRIM DÜŞÜNÜYOR” Amerikan Şirketler Derneği(ABFT) Yönetim Kurulu Başkanı Serra Akçaoğlu gerçekleştirdiği açılış konuşmasında Türkiye ve ABD arasındaki ticarette büyük potansiyel bulunduğuna dikkat çekti. Amerikan Ticaret Bakanlığı’nın Türkiye’yi Avrupa kıtasında en öncelik

74

Eylül 2013

verdiği yedi pazar arasında gösterdiğini belirten Akçaoğlu: “Geçtiğimiz 5 yılda Türkiye – ABD arasındaki dış ticaret 16 Milyar Dolar’dan yaklaşık 20 Milyar Dolar’a yükseldi. Aynı süre zafında, ABD ticaretinin toplam ticaretimizdeki payı %5’den %6’ya çıktı. Tüm bu veriler ikili ticarette kaydettiğimiz ilerlemeyi işaret ederken, daha yapabileceğimiz birçok çalışma ve atılacak pek çok adım olduğunu da ortaya koyuyor.” dedi. Amerikan Şirketler Derneği olarak her iki ülke arasındaki iş ortamını desteklemeyi hedeflediklerini belirten Akçaoğlu: “ABFT’ye üye şirketlerin ülkemizde yaklaşık 37 milyar dolarlık yatırımı bulunuyor ve 60.000’in üzerinde bir istihdam sağlıyor. ABFT olarak gerçekleştirdiğimiz çalışmalar ışığında ülkemizde faaliyet gösteren her 3 Amerikan şirketinden 2’sinin Türkiye’ye yeni yatırımlar yapmak niyetinde olduğunu görüyoruz. ABFT olarak Türkiye ekonomisi, ticaret ortamı ve sürdürülebilir büyümeye katkı sağlamak üzere çalışmalarımızı sürdürmeyi hedefliyoruz.” dedi.

“YATIRIMLARA VERİLEN TEŞVİKLERDE DÜNYANIN EN CÖMERT ÜLKESİYİZ” Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Türkiye ile ABD arasındaki var olan siyasi ve ekonomik ilişkilerin çok daha ileri seviyeye taşınması noktasında Amerikan Şirketler Derneği ve Sivil Toplum Kuruluşlarının önemli çalışmalar gerçekleştirdiğini, bu çalışmaları çok önemsediğini ve desteklemeye devam edeceğini söyledi. Türkiye ile ABD’nin iki önemli müttefik olduğunu ifade eden Çağlayan, iki ülke arasındaki dostluğu “mükemmel” olarak nitelendirdi. ABD ile Türkiye arasındaki Ekonomik ve Ticari

Stratejik İşbirliği Çerçevesi’nin (ETSİÇ - FSECC) 4 temel üzerine kurulduğuna işaret eden Çağlayan, “Birincisi aramızdaki ticaretin hacminin artırılması. İkincisi aramızdaki ticarette karşılaştığımız sorunların çözülmesi. Üçüncüsü iş dünyasının Türkiye’den ABD’ye, ABD’den Türkiye’ye daha fazla yatırım yapmasının sağlanması. Dördüncüsü ise Türk ve Amerikan iş dünyasının üçüncü ülkelerde işbirliği yapmalarının sağlanması. Üçüncü ülkelerde yapılacak işbirliği her iki tarafın da mevcut kapasitelerini ve avantajlarını birlikte kullanması demektir” açıklamasını yaptı. Türk sanayisinin önemli bir zihniyet devriminden geçerek yüksek katma değerli, yüksek teknolojili ve markalı ürün yelpazesine geçeceğini belirten Çağlayan, “Teşvik sistemimize de tamamen bunu gerçekleştirecek şekilde düzenledik. Türkiye yatırımlara verilen teşvikler açısından dünyanın en cömert sistemine sahiptir” dedi. Türkiye’nin artık şampiyonlar liginde oynamaya karar veren bir ülke olduğunu ifade eden Çağlayan, “Türkiye ekonomik ve demokratik standartları son derece yüksek bir ülke haline gelecektir. Ayın 30′unda Sayın Başbakanımızın açıklayacağı yeni demokratikleşme paketi, bu konuda çok önemli mesajlar verecektir. Türkiye’nin standartlarını, halkımızın temel hak ve özgürlüklerini en iyi şekilde yükseltmek konusunda kararlıyız” diye konuştu.


Eyl端l 2013

75


EĞİTİM

Ne kadar tevazu iyidir? Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar derler ya, ne kadarı çok, ne kadarı karar? Nasıl karar vermeli? Michael Carroll, The Mindful Leader adlı kitabında tevazuyu liderin önemli bir yeteneği olarak ele alır. Liderler kendilerinden daha büyük bir şeyin parçası olduklarını anladıklarında her şeyi kontrol edemeyeceklerini görürler ve insani yönlerini göstermekten çekinmemeye başlarlar. Bu şekilde tevazu çerçevesinde çevrelerindekilerle etkileşime girerler ve kendilerine güvenerek yapabilecekleri en iyi işi çıkarırlar. Egolarını bir kenara bırakıp ana konsantre olmaları daha kolay olur. Carroll kitabında tevazuyu memnuniyetimizi ifade etme şeklimiz olarak betimliyor. Basit şeylerden keyif almayı tevazu sayesinde başarırız. Aynı şekilde, tevazu sayesinde hayatın zorluklarıyla, trajedilerle mücadele edecek gücü kendimizde buluruz. Mütevazı bir insansanız, hiçbir deneyimi aşağılamazsınız, hiçbir çalışma arkadaşınız değersiz değildir, hiçbir anınızı dikkatinizi vermeden geçirmezsiniz. Tevazu sizi her detaya özen göstermeye iter. Bir işi sıkıcı, yorucu, moral bozucu veya zaman kaybı olarak görüp es geçmek yerine baştan sona sabır gösterir, işi en ince noktasına kadar öğrenirsiniz. Liderler tevazu sahibi olduklarını nasıl gösterir?

Tevazu alçakgönüllülük anlamına gelir. Bir yandan kibir, kendini beğenmişlik ve snoblukla taban tabana zıt anlamlara gelirken, diğer yandan da aşırı alçakgönüllülük ve her yapılanı tolere edecek ölçüde hoşgörülülük olarak algılanmamalıdır. Aslında, tevazunun özünde kendini bilmek ve ona göre davranmak yatar. Mütevazı lider eğrisiyle doğrusuyla açık konuşur, hatalarını kabul edecek kadar kendine güvenir. ‘Biz şunları gerçekleştirdik, ileri de bunları yapaca-

76

Eylül 2013

ğız, geçmişimiz ortada bizden başarılı şirket yoktur’ gibi kendini dev aynasında gören söylemlerden uzak durur. Veriler ışığında konuşur, abartılı söylemlerden sakınır. Çevresindekilerin görüşlerine ve katkılarına açıktır, yetenekli insanları yakınında ister ve onların görüşlerine değer verdiğini her fırsatta gösterir. Ben merkezli kendi çıkarını gözeten yaklaşımlar ona göre değildir, şirketin ve toplumun başarısını her şeyin önünde tutar.

Her sorunun cevabını bilmediklerini kabul ederek… ve bildikleri cevaplarla yetinmeyerek Önlerine sunulan kimi zaman oldukça yüzeysel verileri analitik bir şekilde incelerler. Kendilerini tatmin eden bir cevaba ulaşana kadar da gerçeği aramaya devam ederler. Doğru cevabı alabileceği kişileri yanlarına çekerler Dürüst olmak, doğruyu söylemek ne kadar zor olursa olsun, kaybedecekleri büyük olsa dahi, tereddüt etmeden doğruları söyleyecek insanlara ulaşmayı hedeflerler. Doğruların peşinde olmak bir vasıftır, bir diğer vasıf da size doğrular söylendiğinde dinlemesini bilmektir. Şirket politikaları ve iş etiği üzerine


söylemlerini liderliklerine yansıtırlar Söylediklerinin arkasında duran bir felsefesi vardır mütevazı liderin. İnandığı şeyleri hayata geçirir ve değiştirmek istediği şeylerin öncülüğünü yapar. Çalışanlar ondan görüp örnek alır. Hiçbir zaman kendini kuralların üzerinde görmez.

nın kaç çocuğu var? Birkaç gündür işe gelmeyen kat görevlisine ne oldu hiç merak ettiniz mi? Belki yoğun iş rutininin içinde bu bilgiler size detay gibi gelebilir ancak en alt kademede çalışıp size önemli hizmetler getiren bu insanları yok saymak insani bir yaklaşım değildir.

Tek yol onun yolu değildir

İnsanları motive edeceğini düşündüğünüz davranışlar edinin

Başka yollara, yöntemlere ve yaklaşımlara açıktır. İlle de benim yaptığım doğrudur gibi bir dayatması yoktur. Daha başarılı veya koşullara uygun bir yol bulduğunda, yolunu değiştirebilir, değişime hızla adapte olur. Her seviyeden mentorlar arayışındadır

Lider her şeyi bilen insan değildir. Lider de iyi ve kötü yönleri, güçlü ve zayıf taraflarıyla etten kemikten bir insandır. Kendini geliştirmesi için onun da rol modellerine ihtiyacı vardır. Kendinden yaşça büyük ve deneyimli bir aile dostu, yüzme antrenörü veya kendinden tamamıyla farklı bir meslekten örneğin bir bilim adamı ona farklı perspektifler gösterebilir. Kendiyle ilgili daha çok şey paylaşır ve çevresindekilerle ortak noktalar yaratır

Liderlerin çalışanlarıyla arasına mesafe koyması sıklıkla görülen bir tavırdır. Disiplinli çalışmak, yapılan işi kontrol etmek ve hatalar olduğunda hesap sormak açısından mesafe koymak son derece anlaşılabilir bir yöntemdir. Oysa çalışan ve liderin iş dışı da paylaşımlarının olması daha sağlam bir iş ilişkisinin kurulmasına ve güven ortamının pekiştirilmesine olanak verecektir. Aynı sporu yapmak, maç veya opera seyretmekten keyif almak, aynı takımı tutmak veya hayatının belli bir evresinde aynı semtte veya yabancı ülkede kalmış olmak hızla kişileri kaynaştıracak. Birçok konuya ortak bir bakış açısı geliştirmeyi kolaylaştıracaktır. Lider beraber çalıştığı insanları yakından tanımak ister – sadece çalışan değil insan olarak görür

Bazen insanların tek isteği görülmektir. Şirketinizdeki güvenlik görevlisinin adını biliyor musunuz? Çaycı-

Bazen ufak jestler veya ilgilendiğinizi gösteren birkaç dakikanızı alacak davranışlar bile sizi çalışanlarınıza yakınlaştıracaktır. Örneğin, takımınızda yeni çalışmaya başlayan yeni mezuna toplantıda fikrini sormanız, onun getirdiği öneriye değer verdiğinizi göstermeniz ve herkesin önünde kendisine teşekkür etmeniz o kişinin size ve şirkete bağlılığını arttıracak, daha iyi performans göstermesini sağlayacaktır. Tevazu göstermek kolay iş değildir

Tevazu çoğumuzun hayranlık duyduğu ancak az sayıda profesyonelin layıkıyla yerine getirdiği bir meziyettir. Çevrenize bir sorun; ister iş dünyası olsun ister politika olsun her alanda mütevazı liderlere ihtiyaç olduğu söylenir ancak ‘fırsatınız olduğunda siz nasıl tevazu gösterirsiniz’ diye sorulduğunda kimsenin vereceği pek örnek yoktur. Forbes dergisinde yayınlanan yazıda hataları kabul etmenin ve tevazunun liderlikte önemi vurgulanıyor. Doug Guthrie and Sudhir Venkatesh tarafından kaleme alınan makalede 2004 Amerikan seçim kampanyasında o günkü demokrat başkan adayı - bugünün Dışişleri Bakanı - John Kerry’den bir gazeteci hata yaptığı bir konuyla ilgili bir örnek vermesini ister. Sorunun amacı bir lider olarak Kerry’nin karakterini anlamak ve Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush gibi asla hata yaptığını kabul etmeyen bir yapıda olup olmadığını saptamaktır. Kerry bu fırsatı değerlendiremez veya seçmeninin önünde zaafını ortaya çıkarmaktan çekinir ve Irak Savaşı’yla ilgili alınan yanlış kararların tamamıyla Cumhuriyetçilerin hatası olduğunu savunarak soruya cevap vermeyi tercih eder. Bir diğer deyişle, so-

ruyu cevapsız bırakır ve seçmenlere Bush’tan çok da farklı bir lider olmayacağı sinyalini verir. Kerry’nin tercihi aykırı bir yaklaşım değildir. Bilakis okul yaşamından itibaren hepimiz güçlü yönlerimizi göstermeye, kendimize her ne olursa olsun güvenmeye, ne kadar kendimizden emin olursak o kadar başarılı olacağımıza inanırız. Bazı liderler hata yaptıklarını kabul etmenin bir zaafiyet veya kifayetsizlik olduğunu düşünürler. Çoğu zaman dışardan tersi anlaşılır. Liderin hata yaptığını kabul etmesi ve hatayı düzeltmek adına yaptığı girişimler insanlara güven duygusu verir. Gerek müşteriler, hissedarlar gerekse çalışanlar her yapılandan haberdar ve elini taşın altına koyabilecek bir liderin şirketin başında olmasından memnun olurlar. ‘Bizim hatamızdı, gerekli önlemleri alarak size en iyi hizmeti getirmek yönünde çalışıyoruz’ gibi bir cümle duymak bizleri rahatlatır. Yöneticiye ve firmaya olan saygımız artar, kısa dönemde yatırımlarımız açısından belli çekincelerimiz olsa da, açıklıklarından dolayı onlara hayranlık duyarız.


A B O N E L İ K F O R MU 1 YILLIK ABONELİK BEDELİ 60 TL Adı Soyadı: T.C. Kimlik No: Doğum Tarihi: Mesleği: Ev/İş Adresi: İlçe: Şehir: Posta Kodu: Tel:

Fax:

Vergi Dairesi: V.No: Abonelik Başlangıç Tarihi: Hesap No: Abonelik bedeli banka hesabınıza yatırılmıştır imza: EKONOMİ AJANS YAYINCILIK PAZ.VE DANIŞMALIK HİZMETLERİ Abdurrahman Çinar BANKA HESAP BİLGİLERİ: İŞ– BANKASI –KALAMIŞ ŞB ŞUBE KODU: 1168 HESAP NO : 0272093 IBAN NO: TR 290006400000111680272093 Adres: Fevzi Paşa Cad. No 2 Sarı Ap.D:6 34750 Küçükbakkalköy – Ataşehir – Istanbul Tel

: +90 (0) 216 572 60 69

Faks : +90 (0) 216 576 89 96




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.