BULTÜRK Gazetesi 69.Sayı

Page 1

11913 9 1 3 ’ t eSofya Sofya

Yıl: 10

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

Sayı: 69

B U LT Ü R K – N u r i A d a l ı

Şubat - 2013 Konferans

Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz, Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz

Salonu

Azerbaycan’ın

HOCALI

SOYKIRIMI

adlı

Sohbet

düzenlendi

HOCALI-AZERBAYCANIN DEİĞİL TÜRK B uMİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR ltürk Genel Mer-

Balkanlarda Yeni Boru Hattı

Trans Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı projesi için imzalar atıldı. Azerbaycan’dan Avrupa’ya doğalgaz geçişini öngören Trans-Adriyatik doğalgaz boru hattı (ΤΑΡ-Trans Adriatic Pipeline) projesinin hayata geçirilmesi için gerekli olan Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya arasındaki hükümetler arası anlaşma bugün Atina’da imzalandı. Devamı 14’te

kezde bu gün 24.02.2013yılı TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil “Hocalı Soykırımını” Anlattı, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin Genel Merkezi tarafından “Hocalı Katliamı” konulu sohbet düzenlendi. Konferansta açılış konuşmasını yapan Türkgündem internet sayfasının sahibi ve Bultürk Yönetim Kurulu üyesi Sn.Bülent MAŞAOĞLU, Başta Mete han, Fatih ve M.K.Atatürk olmak üzere tüm Türk Dünyasında Balkanlar’da, Orta Asya’da, Kafkaslarda, ve dünyanın her hangi bir yerinde Türklük uğuruna şehit düşenlere Saygı duruşuna davet etti. Ardından “1992 yılında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşananların bir insanlık katliamı olduğunu anlattı. Devamı 9’da BukonudaTogurulhocamızınAnkara’dan

Bulgar Hükümetinin İstifası Onaylandı

Bulgaristan’da Erken Genel Seçim 12 Mayıs’ta Bulgaristan parlamentosu, Başbakan Boyko Borisov hükümetinin istifasını onayladı. Bulgaristan parlamentosu, Başbakan Boyko Borisov hükümetinin istifasını onayladı. Hükümetin istifası, 5’e karşı 209 oyla kabul edildi. Bir milletvekili çekimser kaldı. Başbakan Borisov, parlamentoda yaklaşık 5 saat süren tartışmalar ve görüşmelere katılmadı. BakanlaOturumda muhalefetin eleştirilerın büyük bir bölümü görüşmeleri izledi. İktidardaki GERB milletvekilleri, rini Başbakan Yardımcısı ve İçiş leri BaBorisov’un programının yoğun olduğunu ve kanı Tvetan Tzvetanov yanıtladı. Devamı 15’te bu nedenle salona gelmeyeceğini bildirdiler.

Kardeş Ülkeden, Yılın Ödülü Erdoğan’a

Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Türkleri

Kültür ve Hizmet Derneği

BAŞYA ZI Genel Başkan Stratejik Analiz - 1

Birlik olabilmek için ahlaklı olmak yeter DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT

B U LT Ü R K

Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Türk kimliğini yaşatma ve geliştirme temelinde birleştirmeyi hedefleyen ilk Dernektir. Devamı 3‘te

Azerbaycan’da 2012 yılının Kasım ayında başlayan ve 3 gün önce sona eren “Türk dünyasına hizmet 2012” adlı anketin sonuçları açıklandı. Anket sonucunda Başbakan Erdoğan “Türk Dünyası’nda Yılın Siyasetçisi” ödülüne layık görüldü. Azerbaycan’da 2012 yılının Kasım ayında başlayan ve 3 gün önce sona eren “Türk dünyasına hizmet 2012” adlı anketin sonuçları açıklandı. Anket sonucunda Başbakan Erdoğan “Türk Dünyası’nda Yılın Siyasetçisi” ödülüne layık görüldü. Devamı 3’te

Kosova’da Şirket Kayıtı

Türkçe Yapılabilecek

Kosova’da artık şirket kayıt formları Türkçe de basılacak. Kosova Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın kararı üzerine Kosova genelinde kayıt formları Türk dilinde de olacak. Şirket açmak isteyen ve kaydını yaptırmak mecburiyetinde olan Kosovalı Türkler, bundan böyle kayıt formlarını Türkçe doldurabilecek. Türkçe şirket kayıt formları, sadece Prizren ve Mamuşa’da değil, Kosova genelinde uygulanacak. Anadili Türkçe olan şirket sahipleri , kayıt formlarını tüm Kosova’da Türkçe doldurabilecek. Bu kayıt formlarından Kosova’ya gelen Türk yatırımcıları da yararlabilecek. Türk girişimcileri bundan böyle Kosova’nın her hangi bir yerinde şirket kayıt formlarını Türkçe doldurabilecek. Şirket kayıt formları sadece değil, şirket kapatma ya da isim değiştirmek formları da Türkçe olacak. Kosova Ticaret ve Sanayi Bakan Yardımcısı Cüneyd Ustaibo, Kosovaport’a yaptığı açıklamada, başlıca amacın, Kosovaalı Türk şirket sahiplerine olduğu gibi Devamı 6’da

Almanca Bilmiyor Diye Kalp Nakli Yapmadılar! Belçika’nın Antwerpen şehrinde ülke vatandaşlarından sadece 17 Avro kayıt ücreti alınırken, yabancılardan tam 250 Avro kayıt ücreti alınıyor. Belçika’nın Antwerpen şehrine taşınarak kayıt yapmak isteyen yabancılar, Belçikalılar gibi 17 Avro yerine 250 Avro harç ödemek zorundalar. Zira Antwerpen’in Flaman nasyonalist Belediye Başkanı Bart de Wever, yabancıların kaydının daha fazla zaman gerektirdiğini öne sürerek harç miktarını 20 kattan daha fazla artırdı. De Wever’in sosyal işler ve vatandaşlıktan sorumlu meclis üyelerinden Liesbeth Homans, ırkçı uygulamaya karşı gösterilen tepkileri anlamadığını, yabancıların kaydı için ekstra bir gişe gerektiğini ve ekstra bir rapor hazırlandığını belirtti. Homans, Fransa’da 260 Avro ve Hollanda’da 950 Avro alındığını örnek vererek, kendilerinin aldığı 250 Avronun adil olduğunu öne sürdü. Uygulamayı eleştiren Belçika İnsan Hakları Birliği tarafından, bunun adil değil, ayrımcı olduğu, ırkçı refleksin bir görüntüsü olduğu kaydedildi. De Wever’in Antwerpen çevresine büyük bir uçurum çekmek istediği belirtildi.

Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu

ProAjesini Durdurmak Felaket Olur

Cumhurbaşkanı Saakaşvili, Azerbaycan temasları kapsamında düzenlediği basın toplantısında, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan tarafından ortaklaşa yürütülen BTK projesiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Projenin bir an önce sonuçlandırılmasının önemini vurgulayan Saakaşvili, yıl sonuna kadar bunun gerçekleşeceğini ümit ettiğini belirtti. Projenin Azerbaycan ve Gürcistan için tarihi bir şans olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı, BTK’nin kendileri için Avrupa’ya açılan kapı olduğunu kaydetti. Devamı 6’da

İnegöl’e Bulgar pasör

İnegöl Belediyespor, 37 yaşındaki Bulgar voleybolcu İvaylo Laçhezarov Barutov’la anlaştı. İnegöl Belediyespor voleybol takımı, daha önce Beşiktaş voleybol takımında forma giyen ve Beşiktaş’ın voleybol branşını kapatması üzerine ülkesine dönenerek CSKA Sofya takımında forma giymeye başlayan 37 yaşındaki Bulgar İvaylo Laçhezarov Barutov’la anlaştı. Tecrübeli voleybolcu, düzenlenen törenle kendisini Turuncu-Lacivertli renklere bağlayan imzayı attı. İnegöl Belediyespor salonunda düzenlenen imza töreni öncesi konuşan Belediyespor Başkanı Adem Tayyar; sezon başında gerçekleştirilen teknik kadro değişikliği ve yapılan transferler ile voleybolda ciddi bir ivme yakaladıklarını belirtti.

Devamı 3’te


2

BULTÜRK FAALİYETLERİNDEN

Bulgaristan Cumhurbaşkanı BULTÜRK Yönetimi ile Birlikte

İstanbul Vali Yrd. Sn.Harun KAYA‘yı Makamında Ziyaret

UHÖH Genel Başkanı BULTÜRK Yönetimi ile Birlikte

Bulgaristanlı Emekli Büyükelçiyi Sn.Onur OYMEN’i Makamında ziyaret

Taksim HOCALI Katliamı Mitinginde BULTÜRK

BULTÜRK Yönetimi - Bulgaristan Parlamentosun’da

Bulgaristan Türklerinin Sesi

S t r a t e j i k

A n a l i z

Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Türk-Müslüman kimliğini yaşatma ve geliştirme temelinde birleştirmeyi hedefleyen ilk Dernektir. Çalışmalarında “Birlikten kuvvet doğar, o kuvvetse her zorluğu yener.” ilkesine dayanan Dernek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bulgaristan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlere geçti. “BULTÜRK GAZETESİ ve internette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili kurum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stratejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hükümet ve devlet makamlarıyla iletişim kurarak gündem belirleyen odak oluşturdu. 2012 sonunda Bulgaristan Başbakan Yardımcısı T. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgaristan Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir. Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıldırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ülkede örgütlenme çabaları devam eden Derneğin kuruluş amaçları soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizce cani gönülden desteklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı. İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulutürk Başkan oldu, Yardımcılarından, İsmail ERDEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ, Bülent Maşaoğlu, Niyazi Güler, Beycan Gönlüşen, Seyhan Özgür ve kuruluşundan bu güne kadar yönetime gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu. BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, ortak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden yaratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarattığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, tarih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı. İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de olduğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk-Müslüman kimliğimiz olduğuna kesin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın sonsuza dek var olma hakkı kazanan TürklüğümüzüMüslümanlığımızı yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, aslında bizdeki değişimleri yaratanın, değişimin kendisi olduğunu görüp hemen algıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şeyler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşatabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü. Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rastladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, totaliter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok büyük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük. Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yöneticileri tarafından analiz edilip derin bir şekilde değerlendirilirken ABD’li Huntington’un yeni dünya düzenini “Medeniyetler çatışması belirleyecektir” savı, nefeslerini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kültüre sahip olmak çatışmak için en önemli nedendi.” Onlarsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu. “Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uygarlık doğacağına inanan” BULTÜRK öncülerinin hafızası Huntington’un yenidünya düzenini iradesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı! Onlar, Osmanlı zamanında farklı kültürlerin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hıristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kardeşlik ortamında iç içe komşu komşu yaşaya geldikleri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş olmamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtmalar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yolları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bilinç ve vicdanlarına tamamen ters olan Huntington savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirleyen ana çizgilerdi. Farklı kültürler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlıkların gelişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” Onlar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi. Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totaliter rejimden gelmişlerdi. “Türk-Müslüman kimliğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgarlaştırma”, “Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalıklarla uğraşan zalim bir toplumdan göç yoluyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinmemişti. Doğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli mensubiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar kendileriydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapacak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi. Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden nasiplerini aldıkları, pek çok kurban verirken, dayanılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayakla-

onları göçe zorlayıp sınır dışı ettiği, zülüm devri; İkincisi, Bulgaristan’da kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik toplum koşulları içinde yaşayan kardeşlerinin durumunun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşların bundan endişelenip huzursuz olmasıydı. Olayların özüne inmekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele verilmişlerdi. Lider olarak kabul ettikleri Ahmet Doğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgürlük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti. Onlarla amansız boğuşma gerekiyordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli polis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı. Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürümüzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Vatan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürümüz birbirine örülmüştür. Bir başka değişle toprak, Türk kültürünün kökleridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgililerin, yiğitlerin, şehitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır. Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp atmak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayanlar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türklere kırdırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soysuz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek kolay değildi10 yıllarını aldı. Yeni düşman aralarına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider” Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seçmenlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık. Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türklük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demokrasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün-Müslümanlığın yolunu kesenler yine üstün gelmişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı.” Türkleri, Müslümanları hak ve özgürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun politik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir gerçekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı! Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniversite görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” olarak sızdırılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılanmış”, “cezaevinde, hapishanede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için neler neler yapılmıştı. Gafil avlanacakları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geçmedi. Bu gidiş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kardeşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdansız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu. En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitlesinin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etmeden kabul etmesi, uluslararası insan hakları örgütlerinin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı.. Terk sözle halkımızın (dünyanın da) gözünü boyayanlar işi başarmıştı. Sahte bir lider olan A. Doğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleşmeyen vaatlerle insanımızı uyutuyordu. Yeni yüzyıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızın başlattı. Yalan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı. Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler. Kuracakları kültür ve hizmet derneği insanlık tarihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşatacaktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yadsınacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan korumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Felaket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı. Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol aranırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Avrupa Birliği üyeliği için aday oldu. AB ise, dünyanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde görüyordu. İnanılacak gibi değildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı. Bulgaristan 1990’dan beri yerinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Avrupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik toplulukları farklılıklar zenghinliğinde bir edinim olarak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluşturucu öğesi olarak görmek istiyordu. Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve geleneksel halk kültürleriyle yaşamak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanları Avrupa Birliği’nin yaşama çağırdığı yeni uygarlıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni medeniyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgar vatandaşlığını korumuş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB vatandaşı oluyorlardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir bakış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu. Tüm Müslüman Türklerin aynı gen ve kültür dokusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitliliği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi. İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir arayış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeşlerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BULTÜRK Derneği kuruldu. (devam edecek)

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-1 Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle hem narak devirdikleri totaliter Jivkovist rejimin


Bulgaristan Türklerinin Sesi 3

Kardeş ülkeden,

yılın ödülü Türkiye’ye İnternet üzerinden yapılan ve tüm

dünyada herkes tarafından oylanabilen ankette Türk dünyasının tanınmış siyaset, bilim, kültür adamları, milletvekilleri, sanatçılar, gazetecilerinde bulunduğu 60 kişi arasında birinci olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan“Türk devletleri ve Halkları Coğrafyasının Yılın Siyasetçisi” ödülünü aldı. Yapılan açıklamada, Başbakan Erdoğan’ın Türk dünyasının önde gelen devleti olan Türkiye’nin nüfuzunun dünyada artırılmasında, bölgede önemli siyasi rol üstlendiği ve ekonomik yükselişine katkı sağladığı belirtildi. Başbakan’ın ayrıca Türk devletleri arasında entegrasyon süreçlerinin, ortak kuruluşların ortaya çıkarılmasında hizmetlerine göre de değerlendirildiği açıklandı. Ödül alan isimlerin açıklandığı toplantıda Başbakan Erdoğan’ın yanı sıra Türk kültürünün korunmasında yaptığı katkılarla Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in eşi Haydar Aliyev Vakfı Başkanı ve milletvekili olan Mihriban Aliyev, “Türk Kültürünün Hamisi” ödülünü alırken Kırgızistan’ın eski Cumhurbaşkanı Roza Otunbayev’de en çok oy alan isimler arasında yer aldı.

İnegöl’e Bulgar plasör Hem teknik ekibe hem de voleybolculara güvendi-

ğini belirten Tayyar, “Başarımızı daha da artırmak adına kadromuza taze kan ve heyecanlar da katıyoruz. Sezonun ikinci yarısında başarımızı daha da üst seviyelere çıkarmak için kadromuz içerisine başarılı bir ismi daha katarak, Bulgar voleybolcu İvaylo Barutov ile anlaştık” dedi. İvaylo Laçhezarov Barutov’un, 1976 Bulgaristan Sofya doğumlu olduğunu aktaran Adem Tayyar, “1.98 cm boyunda ve 93 kiloda. Pasör çaprazı olan Barutov; bizden önce Bulgaristan CSKA Sofya takımında oynuyordu. Barutov, Türkiye’de de birçok takımda forma giyerek; Bursa Emniyetspor, Arkas, Halk Bankası, Ziraat Bankası ile 2010-2011 sezonunda en son Beşiktaş’ta oynadı. Barutov; bunların yanında Yunanistan, Fransa, Avusturya ve İran gibi ülkelerin çeşitli takımlarında da oynadı” dedi. İvaylo Laçhezarov Barutov’un; İnegöl Belediyespor’un ilk yabancı transferi olduğunu söyleyen Tayyar; İnegöl Belediyespor Barutov’a; İvaylo Barutov da İnegöl Belediyepor’a çok şey kazandıracaktır. Ben yeni transferimizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum” dedi. Para, seks ve mafya Kimi çevrelerin aşırı müstehcen bulmasına karşın, Çalga türü Bulgaristan’ın yeni zenginleri ve gençler arasında sevilerek dinleniyor. Para, seks ve gangsterleri konu alan şarkılar, genellikleyarı-çıplakkadınşarkıcılartarafındansöyleniyor. Bulgaristan Maliye Bakanlığı’nın internet sitesinde AB fonlarına layık görülen projelerden biri olarak Payner Media’nın adının geçtiğini öğrenen bazı çevreler, öfkeyle tepki verdi. MaliyardımıngerekçesiolarakPaynerMedia’nın ‘’hemBulgaristan’dahemdeuluslararasıpiyasalarda yüksek kalitede medya ve müzik ürünleri üreten öncü rolünü korumasının’’ amaçlandığı belirtiliyor. Ancak tiyatro yönetmeni Alexander Morfov, ‘’Dünyaya Bulgar kültürü olarak bunu mu göstereceğiz?’’ diye sorarak, Çalga müziğe parasal desteğin ‘’korkunç’’ olduğunu açıkladı. Protesto çağrısı Tiyatro ve sinema prodüktörü Tedy Moskov, ülkenin tiyatro, opera ve müzik çevrelerinden herkesi protestoya çağırdı. Ancak Bulgar hükümetinin Avrupa fonlarından sorumlu bakanı Tomislav Donçev, bir radyoya verdiği mülakatta, ‘’resmi çerçevede herşeyin doğru biçimde yapıldığını’’ belirtti. AB’nin verdiği fonlar, Bulgar ekonomisini daha rekabetçi kılmayı hedefliyor. Bakan Donçev, bir müzik şirketinin ülke ekonomisini hangi açılardan daha rekabetçi kılacağını tekrar değerlendireceklerini vadederek eleştirileri yatıştırmaya çalıştı.

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT BULTÜRK

Çalışmalarında “Birlikten kuvvet doğar, o kuvvetse her zorluğu yener.” ilkesine dayanan Dernek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bulgaristan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlere geçti. İnternet yayın organı “BULTÜRK GAZETESİ ve internette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili kurum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stratejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hükümet ve devlet makamlarıyla iletişim kurarak gündem belirleyen odak oluşturdu. 2012 sonunda Bulgaristan Başbakan Yardımcısı Ts. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgar Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir. Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıldırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ülkede örgütlenme çabaları devam eden Derneğin kuruluş amaçları soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizce cani gönülden desteklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı. İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof. Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulutürk Başkan oldu, Yardımcılarından, İsmail ERDEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ ve kuruluşundan bu güne kadar yönetime gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu. BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, ortak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden yaratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarattığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, tarih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı. İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de olduğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk kimliğimiz olduğuna kesin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın sonsuza dek var olma hakkı kazanan Türklüğümüzün yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, aslında bizdeki değişimleri yaratanın, değişimin kendisi olduğunu görüp hemen algıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şeyler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşatabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü. Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rastladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, totaliter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok büyük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük. Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yöneticileri tarafından analiz edilip derin bir şekilde değerlendirilirken ABD’li Huntington’un yenidünya düzenini “Medeniyetler çatışması belirleyecektir” savı, nefeslerini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kültüre sahip olmak çatışmak için en önemli nedendi.” Onlarsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu. “Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uygarlık doğacağına inanan” BULTÜRK öncülerinin hafızası Huntington’un yenidünya düzenini idesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı! Onlar, Osmanlı zamanında farklı kültürlerin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hıristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kardeşlik ortamında iç içe komşu komşu yaşaya geldikleri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş olmamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtmalar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yolları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bilinç ve vicdanlarına tamamen ters olan Huntington savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirleyen ana çizgilerdi. Farklı kültürler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlıkların gelişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” Onlar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi. Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totaliter rejimden gelmişlerdi. “Türk kimliğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgarlaştırma”, “Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalıklarla uğraşan zalim bir toplumdan göç yoluyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinmemişti. Doğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli mensubiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar kendileriydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapacak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi. Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden nasiplerini aldıkları, pek çok kurban verirken, dayanılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayaklanarak devirdikleri totaliter Jivkovist rejimin onları göçe zorlayıp sı-

nır dışı ettiği, zülüm devri; İkincisi, Bulgaristan’da kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik toplum koşulları içinde yaşayan kardeşlerinin durumunun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşların bundan endişelenip huzursuz olmasıydı. Olayların özüne inmekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele verilmişlerdi. Lider olarak kabul ettikleri Ahmet Doğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgürlük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti. Onlarla amansız boğuşma gerekiyordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli polis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı. Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürümüzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Vatan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürümüz birbirine örülmüştür. Bir başka değişle toprak, Türk kültürünün kökleridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgililerin, yiğitlerin, şehitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır. Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp atmak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayanlar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türklere kırdırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soysuz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek 10 yıllarını aldı. Yeni düşman aralarına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider”Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seçmenlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık. Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türklük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demokrasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün yolu kesenler yine üstün gelmişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı. Türkleri, Pomakları, Müslümanları hak ve özgürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun politik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir gerçekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı! Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniversite görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” olarak sızdırılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılanmış”, “cezaevinde, hapishanede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için neler neler yapılmıştı. Gafil avlanacakları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geçmedi. Bu gidiş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kardeşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdansız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu. En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitlesinin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etmeden kabul etmesi, uluslararası insan hakları örgütlerinin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı.. Terk sözle halkımızın gözünü boyayanlar işi başarmıştı. Sahte bir lider olan A. Doğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleşmeyen vaatlerle insanımızı uyutuyordu. Yeni yüzyıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızınbaşlattı. Yalan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı. Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler. Kuracakları kültür ve dayanışma derneği insanlık tarihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşatacaktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yadsınacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan korumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Felaket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı. Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol aranırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Avrupa Birliği üyeliği için aday oldu. AB ise, dünyanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde görüyordu. İnanılacak gibi değildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı. Bulgaristan 1990’dan beri yerinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Avrupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik toplulukları farklılıklar zenginliğinde bir edinim olarak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluşturucu öğesi olarak görmek istiyordu. Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve geleneksel halk kültürleriyle yaşamak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanları Avrupa Birliği’nin yaşama çağırdığı yeni uygarlıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni medeniyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgaristan vatandaşlığını korumuş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB vatandaşı oluyorlardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir bakış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu. Tüm Türklerin aynı gen ve kültür do-

kusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitliliği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi. İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir arayış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeşlerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BULTÜRK Derneği kuruldu. DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-2 B U L T Ü R K - STRATEJİK DOĞUŞ BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin doğuşu ve fiilen kuruluşu büyük bir kültürel birikim ve medeni cesaret ürünüdür. 1989 öncesi Bulgaristan göçmenleri Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nde örgütlenmişti. Genel Merkezi İstanbul / Çemberitaşta bulunan Dernek çok dağınık olan göçmen kitlesinin nabzını tutmakta zorlanıyordu. Başkanlık görevinde bulunan Mehmet Çavuş, İsmet Sezer gibi Bulgaristan Türk aydınları edebiyat dergisi ve kitaplar yayınlayıp, göçmen geceleri düzenleyerek Vatan özlemiyle yanan dertli göçmen ruhuna manevi gıda sağlamaya çalışıyordu. Dernek 1972’de Pomakların ve 1984’te Bulgaristan Türklerinin adlarının değiştirilmesine değişik biçimde güçlü tepkiler gösterdi. Bulgaristan göçmenlerinin İstanbul Taksim ve Aksaray kitlesel protesto mitingleri yapan en büyüklerinden biri oldu. Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Türkiye’de Yazarlar ve Gazeteciler Birlikleriyle gerçekleştirdiği ortak eylemlerde Bulgaristan Türklerine karşı uygulanan zülüm politikası Türkiye kamuoyuna, dünyaya duyuruldu. Kınandı ve protesto edildi. Türkiye Doğu Türkistan, Ahıska, Afganistan ve Türkiye’de bulunan Karadeniz ve diğer bölge Dernekleri, Tiyatrocu ve Oyuncuları, Gazeteciler Derneği ve benzer kuruluşlar “Bulgarlaştırma zulmüne” sert tepki gösterdi, haklı davamızla dayanışma içindeydi. Değişik biçimlerde ortaya çıkan güçlü başkaldırmanın unutulmaz örneklerinden biri, Bulgar ve Türk iyi komşuluğuna ve barış ve güvenlik direnişine katkılarından dolayı Bulgaristan’ın en büyük edebiyat ödülü olan “Kiril ve Metodiy” madalyası ile ödüllendirmek üzere, 1985’te Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başkanlığı tarafından Sofya’ya davet edilen, bilinen Türk yazar Ceyhun Demirtaş’ın “Siz Türk kardeşlerimin adlarını değiştirip, kendilerine zülüm ederken, ben bu ödülü alamam!” demesi olmuştu. 1989 Ağustosu’nda Totalitarizmin zincirlerini koparıp, zırhlı kapılarını kıran Türkiye’ye akan Bulgaristan Türkleri Anavatan’ın büyük kentlerine toplu halde yerleşti. Göçmenlerle ilgili yeni bir durum oluştu. Bu defa arkalarında sınır kapıları açık kaldı. Gelenler Bulgaristan’a sırt çevirmemişlerdi. Hepsine çifte vatandaşlık, ardından da hak ettikleri Avrupa Birliği vatandaşlığı tanındı. Yeni tip vatandaşlık, yen bir etkileşim meydana geldi. Onları terk etmeyen iyimserlik “Mevlam birçok dert vermiş, beraberinde derman vermiş!” sözlerinde dile geliyordu. Anavatan’a yerleşirken, Ata Vatan’ı unutmadılar. Totaliter rejimden demokrasiye geçiş sağladıkları Bulgaristan’ın toplumsal politik yaşamından el çekmek istemiyor, orada da önemli bir faktör olmaya kararlıydılar. Yerel, Parlamento, Cumhurbaşkanı ve halk oylaması gibi seçimlere katılmaya özel olarak davet edildiler. Oy hakkını hem Bulgaristan’da hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde kullanabileceklerdi. Gelirken yerel ve merkez kütüklerde kayıtlarını sildirmemiş, mal mülk üzerinde haklarını korunmuştu. Daha ilk seçimlerde, ilk defa her iki ülkede sandık başına gidip Bulgaristan’ın bir an önce demokratikleşmesine öz katkı Türkiye Cumhuriyeti’nden geldi. Bulgaristan’da 1990 ‘da kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi onların yardımlarıyla ve daha sonra çift vatandaş olanlarının da oylarıyla mecliste güçlü oldu. Parlamenter grup oluşturdu. Birkaç yıl sonra koalisyon hükümetine katıldı. Böylece öz haklarını her iki ülkede de yasal yollarla elde edip savunma ve geliştirme yolunu öz çabalarıyla açtılar. Bu, daha önce görülmemiş yeni bir durum oluşturdu. Çabalarında diplomatik destek de gördüler. HÖH sosyal ve politik yaşamın oluşturucu öğelerinden biri olarak kabul edildi. Resmi rakamlarda 500 bin kişi civarında olan ama aslında 2011 yılına kadar devam eden ekonomik göçle Türkiye’de çalışan ve okuyanlarla birlikte çok daha kalabalıktılar. Küme küme topluca yaşayan bu dinamik kitle giderek büyüyen bir önem kazanıyordu. Son 30 yılda başına gelenleri tüm olup bitenleri sükûnetle, sabırla ve büyük bir olgunlukla karşılaması dikkati çekti, kamuoyunu düşündürdü. Sükûnet ve sabırlarında bilgelik ve beklenti vardı. Söyledikleri Türkülerde “Ana baba hasreti... Dost hasreti zor imiş, Yine gönlüm hoş değil!” diyorlardı. Onlar “şehir ruhlarından, yardım bekleyen” eski soydaşlardan farlı, yüksek ruhlu, pek çoğu da tahsilli kişilerdi. Türkiye’de ardı arası kesilmeyen Balkan göç kafileleri bir “acılar denizi” olarak biliniyordu. Ne ki, yeni gelenler “sıcak vatan sevgisini” unutamıyor, orada kalan topraklarımız “Türk Yurdu”,”Türk ırkının beşiği” duygusu gönüllerini terk etmiyordu. Balkanlar “Ata Yurdu” gerçeği belleklerine silinmeyen bir mühür gibi basılmıştı adeta. “Acı paylaştıkça azalır!” “Kendi elleriyle kökenlerini koparmamalı insan!!!” bilinci yerleşiyordu. Devamı 7’de


4

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Nermin Yazıcı TDP Genel Başkanı ve Makedonya Milletvekili Dr.Kenan HASİP ile Roportaj

Türk Demokratik Partisi Genel Başkanı ve Milletvekili Dr. Kenan HASİP ile yapılan röportaj Nermin Yazıcı: Sayın Başkan, Makedonya’da kaç tane Türk partisi var ve bunların kaç tanesi yönetimde? Kenan Hasip: Üç tane Türk partisi var Makedonya siyasi sahnesinde. Makedonya’da 80’in üzerinde parti var. İki milyonluk ülke olmasına rağmen 80’in üzerinde parti olması oldukça fazla. Hatta daha önceleri 100’ün üzerindeydi bu partilerin sayısı. Siyasi parti yasasında birtakım değişiklikler olunca siyasi partilerin sayısı azalmaya başladı. Ama iki milyonluk ülke için seksen tane parti olması dediğim gibi oldukça fazla. Nermin Yazıcı: Siz neye bağlıyorsunuz bu çeşitliliği? Kenan Hasip: Parti kurmak için beş yüz tane üyeniz olması gerekiyor. Eskiden böyleydi, şimdi rakamı bine kadar yükseltiler. Onlardan imzalı bir program, bir tüzük uygularsanız toplantı yapılıyor ve partinin kaydını yapıyorsunuz. Nermin Yazıcı: O zaman 80 partinin içinde üç tane Türk partisi çok değil gibi görünüyor? Kenan Hasip: Demokrasinin ana felsefesi olan çok partili döneme geçtik. Biliyorsunuz o geçici dönem oldukça fırtınalı oldu. Özellikle 90’lı yıllarda çok sayıda siyasi parti kuruldu. Genelde kurulan tüm partiler etnik bazda olan partilerdi. Arnavutlar, Makedonlar, Türkler, Sırplar vs. hepsi kendi partilerini kurdu. Hepimiz kendi etnik sınırlarımız içine kapandık. Ve o süre devam ediyor. Bulgaristan’da etnik bir parti kurmak yasaktı. Ve hak ve özgürlükler hareketi siyasi alanda etnik bir grupta toplanamadı. Bizde de diğer etnik kökenlere ait kişiler partimize üye değil. Partimiz herkese açık ama sadece kendini Türk hissedenlere. Nermin Yazıcı: Makedonya’da partinizin durumu nedir? Kenan Hasip: Biz parti olarak 2002 yılından beri hükümet ortağıyız, iktidardayız. 2002 yılından beri Makedonya parlamentosunda devamlılık sağlayan tek parti biziz. Diğer partiler kısmen başarılı oluyordu. Bazen milletvekili çıkarıyorlardı bazen çıkaramıyorlardı. Biz 2002 yılından itibaren 6 milletvekili çıkardık son döneme kadar. Son iki dönemde bir milletvekilimiz var ama bunları koalisyonlarla, ittifakla sağlıyoruz. Dönem içerisinde 2002 yılından bu yana devamlı mecliste milletvekillerimiz var, 3 dönem hükümet ortaklığımız var. Nermin Yazıcı: Makedonya’daki Türklerin bir siyasi parti olarak sizden beklentileri neler? Siz onların sorunlarına yönelik olarak hangi icraatları gerçekleştirdiniz? Kenan Hasip: Aslında 1990 yılında partimizin kurulma amaçlarından biri bu topraklardaki Türklerin dilini, dinini, tarihini, kültürünü korumak ve ikinci, üçüncü sınıf vatandaşı olmamak, eşit olmak. 1994-1998 yılında bir milletvekili çıkarabildik, 2002’ye kadar da milletvekili çıkaramadık. Fakat bunun nedeni anti demokratik seçim modelleriydi. 1998’de %8’lik bir baraj sistemi uygulandı. %4 gibi bir nüfusa sahip iken % 5’lik oranı sağlamak için tüm halk oy verse de sayı üstünlüğünü kazanamazsınız. Ondan sonra seçim modeli değişti. Karma, çoğulcu model uygulandı. O modelden yine vazgeçildi. Nispi modele geçildi ama Makedonya altı parçaya bölündü. Tek bir bölge olsaydı 3-4 dört milletvekili çıkarmak mümkündü. Ama altıya bölündükten sonra milletvekili çıkarmak imkânsız hale geldi. Çünkü dört seçim bölgesinde milletvekili çıkarmak için sayımız yetmiyordu. Tüm vatandaşlar oy kullansa bile yeterli sayıya ulaşılamıyor. Ortalama sekiz bin oy gerekiyor ve yirmi üç bin seçmenimiz var, % 20’si yurt dışında, seçim döneminde burada olmadığı için oyunu kullanamıyor. Yurt dışında oy kullanmak hakkı yok, ancak ülkesine dönüp oyunu öyle kullanması gerekir. Son yıllarda katılım oranı çok düşük olduğu için % 60 civarında o yüzden sekiz bini toplayabilmek mümkün değil. Bu durumu ancak 2002 yılında fark ettik. Tek başına katılabilmek biraz şansa kalıyor. Ancak seçim öncesi ittifak, ortak liste hazırlanırsa öyle seçime katılıyoruz. Nermin Yazıcı: Şu anda Mecliste iki Türk partisinin milletvekili var? Kenan Hasip: Koalisyonla, tek parti olsak bile seçilebilmesi mümkün değil. Türkler de Arnavutlar gibi yurt dışına gidiyor, batıya göç artınca doğal olarak öğrenci sayısı da azaldı. Nüfus kaybı azalmasında da sayımlara katılmazsa da etkiliyor. 2011 sayımlarının iptal edilmesinin nedeni budur. Yurt dışındaki insanları da kayda almak. Arnavutlar bu durumu oldukça zorlayınca iş çıkmaza girdi ve sayımlar iptal edildi. Biz istatistik verilere güvenmeyen kişileriz. İşini doğru düzgün yapmıyor, bunu da sayımızın sürekli azalmasından anlıyoruz. Oysa sayımızın azalması mümkün değil. Türklerin doğal artışı % 13. 2 civarındaysa genel nüfus azalmaz. O yüzden güvenmiyoruz ayrıca sayımları on dört ayda değerlendiriyorlar. Nermin Yazıcı: Ohri Çer-

çeve Antlaşması’nın Türklere yönelik yansımaları nasıl oldu? Kenan Hasip. Arnavutlar Makedonya’da oldukça fazla ve üstün olduğu için öncelik tanınıyor. Aynı büyük balık küçük balığı yer mantığıyla. Biz parti olarak hükümet ortağı olmamıza rağmen elimizden geleni yaptık. Son iki yılda iki yüz devlet memuruna iş sağlamak iki milyonluk ülkede oldukça zor, kolay değil. Devlet memurlarına çeşitli bakanlıklar sağladık. Devlet çapında on tane kurulda genel müdür, yönetim kurulunda müdür var. Nermin Yazıcı: Bu üç Türk partisinin etkileşimi nasıl? Kenan Hasip: Tek partili sistemde parçala, böl ve yönet 1990’lara kadar devam etti. Belli yerlerde sana destek çıkılıyor, partiler kuruluyor. İstensin ki Türklerin oyları bölünsün. Böyle bir girişimle ikinci parti kuruldu. Türkiye’deki partiler de buradaki durumu etkiliyor. Ak Parti kanadı, CHP kanadı gibi… Türkiye’nin politikasını yakından takip ediyoruz. Siyasi partilerin etkileri buraya yansıyor. Dıştan yardım alıp içeride parti kurulabiliyor. Partililerin birlik sözleri lafta kalıyor. Nermin Yazıcı: O zaman şu anlaşılıyor ki, Makedonya’nın iç politika gereği farklı partiler çıkıyor, buna Türkiye’deki çeşitlilik de ekleniyor? Kenan Hasip: Türkiye’nin politikasında bölünme, parçalanma yok. Fakat bir gerçek var ki Makedonya’da halktan destek alan, önde gelen bir parti var o da biziz. % 80 oy alıyoruz. Bu oyların % 20’si kaybolsa, azalsa bizim için bu çok büyük rakam olur. Çünkü nüfusumuz az. Fakat şimdi çok partili bir sistemin özelliği var o da rekabet ortamının olmasıdır. 1999’dan itibaren tek Türk partisiydik. Rekabet ortamı seçim politikasına rağbeti arttırdı. Ev ev gezmeye, mahalle mahalle dolaşmaya başladık. Bütün Türk partileri aynı şeyleri söylüyorlar: Türkçe eğitim, tarihi, kültürel mirasın korunması vs. Azınlık olan partilerin sağı / solu yoktur. Ana hedefleri ayakta durmaktır. Ana felsefe hükümetin bir parçası olabilmektir. Altı yıl sosyal demokratlarla işbirliği yaptık ama onlar sekiz yıl muhalefet olunca sağ kesime geçtik ve parlamentoya temsilcimizi koyduk, hükümetin bir parçası olduk. Türkiye’de eğitim gören gençler geliyor ve onları partiye sokmak istiyoruz. Bu öğrenciler devlet kurumlarında çalışıyorlar. Ama bakan olabilmeleri için tecrübeye sahip olmaları gerekiyor. Üniversiteden mezun olur olmaz hemen bakan olunmuyor maalesef. Ve buradaki parti sistemini bilmiyorlar. Fakat partimiz onlara her zaman açıktır. Nermin Yazıcı: Başbakan yakın bir tarihte Makedonya’yı ziyaret etti, görüşmeleriniz oldu mu kendisiyle? Kenan Hasip: Evet, evet. Türkiye’nin bu son yıllardaki dış politikaları takip etmiş olduğumuz, buranın gözüyle baktığımız zaman Türkiye yavaş yavaş bölgede değil, dünya çapında güçlü politikalar üretmeye başladı. Bu bir gerçektir. Bu Ak Parti döneminde oldu. Nasıl istersek yorumlayalım bu bir gerçektir. Üç dönemdir bu parti tek başına iktidar Türkiye’de. Tahmin edebildiğim, benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de ciddi kalkınma tek parti iktidarıyla olmuştur. Ve Recep Tayyip Erdoğan dünya lideri bence. Her gittiği yerde büyük bir coşkuyla karşılanıyor. Buna benzer son ziyareti de Makedonya’ya oldu. Üsküp’te özellikle Gostivar’da on binlerce insanı kent merkezine topladı. Bu Kenan Hasipın ne kadar saygın oluşunun bir göstergesidir. Bu bir, ikinci mesele Türkiye’nin dış politikası da son yıllarda güçlendi. Türkiye kendi sınırları içinde kapanmış olan bir ülke değil yavaş yavaş dünyaya açılmaya başladı. Bölge açılmaya başladı. Balkanlara özellikle açılmaya başladı. Ve dünyanın dört tarafında aktif bir diplomasisi olan büyük bir ülke oldu. Elbette bu durum buradaki Türkleri dahi etkiledi. Böyle

güçlü, her gün büyüyen, güçlenen Türkiye’yi görünce biz de gururlanıyoruz. Bize bir gurur kaynağı oldu. Biz Türkiye’den gelen büyüklerimizi büyük bir coşkuyla büyük bir sevgi ile karşılarız. Nermin Yazıcı: Başbakan’ın ziyareti partinizin iktidardaki konumuna da yansıyor şüphesiz? Kenan Hasip: Evet, bu çok normal. Benim, Başbakan’ın gelmesinden önce Makedonya CumhurKenan Hasipı ile görüşmem oldu. Kendisiyle bir fikir alışverişinde bulunduk. Ne gibi konular gündeme gelebilir diye vs. Eskiden böyle değildi ama. Bugün Türkiye global bir politika yürütüyor. Dünyanın her tarafında olup bitenleri bilmek zorundadır. Siz büyük politikalar üretmek isterseniz dünyanın en ücra köşelerinde olup bitenleri bilmek zorundasınız. Şimdi bunları takip etmek, bunları aktif bir şekilde yürütmek için büyük bir potansiyel lazım. Son yıllarda Türkiye bu potansiyeli yakalamaya başladı. Gönül ister Türkiye önümüzdeki yıllarda daha da güçlensin. 2023 projesi önümüzdeki 10 ekonomiden biri olmak, ben tahmin ederim olacak böyle devam ederse. Avrupa ciddi bir kriz yaşıyor, Amerika’da yeni bir kriz dalgası başlıyor. Elbette o krizler Türkiye’yi dahi etkileyebilir. Ama gördük ki sanki Türkiye bu krizden çok hızlı çıkıyor, hemen ardından ekonomide de bir büyüme oluyor. Demek sağlam bir ekonomi yapısı var. Üstelik genç nesil de var, bu çok önemli. Batı ülkelerinde örneğin Almanya’da nüfusun % 60’ı 60 yaşın üzerinde, Türkiye’nin % 60’ı 30 yaşlarının altında. Bu çok büyük bir potansiyel, insan potansiyeli çok büyük olduğu için bu ülkenin geleceği de var. Yönetmek lazım, yönetici lazım. Siz yanlış politikalar yürütüyorsanız tüm bu potansiyellere rağmen bir yerlere varamazsınız. Sevindirecek bir şey var, Türkiye iyi yönetiliyor bence. Bütün bu potansiyelleri yönlendirecek bir gücü var. Bugün tahmin ederim ki hedeflerine ulaşacak Türkiye. Bu bize gurur veriyor ve burada bir Türkleri güçlendiriyor. Nermin Yazıcı: Buradaki Türk nüfusun öncelikli sorunları nelerdir? Kenan Hasip: 18.000 civarında Türk işsiz. Bu büyük bir rakam, bu 18.000 dışında, Arnavutlar ve Makedonların oluşturduğu 280.000 işsiz var. Demek işsizlik oranı çok yüksek bu birinci mesele. İkinci mesele eğitimde, her yerde Türkçe eğitim sağlayamadık maalesef. Biz biliyorsunuz ki ana dilde eğitim alma hakkımız var. Fakat hakkı yaşamak bir problem. Çünkü biliyorsunuz sınıf bulmak yasaya göre 20- 25 öğrenci olması gerekiyor, bazı yerlerde biz dört ya da beş öğrenciyi toplamakta bile zorluk çekiyoruz. Makedonya’daki köylerde 15 – 20 ya da 30 haneli köylerde yeterli öğrenci toplayamazsınız. Bütün köylerdeki öğrencileri alıp ancak belli bir yerde toplayıp ancak o şekilde yeterli sayıda öğrenci sağlayabilirsiniz. Gerçekçi olmak lazım bizim yasal hakkımız var ve gereken şartları oluşturmak lazım. Bir tarafta kadro yetersizliği var, yeterince öğretmenlerimiz yok. Bu dönem içerisinde 60’ın üzerinde yeni Türkçe sınıf açtık. Açtığımızda düşünün ki zaman içerisinde kadro yetiştirmek istiyoruz ama yetiştiremiyoruz. Şimdi siz sınıf açıyorsunuz, Türkçe eğitimi sağlıyorsunuz ama bunun için öğretmenlerinizin olması lazım. Yeterli sayıda öğretmenimiz olmadığı için de ya Makedonca devam etmek zorunda kalıyor ya da Makedonca ders veriyor. Nermin Yazıcı: Türkiye destek vermiyor mu bu konuda? Kenan Hasip: Türkiye’den destek var, fakat ilköğretimde bu sayıda öğretmen getirmek mümkün değil. Amacımız burada yetiştirmek. Büyük bir öğrenci projesi vardı maalesef biz zamanında belli bir strateji üzerinde uygulayamadık. Genelde eğitim branşlarında sıkıntı var. Bakıyorsunuz sınıfta eczacı, mühendis, doktor olmak isteyenler

var fakat bizim öğretmenlerimiz yok. Gençlerimizde ilgi yok bu branş için. Biz de parti olarak Türkiye ile buradaki ihtiyaçları ön plana çıkaramadık. Buradaki üniversitelerde çok sayıda öğrencimiz var ama ciddi bir kadro yetersizliği var. Üçüncü mesele buradaki tarihi ve kültürel eserlerimizi korumak ve onların restorasyonlarını otantik bir şekilde yapmak. Burada ciddi sıkıntılarımız var. Biz Türkiye’yi devamlı seyrediyoruz özellikle Başbakanla sayısız görüşmelerimiz olmuştur. Kendisi de bizleri çok seviyor, Makedonya köylerini çok iyi biliyor. Çok yakın ilişkilerimiz var. Devamlı bu konuları gündeme getiriyoruz. Ne kadar da yıkılsa da, eskise de çok sayıda Osmanlı eserleri var, çünkü buraya Osmanlı çok fazla eser yapmış. Maalesef çeşitli bürokrasi engellerden dolayı restorasyonlar istediğimiz şekilde olmuyor. Bugünki Taşköprü 10- 15 yıl öncesinden farklı. Ne hale geldi. Kültür zenginliği için sesimizi yükseltiyoruz. Anavatanımıza sesleniyoruz. Sadece Osmanlı değil, Bizans döneminden de kalan birçok eserler var burada. Onları korumakla kültürümüzü koruruz, kültürümüzü korumakla milli kimliğimizi koruruz. Biz bu şeylere önem veriyoruz çünkü çok önemli. Nermin Yazıcı: Son olarak neler eklemek istersiniz? Parti olarak geleceğe yönelik hedefleriniz nelerdir? Kenan Hasip: Birinci hedef çalışmalarımızı profesyonelce yapmalıyız. Bugün bu memleketin sorunlarını paylaşıyoruz ve bunu iktidarda parti olduğumuz için yapmalıyız. Profesyonel takımı oluşturmak için belli kaynaklara ihtiyacınız var. Genelde Makedon partileri güçlü kaynaklar bularak kendilerini ayakta tutuyor. İkinci hedef kendi iç sorunlarımızla uğraşırken komşu ülkelerinizdeki soydaşlarımızın dertlerini unuttuk. Biz birbirimize bağlı olmalıyız. Kosova, Bulgaristan, Bosna Hersek vs. burası büyük bir coğrafya. Bizim ortak dertlerimiz var. Nerelere gitseniz aynı sıkıntılar var. Eğitim, eserlerimizin korunması, vs. Ortak bir platform oluşturmak zorundasınız. Bulgaristan’ın, Kosova’nın sorunu olursa hepimizin sesi çıksın. Arnavutların güçlenmesi ortak bir platform oluşturmalarındandır. Bugün Sırbistan’da sıkıntı olsa Arnavutluk’ta, Batı Makedonya’dan ses çıkıyor. Böyle birbirimize bağlı olmuş olursak bu iletişimi bir şekilde sağlamış olsak bence hedeflerimize daha kolay ulaşırız. Nermin Yazıcı: Peki var mı Balkan ülkeleriyle böyle temaslar? Kenan Hasip: İlişkilerimiz var ama objektiflikte sıkıntılar var. Batı Trakya’daki kardeşlerimizin dertleri çok büyük. Onların Makedonya’ya gelmeleri sıkıntı, oradaki milletvekilleriyle görüşüyoruz ama bölgede araştırma yaparsanız Makedonya’daki Türklerin konumu ile Bulgaristan, Batı Trakya’daki Türklerinin konumunun farklı olduğunu görürsünüz. Birbirimize yardımcı olursak, bunu ulusal platforma taşırsak uzun vadeli işler yaparız. Nermin Yazıcı: Buradaki tasarımı yapacak özne kim olacak? Buradaki parti ile Balkanlardaki temsilci mi, yoksa Türkiye’den mi? Kenan Hasip: Türkiye’nin bu işin içinde olması ulusal camiada kötü. Türkiye’nin ne işi var burada diye. Türkiye’nin buradaki halkla ilgilenmesi doğal hakkıdır. O hakkı kimse alamaz bu bir gerçektir. Ama siz iş yapmak için kendi potansiyelinizle yapmalısınız. Ve zaten tartışıyoruz bunu siyasi parti mi yapsın yoksa ulusal bir platformda mı yapılsın onu tartışıyoruz. N e r m i n Ya z ı c ı : B u t a r tışma ne kadar olgunlaştı peki? Kenan Hasip: İletişim yok ama yavaş yavaş alt yapısını oluşturuyoruz. Bunu açık net bir şekilde söylüyorum. Biz yapacağız, bizim potansiyelimiz var, gücümüz de var. Bu davaya gönül veren insanlarımız var. Mustafa Bereketli TDP Kuruluş Dönemi Yurd Dışı ilk Fahri Onur üyesi


Bulgaristan Türklerinin Sesi 5

Hikmet EFENDİEV

Hesaplaşma Kültürü-2

İslam cengaverlerinin yiğitliklerini gören bu zavallı insanlar büyük bir coşkuyla Hak dinini kabul ediyorlardı., Henüz akıncıların girmedikleri topraklardaki garipler ise, kendilerini inim inim inleten beylerine, efendilerine ‘bu yaptıklerinizi Türkler yanınıza bırakmazlar, bunların hesabını sizden bir bir sorarlar’ diyerek, kendi kurtuluşlarının da bir an önce gelmesi için dua adiyorlardı.” “Bir yürekte iki sevda olmaz!” deyen yazar R.Fiş, “devşirme” olayının da gönüllü ve hatta törenlerle yapılduığını anlatıyor. Sokolu’nun bir devşirme olduğuna değinerek, Vaşvezirliğe yükseldiğini, “Drina” Köprüsü, Antakya Camii gibi tarihte eşine seyrek rastlanan eserlerini anlatıyor. Aşmaya çalıştığımız büyük tarihsel gerçeğin özünde olanlar Kuran’ın okkalı sözlerinde şöyle nakledilmiştir:”İnsanları dilleriyle, renkleriyle sevmektir, ırkçılık yapmamaktır!” (Kuran . Rum 22) Balkanlar’da Sağır ve Karanlık Ortaçağı’da bu denli güçlü bir sevgi ışığı hem kurtarıcı hem de yeni dünya, insan kardeşliği yaratan mucize gibi aydınlatmıştır. Kosovo Savaşı’ndan sonra 300 yıl Balkanlarda ayaklanma olmamış, savaş çıkmamışsa toplum bu sonsuz insan sevgiden güç aldı. Bu adaletin temelinde yine İslamla gelen ve iyi komşuluk ve hoşgörü kültürümüzü yerleştiren “İhtiyacından fazlasının, yoksula ait olduğunu bilip vermektir” (Zariyat 19) Bu adalet kültürü bizim Müslüman yaşayış tarzımızın herkes tarafından kucaklanması kapılarını ardına kadar açmıştır. Gerçek durum buyken, son yüzyılda Bulgaristan’da Türklere karşı oluşturulan “Korku kültürü” insanımızı kalıplayıp gölgesinden korkan duruma getirdi. İnsanları midya gibi yaşamaya zorladı. Hele son 23 yılda Ahmet Doğan döneminde dinimiz, dilimiz ve öz kültürümüz bir yana itilip aktif uygulama usulleriyle tamamen köreltilip unuturulmaya çalışılırken, çok acılar yaşandı. Hele Atavatan gururumuzu istediğimiz gibi yaşayamamamız çok ezici ve incitici oldu. Biz karşılık beklemeyene uymak zorundayız. Gerçek adalete yolu dünya menfaatlerini ön plana çekmeden yürüyenlerin, dürüst insanların, bizim yolumuzdur. Sorumlulukla yaşamak ne büyük bir cesarettir. Biz cesur olmaya devam edelim. Bizim vicdan temizliğimizden, adalet duygumuzdan ve sonsuz gücümüzden titreyenlerin uykusu kaçıyor. Tarih kitaplarında, Bulgar edebiyat eserlerinde, sınıf odalarında, toplantılarda kafalarımıza zorla doldurulan korku kültürü ve daha sonra da bizimle hesaplaşma uygulaması sözde haklı oldukları saçmalığı, tarih çöplüğüne itileceklerin başında geliyor. En kötü olan ise belki şudur. Bize olumlu örnek olarak gösterilenlerin sahte olması. Başkaları tarafından gösterilen pozetiv kişilikler çürük çıkıyor. İyisin iyisi olan biz kendimiziz! Örnekleyelim: Bulgaristan’da 15 kitabıyla bilinen Petar Yapov’un DS ve KGB Ajanı ŞEYTAN DOĞAN adlı son kitabı ilgililerce artık okundu. Ahmet Doğan’ın ajanlıklarını ve ihanetlerini, Türlüğümüzün katili olduğunu kanıtlamak, daha önce CIA ve KGB iletişim grubunda çalışmış ve Ahmet Emin öldürülmezden önce Hak ve Özgürlükler Hareketi Sofya Şehir Örgütü Başkanı ve 8 yıl da HÖH Merkez Konsey Operatif Büro üyeliği olan Yapov’a mı düşmüş diyebilirsiniz. Değinmek istediğim konu ihanetler, ajanlıklar, hırsızlıklar değil. Bu nitelikleri HÖH yönetiminin her katında ve her kişiğinde kolayca bulabilirsiniz. Şu da var. Kim kimin peşinde, kim kimin yakasında tespit etmek artık güç oldu. İt ürür kervan yürür gibi birşey...Bir defa Türklüğümüzün yaşamasından yana olanların hepsi ajan olmalı. Türklük ajanları... Aslında, kimin ajanı oldukları pek önemli değil. A. Doğan KGB ajanıymış ama yargılanmayacakmış. Çok hizmet etmiş. Kime mi? Orası önemli mi dersşiniz! Faişenin para için kiminle ilişkiye girdiği önemli değilse, A. Doğan’ın kiminle fingirdediği neden önemli olsun. Al gülüm ver gülüm. Önemli olan perde ardından Türklükle hesaplaşanlara hizmet etmek... Bu gibi ajanlığı kanıtlamak işe yaramaz. Bu işler için, örneğin ihanet için bizde ceza yasası yok. Olmaması daha iyi. O zaman bizimle 130 yıldan beri hesaplaşmaya çalışanları, saflarımızdan binlerce kurban alanları hapse atmamız gerekecek... Yasa olması önemli değil, önemli olan kötülük olsun... Sonra etrafında, toplumda dürüst adam olmayınca, senin temiz olman ne işe yarar!!! Yazar Yapov, A. Doğan’ın ajanlıklarından sonra biz Bulgaristan Türklerine örnek olarak iki Pomak vatandaş göstermiş... Biri, Gotse Delçev doğumlu, Sofya Tıp Akademisi’nde Profesör Doktor olan Doğan Ziya. Bu diş hekimi Ahmet Doğan’ın da sıkı fıkı dostuymuş. Geçen hafta Prof. Dr. Doğan Ziya’nın Türkiye Cumhuriyeti’nden emekli maaşı aldığını, eşine de bir Türk emekli maaşı uydurmak için çok çaba gösterdiğini öğrendim. Daha da çarpıcı olan ise, 2012 yazında Prof. Dr. Doğan Ziya İstanbul Kadıköy’den bir daire satın almış ve T.C’ye yerleşme ve daimi kalma planlarını açıklamıştır. Gotse Delçev’i VATAN olarak beyenmeyen Prof. Dr. D. Ziya 6. katın 25. dairesinden denize bakıp VATAN özlemi giderecekmiş... Güler misin ağalar mısın. A. Doğan’ı misafir olarak davet etmiş ve WİSKY’yi artık buzdolabına yerleştirmiş...Bravo! Sanki bizim Vatan’da bizim Hasan agadan başka yurtsever yok... Neden böyle oluğuna aklım ermiyor. Vatandan, Atavatandan Anavatana kaçtığımıza göre, hesaplaşma kültürünün sopası hep sırtımızda mı yoksa!....

Türk Edebiyatı Dünyaya Açıldı “Baba Vida Türk kültür, sanat ve edebiyatının dışa açılması çalışmaları kapsamında başlatılan Kuleleri” Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile İlgili EserlerinTürkçeDışındakiDillerdeYayımlanmasına Destek Projesi (TEDA) çalışmaları hızla sürüyor.2005 yılında hayata... Türk kültür, sanat ve edebiyatının dışa açılması çalışmaları kapsamında başlatılan Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile İlgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi (TEDA) çalışmaları hızla sürüyor. 2005 yılında hayata geçirilen ve Türkçe’nin yazı dili birikiminin uluslararası çevrelerde tanıtılması için başlatılan proje kapsamında bugüne kadar bin 351 eser 54 farklı dile çevrildi. Türk kültür, sanat ve edebiyatı ile ilgili klasik ve çağdaş eserleri yayımlayan uluslararası kuruluşlara karşılıksız destekte bulunmak amacıyla hayata geçirilen ‘Türk Kültür, Sanat ve Edebiyat Eserlerinin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi (TEDA)’ 2005 yılında başladı. “Türk edebiyatının dünyaya açılımı” olarak nitelendirilen TEDA projesi kapsamında toplam bin 351 Türkçe eser, 54 farklı dile çevrilerek 57 ülkede yayımlandı. TEDA projesi kapsamında çeviri ve yayın destek çalışmaları devam ederken, bu çerçevede desteklenen eser sayısının 2012 yılının ilk iki döneminde 366 oldu. TEDA desteklerinde 215 destek ile büyük bir Türk nüfusunun yaşadığı Almanya açık ara lider oldu. Bu ülkeyi 169 destekle Bulgarca, 117 destekle Arapça izledi. Türkçe eserlerin çevrildiği diller arasında Almanca, Arnavutça, Boşnakça, Yunanca, Rusça, Lehçe, Rumence, Macarca, Gürcüce, Urduca, Çinçe, Korece, Çekçe, Tamilce, İbranice, Japonca, Katalanca, Ermenice, Endonezce, Slovakça, Fince, Malayalamca gibi diller de yer aldı. 2005’DE 39 OLAN ESER SAYISI HER YIL KATLANARAK ARTTI

Yayınevlerinin yanı sıra üniversiteler ve dernekler TEDA’ya başvurarak, başka dillere çevrilmesini istedikleri eserleri aday gösterebiliyor. Projenin başladığı ilk yıl 39 eser yabancı dillere çevrilirken bu rakam her geçen gün daha da arttı. 2006 yılında 61 eser yabancı diller çevrilirken bu rakam 2007’de 199,2008’de 182,2009’da140 ve 2010 yılında 182 olarak gerçekleşti. TEDA projesi katılımı son yıllarda artarak 2011’de 182 eser ve son olarak 2012 yılının ilk iki döneminde 366 eser yabancı dillere çevrildi. Bu yıl çevirisi yapılan eserler arasında Orhan Kemal’in Evlerden Biri, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Yaşar Kemal’in Ağrıdağı Efsanesi ve Mustafa Armağan’ın Abdulhamid’in Kurtlarla Dansı gibi eserler yer alıyor. TÜRK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ESERLERİ DÜNYA KÜTÜPHANELERİNDE

Başka dillere çevrilen eserler arasında Mevlana’nın Mesnevi, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat yanı sıra Dede Korkut Oğuznameleri başı çekiyor. Ayrıca Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Halide Edip Adıvar, Sait Faik Abasıyanık, Perihan Mağden, Orhan Pamuk, Ahmet Ümit, Buket Uzuner, Hilmi Yavuz, Talat S. Halman, Adalet Ağaoğlu, Orhan Kemal, Elif Şafak, Falih Rıfkı Atay, Aziz Nesin, Can Dündar, Sabahattin Ali ve Zülfü Livaneli gibi yazarların kitapları yer alıyor.

Bulgaristan’daki Yahudilerin tarihi Bulgaristan’daki Yahudilerin tarihi MÖ 2. yüzyıla kadar uzanır. Bu zamandan beri herzaman bir Yahudi nüfusu olan Bulgaristan’da Yahudilerin Bulgaristan tarihinde antik çağlardan Orta Çağa ve bugüne kadar önemli rolleri bulunur. Bulgaristan’daki Yahudi cemaatiyle ilgili en eski yazı MÖ 2. yüzyıla aittir. Ulpia Oescus’da (günümüzde Plevne iline bağlı Gigen’de) Latince yazılmış bir bulguda menora ve arksinagog Joseph’in şehirdeki Yahudi nüfusuyla ilgili bildirdiği veriler bulunur. Ayrıca, Roma İmparatoru I. Theodosius’un 379’da Yahudilere karşı verdiği fermanla İllirya ve Trakya’daki sinagogları yıkması bölgede Yahudi nüfusunun bulunduğunu belirten kanıtlardan biridir. Birinci Bulgar İmparatorluğu 681’de kurulduktan sonra Bizans İmparatorluğunun zulmünden kaçan Yahudilerin buraya yerleşmiş olma ihtimali vardır. I. Boris’in hükümdarlığı sırasında paganları Yahudileştirme çabaları muhtemeldir, fakat en nihayetinde 9. yüzyılda Bulgar Ortodoks Kilisesinin kurulmasıyla halk Hıristiyanlaştırılmıştır. Kometopule hanedanlığında görülen Samuil, Moses ve David gibi isimler onların anne tarafından Yahudi olma ihtimalini de sunar fakat bu tartışmalı bir konudur. Yahudiler, İtalya’nın Ragusa Cumhuriyetinden gelenlerle birlikte 967’de İkinci Bulgar İmparatorluğunun serbest ticaret politikalarıyla Niğbolu’ya yerleşti. Ardından, Bulgar Çarı Ivan Alexander, Hristiyanlığa geçip Teodora adını alan Yahudi kökenli Sarah isimli bir kadınla evlendi. 1352 kilise konseyinde kafirlerle Yahudilerin aforoz edilme ve üç Yahudinin idam kararı çıktı, karar Çar tarafından geri çevrilmesine rağmen bu Yahudiler halk tarafından linç edilerek öldürüldü. 14.-15. yüzyıllara kadar Romanyot olan Yahudi nüfusuna 1376’da

“Baba Vida”- Vida Nine Ortaçağ Şato Kaleleri Tuna kıyısında, nehrin büyük bir kıvrım yaptığı alanda bulunuyor. Vidin şehri, Bulgaristan’ın en kuzey-batı kısmında Tuna nehrinin Kara Deniz’e ulaşmak için yaptığı uzun yolculuğunun sonuna yaklaşırken büyük ve yavaş dönemeç yaptığı yerde bulunuyor. Tuna kıyısındaki Vidin şehri, Millat’tan önce 3.yüzyılda kuruldu. Efsanelere göre, hem şehir, hem de kale Karpatlardan Stara Planina Balkan dağına kadar toprakları bulunan bir hükümdarın kızı Vida’nın ismini taşıyor. Vida, babasının ölümünden sonra, küçük kardeşleri Kula ve Gımza ile beraber babasından miras kalan toprakları bölüşür. Kula kendi eyaletini kurar ve bugünkü Kula kasabası çevresine yerleşir. Gımza kalesini Gımzagrad olarak adlandırır (Gımza şehri). İlginçtir, günümüzde Sırbistan topraklarında geç Roma döneminden kalma Gımzagrad adını taşıyan siteden arkeolojik tarihi bulgular var. Kula ve Gımza hemen evlenir. Eşleri çok savurgan ve bilnçsiz bir şekilde tüm varlık ve toprakalrı kaybeder. Vida tüm evlilik tekliflerini reddeder. Yalnız kalmayı, halkını savunmayı, elinde kılıçla büyük çarlığını yönetmeyi tercih eder. Erişimi zor bir kale kurar, yanına şato inşaa eder, burada uzun yıllar, ihtiyarlığa kadar ya-

Macaristan’dan gelen Aşkenazlar da katıldı. Osmanlı İmparatorluğu Bulgar İmparatorluğu’nu istila ettiği zaman Vidin, Nikopol, Silistra, Pleven, Sofia, Yambol, Plovdiv (Philippopolis) ve Stara Zagora’da Yahudi cemaatleri bulunmaktaydı. 1470’de Yahudilerin Bavaria’dan kovulmasıyla Yidiş dilini konuşan Aşkenazlar da bölgeye yerleşti. 16. yüzyılın ortalarında Sofya’lı hahamlarca Selanik’te Aşkenaz dua kitapları basıldı İlk Sefarad göç dalgası Selanik, Makedonya, İtalya, Ragusa ve Bosna üzerinden 1494’te gerçekleşti; bu Yahudiler hali hazırda yerleşik olan Yahudilerin bulunduğu Osmanlı’nın ticaret merkezi olan şehirlere yerleşti. Sofya’da Romanyot, Aşkenaz ve Sefaradların 1640’a kadar kendilerine ait cemaatleri bulunmaktaydı fakat bu tarihte cemaatler tek haham altında toplandı. 17. yüzyılda Sabetay Sevi’nin görüşleri Bulgaristan’da popülarite kazanınca Sevi’nin destekçileri Gazze’li Nathan ve Samuel Primo Sofya’da aktif rol aldı. Döneminin yeni ticaret merkezi Pazarcık şehri gibi ülkenin değişik yerlerine yerleştiler. 1688’deki Çiprovtsi ayaklanması sebebiyle Ragusa tüccarlarının ticaret yapma hakları ellerinden alınınca Yahudilere yeni haklar tanınındı ve böylece Yahudiler ticaret alanlarını genişlettiler.

şar. Vida adaletli, dürüst ve güçlü bir hükümdarmış. Vefat ettikten sonra, yerli halk şükranlık duygularının ifadesi olarak şatoya onun adını verir ve ona artık “Baba Vida”- Vida Nine denilmeye başlanır. Vida ile ilgili efsaneler çoktur, ancak en yaygın olanı size şimdi anlattığımız hikayedir. Turistik rehberler gezilerine bailıyor. Kompleksin ilk planı belirlenmiş değil.Kurulmasına 10. yüzyılın ikinci yarısında başlandığı tahmin ediliyor. Sonraları arazileri genişlemiş, iç ve dış olmak üzere, iki koruma duvar yapılmış, dokuz kule inşaa edilmiş. Kalenin en iyi korunan bölümü İvan Stratsimir’in adıyla başlanıyor. Hükümdar onu kendi konağı yapmış ve İkinci Bulgar Çarlığı döneminde bir feodal şato olarak kullanmıştır. İvan Stratsimir Bulgarların son Ortaçağ çarıdır. Vida Kulelerin iç cephesinde yerleşim konutları var ve hepsi merkez bahçeye bakar. Tarih Müzesi Başkanı Fionera Filipova anlatıyor: 15.- 19 yüzyılda bu kompleks bir savunma tesisi olarak kullanılıyormuş, ateş topları ve silah techizatları da burada yer alıyormuş. Bugünkü halini 17.-18. asırda alıyor ve dokauz dekar alan üzarine genişliyor. Etrafı 20 metre geniş çukurla çevrili. Geçmişte bu set Tuna sularıyla doluyormuş, girişte ise bir ahşap köprü varmış, sonraları onun yerine bir taş köprü yapılmış. “Baba Vida” hem savunma tesisi hem de hükümdar şatosu olarak kullanılan Ortaçağ şatolarından günümüze kadar tamamen korunmuş olan tek kaledir. Kalenin kuleleri, şehrin kuzey-doğu bölümünde Tuna nehri kıyısında boy gösteriyor. Kale duvarlarının temelleri 10. yüzyılın sonunda “Bononiya” antik kalesi kalıntıları üzerinde atıldı. “Baba Vida” Ortaçağ kale inşaatının en etkileyici anıtıdır. Osmanlı döneminde kalenin yerleşim alanı talan edilmiş. Onun yerine taştan bçlmeler yapılır ve onlar yemek ve silah deposu, ayrıca korumaların evleri olarak kullanılırmış. İlk arkeolojik kazılar 1856-62 döneminde yapılır.Birkaç medeniyetin izlerine rastlanır-Roma döneminden Boloniya kalesi kalıntıları üzerine inşaa edilmiş şato 2. asıra ait.B,zans, Roma, erken ve geç Bulgar dönemleri, Osmanlı dönemi izlerine rastamak mümkün. 1960 yılalrında arkeolojik kazıalrın üzerine 400 kişi izleyeni barındıran Yaz Açıkhava Tiyatorsu açılmış. Orada geleneksel olarak müzik ve tiyatro temsilleri gerçekleşiyor. Vidin deyince “kaleto” adıyla bilinen diğer yapıt da bilinmeli. Osman Pazvatoğlu’nun camiisi de mutlaka anılamlıdır. Dönemlin Osmanlı hükümdarı Pazvantoğlu’nun yaptırdığı camii yanında kütüphane, medrese var ve bu yapıt da Bulgaristan’da ulusal anıt statüsü almıştır. Türkçesi: Sevda Dükkancı


6

Bulgaristan Türklerinin Sesi

BULTÜRK’E

G ele n

YazI

24 şubat 2013’te Sofya’da Bakanlar Kurulu önünde 10 bin kişi adına konuşanlar BULGARİSTAN’DA POLİTİK MODELİN DEĞİŞTİRİLMESİNİ istediler. “Halk biziz!” “Devlet Biziz!” “Politik parti modeli eskidi!” “Protesto edenlerin özgür iktidarı kurulacak!” sloganlarıyükselttildi. Sofya şiddetli gösterilere sahne oldu. Ekonomik bunalımı aşamayan Bulgaristan, politik krize battı. Müslüman –Türk-Pomak ve Çingenlerin ağırlıklı olduğu Kırcali, Razgrat,Şumen, Silistra ve Kuzey Batı Bulgaristan il merkezlerinde yoğun hareketlenme beklenirken Smolyan ve Blagoevgrat eyleme geçti. Plovdiv ve Varna’da Kitle eylemlerine “Yabancı tekeller ülkemizden hemen kovulsun!” “Soygun ve talana son!” istekleriyle 10 binden 30 bine kadar öncelikle gençler katıldı. Bütün mitinglerde Veliko Tırnovo ve Varna’da “çağresizliğe karşı”kendini ateşe verenler bir dakika saygı duruşuyla anıldı. Hükümetin istifası üzerine göstericiler Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile görüşmek istediler. Hiçbir politikacının katılmasını istemedikleri bu görüşmenin naklen yayında kameraların önünde yapılması talebinde bulundular. Politikacılar siyasetin dışına itildi. Yeni bakış açıları aranıyor. Göstericiler Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’nı yaktılar. Temel yasanın halkın değil, bir avuç zenginin çıkarlarını savunduğunu öne sürüyorlar. Göstericiler, siyasi partilerin tümünün yasaklanmasını, halkın Parlamentoda direk ve daha etkin temsilini talep ederek, eylemlerini sürdürüyorlar. Bulgaristan’da “yüksek elektrik faturalarını protesto ederken” alevlenen halk isyanı ateşi bacayı sardı. B. Borisov iktidarı, ekonomik ve sosyal problemleri çözememekle itham edilirken, somut olarak halkın kanını emen tekellerle ve ahtopotlarla başa çıkamamkla, işsizlik ve yoksulluk sorunlarınıçözüm getirememkle, eğitim ve sağlık alanında çöküşle, bürokrasi ve memur tabakasına özel imtiyazlar tanımakla suçlanıyor. Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-DPS) halk ayaklanmasının devrimleşme sürecinden korktu ve politikadan el çekti. Partiler hükümet kurmak istemiyor. Bulgaristanıhükümet olmanın korkusu sardı... Basın ve TV halk ayaklanmasına neden olan ÇEZ elektrik dağıtım şirketi yönetiminde görev alan kodamanların listesini çıkardı. Bu baş belası yabancı şirkette “HÖH-DPS” eski Başkanı ve şimdiki Fahri Başkan Ahmet Doğan’ın eski eşlerinden biri ve “HÖH-DPS “Başkan Yardımcısı Hristo Biserov’un oğulu çok yüksek maaşlı görevlerde bulunuyor. Yeni dönem Bulgaristan tarihinde III. Çarlığın ilan edildiği 1908’den beri ilk defa iktidarsızlaşma, partileri yasaklama, parti erkini reddetme, Anayasayıgeçersiz kılma istekleri yükseltilirken, teknokrat bir erki göreve davet eden eğilim derinleşip güç topluyor. Bizdeki politik modelin değiştirilmesi ne anlama gelir: 1.Başkanlık Sistemi kurulabilir; 2.Politik partilerin faaliyetlerine son verilebilir. 3.Politik partilerin kapatılması demokratik düzenin yıkılması ve yerine otokratik diktatörlük veya Başkanlık iktidarı kurulması anlamına gelir. Bu dönem 1934’te denenmiş ve Aleksandır Tsankov’un faşit hükümeti işbaşına gelmiştir. Bu kabine dünya tarafından tanınmamıştır. Düzensiz ayaklanma ve direnişlerde yoğunlaşma şartlarında öz yönetme mekanizması oluşturan protesto gösterileri gün geçtikçe daha etkin politik nitelik kazanıyor. Fakat bu Bulgaristan’da yapılan protestoların Rusya tarafından desteklediği de gözlerden kaçmıyor. Bulgaristan için olduğu kadar 27 Avrupa Birliği devleti için de, yepyeni bir politik ortam oluşturan ayaklanma, dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Yunan sokak direnişçileri ile kıyaslama yapmak isteyenler hemen sustu. Arap Baharı’na benzemediğine işaret edildi. Komşuda ve Arabistan’da kavga muhalefet ve iktidar partileri arasında şiddetlenirken, bizde politik partilerin tümü politikadan çekilmek zorunda kaldı. Siyasetten ümidini kesmiş olan kitleler siyasi partilerin örgütlerini dağıtmaya, siyasi hayattan uzaklaşmaya, defolmaya çağrılıyor. Siyasiler soygun, talan ve dolandırıcılıkla itham ediliryor. Savcılık göreve davet ediliyor. Direnişin yabancı tekellere tepkisi çok güçlü ve destek topluyor. İçlerinde Ahmet Doğan’ın ve HÖH yönetim ekibinin de olduğu, yerli oligarşik mafya çemberinin AB’li sömürücü tekellerle talancı ortaklığına son verilmesi isteğı kesinlik kazanıyor. Kükredikçe yayılan politik atılımda başat devinim gücü olan sendikacılarla omuz omuza yürüyen üniversiteliler ön saflarında yumruk sıkıyor. Ayaklanma daha birinci haftasında enternasyonel boyut aldı. Berlin, Paris, Londra ve Mad-

rit Bulgaristan Büyükelçilikleri önünde toplanan kalabalık Sofya’da polisle dişdişe göz göze kavga edenlerle dayanışma halinde olduklarını duyurdu. Bulgaristan’da toplumsal demokratikleşme süreci, HÖH-DPS de dahil olmak üzere, 23 yıldan beri iktidarı paylaşan partiler tarafından baltalandı.İktidarlar haklarımızı elde etme davamızı ve özgürleşme özlemlerimizi dürüp rafa kaldırdı. Bu yüzden totaliterizmi 1990’da devrimci kükremeyle tarihe itmek istesek bile, özlediğimiz ideal demokrasi gerçekleşmedi. Bundan dolayı mitinglerde yükselen sloganlarda toplumu doğrudan demokratik prosedürlerle yönetme, yerel ve merkezi öz yönetime geçme istekler gibi politik değişiklikler talep ediyorlar. Görüldüğü üzere, Mayısta yapılacak erken seçimlere kadar isyan ateşi sönmeyip alevlenerek tüm köy ve kentlere sıçrayacak gibi. Müslümanlar köy, semt, mahalle ve belediyelerini henüz bütünüyle kucaklamamış olan bu özgün atılım, artık spontane toplantı ve mitinglerde kendini her yerde gösteriyor. Bizler, Bulgaristan halkı toplamında çok önemli bir oluşturucu öğe olarak şahlanan cesaretin sokak zorlamalarına tarafsız kalamayız. Politik ortamı sallayan yeni güç, tüm yolsuzluklarda parmağı olan HÖH-DPS lider ekibini de politik sahneden fırlatmaya hazırlanıyor. Görüldüğü üzere HÖH-DPS’nin lider ekibinin eli tamamen kirlenmiş durumdadır. Zamlı elektrik faturaları size de bize de geldi. “Olay, bir soygundur!” deyenlerin kalesinde hepimize yer var. Dava hepimizin ortak davasıdır. Sömürülmemize, soyulmamıza, ulusal çıkarlarımızın ayakaltına alınmasına, sokakların kan gölüne çevrilmesine karşı bayrak açmak bizim de en doğal hakkımızdır. İsyan ateşini yakan ve alevlendiren genç aydınlar hepimizin ortak hak ve menfaatlerini gündeme getirdi. Bizim çıkarlarımızı da savunuyor. Direnişleri başlatan, elektronik çağın, post modern dünyanın ortaya çıkardığı okumuş, bilgili ve namuslu gençler, sendikacılar, dernekçiler bizdendir. Doğal öncülüğü kabullenelim. Zam olaylarını protesto edenlerin ordusuna katılalım amma bu hükümetin bizlere Türklere yönelik yapılanları ve yapılmayanları da görmezden gelmeyelim, gelemeyiz. Siz de hatırlayın: 19 Mayıs 2012’de Cebel’de halka hitaben Bulgarca bir konuşma yapan Hak ve Özgürlükler Hareketi Başkanı A. Doğan şöyle demişti: “Halkımızın geçim sorunlarını çözemeyen Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖHDPS) nin bundan öte var olması anlamsızdır!” Biz hepimiz acız! İşsiziz! Bankalara borçluyuz! Çözdüğünüz sorun varsa gösterin de biz de görelim! Özgürlük ve ekmek için ayaklandık. Sizlere “paydos.” Yalan dolan; çarpma çırpma; zavallı insanları aldatıp uyutma politikanız bizde taşa çarptı. Herkes gözünü açtı. Türk onurumuzu ayak altına aldınız. Çevirdiğiniz sinsi dolapların bedeli sırtımıza yüklendi. Yüz karası tarih yazdınız! Onurumuzu kırdınız! Tarihte lekeli bir yer aldınız. Yeni seçimlerde 2013!te. Müslümanların oyu Ulusal Hak ve Özgürlükler Partisi’ne vereceğiz. Ateist HÖH Artık Gözümüze görünmesin! Öz insanımızı bize, kardeşi kardeşe düşman eden, sizden olmayanları evinden yerinden, dede toprağından soğutan siz oldunuz. Birbirinizin yalan dolanını,hırsızlıklarınızı gizlediniz. Çeteleştiniz. Mafyalaştınız. Adalet önünde hesap vermelisiniz. Soyguncu çetenize katılmak istemeyenlerin çekmediği kalmadı. Siz insan kayırdınız. Bizi hor görüp mafyalarla senli benli, sarmaş dolaş oldunuz. Ortaklıklar kurup binbir şeytanlık yapmaktan geri durmadınız. Kimsenin gözyaşına bakmadınız. Açlığımızla alay ettiniz. Çilemize, çekimize yüz çevirdiniz. İşte bakın, ayaklananlar tüm politikanıza “hayır” diyor. Sizi çöpe atıyor. “Devlet Biziz!” “İktidar Biziz!” “Halk Biziz!” Sarayları yıkıp yakan isyanlardır. İsyan ateşine hiçbir zırhlı araç dayanamaz! Bayraklarınız indiriliyor. Halkımızdan, haklı davamızdan ve mücadelemizden uzak durun. Saraylarınızı ateş saracak. Dostlarınız uzaktalar, uzak suyla yakın ateş söndürülmez. Çağresizsiniz. Gönüllerden düştünüz. Bu defa başta değil, ayakaltındasınız! Sizi dehşete düşüren nefret ateşinde yakanların kâbusudur. Korkuyla yaşanmaz. Politikadan tamamen çekiliniz! Defolurken Hak ve Özgürlükler Hareketimizi gerçek sahiplerine, halkımızın onurlu evlatlarına, ölümsüz kahramanlarımıza devredemediniz amma bu Müslümanlarını değil amma sizin HÖH ile birlikte son seçiminiz bu seçimler olacaktır. Tüm HÖH’çülere duyurulur, artık bu partiden hiç kimseye fayda gelmez. Herkes bir an önce kendine gelerek UHÖH’nde yerini alması gerektiği gün bu gündür. UHÖH adalet, samimiyet ve yeni nesillerin yeridir. Müslüman halkına duyurulur.

HÖH-DPS’nin Bundan Öte Var Olması Anlamsızdır!”

Lahey’den Boşnakları üzen karar Eski Yugoslavya’da işlenen savaş suçları için Lahey’de kurulan mahkemede, 2 Ekim 2008 tarihinden beri tutuklu olarak yargılanan eski Yugoslavya Ordusu (JNA) Genelkurmay Başkanı ve eski Sırp general Momçilo Perişiç beraat etti.

Eski Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in en önemli adamlarından biri olarak bilinen ve 1993-1998 yılların arasında Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan 69 yaşındaki Perişiç, Lahey’deki mahkemece daha önce, başkent Saraybosna’nın kuşatılmasında ağır silah kullanmak, keskin nişancılara ve Sırp askerlerine destek vermek ve Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’in füzelerle vurulmasından suçlu bulunarak, 6 Eylül 2011 tarihinde 27 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Perişiç’in, avukatları aracılığıyla başlattığı temyiz davasının karar duruşması bugün yapıldı. Duruşmada, mahkemenin nihai kararını açıklayan hakim Theodore Meron, 1993-1995 yılları arasında Bosna-Hersek ve Hırvatistan’da yaşanan olaylarla Perişiç’in doğrudan bağlantılı olduğunun kanıtlanmadığını söyledi. Mahkeme kararında Perişiç’in, Bosna savaşı sırasında aktif olan Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’na destek veren Yugoslavya Ordusu’nun (JNA) başında bulunduğu, ancak Saraybosna ve Srebrenitsa’da işlenen suçların planlandığı herhangi bir toplantıya katıldığının ispatlanmadığı kaydedildi. Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun JNA ile doğrudan bağlantılı olmadığı, iki ordunun birbirinden bağımsız olduğunu savunulan kararda, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin JNA’dan emir almadığı savunuldu. Kararda, eski Yugoslavya Ordusu’nun izlediği politikanın, Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’na doğrudan yardım etmeye yönelik politika olmadığı, zanlı Perişiç’in de Sırp Cumhuriyeti Ordusu mensupları tarafından işlenen suçları desteklediğinin kanıtlanmadığı ifade edildi. Perişiç’in, Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu’na

yardım ettiği, ancak bu yardımların suç işlemeyi desteklemeye yönelik olmadığı öne sürülen kararda,Perişiç’in işlenen savaş suçlarına doğrudan katılmadığı, bu yüzden daha önce verilen cezanın iptaline karar verildiği bildirildi. Daha önce 27 yıl ceza almıştı Eski Yugoslavya Ordusu (JNA) Genelkurmay Başkanı Momçilo Perişiç hakkında, BosnaHersek’in başkenti Saraybosna’nın kuşatılmasında ağır silah kullanmak, keskin nişancılara ve Sırp askerlerine destek vermek ve Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’in füzelerle vurulması suçlamalarıyla 7 Mart 2005’te iddianame hazırlanmış, kendisi de aynı gün Lahey’deki mahkemeye teslim olmuştu. Perişiç, iki gün sonra 9 Mart’taki ilk duruşmasında iddianamedeki bütün suçlamaları reddetmiş ve suçsuz olduğunu ileri sürmüştü. 2 Ekim 2008’de Lahey’de yargılanmaya başlanan Perişiç’e mahkeme, söz konusu suçlardan 6 Eylül 2011 tarihinde 27 yıl hapis cezası vermişti. Bosna-Hersek ve Hırvatistan’da 1990’lı yıllarda yaşanan savaşta, özellikle eski Yugoslavya Ordusu tarafından desteklenen, silah ve savaş gereçleri verilen paramiliter birlikler, çok sayıda sivili katletmişti. Bosnalı ve Hırvat yetkililer, savaşın dışında kaldığını iddia eden JNA birliklerinin de birçok bölgede, doğrudan savaşa girdiğini belirtiyor.

Saakaşvili: Bakü-Tiflis-Kars Demir-

yolu projesini durdurmak felaket olur Projenin karşısına çıkarılan engellerin her iki ülkenin de ulusal çıkarlarına ters olduğunu söyleyen Saakaşvili, “Bu bir felaket olur. Projenin durdurulması büyük suç ve vebali de ağır olur. BTK’nin başka alternatifi olmadığını düşünüyorum. Aksi durumu ulusal çıkarlarımıza ihanet olarak kabul ederim. Proje, bizim AB ve NATO yolumuzdur ve sıkı işbirliği ile sonuca ulaşmalıyız. Dostumuz ve ortağımız Türkiye’nin de önemli rolü var projede. BTK’nin kısa sürede faaliyete başlayacağına şüphem yok” diye konuştu. Daha önce Gürcistan Başbakanı Bidzina İvanişvili, yönetime geldikten sonra BTK ile ilgili bazı endişeleri olduğunu söylemiş fakat Azerbaycan ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada, projeyle ilgili ikna olduğunu belirtmişti.

Almanca bilmiyor diye kalp nakli yapmadılar! Belçika’nın Antwerpen şehrinde ülke vatandaşlarından sadece 17Avro kayıt ücreti alınırken, yabancılardan tam 250 Avro kayıt ücreti alınıyor. Belçika’nın Antwerpen şehrine taşınarak kayıt yapmak isteyen yabancılar, Belçikalılar gibi 17 Avro yerine 250 Avro harç ödemek zorundalar. Zira Antwerpen’in Flaman nasyonalist Belediye Başkanı Bart de Wever, yabancıların kaydının daha fazla zaman gerektirdiğini öne sürerek harç miktarını 20 kattan daha fazla artırdı. De Wever’in sosyal işler ve vatandaşlıktan sorumlu meclis üyelerinden Lies-

beth Homans, ırkçı uygulamaya karşı gösterilen tepkileri anlamadığını, yabancıların kaydı için ekstra bir gişe gerektiğini ve ekstra bir rapor hazırlandığını belirtti. Homans, Fransa’da 260 Avro ve Hollanda’da 950 Avro alındığını örnek vererek, kendilerinin aldığı 250 Avronun adil olduğunu öne sürdü. Uygulamayı eleştiren Belçika İnsan Hakları Birliği tarafından, bunun adil değil, ayrımcı olduğu, ırkçı refleksin bir görüntüsü olduğu kaydedildi. De Wever’in Antwerpen çevresine büyük bir uçurum çekmek istediği belirtildi.

Kosova’da şirket kayıtı Türkçe yapılabilecek

Türkiye’den gelen işletmeci ve yatım- şirket açmak istiyen Kosovalı Türk ya cıların kayıt işlerini kolaylaştırmak ol- da Türkiye’den gelen girişimci, kaduğunu belirtti. Kosovalı Türklerin kayıt yıt formlarını türkçe doldurabilecek. formlarının doldurulması esnasında dil açısından sıkıntı yaşamamaları için bu uygulamaya gidilmesinin sebeplerden biri olduğunu kaydeden Bakan Yardımcısı Cüneyd Ustaibo, diğer yandan Kosova’da şirket kurmak istiyen ve Türkiye’den gelen, yanlarında tercüman çalıştırmak mecburiyetinde kalan Türk girişimcilerinin, kayıt formlarını sadece Prizren ve Mamuşa değil, Kosova’nın her hangi şehirinde Türkçe doldurabileceğine işaret etti. Söz gelimi, Klina ya da Graçanitsa’da


Bulgaristan Türklerinin Sesi 7

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT-2-B U L T Ü R K KARANLIK SAVAŞ : ZİHİNSEL İŞGAL Düşünenleri düşündüren şu oldu: Bulgaristan Deliorman bilgeliğine dayanır. O zaman bu zaTürkleri de, ihaneti, zorbalığı, baskı ve terörü kötülükleri, çabuk unutan, yaralarını kendisi sarabilen, öç almayı düşünmeyen olgunluğa erişmişlerdi. Hoşgörü, garez gütmeme, alicenaplık ve alçak gönüllülük gönüllerine yerleşmişti. Kötülük eden “Allahından bulsun!” bilincine ermişlerdi. Ata Vatan’da anaerkil bir halk topluluğu olarak yaşaya gelmişlerdi. Türkiye’de Ataerkil bir aile ve toplum yapısı vardı. Birinci ve son söz yaşlı erkeğin, dedenin ve babanındı. Orada erkekleri hapislere, toplama kamplarına sürülünce ayaklanan analar, eşler, kızlar ve bacılar olmuştu. Farklılık büyüktü ve hemen alışmak zordu. Hür kadınımızın yeniden kafası içine tıkılması gibi bir şeydi. Yeni ortamda “en büyük suç” biraz da neredeyse güzel kız ve kadın olmaktı. Bu da işi yokuşa sürüyordu. Bir de şu var. KANATKARDILAR! Totaliter zülüm düzenini T. Jivkov’un başına yıkmakla yetindiler de arkalarındaki köprüleri yıkmak da istemiyorlardı. Acılarını bilinçaltına atılar. Bıçakları bilemek den vaz geçtiler. Ağırdan aldılar. Aralarında “Bulgar devleti gençtir, gencin kanı kaynar. Gelip geçer!” diyenler de vardı. Yaraları sarılınca, Bulgarlara kem gözle bakanlar azaldı. Balkan Derneği 1989’dan sonra gelenlerle yaşayan farklı duyguları, yerleşen düşünceyi anlamaya, özünde derin Ata Vatan sevgi ve özlemi olan bu mayalanmayı çözmeye çalışmadı. Göçmenler arasında dolaşan “Ata yurdunu koruyan ilerler, korumayan kaybolup gider” gibi sözler buna işaretti. Bulgaristan’a çeşitli vesilelerle gidip gelenler çoğalırken “Vatandan ayrılan yedi yıl ağalar, kardeşlerinden ve halkından ayrılan ömür boyu ağalar!” gibi sözler her yerde dolaşmaya başladı. Son büyük göçlerle aileler iyice parçalanmıştı. Yaşlıların çoğu gelemedi. “Dedemin mezarı neredeyse, Vatanım orasıdır!” “Köksüz ağaç olmaz!” “Bizim burada neyimiz var?” diyenler de oldu. Soy köklerini koruyanlar yaşlandıkça ziyaretler, özlem giderme sıklaştı. Bulgaristan’la Türkiye arasında yeni kültürel alış verişin yeni atkısı dokunmaya başladı. Bu atılımda, Bulgaristanlı Türkler birkaç dilli bir kültürel oluşumun baş mimarı olmaya talep oldular. Göçmen semtlerindeki kahvehanelerde, kulüplerde herkesçe sevilen Türk nihavent makamın bir esintisi olan Bulgar “çalga” müziği duyuldu, soydaşlar gecelerine, bazı düğün ve şenliklere “Glorya”, “İvana” gibi Sofya çalga yıldızları davet edilmeye başlandı. Aynı yıllarda Türk sanatı film, kitap, sahne etkinlikleriyle Bulgaristan’a taşındı. Çanak antenler göklere dikildi. Bulgaristan’da Türk TV dizilerinin başarısı nostalji gideren Bulgar aileleri de küçük ekrana kilitledi. Sadece bu filmleri anlayabilmek için Türkçe öğrenenler bile oldu. Farklı kültürler kaynaşmaya tepkili değildi. Turist değiş dokuşu milyonlara uzanırken, hafta sonu alış verişini Edirne’de yapan Bulgar aileler, yine hafta sonunda Panporovo ve Bansko kayak merkezlerinde boy gösteren, yazları da Bulgaristan’ın Karadenizine giden Türk gençleri Bulgarlarla dostluklar kurdu. Belki de “dünyayı yöneten bilgi ve sevgidir” diyenlerin haklı olduğunu kanıtlamak için 10 bine yakın Türkiyeli genci, bunlar arasında büyük sayıda soydaş, Bulgar Yüksek enstitülerinde okumayı seçti. 1980’lerde başımıza gelenlere rağmen “iyi yürekli bir toplum meydana getirme mümkündür,” diyenler geleceği düşünüyordu. Sofya, Plovdiv ve Varna’da süper Türkçe ve iyi Bulgarca konuşan gençlere sık sık rastlamak olağan oldu. Tarih içinde Barak Baba’nın, Sarı Saltukların, Bali Dedeler’in, Demir Baba ve Gül Baba gibi evliyalarımızın, bizim oraları baştanbaşa gezen ve güzelliklerimizi tüm dünyaya anlatan Evliya Çelebilerin ve daha nice ermişlerin emelinde tıpkı deniz suyundaki tuz gibi, hakikatin içinde erimiş ve herkes için eşit olan bir adalet vardı. Onlar insanların aklından ve ruhundan geçenleri okuyarak dostluk ve kardeşlik yollarını açmışlar, farklı din ve gelenekleri, yaşam tarzını yan yana yaşatmayı başarmışlardı. İnsanları dilleriyle, renkleriyle, kültürleriyle, farklılıklarıyla, yaşam biçimleriyle sevmeyi bu topraklara getiren, onlardı. “Anana babana yardım etmek, el âleme muhtaç etmemektir!” anlayışını Balkanlara yerleştiren de onlardı. “Komşunun tarlasına yağsın, bize nemi yeter!” “Komşun aç iken, tok yatan bizden değildir” sözleri bugün de onları hatırlatıyor. Ermişler, “Tanrı’nın verdiği nimetleri adaletli dağıtılınca herkese yeter!” kültürünü var olma şekillerimizin güzellikleri içinde yaşatırken, iyi komşuluklara, karşılıklı hoşgörüye hayat hakkı kazandırmıştı. Emel ettikleri topluca yaşamada bir tek zorbalık, baskı ve eziyet yoktu. “Bir ağaç gibi tek ve Hür, Bir orman gibi kardeşçe!” felsefesi Şeyh Bedretinlerin 13. asır

man bu bilgelik o topraklarda derin köklerle yaşar. Tabi, yeni zamanlarda dünyada insanlar eski değer yargılarına tabii değildir. Her devrin yeni kıstası, yeni bakış açısı vardır ama kesintisiz bir devam olan yaşam ermişlerin bilgeliğini asla unutmaz... Bundan dolayı olacak, gelen Bulgaristan Türklerinin onurlu geçmişlerinde “tövbe” edecekleri, utanacakları, karmaşık ve suçluluk duygusu yaratacak hiç bir şey olmadığı sezilip görülüyordu. Namuslu olma her birinin en belirgin çizgisiydi. Bu anlamda, son büyük göçten sonra geri dönüşleri hak edilmiş bir seçenekti. Bu böyle olmasa 122 bin insanımız Bulgaristan’daki evlerine yerlerine geri dönmezdi. Güneş her yerde herkes için birdi... Bir başka gerçek de şuydu: “Aydınları, kadınları ve gençliği diri olan toplumların diz üstü çöktüğünü tarih kaydetmemişti!” Parçalanırken yara almış ama ayakta kalmışlardı. İşte böyle bir tarihsel ortamda, BULTÜRK kurucu Başkanı Prof.Dr.Hyati DURMAZ ve ekibi stratejik atılım ve hedef saptamaya başladı. Bu daha önce hiçbir derneğin yapmadığı, yapmayı düşünemediği bir atılımdı. Nitelik olarak yeni bir yaklaşım gerektiriyordu. Derin gözlemler ve irdelemelerle büyük birikim sonucu belirlenen amaca ulaşmak için yeni bir yol tutulacak, yeni yöntemlerle çalışılacak ve herkesin gönlü seferber edilecekti. Muhacir, Soydaş ve Bulgaristanlı kardeş gibi ayırım yapılmayacaktı. Soy bir, doku aynı, bilinç düzeyi olgunlaşmış geni bir hedef kitlesine yöneldi. Bu büyük göçmen yığınını kucaklayıp yönetmek için sanat ve bilimi geliştirilip yetkinleştirilecekti. Amaçlara ulaşmak için hem Bulgaristan hem de T.C. imkan ve güçleri birlikte kullanılacak, her zaman her yerde iki ülkede yaşayan ama aynı soy ve kökten olan Türk, Gagauz ve Müslümanlar hiçbir ayrım yapmadan savunulacak ve yöneltilecekti. Çift vatandaşlılığı kendi Halkı için kullanılmalıdır. Halkını yaşat ki devlet yaşasın sloganı öne alındı. Önce soydaşlarımızın sorunları kucaklanıp her birine çözüm aranacaktı. Soydaşlar Bulgaristan’daki demokratik yapılanmaya dâhil edilecekti. Soydaşlarımızla Bulgaristan’daki kardeşlerimiz arasındaki temas ve yardımlaşmanın daha da verimli biçimlerde derinleşmesi yolları açılacak, kolaylıklar sağlanacaktı. Göçten önce Bulgaristan’da köreltilen Türk sanat, edebiyat ve kültürü içinde gelişme olanakları sunulacaktı. Eğitim ve öğretime öncelik tanınacaktı. Müslüman-Türk kültür dokusunu her iki ülkeye de büyük boyutlu yayma, hem ata hem de ana vatanda yaşatma ve insanımıza her konuda ve her alanda her zaman hizmet sunma niyetiyle yola çıkıldı. Gazete ve elektronik paylaşım yolları seçildi. Halkın nabzı tutuldu. Büyük hedefin programsal stratejisinde, Müslümanlığı-Türklüğü Bulgaristan’daki kardeşlerimiz ve Türkiye’deki soydaşlarımız arasında aynı anlamlarla, aynı ana dille ve öz kültürümüzle yayma yer aldı. XXI. Yüzyılla kapıya gelen olaylarda geleceğin çevresi arandı. İnsanımızı Türkiye, Bulgaristan ve A.B. vatandaşı olarak kucaklanacaktı. Hedef dünya vatandaşı olmayı hak etmekti. Dayanaklarımız arasında en fazla önem arz edenler ana dilimiz, öz kültürümüz, Türk kimliğimiz ve ne kadar çok renkle zenginleşirse zenginleşsin öz medeniyetimizdi. Başta gelen ödevimiz ise, hep MüslümanTürk kimliğimizi savunmak ve geliştirmek olacaktı. Evlatlarımıza ana dilimizle birlikte ulusal dili ve aile ve toplum kültürümüzü öğretmek de ödevler arasına alındı. Türk kimliğimize değişik yönden saldırılar geliyor ve gelebilirdi. Tam o dönemde kendi partimiz olan “HÖH’ün” lideri A. Doğan “bütünleşen” “eriyip kaybolan” kimlikler teorisi geliştirdi. Bu kabul edilemezdi. Bu teori, farklılıkların güzelliğini bütünlük içinde yok etmeyi hedefliyordu. Stratejimizde bir görüş ve hedef olarak yer alamazdı. O, bu işte bizi Avrupa’ya örnek vermeye kalktı. Hevesi kursağında kaldı. Unutmamıştık, eski cadı Avrupa öteden beri Balkanlar’da Müslüman-Türk kimliğini yok etmek peşinde olduğunu. İslam’ı dışlamak için nice planlar yapmıştı. BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği iki ülke arasında oluşan ve yerleşen yeni durumda “KARDEŞLİK SINIR TANIMAZ” sloganıyla gündem yaptı. Bu yeni esinti emsalsiz bir stratejiydi. Mırıldanırken Mehmet Akifin şu dörtlüsü aklıma geldi: Değilmi cephemizin sinesinde iman bir Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz Cıhan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz!”

(devamı gelecek sayıda)

• Karanlık bir savaşla karşı karşıyayız. Niçin karanlık? Çünkü bu savaş gözlerimizi kör ediyor, gerçekleri göremiyoruz. Bize gösterilen boş hayallerle zaman tüketiyoruz. Saldırganın kim olduğunu, hangi silahla, nasıl ve nereden saldıracağını da bilemiyoruz. Doğrudan beynimize saldırıyorlar, farkında değiliz. Beş duyumuz ve zihnimiz gizlice ele geçiriliyor. Algımızı oluşturan iletişim kaynakları yabancılara satılırken, taşıt farına yakalanan tavşanlar gibi çaresiz ve hareketsiz bakıyoruz. Bizi biz yapan değerler elden giderken habersiz seyrediyoruz. Akıl tutulması işte bu! Sonuçta algımız giderek değişiyor. Her çeşit göz boyama ve aldatma sonucu dostu düşman, düşmanı da dost görmeye başlıyoruz. Toplumsal paranoya ve şizofreni olmaya zorlayan bu savaş, bizi kendimizden bile şüpheye düşürüyor. Bundan daha karanlık savaş olur mu? Yaşam tarzını sinsice belirleyen bu akıl oyununu idrak edemeyen milletlerin işi çok zor. Amaç ; insan zihnini ele geçirmek • Bu karanlık savaşın hedefi; derin aklımızı ve beynimizi önce dağıtmak, sonra kendi gayesine uygun olarak yeniden oluşturmak. Bunun için de öncelikle aydın, sanatçı, toplum önderleri ve bilim adamları seçiliyor. Son iki asırdır bu sistem fabrika gibi çalışıyor ve geleceğin karar vericilerini yetiştiriyor. Stratejik yerlerin bu beyinlerle sessiz ve derinden ele geçirilmesi, her çeşit işgalden daha kolay ve etkili bir yöntem. Bu karanlık akıl oyunuyla belirlenen kötü kader ise toplumun yaşam tarzı oluyor. • Bilinçaltına gönderilen sinyallerle körpe beyinler yıkanıyor, geleceğin küresel robotları hazırlanıyor. İnsan ve toplumun yaşam tarzını kurgulamanın en kestirme yolu bu. Medyayı dikkatlice incelersek zihinsel devşirmenin her çeşidini kolayca görebiliriz. Bu yöntemin en etkili olduğu dönem ise çocukluk dönemi: • Bu dönemde algılanması istenen nesneler, sevgi ve güven sözcükleri içine gizlenerek reklamlar, çizgi filmler ve çocuk programlarıyla sunulur. Çünkü ilk algılanan nesneler anne baba gibi vazgeçilmez olacaktır. Bu şekilde çocuğun zihinsel bariyerleri kolayca geçilerek sigaradan cep telefonuna, janjanlı şeylerden kolalı içkilere kadar yaşam tarzına girmesi istenen her şey, zihinlere kök hücre nakli gibi ekilir. Minik beyinlere binlerce kere aşılanan ‘hayata bağlar’ - ‘bağlan hayata’ gibi şifre sözcüklerle ilişkilendirilen görüntü ve kurgular, çocukları hayata bağlıyan vazgeçilmez nesneler olur. Onlarsız hayat artık mümkün değildir. • Minik yavrular bu nesnelerin sağlığa veya insan hayatına zararlı olabileceğini idrak edemez. Sonraki yıllarda bu nesnelerin zararlı olduğu idrak edilse bile iş işten geçer ve bu alışkanlıklar hayatın parçası olur. Artık insanı yaşadığı dünyaya bağlayan bu nesnelerdir ve bunlar olmadan yaşamak anlamsızdır. Bunların yan etki ve zararları bile unutulur, bağımlılık benliği esir alır. Özgürlükler, sadece silahla yok edilmiyor. Henüz reşit olmayan beyinlerin bu şekilde aşılanması, özgürlükler açısından endişe vericidir. Küresel minik robotlara dönüştürülmeye çalışılan ‘Selocan’ larımızı, bu esaretten nasıl koruyabiliriz? Zihinsel işgal ve zihinsel soykırım • İnsan beynini ve yaşam tarzını kurgulayan bu savaş, kültürel salgın olarak yayılıyor. Eğlenceden eğitim ve kültüre kadar bir çok alanda sessiz ve derinden bulaşıyor. İnsan beynine en yoğun bilgi girişinin olduğu ortamlar; eğitim kurumları, yazılı ve görüntülü medya, internet ve eğlence mekanları bu salgının yayılma yerleri. Çünkü bu virüs bilgilendirme, eğitim, öğretim, eğlendirme gibi yararlı faaliyetler sırasında zihinlere kolayca nüfuz ediyor. • ‘Yat yat uyu’ virüsünün uyuşturduğu beyinlere hastalıklı yaşam tarzını sinsice yükleyen bu salgın pop kültürü, çağdaş ve modern yaşam gibi fiyakalı isimler arkasına saklanarak, dilimizden mağaza isimlerine kadar yöresel ve geleneksel bize ait ne varsa hepsini 4 aşamada silip süpürüyor. 1. Birinci aşama, dış dünyayı tanıma ve bilgilendirme maskesiyle yapılan zihinsel aldatma ile başlar. Yararsız bilgilerle, pembe hayallerle sanal bir dünya kurulurken aslında yapılan iş, zihinsel aldatmadır. Bu pembe dünyanın zihinleri uyuşturan morfini ise televole. 2. İkinci aşama ise bilgi bombardımanı arasına sokuşturulan kirli bilgilerle inşa edilen zihinsel kirletme dönemidir. Bilgi çağının en ciddi sorunu, bu bilgi kirlenmesinin yıllar süren tortusu olan zihinsel kirlenmedir. Bu dönemde yalan yanlış bilgiyle doldurulan kirlenmiş beyinler, kendilerine yaklaşan felaketi kurtuluş gibi görürken, bilinçaltına yazılan seçenekler liste-

sinden seçimler yapmayı özgürlük zannedebilir. 3. Üçüncü aşamada, yabancı kültürel değerler ve düşünce şekli bütün zihni kaplarken zihinsel işgal tamamlanıyor demektir. Beyinler sığlaşırken yaşam tarzı istenilen şekle dönüşmüş olur. 4. Bu son aşamada ise zihinsel köleliğe yol açan zihinsel soykırım dönemidir. Bize ait ne varsa, acımasız şekilde imha edilir. Milli ve manevi değerler, vatan, bayrak, din, ahlak ve size ait her şey gereksiz, modası geçmiş ve çağ dışı kabul edildiği için imha edilmelidir. Bu son dönem bildiğimiz soykırımdan daha acımasız ve tehlikelidir. Çünkü maddi soykırıma uğrayan toplumlar bedenen yok olduğu için, artık onları kullanma şansı yoktur. Zihinsel soykırıma uğrayan toplumlar ise asgari bir ücretle köle olarak kullanılabilir. Beyinlerine işlenen biat ve itaat programları sonucu sefalet ücretiyle çalışan verimli sürüler olurlar. Kanlı savaşlar sonucu esir alınan toplumlar ise sürekli isyan ettiği için verimli değildir. Aradaki fark budur. • Bu zihinsel köleler, hayatını beynine yüklenen yeni değerlere göre tanzim ettiği için özünden uzaklaşır, kendi değerlerini küçümser hatta onları düşman gibi görmeye başlar. Kutsal değerleri çiğnenir veya satılırken sevinir ve üzülenleri yadırgar, ‘noolmuş yani?‘ der. Çünkü ruhunu yeni kutsallar sarmıştır. Zihinlere ne yüklerseniz yaşam tarzına o yansır. Kendi annesini, babasını, eşini, kardeşini, sülalesini, komşusunu bile acımasız bir şekilde öldürmekten çekinmez ama aynı gün eğlence partisi verirken, sakladığı annesinin cesedini, arkadaşlarının keyfini bozan utanılacak bir nesne gibi görür. Yaşadığı toplumu ve değerlerini aşağılayan anlayışın temeli işte bu zihinsel soykırımdır. Kötülük Savaşı • İyi olan her şeyi yok ederek yerine kötülük tohumları eken bu karanlık savaş, iyilerin kaybettiği ve yalnız kötülerin kazandığı kötülük dünyasında yaşamanın kuralını da belirliyor; kötü olmak ve kötülük etmek! Toplumsal şiddetin temelinde medyadan beynimize binlerce kere kazınan vahşet programları var. Bu filmlerde her çeşit vahşet ve kötülük zevkli bir oyun gibi sunuluyor. Öldürücü silahlarla her şeyi yok eden kin ve intikam tohumları, Terminatör rolünde zihinlere ekiliyor. Bulaşıcı hastalık gibi yayılan bu salgın, yaşam tarzımızı her çeşit hastalık ve kötülük üreten bataklığa çeviriyor. Bir karıncayı bile koruyup kollayan, bir ekmek kırıntısına bile saygı gösteren yüce bir kültürün gönül insanları, vicdanları sarsan akıl almaz vahşete zihinsel yöntemlerle işte böyle itiliyor. Zihinsel işgal ve zihinsel soykırım işte budur! Bu zihinsel oyunun gizlenmesine, sonu gelmez vahşetin medyada reklam ve reyting malzemesi yapılmasına ne demeli? Bu karanlık savaşta bataklığı yaratan organizasyonu kurutmadan, kötüler ve kötülüklerle tek tek nasıl başedebiliriz? ‘İyiler kazanır, kötüler kaybeder’ gerçeğine dayanan iyilik dünyasını beyinlere nasıl işleyebiliriz? • Gerçek hayattan ‘rol modeli’ olarak zihinlere yansıyan; güç ve paranın bütün değerleri ezerek yerine geçmesi, toplumun yaşam tarzını kemiren başka bir salgın hastalığa daha yol açıyor. Bu tehlikeli salgın yolsuzluktur. Güç ve paraya ulaşmak için her yolu mübah kılan bu virüs, esir aldığı toplumu çökertir, yaşam tarzını hastalık üreten bataklığa çevirir. Çünkü tüm kaynaklar yolsuzluğa kurban gittiği için, ruhsal ve sosyal hastalıklar içinde kıvranan toplum yeni kurban olacaktır. Önlenemeyen sosyal hastalıklar, zincirleme yolla ve çığ etkisiyle yaşam tarzımızı işte böyle kirletiyor. • Kirlenmiş bilgiyle beyinleri sığlaşan toplumlar soygunun boyutunu kavrayamaz, neden ve nasıl olduğunu anlayamaz, önlem alamaz, alık alık seyreder. Kaybettiği trilyon dolarların binde birini bile tekrar borç alabilmek için, kedinin kendi kuyruğuyla oynadığı gibi sürekli dolanır durur. Esareti kurtuluş olarak algılar, sürekli sahte şifreleri çözmekle oyalanır. Halbuki, asıl Da Vinci’nin şifresi; kendi hayatının ve sağlığının kilitlendiği bu şifredir, bilemez ve çözemez! İçine düştüğü bataklığı idrak edecek ve kurutacak zihinsel yetenek ve derinliği de kaybeder. Onların yapabileceği tek şey; bu bataklığın sürekli ürettiği sivrisinek ordusuyla savaşmak ve kıt kaynaklarını ahmakca harcamaktan ibarettir. Ama bu sivrisinek bulutları hiç bitmeyecektir. • Bilinçaltı kurgulama ve algı yönetimi, zihinsel köleliği sağlamanın en kısa yolu. Bu yolla, tek kurşun atmadan toplumlar kolayca yönetilir. Bilim ve akıl gücünü devredenler, yöneten aklı kaybettiği için yönetilen duruma düşerler. Zihinleri devşiren bu algı oyunuyla, çağdaş kölelik işte böyle oluşuyor. Bu akıl oyununda, sağlıktan ekonomiye her alanda devam eden küresel savaşın değişik şekillerini bilmeyen toplumların yaşama şansı yok.


8

Bulgaristan Türklerinin Sesi

S t r a t e j i k

A n a l i z

Türkiye’de hem de Bulgaristan’da ün salan BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği 2003’te İstanbul’da kuruldu. BULTÜRK 1989 göçüyle Türkiye’ye gelen ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi aynı kültür kimliğini yani Müslüman-Türk kimliğini yaşatma ve geliştirme temelinde birleştirmeyi hedefleyen ilk dernektir. Çalışmalarında “Birlikten kuvvet doğar, o kuvvetse her zorluğu yener.” ilkesine dayanan Dernek kısa sürede Türkiye’de soydaşlarımıza ve Bulgaristan’da Türk ve Müslüman olma bilinciyle yaşayanlara ulaşma yolu açtı. Dernek, ardından Bulgaristan ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlere geçti. “BULTÜRK GAZETESİ ve internette -www.bulturk.org” ile iki ülkedeki tüm ilgili kurum, kuruluş ve kişilere ulaştı. Kuruluş amaçlarını, stratejik hedeflerini ve etkinlik programını duyurdu. Çok kısa bir sürede iki ülke hükümet ve devlet makamlarıyla iletişim kurarak gündem belirleyen odak oluşturdu. 2012 sonunda Bulgaristan Başbakan Yardımcısı T. Tsvetanov’la Sofya’da Parlamento’da gerçekleştirdiği görüşme ile Cumhurbaşkanı R. Plevneliev’le İstanbul’da Bulgaristan Başkonsolosluğundaki buluşma kayda değerdir. Yönetim merkezi İstanbul “Bayrampaşa, Yıldırım Mahallesi”nde bulunan ve her iki ülkede örgütlenme çabaları devam eden derneğin kuruluş amaçları soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizce cani gönülden desteklendi. Tutundu ve yaşam gücü kazandı. İlk yılların zorlu çalışmalarında Genel Başkan Prof.Dr.Hayati DURMAZ, ardından Rafet Ulutürk Başkan oldu, Yardımcılarından, İsmail ERDEM, Nafiye YILMAZ, Dr. Nedim BİRİNCİ, Genel Sekreter Dr. Müjgan DENİZ, Bülent Maşaoğlu, Niyazi Güler, Beycan Gönlüşen, Seyhan Özgür ve kuruluşundan bu güne kadar yönetime gelen tüm arkadaşların emekleri büyük oldu. BULTÜRK’ün kuruluş felsefesinde, geleneklerin, ortak tarihin, inançların ya da coğrafyanın birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir kültürel toplumu kendiliğinden yaratmadığı, toplumların inanç, tarih ve gelenekler yarattığı yani toplumlar yüzyıllar içinde ürettikleri ortak dil, tarih, gelenek, düşünme biçimi ve ortak değerlerle halk topluluğu ve millet haline geldiği, gerçeğine dayandı. İnsanda, toplumda her an değişen bir şey olduğuna, ama değişen her şeyde değişmeyen bir şeyin de olduğunu gören BULTÜRK kurucuları, Bulgaristan’da son 130 yılda değişen şeyler içinde değişmeden kalan Türk-Müslüman kimliğimiz olduğuna kesin inandılar. Tüm dışsal değişimlere karşın sonsuza dek var olma hakkı kazanan TürklüğümüzüMüslümanlığımızı yaşayarak gelişme atılımı onlara esin oldu. Onlar, aslında bizdeki değişimleri yaratanın, değişimin kendisi olduğunu görüp hemen algıladılar. Kesin olan bir de şudur ki, değişen şeyler bir bakıma Türklüğümüzü özgürce yaşatabilmek için gerekli olan güvenli alan aramanızdan başka bir şey değildi. Değişikliklerin bir başka adı da göçtü. Son göçlerimiz “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” gibi fikirlerle dünyayı kendi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenlerin hortladığı bir döneme rastladı. Başkaları hortladıkça Bulgaristanlı milliyetçi, totaliter ırkçılar da gemi ağza aldı ve başımıza çok büyük belalar açtı. Onların “tarihi hızlandıracak” kadar ileri gittiklerini ve en sonunda yüzüstü düştüklerini gördük. Tüm bu değişimler BULTÜRK kurucu yöneticileri tarafından analiz edilip derin bir şekilde değerlendirilirken ABD’li Huntington’un yeni dünya düzenini “Medeniyetler çatışması belirleyecektir” savı, nefeslerini kesti. Bu Amerikalı bilim adamına göre, “farklı kültüre sahip olmak çatışmak için en önemli nedendi.” Onlarsa çok farklı kültürlerin kardeşliğini savunuyordu. “Farklılıkların bütünlüğünden yeni bir uygarlık doğacağına inanan” BULTÜRK öncülerinin hafızası Huntington’un yenidünya düzenini iradesine ısınmadı. Bu bir saçmalıktı! Onlar, Osmanlı zamanında farklı kültürlerin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın, Müslüman yaşam tarzı ile Hıristiyan yaşam bilincinin beraberlik ve kardeşlik ortamında iç içe komşu komşu yaşaya geldikleri bir tarihten gelmişlerdi. Balkanlar’da 200 yıl savaş olmamış, Batı ve Doğu’dan düşmanca dış kışkırtmalar ağırlık kazanıncaya kadar her defasında anlaşma yolları bulunmuş ve kardeşlik üstünlük gelmişti. Bilinç ve vicdanlarına tamamen ters olan Huntington savında “Medeniyetlerden birini değerinden ayıran kültürel fay kırıkları mücadeleyi belirleyen ana çizgilerdi. Farklı kültürler arasındaki çatışma, çağdaş dünyada anlaşmazlıkların gelişmesindeki son aşamayı tanımlamaktadır.” Onlar için bu, Tanrıyı kıyamete zorlamak gibi bir şeydi. Onlar, insanı ideolojiye kurban eden bir totaliter rejimden gelmişlerdi. “Türk-Müslüman kimliğini yıprata yıprata, eze eze kırma”, “Bulgarlaştırma”, “Türkleri, Pomakları, Çingeneleri ve diğer etnikleri eriterek yok etme” gibi saçmalıklarla uğraşan zalim bir toplumdan göç yoluyla kaçıp kurtulsalar da acıları, yürek sızıları dinmemişti. Doğup büyüdükleri Bulgaristan’da en şiddetli zorbalığın, azgın baskı ve terörün İslami ve milli mensubiyeti, Türk kimliğini kıramadığını kanıtlayanlar kendileriydi. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa, bunu yapacak olanlar kendileri olmalıydı. Hafızalarında devamlı canlı kalan ve birbiriyle boğuşan iki dönem belirdi. Biri, devlet baskı ve terörünün her türünden nasiplerini aldıkları, pek çok kurban verirken, dayanılmaz eziyetlerle biriken kin ve öfkeyle ayakla-

onları göçe zorlayıp sınır dışı ettiği, zülüm devri; İkincisi, Bulgaristan’da kalan ve 1990’dan sonra sözde demokratik toplum koşulları içinde yaşayan kardeşlerinin durumunun iyileşmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan soydaşların bundan endişelenip huzursuz olmasıydı. Olayların özüne inmekte güçlük çekiyorlardı. Sanki gözlerine perde düşmüştü. Gecikmeli de olsa sis aralandı. Ele verilmişlerdi. Lider olarak kabul ettikleri Ahmet Doğan düşman elinde maşa olmuş, Hak ve Özgürlük Hareketiyle örgütlenen kutsal davaya ihanet etmişti. Vefasızlar HÖH yönetimine çöreklenmişti. Onlarla amansız boğuşma gerekiyordu. Kötülüğün başı Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin değişmez Başkanı, gizli polis ajanı olduğu ortaya çıkan Ahmet Doğan’dı. Halkımız kimliğimizi yerleşik yapı ve kültürümüzle, belli bir toprak parçasıyla ileşkilindirip Vatan olarak sevmişti. Derin ve zengin tarihimizde kimlik kültürümüzle toprağı işleme kültürümüz birbirine örülmüştür. Bir başka değişle toprak, Türk kültürünün kökleridir. Ona vicutlar gübre edilebilir. Vatan, sevgililerin, yiğitlerin, şehitlerin, azizlerin gömüldüğü yerdir. Ata kabridir. Terk edilmemesi, bize verilen en aziz nasihattır. Bu bilinci kırmak ve bizi Vatanımızdan söküp atmak için birinci dönemde amansız zülüm uygulayanlar, 1990’da başlayan ikinci dönemde Türkleri Türklere kırdırtmayı seçmişlerdi. Elebaşıları yani HÖH yönetimini ele geçirenler gizli ajanlık yapan soysuz hainlerdi. Perdeyi açıp gerçeği görmek kolay değildi10 yıllarını aldı. Yeni düşman aralarına Türkçü aydınlardan seçkin biri olarak sızdırılmıştı. O,”Lider” Ahmet Doğan’dı. Kardeşlerimiz, soydaşlarımızı, seçmenlerimiz, yediden yetmişe hepimiz aldatılmıştık. Düşman elinde eziyet ve işkence gören ama Türklük hafızasını ve bilincini yitirmeyenler adına demokrasi denen ikinci dönemde sinsi ve çok tehlikeli bir durumla yüz yüze geldi. Türklüğün-Müslümanlığın yolunu kesenler yine üstün gelmişti. Hainliğin ne dinlerinde ne de dillerinde tarifi vardı. “Lider”leri özünü satmıştı.” Türkleri, Müslümanları hak ve özgürlük davalarıyla birlikte yok saymıştı. Yüz binlerce mazlumun yazgısıyla oyun oynanmıştı. Onun politik sahneye çıkıp baş aktör olması acı bir gerçekti. Çok acı olsa da, gerçek ortadaydı: Aldatılmışlardı! Galebe çalan hain, bu iş için özel eğitilmiş, üniversite görmüş ve aralarına “kendilerinden biri” olarak sızdırılmıştı. İnanılacak gibi değildi! Halkımız baskılar altında ezilirken, güya o da “tutuklanmış”, “Varna’da yargılanmış”, “cezaevinde, hapishanede, hücrede kalmış”tı. Bizi kandırmak için neler neler yapılmıştı. Gafil avlanacakları, hain kapana düşecekleri hiç kimsenin aklından geçmedi. Bu gidiş tehlikeliydi. Bulgaristan’da yaşayan kardeşleri, öz partileri olan Hak ve Özgürlükler Hareketinin lideri tarafından kimliksiz, bilinçsiz, kör cahil, vicdansız, aç susuz bırakılmak isteniyordu. Bu, hatta korkunçtu. En tuhaf olan ise, Bulgaristan Türk kitlesinin A. Doğan’ı lider olarak tereddüt etmeden kabul etmesi, uluslararası insan hakları örgütlerinin de bu işe el atıp onu kabullenmiş olmasıydı.. Terk sözle halkımızın (dünyanın da) gözünü boyayanlar işi başarmıştı. Sahte bir lider olan A. Doğan pek çok bilgiye sahipti. Boş boş konuşuyor, sallıyıp savuruyor, yalan dolanla, hiçbiri gerçekleşmeyen vaatlerle insanımızı uyutuyordu. Yeni yüzyıl başlarken son lokmamıza saldırması, bizi ele kula muhtaç etmesi uyanma sürecini ansızın başlattı. Yalan dolana pes deyenler ortaya çıktı. Hainlik sırıttı. Ne yapılmalıydı? Genç BULTÜRK yöneticileri strateji geliştirdiler. Kuracakları kültür ve hizmet derneği insanlık tarihinin en hüman ve barışçıl geleneklerini ve idelerini yaşatacaktı. Gerekirse Hak ve Özgürlükler Hareketi yadsınacaktı. Bir ağacın içinde kurt varsa onu dışardan korumak mümkün olamazdı. Hainlerin kimliği ihanetti. Onları HÖH bünyesinden temizlemek zor işti. Felaket yolunu kurtuluş yolu olarak dayatanlar kalabalıktı. Bu kapandan kurtulmadan ışığı bulmak olanaksızdı. Gece boyu süren tartışmalı görüşmelerde yol aranırken, Bulgaristan Cumhuriyeti NATO ve Avrupa Birliği üyeliği için aday oldu. AB ise, dünyanın geleceğine başka bir açıdan bakıyor, yeni uygarlığı farklılıkların eşit haklı bütünlüğünde görüyordu. İnanılacak gibi değildi. Kurulmak istenen klasik medeniyetlerden farklı bir uygarlık olacaktı. Bulgaristan 1990’dan beri yerinde sayıyor, yol arıyordu. Öz belirleyen gerçek şu oldu: Avrupa dil ve millet çeşitliliğini, etnik toplulukları farklılıklar zenghinliğinde bir edinim olarak kabul ederken, farklı din ve kültürleri yeni uygarlığın oluşturucu öğesi olarak görmek istiyordu. Bu durumda bir asır boyu ana dil ve din özgürlüğü davası veren ve geleneksel halk kültürleriyle yaşamak isteyen Bulgaristan Türk, Pomak ve Müslümanları Avrupa Birliği’nin yaşama çağırdığı yeni uygarlıkta mutlu olabilirlerdi. Yeni medeniyette soydaşlara da yer olmalıydı. Onlar, Bulgar vatandaşlığını korumuş, çifte vatandaştı. Şimdi, AB vatandaşı oluyorlardı. Bu büyük bir edinimdi. Olaylara yeni bir bakış açısı getiren perspektife seçenekler sunuyordu. Tüm Müslüman Türklerin aynı gen ve kültür dokusu taşımaları aranan farkındalıklı çeşitliliği daha da renklendirip zendinleştirebilirdi. İşte bu özgün fikirlerle, yoğun bir arayış ve bocalama içinde Bulgaristan’daki kardeşlerimizin ve Türkiye’deki soydaşlarımızın BULTÜRK Derneği kuruldu. (devam edecek)

DOĞRU YOLU GÖSTEREN UMUT Kısa adı BULTÜRK olan ve bu isimle hem narak devirdikleri totaliter Jivkovist rejimin

Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Sn.Kemal YURTNAÇ

Sağılık Bakanımız Sn.Mehmet MÜEZİNOĞLU BULTURK Derneğinde

Dünya Belediyeler Birliği Başkanı

Mimar Sn. Kadir TOPBAŞ

Bağcılar Belediye Başkanının Makamında Ziyaret BULTÜRK Gazetesi Okuyor


Bulgaristan Türklerinin Sesi

H O C A L I - AZERBAYCAN’IN D E İ Ğ İ L TÜRK MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR İstanbul Genel Merkezimize gelerek bizleri Türkçesi, Türkçe değil, Rus gramerine onurlandırmıştır. Kendisine huzurunuzda teşekkür ediyor ve bizim bu organizasyonumuza katılımınızdan dolayı hepinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedi. Ardından Bultürk Derneğinin Genel Başkanı Hocalı Katliamının 21. yıl dönümü dolayısıyla düzenlendiği kaydetti. “Müslüman-Türk sivillerin toplu şekilde katledildiği bu vahşetin, Ruslara ait 366. Motorize Piyade Alayı’nın desteğindeki Ermeni güçleri tarafından gerçekleştirildiğini belirten ULUTÜRK, Azerbaycan’ın resmi açıklamasına göre saldırıda 106’sı kadın, 83’ü çocuk 613 kişinin hayatını kaybettiğini dile getirdi. Hocalı katliamının en acımasız, en vahşice planlanarak uygulanan son yılların en büyük soykırımı olduğunu bildirerek, “İnsan Hakları İzleme Örgütü,

Hocalı katliamını Dağlık Karabağ işgalinden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliam olarak nitelendirmiştir. Hocalıda katliam bölgesini gezen Fransız Gazeteci Jean YvesJunet, gördükleri karşısında, ‘Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalıdaki gibi bir vahşete umarım kimse tanık olmaz’ ifadelerini kullanmış ve vahşetin boyutunu gözler önüne sermiştir” dedi.

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de doğan, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğrul İsmayil da “Hocalı Katliamı” konulu konuşmasından; “Azerbaycan ilk kez 1828 yıllarında Rusya tarafından işgal edildi ve çok acımasız bir politika izlendi. Amaç tarihte hep Türk hükümranlığında olan bu bölgedeki nüfus dengesini değiştirmekti. Bu topraklara 1 milyon Ermeni yerleştirildi. Bu yüzden 26 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’ın sınırları belliyken, Azerbaycan’ın sınırları bilinmiyordu. Dahası bağımsızlık Tiflis’te ilan edildi, çünkü Bakü Türklerin kontrolü dışında bir şehir yapılmış, Bolşevik-Taşnak işbirliğiyle Müslüman ve aydın nüfus Bakü’den uzaklaştırılmıştı. Yani bağımsızlığın ilanı yeterli değildi, vatan topraklarının da geri alınması gerekiyordu. Ni-

tekim 28 Mayıs’ta bağımsızlık ilan edildiği halde Gence’ye ancak Haziran’da girilebildi. Büyük bir mücadele ve destek gerekiyordu. Beklediğimiz destek de elbette Türkiye’den geldi ve Nuri Paşa komutasındaki birliğin yardımı ile topraklarımızın kurtarılması mücadelesi başlatıldı. Karış karış, sokak sokak mücadele verildi. Sonunda Bakü kurtarıldı ve Azerbaycan milli bayrağı nihayet dalgalandı. O zamanki bayrağımız, kırmızı üzerine yıldızdı. Ancak Osmanlı’nın 1.Dünya Savaşı’nı kaybetmesi üzerine topraklarımız kısa bir süre sonra İngilizler tarafından işgal edildi. İngilizler bağımsızlığımızı tanımadı, topraklarımızı Rus toprakları saydı. Resulzade ve arkadaşlarının çabaları sayesinde dünya kamuoyu Azerbaycan’ı tanıdı. 12 Ocak 1920’de Milletler Cemiyeti, ardından Avrupa ülkeleri Azerbaycan’ı tanıdığında topraklarımızın büyüklüğü 114 bin kilometrekare idi. Maalesef bağımsızlığımız uzun sürmedi. İçeriden Rusya’ya bağlı komünist grupların 11.Kızıl Ordu’ya güvenip, kaos çıkarması sonucu Ruslar topraklarımızı bir kez daha işgal etti ve bu işgal 1991’e kadar sürdü.” “Azerbaycan ile Ermenistan arasında oldukça uzun bir tarihi geçmişe sahip olan ve halen bir çözüme kavuşturulmayı bekleyen Karabağ sorununun, katliamlar, yerinden edilmeler gibi ciddi insan hakları ihlallerine neden olduğunu ve her sene Hocalı katliamının yıl dönümü dolayısıyla bu katliamı tekrar tekrar yaşadığını vurgulayarak, normal bir insanın böylesi bir vahşeti yapamayacağını dile getirdi. Bu katliam yani HOCALI SOYKIRIMI sadece Azerbaycan’ın değil aynı zamanda TÜRK MİLLETİNİN NAMUS MESELESİDİR. Bu gün halen kadınlarımız kayıp, onlardan haber alınamıyor. HOCALI – Rusya’nın KGB’nin planlı programlı yapılan bir soykırımdır, bunu Türk Milletine çok iyi anlatılmalıdır” dedi. Rus işgalinin ardından yaşananları ve bunun Azerbaycan Türklerine etkisini de anlatan T.İsmail, “Kızıl Ordu’nun işgali çok acımasız oldu. Soykırımlar yaşandı, önce Türkçü aydınlar, ardından da bir nebze millilik taşıyan komünistler kırıma uğratıldı. Alfabemiz değiştirildi, devlet dili Rus grameri üzerine kuruldu. O yüzden bugün de konuştuğumuz Azerbaycan

yakın. Kimliğimizle oynandı. Bizim Türk değil, Azerbaycanlı olduğumuz anlayışı yerleştirilmeye çalışıldı. Aynı sıkıntı bugün de devam ediyor. Türk’tük, şimdi Azerbaycan Türklüğü yerine Azerilik oluşmaya başladı. Bu çok yanlıştır, evet, ben Azerbaycanlıyım ama ismim var, Azeri değil, Türk’üm. Rusya’nın tüm sınırlamalarına, baskılarına rağmen bu gerçek ortadan kaldırılamadı, kaldırılamaz da” dedi. Devam etti; Bugün Azerbaycan’da sadece ekonomik ve siyasi değil, başka alanlarda da sorunlar yaşandığını, kültürel ve maneviyat alanında bir çöküntü görüldü-

ğünü, yabancı hayranlığının arttığını vurguladı. Özellikle gençlerin başarıyı dışarıda aradığını “Tüm bunlara rağmen Türklük, Azerbaycan’ın varlığına damgasını vurmuştur, her zaman beynimizde ve kalbimizde yaşayacaktır” şeklinde konuştu. Ve devam etti; Ermeni işgali altındaki bölgeler dâhil Azerbaycan topraklarının büyüklüğünün 29 bin kilometrekareye düştüğünü bildirdi ve “Hukuki boyutunu bilmiyorum ama 1920’de dünya kamuoyunca tanınan 114 bin kilometrekare olan topraklarımızda hak iddia ediyorum” dedi. Doç. Dr. İsmail, bir başka soru üzerine

Rus kayıtlarına göre, 1920’lerde Kars dahil Ermenistan sınırlarında sadece 1 milyon 100 bin Ermeni varken, bunun 7-8 katı Müslüman nüfus bulunduğunu, 1949’da da Erivan’ın yarısının, tüm Ermenistan’ın da yüzde 75’nin Türk olduğunu, bugünkü noktaya sürgünlerle gelindiğini anlattı. “Devletleri insan vücudu gibi düşünün. Vücut sağlam olduğunda içindeki yabancı unsurlar, sadece vücudun güçlenmesine yardım eder, ancak vücut zayıf düştüğünde, o yabancı unsurlar da vücudu iyice zayıf düşürür. Onun için her zaman çok güçlü olmak zorundayız” diyerek tamamladı. Sonunda, BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK tarafından Sn.Toğurul İSMAİL’e programa katılımından dolayı ve Y.K.Üyesi Bülent MAŞAOĞLU’na böyle güzel bir sohbeti düzenlenmesini organize ettiğinden dolayı Teşekkür takdim etti.

9

Nafiye YILMAZ -Bulturk Dnt.Kurulu Baskanı

Nafiye YILMAZ

İyilikle Yarışm a k

İyilikte yarışan milletler insanlığın yüz akıdırlar Sevgili genç kardeşlerim, ömür boyu geliştirmeğe çalıştığımız bir kişilik rengimiz olmalıdır. Anılınca hatırlanan, aranınca hemen bulunan kişilik motiflerimiz, irademizi kullanmamız ve çalışkanlığımızla çok yakından ilgilidir. Ancak bir takım oyuncusu olduğumuzu da hiç unutmamalıyız. Çünkü insan sosyal, medeni bir varlıktır. Yalnızlık ise sadece Allah(CC)’a mahsustur. Bakır atomlarından altın, altın atomlarında da bakır molekülleri meydana gelmez. Öyleyse kaliteli atom ve moleküllere muhtacız. Günah ve sefahatin yaygın olduğu çevrelerde, emek harcanmayan kalp ve bedenlerde güzellik aranmaz. Yeteneklerini uygun ortamlarda geliştirmiş sporcular, uyumlu takım oluşturabilirlerse güzel sonuçlar onların demektir. Kişilik kalitemiz aile kalitemizi, aile değerimiz mahalle ve şehir değerimizi, mahalle ve şehir değerimiz milletimizin değerini gösterir. İyilikte yarışan milletler insanlığın yüz akıdırlar. Görülüyor ki çalışma hep küçükten başlamalı ve gücümüz yettiğince bütüne gidilmelidir. Bir bilge zat, “genç iken dünyayı, orta yaşta ailemi, şimdi ölüm döşeğindeyim, kendimi kurtarmak için uğraşıyorum. Tersini yapsaydım, kendimi ve ailemi kurtarabilirdim. Belki dünyanın güzelleşmesine katkım olurdu” demektedir. Edison öldüğünde, geride yapmak istedikleri, düşündükleri, tecrübeleri ile doldurulmuş 2.900 adet defter bırakmıştı. “- Gençleri çeşitli sınıflara ayırabiliriz. Vazifesini yapanlar vardır. Vazifesini yaptıklarını iddia edenler vardır. Üçüncü bir gurup daha vardır ki, onlar vazifelerini yaptıktan sonra, biraz daha fazlasını yapmak için çalışırlar.” İşte bunlar dava adamı olabilecekler. Kendini geliştirip, çevresine katkıda bulunan gençleri görüyor, geleceğe ümitle bakıyorum.

O s m a n l ı Ö n c e s i Su Tesisleri

Osmanlı Öncesi İstanbul’da Su Tesisleri İstanbul’un bilinen en eski su tesisleri: Roma İmparatorluğu dönemine tarihlenmektedir. Sahip oldukları kentlerde su tesislerine büyük önem veren Romalılar, Antik Byzantion / Konstantinopolis / İstanbul’da da geniş bir su şebekesi kurmuşlar; kendilerinden önceki uygarlıklarda olduğu gibi şehre anıtsallık ve hareket kazandıran çok katlı, sütunlu ve heykellerle süslü nympheumlara, hamamlara, evlere, saraylara su getiren yapıları inşaa etmişlerdir. Vitruvius, roma dönemi mimarlığı yapı tipleri ve inşaa tekniklerini anlattığı on kitaptan oluşan De Architecture adlı eserinin VIII. Kitabında Roma’daki su yapılarını (sukemerleri, kuyular, sarnıçlar, suterazileri), IX. ve X. Kitaplarda da su aletlerini (su saati, su orgu, su basma makinaları, su çarkı, su değirmeni, Ctesibius pompası) anlatırken Roma dönemi maksemlerinin, suyollarının, kanalların, büyük su toplama havuzlarının tanımlarını vermektedir. Roma dönemi ile ilgili bilgi veren yayınlardan, şehre uzak kaynaklardan kanallarla taşınıp getirilen suların, yüksek yerlerdeki su toplama havuzlarında ve taksimlerde toplanarak ve kanallarla sarnıçlara, evlere ve çeşmelere dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Strzygowski ve Forchheimer, İstanbul’un Bizans dönemi su yapılarını anlattıkları Die Byzantinischen Wasserbehalter von Konstantinopel (1893) adlı kitapta, Belgrad Ormanları’ndaki bendlerde toplanan suların bir boru hattı ile buradan alınıp Haliç’e akan iki derenin oluşturduğu vadiler üzerinden sukemerleri yoluyla taşınarak şehir sularında Eğrikapı’ya kadar geldiğini, buradan kente dağıtılmak üzere üç ayrı semtteki (Atpazarı, Yenibahçe, Ayasofya) taksimlere ulaştığını belirtmektedirler.


10

İşte Türkiye’nin beyni :

Bilim ve Teknoloji Merkezi

• Bilim ve teknoloji alanında Anadolu bozkırlarında silikon vadisi benzeri şehirler kurmak yerine, ithal edilen uçak, silah, rüzgar trübinleri ve nükleer teknoloji için kıt kaynaklarımızı harcıyoruz. Aşıdan ilaca, bilişimden uzay teknolojisine, enerjiden yeraltı kaynaklarımıza kadar hayati alanlarda araştırmalar yapacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurmak yerine, 20-30 milyar dolar gibi bir serveti nükleer santral kurmaları için yabancılara hediye etmekle çağ atlayacağımız pompalanıyor. Bu değirmene su taşıyan lobinin, komisyon hırsını önlemek mümkün değil. ‘İthal etmek daha ucuz ve mantıklı’ diyerek, yabancı temsilciliği yapan bu lobinin hedefi teknolojik kastrasyon: Biz size en gelişmişini veririz, yeter ki siz yapmayın. Patente, projeye, üretime ve teknolojiye dönüşmeyen palavra araştırmalarla göz boyayıp, bilim adamı pozlarında medyada fiyaka yapın yeter. • Bilim savaşının hedefi bu : Ne işe yaradığı bilinmeyen sözde araştırmalarla kıt kaynakları tüketmek ve teknolojik kastrasyonla ülkeleri kendilerine bağımlı hale getirmek. Bilim ve teknolojide bağımlı ülkelerin demokratik ve özgür yaşama şansı yok. Osmanlı neden yıkıldı? Bilim ve teknoloji devriminden uzak tutmanın yolu da tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, aydın ve bilim adamlarını öbür dünyanın sorunlarıyla oyalamak. Bu yöntem oldukça başarılı. Ülkemizin en hayati sorunlarını çözmek amacıyla Bilim ve Teknoloji Merkezi kurmak ve ülkeyi pazar olmaktan kurtarmak kimsenin aklına gelmiyor. Çağdaş uygarlık düzeyine, bu amaçtan yoksun eğitim - öğretim anlayışıyla ve ithal mallarla gelemeyiz. • YÖK sistemi, acilen ‘Ulusal Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim - Teknoloji Merkezi’ kurulmasını organize edecek şekle dönüşmeli, tüm eğitim ve öğrenim kurumları bu merkezin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeli ve çalışmalıdır. Bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır. Aksi halde milyarlık bütçeleri,

bu amaçtan yoksun üniversitelere harcamak, bilim ve teknolojide kastrasyon anlamına gelir. Milli sanayi ile bilim dünyamızı buluşturan bu merkezlerin kurulması, her türlü dış baskıdan korunması ve bağımsız olarak çalışması elbette devlet eliyle olacaktır. Bağımlı ülkelerin bunu başarması zordur. Temel sorun burada yatmaktadır. Baskılara karşı çıkan ülkelerin karşılaştığı güçlükleri ise görüyoruz. Bilim ve Teknoloji savaşlarının acımasız şekilde sürdüğü çağımızda, nadide bilim adamlarımızın can güvenliğini bile sağlamaktan aciz durumdayız. Kapalı sistem Bilim ve Teknoloji Merkezleri olmadan bu güvenliği sağlamak mümkün değil. • Özgür ve bilimsel düşünmeyi yok eden ezberci ve teste dayalı sistem yerine, ilaçtan aşıya, enerjiden milli güvenlik ve uzay teknolojisine… temel sorun ve ihtiyaçlarımıza yönelik Bilim ve Teknoloji seferberliği hemen başlatılmalıdır. Bu amaca yönelik olarak bilim adamlarımızın dış merkezlerde çalışması, bilgi ve deneyim transferi için şarttır. Bu amaca yönelmeyen dış geziler turistik seyahat anlamı taşır. • Kötü kaderimizi değiştirecek, arkası bitmez sonuçlarla boğuşmak yerine temel çözümleri sağlayacak beyin nakli olan; ‘Ulusal Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim - Teknoloji Merkezi’ ni başarmak dileği ile…

Bankalarla Anlaşmalıyız

A.Halide ÜMİTFER

Diş Hekimi Tel: 0212 556 45 30

Adres: Çalışlar İncirli, Ömür sk.No.1/1 Bahçelievler/

Bulgaristan Türklerinin Sesi

SAĞLIKTA YENİ DÖNEM : OTLARLA ALDATMAK

•Bilime dayalı tıp, çocuk ölümlerini azalttığı ve insan ömrünü uzattığı için dünya nüfusu hızla artıyor. •Hastalık üreten yaşam tarzı yüzünden ise hastalıklar ve hasta sayısı artıyor. •Artan nüfus ise sosyal güvenlik, iş ve para istiyor. •Artan nüfus, yaşlı ve hasta sayısının yol açtığı sorunlar, yönetimleri ve ekonomistleri kara kara düşündürüyor. •Çünkü sosyal güvenlik fonları ve ekonomi çöküyor. •Bitkisel tıbbın hakim olduğu 19. yüzyılda dünya nüfusu %60 artarken, modern tıbbın etkili olduğu son 43 yılda % 100 arttı. Her 12 yılda 1 milyar artan nüfusun, 2050’de 12 milyar olması bekleniyor. •Dünya kaynakları ve çevre tükeniyor. •Bu artışın devamı halinde küresel ısınma ve krizleri önlemek mümkün değil. •Küresel ısınma, doğurganlık, hastalık üreten yaşam tarzı ve yaşlı nüfusu artıran modern tıp anlayışı artık daha çok sorgulanıyor. •Kimse açıkca söylemese de, küresel krizin önemli bir nedeni insan ömrünün uzaması sonucu artan sosyal güvenlik açıkları. •Uzayan insan ömrünün nedeni ise modern tıptaki gelişmeler, tedaviler ve ilaçlar. • Amerika’dan Avrupa ve Japonya’ya kadar insan ömrü 90’a dayanmış bulunuyor. •Gittikçe yaşlanan batıda, artan sağlık harcamaları ve emekli maaşlarının yarattığı kara delikleri, petrol kuyuları bile kapatamıyor. •Yaşlanan nüfusa musallat olan Alzheimer, kanser, romatizma, diyabet, kalp ve akciğer hastalıkları, organ nakilleri ekonomiyi zorluyor. •Gelişmekte olan (sömürülen) ülkelerde durum daha da kötü. •Çalışanlardan toplanan primler, artan sağlık harcamalarını ve emekli maaşlarını karşılamıyor. •Öte yandan otomasyon, robot teknoloji ve krizle artan işsizlik, sosyal güvenlik fonuna akışı azaltıyor. •Sonuç; kara delik denilen ekonomiyi yutan bitmeyen açıklar. •Küresel çözümün kod adı; Değişim •İstenilen şekilde değişecek ve dönüşeceğiz. •Bu zihinsel savaşın yöntemi : zihinsel kaos. •Zihinler önce karışacak sonra değişecek. •Sonuçta, sağlığı koruyan, hastalıkları önleyen yaşam tarzı değişimi yerine, ekonomik kaygıları ön plana çıkaran duygusuz ve vicdansız bir dünyaya mahkum oluyoruz. •Bu köklü değişim neden yapılıyor ? •Modern tıbbın uzattığı insan ömrü, dünya nüfusunun katlanarak artmasına yol açarken, küresel ısınma ve ekonomik krizi kamçılıyor. •İnsan ömrünü uzatan ve bu yolla dünya nüfusunu artıran bu sürecin tersine çevrilmesi gerekiyor. •Aksi takdirde yaşlanan ülkeler, yatalak hastalar yurduna dönerken krizden krize girecek. •Amerikan sağlık sisteminde, önümüzdeki 10 yıl içinde 2 trilyon dolarlık kesinti yapılması için düğmeye basıldı. •Bedava sağlık hizmeti verilecek milyonlarca hasta nedeniyle, sağlık bütcesinde oluşacak trilyonlarca dolarlık karadelik nasıl önlenecek ve ayrıca trilyonlarca dolarlık tasarruf nasıl sağlanacak ? •Çok basit ! Değişim-dönüşüm planıyla, sağlık anlayışı kökten değişecek. •Hastalık üreten bataklığı kurutmak yerine para getiren işlere odaklanan ‘bırakınız hasta olsunlar’ diyen sağlık anlayışına, küresel ekonomik kriz nedeniyle ‘bırakınız ölsünler’ anlayışı eklenecek. •Müzmin hastalığı olan yaşlı ve yatalak hastalara öncelik tanınacak. •Bu amaçla birçok ülkede pahalı teşhis ve tedavilerin sosyal güvenlik dışına çıkarılması ve bunlara ulaşımın zorlaştırılması gündemde. •Sihirli otlar ve mucize sağlık cihazlarının reklamları medyayı kaplarken, sağlık ürünleri satan marketler, eczaneleri yutacak. •Nasılmı?İlaçvemucizebitkilereharcananparareklamlarla marketlere gideceği için, eczanelerin cirosu düşecek. •Sağlıktan, trilyonlarca dolarlık tasarruf için her yol mübah. Sonuçta faturayı herkes ödeyecek. •Küresel değişim planı ne diyorsa yapılacak, yoksa durum kötü. •Giderek yaşlanan dünyaya sunulan yeni sağlık planı bu. •Akıl oyunu böyle oynanıyor : •Bu kısır döngüden çıkış yolu; son 50 yılda dünya nüfusunu 3 milyardan 7 milyara çıkaran modern tıbdan bitkisel tıbba geçiş. •Hayati önemi olan nüfus artışının önlenmesi ve nüfusun azaltılması, zorla değil akıl oyunuyla olmalı. •Savaşlar çözüm değil. Dünya savaşları ve İspanyol gribinde bile zayiat, dünya nüfusunun yüzde biri. •Dünya nüfusunda gelecek 50 yıldaki artışı önleyen ve hatta azaltan kansız yöntemler var mıdır? •Doğurganlığı azaltan GDO’lu ürünler ile ömrü uzatan bilime dayalı tıbdan, bitkisel tıbba geçiş sihirli çözüm olabilir mi? Kısırlıktan herçeşit hastalığa uygun ortam yaratan GDO’lu ürünler vesayet altındaki ülkelerde hızla yayılıyor. •Binlerce yılda otlardan süzülerek gelişen bilimsel tıptan, yeniden otlarla tedaviye, özgür(!) medya gayretiyle geri dönüyoruz. •Sağlık anlayışı ayrışırken kutuplaşıyor. Modern tıbba inananlar için bilimsel tıp, diğerleri için bitkisel tıp. •Bitkisel tıbba yönlendirilen hastalar, hasta akınından çöken sağlık sistemi ve sosyal güvenlik açıklarının çaresi olacak. •Kaynatılıp içilen sihirli otlar, modern tıbba ula-

şamayanlar için kolay ve ucuz çözüm. •Sağlıklı ve doğal yaşam kod adıyla yapılan bu operasyon, hastalıklı yaşam tarzının panzehiri olarak sunulacak. •Detoksmasalıylayapılanuyutmadabuplanadayanıyor. •Özgür(!) medyayı bir anda saran bu pazarlama ve yönlendirme sebepsiz ve kendiliğinden değil. •Susmak bilmeyen koronun amacı zihinsel kaos. •Kanıta dayalı tıp yerine bitkilerin ön plana çıkarılması bu yüzden moda gibi yayılıyor. •Sağlık bilincinden yoksun halkı, her derde deva gibi sunulan sihirli ve mucize bitkilerle oyalamak işin özünü oluşturuyor. •Büyülenen herkesin elinde sihirli reçeteler ve formüller. Herkes kendi çapında eczacılık ve doktorculuk oynuyor. •İnsan ömrünü uzatan kanıta dayalı tıptan, ömrü uzattığına dair bir tek meta-analiz dahi bulunmayan mucize bitkilere kaydırılan yeni sağlık anlayışı ile beyinler yıkanıyor. •Tabii bu yeni planı, bilimde kanıtın gücü ve metaanaliz konusunu bilmeyenlerle tartışmak imkansız. •Çiğdem çiçeğinden elde edilen kolşisin isimli ilacın, 1 mg dozda etkisiz, 2 mg dozda etkili, 25 mg üzeri dozda öldürücü olduğunu, •Yüksük otundan elde edilen ve nanogram düzeyinde etkili olan Digoxin’in öldürücü dozu ile tedavi edici dozunun çok yakın olduğunu anlatmak zor. •Çiftkör, randomize, çok merkezli araştırmaların kanıta dayalı tıbbın temeli olduğundan habersiz ve bilgisiz olan toplumları şifa niyetine otlarla aldatmak ise çok kolay. •Bilimde kanıtın gücü ve derecesi dersini bilmeyenler, bilgi adına önüne ne koyarsanız inanırlar. •Mucize bitkiler ve sihirli gıdalar üstüne kutsal metinlerin sos olarak kullanılmasına ayrıca gerek var mı? •Diğer bir yöntem ise, kanıt gücü yüksek bilimsel araştırmalardan yoksun kopya ve plasebo etkili yalancı ilaçlar. •Orijinal ilaçların onda biri kadar ucuz kopya ilaçlara geçilmesi, ilaç faturalarını azaltmak için gerekli. •Kopya ilaçların insan ömrünü uzattığına dair araştırma olmadığına göre, yaşam süresinin kısalmasından medet umuluyor. •Yani bir taşla iki kuş vurulacak, böylece sosyal güvenlik açıkları kapanacak. •Bu ilaçların düşük fiyatı nedeniyle oluşan şüpheler dağıtılmalı. •Bilimsel araştırmaların orijinal ilaçla yapıldığını, kopya ilaç kullananlar bilmemeli. •Etkisizlik veya yan etki halinde ise, ilaç aleyhtarı kampanyalar düzenlenmeli, otlarla tedavi özendirilmeli. •Metaanalizlerden yoksun palavra tedavilerle insanlar oyalanmalı. •Bir taşla altı kuş vurulur mu? •Bilimsel tıbdan palavra tıbba geçiş sonucu, yaşlı nüfusu 30 yılda eriterek küresel ısınmayı önleme, •Emekli maaşları ve sağlık harcamalarından kurtulma, erken yaşta ölenlerin mirascılarına piyango, •Sosyal güvenlik açıkları ve ekonomik krize kolay çözüm… •İnsan ömrünü çaktırmadan kısaltmanın yolu palavra tıp, dört dörtlük akıl oyunu : •Otlarla aldatmak, yalancı ilaçlar, bilimsel tıbbın kötülenmesi, zihinsel kaos. •Zenginler için kişiye özel genetik ilaçlar üretilirken garibanlar papatya suyuna talim etmeli, sihirli gıda ve bitkilerle oyalanmalı. •Böylece hastanelerdeki yığılma önlenmeli. •Küresel oyunun amacı ; yaşlı nüfusu azaltarak sosyal güvenlikteki kara deliği kapatmak. •Çünkü yaşlanan nüfusun sağlık harcamaları genç nüfusun onlarca katı. •Bu yüzden genç yaşta emekli olup 90 yaşına kadar emekli maaşı ve bedava sağlık hizmeti artık tarih olacak. •Değişim için bilgi kirliliği ile zihinleri karıştırmak yeterli. •Zihinsel kaos, insanları değiştirmenin en kolay yolu. •Medya değişimin tılsımlı anahtarı. İlacın etkisini söylerseniz ilacı alan artar, yan etkisini söylerseniz bırakan artar. •İlaçlarını bırakan hastalar iki sektörü canlandırır : Hastalık ve cenaze. •Değişimin şifresi ; ‘hayat fani ölüm ani’ •Hastalık üreten yaşam tarzı ise Azrail’in silahı. •Bir yanda neoliberal politikaların oyuncağı haline getirilen modern tıp, •Öte yanda otlarla meze yapılan sağlık anlayışı. •Bir yanda paraya dayalı bilimsel tıp, •Öte yanda mucize bitkiler arasına sıkıştırılan sağlık ve hayatımız. •Bir yanda küresel sermayenin yönlendirdiği araştırmalar ve bilim adamları, •Öte yanda ne idüğü belirsiz araştırmalar ve simsarları. •Bir yanda paraya kurban edilen bilim, •Öte yanda, ekonomiye kurban edilen sağlık, •Ve tüm medyayı saran zihinsel kaos uzmanları. • İ n s an l ı k a l e mi n e g e ç mi ş o ls u n ! Kaynaklar : •www.kemalyesilcimen.com


Bulgaristan Türklerinin Sesi 11

Dr.Ataner YILDIRIM Kişisel Gelişim Uzmanı ataneryildirim@windowslive.com

Aşk mı Sevgi mi?

Şubat ayının ikinci haftası Sevgililer Günü olarak tüm dünyada kutlanmaktadır. Bu nedenle aşk ve sevgi ilişkisine bir göz atacağız. Bu iki önemli kavramın ana öznesi kadın olduğu için kadın olgusunu da kısaca irdeleyeceğiz. Ve aşkla sevgi arasındaki farkı ortaya koyacağız. Aşk nedir? Bir körün, bir sağıra ‘Çok güzelsiniz’ demesi midir? Evrensel bir duygu mudur? Marazi bir durum mudur? Yoksa yaşamımızın olmazsa olmazı mıdır? Ne yazık ki, aşkın sembolü ya da tarafı olan kadın bugün acılar içindedir. Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelmektedir. Alabildiğince şiddet görmektedir. Töre kurbanı olmaktadır. Dinci fanatizmin baskısı altındadır. Ekonomik özgürlüğü yoktur. vs. Kadın nedir? Kadın annedir, sevgidir, emektir, aşktır. Edebiyat,müzik, resim, heykel, mimarlık, tiyatro gibi insanda coşku ve beğeni uyandıran bütün güzel sanatların içinde daima kadın vardır. Gün olur kadın, Florance Nihtengale’de yardımseverliğin, özverinin timsalidir. Gün olur, Madam Curi’de azmin ve cesaretin simgesidir. ‘’Bir kadının güzelliği sevmeye başladığında ortaya çıkar.’’der. ünlü bir düşünür. Aşk; on yedi, on sekiz yaşlarından sonra karşı cinse duyulan, cinsel eğilimlerden kaynaklanan ilgi, sevgi ve tutku aşk olarak yorumlanabilir.Yaşam bir çiçek, aşk ise onun dalıdır. Yaşamı anlamlaştıran ve güzelleştiren bir duygudur. Aşk maça benzer; ya yenersin, ya da yenilirsin. Berabere kalırsan evlenirsin. Aşk öylesine bir yüce duygu ki, ırk, din, düşmanlık hatta yaşamak bile insanın gözünden silinir gider. Aşk, acısından mutluluk duyulan, ölüm kadar güçlü, yaşam kadar tatlı bir duygu denizidir. Birine aşık olmak, birbirinin gözlerine hayran hayran bakmak değil, aynı beyinle aynı hedefe bakmasını bilmektir. Kendisine saygısı olan bir kadın, koca değiştirebilir, fakat aşık değiştiremez. Erkek ise ne kadar büyük ruhlu olursa, sevgisi de o kadar derin olur. Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar ördükleri için yalnız kalırlar. Epikür, ‘’Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz. Bir uygarlığın yetkinliği ancak kardeşlik ve sevgi ile mümkündür.’’ Der. Uzmanlara göre gerçek bir aşkın iki sene süresi vardır. Ve bu süre içinde aşklarını dostluğa dönüştüremiyenler aşklarını da kaybederler . Aşk debisi yüksek bir nehir gibidir. Akarken çevresine zarar verebilir. ‘’ Aşkta acı vardır, verdiği kadar alır.’’ denilmesinin nedeni budur. Nihai sevgi ise, nehrin aktığı bir okyanus gibidir. Durgundur, dingindir. Ve orada gerçek huzur vardır. Debisi yüksek bir nehre güvenemeyiz ama dingin bir denize ya da okyanusa güvenebiliriz. Sevgi; bir insanın gelişmesine kişinin kendini karşılıksız adamasıdır. Ve sevgi davranışlarımızın temelinde yatan toplumsal bir güçtür. Sevginin koşulu, koşulsuz sevgidir. Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen onu sevmiyor demektir. Sevgi insanlar arasında bir değer olursa; güçlüler zayıfları ezmez. Çoğunluklar, azınlıklara baskı yapmazlar. Kimse,kimseyi ötekileştirmez.Zenginler yoksulları sömürmezler. Usta olanlar çırak olanlarla alay etmezler. Yani kibirlenmezler. Burada yaşam paradigmalarının, bakış açılarının da büyük önemi vardır. Bilelim ki, koşulsuz sevgi kişisel sevginin de güvencesidir. Yunus Emre aşk için; ‘’Ruhun yüce kudretidir ve manevi mükemmelliğin özüdür, aşk gelince bütün eksiklikler biter.’’Der. Ve ilave eder: ‘İşitin ey yarenler/Aşk bir güneşe benzer/Aşkı olmayan gönül/Misali taşa benzer.

YaSasın BKP’nin Türk Komünistleri Lütvi Mestan Kimdir nasıl lider oldu Yaşasın BSP’nin Türk Komünistleri

Çok

sevdiğimiz,

göz

bebeğimiz,Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanlar olarak kendimize zırh gibi gördüğümüz HÖH 1990 yılında doğdu. Çokşirin, çok sevecen, çok samimi idi partimiz o ilk yıllarında . Türk bilincinin, İslam anlayışını, dilimizi ve kültürümüzü sahiplenecek muhafaza edecek ve geliştirecek ümidi veriyordu o yıllarda. Coşkuyla, heyecanla ve özveri ile, hiç bir karşılık beklemeden, gönüllerden gelen bir hizmet anlayışıile oluşmuştu bu gönül birliği. Fakirdik, fukaraydık, bilgisizdik fakat onurluyduk. Güçlüydük, çünkü inançlıydık. Umutluyduk, çünkü davamız vardı o zaman. Davamızın tek amacı; insan gibi yaşamak, bilinç altındaki kimliğimizi yaşatmak, dilimizi konuşmak, özgürce ibadet edebilmek, kültürümüzü yaşatmak ve çocuklarımızın geleceğini, nesillerimizi güvence altına almaktı. Onca çileye, baskıya, işkenceye rağmen hiç kin beslemeden, kan dökmeden, sabırla acılarımızıiçimize gömerek durmadan yolumuza devam ettik. Fakat bu birliktelik, bu güç, birilerini ürkütmüştü. Kırmızı canavar (BKP) kürkünü değiştirerek tekrar çıktı karşımıza. Beslediği, büyüttüğü yavrularını(ajanları) tekrar harekete geçirerek daha korkunç bir süreç başlattı - Gizli Asimilasyon. İlk darbe 1992 yılında DGB (Demokratik Güçler Birliği) ile beraber yaptığımız koalisyonu, A. Doğan’ın (HÖH) tek taraflı fes etmesiyle ve hükümet ortaklığından çekilmesiyle gerçekleşti. Aynı kadro BSPHÖH işbirliğini kurdu ve demokrasinin önü kesilmiş oldu. 1993’de BSP (eski komünist partisinin yeni ismi) gizli bir genelge ile tüm eski sistemde görev almış olan Müslüman-Türk asıllı bireyleri tekrar görevlendirerek HÖH yönetimini ele almaları emredildi. O zaman halk psikolojisini iyi bilen ve emir almaya alışkın komünist uşaklarının bu emri yerine getirmeleri pek de zor olmadı. Çünkü onlara karşı koyabilecek, özgüveni olanlar, özellikle genç aileler, aydınlar zaten Bulgaistan’ı terk etmişler ve göç devam ediyordu. Partide görev alan genç aydınlar, tahsilli fakatdevletmekanizmalarınayabancı,siyasetten uzak, ak sakallısı ve yol göstereni olmadığı için tecrübesizliklerine yenik düştüler. Zaman geçtikçe HÖH, muhtarlık, meclis üyeliği, belediye başkanlığı, vali yardımcılığı, milletvekilliği devlet memurluğu v.s. gibi görevlerle devlet mekanizmalarında yer edinmeye başladı. Dolayısı ile bu imkanları sunan HÖH’de büyük bir değişim oldu. HÖH BİR CAZİBE ODAĞINA DÖNÜŞTÜ Türklüğünden utanan, başka partilerden medet uman ancak başarılı olamayan, sözde Türk aydınlarıkendilerine has entrikalarla HÖH’e akın ettiler. Kırcaali bölgesinde bunlardan biri de Sn. Lütvi Mestan’dı. Bir anda kendilerini HÖH yönetiminde, hatta merkezde buldular. Buralara yuvalandıktan sonra maddi imkanlarla da tanışma fırsatları oldu. Bu imkanları sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak bir anda kendi dere-beyliklerini kurdular. Bu beylikler eski rejimde aktif görev almış ailelerden oluşmaktaydı ve halen devam etmektedir. Maddi imkanları artıkça dere-beyler sınıf atladılar ve halktan koptular. 90’lı yıllarda halk bir beklenti içindeydi ve sabırla, inançla oylarını tereddütsüz HÖH’e verdiler. 2000’li yılların başında halk arasında çatlak sesler, başkaldırı ve umutsuzluk belirdi. Bu başkaldırıları yok etmek ve halkı tekrar bir araya getirebilmek için eski ajanlar kendilerine has bir yöntem geliştirdiler: 2005 yılında A. Doğan tarafından Ataka (Irkçı Bulgar Partisi) kurulması için 1.600.000 Leva hibe edildi. Ataka kurularak, eski-

den denenmiş bir strateji ortaya konuldu. Ataka maşasıyla halkı yine eskiden oluğu gibi, korku, baskı, tehdit ile karşı karşıya bıraktılar. Böylece HÖH’ün oyları patladı. Fakat tüm bu çevirdikleri entrikalarla kara gibi gördükleri buz dağının sıcak akıntılara yöneldiğini ve eridiğini fark edemediler. Bulgar meclisinin gizli istihbarat elemanlarını (ajanları) açıklama kararı almasıyla sular daha da ısındı. 2010 yılında Bultürk’ün yaptığı anketin sonuçları bu durumu net olarak ortay koydu. Yani ankete katılanların %64’ü HÖH yönetiminden memnun olmadığını dile getirdi. Fakat HÖH bunu görmezden gelerek geçiştirebileceklerini zannettiler. Anketten sonra yazılı ve görsel medyaya demeç veren HÖH yöneticileri “Bunlar saçmalık, gerçeği yansıtmıyor” gibi demeçler verdiler. Fakat ciddiye alınmayan bir anket HÖH’ü böldü. Bu anket sonrası partinin 2. adamı teşkilattan sorumlu başkan yardımcısı görevinden istifa etti. Üstelik istifa gerekçesinde anket sonuçlarını tasdikledi. Bundansonrakisüreçtevegelişenolaylarda, medyada HÖH yönetimine karşı eleştiriler ve memnuniyetsizlikler daha da arttı. Anket sonuçlarını asıl tasdikleyen 2011 yerel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığıseçimleri oldu. 2009 Genel seçimlerinde 710 bin oy alan HÖH’ün oyları 2011 yerel seçimlerinde 201 bin oya geriledi. Bu durum HÖH yönetiminde paniğe sebep oldu. Aslında bu, Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı adayını des-

teklememelerinin cezası idi. 23 yıl boyunca yap(a)madıklarının muhasebesini yapmaya başladılar. Fakat artık halkın gözünde miatları dolmuş, halkın sabrı tükenmiş, tüm itibarları yerle bir olmuştu. Tüm bu parti aleyhine gelişen süreçte HÖH önderleri bir panik havası içerisinde kendilerince çözüm üretmeye çalıştılar. Hayatında camiye girmemiş partililer yağmur dualarında el açtılar, mevlitlerde boy göstererek kendileri gibi ajan olan imam ve müftülerle aynı karelerde poz verdiler. 110 bin lerden 12.000’e düşen Türkçe okuyan öğrenci sayısı ile alınan yüz karasını kendilerince silmeye çalıştılar. Biraz gecikmeyle de olsa (23 yıl) okullarda ana dilde eğitim önergesi sunarak. Önerge demişken bir de soru önergesi sundular meclise. (Neden Bultürk ile Bulgaristan Parlamentosuna gelen eski göçmenlere parasız vize veriliyor diye.) Daha sonra,anlaşılan alınan tepkilere karşılık “Pardon” dercesine Türkiye’deki eski göçmenlere vizesiz Bulgaristan’a giriş yapabilmeleri için yeni bir önerge sundular-şaşkın ördek misali. Belene ve siyasi hüküm giymiş olanlara “ONUR BELGESİ” adı verilen bir kağıt parçası ile değer vermeye çalıştılar. Bu dava adamlarımız adına toplantılar düzenlediler. Saçı beyazlamış, sefil kalmış kahramanlarımızAvrupa insan hakları mahkeme kapılarını aşındırır iken parti önderleri hep görmezden geldi onları. Halk da yemiyor artık, çünkü 23 yıl sabırla hep değişmelerini beklemekteydiler, halkta artık umudunu kesti. Türkiye ilişkilerini sıcak tutmak için heyetler gönderdiler fakat resmi kurumlarda muhatap bulamadılar. Bir kaç “Bulgaristanlı”Milletvekili aday adayları, dernek başkanları ve belediye çalışanları dışında “Hoş geldiniz” diyenleri pek olmadı.

Kısacası halkın nabzına göre şerbet vermeye çalıştılar amma yüzüne gözüne bulaştırdılar. Demek biliniyormuş Halkın beklentileri fakat artık geç oldu ,tavşan dağı aşmıştı. Nitekim oluşan kamuoyu baskılarısonucu partinin korunması içgüdüsü ile hareket edenler dediler ki, DEĞİŞİM ŞART. Nasıl bir değişim? Tabi ki taze kan değil, yeni simalar değil sadece ufacık bir “rokado” yani yer, sandalye değişimi. Değişim tamam da, parti yönetimindeki gruplaşmaları, kutuplaşmaları ve anlaşamamazlıkları dışarıya yansıtmadan nasıl gerçekleştiririz bu değişimi? Seçim esnası olası tartışmaları nasıl atlatabiliriz. Bu “değişim” diye adlandırdığımız hamleyi nasıl halka yuttururuz? Bu konudaki olası yorumların, eleştirilerin önünü nasıl kesebiliriz? Tüm bu sorular HÖH’ün 8. Olağın kongresinde cevap buldu. Strateji 10 numara tebrik etmemek elde değil. Fakat evdeki hesap çarşıdakini pek tutmadı galiba. Ahmet Doğan’ın raporundaki Türkiye ile Bulgaristan başbakanlarıarasındaki iyi ilişkileri eleştirmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni küçümsemesi hiç de yakışık almadı. Kendi ağzından duyulsaydı daha çok antipati kazanmış olacaktı. Medyanın, Oktay’ın geçmişine, ailesine, hobilerine, hatta sevgilisine kadar yazıp çizdikleri için asıl yazılması gereken yeni başkan Sn. Lütvi Mestan’ın geçmişi gölgede kaldı veya örtbas edildi. Bu bilgiler seçim öncesi tartışılmalıydı. Fakat parti yöneticileri buna cesaret edemedi. Çünkü parti içi “demokrasiye “ ,daha doğrusu despotizme karşı koymuş olacaklardı. Sadece emniyeti ilgilendiren Oktay’ın bilgileri yerine Lütvi Mestan ile ilgili bilgileri kamuoyu ile paylaşmanın daha yararlı olacağını düşündük. Yeni başkan Lütvi Mestan 1960 Kırcaali’ninAda köyünde (Ostrovets) doğdu. Üniversite mezunu.????????? tarihinde Pavel adıyla Bulgar gizli istihbaratına dahil olmuştur. 90’lı yılların başlarında Mestanlı DGB (Demokratik Güçler Birliği) kurucusudur. Ayni partiden Bulgar ismi ile Belediye Başkan adayı olmuştur. Bu dönemde en ilginç çıkışı “HÖH’ün bir gelecek vaat etmediği, gelecek DGB’de” ve “HÖH Aydın Türkler’den yoksun bir partidir”demeçleriydi. Geç de olsa Türk ismini geri aldıktan sonra HÖH kapılarını çalmaya başladı ve HÖH’e dahil olmayı başardı. 2001, 2005 ve 2009 parlamento seçimlerinde milletvekili seçildi. 2005 seçim öncesi propaganda çalışmalarında Kırcaali’nin Sağırlar köyünde bir öğretmenin “Biz okullarda ne zaman Türkçe okutacağız” sorusuna kendisine yakışır bir cevap vermiştir: “Ne yapacaksınız Türkçe öğretip de,İngilizce öğretin, Avrupa vatandaşı olsun çocuklarınız”. Kendisi için Türkçe bu kadar önemsizdir. Şubat 2011’de Ataka partisinin meclise sunduğu “OSMANLI DEVLETİ BULGARLARA SOYKIRIM UYGULAMIŞTIR” önergesine yeni başkan Lütvi Mestan evet oyu kullanarak tarihe geçmiştir. Evet, sözde Türk partisi HÖH %100 oyla sayın Lütvi Mestan’ı HÖH’ün başına yeni başkan seçmiştir. Todor Jivkov bile %99 oyla seçiliyordu. Demek oluyor ki bizim demokrasi daha doğrusu totaliter anlayışımız daha baskın ve gelişmiş. Bu da insanlarda eskiyi çağrıştırıyor ve 9 eylül törenlerindeki sloganları akla getiriyor. Nostalji ile olayıözetleyecek olursak şöyle bir slogan yakışır “Yaşasın Bulgar Sosyalist Partisinin TÜRK Komünistleri. URRRRAAA !” Tepedeki Ahmet Aga dedi: “Lütvi sen olacaksın başkan” ve öyle oldu. Sokaktaki Ahmet Aga da diyor ki; “SAVA GİTTİ, PAVEL GELDİ.”

Bu iş beni gerdi. Seçim zamanı geldi mi? Ben de bilirim işimi.


12

Bulgaristan Türklerinin Sesi

K e m a l l a r ( B u l - SEYTAN g a r c a : İ s p e r i h ) , dc-KGB Kuzey doğu Bulgaristan’da, RazgŞEYTAN DOĞAN rad iline bağlı bir şehirdir. Deli- BULGAR DEVLET İSTİHBARATI (DS) İLE orman bölgesinin bir parçasıdır. RUSYA DEVLET GÜVENLİK KOMİTESİ Şehrin ismi Osmanlı döneminde Ke(KGB) mallar iken, daha sonra Bulgar hanı Aspa- A J A N I - ŞEYTAN: AHMET DOĞAN ruh onuruna İsperih olarak değiştirilmiştir. Şehirde Bulgarlar ve Türkler karışık ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) olarak yaşarlar. Bir Ortadoks kilisesi, bir en Hak yüksek yürütme organı Merkez Konsey de cami vardır. Bugünkü şehir, 1545’te, Operatif Büro’da 8 yıl çalışan ve HÖH Baştarihi Bronz Devrine kadar uzanan eski kanı Ahmet Doğan’ın sekreteri Ahmet bir yerleşimin üzerine kurulmuştur. Ke- Emin’in öldürülmesindenözel sonra parti görevlemallar ismi resmi kayıtlarda ilk olarak rinden ayrılan araştırmacı Bulgar Pe1573’te bir Osmanlı vergi kaydında geç- tır YAPOV, 2009’da DS ve KGB yazar ŞEYTANI miştir. 1934’te adı İsperih olarak değiş- DOĞAN başlıklı 15. kitabını yayınladı. tirilmiş, 1960’ta da şehir ilan edilmiştir. Artık 83’ünü dolduran usta kalem, 1946’da Yakınlardaki Sveştari’deki Trak üniversitesinde hukuk tahsilini bitirdi. mezarı, UNESCO Dünya Miras Sofya Hapishanede kaldığı 1952-1954 yılları hariç, Listesi’ndedir. Diğer bir popüler ziya- Bulgaristan Komünist (BKP) Merkez ret yeri de 17. yüzyıl’dan kalma bir Bek- Komitesi ( MK) PolitikPartisi Büro üyelerinden taşi türbesi olan Demir Baba Tekkesi’dir. zılarına hukuk danışmanlığı yaptı. 1964’te badavet edildiği Amerika Birleşik Devletleri’nde Yerleşim Birimleri (ABD) Merkezi İstihbarat Dairesi (CİA) ile Akçalar (Belintsi-Белинци) SSCB Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) araKılıç Serman (Bırdokvo-Бърдоквa) sındaki İLETİŞİM GRUBU’nda görev aldı. Eski Balabanlar (Vazovo-Вазово) Bu görevde KGB şefi Yuriy Andropov ve CİA Büyük Kokarcalı (GoWilliam Colby ile defalarca görüştü. lam Porovets-Голям Поровец) Şefi 1972’de Sofya’yadöndüveBKPMKGenelSekFerhatlar (Delçevo-Делчево) reteri ve Bulgaristan Cumhuriyeti Devlet Konseyi Duraç Köy (Ludo-Gortsi-Лудогорци) Başkanı Todor Jivkov’un kızı, BKP MK Politik Nasufçular (Duhovets-Духовец) Büro üyesi Lüdmila Jikova’nın danışmanı oldu. Hüseyinler (Dragomıj-Драгомъж) 1990’da Bulgaristan Türk aydınlarından reYunus Abdal (Yonkovo-Йонково) jisör A. Derviş ve Bulgar Ordusu İnşaat ErKıdır Köy (Kitançevo-Китанчево) A t K ö y ( K o n e v o - Ко н е в о ) leri Albayı F. Feyzullov tarafından HÖH üyeKabullar (Kıpinovtsi-Къпиновци) liğine davet edildi ve aynı yıl HÖH Başkent Aslan Köy (Lavino-Лъвино) Örgütü Başkanı ve Merkez Konsey üyesi seK ü ç ü k K o k a r c a l ı ( M a - çildi. Başkan Ahmet Doğan da dahil, tüm yetlak Porovets-Малък Поровец) kili HÖH’lüler ve milletvekilleri başkent örgüOsman Mahalle (Peçenitsa-Печеница) tüne üyedir. Yapov, kitabın önsözünde YAŞAM Ayva Altı (Pod Ayva-Подайва) ÖYKÜSÜNÜ ANLATIRKEN, HÖH’ten tamaKöse Abdi (Raynino-Райнино) men koptuğunu yazmıyor. Son 5 yılda HÖH’ün Mumcular (Sveştari-Свещари) Bulgar dilinde çıkan 4 yazılı yayın organından O r t a M a h a l l e biri olan, haftalık “Uikent”te yakın ve uzak Bul( S r e d n o s e l t s i - С р е д о с е л ц и ) gar geçmişinden olay ve kişileri konu ediyor. Eski Mahalle ( S t a r a P. Yapov özellikle vurguladığına göre, 300 Selişte-Старо с е л и щ е ) sayfalık son eserini şu nedenle kaleme alHöyüklü(Üyüklü)(Todorovo-)Тодорово, mış: “Günümüzde Bulgaristan’ın genel poSaldım Köy ( Y a - litik durumu ve tarihimizin son 30 yılında k i m G r u e v o - Я к и м Гр у е в о ) meydana gelen önemli olaylara ve bunlara katılan bazı kişilere ilişkin çarpıcı gerçekleri kamuoyunun bilmesi zorunlu oldu!” Onun sıralamasında, çarpıcı olaylar arasında başta gelen Hak ve Özgürlükler Bir çoğumuz gök gürlediğinde ve gök- Partisi’nin kurulması, Bulgaristan çapında poyüzünde çıkan o büyük enerjinin korku- litik yapılanması, iktidar ortaklığına yükselsuna kapılırız çünkü olağanüstü bir ses ve mesi ve muhalefetteki tutumu başta gelirken, öfkeyle karşı karşıya olduğumuzu sanarız. önemli kişilerin arasında ise, HÖH partinin kuOysa şimşek çakmasının yine bizler rucusu ve değişmez lideri Ahmet Doğan’dır. için fayda sağladığını biliyormuydunuz? İrdelenen dönemde, Bulgaristan CumhuriTabiatta meydana gelen her olay yeti NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyesi oldu. gibi şimşek çakmasının da bir ne- Halkın ekonomik ve sosyal durumu iyileşedeni ve hatta faydaları vardır. ceğine kötüleşti. Dünyada derinleşen mali ve Havadaki bağımsız nitrojen gazını, nit- ekonomik bunalım dalgası ülkeyi tamamen ratlara dönüştürür. Nitratlar,toprakta yeti- çökertebilir. Bulgar milliyetçiliği yeşerdi, azbaşlıyor. Ülke istikrarsızlık batağına düştü. şen bitkilerin gıdalarından en önemlisidir. maya Kitaptaki ana sima HÖH ve başYağan yağmur,nitratları toprağa emzirir. k a n ı A H M E T D O Ğ A N ’ d ı r. Böylece, bitkilerin yetişmesi için yararlı bir Kamuoyuna önce Madi Gogaunsur kendi liginden sağlanmış olacaktır. nov olarak çıkan Ahmet Doğan kimdir? Bütün bitkiler için dengelenmiş bir 29 Mart 1954 günü Tolbuhin (Dobriç) gıda unsuru listesi gereklidir. İyi çiftçi- iline bağlı Pçelarovo köyünde dünyaya geler, dolayısı ile ekip biçtikleri toprakla- len Ahmet DOĞAN’ın asıl adı Ahmet İsmairın bünyesine gerekli unsurları katarlar. lov Ahmedov’tur. DedesiTürk bir göçmen aileBu,bir nevi ayarlama , hızlandırmadır. İn- den olup 1944’te BKP’ye üye olan, daha sonra sanların yiyeceklerinde yaptıkları vita- da “sosyalist emek kahramanı” ünvanı alan, min ayarlamalarından farksız bir şeydir. Ahmet dede köy çobanıydı. 1962’de 10 kişiaile Varna’ya bağlı Drındar köyüne taşındı. Bir daha sefere yıldırım veya şim- kik (Yapov eserde yer vermese de, A. Doğan koşek gördüğünüzde, bitkiler için ne ka- nusunu işleyen birçok çağdaş Bulgar yazar, dar yararlı olduklarını hatırlamanız,belki babasının bir Varna Çingenesi (şopar) oldude onlara karşı duyduğunuz korku ğunu ve doğumundan sonra anesinden ayveya çekingenliği hafifletecektir. .. rıldığını ve oğuluyla asla ilgilenmediğini, torunun dede yanında büyüdüğünü v.b.yazdı.) 1971’de Varna Dimitrovçu Komünist Gençlik Birliği İl Komitesi’nin dikkatini çeken A. İ. Ahmetov iki tez üzerinde çalıştı: Birinci, “Çağdaş Bulgar Gencinin Sınıfsal Özgörevleri!”; İkinci, Sosyalizimde Kişilik!” O, 1973 – 1975’te İnşaat Erleri’nde vatan görevini komsomol sekreteri olarak yaptı. Askerde meslek kursları gördü. Hayatının belki de en önemli olayı 1974’te başına geldi. Bulgar gizli servisi (DS) subayları onu kışlada buldu. O gizli ajan olmayı “Türk yönünde” çalışmayı kabul etti. 20 yaşındaydı.

Gökyüzünün yarıldığı an

Dogan AJANI

Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarını hedef alan bu hain gizli çalışma halen devam ediyor. DS’nin gizli gözü büyük sayıda kardeşimizin Bulgar Türk sınırında kurşunlanmasına, kayıplara karışmasına, tutuklanıp hapsedilmesine, tartaklanmasına, işkence görmesine, sakat kalmasına, toplama kamplarına atılmasına, Bulgar köylerine sürülmesine, işsiz kalmasına v.b. v.b. neden oldu. (A.Doğan’ın DC-ajanı dosyası 20 cilt olup Bulgaristan’da yayınlandı.) P. Yapov’un kitabı okurlarının eline geçmeden, Sofya’da DC ajan dosyaları artık açılmıştı. Yazar eserinin ana çizgisini değişik açıdan geliştirdiği için, tozlu ajan dosyalarını fazla karıştırmıyor. Bir de bu eserdeki olayların pek çoğu yazarın gözleri önünde ceryan etmiş ya da kişisel algılama ürünüdür. Yazarın gizli dosyalara pek güven bağlamaması, belki de, DC’nin birçok kirli işi yazıp çizmeden yapması, KGB’nin de karışık işlerini ajan dosyalarına işlemediğini bilmesinden dolayı olabilir. Yapov’un, Ahmet Doğan konusuna eğilen yerli yazarlara sitemi şöyle: Gazeteci Toma Bikov “DOĞAN DOSYASI” eserinde, “Çok büyük ve çok tehlikeli bir ajan olan A.Doğan’a, Türk etnik toplululğundan iyi balıkları avlatan, avcı.” dedi. O ise, bu konuda, Bulgar gizli polisini bilgilendiren zavalı bir ihbarcı! Okurlar Bikov’a inanmadı. Hemen ardından gazeteci Grigor Lilov da bir kitap yazdı: “Boyko Borisov Gizli Bir Tasarım”. “HÖH lideri Ahmet Doğan ile bugünkü Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov aynı gölden iki balık” yani “ikisi de DS-gizli servis ajanı” olarak gösterilmiş. Yapov, “yanlış bir kıyaslama” dedi. (Son 23 yılda, Bulgar politikasında bir olgu olan lider A. Doğan hakkında birçok başka kitap da çıktı. Birçoğu uzun övgü öyküsüdür. Örneğin HÖH miletvekillerinden İvan Palçev ile Prof. Dr. İbrahim Tatarlı A. Doğan’ı “emsalsiz bir kahraman” “Türklük davasına en sadık Baba” “hak ve özgürlüklerimizin güvencesi” “Türk ve Pomaklarla birlikte Çingene ve Bulgarların haklarının da garantörü” olarak yücelttiler. Birçok usta kalem ise konuya uzak kaldı. Ahmet Doğan’ı öven İvan Palçev daha sonra Bulgaristan Bakü Büyükelçisi atandı. Prof. İ. Tatarli’nın Bulgar dilinde yazılmış eserleri HÖH parasıyla basıldı.) (A. Doğan’ın “emsalsiz Bulgar etnik modelini” övenlerin arasında Bulgaristan Sosyalist Partısı (BSP) akademisyenlerinden Prof. Dr. Maksim Mizov da yer alıyor. O, Doğan’ın “etnik politikasının doğruluğunu” 700 sayfada anlata anlata bitiremedi. Bulgaristan Türk ve Pomakları Doğan önderliğinde AB’de benzeri olmayan, bütünleşen etnisitedir, diye yazdı. Bu bilim adamı, Bulgar gerçekliğinde eritilemeyen ve asla kaybolmayıp, aksine hep çoğalan Çingeneler den kurtulma yolunu şöyle tarif etti: “Tek taraflı uçak biletiyle hepsini ABD’ye gönderelim!”) P. Yapov Ahmet Doğan’ın şeytanlıklarını anlatırken, BulgaristanTürk ve Pomaklarının geleceğini Bulgar dili ve yaşayış biçimi temelinde Bulgar ulusuyla kaynaşıp etnik topluluk olarak eriyip kaybolmalarından, ana dil olarak Bulgar dilini kabul etmelerinden ve böylece Bulgarlarla kaynaşmalarından yana olduğunu örneklerle açıyor. Bu konudaki düşüncelerini Gotse Delçev’li (Nevrokop) Prof. Doğan Ziya ve Rifat Bey soyları örnekleriyle kanıtlamaya çalışıyor. Bu soyların evliliklerle tam eşitliğe kavuştuklarını yazıp örnekliyor. Kitapta, HÖH’lüler arasında Türk Pomak ve diğer Müslümanların kimliği konusunun tartışıldığına ilişkin bilgi yok. O, okura kimlik bilinci oluşturmanın HÖH içinde can alıcı konu olarak çözüm aradığını sezdiriyor ama problemi işlemiyor. Hiç olmadı bu konuda DC ile KGB’nin ne düşündüğünü açmıyor. Anadil dersim nerede? deyen öğrencilere yanıt vermiyor. Zengin deneyimden doğan bu politik eser, HÖH beyin merkezinde yıllarca çalıştıktan sonra kaleme alınmıştır. Yazar, Bulgar milli bilinçten söz ederken, XX. y.y. da Bulgar halkına çok yara açan milliyetçi hortlamaları, zamanı dolmuş değer yargıları kıstasıyla sunuyor. Demokratik toplumda karşılıklı hoşgörü kültürünün galip gelmesi zorunlunu sanki göremiyor. Avrupa Birliği’ni de, tüm farklılıklara yaşam hakkı tanıyan yeni bir medeniyet olarak algılamıyor. Devamı Gelecek Sayıda

İ.Ü.OnkolojiEnstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz,

Gerçekler

Kanserle mücadelenin anne karnında başladığına dikkat çekerek hamile kadınların ve bebek sahibi insanların evde dikkat etmeleri gereken noktaları anlattı. Erkan Topuz, bulaşık deterjanlarından, halıların temizliğine kadar çok önemli ayrıntılardan bahsetti. “Benim mücadelem bu yaştan sonra halkımızı kanserden korumaktır. Kanser tedavisi sonra geliyor. Bir korunma bin tedaviden evladır. Bunları ilk defa duyuyorsunuz ama gerçek bunlar. Ben bunları kendimi bu işe adadığım için anlatıyorum. Bu anlattıklarımı Türkiye ilk defa duyuyor. Belki dünyada da çok az duyan vardır” diyen Prof. Dr. Erkan Topuz, herkesi şaşırtan açıklamalar yaptı. “Ben gerçekleri anlatıyorum. Ama çok fazla anlatmıyorum çünkü her şey sarsılabilir Türkiye’de” diyen Topuz’un sarsıcı açıklamaları şöyle: -Evde sokakta giydiğimiz ayakkabılarla dolaşmamalılar. Eğer evde ayakkabı ile geziyorsak dışarıdan geldiğimiz ayakkabıları çıkartıp başka bir ayakkabı giymeliler. Çünkü dışarıdan giydiğimiz ayakkabı ile eve soktuğumuz pestisitler kanserin en önemli sebeplerinden bir tanesidir. (Pestisit: Tarım ürünleri, kimyasallar, egzozdan çıkan gazlar vs) -Kanserle mücadele anne karnında başlıyor. Anne adayları aşırı miktarda vitamin almaktan kaçınsınlar. Çünkü bilinçsizce alınınca vitaminin içindeki kobalt, bazı aşırı miktarda minareller... Doktor bir tane yut diyordur ama çocuk gelişsin diye bir kaç tane yutuyorlar. Bu çocukta birikime sebep olabilir ve kansere neden olabilir. -Gökkuşağının 7 rengini, ne buluyorlarsa, hepsinden günde en azından 3-5 tane yesinler. Her bir renkte bir şeyler var. -Kırmızı et alsınlar gebeler haftada 2 kere. Özellikle balıkla beslensinler. Sağlıklı bir insanın kansere yakalanmaması için, bebeğin daha anne rahmindeyken vücudunun direncinin artması ve zehirleri alarak bağışıklık sisteminin bozulmaması lazım. Devamı Gelecek sayıda


Bulgaristan Türklerinin Sesi 13

Dünya Medyasından Haberler Açıklıyoruz: Birleşik Krallığın içerdeki düşmanlarla gizli savaşı Hükümet, son 2 yıldır, bakanlara, ulusal güvenliğe tehdit olarak düşündükleri kişileri vatandaşlıktan çıkarma yetkisi veren gizli bir program yürütüyor. Soruşturmacı Gazetecilik Bürosunun The Independent için yaptığı araştırmaya göre, İçişleri Bakanı Theresa May, terörist yahut militan gruplarla ilişkisi tespit edilen 16 Britanya vatandaşının pasaportlarını iptal etti. Vatandaşlıktan çıkarılanlardan ikisi yakın zaman önce ABD’nin insansız hava araçlarıyla gerçekleştirdiği saldırılarda hayatını kaybetti. Programı eleştirenler, bunun hükümete sorumluluktan kaçma fırsatı verdiğini ifade ediyorlar. Bu kişiler öldürüldüğünde ya da gizlice sorgulandıklarında, Britanya’nın müdahale etmesine gerek kalmıyor. Pasaportları iptal edilen kişilerin ülkeye giriş hakları ellerinden alındığı için uygulamaya itiraz etme imkânları da olmuyor.

İtalya’nın tasarruf programını durdurma olasılığı AB içinde çalkantıya yol açıyor

Devletin durumu: 2013

“O zaman AB’ye hoşçakal deriz” Türk hükümeti, AB üyelik müzakerelerinin sürmesi için baskıyı artırmaya çalışıyor ve ülkesinin yüzünü doğuya çevirmekle tehdit ediyor. Başbakan Erdoğan, bir televizyon programında, Rusya Devlet Başkanı Putin’e, Şanghay 5’lisi ile işbirliği teklif ettiğini, bu durumda AB’ye hoşçakal diyeceklerini söyledi. Erdoğan’ın bu açıklaması, Türkiye’nin geleneksel Batı’ya yöneliminin sonu mu geldi tartışmalarını alevlendirdi. Türkiye’nin tanımadığı Kıbrıs’ın dönem başkanlığı nedeniyle Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkiler yeni yıla kadar donmuş durumdaydı.

Güney Afrika devlet başkanı Jacob Zuma halka seslenişinde ülkenin geleceği için bir yol haritası çizdi. Zuma eğitim, istihdam, sağlık ve ekonomik büyüme konularında konuştu. Zuma, Ulusal Kalkınma Planı’nı da halka açıkladı. Ekonomik büyümedeki yavaşlığa dikkat çeken Zuma, geçen yılki yüzde 3,5’lik büyüme rakamlarına rağmen bu sene yüzde 2,5 beklendiğini belirtti. 2020 yılına kadar 11 milyon iş yaratılması içinse üç kat daha fazla büyüme rakamı elde edilmesi gerekiyor. Enerji ve eğitimin de gündemde olduğu konuşmada Zuma, yenilenebilir enerji kaynakları için 675 kilometrelik aktarma hattı inşaatının tamamlandığını duyurdu. Mart ayına kadar da yeni öğretmenlerin atanması ve 98 yeni okulun hizmete girmesi planlanıyor.

Gillard’ın kumarı: 2013 Federal Seçimleri 14 Eylül’de Başbakan Julia Gillard, dün Ulusal Basın Kulübünde yaptığı konuşmada bu yılki olağan genel seçimlerin 14 Eylül tarihinde gerçekleşeceğiniaçıkladı.Muhalefetinhazırlıksız yakalandığı açıklamadan bazı kabine üyelerinin dahi önceden haberdar olmadığı bildiriliyor. Başbakanın bu beklenmedik hamlesi sonrası, ülkenin 7.5 ay süreyle bir seçim atmosferi içine girmesi muhtemel… Gillard’a göreyse bu, yeni yıla bir tertip ve düzen getirecek; hararetli kampanyalar yerine sakin ve akılcı tartışmaların hâkim olduğu bir sürecin önünü açacak. Tarihininkesinleşmesi,Gillard’agöremuhalefetin seçim vaatlerinin maliyetini açıklamama konusundaki mazeretlerini ortadan kaldırıyor. Başbakanın kararını “taktiklerin stratejinin önüne geçtiği bir hamle” olarak değerlendiren muhalefetin tepkisi ise zaman çizelgesindeki farklılıkların partinin seçim politikalarında bir değişiklik yaratmayacağı yönünde… Koalisyon Putin belediye hizmetleri sorumlularını lideri Tony Abbot, partinin vaatleriyle ilgili bozguna uğrattı: “Delirmişsiniz!” maliyet hesaplarını Mayıs bütçesiyle seçim tarihi Vladimir Putin dün belediye hizmetleri arasındaki sürede ortaya koyacağını açıkladı.

Fakirlik tehdidiyle karşı karşıya olan Bulgarların öfkesi dinmiyor Bulgaristan’da dün de onbinlerce insan artan fakirliği ve yabancı “tekelleşmeyi” protesto etti. Cumhurbaşkanı Rossen Plevneliyev başkent Sofya’da göstericilerin karşısına çıktı ve krizin çözümü için diyalog sözü verdi. Eski AB Komiseri Meglena Kuneva’ya göre, Bulgaristan’da demokrasi tehlikede. İspanya’da da yüzbinler, hükümetin tasarruf politikasını protesto amacıyla sokaklara döküldü.

İtalya’da yapılan genel seçimlerin sonuçları, Avrupa piyasalarında sarsıntıya yol açtı. Başbakan Mario Monti’nin teknokrat eğilimli reform hükümetinin seçimlerde uğradığı hüsran, krizden çıkış için uygulanan tasarruf programına karşı olan seçmen tepkisini net bir şekilde ortaya koyuyor. Yeni kurulacak hükümetin yürürlükteki kemer sıkma tedbirlerini sürdürüp sürdürmeyeceğine ilişkin belirsizlik, Avrupa piyasalarını olumsuz etkiliyor. Dün Milan Borsası günü yüzde 4 değer kaybıyla tamamlarken; İtalyan bankalarının toplam piyasa değeri yüzde 7 oranında geriledi. Krizin diğer ülkelere yayılabileceği endişeleriyle birlikte Almanya, Fransa ve Britanya’da piyasalar günü düşüşlerle kapatırken; Deutsche Bank başta ol- ile ilgili toplandı. Devlet Başkanının mak üzere birçok yerel bankada yüzde elektrik, doğalgaz, su, kanalizasyon 5’lere kadar varan değer kayıpları yaşandı. ve diğer hizmetlerin tarifelerinin aşırı

İtalya seçimlerinin sonuçları euroya dair korkuları tazeliyor

İtalya’da Pazar günü yapılan genel seçimler sonrasında Euro bölgesinin yeni bir kargaşa içine sürüklenmesi muhtemel görünüyor. Seçim sonuçlarına ilişkin projeksiyonlar istikrarsız bir parlamento manzarası ortaya koyarken; popülist ve anti-reformist partilerin gösterdiği başarı ekonomik reformların geleceğine ilişkin endişeleri arttırıyor. Merkez sol ve merkez sağ partilerden hiçbirinin çoğunluğu sağlayamadığı Senato’nun dengesi, eski komedyen Beppe Grillo’nun başını çektiği popülist 5-Yıldız Hareketine kalmış gibi görünüyor. Seçimlerde en çılgın tahminlerin dahi ötesinde bir başarı yakalayan Hareket, ittifaklar dışında İtalya’nın en geniş destekli tekil partisi haline geldi. Bu sonuçlar, ülkeyi zayıf bir hükümet ile seçimlerin yenilenmesi arasında bir tercih yapmaya zorlayabilir.

Almanya’da doğup büyüyen Türkler 23 yaşına kadar, iki vatandaşlıktan birisine karar vermek zorunda. 23 yaşına kadar, Türk vatandaşlığından çıktığını belgelemeyenler Alman vatandaşlığından çıkarılıyor. Birçok Türk, bu süreyi kaçırdığı veya bu konuda bilgisi olmadığı için vatandaşlıktan atılıyor. Türklerin, Alman vatandaşlığını tercih etmesinde en etkili neden, bir Almanın sahip olduğu haklara sahip olabilmek. Bu arada uzmanlar, vatandaşlık yasasının AB hukukuyla çeliştiğini belirtiyor. Uzmanlar, vatandaşlıktan çıkarılanların dava açması halinde bu haklarını geri kazanma şanslarının az olmadığını kaydediyor.

deredece yükseltilmesine “Delirdiniz mi siz?” diyerek tepki göstermesi toplantıya damga vurdu. Devlet Başkanı dünkü toplantıda Bölgesel Kalkınma Bakanı İgor Slyunayev’den faturalardaki bu artışın nedenini vatandaşa açıklamasını istedi. Putin, Bakanlar Kuruluna bu hizmetlere yapılan zamların ne kadar mantıklı ve sosyal açıdan ne kadar adil olduğunu bir hafta içinde araştırma talimatı verdi. Devlet Başkanına göre, bütün hizmetlere yapılan toplam zammın yılda %6’yı geçmemesi gerekiyor. Oysa ki 1 Temmuz’dan itibaren doğalgaz %15,elektrik %12, ısıtma ve su %10 zamlanmış olacak.

Bersani’nin, istikrarlı bir koalisyon için ortağa ihtiyacı var İtalya’daki seçimin sonucunda karmaşık bir durum ortaya çıktı. Pier Luigi Bersani’nin merkez sol ittifakı Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kazanırken, Senato’da iki büyük bloktan hiçbiri çoğunluğu elde edemedi. İlk hesaplamalara göre, eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin partisi ile Bersani’nin partisi Senato’da neredeyse başa baş geldi. Hükümetin parlamentonun her iki kanadında da çoğunluğa ihtiyacı olacağı için Bersani’nin kendisine koalisyon ortağı bulması gerekiyor. Muhtemel Vekiller yine sarhoşluğa daldı adaylar arasında eski Başbakan Duma, alkollü araç kullanma ve alkollü araç kul- Mario Monti’nin partisi de bulunuyor. lanma sonucu ölüme sebep olma suçlarına ait cezaları Amerika’da dünyanın en büyük arttırmaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz hafta Anayasa Huhavayolu oluştu kuku Komisyonundaki hararetli tartışmaların ardından taAmerican Airlines ve ulusal rakibi sarının 20 Şubat’ta Duma’da birinci okunuşta görüşülUS Airways birleşerek dünyanın en mesine karar verildi. Ancak bu hafta tasarının gündeme alınması zor görünüyor. Çünkü hükümetin önerisini destek- büyük havayolu şirketini oluşturdu. leyen vekillerin tasarıyı ne zaman hazır edecekleri belli değil. İki şirketin yetkilileri, dün New Son aylarda alkollü sürücüler yüzünden yaşanan bü- York’ta yaptıkları açıklamada, yük kazalar iktidarı mevcut mevzuattaki 6-24 ay hapis firmaların çalışan sayısının 100 binin cezasını ağırlaştırma kararı almak zorunda bıraktı. Geç- üzerinde olduğunu, yılda 140 milyon tiğimiz sene Duma’ya sunulan tasarıda cezaların ağır- yolcuyu 56 ülkeye taşıdıklarını belirtti. laştırılmasının yanı sıra, kanında 0 promilden biraz fazla Birleşmenin ardından, borsa değeri alkol bulunan kişilerin de alkollü sayılması öngörüldü. Ancak bu, gerek Duma içerisinde, gerek dışarıda sert tepki- yaklaşık 11 milyar dolar olan şirket, lere neden oldu. Yüksek Mahkeme de sert cezalar öngö- American Airlines ismini kullanacak. yönetim kurulu ren tasarıyı eleştirdi. Hükümet ise bazı küçük notlar da Şirketin US Airways’in ilave ederek tasarıya destek çıktı. Şimdi Duma, aynı ta- başkanı, sarıyı yeni eklemelerle gündeme almaya hazırlanıyor... patronu Douglas Parker olacak.

Dobruca’dan Bir Mektup

Ben 2 yıldan beri Almanya Hamburg’ta inşaat işçisiyim. Hemşerim Ali Çakır’ın yardımıyla gittim ve oraya tutundum. Noel tatili denen bayram günlerini 2013 yılbaşı tatil günleri ile birleştirerek Torlak’a (Tsar Samoil) geldim. Evli değilim. Anam babam ve kardeşlerim burada yaşıyor. Kasabada iki kahve var. Her gün dolup taşıyor. Birinde camiye gidenleri, diğerinde ise gençleri bulabilirsiniz. Bir fincan kahve başında cıgara püfletip politika ufalayanlar çoğalmış. Gençlerin gözleri açılmış, hepsi beklenti içinde. Samimi konuşmalarda umut ışığı arıyorlar. Pasaport cepte ama dış ülkeye çıkacak durumları yok. Mesleği olmayanlar da var. Mesleksiz Avrupa ülkelerinde iş bulmak imkânsız, dil bilme şartı da var tabii. İşsiz olan yeni evliler de derin derin düşünüyor. Ticaret durmuş. Kötü tabii. Şu günlerde kahveleri, bazen de biraları ben ödediğim için masamın etrafı hep kalabalık. Bizim kasaba büyük olmadığından haberler bir uçtan bir uca acele geziyor. Sabahleri herkes birkaç haber getiriyor kahveye. Gece TV yayınlarından akılarında kalanları seriyorlar ortaya. Şu Rumeli TV yayınları her evde hep açık. Sofya TV yayınlarından BiTiVi izlenirken, Türk ve Müslümanlık düşmanı dedikoducu Skat TV’de fazlaca seyredilenler arasında bulunuyor. Yorumlanan politik haberlerin başında her sabah DPS var. Masama oturanların hepsi bu partiye oy vermişler, ama hiçbir şey elde edememişler. 1990’dan beri Ahmet Doğan Torlak’a hiç uğramamış. Vakti olmamıştır diyorlar. DPS’nin iktidar olduğu sürede burada bir baraj duvarı patladı ve kasabamız 4 metre su seli altında kalmıştı. O zaman Başbakan yardımcısı Emel Toşeva mağdurlara özel yardım gösterilmesine çok çaba göstermiş, yiyecek ve giyecek yardımlarını iseTürkiye’den gelen “Deniz Feneri” vakfı elemanlarından Adem, Beyhan ve Ebazer dağıtmışlar. İyilikler unutulmuyor. Şimdi artık o su baskını felaketı yaraları sarılmış ve gönüller huzur içinde. Bilmem bilir misiniz? Buralara derin kar düşer. Bu yıl da kış sert geçiyor. Ekinler kar altında. Derin kalın altında soğuklamazlar, inanç budur. Meyve ağaçları da bekliyor. Halk da değişiklikler bekliyor. Kanımca buradaki gençler şu demokrasinin, liberalizmin, modernizmin ve postmodernizmin ne olduğunu pek anlayamamışlar. L. Mestan’ın Sofya meclisinde yaptığı konuşmaları da halk diline tercüme etmek gerek. Anlaşılmayan konuşmadan fayda beklemek yanlış olur.Ahmet başkan ise hepten uçmuş gitmiş. Anasıyla konuşsa anlaşabileceklerinden kuşkuluyum. “Bultürk” gazetesini ilk burada gördüm. Kasabada başka Türkçe gazete yok. Sizi internette de bulabiliyorlar. İlgi büyük. Her yazı okunuyor. Tartışılıyor. Başkan Rafet beyle görüşmek ve sohbet etmek isteyenler var. İstanbul’a yolum düşerse ben de uğrayacağım derneğinize. Vaktinizi alıyorum ama tek Türkçe gazetede burada işaret ettiğim soyut konular işlenmiyor. Masama toplananlar arasında üniversiteli de yok. Kalın kitap okumuş olsalar, belki ayrıntılara girip açıklık getirebilirler de... Bulgarca “Politika” gazetesinde konuya ilişkin yazılar var, ama onları pek okuyup da anlayan yok. DPS adına yazılan yazılar çok yüksek politik dille kaleme alındığından dolayı, onlardan da pek bir şey anlaşılmıyor. Hedef yok. Hedef olmayınca yolumuz da yok, diyorlar. DPS partisinin politik ajitasyon kadrosu zayıf. Toplantılarda konuşma yapanların ya da rapor sunanların kendilerinin anlattıklarından haberdar olduğu kanısında değilim. Konuları açamıyorlar. Ben Avrupa’dan geldiğim için bana soruyorlar. Ben orada bir işçiyim. Bu konular benden uzak. Arkadaşlarım da sohbetlerimizde bu gibi konuları açmıyorlar. Herkes işinde cebinde, dil bilmediğimiz için gazete ve TV de gözden kulaktan uzak. Size bu mektubumu, lütfen halkın beklediği konuları işlemenizi rica ediyorum. Sağlıcakla kalınız. Bekliyorum.


14

Bulgaristan Türklerinin Sesi

Yaya Turizmi Severler Bulgaristan’ın Bulgar vakfı Sarıgül’e dava açtı! İngiliz Dağlarında Unutulmaz Yaşantılar Peşinde

“Tapu bizim, inşaatı yık, arsamızı ver” Türkiye’nin en büyük sorunlarından olan ‘azınlık vakıflarına ait taşınmazların iadesi’yle ilgili 28 Ağustos 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK), ile 1936 beyannamesi ile bildirilen taşınmazlar vakıflara devredildi. Ancak kararnamenin uygulamasında zaman zaman ihtilaflı durumlar da ortaya çıkıyor. Kararname, Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı ile Şişli Belediyesi’ni de mahkemelik etti. Şişli Belediyesi’nin Çağlayan’da yaptırdığı yeni hizmet binasının bulunduğu 4 bin 589 metrekare arazinin tapusu, Devamı5’de Vakıflar ile ilgili kararnameyle Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı’na verildi. Arazinin sadece 600 metrekaresinin tapusu Şişli Belediyesi’nde kaldı. Vakıf yöneticileri 7 ay önce arazilerinin tapularını da aldı. Ancak arazinin üzerinde Şişli Belediyesi’nin yaptırdığı yeni hizmet binası inşaatı sorun oldu. Vakıf inşaatı tamamlanmak üzere olan yeni hizmet binası ile ilgili Şişli Belediyesi’ne uyarı yazısı gönderdi. Arazilerinin vakfa ait olduğunu ve inşaatın durdurulması gerektiğini belirten vakıf, yaptıkları görüşmelerden bir sonuç elde edemeyince dava açtı. Bulgar Vakfı, tapusu ellerinde olan arazilerinde tamamlanmak üzere olan Şişli Belediyesine ait yeni hizmet binası inşaatının durdurulmasını, ve yapının yıkılmasını talep ediyor.

VAKIF: Gelsinler masaya oturalım Kanuni yollara başvurmaktan başka çarelerinin kalmadığını ifade eden Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Vasil Liaze, “7 aydır belediyeye yazı gönderiyoruz ama hâlâ inşaata devam ediyorlar. Belediye hiçbir yazımıza cevap vermedi. Mecburen dava açtık. Mustafa Sarıgül’ü çok seviyoruz. Bir araya geldik. Fakat bir türlü bir çözüm önerisi gelmedi. Yani size şurayı veririz gibi bir öneri bile gelmedi. Biz hakkımızı arıyoruz. Hakkımızı vermek istiyorlarsa gelsinler masaya oturalım” diye konuştu. Şişli Belediyesi: Yasadan önce satın aldık Tapu devrinin haksız olduğunu söyleyen Şişli Belediyesi de yürütmeyi durdurma talebiyle mahkemeye başvurduklarını açıkladı. Belediye yetkilileri, “Söz konusu arazi, bugünkü İstanbul Adliye Sarayı’nın bulunduğu alanda, belediyemize ait olan bir arazi ile takas yapılıp, üzerine de bir miktar para ödenmek suretiyle hazineden satın alınmıştır. Bu satış işlemi, son Vakıflar yasası yürürlüğe girmeden önce gerçekleştiğinden, yasaya dayanılarak yapılan işlemler bu araziyi etkilememektedir” dediler. T R İ LY O N L A R H A R C A N D I Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı, şu an bitmekte olan ve trilyonlar harcanan yeni hizmet binası inşaatının durdurulmasını inşaat atıklarının temizlenmesini ve arazinin boş olarak teslim edilmesini istedi.

kanı Dimitris Avramopulos, Arnavutluk Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Endmont Hacinasto ve İtalya Ekonomik Kalkınma Bakanı Cororando Passera tarafından imzalandı.

1,5 milyar avroluk yatırım yapılmasına ve yüzlerce yeni iş yeri açılmasına imkân sağlayacağını belirten Samaras, ülkenin yararına olabilecek her türlü fırsatı değerlendirmekte kararlı olduğunu kaydetti.

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlenen imza töreninde, Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras ve ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Eric Roubin de hazır bulundu. Samaras, yaptığı konuşmada, Yunanistan’ın, Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji haritasında odak noktası olabileceğini belirterek, TAP projesinin gerçekleşmesiyle Yunanistan’ın, ikinci sınıf önemi olan hedef ülke olmaktan çıkarak, Avrupa’nın enerji hatlarının geçtiği bir ülke olacağını söyledi.

Ana kaynağı Azerbaycan’ın Şahdeniz 2 yatağı olan doğalgazın, Türkiye aracılığıyla Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya aktarılmasını öngören Nabucco West boru hattına alternatif olarak hazırlanan TAP projesi, doğalgazın Türkiye’nin mevcut boru hattı aracılığıyla Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’nın Tarando bölgesine aktarılmasını öngörüyor. Bu konuda hangi projenin tercih edileceğiyle ilgili kesin kararın Haziran ayında açıklanması bekleniyor.

Balkanlarda yeni boru hattı Anlaşma, Yunanistan Dışişleri BaDoğalgaz hattı inşasının Yunanistan’a

Bulgar Bisikletçinin Altını Alındı Türkiye’nin organizasyonunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu 2012’de yarışı kazanan Ivailo Gabrovski’nin doping yaptığı gerekçesiyle altın madalyası alındı. Uluslararası Bisiklet Birliği’nin (UCI) resmi internet sitesinde yer alan bilgiye göre, 24 Nisan’da koşulan Elmalı Etabını birincilikle bitiren, diğer etaplarda da hiçbir sporcunun farkı kapatmasına izin vermeyen Gabrovski’nin (A) numunesinin pozitif çıktığı açıklanmıştı. 2003 yılında da doping kullandığı için yarışlardan men cezası alan Bulgar sporcunun (B) numunesinin de pozitif çıkması sonrasında UCI sıralamada yenilik yaptı. UCI tarafından Ekim 2012’de 2 yıl yarışlardan men cezası alan Gabrovski’nin birinciliği iptal edilirken, yarışı ikinci sırada tamamlayan Kazak sporcu Alexsandr Dyachenko altın madalyanın yeni sahibi oldu. UCI’nın kararı sonrasında ise turda ikinciliğe Bulgar sporcu Danail Andonov Petrov, üçüncülüğe ise İspanyol Adrian Palomares Villaplana yükseldi. UCI’nın sitesinde ayrıca Gabrovski’nin 16 Temmuz 2014’e kadar hiçbir resmi müsabakada yarışamayacağı da açıklandı.

Bulgaristan’ın güzel doğası, dünya genelinde ünlüdür, dağları ise çoktan turistler ve tırmancılar arasında popülerdir. Doğamızın inanılmaz güzellikteki manzaraları ve çeşitli zorluklardaki güzergahları, birçok ülkeden dağcıları çekmektedir. Doğaya, dağdaki gezilere ve maceralara sevgi, 40 yıllık bir geleneği olan İngiliz turistler kulübünün üyelerini de ülkemize götürdü. Her yıl birçok gezi ve yarış düzenleyen Long Distance Walkers Association Yaya Turizmi Derneği’ne farklı yaşta 7 binden fazla kişi üyedir. Walk Bulgaria Bulgaristan Turistler Derneği’nin daveti üzerine bu yaz İngiliz kulübünün üyeleri yüksek dağlarımızda geziye çıkmak üzere ülkemize geldi. Bulgaristan’da ilk defa bulunmayan Yaya Turizmi Derneği Sekreteri Philip Heneghan, şunları paylaştı: “Birkaç yıl önce Bulgaristan’ı bisikletle ziyaret ettim. Ancak insan bisikletle yolculuk yaparken muhteşem manzaraların tadını tamamen çıkaramıyor. Bu yüzden yeniden burada bulunmaktan ve ülkenizin ne kadar güzel olduğunu daha iyi anlamaktan mutluyum.” İngiliz yaya turizmi severler, Bulgaristan’ın en yüksek dağları Rila ve Pirin’e ünlü tırmancı Doyçin Vasilev’in eşliğinde yöneliyor. Yaya turizmi severlerin güzergahı, göz kamaştırıcı güzellikteki tepelerden geçiyor ve bütün gruba unutulmaz anlar yaşatıyor. Philip Heneghan, grup üyelerinin hepsinin, dünyayı çok gezdiğini, Alpler’de de geziler yaptığını, ancak Bulgaristan dağlarının bunlarla rekabete çıkabildiğini söyledi. Yükseklikler, manzaralar ve eşsiz güzergahlar, ülke genelinden turistler için son derece celbedicidir. Ancak İngiliz turistler, Bulgaristan’daki dağ tesislerinin iyileşmelere ihtiyacı olduğunu da belirtiyor. Philip Heneghan’a göre ülkemiz, bu tür turizmin gelişiminden kazançlı çıkabiliyor. Zor güzergahlardan geçişlerde Bulgar tırmancılarının tecrübesi çok değerlidir. Yine de dağlardaki güvenlik, temel önceliktir ve turistler bunu çok iyi biliyor. Orta İngiltere Yaya Turizmi Derneği Sekreteri Michael Buckley, ülkemizin dağlarından ve Doyçin Vasilev ile gezilerinden izlenimlarini paylaşarak şunları söyledi: “Benim için Doyçin, doğayı çok iyi tanıyan bir kişidir. Doyçin, bizi güzelliğinden nefesimizi alan güzergahlardan geçirdi. Çok tehlikeli yerlerden geçtik, ama her seferinde grubumuz Doyçin2in bilgileri sayesinde gevendeydi.” Orta İngiltere Yaya Turizmi Derneği Sekreteri Michael Buckley’ye şimdiye kadar Bulgaristan’ı ziyaret etmeyen dağcılara ve turistlere ne gibi tavsiyeler verebildiğini sorduk ve cevap şöyle: “Bulgaristan’daki dağ tesislerinin yenilenmesi gerekiyor. Bu yüzden turistler, yeterince yiyecek ve içecek yanında taşımalıdır.Ayrıca ekipman ve yeterince elbiselerin sığınabileceği büyük bir çanta da gereklidir. Bundan başka insan sadece gözlerini açıp doğanın güzelliklerinin tadını çıkarmalıdır.” Jonathan Bateman, Yaya Turizmi Derneği’nin Bulgaristan’ın dağlarını gezmek için buraya gelen bir üyesidir. Kendisi, bütün Avrupa’yı yaya gezmiştir. 50 yaşlarındaki Jonathan Bateman, insanın hayatında bu yaştan sonra da maceralara ve yarışlara yer olduğunu iddia ediyor. Jonathan Bateman, Londra’daki yıllık 42 kilometrelik maraton yarışmasını 2 saat 55 dakikada katederek iki kez kazandı. Jonathan Bateman, şunları belirtti: “Mükemmel hava bana hoş bir sürpriz yaptı. Dağlarınızı görme fırsatım oldu. Bütün Bulgarlar çok misafirperver ve dostaneyidi. Yemekleriniz ve biranız nefisti. Avrupa’daki bütün ülkeleri gezmek istiyorum. Doğası korunmuş yerler ve dağlar keşfetmek çok güzeldir. Yaya turizmi severlere Bulgaristan’ı kesinlikle tavsiye ederdim.” Türkçesi: Rayna İvanova

1913 Sofya

BULTÜRK - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZ

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

www.bulturk.org /bilgi@bulturk.org- Tel:0212 477-62-10 İmtiyaz Sahibi - BULTÜRK Genel Başkan-Rafet ULUTÜRK Yazı İşleri Müdürü Alptekin CEVHERLİ Yazı İşleri Müdür Yardımcısı

Semra HÜSEYİN Genel Yayın Yönetmeni

Rafet ULUTÜRK

Genel Yayın Müdürü Dr.Nedim BİRİNCİ

Yayın DanıSmanları:

Prof.Dr.Hayati DURMAZ Diş Hekim İsmail ALİOĞLU Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK D o c . D r. S a k i n Ö N E R Doç. Dr. Emine İNANIR D o c . D r. H a s i n e Ş E N

Diş Hekimi Halide ÜMİTFER

Haber Sorumlusu: Hukuk Danışmanı: Ekonomi Müdürü: İstihbarat Müdürü: Eğitim Sorumlusu: Görsel Yönetmen: Kültür-Sanat: Spor Müdürü: Art Direktör: İnternet Müdürü: Halkla İlişkiler: Reklam Müdürü:

Nafiye YILMAZ Av. Hasan MOLLAOĞLU Mujgan DENİZ Hüseyin YILDIRIM Muazzez YURDAKUL Muharrem KIRAN Muharrem TERZİ İbrahim SOYTÜRK Samet ERDEM Murat ULUTÜRK Orhan ÇAKIR Neriman ERALP

İrtibat Bürosu: Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A (500 Evler) - Bayrampaşa / İST. Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altı Tel: 0212 477 61 10 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98 Star Medya Yayıncılık A.Ş. Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazarlar yazılarından sorumludur.

www.bulturk.org

Almanya-Köln: Rafet DAL Amerika-New York: Alaattin Gokay Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan KazakistanTürkistan: Erkan

Bulgaristan - Temsilcileri Sofya: Blagoevrad: Smolyan: Kırcaali: Momçilgrad: Ardino: Cebel: Plovdiv: Stara Zagora: Loveç: Troyan: Pleven: Şumen: Razgrad: Tırgovişte: Silistra: Varna: Dobriç:

Hikmet EFENDİEV Bülent MURADOV Rufat FELETİ Emel BALIKÇI Akif MEHMET Aziz ŞAKİR Erdal H. AHMET Fikret SEPETÇİ Mehmet KRAL Emine BAYRAKTAROVA Ergül BAYRAKTAR Rafet RODOPLU Nurten RECEP Aydoan ALİ Sevinc YÜCE Tijen GÜLER Salih POMAK Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE-Ankara:Sebahin AHMETOĞLU ist. Trakya Bölgesi İsmail ERDEM İst. Anadolu:Bölge- Mahmut ORAL İst. Sultangazi:

Seyhan ÖZGÜR

ist. G.O.P.aşa:

Sevilcan YÜCE

ist. 500 Evler:

Nedim BİRİNCİ

ist. Zeytinburnu: Mustafa GÜLER ist. Avcılar:

Müjgan DENİZ

ist. Başakşehir:

Ayten ERDEM

ist. Kağıthane:

Nazım ÇAVUŞ

Bursa-Yıldırım:

Turhan YAMAÇ

Bursa-Hürriyet:

Üzeyir AKGÜN

Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN Bursa-İnegöl

Bayram BAYRAM

İzmir-İzm.Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU İzm.Görece:

Mümin GÜNEY

İzm.Buca:

Hüseyin PAŞAMOĞLU

İzm.Bornova:

Kenan ÖZGÜR

Edirne:

Nadir ADLI

Kırklareli:

Ali ÖZTÜRK

Tekirdağ:

Sezai ALTINAY

Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN Eskişehir:Osmangazi Ünv. - Sevgin GÖKE


Bulgaristan Türklerinin Sesi 15

Bulgaristan ‘’PASTIRMAYA’’ göz dikti Bulgaristan, “pastırma bizim kültürümüzdür” dedi, Avrupa Birliği’ne patent başvurusunda bulundu. Pastırmanın kendi kültürlerine ait olduğunu iddia eden Bulgaristan, Avrupa Birliği’ne patent başvurusunda bulundu. Bu başvuru , pastırmasıyla meşhur Kayseri ve Afyonkahisar’da tepkiyle karşılandı. Türk mutfağının adına destan yazılan lezzeti, keskin kokusu, bol baharatı ve çemeniyle Kayseri’nin yöresel gıdası olan pastırmanın talibi var... Bulgaristan, “pastırma bizim kültürümüzdür” dedi, Avrupa Birlği’ne patent başvurusunda bulundu.Tartışmanın fitilini de böylece ateşlemiş oldu... HURİYE ÖZENER-PATENT DANIŞMANI: ‘’Pastırma normal sığır,pastırma normal manda,pastırma kayzer sığır pastırma kayzer manda olmak üzere Bulgaristan’ın 4 tane müracaatı var.’’ Üstelik, Bulgaristan, patent başvurusunu, Kayseri’nin eski adı olan “kayzer” ismiyle yaptı. Kayserililer ayağa kalktı. Türkiye’de yıllardır süren “pastırma ve sucuk kimin?” tartışması Kayseri ile Afyonkarahisar arasında bitip tükenme-

yen bir konu. Hatta, Afyonkarahisar Ticaret Borsası pastırma ve sucukla ilgili patent başvurusunu Bulgaristan’dan da önce yaptı. HURİYE ÖZENER-PATENT DANIŞMANI: ‘’2012’nin 8.ayı itibariyle biz AB’ye müracaat yaptık Afyon sucuğu ve Afyon pastırması ile ilgili.’’ MEHMET MÜHSÜRLER-AFYONKARAHİSAR TİCARET BORSASI BAŞKANI: ‘’Pastırma da bizim kültürümüze direk has bir mamül olduğundan dolayı Bulgaristan da bunun müracaatı yapmasına göre Bulgaristan´ın yaptığı emek hırsızlığıdır diye düşünüyorum.’’ Avrupa Birliği, Bulgaristan’ın başvurusunu incelemeye aldı. Olumlu bir karar çıkarsa anında itiraz edilecek. HURİYE ÖZENER-PATENT DANIŞMANI: ‘’Bulgaristan’ın yaptığı başvuru henüz ilan aşamasına geçmediği için onu bekliyoruz.’’ Bekleyiş devam ediyor, Sonuç ne olur bilinmez ama pastırmanın patenti için Kayseri ve Afyonkarahisar’dan sonra Bulgaristan da kıyasıya bir yarışın içinde buldu kendini...

Bulgaristan tarihinin ilk referandumuna hazırlanıyor, halk önümüzdeki günlerde nükleer enerjiyi oylayacak. Bulgaristan’da ülkenin tarihindeki ilk referandumunda halka “yeni nükleer santral yapımı ile Bulgaristan’da nükleer enerji sektörü geliştirilsin mi?” sorusu sorulacak. Başbakan Boyko Borisov, partisi GERB taraftarlarının referandumda, ‘hayır’ oyu kullanmalarını istedi. Nükleer enerji konudaki görüşlerini açıklayan Başbakan Borisov, Kozloduy Nükleer Santrali’nde 7. ve 8. bloklarının inşa edilmesine izin vereceklerini ifade etti.

Nükleer enerji referandumuna muhalefet partisi SDS’nin sempatizanlarının katılmaması çağrısında bulunan Kabavinov, nükleer enerji meselesinin halk oylamasına sunulacak bir konu olmadığını savundu. 2012’de Bulgar Sosyalist Partisi, Belene’de yeni nükleer santral inşa edilmesi konusunda 500 bin üzerinde imza toplamış ve meseleyi ocak sonunda yapılacak referanduma taşımıştı. Bulgaristan’da 27 Ocak’ta yapılacak olan referandum için yurtdışında 36 ülkede vatandaşlar oy kullanabilecek.

Belçika’da yabancılardan 20 kat daha fazla harç!

Bulgar hükümetinin istifası onaylandı Borisov ise oylamadan hemen önce parlamentoya gelerek, kısa bir konuşma yaptı. Borisov, yabancı bir istihbarat servisinden kendisine yönelik suikast planlandığı bilgisini aldığını belirterek, üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisine yönelik, “Beni öldürtmek isteyen onursal başkanınız Ahmet Doğan. Lütfen, bir komisyon kurup, konuyu araştırın” dedi. Salonda şok etkisi meydana getiren açıklamadan sonra bakanları ile birlikte parlamento binasının önüne çıkan Borisov, burada toplanan 3 bine yakın taraftarını sakinleştirmeye çalıştı. Borisov, halkın dağılması ve provokasyonlara kapılmaması için çağrıda bulundu. Parti bayrakları sallayan kalabalık, Borisov’un sözleri üzerine yavaş yavaş dağılmaya başladı. HÖH Lideri Lütvi Mestan ise partisinin böyle bir bunalımda taraf olmayacağını bildirdi. Mestan, kendilere ulaşan bilgilere göre ülkede kanlı olayların çıkarılması için planlar yapıldığını öne sürdü. Ülkede çıkan siyasi krizle ilgili Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in saat 15.00’de açıklama yapacağı bildirildi.

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, erken genel seçimin 12 Mayıs’ta düzenleneceğini duyurdu. Boyko Borisov hükümetinin istifası üzerine Bulgaristan’da siyasi kriz sürerken, Cumhurbaşkanı Plevneliev, mecliste yaptığı konuşmada, parlamentoda üçüncü en büyük gruba sahip, üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisine yarın hükümeti kurma görevi vereceğini bildirdi. Plevneliev, HÖH’ün de beklendiği gibi görevi iade etmesi durumunda erken seçime gidileceğini ve bu tarihin 12 Mayıs olacağını açıkladı. Plevneliev, daha önce Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi için Vatandaşlar (GERB) ve ardından ana muhalefet Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne (BSP) hükümeti kurma görevini vermiş, her iki parti bu hakkından vazgeçmişti. Plevneliev, seçimden önce anayasanın kendisine verdiği yetkiyle parlamentoyu feshederek, uzmanlardan oluşan geçici bir hükümet kuracağını bildirdi. Halkın gösterileriyle ilgili Plevneliev, “Hepimiz aynı gemideyiz, krizden hep birlikte çıkacağız” dedi.

Marmaris Turizm İstanbul Otogar 0212 658 20 65

Marmaris Turizm - 0212 658 20 65 500 Evler - 0531 450-46-85

Hayatlarını bir davaya vakfedenlerin hareket noktaları idealleridir. Dava ruhuna sahip olanlar hayatlarını ideallerine göre program altına alır, his ve düşüncelerini, ideallerinin istikametinde disipline eder, arzu ve isteklerine yine bu çerçeve içinde gem vururlar. Onların yasadıkları hayat, kendi hayatları değil, ideallerinin gerektirdiği hayattır. Onların ruh, kalb ve kafaları bu hayat tarzına göre şekillenir. Bizim dilimizde onların ifadesi “idealist”, daha ciddi “Dava Adamı”, daha samimi söyleyişiyle de “Dertliler” dir. Davaların ardına yığın yığın insanların takıldığı görülür. Ama o yığınlar içinde hayatını “ideali eksenine” oturtmuş az insan gösterilebilir. O anlamdaki kalabalık kitleleri en iyi tarif eden kelime “sempatizan”dır. Dava Adamları ile sempatizanlar arasındaki fark, dava adamlarının “gündelik ve dünyalık” işlerini “boş vakitlerinde” yapması, sempatizanlarınsa davalarını “boş vakitlerini değerlendirme “ olarak mülahaza etmeleridir. Kedi, aslangiller familyasındandır.Ama kırk tane kedi bir araya gelse, bir tane aslan etmez. İşte dava adamı bu demektir. Bu dertlilerden birisi son nefesinde, “Bu iman davası kadar azametli bir dava yeryüzüne bir daha gelmeyecek ve bu dava uğruna ölenlerin şerefine denk bir şeref daha dünyada vücud bulmayacaktır.” diyerek, dertli bir ruhun fedakarlıktaki nihai ufkunun tercümanı oluyordu. Çünkü bir davâ adamının, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmesi, davâsına olan inancı nispetindedir. Günümüzde, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başbakanlık Kupası gibi isimler altında kupa maçları yapılıyor. İslâm davâsının müntesipleri öyle bir kupa için yarışıyorlar ki, bu yarışın sonunda verilecek olan kupanın bir kulpunu onlar, diğer kulpunu ise Allah (c.c) tutacaktır. Doğrusu böyle bir kupaya canlar fedâ edilse değer!.. Dâva adamı, güldürmek için ağlar… Yedirmek için, yemez. Dünyaya karşı daima oruçludur. Yaşatmak için ölür. Döverler, bu uğurda niyaz eder; söverler, dua eder; başını yararlarsa Hakkın Habibi gibi ellerini kaldırır: “Hidayet nasip et bu insanlara Allah’ım! Bunlar beni bilmiyorlar.” der, niyaz eder, af diler. Üstadımız da, “Kurânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül – gülistan olur.” demiştir. Dâva Adamının lügatında kırılma, darılma kelimeleri yoktur. Konu ile alakalı iki misal: 1. Üstadımız “İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade- imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım; fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.” 2. “Madem ki Nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.”

Bazı ağabey ve kardeşlerimizin küçük sıkıntı ve tıkanmalarda hizmeti ve cemaati bırakmaları, bu zaviyeden ciddi değerlendirilmesi gerekir. İman ve Kur’ân hizmeti, fedakâr insanlar ister. Fedailerin zamana, mekana ve ortama göre fedakarlıkları değişiyor. Mustafa Sabri Efendi “ İslam bugün öyle fedakarlar ister ki, değil dünyasını ahiretini feda etmeye hazır olsun.” Bu hususta duyguyu düşünceyi döve döve inceltmek ve eritmek lâzımdır. İnsan incelip erimelidir ki, hizmet düşüncesine herhangi bir tortu karışmasın. Meselâ, baba ister ki, oğlu dine hizmet etsin. Ama bir işi olsun, hatta evi barkı da olsun. Ancak, dinini de terk etmesin. Bu çok masum gözükebilir. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm diyor ki: “Hayır, hayır siz dünyayı arzuluyor, ahireti geriye bırakıyorsunuz.” Yani dünyanız ağır basıyor. Ahirete gelince, onu ikinci plâna atıyorsunuz diyor. Öyleyse her şeyden önce, bu mevzuda yapılacak tek şey, nefsimizde ve neslimizde iman ve Kurân hizmeti işlene işlene bir ruh haline getirilmesidir. Bu konuda üç misal verilebilir: 1. Varlıkların varlık sebebi Hz. Peygamber, “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler, ben yine bu davadan vazgeçmem.” ifadesiyle; aynı gerçegi, dertlilerin anlayış ufkunda “gönül verilen davanın” dünyadan ve dünya üstündeki her seyden daha ulvi olduğunu haykırmış ve meselenin bu perspektiften en parlak misali olmuştur. 2. Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce “Bu suyu İkrime’ye götür” dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl’in kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek “Bunu götür Süheyl’e ver” dedi. Fakat su Süheyl’e yetişmeden Süheyl şehid olmuştu. Bunun üzerine sucu İkrime’ye koştu. Fakat İkrime’de şehid düştü. Hemen Haris’in yanına koştu. Haris’te şehadet şerbetini içmişti.” 3. Mus’ab bin Umeyr, Uhud Savaşı’nda bir kılıç darbesiyle sağ kolunu kaybetmesinin ardından sancağı sol koluna almış, ikinci bir kılıç yarasıyla sol kolunu da kaybedince bu haliyle kendisini Peygamberimiz (sav)’e siper yapmıştır. Peygamberimiz (sav)’i korurken vücuduna saplanan bir mızrak ile şehit olmuştur. Dava adamı dünyayı aşmış adamdır. Üstadımız “Ben iki elime iki dünyamı almışım. Tek dünyalı olanlar karşıma çıkmasın.” diyerek dün-

Bilgilendirme

Dr.Nedim BİRİNCİ

D a v a Adamı yayı aşmanın muvaffakiyetin sebebi olacağını göstermiştir. Aşamayanlar dava adamı olamazlar. Dindar olurlar, inanç ve akidelerinde tam olurlar ama, dava adamı olamazlar. Dava adamı İslâm’a, Kur’ân’a ve halkına, milletine hizmetten bir an dûr olsa, kendini büyük günah işlemiş sayar. Gaye-i Hayatı: Dava adamının en büyük ideali, İslâm’ın ve bulunduğu toplumuna hizmet olmalıdır. Evlenme, çoluk-çocuk edinme ve makam sahibi olmanın da kendine göre bir önemi vardır. Ama, davasına hizmet, bunların daima önünde yer almalıdır. Evet, davamız, hayatımızın gayesi olmalıdır. Günümüzde, bir kısım müessese ve şahıslar bu duyguyu öldürüyorlar. Hayatı, lezzeti, nefsânî hazları birinci plâna çıkarıyor ve zamanla herkesi çürütüyorlar. Hakikat açısından dünyevî düşünceleri İslâm’a rağmen ön plâna çıkaranlar aldanmıştır. Ayrıca dava adamı, hayatının gayesi olan hizmeti için daima tıkalı görünen yolları açmak için çareler arar. Bir avukat, bir gün İstanbul’un Anadolu yakasında oturan bir dostuna telefon açar: “Aziz kardeşim, filan mahkemeden beraat kararını al bir saat içinde büroya getir.” Bir müddet sonra telefon çalar: “Ağabey, Boğazda korkunç bir fırtına var, ne vapurlar çalışıyor, ne motorlar. Ne yapayım?” Avukat, karşı tarafın yakınmasını duymamış gibi sorar: “İstediğim belgeleri aldın mı kardeşim?” “Evet ağabey, aldım.” “Şimdi tekrar ediyorum, beni iyi dinle: O belgeleri hemen buraya getireceksin. Alıp mahkemeye ibraz edeceğim. Ve biiznillah, mevkuf üç kardeşim serbest kalacak.” “Ama ağabey, vapurlar…” avukat karşı tarafın sözünü keserek: “Yüzme biliyor musun?” “Evet, ama…” “Yüz, kardeşim!” “İstersen köprünün tellerine yapış, karşıya geç!” (O zaman Boğaz köprüsü henüz inşa halindedir.) Tabii yüzmedi, fakat şartlara teslim olmaktan da vazgeçti. Bütün iskeleleri dolaştı. Nihayet şartlara meydan okuyan cesur bir kaptan buldu, motorla karşıya geçip avukata kavuştu. Dolayısıyla, Hizmette “olmaz”lar olamazdı. Yapılması gereken her iş mutlaka yapılmalı, hizmetin önüne “olmazlar” dan , “gitmezler” den maniler çıkarılmamalıydı. Bekir Berk Ağabey! Hep “Bana neden olmayacağını değil, nasıl olacağını söyleyiniz.” diyordu. Hizmet insanının özellikleri: Hizmette misal olma mevkiinde bulunanlar, her şeyleriyle “hizmet insanı” olmak zorundadırlar. Bunlar gece gündüz durmadan koşturmalı, hatta onları kimse uyurken görmemeli. Mümkünse günde beş-altı saat uyku bir iki saat diğer ihtiyaçlar, bunun dışında hep hizmet etmelidirler. Evet onlar, ancak bu şekilde etraflarına numune olabilirler. Ayrıca, hizmet insanı, kendisini davasından alıkoyacak her şeyi elinin tersiyle itmesini bilmelidir. Ev mi, çoluk çocuk mu, iş mi her neyse ayağına pranga olan hiçbir şeyin esiri olmamalıdır. Esasen, bir kısım özel durumlar dışında, Dava Adamının şahsî hayatı yoktur. DavaAdamının Yapılan Hizmetleri Sahiplenmeleri: Diğer taraftan, yapılan hizmetleri sahiplenme, muvaffakiyetleri kendinden bilme de bir şirk-i hafi olacağı kat’iyen unutulmamalıdır. Bu konuda Kur’ân bize bir ölçü veriyor: “Bütün iyilikler Allah’tan, kötülükler ise insanın nefsindendir.” Öyleyse biz de değerlendirmelerimizi bu ölçü içinde yapmalı, kusurları kendimize alarak, muvaffakiyetleri de Cenâb-ı Hakk’tan bilmeliyiz. Bu bizim Rabbimiz’le olan irtibatımızın gereği ve emaresidir. Dava Adamının Diyeti: İbrahim olmayı isteyen, aynı zamanda ateşe atılmayı da istemektedir. Yusuf gibi olmanın yolu, hapishaneden geçer. Dava adamı olarak ölmek, havari gibi yaşamaya bağlıdır. Bunları birbirinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Hem şehadet iste, hem de can pazarına gelme!.. Olacak şey mi bu? Şimdiye kadar olmamış, bundan sonra da olamaz!.. Üstadımız “Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarma yolunda dünyamı da fedâ ettim, âhiretimi de.” diyor… Ebu Musa el-Eş’ari (r.a) şöyle anlatıyor: “Peygamber ile (a.s.m) beraber savaşa çıktık. Altı kişiydik. Bizim bir devemiz vardı. Ona sıra ile biniyorduk. Ayaklarımız delindi. Benim her iki ayağım hem şişti, hem de tırnaklarım düştü. Bu yüzden ayaklarımıza çaputlar (bez parçaları, paçavralar) bağlıyorduk. İşte o gazveye (sefere) bundandolayı“Zatu’rRika”(PaçavralarHarbi,AyağıSargılılarHarbi) denilmiştir.” (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe,)

Gerçek Dava Adamına Terettüb Eden Şey: Gerçek bir davâ adamına terettüb eden vazifelerin en önemlisi, davâsına karşı göstermesi gereken vefâdır. Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) gibi tefekkür dünyamızı aşan insanları tahlil etmek bize düşmez. Ama, onları alıp kesseniz, kanlarının her damlası ‘vefâ, vefâ’ diye bağıracaktır. Hz. Sıddîk (r.a)’ın vefâsına bakın ki, hicret esnâsında yedi sekiz yaşındaki kızı Hz. Âişe yanında yoktu. Aynı şekilde, Hz. Ömer (r.a) hicret ederken, küçük oğlu Abdullah yanında değildi.


Cumhurbaşkanı Gül: Balkanlar Barış Yarımadası Olmalı 1913 Sofya

Aylık Siyasi Aktüel Gazete

AİHM’den Özürlüler İçin Önemli Karar

AİHM işyerinde özürlülerin hakları konusunda önemli bir karar açıkladı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) işyerinde özürlülerin hakları konusunda önemli bir karar açıkladı. Strasbourg Mahkemesi, işyerinde tuvalet olmadığı gerekçesiyle Ankara’dan davacı olan bir memurun başvurusunu, “iç hukuk yollarını tüketmediği” gerekçesiyle geri çevirdi. Antalya’da vergi dairesi memuru olan Mehmet Bayrakcı adlı davacı, çalıştığı işyerinde kendisi gibi özürlüler için özel tuvalet olmamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılıkla ilgili maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 2008 yılı sonunda Strasbourg Mahkemesi’ne başvurmuştu. AİHM belgelerinde, Bayrakcı’nın, geçirdiği bir trafik kazası sonucunda bir bacağını kaybettiği ve yüzde 60 özürlü olduğu not edildi. AİHM, Bayrakcı’nın işyerinde özür-

lülere özel tuvalet için müdürüne yaptığı başvuruya “kadınlar tuvaletini kullan” cevabını aldığı da kaydedildi. Vergi dairesi müdürlüğünün bu yanıtını Ankara Mahkemeleri gündemine taşıyan Bayrakcı’nın bu başvurusu da, “Binanın düzenlenmesinden müdür değil idare sorumludur” gerekçesiyle 2007 yılında reddedildi. Ankara Mahkemesi, Bayrakcı’dan kadınlar tuvaletini kullanmasını istenmesinin “ihtiyaçtan kaynaklandığına” hükmetti. AİHM, işyerinde özürlüler için özel tuvalet olmamasının, Mehmet Bayrakcı’nın günlük yaşamında ciddi ve gerçek sonuçlar doğurduğu ve Bayrakcı’nın yaşam kalitesini olumsuz etkileyecek düzeyde kendisinde sıkıntı ve küçük düşürücü duygu yarattığınının “şüphe uyandırmadığını” belirtip, bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “özel hayatın korunması”yla ilgili 8’inci ve “ayrımcılığın yasaklanması”yla ilgili 14’üncü maddelerinin kapsam alanına girdiği tespitinde bulundu. Ancak AİHM, Bayrakcı’nın sadece kendi müdürüne karşı tazminat davası açmış ve konuyu idari mahkemeler önüne taşımamış olmasını göz önünde bulundurarak, “iç hukuk yollarının tüketilmediğine” kanaat getirdi ve başvuruyu “kabul edilemez” ilan etti. Karar, AİHM kulislerinde özürlülerin hakları açısından “önemli” olarak tanımlanıyor.

kez patrik seçimi organizasyonu düzenledi. Geçen sene vefat eden Patrik Maksim’in yerine Rusçuklu Neofit seçildi. İki turda yapılan oylama sonrası seçilen Neofit, halka çanların çalmasıyla duyuruldu. Yeni görevine törenle uğurlanan patrik, ömür boyun görev yapacak. Seçim sonucunun ilan edilmesinden sonra yerli ve yabancı misafirler, Kilise Yönetimi binasından Aleksandır Nevski Katetdrali’ne kadar kordon halindeki yürüyüşe katıldı. Kordon etrafında asker temsilcileri yer aldı. Kated-

rende “ehil” anlamına gelen sözün üç kez tekrarıyla patrik görevine resmen başlamış oldu. Törene Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev ile çok sayıda yabancı misyon temsilcileri de katıldı. Neofit, tüm Bulgar halkın kurtuluşu için dua edeceğini açıkladı. 1945 yılı doğumlu olan Neofit, Moskova İlahiyat Fakültesi mezunu. Kısa zaman önce Dosya Komisyonu, Neofit’i 1983 yılında devlet istihbaratı tarafından Simeonov lakabıyla kullanmak için kayda geçirdiğini ve 1990 yılında da kayıtlardan silindiğini açıklamıştı.

jesi parlamento tarafından da reddedildi. Parlamentonun kararıyla Belene Nükleer Santrol Projesi tamamen yürürlükten kalktı. Belene Nükleer Santral Projesi 27 Ocak’ta referaduma sunulmuş ancak katılım oranı yüzde 27 civarında kalmıştı. Referandum katılım düşüklüğü nedeniyle geçersiz sayılsa da projeye karşı çıkanların oranının yüzde 60 olduğu belirlenmişti. Nükler santral projesi Bulgaristan parlamentosunun da gündemine geldi. Proje, 114’e karşı 40 oyla reddedildi. Böylece Belene’de kurulması planlanan santralle ilgili proje tamamen yürürlükten kalmış oldu. Parlamento, Kozluduy’daki mevcut santrale

sini kararlaştırdı. Bulgaristan’ın enerji ihtiyacının yüzde 40’ını karşılayan Kozluduy santraline yeni bir reaktör inşa edilmesi de gündemde.

Bulgaristan Yeni Patriğini Seçti Bulgar Ortodoks Kilisesi 42 yıldan sonra ilk ralde ise tahta çıkarma töreni düzenlendi. Tö-

Bulgaristan’da İkinci Nükleer Santral PBulgaristan’da r o j e sikinci i nükleer Y ü rsantral ü rprol ü kbakım t eyapılarak n kullanımına S a l ddevam ı r ı edilmeldı

Cumhurbaşkanı Gül, ‘’Gelecek kuşaklara Balkanları bir barış yarımadası olarak miras bırakmak, hepimizin omuzlarında taşıdığı tarihi bir sorumluluk’’dedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç onuruna Çankaya Köşkü’nde akşam yemeği verdi. Gül ve Nikoliç, davetlileri Büyük Şeref Salonu’nun kapısında karşıladı. Gül, yemekte yaptığı konuşmada, ‘’Bizim için Sırbistan, fiziki sınırımız olmasa da komşumuzdur. Türk insanı, Sırbistan’ı eşsiz tarihi ve doğal güzellikleriyle bilir’’ dedi. Gül, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Bir Sırp atasözü, ‘Buğday tanecikleri ekmek, taş parçaları kale yapar’ der. Bu ziyaretlerinizin sadece Türk ve Sırp halklarının değil, Balkanlardaki tüm milletlerin geleceğe güvenle bakması açısından büyük önem taşıdığı kanaatindeyim. Esasen gelecek kuşaklara Balkanları bir barış yarımadası olarak miras bırakmak, hepimizin omuzlarında taşıdığı tarihi bir sorumluluktur. Bu doğrultuda Balkanlardaki tüm ülkelerle birlikte, Sırbistan’ın da Avrupa ve Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmesini kuvvetle destekliyoruz. İkili ilişkilerimizi çok güçlü tutmakta kararlıyız. İşbirliğimizi iş, yatırım, ticaret ve kültür alanlarında yoğun bağlarla taçlandırmak azmindeyiz.’’ ‘’Türkiye çok önemli ve yakın bir ortaktır’’ S ı r b i s t a n C u m h u r b a ş k a n ı To mislav Nikoliç de şöyle konuştu: ‘’Ülkem için yakınımızda, komşu denilecek mesafede bulunan Türkiye çok önemli ve ya-

kın bir ortaktır. Bu durum, bizim için büyük bir sorumluluk ve yükümlülük teşkil etmektedir. Özellikle çevresinde meydana gelen olaylar ışığında Ankara’nın duruşunu ve coğrafi, siyasi ve ekonomik konumunun hassasiyetini anlıyorum. Bazı sınamalarla karşılaşıyor olsak da Sırbistan da etrafında ve bölgede bulunan tüm ülkelerle yapıcı ve iyi komşuluk ilişkileri sürdürmekten yanadır.’’ Yemeğe, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, iş adamları, akademisyenler ve bürokratların yanısıra Sırp sporcular da katıldı. Fenerbahçe’de forma giyen futbolcu Milos Krasic, Gençlerbirliği’nin oyuncuları Dejan Lekic, Nemanja Tomic ve Dusko Tosic ile basketbolcular Vladimir Stimac ve Ivan Milijkovic yemeğin konukları arasında yer aldı.

Çam Fidanlarını Çalan Bulgar Zanlılar, Yakalandı Edirne’de TEM otoyolu kenarında dikilmek üzere bırakılan çam fidanlarını çalan Bulgar uyruklu iki kişi, gişelerde yakalandı. Orman İşletme Müdürlüğü tarafından Havsa ilçesi yakınlarında yolun kenarına dikilmek için çam fidanlar bırakıldı. İstanbul’dan Edirne istikametine seyreden C 3871 EK Bulgar plakalı aracın sürücüsü İ.S ve İ.D yolun kenarında durarak fidanları aldı. 8 adet fidanın dorsenin alt kısmındaki bölmelere yerleştiren sürücüler Bulgaristan’a doğru yollarına devam etti. Fidanların çalındığı bilgisi üzerine hareket eden İl Jandarma Komutanlığı görevlileri, gişeler önünde önlem aldı. Gişelerden çıkış yapan araç durduran jandarma çalınan 8 adet çam fidanı ele geçirildi. Olayla ilgili sürücüler gözaltına alınırken izinsiz alınan çam fidanlar Edirne Orman İşletme Müdürlüğü ekiplerine teslim edildi. Tercümanları aracılığıyla ağaçları alma gerekçesini anlatan sürücüler, fidanları Bulgaristan’daki TIR sürücülerin kullandığı boş bir alanda dikmek için aldıklarını söyledi.

UHÖH Genel Başkanı G.TAHİR’İ İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörü Sn.Mustafa Kaya M a k a m ı n d a Z i y a r e t UHÖH Partisi Genel Başkanı ve Bulgaristanlı Öğrenciler


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.