12 2f Magazine / Haziran

Page 1

1 HAZİRAN 2014 S: 12 KAPAK KONUSU

magazine RÖPORTAJ * Hard Rock Café CEO’s

HAMİSH DODS * Bimeks İcra Kurulu Üyesi

AHMED AKGİRAY

SİNEMA

* Modanın Google’ı Vitringez. com’un Kurucusu

* Gençlik Filmleri

NATALİ YEŞİLBAHAR

Spor

* Twitter’ın Astroloji Uzmanı “Twitburç”

I Run For Fun Kardiyo

ZEYNEP TURAN * Turkcell Global Bilgi Genel Müdürü

BAHADIR PEKKAN

Sağlık

MODA Yaz Geldi, Bavulllar Fora!

Kansere Karşı Çaresiz Miyiz? Kanser Taraması Nedir?

DİY YET Besslenme Destek Ürünleri ille Yaşam Kalitenizi Artırın

DÜNYA KUPASI’NDA YAŞANMIŞ İLGİNÇ OLAYLAR Geride kalan 19 kupada yaşanan en ilgi çekici, en önemli olaylar nelerdi? Bu sayımızda bu sorunun yanıtlarını sizler için araştırdık.

İNCELEME * Nokia X

@2fmagazine @2fmagazine

KAPAK KONUSU

/2fmagazine /2fmagazine

/2fmagazine /2fmagazine

www.2fmagazine.com // 39 www.2fmagazine.com www.2fmagazine.com


2 HAZİRAN 2014


Üzülürken Bİle Dürüst Değİlİz Her mİlletİn kendİne özgü davranışları, yaklaşımları vardır. Uzak Doğulular çok gururludur. Gururlarını kaybetmek yerİne ölmeyİ tercİh ederler. Amerİkalılar bİraz yapmacık ama katılımcıdırlar. Avrupalılar İse mesele dış İlİşkİler olduğunda bİraz İkİ yüzlü davranırlar. pekİ bİz?

a

slında geçmişte “Türk” dendiğinde akla gelen bir imaj vardı. Ama bugün bu imajın Türkiye

f - stop

içinde bir genelleme yapmak için yeterli olmadığını görüyoruz. Birçok açıdan değiştik, değişiyoruz. Bunun olumlu yanları var elbette. Daha girişimci, rekabetçi, nispeten modern düşünen bir

millet olmaya başladık. Fakat olumsuz yanları da birlikte geliyor sanki. Artık yalana, dolana daha alışkın, biraz da iki yüzlü olmaya başladık. Bugün yaşadığımız birçok olayda büyük yalanlar olduğunu biliyoruz. Büyük bir çoğunluk bunun farkında. Fakat pek sesimiz çıkmıyor. Önceden bazı şeyler hissedilirdi ama su yüzüne çıkmazdı. Şimdi ayan beyan ortada duran gerçekler için söylenen yalanları normal karşılıyoruz. Bunun sebebi elbette artık göre göre alışkın hale gelmemiz. Ama aynı zamanda içten içe “Ben de olsam aynısını yapardım herhalde” diye düşünmemiz. Sonuçta kimler geldi, kimler geçti… Pek fazla değişen bir şey olmadı. Soma’da yaşanan olaylar hiç şüphesiz çok üzücü. Her ölüm üzücüdür elbette ama böylesi gerçekten “imkansızı bekleyiş” sonunda gelen ölüm daha da çok yaralıyor insanı. Ne kadar üzülsek de orada yakınlarını kaybedenleri anlamamız çok mümkün değil. Bu olayların ardından ülkenin gündeminde aslında ölen insanlardan çok siyaset vardı. Birbirlerine vurma kavgası içerisinde garip garip durumların tarafı oldu büyüklerimiz. Sebep yokken savunmaya geçildi, hatta karşı atağa geçildi. Bir ülkenin başbakanı, bir markette birebir kavgaya girişti, müsteşar yerdeki adamı tekmeledi… Bazılarının da tek gayesi buradan bir siyasi avantaj çıkartmak oldu. Gerçekten canlara üzülen biri böyle bir anda particilik yapmazdı diye düşünüyorum. Sonuçta sosyal medyada normal konular hakkında konuşan ya da sadece işini yapan kişilere de tepki oluştu. Üzülmeye zorlananlar oldu. Belki düşüncelerini eleştirebilirsiniz ama en azından dürüst olduklarını söyleyebiliriz. Bazıları ise şimdiye kadar işçileri hiç umursamamış, bundan sonra da hiç umursamayacak olmalarına rağmen Twitter’da “üzüldüm” mesajları yayınladı. Hangisi daha iyi, buna siz karar verin? Tüm bunların ardından “Bu ülkede artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü de yalandır. Biliyoruz ki her şey yine eskisi gibi olacak. Hatta oldu bile. Olayın sorumlusu birkaç günah keçisi ilan edilecek, yine hayatın her alanında kuralsız ve adaletsiz yaşamaya devam edeceğiz. Biz batıya özenirken batının

iyi yönleri yerine kötü yönlerini alan bir milletiz. Ve böylesine büyük bir olaydan sonra bile her şey öylesine normal ve doğal görünüyor ki… Bundan sonra hiç dürüst olmayacağız gibi. Melih Bilgin Genel Yayın Koordinatörü www.2fmagazine.com 3


magazine

30

Genel Yayın Koordinatörü Melih Bilgin melih@2fmagazine.com Pazarlama Direktörü Batuhan Dalcı batuhan@2fmagazine.com Editör Melih Bilgin melih@2fmagazine.com Yazarlar Dr. Deniz Öner deniz@2fmagazine.com

18

22

44

60

62

88

Gizem Arslanoğlu gizem@2fmagazine.com Miray Korkmaz miray@2fmagazine.com Çiğdem Özcan cigdem@2fmagazine.com Bengi Çetiner bengi@2fmagazine.com Berk Peki berk@2fmagazine.com Didem Cındık didem@2fmagazine.com Farah Özçelikel farah@2fmagazine.com Nilay Aydoğan nilay@2fmagazine.com Tasarım 2fmagazine tasarim@2fmagazine.com

Katkıda Bulunanlar Fil’m Hafızası, Nihan Bilgin

INSPRAD MEDIA İdealtepe Mah. Park Sok. No: 1/7 Maltepe / İSTANBUL Tel: 0216 489 12 26 info@2fmagazine.com 4

magazine

HAZİRAN 2014


İÇİNDEKİLER

KAPAK KONUSU

KAPAK

konusu

Dünya Kupası’nda Yaşanmış İlginç Olaylar Geride kalan 19 kupada yaşanan en ilgi çekici, en önemli olaylar nelerdi? Bu sayımızda bu sorunun yanıtlarını sizler için araştırdık.

30 06 12 16 18 22 44 47 50 57 60 62 66 70 74 84 88 92

Haberler Özel Haberler Neler Yeni? Röportaj: Hard Rock Café CEO’su Hamish Dods Röportaj: Bimeks İcra Kurulu Üyesi Ahmed Akgiray Spor: I RUN FOR FUN Diyet: Beslenme Destek Ürünleri ile Yaşam Kalitenizi Artırın Moda: Bavullar Fora! Röportaj: Modanın Google’ı Vitringez.com’un Kurucusu Natali Yeşilbahar Egoist: Kendi Şehrinde Turist - Sultanahmet Fil’m Hafızası: Gençlik Filmleri Röportaj: Twitter’ın Astroloji Uzmanı “Twitburç” – Zeynep Turan İnceleme: Nokia X Röportaj: Turkcell Global Bilgi Genel Müdürü Bahadır Pekkan Diş Sağlığı: Sağlık Ağızdan Başlar Sağlık: Kansere Karşı Çaresiz Miyiz? Kanser Taraması Nedir? Farahça Tarifler: Çalı Fasulye www.2Fmagazin.com

magazine

5


HABERLER

Turkcell 20 Yaşında Türkiye’nin ilk GSM operatörü Turkcell, 20. yaşını doldurdu. İlk telefon sinyalini 28 Şubat 1994’ te gönderen Turkcell, ilk ”Alo”yu ise dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e söylettirmişti. 1995 yılında yine Turkcell ile ilk SMS atılmıştı. Önemli gelişmelerden biri de bugün hayatımızda çok önemli olan mobil internet olmuştu. 2008 yılında A Tipi 3G lisansı alan Turkcell, 2009 yılında Türkiye’de 3G hizmeti vermeye başladı.

6 HAZİRAN 2014

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com


HABERLER

Industrie Denim’den Babalara Cool Hediyeler Tüm dünyada aynı anda kutlanan Babalar Günü’nde, Industrie Denim de babalara dünya markalarını hediye ediyor. Kalıplara sığmayan babaların tarzını yansıtan Naked & Famous, stil sahibi gömlekleri ve rahat jeanleri ile en havalı hediye alternatiflerini sunuyor. Denime sanat katan

Japon deniminin önde gelen markalarından Engineered Garments ise yelek gömlek gibi klasik parçalara modern dokunuşları ile dikkat çekiyor. Erkeklerin dolaplarının başrol oyuncusu pantolon ve şortlarda, Jachs markası ile babaların hayatını renklendiriyor.

HTC One Mini 2’yi Duyurdu HTC, geçtiğimiz yıl olduğu gibi başarılı One M8 modeline uygun fiyatlı Mini bir alternatif hazırlamış. HTC One Mini 2, büyük abisi M8’ in tasarımını daha küçük bir ekrana taşıyor. Ekran bo-

yutunun 4.5 inçe düşmesi tasarımsal anlamda bazı farklılıklar yaratıyor. Yine geçtiğimiz yıl olduğu gibi One Mini 2’ nin de donanımı abisinden kötü. 4 çekirdekli Snapdragon 400 işlemci,

One M8’ in Snapdragon 801 işlemcisinden sonra biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Bunun yanında ekran çözünürlüğü de 720p olarak kalmış. One Mini’nin fiyatı 449 avro olarak açıklandı. www.2fmagazine.com 7


HABERLER

Sony’nin 4K UHD TV’leri Türkiye’de

Sony, Mayıs ayı itibariyle 4K UHD TV’lerini Türkiye’de satışa sunduğunu duyurdu. 3 farklı seri halinde Türkiye’ye gelecek olan Sony Bravia 4K UHD TV’lerin boyutları 49 ile 85 inç arasında değişiyor. Sony’nin ürün gamında da kavisli televizyonlar bulunsa da odak noktası 4K olarak belirlenmiş. Sony’nin 4K UHD TV’leri Bravia ailesi altında 3 segmente bölünmüş. Bunların hepsinde 4K çözünürlük standart iken ekran boyutları ve diğer özellikler farklılık gösteriyor. Ürün gamında 49 inçten 85 inçe kadar değişen boyutlarda modeller görmek mümkün. Serinin kesin fiyatları belli olmamakla birlikte başlangıç modelinin 5.0006.000 TL civarında bir fiyat etiketine sahip olması bekleniyor.

Bosch ve National Geographic’in Amazonlar’a Göndereceği Çift Belli Oldu Bosch Ev Aletleri ve National Geographic Channel işbirliği ile Facebook uygulaması ve Doğa Parkuru olmak üzere iki bölüm halinde hayata geçirilen Doğa Macerası adlı yarışmanın kazananı belli oldu. Ömer Fahri Yazıcıoğlu ve Pınar Yücel çifti, 12 km’lik teknolojik sürprizlerle dolu zorlu ve eğlenceli parkuru başarıy-

8 HAZİRAN 2014

la tamamladı ve Amazonlar seyahatini kazandı. Bosch Ev Aletleri Pazarlama Müdürü Neylan Süer, final günü yaptığı konuşmada doğal kaynakları koruyan ve sürdürülebilir yaşamı destekleyen teknolojiler geliştiren bir marka olarak, böyle bir platforma öncülük etmekten gurur duyduklarını söyledi.


HABERLER

Defacto 2014 Young Koleksiyonu Markanın gençler için özel olarak hazırladığı DeFacto Young Koleksiyonu, bahara özel renk ve desenlerle raflarda yerini almış. Tasarımları DeFacto Barselona Tasarım Ofisi’nde yapılan koleksiyonda İspanya’nın tazeleyici rüzgârlarının esintisi hissediliyor. Rengarenk elbiseler ve birbirinden rahat şortlar, baskılı t-shirtler ve desenli gömlekler barındıran koleksiyon, gençlerin hareketli yaşam tarzına uyum sağlayacak şekilde tasarlanmış.

www.2fmagazine.com 9


HABERLER

LC Waikiki 2014 X-Side Koleksiyonu LC Waikiki, yaz sezonuna canlı renklerle bezenmiş bol desenli tasarımlarla giriyor. X-Side ürünleri; dönemlerden, doğadan ve dünyanın en güzel bölgelerindeki yaz tonlarından ilham alarak tasarlanmış. Elbiseler, gömlek ve tişörtler, şort ve pantolonlar sadece bu yılın trendlerini değil, moda severlerin günlük hayat tarzına uyumlu ve yaratıcı temaları da taşıyor. Koleksiyonda Eternal Blue, Indian Summer, Aqua Marine, Copacabana, Palm Spring gibi temalar bulunuyor.

10 HAZİRAN 2014


HABERLER

Adidas’tan Dünya Kupası İçin Özel Koleksiyon

Adidas, Brezilya’da düzenlenecek FIFA 2014 Dünya Kupası için geliştirildiği performans ürünlerinin yanı sıra adidas Originals için özel bir koleksiyon hazırlamış. Adidas Originals

Dünya Kupası özel koleksiyonu sportif bir tarza sahip, iddialı ve gösterişli tekstil ürünlerinden oluşuyor. Koleksiyonda, Adidas’ın sponsor olduğu ülkelerin eski formalarından esinleni-

len retro tasarıma sahip tişört ve fermuarlı üstler, üzerinde ülkelerin sembolü olan hayvan desenli olan tişörtler ve şortlar, rengarenk elbiseler yer alıyor. www.2fmagazine.com 11


ÖZEL HABER

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com

EN İYİ KOMPAKT FOTOĞRAF MAKİNESİ ARTIK DAHA DA İYİ

Sony’nin 1 inç sensörlü ve sabit 28-100mm lensli modeli RX100, geçtiğimiz yıl hotshoe ve Wi-Fi eklentisi ve ISO açısından daha başarılı bir sensörle yenilenmiş ve RX100M2 ismini almıştı. Sony, bu yıl çok daha önemli eklentilerle RX100M3’ ü hazırlamış.

R

X100M3, dahili bir elektronik vizöre sahip. Gerektiğinde tıpkı “pop-up” flaş gibi gövdenin içerisine girip yer kaplamayan vizör, 1,44 milyon noktalı. Sony’nin böylesine küçük bir makineye vizör de eklemiş olması gerçekten takdiri hak ediyor. Üstelik vizör eklenmesine rağmen flaştan d a vazgeçilmemiş. Makine üzerinde dahili flaş da yer alıyor. Buna karşılık hotshoe özelliğinden vazgeçilmiş. Nitekim vizör ve flaş ile birlikte pek 12 HAZİRAN 2014

de ihtiyacınız kalmıyor. Bir diğer önemli yenilik ise yeni lens. 28-100mm f1.8 – f4.9 lensin yerine 24-70mm f1.8-2.8 lens gelmiş. Yeni lens hem daha geniş açılı, hem de diyaframı daha parlak. Bunun dışında gövde boyutları aynı kalmış gibi görünüyor. Yani lensi kapalı konumda olduğunda RX100M3 bir pantolon cebine bile sığabiliyor.

RX100M3’ ün sensörü, bir önceki model ile aynı; 20.2 MP 1 inç. NFC ve Wi-Fi özellikleri de korunmuş. Arkadaki ekranın çözünürlüğü kağıt üzerine 1.3 milyon noktalı olarak görünüyor. Fakat gerçek çözünürlük aslında 920.000 noktalı. Bunun sebebi Sony’nin her bir RGB piksele bir tane de beyaz piksel eklemiş olması. Fakat bu piksel çözünürlüğü artırmıyor, ekranın daha parlak olmasını sağlıyor. Ekranın hareket kabiliyeti de artmış. Sony RX100M3, 800 dolarlık fiyat etiketiyle bir hayli pahalı. Fakat boyutuna ragmen sunduğu özellikler bakımından da bir rakibi yok


ÖZEL HABER

www.2fmagazine.com 13


ÖZEL HABER

AUDI RS3 SEDAN İÇIN İLK SINYALLER Audi, bu yıl büyük umutlarla piyasaya sürdüğü A3 Sedan modeline bir RS versiyonu ekleyebilir. Bu versiyona dair ilk ipuçları Clubsport Quattro konseptinde gizli.

A

udi A3, S versiyonuyla uzun yıllardır piyasada “hothatch” boşluğunu dolduran otomobillerden biriydi. 2011’ de ise RS3 versiyonu, performansı daha da üst seviyeye çıkarmıştı. Gelen bilgiler Audi’nin şu sıralar yeni nesil RS3 üzerinde çalıştığını gösteriyor. Bu altyapı muhtemelen bir RS3 Sedan versiyonu için de temel oluşturacak. Audi, henüz A3 Sedan için bir RS3 versiyonu duyurmadı. Hatchback RS3’ ün ise hazırlık sürecinde olduğu biliniyor. Dolayısıyla aslında RS3 Sedan için de gerekli altyapı da hazırlanmış oluyor. Fakat Audi’nin RS3 Sedan ile ilgili 14 HAZİRAN 2014

planları biraz farklı olabilir. Yeni duyurulan Clubsport Quattro konsepti, A3 Sedan üzerine inşa edilmiş yüksek performanslı bir versiyon. Audi, sadece birkaç aerodinamik parça eklemekle yetinmemiş, aracın önyüzünde ve arka bölümde de kapsamlı tasarım değişiklikleri yapılmış. Özellikle ön yüzden bakıldığında yeni TTS’ten esintiler görüyoruz. Arka bölümdeki egsoz bir DTM versiyonu kadar agresif. Kaputun altında da bir sürpriz var. Audi’nin yaptığı açıklamaya göre bu konsept 5 silindirli TFSI motordan güç alıyor. Daha önceki RS3 modelli

de benzer bir motor kullanıyordu ve gücü 340 beygirdi. Fakat Clubsport Quattro’nun gücü 525 beygir olarak açıklandı. Bu da böylesine küçük sınıf bir otomobil için oldukça yüksek bir güç anlamına geliyor. Audi ekibi, bu otomobilde tasarım, güç ve ses açısından sınırları zorlamaya çalışmış. Bu sebeple büyük bir turbo ve yeni egsoz sistemi araca eklenmiş. Quattro yani 4 tekerden çekiş sistemine rağmen 1,500 kilogramlık ağırlığıyla nispeten hafif bir otomobil olarak nitelendirebileceğimiz Clubsport Quattro, güçlü motoruyla 0’ dan 100’ e 3.6 saniyede çıkabi-


ÖZEL HABER

liyor. Son hızı ise saatte 308 kilometre olarak açıklandı. Araç, Audi’nin performanlı modellerinde görmeye alışık olduğumuz 7 ileri DSG şanzımanı kullanıyor. Audi, Clubsport Quattro ile modifikasyon yeteneklerini ortaya sermiş. Fakat bu bir yol versiyonu için de ilk sinyalleri veriyor. Audi, Q3 modeline bile bir RS versiyonu eklediyse mutlaka Sedan için de planları vardır. Acaba Clubsport Quattro kadar agresif ve cesur bir modeli göze alırlar mı? Bizce asıl soru bu. Mercedes CLA45 AMG’yi yaptıysa, Audi de RS3 Sedan’ı yapabilir www.2fmagazine.com 15


Neler yeni?

01.

Casio Sheen Serİsİ

02.

Persol 2014 Yaz Koleksiyonu

03.

Ray-Ban 2014 Yaz Koleksiyonu

04.

Samsung Galaxy K

Casio, son dönemde popüler olan çelik kordonlu modellerini yeniden yorumlamış. Farklı renkler ve parlak taşlarla süslenen bu serinin adı Sheen. 3 farklı seçenek sunan seride retro görünümlü altın, zarif gümüş ve siyah deri kordonlu şık bir model mevcut.

Persol 2014 İlkbahar/Yaz Koleksiyonu’nda, köklü İtalyan markasının olağanüstü mirasını vintage bir dokunuşla tekrar yorumlayan dört belirgin tema göze çarpıyor. Başrolde ise, tasarlandığı 1957 yılından bugüne kült bir klasik olan Persol markasının en ikonik modeli 649 tasarımı yer alıyor.

Ray-Ban’in 2014 İlkbahar Yaz koleksiyonu klasik modellerin üzerinde kullanılan farklı malzeme ve renk seçenekleriyle dikkat çekiyor. Aviator modelleri bu yıl renkli çerçeve seçenekleriyle farklı bir havaya bürünmüş.

Samsung, akıllı telefon ile kompakt fotoğraf makinesini birleştiren konseptine yeni bir model ekledi. Galaxy K, 20.7 megapiksel çözünürlük sunan yeni bir sensör ile geliyor. Fakat Galaxy K’nın en dikkat çekici yani azalan kalınlık. Yeni model, 10x optik zoom sunmasına rağmen 10mm daha ince. Bu da onu çok daha kullanışlı yapıyor.

16 HAZİRAN 2014


05.

Leica T

06.

88 Rue Du Rhone

07.

Nine West 2014 Yaz Koleksiyonu

08.

Tommy Hilfiger Erkek Koleksiyonu

Leica T, Leica uzmanlığını dikkate değer bir aynasız gövdede sunuyor. Leica T 16MP APS-C sensörü, değiştirilebilir lensleri, Wi-Fi özelliği ve 3.7 inçlik ekranıyla ön plana çıkıyor. Fakat Leica’nın en önem verdiği konulardan biri de kalite. Leica T’nin gövdesi tek parça alüminyumdan özenle ve el işçiliğiyle üretiliyor.

Neler yeni?

88 Rue Du Rhone, İsviçre uzmanlığının yeni bir ürünü. 45 mm’lik çelik kasasıyla oldukça sağlam bir yapıya sahip olan saat siyah kayışı ve kadranıyla uyumlu bir tasarıma sahip. Markanın sembolü olan ve şansı simgeleyen “8”rakamı üzerinde dikkati yoğunlaştıran kadranın içerisinde bulunan rose gold Arap rakamları saate şıklık katıyor.

Nine West, 2014 yazı için hazırladığı modelleri tanıttı. Koleksiyonda beyaz, lacivert ve kırmızı ile vurgulanan ve marin teması çizgili desenlerle dikkat çekiyor. Kreasyonda lame ve altın tonlarında metalik modeller adeta ilgi görmek için yaratılmış. Bu ayakkabılarla kombinlemek için de benzer tonlarda çanta seçenekleri mevcut.

Koleksiyonda klasik kırmızıdan canlı laciverte, yaz aylarının parlayan rengi beyazdan turkuvaza farklı renk bloklarının birleşimi dikkat çekiyor. Sahil kenarında yaz sıcağının en havalı kurtarıcısı polo tişörtler rahat ve şık bir görünüm sağlıyor. Polo örmeler ile birleşen palmiye yeşili, safir sarısı, karamel gibi renklerin yanı sıra degradeler ve blok desenler erkeklerin stilinde bu yılın dikkat çeken öğeleri olacak. www.2fmagazine.com 17


Röportaj

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com

HARD ROCK CAFE TÜRKİYE’DE BÜYÜMEYİ HEDEFLİYOR Hard Rock Cafe İstanbul’un Soma’da yaşanan üzücü olaylar sebebiyle sessiz geçen açılış etkinliğinde global CEO Hamish Dodds ile markanın gelecek planlarına dair kısa bir söylesi gerçekleştirdik. Bugün burada büyük açılışı kutluyoruz ama aslında Hard Rock Cafe İstanbul bir süre önce açılmıştı. Şimdiye kadar Taksim’den, İstanbul’dan aldığınız tepkiler nasıl? Şimdiye kadar çok iyi tepkiler aldık. İstanbul’da, Türkiye’de bizi zaten tanıyan müşterilerimiz var. Elbette bunun yanında Hard Rock 18 HAZİRAN 2014

markasıyla yeni tanışan ve tanışacak olan müşteriler de var. Geçtiğimiz 3 aylık sürece bakarsak sürekli yükseliş kaydettiğimizi söyleyebilirim. Her ay, bir öncekinden daha fazla ziyaretçimiz oldu. İsteğimiz bu trendin sürmesi. Restoran sektörü her zaman çok zorlu bir sektör olmuştur. Bir bölgede, büyük bir restoranın yerini sağlamlaştırması 3-4 yılı bulabilir.

Biz de bu lokasyonda uzun yıllar hizmet vermek istiyoruz. Bu Türkiye’deki ilk Hard Rock Cafe mi? Yoksa daha önce açılmış olan da size bağlı bir Franchise mıydı? Aslında bu ikinci. 90’lı yıllarda başka bir franchise partneriyle bir Hard Rock daha açılmıştı. Tam olarak hangi yıllar arasında hizmet ver-


Rรถportaj

www.2fmagazine.com 19


Röportaj

mişti net hatırlamıyorum. Yine aynı restoran konseptine sahip bir mekanmış ama sonra devam etmemiş. Türkiye içerisinde başka Hard Rock Cafe’ler açma planınız var mı? İstanbul’da ya da başka şehirlerde? Hard Rock Cafe olarak bizim iki konuya odaklanmamız gerekiyor; Birincisi açtığımız restoranların başarılı olmasını sağlamak. Böylece iş ortaklarımız bizimle çalışmaya ve yatırımlar yapmaya devam edebilirler. İkincisi ise Hard Rock kültürünü korumak. Büyümek, yayılmak elbette iyi ama biz aynı zamanda açtığımız mekanların ilgi çekici ve özel olmasını istiyoruz. O yüzden Türkiye’de 15 farklı lokasyon açmak gibi bir planımız yok. Fakat bazı mantıklı büyüme adımları olabilir. İstanbul’un Asya yakası, Antalya, Bodrum, İzmir, An20 HAZİRAN 2014

kara gibi yerlerde yeni restoranlar açmak mantıklı görünüyor. Tüm bunları net biçimde düşünmeden önce bu lokasyonun başarısına odaklanacağız. Burada başarılı olup, Türk kültürüne alıştıktan sonra başka Hard Rock’lar açmamız da daha kolay olacaktır. Aerosmith konserinin sponsorlarından biriydiniz ve aynı zamanda bu mekanın açılışı için de çok güzel bir etkinlik olacaktı. Fakat üzücü olaylar sebebiyle Aerosmith konseri iptal edildi. Bundan sonra böyle büyük sürprizleriniz olacak mı? Aerosmith konseri bizim için önemli bir etkinlikti ama yaşanan üzücü ve hassas olaylar sebebiyle gerçekleştirilmedi. Elbette müzik bizim bir parçamız ve bulunduğumuz şehirlerde her zaman müzikle ilgili

projelerde yer almayı arzu ederiz. Bundan sonra gerek büyük konser sponsorlukları gerekse de Hard Rock Cafe sahnesinde yapılacak müzik etkinlikleri planlıyoruz. Bununla birlikte çeşitli buluşma toplantıları, yarışmalar ve yardım geceleri de düzenlemeyi düşünüyoruz. Hard Rock Cafe’nin global CEO’su olarak Rock müzik ile aranız nasıl? Rock müziği yakından takip ediyor musunuz? Sevdiğiniz, takip ettiğiniz isimler kimler? Tabi ki. Çocukluğumdan beri Rock müzik dinliyorum. Favori gruplarım vardır, söylemekten çekinmem. Pink Floyd dinleyerek büyüdüm. Led Zeppelin’i de çok severim. Modern gruplar arasında ise The Killers, Imagine Dragon gibi isimleri ilgiyle takip ediyorum. Rock dışında da keyif aldığım farklı türleri var. Indie ve EDM müziği seviyorum


Rรถportaj

www.2fmagazine.com 21


Röportaj

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com

BİMEKS’İN MÜTEVAZİ VE BİLİM MERAKLISI VELİAHTI;

AHMED AKGİRAY Bimeks’in sahibi olarak tanıdığımız Akgiray ailesinin 30 yaşındaki veliahtı Ahmed Akgiray’ın sıradışı bir hayat hikayesi var. Üniversite için gittiği Amerika’da 12 yıl kalan Ahmed Akgiray, mikrodalga sistemler üzerindeki çalışmalarıyla 3 yıl boyunca NASA’da Curiosity projesinde de görev almış. 2013 yazında Türkiye’ye dönme kararı alan ve flaş satın almalar yapan Bimeks’e katılan Akgiray ile hayat hikayesi ve gelecek planları üzerine konuştuk. Türkiye sizi aslında NASA’da çalışmış biri ve Bimeks’in veliahtı olarak tanıdı. Ama sizi bu kadarıyla tanımlamak haksızlık olur. Bunun dışında birçok başarınız, çalışmanız var. Bize Türkiye’ye gelip dergilere röportaj vermeden öncesini, yani 2013 öncesi hayatınızı anlatabilir misiniz? O dergi olayı da ayrı bir konu. Ben aslında dergiye çıkmayı hiç istememiştim. Ama yayın yönetmeni arkadaşım çok ısrar etti ve bana ödül 22 HAZİRAN 2014

vereceğini söyledi. Ben “Bana neden sormadın?” dedim. Haklı olarak o da “Ödül verecek adama önceden sorulur mu?” dedi. Sonunda dergide yer almak zorunda kaldım :) 2013 öncesine dönersek ben 2001 yılında 21 Ağustos’ta Amerika’ya git-

miştim. 2013 yılı 21 Ağustos itibariyle de Türkiye’ye döndüm. İlginç bir tesadüf oldu dönüş tarihim. Tam 12 yıl boyunca Amerika’da yaşadım. Giderken 18 yaşındaydım, liseyi burada tamamlamıştım. Aslında Amerika’ya gitme niyetim yoktu. Babamın nasi-


Röportaj geçiyor, bir karar verdin mi?” diye sordu. Ben de ondan birkaç gün daha istedim. Bu süre içerisiden kendim düşündüm, amcalarımla konuştum. Amcalarım Amerika’da doktora yapmışlardı, o yüzden onların fikirlerini almak istedim. Sonra nasıl oldu tam hatırlamıyorum ama karar verdim ve babama “Ben gidicem” dedim. 2001 Ağustosunda ağlaya ağlaya uçağa bindim :) hatiydi Amerika planı. Bana opsiyonlarını son ana kadar açık tut demişti. Yani Amerika’daki üniversitelere de başvur, burada ÖSS’ye de gir dedi. Ben de onu dinledim ve söylediklerini yaptım. Türkiye’de istediğim bölümleri kazanmıştım ÖSS’de. Amerika’da da Syracuse Üniversitesi başvurumu kabul etti. Bu üniversite pek bilinmez Türkiye’de. Gitmeden önce ben de

bilmiyordum. Orayı seçmemin sebebi bir yakınımızın o üniversitede öğretmenlik yapıyor olmasıydı. 18 yaşında bir genç olduğum için babam beni tanıdık birinin yanına göndermek istemişti. Sonra 2001 yazıydı, Amerika’daki üniversite için kapora yatırma vakti gelmişti. Babam bana “Sen gitmeyeceksin heralde? Kapora vakti

Giderken 4 yıllık bir plan mı yapmıştınız? Evet, aslında 4 yıllık bir plandı. Üniversiteyi bitirip geri dönerim diye düşünüyordum. İlk gittiğimde kültürel açıdan farklı bir ortama girdiğim için biraz bocaladım. Ama ortama alışınca okul bana çok kolay geldi. Türkiye’deki eğitim sisteminden çıkanlar genelde yurt dışındaki okulda

www.2fmagazine.com 23


Röportaj daha rahat ediyorlarmış. Bana da öyle oldu. İlk yılı iyi notlarla bitirdim. Sonra yakınlardaki Cornell Üniversitesi’nde okuyan bir arkadaşım onun okuluna geçmem için ısrarcı oldu. Cornell de iyi bir Üniversite’dir, özellikle mühendislik alanında tanınmıştır. Ben de en azından şansımı deneyeyim dedim. Sınava girdim ve daha yüksek bir burs teklif ettiler. Ben de fazla düşünmeden Cornell Üniversitesi’ne geçtim. Tabi ben bunları böyle anlatınca bazen “Sen anlatıyorsun ama bizim böyle imkanlarımız yok ki” diyorlar. Ben Amerika’ya giderken bizim maddi imkanlarımız öyle çok abartılacak seviyede değildi. Elbette durumumuz iyiydi ama Amerika’ya gidip para saçarak okuyacak bir konumda değildim. Ben Amerika’ya burslu gittim, daha sonra Cornell’de yine burslu okudum.

24 HAZİRAN 2014

Sonra Türkiye’ye geliş planlarını ertelemeye mi karar verdiniz? Evet, aynen öyle oldu. Okulu bitirdikten sonra MIT’de bir yaz stajına gittim. Orada mikrodalga ve devre tasarımı üzerine çalışmalar yapılıyordu. Ben de bir süre radar üzerinde

çalıştım. İşte tam o dönemde mikrodalga konusuna ve devrelere ilgi duymaya başladım. Sonra bu fikir beni Amerika’da doktora yapma noktasına getirdi. Cornell de dahil birkaç yere başvurdum, Cornell dışındakiler beni kabul etti. Cornell’de birlikte çalıştığım hocam oradan ayrıldığı için red cevabı


Röportaj aldım. Aslında Cornell’de kalacağıma kesin gözüyle bakıyordum ama yolum birden İllinois’e düştü. Tabi dönüş planları ertelenince önemli bir karar daha almam gerekti. Eşimle ben ortaokul ve lisede aynı sınıftaydım. Sonra üniversite için yollarımız ayrılmıştı ama uzaktan da olsa görüşüyorduk. Ben Amerika’da kalmaya karar verince ilişkimize de bir yön vermemiz gerekiyordu; ya ayrılacaktık, ya da evlenip birlikte Amerika’da yaşayacaktık. Biz de evlenmeye karar verdik. Benim için İllinois seçimim mantıklıydı. Küçük bir şehirde daha nezih bir ortam olur diye düşünmüştüm. Aslında Cornell’deki hayatımdan sonra yaşadığım yeni yer benim için büyüktü. Ama eşim İstanbul’dan geldiği için ona çok küçük geldi. Pek fazla aktivite sunmuyordu şehir bize. Bu sebeple daha büyük bir yer taşınmaya karar verdik. Şimdi geriye dönüp baktığımda bu kararımın beni çok etkilediğini görüyorum. Eğer ilk andan büyük bir şehire taşınmış olsaydık yolum bambaşka bir yere gidebilirdi. Büyük bir şehre gitmek istediğimiz için ben bazı şehirlerde iş başvuruları yaptım. MIT, NASA, National Instruments gibi şirketlere başvurdum. Hem şehir hem de kişisel gelişim açısından en mantıklısı NASA’ydı ve orada çalışmaya karar verdim. NASA’ da JPL diye bilinen, Mars robotları üzerinde çalışan bir birime girdim. Bu noktada da ilginç bir şey oldu. Ben NASA için mülakatlara gittiğimde eşim de ilk kızımıza hamile olduğunu öğrendi. Çok güzel bir tesadüftü benim için. Sonra 3 yıl NASA’da çalıştım.

Daha sonra doktora hayalimi gerçekleştirmek için ayrıldım. Amerika’da 3 yıl kadar da doktora yaptıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Peki Amerika’dayken ailenizden Türkiye’ye dönmeniz konusunda baskı var mıydı? “Bimeks büyüyor, geri gel artık” dediler mi? Annem çok söylerdi başlarda. Beni özlediği için dönmemi istiyordu.

Ama insanın çocukları olduktan sonra hayata bakış açısı değişiyor. Bizim çocuklarımız da Amerika’da doğduğu için yaşadığımız yere bakış açımız değişmişti. Sonra annem durumu kabullendi “kısmet, hayırlısı olsun oğlum” demeye başladı. Bu sefer de babamdan ısrar gelmeye başladı. “Çocuklar Türkiye’de büyüsün, onlar için gelin” diye ısrar etti babam hep. Biz de 2013’ün Mart ayında dönmeye karar verdik. Dönüş için

www.2fmagazine.com 25


Röportaj

eşimi ikna etmem biraz zor oldu. Giderken ağlayarak gitmişti, dönerken de ağlayarak döndü. Benim de Amerika’dan ayrılırken gözlerim dolmadı desem yalan olur. Yani bizim dönüş kararımız tamamen aile için verilmiş bir karardı. Ben 20 Ağustos’ta Türkiye’ye indim. Ayın 15’inde de İngilizler arayıp “Eğer Electroworld ile ilgileniyorsanız bir araya gelelim” demişler. Ben indiğimde hiçbir şeyden haberim yoktu. Görüşmeler yapıldı, 3 hafta içinde anlaşma tamamlandı ve imzalar atıldı. Ben bir anda olayın içinde buldum kendimi :) Türkiye’ye geldiğimizde de ilk başlarda biraz bocaladık aslında. Ama yavaş yavaş alışıyoruz, artık daha iyiyiz. Amerika’da NASA’da çalıştınız, doktora yaptınız yani teknik alana 26 HAZİRAN 2014

yöneldiniz. Ailenizin sizden pazarlama, yöneticilik gibi alanlarda bir kariyer beklentisi var mıydı? Mikrodalga sistemlerle ilgilenmeniz konusuna nasıl tepki verdiler? Ben geleceğime dair babamla ko-

nuştuğumda bana “Bence mühendis ol, hangi alanda olduğun önemli değil” demişti. Tek söylediği şey buydu, bunun dışında bir isteği olmadı benden. Ben Amerika’ya gittiğimde Bilgisayar Mühendisliği bölümünü


Röportaj seçmiştim. Türkiye’de Bilgisayar Mühendisliği denince akla yazılım gelir. Ama Amerika’da bu donanım oluyor. Oraya gidince anladım ki benim gitmek istediğim yön bu değil. O yüzden elektronik tarafına yönelmeye karar verdim. Dolayısıyla ailemin bana tek nasihati “mühendis ol” şeklindeydi. Nitekim babam ve dedem de İnşaat Mühendisi’dir. Ben de Elektronik Mühendisliği’ni seçtim. Peki NASA’da çalışmaya başladığınızda tepkileri nasıl olmuştu? Şimdi bu söyleyeceğim, burada olmam ile biraz tezat ama ben anlatmayı pek sevmem :) Amerika’da çalışırken zaman zaman Türkiye’yi ziyaret ediyordum. Biriyle tanıştığım zaman da genelde “Amerika’da çalışıyorum” derdim. NASA’da çalışıyorum dersem hava attığım, böbürlendiğim düşünülür diye söylemezdim. Tabi ki NASA’da çalışmak güzel bir fırsat ama bununla böbürlenmeye de hiç niyetim olmadı. Çocukken de aslında NASA’da ça-

lışmak gibi bir hayalim yoktu. Mühendis olurum diye düşünüyordum ama NASA’da çalışma hayalleri kurmuyordum. Notlarım iyiyiydi, biraz aklım havadaydı. Tüm bunlar yolumu NASA’ya götürdü. İnsanlar soruyor “Girmek zor değil miydi?” diye. Ben farkında olmadan aslında hep NASA’daki bölüm ile ilgili işlerle uğraşmışım. Dolayısıyla benim yetkinliklerim o bölüm ile öyle uyuştu ki, NASA’ya girişim zor olmadı. Ama tabi bu hikayenin sadece ufak bir kısmı. MIT’de çalıştığım dönemlerde, kendi kişisel araştırmalarımda öğrenmek kolay olmadı bazı şeyleri. NASA’da mülakata gittiğimde kimse bana “bunun integralini al, bunun türevini bul” demedi. Orada iki günden birinde bir kez konuşma yaptım. O konuşmada zaten senin bilip bilmediğini anlıyorlar. Eğer bilmiyorsan salladığın anlaşılır. Onun haricinde senin merak edip sorduğun sorulara bakılıyor. İlgili misin, boş sorular mı soruyorsun hepsi anlaşılır. Ayrıca bilmediğin zaman bilmiyorum demek de önemli. Türkiye’de öyle bir sorun var. Biz pek bilmiyorum demiyo-

ruz, Amerika’da bilmiyorum demek önemli. NASA’da çalışmaya başladıktan sonra tabi ailem çok mutlu oldu. Annem odasının camlarına NASA çıkartmaları bulup yapıştırmıştı :) Bir de tabi laf değişiyor zamanla. Benim için “Oğlum Mars’a giden robotu yaptı” şeklinde söylüyorlar bazen. Benim o robotu 3 sene içerisinde yapma ihtimalim yok tabi. Ben iniş için gerekli radarların devreleri üzerinde çalışıyordum. İniş esnasında radara gelen sinyallerin güçlendirilmesini sağlayan bir devreyi tasarladım. O devrenin tasarım aşamasından Mars yüzeyine inişine kadar her aşaması benim elimden geçti. 3 yıl içerisinde vaktiğimin çoğu laboratuvarda devre üzerinde çalışarak geçti. Hatta o dönemde yüzük takmıyordum. Eldivenle çalıştığım için, eldivenlerim yırtılmasın diye takmıyordum. Türkiye’ye döndükten sonra eşim “artık bahanen kalmadı” demeye başladı, yüzük tamaya alışmaya çalışıyorum :) Mars’a gönderdiğiniz robot gezegene inerken neler hissettiniz? Biz Curiosity üzerinde çalışmıştık. Robot fırlatılırken ben NASA’daydım. Tabi yolculuğu bir hayli uzun sürüyor. O yüzden Mars’a inerken NASA’dan ayrılmıştım, Caltech’ten izledim. Bizim robotun radarlarıyla çekilmiş fotoğraflarımız vardı. Eğer robot düzgün şekilde Mars’a inerse bu fotoğrafları yayarız dedik. İnişte bir problem olursa fotoğrafları yok edecektik :) NASA’da maaşın düşük olduğunu, aslında dışarıdan göründüğü gibi www.2fmagazine.com 27


Röportaj olmadığını söylemiştiniz. Gerçekten böyle miydi durum? NASA ve diğer şirketlerde alacağınız maaş aslında birbirinden çok farklı değil. Hepsinde benzer bir seviyeden başlıyorsunuz. Fakat NASA bir devlet kurumu olduğu için zam ve ikramiye alma ihtimaliniz daha düşük. Dolayısıyla eğer yükselme hedefiniz varsa NASA pek uygun bir kurum değil. Ama bu para olmadığı, para ödenmediği anlamına gelmiyor. Türkiye’ye dönerken planlarınız Bimeks’e yönelik miydi yoksa teknik alanlarda devam etmeyi mi düşünüyordunuz? Akademisyen olarak devam etmek istediğimi çok iyi biliyordum. O yüzden Özyeğin Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışmaya başladım. Ama bir yandan Bimeks’i deneyeceğimi biliyordum. Sonuçta aile şirketimiz, bende de çok emeği

28 HAZİRAN 2014

var bu şirketin. Hem Bimeks’e hem de babama olan bir nevi vefa borcumu ödemek isterim. Babama destek olmak, ona elimden geldiğince omuz vermek istiyorum. Şirketin hızlı büyümesiyle birlikte babamın yükü de çok arttı. Babam bana hep “Şirket 100 şubeye ulaşmış, 200 şubeye ulaşmış çok da önemli değil. Önemli olan insanları mutlu etmek, güzel işlere imza atmak” derdi. Benim de amacım bundan sonra bu yönde ilerlemek. Babam gerçekten çok yumuşak yüzlü, çok yumuşak huylu bir adamdır. Kimseyi kırmak istemez. Ben de bunu sürdürmek isterim. Bimeks’te hedefiniz nedir? Günün birinde şirketin başına geçmeyi düşünüyor musunuz? Ben bunu bir lansmanda söylemişim galiba. Electroworld’ü satın aldıktan sonra bir gece düzenlemiştik.

Gazeteciler de vardı gecede. Biri de benim NASA’da çalıştığımı gazetecilere söylemiş. Ertesi gün gazetelerden birinde “NASA’dan geldi masaya oturdu” diye bir başlık vardı. Tam net hatırlamıyorum ama onlara “bundan sonra şirketin başına geçerim” gibi bir cümle kurmuşum herhalde. Gerçekten de öyle. Sonuçta bu alanda kabiliyetim varsa, şirkete bir şey katabileceksem gidilecek yol orası. Eğer elime, yüzüme bulaştırmazsam bir gün Bimeks’in başına geçmeyi düşünüyorum elbette. Tabi bir yandan teknik alanda da devam ediyorum. Yurt dışından çeşitli üniversiteler, organizasyonlarla uydu projeleri üzerine konuşuyoruz. Akademisyenlik yapıyorum, dersler veriyorum. Bu işlerimle Bimeks arasında bir denge kurabilmem çok önemli. Electroworld ve Darty satın almalarından sonra ağırlık Bimeks’e kaydı. Ama her zaman “ne yapıyorsan yap,


Röportaj ama en iyisini yap” diye düşünüyorum. Şimdi bu düzeni oturtmaya çalışıyorum, süreç devame ediyor. Türkiye’de kendi uzmanlık alanınız ile ilgili bir girişim hayata geçirme, şirket kurma düşünceniz var mı? Aslında birkaç arkadaşımın kurduğu benim de elimden geldiğince destek olmaya çalıştım bir şirket var. Bir yandan da gözümüzü açık tutuyoruz. Amerika’dan döndüktan sonra burada daha fazla vaktim olmasını bekliyordum. Ama Bimeks ve Özyeğin Üniversitesi beklediğimden daha fazla vaktimi alıyor. Bu üçüncü konuya pek vakit ayıramıyorum. Burada şunu da söylemem lazım bir yandan ailem de benden daha fazla zaman bekliyor. Amerika’dayken şu üniversite bitsin rahatlayacağız, NASA bitsin rahatlayacağız, doktora bitsin rahatlayacağız diyordum. Sonra Türkiye’ye geldik ve artık “Bimeks’te işler oturtayım rahatlayacağız” diyemiyorum, yemiyor daha fazla :) Türkiye bir yandan uzay alanında da kendini geliştiren bir ülke. Bu alanda yeni işler yapmak lazım. Ben de bu alanda bir şeyler yapabilirsem çok mutlu olurum. Zamanla göreceğiz bunu. Yeni girişimlere mentörlük, yatırımcılık yapmayı düşünür müsünüz? Neden olmasın, isterim elbette. Fayda sağlayabileceksem, yardımım dokunacaksa yeni oluşumlara destek olmak isterim. Dediğim gibi zaten arkadaşlarla başlattığımız böyle bir oluşum var. Onun haricinde Bimeks dolayısıyla ve Özyeğin Üniversitesi üzerinden bana ulaşanlar, proje fi-

kirlerini sunanlar da oluyor. Örneğin geçenlerde bir yazılım şirketiyle bir işbirliği başlattık. Bundan sonra da yardımcı olabileceğim konularda seve seve destek olurum. Son olarak; boş zamanlarınızda neler yaparsınız? İşiniz hobiniz gibi olmuş aslında ama bunun dışında meraklı olduğunuz şeyler var mı? Ben Caltech’e doktora başvurusu yaptığımda şöyle hobilerimle ilgili bir soru gelmişti. Ben de düşündüm ne yazsam diye ve aklıma hemen çocuklarım geldi. Elbette başka şeylere de vakit ayırdığım oluyordu ama boş zamanlarımda en çok çocuklarımla olmayı tercih ediyordum. Tabi bu onlar televizyon izlesin, ben de onların yanında olayım şeklinde değil. Onlara bahçede oyun alanı yapmıştım, yeni şeyler öğretmeye çalışıyordum. Bunları çok severek yapıyordum, o yüzden de hobim olarak bunu yazdım. Bir keresinde doktora sürecinde eşim ve çocuklar birkaç günlüğüne Türkiye’ye gelmişlerdi. Ben Amerika’da kaldım ve “şimdi 24 saat çalışırım, işlerimi yetiştiririm” diye düşünüyordum. Arada sıkılırsam kitap okurum, farklı şeyler yaparım dedim. Kitap okumayı da severim üstelik. Game of Thrones serisine bir sarıp, tüm kitapları birkaç hafta içerisinde okuduğumu bilirim. Ama çocuklar olmayına hiçbir şekilde zihnimi rahatlatamadığımı farkettim. Onlarla vakit geçirmek ina-

nılmaz şekilde deşarj olmamı sağlıyor. Bunun dışında bahçe işleriyle uğraşmayı seviyorum. Bahçe işleri yaparım, çocuklara oyun alanı yaparım, tahtayla, toprakla uğraşırım. Biraz söylenirim bazen. Evin bir yere akarsa, evde bir şeyler bozulursa söylenirim. Ama bir yandan tamir etmek, uğraşmak da hoşuma gider :) Bunun da dışında Amerika’da güç bela bulup aldığım bir E90 kasa BMW 325i otomobilim vardı. Onu bilerek bulup almıştım. Modifiye yapmamıştım ve ilgilenmeyi seviyordum. Koltuklarını söker, içini temizler sonra tekrar koltuklarını takardım. Yağını değiştirirdim vs. Türkiye’ye geldikten sonra devre tasarımını bıraktınız mı? Devam ediyorum. Örneğin Tayvan’la birlikte geliştirmeyi düşündüğümüz bir proje var. NASA’da JPL ile bağlantımızın devam ettiği noktalar var. . Çin ile birlikte bir proje hayata geçirme ihtimalimiz var. Yani devam ediyorum yavaş olsa da. Çok teşekkür ederiz bize vakit ayırdığınız için. Gerçekten keyifli bir röportaj oldu. Ben de sizlere teşekkür ederim

www.2fmagazine.com 29


Futbolun Kutsal K sesi: D nya Kupası

Futbolun Kutsal Kâsesi Dünya Kupası Eğer futbol bir din olsaydı, Dünya Kupası’nda oynamak hacca gitmek gibi olurdu. Tüm dünyada yüz milyonlarca futbolseveri ekran başına kilitleyen Dünya Kupası, bu yıl kupayı en çok kazanan takım olan Brezilya’da düzenliyor. Peki geride kalan 19 kupada yaşanan en ilgi çekici, en önemli olaylar nelerdi? Bu sayımızda bu sorunun yanıtlarını sizler için araştırdık.

30 HAZİRAN 2014


ADALETİN VAR MI DÜNYA? www.2fmagazine.com 31


“Dünya Kupası” dendiğinde akla tek bir şey gelir; Futbol. Hiçbirinizin aklına voleybol ya da basketbol geldiğini sanmıyoruz. Aslında çok benzer yapıdaki organizasyonlar neredeyse tüm branşlarda düzenleniyor. Ama onları daha çok “Dünya Şampiyonası” şeklinde anıyoruz. Dünya Kupası ise, o ünlü kupayı da en az turnuvanın kendisi kadar ön plana çıkaran bir isim. Dünya Kupası’nın mukaddes bir emanet gibi korunmasının sebebi de bu olsa gerek. Dünya Kupası’nın doğuşu aslında çok eskiye dayanmıyor. İlk turnuva, biraz da zorlama bir şekilde 1928 yılında düzenlenmişti. O yıla kadar uluslararası futbol maçları sadece amatör düzeyde Olimpiyat çatısı altında düzenleniyordu. İlk uluslararası maç ise 1872 yılında İskoçya ile İngiltere arasında oynanan maç olarak kabul edilir. Dünya Kupası için kilit kuruluş FIFA’ydı. Fakat 1904 yılında kurulan FIFA, o yıllarda oldukça zayıf bir organizasyondu. Bu sebeple 1906 yılında uluslararası turnuva organize etme denemesi başarısız olmuştu. Bunun üzerine uzun yıllar

ve katılan tüm ülkelere de para ödülü vermeyi vadettiler. Tüm bu vaadler karşısında aday olan Avrupa ülkeleri geri çekildi ve 1929 yılında Barselona’da Uruguay, Dünya Kupası’nın ilk ev sahibi olarak açıklandı. İlk maçlar 13 Temmuz 1930’da başladı ve toplamda 13 takım mücadele etti. Aslında ilk Dünya Kupası, Avrupalılar açısından pek sevilmemişti. Avrupa ülkelerden hiçbiri Uruguay’a takım göndermek istemedi. Sonra FIFA’nın girişimleriyle Belçika, Romanya, Fransa ve Yugoslavya kupaya katıldı.

FIFA bünyesinde kimse bir daha böyle bir turnuvaya girişmeye cesaret edemedi. Böylece uluslararası futbol Olimpiyatlar bünyesinde kalmaya devam etti. Tarihinin akışının değiştiği yıl ise 1930 oldu. O yıllarda FIFA başkanı olan Jules Rimet, tekrar bir turnuva fikriyle ortaya çıktı ve bu fikir 1928 yılında FIFA delegeleri arasında kabul gördü. Dünya Kupası için ilk adres ise Uruguay oldu. Çünkü Uruguay o ana kadar düzenlenen Olimpik turnuvaları iki kez kazanmıştı. Ayrıca yeni bir stad inşa etmeyi

Jules Rimet 32 HAZİRAN 2014

İlk Dünya Kupası finali iki farklı topla oynandı İlk ev sahibi ve son iki Olimpik turnuvanın şampiyonu Uruguay, ilk Dünya Kupası’nın da kazananı oldu. Avrupalı güçlü rakipler turnuvaya katılmadığı için şansları zaten oldukça yüksekti. İkinci sıra her dönemin en güçlü ülkelerinden biri Arjantin olurken, üçüncü sırada ABD yer aldı. Brezilya ise ilk 4’e daha girememişti. Bir başka dikkat çekici nokta ise Avrupa’nın tavrı olmuştu. Güney Amerika yolculuğu yapmak istemeyen Avrupalılar FIFA’ya tavır koymuştu. Nitekim daha sonraki turnuvalar için bu tavır, FIFA’nın turnuvayı Avrupa’ya taşımasına neden olacaktı. Final maçı Uruguay ile Arjantin arasında oynanmıştı. Bu finalden akılda kalan, maçın iki yarısının ayrı toplarla oynanmasıydı. O dönemde futbol topu konusunda bir standart yoktu ve her topun farklı karakteristikleri vardı. Bu sebeple her takıma da bir top seçme hakkı tanınıyordu. Arjantin’in topu ilk yarıda, Uruguay’ın topu ise ikinci yarıda kullanıldı. Nitekim 4-2 biten maçta Arjantin tüm gollerini ilk


Uruguar Topu rıçası olarak bilinen Nike’tan esinlenmişti. Altın kaplanmış gümüşten imal edilen kupa, kanatlarla desteklenmiş bir Nike figürünü simgeliyordu. Ünlü spor giyim markası Nike’ın logosu da bu mitolojik karakterden esinlenmiştir.

Kupa Avrupa’ya geldi, Bu kez de Uruguay katılmadı Arjantin Topu yarıda atarken, Uruguay da 4 gölünden 3’ünü kendi topuyla oynanan ikinci yarıda atmıştı. Bu toplar halen saklanmaktadır. İlk Dünya Kupası’nda forma giyen oyunculardan en son yaşama veda eden oyuncu Arjantinli Francisco Varallo olmuştu. Varallo, 2010 yılında 100 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Maliyetler ve seyahat zorlukları sebebiyle 4 yılda 1 düzenlenmesine karar verilen Dünya Kupası, Uruguay’dan sonra hemen Avrupa’ya geldi. 1934’te İtalya, 1938’de de Fransa, Dünya Kupası’na ev sahipliği yaptı. Bu iki turnuvayı da ilk turnuvaya katılmayan İtalya

kazandı. Brezilya ise 1938’de üçüncü olarak ilk kez sahneye çıkıyordu. İlk şampiyon Uruguay ise kendini boykot eden Avrupalıları iki turnuvada da boykot etti ve katılım göstermedi. İtalya’nın kupayı istemesinin sebebi Mussolini’nin bunu bir propaganda aracı olarak kullanmak istemesiydi. Bu sebeple FIFA’ya büyük miktarda para önermişlerdi. Tüm turnuva boyunca çok sert maçlar oynandı ve birçok oyuncu sakatlandı. Bunlar arasından bir daha hiç milli takım giyemeyecek olanlar da vardı. Finalde ise İtalya’nın son 10 dakikada 2 gol atarak şampiyon olması, Mussolini’nin müdahalesi iddialarına sebep olmuştu. Fransa’daki finalde ise İtalya, Macaristan’ı 4-2 yenerek kupayı almıştı. Bu turnuvada da birçok futbolcu kemik kırılması yüzünden maçlara devam edememişti. Ardından 1942 ve 1946 Dünya Kupası organizasyonları 2. Dünya Savaşı sebebiyle iptal edildi. Turnuvaları düzenlemek için Nazi Almanyası oldukça istekliydi. Fakat özellikle Avrupa ülkeleri arasındaki düşmanlık kupasının oynanmasını imkansız kılıyordu.

İlk Kupanın Tasarımı Nike’tan Esinlenmişti İlk turnuva öncesinde bu özel turnuva için bir kupa tasarlandı. Fransız Abel Lafleur tarafından tasarlanan kupa ilk başlarda “Victory” yani zafer olarak anılıyordu. Ardından “Dünya Kupası” şeklinde anılmaya başlandı. 1945 yılından sonra ise Dünya Kupası’nın mimarı olarak kabul edilen eski FIFA başkanı Jules Rimet’nin ismi verildi. Kupa, Yunan mitolojisinde zafer tanwww.2fmagazine.com 33


Dünya Kupası ayakkabı kutusunda saklandı

Brezilya - Uruguay 1950

İtalya, 1934 ve 1938’de Dünya Kupası’nı kazanınca unvanını korumuştu. Sonra araya 2. Dünya Savaşı girdi kupa İtalya’da kalmaya devam etti. İtalya, tam 16 yıl kupayı saklayarak bu alanda bir rekora imza atmıştı. O dönemde anlatılan en ilginç hikayelerden biri ise kupanın hangi şartlarda saklandığıydı. FIFA’da başkan yardımcısı olan İtalyan Dr. Ottorino Barassi, savaş süresince kupayı yatağının altındaki bir ayakkabı kutusunda sakladığını söylemişti. Böylece kupa, birçok yağmalama olayının yaşandığı savaş döneminde hırsızların eline düşmedi. Fakat bu kupa 1980’lerde bu kez hırsızların eline düşecekti.

Uruguay Gerİ Döndü, Maracana’da 210 bİnİn kİşİnİn ödünde Brezİlya’yı yendİ 1950’de turnuva Güney Amerika’ya geri döndü. 2014’ün ev sahibi Brezilya, 1950’de ilk kez ev sahipliği yapıyordu. Uruguay, bu turnuvaya katıldı ve finalde Brezilya’yı yenerek unvanını geri aldı. Final maçı bugün bile akıllardadır. Maracana stadyumunda oynanan maçı 173,830 biletli kişinin izlediği açıklanmıştı. Fakat resmi olmayan bilgilere göre o gün tribünlerde 210 binin üzerinde insan vardı. Bu da bir spor müsabakası için rekor olarak

34 HAZİRAN 2014

Maracana 1950 kabul edilir. Final maçı öncesinde Brezilya favori gibiydi. Her maçı en az 60 bin taraftar ile oynuyorlardı ve çok agresif bir taktikleri vardı. Brezilya gazeteleri kendi takımlarını şampiyon ilan etmişti bile. Uruguay kaptanı Obdulio Varela ise bu gazetelerin bulabildiği kadar aldı ve takımın soyunma odasında yere serdi. Takım arkadaşlarından bu gazetelere tuvaletlerini yapmalarını isteyen Varela, ardından teknik direktörün defansif taktiğine karşılık gizlice arkadaşlarına mümkün

olduğunda atak oynamalarını söyledi.

1950 Dünya Kupası Topu


Maracana 1950 173,830 biletli kişinin izlediği açıklanmıştı. Fakat resmi olmayan bilgilere göre o gün tribünlerde 210 binin üzerinde insan vardı. Bu da bir spor müsabakası için rekor olarak kabul edilir.

Brezİlya’da fİnal sonrası futbolcular ve radyocular emeklİ oldu Mağlubiyet öylesine beklenmedik bir şeydi ki FIFA bile hazırlıksız yakalandı. FIFA başkanı Portekizce bir konuşma hazırlamıştı. Üzerinde Brezilyalı futbolcuların isimlerinin yazdığı madalyalar hazırlanmıştı ve “Şampiyon Brezilya” şeklinde bir şarkı bestelenmişti. Şarkı hiç çalınmadı, madalyalar hiç takılmadı ve maç sonrası törensiz şekilde kupa Uruguay’a verildi. Final sonrası gazeteler mağlubiyeti reddetti ve sanki final maçı hiç oynanmamış gibi davrandı. Bazı spor radyocuları görevi bıraktığını açıkladı. Finalde forma giyen Brezilyalı oyunculardan bazıları futbolu, bazıları milli takımı bıraktı. Bu travmanın ardından Brezilya’nın forma tasarımı da

değiştirildi. O yıllarda beyaz renkli ve mavi yakalı forma giyen Brezilya, Uruguay’a yenildikten sonra bugün bildiğimiz sarı renkli, yeşil yakalı forma tasarımına geçiş yaptı.

Amerikanın İlginç Kalecisi 1950 yılında ABD’nin kalecisi Frank Borghi, İngiltere’yi sürpriz şekilde mağlup ettikleri maçta hiç kaleci vuruşu kullanmamıştı. Bunun sebebi kendisinin topa vurmayı bilmemesiydi. Çünkü kendisi aslında bir beyzbol oyuncusuydu ve geçimini sağlamak için yarı zamanla olarak cenaze arabası sürücülüğü yapıyordu. Bu maçın skoruyla ilgili bilgi ABD’ye ulaştığında gazete editörleri haberi gazeteye yazmadı. Çünkü skorun bir aldatmaca olduğunu düşünmüşlerdi. ABD’nin İngiltere’yi yeneceğine inanmayan editörler bunu bir şaka olduğunu sanıyordu.

Çıplak Ayak Takıntısı 1950 yılında Hindistan, Dünya Kupası’na katılmak için oldukça istekliydi. Bu yolda birçok hazırlık da yapmışlardı. Fakat aniden turnuvadan çekilmeye karar verdiler. Bunun sebebi turnuva boyunca ayakkabı giymek zorunda olduklarını öğrenmeleriydi. Oysa ki onlar çıplak ayakla oynayabileceklerini sanmışlardı. Benzer bir olay 1938 finallerinde de yaşanmıştı. Maç esnasında Brezilyalı Leonidas, ayakkabılarını çıkartıp maça çıplak ayakla devam etmek istemişti. Fakat hakem ayakkabılarını tekrar giymeden maça devam edemeyeceğini söyledi.

Türkiye ilk kez 1954’te Boy Gösterdi Türkiye, Dünya Kupası Finallerine ilk kez 2002 yılında katılmıştı. 1954’teki turnuvada ise ön elemelerde yer alwww.2fmagazine.com 35


mıştı. İsviçre’de düzenlenen turnuvadan takımımız gol atamadan ayrılmıştı. İskoçya, Yünlü Formaların Kurbanı Oldu İskoçya, dağlık coğrafyası sebebiyle genellikle serin ve yağışlı bir ülke. Bu durum forma tasarımlarına da yansımıştı. Kalın yünden örülen formalar boğazına kadar düğmeliydi. Fakat 1954’teki turnuva Uruguay’da yaz aylarında düzenleniyordu ve sıcaklık hiç 30 derecenin altına düşmemişti. Bu sebeple incecik V yakalı formalar giyen Uruguay takımına 7-0 yenilmişlerdi.

36 HAZİRAN 2014

Adolf Dassler’in değiştirilebilir çivili kramponları ve Bern Mucizesi 1954 finali, muhteşem Macarlar ile Batı Almanya’yı karşı karşıya getirdi. Macarlar 32 maçtır yenilmiyordu ve kadroda Ferenc Puskas da vardı. Herkes Macarların rahat bir galibiyet almasını bekliyordu. Nitekim 2-0 öne geçmeyi de başardılar. Fakat maç esnasında yağmur yağmaya başladı ve Almanların efsane kaptanı Fritz Walter en iyi oyununu yağmurda oynadığını söylerdi. Bu maçta Walter’in ayağında daha sonra Adidas’ı kuracak olan Adolf Dassler’in geliştirdiği değiştirilebilir çivili krampon vardı.

Walter önderliğinde Alman takımı ilk yarı bitmeden skoru 2-2 yaptı ve son dakikalarda 2-3 öne geçerek maçı kazandı. Maçta özel kramponların haricinde Alman takımında farklı bir şey daha olduğu söyleniyordu. Macarlar uzun yıllar Almanların doping yaptığını iddia etmiş ve Almanlar da bu iddiaları reddetmişti. Fakat 2000’li yıllarda, 1954 kadrosunda yer alan bazı Alman oyuncular maçın devre arasında doping aldıklarını itiraf etti.

Brezilya ilk kez Dünya Kupası’nı kazandı – Pele sahneye çıktı 1958 yılında Brezilya, sonunda hayaline kavuştu ve Dünya Kupası’nın evine götürdü. Bu turnuvada Pele efsanesi başlamıştı. Pele, turnuva tarihinde forma giyen ve gol atan en genç oyuncu olmuştu. Finalde de 2 gole birden imza atmıştı. Fakat turnuvanın gol kralı Fransız Just Fontaine oldu. Fontaine’in 13 gollük performansını önce Gerd Müller 14 golle, ardından da Ronaldo 15 golle geride bıraktı.


Brezilya ilk kez Dünya Kupası’nı kazandı. Pele sahneye çıktı

Şili’nin Müthiş Çabası 1962 Dünya Kupası’nın Şili’de düzenleneceği yıllar öncesinden belliydi. Fakat Şili’de 1960 yılında öyle bir deprem oldu ki tüm çalışmalar başa döndü. 9.5 şiddetindeki deprem tarihin kaydedilmiş en büyük depremi olarak kaydedilmiştir. Herkes Şili’nin 2 yılda turnuvayı organize edemeyeceğini düşünüyordu. Fakat organizasyon komitesi başkanı Carlos Dittborn, her şeyi en iyi şekilde yapacakları vaadini verdi ve Şili rekor sayılabilecek bir sürede kusursuz bir organizasyon için tüm hazırlıkları tamamladı. Şili’de Brezilya kupaya ikinci kez ulaştı.

İngiltere’nin kurtarıcısı köpek: Pickles 1966 Dünya Kupası, İngiltere’de düzenleniyordu. Bu sebeple Jules

Rimet Kupası da İngiltere’ye getirilmişti. Fakat kupa, bir sergi esnasında çalındı. FA, yerine hemen bir replika kupa koydu. Gerçek kupa ise aranmaya başladı. Kaybolduktan 7 gün sonra Pickles isimli bir köpek, sahibiyle dolaşırken gazete kağıdına sarılı şekilde kupayı buldu. Pickles bir anda ulusal kahraman haline geldi. Kupayı çalan hırsız hiçbir zaman bulunamadı. Fakat bazıları Pickles’ın sahibinin aslında hırsız olduğunu, tepkilerden çekindiği için de kupayı bulmuş gibi davrandığı iddia etti. Bu tartışmalar gölgesinde başlayan turnuvayı ev sahibi İngiltere kazandı. İngiltere, finalde Batı Almanya ile mücadele ederken duraklama dakikalarında Geoff Hurst’ün golü tarihe geçecekti. Hurst’un vuruşu direkten dönmüş ve çizgi üzerine düşmüştü. Fakat hakem topun çizgiyi geçtiğine

kanaat getirip golü verdi. Bu gol halen tartışılır. 2006 yılında ise yine bir Almanya – İngiltere maçında bu kez top çizgiyi geçmesine rağmen hakem golü vermedi.

Oyuncular Maça Alınmadı 1966 Dünya Kupası’nın açılış maçı da ilginç bir olaya sahne oldu. Maç, İngiliz takımı eksik olduğu için geç başladı. Oyunculardan 7’si FIFA’nın kendilerine verdiği futbolcu kartlarını otelde bıraktıkları için sahaya alınmadılar. Bu sebeple motosikletli bir polis hızlıca otele gitti ve kartları alıp sahaya getirdi.

1970 – İlk oyuncu değişİklİğİ 1970 Dünya Kupası, hakemlerin ilk kez sarı ve kırmızı kart gösterebildiği ve takımların ilk kez oyuncu değişikliği yapabildiği turnuva olarak www.2fmagazine.com 37


tarihe geçti. Meksika’da düzenlenen turnuva, bu sayede sakatlıkların daha az olduğu bir turnuva oldu. Ayrıca bu turnuva ilk kez renkli olarak yayınlanan Dünya Kupası olarak da tarihe geçmişti. Brezilya, belki de tarihin en iyi kadrolarından biriyle Meksika’ya gitmişti. Carlos Alberto, Rivelino, Gerson ve Pele gibi efsane isimlerin yer aldığı kadro, finalde güçlü İtalya’yı 4-1 yenerek kupaya uzandı. Brezilya, bu galibiyetiyle birlikte k upayı 3 kez kazanmış oldu ve Jules Rimes Kupası’na ebediyen sahip olma hakkını elde etti. Fakat kupa, Brezilya’da pek fazla kalamadı. 38 HAZİRAN 2014

Kupa Çalındı ve bir daha bulunamadı İlk kupa birçok badire atlatmış. 1966 yılında İngiltere’de çalınan kupa, 7 gün sonra bir gazete kağıdına sarılmış şekilde bulunmuş. Ardından da İngiliz futbol birliği FA, sergilenmek üzere gizlice replika bir kupa üretmiş. FIFA ise bu durumdan haberdar olunca gerçek kupayı FA’in elinden almış. 1997 yılında bir açık artırmayla satılan kupayı 254 bin sterlin karşılığında FIFA tarafından satın alınmış. FIFA’nın kupaya böylesine yüksek bir rakam ödemesi bunun aslında replika değil gerçek kupa olduğu söylentilerine yol açmış. Fakat FIFA, satın aldıkları kupayı incelediklerini ve bunun kesin olarak replika kupa olduğunu belirtmiş. 4 yıl sonra kupa Meksika’ya geldi ve burada Brezilya kupaya uzanarak ona ebediyen sahip olma hakkını elde etti. Kupa, Brezilya’da Futbol Konfederasyon’u genel merkezinde sergilenmek üzere kurşun camla kaplanmış bir standın içine konuldu. Ancak 13 yıl sonra, 1983 yılında bir gece hırsızlar binaya girmeyi başardı ve

standın arkasındaki tahta bölümü kırıp kupayı çalmayı başardı. Kupanın çalınmasından sonra kapsamlı bir arama çalışması başlatıldı. Bazı şüpheliler yakalandı fakat sonra serbest bırakıldı. Uzun süre yapılan a r a m a l a rd a n sonuç çıkmayınca kupanın eritilip altın ve gümüş olarak satıldığı kanısına varıldı. Bunun üzerine Eastman Kodak, FIFA’dan kupanın birebir örneğini üretmek için teklifte bulundu. Bu teklif kabul edildi ve yaklaşık 4 kilo altından yeni bir kupa üretildi. Kupa, 1984 yılında Brezilya Başbakanına teslim edildi. Brezilya, halen bu kupayı sergilemeye devam ediyor.

Yeni Kupa Hazırlandı Brezilya, eski kupanın ebedi sahibi olunca FIFA, yeni bir kupa tasarımı için yarışma başlattı. 7 ülkeden toplamda 53 kupa tasarımı yarışmaya ka-


tıldı. Kazanan tasarım ise İtalyan tasarımcı Silvio Gazzaniga’nun tasarımı oldu. Bugün bildiğimiz Dünya Kupası olan bu tasarımda dünyayı tutan iki insan figürü bulunuyor. Gazzaniga aynı yıllarda UEFA Kupası ve UEFA Süper Kupası’nın da tasarımını yaptı. Kupanın taban kısmı hariç her yeri 18 ayar altından üretilmiş. Bu da 5 kilogram ağırlığında altın anlamına geliyor. Fakat bazı iddialara göre kupanın içi aslında boş. Eğer içi de doldurulmuş olsaydı toplam ağırlığın 50 kilonun üzerinde olacağı söyleniyor. Fakat FIFA bu bilgiyi doğrulamış değil. Yeni kupa ilk kez 1974 yılında Batı Almanya’daki turnuvada sergilendi ve turnuva sonunda Batı Alman takımının ellerinde yükseldi. FIFA, Brezilya ve İngiltere’de yaşanan olaylardan sonra kupayı ülkeleri vermeyi bıraktı. 2006 yılında kupanın artık FIFA’nın malı olduğu ve ebedi sahibinin de FIFA olacağı açıklandı. Kazanan ülke sadece tören esnasında gerçek kupayı kaldırıyor ve ardından replika kupayı alıyor. Kupanın altına kazanan takımların ismi

yazılıyor. Tahminen 4 ya da 5 isimlik bir alan kaldığından kupanın en geç 2038’ de emekli olması bekleniyor.

Efsane Takım Zaİre Zaire hiç şüphesiz Dünya Kupası’nın en renkli takımı. 1974 Dünya Kupası’nda Brezilya ile eşleşen takım, kendi ülkesinden tehdit almıştı. Ülkenini kralı, eğer Brezilya’ya farklı bir şekilde yenilirlerse bir daha hiçbir futbolcuyu Zaire’ye sokmayacaklarını söylemişti. Bu sebeple Zaire’li oyuncular çok gergindi. Öyle ki bir serbest vuruşta, topun başına geçen Rivelino’dan önce davranıp topa vurdular. Fakat hakem

daha düdüğünü çalmamıştı. Buna rağmen Zaire’li oyuncu Brezilyalı rakiplerine kızdı ve çok büyük stres altında olduğu için böyle şeyler yapmasının normal olduğunu söyledi. Zaire’nin vukuatları daha sonra da bitmedi. BMW, takıma turnuva süresince kullanmak üzere lüks otomobiller vermişti. Fakat Zaire takımı turnuva sonra polis tarafından zorlu durdurulmak zorunda kalındı. Çünkü oyuncular tüm eşyalarını kendilerine tahsis edilen arabaya yerleştirmiş ve Zaire’ye doğru yola çıkmışlardı. Amaçları Almanya’dan Afrika kıtasındaki Zaire’ye kadar bu arabayla gitmekti.

1982 Dünya Kupası Brezilya - İtalya

www.2fmagazine.com 39


Arjantİn’de Tehdİt İddİaları Arjantin’in en şaibeli galibiyetlerinden biri 1978’de yaşandı. Kupadan sadece 2 yıl önce ülkede darbe olması üzerine birçok kişi FIFA’nın turnuvayı başka bir ülkeye almasını bekliyordu. Fakat FIFA turnuvanın Arjantin’de düzenleneceğini açıkladı.

Kupa, oldukça şaibeli geçti. Grup maçları esnasında Arjantin’in gruptan çıkması için 4 farklı bir galibiyete ihtiyacı vardı. Peru karşısında 6-0’lık galibiyet şike iddialarına sebep oldu. Perulu futbolcular bu iddiaları reddetse de Arjantin hükümetinin Peru’yu maddi konularda tehdit ettiği söyleniyordu. Arjantin ban-

kalarının bazı Perulu kişilerin hesaplarına el koyduğu, bazı malların kasıtlı olarak gümrüklerde tutulduğu iddia edilmişti. Final maçında da Arjantin, Hollanda’yı 3-1 yenerken birçok iddia konuşuldu. Arjantin maçı geç başlatmak için sahaya geç çıktı. Ayrıca maç öncesinde Hollandalı bazı oyuncuların mafya tarafından tehdit edildiği konuşuluyordu. Tüm bu iddialara rağmen Arjantin kupayı kaldırdı ve dünya şampiyonu olma coşkusunu yaşadı.

Tanrının Elİ Arjantin, 1986’da da kupaya uzandı ve yine şaibe söylentileri vardı. Finalde Batı Almanya’yı 3-2 yenerek kupaya uzanan takım özellikle Maradona’nın performansıyla kupayı haketmişti. Fakat Maradona, kupaya performansından çok eliyle attığı gol ile damga vurdu. Arjantin ve İngiltere arasında 40 HAZİRAN 2014


1994 ABD Dünya Kupası

oynanan yarı final maçı belki de tüm Dünya Kupası tarihinin en fazla hatırlanan maçı olmuştu. Maradona, önce orta sahadan aldığı topla neredeyse tüm İngiltere takımını çalımlayıp muhteşem bir gol attı. Ardından maçın son dakikalarında kısa boyuna rağmen kalecinin üzerinden yükselerek bir gol daha buldu. Aslında bu golü kafayla atması imkansızdı. Nitekim çekilen fotoğraflarda Maradona’nın golü net biçimde eliyle attığı görülüyordu. Bu golle finale çıkan Arjantin kupayı kazanırken Maradona da efsane oluyordu.

Maradona’nın Kİlo Skandalı 1994 Dünya Kupası’na da Maradona’nın bir olayı damga vurdu. Efsane oyuncu, kariyerinin en başarılı dönemlerinin ardından ABD’de düzenlenecek Dünya Kupası’ndan uzak-

laştırıldı. Bunun sebebi turnuva öncesi yapılan bir doping testinde kanında yasaklı madde keşfedilmesiydi. Maradona, fazla kilolarından hızlıca kurtulmak için efedrin almıştı ve bu madde yüzünden Dünya Kupası’na katılamadı. 1994, aynı zamanda Dünya Kupası tarihinin en yaşlı oyuncusuna da sahne oldu. Roger Milla, 42 yaşında Kamerun forması giydi.

Ronaldo Zehirlendi mi? 1998 Dünya Kupası, en heyecanlı turnuvalardan biriydi. Gelişen teknolojiyle birlikte milyonlarca kişi bu turnuvayı evindeki televizyonlarda seyretti. Kupanın finalinde ev sahibi Fransa, Brezilya ile karşı karşıya geldi. Bu maç Zinedine Zidane’ın tarih yazdığı maçlardan biri olmuştu. Efsane yıldız 2 kafa

golüyle 3-0 galibiyetin mimarıydı. Fakat Brezilya cephesinde farklı bir gündem vardı. Brezilya basını maçta kötü bir performans gösteren Ronaldo’nun maçtan önceki gece kendini kötü hissetmesini sorguluyordu. Ronaldo’nun www.2fmagazine.com 41


elde etti. Türkiye’yi finale giden yoldan eden Brezilya ve Ronaldo olmuştu. İki kez Brezilya ile karşılaşan Türkiye, iki maçı da kaybetti. Çeyrek finalde İlhan Mansız’ın altın golü hafızalara kazınacaktı. Üçüncülük maçında ise Güney Kore ve Türkiye arasında güzel görüntüler vardı. Bu maçta Hakan Şükür’ün 11. Saniyede attığı gol halen Dünya Kupası tarihinin en hızlı golü olarak kayıtlarda yer almaktadır. Finalde Brezilya, Ronaldo ile Almanya’yı da geçti ve kupaya 5. kez uzandı.

1998 Dünya Kupası

akşam yemeğinde Fransızlar tarafından zehirlendiği iddia edildi. Bu iddia hiçbir zaman kanıtlanamadı ama Ronaldo’nun final gecesi pek iyi olmadığı belliydi.

Türkiye’nin ilk başarısı Türkiye, 2002’de ilk kez sahneye çıktı. Tarihinde ilk kez finallere katılma başarısı gösteren A Milli Takım, üçüncülüğe ulaşarak büyük bir başarı Altın Gol - İlhan Mansız

Ümit Davala

42 HAZİRAN 2014

Zidane’ın Kafası 2002’de hayal kırıklığı yaratan son şampiyon Fransa, 2006’ya da çok kötü durumda geldi. Kimse Fransa’nın grup-


2002 Dünya Kupası

tan çıkmasına bile ihtimal vermiyordu. Fakat Fransızlar Zidane önderliğinde kısır maçlardan galibiyetler çıkartarak finale kadar gelmeyi başardı. Finalde rakip İtalyan’lardı. Normal süre 1-1 bitti. Uzatmalarda da gol olmayınca maç penaltılara gidiyordu. Fakat maçın son anlarında Zidane, Materazzi’ye kafa atarak kırmızı kart gördü. En etkili kozunu kaybeden Fransa, kupayı İtalyanlara bırakmak zorunda kaldı. Zidane’ın kafa atması maçtan sonra çok konuşuldu. Ünlü oyuncu Materazzi’nin kendisine kız kardeşiyle ilgili şeyler söylediğini ve bu yüzden kafa attığını dile getirdi. Materazzi ise maçtan sonra “Onun kız kardeşi olduğunu bilmiyordum” diye şeklinde yorum yaptı. Bu maç, Zidane’ın milli takım formasıyla çıktığı son maç oldu.

2006 Dünya Kupası

2010 Dünya Kupası

Şaşkın Hırsız Çaldığı Biletle Maça Gitti 2006 yılında Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası esnasında Eva Standmann isimli kadının çantası çalınmış. Çantanın içerisinde Brezilya – Avustralya maçı için alınmış bir bilet de bulunuyormuş. Çantadaki bileti farkeden hırsız, maça gitmeye karar vermiş. Ama bu kararı pek akıllıca olmamış. Stada gidip Standmann’ın kocasının yanına oturan hırsız, böylece kıskıvrak yakalanmış

Azteca Stadı Meksika www.2fmagazine.com 43


SPOR

Kardİyo İle kalbİnİ güçlendİr, yağlarını yak! Çoğu kişinin sevmediği.. Hatta ve hatta nefret ettiği yürüyüş veya koşu... Kendi içinde kollara ayrılan ve spor hayatımızda en önemli yere sahip olan – olması gereken – egzersiz bölümüdür kardiyo.

Neden Kardiyo? Spor yapmamızın en büyük amacı sağlıklı bir yaşamdır. Sağlıklı bir yaşam içim, vücudumuzun en önemli organa sahip çıkmalı ve onu güçlendirmeliyiz. Evet, kalbimizden bahsediyorum!

Kalbimizi Nasıl Güçlendiririz? Vücudumuzun en muhteşem organlarından biri olan kalbimizi güçlendirmenin tek yolu aerobik çalışmalardır. Aerobik çalışma yani kardiyo yapmanın da en kolay yolu yürümektir. Yapılan araştırmalara göre, hafta da 3 gün 30 dakikalık yapılan kardiyo çalışması sedanter yani aktif spor yapmayan kişiler için oldukça yeterlidir. Hafta da 1,5 saatinizi ayırıp, daha sağlıklı bir hayata kavuşabilirsiniz.

Kardiyonun Faydaları Nelerdir? Kardiyonun asıl amacı kalbimizi güçlendirmektir. Onun haricinde vü

cudun kan akışını düzenler, kilo kaybına yardımcı olur.

Temel 5 Fayda ise, şu şekildedir; A-Kalp Sağlığı Günlük yaşantınız da 1-2 dakika hızlı yürüdüğünüzde veya 3-5 basamak merdiven çıkmak bile nefes nefese kalmanıza sebep oluyorsa, kesinlikle kalbinizi güçlendirmeniz şart ! Spor yapan kişilerde acı ama gerçek olan bir konudur bu. Kollarım sıkılaşsın, kaslarım sıkılaşsın, karın kasım çıksın… Unutulan şu, kalpte bir kastır ve 44 HAZİRAN 2014


SPOR

güçlenmeye çoğu kasınızdan daha fazla ihtiyacı vardır.

ları daha yüksek bir yaşama ulaşmanızı sağlar.

D-Ruh Halindeki İyileşme B-Metabolizmanızı Hızlandırın Çoğu kişinin kilo ile ilgili bahanesi metabolizmam yavaş çalışıyordur. Peki, bununla ilgili bir çalışma yapıyor musun? Yaptın mı? Hayır, kilonuzu kontrollü bir şekilde düşürmek için, metabolizmanızı hızlandırmanız şart, bunun için de kardiyo yapmalısınız.

C-Kan Şekeri Dengelenmesi

Seviyesinin

Kardiyo kan şekerinin etkili bir şekilde kullanılmasına yardımcı olur. Özellikle diyabet hastalarında görülen, şeker seviyelerindeki dalgalanmaları düzenler ve hayat standart-

Spor yaptığımızda vücut endorfin salgılar, daha mutlu, dinç ve olumlu bir yapıya sahip olursunuz. Bu iş, okul ve sosyal hayatınızda da pozitif olarak size ve çevrenize yansır.

E- Kolesterolü Dengeler Yapılan araştırmalara göre düzenli spor yapan kişilerde kolesterol seviyesinde olumlu bir düşüş gözlemlenmiştir. Kolesterolünüzü denge altına almak için düzenli spor-kardiyo yapmanız gerekmektedir.

Kardiyo Sadece Yürüyerek Mİ Yapılır? Kardiyo kendi içinde kollara ayrılır, size en uygunu hangisi ise, onu

tercih edebilirsiniz. Bu tercihi etkileyen faktörler, maddi veya manevi olabilir. Yürümek, koşmak, bisiklete binmek, zumba-step aerobik veya tae bo derslerine katılmak, dans etmek v.s. Aslında konunun özeti şudur; mutlu olduğumuz şekilde nefes nefese kalmadan ve çarpıntı olmadan yaptığımız, nabzı arttıran ve bir süre nabzın o seviyede kalmasını sağlayan egzersizlerin tümü kardiyo egzersizidir.

Yağlarım Gİdecek Mİ? Düzenli kardiyo egzersizleri sağlıklı güçlü bir kalbin yanı sıra, yağ oranınızı da azaltmanıza yardımcı olur. Yapılan araştırmalar sonucu özellikle diyet yapan bireylerde yaşamlarına www.2fmagazine.com 45


SPOR kardiyoyu dâhil ettiklerinde yağ yakımı %40- %60 oranında artıyor. Yağ yakımı sadece görüntü için değil, genel sağlık açısından da çok önemlidir. Kardiyonun genel sağlık açısından öneminden bahsettik, bir de fitness veya vücut geliştirme yapan kişiler için ne kadar önemli olduğundan bahsedelim. Kardiyo kalp damar sistemini güçlendirdiği için, kaslarımıza giden

46 HAZİRAN 2014

oksijen ve gereken mineraller, güçlü damarlar yolu ile kasa daha hızlı ulaştırılır. Kardiyo yapan ve yapmayan sporcular arasında gözle görülür bir fark olur. Yapılan araştırmalar da, zaten kardiyonun bu konudaki önemini kanıtlarla vurgulamaktadır. Sözün özü; kardiyo yapan bireyler hayatlarında daha mutlu huzurlu, güçlü ve en önemlisi sağlıklı olurlar.

Spor dolu bir hayat dilerim. Not: Kardiyo egzersizlerinize başlamadan önce lütfen doktorunuza danışınız


SAĞ L I K

Dyt. Bengi ÇETİNER

BESLENME DESTEK ÜRÜNLERİ İLE

YAŞAM KALİTENİZİ ART TIRIN!

Y

eterli ve dengeli beslenme büyüme-gelişme, organ yapı ve işlevlerinin devamlılığının sürdürülmesi için gerekli besin öğelerinin bireye özgü olarak uygun miktar ve bileşimde alınmasıdır. Günümüzde değişen yaşam koşullarıyla birlikte sağlık açısından beslenmenin önemi giderek anlaşılmakta buna karşın beslenmeye ayrılan süre azalmaktadır. Bu tezatlık beslenme desteği kullanımını gündeme getirmektedir. Sağlık ve beslenme alanındaki gelişmelere paralel olarak beslenme destekleri kullanımı gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Gelişmiş batılı ülkelerde 10 kişiden 7’sinin yaklaşık yılda 4 milyar doları vitamin ve mineral tüketmeye harcadığı

belirtilmektedir. Vitamin-minerallerden sonra kullanımı en yaygın olan ürün beslenme desteğidir. Vitamin-

mineral desteklerinin yanı sıra doğal olduğu için zararsız olduğuna inanılması nedeniyle bitkisel beslenme des-

www.2fmagazine.com 47


SAĞ L I K teklerinin kullanımında da artış görülmektedir. Bitkisel beslenme destekleri bitkinin sadece kendisinden değil, ağaç kabuğu, kökü, yaprağı, tohumu, çiçeği, meyvesi, odunsu kısmı veya bunların ekstresinden oluşan kısımlardır. Yeterli ve dengeli beslenmenin çeşitli nedenlerle sağlanamadığı durumlarda beslenme desteği ürünleri önemli yer tutmaktadır. Günlük diyetin bir parçası olarak tüketilen, besin bileşiminde bir veya birden fazla aktif bileşen içeren ve insan sağlığını geliştirebilen, fizyolojik etkileri olan besinlerdir. Beslenme destekleri beslenme ile ilgili sorunların önlenmesinde ve çözümlenmesinde, hastalık önleyici, tedavi edici ve sağlığı geliştirici medikal etkileri olması özellikleri nedeniyle birincil olarak kullanılmaktadır. Amerika’da kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada beslenme desteği kullananların genellikle sağlıklı bir yaşam biçimine sahip oldukları bulunmuştur. Bu da beslenme desteklerinin sağlık geliştirme ve hastalıkları önlemede kullanıldığının bir göstergesidir. Eğer kişi beslenme örüntüsünde vitamin ve mineralleri alamıyor ve laboratuar bulgularıyla eksiklik doğrulandıysa, kişinin geçmişinde kötü beslenme alışkanlıkları varsa, vegan ise (hayvansal yiyecekler yemiyorsa) anemik ise, bazı besinlere karşı alerjisi veya intoleransı varsa, fazla sigara ve alkol kullanıyorsa, hastalık dönemlerinde beslenme destek ürünleri kullanımı uygun olabilir.

48 HAZİRAN 2014


SAĞ L I K Bİtkİsel beslenme destek ürünlerİnde İlaç etkİleşmesİne dİkkat edİn! Bitkisel beslenme destekleri ile ilaç etkileşimlerinin göz ardı edilmemesi gerekir. Bitkisel beslenme desteklerinin bileşiminin tam olarak bilinememesi, bazı ilaçlarla potansiyel etkileşimlerinin olması, piyasada kolay ulaşılabilir olması ve yasal düzenlemelerin ilaçta olduğu kadar sıkı olmaması nedeniyle bu ürünlerin bilinçsiz kullanımı insan sağlığı için risk oluşturmaktadır. Özellikle doza yanıt çalışmalarının yetersiz oluşu riski arttırmaktadır. Bunların önüne geçilmesi için bu alanda yapılan çalışmalara ağırlık verilmesi, toksik etkilerin kullanılabilecek dozların belirlenmesi yararlı olacaktır

Yaygın Olan Bİtkİsel Beslenme Desteklerİ nelerdİr? Sarımsak (allium sativum)

Meyan kökü (Licorice root-Glycyrrhiza glabral)

eten Tohumu (Linum usitatissimum)

Ekinezya (Purple coreflower)

Soya Efedra (Ephedra sinica) Keten Tohumu (Linum usitatissimum) Karayılan otu (Black Cohosh -Cimicifuga racemosa)

Kava (Piper mehhysticum) www.2fmagazine.com 49


moda

50 HAZİRAN 2014

Nihan Bilgin

nihan@2fmagazine.com 2fmagazine.com

r a l l u v a B


a d p u y u d i y e Bu kelim k a m a m n a l heyecan ? ü m n ü k m ü m

B

aharın gelmesiyle kışın kasvetli havasını unutup yaz akşamlarında esen o ılık rüzgarı hissetmeye başlıyoruz. Geçtiğimiz yaz biten tatilin ardından 4 gözle beklemeye koyulduğumuz yaz nihayet geliyor. Benim aklıma hemen deniz kum ve tabii güneş gelince hayallere dalmadan, planlar yapmadan olmuyor. Bazen Afrikada Safari turunda dürbün ile leoparların aile yaşantısına konuk olurken bazen de İbiza’nın eğlenceli gece hayatında dans ederken buluyorum kendimi.

Yapılan tüm planlar gerçekleştirilme arzusunu da içinde barındırır. Bazıları ertelenirken bazıları rotasını değiştirir. Ama nereye gidersek gidelim değişmeyen şeyler vardır. Bavullar ! Markalar yeni sezon için koleksiyonlarını tanıtırken hızla vitrinler de değişiyor. Kafamızın karışmaması çok çok zor. Düşünmemiz gereken o kadar çok şey var ki ; deniz için bikiniler, terlikler plaj için pareo, havlu, elbise, gözlük, şapka, güneş kremleri, akşam için elbiseler, ayakkabılar nemlendiriciler ve daha birçoğu. Gidilecek rota belirlendikten sonra sıra geliyor alışverişe. Her yaz olduğu gibi bu yazın da vazgeçilmez rengi beyaz. Dilerseniz tek beyaz parçayla kombin yapabilir, baştan aşağı

moda

Yaz

beyaza bürünerek çok sade ve de çok modern bir görünüme sahip olabilirsiniz. Beyaz elbiseler üzerine renkli aksesuarlar kullanarak tarzınızı ortaya koyabilirisiniz. Bronzlaşan tende beyaz renk tartışmasız muhteşem duracaktır. Deniz elbiselerinden hasır şapkalara ince gömleklerden eteklere kadar korkmadan kullanabilirsiniz. Dingin ve huzur veren maviyle, enerjik ve ilham veren sarı bu yaz herkesin kullanacağı renklerden. Özellikle limon sarısı ve bebe mavisinin tonlarına karşı koymak neredeyse imkansız. Beyazla muhteşem bir uyum yakalayan bu renkleri kıyafetlerinizde kullanabileceğiniz gibi her geçen gün artan aksesuar çeşitleriye de sade kı-

www.2fmagazine.com 51


moda

yafetlerinizi renklendirebilirsiniz. Plaj modasında çok rastlamadığımız bu renkleri akşam kullanmanız daha etkili olacaktır. Pastel tonları kombinleyerek kullanmaya alışmışken sıra geldi tezat renkleri karıştırmaya. Mavi-truncu, kırmızı-yeşil yada mor- sarı bu zıt renkleri karıştırmak için kendinize güvenin ve yaratıcılığınızdan faydalanın. Birçok tasarımcının koleksiyonunda yer verdiği bu tezatlıkları siz de deneyin ve eğlenin. Birkaç sezondur koleksiyonları etki-

52 HAZİRAN 2014

si altına alan desenler bu sezonda ön planda. Tropikal baskılar, etnik dokunuşlarla sıradanlıktan uzaklaşabilir, yaza hareket katabiliriz. Farklılık yaratmak isteyenler, özgün görünüm arayanlar bu desenlerin gücünü kullanabilirler. Özellikle mayo ve bikinilerde vahşi doğa baskılarıyla güçlü ve seksi bir görünüm yakalayabilirsiniz. Leopar ile kullanılan fırfır detaylı bikiniler , timsah deseniyle derin göğüs dekolteli mayolarıyla deniz modası oldukça feminen. Sağlıksız yaşamanın out , spor yapıp

doğal beslenmenin in olduğu şu günlerde Nike Air Max’in de hayatımıza girmesiyle oldukça rahatladık. Spor şıklık denilen şeyi tam anlamıyla yakalamıştık sonunda. Nike Air Max ile giyilen midi boy bir etek kısa bir tişört ile havalı bir görünüme sahip olmak için başka bir şeye ihtiyacınız olmayacak. Üstelik oldukça çeşitli renk kombinlerinin yanı sıra desenlileri de mevcut. Hala edinmediyseniz bir an önce çeşitlerine bakıp rengine karar vermeye başlamalısınız. Spor koleksiyonlarında hareketlenip sıkıcılıktan uzaklaştığı bu sezon rahatlıkla elbiselerin üzerine spor sweatler giyebilir , umursamaz ama cool bir etki yaratabilirsiniz. Sağlıklı yaşama doğru bir adım atarken modanın kalp atışlarını hissedin… 2014 erkekler için dinamik bir yaz olacak. Bej rengiyle kışın stresini atacak yaz akşamlarında parlayacak-


moda üzerine giyilen Fleur De Lis’li bir kot gömleğe kimse hayır diyemez

sınız. İnce şortlar, keten gömleklerle bej’e bürünerek klasik-modern bir görünümle rahatlayabilirsiniz. Mavi ve yeşil tonlarının ağırlıklı olduğu bu sezonda mor ve pembenin pastel tonlarına da yer vermeniz gerekebilir. Özellikle pembenin sakinliğine dikkat çeken Burberry reklam kampayası için de ingiliz oyuncu Jamie Campbell Bower’i seçerek hedefi tam 12den vurmuş. Bu sezon bayların kapmış olduğu çiçek desenlerini barındıran koleksiyonlardan bizler de birer parça edineceğiz sanırım. Adidas gibi spor markanın da içinde bulunduğu birçok firma koleksiyonuna bu çiçekleri ekledi. Tom Ford’un siyah üzerine renkli çiçekli pantalonu fazlasıyla iddialı gelebilir. Ama bir yaz gecesi beyaz şortun

www.2fmagazine.com 53


moda

Plaj WE ARE HANDSOME AEROPOSTALE WE ARE HANDSOME

RAY-BAN JAWBONE

DEFACTO

VICTORIA’S SECRET

DAGİ AEROPOSTALE

TOP SHOP

PENTİ

PENTİ LANCOME

TOP SHOP

ÖZGE ULUSOY TOMMY HILFIGER 54 HAZİRAN 2014


moda MON REVE INDUSTRIE DENIM

GAP

INDUSTRIE DENIM

PUMA

CLARKS

TOMMY HİLFİGER AEROPOSTALE

İNCİ DERİ ADİDAS İNCİ DERİ www.2fmagazine.com 55


moda CALVIN KLEIN LEVI’S EMPORIO ARMANI

AEROPOSTALE

Yaz modası

MARSHALL

HALLY AND SON

LEVI’S AEROPOSTALE TOMMY HILFIGER

PORSCHE DESIGN

TOMMY HILFIGER ADIDAS

CLARKS

RICOH 56 HAZİRAN 2014

ALDO


Melih BİLGİN

Röportaj

melih@2fmagazine.com

Vitringez

Modanın Google’ı

Natali Yeşilbahar Alışkanlıkları değiştirmeyi hedefleyen yeni bir e-ticaret projesi olan Vitringez. com’un kurucularından Natali Yeşilbahar ile “Modanın Google’ı” olarak tanımladığı projesi üzerine konuştuk. Sizi Twitter’dan, Vitringez’den tanıyoruz. Ama Linkedin hesabınıza baktığımızda biraz şaşırdık açıkçası. Pazarlama ve dijital medya alanında uzun bir tecrübeniz var. Ardından da bu tecrübeler doğrultusunda kendi girişimlerinizi hayata geçirdiniz. Bize biraz girişimciliğe uzanan bu hikayenizden bahseder misiniz? Hep yeni projeler üretmeye ve pazara farklı ürünler sunmaya çalışan ekiplerle çalıştım; insanların hayatını kolaylaştıracak ürün ve hizmetlerin izinden gittim. Türkiye’de alışkanlıkla-

rı değiştiren ve ülkemize yeni gelen (Xing, Groupon vb.) pek çok hizmet ve yeni teknoloji ürünlerin satış operasyonlarında bizzat görev aldım. Online ticaret kariyerimin her adımında içinde olduğum, son derece dinamik bir dünya. Vitringez.com ise eksikliğini uzun yıllardır hissettiğim ve her şeyden önce kendi ihtiyaçlarımdan ve yakın çevremin taleplerinden yola çıkarak gerçekleştirdiğim hayalim. İlk etapta internette bir arama kutusuna ihtiyacım olduğunu fark ettim. Bu kutuya yazdığım bir ürünün online satıldığı mağazaları sıralayacak bir ara-

ma kutusu canlandırdım gözümde. Yani online alışveriş için internette vazgeçmeden arama yapan ve buna uzun dakikalar, hatta saatler ayıran kişilerin hayatlarını kolaylaştıracak, keyifli zaman geçirmelerini sağlayacak bir sistem yaratmak istedim. Online alışveriş yapan insanların da benim gibi ihtiyaçları var mı diye düşündüm. Buradan hareketle ortağım Önder Göğebakan ile birlikte detaylı bir araştırma yaptık, sonuçları analiz ettik ve hem e-ticaret siteleri hem de buralardan alışveriş yapanlar için önemli bir eksik olduğunu gördük. Ve www.2fmagazine.com 57


Röportaj

‘’Türkiye’nin Moda Arama Motoru’’ Vitringez.com doğdu. Kuruluş öykümüzün tamamını Vitringez Blog’da da okuyabilirsiniz. Twitter’daki popülariteniz nasıl başladı? Ülkemizin İnternet Oscarları olarak kabul edilen Altın Örümcek Yarışması’nda nataliyesilbahar.com blogumla ödül aldım. Geçtiğimiz yıl da . Bunun yanında yenilikleri takip etmeyi ve bu yeniliklerin kişilerin ve kurumların hayatlarında nasıl kullanabileceklerine dair paylaşımlarda bulunmayı çok seviyorum. Kişilere yararlı bilgiler sunduğum ve hayatlarını kolaylaştırmayı misyon edindiğim için takibe değer görülüyorum. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Siz bir girişimci mi, blogger mı, marka ve sosyal medya uzmanı mı mısınız? Yoksa hepsi birden mi? Heyecanlı, tutkulu, yaptığı işe aşık ve azimli biriyim. Farklı fikir ve projeler üretmek, henüz ortaya çıkmamış ihtiyaçlara çare olabilmek beni çok heye58 HAZİRAN 2014

canlandırıyor. Bu tutkuyla yola çıkınca hedefe ulaşmamak mümkün değil. Bu nedenle beni asıl tanımlayan unvan “girişimci”. 2013’ün sonlarında Vitringez’i hayata geçirdiniz. Bu projenin temel yapısından ve şimdiye kadar ulaştığınız seviyeden bahsedebilir misiniz? Vitringez.com’u güvenilir, profesyonel, moda ve yurt dışı deneyimi

diği markalara, istediği zaman, geniş filtreleme seçenekleriyle ve tek tıkla ulaşmasını sağlıyor. İndirim Alarmı ve Moda Alarmı sayesinde kullanıcının aradığı ürün ve marka beklediği fiyatla kullanıcısının ayağına gidiyor. En son trendleri, birbirinden ünlü bloggerları ve eşsiz moda tavsiyelerini, moda tutkunu internet kullanıcılarıyla buluşturduğumuz Vitringez Blog ise diğer bir

olan ortağım Önder Göğebakan ile birlikte hayata geçirdik. En iyi yaptığımız şeyin sektörün gereksinimlerini iyi analiz etmek olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle kısa sürede hızlı bir başarı kaydettik. Vitringez.com, kullanıcısının ihtiyacı olan ürüne ve iste-

farklılığımız. Bu sayede takipçilerimize hem ilham hem de haber kaynağı olu-


Röportaj

yoruz.Bugün itibariyle Vitringez.com olarak; ziyaretçilerimize kadın, erkek, çocuk ve ev kategorilerinde 7.400’den fazla marka ve 74 e-ticaret sitesi altında çantadan saate, giyimden aksesuara, ayakkabıdan kozmetiğe 800.000’in üzerinde ürün seçeneği sunuyoruz. Ayrıca geçtiğimiz ay sevindirici bir haber aldık. Girişimciliği destekleyerek sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın itici gücü olma vizyonuyla çalışmalarını sürdüren Endeavor Türkiye Ofisi, ‘Endeavor Girişimcileri’nin seçimini gerçekleştirdi. Türkiye’nin alışveriş alışkanlıklarını değiştirmek ve kolaylaştırmak amacıyla kurulan Vitringez.com’un kurucuları olarak beni ve ortağım Önder Göğebakan’ı Endeavor Girişimci adayı olarak seçtiler. Bu bizim doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.

Sizi kime sorsak, nerede sizin hakkınızda bir yazı okusak enerjinizden bahsediyor. Nasıl sürekli bu kadar enerjik olabiliyorsunuz? Teşekkür ederim. Şimdiye kadar hep sevdiğim ve inandığım işlerde çalıştım. Doğru ekiple ve size güvenen inanan insanlarla çalışınca da başarılı ve enerjik olmak hiç de zor olmuyor :)

Son olarak sizin eklemek istedikleriniz? 2f Magazin’den aldığınız trend önerilerini Vitringez.com’da bulabilirsiniz. Sevdiğiniz markaların yeni ürünlerinden herkesten önce haberdar olmak, aradığınız ürüne vakit kaybetmeden ulaşmak, vitrin vitrin gezmemek, indirimleri kaçırmamak için Vitringez.com’un Moda Alarmını kurmayı ihmal etmeyin

Vitringez dışında başka işleriniz de var. Bunlar zamanınızın büyük bölümünü tüketiyordur herhalde. Yine de bundan sonrası başka girişimler hayata geçirme düşünceniz var mı? Aynı anda birbirinden farklı birçok projede yer aldım. Şu anda ortağım Önder Göğebakan ile tek tutkumuz Vitringez.com! Moda’nın Google’ını kurduk ve tüm heyecan ve azmimizi sadece bu iş için kullanıyoruz. Online alışveriş severlerin keyif almasını sağlamak, bu platformdaki alışveriş deneyimini kolaylaştırmak için çalışıyoruz. www.2fmagazine.com 59


ego

Nilay AYDOĞAN // deniz@2fmagazine.com @nilayaydogann

Kendi şehrinde turİST S U LTA N A H M E T ! Evet, cümle kendi içinde çelişse de en doğru anlatımı veriyor aslında. Bir oda düşünün ki; içindesiniz ama bir o kadar da köşesindesiniz! Bulunduğunuz yerden odanın her köşesini göremez, odanın büyüklüğünü hayal edemezsiniz…

İstanbul bir oda, sizde bir köşesiniz! Belki de sadece şehir dışından gelen kuzeninizdir size İstanbul’u gösteren ya da bir sanatçıdır kaçırdığınız tarihi güzellikleri 60 HAZİRAN 2014

ölümsüz kılan… Peki, o şairin dinlediği İstanbul’u siz hiç duydunuz mu?… Bu sefer sadece yürüdüm ve ayaklarım beni baktığım ama görmediğim yerlere götürdü. Bir anda ruhumu kendi şehrimde ama kendi dilimin konuşulmadığı bir insan topluluğu içinde buldum.Mekan tanıdık, insanlar yabancı! Elime baktım pasaportum değil sadece simidim vardı. Dedim ya mekân tanıdık; her za-

man içinde yürüdüğüm Mısır çarşısına bilen adımlarla girdim. Adımımı attığım andaysa kendimi tepesinde buldum. Görselliği ile göz dolduran Bab-i Hayat, beni tadından mest eden yemekleri ile karşıladı. Baktığınız her köşesinde başka hikâye anlatan mekânın asıl hikayesi ise tığ işlemeli perde ve demir parmakların ardından görünen Eminönü’ydü!


ego

www.2fmagazine.com 61


S Kaan İ N EDenk MA

B e ya z p e rd e d e Rebel Without A Cause

S

i s e t A k i l Genç

inemaseverler olarak, 120 yıldır perdeye yansıttığımız ışığın içerisinden birçok figürü, imgeyi ve hayatı röntgenledik ve röntgenlemeye devam ediyoruz. Bunların her biri ait oldukları fotoğraf karelerinin arka arkaya gözlerimizin önüne serilmesiyle bir hareket bütününe kavuşurlarken, bünyelerinde barındırdıkları aksiyon ile hareket kazanabilmeleri için ikinci bir kareye dahi ihtiyaç duymayan genç insan figürlerinin cazibesi her daim ayrıcalıklıdır. Bunca yıllık sinema tarihi boyunca binbir çeşit kültürden, binbir çeşit dönemden, binbir karakterde genç insanın hikâyelerine tanık olduk ve hangi statüden olurlarsa olsunlar her birinin en büyük derdi ortaktı: Büyümek. Adına yetişkinlik denen ve nefret ettiğimiz her şeyin sembolü olan o 62 HAZİRAN 2014

döneme girmeden öncesi ile ait olduğumuzu hiçbir zaman kabul etmediğimiz, hatırlanmamak üzere kaçılan çocukluk döneminin sonrası arasında sıkışmış genç insan portreleri, her yaştan izleyici için her daim ilgi çekiciliğini korumuştur. Gerek perde üzerine düşen taze siluetleri ile gerekse içlerinde barındırdıkları ve içlerinde tutamadıkları tekinsiz heyecanları ile sinema sektörünün arzu odağına oturmuşlardır. Yetişkin seyirci gözünde bir nostalji ve özlem duygusu tetiklerken, küçüklerin gözünde ise Rebel Without a Cause’da (1955) James Dean’in giydiği kırmızı ceket kadar göz alıcı ve olmak istenilenlerdir. Gençlik filmlerinin sinema piyasası içerisindeki konumu, genç insanların hayatın içinde durdukları yerle benzerlikler taşır. Genç karakterlerini belli

kalıpların dışına çıkartıp derinleştirebilen gençlik filmleri genellikle kendilerine büyük şirket yapımları arasında bir yer bulamaz. Gençliğin getirdiği isyan ve bağımsızlık ateşi ile tanıştıkları ilk otorite olan aile nezdinde ve sonrasında karşılarına çıkacak her buyruğa karşı durmak, o otoritelerin arasına katılmadan önce ellerindeki en iyi seçenektir. Zira ebeveynler, öğretmenler, müdürler ve patronlar insan hayatının en güzel yıllarını ağız tadıyla yaşatmamak için pusuya yatmış beklerken gençlerin muhtaç oldukları isyan, damarlarındaki asi kanda mevcut bulunacaktı. Yaşken eğilmeyi reddedenlerin hikâyeleri dünya hallerine göre de biçim değiştirdi. Soğuk Savaş dönemi ile kutuplaşan dünyada her birey gibi gençler de evlerine çekildi. 70’li yılların


SİNEMA ve öncesinin birlikten doğan kültürünün yerini, odalarına kapalı gençlerin hapsolduğu bireyselci yaklaşım aldı. Bu da 80’ler gençlik filmlerinde sınıflara ayrılmış, gruplaşmış gençleri görmemize sebep oldu. Zaten gençlik dertleri yetmiyormuş gibi bir de sporcular, inekler, prensesler ve ucubeler olarak birbirleriyle bir daha kaynaşmalarına imkân sağlamayacak şekilde bölündüler. Böyle bir dönemde gençlik filmlerinin başucu yapıtı The Breakfast Club (1985) ile bir kahraman gibi doğan John Hughes, x kuşağı gençliğinin beyazperdedeki sesi oldu. Hiçbir zaman onun kadar şanslı ve sevilen olamayacağımız Ferris Bueller karakterini yaratarak tüm nefret edilen şeylerden bir günlüğüne (Ferris Bueller’s Day Off, 1986) kaçma imkânı sundu. 80’lerden 90’lara geçerken, ‘sadece eğlenmek isteyen kızlar’ın Teen Spirit kokan kardeşleri bayrağı teslim aldı ve yeni bir kültürün fitilini ateşledi. 90’lı yılların sahip olduğu yeraltı atmosferinin içerisinde birçok yeni genç yönetmen filmler çekmeye ve bir alt kültür oluşturmaya başladı. Bu yönetmenlerden biri olan Gregg Araki, dönemin jenerasyonunun içine doğduğu kaotik ortamı Teenage Kıyamet Üçlemesi ile resmetti. Yolunu bulamayan ve tek bildikleri yolun da ‘yetişkin olmaya’ gitmediği gençlerin yol filmi olan The Doom Generation (1995) da bu üçlemenin ve döneminin en sembol filmlerinden biri oldu. Yıllar geçse de genç olmanın dertleri, korkuları ve zorlukları bugüne dek baki kaldı. Kültürleri ve dönemleri değişse de beyazperde üzerindeki dinamiklerinden hiçbir zaman hiçbir şey kaybetmeyen gençlik filmleri aynı

heyecanlarını her daim koruyacaklar. Bundan sonra da hem Allison’ın The Breakfast Club’taki “Büyüyünce kalplerimiz ölür” uyarısı kuşaklar boyu geçerliliğini sürdürmeye, hem de o sahneyi izleyen her kuşak kalplerinin ölmesine bir gün izin vermeye devam edecek. Bu gençler zamanın acımasız ve fütursuz akışına karşı koyamasalar da

bu filmler o anları en güzel halleriyle muhafaza edip her şeye inat hep genç kalacaklar. Biz de tekrar tekrar hızlı yaşayıp genç ölen James Dean’in filmlerini açıp onu hala hızlı yaşarken izleme şerefine nail olacağız

The Breakfast Club

Ferris Bueller’s Day Off www.2fmagazine.com 63


S Güvenç İ N E Atsüren MA

If

Sinemada Gençlik Durakları

D

eğişimin, büyümenin, aşık olmanın heyecanının, karşı çıkmanın, isyanın dönemidir gençlik. Bazen yeni taşındığımız mahallede, bazen bir yatılı okulda, bazen ceza için kapatıldığımız bir sınıfta... Bir partide, kapanıp cinselliğimizi keşfettiğimiz bir evde ya da kapıldığımız içi boş hayallerde... Gençlik her yerde güzeldir, ama en çok beyazperdede.

Rebel Without a Cause (1955) Tüm zamanların en büyük gençlik ikonlarından James Dean’in yıldız personasını iyice parlatan yapım olmasının yanında Rebel Without a Cause, döneminin gençliğine attığı bakışla da gençlik filmi denilince ilk akla gelen filmlerden biri şüphesiz. Usta yönetmen Nicholas Ray’in artık kült mertebesine erişmiş yapıtında ‘asi genç’lerin bu ruh hali, büyük ölçüde kendilerini anlayamayan, sorunlu ailelerine bağlanır. Bunun genel anlamda gençliğin her dönem yaşadığı bir sorun olduğu düşünülürse, Rebel Without a 64 HAZİRAN 2014

Cause’un neden böylesine önemli ve evrensel bir klasik olduğu daha kolay anlaşılabilir. Sonraki yıllarda çekilen gençlik filmlerinde göreceğimiz kendini ispatlamaya çalışan arkadaş grupları arasındaki sürtüşmeler, araba yarışları gibi birçok temayı içermesiyle de sinema tarihinde önemli bir yer tutar.

If… (1968) İsyan, gençlik deyince akla gelen kavramlardan şüphesiz. Yeni İngiliz Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden Lindsay Anderson’un yönettiği If…de gençlik isyanını ele alan en güçlü filmlerden biri. Başını Malcolm McDowell’in canlandırdığı Mick Travis karakterinin çektiği bir grup gencin öğrenim gördükleri yatılı okulda kalkıştıkları isyan anlatılır If…’de. Lakin bu isyanın muhatabı sadece otoriteyi simgeleyen okul yönetimi değil, aynı zamanda kendilerine baskı uygulayan diğer öğrencilerdir. Çünkü gençliğin derdi, otoriteye karşı gelmenin de ötesinde, kendi özgürlüklerine yönelen her tehdidi

yok etmektir. Masum gençlik isyanının silahlı direnişe dönüştüğü alegorik anlatısı, siyah-beyaz ve renkli görüntülerin iç içe geçtiği görselliğiyle If…, kazandığı Altın Palmiye’nin hakkını veren bir başyapıt.

The Breakfast Club (1985) Filmleriyle 80’ler ve 90’ların Hollywood Sinemasına damga vurmuş John Hughes’ün en değerli işlerinden biri kesinlikle The Breakfast Club. Birbirlerinden çok farklı özelliklere sahip beş lise öğrencisini, aldıkları ceza nedeniyle bir arada kalmak zorunda oldukları sınıfta izleriz tüm film süresince. Başlangıçta sürekli birbirleriyle tartışıp kavga eden bu beş farklı genç, birlikte zaman geçirdikçe bu farklılığı yaratanın yetişkinler, otorite ya da daha genel olarak sistemin kendisi olduğunu fark ederler. Gençleri etiketleyip birbirinden uzaklaştıran düzenin tekerine naif ama etkili bir çomak sokan The Breakfast Club, sinemada gençliğin en güçlü temsillerinden.


SİNEMA Dazed and Confused (1993) Amerikan Bağımsız Sinemasının en önemli yönetmenlerinden Richard Linklater’ın Dazed and Confused’ü tipik bir gençlik filmi aslında. 1976 yılında Amerika’nın herhangi bir lisesinde okulun son gününde düzenlenen bir partideyiz. Dönemin ruhunun tamamıyla hissedildiği bu partide gençlerin içki içip eğlenmelerinin dışında farklı bir şeye tanıklık ediyoruz; geleceğe dair bir fikri ya da beklentisi olmayan gençlerin kafa karışıklarına ve öfkelerine. Bu haliyle sabun köpüğü kıvamındaki gençlik filmlerinin çok ötesinde bir tematik yoğunluğa sahip Dazed and Consufed’un rahatlıkla tüm zamanların en iyi gençlik filmlerinden biri olduğu söylenebilir. Alice Cooper’dan Aerosmith’e, Bob Dylan’dan Deep Purple’a uzanan müzikleri de cabası.

lenen bir filmse, sinema dilleri çok farklı olsa da, Spring Breakers da 2000’lerin, hatta 2010’ların gençliğine getirdiği bakışla takdiri hak eder. Çıkış noktasından iyiden iyiye sapıp yozlaşan hip-hop müziği ve MTV kültürüyle bir nevi beyinleri yıkanan dört genç kızın hikâyesini anlatır Spring Breakers. Bu dört genç kızın, medyada gördükleri bu renkli dünyada dü-

zenlenen göz alıcı partilere katılabilmek, o atmosferi yaşayabilmek için soygun yapmayı dahi göze alabilecekleri -ki film ilerledikçe işler daha da çığırından çıkacaktır- bu sert, hatta absürt bir hikayeden dönemin kayıp gençliğine dair umutsuz, karanlık ve hazmı zor bir çıkarım yapar yönetmen Harmony Korine

Dazed and Confused

Spring Breakers

The Dreamers (2003) Tarihin en büyük gençlik ayaklanmalarından olan ’68 baharında Paris’te yükselen öğrenci hareketi, The Dreamers’ın doğrudan konusunu oluşturmasa da her anına siner. Her ne kadar filmin odağı, sokaklarda olaylar tüm hararetiyle sürerken büyük ölçüde evlerine kapanan üç gencin arasındaki ilişki de olsa, özgürlükçü tavırları sebebiyle bu üçlü, sokaktaki akranlarından farklı değillerdir. Zira gençlik, isyankârlığın olduğu kadar cinselliği keşfetmenin de zamanıdır. Sokakta idealler uğruna mücadele ederken, aynı zamanda tüm hayatlarını şekillendirecek cinselliğin politik yönünü de öğrenme zamandır.

The Dreamers

Spring Breakers (2012) Dazed and Confused, nasıl 70’lerin gençliğinin içinde yaşadığı ortamın etkisiyle şekillenen ruh halini ele almasıyla değerwww.2fmagazine.com 65


Röportaj

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com

Twitter’ın

Astroloji Uzmanı: Twitburç Son dönemde adını sıkça duymaya başladığımız Zeynep Turan ile astroloji dünyası ve Twitburç üzerine konuştuk. Zeynep Turan Kimdir? Twitburç haricinde sizi kişisel olarak biraz tanıyabilir miyiz? Ben yıllarca Psikoloji ve Çocuk Gelişimi konusuna yönlendirildim ailem tarafından. Diplomamı da bu konular üzerine aldım. Fakat daha sonra mezun olduğum alanın aksine şuan yorum yapan, danışmanlık veren bir kimliğim var. Astroloji konusuna her zaman meraklıydım. Çocukluğumdan gelen bir meraktı bu. 17 yaşımdan itibaren bir şekilde amatör olarak Astroloji alanıyla ilgilenmeye başladım. Sonra iş profesyonelliğe döküldü. Dolayısıyla Astroloji benim ikinci işim değil, meslektaşlarımın çoğundan bu konuda farklıyım. Yaşım da genç sayılır, 1980 doğumluyum. Astroloji konusunda profesyonelliğe adım atmam geçirdiğim bir trafik kazası sonrası oldu. Bu konuyu 66 HAZİRAN 2014

çok dramatize etmek istemiyorum, o yüzden çok bahsetmek istemiyorum. Ama kaza sonrası yatarak tedavi görmem gerekti. Bu tedavi sürecinde de Astroloji ile daha profesyonel olarak ilgilenmeye başladım. Profesyonellik derken kendinizi nasıl geliştirdiniz? Küçüklüğümden beri ilgim vardı bu konuya. Çocukken gazete bayisi

olan bir akrabamız vardı. Moda’da sürekli onun yanına gider, orada dergi ve gazeteleri okurdum. Özellikle dergilerin arka sayfalarındaki Astroloji köşelerine çok meraklıydım. Orada neler anlatılıyor, hangi burç için neler yazılmış hep dikkatimi çekerdi. Sonra ilerleyen yıllarda tüm büyük Astroloji uzmanlarının kurslarına gittim. Şuan 50 yaşında üzerinde olan tüm Astroloji uzmanlarından ders


Röportaj

aldım diyebilirim. Gerçi kursları bitiremedim çünkü istikrar sağlayamadım :) Sonuçta Astroloji bir matematik, bir hesap işi. Bu konuda ne kadar pratik yaparsanız kendinizi o kadar ileri seviyeye taşıyorsunuz. Sonra iş yoruma dökülüyor.Bunun yanında dünyadaki büyük Astroloji uzmanlarını, bu konuyla ilgili kurumları sürekli takip etmeye çalışıyorum. “Onlar neler yapıyor” değil “Ben kendime neler katarım, nasıl geliştiririm” diye düşünüyorum sürekli. Bize biraz Astroloji Bilimi hakkında da bilgi verebilirsiniz? Bunun bir hesap, bir matematik işi olduğundan bahsettiniz. Astroloji aslında insanlığın ilk zamanlarından beri var olan bir bilim. İlk www.2fmagazine.com 67


Röportaj insanlar yollarını gökyüzüne bakarak buluyordu. Şimdi de tarih kitaplarını açtığımızda ya da hatta tarih ile ilgili dizileri seyrettiğimizde gözyüzüyle ilgili birçok hesap yapıldığını görüyo-

çimde arttı.2012 öncesinde Astroloji biraz Fal gibi görülüyordu. Fakat biz kişinin isminden yola çıkarak yorum yapmıyoruz. Kişinin doğduğu gün, ay ve yılı temel alarak bazı hesap-

musunuz? Terzi kendi söküğünü dikebilir Astroloji alanında. Ben de kendim için bir harita çıkarıyordum. Fakat uzun yıllardır pek bakmıyorum. Çünkü

ruz. Dolayısıyla aslında bu hayatımızda hep vardı. Ama özellikle ilginin artması 2012 yılıyla birlikte başladı. Maya Takvimi hakkındaki söylentiler insanların Astroloji ile daha yakından ilgilenmesini sağladı. Türkiye’de de 2012 sonrası Astroloji’ye olan ilgi ciddi bi-

lamalar yapıyoruz. Bu bilgiler ışığında sizin algınızı yorumluyoruz. Dolayısıyla insanlar artık Astroloji’yi bir yol haritası olarak görmeye başladılar.

benim Sağlık Evim çok zorlu geçiyor. Ne zaman önemli bir kardinal meydana gelse, benim Sağlık Evim bundan çok kötü etkileniyor. Bunu da kabul etmiyordum aslında. Fakat en son hamilelik dönemimde bebeğimle birlikte ölümcül bir rahatsızlıktan döndüm. O gün-

68 HAZİRAN 2014

Peki terzi kendi söküğünü dikebiliyor mu? Kendiniz ile ilgili de Astrolojik araştırmalar yapıyor


Röportaj den beri artık bu durumu da kabullendim. Twitburç nasıl doğdu? 2008 yılında doğdu. Posta Gazetesi’nde yıllık bir yorum yazacaktım. Tabi o dönemde Twitter da yeni yeni popüler olmaya başlamıştı. O esnada Mehmet Coşkundeniz ile konuşuyordum. Bana “Bir isim bul, sen de Twitter’a gir” dedi. Ben kendi ismimi ön plana çıkartmayı pek sevmiyorum. Bu yüzden Mehmet’in fikri bana mantıklı geldi. Birlikte düşündük “Burçlarla ilgili yazıyorum, twit atıyorum. O zaman Twitburç olsun” dedik ve Twitburç ortaya çıkmış oldu. Nasıl gelişti, bu günlere geldi? Tamamen sıfırdan başladım. Şimdiye kadar da hep kendim yazdım. Ben sadece Astroloji konusuna değil bu işin diğer boyutlarına da yetenekli olduğumu düşünüyorum. İnsanlarla ilişkiler, iş geliştirme gibi konularda da hep kendim çalıştım, destek almadım. Çok yönlü düşünebilmem benim için avantaj oldu. Sonrasında birçok farklı markayla işbirlikleri yaptınız. Onlar nasıl gerçekleşti? Koton, Pepsi, Lidyana Hafele gibi markalarla birlikte projeler gerçekleştirdik, gerçekleştiriyoruz. Şimdiye kadar hep markalar bana geldiler sağolsunlar. İlk anda talepler benden çıkmadı bu projelerle ilgili. Bunun dışında üniversitelerde söyleşilere katılıyorum, TV programlarında yer alıyorum. Burada profesyonel yürüyen bir süreç oluşturdunuz o zaman. Bu

konularla ilgili hiç destek aldığınız ajanslar vs. oldu mu? Tüm çalışmaları kendim gerçekleştirdim. Markalar bana geldiğinde ben onlara fikirler sundum ve sonrasında birlikte projeleri gerçekleştirdik. Tabi ki markalar kendi taraflarında ajans desteği alıyorlar ama Twitburç tarafında biz yaratıcı ya da PR ajanslarından bir yardım almadık. Markalar bana geldiklerinde ben onlara soruyorum “nasıl bir kitleye ulaşmayı hedefiyorsunuz” diye. Ulaşmak istedikleri kitleye, tercih ettikleri mecraya göre projeleri hayata geçiriyoruz. Şimdiye kadar hiç ilginç olaylarla karşılaştığınız oldu mu? Çok.. Örneğin kısa bir süre önce bir basketbol oyuncusunun gayrımeşru çocuğu olduğunu söylemiştim. Kişisel danışmanlık verdiğim birine vermiştim bu bilgiyi. Sonra bunun gerçek olduğu ortaya çıktı. Daha önce radyo programı yaptığım dönemlerde Fenerbahçe’nin son dakika şampiyonluğu kaybedeceğini, Aziz Yıldırım’ın başına gelecek kötü olayları hep önceden bilmiştim.

yarısının zorlu geçeceğini daha önce birçok kez söylemiştim. Şimdiye kadar zorlu olaylar yaşadık, bundan sonra Temmuz’a kadar zor günler devam edecek. Sonrası daha parlak. Ama bu aralar Türkiye’de genç olmak oldukça zor. Son olarak sizin eklemek istedikleriniz var mı? Astroloji bir yol haritası. İnsanlar kendilerini, gidecekleri yolu Astroloji sayesinde daha net görebilirler. Eğer bunu yorumlayan kişi objektif olabiliyorsa, kendi düşüncelerini katmıyorsa bu çok iyi bir hizmettir. Ben gelecekte bir gün herkesin kendi burcunu merak edeceğini ve araştıracağını düşünüyorum

Peki Türkiye için 2014 yılını nasıl görüyorsunuz? (Röportaj Nisan ayında gerçekleştirilmişti) Temmuz ayına kadar Türkiye’nin durumu parlak değil. Ben yılın ilk www.2fmagazine.com 69


İNCELEME

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com

NOKIA? MICROSOFT? ANDROID? Microsoft’un Nokia’yı satın alacağını l ğ açıklamasının kl ardından Nokia’nın Android’li bir model duyurması bizleri şaşırtmıştı. Peki Nokia neden böyle bir hamle yaptı ve Nokia X’in başarı şansı ne kadar?

M

icrosoft ve Nokia arasındaki yakınlaşma birkaç yıl geriye dayanıyor. Nokia’nın Symbian’dan sıyrılma planı çerçevesinde Microsoft’u tercih edip Windows Phone işletim sistemine geçiş yapması büyük bir olaydı. Açıkçası başlarda ben de Android yerine Windows Phone’un seçilmiş olmasını eleştirmiştim. Fakat bugün geldiğimiz noktada Windows Phone’un üçüncü bir seçenek olarak iOS ve Android karşısında durması olumlu bir durum. Nokia, Windows Phone’u seçmemiş olsa bugün iOS ve Android’in egemen olduğu iki başlı bir pazardan bahsediyor olabilirdik. Kısacası Nokia + Windows Phone pazara renk katan bir birlik- telik oldu. Bu açıdan bakınca

70 HAZİRAN 2014

Nokia’nın Microsoft’a satılması çok da şaşırtıcı değil. Ekonomik anlamda işlerin çok iyi gitmediği Nokia’da tüm umutlar Microsoft’a bağlanmıştı. Microsoft içinse ekosistemde lokomotif durumda bulunan markayı satın alarak daha bütün, daha güçlü bir yapı yaratmak mantıklı görünüyordu. Sonuçta bugün pazarda rekabete Apple, Samsung, Nokia açısından bakıyoruz. Google ve Microsoft daha arka planda kalıyor. Tüm bu gelişmelere Nokia X’in ne kadar şaşırtıcı bir model olduğunu anlatmak için değindim. Artık Windows Phone’un en önde gelen neferi haline gelen Nokia, Android’li bir model üretecek. Yok canım! Bu,


İNCELEME Yiğit Bulut’un Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliğine atanması gibi bir şey olurdu. (Sahi, o da gerçekten oldu değil mi?) Sonunda Nokia, “Normandie” kod adıyla bilinen X ailesini resmi olarak duyurdu. Peki nedir bu Nokia X? Nokia X temelde Nokia’nın ucuz Lumia modellerinin Android işletim sistemli versiyonu. Nokia Lumia 520 ve Nokia X’in temel özelliklerini kıyaslarsanız neredeyse aynı telefon olduğunu görebilirsiniz. Nokia, zaten kullanmakta olduğu bir donanımın üzerine Android işletim sistemini temel alan bir platform geliştirmiş. Bu strateji Amazon Kindle Fire ürünlerinde de uygulanmış ve başarılı olmuştu. Nokia X, tam anlamıyla bir Android’li telefon değil. Android’i temel alıyor ama yine de ekosistemine tam olarak dahil olamıyor. Tıpkı Amazon Kindle’da olduğu gibi Nokia da kendi Android uygulama mağazasını açmış. Ayrıca Google servislerini de Nokia X’de görmüyoruz. Dolayısıyla Android’in uygulama zenginliğinden faydalanıyor olsa da Google Play Store’dan uygulama indirebileceğiniz bir telefon değil. Nokia’nın kendi mağazasına koyduğu Android uygulamaları kullanabiliyorsunuz. Nokia, arayüz bakımından Lumia’yı örnek almış v e

Android’i bu şekilde giydirmiş. Uygulama simgeleri büyük, renkler canlı ve arka plan siyah. Tüm bunlar neredeyse bir Lumia kullanıyormuş gibi hissetmenizi sağlıyor. Burada kullanıcılara sunulmak istenen deneyim de bu. Asha, X ve Lumia serilerinde arayüzler birbirine çok yakın tercih edilerek bir Nokia’cı kullanıcı kitlesi oluşturulmak isteniyor. Yani bütçeniz uygun değilse Asha ya da X ile başlayıp daha sonra Lumia’ya terfi edebilirsiniz. Biraz da Nokia X’in sunduğu deneyimden bahsedelim. Fiyat se-

viyesini düşündüğümüz zaman çok yüksek performans beklemek hata olur. Çift çekirdekli Snapdragon işlemci kağıt üzerine yeterli gibi görünse de genel performansı çok tatmin edici değil. Özellikle uygulama açılışları ve bazı geçişler zaman zaman çok yavaş olabiliyor. Web tarayısıyla gezinirken de çok akıcı bir deneyim elde edilemiyor. Simgelerin büyük olması ve sade arayüz telefonu kullanmayı kolay hale getirmiş. Eğer biraz yavaşlığa tahammül edebiliyorsanız genel kullanımı basit. Ekran’ın 4 inç boyutunda olması Android meraklıları için pek yeterli olmayabilir. Fakat bu fiyat seviyesi ve iPhone 5’in ekranı düşünüldüğünde 4 inç yeterli. İlla da büyük ekran derseniz o zaman 100 TL fazlasına 5 inç ekranlı Nokia XL’yi alabilirsiniz. Ekranda çözünürlüğün düşük olması da anlaşılabilir bir durum. 800 www.2fmagazine.com 71


İNCELEME

x 480 piksel günümüz standartlarında pek yeterli değil. Yine de idare eder ama üst seviye Lumia modellerinde gördüğünüz kristal berraklığındaki görüntüleri Nokia X’ten beklemeyin.Pil performansı da beklediğim seviyede değil. Düşük donanım ve nispeten küçük ekran sebebiyle ortalamanın üzerinde bir pil performansı bekliyordum. Fakat yoğun kullanımda zorlanan Nokia X, biraz fazla pil tüketmeye başlıyor. Bu da pil ömrünü 1 gün civarına düşürüyor. Genel kaliteden de bahsedip sonuca geçelim. Nokia, X ailesini tanıtırken “Nokia kalite düşük fiyat seviyesinde” demişti. Açıkçası ben pek de anlamlı bulmamıştım. Ama Nokia X’i elime alınca malze-

72 HAZİRAN 2014

me kalitesi beni memnun etti. Telefonun genel tasarımı sorunsuz ve işcilik iyi. Malzeme açısından da şikayet edilecek bir nokta göremedim.

Sonuç: Nokia X, oldukça ilginç bir hamle. Microsoft’un da bu telefonu şimdilik reddetmediği düşünülürse Nokia’nın Android ile kullanıcıları kendine çekmek istediğine şüphe yok. Tabi bundan sonra Android’li başka modeller gelir mi, ne kadar güncelleme yayınlanır bunlar soru işareti yaratan konular. Google’ın servislerine bağlanamıyor olmak bir dezavantaj. Ama bunu aşmanın yolları var, bu bir sır değil. Nokia X’i standart Android sürümlerine

geçirmek de mümkün olacaktır. Android ekosisteminin doğasında bu var, bir şekilde Nokia X’i de “kırabilirsiniz”. Nokia X’i kutudan çıktığı haliyle değerlendirmek gerekirse ucuz Android’li telefon isteyenler için yine de mantıklı görünüyor. 499 TL’lik fiyat seviyesi mevcut piyasaya şartlarında cezbedici. Fakat ben bir tercih yapmak zorunda olsaydım aynı donanımı kullanan ve aynı fiyat seviyesinde olan Nokia Lumia 525 gibi modelleri tercih ederdim. Windows Phone işletim sistemi bu donanımdan daha fazlasını almanızı sağlıyor. Pil ömrü, akıcı performans açısından Lumia 525 daha fazla şey sunuyor. Dolayısıyla “illa Android” demiyorsanız, farklı sürümler arayüzler arasında gezinmek değil de aldığınız gibi kullanacağınız bir telefon istiyorsanız aynı fiyata Lumia 525 alın derim


İNCELEME

www.2fmagazine.com 73


Röportaj

Melih BİLGİN

melih@2fmagazine.com

Turkcell - Trabzon Çağrı Merkezi

ANADOLU'NUN İSTİHDAM LOKOMOTİFİ

ÇAĞRI MERKEZLERİ

Son yıllarda Türkiye’de istihdama önemli bir katkı yapan çağrı merkezleri sektörü istikrarlı şekilde büyümeye devam ediyor. Sektörün en önemli oyuncularından biri olan Turkcell Global Bilgi Genel Müdürü Bahadır Pekkan ile çağrı merkezlerinin geleceği üzerine konuştuk. Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Turkcell Global Bilgi haricindeki yaşantınızı bize biraz anlatabilir misiniz? Ben Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümü mezunuyum. Aslında daha öncesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde 2 yıl Matematik bölümünde okudum ama orayı bitirmedim. Daha sonra çalışma74 HAZİRAN 2014

ya başlayınca aynı zamanda Yeditepe Üniversitesi’nde MBA yaptım. Yine ağırlıklı olarak finans üzerine. Aslında öğrenim hayatım boyunca genelde öğrencilerin çalıştığı işlerde çalıştım. Daha çok yarı profesyonel danışmanlık üzerine işler yaptım. Öğretim görevlilerinin kurduğu birkaç şirkette görev aldım, Pamukbank’ta birkaç proje gerçekleştirdim. Sonra öğrenim

hayatımı tamamladıktan sonra da çok uluslu şirketlerde görev almaya başladım. İlk önce denetim alanına yöneldim. Bir denetim firmasında işe başladım. Orada genelde askeri bir düzen vardır. Stajyer olarak girersiniz,


Röportaj

tecrübeniz arttıkça müdürlüğe kadar yükselme şansınız vardır. Ama ben pek fazla kalamadım orada. Bu sebeple pek yükselme şansım olmadı. İşin ticari tarafında olmayı daha çok istedim. Ticari alana ilk olarak medikal şirketlerle geçiş yaptım. Medikal alanda hizmet veren birkaç farklı şirkette çalıştım. LG, Toshiba, Kodak gibi şirketlerde çalıştım. Sonra 1-2 yıl kadar birkaç arkadaşımla birlikte bazıları internet üzerine olan projeler geliştirdik. Bu projeler için şirket kurduk ve start-up tecrübesi de yaşadık. Bütün bunların ardından da 2005 yılında Turkcell Grubu bünyesinde yer alan Turkcell Global Bilgi’ye CFO olarak geldim. Ben o zamana kadar hep finansal alanda tecrübe sahibiydim. Şirketlerde satış ve pazarlama haricindeki fonksiyonları yönetme konusunda tecrübem vardı. 2006 yılının Haziran ayında o zamanki genel müdürümüz Turkcell’e geçince şirket içerisinde bir CEO arayışı başladı. Karar vericiler de beni CEO olarak seçtiler. Aslında ben hem sektöre hem de şirkete yeni bir

isimdim. Fakat o dönemden bugüne Turkcell Global Bilgi CEO’luğuna devam ediyorum. Aslında epeyce uzun bir zaman da olmuş :) Son yıllarda Çağrı Merkezi sektörünün Türkiye’de çok çabuk büyüdüğüne tanık oluyoruz. Bunun sebebi nedir? Çağrı merkezi sektörü Türkiye’de 20 yıldır mevcut. Yani Amerika ve İngiltere gibi 1930’lara dayanmıyor ama çok da genç sayılmaz. Bu alanda Türkiye’nin ilk şirketleri, Türk girişimcilerin pazar-

da bir fırsat görüp kendi şirketlerini kurmasıyla pazara girmiş oldu. Turkcell Global Bilgi ise 1999 yılında kurulmuş bir şirket. Dolayısıyla çok genç değiliz. Sektör artık emekleme aşamasını geride bıraktı, yürümeye başladı. Koşuyor mu derseniz henüz koşmuyor. Ama sağlam adımlarla yürümeye devam ettikçe koşma evresi de gelecek. Politik ilginin başlangıcı da aslında bu gelişimden sonra. Çağrı Merkezi sektöründe şirketler belli bir noktaya gelince bunun hızlı gelişebileceği, istihdama destek sağlayabileceği görüldü ve devlet tarafından da daha ciddi destekler gelmeye başladı. Bunun sonrasında ise hızla büyüyen Pazar yabancıların dikkatini çekmeye başladı ve yatırımlar geldi. Şuan sektörde faaliyet gösteren şirketlerin çoğu ya yabancılar tarafından alındı ya da yabancı ortaklı bir yapıya sahip. Bir biz varız, %100 Türk iştirak olan. Tabi ki Turkcell’in kendi içerisinde bir ortaklık yapısı var biz %100 Turkcell

www.2fmagazine.com 75


Röportaj oldukça farklı. Dolayısıyla çağrı merkezleri de farklı müşteri ihtiyaçlarına yönelik farklı çözümler geliştiriyor. Bu da çağrı merkezlerinin teknolojiyi çok yakından takip etmesini sağlıyor.

Bahadır Pekkan şirketiyiz. Bir de yine bizim gibi olan Türk Telekom’un bir şirketi var. Beklentiler artıp müşteri memnuniyet önem kazanınca Müşteri Hizmetleri’nin de önemi arttı. Müşteri Hizmetleri deyince de Çağrı Merkezi çok değerli bir yere sahip. Tabi Çağrı Merkezi denince akla ilk olarak ses geliyor. Hala birçok şirketin logosunda telefon var. Çağrı Merkezi reklamlarımda hep gülümseyen bir kadın olur, kulağında kulaklık vardır. Elbette böyle yönlendirmeler de işin 76 HAZİRAN 2014

sadece “ses” olarak algılanmasına sebep oluyor. Ama son dönemde dijital alana doğru bir geçiş var. Bu bizim için de önemli bir değişim. Artık müşteriler, şirketlerle yüzdesi her geçen gün artan şekilde dijital ortamlarda iletişim kuruyor. İnternet üzerinden chat yapabiliyor ya da direk bir mobil uygulama üzerinden erişebiliyor. Şirket onlara bir resim ya da video ile çözümü açıklayabiliyor. 25 yaşındaki birinin teknoloji kullanımı, 50 yaşın üzerindeki birinin teknolojiyi kullanımına göre

Çağrı Merkezlerinin en fazla ön plana çıkarılan faydalarından biri yeni bir istihdam alanı sağlıyor olması. Özellikle ülkemizin doğusuna yapılan yatırımlar sıkça dile getiriliyor. Bu anlamda Çağrı Merkezi sektörü istihdama ne kadar daha katkı yapabilir? Aslında bu konuda net bir istatistik yok. 70-75 bin çalışan civarında istihdam sağlanmış durumda. Biz zaman zaman nüfus – hizmet veren çalışan sayısı oranlarını alıyoruz ve bunları gelişmekte olan, çağrı merkezinin olgun olduğu ülkelerle kıyaslıyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman 3-4 hatta bazı agresif beklentilere göre 5 kat büyüme potansiyeli olduğu görülüyor. En az 3 kat büyüme 210 bin civarında bir istihdam rakamına ulaşılabilir demek. Tabi bu sadece iç pazarın durumuyla gelinebilecek nokta. Eğer siz dışarıya hizmet ihracatı yapmayı başarabilirseniz bu rakamı daha da yukarılara çıkarmanız mümkün. Bu noktada akla hep Hindistan örneği geliyor ama Asya’da, Latin Amerika’da da böyle Offshore hizmet veren büyük şirketler mevcut. Doğu’ya yönelim ise aslında 2005 yılına kadar pek görülen bir trend değildi. Şirketler genelde İstanbul ve Ankara’da lokasyonlara sahipti. Global Bilgi ise İstanbul’da kurulup ardından ikinci lokasyonunu İzmir’de açmıştı. 2005 sonrasında devletin liderliği ve yol göstericiliğiyle birlikte


Röportaj yatırımlar doğu illerimize kaymaya başladı. Burada devletin verdiği teşviklerle bazı şirketler yeni lokasyonlar açtı. İyi örnekler çoğalmaya başlayınca da sektörün diğer oyuncuları doğuya yöneldi. Aslında başlarda doğu illerine yatırım olmaması anlaşılabilir bir durum. Çünkü şirketler daha fazla yetişmiş elemanın olduğu, hizmet verecekleri yerlere daha yakın lokasyonlar seçme eğilimindeydi. Fakat doğu illerinde işin sosyal sorumluluk yönünün ön plana çıkması etkili oldu. Bugün Anadolu’da 300 kişilik bir istihdam yaratmanız zor. Çok ciddi miktarda yatırım yapmanız lazım. Ama çağrı merkezinde bir kişiyi istihdam etmenin maliyeti, klasik bir sanayi şirketine kıyasla 14 kat daha ucuza geliyor. Bunun dışında yeni mezunlar, öğrenciler arasında istihdam sorunu var. Çağrı

Merkezleri bu soruna çare oluyor. Kadın çalışanlar açısından da benzer bir durum söz konusu. Hepimiz biliyoruz, özellikle doğu illerinde kadınların çalışmasına pek müsaade edilmiyor. Ama Çağrı Merkezi sektörüne baktığımız zaman 2/3 oranında kadın çalışan olduğunu görüyoruz. Bu oradan en doğudaki illerde bile korunuyor. Dolayısıyla tüm bu faydaları alt alta sıraladığımız zaman çağrı merkezi Türkiye için çok önemli bir sektör. Şuan 35 ilde çağrı merkezi var. Bu rakam 5 sene önce 3-4 il ile sınırlıydı. Peki sektörde istihdam açısından işte geçirilen süre ne kadar? Yani bu sektörde bir çalışan ortalama kaç yıl aynı şirkette çalışıyor? Aslında çok çabuk iş değiştirenler de var, uzun süreler çalışanlar da. Bazı çalışanlar bunu bir ara iş olarak görüyor. “Askere gidene kadar çalışa-

yım” diyor örneğin. 1 yıl kadar çalışıp sonra ayrılıyor. Bununla birlikte bunu bir kariyer, bir kendini geliştirme fırsatı olarak görüp uzun yıllar çalışanlar da var. Elbette şirketler açısından daha uzun vadeli düşünen çalışanlara sahip olmak daha iyi. Hem daha tecrübeli elemanlara sahip oluyorsunuz hem de sürekli yeni çalışanlara eğitim vermek zorunda olmadığınız için maliyetleriniz düşüyor. Ama bu biraz şirket vizyonuyla da alakalı. Çağrı Merkezi sektöründe de daha fiyat odaklı düşünen, giden çalışanın yerine hemen yenisini koymaya odaklanan şirketler var. Kaliteyi yüksek tutmak istiyorsanız çalışanları şirkette tutmaya odaklanmanız gerekir. Sektörde “turnover” denilen iş değiştirme oranı %50’ler civarında. Turkcell Global Bilgi’de ise bu oran

Turkcell Erzurum Çağrı Merkezi www.2fmagazine.com 77


Röportaj %25’ler civarında. Yani sektör ortalamasının oldukça altındayız. Şuan Turkcell Global Bilgi olarak kaç lokasyonda hizmet veriyorsunuz? Bizim Türkiye’de şuan 19 lokasyonumuz var. Türkiye dışında da 4 tane lokasyonumuz var. Bunlara ek olarak bir de yurt dışı satış ofisimiz var. Global oyuncu diyemeyiz ama bölgesel anlamda önemli bir noktaya geldik. Tabi yurt dışına çıktığınız zaman yatırım yaptığınız ülkede de politik açıdan bazı riskler almış oluyorsunuz. Bizim Ukrayna’da bir lokasyonumuz var ve buradan Rus müşterilere de hizmet veriyor. Şimdi Rusya ile Ukrayna’nın arası bozulunca işler etkilenmeye başladı. Kendi ülkenizin dışına çıkınca böyle riskler oluyor. Biz yeni lokasyonlar eklemeye ve

78 HAZİRAN 2014

mevcut lokasyonları daha verimli kılmaya devam ediyoruz. Her zaman yeni lokasyon açmak gerekmiyor. Mevcut sahip olduğunuz lokasyonları da geliştirmek, daha verimli kılmak önemli. Büyüme trendimiz istikrarlı şekilde devam ediyor. Çağrı Merkezi sektöründeki büyümeyi sürdürmek, bu sektörü daha uzun vadeli kılmak için katma değerli hizmetlere ihtiyaç var. Şimdiye kadar sektördeki büyümenin biraz da suni olduğu konuşuldu. Sizce bu alanda neler yapılması gerekiyor? Öncelikle büyümeyi iyi analiz etmek lazım. Bir şirket, iç çağrı merkezini dış bir şirkete aktarmaya karar verdiyse bu aslında bir büyüme olmuyor. Az önce verdiği 70-75 bin rakamının içerisinde tüm iç ve dış çağrı merkezleri var.

Çağrı Merkezleri nasıl büyüyor derseniz belki lokomotif sektörler var. Örneğin Telko sektör. Sektörün neredeyse %15’i Telko’lara hizmet veriyor. İkinci olarak Bankacılık sektörü var. Üçüncü olarak ise Kamu geliyor. Telko şirketleri bünyesinde zaten olgun bir yapı vardı. BTK’nın bazı hizmet kalitesi standartları getirmesi sonrası 4 operatör de bazı yatırımlar yaptı. Ama bunlar böyle sektörü patlatacak seviyede değildi. Zaten oturmuş bir yapı olduğu için bu alanda çok fazla büyüme olmadı. Bankacılık sektörü çok hızlı büyüyor. Bankalar hem müşteri memnuniyeti, hem de pazarlama açısından Çağrı Merkezlerini çok yoğun şekilde kullanıyorlar. Genelde dış kaynak şirketlerle, performans bazı modellerle çalışıyorlar. Bankalara da aramalar ko-


Röportaj

nusunda bazı regülasyonlar gelmeye başladı. Önümüzdeki dönemde de hizmet kalite standartlarının konulması yönünde beklenti var. Bugün bir Telko’yu aradığınızda 30-40 saniye içerisinde bir müşteri temsilcisine bağlanabilirsiniz. Ama Bankalar için bu bir mucize sayılır. Orada bir regülasyon olmadığı için durum böyle. Eğer regülasyon gelirse bankalar bu alana yatırım yapacak. Yüzlerce çalışanla içeride bir yapı kurma şansları da yok, o yüzden dış kaynak yatırımları yapmaları muhtemel. Kamu çok hızlı büyüdü. Sadece teşvikler anlamında değil, Kamu hizmetlerinin çağrı merkezleri üzerinden verilmesi de çok önemli bir etki yarattı. Kamu spotlarında görüyoruz, 3 haneli bilgi hatları var. Bunların hepsi birer Çağrı Merkezi demek. Biz Sağlık Ba-

kanlığı – 182 randevu sistemi projesini yapıyoruz. Sadece bu proje için çalışan 1600 çalışanımız var. Bir o kadar da diğer şirketler bünyesinde var. Dolayısıyla Kamu’nun da sektörü katkısı büyük. Çünkü devlet bir işi yapmaya karar verdiği zaman bunu 70 milyon insana sunması gerekiyor. Bu kalıcı bir yapı ve bundan sonra artmaya da devam edecek. Bunun dışında elektrik, doğalgaz hizmetleri sunan şirketler var. Altyapı hizmetleri veren şirketlerin çoğu özelleşti. Bunlar hala yarı kamu yarı özel gibiler ama önümüzdeki yıllarda rekabet edecekler. Yurt dışında bu konuda ciddi bir rekabet var. Dolayısıyla rekabet Türkiye’ye geldiğinde çağrı merkezleri yatırımları da olacak. Burada Telko kadar büyük bir pazarın olduğunu düşünüyorum.

Buna Turizm, Havayolları, Elektronik Ticaret, Perakende gibi örnekleri de ekleyebiliriz. Dolayısıyla bu suni bir büyüme değil. Bundan sonra büyüme trendinin ciddi bir şekilde sürdüğünü göreceğiz. En azından bir 5 yıl daha çift haneli büyüme rakamları bekliyoruz. Ar-Ge çalışmalarınızdan da bahsedebilir misiniz? Nasıl bir yapı var? Ar-Ge ekibinizde kaç kişi çalışıyor? Bu konuda kendimizi sektörle kıyaslamak çok doğru olmaz. Bir bir hayli büyük bir yapıya ulaşmış durumdayız. Türkiye’nin önemli IT ekiplerinden birine sahibiz. 180 kişinin üzerinde çalışanın yer aldığı bu ekip hem Turkcell bünyesine hem de diğer müşterilerimize hizmet üretiyor. www.2fmagazine.com 79


Röportaj Turkcell Global Bilgi Çagri Merkezi

Tabi 19 lokasyona ulaştığınız zaman tüm lokasyonların sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlamak, altyapıyı ayakta tutmak için önemli bir çalışma gerekiyor. IT ekibimizin önemli görevlerinden biri bu. Bunun dışında kullandığımız birçok yazılımı kendimiz geliştirdik. Bazılarını biz bulup geliştiriyoruz. Bazıları da biz büyük bir şirket olduğumuz için bize teklif ediliyor. “Bunu Türkiye’de birlikte deneyelim” şeklinde talepler oluyor, biz de gerekli Ar-Ge çalışmalarını gerçekleştirip bunu bir hizmete dönüştürüyoruz. Son dönemde en çok odaklandığımız alan süreç tarafında. Biz BPU alanında önemli bir oyuncu olmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla bu alanda çok yoğun şekilde sürdürdüğümüz çalışmalarımız var. 80 HAZİRAN 2014

Bunun haricinde altyapı konusunda, tahsilat konusunda hizmletlerimizi derinleştiriyoruz. Son dönemde çok popüler olan ses teknolojileri var; müşteriyi sesinden tanıma gibi. Bu gibi alanlarda yaptığımız çalışmalar var. Müşterilerin sesinden onun sinirli mi, mutlu mu olduğunu anlayıp buna göre hizmetler geliştirebiliyoruz. Yine buna benzer bir risk derecelendirme sistemimiz var. Müşterilerin önceki aramalarında elde ettiğimiz skorlara göre bir risk derecelendirmesi yapıyoruz. Daha önce sorun yaşamış müşterilerimiz var ise bunları riskli olarak değerlendirip onları daha tecrübeli çalışanlarımıza yönlendiriyoruz ki tekrar sorun yaşamasınlar. Sosyal medya çözümümüz var.

Bunu hem kendimiz kullanıyoruz hem satıyoruz. Dolayısıyla klasik bir Çağrı Merkezi yaklaşımı değil, çok daha geniş bir yelpazede hizmet veriyoruz. SMS ile hizmet olsun, webchat ve mobil uygulama üzerinden sunduğunuz hizmetler olsun birçok yenilikçi çözümünüz var. Bunlardan da biraz bahsedebilir misiniz? Biz müşterilerimize birçok farklı hizmet kanalı sunmak istiyoruz. Sonuçta her şirketin kullanıcı kitlesi farklı, almak istediği hizmet farklı. Biz de bunun için farklı çözümler geliştiriyoruz. Bazen bir kullanıcı arayıp sesli olarak hizmet almak isterken bazı kullanıcılar için bu can sıkıcı olabilir. Telefonda konuşmak değil yazışarak hizmet almak istiyorlar. İsterse SMS


Röportaj ile hizmet alabilir, isterse webchat ile hizmet alabilir, isterse mobil uygulama üzerinden hizmet alabilir. Biz tüm bu seçenekleri sağlıyoruz. Bunun yanında elbette sosyal medya da müşteri hizmetleri konusunda önemli bir noktaya geldi. Bir kullanıcı sizin markanız hakkında bir sorunu dile getirdiğinde, bir şikayette bulunduğunda bu ertesi gün sizin masanıza bir rapor olarak geliyorsa yapacak pek bir şey kalmıyor demektir. Bu durumu 3-5 dakika içerisinde fark edip aksiyon almanız lazım. Biz sosyal medyayı anlak olarak tarayabiliyoruz, endeksleyebiliyoruz ve gerekirse stratejiye uygun şekilde müşteri hizmetleri şapkası altında cevap verebiliyoruz.

en önemli örneği Siri. Böyle bir ürün geliştirme ya da buna altyapı sağlama gibi bir hedefiniz var mı? Kısmen var aslında. Turkcell T40’ın içerisinde bir ses tanıma özelliği bulunuyor. Bunu Global Bilgi ekibi geliştirdi ve deneme amaçlı olarak T40’a yerleştirildi. Ama gördük ki kullanım oranları çok yüksek değil. Bence bugün Siri Türkçe olsa bile çok geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmazdı. Dolayısıyla bu alan önemli, biz de bunun farkındayız ama henüz yüksek bir talep yok. Çağrı Merkezleri neden “tehlikeli” sektörler arasına alındı?

Soru güzel bir soru ama cevabını biz de bilmiyoruz. Bu kararı alan kurula gidip sorduğumuzda onlar da bize çok net bir cevap vermiyorlar. 1960’larda yaşanmış bir olaydan yola çıkarak böyle bir karar aldıklarını söylüyorlar ama bu bize pek ikna edici gelmiyor. Bunu söylediğimizde ise “O zaman siz tehlikeli olmadığına dair bir veri getirin” diyorlar. Ama elimizde böyle bir veri çok çünkü çağrı merkezinde çalışıp akıl sağlığını kaybeden, psikolojik destek almak zorunda kalan ya da ölen bir çalışanımız olmadı. Olmayan bir olayın da verisini, oranlarını tutmuyoruz elbette. Bizim 12 bin çalışanımız var.

Sosyal medya ürününüzün adı Sniffer. Sniffer’ı kaç müşteri kullanıyor şuan? Sadece bu ürünü kullanan müşterilerimiz de var, diğer hizmetlerimizle birlikte paket olarak bu ürünü bizden alan müşterilerimiz de var. Toplamda 15 müşteriye Sniffer’ı veriyoruz. Tabi bu alanda özellikle yabancı geliştiricilerin birçok yazılımı var. Ama bizim ürünümüz Türkçe üzerine geliştirilmiş bir altyapıya sahip. Yani piyasadaki en iyi Türkçe entegrasyonu bizde. O yüzden yabancı şirketler bile Türkiye’ye geldiklerinde bu hizmeti bizden almak istiyorlar. Türkçe konusuna gelmişken siz Türkçe ses tanıma konusunda da çok önemli bir tecrübeye sahipsiniz. Tüm dünyada ses tanıma, cihaz yönetimi anlamında da önemli bir noktaya geliyor. Bunun www.2fmagazine.com 81


Röportaj Sürekli sağlık testleri uyguluyoruz. Bunların %3’ünde bir sorun olduğunu keşfetsek alarm olurdu elbette. Ama böyle yaygın, sektörün genelini etkileyen bir sorun yok. Elbette zor bir meslek. Ama doğru önlemler alındıkça, doğru eğitimler verildikçe, dinlenme imkanı sunuldukça “tehlikeli” olmasını gerektirecek bir durum yok. Bu kategorideki diğer iş alanlarına da bakarsanız çağrı merkezlerinin çok daha risksiz olduğunu görebilirsiniz. Bu konuyla ilgili en güzel örnek şu; Eğer bir banka kendi bünyesine bir çağrı merkezi açarsa burası tehlikeli sayılmıyor. Ama bunu dış kaynak yoluyla yapmak isterse hizmeti veren çağrı merkezi tehlikeli oluyor. Açıkçası bu komik bir durum. Biz dernek olarak gerekli başvuruları birkaç kez yaptık. Ümit ediyorum ki yakında bu konuda mantıklı bir karar alınacak. Son olarak biraz da kişisel sorular sormak isteriz eğer sakıncası olmazsa. Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Hobileriniz nelerdir? Kişisel derken ne kadar kişisel? :) Ben sizin derginin konseptini de biliyorum, o yüzden memnuniyetle cevaplarım. İş genelde çok vaktimizi alıyor. O yüzden çok fazla boş zamanım olmuyor. Elbette bu herkesin söylediği bir şey ama gerçekten bir hobiye zaman ayırıp, onu keyifle yapacak zamanı bulmak pek kolay değil. Bir de bizim sektörümüz 7/24 aktif olan bir sektör. Sürekli aktif olmayı gerektiriyor. Bir de bunun yanında eşim ve çocuklarımla da vakit geçirmem gerekiyor. O yüzden hobilere pek zaman kalmıyor. 82 HAZİRAN 2014


Röportaj Eskisi kadar olmasa da okumaya çalışıyorum. Performansımdan memnun değilim ama biraz okuyabiliyorum. Sağlık açısından spora vakit ayırmaya çalışıyorum. Doktorlarımız sürekli bu konuyu vurguladığı için vakit buldukça spor yapmaya çalışıyorum. Seyahat etmeyi de seviyorum ama çok uzun tatil insanı değilimdir. Genelde iş için çıktığım seyahatlerin sonuna 1-2 gün ekleyip gezmeye, dinlenmeye çalışıyorum. Sıcağı da çok sevmem. O yüzden genelde bahar aylarında gezmeyi tercih ediyorum. Tabi profesyonel hayatta da kişisel gelişim önemli. Dünya çok hızlı gelişiyor, değişiyor. Bir işe çok gömülürseniz kişisel açıdan geri kalmaya başlıyorsunuz. Bu bir süre sonra profesyonel yaşantınızı da etkileyebiliyor. O yüzden mutlaka kişisel gelişime de vakit ayırmak, dünyayı takip etmek şartı. Zaten profesyonel bir yönetici için en önemli şey ajanda yönetimi. Ajandayı iyi yönetip, iyi bir denge yakalarsanız her şey yolunda gidiyor. Teknolojiyi yakından takip eder misiniz? Bıraktım o alışkanlıklarımı :) Elbette hala takip ediyorum ama eskisi kadar sık cihaz değiştirmiyorum. Çünkü örneğin yeni bir akıllı telefon aldığınızda tüm e-postalarınızı, telefon numaralarınızı aktarmanız oldukça zor oluyor. Ben eskiden birçok farklı cihaz kullanıyordum. Sonra neredeyse bir A4 boyutunda şifrelerimi yazdığım bir kağıdım oldu. Bu karmaşıklıktan kurtulmak için hızlı gitmeyi bıraktım. Sporla aranız nasıl? Sadece sağlık amacıyla mı yapıyorsunuz yoksa

keyif aldığınız spor dalları var mı? Ben iyi bir izleyiciyim diyebilirim. Futbol, basketbol ve tenis izlemeyi severim. Oğlum da benim gibi Beşiktaşlı. O bana göre biraz daha fanatik. O yüzden Beşiktaş maçı varsa mutlaka benim evde olmamı, birlikte izlemeyi istiyor. Pek stadyumda izlemeyi tercih etmiyorum. Belki yeni stadla birlikte daha fazla gitmeye başlarım, bilemiyorum. Tenis hiç oynamadım. Futbol oynadım ama pek iyi değilimdir açıkçası. Daha çok basketbolla ilgilendim. Hatta eski arkadaşlarımla birlikte maçlar yapardık ama artık yaşlılıktan mı bilmiyorum sakatlıklar arttı. Artık takım çıkartmakta zorlanıyoruz :) Daha önce Turkcell Superonline Genel Müdürü Murat Erkan ile konuştuğumuzda maraton koşmak istediğinden bahsetmişti. Hatta bazı arkdaşları da çağırıyorum ama gelmiyorlar diyordu. Size de çağırıyor muydu? Maraton koşmak gibi bir iddiam hiç olmadı. Koşamam zaten, mümkün değil. Murat da herhalde bana bakıp “bu zaten koşamaz” demiş olsa gerek. Hiç çağırmadı :) Murat son zamanlarda sporla ilgili, kilo da verdi. O yüzden belki o koşabilir. Peki genç okuyucularımız için ne tür tavsiyeleriniz olur? Açıkçası insan aldığı her kararı bilinçli olarak almıyor. Zamanla, yaşayarak öğreniyorsunuz bazı şeyleri. Doğrularla, yanlışlarla aldığınız kararların toplamı sizi bu günlere getiriyor. Genellemelere çok da inanmıyorum. Günün sonunda herkesin hikayesi farklı

oluyor. Günümüzde hayat çok daha zor, çok daha rekabetçi. Ben mezun olurken önümde iki tane yol vardı. Birincisi satış-pazarlama alanında büyük şirketlerden birine girmek, ikincisi ise finans alanında bir denetim şirketinde başlayıp daha sonra bir müşteriye CFO olarak gitmek. Bu kadar netti gidilecek yollar. Ve bu düzen içerisindeki rakiplerinizde ya sizin sıra arkadaşlarınız ya da Türkiye’deki 3-4 okuldan gelen sizin gibi öğrencilerdi. Bugün hayat bu kadar net değil. Diğer CEO’larla toplantılara katılıyorum. Orada herkesin söylediği şey şu: Artık 3-5 yıllık planlar yapmıyoruz. 6 ay – 1 senelik planlar yapıyoruz. Daha ötesini göremiyoruz. Böyle bir ortamda siz kariyerinizi nasıl planlayabilirsiniz ki? Gerçekten çok zor. 10 yıl sonra değerli ve geçerli olacak bir mesleği tahmin edemiyorsunuz. Doktorluk gibi belli başlı birkaç alan dışında önümüzdeki 10 yıl içerisinde değerli olacak şeyleri görmek çok çok zor. Bizim zamanımızda önemli olan konuların hiçbiri önemli değil artı. Dolayısıyla günümüzde kariyerine başlama sürecindeki biri kendini çok daha esnek, bir dünya vatandaşı gibi yetiştirmesi lazım. Birkaç yabancı dil bilmeli, teknolojiyi çok daha iyi kullanabilmeli, kendini sürekli geliştirmeli. Bugün Avrupa’da kriz olduğunda oradaki kalifiye yöneticiler Türkiye’ye başvuruda bulunuyor. Dolayısıyla artık yabancılarla da rekabet etmeleri gerekiyor. İşin sonunda elbette en önemli konulardan biri özdisiplin. Bunu sağlamak zorundalar. Bunun dışında herkesin yol haritası, hikayesi değişebilir www.2fmagazine.com 83


SAĞ L IDr. KGizem ARSLANOĞLU

Sağlık Ağızdan Başlar

Ağız vücuda açılan bir kapı gibidir. Bu nedenle ağız sağlığı sadece güzel bir gülüşe, ferah bir nefese sahip olmak için değil aynı zamanda düzgün konuşup, sağlıklı beslenmek ve bütün vücut sağlığını korumak için de çok önemlidir.

A

ğız ve diş sağlığı genel sağlığın ayrılmaz bir parçasıdır. Ağız sağlığının bozulması sindirim sisteminde, kalp, beyin, böbrekler ve eklemlerde ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilir. Diğer yandan ağız içindeki bazı belirtiler de sistemik bazı hastalıkları işaret edebilir. Düzenli diş fırçalamak ve diş ipi kullanmak sadece dişleri değil tüm organları korur. Diş yüzeyindeki artıklar etkin bir şekilde temizlenemediğinde dişlerin yüzeyinde oluşan bakteri pla84 HAZİRAN 2014

ğı önce dişeti iltihaplarına sonra da çene kemiğinde erimelere sebep olur. Yapılan araştırmalar dişlerinde bakteri plağı bulunan kişilerde kalp hastalığı ve kalp krizi riskinin ciddi oranda arttığını göstermektedir. Diğer taraftan da kalp hastalarının %91 inde dişeti hastalığı vardır. Kalp ve damar hastalıkları ile ağız sağlığı arasındaki bağın büyük oranda dişeti iltihabının damarlar yoluyla tüm organlara ulaşmasından kaynaklandığı ve iltihabın damarların daralmasına neden olan


SAĞ L I K plağın kalınlığını da arttırdığı düşünülmektedir. Ayrıca kalp ve damar hastalıkları ile dişeti hastalıklarının sigara kullanımı, sağlıksız beslenme ve aşırı kilo gibi pek çok ortak etkeninin olması da risk yüzdesini arttırmaktadır. Ağız ve vücut arasındaki en güçlü bağlardan bir diğeri de diabet ve diş eti hastalıkları arasında görülür. Ağızda başlayan iltihap vücudun kan şekerini kontrol etme yeteneğini azaltır. Kan şekerinin yüksek olması da iltihabın artmasına neden olur. Yani dişeti hastalığı ve diabet karşılıklı beslenerek büyür. Diabet hastalarının hem kan şekerinin kontrol altında tutulması hem de ağız ve diş sağlığının düzenli olarak kontrol edilmesi gerekir. Ağızda hijyen eksikliğine, genetik faktörlere, sağlıksız beslenmeye, sigara ve alkol kullanımına bağlı olduğu düşünülen ağız kanseri dünyada en

sık görülen 8. kanser tipidir fakat erken teşhis edildiğinde tedavi başarı oranı %90’a ulaşmaktadır. Buna rağmen erken teşhis oranı çok düşük olduğu için ölüm oranı yüksektir. Ağız kanseri ağızdaki yumuşak dokularda kabarık, hassas, tahriş olmuş gibi görünen beyaz ya da kırmızı renkli alanlar olarak ortaya çıkar. Tedavi edilmediği zaman büyüyerek şişliğe, ağrıya, uyuşukluk hissine, çiğneme ve yutmada güçlüğe sebep olabilir. Ağızda yeni bir oluşum ya da uzun süreli geçmeyen bir yara görüldüğünde mutlaka gerekli tetkikler yaptırılmalıdır. Ağız kanserine yakalanma riski alkol ve tütün ürünlerini bir arada kullanan kişilerde kullanmayan kişilere göre 15 kat daha fazladır. Bol meyve ve sebze tüketen bireylerde ise ağız kanseri riskinin azaldığı bilinmektedir. Sigaranın tek zararı ağız kanseri ris-

kini arttırması değildir elbette, tüm organlarda hasar yarattığı gibi dişetlerinin beslenmesini de azaltarak dişeti çekilmelerinin artmasına, diş yüzeylerinde oluşturduğu birikimlerle diş taşı oluşumunun hızlanmasına, dişeti kanamasını engelleyerek hastalığın belirtilerinin gizlenmesine, diş tedavilerinden sonra yara iyileşmesinin bozulmasına ve geçmeyen ağız kokusuna sebep olur. Ağız ve diş sağlığının bozulması anne adaylarında da oldukça risklidir. Hamilelerde diş tedavilerinin yapılamayacağı yaygın inanışı nedeniyle artan dişeti kanamaları ve dişeti iltihapları hem annenin hem de bebeğin sağlığını tehlikeye atmakta, düşük ağırlıklı bebek doğum riskinin artmasına ve erken doğuma sebep olmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalarda kötü ağız hijyenine sahip olan kadınların sağlıklı kadınlara göre

www.2fmagazine.com 85


SAĞ L I K

hamile kalma sürelerinin de uzayabileceği görülmüştür.

Bütün bu hastalıkların dışında pek çok farklı hastalığın ipuçları da ağız içinde görülebilir; • AIDS hastalarında ağızdaki yaralardan yola çıkılarak hastalık fark edilebilir, • Osteoporoz hastalarında çene kemiklerindeki erimeler güçlü bir belirti olabilir, • Reflü ve blumia hastalarında dişlerde mide asitlerinden kaynaklanan ciddi aşınmalar görülür. Sebebi bulunamayan boyun ve sırt ağrıları çeken hastaların diş sıkma ve gıcırdatma alışkanlığı olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır. Diş sıkma ve gıcırdatmaya bağlı dişlerde ve çene ekleminde aşınmalar ve ağrılar ortaya çıkar. 6 ayda 1 kez düzenli diş hekimi kontrolüne gitmeyen herkes dişi ağrımadığı 86 HAZİRAN 2014

sürece sağlıklı dişlere sahip olduğunu düşünür. Oysa diş çürüğü ilerleyip dişin canlı dokularına gelene kadar ya da diş kırılana kadar hiçbir belirti vermeyecek, sigara kullanan kişi dişleri sallanmaya başlayana kadar mevcut dişeti hastalığından haberdar olmayacaktır. Tedaviye geç kalınan bazı vakalarda ise dişi kurtarmak mümkün olmayabilecek ve sağlıksız ağızlarda eksik

dişleri protetik yöntemlerle yerine koymak oldukça zahmetli olacaktır. Tek bir dişin kaybedilmesi zaman içerisinde komşu dişlerde boşluğa doğru eğilmelere, karşıt dişte uzamaya ve kök yüzeyinin açığa çıkmasına, çene kemiğinde erimeye, hastanın tek taraflı çiğnemeye başlaması


SAĞ L I K ile çene ekleminin dengesinin bozulmasına yol açar. Diş kaybı olan hastalarda sindirimin ağızda yapılması gereken kısmı eksik kaldığı için hastada mide rahatsızlıkları görülür. Ayrıca 35 yaşından önce dişlerinin çoğunu kaybeden kişilerde ilerleyen yaşlarda yüksek oranda demans görülmüştür. Ağız ve diş sağlığının korunması diş hekimi ve bireyin ortak görevidir. Birey düzenli olarak diş hekimi kontrollerine gitmeli ve gerekli ağız bakımını yapmalıdır. Günlük akış içerisinde bakımı ve kontrolleri ağrı olmadığı sürece ihmal edilen dişler çok daha büyük sorunlarla karşılaşılmasına neden olabilir. Dişler tutarlı bir alışkanlıkla her sabah kahvaltıdan sonra ve her gece yatmadan önce özenle fırçalanmalıdır. Aynı şekilde her gece yapılacak ara yüz temizliği ağız ortamındaki bakteriyel birikimi engellemenin tek yoludur. Ağız kokusu ve dişeti kanamalarını önlemenin temeli doğru ve eksiksiz diş bakımıdır. Dişlerin çürümesinde ve dişeti hastalıklarının ortaya çıkmasında rol alan bakteriler besin olarak çikolata ve şeker gibi gıdaları kullanırlar. Bu nedenle beslenme alışkanlıklarının meyve sebze ve kalsiyum içerikli gıdalardan zengin olacak şekilde düzenlenmesi kişiye ağız sağlığını korumada yardımcı olacaktır. Özellikle çocuklara beslenme ve ağız bakımı alışkanlıkları kazandırmak hayat boyu sağlam dişlere sahip olmaları açısından çok önemlidir. Düzenli diş hekimi kontrollerine gitmek hem ağız ve diş sağlığının hem de genel sağlığın korunmasında çok

önemli bir yere sahiptir. Diş hekiminden öncelikle ağız ve diş bakımının nasıl yapılması gerektiği ayrıntılı ve uygulamalı bir şekilde öğrenilmelidir. Doğru fırçalama ve ara yüz temizliği teknikleri kişinin yaşına, genel sağlığına, diş ve çene yapısına göre belirlenir. Özellikle sigara kullanan ve sistemik hastalıkları olan bireyler yüksek risk grubunu oluşturdukları için diş hekimi kontrollerine daha sık gitmelidirler. Diş hekimi kontrolüne 6 ay aralıklarla giden birey herhangi bir sorunla karşılaştığında erken teşhis şansı olacaktır.

Ağız ve diş sağlığı ile genel sağlık bu kadar iç içe olduğu için ;

• kalp, şeker, tansiyon gibi sistemik hastalıklarınızı, • AIDS, hepatit gibi bulaşıcı hastalıklarınızı, • geçirmiş olduğunuz operasyonları, • kullandığınız ilaçları, • mevcut alerji hikayenizi, • nefesinizi burundan almanızı engelleyen herhangi bir solunum sistemi sıkıntınızı, aklınıza gelebilecek tüm sağlık bilgilerinizi, geçmiş diş tedavilerinizle birlikte hekiminizle paylaşmanızın uygulanacak tedavi yönteminin belirlenmesinde ve kullanılacak ilaçların seçiminde hayati öneme sahip olacağını unutmayın

www.2fmagazine.com 87


SAĞ L I K Dr. Deniz ÖNER // deniz@2fmagazine.com

K

anser toplumda çoğunlukla ismi telaffuz bile edilmek istenmeyen; amansız, çaresiz bir hastalık ve neredeyse ölümle eşdeğer. Ne var ki biz onun adını anmasak da; Devekuşu gibi kafamızı kuma sokup görmesek de; biz veya sevdiklerimizin hayatlarının bir döneminde onunla buluşma ihtimali yüksek. Salgın hastalıklar, büyük savaşlar gibi çok sayıda ve genç insanın

88 HAZİRAN 2014

ölümüne neden olan şartların ortadan kalkmış olması; Ortalama insan ömrünün uzaması sonucu toplumda kanserlerin görülme sıklığını da arttırmakta. Sadece yaşlı insanlar değil, sıklığı daha az da olsa genç yaşlarda da kanserlerle karşılaşılmakta. Bazı kanser türleri için riski arttıran sigara, mesleki kimyasallar, zirai ilaçlar gibi fiziksel, kimyasal, çevresel nedenler olsa bile

kanserden yola çıkarak başlangıç etkeni bulmak mümkün değil. Kanser hastalarının belki de en çok sordukları “neden ben” sorusunun herkesçe kabul edilen bir cevabı yok henüz. Bağışıklık sistemi yeteri kadar güçlü olduğunda birçok hasar, hastalık haline gelmeden tamir edilebiliyorken; Bilim vücudun bu hücrelerin çoğalmasını başlatma ve durduramama nedenlerini keşfetmeye uğraşıyor


SAĞ L I K

ama şu ana kadar çok yol aldığı söylenemez. Başlangıç nedeni bilemesek de belli kanser türlerini erken evrede tarama için farkındalık oluşturmak, birçok kişiye daha kaliteli ve uzun yaşam süresi sağlayacaktır.

Kanser Taraması nedir? Kanser hastalığı ile ilgili hiçbir belirti yokken yapılan test sürecine “tarama” denir. Bazı kanser türlerine yakalanma olasılığı bireyin yaşamı boyunca artar. Kanser taramasının amacı, vücudun diğer organlarına (metastas) yayılmadan önce kanseri tespit etmektir. Erken teşhisin kanser tedavisinde çok büyük önemi vardır. Kanser taraması sonrasında çok düşük bir olasılık da olsa; gerçekte olmayan bir kanser tanısı konabilir ya da olan var olan bir kanser saptanamayabilir. Tarama testleri günümüzde en çok meme kanserleri, bağırsak kanserleri (kolon/rektum) ve rahim ağzı (serviks) kanserleri için yapılmaktadır. Diğer kanser türlerinin çoğu için erken evrede belirtileri fark etmek önemli olmaktadır.

MEME KANSERİ Kadın kanserlerinde ilk sırada yer alan meme kanserinin (%1’i de erkeklerde görülür) pek çok türü tarama ve erken tanı ile saptanabilmektedir. Birçok doktor, meme kanserlerinin erken saptanmasını sağlayan testlerin her yıl binlerce yaşamı kurtardığını düşünmektedir. Herhangi bir belirti bulunmayan kadınlarda meme kanserlerinin erken tanısı için kullanılan yöntemler;

Mamografi: Kırk yaş ve üzerindeki kadınların her yıl mamografi çektirmeleri ve sağlıklı oldukları sürece de bunu sürdürmeleri önerilmektedir. Mamografiler meme kanserlerini saptamak için önerilen en iyi yöntemdir. Mamografilerde kullanılan düşük düzeydeki radyasyon meme kanseri riskini arttırmaz. Ayrıca mamografi sayesinde erken evrede bir kanserin tanısının konmasının yararı göz önüne alındığında bu doz ihmal edilebilir düzeydedir. Meme kanseri riski yüksek olan kadınların doktorlarının önerisi doğrultusunda daha genç yaşta mamografi çektirmeye başlamaları veya başka testler yaptırmaları yararlı olabilir. Mamografiler genç kadınlarda daha az etkindir çünkü memelerinin daha sıkı/yoğun dokulu olması tümörü gizleyebilir. Hamile veya emziren kadınlar için de aynı durum geçerlidir. Bu durumda genetik risk taşıyan genç kadınlar için ilave olarak Ultrasound, Manyetik Görüntüleme Yöntemleri de önerilmektedir.

www.2fmagazine.com 89


SAĞ L I K Sadece yaşlı insanlar değil, sıklığı daha az da olsa genç yaşlarda da kanserlerle karşılaşılmakta

Klinik (KMM) ve kendi kendine meme muayenesi: KMM, doktor, hemşire veya asistan doktor gibi bir uzman tarafından memelerin muayene edilmesidir. Kadınların memelerinin normalde nasıl göründüğünü bilmeleri ve herhangi bir değişikliği hemen doktorlarına bildirmeleri gerekir. Kendi kendine meme muayenesi (KKMM)

90 HAZİRAN 2014

için en uygun zaman memelerin hassas veya şiş olmadığı zamandır. Herhangi bir değişiklik saptandığında hemen doktora başvurulmalıdır. Yirmili ve otuzlu yaşlardaki kadınların tercihen üç yılda bir düzenli muayenenin bir parçası olarak bir uzmana klinik meme muayenesi (KMM) yaptırmaları gerekir. Kırk yaşından sonra ise her yıl bir uzman tarafından KMM yapılmalıdır. Mamografiden hemen önce KMM yaptırılması önerilir. En önemlisi aşağıdaki değişiklikler fark edildiğinde hemen doktora başvurulmalıdır; Yumru veya şişlik, ciltte tahriş veya çöküntü, meme başının içe çekilmesi, meme

başı veya meme derisinde kızarıklık veya pullanma, süt dışında akıntı. Memede meydana gelen bu değişikliklerin çoğu kez kanser olmadığı da unutulmamalıdır.

KOLON VE REKTUM KANSERLERİ Kolon (kalın barsak) ve rektum (makat) kanserleri özellikle yaşlılarda, yağdan zengin ve posadan fakir gıdalarla beslenenlerde ve ailede bu tip kanser vakaları olanlarda daha çok görülmektedir. Bu nedenle kolon ve rektum kanserlerinin erken dönemde belirlenebilmesi için gaitada (dışkıda) gizli kan, kolonoskopi gibi tarama yöntemleri kullanılmalıdır. Kolonoskopi: 50 yaşından itibaren tüm kadın ve erkekler kolonoskopi yaptırmalıdır. Ailede kolon kanseri olan bireylerde, birinci derece akrabalarda kanser 50 yaşından önce teşhis


SAĞ L I K edilmişse bu yaştan beş-on yıl önce endoskopik tetkik uygulanmalıdır. Kolonoskopi sırasında bulunan polipler endoskopik olarak temizlenirler. Kolonoskopi sırasında polip bulunmazsa riskli grupta 3-5 yıl, risksiz grupta 5-10 yıl sonra kolonoskopi tekrar edilir. Ailevi kolon polipozu adı verilen ve kalın bağırsakta yüzlerce hatta binlerce polip olan ve nadir görülen bir grupta, çocuklar 13-14 yaşından itibaren tarama testlerine alınmalıdır. Yine iltihabi bağırsak hastalığı olanlarda (ülseratif kolit ve crohn)hastalık süresi uzadıkça bağırsak mukozasında kanser gelişme riski fazlalaşır. Bu testler ortalama riskli kişiler için önerilmektedir.

RAHİM AĞZI (SERVİKAL) KANSERİ TARAMASI Neredeyse bütün kadınların Rahim Ağzı Kanseri riski ile karşı karşıya olduğu düşünülürse erken tanı ve taramanın önemi açıktır. Genital bölge ve mukozalarda siğil şeklinde kitlelerin oluşumuna neden olan HPV “Human Papilloma Virus” un servikal kanserle ilişkili olduğu kesin olarak saptanmıştır.

Bu virüsü taşıyanlar en fazla risk altındadır. HPV enfeksiyonun 30 yaş üzerindeki kadınlarda daha kalıcı olma ve potansiyel kansere neden olma riski var. 30 yaş altındaki kadınlarda daha yaygın olsa da genellikle probleme yol açmadan yok olur. Sonuç olarak rahim kanserinin riskini azaltmak için 30 yaş üzeri kadınların, HPV taraması ve yıllık PAP (smear) testi yaptırmaları önerilmektedir. Meme kanseri, rahim ağzı kanseri ile kolon kanserleri için tarama yöntemleri mevcuttur. Bu üç tarama yöntemi

Sağlık Bakanlığı, Halk Sağlığı Kurumlarınca da düzenli olarak da uygulanmaktadır. Bunların yanı sıra ses kısıklığı, inatçı öksürükler, kanlı balgam, yutma güçlüğü, sırt ağrısı, anormal kanamalar, idrarda kan, cinsel ilişki sırasında ağrı, testis ve skrotumda ağrılar, mide ağrıları, şişkinlikler, ateş, halsizlik, aşırı terleme, ani kilo kayıpları, ciltte şekil değiştiren benler, geçmeyen yaralar, uzun süren halsizlikler, idrar ve dışkılamada renk ve sıklıktaki değişiklikler gibi vücuttaki pek çok değişiklik izlenmeli ve gerekli tetkikler için sağlık kuruluşlarına müracaat edilmelidir. Sonuç olarak; Görülme olasılığı en yüksek olan kanserlerin erken tanısı için tarama testlerini düzenli ve önerilen yaş aralıklarında yaptırmanın; Bedenimizi çok iyi tanımak ve değişiklikleri fark edebilmenin önemi açıktır. Ancak unutulmaması gereken belki de en önemli konu; Beden, zihin ve ruh sağlığının bir bütün olduğudur. Aşırı kaygı, endişe bağışıklık sistemine zarar vereceğinden bizzat hasta olma korkusu hastalığa neden olabilir. Yaşamda her konuda olduğu gibi dengeyi korumak kanser farkındalığı içinde çok önemlidr www.2fmagazine.com 91


Farah’ça Tarifler

Farah ÖZÇELİKEL

farah@2fmagazine.com

Veeee... yaz geldi.. Herkese Merhaba, Yaz aylarında mutfakta geçirilen saatlerin zorluğunu hepimiz biliriz. Sıcaklardan ötürü zorlanırız ve mümkün olduğu kadar hafif ve pratik yemekler süsler sofralarımızı.. Bir de şu her gün ne pişiricem derdi olmasa... İşimiz kolay aslında... Ya da sipariş veren birileri olsa. “Yarın ne pişirsem acaba?” Sorusuna ceavap alabileceğimiz birileri olsa.. İşte o zaman işimiz kolay.. Önemli olan adını koyabilmek.. Bu ay ki tarifimiz hem kolay hem pratik. Yaz sofralarının adeta kraliçesi olan (ben öyle diyorum) TAZE FASULYE Genelde her genç kızın ilk yemek olarak yaptığı kolay ve lezzetli bir sebze. Ben sizlere ÇALI FASULYESİ tarifi vereceğim bu ay.. Afiyetle ve sevgiyle kalın,

ÇALI FASULYE MALZEMELER - 1KİLO ÇALI FASULYE - 2 ADET SOĞAN - 1 ÇAY BARDAĞI ZEYTİNYAĞ Ğ - 2 ADET UFAK DOMATES - YETERİNCE TUZ - 2 TATLI KAŞIĞI TOZ ŞEKER YAPILIŞI Çalı fasulyelerimizi kenar kılçıklarını alarak ve ortadan bölmeden uzun uzun , ince ince doğrayalım... Ben düdüklü tencerede pişirmeyi tercih ediyorum. Ayıklanmış fasulyeler, domets, soğan, zeytinyağ, tuz, şeker. Hepsini tencerenin içine koyup güzelce karıştıralım ve çiğden tenceremize koyup ağzını kapatalım. 10 dakika sonra hazır.. Servis tabağına koyup soğuyunca ikramımızı yapalım..

92 HAZİRAN 2014


www.2fmagazine.com ww www w ww.2fm w 2 agazine.com 93


KAPAK KONUSU

Yol Yakınken…

son sayfa

Geçmişi baştan kurgulayabilmek ne kadar güzel olurdu. Mesela şimdiki bilginiz ile ortaokul sıralarında oturduğunuzu hayal edin. Yol haritasını şüphesiz daha farklı çizerdiniz. Yabancı yayınları tararken güzel bir yazıya denk geldim. Yaşını almış 12 Başarılı iş adamı ve iş kadınına “22 yaşınıza dönseniz neyi bilmeyi isterdiniz ?” diye sormuşlar ve cevapları derlemişler. Önce neden 22 olduğunu açıklayayım. 17 veya 18 yaşında üniversiteye girdiğinizi düşünürsek, ortalama bir öğrenci gibi 4 veya 5 sene içinde de mezun olduğunuzda yaşınız 22 olur. 40. Yıl hesabı gibi olmadı umarım :) Soruya verilen cevaplar gençler için bir yol haritası niteliğinde olmuş, diğerleri için de bence hala yol yakınken uygulanabilecek öneriler var: İşler kolaylaşmayacak ama hep daha iyi olacak. Birçok firma tarafından reddedilebilirsiniz. Birçok müşteri de sizinle çalışmak istemeyebilir. Ancak sonunda doğruları bulacaksınız. Her gün değil tabi ama birçok gün reddedileceksiniz, bunun için kalın bir deriye ihtiyaç var; bir de çok çalışmaya. Para sizi şekillendirmesin, siz onu şekillendirin. Kariyerin başındayken işler biraz para odaklı ilerliyor olabilir. Hedefler, hep daha çok para kazanmak üzerine kuruluyor ve kararlar da bu doğrultuda alınıyor. Odağınızı ne kadar çok kazandığınıza değil, kazandığınızla yaşam kalitenizi arttırmak için ne yaptığınız verin. İmrenilen işler size uygun olmayabilir. Bir işi tercih etme sebebiniz, işin başkaları tarafından da istenilmesi ve imrenilmesi olmasın. İş için teklif edilen maaş da sebebiniz olmasın. Yapılabilecek en büyük hata sevmediğiniz bir işte bir ömür geçirmek olur. Diğerleri ne yapıyor öğrenin. İnsanların hayatlarını araştırın. Nasıl yaşadıklarını, hangi şartlar altında çalıştıklarını, neler yaşadıklarını… Her ekonomik seviyeden insanı gözlemleyin ve dünyalarını anlayın. Kendinizi gelecekte nerede ve nasıl hayal ettiğinizi somutlaştırın. Kendinizi markalaştırın. İnsanların sizle ilgili algıları çok kolay bir şekilde şekillenebiliyor ve bu algıları sonradan değiştirmek çok zor olabiliyor. Büyük firmaların markaları için yaptıkları çalışmaları kendiniz için yapın ve kendinizi bir marka haline getirin. Doğru bir algı yönetimi yapın ve buna mümkün olduğu kadar erken başlayın. İyi olduğunuz alanı keşfedin. Kariyerin başlangıcı yolun en heyecanlı ve korkutucu olduğu zamanlarıdır. Ancak iyi olduğunuz alanları ve dolayısıyla önceliklerinizi saptarsanız işler kolaylaşır. Öğrenebildiğiniz kadar öğrenin. Yeni diller öğrenin, yeni kitaplar okuyun, sayıları ve kelimeleri inceleyin, şiirler okuyun. İnsanlar ile ilgili de daha fazla araştırın ve öğrenin. İyi bir lider, iyi bir eş, iyi bir evlat ve iyi bir anne/baba olmak için devam edin. A. Batuhan Dalcı Köşe Yazarı

94 HAZİRAN 2014


KAPAK KONUSU

www.2fmagazine.com 95


HAZİRAN HAZ H A AZ ZİRA İR RAN 22014 RA 0114 0014 14 96 96 HA


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.