Postkolik Sayı: 76

Page 1

/postkolik

M NO AY : IS 76 20 19 ÜCRETSİZDİR

www.postkolik.com

A G M A D A 2 0 19’ E M I N A 4 1 K A C A R U V SİNEMA

Benzersiz dövüş koreografileri, kusursuz görselliği ve akıllara kazanan karakterleriyle John Wick, serinin yeni filmi John Wick: Chapter 3 Parabellum ile salonlara dönüyor.

ANALİZ

Tüm zamanların en sevilen sinema olaylarından biri olan Star Wars’un 1999’dan bu yana gelenekselleşen tanıtım fuarı Star Wars Celebration’da bu sene neler yaşandı?

BELGESEL

Efsanevi boksör Muhammad Ali’nin hayatı müthiş bir belgesele konu oldu. Şampiyonların şampiyonu, kelebek gibi uçup arı gibi sokan anılarıyla karşınızda!

DİZİ

Yaşanmış hikayelerden edebiyat uyarlamalarına, kara komediden yetişkin animasyonuna kadar pek çok iddialı dizi, bu ay ilk bölümüyle ekranlara geliyor.

MÜZİK

Müzikseverler bu yaz festivale doyacak! Ülkenin dört bir yanında gerçekleşecek festivallerde yüzbinlerce genç, müziğin ve paylaşımın keyfini doyasıya çıkaracak.

OYUN

Mad Max’i seviyorsanız, uçsuz bucaksız dünyalarda savaşmaya hazırsanız ve tımarhanelik karakterlere sempatiniz varsa, Rage 2’yi mutlaka oynayın.



İÇİNDEKİLER 08

14

34

20

08/ KAPAK Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com Görsel Yönetmen Emre Öztınaz Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan Katkıda Bulunanlar Erdem Tatar, Enis Hazan, Orhan Meriç, Gizem Ertürk Fotoğraf Sinan Bayar Reklam Yetkin Nural 0537 371 90 50 reklam@postkolik.com Digital Reklam duygu@postkolik.com Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com Baskı Altın Kitaplar Yayınevi Tic. A.Ş. Göztepe Mah. Kazım Karabekir Cad. No:32 Bağcılar/İstanbul 0212 446 38 88 Sertifika no: 10766 Yayın türü: Aylık, süreli, yerel Postkolik’te kullanılan tüm yazılar kaynak gösterilerek yayınlanır. Postkolik 10 bin adet basılıyor. Postkolik’in dağıtıldığı yerleri görmek için www.postkolik.com/neredeyiz adresini ziyaret edebilirsiniz. Postkolik’i e-dergi olarak www.postkolik.com adresinden okuyabilirsiniz.

Her geçen gün daha da popülerleşen anime diziler, ülkemizde de hatırı sayılır bir hayran kitlesine ulaştı. Biz de fırsat bu fırsat dedik ve yılın ses getirecek animelerine göz attık.

14/ SİNEMA

Benzersiz dövüş koreografileri, kusursuz görselliği ve akıllara kazanan karakterleriyle John Wick, serinin yeni filmi John Wick: Chapter 3 Parabellum ile salonlara dönüyor.

16/ ANALİZ

30/ RÖPORTAJ

20/ BELGESEL

34/ MÜZİK

24/DİZİ

36/ OYUN

Tüm zamanların en sevilen sinema olaylarından biri olan Star Wars’un 1999’dan bu yana gelenekselleşen tanıtım fuarı Star Wars Celebration’da bu sene neler yaşandı?

Efsanevi boksör Muhammad Ali’nin hayatı müthiş bir belgesele konu oldu. Şampiyonların şampiyonu, kelebek gibi uçup arı gibi sokan anılarıyla karşınızda!

Yaşanmış hikayelerden edebiyat uyarlamalarına, kara komediden yetişkin animasyonuna kadar pek çok iddialı dizi, bu ay ilk bölümüyle ekranlara geliyor. 3

Duyguları harekete geçirme konusundaki maharetiyle müthiş ses manzaraları yaratan Alman prodüktör ve DJ Christian Löffler ile İstanbul performansı öncesinde konuştuk.

Müzikseverler bu yaz festivale doyacak! Ülkenin dört bir yanında gerçekleşecek festivallerde yüzbinlerce genç, müziğin ve paylaşımın keyfini doyasıya çıkaracak.

Mad Max’i seviyorsanız, uçsuz bucaksız dünyalarda savaşmaya hazırsanız ve tımarhanelik karakterlere sempatiniz varsa, Rage 2’yi mutlaka oynayın.


POST OFFICE

KONA DİZEL YOLLARA ÇIKTI H

yundai, merakla beklenen 1.6 litrelik dizel motorlu ve 7 ileri DCT şanzımanlı Kona modelini 12 Nisan’da yaptığı basın toplantısının ardından Türkiye’de satışa sunmaya başlamış ve sonrasında tüm Türkiye’yi kapsayacak bir tura çıkmıştı. 40 gün boyunca 40 şehir gezerek toplamda 7 bin kilometre yol kat edecek olan Kona dizel, Türkiye’nin en kalabalık şehirlerini ziyaret ederek otomobil meraklılarıyla bir araya geliyor. Koreli marka, 2001’de Avrupa’da piyasaya sun-

duğu Santa Fe modeliyle ilk kez SUV pazarına giriş yapmış ve 16 yıllık süre içerisinde model gamına eklenen diğer ürünlerle de çıkışını sürekli olarak sürdürmüştü. Hyundai, Avrupa’da iki milyona yakın SUV satarak önemli bir başarı elde ederken aynı zamanda SUV segmentinde de en fazla ürünü olan bir marka haline geldi. Kompakt boyutları ve pratik yapısıyla öne çıkan Kona, B-SUV segmentinde yer alarak markanın satışlarına ve imajına katkıda bulunacak.

HIZA MEYDAN OKUYAN SAAT

Kona'nın ayrıca tamamen elektrikli bir versiyonu da var. Hyundai Kona, cesur ve fütüristik bir tasarıma ve en son güvenlik teknolojilerine sahip gerçek bir SUV. Kona, 2021 yılına kadar piyasaya sunulacak 30 yeni modelden biri. Tüm bu yeni modeller ile birlikte Hyundai’nin Avrupa’daki önde gelen Asyalı otomotiv markası olma yolundaki hedefi için oldukça önemli bir kilometre taşı. Kona 1.6 lt dizel, 137 bin 500 TL’den başlayan fiyat etiketine sahip.

İŞTE BU OYUN OYNANIR!

O

A

tomobiller ve saatler, hem mühendisliğinin karmaşıklığı hem de iç içe geçmiş kültürleri (özellikle de yarış modelleri söz konusu olduğunda) sayesinde, var oldukları süre boyunca hep birlikte anıldılar. Bu yüzden, Nissan’ın efsanevi GT-R yarış otomobilinin 50. yıldönümü ve Grand Seiko’nun Spring Drive saatinin 20. yıldönümü kutlaması olarak bu muhteşem anı saatinin piyasaya sürüldüğünü duymak bizi şaşırtmadı. GT-R’nin efsanevi “Bayside blue” renk tonlarında tasarlanan bu takometre saati, her an yarışa hazır. Aynı zamanda seramik dış kılıfı, yüksek yoğunluklu titanyum iç kılıfı, çift kavisli safir kristal kadranı ve şık timsah derisi kayıştan oluşan zevkli tasarımıyla göz kamaştırmayı da başarıyor. Bu muhteşem saatin sağlam da bir fiyatı var elbette. 21 bin dolarlık fiyat etiketiyle cep yoran bu güzel saat, eminiz pek çok kişinin rüyalarını süsleyecek bir aksesuar olmuştur.

rkadaşlarınızla çığlık çığlığa oynayacağınız bir oyun gecesine hazır olun. USAopoly tarafından piyasaya çıkarılacak olan IT Monopoly oyunuyla, lanetli Derry kasabasında tüyler ürperten bir yolculuğa ne dersiniz? Özel oyun tahtası Derry ve Maine konumlarına sahipken, evlerin her biri banliyö mahalleleri, oteller ve apartmanlar olarak gruplandırılmış. Aynı şekilde, topluluk sandığı ve şans kartları da özel Encounter ve Phenomena kartları olarak filme uygun biçimde sıfırdan tasarlanmış. IT Monopoly setinin en havalı kısmı ise, filmin en kilit objeleri ve baş çocuk karakterlerinden esinlenilerek yapılan özel tasarımlı ikonları desek yeridir. Balon, astım ilacı, bisiklet, gözlük, kâğıt tekne ve Eddie’nin bir kopyası olarak tasarlanan her bir ikon adeta minyatür bir sanat eseri olmuş. IT Monopoly oyununu almak isteyenler, 6 Mayıs’tan itibaren Amazon üzerinden ön sipariş verebilir. Tüm zamanların en çok izlenen korku filmi olarak gişe rekorları kıran IT filminin ikincisi, bu yılın Eylül ayında vizyona girecek. 4


PANAMA’NIN PLASTİK KÖYÜ

P

anama adasının Bocas Del Toro isimli yerleşim bölgesinde, Robert Bezeau tarafından kurulan Plastic Bottle Village (Plastik Şişe Köyü), plastik atıkları azaltmayı ve bunu evlerin inşaatına dâhil ederek yeniden kullanmayı amaçlayan harika bir girişim örneği olmuş. Bezeau, milyonlarca plastik şişeyi bir kale ve zindan da dâhil olmak üzere bir dizi yapı inşa etmek için kullanmış ve ziyaretçilerin geri

dönüşüm hakkında daha fazla bilgi edinebilecekleri bir tatil köyü inşa etmiş. Aslen Kanadalı olan Robert Bezeau, birkaç yıl önce Bocas Del Toro'ya gelmiş ve 2012 yılında gönüllüler ve birkaç yarı zamanlı işçi ile birlikte plajların ve kasabanın temizliğini yapan Bocas Geri Dönüşüm Programı'na öncülük etmiş. Bu süre zarfında, topladığı bir milyondan fazla plastik atığı da geri dönüştürmüş!

Bezeau, Plastik Şişe Köyü sayesinde plastik atıklarını yeniden nasıl kullanabilecekleri konusunda daha fazla insan yetiştirmeyi amaçlarken; aynı zamanda ev yalıtımı, afetlerden sonra hızlı geçici barınaklar, binalar, hayvan çiftlikleri, yüzme havuzları, ahırlar, yollar ve daha fazlası için kullanılabilecek bir dizi uygulama da gerçekleştirmiş. Bu güzel insana bizden kocaman bir alkış!

OYUN SEVERLERE ÇOK ÖZEL KOLTUK

8

0'li ve 90'lı yılların coşkulu çocukları için atari salonları oyun dünyasının yadsınamaz bir parçasıydı. Eğer o kuşaktan iseniz, muhtemelen oyun deneyiminize bu karanlık gözüken ancak içerisi oyun gürültüleriyle dolu olan salonların birinde başladınız. Bugün ise, çocuklar akıllı telefonlarla hareket halindeyken veya PS4 / Xbox One konsoluyla televizyonlarında sanal gerçeklik başlıkları kullanarak oyun oynayabilecekleri tüm özgürlüğe sahipler. Fakat bunların hiçbiri, bir atari makinesinin inanılmaz deneyimiyle, Mortal Kombat, Street Fighter oyununda rakibinizi öldürmenin keyfiyle veya PacMan'daki düşmanları atlatmaya çalışmak için yaptığınız numaralarla boy ölçüşemez. Harow Arcade Sofai, bu özel oyun koltuklarıyla bu anlamda geçmişe bir selam çakıyor. Şirket, video oyun kültürünün en bilinen unsurlarından hiçbirini ıskalamadıklarını ve benzersiz tasarımlarını bu kanepeye entegre ettiklerini garanti ediyor. Böyle bir koltuğa sahip olmaz isterdik doğrusu!

HEYKELLERİN KRALIYLA TANIŞIN

G

eçtiğimiz sene Trivandrum'dan 50 kilometre uzaklıktaki Kerala'da açılan Jatayu Dünya Merkezi’nde bulunan dünyanın en büyük kuş heykeli, Hindistan'ın yeni cazibe merkezi haline geldi. Ramayana'daki bir karakter olan 'Jatayu' kuşunun kopyası, tam 200 metre uzunluğunda ve 150 metre genişliğinde! Deniz seviyesinden 1.000 metre yüksekte bulunan bir kayanın tepesinde bulunan heykel, dünyanın en büyük kuş heykeli olarak da tescillendi. Efsaneye göre, heykelin dayandığı 'Jatayupara', efsanevi kuş 'Jatayu'nun Ravana tarafından kanatları kesilerek öldürüldüğü yer. İnsan ve diğer canlıların birbirlerine değer verdiği bir dönemi sembolize eden bu başyapıt, Rajiv Anchal'ın tam 10 yıl süren çalışmasının eseri. Şimdiden turist akınına uğradığını gördüğümüz bu heykeli eminiz yakın gelecekte Hollywood filmlerinde bile görürüz. İnsan eliyle inşa edilmiş en görkemli eserlerden biri olan bu şahane heykel, gerçek bir sanat eseri!

GİTAR OYUNLARI!

B

ugüne kadar pek çok Game of Thrones lisanslı ürünü görmüş olsak da bizce bu ürünlerin hiçbiri Fender’ın Game of Thrones koleksiyon gitarlarının güzelliği ve benzersizliği ile boy ölçüşemez. Fender’in gitar ustası Ron Thorn tarafından tasarlanan bu gitarların her biri, serinin üç ana hanedanı olan House Stark, House Lannister ve House Targaryen'den birini temsil ediyor. Starks gitarı, gümüş işlemeli pırıltılarla ve Dire Wolf ikonografisi ile süslenen, boyun kısmı akçaağaçtan ve kasası bataklık küllerinden üretilmiş 5

efsanevi bir Telecaster modeli. Lannister’ların gitarı, hanedanın şanına uygun bir şekilde, hançer ahşabından yapılmış; 24 ayar altın varak yapraklarla ve hanedanlık armalarıyla süslenmiş bir Fender Jaguar. Targaryen gitarı ise, el yapımı ve lekeli bir deri olan pickguard üzerine oyulmuş ejderha kantarlarıyla süslü bir Stratocaster modeli! Bu gitarların fiyatı 25 bin dolar ile 35 bin dolar arasında değişiyor ve elbette özel muhafaza kutusu ve askısıyla birlikte satılıyor. Eh böyle bir gitarı aldıktan sonra “A Song of Ice and Fire” da çalınır artık!


POST OFFICE

EN ÖZEL STAR WARS GEMİSİ DE LEGO OLDU

ÇEŞME BAZLAMA KAHVALTI ÜÇÜNCÜ ŞUBEYİ AÇTI

X

-Wings ve TIE Fighters kadar bilinmese de, Tantive IV Corellian Corvette, Star Wars Episode IV: A New Hope'da ekranda görülen ilk yıldız gemisi olarak belki de çok daha önemli bir rol oynamıştır. Üstelik Star Wars hayranları, Prenses Leia, C-3PO, R2-D2 ve Darth Vader ile ilk kez bu gemide tanışmıştı! LEGO Tantive IV, bu özel setiyle Star Wars serisine bir kez daha bir saygı duruşunda bulunuyor. LEGO ve Star Wars, 20 yıllık işbirliğinin bir kutlaması niteliğinde olan Tantive IV Corellian Corvette’i 1.768 parça halinde yeniden yaratmak için bir araya gelmiş. Tantive IV Corellian Corvette setinde tüm ayrıntılara ek olarak yükselen silah kuleleri, orijinaline sadık iç görünüm ve setten ayrılabilen kaçış bölmeleri gibi bir dizi force’u bol bonus da bulunuyor. Prenses Leia, C-3PO, R2-D2, Bail Organa ve Captain Antilles dahil olmak üzere beş minifigür ile birlikte satılan bu sete bayıldık.

N

işantaşı’nın sevilen kahvaltıcısı, İstanbul’daki şube sayısını üçe çıkardı. Bir anne kız hikayesiyle yola çıkan ve bugün 100’ü aşkın çalışanıyla biri Çeşme’de üçü Nişantaşı’nda olmak üzere toplam dört noktada hizmet veren Çeşme Bazlama Kahvaltı, Ege kıyılarının taze, leziz ve sağlıklı kahvaltılarını her gün misafirleriyle buluşturuyor. Markaya adını veren ve aile yadigarı özel tarifle hazırlanan bazlamaların yanı sıra üç farklı çeşitte gözleme ve leziz pişiler, Çeşme Bazlama Kahvaltı’nın olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Aylık 15 binin üzerinde misafir ağırlayan Çeşme Bazlama Kahvaltı’nın sofralarında tam 37 ayrı reçel, 12 çeşitle süslü söğüş tabağı, üç çeşit sıcak ikram ve yine Nurten Anne’nin gizli tarifiyle hazırlanan menemen yer alıyor. Tüm sunumlar, markaya özel üretilen çömleklerde gerçekleştiriliyor ve markaya özel harmanlı sınırsız çayla beraber servis ediliyor. Gitmediyseniz mutlaka tavsiye ederiz.

KABUSLARINIZIN FİGÜRÜ GELDİ

SANAT BAŞTAN YARATMAKTIR

S

ideshow Collectibles, Conjuring sinema evreninin karanlık dehlizlerinden çıkan The Nun koleksiyon figürünü piyasaya çıkarmaya hazırlanıyor. Heykel, filmdeki iblis Valak’ın cehennemin derinliklerine doğrudan bağlı ve uğursuz Ouroboros Portalı üzerinden bu dünyaya ilk çıktığı sahneden ilham alınarak tasarlanmış. The Nun heykeli, Romen manastırının koridorlarını tehdit ettiği kutsal kumaşın hareketini ve akışını yakalamak için titizlikle şekillendirilen tunik ve baş örtüsü ile oldukça detaylı bir yapıya sahip. Ayrıntılı, korkutucu, soluk renkli yüzü ve doğrudan ruhunuza bakan şeytani, delici, sarı renkli gözleriyle bu figür misafirlerinize kabuslar gösterecek. The Nun heykeli, Ouroboros taban halkasının altından, ayrıntılı taş kemerin tepesine kadar 28 santimetre yüksekliğinde. Heykelin özel koleksiyon edisyonunda figürün kutusu lanetli bir hırıltıyla açılırken ortaya iblis Valak'ın alternatif ve son derece korkutucu bir portresi de çıkıyor.

Z

ekice ve şiirsel nitelikteki enstalasyonları ile tanınan Benedetto Bufalino, gerçeklik algımızla oynamak için kamusal alana da müdahale ediyor ve objelerin günlük rollerine alternatif roller biçiyor. Fransız sanatçı, bu kez kırmızı bir Fiat Coupé’yi yatay olarak ikiye bölerek sokak büfesine dönüştürmüş. Benedetto Bufalino, yaşam alanımızın işlevselliğinin bir yansıması olarak, çevremizdeki nesneleri deforme etmek ve orijinal kullanımlarından saptırmak için genellikle tasarım, sanat veya mimarlık yöntemlerini kullanmasıyla tanınıyor. Sanatçı, bu projesi için yaratıcı bir laboratuvar ekibiyle işbirliği yapmış. Araç, patates kızartması satan bir büfenin rolünü alarak halkı otomobilin kullanımı üzerinde düşünmeye yöneltirken aynı zamanda insanları sokakta keyifli bir yemeğin tadını çıkarmaya da davet ediyor.

6



KAPAK KONUSU

Naka no Hito Genome

2019’A DAMGA VURACAK 14 ANİME Tüm dünyada her geçen gün daha da popülerleşen anime diziler, son zamanlarda ülkemizde de hatırı sayılır bir hayran kitlesine ulaştı. Biz de fırsat bu fırsat dedik ve 2019’un en çok ses getirecek anime dizilerinden bir seçki hazırladık. Temmuz ve Ekim ayında seyirciyle buluşacak olan bu 14 animeyi kaçırmayın! 8


TO THE ABANDONED SACRED BEASTS

Japonya’nın önde gelen manga yazar ve çizerlerinden olan Maybe ikilisinin en çok satan projesi olan To the Abandoned Sacred Beasts, Japonya’nın en ünlü manga yayın şirketlerinden biri olan Kodansha’nın imzasını taşıyordu. Bu iddialı manga serisinin anime uyarlamasını ise, MAPPA (In This Corner of the World) üstleniyor. Bu sevilen manga’nın anime uyarlamasına dair bizi en çok heyecanlandıran şeylerden biri de karakter tasarımlarının Daisuke Niinuma tarafından üstlenilmiş olması. Mobile Suit Gundam efsanesine imza atmış böylesine önemli bir çizerin bu projenin tasarımcıları arasında olması bile bu diziyi izlemek için yeterli sebep diye düşünüyoruz. Biraz da bu iddialı anime yapımın konusundan bahsedelim: Kuzey ve Güney’in kadim savaşında artık sona gelinmiştir. Kuzey tarafı, cephede ağır kayıplar vererek kaybetmenin eşiğindir, fakat son bir hamle yaparak kara büyü kullanır ve tüm ölen askerlerini dirilterek savaşı kazanır. Bu dirilen ölüler sonradan Incarnates olarak anılacaktır. Fakat zamanla yeni kurulan toplum düzenine uyum sağlamayı reddeden Incarnates’i avlamak için Beast Hunter adında birimler kurulur. Babası da bir Incarnate olan Nancy, babasının peşine düşer; ancak babası ve Kara Büyü hakkında öğreneceği çok şey vardır.

SYMPHOGEAR XV

Anime hayranlarının yakından tanıdığı bir marka olan Symphogear, 2012’den beri yayınlanmakta olan ana serinin alternatif bir paradoks evreninde geçen macerasıyla ekranlara dönüyor. Symphogear’ın konseptine dair pek bilgisi olmayan okurlarımız için bir miktar özet geçmekte fayda görüyoruz: Tsubasa Kazanari ve Kanade Amo, Zwei Wing adıyla nam salmış iki savaşçıdır. Noise adı verilen uzaylı ırkına karşı mücadele veren bu ikili, Symphogear adlı özel zırhlar giymektedir. Noise ırkı, korkunç desibelde gürültü çıkaran araçlarıyla dünyayı yerle bir etmeyi kafaya koymuştur. Symphogear zırhları ise, müziğin gücüyle çalışan özel bir sisteme sahiptir. Kanade, bir Noise saldırısı sırasında küçük bir çocuğu kurtarmak için

To the Abandoned Sacred Beasts

kendini feda ederek ölür. Hibiki Tachibana ise, Kanade’nin Symphogear zırhından bir parça olan Gungnir sayesinde hayatta kalmayı başarmıştır. Hibiki, hayatını kurtaran Symphogear kahramanlarının yeni üyesi olacaktır! Dizinin XV adı verilen bu alternatif sezonunu takip edebilmek için önceki sezonları izlemiş olmanıza gerek yok.

NAKA NO HITO GENOME: JIKKYOCHU

Manga dünyasında alternatif yayıncılık yapan Japonya menşeli internet siteleri, son dönemde oldukça revaçta. Bu tarz sitelerde genellikle büyük manga yayıncılarıyla anlaşamayan yazar ve çizerler, kendi alternatif piyasalarını oluşturmanın peşine düşüyorlar. Basım ve dağıtım maliyeti olmadığı için çok mütevazı fiyatlara ve hatta bazen de bedel-

9

siz satılan bu alternatif manga’lar arasından en büyük başarıyı yakalamış olanı Naka no Hito Genome [Jikkyōchū], artık bir anime dizi olarak karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Naka no Hito Genome [Jikkyōchū] anime dizisinin yönetmenliğini Shin Ōnuma (Ef: A Tale of Memories) üstlenmiş. Kısacık da olsa konudan bahsedelim: Japonya’da tuhaf bir biçimde artış gösteren çocuk kaçırılma olayları tüm ülkenin huzurunu kaçırmaktadır. Akatsuki Iride, internette çok popüler olan oyunları iyi oynamasıyla tanınan ünlü bir e-oyun yayıncısıdır. Çocukların kaybolma vakalarıyla ilişkilendirilen The Ones Within – Genome adlı oyunu oynamaya başlayan Akatsuki’nin yaşayacağı maceralar ve kayıp çocukların gizemi, bu dizinin ana konusunu oluşturuyor. Özellikle de video oyunlarını sevenler kaçırmasın!

Symphogear


KAPAK KONUSU

Dr. Stone

DR. STONE

Öyle bir proje düşünün ki bir tarafta Riichiro Inagaki (Eyeshield), bir tarafta Mujik “Boichi” Park (Space Chef Kaisar) olsun ve haftalık dört panellik bir çizgi diziden modern bir manga başyapıtı çıksın! Dr. Stone’un başarısının ardında iki uzun soluklu kariyerin rafine dehası yatıyor. Geçtiğimiz ay, 64. kez düzenlenen Shogaukan Manga Award ödül töreninde “En İyi Shōnen Manga” kategorisinde ödül kazanmış olması tesadüf değil. Dr. Stone, Temmuz ayında başlayacak yaz sezonunda anime izleyicileriyle buluşacak. Bu denli yüksek profilli bir manga uyarlamasının yapımcılığını üstlenen stüdyonun TMS Entertainment olması bizi şaşırtmadı. Lupin the 3rd, Detective Conan, Anpanman, Bakugan, D.Gray-man ve Sonic X gibi çok sevilen anime dizilerin yapımcısı olan şirket, 2019’da imza attığı en önemli proje olarak Dr. Stone’u gösteriyor. Fantastik öyküsü ve renkli karakterleriyle dikkat çeken Dr. Stone’un anime macerasında, bugüne dek manga edisyonunda yayınlanmış olan hikayeye çok katmanlı bir boyut kazandırılacağı söyleniyor.

COP CRAFT

Japonya’da elbette sadece manga’lar okunmuyor. Amerikalılar tarafından light novel (hafif roman) olarak tabir edilen ancak Japonya’da ranobe olarak adlandırılan ve genellikle ergenlik çağındaki gençlerin rağbet gösterdikleri aksiyon dolu yayınlar da oldukça popüler. Full Metal Panic! efsanesine imza atan müthiş yazar Shoji Gatoh’nun kaleminden çıkan Cop Craft: Dragnet Mirage Reloaded adlı ranobe serisi de bu yıl anime formatında izleyeceğimiz diziler arasına adını yazdırmış durumda. Cop Craft’ın yapımcılığını üstlenen stüdyonun Millepensee olduğunun özellikle altını çizmekte fayda var. Bugüne dek Teekyu, Usakame ve Berserk gibi yüksek profilli işlere imza atmış olan bu stüdyo, anime dizilerinde yer verdiği yetişkin öğelerle nam salmış durumda. Genellikle ilköğretim – lise çağındaki genç okurlara hitap eden bir ranobe uyarlamasının bu stüdyo tarafından yapılacak olması, aklımıza ister istemez içeriğin daha yetişkin öğelerle zenginleştirilme ihtimalinin varlığını getiriyor. Cop Craft’i “genç işi” diyerek radarına almaktan vazgeçenleri uyarmış olalım.

Cop Craft

Yōkai Ningen Bem

10

YOKAI NINGEN BEM

Tüm zamanların en önemli anime serilerini saptamaya çalışsak ve kült klasiklerle dolu bir liste çıkarsak; Yōkai Ningen Bem, hiç şüphesiz o listenin zirvesine yakın bir noktada kendine yer bulurdu. İlk olarak 1968 yılında yayınlanan ve ilk anime dizilerinden biri olarak bu kültürün doğumu ve gelişmesinde önemli rol oynayan Yōkai Ningen Bem, kült sözcüğünün adeta sözlük anlamıdır. Bu arada ufak bir detay vermeden geçmeyelim; TRT, ülkemizdeki ilk test yayınını 1968 yılında yapmaya başlamıştı. Televizyon bizim için henüz keşfedilmemiş bir konseptken, Japonlar anime destanları yazıyordu anlayacağınız! Yōkai Ningen Bem, uzun yıllar sonra, 2006’da ekranlara geri dönmüş ve genç jenerasyonla tanışmıştı. Bu yıl dizinin 50. yıl dönümü olması sebebiyle adeta baştan yaratılan Yōkai Ningen Bem, bir kez daha seyircilerle buluşmaya gün sayıyor. Süper güçlere sahip üç gizemli karakter Bem, Bera ve Bero’nun maceralarını izleyeceğimiz bu anime dizinin 10 bölümlük yeni sezonu beklenen ilgiyi görürse devamı da gelecekmiş diye duyduk.


Arifureta

ARIFURETA

En iddialı anime dizilerin ilhamının nereden geleceği asla belli olmuyor ve bu sürpriz yapımlar, halihazırda başarı elde etmiş olan manga uyarlamalarından çok daha kıymetli olabiliyorlar. Arifureta, ilk kez bir web sitesinde yayınlanan hikaye dizisi olarak dikkat çekti. Kısa süre sonra milyonlarca okura ulaşınca, Japonya’nın önde gelen manga yayıncılarından Seven seas Entertainment, bu serinin haklarını yazarı Ryo Shirakome’den satın alarak hem manga hem de ranobe formatlarında yayımlamaya başladı. Satışlar o kadar iyi gitti ki Arifureta’nın öyküsünü şimdi de bir anime dizi olarak da izleyeceğiz. Bu arada bu iddialı anime uyarlamasının başında iki önemli şirket olduğunu söyleyelim. Steins; Gate efsanesinin yaratıcısı olan White Fox ve Minami-ke’nin yapımcısı olan Asread, güçlerini bu projede birleştirmişler. Arifureta’nın yönetmen koltuğunda kendini anime izleyicilerine defalarca kez kanıtlamış bir usta oturuyor. Megazone 23, Plastic Little, Queens’s Blade ve Seven Mortal Sins gibi muhteşem yapımlara imza atan Kinji Yoshimoto, eminiz bu iddialı yapımla da yaz sezonuna damgasını vuracaktır.

ENSEMBLE STARS!

Önceki projelerde de bahsetmiş olduğumuz gibi, iyi bir anime dizinin nereden ilham ala-

Fire Force

cağı pek belli olmuyor. Özellikle de Japonya gibi popüler kültür pazarı her daim genişleyen bir ülkede, pek çok farklı alandan ilham alınarak anime yapımlar üretilebiliyor. Bunun en güzel ve farklı örneklerinden biri de “Ensemble Stars!” projesi olacak. Japonya’da son yıllarda salgın haline gelen CCG adı verilen sanal kart oyunları neredeyse milyar dolarlık bir pazara dönüştü. CCG oyunlarının akıllı telefonlarda oynanmasıyla birlikte, bu platforma özel üretilen pek çok CCG serisi piyasaya çıkmaya başladı. Ensemble Stars!, tıpkı One Direction gibi bir boyband’in konserlerini, turne maceralarını ve gönül ilişkilerini CCG ortamında oynayarak deneyimlediğiniz bir oyun. Kısa sürede fenomen haline gelen bu oyunun karakterlerinin maceralarını bu yaz anime dizi formatında da izlemeye başlayacağız. Müzik piyasasının hem sahne üstüne hem de sahne arkasına ışık tutan muhteşem bir maceraya hazır olun!

FIRE FORCE

Yaz sezonunun anime yapımları arasından sizin için seçtiğimiz son yeni dizi Fire Force oldu. Manga sevenler arasında çok farklı bir yeri olan Soul Eater serisinin yazarı Atsushi Ōkubo’nun yeni manga serisi olan Fire Force da anime dünyasına adım atacak yapımlar arasında yerini aldı. Bugüne dek JoJo’s Bizarre Adventure, Hyperdimension Neptunia ve Captain Tsubasa gibi harika anime dizilere imza atan David Production tarafından yapımcılığı üstlenilen dizide bir grup itfaiyecinin maceralarını izleyeceğiz. Tokyo’da Güneş takviminin 198. yılı kutlandığı sırada o güne dek hiç görülmemiş bir olaya rastlanır. Eğlencelere katılan bir adam durup dururken alev alarak devasa

bir yangına sebep olur. Bu vakalar artmaya başladıkça özel itfaiye birimleri kurulur ve Infernal adı verilen bu vakalarla mücadele ederler. Aradan geçen senelerde Infernal adı verilen ve rastgele alev alan bu insanlar, vücutlarındaki alev dengesizliğini kontrol etmeye başlayarak tüm Tokyo’yu tehdit altına alırlar. Tam da bu dönemde Tokyo itfaiyesine katılan genç itfaiye eri Shinra Kusakabe, tüm bu hikayenin seyrini değiştirecek olan olayların fitilini ateşler.

SPECIAL CRIME INVESTIGATION UNIT - SPECIAL 7

Yaz animeleri Temmuz ayında yayınlanıp bitiyor; ancak sene bitmeden, Ekim ayının başından itibaren, güz animelerinin yayın hayatı başlıyor. Size bu dönemden tanıtacağımız ilk anime, aynı zamanda listemizde herhangi bir başka kaynaktan uyarlanmayan ilk dizi olarak da dikkat çekiyor. Birbirinden farklı yeteneklere sahip üyelerden oluşan gizli bir terörle mücadele timinin maceralarını izleyeceğimiz bu anime dizi için hayli iddialı bir kadro kurulduğunu söyleyelim. Dizinin yönetmen koltuğunu paylaşan Takayuki Kuriyama (Hajimete No Gal) ve Harume Kosaka (Shingeki no Bahamut: Virgin Soul) anime sevenlerin yakından tanıdıkları isimler. Dizinin senaryosu ise, Yuichiro Higashide imzası taşıyor. Danganronpa 3: The End of Kibougamine Gakuen – Mirai-hen’in ödüllü senaristi olan Higashide’nin yaklaşık üç yıldır bu proje üzerinde çalıştığı konuşuluyor. Yılın son çeyreğine damga vurması beklenen bu anime yapımın fragmanını izlediğimizden beri yayın tarihine gün sayıyoruz.

Special Crime Investigation Unit - Special 7

Ensemble Stars! 11


KAPAK KONUSU Somali and The Forest Spirit

Mairimashita! Iruma-kun

SOMALI AND THE FOREST SPIRIT

Fantastik bir dünyanın kapılarını aralamaya hazır mısınız? Manga camiasının son yıllardaki en iddialı bağımsız yapımlarından biri olan ve yüksek satış rakamlarına ulaşmasa da kısa sürede kült statüsüne yükselen Somali and The Forest Spirit, anime dünyasına damgasını vurmaya geliyor. Bildiğiniz dünyayı unutun! Somali and The Forest Spirit’in dünyasında tutsak ruhlar, goblinler ve bambaşka tuhaf canlılar nüfusun büyük bir bölümünü oluşturuyor. İnsan ırkının soyu tükenme noktasına gelmiştir. Bir gün ruhu taşa üflenmiş bir yaratık ve bir kız çocuğu tesadüf eseri tanışırlar. Bir tarafta ailesini kaybetmiş olan bir kız çocuğu, diğer tarafta ormanın kadim bekçisi olan Golem! Bu iki farklı canlının kuracağı zoraki dostluk, kısa süre sonra bir baba-kız ilişkisine dönüşecek ve yaşayacakları maceralar onlara hayata dair pek çok şey öğretecektir. Somali and The Forest Spirit’in yapımcılığını anime camiasının ünlü şirketlerinden Satelight Inc. üstlenmiş. Şirketin son dönemde imza attığı kısıtlı sayıdaki orijinal yapım arasında en çok dikkati çekenin Somali and The Forest Spirit olduğunun özellikle altını çizelim. Stüdyoların orijinal seriler üretmek yerine mevcut işlerine devam niteliğinde işlere bütçe ayırdığı şu dönemde, yapımcılar önemli bir risk almış. Macross/Robotech serisi başta olmak üzere pek çok anime efsanesine imza atan şirketin bu kült manga uyarlamasıyla yapacaklarını merakla bekliyoruz.

Moriwaki. B-Project, Highscool! Kimengumi, Hyper Doll, PiriPara ve Nobita’s Monstrous Underwater Castle gibi önemli yapımlara imza atmış olan yönetmenin üslubuna bakacak olursak bolca kahkahayla izleyeceğimiz bir anime yapımın bizleri beklediğini öngörmek zor değil. Ailesi tarafından para karşılığında bir şeytana köle olarak satılan Suzuki Iruma, berbat bir yaşamı olacağını beklerken iblisler dünyasıyla tanışacak ve bizi de maceralarına ortak edecek. İblisler dünyasında kendine yer edinmeye çalışan bu neşeli insan yavrusunun maceralarını izlemek için sabırsızlanıyoruz.

KABUKICHO SHERLOCK

Sir Arthur Conan Doyle’ın ölümsüz eseri Sherlock Holmes, bugüne dek pek çok kez dizi, sinema filmi ve farklı formatlara uyarlandı. Yeni Sherlock uyarlamasında bu defa Tokyo’da yaşanan tuhaf olaylar, cinayetler ve suçlar, Japon işi Sherlock tarafından çözülecek. Kabukicho Sherlock’u anime camiasına kazandıran yapım şirketi ise, Production I.G olarak açıklandı. Guilty Crown, Psycho-Pass, Eden of the East ve Ghost in the Shell gibi kalburüstü yapımların stüdyosu olarak ünlenen Production I.G’nin Sherlock’a getireceği yorum, anime çevrelerinde oldukça merak ediliyor. B: The Beginning, Dance with devils Fortune ve Ao Haro Ride gibi başarılı anime yapımların yönetmenliğini üstlenmiş Kabukicho Sherlock

olan Ai Yoshimura, Kabukicho Sherlock’un yönetmen koltuğunda oturuyor. Senaryo ise, anime camiasının önemli kalemlerinden Taku Kishimoto’ya emanet. Hanebado!, 91 Days, Haikyuu!!, Joker Game ve Prince of Stride gibi önemli anime yapımlara kalemiyle hayata veren usta yazar, eminiz Tokyo usulü Sherlock’a da müthiş hikayeler yazacaktır. Production I.G’nin bu yıl imza atacağı en pahalı prodüksiyon olan Kabukicho Sherlock, güz döneminin en önemli yapımları arasında yer alıyor.

HOSHIAI NO SORA

Anime camiasının köklü şirketlerinden 8-Bit de 2019’a iddialı bir yapımla veda etmeye hazırlanıyor. Infinite Stratos, Aquarion Evol ve Walkure Romance gibi ses getiren anime yapımların stüdyosu olan 8-Bit, bu defa spor temalı bir anime diziyle piyasaya damga vurmaya hazırlanıyor. Hoshiai no Sora’nın diğer anime yapımlara fark atacağı olan özelliğiyse, yaratıcısı Kazuki Akane. Anime dünyasında adı duyulunca herkesin ayağa kalkıp karşısında önünü iliklediği bir isim olan Akane’nin kariyeri tarifsiz başarılarla dolu. Mobile Suit Gundam ZZ, Dragon Quest, The Vision of Wscaflowne, Cowboy Bebop ve Ergo Proxy gibi efsane yapımların altında imzası bulunan bu özel sanatçı, Hoshiai no Sora’yı hem yazmış hem de yönetmiş. Ünlü yönetmenin son yıllarda imza attığı ilk orijinal proje olma özelliğini de taşıyan bu iddialı anime dizi, izleyenleri duygusal bir yolculuğa çıkaracak gibi duruyor. Tenis gibi naif bir spor türünü merkezine oturtan bu ilginç macerayı izlemek için sabırsızlanıyoruz.

MAIRIMASHITA! IRUMA-KUN

Hoshiai no Sora

Güz sezonunun en iddialı yapımlarından biriyle karşınızdayız. Osamo Nishi’nin kaleme aldığı iddialı manga serüveni Mairimashita! Iruma-kun, henüz 10. sayısı yayımlanmışken dünyanın en önemli şirketlerinden biri olan Bandai Namco Pictures tarafından satın alındı. Uluslararası bir şirket olan Bandai Namco Pictures, bu yatırımı yaptığına göre dizinin başarılı olup olmayacağını beklemeden Mairimashita! Iruma-kun’u Amerika ve Avrupa pazarına da sunacağını tahmin edebiliyoruz. İlk sezonu 23 bölüm sürecek olan anime dizinin en az dört sezon süreceğine dair dedikodular kulağımıza geldi. Mairimashita! Iruma-kun’un anime dizisinin yönetmenliğini üstlenen isim ise, Makoto 12



SİNEMA

JOHN WICK İLE ÜÇÜNCÜ RANDEVU

Hollywood yapımı aksiyon sineması dendiğinde son yıllarda akla gelen ilk isim John Wick oluyor! Benzersiz dövüş koreografileri, kusursuz görselliği ve akıllara kazanan karakterleriyle John Wick’in özgün dünyasının hayranıyız. John Wick, yeni filmi John Wick: Chapter 3 Parabellum’la, 17 Mayıs’ta salonlara dönüyor. Erdem Tatar

H

ollywood işi aksiyon filmlerinin özellikle de 2000’lerde geçirdiği değişim içler acısıydı. 80’lerde ve 90’larda dünyayı kasıp kavuran abartılı ancak ölümüne eğlenceli aksiyon yapımlarının yerini, beyazperdede devamlı homurdanan, sıkıcı ve kaslı tiplerin sürekli dünyayı kurtardığı yavan filmler almıştı. 2010’larda freni patlamış gibi beyazperdeye yapışan çizgi roman uyarlamaları da bu güruha katılınca, birçok kişi Amerikan işi aksiyon filmlerinden iyiden iyiye soğudu. Bundan beş sene önce, John Wick’i ilk izlediğimizde aklımıza direkt olarak Jackie Chan filmleri gelmişti. Bilenler bilir, Asyalı yıldızın filmlerinde kamera neredeyse her zaman sabittir ve aksiyonu tüm hamleleriyle rahatça izlersiniz. Kendisi de dublörlükten gelen Jackie Chan, hemen hemen tüm tehlikeli sahneleri ve aksiyon koreografilerini bizzat kendisi oynar. Son dönemde izlediğiniz aksiyon filmlerini anımsayın, kaçında kamera size net olarak aksiyonu gösterebildi? Çoğu film, dublörlerin yüzlerini gizlemek için kesik kesik akan aksiyon sekanslarını sürekli değişen kamera açılarını mide bulan-

dıracak hızda montajlayarak kurguluyor. İşte John Wick’i izlerken sıkılan her kurşunu ya da atılan her yumruğu hissetmenizin ardında yatan sebep, oyuncuların bu sahneleri gerçekten de oynuyor olmaları ve yönetmenin bu akıcı aksiyon planlarını kesip biçmeden, gözlerimize bayram ettirerek bize izletmesi! John Wick, Amerikan aksiyon sinemasının yaklaşık 20 yıldır kaybettiği ne varsa geri kazandıran bir başarı!

PARABELLUM DA NE?

John Wick filmlerindeki minimal kafayı seviyoruz. Filmlerin aksiyon dozundaki realizm de bizi bu harika seriye bağlayan önemli öğelerden biri. Bugüne dek filmlerin isimleri de gayet basitti. İlk film John Wick ve ikinci film John Wick 2, polemiğe girmeden sonuç odaklı filmler izleyeceğimizi adeta bize fısıldıyordu. Üçüncü John Wick filminin adı da John Wick 3 olur demiştik ancak yapımcılar bizi ters köşeye yatırdılar. John Wick: Chapter 3 Parabellum, alışkın olduğumuz tipte bir isim olmasa da buna da şükür diyoruz! Neredeyse her filme “Rise of...”, “Revenge 14

of...”, “Return of...” gibi saçma devam isimleri koyan stüdyolardan fenalık geldi! Peki bu “Parabellum” hadisesi de ne? “Si vis pacem, para bellum!” (“Barış istiyorsan, savaşa hazırlıklı ol!”), sizce de John Wick’i son filmde bıraktığımız hale uymuyor mu bu isim? The Continental’de adam vurmanın cezasını çekmeye hazırlanan John Wick’e “kaçması” için 1 saat süre verilmiş ve başına 14 milyon dolarlık bir ödül konmuştu! “Para bellum!” yani “savaşa hazırlık”, herhalde bu filme verilecek en doğru isimdir diye düşünüyoruz!

KADRODA DEV İSİMLER

John Wick filmleri yeni yüzler kadar Hollywood’un bir dönemine damga vurmuş isimlerini de beyazperdeye taşımayı seviyor. Üçüncü filmde de bu gelenek bozulmayacak ve hem yeni yüzleri hem de Hollywood efsanelerini John Wick’in dünyasında izlemeye devam edeceğiz. Göz kamaştıran güzelliğiyle rol aldığı her filme sınıf atlatan Oscar ödüllü güzel Halle Berry, üçüncü John Wick filminin en iddialı simalarından biri olarak dikkat çekiyor. 90’lı yılların dövüş


Hollywood’un son yıllardaki en başarılı aksiyon serilerinden biri olarak kabul edilen John Wick, ilk iki filmiyle 260 milyon dolar gişe hasılatı göstererek çok önemli bir başarı yakaladı.

filmlerinin aranılan yüzü olan Mark Dacascos, Uzak Doğu dövüş disiplinleri alanındakini engin tecrübesini John Wick’in yürekleri ağızlara getiren aksiyon sahnelerinde beyazperde sergileyecek. Hollywood’u yöneten “kraliyet aileleri” arasında en meşhur olanlardan biri de Huston’lardır. Tıpkı dedesi Walter Huston ve babası John Huston gibi kendisi de Oscar ödüllü olan efsane oyuncu Anjelica Huston da sürpriz bir rolle John Wick dünyasına adım atıyor. Yeni nesil belki Anjelica Huston adına aşina değildir ancak kendisini gördüğünüz andan itibaren, bahse varız, gözleriniz perdeye mıhlanacak! Gotham ve The Walking Dead gibi yüksek profilli dizilerin sevilen oyuncusu olan Robin Lord Taylor da John Wick kadrosunun yeni simalarının arasında dikkat çekiyor. Dünyayı kasıp kavuran Game of Thrones’un sevilen karakteri Bronn olarak tanıdığımız Jerome Flynn’i bu aksiyon yüklü dünyada izlemek kesinlikle eğlenceli bir deneyim olacak. Sadece son yılların değil, tüm zamanların en başarılı aksiyon filmleri arasında kabul gören The Raid’de Mad Dog karakterini canlandıran Endonezyalı oyuncu Yayan Ruhian, John Wick filmlerine sınıf atlatacak isimlerden biri. Sınıf demişken, John Wick’i canlandıran Keanu Reeves’in The Matrix yıllarından beri “hocası” olan, yakın dövüş koreografisi dendiğinde dünyanın en önemli isimleri arasında adı anılan Tiger Chen de ufak bir rolle “talebesinin” filminde hünerlerini sergileyecek.

“gişe” üzerinden değerlendirmek de yeterli olmaz; zira John Wick filmleri Hollywood özelinde kültürel bir fenomen haline geldi. John Wick gösterime girdiğinden beri Hollywood stüdyoları bu filmin görsel dilini kullanan, tek kişilik ordu minvalinde yakışıklı/ güzel karakterlerin başrolde olduğu, komplike dövüş koreografileriyle süslenen filmler yapmaya başladılar. Tabii filmlerine “çakma John Wick” dedirtmek istemeyen stüdyoların büyük bölümü “dişi John Wick” tarzı yapımları tercih ettiler. Charlize Theron’lu Atomic Blonde, Jennifer Lawrence’lı Red Sparrow, Jennifer Garner’lı Peppermint, hep bu beyhude çabaların ürünüydü. Her ne kadar Ben Affleck’in The Accountant’ı ve Denzel Washington’un The Equalizer’ı da aynı ligde oynasalar da John Wick kadar başarı elde edemediler. Keanu Reeves, orta yaşlarının başlangıcında eline geçirdiği bu başarıyı sağmaya devam edecek gibi duruyor. Stahelski ve Reeves’in kafa kafaya vererek işlemeye başladıkları ilk projenin adı: Ballerina! Bu film, John Wick

DEVAMI GELİR Mİ?

John Wick serisinin tüm filmlerinin yönetmeni olan Chad Stahelski’nin Keanu Reeves ile bu markayı büyütmek adına pek çok yeni fikri olduğunu biliyor muydunuz? Aslına bakarsanız, bu karar pek de “sürpriz” sayılmaz. İlk iki John Wick filminin toplam maliyeti 70 milyon dolar civarında. Buna karşılık iki filmin uluslararası gişe başarısı 260 milyon dolar! İki filmde 200 milyon dolar kazanabilmek az iş değil. Üstelik John Wick filmlerinin başarısını salt 15

evreninde geçecek ve çocuk suikastçıların yetiştirilme ve yaşamlarına odaklanacak. John Wick filmlerinin yapımcısı Lionsgate’in bu filmi pek yakında duyurmasını bekliyoruz. Stahelski ve John Wick filmlerinin senaristi Derek Kolstad da şu sıralar John Wick’in dünyasında geçen bir dizinin çalışmalarına start verdiler. Dizinin adı The Continental olacak ve filmlerin ünlü otelinin “güvenli” kapılarının ardında yaşananları konu edinecek. Keanu Reeves’in The Continental dizisinde boy göstereceğinin de haberini şimdiden vermiş olalım!

17 MAYIS’TA VİZYONDA

John Wick markası daha uzun yıllar gündemimizde olacağa benziyor. Keanu Reeves’in yıllanmış şarapları kıskandıran karizması ve rolünün hakkını verecek ölçekte bir yetenek şahikası olması, bu markayı tüm gücüyle sırtlıyor. Bill and Ted’s Excellent Adventure, Speed ve The Matrix’in ardından Keanu Reeves’in bir türlü rayına oturamayan kariyerini belki de köprüden önce son çıkışta kurtarmayı başaran John Wick’in uzun seneler sürebilecek potansiyele sahip olması bizi sevindiriyor. Yaklaşık 20 yıldır adı bile anılmayan üçüncü Bill and Ted filminin bile bu global başarı ertesinde yapımına start verildi! Hollywood’un yıllar geçtikçe ucuzlayan ya da süper kahramanlaşan aksiyon yapımlarına attığı realist dayak sayesinde adını milyonlara ezberleten John Wick, yeni filmi John Wick: Chapter 3 Parabellum’la, 17 Mayıs’ta sinemalarda olacak.


ANALİZ

STAR WARS’TAN İDDİALI GERİ DÖNÜŞ Tüm zamanların en sevilen sinema olaylarından biri olan Star Wars’un 1999’dan bu yana gelenekselleşen tanıtım fuarı Star Wars Celebration, geçtiğimiz ay Şikago’da gerçekleşti. Bu muazzam organizasyonda Star Wars’un yakın geleceğine dair pek çok duyuru yapıldı.

THE RISE OF SKYWALKER Lucasfilm, Disney çatısı altında olması nedeniyle, Episode IX için promosyon sürecini bu yıl oldukça ağırdan aldı. Bunun sebeplerinden ilki, elbette Disney’in Marvel filmlerine rahatça yatırım yapabilmesinin önünü açmaktı. İkinci sebep de geçtiğimiz yıl vizyona giren Star Wars spin-off filmi Solo’nun gişede ve eleştirmenlerin gözünde yaşadığı hezimetti. Zaten Lucasfilm yönetimi, 9. filmin sonrasında Star Wars filmleri konusunda frene basacaklarını da açıkladı. Star Wars Celebration, aynı za-

manda yeni Star Wars filminin promosyon sürecinin de başlangıcı oldu. Mütevazı ancak heyecanlandıran bir teaser fragmanla taçlandırılan sunumun finalinde, klasik Star Wars üçlemesinde ve prequel filmlerinde Palpatine’i canlandıran Ian McDiarmid’in sahneye gelmesi hem mekanda bulunanları hem de internet başındaki milyonlarca Star Wars hayranını ayağa kaldırdı. Sene sonunda gösterime girecek olan The Rise of Skywalker, belli ki muazzam bir Star Wars deneyimi olacak.

THE MANDALORIAN Bir Star Wars dizisinin geleceğine dair dedikodular, Lucasfilm Disney’in çatısı altına girdiğinden beri konuşuluyordu. Disney+ dijital platformu önümüzdeki Kasım ayında hizmete gireceği için, Star Wars Celebration’da potansiyel Star Wars dizisinin üzerindeki sis perdesinin aralanması zaten bekleniyordu. İşte o sır gibi saklanan dizinin The Mandalorian olduğu Star Wars Celebration’da resmen açıklandı. The Mandalorian, Return of the Jedi’da yaşananlardan beş yıl sonrasında geçiyor ve The Mandalorian adlı bir ödül avcısının çok çok uzak bir galakside yaşadığı 16

maceralara odaklanıyor. Dizinin oyuncu kadrosunda Pedro Pascal (Narcos), Gina Carano (Deadpool), Nick Nolte (Warrior), Werner Herzog (What Dreams May Come), Giancarlo Esposito (Breaking Bad), Carl Weathers (Rocky) ve Taika Waititi (Thor Ragnarok) gibi önemli isimler mevcut. Projenin başındaki isim Jon Favreau olacak. Favreau’nun kariyerinde Elf, Iron Man, The Jungle Book ve bu yaz gösterime girecek olan The Lion King gibi önemli filmler var. Star Wars evreninde geçen, western tadında bir macera sunacak olan The Mandalorian’ı merakla bekliyoruz.


CLONE WARS

Star Wars hayranlarının gönlünde yeri apayrı olan animasyon dizi Clone Wars’un dönüşü de muhteşem olacak. Her ne kadar uzun metrajlı filmiyle karavana atmış olsalar da, Star Wars evreninde önemli açılımlar yapmış olan Clone Wars dizisinin önemini inkâr etmek olmaz. Clone Wars’un dönüşüne dair bizi en çok sevindiren detaylardan biri de en sevdiğimiz jedi savaşçılarından Ahoska’nın dönüşünün müjdelenmiş olması! Clone Wars’un yeni sezonunda kahramanlarımızın başına bela olacak yepyeni bir ekip de olacak. Dizinin fragmanında Ahsoka’nın Bad Batch adı verilen yeni bir

Clone Trooper ekibiyle dirsek temasına olacağı ve Mandalore Kuşatması’nı yöneteceğini de gördük. Darth Maul hayranları bu sezonu özellikle çok sevecekler; zira dizinin yaratıcısı olan Dave Filoni, The Phantom Menace’tan beri hayatı yokuş aşağı giden Darth Maul’un bu sezon nihayet “kendini gerçekleştireceğini” müjdeledi. Clone Wars, belki ilk bakışta bir çizgi dizi gibi gözükse de Star Wars tarihi için çok önemli detaylar barındıran bir yapım. Disney+ kanalında bu şahane animasyon dizinin tüm sezonlarının bir arada erişimde olacağının da altını çizelim.

JEDI: FALLEN ORDER

Star Wars hayranlarının uzun süredir beklediği Jedi: Fallen Order oyunu da nihayet bu özel etkinlikte tanıtıldı. Respawn Entertainment firmasının geliştirdiği ve Electronic Arts tarafından piyasaya sürülecek olan Jedi: Fallen Order, tek kişilik bir macera oyunu olarak kurgulanmış ve 15 Kasım’da piyasada olacak. Oyunda, meşhur Order 66’dan kurtulmayı başaran genç jedi Cal Kestis’in macerasını deneyimleyeceğiz. Cal Kestis, oyun süresince Imperial Inquisitors’un şerrinden korunmaya ve galakside force kullanabilen belki de tek jedi olarak hayatta kalmaya çalışacak. Karakterimizin türlü force güçlerini ve lightsaber’ını özgürce kullanacağımız oyunun, içimizdeki jedi şövalyesini tatmin edeceğinden eminiz. Bu arada Jedi: Fallen Order’ın geçtiğimiz sene piyasaya çıkmış olan God of War’dan da birkaç özellik almış olduğunu da söyleyebiliriz. Oyunun yapımcılarına göre, karak-

VADER IMMORTAL

Lucasfilm’e bağlı olarak çalışan ve interaktif Star Wars deneyimleri üreten ILMxLAB’ın yeni bombası bir sanal gerçeklik oyunu olacak! Vader Immortal adı verilen bu oyun, tıpkı filmler gibi Episode’lar halinde maceralarını piyasaya sürecek. Bu oyuna özel olarak tasarlanan hizmet droid’i ZOE3’yi Saturday Night Live kadrosundan tanıdığımız başarılı kadın yönetmen Maya Rudolph seslendirecek. Oyunun senaryosunu yazan isim ise, David S. Goyer olacak. Kendisini Christopher Nolan’ın The Dark Knight üçlemesinden ve Zack Snyder’ın Man of Steel

teriniz güçlendikçe ve yeni force özellikleri kazandıkça oyunda daha önce giremediğiniz farklı bölgelere ulaşım sağlayabileceksiniz. Jedi: Fallen Order, birden fazla gezegende geçen ve oldukça detaylı ve katmanlı tasarımlara sahip olan iddialı bir yapım olacağa benziyor. Electronic Arts, kendi imzasını taşıyan Star Wars oyunlarında yaptığı hataya bu defa düşmeyeceğe benziyor; zira oyun için parayla satın alınacak ek özelliklerin tamamı sadece kozmetik eklentiler ve kostümler bazında sınırlandırılmış. Oyundaki güç dengesini parayla satın alarak değiştirme şansı kesinlikle olmayacakmış. Star Wars temalı video oyunlarına aşina olan okuyucularımıza da bir sürprizimiz var; Jedi: Fallen Order’ın senaryosunu, Knights of The Old Republic 2 oyununu da yazan Chris Avellone kaleme almış. Kasım ayı gelse de force’u parmaklarımızın ucunda hissetsek!

filminden tanıyoruz. Vader Immortal’ın hikayesi, Star Wars evrenindeki diğer hikayelere bağlantılı olarak ilerleyecek. Oyuna, Darth Vader’ın karargahının bulunduğu Mustafar gezegeninde başlayacağız ve İmparatorluk Kuvvetleri tarafından esir alınan bir suçluyu canlandıracağız. Bu suçlu, Darth Vader’ın bizzat emri doğrultusunda kendisine teslim edilecek ve oyun süresince Darth Vader’ın emirlerini yerine getireceğiz. Force’un Sith tarafında bolca vakit geçireceğimiz bu oyunun sene sonunda piyasada olması bekleniyor.

STAR WARS: GALAXY’S EDGE Disneyland, sonunda Star Wars tema parklarına kavuşuyor! Star Wars: Galaxy’s Edge adı verilen tema parklarının ilki Mayıs ayında Paris’te, ikincisi Ağustos ayında Florida’da bulunan Disneyland’ların bünyesinde açılıyor. Bu parkların merkez noktasında Star Wars filmlerinin sevilen uzay aracı Millennium Falcon’un bire bir ölçekte inşa edilmiş kopyası yer alacak. Altışar kişilik gruplar halinde Millennium Falcon’u gezebilecek olan ziyaretçiler, aynı zamanda bu efsanevi araçla birlikte “uçuş ve savaş” deneyimlerini de sanal gerçeklik ortamında yaşayacaklar. Ekip olarak Millennium Falcon’u kontrol edeceğiniz savaş bölümlerinde eğer geminiz hasar alırsa çıkışta sizi hasarlı koridorlar, dumanı tüten borular ve fonksiyonlarını yitirmiş, kıvılcımlar saçan paneller karşılayacak! 2020 yılında Galaxy’s Edge tema parkına bir başka interaktif deneyim olan Star Wars: Rise of 17

the Resistance da dahil olacak. Bu atraksiyonda katılımcılar yeni üçlemedeki First Order askerlerine karşı birer Resistance askeri olarak mücadele verecek. Galaxy’s Edge dünyasına girerken telefonunuza bir uygulama indirmeniz istenecek ve bu uygulama sayesinde parkın dört bir yanına yayılmış olan birbirinden farklı interaktif sürprizle iletişime geçmeniz mümkün kılınacak. Galaxy’s Edge’de susadığınız zaman satın alacağınız tüm meşrubatlar da kutularından üzerlerindeki yazılara kadar Star Wars evreninden izler taşıyacak. Bu sayede meşrubatlarınızı bitirdiğiniz zaman kutularını anı olarak saklayabileceksiniz. Galaxy’s Edge’in hediyelik eşya dükkanında satışa sunulacak olan pek çok figür ve lisanslı ürün de bu tesislere özel olarak üretiecek. Star Wars koleksiyoncuları, eğer koleksiyonlarına bu ürünleri eklemek istiyorlarsa mutlaka bu harika parkı ziyaret etmeleri gerekecek.


FİLM

BİR KATİLE AŞIK OLMAK Tüm zamanların en korkunç seri katillerinden biri olan Ted Bundy’nin hayatına dair çok farklı bir film izlemeye hazır mısınız? 3 Mayıs’ta Netflix ekranlarına gelecek olan “Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile”, Ted Bundy’i hiç tahmin etmediğimiz bir perspektiften ele alacak.

C

inayet, adam kaçırma, tecavüz, hırsızlık, ölü sevicilik... Bu tüyler ürpertici suçlar, tüm zamanların en azılı katillerinden biri olan Theodore Robert Bundy’nin kabarık suç dosyasından taşan, kan dondurucu hikayelerin birer izdüşümü. 70’li yıllarda genç kızlara ve kadınlara musallat olan bu “yakışıklı” sapık, 30’un üzerinde cinayet işlediğini itiraf etmiş olsa da bu rakamın gerçeğin çok altında olduğu düşünülüyor. 1974-1978 yılları arasında yedi farklı eyaletin sınırları dahilinde işlenmiş onlarca suçun faili olan Bundy, 1989’da idam edilmesine rağmen bugün bile toplum hafızasındaki yerini koruyor. Netflix, 24 Ocak’ta yayınladığı “Conversations With A Killer: The Ted Bundy Tapes” belgeselinin ardından şimdi bir Ted Bundy filmiyle izleyicilerinin karşısına çıkıyor. 3 Mayıs’ta ekrana gelecek olan “Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile” adlı filmde Ted Bundy’nin hayatına çok farklı bir perspektiften odaklanacağız. Ted Bundy’nin eski kız arka-

daşı Elizabeth Kloepfer tarafından kaleme alınan “The Phantom Prince: My Life with Ted Bundy” adlı otobiyografi kitabından uyarlanan filmde, Ted Bundy’nin “diğer kimliği” olan sapkın yönüyle yüzleşmek zorunda olan genç bir kadının anılarında yolculuk yapacağız.

YÖNETMENE DİKKAT!

Ted Bundy, elinden kurtulan kadın kurbanları tarafından oldukça yakışıklı ve karizmatik bir insan olarak anılıyor. Cinayetlerin mahkeme sürecinde avukatını kovarak kendi savunmasını üstlenmiş olması, Amerikan basını tarafından yüksek IQ’sunun en önemli ispatı olarak değerlendirilmişti. Ted Bundy bir yandan normal bir aile hayatı yaşarken bir diğer yandan gayrımeşru ilişkilere karışan, öbür taraftan da sapkın cinayetlere bulaşan hastalıklı bir ruhtu. Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile’ın yönetmen koltuğunda daha çok belgesel yapımlardan aşina olduğumuz Joe Berlinger oturuyor. Berlinger’ın yüksek profilli yapımları arasında “Paradise Lost: The Child Murders at Robin Hood Hills”, “Crude, Whitey: United States of America v. James J. Bulger” ve “Intent To Destroy: Death” ve “Denial and Depiction” gibi ödüllü belgeseller bulunuyor. Berlinger, aynı zamanda dünyanın en başarılı metal gruplarından Metallica’nın ünlü Some Kind of Monster adlı müzik belgeselinin de yönetmenlerinden biriydi, zaten bu filmin kadrosunda Metallica hayranlarının yüzünü güldürecek bir Metallica sürprizi de olacak.

İDDİALI KADRO

Bu sene Ted Bundy’nin idamının 30. yılı. Bu iddialı filmde Bundy’e Hollywood’un en yakışıklı oyuncularından Zac Efron hayat vermiş. Son yılların sevilen oyuncularından olan, kariyerinde Altın Küre adaylığı bulunan Lily Collins ise, Ted Bundy’nin sevgilisi Elizabeth Kloepfer’ı canlandırıyor. Bundy’nin Kloepfer’la birlikteyken aynı zamanda bir başkasıyla evli olduğu az kişi tarafından bilinir; 18

Bundy’nin o dönemde nikahlı olduğu eşi Carole Ann Boone’u, Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales filminden hatırlayacağınız Kaya Scodelario oynamış. Tüm zamanların en başarılı oyuncularından biri olarak kabul edilen John Malkovich’i ise, Ted Bundy’i idama mahkum eden ünlü yargıç Edward Cowart rolüyle izleyeceğiz. Ve son olarak Metallica hayranlarını bekleyen sürprize gelelim; grubunun karizmatik lideri James Hetfield, filmde Ted Bundy’i tutuklayarak adalete teslim eden Şerif Bob Hayward rolüyle kariyerinde ilk kez oyuncu olarak kamera karşısına geçmiş! Zaten böylesine iddialı bir filme de böyle iddialı bir kadro yakışırdı!

FESTİVALDEN NETFLIX’E

Netflix, son dönemde seyircilerine sunduğu içeriği ince eleyip sık dokuyarak seçiyor. Malum, çevrimiçi seyir devri altın çağını yaşarken rekabet de gün geçtikçe kızışıyor. Amerikan sinemasının en önemli bağımsız yapımlar festivali olarak kabul gören Sundance’a adeta “çöken” Netflix simsarları, festivalin en çok ses getiren yapımlarını Netflix’e kazandırmak için büyük çaba harcıyorlar. Bu yıl dünya prömiyerini yapan pek çok önemli film gibi “Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile” da global izleyiciyle yalnızca Netflix üzerinden buluşacak. Bu farklı Ted Bundy biyografisini izlemek için sabırsızlanıyoruz.


SİNEMA

LAMBAYA PÜF DE!

Disney klasiği Aladdin de gerçek oyuncularla beyazperdeye uyarlanan çizgi kahramanların arasındaki yerini aldı. Guy Ritchie’nin yönettiği; başrollerini Will Smith, Mena Massoud ve Naomi Scott’ın üstlendiği Aladdin, 24 Mayıs’ta vizyonda olacak.

D

isney, klasikleşen çizgi filmlerini gerçek oyuncularla “live-action” deneyimi sunarak cilalayıp vizyona sokmak konusunda son derece iddialı. Gişede büyük kâr elde eden Beauty and the Beast, Maleficent, Cinderella ve Alice in Wonderland bu yeniden çevrimlere verilebilecek iyi örnekler. Tabii her film Disney’in hedeflerini tutturamıyor; Alice: Through the Looking Glass, The Nutcracker ve geçtiğimiz ay büyük hayal kırıklığı yaratan Dumbo gibi karavana atan örnekler de mevcut. Disney, bu sene üç önemli “live-action” yeniden çevrimi daha vizyona sokacak. Lion King ve Maleficent 2’yi merakla bekliyoruz; ancak bu üç yapım arasında bu ay izleme şansına erişeceğimiz Aladdin konusunda biraz endişeliyiz. 1992 yılında gösterime giren ve Robin Williams’ın unutulmaz performansıyla hafızalara kazınan Aladdin’in live-action yeniden çevrimi olacak bu film için kafamızda fazlasıyla soru işareti bulunuyor.

YÖNETMEN ZAAFI

Aslına bakarsanız Guy Ritchie’nin hastasıyız! Çoğunluğu Londra’da vuku bulan suç filmleri Lock, Stock and Two Smoking Barrels, Snatch, Revolver ve RocknRolla’yı

çeken bu müthiş adamın Hollywood’a transferi bir miktar sancılı oldu ve maalesef bir türlü eski günlerindeki başarıyı yakalayamadı. Başrollerini Robert Downey Jr. ve Jude Law’un paylaştığı Sherlock filmleriyle sabun köpüğünden hallice etki bırakabilen Ritchie, bu filmlerin ardından yönettiği The Man from UNCLE ile eski günlerinin havasını yakalamış olsa da film gişede batınca kariyerine yeni bir eksi puan olarak yazılmaktan kurtulamadı. Sonrasında yönettiği King Arthur: Legend of The Sword, nispeten eğlenceli bir film olmasına rağmen gişede öyle bir battı ki, Ritchie’nin adını iki sene boyunca hiçbir projede duyamadık. Aladdin, Ritchie’nin Hollywood’a çektiği sıradaki uyarlama olacak. Ritchie’nin bu uyarlama mevzularındaki “başarısı” ortadayken filme yükselmekte doğal olarak zorlanıyoruz.

SÜRPRİZ KADRO

Disney, etnik kökeni doğu olan oyunculara şans vermek adına, Aladdin kadrosunda önemli riskler aldı. Jack Ryan dizisinden hatırlayacağımız minyon aktör Mena Massoud’un başrolde Aladdin’i canlandıracak olması oldukça ilginç bir seçim olarak değerlendiriliyor. Son olarak Power Rangers filminde kamera karşısına geçen, Hint asıllı İngiliz güzel Naomi Scott da bu filmde Aladdin’in büyük aşkı Prenses Jasmine’i canlandıracak. Kenneth Branagh’ın yönettiği Murder on the Orient Express filminden hatırladığımız Marwan Kenzari ise, filmin kötü adamı Jafar rolünde kamera karşısına geçmiş. Big Fish’in yazarı John August’un senaryosunu kaleme aldığı filmin oyuncu seçimleri hem riskli hem de fragmanlardan gördüğümüz kadarıyla çizgi filmdeki karakterlerden oldukça farklı. Ne yalan söyleyelim, Aladdin’in lambasındaki cini oynayan ve filmin tek ünlü aktörü olan Will Smith fragmanlarda pek parlak görünmü19

yordu. Umarız bilgisayar destekli efekt uygulamaları iyi sonuç verir de en azından Will Smith’ten keyif alırız.

GİŞEDE NE YAPAR?

Aladdin, her ne kadar Disney’in en sevilen çizgi filmlerinden biri olsa da bu yeniden çevrimin Dumbo kadar bile iş yapabileceğini sanmıyoruz. Neredeyse tamamı ünsüz oyunculardan oluşan kadrosu, performansı sürekli düşüş gösteren yönetmeni ve 2000’lerde eski gişe cazibesinden uzak olan Will Smith ile bu filmin başarılı olması pek kolay değil. Elbette pek çok sinemasever gibi biz de merakımıza yenik düşüp, muazzam çizgi filminin anısına saygıdan sinemada izleyeceğiz; ancak salonların tıklım tıkış dolacağını da sanmıyoruz. Umarız Aladdin vizyona girdiğinde bizleri pozitif anlamda bir sürpriz olarak karşılar da beklentilerimizin tam aksi yönünde, eğlenceli saatler yaşayabiliriz.


BELGESEL

ŞAMPİYONA YAKIŞAN BELGESEL Gelmiş geçmiş en ünlü boksör olmakla kalmayan, aynı zamanda bir aktivist ve fikir insanı olarak da tüm zamanların en önemli kişiliklerinden biri olan Muhammad Ali’nin yaşam öyküsü, HBO tarafından müthiş bir belgesele dönüştü. Şampiyonların şampiyonu, kelebek gibi uçup arı gibi sokan anılarıyla gündemimizde!

H

BO, ses getiren belgesel yapımlarına “What’s My Name: Muhammad Ali” ile devam ediyor. 20. yüzyılın en önemli ikonlarından biri olan Muhammad Ali’nin sıra dışı yaşam öyküsüne odaklanacak olan yapım, iki bölüm halinde 14 Mayıs gecesi HBO kanalında yayınlandıktan sonra dijital platformlardan da erişime açılacak. Bu belgesel, aynı zamanda HBO için yepyeni bir ortaklığın da başlangıcını temsil ediyor. Tüm zamanların en önemli basketbol yıldızlarından LeBron James’in sahibi olduğu SpringHill Entertainment,

belgeselin yapımını tek başına üstlenmiş ve Hollywood’da emin adımlarla ilerleyen şirketin ilk yüksek profilli televizyon çalışması olmuş. Bu arada SpringHill Entertainment, HBO ile ortaklaşa yapımlar üzerinde çalışmaya devam edeceğini de bu sayede müjdelemiş oldu.

USTALAR BİR ARADA

“What’s My Name: Muhammad Ali” belgeselinin yönetmen koltuğunda bir hayli yüksek profilli bir isim oturuyor. Training Day, Southpaw ve The Equalizer filmlerinde imzası bulunan Antoine Fuqua, kariyerinde ilk defa bir spor belgeseli yönetmiş. Son olarak The Equalizer 2 ile sinemaseverlerin karşısına çıkan Antoine Fuqua, şu sıralar bilimkurgu türündeki yeni filmi Infinite için hazırlıklarını sürdürüyor. Belgeselde, efsane sporcunun hayatı boyunca yaşadığı zorluklar, rekabetler, geri dönüşler ve zaferler tüm görkemiyle ele alınacak. Ali’nin mükemmel bir arşiv halinde tutulan ses ve telefon kayıtlarının bolca kullanılacağı yapım ekibi tarafından bizzat açıklandı. Bunlara destek olarak daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış televizyon kayıtları ve arşiv görüntüleri de toplanarak titiz bir çalışmayla bir araya getirilmiş. What’s My Name: Muhammad Ali’nin yapımcı kadrosunda da tanıdık isimler görmek mümkün. Geçtiğimiz yılın Oscar ödüllerinde adını çokça duyduğumuz A Star is Born filminin yapımcısı Bill Gerber, Oscar ödüllü belgesel Undefeated’ın yapımcı ve yönetmeni Glen Zipper ve Eagle of Death Metal: Nos Amis adlı belgesel filmin yapımcısı Sean Stuart güçlerini belgesel için birleştirmişler. 20

RAKİPSİZ SPORCU

1942 yılının Ocak ayında hayata gözlerini açan Cassius Marcellus Cly Jr., yaşamı boyunca o kadar fazla başarı elde etti ki, Time dergisi kendisini kapağına taşıdığında sadece “The Greatest” (En İyi) olarak adlandırmayı uygun gördü. Kentucky eyaletinin Louisville kentinde doğup büyüyen Cassius’un 18 yaşındayken katıldığı 1960 Yaz Olimpiyatları’nda kazandığı altın madalya hayatını değiştirdi. 19 yaşında ülkesinin en genç şampiyonuyken adını ve dinini değiştirdiğini açıkladı. 22 yaşında dünyanın en genç ağır siklet boks şampiyonuydu. Kariyerinin ve performansının zirvesindeyken Vietnam savaşına gitmeyi reddetti ve en önemli yıllarını spordan men edilmiş olarak, dövüşemeden geçirdi. Savaş ve emperyalizm karşıtı görüşleri ve açıklamaları sayesinde bir jenerasyonun isyan ateşine hem ses hem de yüz oldu. Yetmedi, Malcolm X’le omuz omuza eşit hak birliği mücadelesi verdi. Joe Frazier’la dövüştüğü Thrilla in Manila ve George Foreman’la dövüştüğü Rumble in the Jungle olarak adlandırılan maçlar ise, dünya spor tarihinin zirve noktalarına ev sahipliği yaptı. Muhammad Ali, dünyanın dört bir yanında baskıya uğramış insanlar için temsili bir umut ışığıydı ve ölümünden önceki yıllarında adeta bir “global dünya vatandaşı” olarak pek çok toplumun sesini duyurabilmesine vesile olmuş bir barış ve eşitlik elçisiydi. Ali, hep en iyi oldu ve hep sevildi. Bu muazzam spor adamının ilham veren hikayesini izlediğimizde eminiz onun hakkında bilmediğimiz daha pek çok önemli şey öğreneceğiz ve gönlümüzdeki yeri daha da erişilmez olacak.


DİZİ

’SİZ 15 YIL

Tüm zamanların en önemli dizi fenomeni olarak adlandırabileceğimiz Friends, bundan tam 15 sene önce -6 Mayıs 2004’te- ekranlara veda etti. Bu muazzam diziye olan hasretimiz her geçen gün artarken, Friends’i az bilinen yönleriyle anmak istedik.

Ö

yle bir dizi düşünün ki yayın hayatı biteli 15 sene olmuş olsun ve bunca seneye karşın halen dünyanın dört bir yanında tutkulu hayranları tarafından el üstünde tutulsun! Friends’i sevenler bilirler; “İki bölüm Friends atmak!” diye bir tabir vardır. Kanepeye yayılmış ve uykunuz geliyorken ya da yemek siparişinizi beklerken bir iki bölüm Friends açıp izlemek adettendir! Bazen bir bölüm daha izleyeyim diye uykunuzdan olursunuz, bazen de ardı ardına sekiz bölüm izleyerek yemeğinizi soğutursunuz; ancak “dostlarınızdan” asla ayrılmazsınız! Bu ilişkiyi mümkün kılan en önemli noktaysa, Friends bölümlerinin birbirlerinden bağımsız maceralar olmasıdır. Herhangi bir bölüme rastgele daldığınızda takip etmeniz gereken bilmem kaç sezonluk bir mevzu yoktur. İşte sırf bu yüzden, en iyi Friends bölümü, o an izlemekte olduğunuz Friends bölümüdür. Rachel, Ross, Monica, Phoebe, Joey ve Chandler artık hepimizin ailesinden biri ve onları çok özlesek de hep bizimle beraberler. 10 sezon ve 238 bölümden oluşan bu olağanüstü dizinin hayatlarımızın bir parçası olarak kalacağından da adımız gibi eminiz.

AZ BİLİNEN GERÇEKLER

Friends’in yaratıcıları David Crane ve Marta Kauffman’ın bu harika dizi için pek çok farklı isim düşündüğünü biliyor muydunuz? Insomnia Café, Friends Like Us, Across the Hall ve Six of One gibi seçeneklerden vazgeçip Friends adında karar kılmaları sizce de çok isabetli olmamış mı? Friends’in çekimleri başlamadan önce pek çok ünlü isim, oyuncu seçmelerine katılmıştı. Dizinin tüm karakterleri için seçmeler düzenlenirken sadece Ross karakteri için seçme düzenlenmemiş. Dizinin yapımcılarından Kevin Wright’ın anlattığına göre, Ross karakteri en başından beri David Schwimmer için yazılmış! Friends, New York’ta geçiyor olsa da je-

nerikte gördüğünüz çekimler New York’ta yapılmamış. Central Park’ta bulunan Pulitzer Fountain bire bir model alınarak baştan inşa edilmiş ve Los Angeles’ta bulunan Warner Bros stüdyolarında, halka kapalı bir çekim alanında jenerik sahneleri çekilmiş. Tipik bir Friends bölümü 20 dakika sürse de her bölümün çekimi yaklaşık olarak 5 saat kadar sürüyormuş. Bölümlerin tamamı yaklaşık 300 kişilik bir seyirci ekibinin karşısında canlı olarak çekiliyormuş. Seyircilerin yer almadığı bölümler sezon finallerindeki “spoiler” içeren çekimlermiş; ancak son sezonun son sahnesi yaklaşık 1000 kişilik bir seyirci grubunun karşısında çekilmiş.

MİLYON DOLARLIK DOSTLAR

Friends, ekranlara 2004 yılında veda etmiş olsa da oyuncu kadrosu dizinin sürekli devam eden tekrar yayınlarından oldukça iyi para kazanıyor. Hatta kazandıkları para bugün televizyonda aktif olarak çalışan oyuncuların yıllık kazançlarının bile çok çok üzerinde! Dizinin altı as oyuncusu 9. ve 10. sezonlarda bölüm başına 1 milyon dolar kazanıyorlardı! Şu an global bir fenomen haline gelmiş olan Game of Thrones dizisinin oyuncuları bölüm başına maksimum 500 bin dolar kazanıyorlar, kıyaslamanız açısından bunu belirtelim. Friends’in başrol oyuncuları Courtney Cox, Jennifer Aniston, David Schwimmer, Lisa Kudrow, Matt LeBlanc ve Matthew Perry, dizinin 10. sezonunda rol almadan önce o güne dek televizyon tarihinde görülmemiş bir anlaşmaya imza atarak dizinin tekrar bölüm gelirlerinin yüzde 2’sini almayı başardılar. Dizi, 21

o kadar fazla ülkede o kadar uzun süredir sürekli tekrar yayınla ekranlara geliyor ki yapımcısı olan Warner Bros’a halen senede 1 milyar dolar kazandırıyor! Bu olağanüstü gelirin yüzde 2’si altı oyuncu arasında paylaştırıldığında kişi başı 20 milyon dolara yakın bir meblağ ortaya çıkıyor. Düşünebiliyor musunuz? Hayatları boyunca bir daha çalışmasalar bile oyuncuların senede 20 milyon dolarlık sabit gelirleri var. Friends efsanesinin büyüklüğü herhalde daha iyi anlatılamazdı. Biz de şimdi laptop’u kapatıp iki bölüm Friends atmaya gidiyoruz! Bize katılmaya var mısınız?


ANNELER GÜNÜ

ANNELERE SELAM OLSUN!

Postkolik geleneğini devam ettiriyoruz ve bu sene Anneler Günü’nü çizgi roman sayfalarından taşan süper kahraman annelerle kutluyoruz. Herkesin annesi elbette kendi süper kahramanıdır; fakat bu anneleri özellikle atlamamak lazım!

SPIDER-WOMAN

Jessica Drew’un Spider-Woman olarak Marvel sayfalarında arz-ı endam ettiği 2015 yılında, çizgi romanların sıkı takipçilerini harika bir sürpriz bekliyordu. En sevdikleri süper kahraman hamileydi; üstelik en tehlikeli maceralarından birini yaşarken! İlk kez 1977 yılında çizgi roman okurlarıyla buluşan Spider-Woman’ın yıllar içerisinde başına gelmeyen kalmamıştı! Kendi maceraları gayet popülerken önce X-Men’e ardından da Spider-Man’in yancılığına düşen kahramanımız, bir süre gözlerden uzak kaldıktan sonra bir Skrull klonu olarak çizgi romanlara dönmüştü! 40 yılda bir süper kahramanın başına gelebilecek tüm aksilikleri yaşayan güzeller güzeli Nancy Drew, nihayet iyi bir haberle karşımıza çıkmıştı. New Avengers kadrosuna karnı burnunda katılan ve sonra da yeni doğan bebeğiyle kendi çizgi roman serisine geri dönen Nancy Drew, halen Marvel’ın en sevilen kadın süper kahramanlarından biri olarak kabul görüyor. Oğlu Gerry’i Skrull saldırısı altında kalan galaksiler arası bir hastanede doğurduğundan bahsetmiş miydik? Son dönemde Marvel çatısı altında çıkan en başarılı çizgi roman serilerinden birini ıskaladıysanız, Spider-Woman ve sevimli bebeği Gerry’nin maceralarına göz atmanızı tavsiye ederiz.

MARTHA KENT

Jerry Siegel ve Joe Shuster’in ortaklaşa yarattığı Martha Kent karakteri, Superman’in hayatı boyunca ona rehberlik edecek olan gönüllü annesidir. Her ne kadar Superman’in 1938 yılındaki ilk macerasında Kent ailesinin rolü pek etkin değilse de yazarlar 1939’da Superman’e yepyeni bir orijin hikayesi yazarak Kent ailesini öyküye dahil etmiş ve Superman’e olabilecek en “insani” desteği sağlamıştır. Kal-El’in dünyaya düşen mekiğinin Kent ailesinin çiftliğine denk gelmesi hem Kent çifti için hem de Superman için ne büyük şans! Bu kadar insan sevgisiyle dolu olmasını ailesine borçlu olan Superman’in bambaşka bir ailenin elinde büyümüş olsa neye dönüşeceğini tahmin bile etmek istemiyoruz. Belki bilmeyenleriniz vardır; Martha Kent, Kal-El’in uzay gemisinde bulduğu battaniye ve kumaşları birbirine dikerek Superman’in ikonik süper kahraman kostümünü yaratmıştır. Superman’in dünyaya dair inanç ve erdemlerinin tamamının Martha Kent’in öğretilerinden geldiğinin altını çizmek isteriz. Bazen en “süper” anne olmak için süper güçlere sahip olmanıza gerek kalmaz. Süper bir evlat yetiştirirsiniz ve dünya size minnettar kalır.

JESSICA JONES

Jessica Jones’un geçmişi gerçek bir kaos güncesini okumaktan hallicedir. Şimdilerde DC Comics’in patronu olan Brian Michael Bendis’in Marvel çatısı altında çalışırken yarattığı ilk orijinal karakterlerden biri olan Jessica Jones’la ilk olarak Alias çizgi romanında tanışmıştık. Yaşadığı travmalardan sonra süper kahramanlıktan emekli olup özel dedektif olmaya karar veren Jones’un başı bu önemli değişime rağmen beladan kurtulmayacaktır. Eski bir alkolik olan, Killgrave gibi bir sapığın seks kölesi olarak tutsak edilen ve diğer pek çok travmayı zihninde yaşamaya devam eden Jessica Jones’un hayatla tüm bağları kopmuş gibidir. Yarın yokmuşcasına yaşayan ve kendi gibi süper güçlere sahip olan Luke Cage’le takılan Jones’un tüm hayatı bir gün hamile kaldığını öğrenmesiyle değişir. Jones ve Cage, bebeği birlikte büyütmeye karar verirler ve hayatlarını ellerinden geldiğince düzene sokup, kızları Danielle doğduktan kısa bir süre sonra evlenirler. Jessica Jones’un hayatı adeta kökten değişir. Kızının yaşattığı duygular sayesinde sırt çevirdiği insanlara yardım etmeye karar veren Jones, Power Woman olarak kostümlü kahramanlar dünyasına döner. Bir ara Avengers’a bile katılan Jones’un sevimli bebeği Danielle’in ileride yeni Captain America olacağına dair dedikodular kulağımıza gelmekte! Netflix dizisinden tanıdığınız bu karakterin çok daha sağlam maceraları olduğunu söyleyebiliriz, fırsat bulursanız çizgi romanlarına da mutlaka göz atın!

Martha Kent

Spider-Woman

Jessica Jones 22


Queen Hippolyta

QUEEN HIPPOLYTA

Ünlü yazar William Moulton Marsten, Yunan mitolojisinden esinlenerek yeni bir süper kahraman yaratmaya karar verdiğinde takvimler 1941’i gösteriyordu. Tüm zamanların en sevilen kadın çizgi roman karakterlerinden olan Wonder Woman, o dönem yayınlanmakta olan All-Star Comics’in sayfalarında kendisine yer bulduğunda, annesi Queen Hippolyta’ı da çizgi roman dünyasına kazandırmıştı. Hippolyta karakteri yaratılırken, Amazon savaşçılarının adası olan Paradise Island’da anne olan tek kadın olarak kurgulanmıştı ve kızının da Wonder Woman olacağı hamile olduğu süreçte rüyalarda kendisine müjdelenmişti. DC Comics’in New 52 serisinde bu orijin hikayesi az da olsa değiştirilmiş ve Hippolyta’nın Zeus’la yaşadığı yasak aşk sonrasında kızı Diana’ya hamile kaldığı hikayeye eklenmişti. Hippolyta, kızı Diana için kusursuz bir rol modeldi ve Diana’yı da bir gün Amazonların lideri olacak şekilde yetiştiriyordu. Tabii tüm planlar Steve Trevor’un uçağı Paradise Island kıyılarına düşünce kökten değişecekti. Hippolyta, Paradise Island’ın “dünya elçisi” olarak seçilip, Wonder Woman adını alınca kızından desteğini bir anlığına bile esirgemedi. Tüm sevgisini ve ilgisini Diana’ya yönelten Hippolyta’nın sadece harika bir anne değil aynı zamanda muhteşem bir komutan ve lider olduğunu, bu vasıflarının Wonder Woman’ı yaşamı boyunca etki altında tuttuğunu da özellikle belirtelim.

TALIA AL GHUL

Batman’in bile aklını başından alan bir anneye karşı biz ne yapabiliriz ki? Şimdi elimizden geldiğince size tanıtmaya çalışalım bu güzel ve gizemli kadını: Talia, Batman’in gönlünü çalan kadınlar düşünüldüğünde -belki de Catwoman’dan sonra- yarasa adamla en uzun soluklu ilişkiyi yaşamayı başaran kişidir. İlk olarak 1971 yılında Detective Comics sayfalarında tanıştığımız bu olağanüstü kadın, geçen yıllar içerisinde birbirinden farklı maceralarda Batman’i dize getirmeyi başarmıştır. League of Assasins adlı kadim suikast timinin lideri olan Ra’s al-Ghul’un kızı Talia’ya en uygun eş olarak gördüğü Batman, tüm bunlardan habersizce tuhaf dayanıklılık testlerine tabi tutulmuş ve nihayetinde Talia ile evlenmesine karar verilmiştir. Çizgi romanlarda Batman’le bir süre evli kalan Talia, kocası Bruce Wayne’e çaktırmadan hamile kalmayı da başarmıştır ancak bu noktada ikilinin ilişkisinde ipler kopunca Talia hamileliğini Batman’den gizleme kararı almıştır. Talia, oğlu Damien’ı tam 10 sene boyunca babasından gizlemeyi başarır ve bu süreçte Damian’ı tam bir League of Shadows suikastçısı gibi eğitir. Talia, oğlunu Batman’le tanıştırdığında elinde tam bir ölüm makinesi vardır. Talia, uzun bir süre Damian’ı kullanarak Batman’in karşılık vermediği aşkının intikamını kanla almaya uğraşır. Damian’ı klonlayan, ölümünden sonra Lazarus Pit adlı şifalı su kaynağına sokan ve yaşama döndüğü anda yaptıklarının pişmanlı-

Talia Al Ghul

ğıyla yıkılan Talia, Damian’ı babasına emanet eder ve baba-oğul, Batman ve Robin olarak hayatlarını sürdürmeye devam ederler.

MYSTIQUE

Mystique, X-Men sevenlerin çok yakından tanıdığı bir karakterdir. Sürekli şekil değiştirebilen, mavi tenli bir mutant terörist olmak elbette anne yüreğine sahip olmaya engel değil! Gerçi Brotherhood adlı bir mutant terör örgütü kurup on binlerce insanı katletmiş olması Mystique’i ideal anne klasmanına sokmuyor; ancak bu özel günün hatırına her tip anneye de yer vermek istedik! Bavyera’da bir barones olarak yaşadığı dönemde hamile kalan Mystique’in oğlu Nightcrawler daha sonradan X-Men ekibine katılmıştır. Wolverine’in azılı düşmanlarından Sabretooth’la da ateşli bir aşk serüveni yaşamış olan Mystique’in bu ilişkiden Graydon Creed adlı bir oğlu olmuştur. Creed’i doğar doğmaz bir yetimhaneye bırakmak zorunda kalan Mystique, iki mutantın oğlu olmasına rağmen tamamen “normal” bir insan olan bu çocuğu nasıl yetiştireceği bilemediğinden korkarak yetimhaneye bıraktığını seneler sonra itiraf edecektir. Graydon, anne ve babasının bir mutant olduğunu öğrendiğinde politikaya atılır ve mutant haklarını bertaraf edecek yasalar çıkarmakla kafayı bozar. Bu sırada Mystique oğlu hakkında korkunç bir gerçek öğrenir. Graydon’un oğlu, yani Mystique’in torunu bir mutant olarak doğar ve babası oğlunu öldürmeye niyetlenir! Bunu öğrenen Mystique, geleceğe giderek torununu kurtarır. Belki bir süper anne sayılmaz; ancak Mystique’in harika bir süper anneanne olduğuna kefiliz.

Mystique

23


DİZİ Undercover

SIFIR KİLOMETRE ENFES DİZİLER Yaşanmış hikayelerden edebiyat uyarlamalarına, kara komediden yetişkin animasyonuna kadar pek çok iddialı dizi, bu ay ilk bölümüyle ekranlara geliyor. İşte Postkolik radarına takılan o diziler: UNDERCOVER

Yepyeni bir gerilim ve suç dizisi bekleyenlere müjde! Undercover, Belçika/Hollanda ortaklığıyla hayata geçirilen sıkı bir suç dizisi. Ferry Bouman, dünyanın en önemli ecstasy üreticilerinden biridir ve Belçika/Hollanda sınırında konuşlanmış ultra lüks bir villada yaşamını sürdürmektedir. İki gizli ajan, Bouman’ın uyuşturucu imparatorluğuna sızarak bu kırmızı bültenle aranan suçluyu adalete teslim etmeye niyetli olsa da işler elbette sandıkları kadar kolay olmayacaktır! Yapımcılığını Jan Theys’ın (Salamander) üstlendiği Undercover’ın senaryosu, Nico Moolenaar (Vermist) tarafından kaleme

alınmış. Dizinin yönetmenliğini Eshref Reybrouck (Cordon) ve Frank Devos (Chaussée D’amour) üstleniyor. Undercover’ın başrollerinde ise Anna Drijver, Frank Lammers, Tom Waes, Elise Schaap ve Raymond Thiry gibi Hollanda’nın önde gelen oyuncularını izleyeceğiz. Bu kadar önemli bir kadroyu aynı çatı altında toplayan bir yapımdan beklentimiz doğal olarak yüksek. Undercover’ın ilk sezonu, 3 Mayıs’ta Netflix’te olacak.

TUCA & BERTIE

Yetişkin içerikli animasyon diziler -özellikle de South Park’tan beri- çok önemli yol kat ettiler. Aqua Teen Hunger Force, Daria, The

Ren & Stimpy Show, King of the Hill, Beavis and Butt-head ve Archer bir çırpıda aklımıza gelen örnekler. Son dönemin en meşhur animasyon dizisi olan Rick and Morty’i de anmadan geçmek istemiyoruz elbette. Netflix’in en çok izlenen yapımlarına baktığımızda, yetişkinlere özel hazırlanmış animasyon yapımların başarısı da dikkat çekiyor. BoJack Horseman, Big Mouth, F is for Family gibi başarılı yapımlar sayesinde Netflix de bu türün sevenlerinin gönlündeki yerini sağlamlaştırmış durumda. Tuca & Bertie de bu türün iddialı yeni üyesi olarak dikkat çekiyor. BoJack Horseman’ın yaratıcılarından biri olan Lisa Hanawalt’ın yeni projesi Tuca & Bertie, 30’lu yaşlarının ortasında, aynı apartman dairesinde yaşayan iki dişi kuşun maceralarına odaklanıyor. Tuca & Bertie’de, tıpkı BoJack Horseman’da olduğu gibi, günümüzün kaotik hayat şartlarıyla baş etmek zorunda kalan karakterlerin odağında ilerleyen modern bir fabl izleyeceğiz. Bu eğlenceli yapımın seslendireme kadrosunda son yılların en başarılı kadın komedyenlerinden ikisi başı çekiyor. Tiffany Haddish ve Ali Wong’un seslendireceği Tuca & Bertie’nin kankalarından biri olan Speckles’ı da The Walking Dead’den hastası olduğumuz Steven Yeun seslendirecek. Tuca & Bertie’nin merakla beklenen ilk sezonunun tüm bölümleri 3 Mayıs’ta Netflix ekranlarında olacak.

DEAD TO ME

Safkan bir kara komedi olan Dead to Me, birbirine taban tabana zıt iki karakterin tanışmasıyla başlıyor. Jen, kocasını elim bir

Tuca & Bertie 24


Dead to Me

kazada kaybeden ve yas sürecinin henüz çok başında olan seksi bir dul... Judy ise yarın yokmuş gibi yaşayan, pervasız, müşkülpesent ve çılgın bir kadın; ancak dışarı gösterdiği gamsız maskesinin altında çok derin bir sır gizlenmiş durumda. Bu tuhaf arkadaşlığın kahramanlarımızı nereye götüreceği meçhul; ancak bizi hem eğlendirip hem de şoke edeceğinden eminiz. Dead to Me’nin oyuncu kadrosu da son derece iddialı. Christina Applegate (Married with Children), Linda Cardellini (Mad Men), Max Jenkins (High Maintenance), James Marsden (Westworld) ve Ed Asner’ın (The Good Wife) başı çektiği kadro oldukça etkileyici. Dizinin yaratıcısı Liz Feldman da Amerikan televizyonlarında uzun yıllardır emek veren bir senarist. Hot in Cleveland, 2 Broke Girls ve Ellen DeGeneres Show’da çalışmış olan Feldman, eminiz yine harika iş çıkarmıştır. Bol diyaloglu kara komedi sevenler, bu diziyi ıskalamasın. Dead to Me, ilk sezonuyla 3 Mayıs’ta Netflix’te olacak.

CHERNOBYL

Çernobil’in adını duyunca bile insanın tüyleri diken diken olmuyor mu? İnsan eliyle inşa edilmiş en büyük afet olarak tarihimize kara bir leke olarak geçen Çernobil faciası, 1986 yılında tüm dünyayı şoka uğratmış, geleceğin enerji kaynağı olarak gösterilen nükleer santrallerin ne cins bir tehlike ka-

panı olduğunu herkese göstermişti. Game of Thrones, Sopranos ve The Wire gibi efsane dizilere imza atan HBO kanalının yeni projesi olan Chernobyl, beş bölüm süren bir mini dizi olarak kurgulanmış. Dizi, 1986 yılında yaşanmış olan bu felaketin hem öncesine hem de nükleer santralde yaşanan patlamanın sonrasına odaklanıyor. Chernobyl’in kadrosu da konusu kadar iddialı. Mad Men, Fringe ve The Crown gibi yüksek profilli dizilerde karakter oyunculuğuyla hafızalarımıza kazınan Jared Harris, Chernobyl’de başrolde karşımıza çıkıyor. İsveç’in en önemli oyuncularından olan Stellan Skarsgård’ı bugüne kadar pek çok önemli projede izledik; Breaking the Waves, Pirates of the Caribbean, Mamma Mia!, Thor ve Avengers Age of Ultron bu harika aktörü hatırlayabileceğiniz yapımlardan sadece birkaçı. Kariyerinde Oscar’ından BAFTA’sına kazanmadık ödül bırakmamış olan Emily Watson da bu önemli dizinin kilit rollerinden birinde karşımıza çıkacak. İngiltere’nin en önemli tiyatro oyuncularından biri olarak kabul edilen ve James Bond: Quantum of Solace, Harry Potter and the Half-Blood Prince gibi filmlerde önemli rollerde izlediğimiz Paul Ritter, Chernobyl’in başrollerinden biri olarak ekranda hünerlerini sergileyecek. Chernobyl’in ilk bölümü 6 Mayıs gecesi yayınlanacak ve 5 bölümlük öyküsü 3 Haziran’da sona erecek.

Chernobyl

Catch-22 25

CATCH-22

Joseph Heller’ın 1961 yılında yayımlanan Catch-22 adlı romanı, 20. yüzyılın en önemli kurmaca romanları arasında gösterilmektedir. Yazarın, öyküyü anlatırken ironi ve hiciv dolu bir anlatım sergilediği bu roman öylesine etkileyicidir ki, Catch-22 ismi İngilizce’de deyimleşmeyi başarmış ve içinden çıkılması mümkün olmayan durumları anlatmak için kullanılmıştır. 2. Dünya Savaşı sırasında bir bombardıman pilotu olan Kaptan John Yossarian’ın savaşın tam göbeğinde yaşadığı zihinsel kırılmaları konu edinen öykünün alt metninde insanın var oluşunu sorgulaması, kara komedi ve absürt kurmaca türlerinde gezinerek anlatılır. Catch-22, bir mini dizi olarak ekranlara gelecek ve eminiz romandan haberdar olmayan izleyicileri bile avucunun içine almayı başaracak. Dizinin farklı bölümlerinin yönetmenliğini üç önemli isim üstleniyor. Catch-22’da önemli rollerden birinde izleyeceğimiz ünlü oyuncu George Clooney, dizinin ilk ve son bölümlerini yönetecek. Argo’nun yapımcısı olarak Oscar da kazanan ve Clooney’i bu projeden önce “Men Who Stare at Goats” adlı filmde yöneten Grant Heslov da Catch-22 için kameranın arkasına geçen isimlerden biri olmuş. Catch-22 tüm bölümleriyle 17 Mayıs’ta yayında olacak.


DİZİ The Hot Zone

THE HOT ZONE

The Hot Zone, Richard Preston’un aynı adlı romanından National Geographic kanalı tarafından uyarlandı. Dizi, 1989 yılında yaşanan global Ebola salgınının çıkışını ve Amerika’ya ulaşmasıyla yaşattığı felaketleri konu ediniyor. ABD’nin kalbi sayılan Washington DC’deki bir tıbbi araştırma laboratuvarındaki kobaylardan biriyle insanlara bulaşan virüs, kısa sürede on binleri telef etmişti! Dizide Ebola virüsünün yayılmasını önlemek için bir SWAT takımıyla çalışmak zorunda kalan, ordu mensubu bir veterinerin yaşadığı maceraları izleyeceğiz. Tamamen gerçek olaylardan ilham alınarak yazılan senaryonun Richard Preston’ın kitabına fazlasıyla sadık kaldığı söyleniyor. Julianna Margulies (The Good Wife), Noah Emmerich (The Americans), Liam Cunningham (Game of Thrones), Topher Grace (BlackKklansman), Paul James (The Path) ve Nick Searcy (Justified), The Hot Zone’un kadrosunun önemli simaları olarak dikkat çekiyor. Dizinin yönetmenliği iki isim tarafından paylaşılıyor. Mad Men, American Horror Story, Legion ve Glee gibi iddialı yapımlara imza atan Michael Uppendhal dizinin yönetmenlerinden ilki. The Awakening ve Blood gibi sinema filmlerine, Paddington Green ve Primeval gibi televizyon dizilerine, Surviving Disaster ve How Art Thethe Name ofgibi thebelgesel Rose yapımlara imza Made World atan Nick Murphy de bu iddialı yapımın ikinci yönetmeni olacak. The Hot Zone, 27 Mayıs’ta National Geographic ekranlarında olacak.

Universe platformunda yayınlanan süper kahraman dizileri, bize göre bugüne dek izlediğimiz tüm çizgi roman uyarlamalarından iyi! Titans’ı ve Doom Patrol’u hala izlemediyseniz, neler kaçırdığınızı tahmin bile edemezsiniz. Swamp Thing de DC Universe platformunun iddialı yapımlarından biri olacağa benziyor. Diğer iki diziye kıyasla korku dozunun da yüksek olacağı dizinin yapımcılarının arasında James Wan’ın olması sürpriz değil. Saw, Insidious ve Conjuring gibi film serilerinin yaratıcısı olan Wan, öd koparan hünerlerini eminiz bu dizide de kullanmıştır. Len Wein ve Bernie Wrightson’un ortaklaşa yarattığı Swamp Thing, daha önce iki kez sinemaya da uyarlanmıştı. Fakat bu modern uyarlamanın karakterin özüne en sadık kalan yorum olduğunu düşünüyoruz. Swamp Thing dizisinin ilk bölümünün yönetmenliğini ise, Underwold film serisinin yaratıcısı Len Wiseman üstlenmiş. İlk sezonu 10 bölüm sürecek Swamp Thing, 31 Mayıs’ta başlıyor.

GOOD OMENS

Fantazya, komedi ve kıyamet! Mükemmel bir dizi için daha iyi bir formül düşünemiyoruz. Tüm zamanların en başarılı fantastik edebiyat yazarlarından ikisinin kafa kafaya verdikleri efsane kitap, sonunda dizi olarak uyarlandı. Terry Pratchett ve Neil Gaiman’ın 1990’da birlikte kaleme

aldıkları “Good Omens: The Nice and Accurate Prophecies of Agnes Nutter, Witch” için harika bir ekip bir araya gelmiş. Dizinin senaryosu, kitabın yazarlarından Neil Gaiman tarafından bizzat kaleme alınmış, o açıdan kafamız rahat! Dizinin tüm bölümlerini Douglas Mackinnon yönetmiş. İskoçya asıllı yönetmenin kariyerinde Doctor Who, Sherlock, Outlander ve Knightfall gibi yakın geçmişin yüksek profilli dizileri bulunuyor. Good Omens için kamera karşısına geçen isimler de birbirinden şahane! David Tennant (Doctor Who), Michael Sheen (Midnight in Paris), Anna Maxwell Martin (His Dark Materials), Jon Hamm (Mad Men), Josie Lawrence (EastEnders), Jack Whitehall (Bad Education), Miranda Richardson (Rubison) ve Nick Offerman (Parks and Recreation) bu büyülü maceranın başrollerinde izleyeceğimiz isimler. İblis Crowley ve Melek Aziraphale, dünyevi hayatın zevklerine dalmış olan iki ulvi varlıktır. Antichrist’ın doğum alametleri birer birer gerçekleşince ikiliyi bir telaş sarar; zira eğer bu doğum gerçekleşirse dünyada kıyamet kopacak ve cennetle cehennemin savaşı başlayacaktır. İki kafadarın müşterek paydada buluşup birlikte uyum halinde çalışması tahmin edildiği kadar kolay olmayacaktır! Good Omens, tüm bölümleriyle birlikte 31 Mayıs’ta Amazon ekranlarında olacak.

SWAMP THING

Daha önceki sayılarımızda tanıttığımız DC

Good Omens

Swamp Thing 26


ETKİNLİK

KARŞINIZDA VANGUARDS Brighton Zeuner, Lizzie Armanto, Yndiara Asp ve Mami Tezuka, “Vanguards” ile kaykay kültüründe yepyeni bir hareketin öncülüğüne soyunurken; Vans Türkiye, 4 Nisan akşamı Babylon’da gerçekleşen bir etkinlikle Vanguards ekibini tanıttı.

K

aykay ve aksiyon spor dünyasının sevilen markası Vans, sınırların dışında yaşama felsefesi “Off The Wall” kampanyasının ilk bölümü olan “Vanguards” etkinliğinde, Vans kaykay takımı sporcularından Lizzie Armanto, Brighton Zeuner, Yndiara Asp ve Mami Tezuka’nın kaykay yaparken çekilen adrenalin dolu fotoğraflarıyla, kadınların kaykay dünyasındaki başarılarını kutladı. 4 Nisan akşamı Yapı Kredi Bomontiada Babylon’da gerçekleşen etkinlik, kaykaycıların keyifli anlarının yer aldığı fotoğraf sergisi ve workshop’larla başladı. Oldukça eğlenceli ve yoğun bir katılımın olduğu gece, Palmiyeler ile LALALAR’ın canlı performansıyla devam etti.

KADIN KAYKAYCILAR

Vans, 2018 yılında, kaykay topluluklarını yeni bakış açılarıyla güçlendirirken, yeni bir ifade biçimi getirerek dünyanın her yerindeki çeşitli kaykay parklarında her yaştaki kadına kaykayı öğreten küresel bir girişim başlatmıştı. Vanguards, işte bu hedefle başlayan bir proje. Vanguard’lar için formül basit: ¨Stil her şeydir¨. Vans’ın yeni yüzleri Brighton Zeuner, Lizzie Armanto, Yndiara Asp ve Mami Tezuka, kaykay kültüründe yepyeni bir hareketin öncülüğünü de üstleniyorlar. Vanguard ekibinin stilinde yerellik ve sokak kültürü de büyük pay sahibi. Vanguard’lar için hem özüne dönük olmak, hem de seyahatle perçinlenen keşfetme arzusu hayati önem taşıyor. Vanguard, aynı zamanda, yerel kalabilirken dünya vatandaşı olabilmek anlamına da geliyor. Kökenleri Japonya, Brezilya ve Güney Kaliforniya’ya dayanan bu dört harika kadının ortaya koyduğu ilham veren kimlik, Vans’ı yaşamına entegre eden herkesi bir yerden yakalayacak güce sahip.

KİM BU VANGUARD’LAR?

Santa Monica doğumlu olan Lizzie Armanto’nun stilinde, doğduğu kentin sörf ve kaykay ile olan organik bağının etkisi çok net. Dogtown ruhunun doğduğu The Cove adlı kaykay parkında sergilediği figürleri izlerken Lizzie’nin bu muhteşem sporun yeni neslini temsil ettiğine saniyeler içerisinde ikna oluyorsunuz. Lizzie’nin efsanevi kaykay

ustası Tony Hawk tarafından bulunan Loop of Death parkurunu tamamlayabilen ilk kadın kaykaycı olduğunu da belirtmekte fayda var! Güney Kaliforniya’nın Encinitas bölgesinin kaykay parkı, “Kraliçe” Brighton Zeuner’in doğal yaşam alanı olarak kodlanmış adeta! Brighton Zeuner’a göre stil, kelimelerle tarifi zor bir konsept ancak bir kez kendi gözlerinizle gördüğünüz anda fark etmemeniz olanaksız. Brighton, henüz 14 yaşında ancak kısa ömrünün neredeyse yarısını kaykay üstünde geçirmiş. Tarzında salaşlık, konfor ve renklilik öne çıkıyor! Vans Park Series World Championship turnuvalarında 2016 ve 2018 yıllarında kendi yaş kategorisinde şampiyonluklar elde ettiğinin de altını çizelim.

KİTABINDA KORKU YOK!

Hedefimizdeki Vanguard, Brezilya’dan bize ¨merhaba¨ diyecek olan Yndiara Asp! Güzel sporcuya göre, kaykaydan düşmekten korkan, asla kaykayın üzerine çıkmamalı. Yndiara; düşmekten, sakatlanmaktan, betonu parçalamaktan ve kaykayının tekerleklerini aşındırmaktan kesinlikle çekinmiyor. Aksine bunları işin esas eğlencesi olarak görüyor. Korkusuz karakterini stiline de yansıtan sporcuya göre, giyiminiz ile tarzınız sizi özgürleştirmeli ve en çetin pistlerde bile sizi taşıyacak kadar dayanıklı olmalı. Böyle sağlam bir kadın sporcunun sağlam başarıları da var elbette: 2018’de Red Bull Bowl Rippers’ı, 2019’da da Sao Paulo’da düzenlenen Women’s Pro Tour finallerinde ikinciliği kazanmış. Mami Tezuka, kaykay kültürünün son yıllarda zirve yaptığı Tokyo sokaklarından ilham veriyor. Tokyo’nun keşmekeşinin biraz dışında konuşlanmış olan Hikone kasabasından bizi selamlayan Tezuka, yaşadığı yerin huzurunu adeta bir zen mantra’sı gibi içinde yaşasa da kaykayının üzerine çıktığında hünerlerini ve dudak uçuklatan

27

numaralarını ustalıkla sergiliyor. Tezuka’nın küçük yaşta tanıştığı bir başka tutkusu da piyano. Tezuka, piyano sayesinde hayatının merkezine oturttuğu zamanlama taktiklerinin kaykayı üzerinde çok işine yaradığını belirtiyor ve sporunu müzikle harmanlamaya devam edeceğini ifade ediyor.


SİNEMA

DEDEKTİFLERİN EN SEVİMLİSİ!

Tüm zamanların en sevilen kurgu karakterlerinden biri olan Pikachu ve Pokémon ailesi, ilk kez Amerikan yapımı bir filmle insanların dünyasına transfer oluyor. Bugüne dek pek çok animasyon filmde izlediğimiz sevimli kahramanları Hollywood standartlarında görmeye hazır mısınız? Erdem Tatar

P

okémon: Detective Pikachu, henüz ortalarda fragmanı bile yokken, 2019’un en merakla beklenen filmlerinden biriydi. Peş peşe yayınlanan fragmanlarla birlikte beklentiler daha da artmıştı; zira birbirinden renkli Pokémon karakterlerinin beyazperdeye aktarımı olağanüstü ölçüde başarılıydı. Pokémon fırtınası 2000’lerde dinmiş gibi algılansa da geçtiğimiz yıl piyasaya sürülen mobil oyun Pokémon Go sayesinde, bu sevimli yaratıklar şöhretlerine şöhret katmayı başarmıştı. Pokémon: Detective Pikachu, aynı adlı video oyunundan uyarlanan ancak oyundan çok daha fazlasını sinemaseverlere sunmayı hedefleyen, iddialı bir yapım. Son yıllarda beyazperdede canlandırdığı Deadpool karakteriyle kariyerinde zirve yapan Ryan Reynolds’un, sevimli kahraman Pikachu’yu seslendireceğinin de altını çizelim ve Pokémon efsanesine derinlemesine dalalım.

POKEMON DEYİP GEÇME

Japonya’da satışa çıktığı gibi piyasayı alt üst eden bir Gameboy oyunu olan Pokémon Red and Blue’nun 1998’de ABD’de patlama yapmasıyla, Pokémon efsanesi de dünyaya yayıldı. Bugün halen Tetris’ten sonra tüm zamanların en çok satılan oyunu olmasının bu başarıdaki etkisi yadsınamaz. Her yeni oyun konsolunda yeni Pokémon oyunları yayınlanmaya devam etti. Oyuncuların Pokémon terbiyecisi rolünü üstlendiği bu oyunlarda sevimli canavarları evcilleştirerek turnuvalarda mücadeleye girişmeleri konu edilse de aslında Pokémon’ların çok daha

köklü bir hikayesi var. Pokémon’ların global başarısında anime dizisinin ve filmlerinin de etkisi büyük rol oynuyor. Pokémon anime dizisi, 1997 yılından beri 20 sezon boyunca devam etti ve tamı tamına 124 ülkede yayınlandı. Pokémon, halen popüler kültür tarihinin en kârlı franchise’ı olma unvanını elinde bulunduruyor. 2018 sonu itibariyle Pokémon markasının değerinin 90 milyar doları aştığı biliniyor. Pokémon’u takip eden markalar; Hello Kitty (80 milyar dolar), Winnie the Pooh (75 milyar dolar), Mickey Mouse & Friends (72 milyar dolar) ve Star Wars (70 Milyar Dolar)! İ Pokémon, işte böyle bir güç.

BAMBAŞKA BİR DENEYİM

Detective Pikachu’nun yönetmeni Rob Letterman, animasyon karakterler ve gerçek aktörlerin rol aldığı dünyaları birleştirmekte usta bir isim. Gulliver’s Travels ve Goosebumps gibi yapımlarda bu tarz teknikleri başarıyla uygulayan usta yönetmenin kariyerinde Shark Tale ve Monsters vs. Aliens gibi başarılı safkan animasyon yapımlar da mevcut. Pokémon hayranları, bu Hollywood uyarlaması ilk duyurulduğunda özellikle de anime yapımda sevdikleri karakterleri gerçek aktörler canlandıracağı için heyecanlanmışlardı. Ne yazık ki filmde Ash, Misty ya da Brock’u göremeyeceğiz. Onlar yerine tamamen bu filme özel üretilmiş bir öykü ve karakterler karşımıza çıkacak. Detective Pikachu’yu adeta bir paralel Pokémon evreni olarak düşünebiliriz. Neyse ki sevimli Pokémon karakterlerinin büyük çoğun28

luğu filmde kendilerine yer bulacaklar. Filmin yönetmeni Letterman, bu tercihi savunurken seyircilere hiç beklemedikleri ve çok şaşıracakları bir Pokémon deneyimi sunabilmek adına bu kararı aldıklarını söylüyor.

RENKLİ KADRO

Detective Pikachu’nun “insan” rollerinden en önemlisi Justice Smith’e gitmiş. Filmde sırra kadem basan eski bir dedektif olan babasının peşine düşen Tim Goodman karakterini canlandıran Smith, Pikachu ile giriştiği zoraki ortaklıkla hiç beklemediği bir serüvene atılacak. Filmin diğer önemli rollerinde Suki Waterhouse (Assassination Nation), Kathryn Newton (Paranormal Activity), Bill Nighy (Love Actually), Chris Geere (You’re the Worst) ve Ken Watanabe (The Last Samurai) gibi önemli isimleri kamera karşısında göreceğiz. Bugüne dek izlediğimiz Pokémon maceraları hep anime yapımlar olduğu için, bu film bize 20 yıldır deneyimlemeyi hayal ettiğimiz Pokémon macerasını yaşatacak. Umarız sonuç da beklediğimize değecek kalitededir ve devam filmlerinin önü açılır! Pokémon: Detective Pikachu, 10 Mayıs’ta ülkemizde vizyonda olacak.


MÜZİK Mayıs 2019

İKİ USTADAN MÜZİK ŞÖLENİ M

üzik belgeselleri, hem sevdiğimiz hem de merak ettiğimiz sanatçıların hayatlarına adanmış müzeler gibidir. Özellikle de bizim ülkemizde hiçbir zaman denk gelemediğimiz çok özel turnelere odaklanan müzik belgeselleri, sadece söz konusu sanatçının değil; dönemin de ruhunu adeta avucunun içine alır ve bizi korunaklı bir zaman makinesi eşliğinde o harika döneme götürür. Pek yakında hem tarihi hem de müzikal öneme sahip, tam da böyle bir müzik belgeseli izleyeceğiz! “Rolling Thunder Revue: A Bob Dylan Story by Martin Scorsese”, 12 Haziran’da Netflix ekranlarında prömiyerini yapacak olan muazzam bir müzik belgeseli. Ülkemizde maalesef sadece Netflix ekranlarında izleyebileceğimiz bu belgesel; Londra, Paris, Boston, San Francisco, New York ve Los Angeles gibi pek çok şehirde bir geceliğine de olsa sinema perdesinde izlenebildi. Her ne kadar böyle olağanüstü bir müzik olayını beyazperdede izlemek istesek de en azından evimizin rahatlığında tadını çıkarabileceğimiz için de son derece mutluyuz. Scorsese’ye göre, bu film Amerika’nın 1975 yılında geçirdiği buhranlı sosyal sürece de mercek tutan bir yapım. Scorsese, Dylan’ın 1975 yılının sonbaharında çıktığı efsanevi turnenin odağından hikayesini anlatacak olan yapımın biraz belgesel, biraz konser ve bol miktarda da ter içinde uyanacağımız bir rüya olduğunu söylüyor. Ustanın hikmetinden sual etmeyeceğiz elbette.

Bu film, Bob Dylan ve Martin Scorsese ortaklığının ikinci meyvesi olacak. İkili, bundan önce 2005 yılında gösterime giren “No Direction Home” adlı deneysel film için bir araya gelmişti. Her ne kadar sinemaseverler Scorsese’yi Taxi Driver, Goodfellas ve Oscar kazandığı The Departed gibi şahane filmlerden tanıyor olsalar da usta sinemacının müzisyenlerle çalıştığı ilk işi bu değil. 2006 yılında tüm dünyada büyük beğeniyle karşılanan Rolling Stones konser filmi “Shine a Light” ve 2011 yılında gösterime giren “George Harrison: Living in the Material World” gibi müzik belgeselleri de Scorsese imzasını taşıyor. Filmle aynı gün piyasaya çıkacak olan ve kulakların pasını söküp atmasına kesin gözüyle baktığımız “Bob Dylan-Rolling Thunder Revue: The 1975 Live Recordings” kayıtları da Dylan arşivcileri için hayati önem taşıyor. Toplam 14 CD ve 148 şarkıdan oluşan bu sette, turne boyunca Bob Dylan’ın çaldığı beş farklı setlist’in tamamından şarkılar yer alıyor. Bunlara ek olarak da geçtiğimiz sene master kayıtlarına ulaşılan ve New

RAMMSTEIN’DAN YENİ ALBÜM Y eni bir Rammstein albümü dinlemeyeli tamı tamına 10 sene olmuş! Neyse ki bu hararetli bekleyiş 17 Mayıs’ta sonra eriyor ve Rammstein yepyeni şarkılarla yangına benzin dökmeye geliyor. Zaten albümün kapağında tek bir kibrit görselinden başka hiçbir şeyin olmaması da bu mesajı gayet net veriyor diye düşünüyoruz. Grup, albümden şimdiye dek iki single ve bu single’ları destekleyen iki de klip yayınladı. Deutschland’ın video klibi bugüne dek gördüğümüz en büyük görsel şölenlerden biriyken, ikinci single olarak seçilen Radio’nun klibini Rammstein standartlarına göre fazlasıyla “uslu” bulduk ancak iki şarkı da cayır cayır gitar melodileriyle aklımızı aldı! İçinde toplam 11 adet sıfır kilometre Rammstein marşı bulunduracak olan albümün toplam beş şarkısına klip çekileceği de müjdelendi. İlk iki klibi izlemiş olsak da sıradaki üç şarkının klibini oldukça merak ediyoruz; zira Rammstein iddialı kliplerle hayranlarını mutlu ederken, tutucu çevreleri de iğnelemeyi seven bir grup bildiğiniz gibi.

29

York’un meşhur S.I.R. stüdyosunda kaydedilen turne provaları da günümüz teknolojisiyle cilalanmış şekilde sete eklenmiş. “Bob Dylan-Rolling Thunder Revue: The 1975 Live Recordings” setinin hem dijital hem de fiziki kopyaları, belgesel filmle aynı gün piyasada olacak.


RÖPORTAJ

CHRISTIAN LOFFLER SORULARIMIZI YANITLADI

PSM Caz Festivali’nin geniş müzikal yelpazesinin en önemli renklerinden biri de Christian Löffler olacak. Duyguları harekete geçirme konusundaki maharetiyle eşi görülmemiş ses manzaraları yaratan prodüktör ve DJ Christian Löffler ile 10 Mayıs’taki performansı öncesinde konuştuk. İstanbul’da daha önce birkaç kez sahne almıştın. O günlerden aklında neler kaldı? Evet, hatta kariyerimin ilk canlı performanslarından birini İstanbul’da sergilemiştim. Bu şehre geri döneceğim için inanılmaz heyecanlıyım; zira her gelişimde farklı bir İstanbul beni karşılıyor ve yaşam temponuz da oldukça yüksek. Güzel şehrinize her gelişimde daha çok hayranımla tanışıyorum ve gösterdikleri içten sevgi beni çok mutlu ediyor. Bu şehirle aramda güçlü bir bağ olduğuna inanıyorum, üstelik olağanüstü yemekleriniz de İstanbul’u sevmemde önemli bir etken diyebilirim.

Bu nedenle müzik yapan çoğu arkadaşım gibi Berlin’de değil, Baltık Denizi kıyısındaki ufak bir kasabada yaşamayı tercih ettim. Müziğime yüzde 100 yoğunlaşabilmek için yaşadığım yerin çok sessiz olmasına özen gösteriyorum. Doğayla iç içe bir yaşam sürmek beni her anlamda dingin ve mutlu bir insan yapıyor. Doğada geçirdiğim süreç hem albümün ambiyansına hem de görsel diline ilham verdi. Albümümün her kreatif noktasında doğanın parmak izleri var. Müziğin doğadan beslendiği zaman dinleyiciye daha başarılı etki ettiğini de belirtmek isterim.

Seni ilk kez izleyecek olan seyircilerini nasıl bir performans bekliyor? Son albümümün etkileyici hikayesini görsel ve işitsel temalarla seyircimle buluşturmayı hedefliyorum. Bu köprüyü kurarken hiç de aceleci davranmıyorum ve ambiyansın değişimini mümkün olduğunda doğal yansıtmaya çalışıyorum. Daha önce deneyimlemediğiniz bir elektronik müzik performansına şahit olacağınızı garanti ederim.

Almanya, halen elektronik müziğin anavatanı olarak kabul ediliyor. Bir performans sanatçısı, müzisyen ve prodüktör gözüyle Almanya elektronik müzik sahnesinin bugününü nasıl değerlendiriyorsun? İnternetin yaygınlaşması sayesinde dünyanın dört bir yanından müziklere ve müzisyenlere ulaşmamız mümkün oldu. Bu sayede muhteşem yetenekler ve şarkılar keşfedebiliyoruz. Yine de Almanya halen elektronik müzik camiasında yeri sarsılmaz bir üretim ve başarı seviyesine sahip. Almanya’nın bu müzik türüyle olan bağı elbette köklü bir geçmişe dayanıyor. Bugün elektronik müzik sahnesine adım atacak olsanız ilham alabileceğiniz onlarca Alman sanatçı mevcut. Bence Alman elektronik müzik sahnesi bugün halen altın çağını yaşıyor. Ki-Records’la ortaklaşa yürüttüğüm prodüksiyon işlerinde yeni çıkan genç yeteneklere şans vermek beni çok mutlu ediyor. Fejka ve Aparde gibi son dönemin üstün yetenekli müzisyenleriyle çalışıyor olmak benim için çok önemli motivasyon.

Kısa süre önce ‘RY’ adıyla bir single yayımladın. Yeni albüm ne zaman? 2019 sona ermeden yepyeni bir albüm çıkaracağım. Graal adını verdiğim albüm, sanat hayatımın bir sonraki safhasının ilk adımını temsil ediyor. Mayıs ayında turneme ara verip stüdyoya döneceğim. Hem albümümü hem de albümle birlikte çizmeye başladığım resimlerimi bitirmeyi hedefliyorum. Sonrasında yıl sonunda yepyeni bir prodüksiyonla yine turnede olacağım. Çok farklı bir sahne ve ışık sistemiyle, büyük ölçekli bir turne hazırlığındayız. Doğa, müziğinde çok önemli bir yere sahip. Bize biraz bundan bahseder misin? Üretimlerimi sürdürebilmek için doğayla iç içe olmam şart. Sessizliğe ve huzura ihtiyacım var.

30

Almanya’dan keşfetmeye değer müzisyenler çıkmaya devam ediyor. Son dönemde dinlemekten hoşlandığın yeni sanatçılar kimler ve yakın gelecekte ortaklaşa çalışma yayımlayacağın bir sanatçı var mı? Ki-Records’un yaz aylarında yeni albümünü yayınlayacağı Aparde, son dönemdeki en büyük favorim. Şarkıları gerçekten de ilham verici ve ilk kez dinlediğim zaman adeta şoke olmuştum. Aparde’yi bugüne dek hiç dinlemediyseniz Hands Rest adlı şarkısını mutlaka dinlemenizi öneriyorum. Janus Rasmussen’in çıkış albümü olan Vin de yakın dönemdeki favori kayıtlarımdan biri oldu. Son dönemde sıklıkla dinlediğim diğer sanatçılar; Hior, Ryan Hemsworth, Chastity Belt ve Superpoze! Kayıtlarını bitirmek üzere olduğum albümümde yalnız çalıştım ancak albümü tamamladıktan sonra sürpriz birkaç projem var. Şimdilik isim vermek için çok erken; çünkü albümümü her şeyin önüne koymuş durumdayım.


RÖPORTAJ

THE RINGO JETS SZIGET YOLCUSU Aralık sonunda “Open Sesame” adını verdikleri yeni albümlerini yayınlayan The Ringo Jets, bu sene 7- 13 Ağustos tarihlerinde gerçekleşecek Sziget Festivali’nde sahne alacak. Tarkan Mertoğlu, Lale Kardeş ve Deniz Ağan üçlüsünden kurulu The Ringo Jets ile Sziget mecarasını konuştuk. Gizem Ertürk Öncelikle tebrikler! Sziget’te çalmak birçok müzisyenin hayali. Süreç nasıl gelişti? Lale: Teşekkürler! Sziget Türkiye’den Deniz’in (Kitapçı) araması, bu sene festival için bizi önerdiklerini ve kabul edildiğimizi haber vermesiyle her şey belli oldu. Bu tip festivallerin ruhuna uygun bir grup olarak lineup’a dahil edilmemiz bizi son derece mutlu etti. Bilenler bilir, siz zaten yurt dışında pek çok ülke ve festivalde çaldınız. Biraz geriye gidip ilk kurulduğunuz zamanlara dönersek, hikayenizi kısaca bizimle paylaşır mısınız? Deniz: The Ringo Jets, ilk olarak Tarkan’ın grubunda bir araya geldi. Davulcusu olan Özgür (Peştimalci) askere gittiğinde Lale geçici olarak yerine girdi ve ardından Tarkan’ın ikinci bir gitar arayışı sonucu ben dahil oldum. Fakat Lale’yle beraber 50’ler ve 60 başları müzik yapan Kraker’in sound’unu o kadar sertleştirdik ki, sonrasında Tarkan ve Lale’yle ayrı bir grup olarak garage rock niteliğinde yerlere gitmeye karar verdik. Yeni albümünüz, hem müzik çevreleri hem de dinleyiciler tarafından çok beğenildi. Albümün fotoğraflarından oluşan hareketli sergi fikri de çok güzeldi. Biraz bu süreçten söz eder misiniz? Deniz: Genelde kısıtlı zamanlarla mücadele ediyoruz. Bu sergide de durum böyleydi ve o anda sevdiğimiz ve iç içe olduğumuz sanatçılardan gelen destekle birlikte bu işi kotardık. Keşke daha fazla zamanımız olsaydı ve daha detaylı yapabilseydik diye düşünmedik de değil. Fakat sonuçta her şeyi kendi kendimize yapan bir grup olarak bazı şeyler kolay olmuyor.

Lale: İki albüm arasına çok uzun zaman girmişti. Yeni bir albümün geldiğini anlatabilmek ve duyurabilmek için daha fazla şey yapmamız gerektiğini düşündük. Bununla ilgili ne yapabiliriz diye kafa yormaya başlayınca da buraya kadar geldik. Tarkan: Albümün adı da bizi biraz buraya getirdi, çünkü sergilenen illüstrasyonlara telefonunuzla baktığınızda bir kodu algılayıp hareketlenmeye başlıyor ve aynı anda kulaklığınızdan albümdeki şarkıları albümden önce ilk kez duymaya başlıyorsunuz. Bunun “açıl susam” sihrine güzel bir referans olduğunu düşündük. Hem isminiz hem de yaptığınız parçalar itibariyle yerli bir topluluk olduğunuza inanmak zor. Yurt dışında başarılı olmak için oryantal bir şeyler yapma, yani müziğe bizden bir şeyler katma klişesini bu anlamda kırdığınızı düşünüyor musunuz? Lale: Aslında en başından beri bazı şarkılarımızda Türk elementler vardı. Sadece genelde bunu insanların gözüne sokmayı tercih etmedik. Deniz: Nağmesiz, İngilizce ve Blues temelli bir sürü şarkı yaptık. Bir Türk grubu olarak bu şarkılarla da yurt dışında çalabildik. Tarkan: Bariz alaturka ya da egzotik motifler yoktu müziğimizde, ama kurulduğumuzdan beri her zaman o Türk elementi vardı. Bu konuda hiç bir zaman çok pürist olmadık. Sadece “Anglo-Sakson bir grup gibi tınlamalıyız” tarzında bir derdimiz yoktu. The Ringo Jets, 7 yıllık geçmişe sahip. Yola yeni çıkan ve yurt dışında sesini duyurmak 31

isteyen müzisyenlere tavsiyeniz ne olur? Deniz: “Şunu yapın ya da bunu yapın” demek haddimin ötesinde, ama “herkes istediği şeyi yapmak için sonuna kadar uğraşsın” diyebilirim. Ama kolay bir yol değil, istediğini almak için çok çalışmak gerekiyor. Tarkan: Neyi ne için yaptığını bilmek ve kendin gibi olmak önemli. Bununla beraber, “-mış” gibi yapmamak ve trendlere endeksli kalmamak uzun vadede kalıcılık sağlıyor. Lale: Çok müzik dinlemek, dinlediği müziğin nereden geldiğini bilmek ve sevdiği müziği yapan adamların da nerelerden beslendiğini bilmek önemli bence. Bir röportajınızda, albümünüzdeki şarkıların sizdeki çağrışımlarını sormuşlar. Spiral için “Sziget’te coşan hipsterlar.” demişsiniz. Bu durumda Sziget’te çalacak olmak size ne ifade ediyor? Deniz: Sziget gibi bir festivalde çalmak ne ifade edebilir ki? Mutluluk. Tarkan: Takip ettiğimiz, çıkan grupların bir kısmını beğendiğimiz ve izlemek istediğimiz bir festival... Lale: Spiral çalacağız demek ki, bu sonucu çıkarabilirsiniz. Sziget için özel bir hazırlığınız olacak mı? Lale: Temmuz ayında çıkmasını planladığımız, bolca sürprizi olan bir EP’miz olacak. Deniz: Yaz için şimdilik kesinleşen konserler arasında 25 Mayıs’ta Ankara ACAF ve 4 Temmuz’da İKSV Gece Gezmesi kapsamında bir Kadıköy konserimiz var. Bunlar dışında yurt dışında bazı festivaller için görüşmelerimiz devam ediyor. Tarkan: Evet, Sziget sahnesi için de ayrı bir sürprizimiz olacak.


RÖPORTAJ

FUNK ROCK’A YENİ SOLUK: KUBABA Uzun yıllar Luxus grubunun üyesi olarak sahne alan Olcay Bozkurt ve genç yaşına rağmen ismini duyuran Cihan Tanrıverdi’nin ortak projesi olan Kubaba, ilk teklisi YoYo ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Funk rock sularında yüzen ikiliye merak ettiklerimizi sorduk. Kısaca Kubaba’nın kuruluş hikayesinden bahseder misiniz? Olcay: Cihan ile uzun süredir kardeşlik diyebileceğimiz bir birlikteliğimiz var. Yıllardır hem beraber hem de farklı projelerde müzik yapıyoruz. Kubaba’nın temelini de yaklaşık beş yıl önce attık. Bu süreç, süregelen başka projelerden dolayı durkalklı geçti denebilir. Beş yılın sonunda sound’umuz oturup bestelerimiz birikince, çalışmalarımızı yakın arkadaşlarımızla paylaşmaya başladık. Gruba Rustam Makhmudov (klavye) ve Özgür Taş’ın (davul) da eklenmesiyle sadece solist eksiğimiz kalmıştı. Şarkıları Cihan’la bestelerken pilot okumaları ben yapmıştım. Solist bulunca asıl okumaları o yapacak diye düşünürken, kendimi bir anda mikrofon başında buldum. Böylece ekip tamamlanmış oldu:)

Kubaba sizin için bir yan proje mi, yoksa bu grup çatısı altında tam zamanlı olarak üretmeye devam edecek misiniz? Cihan: Kubaba, bizim için gelip geçici bir iş değil; aksine önemli bir çatı. Üretmeye ve gelişip büyütebildiğimiz kadar büyütmeye gayret edeceğiz. Gruptaki her bireyin farklı çalışmaları da olacak; ancak komün çalışmalar -hele ki bu dönemdeönceliğimizdir. Olcay’ın çalışmalarında benim, benim çalışmalarımda Olcay’ın her zaman parmağı olmuştur. Zaten değerini bildiğimiz bir paylaşımdır. Bu sebepten de anlaşılacağı gibi Kubaba uzun soluklu bir çatıdır bizim için. Diğer şarkılarımız da arka planda hazırlanıyor. Çok yakın zamanda YouTube için bir cover ve hemen ardından yeni bir tekli gelecek.

Kubaba ne anlama geliyor? Cihan: Uzun bir isim arama sürecinden sonra ‘’Kubaba’’ ismini buldum. Sümerlerde ana tanrıça olarak geçiyor. Aslında Anadolu’nun bereketi ve yaşamı temsil eden tanrıçası diyebiliriz. Müzik yapmak için bir araya gelmiş beş adam olarak eril kültürün karşısında duran bir ismi sahiplenmek istedik.

Canlı performanslar için önünüzde program var mı? Olcay: Kubaba, bizim için geçmişi olsa da dinleyici için çok yeni bir grup. Şu an için netleşen bir konser takvimimiz yok, planlama sürecindeyiz. Zaten diğer projelerimizden ötürü sürekli sahnede oluyoruz ve hali hazırda terimiz soğumamışken bir an önce konser verebilmek için heyecanlanıyoruz:) Yakında şekillenmeye başlayacaktır diye düşünüyorum.

Bugüne kadar pek çok müzisyen ve grupla çalıştınız, o tecrübelerinizden Kubaba’ya neler neler taşıdınız? Olcay: Çok şey... Hayatın her anından bir şeyler öğreniyoruz ve hepsi, yaptığın müzikten oturup kalkmana kadar her alana işliyor. Gruptaki herkesin farklı bir karakteri ve edinilmişliği var, bu da çok renklilik katıyor. Çok çeşitli müzikler dinleyip takip ediyoruz. Dinlediğimiz her müzik ve içinde olduğumuz her çalışma bir öğreti arz ediyor. Bu durum illaki kendi çalışmamıza da yansıyor.

YoYo, dinleyicilerinizle paylaştığınız ilk şarkınız oldu. Bu şarkıyı çıkış şarkısı olarak seçmenizin nedeni nedir? Cihan: Oylama yaptık, iyi olan kazansın dedik ve kazanan YoYo oldu :) Özel bir nedeni yok. Şarkılarımızın hepsi bize göre özel ve keyifli. Yapısal ve karakter olarak da çeşitliliği olan şarkılar… O yüzden hepsi bebeklerimiz. 32

YoYo’nun kayıt süreci nasıldı? Olcay: Kayıt süreci için öncelikle; bize kapılarını açan Gökhan Türkmen’e ve ekibine, Gtr DeneyEvi’nin özel ve güzel adamı Alper Anık’a çok teşekkür etmek isterim. Rustam abinin de son dokunuşlarından sonra pilotlarımızı aldık ve tüm kayıtları Gtr DeneyEvi’nde yaptık. Miks Feryin Kaya, mastering ise Shawn Hatfield tarafından yapıldı. Deneyimli müzisyenlerle çalışmanın keyfini çıkardık ve çok güzel bir kayıt süreci geçirdik. YoYo’nun devamı olan kayıtlarınızda dinleyicilerinizi neler bekliyor? Cihan: Hareketli ve alaycı şarkıların yanında içe dönük, kapalı şarkılar da olacak. Amacımız kaliteli müzik yapıp ortaya bir fark koyabilmek. Güzel hedeflerimiz ve söylemek istediğimiz cümlelerimiz var. Bunları en iyi şekilde aktarabileceğimiz zamanı bekliyorduk. Hazır bahar da gelmişken…


RÖPORTAJ

SUITCASE VE ÖZGE FIŞKIN’I KLİP ÇEKİMİNE YAKALADIK Özge Fışkın ve Suitcase’den tanıdığımız Deniz Özberk, düet çalışmaları “Benim Her Şeyim Tamam”ın klip çekimleri için bir araya geldi. Bizde bu vesileyle iki müzisyen ve klibin yönetmeni Mert Gider ile koyu bir sohbete daldık. Gizem Ertürk “Benim Her Şeyim Tamam”, alışkın olmadığımız türden umut dolu bir aşk şarkısı olmuş. Özge Fışkın: Evet, bu dönemde olumlu ve umut dolu aşk şarkısı kolay değil. Deniz Özberk: Biz de içimizi karartırsak ne olacak? İnsanların iç dünyasına girebilmek ve gözünden yaş getirebilmek tabii ki önemli bir şey. Böyle yapanları tebrik ediyorum, ama bana çok uzak… Ruh beslenebilen bir şeyse; onu güzel, olumlu ve pozitif şeylerle yüklemek daha doğru değil mi? Acıdan zevk almak diye bir şey var ama bizim ülkemizde? Özge Fışkın: Ağlamayı sevmem ama sürekli Wonder Woman gibi takılarak da nereye varacağımı bilemediğim zamanlarım oldu. Arabesk hissettiğim anlar yaşadım. Bunları kontrol etmeye çalışıyorum. Üç albüm yaptım ama hala arayışlarım sürüyor. Bu arayışlar belki de hiç bitmeyecek… Ne gibi arayışlar bunlar? Özge Fışkın: Yani şarkıcılığımın peşinden mi gideyim yoksa hikayenin mi gibi… Devamlı kendimizle bir ameliyat halindeyiz. Ne istediğini bilmek ve manipüle olmamak gerekiyor. Bir de periyodik sahne alan müzisyenler olarak birbirimizi çok iyi anlayabiliyoruz değil mi sevgili Deniz? Deniz Özberk: Evet, memur müzisyenler… Özge Fışkın: Parti kurabiliriz bence… Düet için nasıl bir araya geldiniz? Deniz Özberk: Şarkıyı 2015 yılında bestelemiştim ve daha yazarken bir kadın sesi duyuyordum. Yağmurlu soğuk bir kış günüydü ve Özge’ye teklif etmenin ertesi günü stüdyoda buluştuk. Aslında başlarda endişelerim

vardı, çünkü henüz bir gece önce şarkıyı ona göndermiştim. Fakat şarkı hakkında hiçbir şey bilmemesine rağmen benden üç kat güzel okudu. Hiç planlanmış bir şey değildi. Yalnızca içimde Özge’nin çok güzel okuyacağına dair bir his vardı, öyle de oldu. Peki bir dönem klibi çekme fikri nasıl doğdu? Mert Gider: Aslında başlangıçta bir kukla fikrimiz vardı. Deniz Özberk: Evet, ama Mert Kadıköy’de Karga’yı önerince hepimiz etkilendik. Çünkü mekana o güne kadar hiç klip gözüyle bakmamıştık. Duvardaki doku, ahşap... Özge Fışkın: Benim için de çok keyifli oldu, zaten içinde retro olan her şeye bayılıyorum. O kostümleri giymek de harikaydı. Mert Gider: Benim için de çok büyük bir zevkti. Bu klibi başkası çekse çok üzülürdüm. Şarkıyı dinleyince ilk gözümde canlanan şey, Tim Burton filmi karakterleri oldu. Tabii sonuç nasıl olmuş, ona dinleyici karar verecek. Biraz da Suitcase’in tarihi konuşalım mı? Deniz Özberk: İstanbul alternatif müzik sahnesinde 20 yılı aşkın süredir müzik yapıyoruz. 2007 yılında 2007’de MTV Avrupa Müzik Ödülleri’ne Türkiye’den aday gösterilmiştik. 2009’da “Bildiğin Her Şeyi Unut” albümünü yayınladık. Tüm söz ve müziği bana ait olan, unuttuklarımızı, unutmak istediklerimizi ve bazen de unutmamak için bir kenara yazdıklarımızı şarkılara döktüğüm 10 şarkılık “Sustukça Unutuyorum” albümünü ise geçen sene yayınladık. Albüme genel olarak synth-pop etkileri hakim. Yakın zaman planlarız neler? Özge Fışkın: Son stüdyo albümüm 2015’te çıktı. Çok severek hazırladığım bir albüm33

dü. Artık albüm hazırlıklarını hızlandırmayı düşünüyorum. Biraz daha özgür olabileceğim bir şey yapmak istiyorum. O an için heyecanlanıp sonra yok ya içime sinmedi demek istemiyorum. İşin içine başka kaygılar girsin istemiyorum. Mabel Matiz ile güzel bir dostluğumuz var ve zaman zaman bir araya geliyoruz. Belki önden bir tekli olabilir. Deniz Özberk: Ben albümcüyüm, tekliyi sevemedim bir türlü. Mert Gider: Kendi solo çalışmam olan “Şenol Abi” teklisi mayıs ayı içinde dinleyiciyle buluşacak. Klibi de eş zamanlı olarak yayınlanacak. Ben de bu projenin heyecanı içindeyim. Özge Özberk: Benim hayalim plak… Olacak gibi hissediyorum. Tabii plağa basılacak kadar gerçek ve değerli bir şey çıktıktan sonra… Deniz Özberk: Tabii her şeyi de plağa basmamak lazım. Şu şarkıya bakar mısın diye cep telefonundan gönderdiğimiz şeylerin gerçekten dinlendiğine inanmıyorum. İki farklı hoparlörden tüm enstrümanlar ikiye bölünüyor. CD sadece arabada dinlenebilen bir şey oldu.


FESTİVAL

BU YAZ SICAK GEÇECEK!

Müzikseverler bu yaz adeta festivale doyacak! Sinop’tan Van’a, Bursa’dan Bozcaada’ya ülkenin dört bir yanında gerçekleşecek şahane festivallerde müzik tutkunu yüzbinlerce genç, müziğin ve paylaşımın keyfini doyasıya çıkaracak. Yılın en büyük sürprizi ise, üç yıl aradan dönecek olan One Love Festival! 26. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen İstanbul Caz Festivali, çağdaş müziğin en iyi ve en yeni örneklerini bir kez daha müzikseverlerle buluşturacak. 29 Haziran-18 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek 26. İstanbul Caz Festivali, yıldız isimlerden yeni keşiflere 300’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul’un 27 farklı mekânında ağırlayacak. Festivalin bu yılki sürprizleri arasında saksofoncu, besteci, yapımcı ve grup lideri kimlikleriyle çağdaş cazın efsane isimlerinden Kamasi Washington, ünlü basçı Michael League’in liderliğinde sofistike besteleri çığır açıcı bir emprovizasyon stiliyle birleştiren Snarky Puppy, virtüöz piyanist ve besteci Aydın Esen, müziğini caz, R&B ve hip-hop unsurları etrafında ören besteci ve vokal José James, bestelediği, söylediği ve kendi enstrümanlarıyla çalıp kaydettiği şarkıları sayesinde yıldız haline gelen Jacob Collier gibi isimler var.

TRAKYA FEST

Geçtiğimiz yıl Erikli sahilinde düzenlenen Trakya Fest, 40 bin kişinin katılımıyla gerçek bir müzik şölenine dönüşmüştü. “Birlikte Güzel” sloganı ile düzenlenen ve ağırlıklı olarak rock müzik gruplarının sahne aldığı Trakya

Fest’te Pentagram, Bulutsuzluk Özlemi, Mor ve Ötesi, Feridun Düzağaç ve Aylin Aslım gibi Türkçe rock müziğin köklü isimlerinin yanı sıra, Yüzyüzeyken Konuşuruz ve Dolu Kadehi Ters Tut gibi yeni nesil gruplar da sahne almıştı. Ağaçların arasında bir kamp alanı ve serin sular eşliğinde katılımcılarına bir plaj festivali sunan Trakya Fest, bu yaz da katılımcılarına harika bir festival deneyimi vaat ediyor. 18-21 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek Trakya’nın en büyük müzik festivali, Edis, Ezhel, Benfero, Büyük Ev Ablukada, Feridun Düzağaç, Gazapizm, Gaye Su Akyol, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Dolu Kadehi Ters Tut ve Pera gibi isimleri sahnesinde ağırlayacak.

BOZCAADA CAZ FESTİVALİ

Bozcaada, kuşkusuz son yılların en popüler destinasyonlarının başında geliyor. Ege Denizi’nin Gökçeada’dan sonra ikinci en büyük, Türkiye’nin ise üçüncü büyük adası olan Bozcaada, son iki yıldır Kendine Has harika bir festivale imza atıyor. 2017 yılında ilki gerçekleşen ve biletleri hemen tükenen Bozcaada Caz Festivali, geçtiğimiz yıl adanın en güzel zamanı olan Temmuz ayında müzikseverlerle buluşmuştu. Festival, bu sene 19-21 Temmuz’da gerçekleşecek. Deniz, doğa ve müziğe ayrılmış bir hafta sonu

34

geçirmek isteyenlerin rotası haline gelen Bozcaada Caz Festivali 2019 programında; Londra’dan çıkan en heyecan verici yeteneklerden biri olarak görülen davulcu ‘Yussef Dayes’, müziğin en saf halini icra etmeyi hedefleyen isimleri bir araya getiren ‘Erkan Oğur Anatolian Blues Project’, caz ve hiphop’ı kendine özgü tarzda harmanlayan Berlin’in dinamik ismi ‘Bobby Rausch ft. Giw’, Türk müziğinin fark yaratan isimlerinden Birsen Tezer, Tuluğ Tırpan, Eylem Pelit ve Volkan Öktem’in projesi ‘Pow Trio’ var.

ONE LOVE FESTİVAL

Festival dünyasında bu senenin en güzel haberlerinden biri, kuşkusuz One Love efsanesinin dönüşü oldu. Türkiye’nin en uzun soluklu şehir festivali unvanını elinde tutan One Love Festival, bugüne kadar 100’den fazla grup, 1.600’den fazla sanatçı ve 220 bini aşkın müzikseveri ağırladı. İlk kez 2002 yılında İstanbullu müzikseverlerin karşısına çıkan One Love Festival, bugüne kadarki etkinliklerinde katılımcılarına iyi müziğin yanı sanı sıra güneş, doğa ve çok sayıda aktivitenin tadını çıkarma şansı da sundu. Üç yıl aradan sonra 20 Temmuz’da Parkorman’da gerçekleşecek One Love 15’in resmi açıklamasını heyecanla bekliyoruz!


BIG BURN ISTANBUL

Son iki yaza damgasını vuran ve katılımcılara üç günlük unutulmaz bir festival yaşatan Big Burn İstanbul, bu sene de benzersiz elektronik müzik deneyimi için gün sayıyor. Adam Beyer, Claptone, Dubfire, Seth Troxler ve Tale Of Us gibi dünya elektronik müzik sahnesi yıldızlarına ev sahipliği yapan Big Burn İstanbul, heyecan yaratacak bir lineup ile elektronik müzikseverlerle 26-28 Temmuz’da Şile’de buluşacak. 2019’un en büyük elektronik müzik festivalinde performans gösterecek olan DJ ve prodüktörlerin isimleri www.bigburn.istanbul adresinde çok yakında açıklanacak. Müzik ve doğanın iç içe olduğu atmosferde üçüncü kez benzersiz bir festival ortamında dans severleri ağırlayacak olan Big Burn İstanbul’u ajandanıza not etmeyi unutmayın!

KUZEYFEST

Yeşilin ve mavinin buluşma noktası Karadeniz’de müziğe ve eğlenceye doymaya hazır olun! Türkiye’nin en mutlu şehri Sinop’ta mutluluklarımızı paylaşmaya ve onlarca sanatçıyı dinleyip Karadeniz’in eşsiz doğasında kamp yapmaya varsanız, Kuzey Fest’i kaçırmayın! Geçtiğimiz üç yılda Erikli’de Trakya Fest’i gerçekleştiren Orfe Organizasyon tarafından 2-4 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek Kuzey Fest’de sahne alacak isimler ise şöyle: Adamlar, Bedük, Ben Fero, Bulutsuzluk Özlemi, Büyük Ev Ablukada, Can Bonomo, Dolu Kadehi Ters Tut, Deniz Tekin, Edis, Ezhel, Feridun Düzağaç, Gazapizm, Mabel Matiz, Melek Mosso, Nilipek, Niyazi Koyuncu, Nova Norda, Ozbi, Selçuk Balcı ve Yüzyüzeyken Konuşuruz.

oftop Festival, tek bir bilet ile 15’e yakın mekanı deneyimleme fırsatı tanıyor. Müziğin yanı sıra tüm teraslarda farklı zamanlarda gerçekleşen aktiviteler de eğlencenin dozunu artırıyor. Geçtiğimiz yıl, 8 Eylül’de, Anton Peran, Backyard, Birdy Pera, Georges Hotel Galata, Klein, Nest Karaköy, Ravouna 1906, Spagoistanbul, SuB Karaköy Hotel, 16 Roof Swissotel, Monkey Bar ve Flamme‘de eşzamanlı olarak gerçekleşen İstanbul Rooftop Festival’ın bu yıl ki tarihi henüz açıklanmadı.

NİLÜFERFEST

Şahane bir ormanın içinde şahane bir festival deneyimi yaşamak isteyenler, bu sene beşincisi gerçekleştirecek Nilüfer Müzik Festivali’ni kaçırmasın! İlk kez 2015 yılında “Dünyayı sev, geyiği öp, festivale gel” sloganı ile yola çıkan Nilüfer Müzik Festivali, her yıl bir önceki senenin üstüne koyarak kısa sürede Türkiye’nin marka festivallerinden biri haline gelmeyi başardı. Geçtiğimiz Rooftop Festival

ROOFTOP FESTİVAL

Bir sonbahar klasiği olan İstanbul Rooftop Festival, yaza müzikli ve eğlenceli veda için müzikseverleri beşinci kez teraslara davet ediyor. Bugüne kadar yaklaşık 20 bin müzikseveri ağırlayan ve şehrin içinde gerçekleşen en kapsamlı festival olarak tanımlanan İstanbul Ro35

yıl 7-9 Eylül tarihlerinde Balat Atatürk Ormanı’nda gerçekleşen ve 50 bini aşkın müzikseveri Bursa’da buluşturmayı başaran; Selda Bağcan, Şebnem Ferah, Mor ve Ötesi gibi ülkemizin önde gelen yerli isimlerinin yanı sıra Kadebostany, Metronom ve Intergalactic Lovers gibi sevilen yabancı topluluklar da katılmıştı. Birlikte Güzel sloganıyla hem müziğe, hem de doğaya doyan katılımcılar, oyun alanları, atölyeler ve tasarım stantları ile de farklı deneyimler yaşama fırsatı da buldu. Nilüfer Müzik Festivali’nin resmi tarihi henüz açıklanmadı ama siz Eylül’ü şimdiden boş bırakın!

EKİM FESTİVALİ

İstanbul, geçtiğimiz yıl 13 Ekim’de yepyeni bir festivale ev sahipliği yaptı. İstanbul’da adeta Oktoberfest havası estiren Ekim Festivali, keyifli müzik dinlemek isteyen ve farklı lezzetleri tatmak isteyen binlerce müzikseveri UNIQ İstanbul’da ağırladı. Gezici orkestralar eşliğinde içeceklerini yudumlayan katılımcılar, sevdiği sanatçının sahne performanslarını da izleme şansı bularak yılın son festivallerinden birinde tüm kurtlarını döktü. İlk senesinde iki farklı sahnede Mabel Matiz, Gazapizm, Baba Zula ve Suit Up’ı ağırlayan Ekim Festivali, İstanbul’da adeta Münih havası estirmişti. Yılın son festivallerinden biri için Ekim ajandanızda mutlaka yer bırakın!


OYUN

RENGARENK BİR KAOS ŞÖLENİ

Mad Max’i seviyorsanız, uçsuz bucaksız dünyalarda savaşmaya hazırsanız ve tımarhanelik karakterlere sempatiniz varsa, Rage 2 tam size göre! İlk oyunu pek çok kişi tarafından ıskalanan Rage, 14 Mayıs’ta satışa çıkacak yepyeni oyunuyla ortalığı birbirine katarken eğlenceyi de ikiye katlayacak! Erdem Tatar

B

azı oyunlar potansiyeline ulaşmakta zorlanırlar. Bu potansiyel bazen eldeki malzemenin yetersizliğidir, bazen ulaşılması gereken kitleyle buluşamama sorunudur, bazen de iyi bir macerayı dengi olan bir hikayeyle bağdaştıramama problemidir. Rage’in 2010’da satışa çıkan ilk oyunu, bu sorunların tamamından muzdarip olmasına rağmen, oynamış olan az sayıda kişinin hafızalarında yer etmeyi başarmıştır. Zımba gibi oynanışı, eğlenceli karakter tasarımı ve kıyamet ertesi dünyasında kurduğu atmosfer Rage’in en önemli başarılarıydı. Maalesef bu artılar günümüzde başarılı bir oyun ortaya çıkarmaya artık yetmiyor ve oyunseverler oynadıkları her yeni oyunla birlikte beklenti çıtalarını da yükseltiyor. Ne mutlu ki Rage 2, ilk oyunun üstüne tertemiz bir sayfa açmaya ve o sayfayı birbirinden eğlenceli renklere bulamaya kararlı!

KIYAMET ALAMETLERİ

Kıyamet sonrası dünya demişken, tüm

zamanların en kült film serilerinden biri olan Mad Max’i anmamak olmaz. Zaten Rage 2’nin dünyasını gördüğünüzde kendinizi adeta Mad Max filminin setindeymiş gibi hissedeceksiniz! Mad Max demişken, Rage 2’nin yapımcısı olan Avalanche Studios’un 2015 yılında piyasaya çıkmış olan Mad Max oyununa imza atan firma olduğunun altını çizelim! Şimdi biraz da Rage 2’nin konusundan ve bizi bu oyunda nasıl bir dünyanın beklediğinden bahsedelim: Rage 2, ilk oyunun 30 yıl sonrasında, 2165 yılında vuku buluyor. İnsanlık, atom bombası savaşları ertesinde tamamen çölleşmiş olan dünyanın belli bölgelerini yeniden yeşillendirmeyi başarmıştır. Gezegenin büyük bölümü halen çöl kuraklığında olsa da bazı bölgelerde yemyeşil ormanlar, göller ve farklı bitki örtüleri ortaya çıkmıştır. Bu kuraklığın ertesi, tahmin edilebileceği gibi, Vahşi Batı ortamının da palazlanmasına imkan sağlamıştır. Yeşil alanlar çetelerin kontrolüne geçmiş ve bu bölgelerden sağlanan tüm kaynakların ticareti de bu terörist örgütlerin kontrolünde gerçekleşmeye başlamıştır. Bu süreç yaşanırken Authority adlı üniter devlet hem çeteleri hem de çölde yaşam savaşı veren insanları baskılamaya çalışmaktadır. Rangers adı verilen özgürlükçü bir gruba üye olan kahramanımız Walker’ı kontrol edeceğimiz oyunda, hem çöle yargı ve adalet dağıtacağız hem de önümüze geleni olabilecek en uçuk silahlarla bertaraf edeceğiz!

BİZİ NELER BEKLİYOR?

Rage 2, tüm macerasını karakterimizin görüş açısından takip ettiğimiz bir FPS (First-Person Shooter). Oyundaki ateşli silahlara ek olarak ölümcül bir bumeranga benzetebileceğimiz Wingstick adlı bir silahımız da mevcut. Bu çılgın dünyada sadece insanlarla değil, atom bombalarından nasibini alarak radyas36

yonla mutasyona uğramış tuhaf yaratıklarla da savaşacağız. Bazıları insan boyutlarında olan bu mutant’lar bazen de apartman boyunda devasa canavarlar olarak karşımıza çıkacaklar. Maceramız, tıpkı firmanın önceki oyunu olan Mad Max’te olduğu gibi, hem yaya olarak hem de kıyamet sonrası dünyaya yakışan çılgınlıkta araçları kullanarak dolaştığımız bir dünyada geçiyor. Araçlarımızı oldukça farklı objelerle ve silahlarla donatarak modifiye edebiliyoruz. Rage 2, tıpkı GTA ve türevlerinden alışkın olduğumuz gibi tüm haritasını gezebileceğiniz bir açık dünya macerası olarak kurgulanmış. Oldukça geniş bir haritası bulunan oyunda “hızlı seyahat” noktaları da bulunacak. Oyunun yayıncılığını üstlenen Bethesda Softworks, pek çok ünlü video oyun serisinin ev sahibi konumunda. The Elder Scrolls ve Fallout serilerini yöneten şirket, aynı zamanda Rage 2’nin yapımcıları arasında bulunan id Software’i de kendi çatısı altında barındırıyor. Doom, Quake ve Wolfenstein serilerini sevenlerin gönlünde eminiz id Software’in yeri başkadır! Bu muhteşem ekibin elinden çıkacak işe güveniyoruz. Çıkışı merakla beklenen ve yılın en eğlenceli oyunlarından biri olacağına kesin gözüyle bakılan Rage 2, tüm dünyayla aynı anda ülkemizde de 14 Mayıs’ta satışta olacak.



GEZİ

SWISSOTEL’DEN HARİKA BİR TEKLİF

Swissôtel Büyük Efes; özel indirimler içeren konaklama paketi ile İzmir’in Kordon’unu, zeytinyağlı yemeklerini, üzüm bağlarını ve 8000 yıllık köklü tarihini keşfetmenizi sağlıyor. Bu harika şehirde hafta sonu keyfinize keyif katmaya ne dersiniz?

T

ürkiye’nin en özel şehirlerinden biri olan İzmir, son yıllarda -özellikle İstanbul ve Ankaralılar için- popüler bir hafta sonu destinasyonuna dönüşmüş durumda. Her mevsim ılıman iklimi, palmiyeleri ve deniz kokusuyla herkesin “Güzel İzmir” dediği bu özel şehir, harika bir hafta sonu kaçamağı için aradığınız her şeye sahip. İzmir’i böylesine cazip kılan sebep ise, aynı zamanda yakın çevresinde barındırdığı muhteşem güzellikler... Barbaros, Bademler, Ildır ve Germiyan gibi İzmir’in gözlerden uzak köyleri, ülkemizin en çok ziyaret gören yerlerinden biri olan Efes Antik Kenti, şaraplarıyla ve müthiş restore edilmiş Rum evleriyle ünlü Şirince, Bergama ilçesindeki Allianoi antik kenti, Selçuk Kalesi, İzmir Kuş Cenneti, Uzunkuyu Köyü’ndeki Köstem Zeytinyağı Müzesi ve daha pek çok güzellik İzmir’i her geçen gün daha da cazip bir merkez haline getiriyor.

TÜRKİYE’NİN TOSKANA’SI

İzmir’e yaklaşık 45 dakika mesafede yer alan Urla, son yılların en popüler mekanlarından biri. Özellikle şarap üretimine ve tadımına meraklıysanız ya da bağ bozumu zamanlarını deneyimlemek istiyorsanız, İzmir’in bu şirin ilçesi size istediğinizi fazlasıyla verecektir. Urla Bağcılık ve Şarap Üreticileri Derneği’nin çatısı altında geliştirilen Urla Bağ Yolu, Trakya Bağ Rotası’ndan sonra ülkemizde bu türde yapılan ikinci bir deneme olarak dikkat çekiyor. MÖ 10. yüzyılda Ege Denizi sahillerinde kurulan İyonya’nın 12 kentinden biri olan Klazomenai (Bugünün Urla’sı), binlerce yıl önce bağcılık ve şarapçılıkla bölgede ün yapmıştı. Urla Bağ Yolu projesi, geçmişin yeninden canlandırılması açısından da önemli bir kilometre taşı olarak kabul ediliyor. Urla Bağ Yolu’nda ziyaret edilebilecek yedi şarap üreticisi bulunuyor. Bu üreticiler birbirine yakın olduğundan, tek bir günde rahatlıkla birkaç tanesini gezip, birbirinden

lezzetli şarapları deneyebilirsiniz. Bölgenin en büyük üreticisi olan ve 550 dönüme yayılmış bağlarında yıllık 300 bin litreye yakın butik şarap elde eden Urla Şarapçılık’ı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Hatta Urla Şarapçılık bünyesinde, sadece 2 kilometre ilerisinde, üzerinde 1900 civarında farklı bitki çeşidi bulunan bir de Arberatoryum bulunuyor. Urla’dan ayrılamadan önce burayı dolaşmanızı ve harika reçellerinden evinize götürmenizi öneririz. Ziyaret etmenizi tavsiye edeceğimiz bir başka şarap üreticisi ise, 400 metre rakımda özel bir jeolojik yapıya sahip arazide kurulan Ayda Winery & Vineyards olacak. Özellikle güzel bir manzara eşliğinde restoran kısmındaki şarap uyumlu hazırlanan menülerin tadına mutlaka bakmalısınız. Burada, beyazlarda Sauvignon Blanc, Narince, kırmızılarda ise Cabernet Sauvignon, Foça Karası, Petit Verdot, Merlot ve Syrah üzümleri yetişiyor.

ADETA SANAT GALERİSİ

Tüm bu anlattıklarımız hoşunuza gittiyse, Swissôtel Büyük Efes’in sizlere harika bir teklifi olacak. Şehrin tam kalbinde yer alan konumu ile İzmir’i hem eğlenceli hem de hızlı keşfetmenizi sağlayan Swissôtel; yemyeşil bahçeleri, 5 bin 500 m²’lik Spa & Fitness merkezi ve tüm bar & restoranları ile otel içerisinde de keyifli bir hafta sonu vadediyor. Hafta sonu paketinin içinde, gecelik en uygun oda fiyatı üzerinden yüzde 25 indirim, Café Swiss’te zengin açık büfe kahvaltı, bahçe manzaralı oda kategorisine “upgrade” imkanı, yiyecek & içecek harcamalarında -alkollü içecekler hariç- yüzde 20 indirim ve Pürovel’in Spa masajlarında da yüzde 20 indirim imkanı bulunuyor. Kordon’a yürüme mesafesindeki konumuyla ulaşım açısından misafirlerine büyük bir rahatlık sağlayan 402 odalı Swissôtel, özellikle sanatseverler için gerçek bir cennet! Birçoğu, 38

Türkiye’nin önemli sanatçılarına ait ve devasa bir sanat galerisini andıran Swissôtel Büyük Efes’te tam 800’ün üzerinde orijinal sanat eseri sergileniyor. Hem Türk Çağdaş Sanatı hem de İzmir için tarihi bir değere sahip olan bu eserler, oteli ziyaret eden konuklar için birer sürpriz niteliğinde. Şehirdeki en iyi yemek ile romantik ve ayrıcalıklı bir gece deneyimini yaşatmak üzere tasarlanan Equinox, İzmir Körfezi’nin benzersiz güzellikteki manzarası eşliğinde dünya mutfağından örnekleri şık bir atmosferde denemek isteyenler için biçilmiş kaftan. Equinox’un hemen yanında yer alan Sky Bar ise, canlı müziği ve etkileyici sunumlarla hazırlanmış lezzetli kokteylleriyle misafirlere keyifli saatler vaat ediyor.


AJANDA Mayıs 2019

Z

HARRY POTTER İLE SİHİRLİ RANDEVU

orlu PSM, beyazperdede konser deneyimi sunan “Movies in Concert” serisi kapsamında Harry Potter serisinin ilk filmi olan Harry Potter ve Felsefe Taşı’nı Kasım 2017’de sahnesine konuk etmişti. Büyük ilgi çeken performansın hemen ardından geçtiğimiz sene Mayıs ayında Harry Potter serisinin ikinci filmi olan Sırlar Odası’nı, Aralık ayında ise Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nı izleme şansını yakaladık. Zorlu PSM, hız kesmeden şimdi de Harry Potter hayranlarıyla serinin dördüncü filmini buluşturuyor. John Williams’ın şahane müziklerini Benjamin Pope’un şefliğinde film boyunca canlı orkestra eşliğinde dinleme fırsatı sunan Harry Potter Film Concert

serisi, serinin dördüncü filmi Harry Potter ve Ateş Kadehi ile 29 ve 30 Mayıs tarihlerinde Zorlu PSM seyircisiyle buluşacak. CineConcerts ve Warner Bros. Consumer Products işbirliğiyle gerçekleşen Harry Potter Film Concert serisi, uluslararası konser turnesine 2016 yılında başladı. Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nın büyülü prömiyerinden bu yana bu sihirli gösteri, 500 bini aşkın izleyiciye ulaşarak J.K. Rowling’in büyülü dünyasını, 38’i aşkın ülkede 600’den fazla performans ile her geçen gün daha fazla kişiyle buluşturdu. Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Harry Potter, esrarengiz bir şekilde Üç Büyücü Turnuvası’na katılıyor. Üç iddialı büyücü-

lük okulunun en iyilerinin seçileceği zorlu turnuva, Harry ve arkadaşlarına ejderhalar, su iblisleri ve sonu Lord Voldemort’a çıkan zorlu bir labirent macerasının kapılarını aralıyor. Harry, Ron ve Hermione, çocukluk yıllarını geride bırakırken peşine düşecekleri zorlu davalarıyla ilk kez yüz yüze geliyor. IFMCA ve ASCAP Film ve Televizyon Müzik Ödülü sahibi olan Patrick Doyle’un unutulmaz bestelerinden oluşan orijinal müzikler, şef Benjamin Pope liderliğindeki büyüleyici orkestranın eşliğinde Harry, Ron ve Hermione maceralarında yeni ve karanlık bir sayfa açmaya hazırlanırken izleyiciye film boyunca unutulmaz deneyimler yaşatacak. Süpürgenizi kapın ve maceraya hazır olun!

YAVUZFEST 5 YAŞINDA! 2

001’de hayatını kaybeden Türk rock müziğinin altın çocuğu Yavuz Çetin’in anılacağı “5. Yavuz Çetin Müzik Festivali”, 5 Mayıs akşamı Volkswagen Arena’da gerçekleşiyor. Olağanüstü yeteneğiyle kısa müzik serüveninde milyonları etkisi altına alan, Türk rock müziğinin gelmiş geçmiş en iyi gitar virtüözü olarak anılan, Hendrix’in ruhunu taşıdığı iddia edilen ve aramızdan çok erken ayrılan Yavuz Çetin, ölümünün 16’inci yılında sevenleri ve arkadaşları tarafından müzikle anılacak. Tanju Eksek & Yavuzcan Çetin, Batu Mutlugil, Büyük Ev Ablukada, Even Flow, Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi, Kurtalan Ekpres, Pentagram ve Sahte Rakı gibi isimlerin sahne alacağı Yavuzfest, Türkçe Rock müzik dinleyenler için keyifli bir akşam vaat ediyor. 39


AJANDA

DOGVILLE’İ ISKALAMA!

Courtney Barnett

P

eşine düşen mafyadan kaçmak için küçük bir köye sığınan Grace’in hikayesini anlatan Dogville, Nicole Kidman’ın performansıyla yıldızlaştığı harika bir Lars Von Trier filmiydi. 2003 yapımı bu kült film, bir süredir tiyatro sahnesinde bildiğiniz gibi. Türkiye’de ilk kez Versus Tiyatro tarafından sahnelere taşınan oyun, 12 kişilik kadrosuyla tiyatro severleri şiddetli ve tehlikeli bir dünyaya davet ediyor. 1930’lu yılların Amerika’sında Dogville isimli küçük bir kasabada yaşanan bu karanlık hikaye, insan doğasının en ürkütücü yanlarını gözler önüne seriyor. Grace isimli bir kadının sakin bir yaşam süren Dogville halkının arasına katılmasıyla madalyonun diğer yüzünü keşfedeceği oyunda pek çok sürpriz de var. Kayhan Berkin tarafından uyarlanıp yönetilen Dogville’in başrollerinde Rüzgar Aksoy, Ece Çeşmioğlu ve Şerif Erol var. Dogville, 21 Mayıs’ta Uniq İstanbul Glass Room’da.

BABYLON’DA BİR INDIE PRENSESİ

I

ndie rock’ın en özgün seslerinden, Melbourne çıkışlı şarkıcı ve şarkı yazarı Courtney Barnett, Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında 18 Mayıs’ta Babylon’a konuk oluyor. Garage rock etkisindeki folk-pop sound’unu, gözlemlerini aktardığı kendine özgü şarkı sözleriyle bir araya getiren Courtney Barnett, indie rock sahnesinin kısa sürede yükselmeyi başarmış isimlerinden. 2013’te ilk kısaçaları “The Double EP: A Sea of Split Peas”i yayınlamasının ardından basından yoğun ilgi gören Barnett, kısa sürede hatırı sayılır bir dinleyici kitlesine ulaştı. Çıkış albümü “Sometimes I Sit and Think, Sometimes I Just Sit”, 2015 yılının en iyi albüm listeleri arasından yer alırken; Barnett, Rolling Stone tarafından “döneminin en parlak ve özgün şarkı yazarlarından biri” olarak tanımlandı. Barnett’ın geçtiğimiz sene dinleyiciyle paylaştığı çok beklenen ikinci solo albümü “Tell Me How You Really Feel”; poetik, politik ve kişisel duruşu, her dizesindeki öz fakat çok katmanlı anlatımı, alışıla gelmişin dışında şarkı yapıları, gitar melodileri, tınıları ve ritim bölümleriyle dikkat çekiyor.

10 SAAT KESİNTİSİZ TEKNO MÜZİK

BÜYÜLÜ SESTEN KAÇIRILMAYACAK GECE

T

D

ürkiye’nin ilk uluslararası tekno plak şirketi olan Jeton Records, 18 Mayıs akşamı 10. yılını 10 saat sürecek çok özel bir etkinlikle kutluyor. 2009 yılında ülkemiz elektronik müzik sahnesinin önemli isimlerinden biri olan Ferhat Albayrak tarafından kurulan Jeton Records, her ay düzenli olarak çıkardığı EP’ler ile tanınan Techno plak şirketleri arasına girmeyi başardı. Jeton Records, Lutzerkirchen, Marco Bailey, Teenage Mutants, Tom Hades, Tomy DeClerque , Greg Gow gibi önemli uluslararası isimlerle beraber, son dönemde ülkemiz sahnesinin de gelişimine katkı sağlamak amacıyla, Ugur Project, Sezer Uysal, Atesh K, Alan Cutt, Rıza Gobelez gibi isimlerin çalışmalarını yayınladı. Türk Dans Müziği kültürü için de önemli bir gece olacak olan 10. yıl özel etkinliğinde bugüne kadar Jeton Records’a katkı sağlamış isimler olan Christian Smith, Ferhat Albayrak, Ugur Project, Sezer Uysal, Alan Cutt, Riza Gobelez, UHR, Alikaan sahne alacak.

animarka’nın sevilen black metal grubu Myrkur, 9 Mayıs’ta Zorlu PSM’de olacak. Danimarkalı müzisyen ve oyuncu Amelie Brunn, 2014 yılında hayata geçirdiği black metal projesi Myrkur ile biri canlı kayıt olmak üzere üç albüm, iki EP ve altı single yayınladı. Çıkış albümü “M” müzik otoriterleri tarafından pozitif yorumlar aldı ve 2015 yılının en beğenilen albümlerinden biri oldu. Grup Avrupa ve Amerika turnesini tamamladıktan sonra, 2017’de ikinci albümü ‘Mareridt’i yayınladı. Bruun’ün vokal yeteneklerinin yanı sıra şarkı yazma beceresinin de ön plana çıktığı karanlık folk tarzındaki albüm, müzik otoriterlerinden bir kez daha tam not almayı başardı. Gruba dahil olan kadın koro vokaller, piyano ve diğer eşsiz canlı enstrümanlar; Myrkur’un İskandinav halk müziğine yönelik ileri görüşlü yaklaşımını temel alan karanlık ve büyüleyici bir performans yaratmak üzere bir araya geliyor. Youtube’da 15 milyon izlenmeye ulaşan videolarıyla Myrkur: Folkesange projesi henüz bir albüm dahi yayınlanmadan, ciddi bir hype yaratmayı başardı bile.

40


ETKİNLİK Garrick Ohlsson

19. SEZONA GÖRKEMLİ VEDA İş Sanat, Kasım ayında başladığı ve birbirinden önemli isimleri misafir ettiği 19’uncu sezonunu harika bir programla noktalıyor. Brahms’tan Barber’a kadar uzanan bir repertuvarı Boston Senfoni Oda Orkestrası eşliğinde çalacak olan dünyaca ünlü piyanist Garrick Ohlsson, sezon finalinin yıldızı olacak.

F

arklı kültürleri sahnesinde buluşturan, izleyicilerine sezon boyunca klasik müzikten dünya müziğine ve caza; şiir dinletilerinden dansa ve çocuk oyunlarına uzanan geniş bir yelpazede renkli bir program sunan İş Sanat, 19’uncu sezonunu sanat dünyasının en gözde isimlerinin konser ve gösterileriyle tamamlıyor. Kapanış ayının en dikkat çeken isimlerinden biri ise, şüphesiz Garrick Ohlsson olacak. 9 Mayıs’ta gerçekleşecek bu özel performansta dünyaca ünlü İngiliz piyaniste 2014 yılında 50. yaşını kutlayan Boston Senfoni Oda Orkestrası eşlik edecek. Ohlsson, İş Sanat Konser Salonu’ndaki konseri öncesinde sorularımızı yanıtladı. 1970’de Chopin Piyano Yarışması’nı kazandıktan sonra kariyeriniz nasıl değişti? 1970 yılında, bir sonraki yıl için iki veya üç anlaşmam vardı ve yarışmadan sonra dünyanın en prestijli konser salonlarından 100 kadar davet aldım. Evet, kariyerim açısından çok önemli bir kilometre taşıydı.

2017 yılında, “Tanglewood Koussevitzky Sanatçısı” seçildiniz. Bu ödülü kazanacağınızı düşünmüş müydünüz? Bu, Boston Senfoni tarafından başlatılan ödülün 2016 yılında verilen son ödülüdür. Elbette böyle büyük bir ödül almak büyük bir onur ancak 2016 yılına kadar varlığından haberdar değildim ve 2017’de ödülün sahibi oldum. Chopin sizi nasıl etkiledi? Chopin, klasik müzik dünyasının en harika bestecilerden biridir. Melodinin üstadı, armoni ve formun hâkimidir. Titizlikle seçtiği materyalleri, müzikal ifadenin mükemmeliyeti için olabilecek en üst düzeyde kullanır. O, barok ve klasik dönem müziğinin temel pratiklerini romantik retoriklerle layıkıyla kaynaştırdı. Chopin, tüm dünyadaki müzikseverler için çok değerli bir besteci. Sanıyoruz Türkiye’de ilk defa performans sergileyeceksiniz. Türkiye’deki klasik müzik dinleyicisinden beklentileriniz nedir? Eğer doğru hatırlıyorsam 70’lerin ortasında

İstanbul’daydım ve 1994 yılındaki bir resital için yeniden gelmiştim. İstanbullulara çalmak gerçekten çok keyifliydi. Maalesef uzunca zamandır yeniden çalmak için bir fırsat bulamamıştık ama şimdi buradayız! İş Sanat Konser Salonu’nda Boston Senfoni Oda Orkestrası ile Barber, Francaix ile Brahms’tan Barber’a kadar uzanan bir repertuvarı çalmayı planladığınızı biliyoruz. Bu konserde dinleyiciler için özellikle vurgulamak istediğiniz favori bölümleriniz var mı? Heyecan verici ve dramatik bir çalışma olarak, Brahms çalacağız. Ben özellikle ikinci hareketli kısmı ve dramatik Scherzo’yu seviyorum. Günlük piyano pratikleriniz var mı? Gün içinde 2-4 saat arası piyano çalışıyorum. Takvimimde neler olacağına göre de değişiyor. Harfi harfine uyduğum egzersizler yapmıyorum ancak zor pasajları muhakkak çalışıyorum. Sakin bir şekilde pratik yaparak müziğinizin değerini korumak her zaman önemlidir.

İŞ SANAT MAYIS PROGRAMI Kasım ayından bu yana dünyaca ünlü sanatçıları sahnesinde ağırlayan İş Sanat, 19’uncu sezonunu, aralarında Kolektif İstanbul ile Petar Ralchev, Salif Ali, Dzambo Calpulli

Agusevi, Ceylan Ertem, Garrick Ohlsson, Boston Senfoni Oda Orkestrası ve Meksika Dans Topluluğu Calpulli’nin de yer aldığı özel isimlerle tamamlıyor. Mayıs ayının ilk konserinde Richard Laniepce, Aslı Laniepce, Ertan Şahin, Tamer Karaoğlu, Talat Karaoğlu ve Batuhan Baraç’tan oluşan Kolektif İstanbul, Balkan müziklerinin enerjisini kendi tınıları ile birleştirerek 6 Mayıs Pazartesi akşamı ‘Balkan Şarkılarıyla Gelsin Bahar’ diyecek. Enerjisiyle her zaman baharı yaşatan ekibe Petar Ralchev, Salif Ali, Dzambo Agusevi gibi Balkanlar’ın en önemli müzisyenleri ve Ceylan Ertem eşlik edecek. 16 Mayıs Perşembe akşamı ise dikkat çeken dans top41

luluğu Calpulli, enerjik performanslarıyla ‘Boda Mexicana’ (Evlilik Seremonisi) adlı gösterilerini İş Sanat’ın kapanışında sahneleyecek. Kolektif İstanbul


VİZYON

3 MAYIS

10 MAYIS

LONG SHOT

ADALETSİZ

Yönetmen: Jonathan Levine Oyuncular: Charlize Theron, Seth Rogen, O’Shea Jackson Jr. Tür: Komedi Süre: 125 dak.

Yönetmen: S. Craig Zahler Oyuncular: Mel Gibson, Jennifer Carpenter, Vince Vaughn Tür: Polisiye Süre: 169 dak.

Charlize Theron ve Rogen Seth‘in başrollerini paylaştığı Long Shot, dışişleri bakanı olan Charlotte Field ile gazeteci Fred Flarsky‘in aralarında geçen komik olaylara ve maceraları ele alıyor. Fred Flarsky (Seth Rogen) yetenekli ve özgür ruhlu bir gazetecidir. Charlotte Field (Charlize Theron) ise etkileyici, zeki, sofistike ve başarılı bir kadındır. Yetenekli ve güçlü karaktere sahip bir diplomat olan Charlotte, başkanlık hedefini gerçekleştirmeye çok yakındır. Bu ikilinin, tek ortak noktası ise Charlotte’nin, Fred’in bebek bakıcılığını yapmış olması ve onun ilk aşkı olmasıdır.

Başrollerinde Mel Gibson ve Vince Vaughn’un yer aldığı Adaletsiz (Dragged Across Concrete), bir zanlıya uyguladıkları şiddet dolu görüntülerin medyaya yansıması sonucu açığa alınan iki polis memuru Brett Ridgeman ve Anthony Lurasetti’nin hikayesini anlatıyor. Brett ve Anthony açığa alındıktan sonra yolsuz kaldıklarında, suça bulaşacak ve adalet ile suç kavramları yer değiştirecek. İlk gösterimi 38. İstanbul Film Festivali’nde yapan Adaletsiz, Taksi Şoförü, Dog Day Afternoon gibi filmlerden esinlenen, adaletin hiçbir yerde görünmediği, toplumsal bölünmüşlüğün ve bağnazlığın zirveye ulaştığı bir ABD portresi çiziyor.

10 MAYIS

17 MAYIS

POKEMON: DEDEKTİF PIKACHU

JOHN WICK: CHAPTER 3

Yönetmen: Rob Letterman Oyuncular: Justice Smith, Kathryn Newton, Ken Watanabe Tür: Macera, Aksiyon Süre: 104 dak.

Yönetmen: Chad Stahelski Oyuncular: Keanu Reeves, Halle Berry, Anjelica Huston Tür: Aksiyon Süre: 131 dak.

Dedektif Harry Goodman’ın gizemli bir şekilde kaybolmasının ardından, Goodman’ın 21 yaşındaki oğlu Tim babasına ne olduğunu öğrenmek için araştırmalar yapmaya başlar. Harry’nin soruşturmaya yardımcı olmak isteyen eski Pokémon ortağı Detective Pikachu ise kendini bir dedektif olarak kanıtlamak istemektedir ve bu yüzden Tim’e iş birliği teklif eder. Pokémon dünyasında hiçbir insan ve Pokémonun yapamayacağı şekilde, konuşarak birbirleriyle iletişim kurabilen Tim ve Pikachu, gizemi çözmek için heyecan verici bir maceraya çıkar.

John Wick, son dönemde Hollywood’dan çıkan en eli yüzü düzgün aksiyon filmlerinden biriydi. Ölen eşinin hediye ettiği köpeğin gangsterler tarafından öldürülmesinin ardından geride bıraktığı kanlı dünyaya geri dönmek zorunda kalan eski bir tetikçinin hikayesini anlatan John Wick, 2014’te vizyona girmiş ve sinemaseverler tarafından beğeni ile karşılandı. Hollywood’un son yıllarda kotardığı en sağlam aksiyon filmi olarak kabul edilen bu zımba filmin 2017’de devamı çekilmiş ve John Wick iki filmle toplamda 260 milyon dolar gişe hasılatı göstererek önemli bir başarı yakalamıştı.

31 MAYIS

31 MAYIS

GODZİLLLA: CANAVARLAR KRALI

MA

Yönetmen: Michael Dougherty Oyuncular: Vera Farmiga, Kyle Chandler, Millie Bobby Brown Tür: Aksiyon Süre: 132 dak.

Yönetmen: Tate Taylor Oyuncular: Octavia Spencer, Missi Pyle, Luke Evans Tür: Gerilim, Korku Yapım: ABD

Godzilla: King of The Monsters, Hollywood’dan çıkmış en büyük canavar filmi olmaya ant içmiş! İlk filminde iki vasat yaratıkla kapışan Godzilla’nın karşısında bu defa üç ölümcül düşman var! Godzilla’nın Japonya yapımı filmlerinden hayranların aşina olduğu Mothra, Rodan ve üç başlı ejderja King Ghidorah gezegenimizi adeta dövüş ringi gibi kullanacaklar! Yönetmen koltuğunda, başarılı korku filmleri Trick’r Treat ve Krampus’tan tanıdığımız Michael Doughtery oturmakta. Filmin canavarları efsane boyutlarda olsa da oyuncu kadrosu da hiç azımsanamayacak ölçüde!

Film, Ohio’nun bir kasabasında yaşayan orta yaşlardaki yalnız bir kadının genç bir arkadaş grubunu evine davet etmesi üzerine yaşananları konu ediniyor. Issız bir kırsaldaki evinde büyük bir parti düzenleyen ve gençlerin de katılmasını isteyen kadının yapacaklarını kimse tahmin edemeyecektir. Gençler çok şanslı olduklarını düşündükleri sırada ev sahiplerinin niyetini sorgulamaya başlayacakları olaylar yaşanacaktır. Sue Ann adındaki ev sahibinin konukseverliği zaman geçtikçe bir takıntı haline dönüşecek ve gençlerin rüya gibi geçen akşamlarını hayatlarında yaşayabilecekleri en korkunç kabusa dönüşecektir. 42




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.