Postkolik Sayı: 91

Page 1

#91 Ağustos 2020

/postkolik www.postkolik.com

RÖPORTAJ

MANGA

ARKEOLOJİ

OYUN

Alternatif müziğin sevilen isimlerinden Nasıl Derler Bilirsin, yeni teklisi Tertemiz Delirdim’i dinleyiciyle buluşturdu. Başarılı ekip, dumanı tutan teklisini Postkolik’e anlattı.

Ülkemizde son yıllarda hızla gelişen anime kültürüne paralel olarak manga kültürü de büyük bir atılım içinde. Bu çılgın Japon işi çizgi romanlar, yüz milyonlarca satıyor!

Pandemi nedeniyle gündem bambaşka hale gelse de Cumhurbaşkanlığı tarafından Türkiye’nin 2020 Turizm Yılı teması olarak ilan edilen Patara, misafirlerini eşsiz bir yolculuğa davet ediyor.

VR (Virtual Reality) ya da Türkçe karşılığıyla sanal gerçeklik teknolojisi, oyun sektörünü bambaşka bir seviyeye getirmiş durumda. Bu eğlenceli dünyanın en güzel oyunlarını tanıttık.



İÇİNDEKİLER

08 ARKEOLOJİ Pandemi nedeniyle gündem bambaşka hale gelse de Cumhurbaşkanlığı tarafından Türkiye’nin 2020 Turizm Yılı teması olarak ilan edilen Patara, misafirlerini eşsiz bir yolculuğa davet ediyor.

16

KAPAK

Pandemi nedeniyle dijital ortamda gerçekleştirilen San Diego Comic Con 2020, eski Comic Con’ları özlemle aratsa da heyecan verici duyurularla geçtiğimiz ayın gözde etkinliği oldu.

10

34

DİZİ Postkolik, bu ay içinde ekranlara teşrif edecek en iddialı dizileri mercek altına aldı.

44

50

MANGA

RÖPORTAJ

OYUN

Ülkemizde son yıllarda hızla gelişen anime kültürüne paralel olarak manga kültürü de büyük bir atılım içinde. Bu çılgın Japon işi çizgi romanlar, yüz milyonlarca satıyor!

Alternatif müziğin sevilen isimlerinden Nasıl Derler Bilirsin, yeni teklisi Tertemiz Delirdim’i dinleyiciyle buluşturdu. Başarılı ekip, dumanı tutan teklisini Postkolik’e anlattı.

VR (Virtual Reality) ya da Türkçe karşılığıyla sanal gerçeklik teknolojisi, oyun sektörünü bambaşka bir seviyeye getirmiş durumda. Bu eğlenceli dünyanın en güzel oyunlarını tanıttık.

Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan

Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com

Katkıda Bulunanlar Elif Öztuna, Enis Hazan, Berker Öztuna, Gizem Ertürk, Büşra Bayer, Gönül Durmaz

Görsel Yönetmen Emre Öztınaz

Fotoğraf Sinan Bayar

Reklam Yetkin Nural 0537 371 90 50 reklam@postkolik.com Web Reklam duygu@postkolik.com Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com


POST OFFICE

BALONLA UZAY TURİZMİ

G

eleceğin uzay turizmi rekabetinde yeni bir şirket daha kolları sıvamış durumda. World View Enterprises, Space Perspective isimli yeni girişimini duyurdu ve tek seferde 8 yolcu taşıma kapasitesine sahip Spaceship Neptune isimli sıcak hava balonu benzeri uzay gemisini tanıttı. Şirket tarafından yapılan açıklamaya göre, kabin yaklaşık 200 metre yüksekliğindeki hidrojen dolu bir balonla havalanacak. Balon, iki saat boyunca yavaş yavaş 30 kilometre yüksekliğe çıkacak ve belirtilen yükseklikte iki saat boyunca kalacak. Ardından uzay gemisi alçalmaya başlayacak ve Atlantik

Okyanusu’nda bekleyen kurtarma gemisine inecek. Toplamda altı saat sürecek uçuş, kişi başı 125 bin dolar civarında olacak. Bu rakam, diğer uzay şirketlerinin açıkladığı yolculuk fiyatlarının neredeyse yarısı olarak dikkat çekiyor. Projenin arkasındaki World View Enterprises, gelecekteki uzay yolculukları için NASA ile şimdiden bir anlaşma imzaladı bile. Şirket, Orlando’daki Kennedy Uzay Merkezi’nde bir tesis kiralayarak test uçuşlarını önümüzdeki yıl gerçekleştirmeyi planlıyor. 2023 veya 2024 yıllarında ise ilk insanlı uçuş denemelerinin yapılması hedefleniyor.

30. AKBANK CAZ FESTİVALİ İÇİN ÖZEL BİR ALBÜM ÇIKIYOR T ürk caz müziğini ve müzisyenlerini destekleyen, bugüne kadar 5 binin üzerinde uluslararası ve Türk caz sanatçısını ağırlayan ve caz müziğinin yeni nesillere aktarılması için 30 yılda 773 konser, 1000 atölye ve 100’ün üzerinde söyleşi ile 500 binin üzerinde izleyiciye ulaşan Akbank Caz Festivali, 30. yılında özel bir albüm sunmaya hazırlanıyor. “Şehrin caz hali” söylemini sahiplenen Akbank Caz Festivali, bu albümde Türkiye’nin önde gelen 30 caz müzisyeninin festivale, şehre ve bu döneme dair duygu veya düşüncelerinden ilham alarak hazırladığı özgün eserlere yer verecek. Türk Cazı’nı destekleyecek ve bir arşiv eseri niteliğinde olacak albüm, plak formatında ve dijital olarak Ekim ayında yayımlanacak. Aynı zamanda bir arşiv niteliği taşıyacak bu özel albüm ile birlikte Türk Cazı’nın 30 farklı müzisyen ve grubunun stüdyo çalışmalarının ve mini röportajların yer aldığı bir belgesel de çekilecek. Organizasyonu ve içerik programlaması Pozitif iş birliğiyle gerçekleştirilecek 30. Akbank Caz Festivali albüm çalışmasında festivalin 30 senelik geçmişinde performans sergilemiş isimlerin yer alacak.

EN PAHALI POKEMON KARTI G

eçen yıl, son derece nadir bulunan bir Pikachu Illustrator Pokémon kartı açık arttırma sitesi Invaluable’da 195 bin dolara satılarak gelmiş geçmiş en pahalı Pokémon kartı rekorunu kırmıştı. Ancak geçtiğimiz ay dudak uçuklatan 250.000 dolarlık yeni bir rekora imza atıldığından, ilginç şekilde bu unvanın ömrü pek uzun olmadı. Elbette bu Pokémon kartı da ilki gibi PSA onaylı ve Mint 9 skoruna sahip bir Pikachu Illustrator kartı. Bilmeyenler için Pikachu Illustrator kartı, çizimlerini Atsuko Nishida’nın yaptığı son derece nadir bulunan bir kart. Bu kartlardan yalnızca 39 tane üretildi ve satışa çıkmak yerine 1998’de Pokémon için düzenlenen CoroCoro Karikatür Çizim Yarışması’nın kazananlarına ödül olarak verildi. Yani bu kartlardan birine sahip olmak imkansıza yakın. Başlangıçta dağıtılan 39 karttan günümüze yalnızca 10 tanesinin kaldığı söylentisi de kartların fiyatını iyice yukarı çekiyor.

4


POP ART PORTRE SERİSİ L

EGO’nun yeni seti, idollere saygı duruşunda bulunmak için tasarlandı. Her bir set, eser sahibinin boş bir tuvali bir sanat eserine dönüştürürken yaratıcılığını kullanmasına olanak sağlıyor ve kendi kişiliğini yansıtması için çeşitli şekillerde tasarlanabiliyor. Setlerde eserinizi kolaylıkla sergileyebilmeniz için bir askı parçası da yer alıyor. Her sette küçük, boncuk boyunda parçalar ve üç veya dört

farklı çeşit temalı posterler oluşturmak için kullanabileceğiniz bir tuval bulunuyor. Örneğin, bir Sith seti ile Yıldız Savaşları filmlerinin her döneminden üç farklı karakterin posterleri oluşturulabilir: Darth Maul, Darth Vader ve Kylo Ren. Üç posterin hepsini oluşturmak isterseniz her setten birkaç tanesine ihtiyacınız olacak, ama üç seti birleştirerek üç poster büyüklüğünde bir Darth Vader da yapabilirsiniz.

Bu durum, Iron Man seti için de geçerli. Bu setlerden üçü birleştirilerek hareket halinde, yatay bir Iron Man modeline hayat verilebilir. Beatles ve Marilyn Monroe setleri bu şekilde birleştirilemiyor. Elbette, herhangi bir Beatles üyesini diğerlerinden çok daha fazla seviyorsanız durum değişir. 1 Eylül’de satışa çıkacak olan setler, 2,933 ile 3,406 arasında parçadan oluşacak. Her bir setin fiyatı ise 120 dolar.

LEGO’DAN ÇALINABİLİR PİYANO SETİ L

EGO Ideas, dünyanın en başarılı LEGO modelcilerinin bir araya gelerek kurduğu bir ekip. Seçilen fikir piyasada satışa sunulduğunda fikir sahibi satışlardan ve lisans gelirlerinden yüzde 1 pay alıyor. Bu ekibin kendi projesi olan pek çok LEGO modeli bugün raflarda satın alınabilir halde bulunuyor. LEGO Ghostbusters arabası, Simpsons evi, Jeep Rubicon replikası, Apollo 11 Saturn-V, Voltron, International Space Station, Women of NASA ve TRON: Legacy Light Cycle bu projelerin yakın dönemdeki en iyi örneklerinden. Çok yakında tüm bunlara Grand Piano da eklenecek. LEGO Grand Piano, müzik öğretmeni Donny Chen’in LEGO Ideas platformuna sunduğu bir modelden esinlenilerek yapıldı. LEGO’nun bu ürünü, 350 dolarlık etiketiyle, LEGO Ideas platformundan bugüne kadar çıkmış en pahalı ürün olma özelliğini taşıyor. Toplam 3 bin 662 parçadan oluşan Grand Piano, 25 hareketli piyano tuşuna sahip. Üstelik ürünün sunduğu tek fonksiyonellik piyanonun tuşları da değil. Bir piyanoda bulunan pedallar LEGO’nun bu piyanosunda da bulunuyor ve gerçek pedalların işlevini dahi yerine getiriyor. İşin özü LEGO Grand Piano, bir kuyruklu piyanonun küçük ölçekli bir versiyonu olarak kullanılabiliyor. Piyanonun içi, gerçek bir kuyruklu piyanoda bulunan her şeye ev sahipliği yaparken aynı zamanda LEGO’nun elektrikli motorunu ve piyanonun gerçekten çalınabilmesini sağlayan bir sensörü barındırıyor. 22 x 34 cm ölçülerindeki LEGO Grand Piano, bu ay satışa çıkacak.

WONDER WOMEN 1984 ÖNCESİ ÇİZGİ ROMAN İ

lk olarak 2016’da vizyona giren Batman v Superman: Dawn of Justice filminde beyazperdede gördüğümüz DC Comics’in Amazon Kraliçesi, 2017’de vizyona giren ilk Wonder Woman filmiyle 820 milyon doların üzerinde bir gişe başarısı göstererek DC’nin son dönemdeki en başarılı işlerinden biri olmuştu. Şimdi sırada Amazon Kraliçe’sinin yeni filmi var. Merakla beklenen Wonder Women 1984’ün vizyon tarihi, Covid-19 nedeniyle 2 Ekim’e ötelendi bildiğiniz gibi. DC Comics, hayranların heyecanını daha da körüklemek adına Wonder Woman 1984 öncesinde bir çizgi roman satışa sunacak. “Wonder Woman 1984 No. 1” adıyla yayınlanacak çizgi romanda iki öyküye yer verilecek. Bunlardan biri Louise Simonson (The Death of Superman) ve WW84 yardımcı yapımcısı Anna Obropta’nın kaleme aldığı, baş kahramanın Smithsonian Doğa Tarihi Müzesi’nde bir rehine kriziyle başa çıktığı bir macera. Steve Pugh ve Marguerite Sauvage tarafından yazılan diğer öyküyse, bir düşmanın Diana’nın kementini çalmaya kalkışmasını konu alıyor. Çizgi romanın kapak tasarımında 2016’da Wonder Woman: Year One projesinde The Old Guard’ın yaratıcısı Greg Rucka ile beraber çalışmış olan Nicola Scott’ın imzası var. 20 Eylül’de Walmart’ta raflara çıkması planlanan “Wonder Woman 1984 No. 1”, 29 Eylül’de, yani devam filminin sinemalarda gösterime girmesinden bir hafta önce, dijital platformlar ve çizgi roman mağazalarında da yerini alacak.

5


POST OFFICE

MÜZEYİ ANDIRAN BİSİKLET PARKI H ollanda’daki en büyük bisiklet parklarından biri, Lahey’de inşa edildi. Şehrin ana tren istasyonunun hemen önünde yer alan Koningin Julianaplein’nın altına inşa edilen park, beyaz tavanlar, akıllı yön işaretleri, geniş koridorlar ve arkadan aydınlatmalı cam duvarlarıyla adeta bir müze havası verecek şekilde tasarlanmış. Proje, yaklaşık 8.000 bisiklete güvenli bir ortamda ev sahipliği yapacak kapasiteye sahip. Silo ve Studio Marsman tarafından tamamlanan proje, Lahey’in kentsel mobilite ağında önemli bir bağlantı niteliğinde. Silo kreatif direktörü Rene Toneman, “Işık ve mekansal kimliğin entegre şekilde uygulanması tesise daha ferah bir görünüm veriyor.” derken “Üstelik

görsel dokunuşlar sezgisel şekilde yön bulmaya yardımcı olarak günün sonunda bisikletinizi bulmayı kolaylaştırıyor.” açıklamasında bulunuyor. Tasarımın kilit özelliklerinden biri de park tesisini çevreleyen ve Hollandalı ressam Escher’den ilham almış bir ışık duvarı. Şehirdeki binaların cephe özelliklerinin temelinde Lahey’in mimarisinin geçmişi, bugünü ve geleceğinin şekillendirdiği, devamlılık sağlayan bir görüntü yatıyor. Bisikletçiler duvarın yanından geçerken şehrin ufuk çizgisini tek bir hareketle deneyimleme şansı yakalıyor. Park alanının çıkış noktalarıysa rezidanslar, ticari alanlar ve halka açık bir meydanın yer aldığı üst kısımdaki alana entegre edilmiş.

KEANU REEVES ÇİZGİ ROMAN ALEMİNDE “

The Matrix” ve “John Wick” serilerinin sevilen ismi Keanu Reeves, “BRZRKR” isimli bir çizgi roman kaleme aldığını açıkladı. Aksiyonu ve şiddeti bol olacağı söylenen BRZRKR’ın çizimleri “Secret Warriors” ve “Iceman Vol. 1: Thawing Out” gibi serilerin çizimlerini yapan İtalyan illüstraör Alessandro Vitti tarafından yapılacak. Keanu Reeves, konuyla ilgili açıklamayı yaparken ‘BRZRKR’ serisinden ilk çizimleri de paylaştı. Serinin ana karakterinin sevilen oyuncuya fiziksel olarak oldukça benzediği dikkatlerden kaçmadı. Toplam 12 fasikülden oluşacak olan çizgi roman serisinin ilk bölümü, Ekim ayında yayınlanacak. BRZRKR, 80 bin yıl önce doğmuş yarı insan ve yarı tanrı bir baş kahramanı temel alacak. Berzerker adlı karakter, benzersiz bir bilgi birikimine sahip olacak. Ana karakterle pek çok zaman yolculuğuna çıkacak olan okurlar, günümüzde kötücül güçlerin Berzerker’ın bilgi birikimini ele geçirmek için teknolojiden faydalanmasına şahitlik edecek. Reeves, çizgi romanın genel temasını “Gerçekliğin içinde küçük bir fantezi” olarak tanımlıyor. Geçtiğimiz yıl BOOM! Studios’la görüşmelere başlayan oyuncu, yayıneviyle anlaşma yaptı bile.

STUDIO GHIBLI İMZALI KAYKAY 2 8 Temmuz’da Tokyo’da yepyeni bir Studio Ghibli temalı mağaza açıldı. Söz konusu mağaza, Hayao Miyazaki’nin kurduğu stüdyonun animelerinden esinlenmiş çeşitli süs eşyaları satan Donguri Kyowakoku zincirinden farklı olacak. Burası yetişkinlere özel hizmet veren ve yüksek kalite giyim ürünlerine odaklanan yepyeni bir girişim. GBL Miyashita Park, Ghibli’den ilham alan ve estetiğini “gündelik Amerikan” tarzı olarak tanımlayan giyim zinciri GBL’in ilk fiziksel mağazası olacak. Şibuya’daki Rayard Miyashita Park alışveriş merkezinde açılan mağazada yalnızca GBL’in havalı tişörtleri değil, aynı zamanda bir Studio Ghibli kaykay koleksiyonu da yer alacak. Koleksiyonda Ghibli’nin en popüler üç animesi olan Castle in the Sky, My Neighbor Totoro ve Spirited Away’ı temsil eden toplam dört farklı kaykay satışta olacak. İlk mağazaya özel olarak sınırlı sayıda üretilen bu kaykaylar, sağlamlığı, dayanıklılığı ve hafifliğinden dolayı tercih edilen Kanada akçaağacından üretildi. Tasarımların hepsi aynı boyutlara (80 santimetre uzunluk ve 20,5 santimetre genişliğe) sahip ve her birinin fiyatı 112 dolar. Kaykaya meraklı olmasanız bile insanın içinden böyle bir şeyi alıp odasında sergilemesi gelmiyor mu? Resmen bayıldık!

HER KESEYE GÖRE KOVA T ürkiye’nin hızlı servis restoran zinciri sektörü lideri TAB Gıda güvencesiyle istikrarlı bir şekilde büyümeye devam eden Popeyes, “Eko Kova Menü” ile tavuk severleri hem lezzete hem mutluluğa doyuruyor. Louisiana’nın ünlü şefleri tarafından geliştirilen eşsiz lezzet formüllerini New

Orleans’ın geleneksel tatlarıyla bir araya getiren Popeyes, enfes Eko Kova Menü ile tavuk severlerin favorisi olmaya devam ediyor. Dip’n Chichen, Nuggets, Tenders, Biscuit, Patates ve Coca-Cola lezzetlerini içeren Eko Kova Menü, hem leziz hem de avantajlı bir yemek molası sunuyor.

6


.. .. . SEZON ÜRÜNLERINDE . . . %20 - %40 NET INDIRIM

+

EKSTRA % % 10 ’’A VARAN PARA PUAN FIRSATI

*Kampanya seçili ürünlerde geçerlidir.

ONLINE ALIŞVERİŞ WWW.SPX.COM.TR

BİZİ TAKİP EDİN /sportpointextreme

/sportpointextreme


ARKEOLOJİ

PATARA YILI’NDA MERCEĞİMİZ ANTİK KENTTE

2016’DAN BU YANA DESTEK

Patara Antik Kenti kazı çalışmaları, özel

sektörün arkeolojik kazılara destek verdiği en önemli örneklerden biri. Türkiye’nin zengin arkeolojik varlığının gün yüzüne çıkarılması ve korunması amacıyla uzun soluklu projelere katkı sunan Türkiye İş Bankası, iştiraklerinden Şişecam ve TSKB ile birlikte 2016’dan bu yana Patara Antik Kenti’nde yapılan kazı çalışmalarına destek veriyor. Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Havva İşkan Işık liderliğinde sürdürülen çalışmalar, sadece Anadolu topraklarının medeniyet tarihine ışık tutmakla kalmıyor, dünya kültür mirasına da çok önemli katkılar sağlıyor.

TARİH YENİDEN YAZILIYOR

Tarih boyunca sayısız medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu, arkeolojik açıdan dünyanın en zengin topraklarının başında geliyor. Sahip olduğumuz bu kıymetli mirasın hakettiği değeri görebilmesi için başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere özel sektör kuruluşlarının da bu alana

8

destek vermeye başlaması, ülkemizdeki arkeoloji bilincinin daha da artmasına ve evrensel değerlere sahip kültürel varlıkların dünyaya tanıtılmasına imkân sağladı. Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan beldesi yakınlarında bulunan Likya Birliği ve Eyaleti’nin başkenti Patara, günümüze oldukça iyi biçimde ulaşan tiyatro, meclis, tapınak, horrea (depo yapıları), stadyum, hamam ve kiliseleri ile görkemli bir örenyeri resmi sergiliyor. Burası, “Deniz Feneri” ve “Yol Kılavuz Anıtı” gibi benzersiz yapıların yanı sıra, 1905 yılına tarihlenen Osmanlı Devleti’nin ilk Telsiz Telgraf İstasyonu’nun da bulunduğu bir külliyeye de ev sahipliği yapıyor. Yaşam izlerinin milattan 4 bin yıl önce başlayıp, milattan sonra 14. yüzyıla kadar kesintisiz olarak sürdüğü Patara’da kazı çalışmaları 32. yılını kutluyor. 32 yıl aslında uzun gibi görünse de, arkeolojik bir kazı için oldukça kısa bir süre. Kafanızda resmin daha iyi canlanabilmesi için, Pompei’nin 1748’den, Efes’in 1863’ten, Hattuşa’nın 1906’dan, Bergama’nın ise

Patara Antik Tiyatrosu

A

ntalya’nın en batısındaki Kaş ilçesinin Gelemiş Köyü sınırlarında yer alan Patara, Likya’nın en önemli ve en eski şehirlerinden biri olmasının yanı sıra iribaş deniz kaplumbağaların (Caretta caretta) milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olmasıyla da tanınıyor. Hatırlanacağı gibi, turizmde Türkiye’nin kültürel ve tarihi değerlerini ön plana çıkarmak ve dünya gündeminde bu değerlere dikkat çekmek amacıyla 2018 yılı ‘Troya Yılı’ ilan edilmişti. 2019 ise, Şanlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarında yer alan ve dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğunun ortaya çıkarıldığı Göbeklitepe’nin bilinirliğini artırmak amacıyla ‘Göbeklitepe Yılı’ydı. Bu sene ise ‘Patara Yılı’... 1988 yılından bu yana devam eden kazı çalışmalarıyla tarihin adeta yeniden yazıldığı Patara Antik Kenti, şimdi merceğimizde.

Fotoğraflar: Orhan Kolukısa

Pandemi nedeniyle gündem bambaşka hale gelse de Cumhurbaşkanlığı tarafından Türkiye’nin 2020 Turizm Yılı teması olarak ilan edilen Patara, ziyaretçileri eşsiz bir yolculuğa davet ediyor. Ülkemizin en önemli tarihi ve kültürel zenginliklerinden biri olarak kabul edilen Patara Antik Kenti’ndeki son gelişmeler haberimizde.


Patara Deniz Feneri

Mettius Modestus Takı 1878’den bu yana kazıldığını söyleyelim. Yani daha kazacak çok ama çok yer var!

32 YILDIR KAZILIYOR

Patara Antik Kenti’nde kazılar 1988 yılında başladı. Kazı çalışmaları için Bakanlar Kurulu kararıyla 1988-2008 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Fahri Işık kazı başkanı olarak görevlendirildi, 2009 yılından itibaren başkanlık görevini Prof. Dr. Havva İşkan Işık üstlendi. İşkan liderliğinde yürütülen kazı çalışmalarında şu sıralar kentin kamu yapıları ve mezarlıkları üzerine yoğunlaşılmış durumda. İşkan’ın verdiği bilgiye göre, bu yapılar arasında tiyatro, meclis binası, Liman Hamamı, Tepecik yerleşimi, Yol Anıtı, Liman Caddesi, bazilika, Mezar Kilisesi, kent kapısı, Suriçi Kilisesi ve deniz feneri bulunuyor. Ayrıca Tepecik Nekropolü, Markia anıt mezarı, 52 ve 53 numaralı anıt mezarlar ve çok sayıda yeraltı oygu mezarları olmak üzere mezarlık alanlarında çalışmalar sürdürüldü. Prof. Dr. Havva İşkan, Patara kazılarında elde edilen sonuçlar ve yayımlanan akademik makalelerle Lykia tarihinin yeniden yazıldığını söylüyor. Patara’nın ulusal ve uluslararası bilim camiasında pozitif tanınırlığı yüksek bir kazı olduğunu söyleyen İşkan, “Patara kazıları, ayrıca çalışma yöntemleri, yayın ilkeleri ve kültür varlıklarını koruma mücadelesi ile de model oldu” yorumunda bulunuyor.

jeoarkeoloji, jeofizik, antropoloji, restorasyon, mimarlık ya da su yapıları mühendisliği gibi farklı bilim dallarından 50 kişilik ekibin yer aldığı kazı çalışmalarında öncelikle kent merkezi kazılarının bitirilmesi planlanıyor. Nero Hamamı ve çevresindeki surlar ile yanlarındaki Merkez Hamamı kazıları, önümüzdeki birkaç yıl içinde Liman Caddesi ile birleştirilecek. Tepecik Akropolisi’nde ise çalışmaların uzun yıllar devam edeceği öngörülüyor. Bir de kent kapısı ile Liman Hamamı arasında kalan alanda çalışmalar yapılacak. Bu kazılarla birlikte koruma ve restorasyon projeleri de eş zamanlı yürüyecek. Bu arada deniz fenerinin restorasyon çalışmalarının başlamış olduğunu söyleyelim.

İKİNCİ UZUN PLAJ

Antalya’nın Kaş İlçesi sınırlarında olan Patara Antik Kenti, Fethiye - Kalkan arasında Ksanthos Vadisi’nin güneybatı ucunda

DAHA YOLUN BAŞI

Patara Antik Kenti’ndeki kazı çalışmaları 100 hektara yakın bir alanı kapsıyor. Peki kazı çalışmalarında bundan sonrası için planlar neler, şimdi biraz da ona değinelim. Arkeologlarla birlikte epigrafi, nümizmatik,

Liman Caddesi

9

bugünkü Ovagelemiş Köyü’nde yer alıyor. Patara’nın en önemli özelliklerinden biri de benzersiz plajıdır. Tarihi ve kültürel bir mirasın yanı başında doğanın güzelliklerini sunan Patara Plajı, ince taneli ve altın sarısı kumsalıyla deniz-kum-güneş keyfini yaşamak isteyenlerin de gözde noktalarından biri. Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilen Patara Plajı caretta caretta deniz kaplumbağalarının Türkiye’deki en önemli üreme alanlarından biridir. 15 Mayıs-15 Eylül tarihleri arasında ziyaretçiler ve deniz kaplumbağaları tarafından dönüşümlü olarak kullanılan Patara Plajı’nda 08.00-19.00 saatleri arasında ziyaretçilere, 19.00-08.00 saatleri arasında ise caretta carettalara ev sahipliği yapıyor. Genişliği 280 ile 1500 metre arasında değişen Patara Plajı’na Patara Antik Kenti içinden geçilip ulaşılabiliyor.


Bill and Ted Face the Music

KAPAK KONUSU

COMIC CON 2020’DEN EN BOMBA HABERLER Pandemi nedeniyle IGN üzerinden dijital ortamda gerçekleştirilen San Diego Comic Con 2020, eski Comic Con’ları özlemle aratsa da pek çok heyecan verici duyuruyla geçtiğimiz ayın en gözde etkinliği oldu. İlk dijital Comic Con’dan en çarpıcı haberler ile karşınızdayız! Berker Öztuna 10


The Walking Dead: World Beyond

THE WALKING DEAD: WORLD BEYOND

The Walking Dead, yepyeni bir macera ile ekranlarımızın başına bizleri kilitleyecek. AMC’nin yeni dizisi The Walking Dead: World Beyond, sevilen zombi yapımını bu kez gençlerle yeniden uyarlıyor. The Walking Dead’in 10. sezon final bölümünü izledikten sonra ilk bölümü 4 Ekim 2020’de yayımlanacak olan The Walking Dead: World Beyond, bizi yepyeni bir dünyaya götürecek. World Beyond, kıyametin ardından büyüyen ilk neslin, yaşadıkları güvenli bölgelerden çıkıp yerle bir olmuş dünyaya atılmalarını konu alıyor. Yaşayanlarla ya da ölülerle savaşan bu genç grubun başından aksiyon eksik olmayacak. İşlerin kısa zamanda sarpa saracağı ve kan ve vahşetin bizi ekranlarımızın başından ayrılmamıza engel olacağı dizide gençlerin olayları nasıl karşıladıklarını ve ne gibi zor kararlar vermek zorunda kaldıklarını izlemek

Marvel’s Helstrom

keyifli olacak. Dizi için yapılan talk show programı Talking Dead ise, her iki dizi için de devam edecek. Pandemi nedeniyle çıkış tarihi ertelenen dizinin ilk fragmanı Comic-Con’da sevenlerinin görücüsüne çıktı. Fragman, hepimizin sevdiği Rick Grimes’ın izlediğimiz son sahnesi ile Fear of The Walking Dead ve World Beyond’u birbirine bağlayarak üç dizi için ortak bir kapanış sağlayacağa benziyor.

MARVEL’S HELSTROM

Comic-Con’da en çok merak edilen dizilerden biri olan Marvel’s Helstrom’un ilk fragmanı izleyenlere sunuldu. 16 Ekim’de tüm bölümleri Hulu’da yayımlanmaya başlayacak olan dizi için gün saymaya başladık bile. Marvel’s Helstrom, esrarengiz ve ölümcül derecede tehlikeli bir seri katilin çocukları olan Daimon ve Ana Helstrom’un karmaşık ilişkilerini ve insan denilemeyecek kadar kötü kişilerin izlerini, kendilerine has süper güçleri ile aramalarını konu alıyor. Fakat çizgi roman ile dizi arasında bazı farklılıklar olacak. Örneğin çizgi romanda kah-

Utopia

11

ramanlarımızın isimleri Hellstrom iken dizi için tek “L” atılmış ve Helstrom olmuş. Daha önce Ghost Rider’ın çizgi romanında karşılaştığımız Ana ve Daimon şeytanın çocukları olarak tanıtılırken, dizide gizemli ve tehlikeli bir seri katilin kızı ve oğlu olarak karşımıza çıkıyorlar. Belki de dizinin ilerleyen bölümlerinde seri katilin sırları ortaya çıkabilir. Çizgi roman okuyucuları zaten Daimon ve Ana’yı Satan ve Satana’nın çocukları olarak tanıyorlar. Daimon ve Ana yeraltı dünyası ile bir şekilde ilişkileri olduklarını zaten yüksek sesle dile getiren karakterler. Ghost Rider ile de birçok bağı bulunan Helstrom, ileride bir Ghost Rider dizisine yolu açıyor gibi de gözüküyor.

UTOPIA

Amazon Prime’ın yeni Utopia’sı 2020’nin sonbaharında geliyor. Sekiz bölümden oluşacak gerilim dizisi, bir grup çizgi roman severin okudukları Utopia adlı çizgi romanda geçen dünyanın sonunu getirebilecek olan bir komplo teorisinin gerçek olduğunu fark etmesi ve riskli, ağır sonuçlar doğurabilecek bir maceraya atılıp


KAPAK KONUSU insanlığı dünyanın sonundan kurtarmasını anlatacak. Bir İngiliz yapımından adaptasyon olan dizinin yazar ve yapımcısı Gillian Flynn, 70’lerin paronaya gerilimlerinden esinlendiğini belirtip, diziyi Amerikan izleyicilerinin sevdiği cesur, nahoş ve kirli bir havaya büründürmeyi seçiyor. Yedi senedir bu adaptasyonu vizyona sokmaya çalışlan Gillian Flynn, bu sene en sonunda eserini izleyici karşısına çıkartıyor. Adaptasyonda birtakım değişiklikler de mevcut; mesela İngiliz versiyonunda olmayan, Amerikan versiyonuna eklenen milyarder bilim adamı rolünü oynayan 80’lerin film yıldızı John Cusack, bu değişikliklerden biri. Eline geçen sekiz bölümlük senaryoyu bir oturuşta okuyan Cusack, hikayeyi çok sevdiğini ve hemen rolü için imza attığını belirtti. Fragmanda günümüz dünyasına çok benzer bir dünya ile karşılaşıyoruz. Aktif bir pandemi, komplo teorileri, mahşer günü hazırlıkları ve bir çizgi roman etrafında dönen gerçek hikayeler Utopia’da bizleri bekliyor olacak.

RORSCHACH

Yepyeni bir Watchmen devam serisi, bu sene 13 Ekim’de beğenimize sunuluyor ve Rorschach’ı spot ışıklarının altına koyuyor. Watchmen’deki en sevdiğimiz anti-kahraman olan Rorschach’in üstüne kurulu olan çizgi roman büyük ilgi görecek. 35 sene önceki orijinal serinin devamı niteliğinde karşımıza çıkacak olan Rorschach, 12 bölümden oluşacak. Çıkışına daha üç ay olmasına rağmen Rorschach’in 2020 yılındaki en büyük süper kahraman olaylarından biri olacağına dair potansiyeli var. Rorschach’ın yaratıcısı Tom King, daha önce Batman ve Heroes in Crisis sırasında beraber çalıştığı Jorge Fornes ile bu proje için tekrar yollarını birleştirmiş. Ozymandias’ın New York’un üzerine saldığı

Rorschach

Lovecraft Country

psişik canavar olan dev mürekkep balığının üstünden 35 sene sonrasında artık bir halk kahramanı olan Rorschach, dünyadaki sözde kahramanların sırlarını ortaya çıkarıyor ve Watchmen’in sonunda Antartika’da Dr. Manhattan’ın Rorschach’i toza dönüştürmesi rağmen kendini yeni bir hikayenin ortasında buluyor. Hikayenin detayları tam olarak belli olmasa da Comic-Con’da bizlerle paylaşılan çizgi roman sayfalarından çıkarım yaparsak, yeni bir Rorschach ile tanışacağımızın sinyallerini alıyoruz. 2020 yılının mutlaka okunması gereken çizgi romanlarından biri olan Rorschach, kitaplığımızda önemli bir yere sahip olacak gibi.

LOVECRAFT COUNTRY

HBO’nun yeni fantastik dizisi J.J. Abrahams imzalı Lovecraft Country, Comic-Con’da izleyicilerin karşısına iki dakikalık bir fragman olarak geldi. Yapım, 2016 yılında Mark Ruff’ın yazdığı fantastik korku romanından televizyon ekranlarına uyarlanıyor. 16 Ağustos’ta yayımlanacak olan dizi, 10 bölümden oluşacak. 1950 yıllarında geçen dizinin kahramanı Atticus Black genç bir Afro-Amerikalı. Kayıp olan babasını aramak için arkadaşı Letitia ve amcası George ile yollara çıkan Atticus’un maceralarını anlatan dizide ırkçılık ve korku ögelerinin iç içe geçtiği bir senaryo izleyeceğiz. 1950’lerin beyaz Amerika’sında siyahi bir gezginin sağ kalma savaşına ek olarak Lovecraft’ın sayfalarından fırlamış yaratıklar ekleniyor. Comic-Con panelinde dizinin ekibinden kimse spoiler vermemeye çalışsa da bariz olan bir şey vardı ki o da dizinin ırkçılık konusu üzerine yoğunlaşmış olduğuydu. Açıkçası Lovecraft Country’nin geçtiği dönemi günümüzden ayırt etmek oldukça zor. Ne yazık ki dizideki olan talihsiz olayların benzerlerinin hala günümüzde de yaşıyoruz. “Gün Batımı Şehirleri” denilen yerleşim yerlerinde siyahi

12

vatandaşların karanlık çökmeden göz önünden kaybolmazlar ise ırkçı polisler tarafından avlanıp öldürülmelerinin normal karşılanması, ırkçılık konusunda ne kadar korkunç bir dizi olacağını gösteriyor.

THE NEW MUTANTS

Hepimizin başına bela olan pandemi nedeniyle çıkış tarihi defalarca ertelenen The New Mutants, 28 Ağustos’ta ABD’de sinemalarda gösterime girecek. Marvel’ın yeni X-Men devam filmi olan The New Mutants Comic-Con’a ilk sahnenin tamamını göstererek ve yeni bir fragmanla girdi. Fragman Dani ve babasının patlayan kabinlerinden dışarı, karlara doğru kaçmasıyla başlıyor. Kızını güvenli bir yere götürdükten sonra daha fazla kişiyi kurtarmak için kabine doğru koşan babası hızlı bir şekilde evlerine saldıran şey tarafından öldürülüyor


ve sahne Dani’nin kendini bir hastane yatağında uyanmasıyla bitiyor. Ardından yayınlanan fragmanda Dani’nin babasını öldüren yaratıkları daha yakından görüyoruz. Diğer “hastalar” yani mutantların da kişinin en büyük korkularını onlara gösteren hastanede esir tutulduğunu, yüzü olmayan korkunç yaratıkların çocuk yaştaki mutantlara saldırdığını izliyoruz. Fragmanın en sonunda ise dev bir şeytansı ayının karşısında elinde kılıcı ile ona doğru koşan Illyana Rasputin’ın kapışması var. Her yeni X-Men filmini duyduğunda karnında kelebekler uçuşan insanlardan biri iseniz, inanılmaz heyecanlı olacağa benzeyen bu görsel şölen size doyumsuz bir ziyafet çekeceğe benziyor.

TALES OF ARCADIA: WIZARDS

Pan’s Labyrinth, Pacific Rim ve Hellboy’dan tanıdığımız dünyaca ünlü Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro, Tales of Arcadia üçlemesinin üçüncü ve son çizgi film serisi Wizards ile Netflix’e bomba gibi geri dönüyor. Comic Con’da DreamWorks Animation tarafından yayımlanan fragmanıyla bu seriyi sevenlerin içini kıpır kıpır yapan Wizards’da bu defa üç serinin kahramanları olan troll’ler, uzaylılar ve büyücüler bir araya geliyor. Hala eğitim aşamasında olan yeni yetme büyücü Douxie’nin bu birbirine düşmeye oldukça müsait üç dünyayı kötü büyülerden ve savaşlardan koruma çabasını anlatacak olan Tales of Arcadia: Wizards’ın seslendirme kadrosundaki dev isimler de dikkat çekiyor. Once Upon a Time’ın yıldızı Colin O’Donoghue, Into the Wild’dan hatırladığımız Emile Hirsch, Walking Dead’de Glen’i canlandıran Steven Yeun, Game of Thrones’un öfkeli kraliçesi Cersei’ye hayat veren Lena Headey, Star Wars’ın demirbaşı Mark Hamill ve hatta Frasier yani Kel-

Tales of Arcadia: Wizards

sey Grammer bu dev kadroda yer alan ünlü isimlerden sadece bazıları. 7 Ağustos’ta 10 bölümüyle Netflix’te gösterime girecek olan bu animasyonu kaçırmamanızı öneriyoruz.

BILL AND TED FACE THE MUSIC

Tam da zamanda yolculuğun popülerleştiği yıllar olan 80’lerin sonu, 90’ların başında tarih dersinden kalmak üzere olan iki lise öğrencisi olarak tanıdık Bill ve Ted’i. Bir telefon kulübesiyle tarihin tozlu sayfalarına geri dönüp en önemli olaylara bizzat şahit olabilen bu iki gencin ilk başlarda tarihten iyi not almak dışında hiçbir amacı yoktu. Ancak onları bekleyen asıl büyük sürprizler, aslında hayatın tarih dersinden çok daha önemli olduğunu onlara öğretecekti. En son 1991 yılında, Bill and Ted’s Bogus Journey filminde maceralarını keyifle izlediğimiz ikili, tam 29 yıl sonra aramıza Bill and Ted Face the Music ile dönüyor. Ne kadar yaşlansalar da Bill (Alex Winter) ve Ted (Keanu Reeves) hala enerjik ve hala adrenalin tutkunu. Üstelik bu defa tüm dünyanın kurtuluşu,

o yetenekli ellerinden çıkacak bir şarkıya bağlı! Comic Con’da filmin tüm kadrosunu dijital ortamda toplayıp keyifli bir sohbete host’luk yapan ünlü komedyen Kevin Smith de serinin en büyük hayranları arasında. Pandemi nedeniyle sinema salonları yerine 1 Eylül’de dijital ortamda seyircilerle buluşmayı bekleyen Bill and Ted Face the Music’i özellikle büyük bir nostalji yaşamak için heyecanla bekliyoruz.

STAR TREK: PRODIGY

Comic Con 2020’nin sürprizlerinden biri, Star Trek evreni için bir yapımın (Star Trek: Lower Decks) haberi beklenirken iki yeni yapımın duyuruluşu oldu. Nickelodeon’da 2021’de ilk bölümünün yayımlanması planlanan Star Trek: Prodigy, Trollhunters ve Ninjago gibi yapımların arkasındaki Emmy ödüllü ikili Kevin ve Dan Hageman’ın imzalarını taşıyor. Çizgi film, bir grup ergenlik çağındaki asi gencin, terkedilmiş bir Starfleet gemisine el koyup yaşamlarını çok büyük ölçüde değiştirecek maceralara atılmalarını anlatıyor. Yaşadıkları her yeni macera, büyüme yolundaki bu gençlerin geleceğe daha

Star Trek: Prodigy

13


KAPAK KONUSU tutarlı ve sağlam adımlar atmasını sağlayacak. Star Trek evreninden çıkan ve sadece çocuklara yönelik olan ilk yapım özelliği taşıyan Star Trek: Prodigy, CBS’in yeni animasyon stüdyosu Eye Animation Products, Secret Hideout ve Roddenberry Entertainment stüdyoları tarafından geliştiriliyor. Bilim kurgu meraklısı, özellikle Star Trek hayranı anne babaların çocukları ile birlikte bu evrenin tadını çıkarması için harika bir yapım olacağını düşündüğümüz Star Trek: Prodigy, yeni nesile Star Trek sevgisi aşılayacak.

TRUTH SEEKERS

Shaun of the Dead, Hot Fuzz ve The World’s End ile gönüllerimizde taht kuran komik ikili Simon Pegg ve Nick Frost, Comic Con 2020’de yeni projelerini duyurarak sevenlerini mutlu etti. Comic Con’da fragmanı yayımlanan Truth Seekers ismindeki sekiz bölümlük korku/ komedi dizisinin henüz çıkış tarihi duyurulmadı ancak bu yıl içinde yayınlanacağı ve Amazon Prime’da yer alacağı kesin. İnternet kurulum elemanı görünümünde gizlenen iki paranormal dedektifin hikayesini anlatacak olan Truth Seekers, zaman zaman tüylerinizi diken diken yaparken bazen de gülmekten kırıp geçirecek. Dizinin ilerleyen bölümlerinde ise Pegg ve Frost, karşılaştıkları hayaletlerin dünyanın sonunu getirme planları yaptıklarını öğrenecek ve sevdiklerini korumak için kolları sıvayacak. Ünlü dizi Supernatural ile kült film Ghost Busters’ın dengeli bir birleşimi gibi olan yapımın Comic Con sunumunda Simon Pegg ve Nick Frost’a iki değerli yazar James Serafinowicz ile Nat Saunders da eşlik etti. Sunumlarında özellikle korku türü ile komedinin nasıl en iyi şekilde harmanladıklarına odaklanan ekip, sert korku öğelerine yerleştirilen komikliklere örnek verirken Shaun of the Dead’i hatırlattılar. Pegg ve Frost’a güveniyor ve diziyi merakla bekliyoruz.

PHINEAS AND FERB THE MOVIE: CANDACE AGAINST THE UNIVERSE

Disney Channel’ın 2007’den bu yana yayımlanan müzikal çizgi film serisi Phineas and Ferb’ün ikinci uzun metraj filmi ile ilgili önemli bilgiler, Comic Con 2020’de meraklılarına duyuruldu. Çok büyük ama amaçsız projelerin kralları Phineas ve üvey kardeşi Ferb, onları sürekli annelerine ispiyonlamaya çalışan ablaları Candace, şeytani planlardan uzak duramayan çılgın bilim adamı Dr. Heinz Doofenshmirtz ve Doofenshmirtz’ün dünyayı yok etmesini önlemeye çalışan -Phineas ile Ferb’ün evcil hayvanı- Perry the Platypus komik ve eğlenceli dakikalar için bu film ile geri dönüyorlar. Ancak bu defa Phineas ve Ferb daha önce karşılaşmadıkları, esrarengiz olaylarla sarsılıyorlar; galaksinin öteki ucunda yaşayan uzaylılar, ablaları Candace’i kaçırıyor ve Utopia dedikleri gezegende mahkum olarak tutuyor. Candace’i kurtarmaktan başka çareleri olmayan Phineas ve Ferb de Utopia’ya doğru yola çıkıyor. Müziğin her zaman ön planda olduğu Phineas and Ferb yapımlarının en iddialı şarkıları, Candace’i seslendiren ünlü şarkıcı Ashley Tisdale tarafından icra ediliyor. Comic Con’da yine Tisdale tarafından seslendirilen filmin açılış parçası Such a Beautiful Day izleyicilere sunulurken filmin Disney+’ta yayımlanma tarihi 28 Ağustos olarak açıklandı.

MEGA MAN LIVE ACTION MOVIE

Birkaç yıl önce duyurularak Mega Man oyunuyla büyümüş herkesi heyecanlandıran Mega Man Live Action Movie ile ilgili sonunda yeni bir şeyler açıklandı. Yeni bilgiler çok kayda değer olmasa da filmin yönetmenleri Henry Joost ve Ariel Schulman, Mega Man projesinin hala yapım aşamasında olduğunu ve çok kısa zaman içinde filmle ilgili çok sıcak haberleri paylaşacaklarını belirttiler. Mega Man Live Action Movie

14

Schulman ve Joost’un Comic Con’daki minik söyleşisinde, Capcom’un neden yeni bir Mega Man oyunu için çalışmadığı sorgulandı. Schulman, Mega Man’in NES platformunda oynadığı ilk oyun olduğunu, Mega Man’in karakter olarak duruşunu çok beğendiğini ve bu nostaljik karakterin kendisi için ne kadar önem taşıdığını da belirtmeden geçmedi. Schulman, kendisine yöneltilen “Mega Man ile ilgili en çok neyi seviyorsunuz?” sorusuna da şöyle cevap verdi: Mega Man’in en çok mazlum bir kahraman oluşunu seviyorum. Ayrıca bilim kurgu dünyası için Mega Man’in filmini yaparken kullanacağımız robotik animasyonlar da beni çok heyecanlandırıyor. Söyleşide Joost ve Schulman ayrıca daha önce beraber çalıştıkları, Project Power’ın yazarı Mattson Tomlin’in de Mega Man kadrosuna katıldığını müjdelediler.



DİZİ

AĞUSTOS AYININ DİKKAT ÇEKEN DİZİLERİ Animasyon, komedi, suç ve gerilim... Ağustos, dizi piyasası açısından durgun bir ay olsa da yine de dizi severlerin ilgisini çekecek yapımlar yok değil. Postkolik, bu ay içinde ekranlara teşrif edecek en iddialı dizileri mercek altına aldı.

16


Hitmen

STAR TREK: LOWER DECKS

ABD’de yayın yapan çevrim içi seyir platformu CBS All Access’in Star Trek projelerinden biri olan Lower Decks, sevilen bilim kurgu klasiğini uzun yıllar sonra animasyon formatında seyirciyle buluşturan ilk yapım olma özelliğini de taşıyor. Alex Kurtzman prodüktörlüğünde gerçekleşecek olan yapım, 1974 yılında yayımlanan Star Trek: The Animated Series’ten beri izleyeceğimiz ilk animasyon Star Trek dizisi olacak. 6 Ağustos’ta ekran macerasına merhaba diyecek Star Trek: Lower Decks, U.S.S. Cerritos adlı geminin mürettebatıyla 2380 yılında geçen maceraları konu ediniyor. Alex Kurtzman, dizinin diğer CBS All Access projeleriyle organik bağlar taşıyacağını ve hem Discovery’den hem de Picard dizisinden sürpriz karakterlerin Lower Decks’te karşımıza çıkacağını söylüyor. Kurtzman’a göre, CBS All Access çatısı altında kurulan Star Trek evreni en az 10 yıllık devasa bir proje ve Lower Decks de şimdiden ilk üç sezonun onayını almış durumda! CBS All Access dizileri SBD dışında Netflix üzerinden yayınlanıyor; o sebeple Star Trek: Lower Decks’i de Netflix üzerinden izleyebileceğimizi tahmin etmek hiç zor değil. Son olarak Lower Deck’in senaryosunun Rick and Morty’nin yazarı Mike McMahan’dan çıktığını da unutmadan söyleyelim.

katillerden değildir. Eski püskü kamyonetleriyle çalışan talihsiz ikili, her bölümde yeni görevlerini yerine getirmeye uğraşırken beceriksizlikleri, sürekli didişmeleri ve saçma sapan davranışları sonucu işlerin kontrolden çıkmasına neden olur. Hedeflerini ellerinden kaçırdıkları her seferde kahramanlarımız her biri garip karakterler ve beklenmedik ikilemlerle dolu talihsiz serüvenlere sürüklenir. Dizi boyunca, aksilikler ve cesetler birbirini takip ederken, Fran ve Jamie’nin arkadaşlığı da dar boğaza girer. Dost canlısı ve saftirik Jamie günlerini en yakın arkadaşıyla geçirmekten oldukça hoşnut görünürken, daha hassas olan Fran gerçekten böyle bir hayat isteyip istemediğini sorgulamaya başlar. Dostlukları bu sınavlar ve zorluklardan sağ çıkabilecek midir? Daha da önemlisi, aldıkları işler gittikçe daha tehlikeli bir hale gelirken kendileri sağ kalabilecek midir? NBCUniversal’ınyeni çevrimiçi platformu Peacock’ta 6 Ağustos’ta

HITMEN

Hitmen, dünyada birbirlerinden başka güvenecek kimsesi olmayan iki sıkı dostun başından geçenleri konu alan bir İngiliz komedisi. Tesadüf eseri bu ikili geçimlerini insanları öldürerek sağlamaya başlar. Fakat kiralık katillik alanında bir kariyer fırsatıyla karşılaşan Fran ve Jamie, bildiğiniz kiralık

17

ekrana gelecek ve toplam 6 bölüm sürecek dizinin başrollerinde Mel Giedroyc ve Sue Perkins yer alıyor.

YOLO: CRYSTAL FANTASY

Yetişkinlere yönelik içerikleriyle yıldızı her geçen parlayan Adult Swim’in merakla beklenen yeni animasyonu Yolo: Crystal Fantasy, 8 Ağustos’ta başlıyor. WarnerMedia bünyesinde yer alan kanal, Avustralyalı Michael Cusack’in yarattığı Yolo: Crystal Fantasy dizisi için 8 bölümlük bir anlaşmaya imza attı. Yolo: Crystal Fantasy, aynı zamanda kanalın ABD dışından aldığı ilk dizi olarak da dikkat çekiyor. Adult Swim’in yeni çizgi dizisi, pek beklenmeyen bir şehirde geçiyor: Wollongong. Princess Pictures’ın yapımcılığını üstlendiği dizi, 15’er dakikalık 8 bölümden oluşuyor ve “Eğlence, yeni deneyimler, keyifli ortamlar ve umut veren burç falları” peşinde koşan iki Avustralyalı kızın hikayesini konu alıyor. Avustralya’ya


DİZİ özgü gerçeküstü şeyler, tuhaf çalı yaratıkları ve eksantrik göçebelerle karşılaşan iki arkadaşı sıklıkla karmaşık durumlarda görmek kesinlikle eğlenceli olacak. YouTube içerik üreticisi Michael Cusack’in viral olan “Ciggy Butt Brain” adlı çizgi serisi, ilk olarak Justin Roiland’ın dikkatini çekti. Sonrasında Roiland Cusack’ten Rick and Morty’nin Avustralya versiyonunu yaratmasını istedi ve böylece Bushworld Adventures doğmuş oldu. Cusack’in çizgi dizileri kendine özgü iğneli hicvi ve kaba olarak tabir edilebilecek orijinal çizim stilini bir araya getiriyor. Sarah ve Rachel adlı iki parti kızının tuhaf Wullongong kasabasındaki hayatından izler sunan Yolo: Crystal Fantasy’i özellikle animasyon tutkunu kadın izleyicilerin kaçırmamasını tavsiye ediyoruz.

WE HUNT TOGETHER

UKTV orijinal dizisi We Hunt Together, ABD’de yayına girmeye hazırlanıyor. Uluslararası dağıtımcı BBC Studios, başrollerinde Babou Ceesay ve Eve Myles’in rol aldığı suç dizisinin yayın haklarını Showtime’a sattı. We Hunt Together, iki beceriksiz dedektifin sıcak takibinde olan firardaki iki talihsiz katilin öyküsünü konu alıyor. Dizi, iki sıra dışı insanın yollarının kesişmesiyle başlıyor. Şiddete yatkınlığını bastırmak için elinden geleni yapan eski bir çocuk asker olan Baba ile çekici ve tam anlamıyla bir özgür kız olan Freddy... Baba’nın Freddy’i kötü giden bir randevu sonrasında bir saldırıdan kurtarmasıyla ikisinin de içinde karanlık bir yan ortaya çıkar. Bu esnada dedektif Lola Franks ve Jackson Mendy, katilleri yakalamaya çalışırken bir yandan da uyumsuz bir ikili olduklarını ve birbirlerinin suç konusundaki taban tabana zıt felsefelerini kabullenmek zorundadır. Senaryosunu Gaby Hull’un kaleme aldığı We Hunt Together’ın yönetmen koltuğunda Martin Rakusen oturuyor.

Five Bedrooms

9 Ağustos’ta Showtime ekranlarında izleyiciyle buluşacak olan altı bölümlük dizi, heyecanlı bir kedi-fare kovalamacası olarak tanımlanıyor.

FIVE BEDROOMS

Ülkesinde geçtiğimiz sene seyirciyle buluşmuş olan Avustralya yapımı Five Bedrooms, şimdi de ABD’de NBCUniversal’ın Peacock platformu üzerinden yayına girmeye hazırlanıyor. 13 Ağustos’ta platforma gelecek 8 bölümlük ilk sezon, beş yabancının hikayesine hayat veriyor. Birlikte bir ev alma fikrinin cazibesi, cesurluğu ve hatta son derece ahmakça olduğu bu beşlinin kafasına ancak oraya taşındıklarında dank eder. Dizinin sinopsisine göre beş bekar, başka yer kalmamış gibi, bir düğündeki bekarlar masasında birbiriyle tanışır. Birkaç şişe şampanyadan sonra kolları sıvayıp birlikte bir ev almaya karar verirler. Beş bekarın birlikte ev almasının yolunda gitme ihtimali var mı? Bu, büyük bir sosyal deneydir ancak oldukça bariz bir problem vardır: Birbirleriyle yaşamak zorun-

We Hunt Together

dadırlar. Bütün bu süreç boyunca felaketleri ve hayattaki dönüm noktası krizlerini birlikte atlatacak; aşk, mutluluk ve kalp kırıklıklarıyla dolu anlar paylaşacaklardır. Kat Stewart (Offspring, Tangle), Stephen Peacocke (Wanted, Home and Away), Doris Younane (Frayed, McLeod’s Daughters), Katie Robertson (Rosehaven, Ms Fisher’s Modern Murder Mysteries), Roy Joseph (Back in Very Small Business, Halim), Kate Jenkinson (Wentworth, The Heart Guy), ve Hugh Sheridan (Back to the Rafters, Packed to the Rafters) dizinin başrol oyuncuları olarak dikkat çekiyor.

TED LASSO

Kasım 2019’da faaliyetine başlayan Apple TV+, kalbur üstü içeriklerle izleyenlerin karşısına çıksa da henüz beklenen etkiyi yaratabilmiş değil. Fakat Apple TV+, her ay yeni içerik piyasaya sürme sözünü tutuyor ve orijinal dizileri peşi sıra yayınlanmaya devam ediyor. Spor ve komediyi bir araya getiren eğlenceli bir yapım arıyorsanız, Ted Lasso aranan kan olabilir. Zamanında NBC

Ted Lasso

18


P-Valley

Lovecraft Country Sports isimli televizyon kanalının viral reklamlarında yer almış olan Ted Lasso, şimdi de komedi dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Futbol antrenörü deneyimi olmamasına rağmen, İngiliz futbol kulübünü yönetmek için işe alınan Kansas’lı idealist bir Amerikan futbolu koçunun öyküsünü ele alan Ted Lasso, 14 Ağustos’ta AppleTV+’da başlıyor. Jason Sudeikis ve Bill Lawrence tarafından kaleme alınan dizi, birkaç yıl önce NBC Sports videolarında Sudeikis tarafından canlandırılan popüler Koç Ted Lasso karakterinden uyarlandı. Sudeikis, NBC Sports’un Premier League maçlarını yayınlaması nedeniyle, 2013 ve 2014 yıllarında iki tanıtım filminde karakteri canlandırmıştı. Oldukça ilgi çeken viral reklamlarda olduğu gibi Jason Sudeikis, dizide de aynı karakteri oynamayı sürdürecek. Sudeikis, ayrıca Bill Lawrence (Scrubs) ile birlikte dizinin yapımcılığını da üsteniyor. Ağustos ayının dikkat çeken yapımlarından biri olan Ted Lasso’un viral reklamlar kadar ses getireceğine eminiz.

çalmıştı. Hırsızlar Ekim 1994’te bir pazartesi günü aletler, maskeler, kaynak makineleri ve oksijen tanklarının kullanıldığı üst düzey bir soygun gerçekleştirmiş ve çalışanlar kasaya ulaştıklarında kasanın neredeyse boşalmış olduğunu görmüştü. 6 bölümden oluşan dizi, 14 soyguncunun soygunu planlayıp gerçekleştirmesini konu alıyor. Hırsızların klima bakımı bahanesiyle bankaya ana kapıdan girdiği soygun, dünyanın her yanında insanları şaşkına çevirmişti. Zira soygunun aynı zamanda tek bir el bile ateş edilmeden gerçekleşmesi ve grubun binada bulunduğu 21 saat boyunca hiçbir şekilde fark edilmemesiyle büyük etki yaratmıştı. Hırsızların ekibinde deneyimli soyguncular, bir elektronik uzmanı, dört polis mensubu ve Cundinamarca belediyesinin Tarım Fonu müdürünün yanı sıra veznedar,

THE GREAT HEIST

14 Ağustos’ta Netflix’te ekrana gelecek Kolombiya yapımı The Great Heist (El Robo del Siglo), Ekim 1994’te yaşanan gerçek bir olayı ekranlara taşıyor. Dizi, aynı zamanda gazeteci Alfredo Serrano Zabala’nın 2008’de yayınlanan “ This is how I robbed the bank: The assault of the 20th century in Colombia” (İşte bir bankayı böyle soydum: Kolombiya’da 20. yüzyılın saldırısı) adlı kitabından uyarlanmış. El Robo del siglo (Yüzyılın Soygunu) olarak da bilinen bu çarpıcı olayda soyguncular Valledupar şehrindeki Kolombiya’nın merkez bankası olan Bank of Republic’ten 24 milyar Kolombiya peso (33 milyon dolar)

19

sayman ve güvenlik sistemi yöneticisi dahil olmak üzere bankanın üç çalışanı da bulunuyordu. Andrés Parra, Christian Tappan, Christian Tappán ve Waldo Urrego’un başrollerini paylaştığı The Great Heist, ayın merakla beklenen dizilerinden.

LOVECRAFT COUNTRY

Uzun yıllar boyunca komedi yapımlarda senaristlik ve oyunculuk yapan Jordan Peele, Get Out ile korku sinemasına geçiş yaptığından beri, hikayesini adeta baştan yazıyor. Get Out ile 2017 yılında ilk yönetmenlik deneyimine imza atan ve “En İyi Özgün Senaryo” dalında Oscar kazanan Jordan Peele, şimdi de HBO’da ekrana gelecek bir diziyle gündemde. Matt Ruff’un 2016’da yayınladığı aynı adlı romanından esinlenen Lovecraft Country, 1950’li yıllarda kayıp babasını aramaya çıkan bir gencin hikayesine odaklanacak. 25 yaşındaki Atticus, 1950’lerin Amerika’sında arkadaşı Letitia ve amcası George ile birlikte kayıp babasını bulmak için bir yolculuğa çıkar. Ancak bu uzun yolculuk sırasında ırkçılığa maruz kalmamak için kendilerini de korumaları gerekir. Lovecraft Country’de sadece mistik olaylar değil; aynı zamanda siyahi insanların hayatlarının zorluğunu anlatan sosyal konular da ele alınıyor. Dizide ırkçılığın dozajı artıkça korku devreye girecek. 16 Ağustos’ta HBO’da ilk bölümü ekrana gelecek dizinin yapımcısı koltuğunda J.J. Abrams otururken; oyuncu kadrosunda Jonathan Majors, Jurnee Smollett-Bell, Courtney B. Vance ve Michael Kenneth Williams gibi isimler yer alıyor. Dizide Atticus rolünde izleyeceğimiz isim Jonathan Majors olacak. İlk sezonu 10 bölüm cek ve bizleri 1950’lerin Amerika’sında Jim Crow yasalarının yani ırkçılığın buram buram hissedildiği bir döneme götürecek olan Lovecraft Country, Ağustos ayının en dikkat çeken yapımlarından biri.


LİSTE

TÜM ZAMANLARIN EN İYİ

Özellikle 80’li ve 90’lı yılların pazar kahvaltılarını keyifli hale getiren Western filmleri, ABD’de ortaya çıkmış ve kısa zamanda tüm dünyaya yayılmıştı. Güçlünün, cesurun ve güzel silah kullananın hayatta kaldığı, azmin ve iyiliğin kazandığı bu hikayelerin, dönemin politik hayatından tutun da moda anlayışına kadar her alanda büyük bir etkisi olmuştu. Karizmatik, gözü kara ve başarılı silahşorlar birçok kişinin idolü haline gelmişti. Tarihin en iyi 10 kovboyunu derlediğimiz bu yazımızla geçmişe bir seyahat gerçekleştiriyoruz. Büşra Bayar

BLONDIE THE GOOD, THE BAD AND THE UGLY 1966 yapımı The Good, The Bad And The Ugly (İyi, Kötü ve Çirkin), Spaghetti Western türünün en popüler filmlerinden biridir. Sergio Leone’nin yönetmenliğini yaptığı bu proje, üçlemenin de sonuncusu. “Bir Avuç Dolar” ve “Birkaç Dolar İçin”, üçlemenin ilk iki halkasını oluşturuyor. Film, Tuco, Angel Eyes ve Blondie’nin gizli bir hazinenin peşine düşmesiyle yollarının kesişmesini konu alıyor. Amerikan İç Savaşı’nın yaşandığı döneme tekabül eden bu hikayenin kilit karakteri, Clint Eastwood’un canlandırdığı Blondie. Filmin iyisi, cesuru ve zekisi olarak nitelendirilebilecek olan Blondie, Western filmlerin en unutulmaz karakterlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ağzından hiç eksik olmayan sigarası, sırtına geçirdiği pelerini ve kovboy şapkasıyla beyazperdede arz-ı endam eden bu karizmatik adam, bu türün sembol isimlerinden biri oldu bile. Tabii karakterin bu denli sevilmesinin en önemli sebebi de şimdiye kadar 70 küsur filmde rol alan, ayrıca yönetmenlik ve yapımcılık

da yapan, 4 Oscar heykelciğini kucaklamış olan Clint Eastwood’un başarılı performansı. Yetenekli aktörün, yönetmen Leone ile

20

birlikte çalışmaya başlamasıyla Western türünün aranan yüzü haline gelmesi de tesadüf değil tabii ki.


ETHAN EDWARDS THE SEARCHERS The Searchers (Çöl Aslanı), 1968 yılında çekilen, fakat o sene pek beğeni toplayamayıp çok daha sonra klasikleşen bir film. Yine Western projelerin en çok ses getiren yönetmenlerinden biri olan John Ford’un beyazperdeye taşıdığı bu hikaye, Amerikan İç Savaşı’ndan üç sene sonrasında geçer. Bir savaş gazisi olan Ethan’ın kardeşinin ve kardeşinin eşinin, Kızılderililer tarafından öldürülüp yeğenlerinin kaçırılmasıyla bir intikam serüvenine dönüşen macerasını konu alır. Hâlâ hayatta olan yeğenini bulup Kızılderililerden kurtarmak için yollara düşen Ethan, western filmlerde pek fazla rastlayama-

dığımız anti-kahraman bir karakterdir. Yalnız, etrafındakilere hiçbir şekilde güvenmeyen biri olarak karşımıza çıkan Ethan Edwards, Kızılderililerden nefret eden, ırkçı bir tiplemedir. Kahramanın ve hikayenin bu denli nefret söylemi içeriyor olması da o dönem filmin, Oscar Ödülleri ve çeşitli otoriteler tarafından görmezden gelinmesine sebep olmuştur. Ancak yine de Çöl Aslanı, birçok eleştirmen ve sinefilce en iyi John Ford filmi olarak görülmektedir. Aslında bunun sebebi gayet açıktır: Film, izleyenleri western dünyasının en acımasız yanıyla tanıştırır. Ethan karakteri öyle bir işlenmiştir ki ne severiz kendisini ne de kendisinden/ondan nefret ederiz.

JAMES MCKAY THE BIG COUNTRY Akademi Ödülleri’nden üç kez En İyi Yönetmen ödülü kazanan William Wyler’ın yönetmenliğini üstlendiği 1958 tarihli The Big Country (Büyük Ülke), sevdiği kadın Patricia Terrill için Vahşi Batı’ya gelen James’in hikayesini konu alır. Ancak eğitimli, kibar, zeki ve çalışkan bir karakter olarak tanımlanabilecek olan James’i, bu vahşi coğrafyada bir takım sorunlar beklemektedir. Bu sorunlardan ilki, Patricia’nın babası Majör Henry Terrill’dir. İkisi arasında sürekli yaşanan zıtlaşmanın yanı sıra ana karakterimiz, bir de Patricia’ya aşık olan Steve Leech’le de gerilim yaşar. James McKay, tüm

bu sorunlarla kanunlar doğrultusunda mücadele etmeye çalışan ve bölge halkının, insanlarının kural tanımaz hâl ve tavırlarına rağmen ilkelerinden ödün vermeyen bir karakterdir. Adil ve doğrucu bir kahraman McKay’e hayat veren isim o yılların aksiyon, macera ve suç türündeki projelerinin beğenilen yüzlerinden biri olan Gregory Peck’tir. En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı kazanan aktörün karizmatik tavırları, güven veren siması ve başarılı oyunculuğu, James McKay karakteri için biçilmiş kaftan olduğunun kanıtıdır adeta.

DJANGO DJANGO Spaghetti Western’in en çok beğenilen ve ses getiren projesi kabul edilen Django (Cango’nun İntikamı), 1966 yılında izleyiciyle buluştu. Sergio Corbucci yönetmenliğindeki film, Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın “Yojimbo” isimli filminden uyarlandı. Django, o zamana kadar yapılmış olan en kanlı ve şiddet içeren film olarak kabul ediliyor. Tabii kanlı ve şiddet dolu bu filmi, günümüzün sıra dışı yönetmenlerinden Tarantino’nun 2012’de “Zincirsiz” ismiyle yeniden çekmesi de şaşırtmıyor birçoğumuzu. Film,

21

Meksikalı Devrimciler ile Güneyli ırkçı bir klan arasında geçen mücadelenin ortasında kalan ve tarafları kışkırtan bir adamın, Django’nun hikayesini konu alıyor. Kumral, keskin bakışlı, korkusuz bu karaktere hayat veren isim ise Franco Nero. Şimdiye kadar 200 küsur filmde rol alan Nero’nun kariyerinde çıkış yapmasını sağlayan karakter Django oldu. Peşinden sürüklediği tabutu ve gizemli tavırlarıyla Vahşi Batı dünyasının sevilen bu cesur kovboyu, bu türün zihinlere kazınan karakterlerinden biri olmayı başardı.


LİSTE

FRANK ONCE UPON A TIME IN THE WEST Sergio Leone’nin “İyi, Kötü ve Çirkin”den hemen iki yıl sonra çektiği “Once Upon a Time in the West” (Batı’da Kan Var), dönemin en fazla gişe başarısı elde eden projelerinden biri olarak bilinir. Hikayenin tasarım sürecinde Leone’ye Dario Argento ve Bernardo Bertolucci yardım etmişti. Unutulmaz açılış sahnesiyle zihinlere kazınan film, yönetmenin lise dönemlerinden beri arkadaşı olan ve geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Ennio Morricone’nin eşsiz müzikleriyle unutulmaz westernlerden biri olmayı başardı. Kocasını ziyaret etmek için kasabaya gelen Jill, eşi Brett’in Frank tarafından öldürüldüğünü öğrenmesiyle ona karşı amansız bir mücadeleye girişir. Hikayede Frank karakterine hayat veren isim, Henry Fonda’dır. O zamana kadar rol aldığı her yapımda iyi karakterleri canlandıran Fonda, ilk kez bir hikayenin kötüsü olarak izleyici karşısına Batı’da Kan Var ile çıktı. Jill’in yanı sıra güçlü düşman Harmonica’nın ve bir kanun

kaçağı olan Cheyenne’nin ortak hasmı Frank, hikayeyi sırtında taşıyan ve yapısını güçlendiren bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Siyah kıyafetleri, keskin ve ürkütücü bakışlarıyla

Vahşi Batı dünyasının en beğenilen kötüsü olmayı başarıyor. Ayrıca iyi karakterlerin başarılı yüzü Henry Fonda’nın da antagonist bir rolün üstesinden gelebildiğinin en iyi kanıtı oluyor.

VIENNA JOHNNY GUITAR Yönetmenliğini Nicholas Ray’in üstlendiği 1954 yapımı Johnny Guitar (Dişi Kartal), western filmlerde pek rastlamadığımız güçlü kadınların hikayesi olarak bilinir. Kasaba sınırlarının dışında bir barın sahibi olan Vieanna ile kasaba sakinleri arasında büyük bir gerilim başlar. Ayrıca geçmişten beri aralarında husumet olan Emma da Vienna’ya karşı kasaba sakinlerinin yanında yerini alır. Sert mizaçlı, dediğim dedik, güçlü bir kadın profili olan Vienna’ya, güzel aktris Joan Crawford hayat veriyor. Sayısız projede yer alan Oscar’lı oyuncu, erkek bir dünyada

BUTCH CASSIDY BUTCH CASSIDY AND THE SUNDANCE KID Türkçeye “Sonsuz Ölüm” şeklinde çevrilen film, 4 dalda Oscar, 9 dalda BAFTA ve bir kategoride de Altın Küre kazanarak Western yapımlar arasında en fazla ödül alan projelerden biri olmayı başarmıştı. Oscar’lı yönetmen George Roy Hill tarafından çekilen ve yine Oscar’lı senarist William Goldman tarafından kaleme alınan hikaye, gerçek olaylardan esinlenerek yazıldı. Hole in the Wall isimli çetenin liderleri olan Butch Cassidy ile The Sundance Kid’in tren soygunlarını ve sonrasında

peşlerine düşen tehlikeli bir gruptan kaçışlarını konu alan film, mizahi yönüyle döneminin en fazla beğenilen Vahşi Batı hikayesi olmuştu. Son derece sempatik ve eğlenceli olan bu ikiliden The Sundance Kid, atik ve cesur olandır. Butch Cassidy ise zeki, etraflıca düşünebilen, uygulanacak olan planları tasarlayan kişidir. Paul Newman’ın canlandırdığı bu karakter, karizmatik duruşu ve eğlenceli tavırlarıyla sinema dünyasının bol beğeni toplayan bitirim ikililerinden biri haline geldi.

22

kendi ayakları üzerinde duran başarılı bir kadın rolüyle karşımıza çıkan az sayıda isimden biri. Temelinde iki kadın mücadelesini izlediğimiz filmde Emma muhafazakâr, normların içine hapsolmuş bir kadın; Vieanna hırslı, özgürlüğüne düşkün, toplumun değer yargılarını umursamayan bir karakter. Bu temsillerle Dişi Kartal, Vahşi Batı dünyasının benzer, hatta hemen hemen aynı olan stereotiplerini yıkarak 50’li yılların çok ötesinde bir konuyu dönemin seyircisiyle buluşturdu.


NESSUNO İl MIO NOME E NESSUNO 1973 yapımı il mio nome è Nessuno (Adsız Kahraman), Spaghetti Western türünün son örneklerinden biridir. Senaryo ekibinde Sergio Leone’nin bulunduğu, yönetmenliğini Tonino Valerii’nin üstlendiği film, Vahşi Batı dünyasının yavaş yavaş yok olduğu, cesur kovboyların eski ününü yitirdiği, iyi bir silahşor olmanın artık pek bir şey ifade etmediği dönemde geçmektedir. Henry Fonda’nın canlandırdığı Jack Beauregard, dönemin yaşlı ve efsanevi kovboyu olarak anılmak-

tadır. Kendisine hayran olan Nessuno da Jack’in unutulmaz bir kovboy olması için o tarihlerin korkutucu çetesi Wild Bunch ile mücadele etmesi konusunda onu yüreklendirmektedir. Kendisini Hiç Kimse olarak tanıtan Nessuno esprili, eğlenceli, hazırcevap ve cesur bir kovboydur. Vahşi Batı’nın belki de en enerjiği olarak kabul edilebilecek bu karakteri, 68 yıldır oyunculuk yapan Terence Hill canlandırıyor.

CHRIS LARABEE ADAMS THE MAGNIFICENT SEVEN The Magnificent Seven (Yedi Silahşörler), bir Akira Kurosawa filminden uyarlanan başka bir Western yapımı olarak karşımıza çıkıyor. “Yedi Samuray”dan etkilenerek çevrilen filmin yönetmen koltuğunda John Sturges oturuyor. Hikaye, 40 kişilik bir çetenin ABD-Meksika sınırında bir kasabayı basıp yağmalamasıyla başlar. Çete liderinin yeniden döneceklerini bildirmesiyle telaşlanan kasaba halkı, yana yakıla bir çözüm bulmaya çalışırlar ve silahlanma kararı alırlar. Kasabanın gözü kara ve yetenekli silahşorlarından biri olan Chris

Larabee Adams’tan yardım istenir. Başta yaşananlarla pek ilgilemeyen Chris, bir süre sonra ikna olur ve kendisiyle birlikte 7 kişilik bir çete kurup kasabayı haydutlara karşı korumaya alır. Yul Brynner’in hayat verdiği bu kovboy, karizmatik ses tonu, ağzından düşmeyen purosu ve korkusuz tavırları ile 60’ların en beğenilen karakterlerinden biri oluyor. O zamana kadar görmeye alıştığımız kirli sakallı, kavruk tenli kahramanların yanında, dış görünüşüyle de Vahşi Batı’nın fark yaratan ismi haline geliyor.

MAJOR MARQUIS WARREN THE HATEFUL EIGHT Listenin son filmi ve karakteri de yakın tarihte çekilmiş olan bir western yapımdan. Sinema dünyasının en kanlı yönetmeni olan Tarantino tarafından çekilen 2016 yapımı film, İç Savaş sonrasında Wyoming’de geçer. Öldürücü bir soğuğun yaşandığı bu dönemde, kar fırtınasından kaçan karakterler, küçük bir barınakta sıkışıp kalıyor. Ödül Avcısı, Şerif, Küçük Adam ve Kovboy gibi lâkapları olan bu karakterler arasında yaşanan güven sorunu ve çekişmeler, ağırlıklı olarak tek mekanda geçen filmin gerilimini arttırıyor. Hikayenin en suskunu, gözlemcisi ve kilit tiplemesi ise Major Marquis Warren. Samuel L. Jackson’un hayat verdiği bu kötü ödül avcısı, eski bir siyahi birliğin askeri. Artık pek rastlayamadığımız

Western türünün son örneklerinden biri olan projenin bu ürkütücü, cesur ve yetenekli silahşoru tozlu, sıcak bir

23

Vahşi Batı’nın değil, soğuk ve beyaz bir coğrafyanın unutulmaz karakteri olmayı başarıyor.


SİNEMA

HAYATTA KALMA SAVAŞI 47 METERS DOWN: UNCAGED 2017 yapımı 47 Meters Down filminin devam halkası olan 47 Meters Down: Uncaged, ülkemizde gecikmeli olarak 7 Ağustos’ta vizyona giriyor. Bir önceki filmde olduğu gibi Johannes Roberts’ın yönetmenliğinde çekilen film, genç oyuncu kadrosuyla yine gerilim dolu saatler vaat ediyor. Gönül Durmaz 24


S

on yıllarda yeniden popülerleşen köpek balığı temalı filmlere bir yenisi daha eklendi. 2017’de vizyona giren 47 Meters Down, beş milyon dolar gibi düşük bir bütçeye karşın vizyonda son derece başarılı olmuştu. Meksika’ya tatile giden ve gittikleri yerde suya dalış yapan iki kardeşin başına gelenler, şahane bir gerilim filmi seyretmemize neden olmuştu. İlk filmin heyecanını hala unutmadıysanız, şimdi sırada devam filmi var. Bu kez, yıkık bir sualtı şehri keşfeden ve dalış yaparak bir macera yaşamak isteyen dört kadının hikayesini izleyeceğiz. 2019 yılında çekilen ve ABD’de DVD sürümü çıkan film, ülkemizde pandemi sonrası vizyona girecek ilk filmlerden olacak.

SU ALTINDA SAVAŞ

Mia ve üvey kardeşi Sasha, yeni bir yere taşınıp yeni bir okula başlamıştır. Sıfırdan bir hayat kurmaya çalışan iki kardeş, babalarının önerileri üzerine tatil yapmaya karar verir. Gittikleri yerde okuldan tanıdıkları Catherine ve arkadaş grubuyla karşılaşırlar. Arkadaşlarının ısrarıyla hep birlikte su altına dalış yapmaya karar verirler. Ancak onları bekleyen tehlikeden bihaberdirler. Okyanusun dibinde bir köpek balığı kafesine hapsolan gençlerin bir saatte kullanabileceklerinden daha az oksijeni kalmıştır. En önemlisi ise hayatta kalabilmek için yakınlarında bulunan büyük beyaz köpek balıkları ile mücadele etmeleri gerekmektedir. Hayatta kalma savaşından kim sağ salim çıkacaktır?

Film, deliliğe çare olabilecek bir ilacın ve onun kişilerdeki etkisini konu ediniyordu. 2006 yılında televizyon için çektiği mini dizi serisi ise, dünyanın cep telefonuyla çekilmiş olan ilk televizyon mini dizisidir. Filmin başrol oyuncusu Noel Clarke’ın fikriyle yola çıkarak yönettiği Storage 24, filmografisinde yer alan önemli yapımlardan biridir. 2016 yılında yönettiği The Other Side of the Door ve 2018 yapımı The Strangers: Prey at Night, 47 Meters Down serisinin yanı sıra yönetmenin korku ve gerilim türleri içerisinde tanınmasına yardımcı olmuştur. Yönetmen şimdilerde ise kült bir seri olan Resident Evil serisinin son filmi için çalışmalar yapıyor. Filmde Mia karakterini canlandıran Kanadalı genç oyuncu Sophie Nélisse, 10 yaşından beri gerek sinemada gerek ise televizyonda karşımıza çıkan bir isim. The Book Thief, Pawn Sacrifice, Oscar adaylığı bulunan Monsieur Lazhar gibi bilinen yapımlarda yer aldı. Bir diğer kardeş olan Sasha’ya ise Oscar ödüllü aktör Jamie Foxx’un kızı Corinne Foxx hayat veriyor.

YILDIZI PARLAYAN YÖNETMEN

İngiliz yönetmen Johannes Roberts, sinemaya genç yaşlarında başlayan isimlerden. Henüz 23 yaşındayken James Eaves ile birlikte ilk uzun metraj yapımı Sanitarium’u yönetti.

25

Son yıllarda yıldızı parlayan genç oyuncuyu çalıştığı ilk uzun metraj olan 47 Meters Down: Uncaged’in ardından birçok farklı projede göreceğiz. Alexa karakteri ise, Brianne Tju canlandırıyor. 22 yaşındaki genç oyuncu 6 yaşından beri sinema ve televizyon sektöründe yer alıyor. Genellikle ise televizyon yapımlarında seyircisiyle buluşuyor.

JAWS’A SAYGI

Amerika-İngiltere ortak yapımı olan film, hayatta kalma temasını işleyen gerilim filmlerinin yeni bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Köpek balıklarının konu edindiği filmlerde genellikle köpek balıkları öldürülürken, bu filmde hiçbir köpek balığı öldürülmüyor. Jaws’a bir saygı niteliğinde olduğu düşünülen 47 Meters Down: Uncaged’in sinematografisi ise eleştirmenler ve izleyiciler tarafından tam not aldı. You Were Never Really Here, Under the Skin ve Layer Cake gibi filmlerde imzası bulunan Mark Silk, filmin görüntü yönetmenliğini üstleniyor. Müzikler ise Resident Evil serisinin de müziklerini yapan Amerikalı grup Tomandandy’e emanet ediliyor.


LİSTE

JAPON SİNEMASININ EN İYİ 10 YÖNETMENİ Sinema ile ilk kez 1896’da tanışan Japonya, kısa süre içinde kendi filmlerini yapmaya ve kendi dağıtım ağlarını kurmayı başardı. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında güçlü hikayelerin ve başarılı isimlerin ortaya çıkmasıyla büyük ivme kazanan Japon sinemasının en iyi 10 yönetmenini sizler için derledik. Büşra Bayar

YASUJIRO OZU (1903-1963) Ozu, Japon sineması denince akla gelen ilk yönetmendir. Toplamda 56 filme imzasını atmış olan bu efsane ismin sektöre girişi, 1923 yılında, sinemaya olan tutkusunun amcası tarafından fark edilmesiyle ger-

çekleşir. Kısa sürede ilk senaryosunu yazar ve 1927’de yönetmen koltuğuna geçerek “Zange no yaiba” isimli projesini beyazperdeye taşır. Yönetmen olarak ilk dört sene içerisinde, aralarında kısa filmlerin de bu-

26

lunduğu, 22 yapım ile Japon sinemasına büyük bir katkıda bulunur. Ozu, tezatlıkların yönetmeni olarak nam salmıştır. Sinemasında ölüm ve yaşam temasına çok yer vermiştir. Modern ile gelenekselin karşıtlığına da çok rastlarız. Bu karşıtlığa paralel olarak jenerasyon farkı da elbette parmak bastığı meselelerden bir haline gelmiştir. Değindiği bu zıtlıkların yanı sıra, Ozu sineması sadeliğiyle de bilinir. Onun karelerinde hikayeye hizmet etmeyen hiçbir objeyi ya da karakteri göremezsiniz. Her şey, herkes özenle ve bilinçli bir şekilde kadrajlarına yerleştirilmiştir. Ozu, en çok “Noriko Üçlemesi” ile tanınır. “Geç Gelen Bahar” ile “Erken Gelen Yaz” isimli projeleri, üçlemenin ilk iki halkasını oluşturur. Üçlemenin son halkası olan “Tokyo Hikayesi” ise, yönetmenin dünya çapında en fazla beğeni alan filmi olarak bilinmektedir. 1953 yapımı film, Ozu’nun teknik açıdan biricik üslubunu en iyi yansıtan projelerinden biridir.


AKIRA KUROSAWA (1910-1998) Yönetmenliğin yanı sıra senarist ve yapımcı gibi sıfatlara da sahip olan Kurosawa, Japon sinemasının en etkili isimlerinden biridir. Batı edebiyatına büyük ilgi duyan sinemacı, genellikle Batı’ya ait hikayeleri Japon kültürüne uyarlayarak beyazperdeye taşımasıyla nam salmıştır. Erken dönem filmlerinden biri olan “Rashomon”, izleyiciyi bolca muhakeme etmeye yönlendiren bir projedir. Bol beğeni toplayan bu yapım, birçok yetkeye göre, Oscar’da ‘En İyi Yabancı Film’ kategorisinin ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Keza Rashomon,

1952 Akademi Ödülleri’nden Onur Ödülü almayı başaran ilk Japon filmi olarak bilinmektedir. Ancak 1954 yapımı “Yedi Samuray”, yönetmenin dünya çapında en fazla tanınan projesidir. 1985 yapımı “Ran” da Kurosawa’nın yine uluslararası düzeyde ismini yeniden duyurmasını sağlayan bir başka film olmuştur. Kendine has diliyle sinema tarihine yeni bir soluk getiren Kurosawa, yine sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran Francis Ford Coppola, Martin Scorsese ve George Lucas gibi yönetmenlerden destek alan ve beğeni toplayan bir isim olarak da bilinmektedir.

KENJI MIZOGUCHI (1898 – 1956) Mizoguchi, Akira Kurosawa’nın en fazla hayranlık duyduğu Japon yönetmen olarak bilinmektedir. 33 yıllık kariyerine 99 adet film sığdıran isim, Japon sinemasının en üretken yönetmenlerindendir. Sinematografik anlamda kendinden sonraki nesle büyük bir miras bırakmış, fotoğraf ile sinema sanatının iç içe geçtiği bir üslubun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Uzun ve estetik planlarıyla hikaye anlatıcılığını epey güçlendirmiştir. Mizoguchi filmleri, erkek egemen sistemin var olduğu bir düzene sahip olan Japon coğrafyasında pasif olmayan, cesur kadın karakterleri ele almıştır. Cinsiyet eşitsizliği meselesine hemen her hikayesinde değinmesi de çağının ötesinde bir

yönetmen olduğunun kanıtıdır adeta. “Yağmurdan Sonraki Soğuk Ayın Hikayeleri” isimli filmiyle 1953’te Venedik Film

Festivali’nden Gümüş Aslan ödülünü kazanan Mizoguchi, Japon sinemasını Batı’ya ve dünyaya tanıtmayı başarmıştır.

HAYAO MIYAZAKI (1941- .... ) Animenin babası olarak kabul edilen Miyazaki, animasyon dünyasının önde gelen isimlerinden biridir. Büyük usta, 48 yıllık kariyeri boyunca, 29 filmin yönetmen koltuğunu oturmuştur. Kendisi gibi anime yönetmeni olan Isao Takahata ile uzun süre birlikte çalışmış ve Studio Ghibli’yi kurmuşlardır. Miyazaki, titiz çalışma prensibiyle ön plana çıkan bir yönetmendir. Gelişen teknolojiye rağmen, tüm projelerini eliyle çizmesi de bu durumun en büyük kanıtıdır. Hayal gücümüzün sınırlarını zorlayan hikayeleri ile Miyazaki’nin projeleri, diğer tüm

27

animasyon yapımlar arasından sıyrılmayı başarır. Filmlerinin her bir karesinde onun dokunuşunu görebiliriz. Zaten yarattığı her karakterin mimiklerinin kendisi tarafından ince ince işlendiği de bilinmektedir. 1980’li yıllara ait projeleri “Komşum Totoro” ve “Gökteki Kale” ile döneminin çok ötesinde hikayelerle izleyici karşısına çıkan isim, 2001 yapımı “Ruhların Kaçışı” ile başta Oscar olmak üzere birçok ödül töreni ve film festivalinde kazanan olmayı başarmıştır. Efsane sinemacı, şu sıralar yeni filmi “How Do You Live?” üzerinde çalışıyor.


LİSTE

SEIJUN SUZUKI (1923-2017) Quentin Tarantino, Jim Jarmusch ve Wong Kar-wai gibi dünyaca ünlü isimlerin etkilendiği bir yönetmen olarak bilinmektedir. Düşük bütçeli film şeklinde de tanımlanan B-Movie türünde yapımlara imza atan Suzuki, bu açıdan bazı izleyiciler tarafından vasat bulunmaktadır. Ancak Suzuki bu türde, stilistik bir yaklaşım geliştirmiş ve sinematografik anlamda B filme yeni bir üslup getirmiştir. Sade ve

estetik mekanlar, zorlu ve farklı kamera açıları, kadrajda kullandığı yaratıcı çerçeveler teknik anlamda yenilikçi ve cesur bir tarza sahip olduğunun göstergesidir. Ayrıca Japonya’nın popüler türlerinden biri olan ve organize suç örgütlerini konu alan Yakuza film türüne ait en fazla proje üreten yönetmenlerden biridir. 1966 yapımı “Tokyo Drifter” ve 1967’de çektiği “Öldürme Arzusu”, en bilinen filmleridir.

HIROSHI TESHIGAHARA (1927-2001) Nuberu Bagu’nun yani Japon Yeni Dalga akımının öncü yönetmenlerinden biri olarak bilinen Teshigahara, modern çağda insan yaşamına odaklanmış, bu anlamda hikayeler üretmiştir. Japon sinemasında sık sık rastladığımız; Ozu, Kurosawa gibi isimlerin bolca merceğe aldığı geleneksel ile modern yaşam çatışmasını konu alan hikayeleri bir kenara bırakarak Yeni Dalga akımının Japonya’daki temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Kalabalık kentlerde sıkışmışlık ve yalnızlık gibi gerçekliklerle boğuşan karakterleri ele alan isim, Batı’da da kendisini gösteren Yeni Dalga akımına paralel olarak kamerasını sokağa taşımış, şehirlerin yoğunluğuyla bütünleştirmiştir. “Riyku” ve

“Bir Başkasının Yüzü” gibi projeleriyle de tanınan yönetmenin en bilinen filmi ise, 1964 yapımı “Kumların Kadını”dır. Bu

filmle Oscar’a aday gösterilen Teshigahara, Cannes Film Festivali’nden “Jüri Özel Ödülü” kazanmıştır.

HIROKAZU KOREEDA (1962 - .... ) 1989 yılından beri belgesel, kısa ve uzun metraj film ve dizi yönetmenliği yapan Koreeda, 2018 yılında çekmiş olduğu Shoplifters (Arakçılar) isimli filmiyle Cannes’dan Altın Palmiye’yi alarak dünya çapında büyük bir beğeni topladı. Türkiye’de de büyük yankı uyandıran bu projesiyle Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülünü kazanmıştır. Koreeda, Japon sinemasının şu an en önemli yönetmenlerinden biri olarak kabul ediliyor. Edebiyata olan ilgisi, filmlerinde kendisini gösterir.

28

Karakterlerinde rahatlıkla ve derinlikli bir şekilde gözlemleyebildiğimiz duygu durumları; onların kederleri, pişmanlıkları, sevinçleri yönetmenin her birini ve hikayeyi ilmek ilmek ördüğünün kanıtı gibidir. Aile kavramı, birçok projesinin odak noktasıdır. Aile içi problemler, yoksulluk ve özellikle baba-çocuk ilişkisi yoğunlaştığı konular olarak dikkat çekmektedir. Bazı otoriteler tarafından En İyi Asyalı Yönetmen olarak tanımlanan Koreeda, Yasujiro Ozu ve Hou Hsiao-hsien gibi ustalarla kıyaslanmaya başlamıştır.


KANETO SHINDO (1912-2012) Hiroşima’da doğan Kaneto Shindo, özellikle 2. Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan acıları hikaye edinen bir yönetmen olarak bilinmektedir. Atılan atom bombasından sonra Hiroşima’ya dönüp öğrencilerini arayan bir öğretmenin merkeze alındığı 1952 yapımı “Hiroşima’nın Çocukları”, yönetmenin bu anlamda en fazla ses getiren projesi olarak bilinmektedir. 1953’te Cannes Film Festivali’nde gösterilen film, birçok tartışmaya sebep olmuş ve savaşın ardından atom bombasını ele alan ve Amerikan sansürünün uygulanamadığı ilk yapım olma özelliğini taşımaktadır. Toplumsal meselele-

re, yoksulluğa, kadının sosyal hayattaki yerine ve hiyerarşik düzene dair filmleriyle ön planda olan Shindo, politik

anlamda kuvvetli ve cesur projelere imza atarak dünya çapında bilinen ve beğenilen bir yönetmen olmayı başarmıştır.

SHOHEI IMAMURA (1926-2006) Imamura, 1983’te çektiği “Narayama Türküsü” ile Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödülünü kazanan ilk Japon yönetmen olarak bilinmektedir. Sinema kariyerine Yasujiro Ozu’nun asistanı olarak başlayan isim, Ozu’nun Japon toplumunu tasvir etme şeklinden rahatsız olduğunu açıklamış ve kendi yolunu çizmeye başlamıştır. 60’lı yıllarda prodüksiyon şirketi kurduktan sonra kendi hikayelerine odaklanmıştır. Imamura da toplumsal

NAGISA ÔSHIMA (1932- 2013) Shohei Imamura, Ôshima’yı “Ben bir ülke çiftçisiyim, Nagisa Ôshima bir samuray.” sözleriyle tanımlamıştır. Bu sözleri söylemesinin sebebi ise, Ôshima’nın filmlerinde benimsediği cesur ve eleştirel dildir. Politik duruşuyla bilinen ve görüşlerini hemen her projesinde yalın bir şekilde sergileyen başarılı yönetmen, emperyalist sistemi yere çalan ve idam cezasını hicveden “İpe Çekilme” isimli kara mizahıyla büyük ilgi topladı. Bunun yanı sıra Japon kültüründe

büyük bir tabu olan cinsellik de onun hikayelerinde karşılaşılan konulardan biri oldu. Hatta 1976’da çektiği “Tutku İmparatorluğu” filmi nedeniyle mahkemeye çıkarılmış ve filmine sansür uygulanmıştır. Ancak iki sene sonra “Duygu İmparatorluğu”nu beyazperdeye taşımış ve bu projesiyle de Cannes Film Festivali’nden “En İyi Yönetmen” ödülünü kazanmıştır. Kısacası Ôshima, Japon sinemasının belki de en gözü kara yönetmenlerinden biridir.

29

meseleleri konu alan filmleriyle bilinen bir yönetmendir. O da kadının Japon toplumundaki yerine yoğunlaşmıştır ve karakterleri, pasif olmayan, cesur, yaptıklarının sonuçlarına katlanan kadın modellerdir. Ayrıca alt tabakadan yaşamlar, çeteler de onun merceğe aldığı konulardır. 1997 yapımı “Yılan Balığı” filmi de bu anlamda örnek verilebilecek bir filmdir. Zaten bu projesiyle de Cannes’dan ikinci kez Altın Palmiye ödülü sahibi olmuştur.


A Nightmare on Elm Street

LİSTE

TÜM ZAMANLARIN EN UNUTULMAZ 10 SLASHER FİLMİ Korku sineması alt türlerini yaratmak konusunda adeta sınırsız kapasiteye sahiptir ve slasher, bu alt türler arasında seyirciyle en çok bağın kurulduğu yapımlar olarak dikkat çeker. Kurbandan çok katil odaklı filmler olarak dikkat çeken bu filmlerin en özellerini sizler için listeledik. Gönül Durmaz

30


Psycho

PSYCHO (1960) HALLOWEEN (1978)

Slasher türünün en iyilerinden biri olan 1978 tarihli Halloween, bu türün gerektirdiği tüm özellikleri kendi bünyesinde toplayarak slasher türünün temelleri atmıştır. Film, 325 bin dolar gibi düşük bir bütçeyle çekilmesine rağmen gişede 70 milyon dolara yakın bir hasılat elde ederek o güne dek bir bağımsız filmin yaptığı en yüksek hasılata imza atmıştır. Halloween, filmin yönetmeni John Carpenter’ın Hollywood’un büyük stüdyolarına transferini sağlayarak yönetmenin kariyerindeki dönüm noktası da olmuştur. Haddonfield kasabasında bir Cadılar Bayramı gecesinde henüz çocuk yaştayken ablasını öldüren Michael Myers’ın yıllar sonra tedavi gördüğü akıl hastanesinden kaçarak işlediği seri cinayetleri konu alan Halloween, bir slasher filminin gerektirdiği tüm detayları bünyesinde barındırır. Travmatik bir çocukluk anısı, bu anıyı bir bayramla bağdaştırma, anının yıl dönümünde cinayetlerin yeniden başlaması, final girl’ün filmde öldürülen kızların aksine bakire olmaması ve hiçbir kötü alışkanlığa bulaşmaması gibi pek çok madde Halloween tarafından adeta bir kural kitabı gibi sunulmuştur.

Yalnızca bu türün değil, aynı zamanda sinema tarihinin de en önemli yapımlarından biri olan Psycho, tüm zamanların en iyi yönetmenlerinden Alfred Hitchcock’un imzasını taşımaktadır. Film, dört farklı dalda Oscar’da adaylığa sahiptir. Filmdeki duş sahnesi ve o sahnedeki çığlık, sinema tarihinin en kült sahnelerden biri olarak görülmektedir. Anthony Perkins’in canlandırdığı Norman Bates, Ed Gein’den ilham alınarak yaratılmıştır. Psycho, Robert Bloch’un aynı isimli romanından uyarlamadır. Öte yandan film, kendinden sonraki slasher filmlerine de öncü olmuştur. Marion adındaki bir sekreter, patronunun verdiği 40 bin doları zimmetine geçirerek bulunduğu şehri terk eder. Yol üzerinde bulduğu bir motelde geceyi geçirmeye karar verir. Burada motelin genç sahibi Norman Bates ile tanışır. Bir geceliğine geldiği bu motel, Marion’u ummadığı bir sona sürükler.

PEEPING TOM (1960)

İngiliz yönetmen Michael Powell yönetmenliğindeki Peeping Tom, slasher türünün en nadide örneklerinden biridir. 60’lı yıllara göre tekniği, kurgusu ve tarzıyla birçok psikolojik-gerilim filmine öncü olan Peeping Tom’un değerinin anlaşılması bir hayli vakit almıştır. Film, konusu itibariyle kendi döneminde birçok olumsuz yoruma maruz kalmış ve Michael Powell kariyerinde

Peeping Tom

31

bir dönem çıkmaza girmiştir. Buna karşın zaman geçtikçe Peeping Tom, İngiliz sinema tarihinin en iyi filmleri listelerinde kendisine yer bulmaya başlamıştır. Filmin başrolünde Mark Lewis isimli karakteri canlandıran Alman oyuncu Karlheinz Böhm yer almaktadır. Mark Lewis’in babasını ise, yönetmen Michael Powell bizzat kendisi oynamıştır. Peeping Tom, sinemacı ve fotoğrafçılarda az da olsa olduğu düşünülen görmekten zevk alma durumunu tanımlayan, teşhircilik ve röntgencilikle de bağdaştırılan skopofiliyle ilişkilidir. Mark Lewis, küçük yaşlardayken babası tarafından birçok farklı deneye maruz bırakılması sebebiyle psikolojisi bozulmuş ve büyüdükçe içe kapanık birine dönüşmüştür. Londra’da bir film stüdyosunda çalışan Mark, babasının deneylerinden de ilham alarak kadınları öldürürken onları kameraya almaya başlar. Bir gün Helen adında bir kadınla tanışır. Bu kadın Mark’ın hayatında önemli bir yer edinecektir.

FRIDAY THE 13TH (1980)

Sean S. Cunningham’ın yönettiği, Victor Miller ile Ron Kurz’un kaleme aldığı Friday


LİSTE the 13th, korku sinemasının en öne çıkan filmlerinden biridir. Slasher türünün bir alt türü olan teen-slasher türünün bilinen ilk örneklerden biri olan filmin, 10 tane devam filmi vardır. Bu filmle birlikte Jason Voorhees efsanesi de doğmuştur. Hokey maskesi ve palası ile bir filmde minimum 20-30 kişiyi malulen emekli etmesi ve bütün bunları yaparken tek kelime bile konuşmaması, onun cool karakter sıfatını sonuna kadar hak ettiğini gösterir. İşlettiği yaz kampında elim bir kazaya kurban giden oğlunun intikamını, kampın ziyaretçilerini şiş kebap yaparak almaya çalışan anne Pamela Voorhees, korku sinemasında hepimizin çekindiği bir figüre dönüşmüştür. Tüm zamanların en uzun soluklu korku filmi serilerinden olan “13. Cuma”nın hokey maskeli katili Jason Voorhees, belli ki tüm “yeteneklerini” annesinden genetik miras olarak almıştı. Arka arkaya çıkan devam filmleriyle beyaz perdede kısa sürede bir efsaneye dönüşen film, bugüne kadar pek çok video oyununa, lisanslı ürüne ve çizgi romana ön ayak oldu. Popüler kültürünün önemli öğelerinden biri olan Jason Vorhees’ı bize kazandıran Friday the 13th filmine koca bir selam olsun!

PROFONDO ROSSO / DEEP RED (1975) İtalyan sinemasının ustalarından biri olmasının yanı sıra korku sinemasının ve giallo türünün önemli temsilcilerinden biri olan Dario Argento’nun Deep Red filmi, listenin en önemli yapımlarından biri olabilir. Dario Argento’nun diğer filmlerinde de olduğu gibi filmde mekan ve müzik kullanımı ön plana çıkmıştır. Profondo Rosso’nun oldukça sevilen soundtrackleri ise Giorgio Gaslini ile Goblin’in elinden çıkmıştır. Ayrıca filmin açılış sahnesindeki gölge-ışık oyunuyla izlediğimiz öldürme sahnesi, kült bir sahne olarak hafızalara

kazınmıştır. Dario Argento ve Mario Bava, İtalyan sinemasında slasher türünün tüm yüklerini omuzlayarak filmler üretmiştir. Senaryo yazımı ve film çekimi sürecinde mükemmelliyetçi bir tavır izleyen Dario Argento, filmin senaryosunu ilk yazdığında 500 sayfa olduğunu, sonralarında senaryoyu kısalttığını açıklar. Filmin oyuncu kadrosunda ise David Hemmings, Daria Nicolodi ve Gabriele Lavie gibi isimler yer almıştır. Deep Red, Marcus adındaki bir müzik hocasının bir cinayete şahit olduktan sonra katilin kim olduğunu bulmaya çalışmasını konu ediniyor.

A NIGHTMARE ON ELM STREET (1984)

Korku türünün genel kodlarını belirleyen yönetmenlerden Wes Craven’ın yönetmenliğindeki film, slasher türünün en bilinen örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. 80’li yıllara adeta damga vuran film, korku sinemasının bir başka kült karakteri olan Fred Krueger’ı bize kazandırmıştır. Freddy, yılları geçtikçe pek çok farklı Elm Sokağı serisi filminde başrolde gözüktü ve kendisine dünya çapında tükenmeyen bir hayran kitlesi edindi. Robert Englund’un hayat verdiği Fred Krueger’i diğer psikopat ana karakterlerden ayıran yönü, espri anlayışı ve işkence etme, öldürme şekillerinin belli ironilere sahip olmasıdır. Bunlar önemlidir, zira korku sineması içerisinde o zamana dek böyle bir mizah anlayışı pek görülmemişti. Bu bağlamda Wes Craven, gelecek Scream serisine bu filmle göz kırpmıştır. LA Times gazetesindeki çeşitli makalelerden ilham alınarak filmin ana fikri ortaya çıkmıştır. A Nightmare on Elm Street, geceleri insanların kabuslarına dadanan ve onları uyurken öldüren gizemli bir hayaleti anlatmaktadır. Bu hayalet yıllar öncesinde yine aynı yerde cinayetler işleyen Fred Krueger’den başkası değildir.

THE TEXAS CHAIN SAW MASSACRE (1974)

Texas Chainsaw Massacre, sinema tarihinin en efsanevi korku filmlerinden biri şüphesiz. Slasher janrının tek başına mümessili olarak bile değerlendirilebilecek olan bu benzersiz yapım, her Hollywood efsanesi gibi tuhaf devam filmleri ve zaman atlama öyküleriyle örselendi. Ed Gein’in hikayesinden esinlenerek çekilen The Texas Chain Saw Massacre, Tobe Hooper’ın yönetmenliğinde seyircisiyle buluşmuştu. Film, zaman içinde öylesine sevildi ki video oyunlarından çizgi romanlara kadar birçok popüler kültür araçlarına ilham oldu. Hatta 2015 yılında restore edilerek yeniden vizyona bile girdi. Filmin ana karakteri olan Leatherface’i Gunnar Hansen canlandırmıştır. Filmin bütçesi o kadar düşüktü ki, Gunnar Hansen’ın tam dört hafta boyunca giymek zorunda kalacağı yalnızca bir gömleği vardı. Bu yüzden sette kötü kokusuyla nam salmıştı. 140 bin dolara çekilen film, 30 milyon dolar gibi bir hasılat kazanmıştır. Birçok slasher türündeki film gibi The Texas Chain Saw Massacre da yayınlandığı dönem olumsuz eleştirilere maruz kalmış, hatta birçok ülkede gösterimi yasaklanmıştır.

BLACK CHRISTMAS (1974)

Bob Clark’ın yönettiği, Roy Moore’nın kaleme aldığı Kanada yapımı film, kanlı sahneler barındırmamasına rağmen seyircisini germeyi ve korkutmayı başaran özel bir yapımdır. Slasher türünde bu sebeple ayrı bir yere sahiptir. Hatta Teenslasher akımının öncüllerinden olarak kabul edilir. Black Christmas, bu türdeki diğer filmler gibi yine başka bir önemli bir

Profondo Rosso

32


My Bloody P-Valley Valentine

gün olan Noel zamanını tema edinmiştir. Ancak yönetmen onu slasher türünden ziyade psikolojik bir korku filmi olarak tanımlamaktadır. Film, aynı isimle 2006 ve 2019 yılında iki kez yeniden uyarlanmıştır. 1978 yapımı Halloween’ın ilham kaynaklarından birinin bu film olduğu düşünülmektedir. Filmin kendisi ise gerçek bir cinayet serisinden ve “The Babysitter and Man Upstairs” adlı şehir efsanesinden ilham almıştır. Filmin oyuncu kadrosunda dönemin ünlü oyuncularından Olivia Hussey ve 2001: A Space Odyssey filminden tanıdığımız Keir Dullea gibi isimler var. Black Christmas, psikolojik sorunları olan bir seri katilin noel tatili zamanında bir kız öğrenci yurdunu hedef almasını anlatır.

ECOLOGIA DEL DELITTO / A BAY OF BLOOD (1971)

İtalyan korku sinemasının en önemli temsilcilerinden, ilk gerçek giallo türündeki filmi üreten Mario Bava’nın yönetmenliğindeki film, izleyicisini şaşırtmayı becerebilen twistlerle dolu, başarılı bir

slasher örneğidir. Hatta Slasher filmlerin üretimlerinin çoğalmasını sağlayan öncü film olarak kabul edilir. Düşük bütçesi sebebiyle görüntü yönetmenliğini de Mario Bava yapmıştır. Müzikler ise kariyerine birçok film sığdıran İtalyan besteci Stelvio Cipriani’nin elinden çıkmıştır. Film öylesine benimsenir ki, Dario Argento bu filmi çok sevdiği için kopyasını bir sinema salonundan çalar. Ayrıca Mario Bava da

kendi filmleri arasında favori filmi olarak bu filmi gösterir. A Bay of Blood, Friday the 13th filminin de ilham kaynağı olarak gösterilir. İkisi de benzer bir yerde, bir koyda geçmektedir. Türkçe adıyla Kanlı Körfez olarak bildiğimiz film, bir kontesin öldürülmesinin ardından artan cinayetleri konu ediniyor.

MY BLOODY VALENTINE (1981)

İlgi çekici konusu sebebiyle listenin özel yapımlarından biri olan Kanada yapımı My Bloody Valentine, George Mihalka tarafından yönetilmiştir. Quentin Tarantino’nun en sevdiği slasher film olan My Blood Valentine’nın 3D olarak vizyona girdiği 2009 yapımı bir uyarlaması da vardır. Amerika’nın Sinema Filmi Derneği tarafından şiddet ve kan içerdiği için 9 dakikalık bir kesime uğrayarak ciddi bir sansür yaptırımıyla karşı karşıya kalmıştır. Bir süre sonra sansürsüz versiyonu da halkla buluşmuştur. Makyajlarla yapılan efektler oldukça gerçekçi bulunmuş ve bu gerçekçilik yüzünden izleyici fazlasıyla ürkmüştür.20 yıldır Sevgililer Günü’nü kutlamayan bir kasaba, tam 20 yılın ardından Sevgililer Günü’nü kutlamaya karar verir. En son yapılan kutlama sırasında birçok madenci hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine yeniden kutlama yapıldığında, madenci kılığına girmiş bir katil ortaya çıkar.

A Bay of Blood

33


LİSTE

TÜM ZAMANLARIN EN ÇOK SATAN 10 MANGASI Ülkemizde son yıllarda hızla gelişen anime kültürüne paralel olarak manga kültürü de büyük bir atılım içinde. Bu çılgın Japon işi çizgi romanlar, başta Japonya olmak üzere, dünyanın pek çok ülkesinde yüz milyonlarca satıyor! Sizler için tüm zamanların en başarılı ve çok satan 10 mangasını listeledik.

One Piece

Berker Öztuna

34


ONE PIECE

Eiichiro Oda imzalı manga serisi One Piece, satışlarında 470 milyon kopyayı geride bırakarak kırılması zor bir rekorun sahibi oldu. Bu satış rakamı Japonya’nın 120 milyonluk nüfusunu bile neredeyse dörde katlamış vaziyette. One Piece, bu rekoru 2014 yılından beri elinde tutuyordu, yeni rakamlar sayesinde rakipsizliğini bir kez daha tescillemiş oldu. 1997 yılından beri manga formatında yayımlanmakta olan One Piece, dünya çapında 30 dile çevriliyor ve her yeni sayı satışa çıktığında ilk haftadan en az 1 milyon tiraj yapıyor! Günümüzde herhangi bir manga serisinin One Piece’in rekorunu egale etmesi çok mümkün gözükmüyor. One Piece, arkadaşlık ve dostluk kavramını bize tekrar öğretirken, karşımıza ne badire çıkarsa çıksın güçlü olup sevdiklerimiz ile birlikte savaşmamızı ve pes etmemeyi kalbimizin içine işliyor. Dünyada milyonlarca seveni olan Luffy ve ekibinin, Luffy’yi korsanlar kralı yapacak olan korsan hazinesi One Piece’i aramalarının hikayesini anlatan manga, adeta tarih yazmış durumda. Hayranları tarafından One Piece adına açılan barlar, restoranlar ve pek çok işletme, One Piece’in nasıl bir fenomen olduğunun gerçek kanıtı!

DRAGON BALL

Akira Toriyama’nın “Batı’ya Yolculuk” adlı Çin romanından esinlenerek hem yazıp hem çizdiği Dragon Ball, 300 milyona yakın satışıyla en çok satan mangalar arasında ikinci sırada bulunuyor. 1984 - 1995 yılları arasında toplam 42 cilt olarak piyasaya sürülen Dragon Ball’un Toei Animation tarafından Dragon Ball ve Dragon Ball Z olarak birbirinin devamı niteliğinde iki anime serisi, izleyicilerine 10 sene boyunca görsel şölene devam etti. Daha 12 yaşında olan maymun kuyruklu Goku, dedesinden ona miras kalan dört yıldızlı topu ile kendi başına hayatına devam ederken, dünyanın en yakışıklı sevgilisini bulma amacıyla yollara düşen genç bir kız olan Bulma ile tanışır. Bu ikili, yedi ejder topunu bir araya getiren kişi için bir dilek hakkı tanıyan Shenlong’u bulmak için maceradan maceraya koşmaya başlar. Popüler kültürde meme’lerde bile çoğu zaman yer alan Dragon Ball, Japonya’yı dünyaya tanıtan en önemli mangalardan biri.

GOLGO 13

1975’te Shogakukan Manga Ödülü ve 2002’de Japan Cartoonists Association Ödülü’nü kazanan, 1968’den beri devam eden Takao Saito’nun kaleme aldığı Golgo 13, 280 milyondan fazla satışla listemizde üçüncü sırada yer alıyor. Golgo 13’ün başarısı iki adet live-action film, anime film, video animasyonu, anime televizyon serisi ve altı adet oyunu ile kanıtlanıyor. Golgo 13 adıyla da bilinen Duke Togo soğuk kanlı, taktiksel zekası yüksek, mükemmel nişancılığı ve kadınlara olan ilgisi ile tanınan bir kiralık katildir. Hakkında çok az şey bilinmesine rağmen, okuyucularının Golgo 13’ün karizmasına karşı koyamadıkları bir gerçek. Çoğunlukla sessiz olan ve sadece gerektiğinde konuşan Golgo 13’ün, soğukluğu ve acımasızlığı dikkat çeken diğer özellikleri arasında. Ancak tüm soğuk kanlılığına rağmen mangada zaman zaman bir tavşan kadar ürkek olduğunu itiraf eden Golgo 13, belki de bunca sene ürkekliği sayesinde sağ kalmayı başarmış olabilir. Ağır ve ciddi mangalardan hoşlananlara bu mangayı şiddetle tavsiye ediyoruz.

NARUTO

46 ülkede 250 milyon manga satışı, anime televizyon serisi, bu serinin devamı olan Shippuden anime televizyon serisi, 11 film, 12 OVA, merchler, kısa hikayeler, bilgisayar oyunları ve kart oyunları derken bütün dünya Naruto koşusu nedir öğrendi. 1999 - 2014 yılları arasında yayımlanan Masashi Kishimito’nun ölümsüz eseri, dünya çapında en çok satan mangalar arasında dördüncü sırada yerini alıyor. Dokuz Kuyruklu Şeytan Tilki, bir gün Gizli Yaprak Köyü’ne saldırır. Şeytanla savaşmak için büyük bir fedakarlık yapan dördüncü Hokage, şeytanı yeni doğan bebeği Naruto’nun içine hapsetmeyi başarır. Çocukluk yıllarında arkadaşla-

35

rından ve köylülerden hep kötü muamele gören Naruto, bütün bu olaylardan bihaber olarak bütün köyün onunla dalga geçmesine hiçbir anlam veremez. Kendini sevdirmek ve köyün saygısını kazanmak için beşinci Hokage olma yolunda macerasına başlar. Dövüş sanatları ağırlıklı bir manga olan Naruto, dünya çapındaki başarısıyla günümüzde bile popülaritesini korumaya devam ediyor.

DETECTIVE CONAN

Dedektif Conan ya da diğer adıyla Case Closed, Gosho Aoyama tarafından 1994 yılından günümüze kadar yazılıp çizildi. 230 milyon satan manganın anime adaptasyonu, uzun metraj anime filmi, OVAları, video oyunları, müziklerini içeren medyaları ve live-action bölümleri manganın ününe ün kattı. 2001 yılında 46. Shogakukan Manga Ödülü’nü Shonen kategorisinde kazanan Detektif Conan’ın konusu, asıl adı Shinichi Kudo olan bir lise öğrencisinin yaşadığı esrarengiz olaylar üzerine kurulu. Lisede birçok vakanın çözülmesinde yardımcı olan Kudo, şüpheli kişiler tarafından kaçırılır ve ölmesi için kendisine zorla bir hap içirilir. Ancak bu deneysel hap Kudo’yu öldürmek yerine onu bir ilkokul çocuğunun boyutlarına küçültür. Kendisini bu hale getiren kişileri bulmak için kolları sıvayan Kudo, adını Edogawa Conan olarak değiştirir. Bu değişim nedeniyle arkadaşı Ren ve dedektif babasının evinde yaşamaya başlayan Conan’ın akıl almaz vakaları çözmesini keyifle okuyacaksınız.


LİSTE KochiKame

BLACK JACK

Doktor Black Jack, Osamu Tezuka’nın Astro Boy ve Kimba The White Lion’dan sonra üçüncü en ünlü mangası olarak ün saldı. 1973-1983 yılları arasında yayımlanan ve toplamda 176 milyondan fazla satış yapan manga, 1977 yılında Birinci Kodansha Manga Ödülü’nü kazandı. Birbirinden bağımsız 20 sayfalık kısa hikayelerden oluşan Black Jack, manganın başarısının ardından OVA, iki televizyon anime serisi ve iki anime filmi çekildi. 1996 yılında Mainichi Film Ödülü’nü ‘En İyi Animasyon Film’ dalında Black Jack:

The Movie ile kazandı. 20’şer sayfalık kısa hikayelerin birçoğu Doktor Black Jack’in iyilik yaparak, ücret almadan, fakir ve muhtaç halkı iyileştirmesini, kimseden takdir alamamasını ya da küstah insanlara haddini bildirerek onlara ders vermesini konu alıyor. Hikayeler çoğunlukla insancıl ve güzel mesajlarla bitse de zaman zaman ölümle sonuçlanan karanlık bölümler de yer alıyor.

KOCHIKAME

1976’dan 2016’ya kadar aralıksız bir şekilde devam etmiş olan KochiKame, 200 sayılık serisiyle en çok sayıya sahip mangalar arasında ikinci sırada yer alıyor. “En çok sayıya sahip manga” dalında Guiness Rekorlar Kitabı’na da giren manganın toplamda 1960 bölümü bulunuyor. Bu başarının üzerine 157 milyon kopya satarak, satış rakamlarında da tozu dumana katan manganın anime filmleri ve serisi de mevcut. Osama Akimoto’nun hem yazıp hem çizdiği KochiKame, polis olmalarına rağmen mesai saatlerini polislik yapmaktan başka her şeye harcayan Kankichi Ryotsu, Keiichi Nakagawa ve arkadaşlarının komik hikayelerini konu alıyor. Ryotsu durmaksızın her gün yeni ve dandik bir ürün keşfederek bu üründen köşeyi dönmeyi planlar. Planları her defasında ters gidince de soluğu Nakawaga ve diğer polis arkadaşlarının yanında alarak onlardan yardım dilenir. Yeteneksizlikleri, işten kaytarışları ve süper olduğunu düşündükleri birbirinden saçma fikirleriyle kahkahalara boğan KochiKame’yi komedi türünü sevenler mutlaka okumalılar.

36

OISHINBO

Tetsu Kariya’nın kaleme aldığı ve Akira Hanasaki’nin çizdiği Oishinbo, 1983’ten 2014’e kadar 130 milyonun üzerinde kopya satarak en çok satan 10 manganın arasına sekizinci olarak girmeye hak kazanıyor. Anime serisi, anime filmleri ve live-action filmi ile diğer mecralarda da yer alan Oishinbo, gurme Japon yemek kültürü üzerine yoğunlaşan ilginç ve değişik bir manga. Günlerden bir gün Tozai News ismindeki gazetede çalışan Yamaoka Shiro’ya Japon yemeklerini en iyi şekilde tanıtacak bir ma-


Slam Dunk P-Valley

kale yazması için görev verilir. Bu Yamaoka için hiç beklenmedik bir iştir çünkü yaptığı tüm araştırmaların sonu ünlü bir şef olan babası Kaibara Yuzan’a kadar uzanmaktadır. Aşırı titiz, mükemmeliyetçi ve işkolik olan Yuzan, oğlu Shiro’ya göre annesini ihmalkarlığıyla erkenden mezara yollayan kalpsiz bir insandır. Gazetenin verdiği görev yüzünden babasıyla birlikte çalışmak zorunda kalan Shiro, git gide gurme Japon yemekleriyle ilgili birçok şey öğrenir, Japon yemeklerinin güzelliğini tüm dünyayla paylaşmaya ve babasıyla yakınlaşmaya başlar. Anime ve manga severlerin ilgi duyduğu ve merak ettiği Japon yemeklerini gelin bir de Oishinbo’da okuyun.

SLAM DUNK

Akagi, bir şekilde onu okulun basketbol takımına sokmak için kolları sıvar. Bu öneriye ilk başta şiddetle karşı koyan Sakuragi, zaman geçtikçe basketbola ısınır ve aşık olduğu kız için takımda kendini kanıtlamaya çalışır. Slam Dunk, basketbola ya da spor mangalarına merakı olanların kesinlikle okuması gereken bir eser.

BLEACH

Tite Kubo’nun kaleminden 2001’den 2016’ya kadar 120 milyon satmış olan bu efsanevi manganın hayranları son dört senedir manganın tekrar yayına girmesi için desteklerini sürdürüyor. Kubo’nun hastalığı arada sırada mangaya ara vermesini gerektirse bile kendine dünya çapında sağlam bir kitle oluşturdu. Hayaletleri gören lise öğrencisi

Japonya’ya basketbolu sevdiren ve 125 milyon kopya satarak çok büyük bir satış başarısı yakalayan Slam Dunk, Takehiko Inoue tarafından yazıldı ve çizildi. 1994 yılında 40. Shogakukan Manga Ödülünü Shonen kategorisinde kazanan manga, 2010 yılında da Japonya Basketbol Birliği’nden basketbolu popülerleştirmeye yardımcı olduğu için büyük övgüler aldı. Shohoku Lisesi’nde öğrenci olan Hanamichi Sakuragi, çete lideri olan bir kabadayıdır. Kızlarla arası hiç iyi olmayan Sakuragi, okuldaki kızlardan toplamda 50’den fazla ret yemiştir. Bir gün Sakuragi, hayallerinin kızıyla tanışır. Haruko Akagi ismindeki bu kız ilginç bir şekilde Sakuragi’yi diğer kızlar gibi terslemez ve ona karşı ilgili davranır. Sakuragi’nin atletik yapısını fark eden

Kurosaki Ichigo, hayatını bir gecede tamamen değiştirecek olan ölüm meleği Shinigami Rukia ile tanıştıktan sonra ailesini kurtarmak için Rukia’nın güçlerini ödünç almak zorunda kalır. Elinden güçleri alınan Rukia, iyileşme sürecindeyken Ichigo’yu şehrini ve sevdiklerini savunması için eğitmeye başlar. Elindeki bu yeni güç ile yakın arkadaşlarını, ailesini, okuldaki öğrencileri yani kısaca herkesi korumaya çalışan Ichigo her geçen gün gelişir ve daha da güçlenir. Arkadaşlık, aile bağları, sevgi, fedakarlık, sadakat, hırs, güç, adalet ve intikam üzerine kurulu olan manga, Ichigo’nun bilmediğimiz gizemli tarafını ağır ağır okuyucularına gösteriyor. Dört yıl aradan sonra raflardaki yerini yeni sayısı ile alacak olan manganın devamını tüm dünya ile birlikte sabırsızlıkla bekliyoruz. Bleach

37


MÜZİK

DEEP PURPLE VE KATY PERRY’DEN ALBÜM Bu ay iki önemli ismin yeni albümleri müzikseverlerle buluşuyor. Efsane grup Deep Purple’ın 21. stüdyo albümü Whoosh! ve günümüzün en büyük pop yıldızlarından Katy Perry’nin 6. stüdyo albümü Smile, Postkolik radarında. Elif Öztuna

38


DEEP PURPLE

WHOOSH! A

sıl çıkış tarihi 12 Haziran olan ancak pandemi nedeniyle 7 Ağustos’a ertelenen, efsane grup Deep Purple’ın 21. stüdyo albümü Whoosh! grubun eski ve özlenen haline geri döndüğünün sinyallerini veriyor. Son iki albümlerinde (So What - 2013, inFinite - 2017) olduğu gibi bu albüm için de Alice Cooper ve Pink Floyd’un ünlü yapımcısı Bob Ezrin ile çok sıkı bir şekilde çalışan grup, kemik hayran kitlesinin Whoosh!’u beğeneceğinden emin bir şekilde 7 Ağustos’u bekliyor. Son 10 yılda çıkardıkları tüm albümler için “Yoksa bu son albümünüz mü?” sorusuyla karşı karşıya kalan Deep Purple, ölüm onları bizden ayırana kadar müzik yapmaya devam etmeye kararlı. Whoosh! ile ilgili bir başka heyecan verici haber ise, albümün CD + DVD paketinde Deep Purple’ın 2017 yılındaki Live at

Hellfest’te sergiledikleri müthiş canlı performans da yer alması. Deluxe Edition adı verilen bu pakette ayrıca kapak görselinin basıldığı bir t-shirt, birbirinden güzel çizimlerin bulunduğu üç poster, grup üyeleriyle röportajlar ve albümün plak versiyonu bulunuyor. Albümden yayımlanan ilk parça Throw My Bones, gitar riffleri ve Steve Morse’un gitar solosu ile grubun henüz jübile yapmaktan ne kadar uzak olduğunu kanıtlıyor. Gitara eşlik eden ilginç synth melodiler de günümüzdeki elektronik müziğin popülerliğine göz kırpıyor. Throw My Bones sözleri ve klibiyle dünyanın şu an içinde bulunduğu kaosu ve bu kaosu iyice algılayabilmek

için dünyaya biraz uzaktan, kendinizi soyutlayarak geniş bir açıyla bakılması gerektiğini anlatmaya çalışıyor. “Dünyayı ancak bu şekilde yani objektif bir biçimde gözlemleyebilirsek sorunlar için gereken adımları daha iyi atabiliriz.” diye ekliyor grup üyeleri.

KATY PERRY

SMILE 2

008 yılında “I kissed a girl” şarkısıyla tüm dünyanın ilgisini ve beğenisini kazanan, pop dünyasının renkli simalarından Katy Perry, Mayıs’ta duyurduğu beşinci stüdyo albümü Smile’ı dinleyicileriyle buluşturmak için gün sayıyor. Eşi Orlando Bloom ile ilk bebeğine hamile olan sanatçının yeni albümünün çıkış tarihi neredeyse anne olacağı tarihle aynı ve bu da Perry’nin heyecanını katbekat artırıyor. Albümün en iddialı parçası Daisies’i Mayıs ayında yayımlayarak listelerde başarılı bir performans gösteren Perry, bu şarkının manevi olarak kendisi için çok değerli olduğunu belirtiyor. En zor zamanlarda, gücünü tekrar toplayıp ayağa kalkmanın önemini vurgulayan Daisies, albümün genel teması insanların hayatla mücadelede asla umutlarını kaybetmemeleri gerektiği üzerinde yoğunlaşıyor. Şarkının video klibinde, Perry’nin çok az makyajlı doğal görüntüsü

ve hamileliğini sergilediği çıplaklığı sanatçının ilk çıkışından bu yana karakterinin ne kadar olgunlaştığını gözler önüne seriyor. Daisies’in ardından albümden yayımlanan ikinci şarkı Smile da insanlara hoşgörü ve sevginin önemini anlatıyor. Özellikle içinde bulunduğumuz bu karanlık zamanları birazcık olsun aydınlatmayı amaçlayan Smile’ın klibinde bir palyaçoyu canlandıran Perry, neşenizi hiçbir zaman kaybetmeyin mesajını çok başarılı bir şekilde veriyor. Katy Perry’nin kariyerine baktığımızda asi ve sansasyonel bir başlangıçtan yavaş yavaş daha klasik ve oturaklı bir imaja kaydığını söylemek mümkün. En son 2017’de Witness ismindeki albümünü

39

çıkaran şarkıcının hayranları uzun bir bekleyişin ardından Smile albümüyle Perry’ye kavuşmanın sevincini yaşayacaklar. Smile albümünde toplam 12 şarkı bulunuyor ve tüm şarkıların sözlerinde Perry’nin büyük emeği var. 14 Ağustos’ta Capitol Records etiketiyle ve ünlü yapımcı Ian Kirkpatrick’in de katkılarıyla piyasaya sürülecek olan albüm, stream olarak da yayımlanacak.


RÖPORTAJ

‘ÇOK GİZLİ’ BİR RÖPORTAJ 2017’de Ati Yıldıztozu, Ozan Çanak ve Durukan Betses tarafından kurulan Ati ve Aşk Üçgeni, 2018 tarihli ilk albümleri Gecenin Karanlığında’dan bu yana radarımızda. Kendilerini “ruh pop”a adamış bu keyifli ekip, şimdi de yeni teklisi ‘Çok Gizli’ ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Ati ve Aşk Üçgeni nasıl bir araya geldi? Ozan: Grup, Ati ile olan arkadaşlığımızın doğal bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ati, 2016 yılı sonlarında ‘Ati Yıldıztozu’ adlı grubuyla kayıt için stüdyoya girdiğinde, o sırada kayıt ve mixing süreçlerinden de ben sorumluydum. Stüdyoda birlikte geçirdiğimiz vakit esnasında ‘Gecenin Karanlığında’ albümünün ilk parçaları da şekillenmeye başladı. Ati: O esnada aklımda olan parçaları yeni bir proje kapsamında değerlendirmeye karar verdik ve devamında projeye Durukan da

dahil oldu. Organik ilerleyen bir birleşme ve çoğullaşma sürecinin ürünü diyebiliriz Ati ve Aşk Üçgeni için. Durukan: O sıralarda Ozan’la birlikte çalıyorduk. Projeye eve seve dahil oldum, çabuk adapte olduk ve hızlıca yol katettik. Gecenin Karanlığında’yı 2018’de yayınladınız. Aradan geçen iki yılı nasıl özetlersiniz? Durukan: İki yıl boyunca elimizden geldiğince özenli davrandık. Konserlere çalıştığımız

40

kadar aramızdaki iletişime de önem verdiğimiz için yaşadığımız her şey tatmin edici ve öğretici deneyimlere dönüştü. Ati: Bu iki yılda birbirimizi daha farklı yönlerden tanıma ve birlikte çalışmanın yeni yollarını bulma olanağımız da oldu. Dile getirmediğimiz duygulara odaklanmaya, yaşadığımız hikayelerin gözümüzden kaçan yönlerini düşünmeye başladık. Okuduğumuz, dinlediğimiz ve izlediğimiz şeylerden gelen etkilenimleri yaptığımız müziğe nasıl dahil edebiliriz sorusuna kafa yorduk.


Yeni tekliniz ‘Çok Gizli’ hayırlı olsun. Yeni şarkı için neler söylemek istersiniz? Ati: Parçanın sözlerini 2018 yılında Patara’da kamp yaptığım bir gece yazdım. Şarkı, şehirde yaşamanın getirdiği fazlalık duygusundan kaynaklanan varoluşsal problemler, bu esnada kendimize ve öteki insanlara karşı yabancılaşmamız, bu durumlardan çıkış yolu ararken hayatımızı aşkla anlamlandırma çabalarımızla ilgili. Bir aşk arayışı, şehir yaşamında rahatlık arayışı, kaçamak arayışı ve huzur arayışı gibi hepimizin tecrübe ettiği ortak hislere dayandığını söyleyebiliriz ama genel olarak soyut bir ‘arayış’la ilgili olduğunu söylemek daha doğru olacak sanırım. Ozan: Demo aşamasındayken çok daha naif, ufak yükselişlere sahip bir parçayken acaba bu parçayı nasıl daha çekici bir hale getirebiliriz sorusuyla ilerledik ve son haline geldi. Durukan: Ati’nin söz yazarlığına hayran olduğum bir parça. Aksak ilerleyen, alışık olmadığım bir ritim yapısı oluşturduk, zor olsa da altından kalkmayı başardık. Çok Gizli’nin video klibini anlatır mısınız? Ozan: Klibin yönetmenliğini Adil Burak Aydın üstlendi. Klipteki konsept ve tema-

ların yaratım sürecinde ise Yağmur Akın Karagöz’le birlikte çalıştık. Klip, bir önceki soruda bahsettiğimiz fikir ve duyguları, gerçeküstü bir görsel dil kullanarak yansıtıyor. Ati: Klibin David Lynch filmlerinin imgelenmelerine yakın durduğu noktalar var. Duygusal olarak en çıplak olduğumuz durumları ve çeşitli yaşantılarımızı, gerçekliğin kırılmaya başladığı noktalar üzerinden anlatıyor. Durukan: Oldukça derin ve dolu bir klip oldu, spoiler yememek için özellikle hazırlık aşamasında çok az bilgi aldım :) Yaptığınız müziği ruh pop olarak tanımlıyorsunuz. Nedir sizce ruh pop? Ozan: Müziği ruh pop olarak tanımlamamızın iki sebebi var, ilki müziğin biçimi ve janrıyla ilgili. İlham aldığımız kaynakların büyük bir bölümünü 60’ların soul, jazz ve R&B sanatçıları oluşturuyor, bu ilhamın doğrudan bir etkisi olarak ruh pop tanımı yerini buluyor. İkinci sebep ise parçaların içeriği ile, işlediğimiz temaların geldiği yerle ilgili. Ati: Şarkı sözlerinde insanlığın iç dün-

41

yasına odaklanıyoruz. Yaşadıklarımız ve hikayelerimiz bir tarafta evet, ama bunların insanların duygu durumları ve hayata bakış açıları üzerindeki etkileri çok daha büyük bir yer kaplıyor. Anlattıklarımızı bu etkiler üzerinden kurarken duygusal olarak dışavurumcu bir tavrımız var, hayatta bir şeyler başımıza gelirken bir yandan da içimizde kapalı kalan görünmez noktaları keşfetmeye çalışıyoruz. Durukan: Aynı zamanda bir janrı Türkçe’ye uyarlayarak sahiplendik de diyebiliriz. ‘Pop’ kelimesinin etrafındaki negatif algıyla barışarak pozitif ve kalıcı hisler uyandırmak istiyoruz. Bundan sonrası için planlar neler? Ozan: Çok Gizli’nin ardından yayımlamaya hazırlandığımız iki single daha bulunuyor. Bununla birlikte yeni albüm çalışmalarını da hala sürdürüyoruz, bitirdiğimiz ve hala üzerinde çalıştığımız parçalar var elimizde. Albüm için 2021 yılını işaret edebiliriz. Durukan: Bütünlüklü, anlamlı, hikayesiyle tutarlı bir albüm ortaya çıkarmayı planlıyoruz. Herkes sağlıklı olsun, biz de sahnede olalım, dileklerimiz de bu yönde.


RÖPORTAJ

METTH, KARANTİNAYI YENİ DÜETLERLE GEÇİRDİ RedKeys Music’in başarılı ismi Metth, 2019 yılında çıkardığı METFLIX’e karantina döneminde 7 yeni şarkı ekleyerek albümün toplam şarkı sayısını 20’ye çıkardı. Sürpriz düetlerle yeniden gündeme gelen albümü Metth’ten dinledik. Gizem Ertürk

42


Öncelikle bize rap müzik ile tanışma hikayeni anlatır mısın? 8-9 yaşlarımda birlikte büyüdüğüm kuzenim sayesinde kendimi yabancı müzik havuzunun içine atabildim. Kuzenim ve diğer mahalle büyüklerinden aldığım kasetler ve sonraki dönemde CD’ler, pek çok müzik türünü içeriyordu. Rap müziğe ilgi duyduğumu hissettiğim ilk isimler Outkast, Busta Rhymes, Eminem, DMX ve 50 Cent olmuştu. Türkçe rap ile tanışmam ise Nefret’in İstanbul şarkısını radyoda duymam ile gerçekleşti. İzmir, Türkçe Rap müziğin başlangıcından beri dinamik kalmayı ve ilgi çekici olmayı başarmıştır. Çöktü Gece ve Dolunay şarkılarını ilk dinleyişlerimi hatırlıyorum mesela. Bu müziğin şehrimde de icra edilmesine ve şehrimin, insanları bu denli etkilemesine çok sevinmiştim. 2006 yılına geldiğimizde Çorap Records adı altında toplanmış ve bünyesinde pek çok farklı tarzda rapçi barından bir oluşumun en küçük üyesiydim. 13-14 yaşlarında birbirinden yetenekli isimlerin saatlerce rap müzik yapmasına tanık oluyordum. Tabii ki o zamana kadar üstünde yaşadığı herkesi etkileyen bu şehir, yaşam tarzı, kültürü, sevgi ve saygı dolu oluşuyla beni de etkileyip gördüğünüz kişi haline getirdi. Önümüzdeki yıllar için yaptığın müziğe dair öngörün ne? Senelerdir rap müzik için verilen çaba ortada. Bu çabanın ve üretkenliğin her şeye rağmen devam etmesi ve bu müziğe olan inanç, yavaş yavaş karşılığını almaya başladı. Unutmamak lazım ki bu daha başlangıç. Rap sanatçılarının hala sıradan bir sanatçı kadar saygı görmediği, bu müziğe gerek müzikal anlamda gerek etkinlik olarak yeteri kadar yatırım yapılmadığı da ortada. Zamanında büyüklerimin inandığı gibi ben de bu müziğin her geçen gün her anlamda daha da iyiye gideceğine inanıyorum. Ekibimle birlikte rap müziğe büyük katkılar sağladığımızı ve sağlamaya devam edeceğimizi düşünüyorum.

Müzikteki en büyük kariyer hedefin nedir? Ailenin bir parçası olduğum ekibim RedKeys Music’in uluslararası alanda köklü bir plak

şirketi haline geldiğini görmek istemek beni en çok motive eden şey. İlk demolarını Khontkar ile birlikte yaptın. Birbirinizden nasıl besleniyorsunuz? Khontkar’ın 2008’de home stüdyosunu kurması, birlikte geçirdiğimiz vaktin Çorap Records stüdyosuyla kısıtlı kalmayıp önce gün aşırı daha sonra gece gündüz birlikte vakit geçirmemizin zeminini hazırladı. Gerek çalışkanlığı ve araştırmacılığı gerekse yaptığı işe olan inancı bugüne dek müziği sevmeme, müzik yapan her insana saygı duymama vesile oldu. Özellikle 2008-2010 yılları arası duo olarak yaptığımız sayısız şarkı ikimizin de şimdiki müziğimizi etkilediğine inanıyorum. Ama seneler sonra Khontkar’ın açık ara önde olacağını gözlerine baktığımda rahatlıkla anlayabiliyordum.

GRKM, KÖK$VL, Bixi Blake ve Asena albüme deluxe versiyonla dahil olan isimlerden bazıları olmakla birlikte albümde Khontkar, Lil Zey, Ceg, Young Bego, Myndless Grimes, Fornicras, MAW ve Ege Çubukçu düetleri de bulunuyor. Bugüne kadarki sert rekabetlerin müziğin yapısından dolayı olduğu savunulsa da Türkiye’de bu müziği icra eden insanların büyük çoğunluğu hala taraf olmayı, haset ve düşmanlıkla yaşamayı seviyor. O kadar şanslıyım ki etrafım saygı ve sevgiyi eksik etmeyen, amacı sadece müzik yapmak olan insanlarla çevrili. Onların her biriyle çalışmak benim için onurdur. Bu soru bahanesiyle buradan albümde emeği geçen başta tüm prodüktörlere, daha sonra sanatçı dostlarıma ve müzik video ekibime defalarca teşekkürlerimi iletiyorum.

Albümde bolca düet var... Kaan Boşnak, Ceren İdil, Simülasyon,

Karantina dönemini nasıl geçirdin? Metflix Deluxe’ı tamamlamak adına mükemmel bir süreçti. Benim kadar dostlarımın da stüdyodaki işleri hızlıca tamamlamasını sağladı diyebilirim. Kendi albümümün yanında ekibimle bir senedir üzerinde çalıştığımız toplama albümümüz için de çok önemli yeni işler kaydettik, yarım işlerimizi tamamladık. Hastalıkla boğuştuğumuz ve moral aradığımız her anda kendimizi her zaman olduğu gibi yine müziğe vermeye çalıştık.

İlk mixtape albümü METTHTAPE’i 2011’de RedKeys Music çatısı altında yayınlayan Metth, 2015’te Khontkar’ın NOBODI albümünde yer aldıktan sonra, ‘Hakettiğimi Ver’ isimli çalışmasıyla dijital müzik dünyasına ‘merhaba’ dedi. 43

Yakın zamanda planladığın yeni projeler var mı? RedKeys Music toplama albümü RedKeyGang la Familia 2 bomba gibi geliyor. En az ilki kadar yenilikçi, Türkçe Rap tarihine damga vuracak bir albüm olacağına inanıyorum.


RÖPORTAJ

BU KEZ TERTEMİZ DELİRDİ Alternatif müziğin sevilen isimlerinden Nasıl Derler Bilirsin, yeni teklisi Tertemiz Delirdim’i dinleyiciyle buluşturdu. Vokalde Alper Altıntaş, gitarda Ergin Kandemir, klavyede Cevdet Berkay Yavuz, bas gitarda Naci Erdem Berkan ve davulda Cüneyt Cenkci’den oluşan ekip, dumanı tutan teklisini Postkolik’e anlattı.

44


Henüz sizinle tanışmamış okuyucularımız için kendinizi ve müziğinizi nasıl anlatırsınız? Nasıl Derler Bilirsin, 2014 yılında İstanbul’da kurulan bir müzik grubu. Her şeyden önce sevdiği ve yapmak istediği müziği yapan, bunu yaparken de dinleyicilerimizi hikayenin bir parçası olabilmesini amaçlayan bir müzik grubuyuz. Bizim için her şarkı yeni bir serüven ve her dinleyici yeni bir kahraman niteliği taşır. Umarız bu duyguya dinleyicilerimizi de ortak edebilmişizdir. Çünkü yaşadığımız sürece de daha birçok hikayeyi müziğimiz yoluyla paylaşmak isteyeceğiz. Yeni tekliniz Tertemiz Delirdim’in hikayesi nedir? Tertemiz Delirdim, kendisini evrenin dışında hisseden fakat bir evde kiracı olma gerçeğiyle varoluşsal sancılar çekerek hayatına devam eden bir astronotun hikayesini anlatıyor. Bizim için özel olan şarkılarımızdan birisi. Çünkü bir astronot da olsak; bir çiftçi, bir müzisyen veya gece gündüz iş arayan bir birey de olsak hayata karşı dertlerimiz hep aynı ve bu durumu “Tertemiz Delirdim” ile çok doğru ifade ettiğimizi düşünüyoruz. Bu hikayemizde de astronotumuz, dünya ve insanlarla olan derdini bir nebze de olsun halledebilmek için biraz enteresan denebilecek bir yol izliyor. Şarkının kayıt sürecinden bahseder misiniz, ne kadar sürdü, altında kimlerin imzası var? Tertemiz Delirdim, uzun denilebilecek bir

Sözü ve bestesi Alper Altıntaş, düzenlemesi ise Nasıl Derler Bilirsin imzası taşıyan ‘Tertemiz Delirdim’, bir çiftçi, bir müzisyen veya gece gündüz iş arayan bir birey de olsak, hayata karşı dertlerimizin hep aynı olduğunu hatırlatıyor. süreçte demlendi aslında. Bu süreçte şarkının üstünde özenle çalışabildiğimiz ve bir yandan diğer şarkılarımızın üzerinde de çalıştığımız uzun bir mesai yaptık. “Evet, artık kayıt yapmaya hazırız!” dediğimiz anda adresimiz yine FadeOut Studios oldu. Gerek kayıt öncesi gerek de kayıt esnasında her zaman olduğu gibi kolektif çalıştık ve eğlenceli zaman geçirdik diyebiliriz. Kerem Çakıroğlu’nun prodüksiyon ve mix-mastering noktasında harika bir iş çıkarmasıyla da çok keyif aldığımız bu süreci tamamlamış olduk. Tertemiz Delirdim’e çektiğiniz klipten söz eder misiniz? Klibin yönetmen koltuğunda Cenan Çelik var. Daha önce birçok işte beraber çalıştı-

ğımız için Cenan’la grubun bir yol arkadaşlığı oluştu. Bu yüzden klip çekimini oldukça planlı ve pratik bir şekilde tamamlayabildik. Grup olarak da çok keyif aldığımız bir iş ortaya çıktı. Klip, çektiğimiz diğer kliplerden de çok farklı bir atmosfere sahip aslında. Öfkesine yenik düşmek istemeyen bir astronot, çareyi hapsedilmekte buluyor ve akabinde o ortamda gerçekleşen birtakım olayları görüyoruz. Karantina döneminin ardından yeni normal bir döneme giriş yaptık. Sizin için nasıl geçti bu süreç? Pandemi ve karantina süreci herkeste olduğu gibi bizim için de zorlu bir süreçti. Üretmeyi ve ürettiklerimizi dinleyicilerimizle olabildiğince hızlı bir şekilde paylaşmayı seven bir grubuz. Fakat bu süreçte çok fazla bir araya gelemediğimiz için bir şeyler üretiyor dahi olsak onları düzenleyememek, kaydedememek bizim için çok zordu. Keza konserler vermeyi hayal ettiğimiz bu dönemde sahneden uzak kalmak ve dinleyicilerimizle bir arada olamamak da öyle. Umarız en kısa zamanda “yeni normal” dönemden “eski günler”e dönüş yapabiliriz ve korkusuzca sosyalleşebilip, müziğimizi evlerden dışarı çıkarabiliriz. Bundan sonrası için planlarınız neler? Yine teklilerle mi yola devam, yoksa yeni bir albüm gelecek mi? Bu konuda net bir cevap vermek güç ama albüm çalışmaları yaptığımız da bir gerçek. O yüzden yeni yaptığımız şarkıların yanı sıra, yıllar önce yaptığımız şarkılara da dönüp bir baktığımız bir dönemdeyiz. Hazır olduğumuz zaman bir albüm kaydetmeyi düşünüyoruz. Tabii bu süreç devam ederken yeni teklilerin de gelme ihtimali her zaman mevcut. Albüm olarak veya tekli olarak düzenli bir şekilde şarkılarımızı dinleyiciyle paylaşmaya devam edeceğiz. İşin özünde her ne şekilde olursa olsun üretmeyi ve paylaşmayı seviyoruz.

45


RÖPORTAJ

PARS AHNAS’TAN YENİ TEKLİ: LANET Underground rap camiasında adını her geçen gün daha fazla duyuran Pars Ahnas, yeni teklisi Lanet’i Garaj Müzik etiketiyle geçtiğimiz ay yayınlandı. 23 yaşındaki müzisyenle, yeni şarkısını ve müzikle ilgili planlarını konuştuk.

46


medyada ve dijital dünyada bir rekabet var doğru. Bu asla övünmek veya kendimi/-zi üste çıkartmak için söylediğim bir şey değil, ama Türkiye’deki birçok Rap sanatçısıyla rekabet alanımız ortak değil. Ben hep bu müziğin pis, sakil ve sokak tarafındaydım. Kaygılarımız da kavgalarımız da aynı değil. Dediğim gibi yıllardır benim için sorun olanları şarkı yapıp; dünyaya aynı pencereden baktığımız, aynı sorunlardan dert yandığımız insanlarla birlikte olmak harici hiçbir hedef koymuyorum kariyerime. En beğendiğin rap müzisyenleri kimler? Beğenmekten de öte fanatiği olduğum iki isim var, Gazapizm ve Çağrı Sinci. Bahsettiğim sanatçı duruşu, müzik tarzı ve dünya görüşlerine bir hayranlık beslememin yanı sıra gündelik hayatımda da ağabeyim olarak gördüğüm insanlar. Müziğiyle çok gurur duyduğum arkadaşlarım da var. Beni dinleyip seven herkesin aynı duyguyu Gabri, Set ve Mackberk gibi isimlerde de yaşayacağına inanıyorum. Şu an daha yakın temasta bulunduğum Reva Seyyale ve Doğu Tan da demo süreçlerini bitirince, özellikle Underground’da dikkat çekecek diye düşünüyorum. İşin prodüksiyon kısmında ise Can VS, Okan Çam ve Berkin Laleli muhteşem işlere imza atıyor son zamanlarda. Bize öncelikle kendinden bahseder misin? 23 yaşındayım, doğduğumdan beri İstanbul’dayım. Bu şehrin sosyo-kültürel çeşitliliğini çok yakından gözlemleyebildim. Ki bunun üzerine lisans eğitimimi de tamamlamak üzereyim. Müziğimin temellerini atmamda İstanbul’un payı çok büyük. Benim asıl ilgi odağım şiirdi, hastalık derecesinde Yusuf Hayaloğlu ve Ahmed Arif okurdum. Rap müzikten haz aldığımı fark edince, bu şiirsel yazıları ritmik bir hale dökmeyi denedim. O günden beri beni rahatsız eden her şey şarkılarımın teması. Ergenlik dönemlerinde daha duygu yüklü, aşka dönük söylemler yazarak başlayan bu süreç zamanla sokağa, topluma ve tümüyle dünyaya dönük bir eleştiri halini aldı. Sonuç olarak da bugün dinlediğiniz kalem ortaya çıkmış oldu.

Ülkemiz rap müzik sahnesi yoğun bir rekabet içinde. Genç bir rap müzisyeni olarak ulaşmaya çalıştığın nokta nedir? Hiçbir stream’in, sanatçı duruşundan daha pahalı olduğuna inanmıyorum. Önceliğim bir sanatçı duruşu sunabilmek. Bu konuda birçok müzisyenle kutuplaşıyoruz. Sosyal

Yeni şarkın Lanet’in hikayesi nedir? Aslında hiçbir şarkımın tek bir hikayesi yok. Gözlem ve deneyimlerimin bütünü olarak görüyorum hepsini. Lanet, benim için daha disstrack; daha protest bir tada sahip. Sound yalnız başınayken yaz şarkısı ya da eğlenceli bir içerik gibi hissettirse de az önce bahsettiğim “sıkıntılarımı yazma” durumu gerçekleşince farklı bir hal aldı. Lanet’i yazarken müziğe karşı umutsuz ve hayat şartlarının zorladığı bir dönemdeydim. Doğal olarak tüm anlatım bunun üzerine oldu. Şarkının üretim süreç nasıldı, kimlerle çalıştın? Yıllardır Studio Circus’la çalışıyorum. Rahat

hissederek müzik yapabilmem için, çalıştığım insanlarla aile bağına yakın ilişkilere sahip olmam gerekiyor. İlk kez birlikte çalıştığım ama uzun süredir takip edip yeteneğine inandığım bir kardeşim var Diyarbakır’da, ismi Acnatro. Acnatro, beati yollar yollamaz; bir saatten az sürede Lanet oluştu. Mix & Mastering işlemleri yine Özgür Öztürk’e ait. Çoğunlukla aranjörüm olan sevgili Can VS’nin de süslemeleriyle ortaya böyle bir şey çıkardık.

Bundan sonrası için planların neler, yeni teklilerle mi yola devam edeceksin, yoksa yolda yeni albüm mü var? Albüm yapmak benim gözümde evlat sahibi olmak gibi bir şey. Hayal ettiğim albüm, çok büyük bi’ manifesto niteliği taşırken aynı zamanda prodüksiyon açısından da kusursuz olmalı ki evladım gibi sahiplenebileyim. Bu maddi olarak kolay olmadığı gibi, büyük bir odaklanma ve ekip çalışması da gerektirdiği için gündemime alamıyorum şuan. O dönemece daha var diye düşünüyorum. Şimdilik seri üretimle tekli sunma taraftarıyım. Tekli süreci bittiğinde 3-4 aylık bir inzivaya çekilip albüme odaklanmak istiyorum. Müzik konusunda çok zor tatmin oluyorum, single projeyi finallememiz 2-3 ay sürüyor bazen. Albüm belki 30 yaşıma bile kalabilir :)

“Lanet, şehrin ve düzenin kaosuna karşı bir propaganda hissiyatı taşırken; bu kaosun karşısında kendin olabilmek ve direnmek üzerine mesajlar taşıyor.” 47


RÖPORTAJ

KAŞ CAZ FESTİVALİ’NDE NELER YAŞANACAK? Denizden esen rüzgârın notalara dönüştüğü Kaş Caz Festivali, bu yıl 28-30 Ağustos’ta Setur Marina ev sahipliğinde müzikseverlerle buluşuyor. Kaş’ın muhteşem doğası eşliğinde gerçekleşecek bu müzik şölenini Kaş Caz Festivali Direktörü Serdar Karatepe ile konuştuk. Gizem Ertürk

48


Kaş Caz Festivalini yapmaya nasıl karar verdiniz? Festival fikri uzun zaman öncelerine dayanıyor. Dönem dönem Kaş’ta yaşayan biri olarak, aynı zamanda birçok festival formatı ve müzik festivali içerisinde bulunmamızdan dolayı, burada bir Caz festivali yapmak hep var olan bir fikirdi. Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin müzik ve kültür zenginliği, dünya müziğine büyük ölçüde yön vermiştir. Bu da Kaş ve Kaş gibi kendi içinde ruhunu yaratmış yerleri diğerlerinden ayırıyor. Festival, Kaş’ı müzikle yaşamanın bir yoluydu. Genelde festivallerin ilk yılı doğal olarak soru işaretleriyle doludur. Geri dönüşlere bakıldığında İyi müziğin yanı sıra, harika bir gün batımının harika bir mekanla birleşmesi, festivali başka bir boyuta taşıdığını gösterdi. Festival programındaki müzikal çeşitlilik her geçen yıl giderek artıyor gibi görünüyor… Evet, geçen yıl olduğu gibi yalnızca isimler değil, türler arasında geçişler de esnek olacak. Bu yıl ilginç bir yıl, planların değiştiği sizin isteklerinizin değil yaşanan durumun kendi sistemini yarattığı ve sizin de uymak zorunda kaldığınız bir yıl oldu. Dolayısıyla program içeriği türler arası farklılık gösterebiliyor bu sene. Yurtdışından sanatçı davet edebilir miyizi çok düşündük, ancak pandemiden dolayı bu riski göze almadık. Fakat yine çok iyi bir festival programı çıkardığımızı düşünüyoruz. Pandemi festivali nasıl etkiledi? Dünya olarak üzüntülerin tedirginliklerin olduğu bir yıl içerisindeyiz ve hala ne olacağı kesin olarak bilinmemekle birlikte kontrollü olarak hayatı normalleşme sürecine geçirmeye çalışıyoruz. Festivaller, konserler ve kültür

aktiviteleri bu süreçlerden birkaçı. Ama “Önce sağlık”. Festivali bir tarihe kadar yapıp yapmama kararında pandemi sürecini gözlemledik. Festival tarihimiz tedirginliklerin daha az olduğu döneme denk geliyor, önlemler doğru alındığında ve sağlık koşulları yerine getirildiğinde festivalin yapılmaması için bir neden yok. İlk günlere bakarak daha olumlu bir döneme girilmesi ve festivalimizi pandemi önlemlerine göre planlayınca, yapma kararı aldık. Peki bu durumun festival katılımını olumsuz etkileyebilir mi? Bir süre pandemiyle yaşamaya alışmalıyız sanırım, hayat devam ediyor. Tedbirler alındığı sürece insanların artık normal hayatlarına dönmeye başladığı özlediği şeylere bir önce kavuşmak istediğini biliyoruz. Kaş Caz Festivali, bunların bir çoğunu aynı anda veriyor; deniz, gün batımı, sonrası yıldızlar ve bunlara eşlik eden iyi müzik. Şuana kadar bize gelen dönüşlerden ve ilgiden çok mutluyuz, bu insanların festivali beklediğini gösteriyor. Bu yılın sürprizleri neler olacak? Geçen seneye göre farklılık gösterecek ve heyecanlandıran bir konu MUME de (Mehmet Uluğ Müzik Evi) yapacağımız session ve farklı müzik gruplarının emprovizasyon çalışmaları olacak. Dinleyiciye açık olan bu müzik kıymeti, festivalin program dışında en etkileyici tarafı olacak.

49

Festivalin bu seneki kadrosunda kimler var? Caz müziğin büyüleyici kadın vokallerinden Birsen Tezer, geçtiğimiz yıl enerjisi ve muhteşem sahne performansıyla bizleri kendisine hayran bırakan Korhan Futacı, duru sesi ile müziğin derinliklerine indiğimiz Jülide Özçelik, müzik çevrelerinin dahi çocuk olarak adlandırdığı piyanist Aydın Esen ve Randy K. Esen, Can Kozlu, reggae türünün ülkemizdeki önde gelen temsilcilerinden Sattas, İstanbul sahnesinin yerinde duramayan elementi Kolektif İstanbul ve ayrıca Uç Uç, Social Inclusion Band, Esen-Dündar-Banar Trio bu yıl festival boyunca caz severlere unutulmaz anlar yaşatacak. Ayrıca Happy Hour, Jam Session, After Party ve daha birçok renkli etkinlik Kaş’ın muhteşem doğası eşliğinde Setur Marina’da gerçekleşecek olan Kaş Caz Festivali’nin programında müdavimlerini bekliyor olacak. Akdeniz çanağına çok yakışan caz müziği, ılık esintiler ve yıldızlar altında 28-29-30 Ağustos’ta misafirlerimize unutulmaz bir festival yaşatacağız.


OYUN

HER KURUŞUNA DEĞEN EN İYİ VR OYUNLARI VR (Virtual Reality) ya da Türkçe karşılığıyla sanal gerçeklik teknolojisi, oyun sektörünü bambaşka bir seviyeye getirmiş durumda. Gözünüze taktığınız özel gözlüklerle birçok popüler oyunu hiç görmediğimiz şekilde deneyimlediğimiz bu dünyanın en iyi oyunlarını sayfalarımıza taşıdık. Berker Öztuna

50


Half-Life: Alyx

HALF-LIFE: ALYX

Mart ayında piyasaya çıkan Half-Life: Alyx için şimdiye kadar VR’a çıkmış en başarılı ve en güzel oyunlardan biri diyebiliriz. Oynaması da izlemesi de bambaşka keyif veren Half-Life: Alyx ile Valve tekrar kendini zirveye taşımayı başardı. Adından da anlaşılacağı üzere, oyunda Half-Life Episode 1 ve 2’den tanıdığımız Alyx ile oynuyoruz. Half-Life: Alyx başladığı andan itibaren sizi Half-Life dünyasının tam ortasına atıyor ve atmosferdeki o iğrenç havayı neredeyse soluyacak kadar diplerine çekiyor. Oyundaki neredeyse her eşya/obje ile etkileşime geçebildiğimiz için Half-Life: Alyx, sadece oyun olmaktan çıkıp adeta gerçekliğe bürünüyor. Tabii ki yine en sevdiğimiz düşman tatlı headcrab’ler bu oyunda da var ama bu defa çok daha korkutucular. Özellikle her yere saklanabilmeleri, sizi pek çok kez yerinizden zıplatacak! Oyunun silah geliştirmeleri tamamen VR’a uygun şekilde yapılmış ve bu geliştirmeler işinizi çok kolaylaştırıyor. Valve’ın özel VR seti ile bütün parmaklarınızı bile teker teker hareket ettirebildiğiniz Half-Life: Alyx’in diğer kontrolleri de inanılmaz gerçekçi. Özellikle gravity gloves (yerçekimi eldivenleri) kullanmak aşırı zevkli. Uzaktan objeleri kendimize çekmeye yarayan bu eldivenler birçok bulmacada yardımınıza koşuyor.

oldukça esinlenmiş olan Boneworks, birçok açıdan Half-Life: Alyx ile yarışıyor. Oyunda karşılaşacağınız çoğu objenin ağırlıklarına göre fizik modellemesi oyuna aktarıldığı için bu objelerle etkileşimde bulunmak ve yeri geldiğinde bulmacalar çözmek oldukça eğlenceli. 2019’un Aralık ayında piyasaya sürülen Boneworks’te kayda değer ölçüde silahlı çatışma ve dövüş de bulunuyor. Oyunun akıcı bir senaryo ile bezenmiş olan campaign modu yaklaşık dokuz saatlik oyun süresine ve 13 bölüme sahip; ancak senaryoyla ilgilenmek istemezseniz bütün ara videolar tek bir tuşla geçilebiliyor. Campaign modu dışında her bakımdan serbest olduğunuz sandbox modu ve rekabet ağırlıklı arena modu da Boneworks’un diğer oyun seçenekleri arasında bulunuyor. VR’da gerçek bir aksiyon keyfi için Boneworks’u mutlaka deneyin. Boneworks

BONEWORKS

Tek kişilik bir şirketken, 2016’da aldığı yatırımla tüm kaderi değişen Stress Level Zero’nun ilk büyük bütçeli projesi Boneworks, VR’ın sınırlarını zorlayan başarılı bir aksiyon/macera oyunu. Half-Life 2’den

51

THE WALKING DEAD: SAINTS AND SINNERS

VR platformunda bir Walking Dead oyunu çıkmasaydı kesinlikle ayıp olurdu. Biraz Deus Ex, biraz da System Shock’ın verdiğiniz kararlarla oyunun gidişatını değiştirme özelliğini alın ve VR’a özel çok iyi bir fizik modellemesiyle birleştirin: Alın size heyecanlı ve sürükleyici bir Walking Dead oyunu! The Walking Dead: S&S’te sürekli diken üstünde hissedeceksiniz, çünkü oyunun gerilim ve şiddet dozu bir hayli yüksek. Zombiler ve diğer düşmanlarla çatışarak bir yandan hayatta kalma savaşı verirken diğer yandan etrafta bulduğunuz eşyalarla birbirinden ilginç bulmacaları çözmelisiniz. 2020’nin başında PC’ye, Mayıs ayında da PlayStation VR’a çıkan oyun, silah geliştirmeleri ve seçebileceğiniz hayatta kalma becerileri gibi ufak RPG öğelerinin de yardımıyla


OYUN The Walking Dead: S&S

diğer oyunlar gibi kendini tekrar ederek sizi oyundan soğutmayacak. Tüm mecralardaki incelemelerinden de epey yüksek puanlar alan The Walking Dead: S&S, VR’da oynayabileceğiniz yüreğinizi korkuyla hoplatacak yegane oyunlardan biri.

BEAT SABER

Guitar Hero’yu sevdiyseniz, Beat Saber’a bayılacaksınız. İlk kez VR’ı denemek isteyen birisi olduğunda ilk açılan oyunlardan birisi olan Beat Saber, oynaması kolay ama uzmanlaşılması zor olan oyunlardan biri. Oyunda, müziğin ritmine uygun olarak size doğru gelen renkli kutucukları elinizdeki iki adet ışın kılıcı ile kesmeye çalışıyoruz. Oynadığımız şarkıya göre değişen zorluk seviyesi, hızlı şarkılarda oyunun ne kadar zorlayıcı olduğunu gösteriyor. Beat Games’in oyunseverlere sunduğu şarkı paketleri de daimi yenileniyor. Green Day, Imagine Dragons ve Panic! at the Disco gibi sonradan eklenen şarkı paketleri oyunun oynanabilirliğini devam ettiriyor. Üstelik eğer oyunu Steam’den alırsanız modlara da ulaşabiliyorsunuz ve bu modlarda ışın kılıçlarının tonlarından, bedava şarkılara, meme’lere kadar birçok farklı içerik mevcut. Işın kılıçlarını alıp bir

Gorn

rave partisine katılan Jedi gibi hissetmek ve bunu yaparken üstüne kondisyon kazanmak istiyorsanız bu oyun kesinlikle size göre.

SUPERHOT VR

Şimdiye kadar sayısız oyunun bizleri sanki bir aksiyon filmi yıldızıymış gibi hissettirmeye çalışmasına şahit olduk. Havada uçan kurşunlardan son saniyede kaçarak birinci düşmanı iki kaşının ortasından vurup, kurşunu biten silahınızı ikinci düşmana atıp, yerde duran bıçağı üçüncü düşmanın göğsüne sapladığınızda kendinizi John Wick gibi hissetmemek elde değil. Yapımcı Superhot Team, bu hissi Superhot’ta gerçekçi bir şekilde sunmayı başarmış. Zamanın siz kıpırdayana ya da ateş edene kadar durduğu bir dünyada, kendinizi gerçekten bir süper kahraman gibi hissetmemeniz çok zor. En eski VR oyunlarından biri olan ve 2016 sonunda satışa çıkan Superhot VR, uçak içinde sıkışık koltukların arasından, dev alışveriş merkezlerine kadar birçok arena sunuyor. Ninja yıldızından, kokteyl bardağına kadar birbirinden farklı objeyi silah olarak kullanmanıza olanak tanıması her bölümü eşsizleştirirken, hayal gücünüzü de zorlamaya başlıyor. Bonus olarak kurşunlardan kaçmaya çalışırken sağlam bir egzersiz yapmış da oluyorsunuz. Beat Saber

GORN

İnsanoğlunun kadim Roma zamanlarındaki gladyatörlerin birbirlerini vahşice öldürmesi fikrine kötü baktığı günlerde yaşıyoruz. Ancak yerden aldığınız çivili gürzü, düşmanınızın kafasına geçirdiğinizde kafasının ezilip, gözlerinden birinin suratınıza uçmasına gülmemek elde değil. 2017 çıkışı Gorn, sizi gladyatör arenasının tam ortasına atıyor, ta ki ter ve kandan sırılsıklam kalıp yorgunluktan dizlerinizin üstüne çökene kadar... Free Lives ve 24 Bit Games Pty. Limited’in Gorn için çizgi film tarzı grafikleri seçmesi tam yerinde olmuş. Bu sayede etraf kan gölüne dönse dahi gülmeye ve savaş çığlıkları atmaya devam edebiliyorsunuz. Birbirinden ilginç ve komik bölüm sonu boss’ları, garip silahlar ile birleşince eğlence katbekat artıyor. Gorn, aynı zamanda inanılmaz bir egzersiz. Yürümek için bile kollarınızı koşarmış gibi sallamanız gerekiyor. Vücudunuzun her yerini oynatmak zorunda kaldığınız bu oyun sizi gerçekten terletiyor. Günde üç maç ile kilo vermeniz garanti! Sadece 1 ay sonunda arenadaki gladyatörler gibi kas yığını olacağınızdan eminiz. Superhot VR

52


ArizonaP-Valley Sunshine

ARIZONA SUNSHINE

Vertigo Games ve Jaywalkers Interactive tarafından geliştirilen ve 2016 sonunda satışa sunulan Arizona Sunshine, adından da anlaşıldığı gibi Arizona’da geçen bir zombi shooter oyunu. Oyunda, çöl manzarası eşliğinde yolunuza çıkan zombileri öldürerek kaçmaya çalışıyorsunuz. Klasik bir shooter olduğundan oyun biraz tek düze ilerlese dahi aksiyonun ardı arkası kesilmiyor. Kendinizi bazen açık arazide ilerlerken, bazen de madenlere sıkışmış kapkaranlık bir ortamda buluyorsunuz. Her köşeden gelen ölülerin hırıltıları karanlık ortamlarda epey bir gerilim yayıyor. VR ortamında, nereye doğru gitmeniz gerektiğini bilmeden, karanlıkta şaşkın ve hafif gerilmiş bir şekilde dikilirken, nereye gideceğinizi görmek için el fenerini kaldırınca suratınızın dibinde bir zombi görmek herkesin kaldırabileceği bir heyecan değil. VR kontrolleri kolay ve kısa sürede alışmanızı sağlıyor. Co-op survival modu arkadaşlarınız ile birlikte dalga dalga size akın eden zombileri vurup sağ kalmaya çalıştığınız, güzel bir detay olmuş. Dead Man ve The Damned adında iki adet ek pakete

sahip olan Arizona Sunshine, shooter sevenler için eğlenceli bir seçenek.

JOB SIMULATOR

Terminatör filminin devamı niteliğinde çıkan Job Simulator, 2050 yılında dünyaya robotların hükmettiği bir dünyada geçiyor. Aşırı ileri seviyede olan teknolojileri sayesinde robotlar artık uçan CRT monitör formlarını almışlar. Bir insan olarak ne yazık ki deney faresi gibi bir simulasyondan başka bir simulasyona atlayıp iş becerilerinizi gösteriyorsunuz. Oto tamircisi, gurme şef, ofis ya da minimarket çalışanı olarak robot efendilerinize hizmet ederek oyunda başarılı olabiliyorsunuz. Tabii robotlar insan işlerinden pek anlamadıkları için bütün oyun inanılmaz keyifli ve komik bir hale bürünüyor. Geliştiricisi Owlchemy Labs olan Job Simulator’ın keyfi bu inanılmaz sıkıcı olan, hiç kimsenin çalışmak istemediği iş ortamlarında yaramazlık yapmaya başladığınızda ortaya çıkıyor. Oyunu bitirdikten sonra “sonsuz mesai” bölümleri açılıyor. Mesaiye kalmaya karar verirseniz komik olan oyunu biraz daha komik yapmak için modlar sunmuşlar.

KEEP TALKING AND NOBODY EXPLODES

Zombiler, şeytanlar hepsi hikaye! Daha önce hiç sayfa çevirme sesinden korktunuz mu? Bir oda düşünün; içinde bir bomba ve sadece siz olun. Bomba imha kitapçığınızı da arkadaşlarınızın size okuduğunu hayal edin. Toplam iki dakikanız var ve geri sayım başlasın! Saniyelerin milisaniye gibi hızlıca ilerlediği, kalbinizin durmadan kan pompaladığı, adrenalin iğnesi saplanmış gibi hızlıca konuştuğunuz oyun ile panik modundan çıkamıyorsunuz! Tam tamına bir parti oyunu olan Keep Talking And Nobody Explodes, en az iki en çok istediğiniz kadar kişi ile oynanıyor. Bir kişi bombayı imha etmeye çalışırken diğerleri ise görmedikleri bombayı kitapçıktan bomba uzmanına anlatarak imha etmeye çalışıyorlar. Bombanın üstündeki seri numarasına göre üzerindeki bulmacalar değişiyor. Arkadaşlarınızın bulmacayı çözmek için sayfa çevirdiklerinde çıkan sesi duyduğunuzda gerilmeye başlıyorsunuz. Elinizde patlamaya hazır bir bomba ve arkada ne yapacağını bilmeyen ve kitapçıktan bulmaya çalışan insanlar. Steel Crate Games’in geliştirdiği Keep Talking And Nobody Explodes ne kadar basit bir oyun olsa da sizi kendine bağlamayı çok iyi başarıyor. Keep Talking And Nobody Explodes

Job Simulator

53


TEKNOLOJİ

AUDIOENGINE HD6 İLE TANIŞIN Günümüzde müziğin dijitalleşmesi ve kolay ulaşılabilirliğinden bahsettikçe, buna uygun ekipman ihtiyacı da aynı şekilde bir değişim geçiriyor. Bu noktada da bluetooth aktif hoparlörler hayatımızı kolaylaştırıyor. Aslına bakarsanız ‘Less is More’ mantığı, müzikte de kendini gösteriyor…

54


M

üzik dinleme alışkanlığınız nasıl bilmiyoruz. Geçmişte çoğu ses düşkünü, koca koca amfiler, belki pikaplar ve CD çalıcılar, pahalı bağlantı kabloları ve bilumum aksesuarlar almak durumunda kalıyordu. Peki ya bugün? Bugün de aslında bu tarz bir zincir kurmak hala tercih ediliyor. Fakat artık insanların müzik dinleme alışkanlıkları değiştikçe, kendileri için daha özgür bir ortam yaratmaya başlamaları da dikkat çekiyor. Bu noktada da devreye bluetooth üzerinden bağlantı yapılabilen aktif hoparlörler devreye giriyor.

SANİYELER İÇİNDE BAĞLANIN

Hepimizin evlere kapandığı, evlerden yeni yeni çıkmaya başladığı bu dönemde, evdeki

hayatınızı güzelleştirmeye koyulduğunuzu varsayıyoruz. Bu güzelleştirmenin en önemli basamaklarından biri de müzik… Şu anda müziği en yoğun şekilde dinleyiş şeklimiz, neredeyse tamamen online müzik servisleri üzerinden gerçekleşiyor. Hal böyle olunca akıllı telefonumuz ya da tabletimizi bağlayacağımız bir hoparlör şart. Yukarıdaki Hi-Fi ekipmanına yani entegre amfi hiç ihtiyaç duymayacağınız bir hoparlör olan AudioEngine HD6, aktif; yani kendi içerisinde barındırdığı dahili analog güç amplifikatörü ve 24 bitlik DAC (dijital sinyalleri analog sinyale dönüştüren çip) sayesinde, yüksek çözünürlüklü müzik için size olanak sağlıyor. Yapmanız gereken tek şey telefonunuzun bluetooth ayarlarından AudioEngine HD6’yı eşleştirmeniz olacak. aptX™ HD standardını kullanan bu hoparlörlerle en hızlı tarafından, saniyeler içinde müziğin en yüksek çözünürlüklü hali sunuluyor.

ANALOG BAĞLANTI

Tabii ki her şey yalnızca kablosuz ve bluetooth bağlantıyla sınırlı değil. AudioEngine HD6’nın arkasındaki standart girişler sayesinde pikap/CD çalar, bilgisayar ve optic girişi sayesinde televizyon bağlan-

55

tısına kadar her türlü kablolu bağlantı opsiyonları da bulunuyor. HD6’yla masaüstü hoparlörlerinden sıyrılıp, Hi-Fi alanına adım atan AudioEngine, bas, mid ve tiz seslerinde oldukça geniş bir detay imkanı sunuyor dinleyenlerine. Özellikle alt frekans dediğimiz bas seslerinde boyutlarının çok ötesinde bir işe imza atan HD6, sahne genişliğiyle de fark yaratan bir ses veriyor. Yine değinilmesi gereken bir diğer nokta, bu ürün, her ne kadar evlerimizde kullanacağımız bir near field (yakın alan) hoparlörü olsa da, ofislerde de tercih edilebilirliğiyle de öne çıkıyor. Tasarım anlamında da yarattığı retro-modern dizaynıyla HD6, ofisler için de tek başına bir sistem kurulumu için doğru bir karar gibi duruyor.

DEMOSUNU GİDİP DİNLEYİN

Peki birçok bluetooth hoparlörün aksine 30 metreye kadar çekim gücü sağlayan BT çipli HD6 güzelliğine ulaşmak ne kadar?. Aslında tabii ki burada maddiyat ve öncelikler devreye giriyor. Hi-Fi alanı, takipçilerinin de tahmin edebileceği üzere ucuz bir hobi değil. AudioEngine’in Türkiye distribütörü Bircom’un ülkemize getirdiği AudioEngine HD6 aktif bluetooth’lu hoparlörleri, hifilife.com üzerinden 7 bin 300 TL gibi bir fiyattan alabilir ya da hifilife’ın Kanyon veya Coliseum Acarkent mağazalarına gidip hoparlörlerin demosunu kendi kulaklarınızla dinleyebilirsiniz.


Sezon02Bölüm04

GİDEROS’TAN KÜRE’YE Kastamonu Eylül 19

ONLINE ALIŞVERİŞ WWW.SPX.COM.TR

BİZİ TAKİP EDİN /sportpointextreme

/sportpointextreme


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.