Postkolik Sayı: 93

Page 1

#93 Ekim 2020

/postkolik www.postkolik.com

YENİ SEZONUN DİKKAT ÇEKEN

32 ANİMESİ

DİZİ

ARKEOLOJİ

FİLM

OYUN

Bu ay komediden polisiyeye, bilim kurgudan korkuya pek çok yeni proje ekranlara merhaba diyor. Tamamına yetişmeniz tabii ki imkansız; ancak Postkolik sizler için 13 tanesini seçti bile.

Zeytin ağaçları içindeki Nysa Antik Kenti, ziyaretçilerini 2000 yıllık tarihi yolculuğa çıkarıyor. Roma ve Bizans Dönemi mimarisinin etkisi altında kalmış Nyka radarınızda olsun.

Büyük acılara sebep olan savaşlar, sinema dünyasının en fazla değindiği konulardan biri oldu. Merak edenler için biyografik savaş filmlerinin en iyi 10 örneğini merceğimiz altına aldık.

Top peşinde koşmayı, sevgilinizin telefonunu hack’lemeyi ya da uzayda savaş uçağı kullanıp yıldızlara farklı açılardan bakmayı iple çekenler için bu üç önemli oyunla karşınızdayız.


Maximum Mobil’den QR ile ödemelerde

ücretsiz kargo!


İÇİNDEKİLER

08 ARKEOLOJİ Zeytin ağaçları içindeki Nysa Antik Kenti, ziyaretçilerini 2000 yıllık tarihi yolculuğa çıkarıyor. Roma ve Bizans Dönemi mimarisinin etkisi altında kalmış Nyka radarınızda olsun.

24

KAPAK

10

Ekim ayıyla birlikte anime dünyasında yeni sezon da geldi. Program öylesine dolu ki gökten adeta anime yağıyor desek abartmış olmayız. Sıfır kilometre 32 anime diziyi sizler inceledik.

36

FİLM Büyük acılara sebep olan savaşlar, sinema dünyasının en fazla değindiği konulardan biri oldu. Merak edenler için biyografik savaş filmlerinin en iyi 10 örneğini merceğimiz altına aldık.

38

50

DİZİ

RÖPORTAJ

OYUN

Bu ay komediden polisiyeye, bilim kurgudan korkuya pek çok yeni proje ekranlara merhaba diyor. Tamamına yetişmeniz tabii ki imkansız; ancak Postkolik sizler için 13 tanesini seçti bile.

Popüler online müzik platformu Deezer, Türkiye pazarındaki ağırlığını her geçen gün arttırıyor. Biz de bu vesileyle Deezer Müzik Editörü Savaş Biner’e merak ettiklerimizi yönelttik.

Top peşinde koşmayı, sevgilinizin telefonunu hack’lemeyi ya da uzayda savaş uçağı kullanıp yıldızlara farklı açılardan bakmayı iple çekenler için bu üç önemli oyunla karşınızdayız.

Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan

Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com

Katkıda Bulunanlar Elif Öztuna, Enis Hazan, Berker Öztuna, Gizem Ertürk, Büşra Bayer

Görsel Yönetmen Emre Öztınaz

Fotoğraf Sinan Bayar

Reklam Emrah Gürkan 0532 437 26 38 emrah@postkolik.com Web Reklam duygu@postkolik.com Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com


POST OFFICE

PLAYSTATION 5, 19 KASIM’DA SATIŞTA S

ony Interactive Entertainment (SIE), merakla beklenen yeni nesil video oyun sistemi PlayStation 5’in çıkış tarihini ve fiyatlarını duyurdu. PS5, 12 Kasım’da öncelikle yedi önemli pazarda piyasaya çıkacak: Amerika, Kanada, Meksika, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore. 19 Kasım’da ise Avrupa, Orta Doğu, Güney Amerika, Asya ve Güney Afrika bölgelerinde satışta olacak. PS5 Dijital Sürüm Amerika’da 400 Dolar, Avrupa’da ise 400 Euro tavsiye edilen satış fiyatıyla, Ultra HD Blu-ray disk okuyucuya sahip PS5 ise Amerika’da 500 Dolar ve Avrupa’da 500 Euro fiyatla piyasaya çıkacak. Her iki PS5 modeli de yüksek doğruluğa sahip 4K görüntüler sunabilen, özel üretim entegre CPU ve GPU mimarisini ve ayrıca entegre edilmiş I/O teknolojisine sahip aynı ultra-yüksek hızlı SSD ile yıldırım

hızında yükleme sürelerini sunuyor. Her iki PS5 modeli ayrıca DualSense kablosuz kontrol cihazı ve 3D ses teknolojisiyle olağanüstü kapsama hissi sunuyor, böylece oyuncular hangi PS5’i seçerse seçsin aynı oyun deneyimini yaşayabiliyor. Bu arada

SIE, yaptığını açıklama ile PS5’in genişleyen oyun kütüphanesine Devil May Cry 5 Special Edition, Final Fantasy XVI, Five Nights at Freddy’s Security Breach, Hogwarts Legacy ve yeni bir God of War oyununun eklendiğini de duyurdu.

BİR POLAROID GÜZELLİĞİ P

olaroid, The Mandalorian’ın 30 Ekim’de başlayacak ikinci sezonunun şerefine, Lucasfilm ile iş birliğine giderek fotoğrafta gördüğümüz bu şık fotoğraf makinesini piyasaya çıkardı. Bu özel sürüm kamera, Polaroid Now modelinin metalik kasası üzerine mat gri ve siyah tonların hakim olduğu Mandalorian Beskar çelik zırhından esinlenen dokunuşlar eklenerek tasarlanmış. Bu yıl çıkan Polaroid Now kamerada otomatik odaklama lensi, otomatik zamanlayıcı, dinamik flaş ve çift pozlama özellikleri bulunuyor. Bu şık kamera; sekiz adet sınırlı sayıda renkli fotoğraf çerçeve tasarımı, üzerinde diziden karakterler ve semboller yer alan sepya, mor veya parlak yeşil tonlu 12 çerçeve tasarımı ve koleksiyonluk 8 koyu slayttan oluşan özel bir MandalorianT i-Type Renkli Film de içeriyor. Polaroid Now i-Type Instant Camera 120 dolar, film paketleriyse 18 dolar fiyat üzerinden satışa sunuldu. Fotoğraf çekmekten hoşlanan The Mandalorian hayranlarının bu ürüne ilgi göstereceği muhakkak.

AMAZON PRIME RESMEN TÜRKİYE’DE

A

mazon’un dijital yayıncılık servisi Amazon Prime Video, geçtiğimiz ay resmi olarak Türkiye’de faaliyetlerine başladı. Aslında daha önce de Amazon Prime’a herhangi bir VPN servisine dahi ihtiyaç duymadan üye olabiliyorduk. Ancak bu durumda ücretlendirme dolar kuru üzerinden yapılıyordu. Şimdi ise 30 günlük deneme süresinin ardından üyelik ücreti aylık 7,90 TL oldu. Netflix ya da BluTV gibi servislerde 20 TL’den aşağı bir üyelik bulmanın mümkün olamadığını düşünce, Amazon Prime’ın son derece rekabetçi bir fiyatla pazara girdiğini söyleyebiliriz. Amazon Prime’da dünyanın en prestijli televizyon ödülü sayılan Emmy gibi çok sayıda ödül kazanan orijinal yapımlar bulunuyor. Amazon’un orijinal yapımlarından öne çıkanları arasında The Boys, The Marvelous Mrs. Maisel, The Expanse, Goliath, Carnival Row, Bosch, Homecoming, Tales from the Loop, Undon, Fleabag, The Man in the High Castle ve Mozart in the Jungle gibi diziler var.

4


POKEMON KAYKAYLARI KAPIŞ KAPIŞ B

u yılın başlarında The Pokemon Company ve kaykay üreticisi Bear Walker, Pokemon Center X Bear Walker koleksiyonunun ilk serisini satışa sunmuştu. Bu güzel işbirliğinin ilk serisinde Charizard, Gengar, Gyarados, Mewtwo ve Pikachu figürlerine sahip, sınırlı sayıda üretilmiş beş farklı kaykay modeli yer alıyordu. Bear Walker’ın açıklamasına göre, her bir tasarımdan sadece 150 adet kaykay üretilmiş ve kaykaylar Pokemon Center web sitesinde satışa sunulduktan sonra “50

saat içinde” tükenmişti. Bu yoğun ilginin ardından Pokemon Center X Bear Walker koleksiyonunun ikinci serisi de 22 Eylül’de piyasaya sürüldü. Yeni seride Toxtricity, Rayquaza, Umbreon, Togepi ve Mew’den

esinlenerek tasarlanmış beş adet yeni ve sınırlı sayıda üretilmiş kaykay yer alıyor. Yeni çıkan kaykaylar da tıpkı ilk serideki kaykaylar gibi 250 dolarlık bir fiyat üzerinden satışa sunuldu.

#MESAFELİAMABİRLİKTE DİYEREK KAPILARINI AÇTI Z

orlu PSM, yeni sezonunda yeni normale uygun hale getirdiği mekanları ve aldığı önlemlerle, sanatseverlerle altı ay sonra yeniden buluşmaya başladı. Zorlu PSM’nin aldığı detaylı önlemler arasında; Zorlu PSM içinde ve gösteri salonlarındaki klima santrallerinde % 100 taze hava ile çalışan, virüs ve bakterilere karşı korunmada en etkili yöntem olarak öne çıkan UVC (Ultraviyole) teknolojisi kullanılmaya başlanması, PSM Amfi’de gerçekleşen etkinlikler için Hayat Eve Sığar uygulaması üzerinden HES kodu sorgulaması yapılarak misafir girişi yapılacak olması ve Zorlu PSM’nin tüm alanlarında fiziki mesafe kuralına (1.5m) uyulması için alınan önlem ve yönlendirmeler dikkat çekiyor. Günlük rutin temizlik süreçlerinin dışında, düzenli olarak profesyonel ekiplerin desteğiyle dezenfekte de edilen Zorlu PSM, yakın zamanda hayata geçirdiği dijital bilet uygulaması ile de sanatseverleri etkinliklerle buluşturmak için gereken bütün kolaylıkları sağlamayı sürdürüyor. Zorlu PSM’nin Ekim ayı programını www.zorlupsm.com adresi üzerinden öğrenebilirsiniz.

MARIO KART GERÇEK DÜNYADA S uper Mario Kart karakterini hiç gerçek, elle tutulabilir bir ortamda oynamak istemiş miydiniz? Super Mario serisinin yan ürünü olan Super Mario Kart oyunları, 1992’de piyasaya çıkışlarından bu yana yüzbinlerce oyuncuyu büyülese de hayranlar oyun serilerindeki en popüler kahramanların yalnızca 3D (ve 2D) görüntüleriyle yetinmek zorunda kaldı ve daima daha fazlası arzulandı. Fakat Nintendo’nun Mario Kart Live: Home Circuit’ı sayesinde sonunda gerçek dünyada parkura çıkılabilinecek. Mario Kart Live: Home Circuit, Mario Kart eğlencesini gerçek ve sanal dünya ile birleştiriyor. Mario Kart Live Home Circuit sistemi, Nintendo Switch konsoluyla eşleşerek oyun kartlarından birini gerçek zamanlı olarak kontrol edebilmenize olanak tanıyor. Her kit, evin herhangi bir alanında favori parkurlarınızı oluşturabilmeniz için bir araç, geçiş noktası kapıları ve bariyerler içeriyor. Her şey tamamlandığında, artırılmış gerçeklik ortamları yardımıyla bu parkurlarda yarışabilecek, ormanlar, karlı yollar ve pek çok şehir parkurunun kapılarını aralayabileceksiniz. Kartın yerleşik kamerası sayesinde, gerçek hayattaki manevralar oyuna yansıtılacak ve arkadaşlarınıza Custom Race veya Grand Prix’de meydan okuma imkanınız olabilecek. 100 dolarlık set, 16 Ekim’den itibaren Nintendo’nun web sitesinde satışa sunulacak.

5


POST OFFICE

LEGO’DAN BİR MUHTEŞEM STAR WARS SETİ DAHA L EGO, Star Wars hayranlarının kalbini tam 12’den vuracak yepyeni Star Wars setini görücüye çıkardı. 3 bin 187 parçadan oluşan devasa Mos Eisley Cantina LEGO seti, 1977 tarihli Star Wars: A New Hope filminde Luke’un Han ile ilk kez buluştuğu ikonik mekanı yeniden yaratıyor. Bu göz alıcı set, 1 Ekim’de 350 dolarlık etiket fiyatıyla satışa çıktı. Mos Eisley Cantina LEGO seti, başka

hiçbir yerde bulamayacağınız yedi yepyeni karakterin dahil olduğu 21 mini figürden oluşan bir galaksi içeriyor. Üstelik bu figürlerden üçü eşsiz ögelere sahip. Ponda Baba, Dr. Evazan, Garindan, Kardue’Sai’Malloc, Cantina grubunun üç üyesi, Jawa, Sandtroopers, bir Dewback ve daha fazlasının benzersiz mini figürleriyle, Cantina ve ötesinde sayısız Star Wars macerası canlandırmaya yetecek

kadar karakter bulunuyor. 21 benzersiz mini figürüyle 3 bin 187 parçadan oluşan LEGO Mos Eisley Cantina, şu ana kadarki en detaylı minyatür versiyon olma özelliği taşıyor. LEGO seti, Tattooine’deki ünlü sahneyi yeniden canlandırmak için bir Landspeeder, bir Dewback ve birkaç Nem Buharlaştırıcı gibi ihtiyacınız olan her şeyi size sunabilmek adına filmdeki pek çok önemli unsuru içeriyor.

İLK ÇİZGİ FİLM OKULUNDAN ONLİNE ÇİZGİ FİLM EĞİTİMİ S abancı Vakfı Fark Yaratanlar Programı’nın 11. sezonunda Fark Yaratan seçilen Fatih Küçük tarafından kurulan Türkiye’nin ilk bağımsız çizgi film okulu The Cartoon Mill (Çizgi Film Değirmeni) Ekim 2020 - Haziran 2021 tarihleri arasında düzenlediği ve dünyanın çeşitli ülkelerinden animasyon sanatçılarının da yer alacağı online “Çizgi Film Enstitüsü” ile katılımcılara, çizgi film alanında araştırma, üretme ve meslek edinme becerileri eğitimi verecek. Antalya’nın Kaş ilçesinde Fatih Küçük tarafından kurulan The Cartoon Mill’in gerçekleştireceği Çizgi Film Enstitüsü’nün eğitimleri-

USTA PİDECİ PAKET SERVİSE BAŞLADI P ide severleri TAB Gıda güvencesi altında birbirinden lezzetli pidelerle buluşturan Usta Pideci paket servise başladı. TAB Gıda’nın çeyrek asırlık tecrübesi ile Türkiye’nin En Büyük Döner Restoran Zinciri Usta Dönerci’den sonra kendi yarattığı ikinci markası olan Usta Pideci, özenle hazırlanmış leziz pide çeşitlerini lezzet severler ile buluşturmaya devam ediyor. Birbirinden doyurucu menüleri ve ekonomik

fiyatlarıyla dikkat çeken Usta Pideci, Eylül ayı itibarıyla Yemek Sepeti, Tıkla Gelsin® ve Ara Gelsin’in online ve mobil kanallarından sipariş almaya başladı. Pide severler, Usta Pideci’nin birbirinden lezzetli pide çeşitlerine, ilk etapta İstanbul, İzmir, Çanakkale, Nevşehir, Trabzon, Aydın, Gaziantep, Isparta, Kocaeli,

6

nin ilki 26 Eylül tarihinde başladı. 7 ülkeden 16 farklı eğitmenin yer aldığı online eğitimler, bir akademik eğitim yılı boyunca yapılacak 360 saatlik bir ders programını kapsıyor. İngilizce ve Türkçe olarak gerçekleştirilecek eğitimlerin eğitimci kadrosu arasında Hindistan, İngiltere, Polonya, Tayvan gibi ülkelerden başarılı animasyon sanatçıları bulunuyor. Her hafta cumartesi ve pazar günlerinde gerçekleştirilecek online eğitimlerde; çizgi film tarihi ve analizi, stop motion animasyon, 2D animasyon, karakter tasarımı, hamurdan karakter tasarımı ve geri plan çizimi eğitimleri bulunuyor.

Malatya ve Sakarya’da paket servis ile de ulaşabilecek.



ARKEOLOJİ

NYSA ANTİK KENTİ YENİ KEŞİFLERLE PARLIYOR Aydın’ın Sultanhisar ilçesinde dağ eteğine konumlanmış binlerce yıllık zeytin ağaçları içindeki Nysa Antik Kenti, ziyaretçilerini 2000 yıllık tarihi yolculuğa çıkarıyor. Roma ve Bizans Dönemi mimarisinin etkisi altında kalmış bu eğitim ve kültür kenti kesinlikle radarınızda olmalı! disliğinin en etkileyici örneklerinden biri olarak öne çıktığını görebiliyoruz. Karya bölgesinin en zengin kentlerinden

birisi olarak bilinen Nysa’nın Antik Çağ’da Anadolu’nun en önemli kültür kentleri arasında baş sırada yer almasında bilimsel ve edebi

Fotoğraflar: Tamer Alp

A

ydın Dağı’nın (Messogis) eteğinde, hızla akan nehrin böldüğü iki yaka üzerine kurulu Nysa Antik Kenti’nde her bir taşın, bin yaşını aşmış anıt ağaçların tarihi fısıltıları arasında ilerliyoruz. 2013 yılında keşfedilen Sütunlu Cadde’deki yazıtlar, mitolojiden alıntılara yer verilen podyum frizleri, Roma dönemine ait mermer büstler, heykeller ve kabartmalı stillerin her biri bizi antik dünyanın heyecan verici hikâyelerine götürüyor. M.Ö. 3’üncü yüzyıla tarihlenen Nysa dişi bir kent olarak anılıyor. Kazı başkanlığını 2012’den bu yana T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi adına sürdüren Doç. Dr. Serdar Hakan Öztaner’in “kraliçe” olarak tanımladığı antik kent, I. Antiokhos Soter tarafından eşini onurlandırmak adına kurulmuş. Özellikle Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altındayken eğitim ve kültürel alanda önemli bir noktaya ulaşan Nysa’nın, aynı zamanda dönemin mimari, şehir planlaması ve mühen-

8


gelişmelere ışık tutan yapıların payı büyük. Genç erkeklerin düşünsel ve bedensel yönden eğitildiği gymnasium, Anadolu’nun en iyi korunan örneklerinden biri olan kütüphane, tiyatro ve stadion kentin gelişmiş kültürünün en güçlü göstergesi. Coğrafyacıların atası sayılan gezgin tarihçi ve filozof Strabon’un da Nysa’da eğitim görmüş olması kentin taşıdığı “eğitimin merkezi” ünvanını ispatlar nitelikte.

1800 YILLIK ÇEŞME

İş Bankası’nın 2019’dan bu yana kazı çalışmalarına destek verdiği Nysa’da ortaya çıkan yeni bulgular, Anadolu topraklarının kültürel mirasının gün yüzüne çıkarılmasına olanak sağlıyor. Bu değerli çalışmaların arkasında arkeolog, sanat tarihçisi, numismat, epigraf, mimar, konservatör, restoratör, antropolog, arkeometrist, jeofizik

uzmanlarından ve öğrencilerden oluşan bir ekibin yıllara yayılan emeğinin katkısı çok. Bugüne kadar tiyatroda, gymnasionda, agorada, Yaşlılar Meclisi’nde, kütüphanede, forumda, çarşı bazilikasında ve cadde-sokak sisteminde kazıların yapıldığı Nysa’da, gözler kentin ana caddesi olan Sütunlu Cadde’de bulunan anıtsal çeşmede. Kazı başkanı Doç. Dr. Serdar Hakan Öztaner, “Sütunlu Cadde ile meclis ve agora arasından gelen caddenin kavşak noktasındaki kazı çalışmalarında bu yaz anıtsal bir çeşme yapısı tespit ettik. Yaklaşık 14 metre ön cephe genişliği olan ve havuz derinliği 2,5 metreye ulaşan, Roma döneminde insanların serinlediği ve kentin süs unsuru olarak görülen anıtsal çeşme M.S. 2. yüzyıla tarihlendiriliyor. Araştırmalarımıza devam ediyoruz. Kazı çalışmaları sonucunda anıtsal çeşmenin geneline dair önemli bilgilere ulaşabileceğiz.” diyor.

Kentte yürütülen faaliyetler kapsamında Sütunlu Cadde kazılarının yanı sıra belgeleme, koruma, onarım, restorasyon çalışmaları gerçekleştiriliyor. Bununla beraber tiyatro sahne binasının birinci katı ayağa kaldırılıyor. Zeytin ağaçlarının gölgesinde dinlenebileceğiniz Nysa’nın, aynı zamanda engelli dostu parkurlarıyla kentin önemli yapılarına erişim imkânı sağladığını hatırlatmak isteriz.

DIONYSOS’UN KENTİ NYSA

Nysa mitolojik hikâyelerle de örülü bir kent. Yunan mitolojisine göre Hermes, Dionysos’u büyütmesi için Nysa Dağı’nın perilerine emanet eder. Nysalılar’ın inşa ettikleri tiyatronun sahne binasının podyum frizlerinde de Dionysos’un bu hikâyesine yer verilir. Bu sebeple Nysa, “Dionysos’un kenti” olarak da bilinir. Bu alandaki podyum frizlerinde, kentin içinde yer aldığı Menderes Nehri ve Aydın Dağı’ndan (Messogis) tasvirler ve Pluton ile Kore’nin evliliği de yer alır. Bir nevi dönemin resimli fotoromanları diyebiliriz.

MÜZEYİ MUTLAKA GEZİN

Nysa Antik Kenti’ni ziyaret ettikten sonra mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri de Aydın Arkeoloji Müzesi olmalı. Antik kente ayrılmış özel bir salonda sergilenen eserler arasında kazılarda bulunan Roma dönemine ait büstler, başlar, Nysa Tiyatrosu sahne binasına ait heykeller ve kabartmalı steller yer alıyor. Müze, Nysa dışında Aydın il sınırları içerisinde yer alan Tralleis, Magnesia, Alinda, Alabanda, Amyzon, Piginda, Harpasa, Myus, Pygela, Orthosia ve Mastaura gibi antik kentlerden gelen çeşitli dönemlere ait taş eserlere de ev sahipliği yapıyor.

9


Love Live! Nijigasaki High School Idol Club

KAPAK KONUSU

YENİ SEZONUN DİKKAT ÇEKEN 32 ANİMESİ Ekim ayının gelişiyle birlikte anime dünyasında yeni sezon başladı. Program öylesine dolu ki gökten adeta anime yağıyor desek abartmış olmayız. Ekim ayında ilk defa izleyiciyle buluşacak olan 32 anime diziyi sizler için bir araya getirip inceledik. Berker Öztuna 10


Assault Lily Bouquet Yakın bir gelecekte, dünyanın sonunu getirecek olan ve “Huge” diye adlandırılan mistik canavarlar ortaya çıkar. Tüm dünya Huge’ye karşı birleşir ve savaşmaya başlar. İnsanoğlu, bu yaratıkları öldürebilmek için ise CHARM (Counter Huge Arms) adında, büyü ile bilimin birleşiminden oluşan bir silahı geliştirmeyi başarır. Yapılan araştırmalarda CHARM’ın genç kızlar tarafından kullanıldığında daha efektif olduğu ortaya çıkar ve bu silahı kullanan kişilere “Lilies” adı verilir. Bunun üzerine Lilies’ler, askeri birer akademi olan “Gardens” adı verilen üslerde eğitim görmeye, insanları korumak ve bilgi vermek amaçlı hizmet etmeye başlarlar. Ana karakter olan Riri Hitotsuyanagi de Tokyo’daki Yurigaoka Kız Koleji’nde arkadaşları ile yeni bir yıla ve Huge ile savaşmak için eğitimine başlamıştır. Assault Lily Bouquet adlı işte bu anime, Riri ve yakın arkadaşının dünyayı korumak için Lilies’e katılmasını anlatıyor. Shaft stüdyoları tarafın-

dan 1 Ekim’de Japon televizyon kanallarında ve Amazon Prime’da yayınlanacak olan Assault Lily Bouquet’in yönetmeni ise Shouji Saeki. Liseli kızların boylarından büyük silahları ile canavarlara karşı savaşması ilginizi çekiyorsa, Assault Lily Bouquet tam aradığınız dizi.

HIGURASHI: WHEN THEY CRY (NEW)

Transfer öğrenci olan Maebara Keiichi, 1983’ün sıcak yaz günlerinden birinde, huzur dolu kırsal kesimlerde olan Hinamizawa’nın bir köyüne yerleşir. Burada sınıf arkadaşları Rena, Mion, Rika ve Satako ile tanışır ve sıkı dost olurlar. Keiichi ve arkadaşları, masaüstü oyunlardan saklambaça kadar çeşit çeşit oyunlar oynamayı seven bir ekibe dönüşür. Keiichi, tam bu basit kırsal yaşama alışmaya başlamışken, Hinamizawa’nın karanlık geçmişine dair sırları öğrenmeye başlar. Keiichi, bu gizemin içine doğru battıkça arkadaşlarının aslında kendilerini gösterdikleri gibi olmadıklarını zor yoldan öğrenir. Higurashi: When They Cry (New), aslında 2006 yılında Studio DEEN tarafından yaratılan Higurashi no Naku Koro ni’nin 2020 uyarlaması ve bir alternatif versiyonu. Yeni proje Passione stüdyoları tarafından yapılmış ve yeni karakter dizaynları içeriyor. Yönetmen koltuğunda Keiichiro Kawaguchi’nin oturduğu ve 1 Ekim’de yeni haliyle izleyici karşısına çıkacak olan anime, eski versiyonuna göre konu ve hikaye ilerleyişi açısından pek farklılık göstermeyecek. Susmak bilmeyen ağustos böceklerinin şarkıları eşliğinde bizi koltuklarımızda germeye devam edecek olan Higurashi: When They Cry (New) gerilim/korku tarzı anime severleri fazlasıyla sevindirecek.

FLY ME TO THE MOON

Higurashi: When They Cry (New)

Japonca “Yıldızlı Gökyüzü” manasına gelen, ancak Nasa olarak telaffuz edilen garip bir isme sahip olan kahramanımız, çocukluğu boyunca bu ismi nedeniyle dalga geçilmiş bir genç olarak karşımıza çıkıyor. Lise giriş sınavlarına

11

hazırlanan Nasa, günün birinde gece geç bir saatte evine giderken yolun karşısında Tsukasa adında bir kız görür. Genç kızın büyüleyici şirinliğine kapılan Nasa, ilk görüşte aşık olmuştur. Kendini kaptırmış karşıya geçerken tehlikeli bir şekilde gelen otomobili görmez ve kaza geçirir. Tsukasa’nın yardımıyla ölümün eşiğinden dönen Nasa, bir daha bu kızı görememenin verdiği korku ile karışık duygular içerisinde, cesaretini toplar ve aşkını daha yeni tanıştığı bu güzel kıza itiraf eder. Tsukasa, tek bir şart ile teklifini kabul eder: Evlilik. Memnun bir şekilde şartı kabul eden Nasa, yaralarından dolayı bayılır. Ancak uyandığında yeni aşkını hiçbir yerde bulamaz. İyileşmesinin ardından bütün hayatını aşkını bulmak için uğraşan Nasa’nın eli boş kalır. Yıllar sonra çalan kapısını açtığında karşısında bir sürpriz ile karşılaşır; karısı tam karşısındadır. Seven Arcs stüdyolarından Hiroshi Ikehata’nın yönettiği Fly Me to the Moon, diğer adıyla Tonikaku Kawaii, 2 Ekim’de romantik anime severlere ilaç gibi gelecek.

Fly Me to the Moon

ASSAULT LILY BOUQUET


KAPAK KONUSU HYPNOSIS MIC: DIVISION RAP BATTLE: RHYME ANIMA

Üçüncü Dünya Savaşı’nın ardından dünya nüfusunun üçte biri ölmüştür. Bildiğimiz dünya artık sona ermiş ve yerini kadınların domine ettiği bir anaerkil düzen gelmiştir. Silah üreticiliği ve kullanımı tamamen yasaklanmıştır. Bu yeni çağda kavgalar bilindik silahlar ile değil, insanların ruhuna saldıran “Hypnosis Mic” denilen özel mikrofonlar ile yapılmaktadır. Bu mikrofona söylenen şarkı sözleri insanların sinir sistemine saldırıp, bulundukları ruh halini değiştirmektedir. Efsanevi Dirty Dawg adındaki Rap grubu parçalanıp dört çeteye bölünmüş ve her çete Tokyo’nun bir bölümünü sahiplenmiştir. Tokyo çeteleri sınırlarını korumak ve galip gelmek için artık rap atışmaları yapmaktadır. 2 Ekim’de yayımlanmaya başlayacak olan Hypnosis Mic: Division Rap Battle: Rhyme Anima, müzik severleri kendine ışığa uçuşan kelebekler gibi çekeceği kesin. Japonya, ne kadar kültürel olarak katı bir toplum olsa da ülkede yaşayan siyahi Japonların kültürünü, kendi kültürleri gibi benimsemeye başladılar. A-1 Pictures stüdyoları, yönetmen Katsumi Ono’nun yardımı ile bu kültür füzyonunu daha da sevdirmek ve müzik sevenleri eğlendirmek için elinden geleni yapmayı hedeflediğini söylüyor.

I’M STANDING ON A MILLION LIVES

Dokuzuncu sınıf öğrencisi Yusuke’nin gelecek için hiçbir arzusu ya da amacı yoktur. Tek istediği eve gidip bilgisayar oyunları oynamaktır. Yusuke, normal gibi gözüken günlerden birinde sınıftaki görevlerini yerine getirdikten sonra eve gitme hazırlıklarına başlar ama kendisini bir anda fantezi dünyasında bulur. Üstelik bu fantezi dünyasına adım atan sadece Yusuke de değildir; sınıf arkadaşları Shindo ve Hakozaki de kendilerini bu dünyada bulmuşlardır. Shindo, okulun en popüler kızı olmakla birlikte, yeni kariyeri olan modellikte ilk çıkışını yapmıştır. Hakozaki ise utangaç ve kırılgan bir kızdır.

Hypnosis Mic: Division Rap Battle: Rhyme Anima

Fantazi dünyasına ayak basmalarının ardından onları karşılayan Game Mast, gençlere sekiz turdan oluşan bir oyunun içinde olduklarını ve verilen görevleri yerine getirmeleri gerektiğini, yoksa öleceklerini anlatır. Partiden bir kişi ölürse onu diriltebileceklerini ancak hepsi ölür ise gerçek hayatta da öleceklerini öğrenirler. Kurallar anlatıldıktan sonra Yusuke mesleğini seçmek için çarkı çevirir ve çiftçi olur. Hakozaki bir savaşçı, Shindo ise büyücü olur. Kumiko Habara’nın yönetmenliğini yaptığı, Maho Film stüdyolarından çıkan I’m Standing on a Million Lives (100-Man no Inochi no Ue ni Ore wa Tatteiru) 3 Ekim’de yayın hayatına başlıyor.

JUJUTSU KAISEN

İblislerin hüküm sürdüğü ve habersiz insanların üstünden beslendikleri bir dünyada, efsane olmuş ve korkulan bir iblis olan Ryoumen Sukuna’nın parçaları her yere saçılmış ve kaybolmuştur. Eğer herhangi bir iblis Sukuna’nın vücut parçalarını yer ise, bütün dünyayı yok etmeye yetecek bir güç elde edecektir. Mistik bir okulda eğitim gören Jujutsu büyücülerinin tek amacı, ölümlü insanların kırılgan varo-

I’m Standing on a Million Lives

luşlarını yaşayan ölülerden korumaktır. Lise öğrencisi Yuuji Itadori, günlerini yatalak olan dedesine bakarak geçirir. Normal bir genç gibi gözükse de, fiziksel gücü onu diğer insanlardan ayırır. Okulundaki her spor klubü İtadori’yi takımlarında görmek için yarışır. Ancak İtadori, okul tarafından dışlanmış olan Doğaüstü Güçler Klübü ile takılmaktadır. Bir gün Doğaüstü Güçler Klübü mühürlenmiş lanetli bir obje bulur. Başlarına gelecekler konusunda bihaber olan kulüp üyeleri mühürü kırdıklarında neyi serbest bıraktıklarını bilmezler. Yönetmenliğini Seong Ho Park’ın yaptığı, MAPPA stüdyolarından çıkan, aksiyon, korku, doğaüstü olaylar ve şeytanları sevenler için biçilmiş kaftan olan Jujutsu Kaisen’in yayın tarihi 3 Ekim.

KING’S RAID: HEIRS OF THE WILL

Işığın Tanrıçası Lua tarafından dünyanın yarısından çoğunu kapsayan bir kıta olan Orvis’te insanlar ve diğer ırklar yaşamaktadır. Bu fantastik hikaye, Orvelia Krallığı’nda geçmektedir. Orvelia doğumlu Kral Kyle, Kutsal Kılıç Aea sayesinde 100 yıl önce İblis Lord Angmund’un başlattığı istilada büyük rol oynamıştır. Kyle, King’s Raid: Heirs of the Will

12


her ırktan yandaşları ile İblis Lord’a karşı savaşmış, savaşın sonunda Angmund’u yenmiş, ancak o son savaştan sonra kayıplara karışmıştır. Savaştan 100 yıl geçmiş, barış zamanı gelmiş ve herkes huzura kavuşmuştur. Şövalye Kasel, dertsiz tasasız bir hayat sürmektedir. Fakat kulağına gelen haberler hiç iyi değildir. Civarda iblisler yeniden görünmeye ve Kasel’in kaderi değişmeye başlar. Bilge bir adam tarafından yönlendirilen Kasel, kendine güvenebileceği arkadaşlar bulur. Etrafta yeniden peydahlanan iblisleri yok etme gücü olan Kutsal Kılıç Aea’yı arama görevine başlar. King’s Raid: Heirs of the Will diğer adıyla King’s Raid: Ishi o Tsugu Monotachi, OLM ve Sunrise Beyond stüdyolarının ortak ürünü. Makoto Hoshino yönetmenliğinde izleyeceğimiz aksiyon, macera, büyü ve fantezi dolu bu anime, 3 Ekim’de izleyicilerine istedikleri heyecanı vereceğe benziyor.

RAIL ROMANESQUE

Japonya’nın kurgusal bir versiyonu olan Hinomoto’da uzun zamanlar boyunca demiryolları, taşımacılık sektöründe en önemli rolü oynamıştır. Her lokomotife atanmış Raillord adıyla anılan insansı kontrol modülleri, tren makinistlerine yardımcı olmaktadır. Ancak gittikçe popülerliği artan, daha güvenilir ve elverişli bir ulaşım aracı olan aerocraft denilen hava araçları ortaya çıkınca, birçok demiryolu çürümeye yüz tutar. Sousetsu, bir tren kazasında bütün ailesini kaybettikten sonra Ohitoyo şehrinde bir bira fabrikasına sahibi olan Migita hanesi tarafından evlat edinilmiştir. Memleketine dönen Soutetsu, yakınlarda kurulacak olan aerocraft fabrikasının şehrindeki su kirliliğini arttıracağını düşünür ve şehrini kurtarmak için kolları sıvar. Yanlışlıkla Hachiroku adında bir Raillord’u uyandırır ve Raillord onu sahibi olarak görmeye başlar. Başka nedenlerden dolayı ona yardım etmeye karar verir ve kayıp lokomotifi aramaya başlar. 3 Ekim’de yayın hayatına “merhaba” diyecek olan Rail Romanesque’in yönetmenliğini Hisayoshi Hirasawa yapıyor. Saetta stüdyolarından çıkan Rail Romanesque’i bilim kurgu animelerini sevenlere tavsiye ediyoruz.

Wandering Witch: The Journey of Elaina

WANDERING WITCH: THE JOURNEY OF ELAINA

2 Ekim’de yayımlanmaya başlayacak olan Wandering Witch: The Journey of Elaina, adından da anlaşıldığı gibi gezgin bir cadıyı anlatıyor. Light novel olarak ortalığı kasıp kavuran -diğer adıyla Majo no Tabitabi’nin- yönetmen koltuğunda Toshiyuki Kubooka var. C2C stüdyolarından çıkan animenin belli bir konusu olduğu söylenemez. Elania adında bir cadı dünyayı gezme kararı alır ve yollara koyulur. Gezisi boyunca birbirinden enteresan insanlarla tanışır. Maceraları onu, herkesin cadı olduğu bir ülkeden tutun, kendi kaslarına aşık olan bir deve, kahvaltıda ekmek mi pilav mı yenir tartışmaları yaşanan bir şehre, insan yiyen bir çiçeğe kadar farklı şeylerle tanıştırır. Her ne kadar yabancı olsa da Elania, her karşılaştığı kişilik ile kaynaşmaya ve küçük hikayelerinde bir rol almaya başlar. Elania’nın dünyası bu şekilde gitgide büyür. Bir cadı olmasına rağmen fazla büyü kullanmayan Elania, kendi köyünde bir dahi olarak anılır ve herkesten iyi olduğu için dışlanmaya başlar. Belki de bu yüzden pek fazla büyü kullanmak istemeyen Elania’nın birbirinden ilginç maceralarını izlemek için sabırsızlanıyoruz.

Rail Romanesque

13

WITH A DOG AND A CAT, EVERY DAY IS FUN Hidekichi Matsumoto’nun kaleminden çıkan “With a Dog AND a Cat, Every Day is Fun”, mangadan uyarlanan bir anime. Manga ustasının Twitter’dan çizimlerini paylaşması ile başlayan macerası, 2 Ekim’de anime olarak karşımıza çıkıyor. Team Till Dawn stüdyoları animeyi yönetmesi için Seiji Kishi ile anlaşmış. Orijinal adı Inu to Neko Docchimo Katteru to Mainichi Tanoshii olan manga, yazar Hidekichi Matsumoto’nun gerçek hayat tecrübelerinden esinlenerek ortaya çıkmış. Anime, bizlere bir köpek ve kedi ile yaşamanın ne demek olduğunu komik bir biçimde anlatmaya çalışacak. Sahibesinin sevgisi için çok çabalayan inanılmaz sevimli bir köpek ve korkunç suratlı ama sevimli bir kedi ile birlikte yaşamak her gün başka bir eğlence demek. İster kedi sever bir insan olun, ister tercihinizi köpekten yana kullanın ya da her ikisini birden seçin... Bu anime, kedi ya da köpek arasında seçim yapamayıp her ikisini birden sahiplenen insanlar için... Gülmek ve eğlenceli zaman geçirmeyi seviyorsanız With a Dog AND a Cat, Every Day is Fun tam olarak adını yansıtan bir görsel şölen olacak. With a Dog AND a Cat, Every Day is Fun


KAPAK KONUSU DRAGON QUEST: THE ADVENTURE OF DAI

İblis lordu Hadlar’ın yenilmesiyle onun kötü iradesinden etkilenen bütün canavarların üzerindeki hakimiyeti kalkar ve özgür kalmış canavarlar Delmurin adındaki adaya barış içinde yaşamak için göç ederler. Adada yaşayan tek insan Dai’dir. Kibar bir canavar olan Brass tarafından yetiştirilen Dai’nin hayali büyüyünce bir kahraman olmaktır. Hadlar dirilip tekrar saldırıya geçtiğinde Dai’nin rüyası gerçek olur ve bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Eski kahraman olan Avan, Dai’yi savaş için eğitmeye başlar. Ama Hadlar artık daha güçlü bir iblis lorduna itaat ettiğini ve Avan’ı öldüreceğini açıklar. Öğrencilerini kurtarmak için “Kendini Kurban Etme” büyüsü ile saldırsa da Hadlar’ı yenmeyi başaramaz. Tam Dai ve Avan’ın diğer öğrencisi Pop işlerinin bittiklerini düşündükleri anda, Dai’nin aldında bir işaret belirmeye başlar ve aniden süper güçlere kavuşup Hadlar’ı kovmayı başarır. İki öğrenci, öğretmenleri Avan’ın intikamını almak ve dünyaya barışı geri getirmek için yolculuklarına başlarlar. Yönetmeni Kazuya Karasawa olan ve ünlü Toei Animation stüdyolarının son animesi Dragon Quest: The Adventure of Dai, 3 Ekim’de ekranlarımızın başına bizleri kilitleyecek gibi duruyor.

IWA-KAKERU! SPORT CLIMBING GIRLS

Liseli bir genç kız olan Konomi Kasahara, rekabetli puzzle oyunları turnuvalarını sayısız kazanarak ismine ün katmıştır. Hanamiya Kızlar Lisesi’nde okuyan Kasahara’nın okuldaki spor kulüplerinden biri dikkatini oldukça çeker; tırmanma spor kulübü. Konomi, tırmanma duvarını gördüğü an hayatı değişmeye başladığını hisseder ve hemen okulun tırmanma kulübüne üye olur. Puzzle oyunlarındaki başarısına sebep olan kıvrak

zekasını ve özel yeteneklerini kullanarak tırmanmaya ve bu spora inanılmaz bir ilgi duymaya başlar. Iwa-Kakeru! Sport Climbing Girls yönetmenliğini Tetsurō Amino’nun yaptığı Blade stüdyolarından çıkan, adından anlaşıldığı gibi bir spor animesi. İlk bölümünün 3 Ekim’de yayımlanacak dizi, spor ve rekabet içeren anime severlerin ilgisini şimdiden çekmişe benziyor. Japonya’da son yıllarda büyük ilgi gören kaya tırmanışı sporu her yaştan insanı bir araya toplamayı başardı. Yeni yükselen bu sporu daha da geliştirmek için Japonya’nın her yerinde tırmanma duvarlarının olduğu spor salonları açılmaya başlandı bile. Bu kadar ilgi çeken bir sporun animesinin de başarılı olacağını tahmin ediyoruz.

LOVE LIVE! NIJIGASAKI HIGH SCHOOL IDOL CLUB

Yönetmenliğini Tomoyuki Kawamura’nun yaptığı Love Live! Nijigasaki High School Idol Club, 3 Ekim’de başlayacak. Sunrise stüdyolarının yayımladığı animenin hikayesi Japonya Tokyo’nun sahil kesimlerinde insan eliyle yapılmış yapay bir ada olan Odaiba’daki geniş bir binaya sahip Nijigasaki Lisesi’nde geçiyor. Nijigasaki Lisesi’nde okuyan iki öğrenci, Yu Takasaki ve Ayumu Uehara, okulun efsanevi idolü Setsuna Yuki’nin performansını izledikten sonra, okullarındaki idollere karşı aşırı bir sevgi beslemeye başlarlar. Yu, okulun idolleri desteklemek için hayal kurmaya başlar ve Nijigasaki Lisesi’nin Idol Okul Klübü’ne üye olur. Ancak Öğrenci Konseyi Başkanı Nana Nakagawa’nın Idol Okul Klübü’nü kapatacağını duyurduğu zaman bütün dünyası yıkılır. Yepyeni bir Idol Okul Klübü kurma çalışmaları başlamıştır bile. Ancak bu düşündüğü kadar kolay olmayacaktır. Azim, kararlılık, arkadaşlık bağları ve yürek isteyen bu görevi yerine getirip kendi kurdukları gökkuşağı dolu gerçekliklerini hayata geçirebilecekler mi, hep beraber göreceğiz. Dragon Quest: The Adventure of Dai

Iwa-Kakeru! Sport Climbing Girls

14

Warlords of Sigrdrifa

WARLORDS OF SIGRDRIFA

A-1 Pictures stüdyolarından yeni bir inci.... Eğer savaş uçaklarını seviyor ve gökyüzünde süzülen uçakların it dalaşlarını izlemekten hoşlanıyorsanız, Warlords of Sigrdrifa tam size göre bir anime. Hikayesini kısaca özetleyelim: Bir anda dünyanın etrafında Sütunlar belirir ve bütün hayatı tehdit eder. Kendine Odin diyen bir tanrı, insanlığın yardımına koşar ancak büyük bir yenilginin eşiğine gelir. Fakat Odin, Sütunlar’a karşı bir taarruza geçerek insanoğluna son bir miras bırakır. Bunlar, Odin’in savaşçı bakireleri Walküres ve kanatları olacak olan “herocraft” denen uçaklardır. Birkaç yıl sonra Sütunlar ve İnsanoğlu arasındaki savaş tüm kızgınlığı ile devam ederken, insanların yardımı ile Walküres sonsuz gökyüzünde adeta birer kartal gibi süzülüp dünyayı korur. Kutsal Fuji Dağı’nın üstünde süzülen Sütun ile savaşan üç Walküres de birbirinden yeteneklidir; ancak her birinin sorunları vardır. Derken Avrupa’dan yeteneklerine kimsenin yetişemediği bir pilot Japonya’ya gelir. Şimdi insanoğlunun savaşma vakti gelmiştir! 3 Ekim’de ilk bölümü yayımlanacak olan Japonca adıyla Senyoku no Sigrdrifa’nın yönetmenliğini Hirotaka Tokuda üstleniyor.

YASHAHIME: PRINCESS HALF-DEMON

Rumiko Takahashi’nin unutulmaz serisi Inuyasha’nın yepyeni spin-off animesi, sezonun dikkat çeken yapımlarından biri. Bu yapımda; Sesshoumaru ve Inuyasha’nın kızları zamanın ötesinde bir yolculuğa çıkıyorlar. Feodal Japonya’da zamanında, Yarı-İblis ikizler Towa ve Setsuna, bir orman yangınında ayrı düşerler. Towa, çaresizce küçük kardeşini ararken mistik bir tünelin içine girer ve kendini günümüz Japonya’sında bulur. Kagome Higurashi’nın kardeşi Souta Towa’yı bulur ve ailesi ile birlikte bakımını üstlenir. 10 yıl sonra iki çağı birbirine bağlayan zaman tüneli tekrar açılır ve Towa kardeşini bulmak için içeri girer. Setsuna’yı bulan Towa, kardeşinin artık Kohaku adına çalışan bir Demon Slayer olduğunu öğrenir. Towa’yı büyük bir şoka uğratan şey ise, kardeşi Setsuna’nın onu hiç hatırlamamasıdır. Inuyasha ve Kagome’nin kızları Moroha ikizlere


Maesetsu!

Yashahime: Princess Half-Demon

katılır ve bu üç genç güzel kız iki çağ arasında zaman yolculuğu yaparak kayıp geçmişlerini bulmak için maceraya atılırlar. Yönetmenliğini Teruo Sato’nun yaptığı ve 3 Ekim’de ilk bölümü ekrana gelecek olan; aksiyon, macera, komedi, doğaüstü güçler, şeytanlar, iblisler, büyü ve fantazinin iç içe olduğu Yashahime: Princess Half-Demon, Sunrise stüdyolarınından çıkan eğlenceli bir anime.

BY THE GRACE OF THE GODS

Kami-tachi ni Hirowareta Otoko, diğer adıyla By the Grace of the Gods fantezi dünyasında geçen bir anime. Yönetmen koltuğunda Takeyuki Yanase’yi gördüğümüz anime, Maho Film stüdyolarından çıkıyor. 4 Ekim’de gösterime girecek olan animenin hikayesi, ana kahramanın ölümden sonraki hayatını anlatıyor. Yalnız bir hayat süren 39 yaşındaki Ryouma Takebayashi, garip bir kaza sonucunda uykusunda ölür. Öteki dünyada üç tanrı tarafından karşılanır ve yaşamı boyunca kibar ve iyi bir insan olduğu için ödüllendirilir. Ödülü ise büyü ile bezenmiş bir dünyada, sekiz yaşında bir çocuk olarak reenkarne olmaktır. Ryouma’nın tek amacı ise bu dünyada kendisi gibi olmak ve mutlu yaşamaktır. Tanrılar, Ryouma’ya fiziksel gücünü artıran ve elementleri kontrol etmesine olanak sağlayan bir güç bahşedeler ve hep onu izleyip koruyacaklarını söylerler. Ryouma’nın bir çocuk olarak büyüleyici yeni hayatı başlamıştır. İlginç bir konusu olan By the Grace of the Gods, herkesin aklına arada

sırada gelen “Ah bu aklımla şu yaşta olsaydım neler olurdu, neler” düşüncesine farklı bir bakış kazandıracak gibi duruyor.

MAESETSU!

4 Ekim’de başlayacak Maesetsu!, Fubuki Kitakaze, Mafuyu Kogarashi, Rin Araya ve Nayuta Asougi adlarındaki dört kızın hikayesini anlatıyor. Sabah akşam part-time işlere koşan ama aynı zamanda komedyen olma hayallerini gerçekleştirmeye çalışan, 19 yaşlarındaki bu dört genç kızın hikayesi oldukça eğlenceli geçecek. Mutlu olmak için, herkesi mutlu edip güldürmeyi seçen bu dörtlünün her daim şansı yaver gitmiyor. İlk amaçları Namba Grand Kagetsu’nun sahnesinde düzenlenen “Owarai Kai no Budoukan” adındaki bir etkinliğe katılmak iken işler değişiyor. Tanıdık bir yerden başlama kararı alan dörtlü, Tokyo’nun en ünlü semtlerinden biri Shibuya’da Yoshimoto Mugendai Hall’a giderler. Diğer yanda ise Mafuyu’nun kardeşi Manatsu ve Kanae ve iki arkadaşları daha komedyen olma yolunda ilerlerler. Studio Gokumi ve AXsiZ stüdyolarının ortak çalışmasını Yuu Nobuta yönetiyor. Çıkış tarihi Temmuz olarak planlanmış olan anime, pandemi yüzünden Ekim ayına kadar ertelenmişti. İkili gruplara ayrılmış sekiz kadın komedyenin günlük mücadelelerini komik bir dille bizlere anlatmaya çalışan Maesetsu!, seinen türünde anime severleri 4 Ekim’de ekran başına kilitleyecek gibi görünüyor.

By the Grace of the Gods

Talentless Nana

15

TALENTLESS NANA

Dünya, yakın bir gelecekte “İnsanlığın Düşmanları” olarak adlandırılacak olan canavarların saldırısına uğramıştır. Fakat canavarların belirmesi ile süper güçlere sahip olan gençler ortaya çıkmaya başlar. Süper güçleri olan gençler, aniden ortaya çıkan bu canavar tehdidi ile baş edebilmek için gözlerden uzak bir adaya gönderilir ve özel bir okulda eğitimleri başlar. Gerçek hayatın kurallarını yok sayan bu gençlere “Yetenekliler” adı verilir. Ancak Yetenekliler’in arasında hiçbir süper gücü olmamasına rağmen eğitim gören bir kişi daha bulunmaktadır: Nana Hiiragi. Öğrencilerin bihaber oldukları şey ise, İnsanlığın Düşmanları’nın gerçek amaçları ve Nana’nın neden okula kaydolduğudur. Talentless Nana’da İnsanlığın Düşmanları karşısında sadece manipülasyon yeteneği ve kıvrak zekasıyla duran Nana’nın hikayesini izleyeceğiz. İçinde drama ögeleri de bulunan psikolojik bir gerilim olan Talentless Nana, Japonca adıyla Munō na Nana, shounen katagorisinde bir anime ve neredeyse bütün animeler gibi bir manga adaptasyonu. Bridge stüdyolarının yayımladığı Shinji Ishihira’nın yönettiği Talentless Nana’yı 4 Ekim’de Crunchyroll’dan izleyebilirsiniz.


Sleepy Princess in the Demon Castle

KAPAK KONUSU

Ikebukuro West Gate Park

SLEEPY PRINCESS IN THE DEMON CASTLE

Doga Kobo stüdyolarının son animesi olan Sleepy Princess in the Demon Castle, fantastik ögeler içeren ve büyü dolu bir dünyada geçen bir shounen komedisi. Çıkış tarihi 5 Ekim olan animeyi Mitsue Yamazaki yönetiyor. Orijinal adı Maōjō de Oyasumi olan Sleepy Princess in the Demon Castle’ın hikayesi ise uyumayı çok seven bir prensesi anlatıyor. Çok uzun zaman önce, insanlar ve şeytanlar bir arada yaşadığı zamanlar, bir iblis lordu bir insan prensesini kaçırıp onu şatosuna hapseder. Prenses Syalis’in tek düşündüğü şey uyuyabileceği güzel bir yer bulmaktır. Başını koyabileceği pofuduk bir yastık ve üstünü örteceği yumuşacık bir yorgan... Onu kurtaracak beyaz atlı prensin gelmesini beklerken uyumaktan başka ne seçenek olabilir ki? Ancak bu lanetli şatoda uyumanın ayrı bir dert olduğunu hızlıca kavrayan Prenses Syalis, alternatif çözümlere başvurur. Büyülü bir kalkan olan Rüzgarın Kalkanı’ndan hava yatağı, yarasa kanatlı oyuncak ayı görünümünde olan şeytancıklardan yastık yapan prenses acaba uykusuzluk sorununu çözebilecek mi hep beraber göreceğiz.

tanınan Makoto, çeteye katılmasa dahi G-Boys için önemli bir rol oynamaktadır. Makoto, G-Boys çetesi için öyle bir konuma gelir ki en gergin durumları, dövüşe gerek kalmadan, büyük bir profesyonellikle yatıştırır. Ancak G-Boys’un düşman çetelerinden biri Makoto’nun kız arkadaşının ölümüne sebebiyet verince Makoto yeminini bozar. Özellikle Makoto’nun kız arkadaşının ölümü ile alevlenen hikayede dramın dozu zaman zaman bir hayli artıyor. Aslında Temmuz ayında yayımlanması hedeflenen ancak pandemi nedeniyle ertelenen Ikebukuro West Gate Park’ın ilk bölümü 6 Ekim’de yayımlanacak.

NOBLESSE

Vampir animelerini sevenler için yepyeni bir macera geliyor. 820 yıllık uykusundan uyanan Cadis Etrama Di Raizel’in hikayesini izleyeceğimiz Noblesse’in yapımcılığını Production I.G stüdyoları üstleniyor. Shunsuke Tada (Chief) ve Yasutaka Yamamoto’nun birlikte yönettikleri anime, 6 Ekim’de yayımlanacak. Raizel, saf soylu bir vampir olduğu için kendisine Noblesse ünvanı verilir. Noblesse’nin görevlerinden biri de diğer soyluları korumaktır. Hizmetkarı

IKEBUKURO WEST GATE PARK

Japon genç yazar kuşağının ünlü ismi Ira Ishida’nın roman uyarlaması olarak oldukça popüler olan Ikebukuro West Gate Park, 2000 yılından bu yana TV dizisi olarak devam ediyor. Bu popülariteyi fırsat bilen yapımcılar, serinin animesini hazırlamak için epeydir çalışıyorlar. Ikebukuro West Gate Park, 21 yaşındaki Makoto isimli genç bir delikanlının, oturduğu tekinsiz semtteki G-Boys çetesi ve diğer düşman çetelerle olan zorluklarla dolu ilişkisini anlatıyor. G-Boys çetesinin lideri King’in yakın arkadaşı olan Makoto, King’in ısrarlarına rağmen çeteye katılmak istemez. Soğukkanlılığı ve iş bitiriciliğiyle

Noblesse

16

Frankenstein, efendisi Raizel’i korumak için, onu müdürü olduğu Ye-Ran Lisesi’ne kaydını yaptırır. Raizel, sınıf arkadaşları sayesinde günlük insanların basit ve sıradan rutinlerini öğrenir. Ancak Union adında, kolları dünyanın her yerine uzanan ve amacı dünyayı yönetmek olan çok güçlü gizli bir organizasyon Raizel’i rahat bırakmaz. Union, kendi geliştirdiği modifiye edilmiş insan askerlerini Raizel’in hayatını zindan etmek için kullanmaya başlar. Raizel, etrafındaki korumak için muazzam gücünü ortaya çıkarmak zorunda kalacaktır. 820 yıllık derin uykusuna dair arkasından çevirilen entrikalar sonunda ortaya çıkacak ve Raziel’in Noblesse olarak görevi başlayacaktır. Web manga olarak hayatına başlayan Noblesse, animesi ile bitmek bilmeyen susuzluğumuzu dindireceğe benziyor.

KUMA KUMA KUMA BEAR

15 yaşındaki Yuna, evde oturmayı ve obsesif bir şekilde en sevdiği VRMMO oyununu -okulu da dahil olmak üzere- her şeye tercih eden bir kızdır. Çok sevdiği bu oyuna yeni bir update geldiğinde sevinçten havalara uçar. Bu garip update ile gelen yeniliklerden birisi ise eşi benzeri görülmemiş, inanılmaz güçlü özellikleri olan bir ayı kostümüdür. Yuna,


Kuma Kuma Kuma Bear kostümü aşırı derecede şirin bulmasına rağmen utancından bir türlü deneyemez. En sonunda kararını değiştirip kostümü denediğinde kendini bir anda oynadığı oyunun içinde bulur. Büyünün gerçek olduğu sanal dünyada karşısına çıkan canavarlara karşı elindeki tek silah ise muhteşem ayı kostümüdür. 7 Ekim’de yayımlanmaya başlayacak olan Kuma Kuma Kuma Bear, EMT Squared stüdyoları tarafından yayımlanıyor ve yönetmenliğini Hisashi Ishii ve Yuu Nobuta üstleniyor. Seinen türünden hoşlanıyorsanız, büyülerin ve fantastik yaratıkların bol bol olduğu, maceranın ve komedinin bitmediği Kuma Kuma Kuma Bear tam sizlere göre.

OUR LAST CRUSADE OR THE RISE OF A NEW WORLD

Dünya, yüzyıllar boyunca mekanik bir ütopya olan, “İmparatorluk ve Cadılar Cenneti” denilen Nebülis Hükümdarlığı tarafından savaşlarla mahvolmuştur. Bu bitecek gibi gözükmeyen savaşın birkaç yüzyıl daha sürmesi beklenmektedir. İmparatorluğun en güçlüsü unvanını alan ve şimdiye kadarki en genç şövalye olan “Siyah Çeliğin Varisi” Iska ve Nebülis Hükümdarlığının prensesi “Belalı

Buz Cadısı” Aliceliese ile karşılaşınca her şey değişmeye başlar. Barışçıl bir savaş manyağı olan Siyah Çeliğin Varisi’nin tek bildiği şey dövüşmektir. Efendisinden miras kalan siyah beyaz ikiz astral kılıcı ile yüzyıllardır süren bu savaşı bitirmek istemektedir. Belalı Buz Cadısı ise imparatorluğu yıkmak ve dünyayı Nebülis Hükümdarlığı bayrağı altında birleştirmek ister. Ölümcül düşmanlar olmalarına rağmen, şövalye prensesi ilk gördüğü an güzelliği ve asaletinden çok etkilenir. Prenses ise şövalyenin gücünden ve hayata bakış açısından etkilenmeye başlar. Genç bir erkek ve kadının ideallerinin çakışmasını ve dünyayı kendi özel yolları ile değiştirmeye çalışmalarını izleyeceğimiz Our Last Crusade or the Rise of a New World’ün yönetmenleri Shin Ōnuma ve Mirai Minato. Silver Link stüdyolarının 7 Ekim’de izleyicilere sunacağı bu Romeo ve Juilet vari animeyi merakla bekliyoruz. Adachi and Shimamura

ADACHI AND SHIMAMURA

İlk önce kısa hikayeler olarak yayın hayatına başlayan, daha sonra ise manga olarak yoluna devam eden Adachi and Shimamura’nın anime adaptasyonu, 8 Ekim’de izleyiciyle buluşuyor. Liseye tam olarak ayak uyduramayan Adachi, yine bir gün dersi kırıp soluğu spor salonunda almıştır. Burada tek başına takılacağını düşünen genç kız, salonda kendi gibi dersi kıran Shimamura’nın da bulunduğunu görür. Bu ilk buluşmalarından sonra hep beraber takılmaya başlayan kızlar, dersleri kırmaya devam edip eğlenceli aktivite ve muhabbetlere dalarlar. Ancak bir zaman sonra Adachi, Shimamura’ya arkadaşlıktan öte hisler beslemeye başlar. Artık rüyalarında bile Shimamura ile romantizm yaşayan Adachi için bu duygular çok kafa karıştırıcı bir hal alır. İçindekileri itiraf etmek isteyen genç kız, duyguları yüzünden en iyi arkadaşını kaybetmekten korkmaktadır. İlk olarak 6 Mayıs’ta duyurulan Adachi and Shimamura’nın yapımcılığını Black Jack ve Dagashi Kashi gibi serilere imza atan

Akudama Drive

Our Last Crusade or the Rise of a New World

17

Tezuka Productions stüdyosu üstleniyor. Animenin yönetmen koltuğunda ise Satoshi Kuwabara oturuyor.

AKUDAMA DRIVE

Naruto, Tokyo Ghoul ve Bleach gibi dünya çapında inanılmaz başarılı olan animelerin babası Studio Pierrot, yeni bir bilim kurgu animeyle bomba gibi geliyor. Teknolojik olarak çok üst seviyede olan ancak sosyal ve psikolojik olarak neredeyse çökmüş bir gelecekte geçen Akudama Drive, daha önce mangası ya da mobil oyunu yapılmamış, orijinal bir anime. Birbirine düşman iki ülke olan Kanto ve Kansei’nin arasındaki bitmek bilmeyen çatışmayı konu alan anime dizide tüm dünya, bu iki ülkenin anlaşmazlığı nedeniyle kötü yönde etkilenmektedir. En sonunda Kansei savaşı kaybeder ve dış işleri bakımından Kanto’ya bağlı, özgürlüğünü kaybetmiş bir ülke haline gelir. Kanto hükümeti ve polis teşkilatı, Kansei’nin üzerinde sağlıksız bir baskı oluşturur ve bu da Kansei’deki suç oranının ikiye katlanma


KAPAK KONUSU yeni animesini, Hisatoshi Shimizu yönetiyor. 10 Ekim’de yayımlanmaya başlayacak olan Taiso Samurai, ertelenen Tokyo 2020 Olimpiyat’larının burukluğunu belki biraz olsun azaltabilir.

THE DAY I BECAME A GOD

Taiso Samurai sına sebep olur. Artık Kansei’nin suçluları kendilerine Akudama demektedir ve bu suçlular sadece Kansei’nin değil tüm dünyanın düzenini bozabilecek kapasitededir. Senaryosunu Too Kyo Games’den Kazutaka Kodaka’nın yazdığı Akudama Drive’ın çizimlerini Rui Komatsuzaki yapıyor ki bu ikili daha önce Danganronpa oyun serisinde çalışmışlardı. Yönetmenliğini Tomohisa Taguchi’nin yaptığı animenin yayım tarihi ise 8 Ekim.

TAISO SAMURAI

Ünlü anime stüdyosu MAPPA, bu sonbahar yepyeni bir spor animesiyle izleyicilerle buluşuyor. Jimnastik sporuna odaklanan anime Taiso Samurai, 2002 yılında geçiyor. Bir zamanlar olimpiyatlarda yüksek başarı gösteren Japon erkek jimnastik takımı, eski gücünü ve şöhretini mumla aramaktadır. Çoğu sporcusunun formdan düştüğü takım için kimsenin umudu kalmamıştır. Takımın yıldızı Sho-

taro Aragaki, artık 29 yaşına gelmiş ve koçu Noriyuki Amasuka tarafından emekli olması için baskı görmektedir. “Senin altın yılların geçti, artık bu işi bırakma vakti” diyen koç Amasuka’nın baskılarına aldırış etmeyen Aragaki, jimnastiğe adeta aşıktır. Küçük kızının da büyük desteği ile antrenmanlara tam hız tekrar başlayan Aragaki, bu defa Japonya’yı altın madalya ile gururlandırmak için elinden geleni yapacaktır. Daha önce boks ve astistik buz pateni sporlarına odaklanan Hajime no Ippo: Rising ve Yuri on Ice gibi sevilen animelere imza atmış olan MAPPA’nın bu

Bir gün her şeyi önceden görebilen bir tanrı olarak uyansanız ne yapardınız? The Day I Became a God, tam da bu sorunun cevabını arayan bir anime. Animenin baş kahramanı sıradan, saf ve şirin bir lise öğrencisi olan Hina’dır. Her şeyden habersiz bir şekilde normal hayatına devam eden Hina’nın hayatı bir sabah alt üst olur. Hina, bir tanrı olarak uyanmıştır ve artık gelecekteki olan her şeyi önceden görüp sezebilme yeteneğine sahiptir. Bir anda omuzlarına böylesine ağır bir yük inen Hina, hemen kendine bu yolda destek olacak bir eş aramaya başlar. Hina’nın bulduğu yoldaşının adı Youta Narukami’dir. Lisenin son yazında, her şeyden bihaber üniversite sınavlarına hazırlanan Youta, Hina ile tanışınca yaşamı komple değişir. İlk başta Hina’nın tanrı olduğuna bir türlü inanamayan Youta, zaman geçtikçe ve genç kızın geleceği öngörme yeteneğini görünce fikrini değiştirir. Youta’nın güvenini kazanmayı başaran Hina, bir gün onu dehşete düşüren bir öngörüyle sarsılır. Bu öngörüye göre 30 gün sonra dünyanın sonu gelecektir. P.A.Works stüdyosunun yapımını üstlendiği The Day I Became God’ın yönetmen koltuğunda Yoshiyuki Asai oturuyor. Bu heyecanlı animeyi 10 Ekim’den itibaren izleyebileceğiz.

MORIARTY THE PATRIOT

19. yüzyılın sonlarına doğru, İngiltere’de geçen Moriarty the Patriot, Sherlock Holmes’un hayatı boyunca yakalamaya çalıştığı, dahice ve şeytani planların baş kahramanı James Moriarty’nin nasıl bu denli amansız bir katile dönüştüğünü

The Day I Became a God

18


Moriarty the Patriot

anlatıyor. O dönemde İngiltere’deki sınıf ayrımı çok keskin; soylu ve zengin bir aileye sahip olmayanların hiçbir şekilde yükselmeye şansının olmadığı bir zaman dilimi söz konusu. Ailesi olmadığı için şartları zor olan bir yetimhanede büyüyen James, bir gün ismi duyulmuş zengin ailelerden biri olan Moriarty ailesi tarafından evlat edinilir. Yeni ailesinde iki üvey erkek kardeşiyle iyi geçinen James, aslında bu iki gencin beynini yıkayarak onları da birer katil haline getirir ve anne-babalarını bile öldürebilen birer caniye dönüştürür. Dışarıdan kötü niyetleri asla belli olmayan, James Moriarty önderliğindeki bu tehlikeli grup, İngiltere’nin altını üstüne getirmek için hazırdır. Sherlock Holmes hayranları, Moriarty the Patriot ile Holmes’un baş düşmanı James Moriarty’nin gençliğini irdeleyerek hikayeye bambaşka bir açıdan bakma imkanı bulacaklar. Kazuya Nomura’nın yönettiği bu sıra dışı animenin yayımlanma tarihi 11 Ekim.

DROPOUT IDOL FRUIT TART

Liseye yeni başlayan Ino Sakura, Tokyo’ya yerleşip bir idol olmaya kendini adamıştır. Tokyo’da kalacağı Nezumi Dorm, hayalleri büyük ancak henüz başarılı olamayan sanatçıların ve idol adaylarının yaşadığı bir yatakhanedir. Ino Sakura, yatakhanesine taşınır ve oda arkadaşları olan eski çocuk aktris Sekino Roko, müzisyen Nukui Hayu ve model Maehara Nina ile tanışır. Aralarında sıcak bir bağ kurulan kızlar, hayallerinin peşinden koşmaya devam ederken bir anda kaldıkları yatakhanenin borç yüzünden kapatılıp yıkılacağının haberini alırlar. Bir türlü istedikleri yönde ilerlemeyen kariyerlerine ek olarak bir de bu üzücü haberi alan kızlar, yatakhane müdürü Kajino Hoho ile kafa kafaya verip bir plan yaparlar. Bu plana göre kızlar “Fruit Tart” isminde bir idol grubu kurarlar ve yatakhane müdürünü de menejerleri yaparlar. Fruit Tart için daha önce hiç çalışmadık-

Dropout Idol Fruit Tart

19

ları kadar çalışan kızların tek hedefi bir milyon yen kazanıp yatakhanenin borcunu kapatmaktır. Aslında Temmuz’da çıkması beklenen anime, pandemi nedeniyle 12 Ekim’e ertelendi. Animenin yönetmenliğini Keiichiro Kawaguchi, yapımını ise Feel stüdyosu üstleniyor.

MAGATSU WAHRHEIT -ZUERST-

Magatsu Wahrheit, 2019’da, Klab tarafından geliştirilmiş ve piyasaya sürülmüş olan bir mobil RPG oyunu. Multiplayer modu sayesinde arkadaşlarınızla da beraber oynayabildiğiniz bu sürükleyici oyunun şimdi animesi de geliyor. Oyundaki


KAPAK KONUSU Dogeza De Tanındemita

çökerek yalvarıyor. Ne için mi? Kızın iç çamaşırını bir kez olsun görebilmek için. Tabii ki bu aşırı garip hareket karşısında çoğu kız utancından yerin dibine giriyor ama Suwaru hiçbir zaman pes etmiyor ve amacına ulaşana kadar yalvarmaya devam ediyor. Tahmin edersiniz ki böyle bir karakterin maceraları hiçbir şekilde sıkıcı olamaz. Shinpei Nagai’nin yönettiği ve Adonero stüdyosunun yapımcılığını üstlendiği Dogeza De Tanondemita, 14 Ekim’de anime severlerle buluşuyor.

D4DJ FIRST MIX

kıyamet vari yaşananların biraz daha sonrasını konu alan animede, Wahrheit İmparatorluğu’nda yaşayan iki genç adamın hikayesini izleyeceğiz. Inumael, şehirdeki kargo şirketlerinden birinde kurye olarak çalışan ve kız kardeşine bakmak zorunda olan, zor şartlara alışmaya çalışan bir karakter. Leocadio ise, İmparatorluk Ordusu’nda görev alan, hayatı sorgulamayan, tek amacı orduda daha üst mertebelere çıkmak olan, biraz saf bir delikanlı. Birbirinden oldukça farklı bu iki karakterin yolları, bir kaçakçılık operasyonunda kesişiyor. Ancak görünen o ki bu sadece basit bir kaçakçılık girişimi değil. RPG oyununda yaşanan ve tüm dünyanın çökmesine neden olan canavarlar, yine dünyayı ele geçirmek istiyor ve bu kaçakçılık olayı aslında canavarların geri dönüşünün bir habercisi. Yapımcılığını Yokohama Animation’ın üstlendiği ve Naoto Hosoda’nın yönettiği Magatsu Wahrheit Zuerst, 13 Ekim’de yayımlanmaya başlayacak.

de Muku studioları, manganın hemen bir yıl sonrasında live-action versiyonuyla dikkatleri üzerine çekti. Oldukça güzel Japon aktrislerin rol aldığı live-action versiyonu da başarılı olunca sıra tabii ki animesine geldi. Dogeza De Tanondemita, Suwaru Doge (Dogesuaru) ismindeki liseli erkek karakterin, okuldaki ve çevresindeki kızlarla olan ilişkilerini anlatıyor. Güzel bir kızla karşılaştığında kendini kaybeden Suwaru Doge, kızın önünde diz

DOGEZA DE TANONDEMITA

Sonbaharı fazlasıyla ısıtacak bir animeyle karşı karşıyayız. Seks/komedi türündeki Dogeza De Tanındemita, ilk manga olarak 2017 yılında raflardaki yerini aldı. Topladığı ilgi ve büyük fan kitlesi sayesin-

20

Japonya’da tamamı kızlardan oluşan müzik grupları o kadar popülerleşiyor ki grup üyeleri, gençlerin idolleri haline geliyor. Ünlü yapım şirketi Bushiroad da bunu fırsat bilip D4DJ adında mobil bir oyun piyasaya çıkardı. Birbirinden güzel, şirin ve çıtır 24 DJ kızın oluşturduğu altı DJ grubu arasından en beğendiğinizi seçip, çeşitli şarkılar üzerinden oynadığınız ritm bazlı bu eğlenceli oyun büyük bir başarı yakaladı. Daha sonra Bushiroad “Neden bunun bir de animesini yapmıyoruz” dedi ve Sanzigen stüdyosu ile anlaşarak D4DJ First Mix isimli animenin temeli atıldı. Gün geldi çattı ve animenin ilk bölümü için geri sayım başladı. D4DJ’de yer alan 24 karakteri canlandırmak için gerçek aktrisler ile çalışan yapımcılar, animede DJ kızların maceralarının yanı sıra DJ performansları da izleyicilere sunulacak. 30 Ekim’de yayımlanmaya başlayacak olan D4DJ First Mix’in yönetmen koltuğunda epey iddialı bir isim olan Seiji Mizushima oturuyor. Fullmetal Alchemist ve Mobile Suit Gundam 00 gibi birçok hit animeyi yöneten Mizushima bakalım D4DJ First Mix’i de yukarılara taşıyabilecek mi, hep beraber göreceğiz.



DİZİ

THE MANDALORIAN’IN İKİNCİ SEZONUNDA NELER YAŞANACAK? Disney+’ın Star Wars hayranlarını mest eden dizisi The Mandalorian, ikinci sezonuyla 30 Ekim’de ekranlara geliyor. Yayımlanan fragman ve haberler ışığında, yeni sezonda neler olacacağına gelin beraber bakalım. Elif Öztuna 22


S

tar Wars evreninde geçen ilk live-action dizi olan The Mandalorian, geçtiğimiz yıl Disney’in yeni açılan dijital platformu Disney+’ta izleyiciyle buluşmuş ve tüm Star Wars hayranlarının kalbini tam 12’den vurmayı başarmıştı. Iron Man, The Jungle Book ve The Lion King yeniden çevrimi gibi filmlerin yönetmeni olan Jon Favreau’nun yaratıcısı olduğu dizi, 8 bölümlük ilk sezonuna 27 Ekim’de noktayı koymuş ve kafalarda pek çok soru işareti ve teoriyle Star Wars hayranlarını öylece bırakıvermişti. İlk sezonunun finalinde, Baby Yoda’nın ortaya çıkışıyla izleyiciler şoke olmuş ve direkt ikinci sezon beklemeye başlamışlardı; zira Baby Yoda’nın henüz yüzü bile gösterilmemişti. Yeni ortaya çıkan haberler ve son fragmanlardan anladığımız kadarıyla Mandalorian, artık Baby Yoda’nın hem koruyucusu hem de yol arkadaşı haline geliyor. Mandalorian, geçmişinde Jedi’larla sürtüşmeler yaşasa da Baby Yoda’yı Jedi Temple’a gidip güvenilir bir Jedi’ya teslim etmesi gerektiğini içten içe biliyor. Ancak tabii ki bu çetrefilli yolda karşılarına birçok düşmanın çıkacağını tahmin etmek güç değil.

TATOOINE DEDİKODUSU

30 Ekim’de başlayacak ikinci sezonunun tanıtımlarında Tusken Raiders’ı görmek mümkün. Tusken Raiders, Star Wars evreninde çok önemli yeri olan bir gezegen. Tatooine’in yerel savaşçıları olduğu için akıllara hemen “Mandalorian ile Baby Yoda Tatooine’e mi gidecekler?” sorusunu getiriyor. Henüz bu konuyla ilgili net bir bilgi yok. Ancak Tusken Raiders kalkıp başka bir gezegene gitmediyse, dizinin ikinci sezonunda Tatooine’e misafir olacağımızı söyleyebiliriz. Fragmanın ipucu verdiği bir başka mekan ise Luke Skywalker’ın zamanında donarak ölmemek için binek hayvanını kesip içine saklandığı Hoth. Hoth karla örtülü, buzulların oluşturduğu gezegen Ilum’da bir yerleşim yeri ve fragmanda böyle bir ortamı açık bir şekilde görebiliyoruz.

YENİ KARAKTERLER GELECEK

İlk sezonda büyük role sahip olan Greef Karga, Moff Gideon ve Cara Dune ikinci sezonda da yer alıyor. Yeni karakterler içinse etrafta oldukça heyecanlı dedikodular dolaşıyor. Battlestar Galactica’da kendisine çok büyük bir hayran kitlesi toplayan karakter Starbuck’a hayat veren Katee Sackhoff, The Mandalorian’ın ikinci sezonunda Bo-Katan Kryze’ı canlandıracak. Star Wars: The Clone Wars ve Star Wars Rebels animasyonlarında önemli bir yeri olan Bo-Katan Kryze’ın, Katee Sackhoff gibi popüler bir isim sayesinde çok daha fazla üne kavuşacağını düşünüyoruz. The Clone Wars’tan The Mandalorian’a yatay geçiş yapan bir başka güçlü karakter de Ahsoka Tano olacak. Eski Jedi Padawan’lardan

olan Ahsoka Tano’yu en son Daredevil, Luke Cage ve Iron Fist’ten hatırlayacağınız hemşire Claire Temple’ı oynayan Rosario Dawson canlandıracak. Ayrıca Ahsoka Tano’nun diziye katılmasıyla, Baby Yoda’nın geçmişiyle ilgili soruların yanıt bulacağını tahmin ediyoruz. Daha önce sadece Chuck Wendig’in yazdığı Star Wars: Aftermath kitabında yer alan karakter Cobb Vanth da The Mandalorian’ın ikinci sezonuna dahil oluyor. Cobb Vanth, kölelikten Tatooine’de şerifliğe yükselen, azimli ve adaletli bir karakter. Bu karaktere can vermesi için seçilen aktör ise Timothy Olyphant. Olyphant’ı birçok film ve diziden tanıyoruz ama daha önce oynadığı en ünlü karakterler Hitman’de Agent 47 ve Netflix’in komedi dizisi Santa Clarita Diet’da Joel Hammond. Yeni karakterlerle ilgili bir başka dedikodu, Star Wars evreninin en amansız kelle avcısı Boba Fett’in de The Mandalorian’da boy göstereceği. Daha önceki Star Wars filmlerinde Boba Fett’in klonlandığı babası Jango Fett’i canlandıran aktör Temuera Morrison’ın imdb sayfasında The Mandalorian’ı ve Boba Fett ismini görenler hemen bununla ilgili haberler yazmaya başladılar. Fragmanda konuyla ilgili bir gönderme bulunmasa da imdb’de böyle bir güncellemenin yapılması, Morrison’un ikinci sezonda Boba Fett’e hayat vereceği düşüncesini oldukça güçlendirdi.

PEDRO PASCAL’A NE OLDU?

Bir rol düşünün ki kendi suratınız hep kapalı ve sadece sesinizle karaktere can veriyorsunuz. Mimikleriniz, kaş göz hareketleriniz, oyunculuğunuzun değerlendirilmesi gereken hemen hemen her şey demir bir kaskın altında gizli. Pedro Pascal gibi son dönemde popülerleşen bir isim için Mando’yu oynamak hem zor hem dezavantajlı gibi görünüyor. Pascal da durumdan rahatsızlığını yaratıcı

23

ekibe dile getirmiş ancak dedikodulara göre yaratıcı ekip konuyla ilgili ellerinden bir şey gelmediğini belirtmiş. Pascal, şikayetlerini Lucasfilm’deki daha üst mercilere ilettiğinde ise “Bu rolü oynamak istemiyorsan gidebilirsin” cevabını almış. Söylentilere göre dizinin ikinci sezonunun çekimlerinin tam ortasında Pedro Pascal seti terk etmiş. Tüm bu olayların ekibin moralini epey bozduğu konuşulsa da dizinin başarısına güvenen yapımcılar krizin atlatıldığını ve Pascal’ın gidişinin bu başarıyı etkilemeyeceğini belirtmişler. Hatta Mando karakterinin diziden komple kaldırılmasını bile göze alabilecekleri söyleniyor. Ancak tabii ki daha hiçbir şey net değil ve bu dedikodular boş da çıkabilir. Bu arada ikinci sezonunda yönetmenlik koltuğuna oturacak isimler arasında Jon Favreau, ilk sezonun ikinci ve altıncı bölümlerini yöneten Rick Famuyiwa, Carl Weathers, ilk sezonun birinci ve beşinci bölümlerini yöneten Dave Filoni ve ünlü yönetmen Robert Rodriguez bulunuyor.

KİM BU GİZEMLİ TAKİPÇİ?

Yayınlanan fragmanın bir bölümünde, Mando ve Baby Yoda’yı usul usul takip eden, Jedi görünümünde esrarengiz bir karakter göze çarpıyor. Üstelik tam bu karakter kadrajdayken, Mando da geçmişinde problem yaşadığı Jedi’lara gönderme yapıyor. Haliyle bütün hayranlar etrafta bu takipçinin kim olduğu ile ilgili tahminlerini paylaşıyorlar ve bu tahminler bir ortak noktada buluşuyor: Yeni bir Jedi’ın Mando ve Baby Yoda ikilisine katılması söz konusu olabilir. Belki bu Jedi sayesinde Mando tekrar Jedi’lara güvenmeye başlar ve Baby Yoda’nın geleceği için onu Jedi’lara teslim etme konusunda içi rahatlayabilir. İkinci sezon ile beraber tüm bu dedikodu ve tahminlerin ne kadarının doğru olduğunu göreceğiz.


Der Untergang

FİLM

KAÇIRMAMANIZ GEREKEN 10 BİYOGRAFİK SAVAŞ FİLMİ Büyük acılara sebep olan savaşlar, sinema dünyasının en fazla değindiği konulardan biri oldu. Ancak bu filmlerin bazıları sarsıcı hikayeleri, başarılı oyuncu kadroları ve diğer teknik hususlarıyla çok daha fazla öne çıktı. Merak edenler için savaş temalı biyografik filmlerin en iyi 10 örneğini merceğimiz altına aldık. Büşra Bayar 24


Hacksaw Ridge

HACKSAW RIDGE

Listeye, daha çok oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Mel Gibson imzalı Hacksaw Ridge ile başlıyoruz. 2017’de “En İyi Film Kurgusu” ve “En İyi Ses Kurgusu” kategorilerinde Oscar kazanan ve yine “En İyi Film Kurgusu” dalında BAFTA ödülü alan film, İkinci Dünya Savaşı döneminde geçiyor. Biyografik türün ürünü olan proje, savaş döneminde ateşli silah taşımayı reddeden Amerikalı asker Desmond Doss’un hikayesini konu alıyor. 2004 yılında The Conscientious Objector adıyla belgeseli de yapılan isim, savaşta elde ettiği başarılar sonucu Onur Madalyası almış bir er. Ancak bu noktaya gelene kadar aynı zamanda birçok zorbalığa maruz kalmış biri de. Küçükken yaşadığı travmatik bir olayın etkisiyle silah taşımayı reddeden Doss, ordudan ve dahil olduğu birlikten fazlasıyla dışlanır başlarda. Hatta fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalır ve mahkemeye çıkarılır. Uzun uğraşlar sonucu vicdani reddi kabul görür ve böylece savaşın belki de en cesur, gözü pek askeri haline gelir. Bir kurşun dahi sıkmadan birçok askerin hayatını kurtarır. Filmde bu tarihi isme hayat veren aktör ise, buradaki performansıyla Oscar’a aday gösterilen Andrew Garfield olmuştur. Spider-Man rolü ile beğeni toplayan oyuncuya Rachel Griffiths ve Hugo Weaving gibi isimler eşlik ediyor.

re büyük hasarlar vermişlerdir. Bu yüzden İngiliz hükümeti, ülkenin en iyi kriptoloji uzmanlarını bu göreve atarlar. Bu uzman matematikçilerden biri de Alan Turing’dir. Sıra dışı bir zekaya sahip olan Turing’i canlandıran isim, son zamanların en beğenilen aktörlerinden biri olan Benedict Cumberbatch. Emmy ve BAFTA ödüllü oyuncuya da Joan Clarke rolüyle Keira Knightley eşlik ediyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise Passengers ve Buddy gibi yapımlarıyla da tanıdığımız Morten Tyldum oturuyor. Kaleme aldığı ilk uzun metraj projesi olan Enigma ile “En İyi Senaryo” kategorisinde Oscar alan Graham Moore da büyük bir başarıya imza atmış oluyor. Savaş alanında geçmeyen bir savaş filmi olan bu proje, İkinci Dünya Savaşı’nın arka yüzünü izleyiciye sunuyor. Fiziksel mücadelenin yanı sıra taraflar arası zihinsel mücadelenin de ne denli önemli ve özveri isteyen bir husus olduğunu gösteriyor. The Imitation Game

THE IMITATION GAME

II. Dünya Savaşı’nda geçen bir başka film de The Imitation Game. Bir süre Nazilerin galibiyetinde ilerleyen savaşta, İngiliz istihbaratı Almanların kullandığı şifreleme sistemi Enigma’yı çözebilmek için büyük uğraşlar sergiler. Geliştirdikleri bu yazışma sistemi ile Almanlar, düşman ülkele-

25

AMERICAN SNIPER

Oyuncu ve yönetmen kimliğiyle sinema dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Clint Eastwood’un 2014 yapımı bu filmi, Chris Kyle’nin otobiyografik romanı olan American Sniper’dan beyazperdeye uyarlandı. Irak Savaşı’nda Orta Doğu bölgesine yollanan asker Chris Kyle, ordunun en başarılı keskin nişancılarındandır. Cesur ve son derece yetenekli olan bu asker, kısa sürede bulunduğu birliğin en güvenilir ve popüler isimlerinden biri olur. Ancak elde ettiği bu şöhret, düşman birlikler tarafından öğrenilince durum çok daha tehlikeli bir hâl almaya başlar. Hedef tahtası haline gelen asker, kendisini çok daha sıkı bir mücadelenin içinde bulur. Filmde Chris Kyle karakteriyle karşımıza çıkan Bradley Cooper’a Kyle Gallner ve Ben Reed gibi aktörler eşlik ediyor. Ayrıca projenin yönetmeni Eastwood


FİLM American Sniper

da Church Goer karakteriyle oyuncu kadrosunda da yer alıyor. 6 kategoride Oscar’a aday gösterilen yapım, “En İyi Ses Kurgusu” dalında kazanan olmayı başarmıştır. Listede yer alan projeler arasında en yakın tarihli savaşa tanıklık edebildiğimiz film sayesinde gün, ay, yıl fark etmeksizin savaşın yıkıcı gücünü görüyoruz. Ayrıca ABD yapımı filmin, taraflı bakış açısı her ne kadar fazlasıyla okunuyor olsa da teknik hususlar ve oyunculuklar açısından büyük bir övgüyü hak ediyor.

LINCOLN

2012 yapımı projede, bu sefer bir iç savaşa tanıklık ediyoruz. Amerika’nın 16. Başkanı Abraham Lincoln’in son dört ayına tanıklık ettiğimiz filmde, Güney Amerika ile Kuzey Amerika arasında yaşanan mücadeleye paralel olarak Lincoln’in de kabinesiyle yaşadığı mücadeleyi izliyoruz. Lincoln önderliğinde, köleliğin kaldırılması yasası ile tarımla uğraşan ve Afrika’dan gelen siyahları çalıştıran Güneyliler’in isyanı ile başlayan bu iç savaş, tarafların çok fazla

Schindler’s List

kayıp vermesine sebep oldu. Aynı zamanda devlet erkanında da büyük fikir ayrılıklarına ve cephelerin oluşmasına neden oldu. Bu zorlu süreci, kendi doğrularından vazgeçmeden yürüten Lincoln’in ele alındığı yapımda başkana, buradaki performansıyla “En İyi Erkek Oyuncu” kategorisinde Oscar, Altın Küre ve BAFTA kazanan Daniel Day-Lewis hayat veriyor. “En iyi Yapım Tasarımı” dalında da Oscar alan filmin yönetmen koltuğunda da unutulmaz filmlerin yaratıcısı Steven Spielberg oturuyor. Suikasta kurban giden ilk ABD başkanı Abraham Lincoln’in bu biyografik filmi, yaşanan savaşın yönetimdeki yansıması olarak tanımlanabilir. Cephede değil, kürsülerde verilen bir savaşın…

dir. Nazilerin mağlubiyetiyle sonlanan savaşta Schindler, hâlâ bir Nazi Partisi üyesi olarak göründüğü için tehlike çanları kendisi için çalar. Thomas Keneally’nin 1982’de kaleme aldığı Schindler’in Gemisi isimli romanından beyazperdeye uyarlanan yapım, 1994 yılında toplamda 12 dalda Oscar’a aday gösterildi. BAFTA ve Altın Küre gibi prestijli ödül törenlerine de aday olan ve çeşitli dallarda kazanan olmayı başaran film; “En İyi Yönetmen”, “En İyi Sinematografi” ve “En İyi Film Kurgusu” gibi toplam 7 kategoride Oscar almayı başardı. Liam Neeson’un Oskar Schindler’i canlandırdığı projede Ben Kingsley, Ralph Fiennes gibi önemli oyuncular da yer alıyor.

SCHINDLER’S LIST

DER UNTERGANG

Spielberg’e değinmişken ve en iyi biyografik savaş filmleri demişken 1993 yapımı Schindler’s List’ten bahsetmeden olmaz. Yine İkinci Dünya Savaşı döneminin bir hikayesine tanıklık ettiğimiz projede, Almanya’ya iş kurmak için gelen Oskar Schindler’in yaşamını izleriz. Bir Nazi Partisi üyesi olan Schindler, soykırımın yaşandığı dönemde kurduğu fabrikasına Yahudi işçileri alarak birçok kişiyi katliamdan kurtarmayı başarır. Toplamda 1100 Yahudi’nin hayatını kurtaran ismin iş yeri, bu dönemde Yahudiler için cennet gibi-

Lincoln

26

İkinci Dünya Savaşı ve Naziler için, biyografik savaş filmlerinin vazgeçilmez konuları diyebilmek mümkün. Birçok filmde gördüğümüz bu tarihi olayın esas adamına değinelim şimdi de, yani Hitler’e… Tarihin en eli kanlı, gaddar ve kötüsü olarak tanımlayabileceğimiz Hitler’in hayatının son dönemlerini görüyoruz Der Untergang’da. Berlin’in düşüşünü izlediğimiz yapımda, Kızıl Ordu’nun bu coğrafyayı kuşatmasını ve gidişatı kabul etmeyip direnen Führer’in Berlin’deki sığınağındaki yaşamına tanıklık etme fırsatı buluyoruz. Çöküşle birlikte bazı generallerin kendisini terk etmesini bazılarının ise kendisiyle ölüme gitmelerini, Eva Braun ile olan evliliğini ve en sonunda birlikte gerçekleştirdikleri intiharlarını görüyoruz. Alman yapımı projenin yönetmen koltuğunda oturan Oliver Hirschbiegel, Oscar’da “En İyi Yabancı Dilde Film” kategorisinde Almanya’nın temsilcisi oldu. Tarihin unutulmaz bu karakterine ise Bruno Ganz hayat verdi. Alexandra Maria Lara ve Ulrich Matthes de kadroda yer alan diğer önemli isimlerdi. Alman tarihi ve Hitler hakkında birçok kitap kaleme alan yazar Joachim Fest’in “Inside Hitler’s Bunker” isimli romanından esinlenerek çekilen film, daha çok görkemli ve ilahlaştırılmış görsellerle anımsadığımız Führer’in başarısız günlerini izleyiciyle buluşturuyor.


General Patton

Lawrance of Arabia

GENERAL PATTON

Listenin en eski filmlerinden biri, 1970 yapımı General Patton. Filmin yönetmen koltuğunda Maymunlar Cehennemi, Kelebek ve Vahşetin Çocukları gibi projeleriyle tanıdığımız Franklin J. Schaffner otururken senaryo ekibinde Francis Fors Coppola yer alıyor. Omar N. Bradley’in A Soldier’s Story isimli kitabı ile Ladislas Farago’nun Patton: Ordeal and Triumph adlı romanından faydalanarak oluşturulan film, yine İkinci Dünya Savaşı’na ait bir hikayeye sahip. Ancak bu sefer Kuzey Afrika coğrafyasında geçiyor. Amerikan Ordusu’nun önde gelen komutanlarından biri olan George S. Patton, sahip olduğu askeri dehasının yanı sıra bencil ve itaatkâr olmayan bir yapıya sahipti. Aynı zamanda son derece disiplinli bir asker olan isim, Afrika topraklarında Çöl Tilkisi lakaplı Alman mareşale karşı verdiği mücadeleyi kazanır. Daha sonra da Sicilya’da görevine devam eder. 36 yıllık askeri hayatı boyunca birçok başarıya imza atan Patton’un bu hikayesi, 1971 senesinde 7 Oscar ödülüyle onurlandırılır. “En İyi Yönetmen”, “En İyi Kurgu” ve “En İyi Senaryo” gibi kategorilerde kazanan olmayı başaran yapım, Patton’a hayat veren Gerorge C. Scott’ın da “En İyi Aktör” heykelciğini almasını sağlar.

BITVA ZA SEVASTOPOL

Savaş hikayelerinde genellikle erkek kahramanların yaşamlarına tanıklık ederiz. Fakat Rus-Ukrayna yapımı film Bitva Za Sevastopol’da bir kadının hikayesini izliyoruz. Türkçeye ‘Sivastopol İçin Savaş’ şeklinde çevrilen film, İkinci Dünya Savaşı’nın başka bir coğrafya tarafından,

başka bir perspektifle ele alınması anlamında iyi bir örnek. Nazilerin, Sovyet Rusya’yı işgal etmesi tehlikesine karşı oluşturulan Kızıl Ordu’nun yetiştirdiği Lyudmila Pavliçenko, tarihin en başarılı kadın keskin nişancısı olarak bilinmektedir. Savaş süresince 309 Alman askerini öldüren bu cesur kadın, Nazilerin hedefi haline gelir. Savaşta sergilediği başarılarının yanı sıra aşk hayatına da tanıklık ettiğimiz Pavliçenko’nun hayatını ele alan bu biyografik proje sayesinde savaşın -kadın erkek, yaşanılan coğrafya fark etmeksizin- herkes için ne denli yıkıcı olduğunu yeniden hatırlıyoruz. Ayrıca erkek popülasyonun epey fazla olduğu bu muharebe meydanlarında kadının durduğu yeri unutmamamıza da yardımcı oluyor. Bitva Za Sevastopol, listedeki diğer filmler gibi büyük sinema otoritelerinden beğeni görmese de İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir öneme sahip olan Rusların cephesinden yaşananları anlamamız sağlıyor.

Arabistanlı Lawrance; “En İyi Yönetmen”, “En İyi Sinematografi”, “En İyi Ses” ve “En İyi Kurgu” gibi kategoriler başta olmak üzere yedi dalda Oscar heykelciği kazandı. Altın Küre, BAFTA gibi ödül törenlerinden de birçok ödül alan projede tarihin en fazla bilinen casuslarından biri olan Lawrance’a, Peter O’Toole hayat veriyor. Ayrıca oyuncu kadrosunda Anthony Quinn, Jack Hawkins gibi çok önemli aktörler de yer alıyor.

THE KING’S SPEECH

Sefiller, Danimarkalı Kız ve Cats gibi projeleriyle son yıllarda isminden fazlaca bahsetmemizi sağlayan Tom Hooper yönetmenliğindeki The King’s Speech, 2010’un ses getiren projelerinden biriydi. 4 dalda Oscar, 6 dalda BAFTA, 1 kategoride Altın Küre kazanan yapımın oyuncu kadrosu da epey güçlü. Buradaki performansıyla Oscar’ı kucaklayan Colin Firth’e; Helena Bonham Carter, Geoffrey Rush, Richard Dixon gibi güçlü isimler eşlik ediyor. Yapım, Kraliyet LAWRENCE OF ARABIA Ailesinden V. George’un ölümüyle tahta geçen 1962 yılında izleyici ile buluşan yapım, listenin VI. George’un hikayesini konu alıyor. Kekemeeski filmi olmasının yanı sıra tarihte de daha liği yüzünden büyük sorunlar yaşayan George, eskiye gitmemizi sağlıyor. Bu sefer 20. yüzyılın dönemin başarılı konuşma terapisti Linoel ilk çeyreğinde yaşanan Birinci Dünya Savaşı’nda Logue’den zorlu ve sıra dışı bir eğitim alır. yaşananlara tanıklık ediyoruz. Arabistanlı Law- İkinci Dünya Savaşı sürecinde tahta getirilen rance olarak bildiğimiz Thomas Edward Lawisim, halka hitap etmek, konuşma yapmak rance, Arap Ayaklanması’nın öncü isimlerinden zorundadır. Ancak rahatsızlığı buna müsaade biridir. Arkeolog, diplomat ve asker sıfatlarına etmediği için eğitimini tamamlayana kadar sahip olan bu isim, gözlemci olarak Arabistan’a başarılı olamaz. Savaşa yine bir kişi özelinde yollanır. İngilizlerle işbirliği yaparak Arap halkını tanıklık ettiğimiz bu proje silah, top, tüfek, Osmanlı’ya karşı kışkırtır. Kwai Köprüsü ve Dr. asker gibi alışılagelmiş göstergeler üzerinden Jivago gibi önemli filmleriyle bildiğimiz David değil, daha bireysel bir mesele vesilesiyle Lean’in en çok bilinen projelerinden biri olan izleyiciye aktarılıyor.

Bitva Za Sevastopol

The King’s Speech

27


Next

DİZİ

DİZİ SEZONU RESMEN BAŞLADI Dizikolikler tüm sene bu zamanı bekledi. Dizi aleminde sıfır kilometre yapımlar maratonu, asıl bu aydan itibaren başlıyor. Ekim ayında komediden polisiyeye, bilim kurgudan korkuya pek çok yeni proje ekranlara merhaba diyecek. Bunların tamamına yetişmeniz tabii ki imkansız; ancak Postkolik sizler için 13 tanesini seçti bile.

28


Oktoberfest: Beer & Blood

OKTOBERFEST: BEER & BLOOD

1 Ekim’de Netflix’te ekrana gelecek olan Oktoberfest: Beer & Blood, iki bira hanedanlığının hikayesini, iki rakibinin üstünlük savaşını detaylı ve çok yönlü bir yaklaşımla işleyerek ele alan ilginç bir dizi. Nuremberg’li bira imalatçısı ve lokanta sahibi Curt Prank, sağ kolu Glogauer ve Münih metropol meclisi üyesi Alfons Metropolis’in yardımıyla Oktoberfest’te beş tezgah çalmayı planlamaktadır. Prank’in asıl hedefi ise, standart Oktoberfest tezgah ölçülerinin 20 katı büyüklüğünde bir alana ulaşıp devasa bir bira çadırı kurmaktır. Prank’ın kızı Clara, küçük ve tipik bir bira imalatçısı olan ve tezgahını Prank’e satmayı reddeden tek kişi olan Ignatz Hoflinger’in oğlu Roman Hoflinger’e aşık olduğunda işler iyice kızışır. Bu ilginç hikaye, izleyiciyi 1900’lerin Münih’inin büyüleyici ve gizemli dünyasında bir yolculuğa sürüklüyor. Oktoberfest: Beer & Blood ile tarihten anlar ve masallarla dolu bu yerde, kaderin cilvesi

sonucu filizlenen bir aşk ve kapitalizmin durdurulamaz yükselişini ele alan çok katmanlı bir drama izleyeceksiniz. Oktoberfest: Beer & Blood, Christian Limmer ve Ronny Schalk tarafından Alexis von Wittgenstein’ın fikrinden yola çıkarak yaratıldı. Toplam 6 bölüm sürecek mini dizinin tüm bölümlerini ise Hannu Salonen yönetti.

GOOD MORNING, VERONICA

Brezilya yapımı “Good Morning, Veronica”, 2016’da yayınlanan aynı isimli romandan Netflix için uyarlandı. Dizi, Sao Paulo Karakolunda masa başında çalışan ve bürokratik rutin içerisinde görevini yapan silik bir polis memuru Veronica Torres’i (Tainá Müller) merkezine alıyor. José Henrique Fonseca tarafından yönetilen dizide bir intihara tanıklık etmesinin ardından masa başında görev yapan silik bir polis memurunun, istismar edilen kadınlarla ilgili ihmal edilen iki vakayı çözmek için verdiği müca-

deleyi izleyeceğiz. Kriminolog Ilana Casoy ve yazar Raphael Montes’in kaleme aldığı aynı adlı kitaptan uyarlanan kurgusal gerilim, merak uyandırıcı iki vakayı incelemek ve kurbanların şiddet ve adaletsizlik karşısında uyanık olmasına yardımcı olmak için tüm araştırmacı becerilerini kullanan kararlı bir polisi konu alıyor. Kurbanlardan ilki, bir internet dolandırıcısı tarafından kandırılan bir kadındır. İkincisi ise, görünüşte normal bir hayat sürdüren, ama bu dış görünüşün altında kurbanını kafesteki kuşlar gibi hapsedebilen acımasız bir zihin taşıyan zeki ve tehlikeli bir katil olan Brandão’nun karısıdır. Gerilim ve aksiyonla dolu bu dizi, oyuncu kadrosunda Elisa Volpatto, Silvio Guindane, César Melo, Adriano Garib ve Antônio Grassi gibi isimlere de yer veriyor. Good Morning, Veronica, 1 Ekim’de tüm bölümleriyle Netflix’te yayınlanacak.

EMILY IN PARIS

Beverly Hills, 90210 (1990–2000), Melrose Place (1992–1999) ve Sex and the City (1998–2004) gibi popüler dizilerin arkasındaki isim olan Darren Star’ın yeni projesi Emily in Paris, 2 Ekim’de Netflix ekranlarında olacak. Pek çok kişi tarafından Sex and the City’nin Paris versiyonu olarak tanımlanan dizi, 20’li yaşlarının ortasındaki başarılı pazarlama yöneticisi Emily’i merkezine alıyor. Şikago’da yaşayan Emily, hiç beklemediği bir anda rüya gibi bir iş fırsatı yakalar. Kariyeri için çok önemli olan bu teklifi geri çevirmeyen Emily, yeni işi için rüyalarının şehri olan Paris’e taşınır ve lüks tüketim ürünleri satan bir markanın sosyal medya stratejisini üstlenir. İlk sezonu 10 bölüm sürecek olan dizide; Paris’te hayallerindeki pozisyonu kapmasının ardından Emily’nin iş, arkadaşlık ve aşk hayatındaki değişikliklere

Good Morning, Veronica

29


DİZİ

Monsterland tanık olacağız. 30’ar dakikalık bölümler halinde yayınlanacak dizinin oyuncu kadrosu hem Amerikalı hem de Fransız oyunculardan oluşuyor. Emily rolünde Tolkien, Love Rosie ve The Mortal Instruments: City of Bones gibi filmlerle tanınan Lily Collins’ı izleyeceğiz. Diğer önemli rollerde ise Ashley Park (Mean Girls on Broadway) along with Philippine Leroy Beaulieu (Call My Agent!), Lucas Bravo (Smart Ass), Samuel Arnold (Antony & Cleopatra), Camille Razat (The 15:17 to Paris) ve Bruno Gouery (Doc Martin) var. Çalıştığı pazarlama ekibine “Amerikan perspektifi” katması beklenen Emily’nin çakışan iki kültür arasında dengede kalmaya çalışırken kurduğu arkadaşlıklar ve romantik ilişkiler, eminiz özellikle kadın izleyicilerin bir hayli ilgisini çekecek gibi duruyor.

MONSTERLAND

Önümüzdeki sene 10. sezonu ekrana gelecek American Horror Story’nin başarısından sonra antololoji türünde pek çok korku dizisi izleme fırsatı bulduk. 2 Ekim’de Disney’in sahibi olduğu Hulu’da ekrana gelecek Monsterland de bunlardan biri olacak. İki sezon süren ve geçtiğimiz yıl ekranlardaki macerasını noktalayan Into the Dark’ın ardından yepyeni bir korku antolojisiyle izleyicilerini selamlayan Hulu, Monsterland’i –tıpkı Into The Dark gibi- tam da Cadılar Bayramı’nda ekrana getirecek. Yapımcılığını The Neon Demon, Preacher ve Succession’ın senaristlerinden Mary Laws’un üstlendiği dizi, Nathan Ballingrud‘ın “Kuzey Amerika Göl Canavarları” adlı kısa öykü serisine dayanıyor. İlk sezonu 8 bölüm sürecek Monsterland’ın hikayesi her bölüm farklı bir şehirde geçecek ve o şehirde yaşayan karakterler üzerinden öyküsünü izleyiciye anlatılacak. Pek çok farklı canavar türüyle karşılaşacağımız dizinin her bölümü farklı bir yönetmen tarafından çekildi. Monsterland’in yönetmenleri arasında Desiree Akha-

van, Eagle Egilsson, Logan Kibens, Craig William Macneill, Kevin Phillips, Anne Sewitsky, Babak Anvari ve Nicolas Pesce de bulunuyor. Kelly Marie Tran (Star Wars: The Last Jedi), Kaitlyn Dever (Booksmart, Unbelievable) ve Taylor Schilling (Orange Is the New Black) gibi tanınmış isimlerin oyuncu kadrosunda yer aldığı Hulu’nun canavar temalı yeni antoloji dizisi; özellikle düşmüş melekler, kurt adamlar, gotik canavarlar ve deniz kızları gibi yaratıklarla ilgili hikayeleri sevenlerin kaçırmaması gereken bir seyirlik.

THE GOOD LORD BIRD

Before Sunset filmi ile 2004 yılında senarist olarak “En İyi Uyarlama Senaryo” dalında Oscar’a aday gösterilen, 2001 yılında ise Training Day filmi ile “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında Oscar’a aday olan yetenekli sinemacı Ethan Hawke, şimdi de “The Good Lord Bird” adlı mini dizi ile karşımıza çıkıyor. Toplam yedi bölüm sürecek olan ve pandemi nedeniyle iki ay ötelenen The Good Lord Bird, James McBride’ın 2013 tarihli aynı adlı

The Good Lord Bird

30

romanından televizyona uyarlandı. Hawke, daha önce yaptığı açıklamalarda The Good Lord Bird romanının en sevdiği kitaplardan biri olduğunu söylemişti. Senaryosu Ethan Hawke tarafından yazılan dizi, gerçek bir öyküye dayanıyor ve 19. yüzyılda köleliği kaldırmak için mücadele eden papaz John Brown’u merkezine alıyor. Hawke, dizide köleliğe karşı ilk silahlı ayaklanmalardan birini başlatan ve 1859’da idam edilen Brown’a hayat veriyor. Kansas’ta köle olarak yaşayan ve bir süre sonra John Brown’ın köleliği kaldırmak için çalışmalar yürüttüğü aktivist gruba katılan kurgusal karakter Onion’ın bakış açısından ağırlıklı olarak olayları takip ettiğimiz dizide; Onion’u Joshua Caleb canlandırıyor. Dizinin diğer önemli rollerinde ise Hubert Point-Du Jour, Nick Eversman, Mo Brings Plenty, Jack Alcott, Ellar Coltrane, Beau Knap, Daveed Diggs, David Morse, Steve Zahn, Maya Hawke ve Wyatt Russell gibi isimler yer alıyor. The Good Lord Bird, 4 Ekim’de Showtime’da başlıyor.


lerini izleyeceğiz. İlk sezonu 6 bölüm sürecek dizi, aşk ve bilimin birleşimi olarak tanımlanıyor. Yapımcıların kafasında dizinin şimdilik dört sezon sürmesi var ama gelecek ne gösterir tabii ki bilinmez. Oyuncu kadrosunda Sarah Snook, JJ Feild, Malin Akerman, Betsy Brandt ve Charlie Heaton gibi isimlerin yer aldığı Soulmates, AMC kanalının çok şey beklediği dizilerden biri. AMC Networks Entertainment Group Orijinal Programlar Başkanı ve AMC Studios Eş Başkanı Dan McDermott, “Soulmates’in benzersiz ana fikri, aşkı ve ilişkileri dönemin ruhunu besleyen, insanların arasındaki bağlar, ilişkiler ve mutluluğa dair diyaloglar başlatacak bir biçimde ve pek çok temas noktasına değinerek irdelediğinden bizi hemen içine çekti.” açıklamasında bulundu. The Walking Dead: World Beyond

THE WALKING DEAD: WORLD BEYOND

The Walking Dead, yepyeni bir macera ile ekranlarımızın başına bizleri kilitleyecek. AMC’nin yeni dizisi The Walking Dead: World Beyond, sevilen zombi yapımını bu kez gençlerle yeniden uyarlıyor. The Walking Dead’in 10. sezon bölümünün hemen ardından ilk bölümü 4 Ekim’de yayımlanacak olan The Walking Dead: World Beyond, zombi tutkunlarını yepyeni bir dünyaya götürecek. World Beyond, kıyametin ardından büyüyen ilk neslin, yaşadıkları güvenli bölgelerden çıkıp yerle bir olmuş dünyaya atılmalarını konu alıyor. Yaşayanlarla ya da ölülerle savaşan bu genç grubun başından aksiyon eksik olmayacak. İşlerin kısa zamanda sarpa saracağı ve kan ve vahşetin ekranlarımızın başından ayrılmamıza engel olacağı dizide bu gençlerin olayları nasıl karşıladıklarını ve ne gibi zor kararlar vermek zorunda kaldıklarını izlemek keyifli olacak. The Walking Dead evreninde geçecek üçüncü dizi olacak The Walking Dead: World Beyond’un oyuncu kadrosunda Annet Mahendru, Aliyah Royale, Nico Tortorella, Joe Holt, Aaron Snyder, Nicolas Cantu, Christina Marie Karis, Samantha Lorraine

NEXT ve Jelani Alladin gibi isimler bulunuyor. The Walking Dead: World Beyond, salgının başlamasından 10 yıl sonrasında Nebraska’da geçecek ve salgın sonrasında büyüyen ilk nesli anlatacak. Dizi, toplamda iki sezon sürecek ve her sezon 10 bölüm sürecek. Tüm zamanların sen çok izlenen dizilerinden biri olan The Walking Dead’in ikinci spin-off’u olacak World Beyond, bakalım TWD hayranlarından nasıl bir tepki görecek?

SOULMATES

Yayın hayatına başlamadan ikinci sezon onayını alan yeni AMC dizisi Soulmates’in arkasında Emmy ödüllü senarist Will Bridges (Black Mirror, Stranger Things) ve Brett Goldstein (Ted Lasso, Superbob, Adult Life Skills) var. Böyle bir ikilinin elinden kötü bir iş çıkacağını zaten düşünmüyoruz. 5 Ekim’de ilk bölümü ekrana gelecek dizinin son derece ilginç bir hikayesi var. Günümüzden 15 yıl sonra insanlığın hayatını değiştirecek birçok önemli bir keşif yapılır ve insanlara ruh eşlerini bulmanın bir yolu sunulur. Soulmates’in her bölümünde farklı bir kadroyla bu keşfin çeşitli şekillerde etkilediği insanların hikaye-

Soulmates

Mayıs 2019’da duyurusu yapılan ve o günden beri heyecanla beklenen Fox’un bilim kurgu dizisi neXt, Ekim ayının en çok beklenen yapımlarından biri olarak dikkat çekiyor. 24: Legacy’nin ortak yaratıcısı/yürütücü yapımcısı Manny Coto ile This Is Us’ın yönetmen/yürütücü yapımcıları John Requa & Glenn Ficarra, neXt’in arkasındaki isimler. Teknolojinin hayatımızı nasıl istila ettiği ve bizleri nelere dönüştürdüğü konusuna eğilen neXt, Mad Men yıldızı John Slattery ve Ozark’ta izlediğimiz aktörler Michael Mosley ve Jason Butler Harner’ı oyuncu kadrosunda bulunduruyor. neXt, Amazon’un ev içi akıllı asistan sistemi Alexa’yı andıran bir yapay zekâ sistemi üzerinden hikayesini anlatacak. Mavi ışıkları ve silindir şeklinde bir hoparlörü olan Iliza isimli cihaz, Alexa gibi soruları yanıtlıyor ve ev işlerinde kolaylık sağlıyor. Fakat Iliza’nın temelini oluşturan “neXt” isimli yapay zekâ sisteminin gizli bir ajandası var, o da dünyayı ele geçirmek.... Emmy adaylığı bulunan John Slattery’i dizide parlak zekalı ancak paranoyak eski bir teknoloji CEO’su Paul Leblanc olarak izleyeceğiz. Ulusal Siber Güvenlik Kurumu ajanı Shea Salazar’ın (Fernanda Andrade) takımıyla iş birliği yapan ve kendini sürekli olarak geliştirme becerisine sahip bir yapay zekanın ortaya çıkmasıyla beliren dünyanın ilk yapay zeka krizini durdurmak için mücadeleye giren John Slattery karakterine eminiz ki pek çok kişi hem sinir olacak hem de içte içe hayranlık duyacak. İlk sezonu 10 bölüm sürecek olan Fox’un distopik bilim kurgu dizisi, 6 Ekim’de başlıyor.

THE HAUNTING OF BLY MANOR

Gotik edebiyatın önemli kalemlerinden Shirley Jackson’un 1959 yılında kaleme aldığı aynı adlı romanından uyarlanan The Haunting of Hill House, bundan tam iki sene önce Netflix’te ekrana gelmiş ve korku türünden hoşlanan dizi severlerden tam puan almayı başarmıştı. Her sezonunda farklı bir hikâyenin işleneceği antoloji türündeki dizinin ikinci sezonunun ismi ise The Haunting of Bly Manor (The Haunting: Bly Malikânesi) olacak. Henry James’in 1898 tarihli

31


DİZİ lamış olur. ABD’nin uzay programının ilk yılları üzerine kurulu bir hikayeyi ele alan dizinin bir film uyarlaması da bulunuyor. 1983 tarihli filmin başrolünde ise Ed Harris oynuyordu. Dizi, kitabı başlangıç noktası alacak ve her sezonda bir görev işlenecek. İlk sezonda Mojave Çölü’nde yaşayan bir grup pilotun, dünyadaki en hızlı pilot olmaya çalışmasının öyküsünü izleyeceğiz. Hikayenin merkezindeki iki önemli karakterden biri, Suits’in yıldızı Patrick J. Adams tarafından canlandırılan saygısız bir test pilotu olan Binbaşı John Glenn, diğeri ise Limitless dizisinden tanıdığımız Jake McDorman tarafından canlandırılan, donanma tarihinin en iyi test pilotlarından biri olan Teğmen Alan Shepard olacak. Colin O’Donoghue, Aaron Staton, James Lafferty, Micah Stock ve Michael Trotter ise, diğer pilotlara hayat verecek isimler olacak.

The Haunting of Bly Manor

kült korku romanı Turn of the Screw’un serbest uyarlaması olacak dizinin ikinci sezonu, eski mürebbiyenin trajik ölümü sonrası iki kardeşe bakmak için mürebbiye olarak geldiği evde hayaletler gördüğünü söyleyen bir kadını odak noktasına alıyor. Dizide Dani Clayton adını taşıyan mürebbiyeyi Once Upon a Time… in Hollywood, Amazing Stories ve You’dan tanıdığımız Victoria Pedretti canlandırıyor. Dani Clayton’ın yakın arkadaşı Peter’ı ise son olarak The Invisible Man’de izlediğimiz Oliver Jackson-Cohen oynuyor. Her iki oyuncuyu da The Haunting of Hill House’da izleme fırsatı bulmuştuk. İkili, yeni sezonda da başrolleri paylaşacak. Aynı şekilde ilk sezondan Henry Thomas ve Kate Siegel da yeni bölümlerde karşımıza çıkacak. Yeni sezonda tabii yeni isimler de göreceğiz. T’Nia Miller, Rahul Kohli, Amelia Eve, Amelie Smith, Benjamin Ainsworth ve Catherine

Parker’ın da yer aldığı ikinci sezon 9 Ekim’de ekrana gelecek.

THE RIGHT STUFF

Tom Wolfe’nin 1979’da yayınlanan aynı isimli kitabından uyarlanan The Right Stuff, 9 Ekim’de Disney+ ekranında olacak. Leonardo DiCaprio’nun sahip olduğu yapım şirketi Appian Way’ın bir projesi olan dizi, aslında National Geographic Channel’da ekrana gelecekti. Fakat son anda Disney+’ta yayınlanmasına karar verildi. İlk sezonu toplam 8 bölüm sürecek olan dizisinin hikayesi, Soğuk Savaş’ın halen devam ettiği ve Sovyetler Birliği’nin uzay yarışında dominant olduğu 1958 yılında başlayacak. Uzay yarışında geride kaldıklarını düşünen ABD hükümeti Mercury Projesi’ni başlatır ve yedi ismi test pilotu olarak belirler. Böylece John Glenn ve Alan Shepard’ın uzaya çıkışlarına uzanan o meşhur yolculuk da baş-

The Right Stuff

32

SOCIAL DISTANCE

Herkesin son altı ayı sosyal mesafe ve karantinayla geçirmiş olması herkesin deneyimlerinin aynı olduğu anlamına gelmez. Netflix’in yeni karantina temalı dizisi Social Distance (Sosyal Mesafe) bunun ne kadar doğru olduğunu gözler önüne seriyor. COVID-19 salgınının ilk aylarında geçen sekiz bölümlük dizi, ailelerin, arkadaşların ve çiftlerin “yeni normal”e adapte olmaya çalışırken yaşadıkları zorlukları ele alıyor. Her biri birbirinden bağımsız bölümler, sanal bir mercek aracılığıyla farklı bir hikaye anlatıyor ve yalnızca “insan ruhunun belirsizlik ve izolasyon karşısındaki gücü” değil, aynı zamanda insanların karantina sırasında bağlantıda kalmak için mahkum olduğu teknolojileri de ekrana taşıyor. Dizinin yapım aşaması oyuncu seçmeleri de dahil olmak üzere karantina sırasında ve tamamen uzaktan gerçekleşti. Dizide koşullar nedeniyle zorla ayrı


Social Distance kalmak, uzaktan iletişim kurmak ve teknolojiye güvenmekten başka seçeneğe sahip olmamanın duygusal deneyimi de işleniyor. “Orange is New Black” dizisinin yapım ekibinin kotardığı 8 bölümlük bir antoloji dizisi olan Social Distance, 16 Ekim’de Netflix’te yayında olacak.

GRAND ARMY

İçerik kütüphanesinde gençlere yönelik yapımlara her ay yenilerini ekleyen Netflix, 16 Ekim’de Grand Army’i ekrana getiriyor. Katie Cappiello tarafından kaleme alınan 2013 tarihli tiyatro oyunundan uyarlanan dizi, 16 yaşındaki Joey Del Marco’nun, arkadaşlarının ve birlikte yaşadığı topluluğun hikayesini merkezine alıyor. Joey, dışarı çıktığı bir gün üç yakın arkadaşı tarafından tacize uğrar. Sonrasında yaşananlar ise dizinin konusunu oluşturuyor. New York’ta yaşayan gençlerin deneyimlerinden esinlenilen hikaye, Brooklyn’in en büyük devlet lisesinde geçecek ve merkezinde beş öğrenci yer alacak. Netflix, diziyi “Brooklyn’in en büyük devlet lisesindeki beş öğrenci, başarılı olmak, ayakta kalmak, özgürleşmek ve geleceği yakalamak için mücadele ederek kaotik bir dünyaya karşı koyarlar” diyerek anlatıyor. Dizinin kadrosunda Odessa A’zion, Amalia Yoo, Maliq Johnson, Amir Bageria ve Odley Jean yer alıyor. Grand Army’in başrol karekteri olan Joey’i ise Odessa A’zion canlandıracak. Amalia Yoo ise orijinal tiyatro oyununda rol alan tek isim olarak dizide dikkat

Marvel’s Helstrom

çekiyor. Odley Jean ise, aynı zamanda bir tiyatro eğitmeni olan Katie Cappiello’nun eski öğrencilerinden biri. Grand Army’nin ilk sezonu 10 bölümden oluşacak.

MARVEL’S HELSTROM

16 Ekim’de tüm bölümleri Hulu’da yayımlanacak dizi için gün saymaya başladık bile. Marvel’s Helstrom, esrarengiz ve ölümcül derecede tehlikeli bir seri katilin çocukları olan Daimon ve Ana Helstrom’un karmaşık ilişkilerini ve insan denilemeyecek kadar kötü kişilerin izlerini kendilerine has süper güçleri ile aramalarını konu alıyor. Dizide Tom Austen ve Sydney Lemmon tarafından canlandırılacak kardeşler, kendilerini insanlığın mutlak kötülerini avlamaya adıyorlar. Austen ve Lemmon’a ek olarak dizide Elizabeth Marvel, Robert Wisdom, June Carryl, Ariana Guerra ve Alain Uy gibi isimler yer alıyor. Bu yılın en çok beklenen yapımlardan birisi olan Helstrom’da çizgi roman ile dizi arasında bazı farklılıklar olacak. Örneğin çizgi romanda kahramanlarımızın isimleri Hellstrom iken dizi için tek “L” atılmış ve Helstrom olmuş. Daha önce Ghost Rider’ın çizgi romanında karşılaştığımız Ana ve Daimon şeytanın çocukları olarak tanıtılırken, dizide gizemli ve tehlikeli bir seri katilin kızı ve oğlu olarak karşımıza çıkıyorlar. Belki de dizinin ilerleyen bölümlerinde seri katilin gizemi ortaya çıkabilir. Çizgi roman okuyucuları zaten Daimon ve Ana’yı

Grand Army

33

Satan ve Satana’nın çocukları olarak tanıyorlar. Daimon ve Ana yeraltı dünyası ile bir şekilde ilişkileri olduklarını zaten yüksek sesle dile getiren karakterler. Serinin şeytani korku türündeki kökleri düşünüldüğünde, Helstrom’un karanlık, sert ve kanlı bir yapım olacağını düşünebiliriz. Zaten dizinin showrunner’ı Paul Zbyszewski, geçtiğimiz Ağustos ayında gerçekleşen Comic-Con panelinde bunu garanti etti.

SOMEONE HAS TO DIE

Netflix’in kütüphanesinde İspanyol yapımların sayısı hızla artıyor. 16 Ekim’de tüm bölümleriyle yayında olacak üç bölümlük mini dizi Someone Has to Die (Alguien Tiene Que Morir), bu içeriğin en son halkası olacak. Yine Netflix’te ekrana gelen The House of Flowers (La Casa De Las Flores) dizisinin yaratıcısı Manolo Caro’nun başında olduğu dizi, Meksika’da yaşayan genç bir adamın nişanlısı ile tanışmak üzere ailesi tarafından memleketi İspanya’ya çağrılmasıyla gelişen olayları konu alıyor. Oğulların, eşcinsel olduğunu açıklayıp eve bir balet olan Lazaro ile birlikte gelmesi aile üyelerini şoke eder. Üstelik tüm bunlar 1950’lerin İspanya’sında, Franco dö


DİZİ

The Queen’s Gambit neminde, dış görünüşün ve aile bağlarının kilit önemde olduğu son derece muhafazakâr ve geleneksel bir ailede yaşanır. Élite dizisindeki Carla rolü ile adını geniş kitlelere duyuran Ester Expósito’nun başrolünde olduğu bu suç dizisinin diğer öne çıkan isimleri ise, Carmen Maura, Cecilia Suáarez, Ernesto Alterio, Alejandro Speitzer, Isaac Hernández, Carlos Cuevas, Mariola Fuentes, Pilar Castro, Juan Carlos Vellido, Eduardo Casanova ve Javier Pereira.

THE QUEEN’S GAMBIT

1996 doğumlu Amerikalı oyuncu Anya TaylorJoy, The Witch ve Split gibi filmlerde gösterdiği yüksek performanstan sonra şimdi de başrolünde olduğu The Queen’s Gambit adlı diziyle adından söz ettirecek gibi duruyor. The Miniaturist ve Peaky Blinders’ın 5. sezonunun ardından The Queen’s Gambit isimli yeni bir diziyle izleyici karşısına çıkmaya hazırlanan güzel oyuncu, ilk kez başrol oynadığı bir dizide, Soğuk Savaş döneminde Beth Harmon isimli öksüz satranç dehasına hayat veriyor. Dizi, Beth Harmon’un sekiz yaşından 22 yaşına kadar yaşadıklarını ve dünyanın en iyi satranç oyuncusu olma yolculuğunda madde bağımlılığına karşı verdiği mücadeleyi konu alıyor. 1950’lerin sonlarında bir Kentucky yetimhanesine bırakılan ve emanet edilen Beth Harmon, satranç için şaşırtıcı bir yeteneği olduğunu keşfederken; devlet tarafından çocuklar için sakinleştirici olarak sağlanan ilaçlara da bağımlılık kazanmıştır. Madde bağımlılığı ve takıntı hallerinden muzdarip olan Beth, satrancın erkek egemen dünyasında kurulan geleneksel sınırları aşmaya çalışır. Walter Tevis’in 1983 basımı aynı isimli romanından uyarlanan 6 bölümlük dizinin yönetmen koltuğunda Allan

Scott var. 23 Ekim’de Netflix’te ekrana gelecek dizinin diğer öne çıkan oyuncuları ise Thomas Brodie-Sanger, Marielle Heller, Harry Melling, Bill Camp ve Moses Ingram.

UNDOING

Dizi tutkunlarının favori kanallarından HBO, yine ses getirecek bir yapımla karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Normal takviminde 10 Mayıs’ta ilk bölümüyle ekrana gelmesi gereken ama pandemi nedeniyle prömiyeri 25 Ekim’e ötelenen The Undoing’in başrolünde Oscar ve Emmy ödüllü güzel oyuncu Nicole Kidman var. Big Little Lies’ta birlikte çalışan ve müthiş bir işin altından kalkan David E. Kelly ve Nicole Kidman ikilisinin bu yeni projesi, Jean Hanff Korelitz’in 2014 yılında yayımlanan “You Should Have Known” kitabından uyarlandı. Dizinin diğer öne çıkan Undoing

34

isimleri ise Donald Sutherland, Edgar Ramirez, Lily Rabe ve Ismael Cruz Cordova olacak. Dizi, güzel bir hayat yaşayan ve ilk kitabını çıkarmak üzere olan başarılı terapist Grace Sachs’ın hayatına odaklanıyor. Mutlu bir evlilik süren Grace’in hayatı bir kazanın ardından kocasının öldürülmesiyle altüst olacak. Kendisini bir anda felaketler dizisinin ortasında bulan talihsiz kadın, oğluna sarılmak ve yeni bir hayat kurmak zorunda kalacak. Dizide Grace Sachs karakterine Nicole Kidman hayat verirken; Hugh Grand de eşi Jonathan Sachs rolüyle karşımıza çıkacak. Altı bölümlük mini dizinin yönetmenliğini ise son olarak Bird Box’a imza atan ve The Night Manager dizisiyle Emmy kazanan Susanne Bier yönetiyor. HBO’nun 2020 ajandasında oldukça önemli yer tutan bu yapımın yine pek çok ödül kazanacağını söylemek pek de kehanet olmaz gibi duruyor.



MÜZİK

EKİM AYININ DİKKAT ÇEKEN ALBÜMLERİ Bu ay pek çok iddialı albüm müzikseverlerle buluşuyor. Rock müzik efsanesi Bon Jovi’ni 15. stüdyo albümü ‘Bon Jovi: 2020’; Bruce Springsteen’in 20. stüdyo albümü ‘Letter to You’ ve elektronik müzik efsanesi Faitless’ın 10 yıl aradan sonra yayınlayacağı ‘All Blessed’, Postkolik radarında. Elif Öztuna

BON JOVI BON JOVI 2020

3

5 yılı aşkın süredir dünya müzik piyasasında önemli bir yeri olan Jon Bon Jovi’nin kendi adını taşıdığı grubu Bon Jovi, en son 2016 yılında çıkardığı “This House is Not for Sale” albümüyle eleştirmenlerden çok da iyi olmayan notlar almıştı. Grubun 30 yıllık gitaristi Richie Samnora’nın gruptan ayrılışı ve yerine Phil X’in geçişi anlaşılan gruba pek iyi gelmemişti. Zaten grup, 1986’da çıkardığı “Slippery When Wet” albümüyle yakaladığı başarıyı bir daha hiçbir zaman gösteremedi. Ancak tabii ki bu durum, Jon Bon Jovi’yi yeni albümler yapmaktan vazgeçirmedi. Bu yıl, pandemi herkesi olduğu gibi Jon Bon Jovi’yi de olumsuz etkiledi. Normalde 15 Mayıs’ta piyasaya sürüleceği duyurulan Bon Jovi’ni 15. stüdyo albümü “Bon Jovi: 2020”, COVID-19

nedeniyle gecikmeye uğradı ve çıkış tarihi 2 Ekim’e ertelendi. Sosyal konulara her zaman değinmeye çalışan, toplumsal sorunlara sanatçı bakış açısıyla yeni boyutlar getiren Bon Jovi, pandemi sebebiyle albümünün çıkış tarihi ertelenince bunu fırsata çevirdi. “Do What You Can” isimli teklisini dinleyicilerle Temmuz ayında buluşturan sanatçı, şarkıyı pandeminin dünyayı nasıl etkilediği üzerine yazıp Bon Jovi: 2020 albümüne dahil etti. Klibinde, New York’un pandeminin en kötü zamanlarındaki halini yansıtılan tekli, melodi olarak pek de hit olacak bir parça değil. Parçayı dinler dinlemez, Bon Jovi’nin artık rock’tan çok country pop’a kaydığını anlayabiliyorsunuz. Sanatçı anlaşılan bir önceki albüm için aldığı “çok eski sound’a sahip, tek düze, müzikteki gelişmeleri hiç

takip etmiyor” gibi eleştirilere pek de umursamamış olacak ki tekli gerçekten de kulağa yine eski ve sıkıcı geliyor. Ancak tabii ki tüm parçaları dinlemeden, tek şarkıyla koca albümü değerlendirmemeliyiz. O yüzden 2 Ekim’de dinleyeceğimiz 10 şarkılık Bon Jovi: 2020 albümünü hem endişe hem de merak ile bekliyoruz.

BRUCE SPRINGSTEEN LETTER TO YOU

B

ruce Springsteen, şarkılarında adalet ve eğitim sistemine ağır eleştiriler yapsa da tüm Amerika’nın bağrına bastığı bir halk ozanı. Emek işçisi orta sınıfın dertlerini de çoğu zaman şarkılarında dile

getiren ünlü sanatçı, 71 yaşına gelmesine rağmen çalışmaya ve üretmeye tam hız devam ediyor. 2014 yılında grubu E Street Band ile çıkardığı “High Hopes” albümünden sonra solo çalıştığı 2019 albümü “Western Stars” ile hem eleştirmenlerden hem de hayranlarından tam not alan Springsteen, Western Stars adında bir belgesel filme de imza atmıştı. Western Stars albümündeki tüm şarkıları sevgi, kayıp, yalnızlık ve aile odaklı video kurgularla süsleyen film, geçen sene 25 Ekim’de Warner Bros. etiketiyle vizyona girmişti. Neredeyse tam bir yıl sonra, Springsteen yeni albümüyle herkesi derin düşüncelere daldırmak için geliyor. Yeni albümüyle aynı ismi paylaşan hit single, “Letter to You” albümün duyurusuyla aynı anda, 10 Eylül’de dinleyicilerle buluştu. Albümün ikinci ağır topu “Ghosts” single’ı ise 24 Eylül’de yani Bruce Springsteen’in

36

71. doğum gününde country rock severlerin beğenisine sunuldu. Letter to You albümünü sadece beş günde, kendi ev stüdyosunda grubu E Street Band ile kaydeden sanatçı, teklilerin çıkışıyla albüm ile ilgili demeçler de verdi. “Albümün duygusal yapısını çok sevdim” diyen Springsteen, “Bu albümü daha önce hiç kaydetmediğimiz bir şekilde kaydettik. Beş gün boyunca stüdyodan çıkmadık ve bütün şarkıları tek seferde çalıp kaydettik, üzerlerine hiç ekleme yapmadık. Hayatımın en güzel albüm kaydı oldu” diye de ekliyor. Letter to You albümünün bir başka dikkat çeken özelliği de albümde Springsteen’in 70’lerde yazdığı ama hiç gün yüzüne çıkarmadığı “Janey Needs a Shooter”, “If I was the Priest” ve “Song for Orphans” şarkılarının bulunması. 23 Ekim’de piyasaya sürülecek olan Letter to You albümünü Springsteen hayranları kaçırmasın.


FAITHLESS ALL BLESSED

9

0’lardan 2000’lerin başına kadar, elektronik müziğin Avrupa’daki en iddialı isimlerinden biri olan Faithless’ın “Insomnia”, “God is a DJ” ve FIFA 2005’in soundtrack listesinde bulunan “No Roots” isimli parçalarını unutmak mümkün değil. Maxi Jazz, Sister Bliss ve Rollo üçlüsünün oluşturduğu grup, en son 2010’da çıkardıkları albüm “The Dance”in ardından üzücü bir şekilde ayrıldıklarını açıklamışlardı. Trip hop ve trance ağırlıklı şarkılarıyla ünlenmelerinin ardından bu iki türün de müzik dünyasındaki popülaritesini kaybetmesi nedeniyle eski günlerin mumla arayan Faithless, 10 yıl aradan sonra tekrar bir araya gelerek yeni bir albüme imza attı. “All Blessed” isimli bu albümden yaz aylarında “This Feeling” ve “Let the Music Decide” adında iki tekli yayımlandı. This Feeling, grubun 90’lardaki sound’unun klonlanmış hali gibiydi ve istenen etkiyi yaratmadı. Let the Music Decide ise, yayımlanmasından sadece birkaç hafta sonra yüklendiği bütün internet

siteleri üzerinden silindi. Şarkının ortadan kaybolmasına anlam veremeyen Faithless hayranları durumla ilgili Reddit gibi sosyal medya platformlarında konuyu tartışmaya başladılar ancak bir sonuç elde edemediler. Büyük ihtimalle bir pazarlama stratejisi olarak şarkıyı yayından kaldırdıklarını düşündüğümüz grup, en son 28 Ağustos’ta yeni albümlerinden bir tekli daha yayımladı. “Synthesizer” adlı bu single, daha önce yayımladıkları parçalara göre günümüzün elektronik müzik dinleyenlerini daha çok çekebilecek bir şarkı. Konuk olarak Nathan Ball’ın vokallerle destek verdiği Synthesizer ile ilgili grup üyeleri “Bu şarkı, tüm albüm için bir aşk mektubu gibi bize ilham verdi. Şarkının sözleri sanki bizim teknoloji takıntımızın üzerine bir sosyal yorum gibi” açıklamasında bulundu. Zamanında

Insomnia ve God is a DJ gibi elektronik müziğin resmi marşları haline gelmişti, açıkçası Synthsizer’ın da buna benzer bir başarı göstermesi mümkün. BMG etiketiyle 23 Ekim’de piyasaya çıkacak olan All Blessed albümünün tüm Faithless ve elektronik müzik severleri heyecanlandıracağını düşünüyoruz.

ROGER WATERS US + THEM

R

ock müziğin hemen hemen her çeşidinin temelini oluşturan ve ilham kaynağı olan Pink Floyd, biraz entrikalı ve pembe dizimsi bir geçmişe sahip. 1967 yılında, Pink Floyd’un orijinal kuruluş ekibinde olan Roger Waters, 1968’de asıl lider Syd Barrett’ın psikolojik rahatsızlığı nedeniyle gruptan ayrılışı ile yeni lider olup, “The Dark Side of the Moon” ve “The Wall” gibi 70’lerin efsane albümlerinde baş şarkı yazarı olarak bir yıldız haline gelmişti. Hatta 1982’de vizyona giren ve o yılın BAFTA ödüllerinde iki ödül kazanan Pink Floyd - The Wall müzikal filminin senaryosunu da Waters yazmıştı. Pink Floyd’un başarısı dolu dizgin giderken 1985’te Roger Waters sürpriz bir şekilde gruptan ayrıldı ve grubun çöküşüne giden ilk adımı atmış oldu. Üstelik Waters

ayrılırken bir de grup üyelerine Pink Floyd ismini ve temasını kullanamamaları için dava açtı. Davadan iki taraf da istediği sonucu elde edemeyince Waters ve diğer grup üyeleri kendi yollarına devam ettiler. 20 yıl boyunca ortak hiçbir işte yer almayan eski dostlar, 2005’te gerçekleşen Live

37

8 konserinde ilk defa beraber sahne aldı. 2000’lerin başından beri tek başına dünya turları yapan Roger Waters, 2017-2018 yılları arasındaki US + Them isimli dünya turunu hem bir belgesel film hem de canlı bir konser albümü olarak 2 Ekim’de piyasaya sürme kararı aldı. Toplam 23 şarkının ve dünya turunun kapsadığı 156 farklı konser alanının yer aldığı bu albüm/filmde “The Wall”, “Wish You Were Here”, “Comfortably Numb” ve “Dark Side of the Moon” gibi Pink Floyd’un en çok ses getirmiş parçaları gibi, Waters’ın 2017’de solo çıkardığı tekli “Smell the Roses” da yer alıyor. US + Them’in fragmanı olarak dünya turunun Amsterdam ayağında kaydedilen “Happiest Days of Our Lives / Another Brick in the Wall Part 2 & 3” performansı 17 Haziran’da yayımlanmıştı.


RÖPORTAJ

BİR MÜZİK EDİTÖRÜNÜN GÜNLÜĞÜ Popüler online müzik platformu Deezer, Türkiye pazarındaki ağırlığını her geçen gün arttırıyor. Profesyonel müzik editörlerinden oluşan ekibi sayesinde playlistler oluşturma ve müzik düzenleme konusunda iddialı bir yaklaşıma sahip olan şirket, 56 milyon parçalık arşivini Türkçe müzikle de güçlendirdi. Biz de bu vesileyle Deezer Müzik Editörü Savaş Biner’e merak ettiklerimizi yönelttik.

Bir müzik editörü ne iş yapar? Playlist hazırlamak işimin en önemli parçası. İnsanların o anki ruh hallerine uygun parçaları bir araya getirdiğim farklı çalma listeleri hazırlıyorum. Örneğin insanlar bazen sadece arkalarına yaslanıp rahatlamak isterler. Düşünsenize, tüm gün işte zor bir gün geçirmişsiniz ve ne dinleyeceğinizi seçmek için çok fazla kafa yormak istemiyorsunuz- sadece hafif ve yatıştırıcı bir şey istiyorsunuzdur. O durumda tek yapılması gereken, İyi Hisset, Sakin Yaz Şarkıları, Chill Vanilya ve Alternatif Sakinlik gibi chill out çalma listelerimizden birini seçmek... Bütün bunlar için oldukça titiz seçimler yapıyorum. Bu yüzden en önemli işim bu diyebilirim. Çalma listelerini nasıl hazırlıyorsunuz? Bunun için özel bir reçete ya da altın kural yok.

Her listenin kendi kimliği var. Bazıları veriye dayalı, diğerleri türe özgü oluşturuluyor. Ruh haline özgü çalma listeleri için sektördeki bilgi birikimimi ve insanların dinleme eğilimlerini esas alıyorum. Dinleyiciyi ve hangi şarkıları neden dinlediklerini gözümde canlandırarak işe başlıyorum. Ne tür bir ruh hali yansıtmaya çalışıyorum? Dinleyicilerin yeni parçalar keşfetmelerini istiyor muyum? Ya da rahatlamaları için tanıdık melodiler mi gerekiyor? Bütün bunlar çalma listeleri hazırlarken aklımdaki soruların birkaçı... Yani her şey müzik yoluyla belirli bir duyguyu yakalamaktan mı geçiyor? Kesinlikle! Listelerimiz neşeden melankoliye kadar birçok duyguya dokunuyor. Kendinizi enerjik, tembel, romantik, nostaljik, biraz

38

halsiz ya da çok mutlu hissedebilirsiniz. Her ruh halinize uygun ideal çalma listelerimiz var :) Ayrıca o anda ne yaptığınıza uygun listelerimiz de var. Örneğin antrenman, parti, konsantrasyon çalma listelerini ve daha fazlasını bulabilirsiniz. “Mood” listeleri nasıl oluşturuluyor? Müzik modunu oluşturan birçok unsur var. Genel olarak, sözler, tempo ve enstrümanlar önem taşıyor. Özellikle Türk müziğinde, bütün bunların yanı sıra sanatçının şarkıyı nasıl söylediği, şarkının etnik yapısı, çıkış tarihi, güncel sosyal gelişmeler, küresel trendler, sezon planlaması gibi diğer etkiler öne çıkıyor. Bazı melodiler ve akorlar vardır ki erişilmez sanılan duyguları yakalama gücüne sahiptir. Bu dünyanın her yerinde geçerlidir. Müzik hepimizle konuşan evrensel bir dil…


Deezer’in moduna göre playlistlerde yerel müziklere de yer veriliyor mu? Deezer’daki en önemli yaklaşımlarımızdan biri de yerel bir kahraman olmak… Bulunduğumuz her ülkede dinleyicilerin zevklerini yansıtan çalma listeleri oluşturmak istiyoruz. Bu nedenle bazı mod listeleri hem yerli ve hem de yabancı şarkıların karışımından oluşuyor. Her türlü ruh haline hitap etmek üzere arşivimizde 56 milyondan fazla parça bulunuyor. Çalma listelerinin tüketimi konusunda ülkeler arasında farklılık var mı? Sadece ülkeler arasında değil, farklı dinleyici grupları arasında da farklı eğilimler görüyoruz. Örneğin Türkiye’de daha genç kullanıcılar bir sanatçının albümündense playlist dinlemeyi tercih ediyorlar. Tek bir müzik türüne bağlı kalmadıklarını farklı türler arasında geçiş yapmayı da sevdiklerini gözlemliyoruz. Playlistler ne sıklıkla güncelleniyor? Playlistlerimiz ihtiyaç oldukça güncelleniyor. Bazen günde bir, bazen haftada ya da ayda bir güncellenen playlistlerimiz var. Listelerin popülaritesine ve yeni çıkan şarkılara göre değişiyor. Bu sanat ve bilimin bir karışımı diyebilirim :) Deezer’ın özelliklerinden en iyi şekilde nasıl yararlanabileceğimize dair ipuçları ve püf noktaları verebilir misiniz? Deezer’ı en iyi arkadaşınız yapın :). Ona neyi sevdiğinizi ve neyi sevmediğinizi söyleyin. Deezer’da Flow ile ne kadar çok etkileşim kurarsanız, sizi o kadar çok tanır. Sevdiğiniz bir şarkı veya çalma listesi bulursanız, kalp butonuna dokunmalısınız. Ayrıca neyi sevmediğinizi de bilmek istiyoruz, bu nedenle hoşunuza gitmeyen bir şarkı bulursanız, “beğenmedim” butonuna dokunun. Bunu yaparak, bize müzik zevkleriniz hakkında daha fazla bilgi vermiş oluyorsunuz. Bu, “Flow”un size yapacağı önerileri de geliştirir. Aynı şey en sevdiğiniz sanatçıların ve çalma listelerinin profilleri için

de geçerli - kalp butonuna dokunursanız en son yeni çıkanlar, playlist güncellemeleri hakkında bildirimler alırsınız. Zamanla, uygulama beğendiğiniz ve beğenmediğiniz şeylerin ayrıntılı bir resmini oluşturur ve sizi seveceğinizi bildiği müzikle buluşturur. Günde kaç saat müzik dinliyorsunuz? Açıkçası saymayı bıraktım. Haftada 40 ila 45 saat civarında diyebilirim. Toplantıda değilsem, müzikleyimdir. Kanallarımız için çalma listesi düzenlemediğim veya içerik seçmediğim zamanlarda bile her zaman arka planda müzik oluyor. Benim için mesele saatler değil - bu sevgiyle yaptığım bir iş. Tutkuyla beslenen bir editör ekibinin parçası olmaktan gurur duyuyorum. Ve dinleyicilerin defalarca kez geri döndüğü playlistler oluşturduğumuz zaman, işimizi doğru yaptığımızı anlıyoruz. İşinizle ilgili en çok neyi seviyorsunuz? Dürüst olmak gerekirse müziğe tutkuyla bağlıyım. Her ruh hali veya durum için en iyi parçaları seçmek için farklı müzik türleri hakkındaki bilgilerimi kullanıyorum. Duygusal bir etkiye sahip olacak ve dinleyicilerimizi mutlu edecek şarkılar paylaştığımı bilmek beni de çok memnun ediyor. En sevdiğiniz müzikal modunuz? Ben kendi adıma mutluluk ve umut veren neşeli şarkıları tercih ettiğimi söylemeliyim. Mesela, salgın sırasında kullanıcılar ya çok depresif şarkılar ya da daha sakin, umut veren ve neşeli şarkılar tercih ettiler. Müzik editörlüğü için müzik eğitim şart mı? Sürekli müzik dinlemek, araştırmak ve dinlediğinizi analiz etmek bu işi yaparken çok destek oluyor. Öte yandan, müzik eğitiminiz varsa teknik olarak daha doğru ve anlık analizler yapabilirsiniz. Benim ses teknolojileri ve prodüksiyon sertifikalarım bulunuyor; birkaç enstrüman çalıyorum, eski bir radyo yönetme-

39

niyim ve kulüplerde DJ’lik yaptım. Tüm bunları yaparken edindiğim bilgi ve tecrübe buradaki işimi yaparken bana çok yardımcı oluyor. İyi bir müzik editörü olmak için hangi özelliklere sahip olmak gerekiyor? Farklı tarzlarda, coğrafyalarda mümkün olduğunca çok müzik dinlemek ve dinlediğiniz müziğin piyasadaki yerini algılayabilmek gerekiyor. Tüm bu öğrendikleriniz, son kullanıcıların beklentilerini ve zevklerini anlamanızı sağlıyor. Diğer kanallardan topladığınız bilgilerle bu beklentilere cevap vermeye çalışmalısınız. Türk müzik dinleyicisinin son 10 yıldaki müzik tercihlerini nasıl yorumluyorsunuz? Hepimizin bildiği üzere Türkiye genç nüfusun yoğun olduğu bir ülke... Genç nüfusun büyük kısmı dijital dünyada aktif ve müzik hayatlarının önemli bir parçası. Dünya müziğini de yakından takip ediyorlar. Bunun sonucu olarak hem stil hem de ses teknolojisinde büyük bir değişim yaşanıyor. Yükselen şarkıcılar ve stillerine baktığımızda bu değişimi rahatça görebiliyoruz. Rap ve alternatif rock müzikteki yükseliş buna çok iyi bir örnek olabilir. Son olarak, müzik editörü olmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz var mı? Onlara, müzik eserlerine analitik yaklaşımı öğrenmelerini tavsiye ederim. Bunun için teknik bilgilerini geliştirmeleri çok faydalı olacaktır. Böyle bir altyapı oluşturduktan sonra yapılacak tek şey bolca müzik dinlemek. Hit şarkıları analiz etmek, gelecekteki hit şarkıları daha kolay anlamanıza yardımcı olur. Analiz yeteneği, çalma listeleri oluşturmanın yanı sıra doğru şarkıları ve parça listelemeyi seçerken de çok işinize yarayacak. Bunun dışında son bir şey daha eklemem gerekiyor; müziği seçiyoruz, sıralıyoruz, yani aslında duyguları bir şekilde seçiyoruz, şarkılara teknik olarak her zaman yaklaşamazsınız ancak yeteneğinizle birlikte hayal gücünüzü kullanabilirsiniz.


RÖPORTAJ

ALAYI YALAN ŞARKI GERÇEK!

Müziği ve yorumuyla Türkçe pop ve R&B müziği harmanlayan Mela Bedel, ilk teklisi ‘Alayı Yalan’ ile müzikseverlerin karşısına çıktı. 24 yaşındaki müzisyenle Sony Müzik Türkiye etiketiyle yayınlanan ilk teklisini ve müzikteki hedeflerini konuştuk. 40


Bize öncelikle kendinden bahseder misin? İstanbul’da doğup büyüdüm ve 24 yaşındayım. Müziğin tüm dallarını benimseyen ve saygı duyan bir ailede büyüdüğüm için müziğe ilgim küçük yaşlarda başladı. 4 yaşındayken annem ve babam bana minik bir klavye almıştı, büyük bir sahnede piyano çalıyormuşum gibi hayal edip sürekli kendi kendime evde klipler çekerdim. Hevesli olduğum için de okulda sürekli şiir okutup, şarkı söyletirlerdi. 8 yaşındayken piyano eğitimi almaya başlayınca da devamı geldi. Yapmak istediğin müziği nasıl anlatırsın? ‘Müzik birdir, o da kulak içindir’ felsefesine inanan biriyim. Bu yüzden yaptığım müziğin belirli bir kalıba konulmasından yana değilim. Dinleyen her insanda farklı hisler uyandırması, bu hislerin benim ruhuma dokunduğu gibi onların ruhunda da bir yere dokunup, ufak bile olsa bir yarayı iyileştirebildiğini görebilmek en büyük dileğim. Beni mutlu

eden, hislerimi en doğru ve en etkileyici biçimde aktarabildiğim, kendimi tam anlamıyla doğru biçimde ifade edebildiğim ve paylaşmaktan mutlu olacağım eserler ortaya koymaya çalışıyorum. Hedeflerim ise, bu isteği gerçeğe dönüştürmek üzerine kurulu ve gelen yorumları okuduğumda her geçen gün bu hedefin ne kadar doğru olduğunu daha iyi anlıyorum. İlk teklin “Alayı Yalan” için neler söylersin? “Alayı Yalan” şarkısını kendimi derinden yaralı hissettiğim bir zamanda kaleme aldım. Şarkının sözünü ve bestesini tamamladığımda Şubat ayıydı. Soğuk bir kış gecesinde duvarın dibine çöktüm, sözleri önüme alıp şarkıyı okudum ve sevgili dostum Azel Bert’i aradım. Sonra birlikte şarkıyı düzenlemeye başladık. Peşinden sevgili Murat Acar ve Emir Akbulut sürece dahil oldular. Murat, şarkının nakarattan sonra gelen riff kısmına bir melodi ekledi ve şarkının hissiyatını daha da güzelleştirdi. Yine sevgili Emir, çok değerli önerilerde ve dokunuşlarda bulundu. Mix ve mastering işlemlerini ise Kadim Tekin yürüttü. Düzenleme sürecinde ekipçe şarkının hissiyatını nasıl daha iyi aktarırız sorusuna yoğunlaştık. Bu süreçlerin sonunda da şarkı şu anki haline kavuştu. Yayınlanma süreci pandemi döneminden ötürü biraz sancılı geçse de, şimdi bunun mutluluğunu yaşıyorum. En başta benimle birlikte önce bu şarkıya, sonra bu yürüdüğüm yola inanıp eşlik eden Özden Bora Gülbay ve tüm Sony Music Ailesi dahil çok kıymetli insanları tanıma fırsatı bulmuş oldum ve yine aynı ölçüde bu şarkı dostlarımla daha derin bir bağ kurmamı sağladı. Bu şarkı her yönüyle bir merhem. Biraz bana, biraz size, sözün kısası yarası olan her insana...

41

Bize biraz klibinden bahseder misin? Klibin hikayesini oluşturmak için Murad Küçük ve Umut Eker ile buluştuk. Kendilerine klipte yansıtmak istediğim hikayeyi paylaştım ve onların da fikirleriyle bence ortaya harika bir klip çıktı. Bu projede işinin ehli insanlarla çalışmak büyük şanstı, bu sayede tüm süreç çok dengeli ve sorunsuz geçti diyebilirim. Klibin çekimlerini hikayeye uygun olarak İstanbul’da Karaköy, Haliç, Eminönü, Zeytinburnu ve Nişantaşı gibi semtlerde belirlediğimiz mekanlarda gerçekleştirdik. Kurgu bitip de klip son haline geldiğinde çok ses getireceğine inanmıştım. Nitekim gelen yorumları okuduğumda bunu daha iyi anladım. Tüm detayları en ince biçimde çalıştığınız bir işin değerinin anlaşılıyor olması gurur verici. Her anlamıyla içimize sinen bir klip çekmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Daha iyileri için çalışmaya devam. Bundan sonra teklilerle mi yoluna devam edeceksin, yoksa kafanda bir albüm var mı? Şu an bir albüme yetecek kadar yazıp bestelediğim şarkım var ancak önce bahsedip yol vermek istediğim birkaç konu var. Bunlardan ilki aşk ile ilgiliydi ve Alayı Yalan’ı yayınladım. Şimdilerde de dostluk ve arkadaşlık ilişkilerini sorguladığım bir şarkı hazırlıyorum. Bu konularla ilgimi hislerimi paylaştıktan sonra bir albüm kesinlikle gelecek. Kısa ve orta vadeli hedeflerin neler? Hayatta hiçbir zaman günübirlik yaşayan insanlardan olmadım ama çok uzun vadede hedeflerim de hiç olmadı. Tabii ki gönlümde ulaşmak istediğim büyük bir hedef var, ancak o da yolda belli olup şekillenecek. Şimdilik en yakın hedefim bundan sonraki şarkılarımı en iyi şekilde hazırlayıp paylaşabilmek ve müzikle iyileşirken bir yandan da iyileştirebilmek.


RÖPORTAJ

BABA ZULA’DAN YEPYENİ BİR KONSEPT ALBÜM Kendine has müzik tarzıyla tüm dünyada sıkı bir dinleyici kitlesi edinen Baba Zula; ilk canlı stüdyo kaydı olma özelliği de taşıyan yeni konsept albümü ‘Hayvan Gibi’yi hayranlarıyla buluşturdu. Mehmet Levent Akman, albüme ilişkin sorularımızı yanıtladı. Gizem Ertürk 42


Bu albümün birçok özelliği var ve bunlardan belki de en önemişi canlı çalınıp direkt olarak plağa aktarılması… Bu fikir nasıl ortaya çıktı? BaBa ZuLa, 1996 yılında Derviş Zaim’in “Tabutta Rövaşata” adlı filmine orijinal müzikler yapmak üzere kuruldu. Kurulduğu yıldan günümüze kadar birçok albüm de çıkarttı. Bu albümlerin kayıtlarını, başta kendi stüdyomuz olmak üzere, değişik stüdyolarda gerçekleştirdik. Son albümümüz olan “Hayvan Gibi”nin kayıtlarını ise Hollanda’nın Haarlem şehrinde bulunan Artone Stüdyosu’nda yaptık. Bu stüdyo, içinde barındırdığı kayıt aletlerinden kayıt stüdyosuna, teknik ekipmanlarından mimarisine kadar özenle, adeta bir dantel gibi, işlenmiş çok özel bir kayıt mabedi. İçindeki kayıt aletleri çok özel ve özenle seçilmiş. Özellikle de plak kayıtlarına yoğunlaşmışlar. Plağı çok seviyoruz, stüdyodan bir kayıt teklifi gelince hemen kabul ettik tabii. Baba Zula bu tercihiyle ne anlatmak istiyor? Murat Ertel’in “Kayıt İcat Olundu Mertlik Bozuldu” diye beğendiğim bir cümlesi var. Gerçekten de günümüz müzik kayıt ortamlarında yapılan her türlü hatayı notasına kadar düzeltebilirsiniz. Ya da bir

ritm enstrümanı çalan bir müzisyenin tek vuruşunu alıp ondan birçok ritmler yaratabilirsiniz. Bizler, grup olarak, 1996 yılından beri müziğimizde dürüstlüğe ve mertliğe inanıyoruz. Albümü dinleyenler konser performansı deneyimi de yakalayacak diyebilir miyiz? İlk günden bu yana devamlı artan bir konser tempomuz oldu. Örneğin BaBa ZuLa Türkiye’nin yurtdışında en çok konser veren grubudur. Dolayısı ile bizlerin konser performansları ile albüm kayıtları da oldukça farklı oluyordu. Konserlerimizi izlemeyip sadece albümlerimizi dinleyen kişiler konserlerimize geldiklerinde oldukça şaşırıyordu. Hatta Antalya’da bir halk konserinde bunlar BaBa ZuLA değil diyerek konseri terk edenler olmuştu. Bizlere gelen eleştirilerden biri de albümlerimize konserlerimizdeki performansı yansıtamadığımız idi. Bu kayıtlar ile bu eleştirileri aştığımızı düşünüyorum. Bu plaktaki kayıtlar bir seferde ve anında kayıt olduğu için konser performansımızı fazlası ile yakaladık. Bu tarz başka örnekler, size de ilham veren kayıtlar neler? 1920’lerden 1960’lara kadar yapılan tüm kayıtlar... Bu kayıtlar da Artone

Stüdyosu’nun mantığına göre yapılmış kayıtlardı; çünkü o zamanki kayıt teknikleri ve şartları çok gelişmemişti. Mecburiyetten bir mikrofon ile koca bir grubu kaydetmişler ve mucizeler yaratmışlar. Ayrıca bunlar daha doğal ve samimi kayıtlar. ‘Hayvan Gibi’ konsept bir albüm. Her parça, adını başka bir hayvandan alıyor ve grup için önemli hikayelere sahip. Anlatır mısınız? İçinde yaşadığımız çağda, insan denen canlı doğanın bir parçası olduğunu çoktan unutmuş durumda. Bizler birçok parçamızda insanlara bunu hatırlatmaya çalıştık ve bu nedenle eleştiriler aldık. Mesela Pırasa adlı parçamız yüzünden sahneden indirilmeye çalışıldığımız ya da ‘Pırasa diye şarkı mı olur?’ gibi tacizlere maruz kalmışlığımız çok olmuştur. Bu albümde de bütün parçaların adları bu Dünya’yı paylaştığımız canlılara ait. Bakalım bundan sonra ne tür eleştiriler gelecek. Bu kadar sık seyahat eden bir ekip olarak evlerde olmak size nasıl geldi? Yılda yaklaşık 100 adet konser veren ve bunların en az 70’ini yurtdışında gerçekleştiren bir grup olarak pandemi ve sınırların kapatılması gerçekten büyük bir şok oldu. Öncelikle salgının ilk dönemlerindeki bilgi kirliliği yüzünden bu hastalık konusunda doğru bilgiye ulaşmak ilk önceliğimiz oldu. Bu nedenle etrafta dönen bilgileri belli bir süzgeçten geçirerek neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırabilmek için bolca okuduk ve okumaya da devam ediyoruz. Müzik sektörünün içinde bulunduğu çıkmaza dair yorumunuz nedir? Müzik sektörü ne yazık ki “Yangında ilk terkedilecek” olma konumunu korumaya devam ediyor. Pandemi öncesi de ufak bir toplumsal olayda ilk iptal edilen konserler oluyordu. Futbol maçları, düğün ve tiyatro gibi etkinlikler ise sanki bir şey olmamış gibi devam ediyordu. Bu en son alınan kararlarda da aynı durum gerçekleşti. Sadece canlı müzik etkinlikleri yasaklanırken tiyatro, bale ve opera gibi etkinliklerin devam etmesine karar verildi. Teknelerde her türlü partiler düğünler devam ediyor. Müzik eşittir eğlence anlayışının değişmesi gerekiyor. Pandeminin gerçekleştiği birçok ülkede müzisyenlere devlet yardımları yapılırken bizim ülkemizde neredeyse bizlerden yardım da bulunmamız isteniyor. Konserler birebir insan etkileşiminin olduğu etkinlikler. Dolayısı ile internet üzerinden yapılan konserler de gerçekleri kadar etkili olamıyor.

43


RÖPORTAJ

UTKU DENİZ KÜÇÜK İLK EP’SİNİ ANLATTI Prodüktörlüğünü Haluk Kurosman’ın yaptığı, Utku Deniz Küçük’ün dört şarkıdan oluşan ilk EP’si “’Neyse Hayal Kurmayalım Şimdi” tüm dijital platformlarda yerini aldı. Müzik piyasasına adımını attığı ilk EP’sini Postkolik’e anlatan Küçük, sorularımızı yanıtladı. Gizem Ertürk 44


Müzik yapma konusundaki ilk motivasyonunu hatırlıyor musun? İlkokul 3 ya da 4. sınıftayken okuldaki bazı öğrencilerin piyano/org çaldığını görüp, annemlere “ben de bir şeyler çalmak istiyorum” diye tutturmam, herhalde ilk motivasyon kaynağımdı. Ailem de beni Bakırköy’deki Mehmet Kaygusuz Müzik Kursu’na yazdırdı. Tesadüfen soy adaşım olan Sönmez Küçük’ten iki sene org, ikisi sene de piyano dersi aldım. Üniversite yıllarında kurduğunuz Shuffle adlı cover grubunda kimleri çalıyordunuz? Shuffle’da mottomuz insanların bildiği ve eşlik edebileceği şarkıları sahnede çalmaktı. Rihanna’dan Duman’a, MFÖ’den Lady Gaga’ya, Jamiroquai’dan Kurban’a uzanan geniş bir repertuarımız vardı. Hatta grubun ismi de o dönem meşhur olan “iPod shuffle”dan geliyor. Bir grubun içinde müzik yapmak ile solo çalışmak arasında sence nasıl bir fark var? Tek kelimeyle özetlemem gerekirse, “sorumluluk”. Grup müziğinde herkes nihai noktada sadece kendi enstrümanından sorumlu iken; bir solo çalışma yaptığınızda, özellikle işin yaratıcı aşamalarında da varsanız, en ince detaya kadar siz sorumlu oluyorsunuz. Üniversitede bas gitar ve ses mühendisliği alanlarında çift dal yapmışsın. Kendi müziğini yaparken tüm bu eğitimler sana neler kattı? ABD’ye gitmeden önce zaten bas gitar çalıyordum. Bas gitar bölümünde okuyarak bu becerimi arttırmak istedim ve sonuçta da amacıma ulaştım. Ancak ses mühendisliği benim müzisyenlikte seviye atlamamı sağladı. İşin mutfağını görmek, kayıt nasıl yapılır anlamak ve bir aranjman sürecini yakından görmek şu anda yaptığım işin aslında temelini oluşturdu. Bas gitar bölümü elbette bana bir enstrümanist olarak çok katkıda bulundu, ancak ses mühendisliği bölümünün beni müzikal ve teknik açıdan çok geliştirdiğini söylemeliyim. ‘Neyse Hayal Kurmayalım Şimdi’nin çalışmaları ne zaman başladı? EP’nin çalışmaları teknik olarak Nisan 2019’da başladı ama aslında bu çok daha uzun bir süreç. Müzikle profesyonel anlamda ilgilenme kararım Sabancı Üniversitesi’ni bitirdiğim anda oluştu. Çünkü bitirdiğim üniversitenin gerektirdiği mesleği yapmak istemiyordum.

Dolayısıyla çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bir şeye doğru yola çıktım. ABD’de ses mühendisliğinden mezun olduktan sonra kendi kendime 30 küsur hafta boyunca yaptığım “her hafta bir beste” görevi ve onun dışında yaptığım diğer çalışmalar, yaklaşık iki yıl kadar önce sahne önünde olma kararımı oluşturdu. Aslında kabaca 20 yıldır bu yönde ilerlediğimi söyleyebiliriz. EP çalışmasına 2019 Nisan’da başladıktan sonra da ağırlıklı olarak Haluk Kurosman ile ikimiz çalıştık, gitarları o bas gitarları ben çaldım. Sözleri o yazdı, aranjman ve miksi beraber yaptık. İkimizin dışında yaylıları İstanbul Strings ekibi, üflemelileri de Mehmet Çelik çaldı. Kayıt süreci 5-6 ay kadar sürdü. EP ile aynı adı taşıyan şarkının hikayesi nedir peki? Bu soruya çok betimleyici bir yanıt vermek açıkçası çok doğru olmayacaktır diye düşünüyorum, çünkü her dinleyici şarkıdan kendine başka bir hikaye çıkartacaktır. Besteyi ilk yaparken ben başka bir hikaye düşündüm, Haluk Kurosman sözlerini yazarken başka bir hikaye düşündü. Bu parçaya klip çektik, o klibi çekerken bambaşka bir hikaye üzerinden o klibin senaryosunu yazdık. Şarkı özetle bir “ka-

45

vuşamama” hikayesini anlatsa da aslında insanlar dinlerken nasıl bir yorumlama yapıyorsa hikayesi odur diyebilirim. Şarkı yazarken ve bestelerken doğru zamanın geldiğini nasıl anlıyorsun? Seni en çok neler harekete geçiriyor? “İlham geldi bir anda ve bir gecede bir şarkı yazdım” demeyeceğim, çünkü böyle bir şeye pek inandığım söylenemez. Elbette herkesin duygu yoğunluğunun daha yüksek olduğu ve ilhamının geldiği dönemleri olur. Ancak şarkı yazmak işi sadece onunla biten bir iş değildir, disiplin ve mesai gerektirir. İzlediğim bir yol haritası pek olmasa da, piyanonun veya gitarın başına geçip vakit geçirdiğimde ortaya çıkan ve beğendiğim müzikal fikirler üzerine daha sonrasında disiplinli bir şekilde yoğunlaşmam sonrası parçalar çıkıyor. Doğru zaman diye bir şeyin olduğuna pek inanmıyorum, enstrümanınızla vakit geçirdiğiniz takdirde elbet birtakım fikirler ortaya çıkacaktır. Bundan sonrası için planların neler? “Neyse Hayal Kurmayalım Şimdi”den sonra bir tekli yayınlamayı düşünüyorum, parça hazır zaten. Ondan sonra da hepsini bir albümde birleştirme planım var.


RÖPORTAJ

HOMEOPATİYİ UZMANINDAN DİNLEDİK Bir hastalığın, hastalık belirtilerini sağlam bir insanda ortaya çıkarabilecek maddelerin çok düşük dozlarda hastaya verilmesiyle tedavi edilebileceği inancına dayanan bir alternatif tıp yöntemi olan homeopati, ülkemizde de giderek yaygınlaşıyor. 12 yıldır homeopati alanında çalışmalar yürüten Homeopati Derneği üyesi Burcu Budak Albayrak, merak ettiklerimizi yanıtladı. 46


Öncelikle bizlere çalışmalarınızdan kısaca bahseder misiniz? Aslında bu tip konularla ilgili çalışmalarıma 1996’da Transandantal meditasyondan, Ayurveda’ya, DNA aktivasyonundan ACMOS METHOD’a, NLP, birçok Reiki sistemi, ODM (optimum denge modeli) ve en son ve eş zamanlı homeopati olarak bir çok eğitim alarak yoğunlaştım. Homeopati ile ilgili de üçüncü eğitimim olan CHE’deyim. Homeopati, ACMOS ve bilinçaltı olarak, üç farklı aldığım 12 farklı eğitimi birleştirdiğim bir sistem dahilinde danışmanlık veriyorum. Türkiye’de Homeopati’nin yaygınlaşması için 2008’den beri Homeopati Derneği’yle çalışmalar yürütüyoruz. CHE olarak eğitim verdiğimiz kişiler arasında ağırlıklı olarak; çocuk doktorları, kulak burun boğaz hekimleri, jinekologlar, estetik cerrahlar gibi farklı branşlarda hizmet veren doktorlar bulunuyor. Ayrıca hemşirelere, sağlık çalışanlarına ve eczacılara da eğitimler veriyoruz. Danışanlarınız size nasıl ulaşıyor? Öncelikle şunu belirtmek isterim ki homeopati konusunda ben daha çok eğitimci kolunda ilerliyorum. Kişiler fiziksel ya da psikolojik bir rahatsızlık yaşadıklarında önce doktorlarına gidiyorlar. Bize gelmeleri de bu sürecin sonunda oluyor. Genelde birçok tedavi denenmiş oluyor. Homeopati semptom baskılamadan, yan etkisiz, tedaviyi destekleyici bir sistem ve Homeopati’de biz ilaç tanımını kullanmıyoruz, onun yerine “remedy” diyoruz. Homeopati’de de kişinin bünyesine kendine özgü bir remedisi var. Öncelikle bu belirleniyor. Yaklaşık iki saatlik bir anamnez süreci oluyor. Kişinin birçok özelliğinin bilinmesi gerekiyor. Uykusundan, sevdiği yiyeceklere, susamasına, tuz yemesine, rahatsızlıklarının detaylarıyla tarifine, neyden sonra başladığına gibi birçok konuda bilgi alınıyor. Yapısı inceleniyor. Ve bünyesiyle özdeş, genelde bitki ve minerallerden oluşan doğal maddelerden üretilen, o kişiye özgü tek bir remedy veriliyor. Remedy konusunu açabilir misiniz? Remedy, organizmanın iyileşme gücünü kullanır. İyileşme; fiziksel duygusal ve zihinsel olarak yani bütünsel bir şekilde beklenir. Örneğin midesinde ülser olabilir, buna eşlik eden migren ağrıları ya da romatizması ve ya panik atak rahatsızlığı olabilir. Biz bu hastalıkların tümünde yüzde 30-80 oranında iyileşme bekleriz. Yani Homeopati sistem olarak; Hering kuralına göre isler. İyileşme yukarıdan aşağıya, içeriden dışarıya, en hayati organdan en yüzeydeki organa, son oluşan problemden, ilk olana doğru gerçekleşir. Anında görebileceğimiz sonuçlar

olabiliyor. Ama biz ortalama olarak Homeopati’nin zamanla tedavi ettiğine inanırız. İyileşme süreci de hastalığın kronikliğine, kişinin yaşına ve yaşam gücüne göre ortalama 3-6 ay arasında değişebilir. Homeopati sabir ve gözlemlerle hastaya da sorumluluk yükleyen bir tedavi şeklidir.

Burcu Budak Albayrak

Açıklamalarınızda “Eğer bir hasta 5-6 ayrı ilaç kullanıyorsa biz ona bu ilaçları tamamen bıraktırmıyoruz. Doktoru ile paralel çalışarak ilaç sayısını en aza indiriyoruz” demişsiniz… Hepimiz hastalanıyoruz ve hastalanacağız da… Şimdilerde de bir pandemi sürecindeyiz. Daha önce Domuz Gribi vardı. Bunlar her zaman vardı, bizim yapmamız gereken bağışıklığımızı güçlü tutmak, çoklu kronik hastalıklarımızı minimize etmek. Ve semptom baskılamak yerine, iyileşme sağlamak. Bunun için artık kabul etmemiz gerekiyor ki; hastalığın değil kişinin tedavisi var. Hepimiz biricik ve tekiz. Son yaşadığımız dönem bunu gösterdi. Aynı virüs nedeniyle yaşanan hastalığı birçok kişi ayakta geçirirken, bazıları hastanede tedavi oldu. Hepimiz yaşamışızdır; bir evde bir kişi grip olur, grip diğer aile fertlerine de bulaşır ama aynı ailenin tüm fertleri bu hastalığı farklı geçirir. Kimi ayakta atlatır, kimi hastaneye gider… Bunu milyonlar için düşündüğünüzde artık tek bir ilacın milyonları tedavi etmesi mümkün değil aslında. Kişilerin bir ilacı, bir şifası var. Ve bunun için çalışmamız lazım. Homeopati’nin özü de minimum dozda, minimum adette semptom baskılamaması ve yan etkisiz olması. Homeopati Avrupa’da bu kadar yaygın olmasına karşın sizce Türkiye’de neden bu kadar geride kaldı? Öncelikle homeopat olmak için çok doğru yerlerden eğitim almanız gerekiyor. Homeopati Derneği bunun için çok iyi bir adres. Bir kişi homeopata gidecekse nereden, hangi eğitimleri aldığına muhakkak bakmalı. Tüm bunlarla birlikte bir homeopatın -eğer doktor değilse- muhakkak bir doktor ile çalışması lazım. Bu işi doğru yapanlar olduğu gibi homeopat

47

adı altında başka işler yapanlar da var. Avrupa’da 50 binden fazla homeopat var ve normal sağlık sigortanızla bir homeopata gidip tedavi olabiliyorsunuz. Yani devlet sizin için bu tedaviyi karşılıyor. Her sene iki milyondan fazla kişi homeopatik tedavi alıyor. Ayrıca dünyada Homeopati alanında hastaneler var. Ayrıca Homeopati, ameliyatların adından yaşanan iyileşme sürecini de hızlandırıyor. Bir homeopat ile ilşki ne kadar sürer? Bir kere gelirsiniz, bir ay sonra kontrolünüz olur. Giderek atakların araları açılır, ağrıların şiddeti azalır. 3 ay içinde hastalığınızda yüzde 30-80 oranında iyileşme yaşarsınız. Sonra hayat devam eder, hastalıklarınız, yaşam şekliniz değişebilir… Hamilelik, menopoz, aileden birinin kaybı, bazen şehir değiştirme, hatta yaşadığımız bu pandemi… Bunların hepsi kişilerin yapılarını değiştirebiliyor. Farklı katmanlar yaratabiliyor. O yüzden herkesin bir homeopatı olmalı. Akut durumlarda da danışmalı. Ve yetişkinlere de yılda bir kez homeopata gitmelerini öneririm.


RÖPORTAJ

EN KÖKLÜ FİLM FESTİVALİ’NDE BU SENE NELER OLACAK? Türkiye’nin en köklü film festivali olan Antalya Altın Portakal Film Festivali, bu yıl 3-10 Ekim tarihleri arasında gerçekleşiyor. Pandeminin gölgesinde kapılarını 57. kez açacak olan bu özell festivali direktörü Ahmet Boyacıoğlu’ndan dinledik. Gizem Ertürk

48


Çok önem verdiğiniz Altın Portakal Sinema Okulu’nun hedefleri neler? Gençler, geleceğimiz ve umudumuz. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, festivalin havasını soluyarak çok şey öğreneceklerine inandığı için bu etkinliği başlattı. Geçen yıl ilk kez 150 üniversite öğrencisini Antalya’da festivale konuk ettik ve çok olumlu geri dönüşler aldık. Bu yıl salgın nedeniyle Sinema Okulu’nu çevrimiçi yapmak zorunluluğu doğdu. Ancak tüm olanakları kullanarak, seçilecek 250 öğrenciye iyi bir program sunacağız. Önümüzdeki yıllarda Altın Portakal Sinema Okulu’nu daha da geliştirerek gençlerimize faydalı olmak düşüncesindeyiz. Bu sene Ulusal Belgesel ve Kısa Film Yarışmaları’nda nasıl projeler karşınıza çıktı? Gençler en çok hangi meseleleri dert ediniyor? Bu yıl, 46 belgesel ve 206 kısa film Antalya’ya başvurdu. Son yıllarda çoğu yurt dışında eğitim almış, dünyaya açık, çok farklı konularda filmler yapan genç yönetmen ve yapımcılar ortaya çıktı. Bu yıl da birbirinden değişik konularda belgesel ve kısa filmler yer alıyor yarışmalarımızda. İzlemenizi öneririm. Her yıl jüri tartışmalarının yaşandığı Antalya’ya bu yıl daha çok dengeli bir jüri var gibi görünüyor. Kriterleriniz neydi? Bir söyleşide ‘Salgın nedeniyle Tıp eğitimi almış bir sinemacı olan Ercan Kesal’ı jüri başkanı olarak belirlediğimizi’ söyledim. İlgisi yok tabii ki. Jüri üyelerini saptamak festival yönetimi için her zaman çok kolay olmayan bir uğraştır. Bazı insanlar jürilerde yer almak istemezler ve kendilerine göre çok haklı nedenleri vardır. Bazen yoğun iş programı nedeniyle teklif reddedilir. Sanıyorum biz bu yıl çok şanslıydık ve Ercan Kesal, Zeynep Oral, Gülse Birsel,

Kıvanç Sezer ve Taner Birsel’den oluşan jürimizi bir araya getirebildik. Bir dönem ulusal yarışmanın kaldırıldığı Antalya’da bu yıl pandemi sebebiyle yalnızca yerli filmler yarışacak. Bu duruma hayatın tuhaf bir oyunu da diyebilir miyiz? Önce bir düzeltme yapayım ve çok iyi ve çok yeni 10 filmden oluşan uluslararası yarışmamızın yapılacağını haber vereyim. Ulusal yarışmaların kaldırılmasının büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. 50 yılı aşkın bir gelenek neden yok edilsin ki? Türkiye çok tuhaf bir ülke, kendini muhafazakar olarak niteleyenler geçmişe ve geleneklere saygı göstermiyorlar. Oysa muhafazakârlık, ‘geleneksel sosyal etmenlerin muhafaza edilmesini destekleyen politik ve sosyal felsefe’ olarak tanımlanıyor. İster inanın, ister inanmayın, Menderes Türel’in Altın Portakal Film Festivali’nde ulusal yarışmaları kaldırdığı için seçimi kaybettiğini düşünen insanlar var Antalya’da. Pandemi bu yılki festival planlarınızı ne ölçüde etkiledi? Yapmayı planlayıp yapamadıklarınız neler? Açık hava gösterimleri, festivalin en çok ilgi çeken bölümü olan ulusal yarışmaların yapılmasını sağladı. Üç açık hava sinemasında ulusal uzun, belgesel ve kısa film yarışmalarıyla uluslararası yarışma filmlerini göstereceğiz. Ancak Antalya Film Forum ve Altın Portakal Sinema Okulu’nu çevrimiçi düzenlemek zorunda kaldık. Bu yıla özel olarak geleneksel korteji de iptal ettik. Yine de yarışmaların ve Antalya Film Forum’un yapılabilmesinden çok mutluyuz. Hem sinemamıza destek, hem de filmlerimizin ve projelerimizin yurt dışında tanıtımı açısından bu çok önemli.

“Festival, bu yıl sinemamızda ayrı bir yeri olan, unutulmaz ve benzersiz Fatma Girik’i afişine taşıyor, bunun yanı sıra festival tarihinde bir ilke imza atarak özel bir afiş ile, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 2020 Yılının Gerçek Kahramanları olan sağlık çalışanlarını onurlandırıyor.” 49

Pandemi şartlarında festival nasıl olacak? Salgın ile ilgili yayınlanan genelgelerdeki tüm önlemler eksiksiz olarak uygulanacak. Bu konuda çok titiz davranacağız. Bazı festivallerin çevrimiçi gösterim yoluna gittiği bir dönemde Antalya’nın yerinde yapma kararının sebebi neydi? Antalya’nın ılıman iklimi açık hava gösterimlerin yapılmasını olanaklı kılıyor. Bu da bizim şansımız. Süreçten dolayı kültür-sanat sektörü zor durumda. Özellikle müzik alanında… Kültür-sanat sektörü bu çukurdan nasıl çıkacak? Dünyanın birçok ülkesinde salgın nedeniyle çalışamayan sanatçılara devlet desteği sağlandı. Ülkemizdeki durumu biliyorsunuz. Öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ayrılması, sadece Kültür ile uğraşan bir bakanlığın kurulması ve yeni kültür politikaları oluşturulması gerekiyor. Başka yolu yok. İrlanda’da devletin sanatçıların kazançlarından (yanılmıyorsam yılda 100 bin Avro’ya kadar) vergi almadığını biliyor muydunuz? Yıllar önce, sanatsever bir politikacı İrlanda başbakanı olunca bu ilginç kanunun çıkmasını sağlamış. Darısı başımıza. Festival tarihinde bir ilk olan sağlık çalışanlarını onurlandırma fikri nasıl doğdu? ‘Bir doktor olarak bunu gerekli gördüm’ desem yalan olacak. Bu fikir Antalya Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri ve festivalin idari direktörü Av. Cansel Çevikol Tuncer’e ait.


OYUN

EKİM AYININ HEYECAN VERİCİ OYUNLARI Ekim ayına girerken piyasaya çıkacak yepyeni oyunları sizler için inceledik. Top peşinde koşmayı, sevgilinizin telefonunu hack’lemeyi ya da uzayda savaş uçağı kullanıp yıldızlara farklı açılardan bakmayı iple çekenler için üç önemli oyunla karşınızdayız. Berker Öztuna

Watch Dogs serisi üçüncü oyunu ile geri dönüyor. İlk iki oyun Şikago ve San Francisco’da geçmişti; Ubisoft bu sefer hepimizi Londra’ya götürüyor. 29 Ekim’de piyasaya çıkacak olan Watch Dogs: Legion’ı PlayStation 5, Xbox Series X, PlayStation 4, Xbox One ve PC platformlarında oynayabileceğiz. Yakın bir gelecekte Londra çöküşün eşiğindedir ve insanlar artık sürekli kendilerini gözetleyen hükümetlerden, yozlaşmış askeri şirketlerden, güçlü suç örgütlerinden bıkmış ve var olan sistemde büyük bir değişiklik istemektedirler. Bu dava ve devrim uğruna savaşacak insanlar bulup, karşılık verme sırası ise artık sizde olacak! Watch Dogs: Legion’ın daha önce hiç görülme-

miş bir şeyi gerçekleştirdiği kesin. Londra’da etrafta gördüğümüz her NPC’yi ekibimize katıp oynayabileceksiniz. Bu open-world oyundaki her bir karakteri seçip oynayabileceğimiz manasına geliyor ve bu karakterlerin geçmişi, kişilikleri ve özelikleri farklı olduğu için oyunculara birbirinden özgün takımlar oluşturabilmesi için fırsatlar sunuyor. Online olarak ise arkadaşlarınızla 4 kişilik takımlar kurup, co-op görevlerleri tamamlayabiliyor, günlük görevlerle zaman geçirebiliyor ve birbirinden zor engellere karşı gelmeye çalışıyorsunuz. Ubisoft, eski oyunlara nazaran bu oyunda araç kontrollerini de geliştirmiş. Watch Dogs 2’de araçlar sanki havada süzülüyormuş gibi hissettirirken, Legion bu konuda çok daha iyi

50

olduğunu kanıtlıyor. Ayrıca hack sistemi -eski oyunlarda olduğu gibi- telefon, drone, araçlar, serverlar ve şehir altyapısını hackleyebilmemize olanak tanıyarak, bulunduğunuz ortamdan kaçmanıza, ya da düşmanları gafil avlamanıza yardımcı oluyor. Ubisoft’un ciddi şekilde başarılı olduğu bir nokta da şehir modellemesi. Watch Dogs: Legion’ın Londra’sında göreceğiniz tanıdık yapılar Westminster Sarayı, Big Ben ve Londra Köprüsü olacak. Scooterınızı alıp bu mekanları gezmek bile eğlenceli olacağa benziyor. Ubisoft, Watch Dogs: Legion’ın oynanış sistemine gösterdiği özeni, hikayesine de göstermiş ise ortaya zevkle ve uzun zaman oynayabileceğimiz bir oyun çıkmışa benziyor.

Watch Dogs: Legion

WATCH DOGS: LEGION


STAR WARS: SQUADRONS

Günümüzün uzay savaş simülasyonlarına yol gösteren X-Wing vs TIE Fighter’dan bu zamana hayranların özlemle beklediği Star Wars temalı bir uçuş simülasyonu en sonunda Ekim’de bilgisayarlarımız ve konsollarımızda olacak. Electronic Arts, Star Wars: Squadrons ile klasiklere dönüş yapıyor ve Lucas Arts’ın başlattığı efsaneyi devam ettirmeye kararlı gözüküyor. Squadrons, Battlefront ya da Jedi Fallen Order oyunları gibi büyük bütçeli bir yapım değil. Bu da fiyatının diğer oyunlara göre daha düşük olacağı, microtransactions ve DLC olmayacağı manasına geliyor. Bu sene EA’in tek spor oyunu olmayan oyunu Squadrons olacak. EA, eski Star Wars oyunlarının hayranlarını dinleyip ortaya çekişmeli bir oyun koyuyor. 5 vs 5 oynanan Squadrons’ta ister New Republic ister Imperial tarafında savaşın, bu tür oyunlardan almanız gereken hazzı kesinlikle alacaksınız. Tek kişilik oyun modunun eski klasikler gibi zor olacağını, çekişmeli savaşlar olacağını düşünüyoruz. Savaş uçaklarının kokpitleri ise, her uçağa göre farklılık

gösteriyor ve bu her uçakta farklı görüş açıları, farklı konsollar demek. Kokpitinizi hologramlar ya da bubbleheadler ile süsleyebiliyorsunuz. Squadrons, arcade ile hardcore simülasyon arasında bir oynanışa sahip olacak. Motorlar, kalkanlar ve silahlarımız ile ilgilenirken, takım arkadaşlarımız ile haberleşip, taktikler yapıp, karşı takımı yoketmeye çalışacaksınız. Bu arada VR sahiplerini heyecanlandıracak süprizlerden biri de oyunun VR versiyonun çıkacak olması. Cross platform desteği sunan oyunu Playstation 4, Xbox One, Steam, Origin ve Epic Gamas Store’dan alıp hep beraber oynayabileceğiz. 280 TL fiyatı ile piyasaya 2 Ekim’de çıkacak olan Star Wars: Squadrons, bu aya damgasını vuracak oyunlardan biri olacak gibi gözüküyor.

FIFA 21

Spor oyunlarının yeni versiyonları, her yıl daha gelişerek ve gerçekçilik oranı artarak oyuncularla buluşmaya devam ediyor. EA’in artık futbol simülasyonu olarak bile adlandırabileceğimiz yeni FIFA’sı FIFA 21, 9 Ekim’de

Star Wars: Squadrons

51

tüm platformlarda aynı anda çıkıyor. FIFA 21’deki en dikkat çekici ilerleme, oyuncuların yapay zekasının gelişmesi yönünde kaydedilmiş. Mesela defans yeteneği çok yüksek bir oyuncu, bir forvet ile karşı karşıya geldiğinde, serinin önceki oyunlarına nazaran yeteneklerini daha iyi sergileyebiliyor. Yeni top sürme dinamikleri sayesinde teke tek kalınan anlarda esnek ve seri çalım hareketleri sergilemek artık daha kolay. Aynı konuya paralel olarak kalecilerin kaleye yakın pozisyonlardaki gücü ve golü önleme yeteneği biraz daha geliştirilmiş. Kalecilerden bahsetmişken, kafa gollerinin de FIFA 20’ye göre daha gerçekçi ve tutarlı olduğunu söyleyebiliriz. Genel olarak oyundaki tüm atak ve defans dengesi artırılmış. FIFA 21, 9 Ekim’den yaklaşık iki ay sonra Microsoft ve Sony’nin yeni konsolları Xbox Series X ve PS5 için de piyasaya sürülecek. Bu noktada en heyecan verici gelişme, PS5’in yeni gamepad’inin özellikleri ile FIFA 21’in buluşması. PS5’in yeni gamepad’inde bulunan “haptic feedback”, yani gelişmiş titreşim ve geri bildirim özelliği ile FIFA 21’i oynarken attığınız her pası, şutu ve çalımı parmaklarınızın ucunda hissetmenizi sağlayacak. Umutlandırıcı haberlerden biri de karakter davranışlarının daha önce hiç bir spor oyununda olmadığı kadar gerçekçi olacağı. Futbolcuların, zaman kazanmak için 89. dakikada serbest vuruş öncesi dizliklerini düzeltmeleri gibi doğal ve ince ayrıntıları görebileceğiz. EA, en sonunda hayranlarını dinledi ve FIFA 21 kariyer modu da geliştirilen bölümler arasına girdi. Simule edilmiş maçlarda serbest atış ve penaltılar gibi önemli noktaları kendimiz oynayabileceğiz. Son olarak EA’in güzel bir haberi var. Eğer FIFA 21’i Playstation 4 ya da Xbox One için aldıysanız, bu konsolların yeni versiyonları çıktığında oyunu hiçbir ücret ödemeden tekrar download etme şansına kavuşuyorsunuz.


ŞEHİR

HAPPY MOON’S GRUP, YENİ KONSEPTİNİ TANITTI Sene başında Akmerkez AVM’de kapılarını açan yeni lüks markası Happy Moon’s İKON’un ardından şimdilerde de Bob’s Cafe’yi Meydan İstanbul AVM’de konuklarının beğenisine sunan Happy Moon’s Grup, yeni konseptler yaratmaya devam ediyor.

Happy Moon’s”, “Manhattan”, “Bob’s” ile adından sıkça söz ettiren Happy Moon’s Grup, 21. yılını yeni atılımlarıyla taçlandırmaya devam ediyor. Grup, yılın ilk aylarında Akmerkez AVM’de kapılarını açan yeni lüks markası Happy Moon’s İKON’un ardından şimdilerde de yeni konsepti Bob’s Cafe’yi Meydan İstanbul AVM’de konuklarının beğenisine sundu. Menüde; dünya mutfağının özel yemekleri, farklı sokak lezzetlerinin yanı sıra tatlılar ve kahve, limonata ve alkolsüz kokteyl çeşitleri de yer alıyor. Müşteri ihtiyaç ve beklentilerini karşılamak adına yaptıkları yatırımlara aralıksız devam ettiklerini söyleyen Happy Moon’s Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Aymutlu, “Her kesime hitap edebilmek ve müşteri ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılamak üzere farklı segment kafelere öncülük ediyoruz. Bob’s markamızın çatısı altında yer alan Bob’s Cafe de bunlardan bir tanesi. Farklı bir mimari konsepte sahip olan, gençler için özel temalarının yer aldığı, grubumuzun en genç, dinamik üyesi Bob’s Cafe ile sektöre yeni bir soluk getireceğimizi düşünüyoruz” dedi.

ENFES SOKAK LEZZETLERİ

Alkolsüz kokteylden limonataya, milkshake seçeneklerinden farklı kahve çeşitlerine kadar çok sayıda içeceğin yer aldığı menüde; “Bob’s Pizza, “Bob’s Burger” ile birlikte “Cajun Chicken Salad”, “Burrtios Ragu” gibi lezzetlerin de aralarında bulunduğu yüze yakın lezzet konukların beğenisine sunuluyor. Menünün en özel seçeneklerinden birini de sokak lezzetleri oluşturuyor. Bob’s Cafe, insanların dışarıda yemekten hoşlandığı, temiz ve güvenilir yerleri tercih ettikleri için çok fazla seçeneklerinin olmadığı sokak lezzetlerinin yeni adresi olmaya hazırlanıyor. Instagram çekimleri için ayrı bir alan hazırlandı! 300 metrekare kapalı, 200 metrekare açık olmak üzere toplamda 500 metrekarelik alanında aynı anda 200 kişiyi ağırlamaya hazırlanan Bob’s Cafe, Happy Moon’s İKON’un kendine has konseptinde de imzası bulunan ünlü mimar Ali Türker tarafından tasarlandı. 27 kişilik deneyimli ekibiyle konuklarını ağırlamaya hazırlanan Bob’s Cafe’de, gençler için farklı temalar da yer alıyor. Bu kapsamda mekanda, sosyal medya platformu Instagram çekimleri için ayrı bir alan da bulunuyor.

YENİ BİR SOLUK GETİRECEK

Hüseyin Aymutlu

Konu hakkında açıklamalarda bulunan Happy Moon’s Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Aymutlu, “Her kesime hitap edebilmek ve müşteri ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılamak üzere farklı segment kafelere öncülük ediyoruz. Çalışmalarımızı, yaptığımız müşteri araştırmalarının ardından belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda hayata geçiriyoruz. Kısacası; yatırımlarımızı, konuklarımızın ihtiyaçları belirliyor. Bob’s Cafe de bu anlayışımızın en yeni

52

üyesi. İnsanların dışarıda yemekten hoşlandığı, temiz ve güvenilir yerleri tercih ettikleri için bu noktada çok fazla seçeneklerinin olmadığı lezzetlerden biri de sokak lezzetleri… Biz de bu ihtiyaçtan yola çıkarak Bob’s Cafe’de dünya yemeklerinden sokak lezzetlerine kadar çok sayıda farklı seçeneği aynı çatı altında birleştirdik. Bob’s Cafe’nin sokak lezzetlerinin yeni adresi olacağına inanıyoruz. Farklı bir mimari konsepte sahip olan, gençler için özel temalarının yer aldığı, grubumuzun en genç, dinamik üyesi Bob’s Cafe ile sektöre yeni bir soluk getireceğimizi düşünüyoruz” diye konuştu.

ŞUBE SAYISINI 31’E ÇIKARDI

Kuruluşunun ardından 21 yılı geride bırakan Happy Moon’s Grup, pandemi dönemi ile başlayan normalleşme sürecinde de büyüme atağını sürdürüyor. Happy Moon’s Grup, bu kapsamda biri Gaziantep’te ve ikisi İstanbul’da olmak üzere üç yeni restoranın açılışını da gerçekleştirerek, şube sayısını 31’e çıkardı. Ulaşılabilir lüks kavramını daha fazla kişiye ulaştırmak adına yürüttükleri çalışmaların birçok sorumluluğu da beraberinde getirdiğini vurgulayan Happy Moon’s Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Aymutlu, “Happy Moon’s Grup olarak; ‘ulaşılabilir lüks’ kavramını restoran ve kafe işletmeciliğine uyarlayarak Türkiye’de çok sayıda ilke öncülük ettik. Edindiğimiz bu misyon birçok sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Bu kapsamda normalleşme sürecinde de büyüme atağımızı sürdürüyoruz. Hijyen ve mesafe kurallarıyla adeta yeniden düzenlediğimiz restoranlarımıza, yenilerini eklemeye devam edeceğiz” dedi.”



DANA eti


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.