Postkolik Sayı: 90

Page 1

#90 Temmuz 2020

/postkolik www.postkolik.com

TEMMUZ’DA YAYIN HAYATINA “MERHABA” DİYECEK

13 YENİ ANİME ANALİZ

SİNEMA

DİZİ

RÖPORTAJ

3 Temmuz 1985’te vizyona giren Back To The Future, 35. yaşını kutluyor. Bilim kurgu sinemasının mihenk taşlarından birine dönüşen seri, pek çok sürprizle karşınızda.

Modern sinemanın en önemli yönetmenlerinden Christopher Nolan, hakkında halen doğru düzgü bir şey bilmediğimiz gizem dolu yeni filmiyle 12 Ağustos’ta salonlara dönüyor.

Tamamlanamayan projeler nedeniyle dizi piyasası yaz dönemineher zamankinden durgun girse de, yine de Temmuz ayında dikkat çeken yapımlar yok değil.

Online müzik platformu Deezer, Türkçe uygulamasını güncelleyerek 56 milyon parçalık arşivini Türkçe müzikle de güçlendirdi. Deezer Türkiye CEO’su Tarek Mounir, anlattı.



İÇİNDEKİLER

08 EDEBİYAT Dünya ve Türk Edebiyatı’nın önemli eserlerini 1956 yılından bu yana edebiyat tutkunlarıyla buluşturan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, en yeni kitaplarını okuyucuya sundu.

16

KAPAK

Japonya çıkışlı anime dizilere ülkemizde de yoğun ilgi var. Hal böyleyken, fantastik dünyaların kapılarını ardına kadar aralayan bu yapımların en yenilerini mercek altına aldık.

10

20

ANALİZ 3 Temmuz 1985’te vizyona giren Back To The Future, 35. yaşını kutluyor. Bilim kurgu sinemasının mihenk taşlarından birine dönüşen seri, pek çok sürprizle karşımızda.

24

44

DİZİ

SİNEMA

OYUN

Tamamlanamayan projeler nedeniyle dizi piyasası yaz dönemine her zamankinden durgun girse de, yine de Temmuz ayında dikkat çeken yapımlar yok değil.

Modern sinemanın en önemli yönetmenlerinden Christopher Nolan, hakkında halen doğru düzgü bir şey bilmediğimiz gizem dolu yeni filmiyle 12 Ağustos’ta salonlara dönüyor.

Sony’nin yeni nesil oyun konsolu Playstation 5, geçtiğimiz ay tanıtıldı. Sene sonunda satışa çıkacak konsolla birlikte pek çok özel oyun da görücüye çıktı. En iyileri radarımızda.

Yayın Danışmanı Fırat Akyıldız Gondor Medya İletişim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti adına sahibi Emrah Gürkan

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatma Gürkan

Yayın Yönetmeni Emrah Gürkan emrah@postkolik.com

Katkıda Bulunanlar Elif Öztuna, Enis Hazan, Berker Öztuna, Gizem Ertürk, Büşra Bayer, Gönül Durmaz

Görsel Yönetmen Emre Öztınaz

Fotoğraf Sinan Bayar

Reklam Yetkin Nural 0537 371 90 50 reklam@postkolik.com Web Reklam duygu@postkolik.com Yönetim Yeri Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sok. Uygur İş Merkezi No: 4A, D:1 Beşiktaş/İstanbul 0212 337 27 91 info@postkolik.com


POST OFFICE

‘MAGIC BUS’ TAŞINDI J

on Krakauer’ın 1996 yılında kaleme aldığı Into The Wild (Yabana Doğu), toplum tarafından onaylanmış bir hayat idealini yansıtan tüm ölçütleri bir kenara bırakarak doğada yaşamaya giden Christopher McCandless’ın gerçek yaşam öyküsünü anlatan enfes bir kitaptı. 2007 yılında Sean Penn’in yönetmenliğini üstlendiği muhteşem bir filmle sinemaya da taşınan bu öykü, Christopher McCandless’ın çok daha geniş kitlelerce tanınmasını sağlamıştı. Paradan, kariyerden, ailevi sorumluluklardan

Christopher McCandless

ve toplumsal yükümlülüklerden uzakta kendi yaşamını kendi kurmayı seçip Alaska’ya giden ve doğada tek başına alternatif bir yaşam arayışına McCandless, terk edilmiş bir otobüste üç ay yaşadıktan sonra zehirlenip 24 yaşında hayatını kaybetmişti. McCandless, özellikle filmin ardından pek çok kişi tarafından idolleştirildi. Alaska’nın orta kısmında, en yakın kasabaya 50 km uzakta bulunan otobüs, maceraperestlerin ve turistlerin uğrak noktası haline geldi. Fakat bu durum beraberinde tehlikeleri de getirdi.

Cep telefonlarının çekmediği, hava koşullarının tahmin edilemez olduğu bölgeye akın eden maceraperestlerin yaşadığı sıkıntılar bitmek bilmedi. Hayatını kaybedenler olduğu gibi pek çok turistin kurtarılması gerekti. Tüm bunlardan ötürü McCandless’ın ev olarak kullandığı ve ‘Magic Bus’ adını verdiği Alaska’daki o meşhur otobüs, turistler için tehlike arz ettiği gerekçesiyle, geçtiğimiz ay kaldırıldı. Boeing CH-47 Chinook tipi helikopter ile “güvenli bir bölgeye” taşınan otobüsün akıbeti şimdilik bilinmiyor.

EN HAVALI SOĞUTUCU V

olkswagen’in nostaljik karavanı T1, karşımıza şimdi de bir soğutucu olarak çıktı. “VW Cool Box”, ikonik Volkswagen T1 Camper modelinin ölçeklendirilmiş bir replikası içerisinde yiyecek ve içecekleri soğuk tutmayı sağlıyor. Board Masters tarafından üretilen bu portatif soğutucu, lastik tekerlekleri ve katlanabilir kolu sayesinde kolayca taşınabiliyor. VW lisanslı ürün, 26 litrelik geniş bir kapasiteye sahip ve mafsallı çatısı oldukça dayanıklı bir kapak kilidiyle sabitlenmiş. VW Cool Box, asfalt, toprak ve çim gibi tüm yüzeylerde daha iyi yol tutuş ve yumuşak taşıma için döner kauçuk tekerleklere sahip. 26 litrelik kapasitesiyle hacimli yiyecek ve içecekleri muhafaza etmek için ideal olan VW Cool Box’ın açılır kapanır tavanı içeceklerinizi kolayca çıkarabilmenizi sağlıyor. Bölmenin tabanında yer alan dahili drenaj tapası ile soğutucu buzla doldurulursa bile kolayca boşaltılabiliyor. Bu şık soğutucunun fiyatı ise 399 Euro.

ÇOK ÖZEL BİR BELGESEL B

rooklyn’de yer alan bir deponun birinci katında kurulan Death By Audio, ilk olarak sanatçılar için bir çalışma ve kayıt yapma alanıydı. Bölgedeki underground müzik sahnesinin merkezlerinden biri haline gelen Death by Audio 2007 yılında Jason Amos ve Matt Conboy tarafından kurulmuştu. Adını el yapımı küçük bir pedal şirketinden alan sahnede pek çok performans gerçekleşti. 2007’den itibaren hem müzik hem de sanat etkinliklerine sahne olan Death by Audio’da performans gösteren sanatçılara özel olarak bir kayıt şirketi de kuruldu: Death By Audio Records. Sisters, Coin Under Tongue, Rejoicer, Grooms’un albümleri kaydedildi. 2008 yılında kar amacı gütmeyen bir vakfa dönüşen Death by Audio isimli kolektif hareket, bir dizi canlı performansın kayıtlarına imza attı. Aynı yerde 2013 yılında oyun geliştiriciler için de Death By Audio Arcade isimli bir alan açılarak, oyun makinelerinin de yer aldığı bir yer oluşturuldu. Burası o kadar ünlü oldu ki birçok bağımsız oyun geliştirici burada çalışmaya başladı. 2014 yılında Vice Media tarafından kiralanan bölge, 2014 yılında kapatıldı. Geriye ise unutulmaz performanslar kaldı. Sıradan bir depo alanından çok daha fazlası olan Death By Audio’nun son günlerini anlatan Goodnight Brooklyn belgeselini RedBull.com’da Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.

4


KAMP ARACINDA ÜST NOKTA S

izleri Z-Triton ile tanıştıralım. Kendisi hem karada ve suda kullanıma hazır bir kamp aracı. Henüz bir prototip ama 2021 içinde satışa sunulması bekleniyor. Ufak yapısına rağmen bu yüzergezer araç, iki kişinin konaklayabileceği şekilde tasarlanmış ve hem kısa süreli kaçamaklar hem de uzun maceralar için son derece ideal. Üç tekerlekli bisiklet, tekerleri katlanıp şişer dubalar açıldığında tekne moduna geçiyor. Motor koluna bağlı direksiyon ve güç kabloları sayesinde Z-Triton göller ve derelerde (10 km’ye kadar menzil) yolculuk için mükemmel olsa da açık denizler için yeterli donanıma sahip değil. Koltuklar çıkarılarak karavanı bir yaşam alanına

dönüştürülebiliyor ve yastıklar, uyku matları ve uyku tulumlarıyla tamamlanarak bir yatak odası haline getirilebiliyor. Bacalardan birinin içinde yer alan davlumbaz sayesinde karavanda basit yemekler pişirmek oldukça kolay. İç alanda depolama için altı raf ünitesinin yanı sıra yemek hazırlamak ve yemek için katlanabilir bir masa da bulunuyor. Z-Triton, üç tekerlekli bisiklet modundayken hem bacak gücü ile hem de arazi şartlarına bağlı olmak üzere 40 km’ye kadar menzilli şarj edilebilir pil gücüyle çalışabiliyor. Üç tekerlekli bisikletin kadrosu çelikten ve yüzerevin gövdesi kontrplak ve fiberglas karışımından meydana geliyor. Nasıl, güzel değil mi?

SEAT’IN SCOOTER’I SATIŞTA S

eat, şehir içi ulaşım için yenilikçi çözümler sunmaya devam ediyor. Markanın bu konuda atılmış en yeni adımlardan biri de elektrikli scooter’ı EXS KickScooter oldu. SEAT’ın Segway imzalı yüzde 100 elektrikli scooterı kullanıcılarına kolay kullanım, uzun menzil ve kısa sürede şarj imkanı tanıyor. SEAT EXS KickScooter tam şarjda dış etkenlere bağlı olarak 25 kilometrelik bir menzil sunuyor, maksimum şarj süresi ise üç buçuk saat. Spor, Normal ve Eko olmak üzere 3 farklı kullanım modu bulunan ‘EXS KickScooter’, dış etkenlere bağlı olarak 25 km maksimum hıza ulaşabiliyor. Katlanarak elde taşınma imkanı sunan EXS KickScooter’ın ağırlığı ise 12,5 kilogram. Geceleri daha iyi görüş mesafesi sağlayan LED farlara sahip olan EXS KickScooter, elektrikli ve mekanik frenleri sayesinde güvenli bir şekilde durdurulabiliyor. LED ekranında hızı batarya durumu ve sürüş modunun gösterildiği EXS KickScooter’da, fren kabloları ve batarya daha fazla koruma sağlanması için direksiyon kolonuna entegre edilmiş. Bunlara ek olarak, sağlam kauçuk tekerleklere ve konfor sağlayan ön ve arka amortisörlere sahip. App Store’da (iOS) veya Play Store’da (Android) bulunan Ninebot-Segway uygulamasıyla mobil cihazlardan da yönetilebilir SEAT EXS KickScooter, 5 bin 500 TL satış fiyatıyla SEAT’ın Türkiye genelindeki tüm yetkili satıcılarında satışa sunuldu.

YENİ LOTR OYUNU YOLDA A

mazon Prime’ın önümüzdeki yıl ekrana gelecek The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi) temalı yeni dizisiyle kendimizi bir kez daha Orta Dünya’da bulacağız. Fakat bunun öncesinde LOTR tutkunlarına güzel bir haberimiz var. Yüzüklerin Efendisi yapımlarının isim haklarına sahip olan Warner Bros., “The Lord of the Rings: Rise of War” isimli yeni bir mobil oyun için çalışmaların devam ettiğini duyurdu. Oyun, orijinal üçlemeyle aynı dönemde geçecek, tanıdık yüzler ve mekanlara yer verecek. WB Games ve NetEase, Inc. tarafından geliştirilen oyun, Tolkien’in kaleme aldığı ikonik üçlemeyi temel alacak ve Orta Dünya’nın Üçüncü Çağ’ında geçecek. Bu zaman dilimi Sauron’un Son İttifak’a ilk yenilgisinden, Gandalf, Galadriel, Elrond, Bilbo ve Frodo’nun Ölümsüz Topraklar’a gidişine dek uzanan dönemi kapsıyor. Üstelik Rise to War içerisinde sadece filmlerde bulunan değil, kitaplarda geçen mekanları ve yüzleri de görme imkânına erişeceğiz. Çin merkezli mobil oyun geliştiricilerinden NetEase, fantastik oyunlar söz konusu olduğunda pazarın en önemli isimlerinden biri. Tüm zamanların en popüler mobil oyunlarından biri olan ve 2 milyar dolarlık hasılata sahip Fantasy Westward Journey’nin de arkasında NetEase ekibi var. The Lord of the Rings: Rise of War’ın piyasaya çıkış tarihi henüz açıklanmadı.

5


POST OFFICE

ROBERT KIRKMAN’DAN TEK SAYILIK ÇİZGİ ROMAN T he Walking Dead çizgi roman serisi, “Negan Lives #1” adlı tek sayılık özel bir hikaye ile yoluna devam ediyor. Yeni hikaye, toplumdan dışlanmasının ardından sürgün edilen Negan’ın akıbetini konu alıyor. Robert Kirkman, uzun soluklu seriyi Temmuz 2019’da 193. sayıyla sonlandırdığından bu yana ilk kez bir çizgi roman yayınlamış da oluyor. Sürpriz niteliğindeki tek seferlik sayıdan elde edilen gelirin tamamı, COVID-19 krizinden etkilenen çizgi roman mağazalarına gidecek. Karakterin Aralık 2017’de yayınlanan 174’üncü The

Walking Dead sayısından bu yana ilk kez tam görünüşüne yer veren Negan Lives, 1 Temmuz’da sadece çizgi roman mağazalarında satışa çıkacak. Kirkman, The Walking Dead’in son sayısında aslında bir Negan macerasının sinyallerini vermişti. Son sayıda yalnızca bir karede görünen Negan’ın kaderi belirsiz bırakılmıştı. Charlie Adlard, Şubat ayındaki bir röportajda Negan’a ne olduğunu bilmediğini öne sürmüş, “Kim bilir, belki bir zombi bile olabilir. Hayatta olup olmadığını ben bile bilmiyorum.” açıklamasında bulunmuştu.

RADIOHEAD’DEN 1000 PARÇALIK YAPBOZ İ

ngiliz müzik efsanesi Radiohead, koronavirüs kaynaklı karantina kısıtlamaları başladığından beri eski konser videolarını Youtube üzerinden paylaşıyordu. Oxfordshire’lı grup, şimdi de 2004 tarihli Com Lag EP’sinin kapağının yer aldığı özel bir yapbozu satışa çıkarıyor. 1000 parçadan oluşan “Radiohead Fragmentary Time Waster”, su bazlı mürekkep ile FSC sertifikalı kağıda basılarak %100 geri dönüştürülmüş malzemeden üretilmiş. Mavi-beyaz tonların hakim olduğu yapbozun parçaları kolay muhafaza edebilmek için pamuklu bir bez çanta içerisinde geliyor, tamamlanmış halinin boyutları ise 66 x 50 cm. İngiliz grup, yapbozu esprili bir Tweet ile şu şekilde duyurdu: “Sıkıldın mı? Yapacak hiçbir şeyin yok mu? Bıktın mı? TV’de de hiçbir şey yok. Olamaz! Şimdi ne yapacaksın? Sana bir yapboz lazım. Daha çok bilgi, daha çok bilgi! Bir Radiohead yapbozuBin tane var. Yapması gerçekten zor mu ve çok uzun sürer mi? Sanırım öyle, evet. Harika! Bütçeyi zorlar mı? Maddi durumuna bağlı. Bitirdikten sonra hala sıkılıyor olma ihtimalin var mı? Evet, muhtemelen. Müthiş!!!” Ön siparişine başlanan ve Ağustos sonu gibi teslim edilecek yapbozun fiyatı ise 35 dolar olacak.

PEACOCK YAYINA BAŞLIYOR N etflix’in öncülük ettiği yoldan ilerleyip çevrimiçi seyir platformu açmaya karar veren şirketlere yeni isimler eklenmeye devam ediyor. Amazon, Hulu, Apple TV+, Disney+, HBO Max ve Quib’in ardından sırada Peacock var. Comcast’in kanatları altında uçmaya başlayacak olan Peacock, NBCUniversal’ın çevrimiçi seyir dünyasına atacağı en ciddi adım olacak. Platformun test yayınları, Comcast’in Xfinity servisine üye olanlar için 15 Nisan’da başlamıştı, ancak ABD genelindeki resmi yayın dönemi 15 Temmuz’da start alacak. Peacock’un en büyük özelliği, diğer çevrimiçi seyir servislerinin aksine ücretsiz ulaşılabilecek olması! Tabii bunun karşılığında içerikler reklamlı olarak izlenebilecek. Reklam istemeyen seyirciler Peacock’un ücretli üyelik servislerine abone olabilecek. HBO Max için Friends ne kadar önemliyse, ABD’nin tekrarları en çok izlenen dizisi olan The Office de Peacock için hayati önem taşıyor. NBCUnviversal, The Office ve Parks and Recreation dizilerini sene başında Netflix’ten çekmişti. Amerika’nın ünlü film stüdyolarından Lionsgate ve Avustralya menşeli dizi kanalı Starz da tüm içeriklerini Peacock üzerinden yayınlayacaklarını duyurdular. Universal’ın tüm sinema külliyatıyla desteklenecek olan platformun “ücretsiz” seçkisinin büyük fark yaratacağı konuşuluyor.

SOSSAL MESAFELİ WHOOPER B urger King’in ikonik hamburgeri Whopper, sosyal mesafe problemini kökten çözmek için harekete geçti. Doyurucu Whopper eti, büyük boy yumuşak susamlı sandviç ekmeği, salatalık turşusu, ketçap, mayonez, doğranmış marul, domates ve soğandan oluşan ikonik Whopper lezzetlerine bir yenisi daha eklendi. Bol sarımsaklı mayonezli ve iki kat fazla soğanı ile Sossal Mesafeli Whopper, sosyal mesafesini korumak isteyenlerin vazgeçilmezi olacak. Reklam ajansı VMLY&R tarafından geliştirilen yeni kampanya için

gerçek zamanlı pazarlama kategorisinde global örneklerdeki gibi hack marketing çalışması hazırlayan Burger King, yeni normalde sosyal mesafe kuralına misafirleriyle birlikte uyacak. Damaklarda bıraktığı yoğun lezzetiyle lezzetseverler arasında sosyal mesafeyi zorunlu kılan Sossal Mesafeli Whopper®️ bağımlılık yaratacak. Burger tutkunlarının beğenisini kazanacak Sossal Mesafeli Whopper, hem sosyal mesafeyi koruyacak hem de alevde ızgara lezzetini bambaşka bir noktaya taşıyacak.

6


Sezon02Bölüm04

GİDEROS’TAN KÜRE’YE Kastamonu Eylül 19

ONLINE ALIŞVERİŞ WWW.SPX.COM.TR

BİZİ TAKİP EDİN /sportpointextreme

/sportpointextreme


EDEBİYAT

BU AY NE OKUSAK? Dünya ve Türk Edebiyatı’nın önemli eserlerini 1956 yılından bu yana edebiyat tutkunlarıyla buluşturan Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, en yeni kitaplarıyla karşınızda. Bu aralar okuyacak yeni kitap arayışındaysanız, bu çok özel kitaplara muhakkak göz atın.

KARANLIĞIN YÜREĞİ JOSEPH CONRAD Aslen Polonyalı olmasına karşın İngiliz ve dünya edebiyatının köşe taşlarından biri olarak kabul edilen Joseph Conrad’ın en önemli eserlerinden biri olan “Karanlığın Yüreği”, yazarın 1890 yılında Kongo’da yaşadığı, onu derinden sarsan deneyimi anlatıyor. Bugün bir modernizm klasiği olarak anılan yapıtın “kahramanı” Kurtz’un ölürken “Dehşet! Dehşet!” diye haykırışı, yolculuğuna büyük umutlarla başlayan yazarın bu ülkede yaşadığı hayal kırıklığı ve psikolojik sarsıntıyı yansıtır. Bütün büyük edebiyat yapıtları gibi “Karanlığın Yüreği” de zamanla ya-

ratıcısının yazmaya niyetlendiği metnin ötesine geçmiştir. 1899’da yayımlanan roman, yazıldığı dönemin ürünü olmasına ve Avrupalıların Afrika’daki emperyalist sömürüsünü anlatmasına karşın, kuşaklar boyu süren ve günümüze dek uzanan tartışmaları esinlemiştir. Metni bugün hâlâ canlı tutan bu tartışmalar, modernizmin benliği keşfi, yeni anlatım biçimleri arayışı, sömürgeciliğin mirası, toplumsal cinsiyetin inşası, emperyalizmin ve modernleşmenin ekolojik sonuçları vb. etrafında sürüp gider.

KIZIL VEBA JACK LONDON Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden Jack London, 1912 yılında İngiltere’de London Magazine’de yayımlanmaya başlayan Kızıl Veba yapıtıyla “kıyamet sonrası” edebiyatın öncüleri arasına girmiştir. Nüfustaki, bilim ve teknikteki, ekonomideki sıçramaların büyüsüyle gözlerin kamaştığı bir çağda yazar, uygarlığımızın kırılganlığını anımsatır. Yapıtı milyonlarca insanın doldurduğu şehirlerin ve kırların ıssızlığa teslim

HALAS MEHMET RAUF

Hikâye ve romanlarında aşk, ıstırap, arayış, ihtiras gibi daha çok bireysel duygulara eğilen ve Servet-i Fünun topluluğunun en önemli yazarlarından olan Mehmet Rauf’un son romanı “Halas” (Kurtuluş), İstiklal Savaşı’nı konu edinir. Eser, özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin anlatıldığı ve şehrin bu yıllardaki sosyal yaşamından kesitler aktaran bölümleriyle ilgi çekicidir. Mehmet Rauf’un savaş sonrasında, aralarında Halide Edip’in de

oluşundaki hızı bütün çarpıcılığıyla ortaya koyar. Yalnızca nüfusun değil, bilginin, üretimin, hatta dilin yitirilişi, eski uygarlıkla köprü olan bir profesörün gözünden yeni insanlığa anlatılır. Peki yeni insanlık bu ihtiyara kulak verecek midir? Kızıl Veba’da yirminci yüzyılın başından yüzyıl sonrasına, 2010’lar dünyasına bakan Jack London’ın öngörülerindeki keskinlik, kitabı bir klasik olmanın ötesinde, günümüz için hâlâ canlı bir eleştiri kılıyor.

bulunduğu, birkaç arkadaşıyla beraber çıktığı İzmir yolculuğunda tanıklık ettiği olayları anlatan “Halas”, ilk kez 1929 yılında basılmıştır. Hayatının son döneminde vücudunun sağ tarafına inen felç nedeniyle kitabını zaman zaman eşine dikte ettirerek tamamlayabilen yazar duygusal, heyecanlı ve bazen öfkeli bir üslup kullanmıştır. Mehmet Rauf’un romanı bizzat Gazi Mustafa Kemal’e ithaf ettiğini de özellikle söyleyelim.

8


DOKUZLA DOKUZ ARASINDA LEO PERUTZ 1918’de yayımlanan “Dokuzla Dokuz Arasında”, 20. yüzyıl başında Viyana’da göçmen üniversite öğrencisi Stanislaus Demba’nın kimliğini bulma çabasını anlatır. Yüzyıl başı, çok etnikli AvusturyaMacaristan İmparatorluğu’nda baskın ve otoriter Habsburg kimliğine karşılık bireyin özgürlüğüne, gelişme ve ilerlemeye duyulan inancın; hümanist bir ahlak anlayışının yavaş yavaş taraftar bulmaya başladığı bir dönemdir. Özel ders vererek geçimini sağlayan Demba, kız arkadaşını başka bir erkekle İtalya’ya gitmekten caydırmak için para bulmaya çalışır.

Roman, onun bu uğurda şehirde çaresizce koşturduğu bir günü anlatır. Bir yandan da, daha önce üniversite kütüphanesinden yürüttüğü değerli bir kitabı satmak üzereyken yakayı ele vermekten kıl payı kurtulduğu polisten kaçmaktadır. Perutz, küçük burjuvaları, üst sınıfları, bilim insanları, entelektüelleri, kumarbazları ve kibar hırsızlarıyla dönemin Viyana’sındaki hayatı hicveder. Bu karmaşık sosyal çevrede, kadın düşmanlığı, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı gibi unsurların bireyin kimliği ve özgür iradesi üzerindeki etkisine işaret eder.

AYRILIK ÇEŞMESİ SOKAĞI SELÇUK ALTUN Finans sektöründe uzun yıllar üst düzey yöneticilik yapan Selçuk Altun, 2001 yılında yayınladığı ilk romanı “Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir”den bu yana edebiyat dünyasının içinde. İlk romanını 50 yaşında kaleme alan yazar, şimdi de olgunluk işi olduğu gördüğü son romanıyla okuyucularının karşısında. “Ayrılık Çeşmesi Sokağı”, Selçuk Altun romanlarının bildiğimiz muzip ve gizemli atmosferine kör bir Osmanlı çeşmesinin tanıklığına davet ediyor. Romanın iki ana karakterini bekleyen büyük sırra doğru yaklaşırken, ustaca aktarılan ilginç yan hikâyelerle pek çok tarihi

olaya, kişiye, sanat yapıtına kısacası hayata dair bilgilerle de donanıyoruz. Ziya Adlan, kırk yıldır akademisyenlik yaptığı Cenevre’den dönüp, Üsküdar’la Kadıköy’ün kesiştiği yerde, biraz sapa kalmış bir sokak olan Ayrılık Çeşmesi Sokağı’ndaki bakımsız konağına sığınır. Osmanlı hanedanına mensup bu gizemli adam hastadır. Artvin, hayatta en büyük tutkusu saksafon çalmak olan bir doktora öğrencisidir. Tanımadığı bir adam sol elinin iki parmağını kestirir ve bu olay onun hayatına damgasını vurur. Artvin’in yeni görevi Ziya Bey’in bakıcılığıdır.

BENJAMIN BUTTON’IN TUHAF HİKÂYESİ F.SCOTT FITZGERALD Yaşlı ve kırış kırış doğan, ama yıllar geçtikçe gençleşen Benjamin Button’ın hikâyesini anlatan David Fincher imzalı Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi filmini izlemiş miydiniz? Brad Pitt’in özel bir oyunculuk sergilediği 2008 yapımı bu film, F. Scott Fitzgerald’ın 1922 yılında kaleme aldığı aynı isimli kitaba dayanıyor. Yaşlı bir adam olarak dünyaya gelip zamanla gençleşme fikri F. Scott Fitzgerald’ı büyülüyordu. Yazarın iki yıl boyunca zihninde evirip çevirdikten sonra 1922 yılında yazdığı Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi’ni Mark Twain’in şu sözü esinlemişti: “Hayatın en iyi

9

kısmının başta, en kötü kısmının da sonda olması ne yazık.” Fitzgerald bu en bilinen hikâyesinde 1860 yılında yaşlı bir adam olarak doğup giderek gençleşen Benjamin Button’ın hayatını anlatır. Benjamin Button yalnızca yaşlı bir adamın bedeniyle dünyaya gelmemiştir. 70’li yaşlarındaki bir adamın zihnine ve zevklerine de sahiptir. Gençleştikçe dirilen bedeniyle birlikte daha aktif bir hayata ve ilgi alanlarına kavuşur. Fitzgerald’ın eşsiz üslubuyla kaleme aldığı bu hikayeyi Bülent Doğan’ın çevirisiyle okuyacaksınız.


KAPAK KONUSU

YEPYENİ YAZ ANİMELERİ

Her geçen gün daha da büyük bir kitleyi içerisine alan Japonya çıkışlı anime dizilere ülkemizde de yoğun ilgi var. Hal böyleyken, fantastik dünyaların kapılarını ardına kadar aralayan bu yapımların en yenilerini mercek altına aldık.

Japan Sinks 2020

Elif Öztuna

10


Deca-Dence

DECA-DENCE

İnsanların artık nerdeyse tükenmekte olduğu bir zamanda, dev yaratıklara karşı kendilerini savunmak için neler yapabileceklerini düşündüğümüzde herhalde hepimizin ilk aklına gelen şey dev bir kale inşa etmek olacaktır. Hele bu 3000 metre yüksekliğinde surlara sahip mobil bir kale olunca, Deca-Dence halkının omuzlarındaki yük biraz da olsa azalmaktadır. Kültürel olarak büyük ve güçlü bir düşman karşısında halk olarak birleşip hep beraber savaşmak, Japonlar için çok önemli bir gurur kaynağı. Tıpkı Attack on Titan’da olduğu gibi Deca-Dence halkı, Gadoll ismindeki amansız yaratıkların tehditi altında ve şehrin 3000 metrelik surları bile yetersiz kalabiliyor. Bu noktada devreye Gear ismindeki özel savaşçılar giriyor ve tüm güçleriyle DecaDence’i koruyorlar. Animenin baş kahramanı Natsume ise savaşmanın s’sini bilmeyen bir Tanker ama o, kendini geliştirip bir Gear olmayı ve sevdiklerini savaşarak korumayı hayal eden idealist bir genç kız. Ona bu hayalinde en büyük desteği veren kişi ise, gerçekçi karakteriyle öne çıkan, Kaburagi ismindeki zırh ve silah tamircisi. Attack on Titan ile konu olarak benzerliklere sahip olsa da Deca-Dence’in daha karakter odaklı bir anime olacağını düşünüyoruz. Hiroshi Seko’nun yazdığı; Attack on Titan, Bleach ve Dedektif Conan ile tanıdığımız Yuzuru Tachikawa’nın yönettiği anime, görsel açıdan bir hayli tatmin edici. 8 Temmuz’da ilk bölümü yayınlanacak olan Deca-Dence’i mutlaka bu yaz izleyeceğiniz animeler listenize ekleyin.

GIBIATE

Ünlü Japon oyun serisi Final Fantasy’nin ilk altı oyununun grafik tasarımında büyük rol alan Yoshitaka Amano, bu defa Gibiate ismindeki anime ile karşımıza çıkıyor. Gibiate, 2030 yılında Japonya’nın “gibia” ismindeki dehşet verici bir virüs salgınıyla savaşını konu alıyor. Virüs, bulaştığı kişiyi yaşına, cinsiyetine ve ırkına göre farklı farklı canavarlara dönüştürüyor. Gibiate’nin ana kahramanları bir ninja, bir samuray, bir monk ve virüse çare arayan bir doktor. İşin asıl ilginç kısmı, bu doktorun dışındaki karakterlerin, Edo Dönemi’nden doktorun yaşadığı 2030 yılına zaman yolculuğu yapmaları. Zaman yolculuğu yapan karakterlerden “senningiri” yani “1000 adam kesen” olarak da bilinen, artık kimseyi öldürmemeye ant içen, çift kıGibiate

11

lıç ustası Kanzaki Sensui’dir. Bir elinde Japon katanası, öteki elinde Batı stili kılıcı ile Doğu ve Batı arasında bir sentez kuran Kanzaki’nin, animeye farklı bir tat katacağını düşünüyoruz. Zaman yolculuğu yapan ikinci karakter, neşeli ve enerjik bir yapıya sahip olan, Gibia virüsüne bombalarıyla karşılık veren ninja, Sanada Kenroku’dir. 2030 yılına yolculuk eden üçüncü karakter, savaşçı bir monk olan Yukinojyo Onikura’nın hakkında sopa ile dövüştüğü, cesur ve sert olduğu dışında kimsenin pek bir bilgisi bulunmamaktadır. Bu olağan dışı takım bir yandan canavarlara kafa tutarken bir yandan da virüsü fırsat bilip cevreye zarar veren yağmacılarla uğraşıyor. Gibia virüsünü ortadan kaldırmaya kendilerini adayan bu dörtlünün heyecanlı maceraları 8 Temmuz’da izleyiciyle buluşacak.


KAPAK KONUSU

The God of Highschool

THE GOD OF HIGHSCHOOL

Ikebukuro West Gate Park

IKEBUKURO WEST GATE PARK

2000 yılından bu yana tv dizisi olarak devam eden Ikebukuro West Gate Park, Japon genç yazar kuşağının ünlü ismi Ira Ishida’nın roman uyarlaması olarak oldukça geniş bir hayran kitlesine sahip. Bu popülariteyi fırsat bilen yapımcılar, serinin animesini hazırlamak için epeydir uğraşıyorlar. Ikebukuro West Gate Park, 21 yaşındaki Makoto isimli genç bir delikanlının, oturduğu tekinsiz semtteki G-Boys çetesi ve diğer düşman çetelerle olan zorluklarla dolu ilişkisini anlatıyor. G-Boys çetesinin lideri King’in yakın arkadaşı olan Makoto, King’in ısrarlarına rağmen çeteye katılmak istemez. Soğuk kanlılığı ve iş bitiriciliğiyle tanınan Makoto, çeteye katılmasa dahi G-Boys için önemli bir rol oynamaktadır. Makoto, G-Boys çetesi için öyle bir konuma gelir ki en gergin durumları, dövüşe gerek kalmadan, büyük bir profesyonellikle yatıştırır. Ancak G-Boys’un düşman çetelerinden biri, Makoto’nun kız arkadaşının ölümüne sebebiyet verince Makoto yeminini bozar. Özellikle Makoto’nun kız arkadaşının ölümü ile alevlenen hikayede dramın dozu zaman zaman bir hayli artıyor. Fantastik evrenlerden sıkılanlar için gerçek hayatların başarılı bir şekilde işlendiği Ikebukuro West Gate Park’ın ilk bölümü Temmuz ayında yayımla-

nacaktı ama son dakika değişikliğiyle Ekim ayına kaydırıldı.

JAPAN SINKS 2020

Sakyo Komatsu’nun 1973’de piyasaya çıkan, yazımı dokuz sene süren, 27. Mystery Writers of Japan ile Seiun ödüllerinin sahibi ve satış listelerinde 4,7 milyon adet satışıyla da büyük başarı gösteren romanı Japan Sinks’in anime uyarlaması, Netflix ekranlarında seyirciyle buluşuyor. Devilman Crybaby’nin yönetmeni Masaaki Yuasa’nın ilk anime uyarlaması olan yapımın daha önce film ve dizi uyarlamalarının yanı sıra 2006 yılında filminin remake’i de yapıldı. Bir dizi doğal afet (depremler, volkan patlamaları gibi) sonucunda büyük yaralar alan Japonya hükümetinin ve halkının ayakta kalma savaşını anlatırken, sıradan bir ailenin yaşam mücadelesinin üzerine odaklanan Japan Sinks, post-apokaliptik dünyalara bambaşka bir bakış açısı getiriyor. 1970’lerdeki Japon kültürünü çok iyi bir şekilde yansıtmasıyla ünlü olan Japan Sinks’in izleyici üzerindeki etkisi, Japonya’nın gerçek hayatta da depremlerle uğraşması nedeniyle epey güçlü oluyor. Bu yazın animeleri arasında belki de en iddialı olan Japan Sinks 2020’in ilk sezonu 10 bölümden oluşacak. 9 Temmuz’da Netflix’te yayımlanacak olan animeyi büyük bir heyecanla bekliyoruz.

12

Anime deyince akıllara ilk olarak Japonya gelse de Güney Kore de anime dünyasına kaliteli yapımlar kazandırıyor. Daha önce webtoon olarak manga severlerin beğenisini toplayan The God of Highschool, 6 Temmuz’da ekranlara anime olarak gelecek. Animenin hikayesinin baş kahramanı Jin MoRi, dövüş sanatlarına gönül vermiş ve ünlü bir turnuva olan The God of Highschool’a katılmıştır. Bu turnuva, Kore’deki liseler arasındaki en yetenekli ve güçlü dövüşçüyü bulmak için düzenlenmektedir. Kendi fiziksel güçlerinin dışında yarışmacılar, aynı zamanda doğa üstü güçlerden ödünç aldıkları “Borrowed Power” adındaki mistik enerjiyi de kullanma hakkına sahiptirler. Turnuva ile ilgili her şey normal görünürken Tekvando uzmanı olan baş kahramınımız Mori Jin, turnuvanın arka planında büyük dolapların çevrildiğini fark eder. Serideki dövüş sahnelerinin oldukça iddialı olacağını düşündüğümüz The God of Highschool’un 2015-2016 yıllarında, bir milyondan daha fazla indirilme sayısına sahip mobil role playing oyunu da sevenlerini mutlu etmişti. Bu yaz çıkacak olan animeler arasında yıldız gibi parlayacak olan The God of Highschool’u, 6 Temmuz’dan itibaren Crunchyroll’dan takip edebilirsiniz.

UZAKI-CHAN WANTS TO HANG OUT! Klasik bir introvert olan Sakurai Shinichi’nin tek isteği biraz huzur ve sessizliktir. Ancak alt dönemdeki okul arkadaşı kalıbına sığmayan ve fazla gelişmiş Uzaki Hana’nın Uzaki-chan Wants to Hang Out


başka planları vardır. Uzaki’nin tek isteği aslında Sakurai ile takılmak ve ona sürekli sataşmaktır. Sevimliliği ve bitmek bilmeyen ısrarcılığıyla Sakurai için Uzaki’yi kendisinden uzaklaştırmak bir hayli zordur. Zıtlıklarla ve tartışmalarla başlayan bu ilişki, ileride keyifli bir hale gelecektir. Uzaki’nin en olmadık zamanlarda Sakurai’nin karşısına çıkıp onunla zaman geçirmek istemesi ve Sakurai’nin yalnız kalmak istediğini bir nebze olsun anlayamaması olduça komik durumlar ortaya çıkaracaktır. İçinizi ısıtacak, sıcacık bir anime olan, “Slice of Life” türündeki Uzaki-Chan Wants to Hang Out!, 10 Temmuz’da ekranlara gelecek.

Kanojo, Okarishimasu

KANOJO, OKARISHIMASU

Japonya halkının sosyal olarak yaşadığı en büyük problemlerden biri, yalnızlıktır. Teknolojiyle iç içe yaşayan Japonlar, özellikle Tokyo gibi büyük şehirlerde yalnızlığı biraz daha fazla hissetmektedirler. Kanojo, Okarishimasu’nun yarattığı Japonya’da ise artık yalnızlık için yeni bir çözüm var: Online olarak kiralayabileceğiniz anneler, babalar, çocuklar ve hatta sevgililer! Animenin kahramanı Kazuya, sevgilisi onu terk ettikten sonra büyük bir çaresizliğe düşer ve bu online hizmetten faydalanmak ister. Kiralık kız arkadaşıyla buluştuğunda, onun tatlılığından ve güzelliğinden çok etkilenir hatta şoka girer. Ancak Kazuya bu ilişkiyi test edecek binbir zorlukla karşılaşır. Hem aynı üniversitede okuyup hem de ninelerinin komşu olması, kız arkadaşının bu ilişkiyi gizli tutmak istemesine yol açar. Ayrıca Kazuya kısa zaman sonra görecektir ki kiralık sevgilisi, gerçek hayatta hiç de tatlı bir insan değildir. 10 Temmuz’da yayımlanacak olan romantik komedi türündeki Kanojo, Okarishimasu bu yazı eğlenceli geçirmenize yardımcı olacak.

ya da etten bir golem’i tedavi etmeye kadar sıra dışı durumlarla karşı karşıya kalmaktadır. İşini onuruyla yapan Dr. Glenn’in karşısına harpy yumurtası çalmak isteyen tekinsiz biri çıktığında bakalım tepkisi ne olacak... Bandai Namco Arts’ın anime adaptasyon tv serisinin yönetmen koltuğunda Yoshiaki Iwasaki otururken yapımın yazarlığını Hideki Shirane, karakter tasarımlarını ise Hiromi Kato üstleniyor. Hayal gücünün sonsuzluklarına doğru ilerleyen Monster Girl Doctor, 12 Temmuz’da yayımlanacak.

MONSTER GIRL DOCTOR

Lindworm şehrinde insanlar ve canavarlar beraber yaşamaktadırlar. Dr. Glenn, canavar kızlar için lama assistanı Sapphee ile birlikte örnek teşkil eden özel bir sağlık merkezi işletmektedir. Tabii böyle bir merkezde normal olayların yaşanması imkansızdır. Dr. Glenn, yaralı bir savaşçı centaur’dan evlilik teklifi almaktan, deniz kızlarını iyileştirmeye Monster Girl Doctor

THE MISFIT OF DEMON KING ACADEMY

Yıkıma karşı açlıkları sonsuz olmasına rağmen bazen şeytan kralların bile canı sıkılabilir! İnsanların, elementallerin ve hatta tanrıların bile önünde diz çöktüğü Anoth, daha huzurlu bir yaşam isteği ile günümüzde reenkarne olur. 2000 yıl sonra torunlarının torunları ile aynı okula, yani Demon King Academy’ye gitmek zorunda kalan kral için hayatı hiç de hayallerindeki gibi kolay olmayacaktır. Büyünün son kalıntılarının bitmek üzere olduğu bu çağda, hiç kimse Anoth’un gerçek gücünü kavrayamayacaktır bile. The Misfit of Demon King Academy serisi, ilk olarak amatör bir internet hikayesi olarak herkesin dilediği işini okurlara sunabildiği bir platformda, Nisan 2017’de yayımlandı. Hem okurlardan, hem de yapım şirketlerinden büyük ilgi aldı ve Mart 2018’de dört cilt olarak piyasaya sürüldü. Masafumi Tamura’nın yönettiği, Kazuyuki Yamayoshi’nin karakterler tasarımlarını üstlendiği sevilen manganın anime versiyonu, 4 Temmuz’da gösterime girecek. Merakla beklemekteyiz!

The Misfit of Demon King Academy

13


KAPAK KONUSU PETER GRILL AND PHILOSOPHER’S TIME

Bir dövüş turnuvasını kazanıp dünyanın en güçlü savaşçısı seçilen Peter Grill, çok kısa bir süre sonra yeni kazandığı bu ünvanın dezavantajlarını keşfeder. Ogrelerden elflere, her türden kadın, en güçlü bebeğe sahip olmak için kendi aralarında kavga etmeye başlarlar. Kavgalarının asıl sebebi hepsinin en güçlü savaşçı Peter’dan çocuk sahibi olmak istemeleridir. Zavallı Peter ise sadece sevdiği nişanlısı ile bir yuva kurmayı hayal etmektedir ancak bunu yapabilmek için birbirinden güzel, zeki, güçlü ve istikrarlı canavar afetlere karşı üstün gelmeli, kurnazlıkla ve zekasıyla alt etmeli ve hepsinden bir şekilde kaçmalıdır. Mangadan animeye uyarlanan Peter Grill and Philosopher’s Time’ın mangasının yazarı Daisuke Hiyama, anime versiyonu için görevi yönetmen Tatsumi’ye devretti. 10 Temmuz’da izlemeye başlayacağımız anime, küçük izleyiciler için tadında bir çıplaklık içerecek. Anime, harem türünü sevenler için kaçırılmayacak bir yapım gibi duruyor.

THE TITAN’S BRIDE

Kouichi Mizuki, liseyi yeni bitirmiştir ve geleceğini iple çekiyordur. Ancak lisedeki son gününde kendini bir anda Eustil’e yani Titanların dünyasında bulur. Kouichi’nin kehaneti geçekleştireceğine inandığı ve gelini olması için Titanların dünyasına gelmesine sebep olan kişi ise Prens Caius’tan başkası değildir. Dev prens ile aralarındaki boy ve kilo farkı, Kouichi’yi bu ilişkinin nasıl yürüyeceğine dair sorularla başbaşa bırakır, hatta bu ilişki nedeniyle yakınlaştıkları sırada ölmekten bile korkmaya başlar. Tüm bu endişelerini eşiyle paylaşınca Prens Caius, Kouichi’ye mutlu olmazsa bir ay sonra onu evine geri yollayacağını söyler. Ancak zaman geçtikte Kouichi, devlerin dünyasında küçük bir insan olarak yaşadığı hayatı sevmeye ve Prens Caius ile olan ilişkisi her gece daha da renklenmeye başlar. 5 Temmuz’da izleyicilerin karşısına çıkacak olan The Titan’s Bride, daha önce mangasıyla oluşturduğu yetişkin kemik kitlesini bir hayli heyecanlandıracağa benziyor.

UMA MUSUME: PRETTY DERBY

Öyle bir dünya düşünün ki tarihteki ünlü yarış atları sevimli, at kulaklı ve kuyruklu genç kızlar olarak reenkarne olsun. “At kız” denilen bu sevimli ve güzel yaratıkların hayattaki en büyük amacı, Tokyo’da bulunan özel Tracen Academy’de eğitimlerini tamamlayıp başarılı birer yarışçı olmak. Animenin geçtiği fantastik dünyada başarılı bir yarışçı at kız olmak demek, aynı zamanda tüm gençlerin idolü olmak

The Titan’s Bride

demek. Japonya’nın kırsal bölümünde yetişen at kız Special Week, animenin baş kahramanı olarak annesine verdiği sözü tutup Tokyo’nun en ünlü at kızı olmaya kendini adar. Ancak tabii ki önce Special Week’in de Tracen Academy’den mezun olması gerekir. Daha önce manga ve tv serisi versiyonları olan animenin yönetmen koltuğunda Seiya Miyajima oturuyor. Animenin yazarlığını ise Tetsuya Uchida yapıyor. Special Week ve arkadaşlarının rekabetli okul hayatını konu alan Uma Musume: Pretty Derby, canavarlarla dövüş izlemekten bunalan anime severler için 7 Temmuz’da ekranlara gelecek.

Uma Musume: Pretty Derby Peter Grill and Philosopher’s Time

14



ANALİZ

BACK TO THE FUTURE 35 YAŞINDA! 3 Temmuz 1985’te vizyona giren Back To The Future, 35 yaşını kutluyor. 1989 ve 1990 yıllarında yayınlanan devam filmleriyle birlikte bilim kurgu sinemasının mihenk taşlarından birine dönüşen seri, 35. yıla özel pek çok sürprizle hayranlarının karşısına çıkıyor. Berker Öztuna 16


B

ir lise öğrencisi ve deli bilim insanı komşusu, aralarındaki dostluk, muhteşem bir araba, 88 mil/saat, alevlenen tekerlekler, fizyon reaktörü, akım kapasitörü, zaman yolculuğu, Johnny B. Goode ve milyonlarca hayran... Ardından gelen devam filmleri, çizgi filmler, bilgisayar oyunları ve çizgi romanlar... Hepimiz limondan nasıl pil yapılacağını Dr. Emmett Brown’dan öğrendik. Bu ikilinin dünya üzerindeki etkisini anlata anlata bitiremeyiz. Supernatural’dan Simpsons’a, Stuart Little’dan Stargate Atlantis’e, Doktor Who’dan Garfield’a kadar birçok farklı yapımda Back to the Future’in izlerine ve referanslara rastlamak mümkün.

GİŞEDE REKOR KIRDI

yıldırımdır. Bu plan her ne kadar başarılı olup Marty’yi kendi zamanına döndürse de geçmişe müdahale ettikleri için gelecek ona göre yeniden şekillenmiştir.

ÖDÜL CANAVARI

Back to the Future, 3 Temmuz 1985’te gösterime girdi. 19 milyon dolarlık bütçesine karşın, dünya genelinde 381 milyon dolar gişe yaparak dönemin rekorlarını alt üst etmişti. Dünyadan bihaber Marty McFly’a, çılgın bilim insanı komşusu Dr. Emmet Brown’un en yeni buluşunu göstermek istemesiyle serinin ilk filmi başlar. Başı büyük bir belada olan doktor, yeni keşfettiği zaman makinesini Marty’ye tanıtırken, zaman makinesi için çok önemli olan plütonyum satıcısı olan Libyalılar, ikilinin deney yaptığı otoparkı basar ve doktoru vururlar. Marty de doktoru kurtarabilmek için Delorean ile 1955 yılına geri döner. Tabii ki o yıllarda, zaman makinesini çalıştırmak için yeterli güç kaynağı olmadığından, Marty’yi kendi zamanına yani geleceğe geri döndürmek neredeyse imkansızdır. Ellerinde olan tek yararlı bilgi, Marty’nin anne ve babasının lise mezuniyet balosunun gerçekleşeceği gece, saat kulesine düşecek olan dev bir

Back To The Future serisinin devam filmlerinde ikili, cesaretlerini kaybetmeden önce geleceğe sonra da vahşi batının en hareketli dönemine giderler. Gelecek ya da geçmiş fark etmeksizin, bulundukları zamanda istemeden yaptıkları ufak değişiklikler kaderlerini adeta bir yapboza çevirmeye başlar. Seri boyunca Marty ve doktor, başlarına açtıkları dertlerden kurtulmak için her türlü olumsuzluğa ve imkansızlığa rağmen, ellerinden geleni yaparlar ve Back to the Future 3, sanki devam filmi gelecekmişçesine biter. Serinin ilk filmi, vizyona girdiği 1985’ten itibaren birbirinden önemli ve değerli ödülleri de kaptı. En İyi Dramatik Sunum dalında Hugo Ödülü, En İyi Bilim Kurgu Filmi dalında Saturn Ödülü ve En İyi Ses Efektleri Kurgusu dalında Oscar’ı kucakladıktan sonra ayrıca beş dalda BAFTA’ya ve En İyi Film (Müzikal ve komedi) dahil olmak üzere dört dalda Altın Küre’ye

aday oldu. 2007 yılında Library of Congress, Back to the Future’ı National Film Registry kapsamında korunması gereken ulusal değerlerden biri olarak seçti. Ayrıca 2008’de American Film Institute, filmi en iyi 10 bilim kurgu arasına soktu.

YOL MU? GİDECEĞİMİZ YERDE YOLLARA İHTİYACIMIZ OLMAYACAK!

Back To The Future sinemalarda gösterime girdikten sonra, bu janranın kapısı geniş bir şekilde açıldı. 1985 tarihli ilk film, zamanının en iyi aile filmi olarak seçildi ve dünyanın bu tür filmlere daha çok ihtiyacı olduğunu kanıtlandı. Michael J. Fox başta olmak üzere bütün oyuncuların kariyerleri zirveye çıktı. Seri, her çocuğun zihnine kendi kendine bağlanan ayakkabıları ve uçan kaykayları soktu. Hepimiz, bu seriyi tanıdıktan sonra “geleceğe ya da geçmişe gitsek neler yapardık” diye düşünüp bunu oyunlarımıza kattık, hayal gücümüze bambaşka boyutlar eklendi. Marty, Delorean’a binip hepimizin tüylerini diken diken eden o müzik başladığında, hız göstergesi 88’e yaklaşırken kanımızın kaynayıp vücudumuzda pompalandığını hissettiğimizde

2007’de Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasında seçilen Geleceğe Dönüş, ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmeye başlandı. 17


ANALİZ

farklı bir şeylere şahit olduğumuzu biliyorduk. Büyü o kadar gerçekçiydi ki hayatlarımızın bu dakikadan sonra bambaşka olacağı aşikardı. Şimdi 35. yılın şerefine artık o güzel hisleri yeniden yaşayacağız!

1.21 GIGAWATTS! GREAT SCOTT!

35. yıl kutlamaları adına sevindirici haberlerden ilki, Universal Pictures’in Back To The Future üçlemesini 4K olarak tekrardan piyasaya sürme kararı oldu. Trilogy 4K Blu-Ray paketinin içeriği ve piyasaya çıkış tarihi henüz belli değil ama biz silinmiş sahnelerin, kamera arkası görüntülerin, röportajların ve serinin yapım aşamasında yaşanan eğlenceli olayların bu pakete dahil olacağını düşünüyoruz. 35. yıl kutlamalarına bir de müzikal eklendi. Hayranlarının kaçırmak istemeyeceği “Back to the Future The Musical”, Tony Ödülü sahibi John Rando tarafından yönetilecek ve birkaç hafta boyunca Manchester Opera House’ta oynanacaktı. Şubat ayında başlayan proje içinde bulunduğumuz pandemi salgını nedeniyle durdu.

BÜYÜK BULUŞMA

35. yıl kutlamalarına Marty ve doktorun Mayıs ayında internet üzerinden gerçekleştirdikleri buluşma hoş bir tat kattı. Oyuncu Josh Gad’in online programına konuk olan Christopher Lloyd ve Michael J. Fox, yayında en güzel anılarını ve serinin en sevilen repliklerini hayranlarıyla paylaşma şansını yakaladılar. Yayının sonuna doğru Marty’nin annesini canlandıran Lea Thompson da bu keyifli sohbete katılarak duygusal anların yaşanmasına sebep oldu.

BAŞKA NELER VAR?

Back to the Future’ın 35. yılını kutlamak adına yepyeni oyuncaklar piyasaya giriş yapıyor. Playmobil markasının çıkardığı oyuncak seti, hepimizin aşık olduğu DeLorean zaman

makinesi, Marty ve Doc’un şirin oyuncakları ile gönüllerimizi kazanacağa benziyor. Yeni oyuncak serisinin en can alıcı noktası tabii ki inanılmaz detaylı Delorean zaman makinesi. Zamanında ağzımızı açık bırakarak üstten açılan kapıları, panel göstergeleri, platinyum bölmesi, hepimizin gönlünü çalan OUTATIME plakası ve önündeki Delorean DMC logosu ile geliyor. Aracın iç ve dış ışıkları ve Flux kapasitörü pillerle aydınlatma sağlayacak ve zaman yolculuğuna hazır olacak. Aracın lastikleri, aynı serinin filmlerinde olduğu gibi içeri doğru katlanıp uçuş pozisyonuna geçebilecek. Oyuncak seti aynı zamanda Marty McFly, Dr. “Doc” Emmett Brown ve köpeği Einstein’ı da kapsıyor. Marty, ilk filmdeki şişme kırmızı yelek montunu, Doktor ise Marty’ye ilk defa Delorean’ı tanıttığı sırada giydiği beyaz tulumu giyecek. Ek aksesuarlar arasında kaykay, retro kamera ve minyatür radyoaktif plutonyum için bir kasa olacak.

KOLEKSİYONCULAR YAŞADI! Sadece Playmobil değil, diğer oyuncak firmaları da 35. yılı şereflendirmeye çalışıyor. NECA, realistik action figürler için patent satın alırken, Funku Pop Toys “biz de bu işte varız” dedi. Funko, sadece Pop Toys ile kalmayıp bir masaüstü oyun çıkarmayı da planlıyor. Hasbro, Mattel, 3D Retro Collectables şirketleri de Back to the Future serisi üzerine çalışmalarına devam ediyor. Coin Factory ismindeki koleksiyon bozuk para üreticisi, %99.9 oranında saf gümüş olan Back to the Future bozuk

18

parası çıkardı. Paranın bir yüzünde yıldırımlar ve alevler içinde kalan Delorean, öteki yüzünde ise Kraliçe II. Elizabeth bulunuyor. Paranın saklama kutusu ise hepimizin ikinci filmde gördüğü Mr. Fusion adındaki fizyon jenaratörü şeklinde. Filmden hatırladığınız gibi Mr. Fusion evdeki çöplerinizi enerjiye dönüştürerek, flux kapasitörüne güç vermeye yarıyor. Yazılı mecrada da sevindirici haberler var. Back To The Future: Delorean Time Machine-Owner’s Workshop Manual, Back To The Future: The Ultimate Visual History, William Shekespeare’s Get Thee Back To The Future, Back To The Future: The Classic Illustrated Storybook serinin 35. yılı için piyasaya sürülecek olan kitaplar arasında. Back to the Future serisi gönlümüzde o kadar önemli bir yere sahip ki 100. yılında bile Doc ve Marty’yi ilk günkü heyecanla izlemeye ve sevmeye devam edeceğimize eminiz.


YENİLENDİ!

www.postkolik.com Popüler kültür bilgi deposu!

/postkolik


DİZİ

YEPYENİ YAZ DİZİLERİ Tamamlanamayan projeler nedeniyle dizi piyasası yaz dönemine her zamankinden durgun girse de, yine de dikkat çeken yapımlar yok değil. Yaz ekranının en taze yapımları arasından bu ay en göze çarpan dizileri mercek altına aldık.

20


The Baby-Sitters Club

THE BABY-SITTERS CLUB

Kristy, Mary Anne, Claudia ve Stacey ekranlara dönüyor! BSC olarak da bilinen The Baby-Sitters Club, Amerikalı yazar Ann M. Martin’in 1986-2000 yılları arasında kaleme aldığı başarılı bir roman serisi. Martin, BSC’yi aslında dört kitaplık bir seri olarak kurgulamışken, muazzam başarısı serinin tam 213 romana ulaşmasına neden oldu! Toplamda 200 milyon adet satan roman serisinin kabaca 35’ini Martin bizzat kendisi yazmışken, geri kalanlar hayalet yazarlar tarafından kaleme alındı. Bakıcılık işi kuran bir grup arkadaşın hikayesini konu edinen The Baby-Sitters Club, 1990 yılında HBO’da dizi, 1995 yılında da televizyon filmi olarak uyarlandı. Fakat kitapların muazzam başarına rağmen, dizi de film de beklenen başarıyı gösteremedi. Connecticut’ın kurgusal Stoneybrook kasabasında yaşayan bir grup genç kızın hikayesini anlatan orijinal kitap serisinin çıkışından neredeyse 35 yıl sonra, The Baby-Sitters Club şimdi de Netflix ekranlarında dizi olarak karşımıza çıkacak. 3 Temmuz’da 10 bölümlük ilk sezonu ekrana gelecek dizide, beş yakın arkadaşın arkadaşlık, kadın girişimciliği ve bebek bakıcılığı serüveni ekrana taşınacak. Oyuncu kadrosu Sophie Grace, Malia Baker, Momona Tamada, Shay Rudolph ve Xochitl Gomez’den oluşan ve yayınlandığı dönemde pek çok jenerasyona dokunan popüler gençlik roman serisinin 2020 uyarlamasının nasıl bir tepki alacağını hep birlikte göreceğiz.

JU-ON: ORIGINS

Japon korku sinemasının Batı’da en çok ses getiren markalarından biri olan Ju-On (The Grudge), 20 yılı aşkın süredir tüm dünyayı korkutmaya devam ediyor. Temelleri 1998 yılında “Katasumi and 4444444444” adlı kısa filmle atılan seri, 2000 yılında Japonya’da vizyona giren Takashi Shimizu imzalı “Ju-On: The Curse” ve “Ju-On: The Curse 2” filmleriyle ilk dehşet tohumlarını korku sinemasına atmıştı. Ülkemizde ‘Garez’ olarak bilinen seri, bugüne kadar toplam 13 filme ulaşan bir franchise’a dönüştü. Bu filmlerin 9’u Japonlar, 4’ü Amerikalılar tarafından çekildi. 2004 yılındaki Amerikan uyarlamasıyla uluslararası üne kavuşan seri, son olarak korku sinemasının efsane yönetmenlerinden Sam Raimi’nin yapımcılığında yeniden çekilen The Grudge (2020) filmiyle gündeme gelmişti. Şimdi ise sırada televizyon dizisi var... NBC Universal Entertainment Japan ve Netflix’in ortak yapımı olan “Ju-On: Origins”, 3 Temmuz’da ekrana gelecek. Netflix’in Ju-On uyarlamasında konu ve mekanı, yine ölen insanların ruhlarının hapsolduğu bir ev oluşturuyor. Bir doğaüstü olaylar araştırmacısı, uzun zaman önce bir anne ve çocuğunun başına korkunç şeyler geldiği lanetli bir evi takıntı haline getirerek aramaya çalışacak. Shō Miyake’nin yönetmenliğini üstlendiği, Yoshiyoshi Arakawa ve Yuina Kuroshima’nın başrollerinde yer aldığı Ju-On: Origins, korku tutkunlarını fazlasıyla memnun edecek bir yapım olacak.

21

Ju-On: Origins


DİZİ Stateless

OUTCRY

Genç ve başarılı bir sporcu olmak, özellikle de Amerika gibi bir ülkede, çok önemlidir. Lise ve kolej takımlarında başarı sergileyen sporcular, hem üniversitelerden burs kazanırlar hem de gelecekteki takımlarıyla daha genç yaşta astronomik rakamlarla sözleşme imzalarlar. Greg Kelley, işte tam da bu tarife uyan çok başarılı bir sporcuydu. Amerikan futbolu oynayan ve en büyük hayali NFL’de bir takımda forma giymek olan Kelley, hem arkadaşlarının hem de takımının göz bebeğiydi! 2013 yılında kabustan farksız bir şey oldu ve Kelley, 4 yaşındaki bir çocuğu istismardan tutuklanarak 25 yıl hapse mahkum edildi. Kelley’nin hukuk mücadelesi mahkumiyetiyle durmadı ve hem ailesi hem de okulu, olayın araştırılması için seferberlik ilan ettiler. Outcry, tam 6 yıl süren bu hukuk mücadelesinin her detayını gözler önüne seren bir yapım olacak. Greg Kelley davasının şok eden ve iç burkan hikayesini beş bölümlük bir belgesel dizisi olarak izleyicilere sunan Outcry’ın ilk bölümü 5 Temmuz’da yayınlanacak.

CLOSE ENOUGH

Yetişkin içeriğe sahip animasyon dizilerin gün geçtikçe artan hayran kitlesi, doğal olarak bu tarz yapımlara karşı oluşan talebin ateşini de harlıyor. Kanallar başarılı yaratıcılarla çalışmak için kesenin ağzını açarken, pek çok yeni kanalın kendi animasyon dizisiyle prestij peşine düşmesi, bu türün geleceğinin çok parlak olduğuna işaret ediyor. Emmy ödüllü Regular Show dizisinin yaratıcısı J.G. Quintel de önemli kanalların peşinde koştuğu yaratıcılardan biri. Regular Show’un finalinden beri sıradaki projesinin ne olacağı merakla beklenen Quintel, bir kez daha Cartoon Network Studios ile güçlerini birleştirmiş ve yeni projesi Close Enough’ı HBO Max kanalına satmayı başarmış. Close Enough, Regular Show’un aksine bir fabl değil; bu yepyeni macera, günümüz Los Angeles’ında geçen renkli bir yapım olacak. Genç bir çift, çiftin yaramaz kız çocuğu ve boşanma arifesinde olan arkadaşlarının aynı evde yaşamaya karar vermesiyle gelişen komik olayların işleneceği dizi, HBO Max’in iddialı yapımlarından biri olacak. Close Enough 7 Temmuz’da başlıyor. Yetişkin animasyonu sevenler kaçırmasın.

STATELESS

İki kez Oscar, üçer kez BAFTA ve Altın Küre kazanmış Avustralyalı aktris Cate Blanchett’ın başrolünde olduğu Stateless, Mart başında Avustralya kanalı ABC’de gösterilmiş ve izleyiciden tam puan almayı başarmıştı. İlk gösterimi Berlin Uluslararası Film Festivali’nde gerçekleştirilen altı bölümlük bu mini dizinin uluslararası yayın haklarını Netflix satın aldı ve 8 Temmuz’da kataloğuna sokacak. Gerçek olaylardan esinlenen Stateless, bir göçmen gözaltı merkezinde mahsur kalmış insanların öyküsünü anlatıyor ve dört ana karakterin hayatlarına odaklanıyor. Bir tarikattan kaçan kabin memuru, işkenceden kaçan Afgan bir mülteci, geleceği olmayan işinden kaçan genç bir Avustralyalı baba ve ülkeyi sarsan bir skandala karışan bir bürokrat olmak üzere birbirinden farklı dört ana karakteri merkezine alan dizide Cate Blanchett ise, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde görev yapan bir büyükelçi olarak seyirci karşısına çıkıyor. Akıl sağlıklarını kaybetmenin eşiğine gelen bu dört karakter, Avustralya çölünün ortasındaki bir göçmen gözaltı merkezinde karşılaşıyor ve aralarında beklenmedik ve derin duygusal bağlantılar kuruluyor. Dram yönü ağır basan bu iddialı dizi, son yılların en önemli sorunlarından biri olan mülteci dramına ayna tutuyor. Cate Blanchett’ın aynı zamanda yapımcı koltuğunda da olduğu dizinin diğer öne çıkan isimleri ise Yvonne Strahovski, Fayssal Bazzi, Jai Courtney ve Asher Keddie.

LITTLE VOICE

Apple TV+, her ay yeni içerik piyasaya sürme sözünü tutuyor ve orijinal dizileri peşi sıra yayınlanmaya devam ediyor. Apple TV+’ın oldukça güvendiği yeni dizisi “Little Voice”, 10 Temmuz’da görücüye çıkıyor. Apple’ın yayın haklarını iki yıl önce satın aldığı dizi, yarımşar saatlik bölümlerden oluşuyor ve

22


P-Valley

New York’un zengin müzikalitesine bir aşk mektubu olarak lanse ediliyor. Little Voice’ta reddedilme, aşk ve karmaşık aile meseleleri arasında yolunu bulmaya çalışırken bir yandan da hayallerini gerçekleştirmek için mücadele veren, eşsiz bir yeteneğe sahip olan Bess King’in öyküsünü izleyeceğiz. Dizide bu karaktere Brittany O’Grady hayat veriyor. Grammy ödüllü Amerikalı müzisyen Sara Bareilles ise, Little Voice’ta müzik yeteneğini konuşturuyor. Bir hayli ses getirmesi beklenen dizinin yapımcılığını ünlü yapımcı J.J. Abrams ve Jessie Nelson’la birlikte üstlenen başarılı şarkıcı ve söz yazarı, dizide yer alan tüm parçaları kendisi yazdı. Bareilles tarafından yazılan ve seslendirilen jenerik şarkısının yer aldığı ilk Little Voice teaser’ı ise oldukça beğenildi. Bareilles, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, parçayı 20’li yaşlarının ortasında yazdığını ve parçanın ancak gün yüzüne çıktığını belirtti. J.J. Abrams’ın en yeni projesi olan Little Voice’un başrollerinde ise Brittany O’Grady, Sean Teale, Colton Ryan, Shalini Bathina, Kevin Valdez, Phillip Johnson Richardson ve Chuck Cooper var.

P-VALLEY

12 Temmuz’da Starz’da ekrana gelecek P-Valley dizisine kadınlar damga vurmuş durumda! Dizinin 8 bölümlük ilk sezonun tamamı kadın yönetmenler tarafından çekildi. Ödüllü yönetmen Karena Evans’ın ilk bölümünü yönettiği dizinin diğer bölümleri Kimberly Peirce, Millicent Shelton, Tamra Davis, Geeta V. Patel, Tasha Smith Sydney Freeland ve Barbara Brown’un imzasını taşıyor. P-Valley’de, Dirty Delta isimli bir striptiz kulübünde çalışan dansçıların hayatına bakış atılacak. Starz, diziyi “Bu güney usulü bir saatlik dramada olabildiğince küçük bir striptiz kulübü ve kapılarından gelip geçen büyük insanların renkli hikayesi anlatılıyor. Orada çalışanlar, umudunu kaybetmeyenler, kaybolmuşlar, kırılmışlar, beş parasızlar, güzeller ve kader mahkumları... Trap müziğin film noir ile buluştuğu bu lirik ve atmosferik dizi, küçük bir kasaba halkının hayalleri Piggly Wiggly ve rehinci dükkanının sınırları ötesine ulaştığında neler olacağını sormaya cesaret ediyor.” sözleriyle anlatıyor. Dizinin yapımcılığını Pussy Valley adlı oyunun yazarı Katori Hall üstlenirken, P-Valley’in oyuncu

Brave New World

23

kadrosu Elarica Johnson (Harry Potter and the Half-Blood Prince) Brandee Evans (The Bobby Brown Story), Nicco Annan (This Is Us), Shannon Thornton (Power), Skyler Joy (Ma), J. Alphonse Nicholson (Chicago P.D.) ve Parker Sawyers’dan (Southside With You) oluşuyor. Sıra dışı konusuyla daha yayınlanmadan adından söz ettirmeyi başaran P-Valley, Temmuz ayının dikkat çeken dizilerinden biri.

BRAVE NEW WORLD

İngiliz yazar Aldous Huxley’nin ütopya klasikleri arasına giren 1932 tarihli kült romanı Brave New World, televizyona uyarlanıyor. NBC Universal’ın 15 Temmuz’da resmen yayın hayatına başlayacak yeni platformu Peacock’ta ekrana gelecek dizi, Temmuz ayının en dikkat çeken yapımlarından biri. Ülkemizde ‘Cesur Yeni Dünya’ adıyla yayınlanan romanındaki olaylar, 26’ncı yüzyıl İngiltere’sinde geçiyor. Ancak eserdeki zaman “Ford’dan sonra 632 yılı” olarak adlandırılıyor. Bu bağlamda Henry Ford’un üretim bandını icat etmesi, dönemin insanları tarafından yeni bir milat olarak kabul görüyor. Eserde anlatılan dünya düzeninde “maddiyat ve tüketim” yüceltilirken, “insan” bu düzende sadece bir ürün olarak yer buluyor. Romanda, tıpkı Avrupa tarihindeki Dokuz Yıl Savaşı gibi bir savaş dönemi oluyor. Sonrasında yaşanan ekonomik darboğazdan sonra ise “Cesur Yeni Dünya” olarak adlandırılan bir düzen kuruluyor. Bu düzende insan ırkının devamı da üretim bantları ile sağlanıyor. Hastalıklar, savaşlar ve fakirlik gibi zorluklar böylece ortadan kaldırılıyor. 1998 yılında bir televizyon filmi çekilen Brave New World, ilk kez dizi olarak uyarlanıyor. “Solo: A Star Wars Story” filminde Han Solo’yu canlandıran Alden Ehrenreich’ın “John the Savage” karakteriyle başrol oynadığı dizide; Jessica Brown Findlay (Lenina Crowne), Harry Lloyd (Bernard Marx) ve Hannah JohnKamen (Wilhelmina “Helm” Watson) önemleri rolleri paylaşıyor. İlk sezonu 9 bölüm sürecek dizi, 15 Temmuz’da yayında olacak.


SİNEMA

ZİHİNLERİ ZORLAMAYA HAZIR MIYIZ? Modern sinemanın en önemli yönetmenlerinden Christopher Nolan, muazzam bir kadro ve hakkında halen doğru düzgü bir şey bilmediğimiz gizem dolu filmiyle 12 Ağustos’ta salonlara dönüyor. Yılın merakla beklenen ve pandemi nedeniyle vizyon tarihi sürekli değişen Tenet, Postkolik merceğinde. Büşra Bayar

24


Warner Bros, 17 Temmuz’da vizyona girmesi planlanan Tenet’in vizyon tarihini önce 31 Temmuz, ardından da 12 Ağutos olarak değiştirdi.

H

aziran sonu itibariye pek çok ülkede sinema salonları kapılarını film tutkunlarına açtı. Covid-19 salgınının yarattığı belirsizliğin sinema sektörüne nasıl bir fatura çıkaracağını hep birlikte göreceğiz. Yapılan araştırmalar seyircinin önemli kısmının salonlara gitmeye hazır olduğunu gösteriyor. Tabii bunda Temmuz ayında vizyona girecek önemli bir filmin de etkisi var. Sektöre hareketlilik kazandıracağı düşünülen projenin ise “Tenet” olacağı düşünülüyor. Çektiği hemen her filmle sansasyon yaratan ve büyük hasılatlar elde eden yönetmen Christopher Nolan’ın bu son yapımı, 31 Temmuz’da dünyanın her yerinde aynı anda vizyona girecek. Sosyal izolasyonun hayati önem taşıdığı bu dönemde, seyircilerin sinema salonlarına gitmeye değer bulacağı bir isim olan Nolan, unutulmayacak bir projeyle hayranlarıyla buluşmaya hazırlanıyor.

BÜYÜK BİR İŞ DAHA

“Batman Başlıyor”, “Kara Şövalye”, “Kara Şövalye Yükseliyor” üçlemesiyle Dc Evreni’nin unutulmaz filmlerine yönetmenlik yapan, ayrıca “Inseption” ve “Interstellar” gibi başarılı projelere imza atan Nolan, en son üç yıl önce çektiği “Dunkirk” ile sevenleriyle buluşmuştu. Hemen her filmi ile Oscar’a aday gösterilen ve çeşitli alanlarda ödül almayı başaran isim, Dunkirk’le de 2018 Akademi Ödülleri’nden En İyi Film Kurgusu, En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Ses Miksajı kategorilerinde heykelciği kazandı. Nolan cephesinde yeni filminin yolda olduğu haberleri geldikten sonra, ünlü yönetmenin hayranları ve sinemaseverler, büyük bir heyecana kapıldı. Birbirinden yaratıcı, hayal gücünü zorlayan projelere imza atan yönetmenin beyazperdeye

taşıyacağı yeni hikâyesinin ne olacağı büyük bir merak konusu oldu.

KAFALAR KARIŞACAK

Özellikle bilim kurgu ve aksiyon denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Nolan, bu filmiyle de söz konusu türlere bir yenisini ekledi. 2014 yapımı Interstellar ile evrene dair bilimsel gerçeklerle en fazla uyuşan bir hikâyeyi ekranlara taşımış, 2010 yapımı Inception’la da bilinçaltı, rüya gibi kavramları merkezine alarak yine hayal gücümüzü zorlayan bir film ortaya koymuştu. Böylesine esrarengiz ve ilgi çekici hikâyelerle sinema dünyasının duayenlerinden biri olmayı başaran yönetmen, Tenet’te de aynı yolu seçmiş gibi görünüyor. Yapım, genel olarak Kuantum Soğuk Savaş filmi olarak tanımlanıyor. Bunun dışında da hikaye hakkında yazılı doğru düzgün bir bilgi yok. Şimdiye kadar yayınlanmış olan iki trailer ve fragman ise, tam bir bulmaca. Bunlardan hikayeye dair ne net bir bilgi edinebiliyor ne de karakterler hakkında bir şeyler öğrenebiliyoruz. Ancak isimlerini dahi bilmediğimiz iki karakteri canlandıran John David Washington ile Robert Pattinson’un

gizli bir görev üzerinde birlikte çalışan casuslar olduğunu görebiliyoruz. Yine fragmanda kullanılan Clémence Poesy’nin J. D. Washington ile arasında geçen diyalogdan ve özellikle “Üçüncü Dünya Savaşı’nı engellemeye çalışıyoruz.” repliğinden yola çıkarak kahramanların, nükleer soykırımdan çok daha kötü bir durumla başa çıkmaya çalıştıklarını anlıyoruz. Tüm bunlardan yola çıkarak Tenet’i şu şekilde özetleyebilmek de mümkün: birçok casus hikâyesinde karşılaştığımız nükleer felaketler yerini, Kuantum Fiziğine ve zaman kavramına bırakıyor. Böylece bu türe yeni bir soluk getirilmiş, yeni bir boyut kazandırılmış oluyor. Nolan’ın daha önceki projelerinde zaman ve mekânla oynadığı hikâyelere yer verdiğini birkaç kez gördük. Kuantum teorisini merkeze aldığı bu yapımla da yine bu kavramlar üzerinde oynadığını söylemek mümkün. Kabaca ileriye, geleceğe akan zaman kavramının aslında bilinçli deneyimle elde edildiğini, ancak zamanda geriye de gidilebileceğini savunan bu teoriyi açıklamak ve anlamak böylesine zorken, beyazperdede izleyip anlamlandırmaya çalışmak da epey güç olacak.

John David Washington, Robert Pattinson, Elizabeth Debicki, Aaron Taylor-Johnson, Michael Caine ve Kenneth Branagh’ın başrollerini paylaştığı Tenet, 205 milyon dolaralık bütçesiyle Christopher Nolan’ın en yüksek bütçeli ikinci filmi. 25


SİNEMA

Türkçede ilke, inanç gibi anlamlara gelen ve hikâye içinde bir kod gibi görünen tenet kelimesi de aslında filmin odaklandığı bu konuya dair büyük bir ipucu vermekte. Çünkü bu sözcük palindromdur. Yani tersten okunuşu da aynıdır. Filmin afişlerinde gördüğümüz bu sözcüğün tasarımı da geriye ve ileriye akabilen zaman kavramına işaret etmektedir.

KADRO SAĞLAM

Oyuncuların da film hakkında kafası oldukça karışık. “Alacakaranlık” serisiyle tanınan ve son yıllarda “High Life”, “Deniz Feneri” gibi birbirinden başarılı yapımlarda rol alan Robert Pattinson, verdiği bir röportajda Tenet için: “Çok karmaşık. Eğer Chris Nolan bunu yapmasaydı, bu çekilmesi imkansız bir film olurdu.” dedi. Çok çılgın bir proje olduğunu, özellikle aksiyon sahnelerinde boyut atladığını da belirten aktör, filmi henüz tam anlamıyla anlayıp anlamadığından emin olmadığını da dile getirdi. Filmin başrolü John David Washington ise, 2018 yapımı “BlackkKlansman” ile büyük beğeni toplamıştı. Tenet’teki performansıyla da adından uzunca bir süre söz ettirecek gibi görünen oyuncu, film için “Açıkçası tür bükme. Bu kendi türü: Nolan türü” açıklamasını yaptı. Ayrıca Nolan’ın daha önce Kara Şövalye’de birlikte çalıştığı Michael Caine ile

Dunkirk’te de oynayan Kenneth Branagh, Tenet’in de oyuncu kadrosunda yer alan önemli aktörler olarak karşımıza çıkıyor.

KAMERA ARKASINDA DEĞİŞİKLİK

Nolan’ın birçok filminde aynı isimlerle çalışan bir yönetmen olduğunu söylemek mümkün. “Her” ve “Ad Astra” gibi projelerin de görüntü yönetmenliğini yapan Hoyte Van Hoytema ile Interstellar ve Dunkirk’te birlikte çalışmıştı. Kendisi Tenet’te de yönetmene eşlik ediyor. Keza Kara Şövalye, Kara Şövalye Yükseliyor, Dunkirk’te Sanat Yönetmenliği yapan Toby Britton da Tenet’in kadrosunda yer alan bir başka isim. Ancak Nolan’ın 2005 yılından bu yana tüm filmlerinin kurgusunu yapan Lee Smith, Oscar’lı film “1917”nin kadrosunda yer aldığı için Tenet’in kadrosunda bulunamadı. Kendisinin yerine “Frances Ha” ve “Marriage Story” gibi başarılı projelerin kurgucusu Jennifer Lame geçti. Ayrıca yönetmenin birçok filminin bestelerini yapan Oscar’lı isim Hans Zimmer de yerini, “Creed” serisinin başarılı bestecisi Ludwig Göransson’a bıraktı.

KITALARA YAYILAN ÇEKİMLER

Nolan, Tenet’in çekimleri için ülke değiştirmekten yine kaçınmamış. Dunkirk veya Inception’da daha önce bunun örneklerini görmüştük. Ancak başarılı isim bu sefer sınırları daha fazla zorlayarak İngiltere, İtalya,

26

Danimarka, Norveç, Estonya, Hindistan ve Amerika olmak üzere toplamda 7 ülkede gerçekleştirdi Tenet’in çekimlerini. Tabii tahmin edileceği üzere bu durum, filmin bütçesine de yansıdı. 205 milyon dolara mâl olan yapım, 250 milyon dolarlık Kara Şövalye Yükseliyor’dan sonra yönetmenin ikinci en pahalı projesi olma özelliği taşıyor. Bütçesi 160 milyon dolar olan Inception’dan veya 165 milyon dolara çekilen Interstellar’dan çok daha büyük bir harcama yapılan Tenet için son derece iddialı bir yapım olduğunu söyleyebiliriz. Zaten yönetmenin kendisi de verdiği bir röportajda filmi için şu sözleri dile getirdi: “Birkaç farklı türü, umut verici bir şekilde, aşıyoruz. 7 ülkede, her yerde, devasa setlerde çekim yaptık. Soru yok, yaptığımız en iddialı film.” Ayrıca Warner Bros.’un Amazon’da satışa sunduğu The Secrets of Tenet: Inside Christopher Nolan’s Quantum Cold War kitabı, filmin sırlarına ve yönetmenin yaratım sürecine dair bilgiler içeriyor. Tüm bunlardan yola çıkarak Nolan’ın kocaman ve yapılmayı bekleyen bir puzzle gibi görünen yeni filmi Tenet’in, yıllara meydan okuyan ve akıllara durgunluk veren bir proje olduğunu söyleyebilmek mümkün. Uzun bir ara vermek zorunda kalan sinema dünyasının böylesi bir geri dönüşe ihtiyacı vardı zaten.


ONLINE ALIŞVERİŞ WWW.SPX.COM.TR

BİZİ TAKİP EDİN /sportpointextreme

/sportpointextreme


RÖPORTAJ

DEEZER HEDEF BÜYÜTTÜ Popüler online müzik platformu Deezer, Türkiye pazarına yoğunlaştı. Türkçe uygulamasını güncelleyen şirket, 56 milyon parçalık arşivini Türkçe müzikle de güçlendirdi. Deezer Ortadoğu, Kuzey Avrupa ve Türkiye CEO’su Tarek Mounir, Postkolik’in sorularını yanıtladı.

28


Öncelikle Deezer hakkında bilgi verebilir misiniz? Tüm dünyada 180 ülkedeyiz. Girdiğimiz pazarlarda dengeleri değiştiren bir markayız ve Fransa’da 1’inci, Brezilya’da 2’inci sıradayız. Ayrıca Almanya’daki en hızlı büyüyen müzik yayını uygulaması olduk. MENAT pazarına Ekim 2018 tarihinde giriş yaptık. 2019 yılı boyunca uygulamamıza yatırım yaptık, Türkçe müzik arşivimizi genişletmek için DMC Avrupa, Sony Müzik, Universal Müzik ve çeşitli yerel ve global markalar ile anlaşmalar yaptık. Türkiye’deki müzik ekibimiz buradaki müzik tutkunlarına özel olarak playlistler oluşturdular. Bugün Deezer’da 400 binden fazla Türkçe parça bulunuyor, ayrıca 56 milyon şarkı ile dünyanın en geniş müzik arşivine sahibiz. Spotify gibi son derece zorlu bir rakibiniz var, sizi farklı kılan nedir? Çok yerel bir yaklaşımla hareket ediyoruz. Profesyonel müzik editörlerinden oluşan ekibimiz sayesinde playlistler oluşturma ve müzik düzenleme konusunda benzeri olmayan bir yaklaşıma sahibiz. Müzik tutkunlarının endişelenmesine gerek yok çünkü biz onlara ne dinlemeleri gerektiğini dayatan bir şirket değiliz. Yerel sanatçıların ürettiği müzikleri tanıtmak için onlarla çok yakın çalışıyoruz ve her nerede olursa olsun insanların dinledikleri tüm müzik türlerini kucaklıyoruz. Ayrıca benzersiz bir özellik olan Flow isimli akıllı algoritmamız sayesinde size özel olarak halihazırda sevdiğiniz şarkıların ve seveceğiniz yeni şarkıların karışımını sunuyoruz. Sezgisel ve tescilli olan bu algoritma, eski sevilen şarkıların yanı sıra editörlerimizin yeni önerilerine dayalı olarak gerçek zamanlı olarak uyarlanan sonsuz, sürekli değişen bir şarkı akışı oluşturuyor. Türkiye pazarından beklentileriniz nelerdir? Türkiye, 54 milyon dolarlık müzik yayını servisi pazarıyla MENAT’ın en gelişmiş pazarlarından biridir. Küresel olarak müzik yayını servislerinin kullanım yaygınlığının hala düşük olduğunu söylemeliyim. ABD’de

bu oran % 20, İngiltere’de yaklaşık % 14-15 ve MENAT Bölgesi’nde % 2’nin altında. Türkiye’nin ise büyük bir potansiyeli var. Türkiye pazarı için ne gibi aktiviteler planlıyorsunuz? Türkiye’deki ilk kampanyamıza Mayıs ayında başladık. Yakın zamanda Turkcell’in ödeme ve e-para hizmeti şirketi Paycell ile birlikte çalışmaya başladık. Bu da Türkiye’deki kullanıcılarımızın Deezer Premium, Family veya HiFi paketleri için PayCell hesapları aracılığıyla kolayca ödeme yapabilecekleri anlamına geliyor. Önceliğimiz yeni müzikler ve podcast’ler ekleyerek arşivimizi genişletmeye devam etmek ve yerel ekibimizi büyütmek olacak. Pandemi süreci online müzik sektörünü nasıl etkiledi? Günlük olarak şehir içinde yaptığımız yolculukların ve dışarıda kaldığımız sürenin azalması müzik dinleme saatlerimizi değiştirdi. Türkiye’de müziğin en çok dinlendiği saatler hafta içi sabah 8:009:00’dan 12:00- 13:00 arasına kaydı. Hafta sonları ise kullanıcılar dijital içeriklerini öğleden sonra dinliyor. Bu daha önce görmediğimiz bir eğilim. Normalde Cuma günleri müzik dinleme sürelerinde gördüğümüz zirve sosyal aktivitelerin durması ile yok oldu. İlk defa her gün aynı görünüyor. Karantina ilan edilmesi ile birlikte tüm bölgedeki kullanıcıların ilk eğilimi daha az müzik dinlemek oldu. Ancak bir hafta sonra süreler tekrar artmaya başladı. Türkiye’de ise durum farklıydı. Verilerimize göre Türkiye’de sokağa çıkma kısıtlamaları ile hemen hemen aynı anda müzik dinleme oranı yüzde 18 arttı. Bu tablo karşısında özel bir stratejiniz oldu mu? Bu durum, yeni yaşam tarzına uyum sağ-

29

layıp ruh halimizi yükseltecek içerikler için de daha fazla talep anlamına geliyordu. ‘Stay At Home’ ( Evde kal) kanalımız açıldığı hafta “Chill At Home” ( Evde rahatla) gibi müzik listelerimizin dinlenmesi yüzde 40 oranında arttı. “Happy Hits” (Mutlu hitler) listesinin dinlenme oranı ise tüm bölgede yüzde 200 arttı. Ayrıca fonksiyonel müzik listelerimizin de tercih edilmesinde önemli bir artış gözlemledik. Bir çoğumuzun evden çalışmaya başlamasıyla Deezer’ın ‘Work From Home’ listesinin dinlenmesi yüzde 400 oranında arttı. Öte yandan evde kapalı kalmış olsak da fitness ve egzersiz önceliğimiz olmaya devam etti. “Home Workout” (Evde Antrenman) en çok dinlenilen şarkı listesi oldu. Abonelik planları ve ücretlerinden bahseder misiniz? Reklamlarla desteklenen ücretsiz paketimize ek olarak üç farklı abonelik planımız bulunuyor: Premium, Aile ve Hi-Fi. Premimum üyeliğin fiyatı aylık 17.99 TL, altı farklı hesabın kullanabildiği Family üyeliğin bedeli 17.99 TL, 16-Bit/44.1 kHz CD kalitesinde ses akışı sağlayan Hi-Fi üyeliğin bedeli ise 26.99 TL.


FÄ°LM

30


ÖLÜMSÜZLÜĞE KARŞI SAVAŞ Charlize Theron’un başrolünde olduğu The Old Guard, iddialı kadrosu ve ilgi çekici konusuyla ayın merakla beklenen filmlerinden biri. Yönetmenlik koltuğunda Gine Prince- Bythewood’un oturduğu bu çizgi roman uyarlaması, 10 Temmuz’da Netflix’te izleyicisiyle buluşacak. Gönül Durmaz

G

ina Prince-Bythewood, genellikle bağımsız yapımlarıyla tanınan bir yönetmen. Sundance Film Festivali’nde gösterilen ve oldukça beğeni toplayan 2000 yapımı Love & Basketball filmi, tanınmasında çok önemli bir viraj olmuştur. “Bu filmle Bağımsız Film Ödülleri” ve “Humanitas Ödülleri” gibi bağımsız yapımlar için önem teşkil eden festivallerden ödüller kazanan Amerikalı yönetmenin filmografisinde genellikle kısa filmler ve televizyon dizileri yer almaktadır. Hatta 2000 yılında HBO için Disappearing Acts adında bir televizyon filmi de çekmiştir. Sonrasında belli zaman aralıklarında film yapan yönetmen, şimdilerde ise The Old Guard gibi iddialı bir filmle seyirci karşısına çıkacak. Film, yönetmenin kariyerindeki ilk çizgi roman uyarlaması olarak dikkat çekiyor.

2017’DE YAYINLANMAYA BAŞLADI

The Old Guard, Leandro Fernandez ve Greg Rucka’nın yazdığı aynı isimle çizgi romandan uyarlandı. Senaristlik koltuğunda ise Greg Rucka oturuyor. Bu bağlamda senaryo kısmında uyarlanan eserin sanatçılarından biri

olması filmin daha sağlam bir iskelete oturmasını sağlıyor. Çizgi roman dünyası için Akademi Ödülleri’ne denk düşen Eisner Ödülü’nü kazanmış olan Greg Rucka; Wonder Woman, Batwoman ve Lazarus gibi çizgi romanların yazarı olarak tanınıyor. Leandro Fernandez’in de New Mutants, The Punisher, The Discipline ve Deadpool gibi bilinen çizgi romanlarda imzası bulunuyor. Bu yüzden her iki sanatçı da çizgi roman dünyasında önemli bir yere sahip. Filmin uyarlandığı aynı isimli çizgi roman olan The Old Guard ise, bağımsız çizgi roman yayıncısı Image Comics tarafından 2017 yılında yayınlanan beş bölümlük bir mini seri.

NELER YAŞANACAK?

Film, gözlerini hayata açtıkları ilk andan beri paralı asker olarak yaşamlarını sürdüren bir grup insanı merkezine alıyor. Ancak bu grup, sıradan insanlardan oluşmuyor. Bu topluluktaki herkes ölümsüzdür ve bu yüzden girdikleri hiçbir savaşı kaybetmezler. Andromecha, diğer adıyla Andy, bu topluluğun lideridir. Ona eşlik eden diğer kişiler ise birbirinden farklı toplumlardan gelen fantastik kişiliklere sahiptir. Gizlilik konusuna oldukça önem veren bu topluluk, bir gün kendileri gibi olan başka birini keşfeder. Bu kişi, denizcilerle çalışan bir kadındır. Andy, bu kadının

31

peşinden giderek onun potansiyelini keşfetmek ister. Kendisiyle tanıştığında da bu çabasının boşa çıkmayacağının farkına varır ve onu kendi ekibine dahil eder. Öte yandan gizlilik ihlali sebebiyle başka bir topluluk, onların peşlerine düşmüştür. Peşlerine düşen bu topluluğun onlar hakkında çok kötü planları vardır. Bu noktadan sonra ise patlak veren savaş ölümsüz olanlar için dahi çok zor anlara sebep olacaktır.

OYUNCU KADROSU

Aksiyon filmi denildiğinde akla gelen ilk kadın oyunculardan biri olan Charlize Theron, filmin başrolündeki isim. Mad Max: Fury Road, Atomic Blonde, Fast & Furious gibi aksiyon-macera türünde son yılların önemli yapımlarında kendisini izlemiştik. Yıldız oyuncu filmde Andy / Andromache of Scythia rolüyle karşımızda olacak. Oscar ödüllü 12 Years a Slave filminden hatırladığımız Chiwetel Ejiofor da filmde önemli bir karakter olarak karşımıza çıkacak. Harry Potter’ın Dudley Dursley’i Harry Melling’i Merrick adında ölümsüz bir savaşçı olarak göreceğiz. Ayrıca Star Wars: Episode VIII – The Last Jedi ve yine bir Netflix yapımı olan Bright filminde yer alan Van Veronica Ngo da filmin güçlü oyuncu kadrosunda yer alıyor.


RÖPORTAJ

AIA İLK TEKLİSİYLE KARŞIMIZDA Rap müzik sahnesinin yeni isimlerinden aia, ilk teklisi “Bulamadım”ı Basemode Records etiketiyle yayınladı. Müzikseverlerin karşısına çıktığı ilk şarkısında Ezhel’in prodüktörü Bugy ile çalışan 28 yaşındaki müzisyen, Postkolik’in sorularını yanıtladı.

32


Bize biraz kendinden bahseder misin? Dans ve müziğin asla birbirinden ayrılmadığı bir hayatım oldu diyebilirim. Kapsamlı bir müzik bilgisi vardır babamın. Sonsuz bir kaynak olan müzik arşivi sayesinde, çoğu müzik türünü dinleyerek ve söyleyerek büyüdüm. Aynı zamanda küçük yaştan itibaren müzik ve dans yarışmalarına katıldım. Bale, modern dans, street jazz ve new style / hip hop gibi alanlarda dans eğitimi aldım ve hala da almaya devam ediyorum. Üniversitede mimarlık ve tasarım fakültesinde okurken ve yüksek lisans yapıp, iş hayatında yoğun tempoda çalışırken bile eş zamanlı olarak klasik şan eğitimi alıyordum. Dünyaca tanınan bir opera sanatçımızla senelerdir çalışıyor olmak büyük bir şans ve ayrıcalık oldu benim için. Onun ellerinde büyüdüğüm için çok mutluyum.

Basemode Records etiketiyle yayınladığın ilk teklin “Bulamadım” için neler söylersin? Şarkıda kendimle konuşuyorum ve çözümü ararken kendi iç sesimi dinlemem yönünde kendimi uyarıyorum. Bazen çözümü çok yanlış yerlerde aramaya çabalayıp, hayat akıp giderken zaman kaybedebiliyoruz. Arada bir dışarıya da laf gidiyor şarkımda ama genel olarak çözümü ararken, konu ne olursa olsun, çözümü içimde, sezgilerime, iç sesimde ve kendimde bulabileceğimi söylüyorum kendime. İç sesiniz sizi asla yanlış yönlendirmez ve her zaman sizi içten içe uyarır :) Her şey enerji benim için.

“Aynı zamanda dansçı olduğum için, benden dans ve müziğin harmanlandığı orijinal ve iddialı işler göreceğinizi söyleyebilirim”

Hayatınızdaki herhangi bir konuya bağlayabilirsiniz bu temayı. Dolayısıyla şarkıyı isteyen istediği gibi dinleyip, istediği yere çeksin istiyorum. İlk teklinde Ezhel’in prodüktörü Bugy ile çalıştın, nasıl bir süreçti? Bugy ile çalışmak bana farklı konularda farklı bakış açıları kazandırdı. Kendisini ve yaptığı işleri senelerdir yakınen takip ediyordum ve ekibiyle birlikte yaptığı işler bana her zaman büyük ilham kaynağı oldu. Tüm bunlar Türkiye’de istediğim müzik türünü icra edebilmek için de büyük bir motivasyon kaynağı olmanın yanında, büyük bir itici güç oldu diyebilirim. Kendisine ve ekibine büyük bir saygı duyuyorum. Birlikte çalışma fırsatını yakaladığım için de çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Şarkının klibinden bahseder misin? Klip fikri ve senaryosu bana ait. Daha şarkıyı

yazarken, fikir aklımda oluşmaya başlamıştı zaten. Tasarımcı olmamın bana katmış olduğu bir avantaj diyebiliriz. Dans ekibimin başındaki isim olan Doğukan Gençer ile birlikte dans içeren bölümlerini ve koreografilerini kurguladık. Klip rengini yapan isim, Beyonce gibi idolüm olan sanatçıların da kliplerinin rengini yapan bir renk uzmanı olan Mustafa Tapik. Bu isimler olmasaydı, bu iş bu şekilde tamamlanamazdı bence. Güzel bir iş çıktığını düşünüyoruz ekibimle birlikte. Çektiğimiz klip, aynı zamanda bir dans klibi. Dansçı olduğum için insanların bu yönümü de görmelerini istedim. Benden her zaman dansı ve müziği beraber göreceğinizi söyleyebilirim. Erkek egemen bir müzik türünde bir kadın olarak ne gibi zorluklar yaşıyorsun? Erkek egemen olan bu müzik türünde bir kadın olarak bu müziği icra edenlere karşı dinleyici biraz daha fazla önyargılı yaklaşabiliyor. Ancak ben bunun kalıcı bir engel olduğunu düşünmüyorum. Erkeklerin kadınlara verdiği desteğin artmaya başladığı dikkatimi çekiyor ama ne olursa olsun, kadınların zaman içinde yapmaya devam ettikleri kaliteli işlerle, tüm engelleri aşacaklarından ve hiçbir engel tanımayacaklarından eminim. Burada en önemli olan şeyin kadının kadına vereceği destek. Bazı kadın sanatçılarımızın henüz bunun farkında olmadıklarını görüyorum. Çok güçlü ve özel bir yaradılışımız var. Kadınlar bir olduktan sonra, hiçbir şey kadınlara engel değildir. Herkese yer var ve herkes özgürce dilediği sanatı oluşturabilir. İşin özü, iyi enerji! Bundan sonrası için planların neler? İlk single çalışmam şüphesiz ki önemli bir adımdı. İlerleyen zamanlarda gelecek olan şeylerin girizgahını yaptığımız güzel bir çalışma oldu. Bundan sonrasına, tüm birikimimin en güzel yanlarını sakladım. Bu süre zarfında sadece üretmeye devam edeceğim. Single da düşünüyorum, EP de, albüm de. Hepsinin zamanı var. Doğru zamanda doğru işleri paylaşmayı hedefliyorum sadece. Aynı zamanda dansçı olduğum için, benden dans ve müziğin harmanlandığı orijinal ve iddialı işler göreceğinizi söyleyebilirim.

33


RÖPORTAJ

DENİZ TAŞAR

‘THE UNFOLD’ İLE KARŞIMIZDA Deniz Taşar, sene sonunda çıkarmayı düşündüğü ikinci albümünün ikinci teklisi olan ‘Uzaktan’ı geçtiğimiz aylarda yayınlamıştı. Caz müziğin sevilen ismi, şimdi de Netflix’in ilk Türk filmi olan ‘Yarına Tek Bilet’ için yazdığı ‘The Unfold’ şarkıyla gündemde.

34


Yeni albüm çalışmaları nasıl gidiyor? Karantinayla biraz aksamış da olsa geç olsun, güç olmasın diyoruz ve yazın kayıtları tamamlayıp sene bitmeden albümü yayınlamayı planlıyoruz. Geçen sene “Onu Ona Ona Onu” isimli bir parça, geçtiğimiz aylarda da yine albümden “Uzaktan” adlı şarkımızı yayınlamıştık. Bir sonraki adım hikayenin tamamı olsun istiyorum. Gelecek albüm çok güzel gelecek. The Unfold’un hikayesini anlatır mısın? The Unfold, bir çözülmeyi, açığa çıkmayı ve gerçekler pahasına dağılmayı anlatan bir parça. İlhamını Ozan Açıktan’ın 19 Haziran’da Netflix’te yayına giren yeni filmi Yarına Tek Bilet’ten alıyor ve filmin kahramanları Ali ve Leyla’nın hikayelerinin kırılma noktasında kulağımıza çalınıyor. Onlarla birlikte bize de geçmişi, hayatı ve aşkı sorgulatıyor. Tek başına da ayakta duran ama aslen; filmin bana göre en çarpıcı sahnelerinden olan o saniyelere eşlik etmek, karakterlerin içinde kopan ve o an kelimelere dökülemeyen fırtınayı anlatabilmek için yazıldı. Şarkı ile filmin yolu nasıl kesişti? Parçayı birlikte yazdığım Sertaç Özgümüş’ten gelen bir telefonla kesişti yollar. Film neredeyse bitmiş ve müzikleri tamamlanıyormuş ki bu sahne için müzikal bir arayış başlamış. Filmi izledikten sonra hikayeden aldığımız ilhamla parçayı çok kısa sürede yazdık ve kaydettik. Sertaç’ın uzmanlık alanı diyebileceğim bölgedeydik ve harika bir işten besleniyorduk, dolayısıyla süreç oldukça rahat ve keyifliydi. Sözler ve melodi adeta kendi kendilerini yazdılar. Senaryonun ve filmdeki diyalogların satır aralarını, Metin ve

Dilan’ın samimi ve filtresiz oyunculuklarındaki duyguyu ben de sözlerime ve sesime taşımaya gayret ettim. Sertaç, gerisini her zamanki gibi ustalıkla halletti ve parçamız doğdu. Bundan sonra bu tip projelerde seni daha fazla görecek miyiz? Buna keşke net bir cevap verebilsem! Sadece bu fikre çok açık olduğumu söyleyip buradan tüm yönetmenlere açık çağrıda bulunabilirim. :) Kendi adınıza üretmek harika bir şey, fakat işbirlikleri de bir o kadar tatmin edici ve şaşırtıcı deneyimler olabiliyorlar. Gerek “Songs From A Breeze” projesindeki ortaklık, gerek reklam müziği işlerindeki markaya yönelik çalışma biçimi, Bedük gibi alanımın dışında ve hayran olduğum bir sanatçıyla müzik yapmak veya Anıl Şallıel gibi caz müzisyenlerinin projelerinde yazar ve icracı olarak yer almak olsun, hepsinin bir başka Deniz’i ortaya koyduğunu ve beni çok geliştirdiğini, bu çeşitlilik ve zenginliğin müziğimi olgunlaştırıp daha maceracı kıldığını gözlemliyor, çok heyecanlanıyorum. Film, benim için yepyeni bir dünya oldu. Bir çocukluk hayalimdi ve gerçekleşti. Devamının gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum.

35

Ülkemizde caz müziğe olan ilgide bir artış söz konusu. Bu konudaki düşüncelerini merak ediyoruz. Bu böyle ise ne mutlu! Fakat ben caz müziğe mi ilgi artıyor yoksa müzikleri daha çok caz diye mi nitelendirmeye başladık pek emin olamıyorum. Her halükarda bir şeyler değişiyor ve alternatif müzik, türlerden bağımsız olarak kendine toplumda daha çok yer ediniyor ve bu da beni hayli umutlandırıyor. Dinleyicilerin, yerli müzisyenleri, dinleyerek, paylaşarak, - başladığımızda canlı canlı izleyerek bu ilgilerini, desteklerini göstermeleri çok mühim. Sizle varız, sizle büyüyor güzelleşiyoruz. Bu zor zamanları da sayenizde atlatacağız diye umuyorum. Bundan sonrası için planların neler? Şu an en büyük meşgalem tabii ki üzerinde çalıştığımız albüm. Cazdan güç alıp kıyıdan epey uzaklaşarak farklı sularda yüzdüğüm, harika kadrolu bir iş geliyor. O tamamlanır tamamlanmaz girişeceğim işlerin planlarını kafamda yapmaya başladım bile, bu sefer arayı çok açmamak niyetindeyim! Arada da müzisyen arkadaşlarımın projelerinde bambaşka hallerime rastlayabilirsiniz. Kulaklar, gözler açık olsun. Bir de seramiğim var. TAŞAR adı altında önümüzdeki sene yeni bir sergi ve taptaze koleksiyonlar planlıyorum, ilgilenenler o taraflara da göz atabilir.


RÖPORTAJ

CAN GÜNGÖR SULAR DAR’I ANLATTI 2015 tarihli “Silik Düşler” albümüyle hatırı sayılır bir dinleyici kitlesine ulaşan Can Güngör, uzun bir aranın ardından ikinci stüdyo albümü “Sular Dar” ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Her şeyiyle bir Can Göngör çalışması olan bu 15 şarkılık albümü başarılı sanatçıdan dinledik. Hayranların “Sular Dar” albümü için beş yıl bekledi. Albüme ilişkin ilk tepkiler nasıl? İlk albümüm geçen beş yılda belirli bir dinleyici kitlesi tarafından çok sevildi ve benimsendi. Sonrasında yayınlanan “Yalnız Ölmek” de keza öyle. Bu acayip mutluluk verici bir şey ama bir taraftan da şu anki ben olarak istediğim ve evrilmeye çalıştığım bir müzikal macera var. Eski yaptığım şeylerin hayaletiyle sonsuza kadar üretim yapmak

istemem. Bu albümde kendi müzikal ve şiirsel alanımı alabildiğine genişletmek istedim. Hem çok şarkı, hem de çok macera var. Sevdiğim ve hayranı olduğum birçok müzisyen dostumdan harika tebrikler aldım. Albüm çıkar çıkmaz çok güzel ve derinlemesine incelemeler yapan müzik yazarları oldu. 15 şarkılık bir albümün sindirilmesi zaman alacaktır ama şimdilik gidişatın çok iyi olduğunu söyleyebilirim.

36


Nisan 2018’de yayınladığın “Teselli”, yeni albümünü müjdeleyen ilk şarkıydı. Ardından da teklilerle ateşi hep harlı tuttun. Böyle yapmanda özel bir sebep var mıydı? Amacım dinleyiciyle bağı sıcak tutmak ve yeni müziklerimi paylaşmaktı. Bir taraftan da albümün haddinden fazla uzayacağını anladığımda, birkaç şarkıyı dört duvar stüdyodan çıkarmanın bana iyi geleceğini düşündüm. Albümde toplam 15 şarkı var ve şarkı sayısı normal bir albümün oldukça üstünde. Fazla şarkıları başka bir albümde değerlendirmeyi düşünmedin mi? Bu şarkıların çoğu 20 küsur şarkılık bir havuzdan seçildi. Albüm sürecinde yeni şarkılar da yazdım ve zaman geçtikçe onları da dahil etmek istedim. Şarkı tasarrufu yapmak hiç aklımdan geçmedi. Albümün bütünlüğü daha önemli oldu benim için. Son beş yıldır hayatımda olup biten şeyleri, müzikal arayışlarımı, çağrışımlarımı; olduklarımı ve olamadıklarımı ancak bu kadar şarkının kapsayabileceğini düşündüm. Albümde söz, beste, düzenleme ve prodüktörlük sana ait. Hatta neredeyse enstrümanların tamamını da kendin çalmışsın. Nasıl bir süreçti, anlatabilir misin? Oldukça zorlu olduğunu ve epey düzensiz bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Birçok enstrümanı kendi istediğim müziği yaratabileceğim kadar çalmaya ve tek başına

bir grupmuşçasına prodüksiyon yapmaya epeydir alışkınım. Aslında zorluk orada değildi ama çoğunlukla tek tabanca olarak sağlıklı ve sürdürülebilir kararlar almak zordu. Motivasyon ve inancımı sürekli diri tutma kısmı kolay değildi. Zaman zaman boyumdan büyük bir işe kalkıştığımı düşündüm ve umutsuzluğa düştüm. Bittiği zaman da bittiğinin farkına varamayacak kadar bu uğraşların içine gömülmüştüm. Albümün çıkış şarkısı olan Sesini Ver’e çektiğin klip de oldukça beğenildi. Klibin ortaya çıkış fikrini anlatır mısın? “Sesini Ver” için bambaşka bir klip düşünüyordum aslında, animasyon hiç aklımda bile yoktu. Hatta içime sinen güzel bir fikir çıkmadığı için klip işinden vazgeçmiştim o sıralarda. Plak firmam beni Zeynep Aslanoba’yla tanıştırdı ve yaptığı işleri izleyince çok sevdim. Hemen bir şeyler hayal etmeye başladım. Şarkıda bahsedilen kavuşma arzusunu hayvanlar üzerinden anlatalım istedim. Farklı cinslerden hayvanlar ormanda karşılaşıp, olmadık aşklara düşsünler ve dans ederek bunu kutlasınlar. Yasaksız, kalıpsız ve insana dair olanın da üstünde bir aşk güzellemesi yapalım istedim. Zeynep, bu fikri çok sevdi ve hemen işe koyuldu. Aklımın ermediği bir hızda karakterleri oluşturdu ve çekimlere başladı. Yaklaşık 15 günde bütün işi bitirmişti. Sonuçtan çok memnunum,

37

dinleyenler tarafından sevilmesi de ayrıca mutlu ediyor tabi ki. Bundan sonrası için planların neler? Konserleri çok özledim. Stüdyo insanıyım, bunu demek beni şaşırtıyor ama gerçekten çok özledim. Üç yıldır tam kadro konser yapmadık. Yeni albümden sonra güzel bir ivmeyle sahalara dönerim diye düşünüyordum ama malum sebeplerden bütün dünyanın akışı değişti zaten. Aranjör/ prodüktör olarak yapmak istediğim işler de var, biraz onlara ağırlık vereceğim. Albümün yükünü attığım mütevazı bir tatil yapmak istiyorum. Bir sonraki üretimim ne ve nasıl şekilde olacak diye de yavaştan kafamda yer açmaya başladım. Ve tabi birkaç video klip daha yapmam gerekiyor. Onlar için de kafamda tilkiler dolanmaya başladı bile.


RÖPORTAJ

İLK TEKLİSİ ‘TRENLER’ OLDU O Ses Türkiye 2020’de finale kadar yükselen Turgut Çıngı, ilk teklisi Trenler’i Universal Müzik Türkiye etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu. Müzikseverlerin karşısına ilk olarak yarışmada söylediği ‘Trenler’ yorumuyla çıkan Çıngı, hedeflerini Postkolik’e anlattı.

38


‘O Ses Türkiye’ yarışmasıyla tanındın. Yarışmaya kayıt yaptırdığın ilk günü düşündüğünde, tüm bunların yaşanabileceği aklından geçmiş miydi? Yarışmadan önce elimden geleni yapıp az da o olsa sesimi duyurabileceğimi düşünüyordum ama her şeyin bu kadar hızlı ilerleyeceğini kesinlikle öngörmemiştim. Zaten en başında yarışmaya katılma gibi bir niyetim yoktu, kız arkadaşımın benden habersiz başvurmasıyla başladı bu hikâye. O yüzden hâlâ şaşkınım diyebilirim. Yarışma sürecinin iyi şeylerin başlangıcı olduğunu hissediyordum, çünkü o dönem müzikle ilgili güzel şeyler art arda geldi. Ama açıkçası işlerin bu kadar kısa sürede böylesine ilerleyeceğini hayal etmemiştim. Fakat daha hâlen yolun çok başı, umarım her şey daha da güzel olur.

Müzikseverlerin karşısına yarışmada seslendirdiğin ‘Trenler’ şarkısıyla çıktın. Neden bu şarkıyı tercih ettin? ‘Trenler’ çok sevdiğim bir şarkıydı. Yarışma sonrası zaten bir tekli çıkaracaktık, farklı seçeneklerimiz de vardı ama ‘Trenler’ çok güzel tepkiler aldı ve yarışmadaki buton sesleri olmadan dinlemek isteyen pek çok kişi bir şekilde bize ulaştı :) Universal Müzik ekibiyle düşünüp bu şarkıyla çıkış yapmaya karar verdik, iyi ki de öyle yapmışız gerçekten tüm ekibin içine sinen bir çalışma oldu.

O Ses Türkiye’nin ilk turunda yorumladığı Fikri Karayel’in ‘Trenler’ şarkısıyla dikkatleri üzerine çeken Turgut Çıngı, Murat Boz’un takımında finale kadar yükselmişti. yorsun. Fakat bu dengeyi tutturmak zor. Tek bir kişi bile değişse ekip sanki yeniden başlıyor ve enerji etkilenebiliyor. Solo olmaksa kendi isteklerini ve müzik yolundaki isteklerini özgürce gerçekleştirebileceğin bir alan oluşturuyor. Tabi bununla birlikte daha cesur adımlar atman gerekebilir. Bundan sonrası için planların neler, yeni tekliler mi yoluna devam edeceksin yoksa yeni bir albüm mü olacak? Yakın zamanda bir tekli daha çıkarmayı planlıyoruz. Albüm belki bir sonraki aşama olacak. Kendi bestelerim var, önceliğim onlarla ilerlemek ama araştırmaya ve farklı

Biraz da Trenler’in video klibinden söz eder misin? Klibi mevcut şartlardan dolayı evde çekmek durumunda kaldık. Aslında değişik bir tecrübeydi benim için, karantina döneminde de güzel bir uğraş oldu. İlk klip çekimim olduğundan dolayı epey heyecanlıydım ama çekimler esnasında çok keyifli bir vakit geçirdik. İlk tecrübem olmasına rağmen evde çektiğimiz için oldukça rahat davranabildim. Evde kız arkadaşımla beraber görüntüleri çekip yönetmenimiz Can Özen’e gönderdik. O da düzenlemelerini yaptı, beraber ince eleyip sık dokuduk gerçekten. Ev şartlarında güzel bir klip ortaya çıkardığımızı düşünüyorum. Müzik geçmişinde pek çok grupla sahne aldın ve artık kariyerine solo devam edeceksin. İki tarafı görmüş biri olarak neler söylersin? İki tarafın da avantajları dezavantajları var aslında. Grup olmak kendi içinde anlaşabilir; birbirine uyum sağlarsan ve ekip ruhunu taşıyabilen insanlarla olursan çok güzel. Birbirini güzel yerlere taşıyabili-

39

alternatifler için düşünmeye devam ediyoruz. Kısacası yakın tarihteki bir sonraki adım yine tekli olacak. Karantina günlerini nasıl geçirdin? Corona günlerinde herkes gibi bende evdeydim, kız arkadaşımla ailemleydim. Ama bu boş zamanı değerlendirmeye ve daha çok üretmeye çalıştım. Normalde bu aylarda boş günümüz olmazdı muhtemelen bu yüzden evde olmanın değerini bilmeye çalıştım ve bol bol dinlendim diyelim. Yeri geldi sıkıldığım ve umutsuzluğa kapıldığım da oldu. O anlarda kendimi işime ve aileme adadım diyebilirim.


RÖPORTAJ

LVBEL C5’TEN YENİ TEKLİ: ZOR

Genç rapçi Lvbel C5, “Zor” adlı yeni teklisini Universal Müzik Türkiye etiketiyle dinleyicilerle buluşturdu. Sözleri ve bestesi Lvbel C5’e ait olan şarkının aranjmanını ise Etki üstlendi. Lvbel C5, yeni teklisini ve gelecek planlarını Postkolik’e anlattı. 40


Bize biraz kendinden bahseder misin? Selamlar ben Burak. İstanbul’da doğdum ve İstanbul’da yaşıyorum. Aslen Sakaryalıyım. Müzisyen bir babanın oğlu olarak küçük yaşlarımda müzik ile tanıştım ve ciddi anlamda büyük keyif alarak dinlemeye başladım. Zaman geçtikçe dinlemekten çıkıp, ritimler bulup, melodileri tanıyıp, kendimi üretmeye çalışırken buldum. İlk demolarımı 2016 senesinde arkadaşlarımın tavsiyesiyle eriştiğim küçük bir pasaj içi stüdyoda kaydettim ve insanlara sundum. Yeni teklin “Zor” için neler söylersin? Mod olarak düşük olduğum zamanlarda yazdığım ve içime aşırı derecede sinen bir şarkı oldu. Şarkıda bazı bana özel olan anlatım tarzlarıyla küçük dokunmalar yaparak hayatımı ve insanları sorgulayan bi tarafı seçtim ve bunu yaparken oldukça akıcı bi dile dönüştürmeye çalıştım. Çalıştığım ekip beni hiçbir zaman kırmadı ve projeyi mutlu bir şekilde sürdürdük. Zor’un piştiği yer olan Notagram namı diğer yakın dostum olan Gökmen ile bu işin kayıt ve aranjelerini hallettik. Altyapıda ve elektro gitarda alevler saçan yakın dostlarımdan biri olan Akdo namı diğer Can ile müziği hazırladık. Görüntü, efekt, ve klipte büyük emeği olan Jeremih, görüntüleri en iyi şekilde hazırladı. Kurguda birlikte kafa

patlattığımız Berkay arkadaşıma da teşekkür ederim. Mix, master olarak döktüren ve içimize en fazla sineni çıkartana kadar uğraşan tarafta ise Buğra Kunt vardı. Tam bir ekip çalışması oldu. Ülkemiz rap müzik sahnesi yoğun bir rekabet içinde. Genç bir rap müzisyeni olarak ulaşmaya çalıştığın nokta nedir? Ulaşmaya çalıştığım bir nokta belirlemedim asla da belirlemeyi düşünmüyorum. Sınırlar insanı kısıtlayan şeylerdir, tüm dünyada sesimi duyurup, tüm dünyaya konser vermek istiyorum. Ülkemizde ve belki dünyada sahneler alev alsın istiyorum. Yerli / yabancı en beğendiğin rap müzisyenleri kimler? Yabancı olarak özellikle Fransa, Almanya ve ABD ilgimi oldukça çekiyor. Timal, Niska, Sheck Wes, Smokepurpp, Migos, Kalim ve Night Lovell gibi isimler yabancı piyasada takip ettiğim ve beğendiğim güçlü isimler. Lisanslı futbol oynamışsın ve uzun yıllar boks eğitimi almışsın. Spor senin için ne ifade ediyor? Spor benim için yapılması en önemli ve en zevkli şeylerden biridir. Hayatımın büyük döneminde aynı klüpte forma giyip, altyapısında top koşturdum. Boks maçları ve kafes dövüşleri çocukluğumdan beri hep çok ilgimi çekti. Futbolu ve boksu olabildi-

41

ğince eşzamanlı götürdüm, emek verdim. Ancak klüplerim taşınınca bırakmak zorunda kaldım. Bundan sonrası için planların neler, yeni tekliler mi yoluna devam edeceksin yoksa yeni bir albüm mü olacak? Bundan sonrasında şarkılarımı tekli olarak yayınlama kararında her zamanki gibi aynıyım. İleriki zamanlarda yapıcağım albümün içeriği her yeri çalkalayacak kadar güçlü olduğunda, albüm haberini de mutlaka duyurmaktan mutluluk duyacağız. Beni destekleyen ve arka çıkan herkesi buradan selamlıyorum. Hepinizi seviyorum, müzikle kalın.


OYUN

PLAYSTATION 5, HANGİ OYUNLARLA KARŞIMIZA ÇIKACAK? Sony’nin yeni nesil oyun konsolu PlayStation 5, geçtiğimiz ay tanıtıldı. Sene sonunda satışa çıkacak konsolla birlikte pek çok özel oyun da görücüye çıktı. En dikkat çekenleri sayfalarımıza taşıdık. Berker Öztuna

RESIDENT EVIL VILLAGE Resident Evil Village, yedinci oyunun birkaç yıl sonrasında geçecek. Ethan Winters, eşi Mia Winters ile yaşadığı kabusu geride bırakarak yeni bir yerde huzurlu bir yaşam sürmeye başlıyorlar. Ne var ki serinin köklü karakterlerinden Chris Redfield, dönüşü yeni bir kabusun başlangıcı oluyor. Yeni oyun, Resident Evil 7’ye göre daha ‘combat’ (mücadele/dövüş mekanikleri) odaklı olacak ve daha fazla keşif ögeleri içerecek. Ayrıca Resident Evil’ı Resident Evil yapan hayatta kalma ve korku ögeleri de yine oyunun merkezinde yer alacak. Capcom, canavar modellemelerinin önceki oyunlara göre çok daha dehşet verici ve çarpıcı olacağını üstüne basa basa belirtiyor. Hikayesi küçük bir Avrupa köyünde geçecek olan REV, serinin şimdiye kadarki yapılmış en karanlık ve korkutucu oyunu olma iddiasında. Resident Evil Village, önümüzdeki yıl piyasaya çıkacak.

HORIZON FORBIDDEN WEST Playstation 4’te büyük beğeni toplayan Horizon Zero Dawn, PS5’e Horizon Forbidden West isimli yeni bir oyunla geliyor. İlk oyun Utah ve Colorado’da geçiyordu, bu sefer biraz daha batıya giderek Pasifik kıyısına varıyoruz, yani San Francisco’ya... Yeni oyun, önceki oyuna göre biraz daha büyük bir harita içerecek. Horizon Forbidden West’de bol bol yüzeceğiz ve PlayStation 5’te su efektleri inanılmaz olacağından muhteşem manzaralarla karşılaşacağımız kesin. Trailer videosunda Golden Gate köprüsünün kalıntıları, yeni makineler ve yeni hayvanlar olarak domuzlar, kaplumbağalar ve dev mamutlar görüyoruz. Horizon Forbidden West, 2021 yılında satışa çıkacak.

SACKBOY A BIG ADVENTURE Sackboy geri dönüyor! 2008’den itibaren PS3, PS4, PSP ve PS Vita’da oynadığımız ve ailecek sevdiğimiz Sackboy sonunda geri dönüyor. Üç boyutlu bir platform oyunu olan yapımın tanıtım fragmanında, orijinal Sackboy dışında Sackgirl ve iki farklı Sackboy daha gözümüze çarpıyor. Dört kişiye kadar çok oyunculu moda da sahip olacak Sackboy: A Big Adventure, yarışlar, bulmacalar ve boss dövüşleri ile tüm ailenin hep beraber oynayabileceği eğlenceli saatler sunacak.

42


ASSASSIN’S CREED VALHALLA Assassin’s Creed serisinin bugüne kadar 11 oyunu geride bırakmış olması şaşırtıcı değil mi? Ubisoft’un tarihle suikastı, macerayla bilim kurguyu, Doğu ile Batı’yı buluşturduğu bu satış rekorları kıran serisi, aradan geçen yıllarda zaman zaman tökezlese de milyonlarca hayranını memnun etmeyi öyle ya da böyle başardı. 2007 yılında “Assassin’s Creed” oyunuyla başlayan bu sıra dışı macera, son olarak 2018 yılında yayınlanan “Assassin’s Creed: Odyssey” ile devam etmişti. Ubisoft, sevilen seriyi Assassin’s

Creed Valhalla ile devam ettirecek. Vikinglerin 9. yüzyılda İngiltere kıyılarını işgal etmesiyle başlayacak olan Assasin’s Creed Valhalla, orijinal Assassin’s Creed döneminden 100 ile 400 yıl öncesini kapsıyor. Aralık ayında satışa çıkması beklenen oyunda ana karakterimizi ister kadın ister erkek olarak seçebileceğiz. Ayrıca önceki oyunlardan hatırlayacağınız Hidden Blade, Valhalla ile geri dönüyor; üstelik ana karakterimiz bu defa bu silahı saklamak yerine, düşmanlarına gözdağı vermek için açıkta tutacak.

HITMAN III World of Assassination üçlemesinin son oyunu Hitman III, Ocak 2021’de PS5’in iddialı yapımları arasına girmeye hazırlanıyor. Agent 47, dillere destan tecrübesiyle hedeflerini tek tek alt etmek için kolları sıvıyor. Yapımcı IO Interactive’in yayınladığı trailer videosu ve açıklamalara göre, kahramanımıza diğer Hitman oyunlarından hatırlayacağınız Diana Burnwood ve Lucas Grey karakterleri de yeri geldiğinde yardımcı olacak. Agent 47’ın en önemli hedeflerinden biri Dubai’de yer alacak ve diğer hedeflerinin bulunduğu ülkeler de Dubai gibi egzotik

MARVEL’S SPIDER-MAN: MILES MORALES

olacak. Üstelik tıpkı Hitman II’de olduğu gibi üçlemenin diğer oyunlarında var olan ülkeler ve bölgeler Hitman III’e indirilip oynanabilecek. Görevleri yaparken kılık değiştirme, kaza süsü verme gibi aksiyon dolu bir sürü seçenek oyuncuya daha önce hiçbir Hitman oyununda tatmadığı kadar özgürlük sunacak.

İlk zamanlar bir genişleme paketi olarak duyurulan oyunun bir ek paket olmadığı ve yepyeni bir oyun olduğunun açıklanması, Örümcek Adam sevenlerin yüreğine su serpti. Oyun, Marvel’s Spider-Man oyunundan bir yıl sonrasını konu alacak. Marvel’s Spider-Man: Miles Morales, oyuncuların Peter Parker’dan farklı olarak Miles Morales karakterinin yükselişini yepyeni güçlerle deneyim etmelerine imkan tanıyacak. PlayStation 5’in gücünden yararlanacak özelliklerle oyun, neredeyse anında yüklemeler, ray-tracing, 3D ses ve DualSense kontrolcüsünün dokunsal geri bildirim ile adaptif L2 ve R2 tetik tuşları özelliklerini kullanacak.

STRAY PlayStation 5’e gelecek olan oyunlar arasında en dikkat çeken yapımlardan biri de Stray. Dünyayı bir sokak kedisinin gözlerinden göreceğimiz oyunda robotlarla dolu bir dünyada sağ kalmaya çalışan bir sokak kedisine hayat vereceğiz. Stray, robotların yaşadığı bir siber şehrin neon ışıklarla aydınlanan dar ve tekinsiz sokaklarında geçen bir üçüncü şahıs kedi macerası oyunu olarak dikkat çekiyor. Sevimli kedimiz, robotlarla dolu unutulup gitmiş bir şehirden kurtulmak için antik bir gizemi çözmek zorunda kalacak. Oyunun oynanışı hakkında pek fazla bilgi olmamasına rağmen, bir keşif oyunu olduğu aşikar. Oyun yapımcılarının yazdığı bir blogda oyunun bulmacalar ve aksiyon sahneleriyle dolu olduğu belirtiliyor. İnsanlığın geride bıraktığı, robotların egemenliğinde olan bir dünyayı, bir kedi olarak keşfetmenin eğlenceli olacağı kesin. Oyunun 2021’de bizlerle olması bekleniyor.

43

ODDWORLD SOULSTORM Abe, tekrar belanın içinde! Sonunda özgür olan Abe, tam sesine de kavuşuyor. Fanlarının sevdiği eski oynanış stiline devam eden oyuna yeni olarak bir ekonomik sistem ve crafting eklenmiş. Çöp kutularından, düşmanlardan aşırdığımız malzemelerden, çekmecelerde bulduğumuz eşyalardan Abe artık kendine silahlar ve araç gereç yapabilecek. İster eski klasik Abe gibi sessiz sedasız bulmacaları çözmeye çalışalım, ister yaptığımız silahlar ile silahlandırdığımız arkadaşlarımız Mudokanlarla bir ordu kuralım, oyun bize farklı yoldan çözümler sunacak. 10+ saat oyun süresine sahip olan Oddworld Soulstorm’u defalarca ve farklı gidiş yollarıyla sıkılmadan oynayabileceğiz.


OYUN

THE LAST OF US PART II

Bu yılın en çok beklenen ve en iddialı yapımlarından biri olan The Last of Us Part II ile 19 Haziran günü buluştuk. Peki oyun yedi yıl beklediğimize değdi mi? Emre Öztınaz 44


M

edeniyet yerle bir olduğunda insanoğlunun içgüdüsel olarak -tüm canlılarda olduğu gibi- tek bir hedefi oluyor o da hayatta kalmak. Bu doğrultudaysa insanın yapacağı şeylerin sınırı gerçekten de yok. İşte tam da böyle bir ortamda geçen The Last of Us, hikayesiyle birlikte büyük bir hayran kitlesine erişmeyi başardı. Naughty Dog tarafından geliştirilen ve ilk olarak 2013 yılında PlayStation 3’e çıkan oyun, daha sonrasında yenilenmiş versiyonu ile PlayStation 4’te de boy gösterdi. Devam oyunu içinse tamı tamına yedi yıl gibi uzunca bir süre beklemek zorunda kaldık. İki defa ertelenen oyun nihayet 19 Haziran’da oyuncularla buluştu ve ilk üç günde 4 milyondan fazla kopya satmayı başararak PlayStation 4 tarihinin en büyük açılış yapan özel (exlusive) oyunu olarak kırılması zor bir rekora imza attı. Rekor daha önce 3.3 milyon satan Spider-Man’e aitti. Oyunu hiç bilmeyenler için (Hikayeden hiçbir şekilde bahsedip spoiler da vermeden) kısaca oyunun ana temasından bahsedelim. İnsanlığa yayılan bir virüs, birçok sayıda insanı ya öldürmüş ya da enfekte ederek zombiye dönüştürmüş ve yaşamı adeta felç etmiş. Terk edilmiş ve hayalete dönmüş şehirler de virüsün ne denli bir hasara yol açtığının en güzel kanıtı. Ayrıca hastalıklı adı verilen zombilere ek olarak bizi düşman bellemiş olan asker toplulukları bulunuyor. Amacımız ise gerilim ve aksiyonun tavan yaptığı oyunda hayatta kalmak.

HİKAYE ÖNEMLİ

İlk oyunda karakterler arasındaki bağlılığa defalarca tanık olduk. Daha çok sevgi

ve kişiler arasındaki bu bağlılık üzerine kurulu olan ilk oyunun aksine bu oyun daha acımasız, daha karanlık ve bir o kadar da nefret dolu... Hemen belirtmekte fayda var ki eğer ilk oyunu oynamadıysanız ya da oynayıp hikayeyi unutanlardansanız önce The Last of Us Remastered’ı bitirmenizi öneririz. Hikayenin gidişatını anlamak adına bu son derece önemli. “Yok, ben direkt ikinci oyundan başlayacağım” diyenlerdenseniz de bu oyundan keyif alacağınız kesin ancak hikayede bazı kopukluklar ile karşılaşabilir ve Ellie ile Joel’in arasındaki ilişkiye hiç anlam veremeyebilirsiniz, bizden söylemesi. Zira oyun, adeta bir film tadında ilerliyor. Bu kez oyunda Joel yerine Ellie başrolde ve ilk oyundaki haline göre Ellie büyümüş ve çok daha cesaretlenmiş bir kız olarak karşımıza çıkıyor.

ama en azından kendimizi daha serbest hissettiğimiz bir gerçek. Bu bölgelerde herhangi bir yan görev bulunmuyor ancak yine ilk oyunda olduğu gibi etrafta karakterimizi ve silahlarımızı geliştirmemiz için ihtiyacımız olan eşyalardan, cephane ve yaralarımızı sarmaya yarayan ekipmanlara kadar çok sayıda toplanabilecek şey var. Unutmadan söyleyelim ki oyunda bu defa cephane ve ekipman bulma ve bulundurma konusunda pek sıkıntı yaşamıyoruz. İlk oyunda oldukça sınırlı sayıda olan bu ekipmanlar, bu kez çok daha fazlalar. Bu da kendimizi çok da çaresiz hissetmememize ve oyunun bir miktar kolaylaşmış hissiyatına sebebiyet veriyor. Sadece mermi harcamamak adına bile sopa ve yumrukla saldırdığımız anların sayısı da haliyle azalıyor.

DAHA ÖZGÜR VE OYUNCU DOSTU

Sony Interactive Entertainment, dağıtımcılığını üstlendiği oyunların neredeyse hepsinde Türkçe altyazı seçeneği sunuyor. Bu defa altyazıya ek olarak oyunda Türkçe seslendirme de bulunuyor. İçlerinde ünlü dizi ve sinema oyuncularını da barındıran seslendirme kadrosu sayesinde seslendirmelerin son derece başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Yavaş yavaş bu nesil konsolların ömrünü tamamlama noktasına geldiğimiz şu günlerde, PlayStation 4’ün -özellikle de grafiksel açıdan- sınırlarının zorlandığı bir oyun olarak kesinlikle oynanması gereken oyunlar arasında yer alıyor.

İlk oyunun aksine biraz daha açık dünya tadında geçen oyun, daha ilk dakikalarından bunu bize hissettiriyor. Oyunun hemen başlarında bulunan bir bölümde atın üzerinde, gezip dolaşılabilecek yerlerin de olduğu bir alanda başlıyoruz. Bu da bize bölümlerin ilk oyundaki gibi çizgisel bir oynanışa sahip olmadığını gösteriyor. Yani bizi bir binanın içine atıp sonra da “Şu koridorlardan ilerle, binanın en üst katına çık” şeklinde bir oynanış yerine biraz daha serbestçe dolaşıp etrafı keşfedebileceğimiz türde haritalar oyunda yer alıyor. Elbette tüm oyun böyle ilerlemiyor

45

LOKALİZASYON


OTOMOTİV

MİNİK CANAVAR Hyundai Assan, A segmentindeki modeli i10’u 1.0 lt ve 1.2 lt benzinli motor seçenekleriyle satışa sundu. Baştan sona yenilenen ve özellikleriyle B segmentinden de müşteri çekmesi beklenen yeni i10, 17 farklı renk kombinasyonuna sahip.

46


H

yundai’nin İzmit Fabrikası’nda üretip 40’tan fazla ülkeye ihraç ettiği Yeni i10, Türkiye’de de satışa sunuldu. İlk kez geçen yılki Frankfurt Fuarı’nda yüzünü gösteren Yeni i10’da Jump, Style ve Elite olarak adlandırılan üç farklı donanım seviyesi ve 1.0 ile 1.2 litrelik iki farklı hacme ve güce sahip yeni nesil benzinli motor seçenekleri bulunuyor. Hyundai mühendisleri tarafından geliştirilen MPI benzinli motorlar, daha verimli olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, Yeni i10’da kullanılan 1.2 litrelik motorun hacmi 1.248 cc’den 1.197 cc’ye düşürülmesine rağmen, motorun ürettiği güç değerleri koruyor.

DÜŞÜK BENZİN TÜKETİMİ

Üç silindirli 1.0 litrelik MPi motor, 67 beygir güç ve 96 Nm tork değeri sunarken, 84 beygir ve 118 Nm torklu bir diğer ünite olan 1,2 litre MPi ise daha fazla performans isteyenlere hitap ediyor. Yeni tip 5 ileri otomatikleştirilmiş manuel şanzıman seçeneği olan “AMT” ise ilk defa Yeni i10 ile birlikte satışa sunuluyor. AMT şanzıman, ideal bir şehir içi otomobi-

linden beklentiler düşünülerek yakıt tüketimi verimliliğine odaklanarak tasarlanmış. Büyüyen boyutlarına zıt olarak hafifleyen Yeni i10, tüm bu geliştirmelerin sonucunda selefine oranla yüzde 15’e kadar daha az yakıt tüketiyor. Beş ileri manuel sadece 1.0 litrelik versiyonda sunulurken otomatikleştirilmiş tip (AMT) ise her iki motor seçeneğinde de var.

17 FARKLI RENK SEÇENEĞİ

Yeni i10, yumuşak yüzeyler ve keskin çizgiler arasında kontrast sunan genç ve dinamik bir tasarıma sahip. Geniş ön ızgara, aracın sportif karakterini yansıtırken ve yuvarlak LED Gündüz Sürüş Farları da dinamik duruşunu alçaltılmış tavanı ve daha geniş gövdesi ile pekiştirmiş oluyor. Selefi ile karşılaştırıldığında, daha geniş oranlara ve maksimum oturma alanı sağlayacak kaslı bir gövdeye ulaşıyor. Yeni i10’da yer alan 8 inç dokunmatik ekran (Apple Car Play ve Android Auto destekli), geri görüş kamerası, kol dayama, 16 inç alaşımlı jantlar, mercekli ön farlar ve LED gündüz sürüş farları öne çıkan özellikler olarak karşımıza çıkıyor.

Tasarım ve donanım özellikleriyle B segmentinden de müşteri çekmesi beklenen üçüncü nesil i10’un başlangıç fiyatı 116 bin 551 TL. Serinin en donanımlı versiyonu ise, 137 bin TL’lik bir etikete sahip. 47

Turkuaz, ateş kırmızısı ve kumsal gri adındaki üç adet yeni dış renk, mevcut renk paletine dahil olurken kırmızı ya da siyah çift renk tavan kombinasyonlarıyla birlikte kullanıcılara toplam 17 farklı renk seçeneği sunuluyor.

GENİŞ İÇ ALAN

Yeni i10’un yan görünümü de maksimum iç alan sağlayacak şekilde biçimlendirilmiş. Hafif kaslı bir gövde ile desteklenen otomobil, eşsiz üçgen tasarım öğeleriyle de genişliğini görsel olarak vurguluyor. X şeklindeki yeni C sütunu ise aracın yeniliğini ve cesurluğunu tanımlarken marka adına da yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyor. İç tasarım ise kullanılabilirlikten ödün vermeden daha genç bir izlenim sunuyor. Gösterge panosundaki 3 boyutlu petek desenli dekor paneli de iç mekana şık bir ambiyans sağlıyor. İç mekanın önemli unsurlarından bir diğeri de kokpitteki yatay düzeni vurgulamak. Gösterge ve kapı panellerindeki petek şeklindeki diğer üç boyutlu desenler de az önce saydığımız yenilikler arasında. Bu detaylar, iç mekana sportif ve modern bir değer katıyor.



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.