Mahya Dergisi NRW1 Mart 2013

Page 1

Sayı 52| Mart 2013 | Ücretsiz NRW 1

Çifte Vatandaşlığa

EVET!

2013

DİTİB Aylık Dergi



ZAHNARZTPRAXIS Tätigkeitsschwerpunkt Implantologie

Zahnarzt

Zahnärztin

Cevdet Demir

Nilifer Çelik

Diş ve ağız sağlığı konularında her türlü rahatsızlıklarınız için hizmetinizdeyiz! -İmplant (vidalı diş), -Endodonti (kanal tedavileri) -Periodontoloji (diş eti hastalıkları), -Estetik diş hekimliği -Çocuklar için özel diş bakım eğitimleri .... Diş ile ilgili her türlü tedavi muayenehanemizde yapılır.

Diş ve implant tedavisi için Türkiye`ye gitmeye son! Biz sizin için Türkiye‘den daha kaliteli ve uygun fiyata diş protezi (zirkon kron, köprü) yaptırıp getiriyor ve buranın garantisiyle takıyoruz. Bismarckstr. 208 45889 Gelsenkirchen

Tel: 0209/875895

cevdetdemir@gmx.de www.zahnarzt-demir.de


İÇ İ N DE K İ L E R

03

BİZDEN 5 6 7 17

Önsöz Editörden Bizden makale ve haberler Bedirhan GÖKÇE: Affedin Gitsin, Yoksa Hep Kalır

DİN 19 21 23 25 27 31

Bir Konu Bir Ayet: İnsan Haklarının Lafta Kalmaması İçin En Sevgili: Allah Rasulü’nden Bilgeliğe Giden 40 Anahtar (5. Bölüm) Nakış Nakış Kainat: İnsanın Dili Kullanma Yeteneği Esma-ül Hüsna Toplumsal Bir Hastalık - İÇKİ 21. Yüzyılda Kadının İtibarı

MESNEVİ’DEN HİKAYELER 37

Kendi Ayıbını Göremeyince

AİLE 39

İyi Bir Baba

ATA’MIZA DAİR 41

Atatürk Dönemi Demiryolu Politikası

43

HİKMETLİ SÖZLER GÜNCEL

43

Çifte Vatandaşlığa EVET!

47

Çanakkale! Neyin Savaşı...

51

İstiklâl Marşını Yazdıran Ruh ve Mehmet Akif


SAĞLIK PRP-Terapisi

Çifte Vatandaşlığa 53

EVET!

_HUKUK Alman Vatandaşlık Kanunu Reformu (1. Bölüm)

57

ABİDE ŞAHSİYETLER İbrahim Gülşenî Hazretleri

59

Çifte Vatandaşlıga EVET! Sayfa 43

İş Dünyası Dr. Selahattin Günay Röportajı

61

KÜLTÜR Bakır İşleme

65

ÇOCUK

67

MİZAH

71

Bakır İşleme

- Sayfa 65

BULMACA Kare Bulmaca Sudoku Çengel Bulmaca

73 75 77

Yemek Tarifi

80

Bedirhan Gökçe Affet gitsin, Yoksa Hep Kalır Sayfa 17

04


önsöz Çok kıymetli Mahya dostları, dünyamızın fatihler Fatih’i Sultan II. Mehmed’in teşrifiyle şereflendiği Mart ayında da sizlerle buluşmayı nasip eden yüce Allah’a (c.c.) sonsuz şükürler olsun. Eski adıyla Konstantiniyye’yi, yani İstanbul’u fetheden, çağ kapatıp çağ açan, ilime, bilime sonsuz önem veren, farklı kültürleri huzur ve barış içerisinde yanyana yaşatan Fatih’in torunları, şimdinin Almanya’sınday çifte vatandaşlık sıkıntısıyla karşı karşıya bırakılmak istenmektedir. Her ne kadar burada doğan çocuklarımızın doğuştan Alman vatandaşlığı da olsa, ismimiz Türk ismi olduğu müddetçe burada yabancı ve maalesef vatanımızda da “Almancı” olarak yaşamaya devam etmekteyiz. Alman Parlamentosu’nda hangi yönde karar çıkarsa çıksın, ister çifte vatandaşlığa balta vurulsun, isterse de devam etsin, bizim için öncelikli olan konu, benliğimizi, kimliğimizi, tarihimizi, kültürümüzü, örfümüzü, adetimizi, nereden gelip nereye gitmek istediğimizi unutmadan bulunduğumuz topluma entegre olup, dilini, dinini, yaşam tarzını taIMPRESSUM/KÜNYE DİTİB Nürnberg e.V. Kurfürstenstr. 16 90459 Nürnberg GENEL YAYIN YÖNETMENİ Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de GENEL KOORDİNATÖR Oğuz Yurtalan +49 (0)179 6653603 oguz.yurtalan@mahya.de KAPAK/GRAFİK TASARIM ve BASKI AddGraphic info@addgraphic.de WEB SORUMLUSU Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de

05

nıyarak (yanlış anlaşılmasın, benimseyerek ve uygulayarak demiyorum) bu toplumun bir parçası olmak. Çünkü insan bilmediğinin düşmanıdır. Almanya’nın ve buradaki toplumun bizim vazgeçemeyeceğimiz değil, bizden vazgeçemeyecek bir unsur haline gelmesini sağlamalıyız yaşam tarzımızla, adaletimizle, vicdanımızla. Biz hem kendimizin, hem de yavrularımızın eğitimini sağlam temeller üzerine kurarsak, ne olduğumuzu, kim olduğumuzu öğrenir ve öğretirsek, çifte vatandaşlık konusunda çocuklarımız bir seçim yapma zorunda kaldığında hangi tercihi kullanırsa kullansın, merhum Mehmet Akif Ersoy’un kaleme alıp yine bu Mart ayı içerisinde TBMM tarafından onaylanan İstiklal Marşı’mızın başında buyurduğu “Korkma!” geliyor aklıma. Eğitimimiz sağlam olursa, her ne olursa olsun,siz de korkmayın. Mart sayımızla sizi başbaşa bırakırken bir dahaki ay yine görüşmek, evinize, işyerinize, nerede iseniz oraya dergimiz vasıtasıyla misafiriniz olmak ümidiyle. Bekleyenin ve Beklenenin en güzeline emanet olun. Gökhan ÖNDER

YAYIN KURULU Bülent Bayraktar buelent.bayraktar@mahya.de Av. Ender Sürekli ender.suerekli@mahya.de Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de Gökhan Önder goekhan.oender@mahya.de Harun Önder harun.oender@mahya.de Koray Kuşkuş koray.kuskus@mahya.de Serhat Önder serhat.oender@mahya.de Talha Nami Yıldız talha.yildiz@mahya.de Yunus Emre Turan emre.turan@mahya.de

NRW TEMSİLCİSİ Orhan Arslanmirze +49 (0)157 74022158 orhan.a@mahya.de BADEN-WÜRTTEMBERG TEMSİLCİSİ Harun Önder +49 (0)176 84747088 harun.oender@mahya.de DAĞITIM SORUMLUSU Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de Mahya Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazı ve ilanlardan yazıların ve ilanların sahipleri sorumludur.


editörden

Samimiyet mi Yoksa Oy Avı mı? Serhat ÖNDER

Değerli okuyucular, Almanya’da Eylül ayında yapılacak genel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte çifte vatandaşlık tartışmaları tekrar gündemin üst sıralarına oturmaya başladı. Adalet Bakanı Sabine LeutheusserSchnarrenberger’in Der Spiegel dergisine verdiği demeçte opsiyon modeli yasanın yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirterek ‘Opsiyon modeli insanların Almanya’ dan soğumasına neden oluyorsa, o zaman yasayı tekrar gözden geçirmeliyiz. Vatandaşlık yasalarını yenileme konusunda açık olmakla birlikte çifte vatandaşlığı yasal olarak daha geniş bir kitleye sunmalıyız’ şeklinde konuştu. Bu ve buna benzer demeçler birçok siyasiden gelirken beni asıl düşündüren kafamı kurcalayan başka bir soru... Neden dört senelik hükümet süresince koalisyon ve muhalefetteki partilerden bu konuda hiçbir girişim olmadı? Neden seçimler yaklaşınca birçok siyasi çifte vatandaşlığın savunuculuğunu yapmaya başlıyor? Samimi olarak çifte vatandaşlığı savunduklarından mı yoksa seçimde oy hasatı toplamak üzere yapılan çalışmalar mı?

Duygusal bir millet olduğumuz aşikâr. Siyasilerin duygularımızı ya da maneviyatımızı okşayan demeçler vermeleriyle birlikte yelkenlerimizi hemen indiriyoruz ve bunu da çok iyi biliyorlar. Onun için seçim sonrası sürecini sabırla beklememiz gerekiyor. Siyasileri çifte vatandaşlık sorununda görmezlikten geldikleri için eleştirirken kendimizi de eleştirmemiz gerekiyor. Yine her konuda olduğu gibi bu konuda da senelerce hiçbir girişimde bulunmayıp zurnanın zırt dediği yerde can havliyle imza kampanyaları, sivil toplum kuruluşlarını örgütleme ve dolayısıyla vatandaşlarımızı bilgilendirme çalışmalarını başlatmış bulunuyoruz. Halbuki bu günün gelip çatacağını önceden bilmiyor muyduk? Çifte vatandaşlığın yasaklanmasından doğan mağduriyeti daha önceden gündemimize alamaz mıydık? Bu eleştirilerden Türkiye’deki siyasiler de dahil olmak üzere herkes üzerine düşen payını almalı.

06


bizden

ALMANYA’DA İYİ MÜSLÜMAN OLMAK İLE İYİ VATANDAŞ OLMAK ÜZERİNE T.C. Nürnberg Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşesi Dr. Cafer ACAR

Müslüman olmak, Allah’a teslimiyet göstermek ve yalnız ona kul olmaktır. Bu Allah’ın müminlerden en özel talebidir. Bakara Suresi 112. Ayette “Kim özünü Allaha teslim ederse onun mükafatı Allah katındadır. Onun için korku yoktur.” buyrulmuştur. Allah’a nasıl teslim olabileceğimizi Hz. İbrahim örneğinde görmek mümkündür. Nisa Suresi 125 te, İbrahim Peygamber’in Allah’a teslim olma yolu olarak iyilik yapması anlatılmaktadır. İyilik yaparak Allaha teslim olan İbrahim’in dini… Ya da Lokman Suresi 22. Ayette denildiği üzere “kim iyilik yaparak kendini Allaha teslim ederse sağlam bir kulpa tutunmuştur.” İyilik Allah’ı dikkate alarak yapılan güzel davranışlardır. Müslüman da Allah’ı dikkate alarak, Allah ne der acaba düşüncesiyle eşyayı algılar. Hayatın akışı bu hassasiyetle yön bulur. Allah’a teslim olmanın alternatifi dünyaya teslim olmaktır. Başka bir ifadeyle dünyevi menfaatlerin bizi teslim almasıdır. Para, makam ve ihtiraslar bir anda insanın yegâne kutsalı haline gelir. İnsan için değer ölçüsü haline gelen menfaatler. Bunun dini terminolojideki karşılığı şirktir. Allah’ın tevbe edilmez ise affetmeyeceği günahtır şirk. Vatandaş olmak ise hukuki bir kavramdır. Kişinin yaşadığı ülke ile olan sözleşmesidir bir anlamda. Özellikle Almanya’da yaşayan Türklerin Alman vatandaşlığına geçmesi

07

böyle yorumlanabilir. İyi Müslüman olmakla iyi vatandaş olmak çoğu zaman aynı hassasiyetleri çağrıştırmaktadır. Üçüncü kişilerin haklarına hürmet etmek gibi. Çevre temizliği ve sorumluluğumuz altındaki mekanların temizliği gibi. Devlete karşı vatandaşlık sorumluluklarının yerine getirilmesi gibi. İyi Müslüman olmanın iyi vatandaş olma algısına katacağı artı değerler vardır. Söz konusu edilmesi gereken boyut budur. İyi Müslümanın vatandaşlığı, her şeyden önce toplum için güven ifade eder. İyi Müslüman, kapısı gönül rahatlığı ile çalınabilecek kişidir. İyi Müslüman duyarlı bir komşudur. İyi Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplum, huzur içinde yaşanabilir bir hayatı modern dünyaya sunabilecek en önemli potansiyeldir. Ne yazık ki Almanya’daki insanımız iyi Müslüman olabilmenin vasıtalarından uzun zaman mahrum kalmıştır. Bugün de bocalama dönemi yaşamaktadır. İyi Müslüman olabilme yeterliliğinin geliştirilmesi emek ve fedakârlık isteyen bir yolculuktur. Vasıf kazanma ve kazandırma sürecidir iyi Müslüman olma yolculuğu. Devletler bu sürece olumlu katkı sağlarsa toplumun her kesimi buradan kazançlı çıkar. Saygılarımla


DİTİB KÖLN

Almanyada’daki Türk İslam Toplumunun Onur Projesi Yapılacak olan bu Cami ve Kültür Merkezi, müslümanların bu toplumda kendilerini daha yerli hissetmelerini sağlayacak ve bu anlamda uyuma büyük ölçüde katkı sağlanmış olunacaktır. Cami, Dini Bilgiler Kursu, Eğitim Merkezi, Gençlik ve Spor Merkezi, Kadınlar Merkezi, Araştırma Merkezi, İlmi Kütüphane, Dinler Arası Diyalog Merkezi, Seminer Salonu, Konferans Salonu, Ticari Bürolar, Alışveriş Merkezi, Basın Merkezi, Kapalı Otopark, Çocuk Bakım Merkezi gibi sosyal ve kültürel birimlerini bünyesinde bulunduracak olan Merkez Camii, iki minare (55 metre) ve şeffaf parçalardan oluşan bir kubbeye (36,50 metre) sahiptir.

BU KALICI ESERDE SİZİN DE BİR KATKINIZ OLMASINI İSTİYORSANIZ 1. BANKA HAVALESİ YOLUYLA BAĞIŞ Empfänger: Türkisch-Islamische Union Kontonummer: 505566000 Bankleitzahl: 37040044 Commerzbank Köln Verwendungszweck: Merkez-Camii

2. TELEFON YOLUYLA BAĞIŞ

0 900 1070105 Sabit hattan bağışta bulunmak istiyorsanız (her aramada 5€)

08 12

MAHYA . EYLÜL 2010 20


bizden

“Artık her mihrapta görev yapan arkadaşımız, 4 yıllık fakülte mezunu olsun istiyoruz” Yeni müftülük modeli üzerinde çalıştıklarını kaydeden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları söyledi: “İstiyoruz ki; müftülüklerimiz sadece imamların yönetimini yerine getiren bir bürokratik mekanizma değil, şehirlerin ruhuna hizmet eden, şehirlerin manevi hayatına, şehirlerin dini hayatına, şehirlerdeki o birlik, beraberlik, ahengin oluşmasına katkıda bulunan, birer yönetici olsunlar. Onun için 81 ilimizin her birisinin en önemli manevi sorunlarını ele aldık, almaya devam ediyoruz. Cami meselesi de üzerinde duracağımız konular arasında. Biz istiyoruz ki; camiler sadece namaz vakitlerinde açılıp kapanan ve sadece içinde namaz kılınan bir mekan olmaktan çıkarılıp, namaz kılsın ya da kılmasın bütün insanların hayatına bir güzellik katan birer mabede dönüşsünler istiyoruz. Çalışmalarımız hep bu yönde.”

09

Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev almak için hafızlığın tek başına yeterli olmadığını belirten Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Artık her mihrapta görev yapan arkadaşımız, 4 yıllık fakülte mezunu olsun istiyoruz. Ulu camilerde, selatin camilerde görev yapan arkadaşlarımız da en az mastır, doktora yapan, bir veya iki yabancı dil bilen arkadaşlarımız olsun istiyoruz” diye konuştu. Diyanet İşleri Başkanlığının açık bir üniversite gibi çalıştığını kaydeden Başkan Görmez, personelin eğitim seviyesini yükseltmek için büyük bir çaba içinde olduklarını söyledi. Diyanet İşleri Başkanı Görmez şöyle devam etti; “İnsanımız değişiyor, çağımız değişiyor, ülkemiz değişiyor, gençlerin bilgi ve bilinç düzeyi değişiyor, camiye gelen cemaatin bilgi seviyesi değişiyor.”



bizden

DİTİB’den AAİB’ne iadei ziyaret Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Prof. Dr. İzzet Er, görevine başlaması vesilesi ile kendisine ‘Hayırlı Olsun’ ziyaretinde bulunan Almanya Alevi İslam Birliği (AAİB) Genel Başkanı Alişan Hızlı’ya iade-i ziyarette bulundu. DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. İzzet Er’in ziyaretinden dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirerek sözlerine başlayan AAİB Genel Başkan Alişan Hızlı, “DİTİB teşkilatımız bize her konuda yardımcı olmuştur. Bugün de sizi aramızda görmekten duyduğum memnuniyeti bir kez daha ifade etmek istiyorum” dedi. İhtiyaç duydukları her konuda, DİTİB’in yanlarında olduğunun altını çizen Hızlı, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Hoşgörü ve insana olan sevgimizle işlerimize sarılıyoruz. DİTİB geçen yıl hac konusunda bize çok yardımcı olmuştur, bu yıl da yardımlarını bekliyoruz. Bilgi bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaynak olarak gösteriyoruz. Biz diğer inanç ve mezhebe mensup insanlarımız-

11

la barış içerisinde kardeşçe yaşamak istiyoruz. Bu ziyaretinizi de yanımızda olduğunuzun ve dostluğumuzun bir nişanesi olarak görüyoruz” dedi. Farklılıkların zenginlik olduğunu ifade ederek sözlerine başlayan DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. İzzet Er ise, şöyle konuştu: “Birlik ve beraberlik içerisinde birbirimize her zaman yardımcı olmalıyız. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah, insanların farklı görüşlerde, farklı düşüncelerde olabileceğini, bunun kendi varlığının ayetlerinden olduğunu belirtmiştir. Biz farklılıkları zenginlik olarak görüyoruz. Bize ihtiyacınız olduğu her hususta size yardımcı olmaya gayret edeceğiz.” Sıcak ve samimi bir ortamda gerçekleşen görüşmede dostluk, birlik ve beraberlik mesajları verildi. Ziyaretin anısına Genel Başkan İzzet Er’in, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi Bektaşi klasikleri kitap setini Hızlı’ya hediye etmesiyle sona erdi.


10


bizden

“Biz Peygamber sevgisine zarafet katmış bir milletiz” Türkiye’nin önemli çağdaş hat koleksiyoncularından Mehmet Çebi’nin koleksiyonundan hazırlanan “Aşk-ı Nebi ve Zikir Taneleri” adlı dünyanın en büyük hilye-i şerif ve tesbih sergisi final gecesine Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de katıldı. Lütfü Kırdar Kongre ve Sergi Salonunda iş, sanat ve siyaset dünyasının da katıldığı final gecesinde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Çağın dindarlığının zarafete, sevgiye ve yüce duygulara ihtiyacı olduğunu belirterek, “İnsan ruhunu en çok tatmin eden şeyler zarif ve ince bir duygu, yüce ulvi bir sevgi, derin metafizik bir muhabbet ve asaletini yaratıcıdan alan aşk. İslam sanatlarına baktığımız zaman bu muhteşem salonda her biri İslam sanatlarının emsalsiz bir örneğini teşkil eden Hilye-i Şerif yahut Hilye-i Saadet dediğimiz hilyelere baktığımızda yahut bunların oluşturduğu gelenek üzerinde düşündüğümüzde bunların gerçekten insanoğlu-

13

na zarif ince bir duygu, yüksek ulvi bir sevgi, metafizik bir aşk ve muhabbet bahşettiğine hepimiz şahit oluyoruz” diye konuştu. Tarihi, kültürü ve medeniyeti pek çok açıdan farklı şekillerde okumanın mümkün olduğunu belirten Başkan Görmez, “Kılıç-kalkan ve top-tüfek üzerinden savaş ve barış üzerinden bir tarihi, bir kültürü, bir medeniyeti okumak mümkün. Yahut çelik-çomak üzerinden, oyun, eğlence ve zevk-ü sefa üzerinden hatta Ortaçağ oryantalizminin hayali fantazileri olan, harem üzerinden de bir tarihi, bir kültürü, bir medeniyeti okumaya kalkışabilirsiniz. Ancak bu eserleri temaşa ederken, İslam sanatlarını okumaya çalışırken bizim mimarimiz, musikimiz, türkülerimiz, şarkılarımız, nefeslerimiz bütün bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bizim tarihimizi ve kültürümüzü bir aşk, sevgi, sevda ve muhabbet üzerinden de okumak mümkündür” şeklinde konuştu.


“Biz bize kitabı getireni severek Müslüman olduk…” “Biz Türk milleti olarak, kitap okuyarak Müslüman olmadık. Biz bize kitabı getireni severek Müslüman olduk” diyen Başkan Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bize kitabı getiren ve onu güzel bir ahlaka dönüştüren sevgili Peygamberimizi severek Müslüman olduk. Onun için bizim sevgi merkezli peygamber tasavvurumuz var. Edebiyatımız, şiirlerimiz, naatlarımız, ilahilerimiz, kasidelerimiz, türkülerimiz, şarkılarımız, musikimiz, mimarimiz... Bütün bunlara baktığımızda, biz orada bir sevgi, muhabbet, sevda, aşk görürüz. Bizim Fuzuli’miz, Anadolu topraklarının oluşumunu dahi peygamber sevgisiyle izah eder, Fırat’ın ve Dicle’nin deli deli akışını, su kasidesinde ‘Başını taştan taşa vurur gezer, avare su’ derken. Fırat’ın ve Dicle’nin deli deli akışını, bir an önce sevgililer sevgilisi Efendimiz, Peygamberimizin ayaklarının değdiği o kum tanelerini okşamak için hızlı aktığını anlatmaya çalışır.” “Biz Peygamber sevgisine zarafet katmış bir milletiz...”

Her Kandil gecesi zevkle dinlenilen mevlite değinen Başkan Görmez, “Bizim Süleyman Çelebimiz, ‘Vesiletü’n Necat’ adını verdiği ve her kandil gecesinde zevkle dinlediğimiz mevlitte Efendimizi, Sevgililer Sevgilisi’ni öyle uzakta bir yerde değil, Bursa’nın bir köyünde dünyaya gelmiş bizden biri olarak tasvir eder. ‘Susadım gayet hararetten kati, sundular bir cam dolusu şerbeti’, derken, aslında Bur-sa’ nın Türkmen köylerinde, bir çocuk dünyaya geldiğinde ne yapılıyorsa onu anlatır. Sevgili Peygamberimizin bizden ve içimizden biri olduğunu anlatmaya çalışır. Biz ayrıca Peygamber sevgisine bir zarafet katmışız. İşte bu muhteşem eserleri izlerken buna şahit oluyoruz” diye konuştu. Peygamber aşkına bir estetik katıldığına da değinen Başkan Görmez, Hz. Peygamber sevgisine zarafet ve aşk katmanın önemini anlattı. Başkan Görmez, “Şimdi aynı Mescidin etrafına yahut Kabetullahın etrafına o gökdelenleri diken anlayış ile Mescid-i Nebevi’ye doğru giden tren raylarına keçe döşeyerek o sevgiye ve aşka kattığımız zarafeti mukayese etmek gerekiyor” dedi.


bizden

Bir yıl geçmesine rağmen hâlâ cevaplanmamış sorular var Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DİTİB), kamuoyuna yansıyan bilgilerden, bakanlıkların veya sorumluların NSU Araştırma Komisyonu ile yeterince işbirliğine yanaşmayarak, aydınlatma çalışmalarını imkansız hale getirdiğini veya engellediğini tespit etmektedir. Geniş kapsamlı, hızlı ve kalıcı aydınlatma sözü verildiği halde kaybedilen dosyaların, imha edilerek ortadan kaldırılan klasörleri, Araştırma Komisyonu‘nda ortaya çıkan sorgulama, açıklama ve skandallar hakkında çok sayıdaki raporlar, ümitlerin yitirilmesine sebep olmaktadır. Ortaya çıkan karışıklıklar ve belirsizlikler giderek artmakta, daha karanlık ve karmaşık bir hale gelmektedir. Olayların ortaya çıkarılmasındaki ihmaller, hatalar ve savsaklamalar nasıl daha önce açıklanamıyordu ise, süregelen ve ifşa edilen gelişmeler de aynı şekilde anlaşılamaz ve sorunludur. „Sağ gözdeki körlüğü“, güvenlik birimlerinin, federal ve eyalet dairelerindeki ve bakanlıklardaki sorumluların anlaşılamaz girişimleri ve savunmacı davranışları takip etmiştir. DİTİB Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü Bekir Alboğa, konuyla ilgili açıklamasında şunları söyledi: „Söz konusu aşırı sağ terörün kurbanlarına ve yakınlarına yönelik bu alçaklığın telafisi mümkün değildir. Yine de bu terörist ve insanlık dışı saldırılardan, günümüz ve gelecek için dersler çıkarılabilir ve bazı şeyler değiştirilebilir. Bu cinayetler serisi bağlamında NSU Araştırma Komisyonu‘nda hangi ihmallerle karşılaşıldığı ve aydınlatma çabalarında neler yaşandığı ve yaşanacağı

15

Almanya açısından bir ölçü olacaktır. NSU-Araştırma Komisyonu’nun görev ve sorumluluğunun önemi, özellikle bu yıl, 1933’den beri demokratik mekanizmaları ve kurumları aşındırarak güven sarsan ve engellenmeksizin ilerleyebilen sağ terörün 80. yılında, iyice ortaya çıkmıştır. Hem devlet anma töreni hem de NSU Araştırma Komisyonu’nun çalışması, kurbanlar, mağdurlar ve kurumlar arasında kalıcı ve genel barışı hedeflemişti. Bu vesileyle sayın Başbakanın anma gününde verdiği sözü hatırlatmak isteriz.“ Bundan yaklaşık bir yıl önce, 23 Şubat 2012 tarihinde, aşırı sağ şiddetin kurbanlarını resmi anma töreni düzenlenmişti. Anma töreni saat 12.00‘de Almanya çapında bir dakikalık saygı duruşu ile başlamıştı. Bu durum, birçok yerde pek çok kişi ve kuruluş tarafından derinden paylaşılan üzüntü ve yaşananlar hakkında şaşkınlığın ifadesiydi. Başbakan Bayan Merkel bu anma gününde şöyle demişti: „Federal Almanya’nın Başbakanı olarak size söz veriyorum: Cinayetleri aydınlatmak, yardakçıları ve arkasındaki karanlık güçleri ortaya çıkarmak ve herkesin hak ettiği cezayı almasını sağlamak için her şeyi yapacağız. Federal ve eyalet düzeyindeki ilgili bütün daireler bunun için çalışıyorlar.“ Hatırlanacağı gibi, sözkonusu anma töreninden bir gün sonra 24 Şubat 2012’de toplanan Federal Meclis, 26 Şubat 2012 tarihinde, Federal Milletvekili Sebastian Edathy baş-


kanlığında Neonazi seri cinayetlerini aydınlatmak üzere bir Araştırma Komisyonu kurulmasına karar vermişti. Görev tanımına göre Araştırma Komisyonu, olayların ve NSU terör hücresinin ayrıntılı ve hızlı aydınlatılmasına katkı sağlayacaktı. Ayrıca güvenlik ve soruşturma dairelerinin yapısı, işbirliği, yetki ve uzmanlaştırılması ve aşırı sağa karşı etkili mücadele vermesi üzerinde çalışacak, tekliflerde bulunacaktı. Gelinen noktada ne kurbanların anılması, ne de sağ terörün seri cinayet arka plana itilmemelidir. Bu nedenle, birçok DİTİB cemiyetinin talebi de değerlendirilerek 23 Şubat 2013 tarihinde Almanya çapında camilerimizi cinayete kurban gidenler için duaya çağırıyoruz. Zira cemaat ile yapılan ibadetler, duyguların, acıların daha kolay ifade edilebildiği, yaşanabildiği anlardır. Temel insani duygulardan olan üzüntü, endişe ve ümitler, toplu ibadetlerle iç huzura dönüşür, kurbanlar dualarla anılır. Son güncel olay nedeniyle aşırı sağ düşüncenin gökten inmediğini, aksine sosyopolitik atmosfer ile ilintili ve sıkı bir ilişki içinde olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Bu konuda yapılan bütün araştırmalar aşırı sağ düşüncelerin, çoktan toplumun merkezine ulaştığını kanıtlamaktadır. NSU terör hücresinin kurbanlarının kelime oyunlarıyla adeta insan konumundan çıka-

rılması süreci, 2011 yılının sevimsiz sözcüğü seçilen „Döner Cinayetleri“ (Dönermorde) ifadesinde de kendini göstermiştir. Bireylerin sürekli olarak insan konumundan çıkarılması, olağanüstü kuşku uyandıran ifade, başlık veya aşağılayıcı yazılar bunun göstergesidir. Eğer, kısa bir süre önce TV programcısı papaz Jürgen Fliege tarafından „Türklerden arındırılmış“ çocuk yuvaları veya „Türksüz ve Türklere kapalı bölge“ düşüncesi dile getiriliyorsa (ARD, 12.02.2013, saat: 22.45), bu durum bize insan konumundan çıkarılma yönteminin ne kadar hızlı işlediğini, bu sürecin ne kadar çabuk ilerlediğini, eğitim düzeyi ve ait olduğu sosyal çevreden bağımsız, topluma ne kadar derin etki ettiğini göstermektedir. Her türlü ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı her zamankinden daha fazla güçlü ittifaklara ihtiyaç duyuyoruz. Bunun için geniş katılımlı yerel inisiyatifler, halkın ve mümkün olduğu kadar sivil toplum kuruluşlarının, farklı grupların, derneklerin, okulların ve dini cemaatlerin de dahil edildiği ortak girişimlerle buna karşı durmamız gerekmektedir. Gelişmeler çoğu zaman ilk etapta eğitim ve sosyal gruba aidiyet sorunları olarak karşımıza çıkar gibi görünse de, tehlikelere karşı sürekli uyanık ve bu konulara duyarlı olmalı, birbirimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.

16


bizden

İyiİsimleri Diyet Mektubu Bu Tanıyor Musunuz? Bedirhan GÖKÇE Bedirhan GÖKÇE

Tuncer Sevi, Rafi Emeksiz, Yusuf Kurçenli, ErAciz ve zayıfsın... çin Orbey, Cemil Özeren, Cüneyt Türel... Artistlik yapma... Evet, çoğunu tanımadın! Hangi okulu bitirirsen bitir, hangi muhitte Ama isimden, yoksa görsen hemen tanırsın. oturursan otur, makamda olursan ol. İnanmazsan gir hangi Google’a bak, hepsi ne kaAcizsin...! dar tanıdık sana... Peki ya bu isimler? Eğer güneMüşfi kadar hayatında hiç bir acizliAzer bu Bülbül, k Kenter, Abdurrahim Kağin olmadıysa ve bununla da gurur duyurakoç, Neşet Ertaş, Meral Okay, Berkant, Kayorsan; mil Sönmez... Benden sana tavsiye; Büyük konuşma. Peki nedir hepsinin ortak özelliği? Hepsi 2012’de vefat etti. Çünkü buyetmezliği, henüz senin “O”yaşlılık, şeyle sınanmadıKimi kalp kimi kimi trafik ğın içindir... kazası. Sade ifadeyle; Sonuçbirtek, sebep çok... Şu ana kadar öyle bir dertle karşılaşmadığın içindir. Hiç biri bilmedi öleceğini, oysa geçen sene hiç biri “seneye ölebilirim” de demedi... Acizsin kabul et, Bu senebunu hangimizin ölüme yürüyeceğimiÇünkü edersen rahatlarsın... zi bilemeyeceğimiz gibi... Ne kadar malın olsa, ne kadar güçlü olsan, ne kadar çevren olsa İçinizi karartmak değil derdim, ama ölümBOŞ den kaçılmıyor işte. Ayrıca insan, ölümlü olduğunu hatırlaBazen hayat kalabiliyor silindir gibi ezen dıkça insan belki“tek de. bir dertle” gelir ve o tek derdin çaresi de sendedir ama le. bu listeye bizim de adımızı yaBelki nafi seneye zacaklar. Ölüm geldikten sonra, ülkenin en Dilini tutsan dertten kurtulacakken önemlisi olanone, en sıradan olsan ne? Boğazını tutsan o kilodan kurtulacakken Sen ölüyorsun ve ardından kimi kaza diyor, Kalbini o aşktan kurtulacakken. kimi kriz,tutsan kimi cinayet, kimi bilmem ne.

17

Kimi sanatçı diyor, kimi futbolcu, kimi kaTutamazsın işte. sap, kimi asker, kimi öğretmen, kimi bilmem Çünkü acizsin!.. ne. Bazen dibindeki Diyeceğim o ki; insana kendini anlatamayacak, dibindeki insanı anlamayacak kadar. Öleceğini bilse insanoğlu, bu kadar öldürmezdi belki de, bu kadar kırmazdı birbirleriBazen kendi dolandırmaz, beynine ve kalbine sözsahtekâr geçireni, bu kadar bu kadar meyecek olmaz, bukadar. kadar patron yalamaz, bu kadar Bazen uykuna, bazen sevdiğine, bazen çogaribi ezmezdi. cuğuna kısaca tümyapardı zaaflarına yenilecek kaSon bir kez iyilik belki de, ötede dar. bir parça yüzü olsun diye. Evet, hepimiz öleceğimizi biliyoruz da, hemen ölebileYa da; ceğimize inanmıyoruz!.. “Yapmayacağım” diyerek defalarca kendine söz verdiğin halde, yine dedüşün yaptıkların kaHadi, yarın ölebileceğini beş dakidar. ka!... Sadece 5 dakika... Acizsin Nasıldı ounutma... türkünün sözleri; Şimdi Mican ya senyüreğinin öleceksingötürdüğü yere git ve sonuçlarını bekle... Kabire gireceksin. Ya da otur, ikialtında elinin arasına alarak başını Dokuz tahta sor kendine; Ne hesap vereceksin. Ey biricik kendim! “Ben nerede yanlış yapıyorum” KORKMA VE diye...! UNUTMA; NE KADAR ÖLÜMLÜ OLDUĞUMUZ DÜŞÜNDÜKÇE, O KADAR ÖLÜMSÜZ OLACAĞIZ ASLINDA...

O zaman; “Ölümsüz” seneler olsun hepimize... Ağız tadında, onurluca, sevgiyle!..



din

İnsan Haklarının Lafta Kalmaması İçin... Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık. (İsra, 17/70.)

H

ukuk tarihini yazanlar, insan hakları konusundaki gelişmeleri Avrupa merkezli olarak ele alırlar. Böyle bir yaklaşım, diğer din, kültür ve medeniyetlerin, sanki insan haklarına bir katkı sağlamadığı intibaını vermektedir. Batı’da meydana gelen bu gelişmeler, bizim medeniyetimizde insan haklarının ihmal edildiği anlamına hiç de gelmez. Evet, İslami literatürde “hukuku’l-insan” yine “hukuku’l-mer’e” kavramları yeni olabilir. Yine Batı’da olduğu şekliyle bizim tarihimizde bir İnsan Hakları, Kadın Hakları vb mücadeleler yaşanmamış olabilir. Ancak bu tür konuların, İslam’ın gerek temel kaynaklarında, gerekse tarihsel uygulamasında kendine has usul ve sistem içerisinde yer aldığında kuşku yoktur. Fıkıh kitaplarında hayvanların aç bırakılmalarının vebal ve günah olduğu uyarısı yapılır. Yine kaldıramayacakları yükleri onlara vurmanın tazir cezası ile tecziye edil-

19

meyi gerektirdiği vurgulanır. Osmanlı Kanunnamelerinde de hayvan haklarına dikkat çekilir. Şu halde diğer canlıların hukukuna bu denli riayet eden bir din ve medeniyetin, insan hukukunu çok daha farklı bir zaviyeden ele alacağı muhakkaktır. Bir defa insan hakları bağlamında İslam’ın insana biçtiği konum oldukça nemlidir. Girişte verdiğimiz ayet de bunu anlatmaktadır. Buna göre, insan, bütün mahlukat içerisinde en seçkin ve en şerefli varlıktır; yine o en büyük lütuf ve nimetlere mazhar olmuştur. İnsan, kendisine bahşedilen nimetleri saymaktan dahi acizdir. Allah (c.c.) insanı akıl sahibi yaratmış, ruhundan ona üflemiş, mümtaz kulları melekeri ona saygı secdesine çağırmıştır. Yine o, en güzel surette yaratılmış, “isimler”in bilgisi kendisine öğretilmiş, göklerde ve yerde bulunan sayısız nimet onun hizmetine sunulmuştur. İnsanı bu denli önemli bir konuma yerleştiren İslam’ın, elbette ki toplumsal hayata ilişkin düzenlemelerinde de onun şerefini yüceltecek; hukukunu en üst düzeyde koruyacaktır. Peygamberler, toplumu ezen zorba idarecilerin elinden insanları kurtarmak, insana kulluktan Allah’ a kulluğa çağırmak için canla baş-


la çalışmışlardır. Dolayısıyla mazlumlara arka çıkmak, doğal olarak bütün inananların görevi olmuştur. Nitekim Kur’an, yeryüzünde mağdur edilmiş olanların bu durumdan kurtarılması için müminlerin mücadele etmeleri gerektiğini Nisa suresinin 75. ayetinde vurgular. Allah Rasulü (s.a.v.) de hayatı boyunca mazlum ve mağdurların hamisi olmuş; insanın onurunu yüceltmek için durmadan, dinlenmeden çalışmıştır. Bir defasında Beytullah’ı tavaf etmiş; daha sonra da karşısına geçerek insanlığa şu evrensel mesajı vermiştir: “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzelé Sen ne büyüksün ve senin kutsiyetin ne büyük! Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, müminin kutsiyeti (ve saygınlığı) Allah katında senin kutsiyetinden daha yüksektir; malı da canı da hürmete layıktır; mümin hakkında ancak hüsnüzan besleriz.” İslam’ın nazarında insan hukukunu korumak, inanç ve ibadet hayatımızla yakından ilgilidir. Bu, ahlaklı olmanın zaten bir gereğidir. İbadetlerimizi muntazaman yerine getirdiğimiz halde müminlere karşı hak hukuka dikkat etmemek anlaşılır bir durum değildir. Çünkü en yakın akrabadan en uzaktaki müminlere uzanan bir sorumluluk halkamız vardır. Bu, aynı zamanda en geniş manada Allah’a olan kulluk borcumuzun bir parçasını oluşturur. Bugünkü dünya gerçeğinde insan haklarını ihlal etmek sadece bir

suçtur. Çünkü konunun dini ve ahlaki boyutu yoktur. Mesela kadına şiddet uygulamak, günümüzde sadece hukuki bir ihlaldir. Ancak İslami bir uygulamada böyle bir fiil, hem bir suç hem de bir günahtır. Çünkü gerek ayetlerde, gerekse hadislerde şiddeti yasaklayan, hatta kişinin eşine karşı iyi ve güzel davranmasını emreden onlarca delil vardır. Yine mesela ölünün ardından miras taksimi Kur’an’ın bir emridir. Kadın da, eş, kız vb. konumuna bağlı olarak bu mirastan payını alır. Bunu ihmal etmek, hukuki bir suç olduğu gibi aynı zamanda cehennem azabını da gerektiren bir durumdur. Günümüz dünya gerçeğinde insan haklarının etik bir temelden yoksun oluşu, önemli bir problem olarak tartışılmaktadır. Çünkü bencil duyguların eğitilmediği, sınır tanımaz ihtirasların dizginlenmediği toplumlarda insan haklarını gerçekleştirmek zordur. Zira insan yaratılışı itibarıyla takvaya olduğu gibi günaha da eğilimlidir. İlahi değerler istikametinde terbiye edilmediği takdirde, şer duyguların etkisi altına girebilmekte, başkalarının hak ve hukukuna tecavüz edebilmektedir. İslam, getirdiği gerek iman ve ahlak sistemiyle, gerekse uhrevi ceza ve mükâfat düzenlemesi ile insan onurunu ve haklarını koruma noktasında etkili bir metot geliştirmiştir. Bu konuda onu ayrıcalıklı hâle getiren hususlardan biri de, insanı zulme ve haksızlığa götüren nefsani heva ve arzuların hayat boyu terbiye edilmesinin gerekliliğidir.

20


din

Allah Rasulü’nden Bilgeliğe Giden Kırk Anahtar (5. Bölüm) Derleyen: Serhat ÖNDER

Cihadın en faziletlisi zalim bir hükümdarın karşısında doğru bir söz söylemektir.

(Tirmizi, Fiten, 2175)

Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman üzerinde durmaz, bir şey emanet edilirse (ona) hıyanet eder.

(Buhari, İman, 1.83, 84)

“İnsanların arasına karışan ve onların eziyetine sabreden mümin, insanların arasına karışmayan ve onların eziyetine sabretmeyen müminden daha hayırlıdır.”

(Buharî, Edebu’l Müfred 388)

Laf götürüp getiren cennete girmez.

(Buhârî, Edeb, 10/394; Müslim, Kitabu’l İman, 105)

21


din

39


din

NAKIŞ NAKIŞ KÂİNAT İNSANIN DİLİ KULLANMA YETENEĞİ Derleyen: Yunus Emre TURAN

İnsanı yarattı, O’na beyanı (açıklama yeteneğini) öğretti. Rahman Suresi, 3-4

23


İnsanın varlık olarak üstünlüğü ile insanın dili kullanma yeteneği sıkı sıkıya ilişkilidir. 20. yüzyılda ortaya çıkan dil felsefesi ve dille bu yüzyılda her dönemden daha fazla uğraşılması dil olmadan “bizim” “biz” olamayacağımızı iyice ortaya koydu. Örneğin dilin sağladığı soyut düşünce gücünün, doğrudan içinde bulunmadığımız gerçekliğin tüm yönlerini kavramlaştırmada ve onunla başa çıkmada, çevremizle ilişki kurmamızda, en önemli etken olduğu anlaşıldı. Pek çok kişi, bizi hayvanlardan ayıran en önemli özelliğin bu olduğuna inanır. Bu nedenle birçoğuna göre dilin öğrenilmesi ile, biz kendimiz oluruz. İnsanlık açısından da, birey açısından da, dilin bu kadar önemli olduğu son zamanlara kadar anlaşılamamıştır. Oysa Kuran, 1400 yıl önceden insanın tüm olumsuzluklarına karşın bu üstün özelliğe sahip oluşunu özellikle açıklamakta ve dilin kullanımının insanlık için önemine dikkat çekmektedir. Felsefeyle ilgilenenler bilirler ki felsefedeki birçok yeni fikir geçmişin birikimlerinin üstüne kurulur. Felsefi olarak canlı bir tartışma ortamının olduğu yerde doğrusuyla yanlışıyla yeni fikirler gözükür. Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde ve bulunduğu bölgede felsefi bir birikimin aktarılmadığı, felsefeye önem verilmediği ve felsefi bir tartışma ortamının da olmadığı bilinmektedir. İşte böyle bir devirde, yılların birikimi sonucunda insanların öneminin farkına iyice varabildikleri insanın dili kullanmasına, Kuran’ ın böyle bir gönderme yapması müthiş bir açıklamadır. Oysa Kuran’ın indiği dönemde ne dilsel çalışmalar, ne de felsefi derinlik mevcuttu. Eğer insanlar ilk yaratıldıkları dönemden itibaren dil bilmeselerdi, tahminimizce Dünya’ daki yaşamlarını sürdürmeleri çok zor olurdu. Ayrıca kanaatimizce hiç dil bilmeyen insanların, dili sonradan icat edecek kabiliyet ve iradeye sahip olmaları mümkün değildir. Bu sorunlar tek bir şekilde çözülebilir. O

da, ilk insandan beri konuşmayı bildiğimizi kabul etmek şeklindedir. Kuran’ın ilk insanın konuşmayı bildiğini söylemesi, tüm bu veriler açısından da önemlidir. İnsan dili öğrenecek zihinsel yetenekle, dili duyacak kulakla, cevap verecek ağız ve dille yaratılmıştır. Ne insan zihninin mükemmel yaratılışını, ne de kulağımızın, ağzımızın, dilimizin harika ve kompleks yaratılışlarını tesadüfle açıklamaya imkân yoktur. Tüm bunlarla beraber Yaratıcımızın ilk insana dili öğretmesi de bizim bugünkü varlığımız için gereklidir. Konuşmayı, daha doğuştan Allah’ın bize verdiği yeteneklerle yaptığımızı anlamamız, dilin ilk insan Adem’e olduğu gibi bize de Allah’ın hediyesi olarak öğretildiğinin bir delilidir. Hepimiz çocukluğumuzu düşünelim. Hangimiz dili öğrenmeye azmettik? Kelime hazinesi oluşturmaya, kelimeleri kullanmaya, konuşmaya hangimiz çalıştık? Peki dil öğrenmek gibi zor bir beceri, bu bilgisiz, en aciz çağımızda, bizim hiç gayret ve azim göstermememize rağmen nasıl oluşmaktadır? İyice düşünen, bu yeteneğin doğuştan Allah’ın bize verdiği beceriler sayesinde gerçekleştiğini anlayacaktır. Hani Efendin meleklere: “Ben yeryüzüne bir halife yerleştireceğim” demişti. Onlar da: “Orada bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birisini mi yerleştireceksin? Halbuki biz seni överek yüceltiyor ve kutsuyoruz” dediler. O da “Bilmediğinizi Ben bilirim” dedi. Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere sunup: “Eğer doğru sözlülerseniz, haydi şunların isimlerini bana bildirin.” dedi. Dediler ki: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen bilensin, bilgesin.” “Ey Adem! Bunların isimlerini onlara bildir.” İsimlerini onlara bildirince: “Size yerin ve göklerin algılanamayanlarını bilirim, açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilirim dememiş miydim?” dedi. (Bakara, 30-33)

24


din

er-Rahîm Derleyen: Harun ÖNDER Dua: Dr. Senai DEMİRCİ er-Rahîm... Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere merhamet eden... Ahirette rahmetinin tecellisi ile her mü‘min mesrur olacaktır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: „Allah‘ın rahmetinden ümit kesmeyin. Hiç şüphe yoktur ki O, bütün günahları bağışlar ve O, çok affedici ve acıyıcıdır.“ Er-Rahîm ismi Kur‘an-ı Kerim‘de 220 defa geçmektedir. Ahirette yalnızca dostlarına, iman ehline, rahmet ve merhamet eden demektir. Şefkate ve merhamete ihtiyacı olmayan hiç bir varlık yoktur. Bu yüzden akıllı veya akılsız, bilinçli yada bilinçsiz hemen her varlıkda rahmet ve merhamet eseri görülmektedir. Sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere bile merhamet etmek, eş, dost, akraba ve yakınlara merhametli davranmak gerekir. İnsan veya hayvan, yakın veya uzak herkese merhamet etmek, Yüce Allah‘ın ahlakı ile ahlaklanmak demektir. Merhametli olmak, aynı zamanda merhamet görmek ve onu hak etmek demektir. Bu açıdan bakıldığında Yüce Allah‘ın hiç bir ayrım yapmadan, her türlü varlığa gösterdiği geniş ve engin merhametin nedeni açıkça anlaşılmaktadır. Rahmet, mağfiret ve acımanın tek mercii Yaratıcı‘nın ismiyle. O er-Rahîm‘dir. Rahimlerde korunan tek sa-

hibidir. Annenin evladına duyduğu şefkat O‘nun ismindendir. O Rahîm, mümin kulları için cenneti yaratandır. O, cennette ihsan ve ikramda bulunmayı çok sevendir. Rahim olan yaratıcı, elinden, gönlünden ve dilinden hoşnut olduğu kimselere şefaat edendir. Tevbe kapılarını açık tutup kulunu bağışlamaya hazır olan Rabb‘dır O. O, er-Rahîm‘dir.

Ya Rahim! Öylesine Rahimsin ki, Kulağımı sözüne muhatap eylersin, Aklıma vahyinle tenezzül edersin. Öylesine rahimsin ki, İstendiğinde zaten verirsin, İstenmediğinde de lütfedersin. Öylesine Rahimsin ki, Hak edene hepten verirsin, Hak etmeyene bile çok bahşedersin. Öyle Rahimsin ki, Dünyayı bu kadar güzel eylersin, Ahireti ondan daha güzel eylersin. Ya Rabbi! Korkudan emin eyle beni. Hüzünden azad eyle kalbimi. Ateşten uzak eyle beni. Hicrana düşürme kalbimi. -Âmin-



. . IÇKI din

Toplumsal Bir Hastalık

Ahmet AYAN - DİTİB Lichtenfels Din Görevlisi

İ

slam dininde alkollü içkiler kesin olarak haram kılınmıştır. Ancak bu yasaklamada, dinimiz yavaş yavaş vazgeçirme metodunu tercih etmiştir. Çünkü insanlar önceden kazandıkları alışkanlıklarından kolayca vazgeçemezler. Hele konu alkollü içkiler gibi kullanımı kendisine esir eden maddelerden vazgeçmek olunca, bu diğer alışkanlıklardan vazgeçmekten çok daha zordur. Bu tedrici (yavaş yavaş) süreçte ilk olarak içkinin büyük bir günah olduğu, fakat bazı yararlarının da olduğu, ancak günahının faydasından daha çok olduğu belirtilmiştir: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” (Bakara 219). İkinci aşamada içkili iken namaza yaklaşılmaması emredilmiştir: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa, 43). Bu ayetin, içkili olarak namaz kıldırıldığı bir esnada Kafirun suresinin ayetlerinin karıştırılması sonrasında nazil olduğu rivayet edilir. Üçüncü aşamada Allah, içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarını, şeytan işi pislik olarak nitelendirmiş ve kesin olarak yasaklamıştır. “Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. On-

27

lardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Maide, 90-91). İçki, keyiflenmek veya sıkıntıları bir süreliğine ertelemek maksadıyla alınıp insanları sarhoş eden içecek türlerine denir. Adları farklı olsa da, ortak vasfı sarhoş edicilik olan her içecek dinimizce yasaklanmıştır. İçki, bir süreliğine de olsa aklı devre dışı bırakmaktadır. Hak din İslam’ın bir gayesi de aklı korumaktır. Hadis-i Şeriflerinde Peygamber Efendimiz “Sarhoş edici her şey haramdır.”; “Çoğu haram olanın azı da haramdır.”;”Ümmetimden bir takım kimseler, çeşitli adlar koyarak içki içeceklerdir.” buyurarak içkinin mahiyeti konusunda biz ümmetini ayrıntılı şekilde bilgilendirmiştir. İslam Dini, dünyada ve ahirette bizleri mutlu etmek için gönderilmiştir. İçki ise hem dünya, hem de ahiret mutluluğumuz için bir engeldir. Allah’ın Rasulü (s.a.v.) bir diğer hadislerinde “Kim dünyada içki içer ve tövbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde ölürse, ahiret şarabı içemez.” buyurarak cennetteki yaşanacak bir mahrumiyete işaret eder. İçki yasağına gösterdikleri teslimiyet ve töv-


beleriyle, Asr-ı Saadet’i oluşturan Ashab-ı Kiram’ın davranışlarında, bizler için örnekler bulunmaktadır. Teslimiyet; “Zararın neresinden dönülürse kârdır” anlayışıyla hareket etmek ve Ayet’in ardından “Vaz geçtik Ya Rabbi” diyebilmektir. Bunu hiç zaman geçirmeden yapabilmektir. Teslimiyet; Dökülen son içki kabıyla sokaklarına gelen saadetin hâkim olduğu Medine’yi hayal ederek evlerimizdeki en son içkiyi yok edebilme hassasiyetini sergilemektir... Rabbimizin Cennette Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e lütfettiğini ifade buyurduğu Kevser Şarabından, O’nunla birlikte içebilme arzusunu hissetmektir. Hayatlarında bir şekilde içkiyle tanışan veya onun müdavimi olan kardeşlerimiz, tövbe ederek bu illetten vazgeçmelidirler. “Ya Rabbi ömrümüzün geleceğini geçmişinden hayırlı eyle” duası ve pişmanlığıyla bedenlerini ter temiz hâle getirmelidirler. Haramla karışmış bir kanı vücudun en ücra köşesindeki bir hücreye kadar ulaştıran kalbin Allah’ı gerçek manada zikredemeyeceğinin hassasiyetini fark etmlidirler. İçki içen kişi, içkili iken sağlıklı düşünemez ve sağlıklı hareket edemez. Bu nedenle, alkol hem kullanan kişi için, hem de çevresi için bir tehlikedir. Bu durumu Allah’ın Resulü “İçki bütün kötülüklerin anasıdır.” buyurarak özetlemiştir. İçkinin akıl, beden ve ruh sağlığına zararlı olduğu, aile ve

toplumda derin yaralar açtığı hususunda tıp doktorları, psikologlar ve toplum bilimciler de dahil bütün insanlık görüş birliği içindedir. Kur’an da içki yasağının hikmetini ve gerekçesini “İnsanlar arasında kin ve düşmanlığı arttırması, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyması” şeklinde özlü bir ifadeyle açıklamıştır. İçkinin ferdin ruhi ve bedeni çöküşüne sebep olduğu, giderek toplumdan uzaklaşıp içine kapanmasına, ileri yaşlarda bunaklığa ve düşkünlüğe yol açtığı, başta ailenin dağılması, cinayetler, trafik kazaları olmak üzere birçok toplumsal problemin önemli nedenleri arasında yer aldığı herkes tarafından bilinmektedir. Kur’an’ın öğretisiyle İslam dini, büyük insan kitlelerini içkiden ve onun verdiği zararlardan koruyabilmiştir. Tarih boyunca bazı toplumlar hukuki yasaklar da uygulayarak içkiyle mücadeleyi denese de İslam kadar başarılı olamamıştır. Televizyon programlarında alkol kullananların görüntülerinin özendirecek şekilde yer alması, yeni nesillerin alkolü

24


din kanıksamalarına ve özenmelerine sebep olmaktadır. Doğum günü, düğün cemiyeti, mezuniyet törenleri, yılbaşı kutlamaları gibi vesilelerle arkadaş grupları içinde gençler içkiyle tanışmaktadırlar. “Bir defadan bir şey olmaz” diye başlayan bu tanışıklık daha sonraları bağımlılıkla neticelenmektedir. Bu tür kutlama ve faaliyetleri organize ederken “herkes böyle yapıyor” veya “bir kere olacak” anlayışıyla hareket edenlerin bulaşıcı toplumsal bir hastalığın yayılmasının müsebbibi olduklarını unutmamaları gerekmektedir.

kullanmayan kişilerde ruhi, ailevi, ekonomik ve sosyal problemler daha azdır. İçkinin yol açtığı facialara bir göz atalım; Trafik kazaları, aile içi şiddet, geçimsizlik, boşanma ve boşanma sonucu sahipsiz kalan, topluma ve devlete yük olan çocuklar... Bütün bunlara cinayetleri, tecavüzleri, neden olduğu kalp, akciğer ve mide rahatsızlıklarını, zeka geriliğini, tansiyon ve şeker hastalıklarını ve diğer sağlık sorunlarını eklediğimizde insanı sürüklediği felaketin boyutunun hiçte basite indirgenemeyeceğini görüyoruz. Diğer taraftan içkiye verilen para boşa gitmekte, israf oluşmakta, hem de içkinin yol açtığı kazalar ve sağlık sorunları ülke ekonomilerine ağır yükler bindirmektedir. Unutmayalım, içki, içeni, yavaş yavaş felakete sürükler. Gülerek, eğlenerek günah işleyenler acı çekere ve ağlayarak sonucuna katlanırlar.

Peygamberimizin, üzerinde içki bulunan sofraya oturulmasını yasaklayan hadisinden hareketle, Müslüman’ın mecbur kalmadıkça içkili yerlerden uzak durması, gücü yettiğince bulunduğu her yerde içki içilmesini önlemeye çalışması gerektiğini anlıyoruz. Bu da, toplumda içki içilmesini önleme, yeni yetişen nesillerin kötü örneklerle karşılaşmasını en aza indirme yönünde alınmış etkili bir tedbirdir. “Sizden herhangi biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Eğer buna güç yetiremezse diliyle değiştirsin. Buna da güç yetiremezse kalbiyle (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.” Hadis-i Şerifi bize karşılaştığımız yanlışlıklar karşısında tutunacağımız tutumu tarif etmektedir. Müslüman, yüz yüze geldiği sıkıntı ve problemler karşısında içkinin, sarhoşluğun arkasına sığınmayacak ölçlüde sağlam bir ruh yapısına ve iradeye sahip olmalıdır. İçkiyi

29

İçinde yaşamakta olduğumu toplumda Müslüman kardeşlerimiz alkolle mücadelede öncülük eden organizasyonlar oluşturmalıdırlar. Bilimsel toplantılara ilgi gösterilmeli, bu konudaki faaliyetlere destek olmalı, her türlü inanç ve kültürün temsilcileriyle iş birliği içerisinde hareket etmekten de geri durmamalıdırlar. Gerek kişisel, gerekse toplumsal pek çok zararları olan içki ve uyuşturucu maddeler Allah’ın bizlere lütfettiği tertemiz bedeni tahrip etmektedir. Dinimziin her tavsiyesinde, hep bizim dünyada ve ahirette kazançlarımız söz konusudur. Yüce dinimizin bu emir, yasak ve tavsiyelerine kulak verip hayatımızı İslam’ın öğretisiyle şekillendirmeye gayret etmeliyiz. Yüreğimizi ve ellerimizi yürekten gelen bir rikkatle yaratanımıza açarken, dillerimizde şu dua sürekli var olmalıdır; Allah’ım kötülüklerin her türlüsünden, bizleri ve neslimizi muhafaza et.


to mbi yol arkadaäim

L

LA

HE

L

LA

HA

Mini Salami Äxmdx seqkxn Marketlerde a nk bik ka m to

k

bi

m

to

TAMTÜRK, Arnold-Dehnen-Str. 39* 47138 Duisburg Tel.: 0203 / 417 98 30 * Fax.: 0203 / 417 98 47


din

Kadının İtibarı 21. Yüzyılda

Gülsüm TURAN - DİTİB Aschaffenburg Bayan Din Görevlisi

2

1. yüzyıl dünyada büyük değişikliklerin yaşandığı bir yüzyıl. Değişimler her alanda adeta baş döndürüyor ve insanoğlu kadınıyla erkeğiyle hızla ilerleyen bu değişime ayak uydurmaya çalışıyor. Yaradılış gayesi unutularak modernizmin peşinden büyülenmişçesine koşturuluyor. İslam dini kadına en büyük değeri vermiş ve onun namuslu, vakarlı, haysiyetli ve şerefli

31

bir tarzda yaşamasını sağlamıştır. İslam nazarında kadın, şefkat, merhamet, hürmet duyulması ve nezaket gösterilmesi gereken asil ve nezih bir varlıktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadınların narin, nazik ve kibar olduklarına işaretle, onların hiç kırılmaması ve incitilmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Ancak kadınlarımıza yapılan büyük haksız-


lıkları, uygulanan şiddeti, görsel ve yazılı basında her gün içimiz burkularak üzüntüyle izliyoruz. Bunun yanısıra, üzerine fazlasıyla yüklenen sorumluluklardan dolayı psikolojik depresyona girerek, stres, sıkıntı ve bunalımla karşı karşıya kalmaktadır. Yaşadığı aile ortamında bir yandan eşinin bütün ihtiyaçlarına, istek ve arzularına cevap vermek suretiyle “iyi bir eş olma” zorunda iken, diğer yandan da çocuklarının giyim-kuşam, beslenme ve eğitim ile ilgili üzerine düşeni yerine getirmek, çocuklarına azami sevgi, ilgi ve şefkat göstermek suretiyle “iyi bir anne” olmak durumdadır. Ayrıca bir taraftan evine çeki düzen veren, temizliğini ve ihtiyaçlarını karşılayan “iyi bir ev hanımı” olmalıyken, diğer taraftan da çalışıyorsa, işini aksatmadan yürüten “iyi bir üretici” olma sorumluluğunu taşımaktadır. Eğer bunlardan sonra -zaman kalıyorsa- kendisiyle de ilgilenecek, ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Bütün bunlar çoğu kadında kimlik bunalımına yol açabilecek, rol karmaşasını gündeme getirmektedir. Geçmiş toplumlarda kadın, bütün alanlarda erkeğe bağımlı bir hayat sürmek zorundaydı. Günümüzde geçmiştekinin aksine ekonomik bağımsızlık arzusunun etkisiyle paranın, lüksün, modanın esareti altına girmiştir. Ekonomik bağımsızlık kazanan pek çok kadın, daha fazla özgürlük ve lüks yaşama adına evinden koparılmış, asaletini, onurunu, itibarını, anneliğini kaybetmeye mahkum edilmiştir. Pek çok erdemin sembolü olarak yüceltilmesi gereken kadın, günümüzde cinselliğin sembolü olarak da aşağılanmaktadır. Bu noktada kendini sömürmeye açık tutan, daha rahat bir hayat sürme adına insani değerlerini arka plana atan, dolayısıyla kendini pazarlama aracı olarak sunan kadının, suç ve sorumluluğu da küçümsenemez. Çünkü böyle bir kadın gerçek kimliğinden sıyrılır-

ken, diğer yandan da cinsel sapmaların ve tüketim çılgınlığının yaygınlaşmasına destek sağlamış olmaktadır. Gerek Kur’an-ı Kerim’e, gerek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tatbikatına, gerekse İslam tarihine baktığımızda kadının itibarını müslüman toplumlarda kazandığı görülür. Eskiden kendisini modanın ve erkeklerin kölesi gibi hissettiğini söyleyen İsviçreli Henrietta Szovati, Müslüman olduktan sonra “Yeni dinim, kadına itibar ve saygınlık kazandırıyor.” demiştir. Kadın, toplumların huzur ve mutluluğu, nesillerini devam ettirmeleri için Allah tarafından verilmiş bir imkân olarak görülmelidir. İyi eğitilmiş kadınların çocuklarına güzel değerleri benimsetip, manevi duygularla iyi derecede yetiştirerek, güven, huzur ve kardeşlik duygularının oluşmasına, ülkenin kalkınmasına önemli derecede katkı sağlayacağı gerçeği, görmemezlikten gelinemez. Cenâb-ı Hakk, insanları tek bir nefisten yarattığını (Nisa: 4/1), erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağını ve onların mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğini (Nahl: 16/97), erkek kadın, hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğini (Al-i İmran: 3/195) belirtmiştir. Başka ayetlerde de, müslüman erkek ve kadınlar ile mümin erkeklerden ve kadınlardan, itaat eden, doğruluk sahibi, sabreden, Allah’a gönülden saygılı olan, sadaka veren, ırzlarını koruyan, Allah’ı çok zikredenlere, bağış ve büyük bir mükâfat hazırladığını açıklamıştır (Ahzab: 33/35).

32


din

.

.

. .

Sehitlik ve Gazilik . Mehmet ARSLANTAŞ - DİTİB Kitzingen Din Görevlisi

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin! Bilakis onlar hayatta olup, Rabblerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar...” -Al-i İmran/169-

Ş

ehid: sözlükte “bilen, gören, hazır olan, haber veren, muttali ve tanık olan” manalarına gelmektedir. Şehid kelimesinin çoğulu şüheda ve eşhaddır.

Kur’an ve türevleriyle birlikte 150 yerde geçmekte olan ve özellikle inandığı değerleri yaşama, koruma ve yeri geldiğinde bu hayatı seve seve feda edebilmenin erdemleri olarak kullanılmaktadır. Bir Müslüman, Kur’an’ın kendisini sorumlu tuttuğu vazifeleri yerine getirdiği anda kendi zamanına, mekanına ve etrafında yaşayan insanlara karşı şahit (şehit-tanık) olmuş olur. Peygamberler de kendi yaşadığı dönemlerin şahitleridirler. Hatemül Enbiya olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) son şahit, bizler ahir zaman Ümmeti olarak bütün insanlığın şahitleriyiz. Bu özellikle ayette şöyle anlatılmaktadır: “Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü, orta yolu tutan bir toplum olmanızı istedik. Yaşantınızla tüm insanlığa Allah’tan gelen gerçekleri yaşayan şahitler olasınız ve elçi de sizin üzerinize aynı şekilde şahit olsun diye...”

33

İslam tarihinde ise şehitlik kavramı savaşlardan önce Mekke’de inançları uğruna hayatlarını feda edenler için kullanıldığı gibi, özellikle Bedir ve Uhud savaşlarından itibaren yapılan muharebelerde dinleri uğruna savaşıp ölenler için kullanılmaya başlanmıştır. Bu meyanda şehitleri başı olarak Peygamberimiz (s.a.v.)’in amcası Hz. Hamza anılmakta ve hatırlatılmaktadır. Şanlı ecdadımız da şehitlik kavramına ve mertebesine çok önem vermişler, hayatlarını bu uğurda feda edibilmek için her zaman ve mekanda ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) kendi dini uğrunda savaşıp ölenlere şöyle müjde vermektedir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin! Bilakis onlar hayatta olup, Rabblerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah’ın lütf-u kereminden ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılmayan müstakbel şehit dindaşlarına da kendilerine hiçbir


korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine dair de müjde vermek isterler. ” buyrulmuştur. Sevgili Peygamberimiz de şehitlik mertebesinin yüceliğine işaret eden Hadis-i Şeriflerinde: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.” Bir başka Hadis-i Şerifinde ise “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister.” diye buyurmaktadır. İslam alimleri de konu ile ilgili hadislerden yola çıkarak şehitleri üç gruba ayırmışlardır: 1. Hem ahiret hem dünya hükümleri bakımından şehitler. Bunlar cephede Allah yolunda savaşırken ölenlerdir. Bu tür şehitler yıkanmaksızın elbiseleriyle defnedilirler. Üzerlerinde bulunan savaş aletleri ve ağırlıkları alınıp, cenaze namazları kılındıktan sonra toprağa verilirler. 2. Sadece ahiret hükümleri bakımından şehit olanlar. Bunlar da cephede savaşırken yaralanıp daha sonra ölenlerdir. 3. Dünya hükümleri bakımından şehitler.

Kalplerinde nifak tohumları besleyip, yani münafık olmakla birlikte Müslümanların safında yer alıp, savaş anında düşman tarafından öldürülenlerdir. Şanlı tarihimizin içinde Malazgirt (1071), Kosova Savaşı (1389), İstanbul’un Fethi (1453) ve 1915 Çanakkale Savaşları gibi şehitlik mertebelerinin ortaya konulduğu hayatlarla dopdoludur. Bizler de yeri ve zamanı geldiğinde çalışarak ve başkalarının vereceği rütbe ile elde edilemeyecek bu şehitlik mertebesi için hem imanımızla hem de gayretimizle buna hazırlıklı olmak zorundayız. Kur’an-ı Kerim’ de bizlere bildirildiği gibi: “De ki: Bakın benim namazın, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah adınadır. Yani tüm yaptığım şeyleri O emretti diye yapar, yapmadığım şyleri de, O yasakladığı için yapmam.” Gazilik ise: Allah yolunda cephede savaşıp şehit olmak istediği halde, yaralanıp ölmeyen ve hayatını devam ettirenlere dnir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı candan isterse, yatağında ölse bile, Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” buyurmaktadır.

“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.” -Hadis-i Şerif-

34


mesneviden hikayeler

Kendi Ayıbını Göremeyince Dört Hintli bir Mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rüku ve sücuda koyulmuşlardı. Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı. Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilaihtiyar bir söz çıktı: “Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?” Öbür Hintli, namaz içinde okuduğu halde: “Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu” dedi. Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki: “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!” Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi. Hulasa dördünün de namazı bozuldu. Alemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder. Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur. Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! Madem ki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın. Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sinik bir hale düşmüş “Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadisine mazhar olur. Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birinde o ayıp, senden de zuhur edebilir. Allah’dan “Emin olmayın” sözünü duymadın mı? Peki o halde neden müsterih ve emin oluyorsun? İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsva oldu, adı ne oldu? Yüceliği alemde tanınmıştı, aksiyle tanındı, yazık! Emin değilsen, tanımayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster. Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama. Şu işe bak: Şeytan, belalara düştü de sana ibret oldu. Sen belaya uğrayıp ona ibret olmadın. O zehri içti, sen şerbetini iç, (ibret almana bak!).

35



iyi bir

aile

BABA zla birlikte İyi bir baba olmak, çocuğunu e değil, o zaman geçirdiğiniz zamanın süresin r... içinde yaptıklarınıza bağlıdı

H

er insan dünyaya yeni bir canlı getirmenin, anne-baba olmanın heyecan verici olduğunu kabul eder. Her anne baba da bu heyecanı bizzat yaşar ve yavrusuyla ilgili hayalleri, beklentileri ve ümitleri vardır. Sevgi dolu bir şekilde o ilk anlar yaşanır. O zaman yaşanan sıkıntılar ağır gelmez insana. Çocuk büyüdükçe beklentiler tam olarak karşılanamadığı için hayal kırıklıkları başlar. Günümüzde babalar öylesine yoğun bir çalışma düzeni içindeler ki, çocuklarına hemen hemen hiç zaman ayıramamaktalar. Bunu çocukların iyiliği için yaptıklarını söylerler. Oysa çocuklarla asıl ilgilenilmesi gereken yaş, telkin çağı olduğu için okul öncesi

37

yaşlarıdır. Her anne-baba çocuğunun iyiliğini düşünür. Ama sadece çocuğun karnını doyurmakla, üstünü giydirmekle, odalarına bilgisayar almakla, kurstan kursa gönderip bununla övünmekle anne-babalık yapılmış olmaz. Evet, günümüz iş dünyasında babalar gerçekten çok gayret sarf ediyor. Eve geldiğinde de ayaklarını uzatıp dinlenmek istiyor. Ama istenirse zamanı güzel düzenleyerek, hem dinlenir, hem de çocuklarıyla güzel vakit geçirebilirler. İyi bir baba olmak, çocuğunuzla birlikte ge-


çirdiğiniz zamanın süresine değil, o zaman içinde yaptıklarınıza bağlıdır. Burada önemli olan saatlerce çocuklarla vakit geçirmek değil, nitelikli vakit geçirmektir. Kaliteli vakit geçirmeyle alakalı Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kimin bir çocuğu varsa ona karşı çocuklaşsın. Onunla eğlensin, oynasın.” Burada nitelikli beraberlikten kastımız, babanın kimi zaman çocuklarıyla güreşmesi, kimi zaman ödevlerine yardımı, kimi zaman beraber resim çizmeleri, kimi zaman da sadece sohbet etmesidir. Düzenli olarak babalarınndan ilgi gören çocukların gelişmeleri daha sağlıklı olmaktadır. Bir babanın çocukları için yapabileceği en güzel şey, çocuklarının annesini sevip saymasıdır. “Sevilmek ile sevildiğini hissetmek arasında büyük bir fark vardır.” der Atalay Yörükoğlu. Bazı babalar çocuklarını sevdikleri hâlde bunu gösterme konusunda başarısız olabilmekteler. Bir babanın çocuğuna sevgisini göstermesi gerektiğiyle ilgili asr-ı saadetten güzel bir örnek verebiliriz: Ashab-ı kiramdan Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün, torunu Hasan’ı öpmüştü. O sırada yanında bulunan Akra İbn-u Habis, sanki bunu tuhaf karşıladı ve ‘Benim 10 çocuğum var, fakat onlardan hiçbirini öpmedim’ dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) ona bakıp, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurdu. Efendimiz şunu da söyledi: Allah sizin kalbinizden merhameti çıkardıysa ben ne yapabilirim.” Kız olsun erkek olsun, her çocuğun babaya ihtiyacı vardır. Sağlıklı baba-çocuk ilişkisi sonucunda, cinsel kimlik kazanımı, okul başarısı artışı, disiplin anlayışının gelişimi, özgü-

ven oluşumu, sosyalleşme, liderlik yapısının gelişimi, arkadaş ilişkilerinde uyum gibi sayısız önem taşıyan özellikler kazanılır. Günümüzde anne-baba olmak geçmişte anne-baba olmaktan daha zordur. Çünkü çocukları etkileyen çevresel faktörler çok çeşitlenip artarken toplumsal kontrol azalmıştır. Bütün bunlardan dolayı anne-babanın daha dikkatli, daha donanımlı ve daha sabırlı olması gerekir. Baba her şeyden önce çocuğun büyüme, gelişme ve kişilik kazanmasında önemli görevleri olduğunu bilmelidir. Eğer çocuk babasıyla özdeşim kuramazsa, televizyondan, internetten rastgele menfi bir şöhrete veya çevrede tanıdığı sıradan bir büyüğe özdeşim modeli olarak kapılabilir. Peygamberimiz hayırlı anne-baba olup hayırlı evlat yetiştirenlere çok güzel bir müjde veriyor: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sürekli hayra sebep olan sadaka, istifade edilen ilim, arkasından kendisine dua eden hayırlı evlat.” Sözümüzü Gazali’den yapılmış şu alıntıyla bitirelim: “Çocuk, anne ve babasının yanında ilahi bir emanettir. Onun kalbi temiz, katışıksız bir cevherdir. Her türlü nakış ve şekilden boş, nakşedilen her şeyi kabule kabiliyetli, hazır, her şeye meyleder durumdadır. Kendisine iyilik telkin edilir ve iyi işler yaptırılırsa, çocuk iyi bir insan olarak yetişir; dünya ve ahirette saadete ulaşır. Onu böyle yetiştiren anne baba, öğretmen ve eğitimci de sevapta ortak olur. Kötü işlere itilir ve hayvanat gibi ihmal edilir, terbiyesine bakılmazsa, işi azıtır ve helak olur. Onun bu kötülüğünde ise veli ve murakıbı ortaktır. Zira Allah Teala. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.” buyurmuştur. Çocuğu terbiye, dünya ateşinde yanmaktan kendisini koruduğu gibi, cehennem ateşinden de öncelikle korur...”

38


atamıza dair

Atatürk Dönemi Demiryolu Politikası Derleyen: Koray KUŞKUŞ

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ülkedeki ulaştırma imkânları, ülke ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak ve oldukça kötü durumdaydı. Yolsuzluk ve taşıma araçlarının azlığı ülkenin en önemli sorunuydu. Ülkede tamamı yabancılar tarafından inşa edilmiş 4112 kilometre uzunluğunda demiryolu vardı. Yabancı şirketlerin işlettiği bu demiryollarında taşımacılık çok pahalıydı. Ülkenin yol ihtiyacı daha Milli Mücadele yıllarında ele alınmaya başlandı. Yapımına Birinci Dünya Savaşı yıllarında başlanan ve 80 kilometresi yapılan, Ankara-Sivas hattının inşasına devam edilerek 127. kilometredeki İzzettin İstasyonu’na kadar dar bir demiryolu yapıldı. Karayollarının geliştirilmesi için 21 Şubat 1921’de kabul edilen “Tarik Bedeli Nakdisi” Kanunu ile 18-60 yaşları arasındaki erkekler yol vergisine tâbi tutulmuşlardır. Milli Mücadele başarıya ulaşıp da bağımsızlık kazanıldığı zaman ülke geri kalmışlığının yanında, bir de savaş nedeniyle tahrip olmuştu. Hem geri kalmışlığı yenmek, hem de tahrip olmuş ülkeyi yeniden imar etmek için büyük ve geniş bir çalışma programına ihtiyaç vardı. İşte bu düşüncelerle ülkenin iktisat politikasını tespit etmek için İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde ulaştırma sorunu oldukça geniş bir biçimde ele alındı. Mustafa Kemal Kongre’yi açış konuşmasında: “Memleketimizi, bundan başka şimendiferler ile üzerinde otomobiller çalışır şoseler ile şebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz.

41

Çünkü garbın ve cihanın vesaiti bunlar oldukça, şimendiferler oldukça, bunlara karşı merkepler ile, kağnı ile, tabiî yollar üzerinde müsabakaya çıkmanın imkânı yoktur” diyerek ulaşım ve ulaşım araçlarının önemine değinerek ulaştırma alt yapısının geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir.


din

Dr. Selahattin G체nay Facharzt f체r Innere- und Allgemeinmedizin

Akupunktur Chirotherapie Ern채hrungsmedizin Haus채rtzliche Diabetologie Bismarckstr. 107 45881 Gelsenkirchen

43

Tel: 0209 819375 Fax: 0209 3611853


Beşik te n me z a ra k ad a r bil im öğre n in .

De h a nın il k ve e n

büyük şa rtı h a k s e v me k t ir.

) (Hz . Muh ammed sav

n e d l e tv e c i Eğr u çi zg i doğr a z . çık m a.) (Hz . A

li r

(G o e t h e )

Ge rçeğin dağl arın a umut suzl uk la çıkılm az . (Nietz sch e)

Öny

Ki m büyük fiki rle r içi n yaşıyorsa, ke ndisi ni un ut m alıdır. (La-Edri)

ik at i

a rgı

at om

p a rç d ah

(Al b

l a rı

çe k i

a l am

a zo

e rt

Ei n s

rdeğ

ak t

rdu r .

te i n

kır m ini

ak

an

)

44



güncel

Çifte Vatandaşlığa

EVET!

43


l

Çifte Vatandaslıga EVET! 5

2000 yılından bu yana geçerli olan düzenlemeye göre yabancı uyruklu ebeveynlerin Almanya’da dünyaya gelen çocukları, eğer ebeveynlerden biri sürekli oturum iznine sahipse ya da en az sekiz yıldır Almanya’da yaşıyorsa, otomatik olarak Alman vatandaşlığını elde ediyor. Buna ek olarak, ebeveynlerinin vatandaşlığına da sahip oluyor. Çifte vatandaş durumunda olan bu kişilere, 18 yaşına girdiklerinde, Alman dairelerince, iki vatandaşlıktan birini seçme çağrısı (Optionspflicht) yapılır. Bu durumdaki kişi-ler, 23 yaşını dolduruncaya kadar seçme kararını vermezlerse, otomatik olarak Alman vatandaşlığını kaybederler. 18-23 yaşları arasında ise, iki vatandaşlık arasında bir tercih yapmaları gerekiyor. Eğer bu süreçte yetkililere herhangi bir başvuruda bulunmazlarsa, Alman vatandaşlığı otomatik olarak düşüyor. Yeni Alman Vatandaşlık Yasası, temel prensip olarak, Alman vatandaşlığına geçmek isteyen bir yabancının, mevcut vatandaşlığından ayrılmasını öngörmektedir. Ancak, kanuna göre bazı özel durumlarda, yabancının vatandaşlıktan ayrılması olanaksızsa veya çok zor şartlarda mümkün oluyorsa, eski vatandaşlıktan ayrılınmaksızın Alman vatandaşlığına geçme olanağı öngörülmüştür. Bu kanun uyguluması Avrupa üyesi vatandaşları için geçerli olmamaktadır ve böylece bir Avrupa Üyesi vatandaşı hem Alman hem

de kendi vatandaşlığını bırakmadan koruyabiliyor. Türk vatandaşlarına yapılan bu farklı uygulama anayasadaki bulunan eşitlik ilkesine aykırı oldğu düşünülmekte. Bu bağlamda uzun süredir değişik dernekler ve siyasi partiler tarafından bu tercih yükümlüğünün kaldırılması ve erişkinlikte de çifte vatandaşlık hakkına sahip olunmasına izin verilmesi istensede, şu ana kadar bu talepler Alman bakanlığı tarafından reddediliyor. Bakanlık verilerine göre bu yıl tercihini bildirmesi gereken bu gruptaki gençlerin sayısı 3 bin 500. 2018 yılında itibaren ise yılda 40 bin gencin tercih zorunluluğuyla karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor. Bu konuda toplumun değişik kesimlerinden kişilerle yaptığımız röportajlardan elde ettiğimiz izlenimleri de sizlerle paylaşmak istiyoruz: ENDER GÜNDOĞDU (PirckheimerGymnasium 12. sınıf öğrencisi)

Almanya’da çifte vatandaşlığın Türkler için kabul edilmemesini nasıl buluyorsununuz? Bir yandan çifte vatandaşlığın kabul edilmemesini Almanya’nın Avrupa ile beraber birlik

44


güncel kurmak istedikleri için anlıyorum ve böylece bu birliğin sağlamlaştırılması gerçekleştirilmiş oluyor. Öte yandan çeşitli ülkelerin vatandaşlarının çifte vatandaşlık hakları olduğu ama Türklere böyle bir imkân sunulmaması çok tuhaf bir durum açıkçası. Alman vatandaşlığı için Türk vatandaşlığından vazgeçmeyi düşünebilir misiniz? Alman ve Türk vatandaşlığını aynı anda taşıyabilmek benim için daha avantajlı olabilir. Alman vatandaşı olarak çok daha faydalardan yararlanabilmeme ve burda doğup büyümeme rağmen ilk etapta Türk vatandaşı kalmayı tercih etmek istiyorum. Almanya’da yaşayan Türk toplumu Almanya’ nın en büyük azınlığıdır. Bu yüzden Türk vatandaşlarına özellikle de burada doğan Türklere çifte vatandaşlık hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü burada doğanlar ve yaşayanlar belli bir derecede Alman kültürünü, yaşam tarzini algılamışlardır ve çifte vatandaşlık ile her iki ülkeyede bağlı kalabilirler. ALEN SKOKIC (PircheimerGymnasium 12. sınıf öğrencisi)

Anne babası yabancı ülke vatandaşı olduklarından dolayı Almanya’da dünyaya gelen çocukların ileride çifte vatandaşlıkta seçime zorlanmalarını nasıl buluyor-

sunuz? Çifte vatandaşlığın her vatandaş için uygulanmaması çok üzücü bir olay. Almanya’da doğup büyüyen ve hayatını kuran yabancı kökenli ailelerin çocukları asıl vatandandaşlıklarını bırakmadan sıyasi faaliyetlere katkıda bulunamıyorlar. Maalesef seçme ve seçilme hakkına sahip olmamaları büyük bir kayıp.

45

Alman vatandaşlığı için kendi vatandaşı olduğunuz ülkenin vatandaşlığından vazgecer misiniz? Ben altı ay önce Sırp vatandaşlığından vazgeçtim ve Alman vatandaşlığa basvuruda bulundum. Bunun bana gelecekte mesleki yönden büyük avantaj sağlayacağını düşünüyorum. IVAN MISKOVIC (Pirckheimer-Gymnasium 12. sınıf öğrencisi)

Hırvatistan vatandaşı olarak çifte vatandaşlık hakkından yararlanamamanızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece belirli ülkelerin vatandaşlarının çifte vatandaşlık hakkına sahip olmalarını hiç iyi bulmuyorum. Çünkü tıpkı benim gibi, anne babası dahil burda doğmuş olan, fakat ‘’Alman’’ olmayan birçok insan var. Bu anne babalar çocukları ile beraber anavatana sırtlarını çevirmek istemiyorlar. Almanya’da doğup hayatlarını sürdürdükleri için böylece hem Hırvat hem de Alman olarak görülmek istiyorlar. Bu durum ancak çifte vatandaşlık yoluyla ideal bir şekilde gerçekleştirilebilir. Türkler, Hırvatlar, Sırplar vs. bu ülkedeki yabancıların coğunluğunu sağlamaktadır ve en azından bu yüzden çifte vatandaşlık imkânının sunulması gerektiğini düşünüyorum. Ortada olan, saydığım ülkelerin vatandaşları olan insanların çifte vatandaşlık konusunda eşit haklara sahip olmamaları. Bir Yunan, Fransız ya da Italyanı, bir Türk, Boşnak ya da Hirvat’tan ayırt etmek akla hayale sığmayan bir mesele. Alman vatandaşlığı için Hırvatistan vatan-


daşlığından vazgeçer misiniz? Görünen o ki Hırvatistan vatandaşlığından gecelekte mesleki nedenlerden dolayı Alman vatandaşlığı için vazgeçeceğim. Örneğin devlet memuru olmanız için Alman olmanız gerekiyor ve ben de devlet hizmetinde çalışmayı hedefliyorum. Felix Hartmann: (PirckheimerGymnasium 12. sınıf öğrencisi)

Çifte vatandaşlıkta standart uygulama olmamasını nasıl buluyorsunuz? Herkesin çifte vatandaşlığına müsade edilmemesi adaletsizliktir. Ya herkese müsade edilmeli ya da hiç kimseye müsade edilmemesi gerekiyor. Çünkü Türk vatandaşları aynı İtalyan vatandaşları gibi burda yaşıyorlar. Bu iki grup arasında böyle bir ayırım yapmak mantıksızdır. Christian Sender (Pirckheimer Gymnasiumunda almanca, tarih ve etik öğretmeni)

Çifte vatandaşlık hakkının Avrupa Birliği’ne üye olmayan ülkelerin vatandaşlarına tanınmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çifte vatandaşlığın Avrupa Birliği üyesi olmayan ülke vatandaşlarına tanınmaması entegrasyonu belli bir derecede bloke ediyor. Bununla birlikte insanlar iki vatandaşlık arasında ilk ve son defa karar verme zorunda bırakılıyorlar, bu olmamalı. Çifte vatandaşlık sorunu sizce nasıl çözülür? Almanya ve Türkiye arasında çifte vatandaşlığı sağlayan bir anlaşma yapılması mevcut durum ve sorunları bertaraf eder. Ayrıca Almanya’da eğitim gören insanlara,

yani ‘’eğitim yerlilerine’’ çifte vatandaşlık koşulsuz verilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Çifte vatandaşlıktan vazgeçip bir ülkenin vatandaşlığını seçmenin dezavantajlarından bize bahsedebilir misiniz? Mesela öğrenci mübadelesinde Türk vatandaşlığını seçmiş olan ögrenciler İrlanda’ya vize sorunundan gidememişlerdi. Röportajlardaki demeçler böyle. Şimdiye kadar çifte vatandaş olup, bu yıl 23 yaşına basan gençlerin, yine bu yıl itibariyle Alman vatandaşlığı ile sahip oldukları diğer vatandaşlık arasında nihai bir seçim yapmaları gerekiyor. Tahmin edilebileceği gibi söz konusu gençlerin ezici çoğunluğu Türkiye asıllı göçmenlerden oluşuyor. Bu nedenle Alman kamuoyunda yılbaşından bu yana “çifte vatandaşlık” konusu tartışılıyor. Hukukçular sadece belirli bir grup göçmene uygulanan bu ayrımcılığın, hem hukuki hem de ahlaki açıdan sürdürülemez olduğu görüşünde. Nitekim Almanya’da yaşayan 3 milyondan fazla Türkiye asıllı göçmenin 800 bin kadarı Alman vatandaşı olduğundan aynı zamanda seçmen sıfatını taşıyorlar. Başbakan Merkel’in Hıristiyan Demokratları hariç, Almanya’daki tüm siyasi partiler bu oy potansiyeline göz dikmiş durumda. Üstelik politik görüşleri ne kadar farklı olursa olsun, Türkiye asıllı göçmenlerin en çok önemsediği ve istisnasız hemfikir olduğu tek talep çifte vatandaşlık!

46


güncel

ÇANAKKALE! Neyin Savaşı...

Mehmet YÜKSEK - DİTİB Altdorf Din Görevlisi

R

abbimiz, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”, “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır...” buyurarak, yaratılışımızın amacını bildirmektedir, “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” ayetiyle de boşuna yaratılmadığımızı haber vermektedir. İnsan istekleri, ihtirasları olan, kusurlu, aciz bir varlıktır. Bu istek ve arzular kontrol edilmezse doyumsuzluğa sebep olur ve “eşref-i mahlukat” yani yaratılmışların en yücesi olarak yaratılan insanı insanlıktan çıkarıp “esfele safilin” derecesine düşürür. Rabbimiz, bizi yaratan, bizi bizden iyi bilen Rabbimiz, insan için; “...Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.”; “Allah, kendisinden istediğini her şeyden size verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız, sayamazsınız. İnsan gerçekten çok zalim ve pek nankördür.”, “Allah sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.”; “De ki: Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” vb. buyurarak bizi bize tanıtmak, dünya ve ahiret mutluluğumuza sebep olacak zaaflarımızı, düşmanımız olan şeytanın, insanla olan savaşında saldıracağı ve bizi vurabile-

47

ceği hayati noktaları, zayıf yönümüzü bize bildirmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) de; “İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Fakat Allah, tevbe edenin tevbesini kabul eder.”; ayrıca “Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanaat eden kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir” vb. hadisi şeriflerinde insanın aç gözlülüğüne, istek ve ihtiraslarına dikkat çekmiştir. Bunun içindir ki, “Kanaat en büyük zenginliktir.” denmiştir. Şimdi, başlığa bakıp da, bu anlatılanlarla bunun ne alakası var diyebilirsiniz. Alakası var, çünkü hayat sahnesinde insan, Allah’ın “Halife” diye nitelendirdiği baş aktördür. Çanakkale gibi bir faciaya, iki defa dünya çapında savaşa, milyonlarca insanın ölmesine sebep olan insanın bu aç gözlülüğü zaaflarıdır. Kur’an-ı Kerim’de Adem (a.s.)’dan son peygamber Hz. Muhammed (s.a..v)’e gelinceye kadar insanlık tarihinden kesitler sunar. Burda görmekteyiz ki, Adem (a.s.)’ın yaratılmasıyla ve şeytanın isyanıyla başlayana iyi-kötü; hak-batıl mücadelesi, yeryüzünde hırslarına, nefsine yenik düşen, şeytanın oyununa gelen, Adem’in çocukları arasında devam eder ve kıyamete kadar da devam edecektir.


Rabbimiz, yolunu şaşıran, insanlıktan çıkan insana, Kur’an ve Peygamberimiz rehberliğinde hak yolu, dünya ve ahiret mutluluğunun yolunu göstermiştir. Bu çağrı ilk Mekke’ de yankılanmış, oradan Medine’ye, oradan bütün Arabistan’a yayılmış, sığmamış Arabistan yarımadasının dışına taşınmış. Taşması da gerekiyordu, çünkü bu, bütün insanlığa ulaştırılması gereken bir çağrı idi. Bu çağrının kendilerine ulaşmasıyla, İslamı kabul eden Atalarımız bu davanın öncülüğünü yapmış, bütün insanlığa bu çağrıyı ulaştırmaya çalışmış ve Osmanlılar eliyle 3 Kıtaya, oradan dünyaya duyurulmuştur. 19. yy’a kadar İslam aleminde birlik ve beraberliği sağlamış ve insanlığa insanlığı öğretmiştir. Bu sırada, İslam aleminde ilim, huzur, refah varken; Batıda cehalet, yokluk ve kaos vardı. O zamanlar doğruyu gezen batılı gezginlerin eserlerinde doğudaki refah ve huzuru görmek mümkündür. Doğunun yaşadığı hayat, batılının rüyalarını süslüyordu. Batılı, çeviri faaliyetleriyle doğunun ilmini alıp geliştirdi ve teknolojiye dönüştürdü. Sanayi devrimini gerçekleştiren batılı devletler sömürüye başladı. Bu teknolojiyi, özellikle silah teknolojisini bu teknolojiye sahip olmayan ülkeleri sömürgeleştirmeye başladılar ve hammadde ihtiyaçlarını karşılamak için yarış içine girdiler. Fransız ihtilaliyle birlikte büyük devletleri parçalamak ve sömürmek için “ulus devlet” fikrini, yani ırkçılığı ortaya attılar. Bu sırada İslam aleminde ise bir duraklama vardı. İlmi faaliyetler durmuş, kusur çekişmeler, sen-ben kavgaları başlamıştı. Irkçılıkla, ulus devlet vaadleriyle kandırılan devletler, gelişmiş devletlerin oyununa geliyor, acı gerçeği göremiyor ve yıllarca huzur içinde dilini, dinini rahatça yaşadığı Osmanlı yönetimine baş kaldırıyordu. Müslümanlar bile Rabbimizin “Hep Birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bö-

lünmeyin, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmiştir. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” emrine rağmen oyuna geldiler ve Osmanlılar her cephede kaybetmeye başladılar. Doymak bilmeyen batılı devletler pastadan daha çok pay almak için birbirleri ile kavgaya başladılar. İttifak ve İhtilaf devletleri olarak gruplaştılar. Son dönemde orduda yenilenme faaliyetleriyle Almanlarla yakınlaşan Osmanlı yönetimi bir oldu-bittiye getirilerek, belki de kaybettiklerini tekrar kazanma düşüncesiyle, biraz da sıkışan Almanların Osmanlı’yı savaşa sokarak rahatlama planları ve baskısıyla 1. Dünya Savaşı’na girmiştir. İtilaf devletleri zor durumdaki Rusya’ya yardım etmek, hasta adam dedikleri Osmanlı’nın işini bitirmek istiyorlardı. Bir kaç saat içinde Çanakkale Boğazı’ndan geçip hedeflerine ulaşacaklarını düşünüyorlardı. Din için, vatan için, namus için, ecdadımız, metrekaresine binlerce merminin düştüğü Çanakkale’de canlarını feda ettiler. Tarihin akışını değiştirdiler, savaşın kaderini değiştirdiler. Çanakkale hak ile batılın savaşı ve tevhidin zaferidir. Çanakkale büyük haçlı seferidir. Hilal ile haç’ın mücadelesidir. Çanakkale son kaleydi. Çanakkale düşerse İstanbul düşer, İslam alemi düşerdi. Çanakkale inancın zaferidir. Dillerdeki Kur’an’la, Kelime-i Şehadetle, Allah-Allah nidalarıyla, hakka koşan şehitlerin şehadet yarışıdır... Çanakkale, İslam topraklarına namahrem eli değimemesi için verilen namus mücadelesidir. 250 bin şehidin verdildiği, 15 yaşın üzerindekilerin cepheye çağrıldığı, tarihe med-

48


güncel

.

Neyin Savaşı?

reseliler, asteğmenler savaşı olarak geçen, bir milletin aydınının yok edildiği, geleceğinin yok edilmeye çalışıldığı, yokluk, yoksulluk içindeki bir milletin, dünyanın süper güçlerine karşı verilen mücadele ve kazanılan bir savaştır, maneviyatın maddeye attığı bir tokattır. Çanakkale’de verilen şehitler bu ülkenin tapusudur, mutlu yarınlarımızın teminatıdır. liz İmparatorluğu’nun kader savaşı değildi. Churchill: “Tophaneli Yüzbaşı Hakkı, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’nın ilhamdöşediği kayna26 mayınla, donanmamızın üçte biğıdır, cesaretyenilmez kaynağıdır, yiğitlik destanıdır. rini sulara gömdü. Savaşı ikibuçuk yıl uzattı. Sekiz milyondoymak Avrupalı’nın ölmesine sebepbatıolÇanakkale, bilmeyen batılının, du. Boğaz’ı geçip, Çar’a edemeyince, nın daha fazlasını almakyardım için ödediği fatura, Rusya,ise Çin’i komünist yaparken isesen-ben elli milyon bizim kısır çekişmelerimizin, kişi hayatını kaybetti. İngiliz İmparatorluğu’ kavgalarımızın, ihmalimizin, tembelliğiminun parçalanan gücünden şüphe başladı; Pakistan, Bangzin, kardeşliğimizin acı bedeliladeş, Hindistan Müslümanlarını tutmak dir. mümkün olmadı...” diyerek dünyaya olan etkisini ifade etmiştir. Çanakkale, ezelden beri hür yaşamış, hakka, hürriyete, özgürlüğe aşık bir milletin özgürAncak, düşman gelip Çanakkale’ye dayanınlük mücadelesidir, Allah’ın izniyle esir alınaca üniversiteler ve liseler bile boşaltılmıştır. mayacağının ispatıdır. 250 bin şehidin verildiği, tarihe “Asteğmenler Harbi” olarak geçen, bir ülkenin neredeyse bütün bir okumuş neslinin toprağa gömüldüğü, savaş sırasında askerlik çağına gelmiş askere alınacak kimse kalmaması üzerine, 16,5 yaşındakilerin

Mehmet Akif’e kulak verelim. Bakın, Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiirinde onların destanını ne güzel anlatıyor: ... Asım’ın nesli.. diyordum ya, nesilmiş gerçek: İşte, çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar... O rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar. askere çağrıldıkları bu savaşın, bizlere öğreVurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, teceği şeylerYaolması lazım. Bir hilalçok uğruna, Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Acaba bu ümmet niçin böyle biralnı bedel ödeGökten ecdad inerek öpse o pâk değer. di ve ödemeye devam ediyor?Tevhid’i... Bugün Ne büyüksün ki,de kanın kurtarıyor birbiriyle sorunuancak, olmayan Müslüman ülkeBedr’in aslanları bu kadar şanlı idi. ler vardar mı? Dünyada gerek ekonomik, geSana gelmeyecek makber’ kimler kazsın? rekse siyasal sınırları“Gömelim gelnedenlerle, seni tarihe”ülkelerin desem sığmazsın. nın kaldırıldığı ve birlik olduğu çağımızda, Hercü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitap müslümanlar niçin hâlâ eder adetaistiab. atomlarına Seni ancak ebediyyetler ayrılmaya çalışmaktadır dersiniz acaba? ... Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Çanakkale aslında ümmet için dıştan düşŞarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i, manla olduğu içten ciddi bir nefis Kılıç Arslan gibikadar, iclaline ettindehayran... mücadelesidir. Neyin kaybedildiğinin hatırSen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, lanması ödenen büyük bir bedel. Yiğit O demir için çemberi göğsünde kırıp parçaladın; düştüğü yerdenberaber kalkarmış. Buecrâmı nedenleri Sen ki, ruhunla gezer adın; doğru etmek çoktaşacaksın önemli. Onun için Sen ki, tespit a’sara gömülsen heyhat, geri dönüşü nedenleri yine Sana gelmez başlatan bu ufuklar, seni almaz buKur’an cihat. hatırlatıyor bizlere. Ey şehid oğlu şehid,“Mü’minlerin isteme bendenkalplerini makber, uzlaştıran O Allah’tır. Eğer sen yeryüzünSana ağuşunu açmış, duruyor Peygamber. de bulunanların hepsini verseydin, yine onların kalplerini birbirleriyle uzlaştıraBize düşen görev, şehitlerimizin emanetine mazdın. Fakatbölünüp Allah onların arasını uzlaşsahip çıkmak, parçalanmamak, tırdı. Şüphesiz O,çalışmak, çok güçlüdür, geçmişten ders ki alıp dosta hüküm güven, ve hikmetkorku sahibidir.” düşmana veren, (Enfâl, bize bir8/63). daha böyle acılar yaşatamayacakları güçlü bir devlet olUhuvvetin ortadan kalkarak, bencillik ve ihmak. tirasların coştuğu günümüz dünyasında büyük cihadı her mümin hakkını vererek yapmalı.

Süleyman TEKŞEN DİTİB Regensburg Din Görevlisi

49



güncel

İstİklal Marşını Yazdıran Ruh ve

Mehmet Akİf Dr. Ali SOYLU - DİTİB Schirnding Din Görevlisi

M

ehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873 yılında Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Baba tarafından Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı olan, Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk dönemi şairlerindendir. Kendisi aynı zamanda veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi idi. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır.

Bülbül, Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil’ür-Reşat) dergisinin başyazarlığını yapmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal marşı olan İstiklal Marşının yazarıdır. “Vatan Şairi” ve “Milli Şair” unvanları ile anılır. Çanakkale Destanı,

1921’de Ankara’da Taceddin Dergahına yerleşen Mehmet Akif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanlıların Ankara’ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri’ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Akif, Ankara’da kalınmasını, Sakarya’da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi.

27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda hayatını kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı’na gömüldü. 1960’ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği’ne nakledildi.

Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanı olan Hamdullah Suphi Bey’in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey’in kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 50 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiç biri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Akif’in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Akif’in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklal Marşı, 7 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve

51


Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17:45’te ulusal marş olarak kabul edildi. Akif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer (Yeşilay) bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. İstiklal Marşı’nı yazdığı sırada arkadaşından ödünç palto alarak giyinen, fakat takdir edilen mükafatı almama cömertliğini gösteren Mehmet Akif’e İstiklal Marşı’nı yazdıran ruh hangi ruhtu acaba? İstiklal Marşı milletimizin ezelden ebede giden yolculuğunu, ruh derinliğini, gönül yüceliğini, manevi değerlerini, milli kimliğini, vatan sevgisini en müstesna biçimde anlatmaktadır. Mehmet Akif Ersoy’un güçlü kaleminden çıkan kelimeler milletimizi öyle derin, öyle kapsamlı tahlil etmiştir ki, onun dizelerinde herkes kendinden bir parça bulmuştur. Milli mücadelenin en çetin döneminde bu eşsiz anıt, milletimizin şahlanışının sembolü olmuştur. Alçakgönüllü, hoşgörülü, vatanına aşık bir münevver olan Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı milletimize ve ordumuza armağan ederek tüm eserlerini topladığı Safahat’a almamış, ne kadar büyük bir vatansever olduğunu bu ince davranışıyla bir kez daha göstermiştir. Milletvekili olarak görev yaptığı sırada onu eleştirenler arasında, yine o dönem milletvekillerinden Tunalı Hilmi ve Besim Atalay da vardır. Besim Atalay’ı bir gün karşısında görünce hızlıca üzerine yürüyen Mehmet Akif, çevredekilerin şaşkın bakışları arasında Atalay’ın elini hararetle sıkarak, “Sen gerçek bir dostsun, arkamdan değil, meclis kürsüsünden yüzüme konuştuğun için teşekkür ederim” diyebilecek kadar hoşgörülüdür. İs-

tiklal Marşı gibi ses getiren bir şiiri de “Çanakkale” olan Akif, bu eserinin bir mısrasında “Bu taşındır diyerek Kabe’yi diksem de başına” ifadesini kullanmıştır. Özellikle dini çevreler bu söze o dönem tepki gösterince Mehmet Akif, “Müslümanın kalmadığı bir dünyada Kabe’yi kim ziyaret edecek ki?” diyerek, şehadet mertebesinin İslam dinindeki kutsiyetini anlamlı bir cevapla o dönem kendisini eleştirenlere söylemiştir. İstiklal Marşımız, tarihten silinmek istenen bir milletin, hangi değerlere sarılarak istiklal mücadelesini kazandığını anlatan, tarihi belge niteliğindedir. Milli mücadelenin en zor döneminde bu eşsiz eser, halkımıza büyük cesaret ve moral vermiş, milletimizin şahlanışının timsali olmuştur. İstiklal Marşı’nı şair, mütefekkir ve vatansever kimliğiyle yazan Mehmet Akif Ersoy, “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın” derken verilen mücadelenin büyüklüğünü ve zorluğunu ifade ediyordu. Gerçekten İstiklal Marşı’mızın öyküsü hayli ilginç, ilginç olduğu kadar da onur vericidir. Bilindiği üzere Sevr Antlşaması’ndan sonra düşman baskısına maruz kalan vatanın semâlarını kara bulutlar kaplamıştı. Asırlar boyu esaret nedir bilmeyen bir millet mahzundu, kederliydi. Mehmetçik, bir o cephe bir bu cephe, vatanın bağrına sağlanan Haçlı hançerini çıkarmaya çalışıyordu. Bu vatan semâlarında dalgalanan şanlı sancağımız ve asırlar boyu vatan semalarını çınlatan Ezan-ı Muhammedi’miz dinecek miydi? Türk milleti, gönüllere su serpecek, ümit mayası aşılayacak birini ararken, gür bir ses, cepheye giden kahraman Mehmetçiğe İstiklal Marşı ile haykırıyordu... Ve Mehmet Akif’in dediği gibi yedi düvel saldırsa da bu cephe sarsılmayacaktı, sarsılmamıştı. İstiklal, Hakk’a tapan milletindi ancak. Ve “İla-yı kelimetullah” için didinen bir millete Cenab-ı Hakk’ın armağanıydı, ihsanıydı istiklal.

52


sağlık

PRP-TERAPİSİ Özel ALAN

MOHA Özel PRP Terapisi Enstitümüzdeki tecrübeli uzman personel tarafından geliştirilmiş bir tedavi metodudur. PRP- Terapisi kolunuzdan alınan kanın modern cihazlarla en son teknolojiye uygun olarak senteze edilip kendi kökhücrelerinizin kazanılması ve görevini yitiren hücreleri yeniden aktive etmesini sağlama metodudur. Günümüzde doğal tedavilerde de teknolojik ilmin en son zirvesine ulaşılmış ve azami fayda sağlanmaya başlanmıştır. Modern cihazlardan faydalanarak üretilen kendi kök hücreniz ile bütün dejenerik rahatsızlıkların yanında birçok diğer alanda da faydanılmaktadır. Bu alanda özel eğitim gören Heilpraktikerin Hülya Giebel PRP’nin geleceğin en önemli terapisi olduğunu söylemektedir. Başka bir rekabeti olmayan tedavi ve teşhis aleti PEMF-100 Tedavi edemediği hiçbir hastalık yoktur. Bütün hastalıkların sebebi hücrelerin potansiyel membran bozukluğu olduğundan bu alet tam bu vazifeyi uygular ve hücrelerden itibaren tüm vucudu tedavi eder. Özellikleri: •

53

İğne değil fakat iğne gibi yarar.

• • • • • • • • • • • • • •

İlaç değil fakat ilaç gibi tesir eder. Hücreleri yeniler. Dokuları yeniler ve onarır. Hücreleri delmeden hücrenin içerisine nüfuz eder. Her hücreyi yenilediği için her hastalığa iyi gelir. Kanser hücrelerini 15-20 milivolttaki hastalıklı durumdan 80 milivolta çıkararak kurtulmasını sağlar. Nano dalga gücü ile kötü huylu olan kanser hücrelerini de yok eder. İlaç ve tedavi masraflarından iktisat ettirir. Hızlı iyileşme sağlar. Bağışıklık kazandırır. Virus, Bakteri ve yabancı maddeleri öldürür. Teşhis eder, hastalıklı yeri bulur hemen anında tedavi eder. Pisikolojik ve bedensel hastalıklara iyi gelir. Prostat büyümesi ve libido.

Sağlam olan kişilerde bu terapiden faydalanabilir. MOHA-Doğal Sağlık Merkezinde belirli bir muayeneden sonra bu işlem yapıldığı gibi ayrıca ortomoleküler ürünlerimizle kombine edilerek daha büyük başarılar sağlanmıştır. İnsanın kendi kanından kendine has kişiye özel kök hücre ürettirme ve kendi hücrele-


rinin kendi kendine yenileme tedavi işlemidir • • • • • • • • • •

Uygulandığı alanlar: Saç bitirmede çok özel bir yöntem. Kapanmayan yaralarda regenerasyon. Mezo tedavisinde. Cilt bakım güzelliği ve kırışıklık gidermede. Görme gücünü artırmakta. Kanser tedavisinde destek bir tedavi. Bağışıklık kazanmada en güçlü sistem. Eklem, kıkırdak ve ortopedik bozukluklarda onarıcı bir metod. Kısırlık tedavisinde olmazsa olmaz elzem bir yöntem ve her türlü hastalıklarda tedavilerin anası ve baş tacı bir sistem.

MOHA Doğal Sağlık Merkezinde özel eğitimden geçmiş olan E. Hülya Giebel veDr.rer.nat. Ernst Grondal tarafından uygulanmaktadır.

• • • •

inin yanısıra ruhsal güzelliklerinide sağlayarak daha mükemmel bir hayat geçirme kademesi sağlamak. Vizyonumuz insana hizmet. Vizyonumuz halka hizmet, hakka hizmet vizyonudur. Vizyonumuz Hakdan aldığını halka vermektir. Vizyonumuz İlim, araştırma, gelişme, hizmet, doğal tedavide hala öncü, ilerleme, eğitim, yeni yeni ufuk ve istikbaldir. Vizyonumuz Hazreti Muhammed`den (s.a.v.) aldığımız tıbbi bilgi, doktorların Sultanı Ibni Sina hazretleri ve endülüste yaşamış Ibni Baytar`ın görüşleri doğal ve modern tıp bilgileri ve Osmanlı tıp ve Türk tababet bilgileri doğrultusunda ilerlemek ve insanlık alemine az da olsa bir nebze şifai reçete sunabilmektir.

MOHA`nın Sağlık Vizyonu Nedir? • • • • • • • • • • • •

Ürünlerimiz Eczanelerde bulunmaz. Sertifikalı ve kalite bio-kontrollüdür. İçeriği başka ürünle fiyat denkleştirilmesi yapılamaz çünkü bizim ürünlerimiz yalnız bizim sağlık ocağımıza aitdir. Her türlü sorularınıza yardımcı olmaya hazırız. Bizi her zaman arayabilirsiniz. 0160-688 90 99 her an sizinle. Amacımız kimyasal ilaçların yan tesirinden arınmak. Insanlara daha kaliteli bir hayat sürme kapasitesi kazandırmak. Insanların hormon dengesini bozmamak. Insanların daha uzun ömürlü ve kaliteli bir hayat sürmesini sağlamak. Insanları vucutlarına aldığı toksik maddelerden arındırarak daha sağlıklı bir hayat kazandırmak. Insanların iç güzellik ve dış güzellikler-

54




hukuk

TRAFİK KAZASI

Alman Vatandaşlık Kanunu Reformu Av. Ender Sürekli (1. Bölüm)

Bu çalışmada emeği geçen meslektaşım ve sevgili dostum, Türk hu Av.yürekten Ender SÜREKLİ Avukat Yaşar Saldıray’a teşekkür ediyorum.

01.01.2000 tarihli yeni Alman Vatandaşlık bir ülkeye ait ise Alman Vatandaşlığını koruKanunu’nun ile devreye girmesi ile Almanya’ ma talebi daima kabul edilir. Bu kişiler her da dünyaya gelen yabancı uyruklu çocuğun iki vatandaşlığı da korumak istiyorlar ise Alanne veya babası sekiz yıldan beri yasal olaman Vatandaşlığını koruma talebini 21 yaşırak Almanya’da yaşıyor ve bu kişi süresiz na girmeden talep etmek zorundadır. Aksi oturma hakkına sahipse Almandelil Vatandaşgirdiklerinde Alman VaBir trafi k kazası sonrası tespiti içintakdirde ka- 23- yaşına Kazanç kaybı lığını alır. tandaşlığını yitirirler. zanın olduşu ve hazarın boyutunun tespiti - Finansal kayıb Alman Vatandaşlığını Koruma talebi Çifte vazgeçilmezdir. Kaza yerinin ve araçlarının - Ölüm yardımı 1. Opsiyon Modeli Vatandaşlığına olanak tanımama prensibi fotoğrafl arının çekilmesi tavsiye edilir; böyleDul aylığı Talep kabul edilirse 01.01.2000 tarihi itibariyle yasal olarak Alkarşısında -bir istisnadır. olayın oluşu fotoğrafl ar üzerinden daha sonra Tamirin finansı için manya’da yaşayan ve henüz 10 yaşını dolseçme zorunluğunda olan kişiler heralınan iki va- kredini durmamış olan çocuklar için geçiş düzenletandaşlığı daderleri ölünceye kadar korurlar. Talep yeniden tespit edilebilir. mesinden dolayı vatandaşlık hakkı doğmak- ret edilecek olursa kişiaidatlarının 23. yaş gününe kadar - Sigorta yükselmesi taydı. Bu haktan yararlana bilmek için Alman Vatandaşlığını seçtiğini gösterir belÇoğu zaman kazaya neden olan sürücügeyi olaydoldurur - Giderler paketi 31.12.2000 tarihine kadar Alman Vatandaşve 23 yaşından önce diğer yerinde suçunu itiraf etse bile sonra arkadaşTamir lığı için başvurmak gerekiyordu. vatandaşlıktan çıkar. ları veyakonu avukat tavsiyesi değişik açık- - Bilirkişi masrafları Yukarıda edilen kişilerinüzerine Alman Vatandaşlık Kanunu’nun 29.maddesine göre 18 3. Yasayı düzenleyici açıklama lamalar ile suçluluk oranını değiştirme çabası- Değer düşüklüğü yaşını doldurmaları ile birlikte hem anne ve Alman Vatandaşlık Yasası’nın nı başarı ile sonuçlandırabilir. Bunları önle- Hurda maliyeti29. maddesi 4. babalarından doğan yabancı vatandaşlık ile bendine göre eğer kişinin yabancı vatandaşmek için kazadan hemen sonra uygun belge- Kiralık araç maliyetleri Alman Vatandaşlığı arasında seçim yapmak lığından çıkması mümkün değil ise ya da ler toplanmalıdır. Mümkünse eğer herhangi Kirli giysiler zorundalar. göze alınamayacak kadar güç ise Alman Vabir kağıt üzerine eğer suçunu kabul ediyor ise tandaşlığını korumasına izin verilir. Örneğin - Temizleme maliyeti 2. Opsiyon Modeli Alman diğer ülke -vatandaşlıktan çıkarılmaması yazılmalıdır; zirakapsamında söz uçar, yazı kalır. Çocuk bakımı masraflarıya Vatandaşlığını Koruma Talebi da güçleştirilmesi veya çıkış işlemleri için ol- vs. 18 ile 21 yaşları arasında seçme modeli kapdukça büyük masraflar talep edilmesi halinDaha sonra en kısa süre içinde kendi mali samında çocuklar hem Alman Vatandaşlığını de. Buna bağlı olarak vatandaşlığın kaybı ile mesuliyet sigortası ile irtibata geçerek Avukat ücretlerimesela genelde kusurlu k hem de diğer yabancı vatandaşlığını koruya- bilgi kişivemaddi zarara uğrayacaksa anne bilirler. Avrupa Birliği üye ülkelerine olve babasının geldiği ülke ile bir ekonomik rilmelidir. Aynı zamanda trafikait hukukunda gortası tarafından ödenir. mayan bu vatandaşlıktan çıkmak mümkün bağı var ya da ileride olacak ise bu dikkate deneyimli bir avukat ile tazminat işlemleri değil ya da göze alınamayacak kadar güç ise alınmalıdır. başlatılmalıdır. Ayrıca kendi seçtiğiniz bağımsız b kişiye çifte vatandaşlık izni verilir. Kişinin dirafından tespiti, değer kaybı ğer uyruğu İsviçre veya Avrupa Birliği üyesi 4. Tam olarak bununhasarın hukuki dayanağı

57

Trafik kazasında tazminat hakları şöyle

rım masraflarının tespiti için talimat siniz. Bu raporun maliyeti kusurlu k


nedir? Alman Vatandaşlık Kanunu’nun 29. maddesi 4. bendi: “Alman Vatandaşlık Kanunu Madde 29 Bent 3 gereğince kişinin diğer vatandaşlıktan çıkması mümkün olmaması veya göze alınamayacak kadar güç olması veya Alman Vatandaşlık Kanunu’nun 12. maddesi uyarınca çifte vatandaşlığı mümkün olması halinde Alman Vatandaşlığını koruma talebine onay verilir.” a. Alman Vatandaşlık Kanunu Madde 12 Kişinin yabancı vatandaşlıktan çıkmasının hangi durumlarda mümkün olmadığı ve hangi durumlarda göze alınamayacak kadar güç olduğu Alman Vatandaşlık Kanunu’nun 12.maddesinde tam olarak belirtilmekte olup bu durumda olan kişilerin vatandaşlık başvurusu bulunan kişilerin durumları göz önünde tutulur. Alman Vatandaşlık Yasası’nın 12.maddesine göre her iki vatandaşlık da eğer aşağıdaki nedenler mevcut ise korunur. Bu nedenler: 1. Yabancı vatandaşlık kanununa göre vatandaşlıktan çıkılması mümkün olmaması halinde 2. Yabancı ülke vatandaşlıktan çıkışı

sürekli zora koşup vatandaşlıktan çıkartmıyorsa 3. Vatandaşlıktan çıkmak için müracaat eden kişinin hatası olmaksızın yabancı devlet vatandaşlıktan çıkışı başaramadıysa ya da kabul edilemez koşullar şart koşuyorsa veya şekle uygun çıkışı makul bir sürede gerçekleştiremediyse 4. (…) çıkış orantısız bir şekilde zorluklarla karşılaşıyorsa ve ret kararı ağır bir mağduriyet teşkil ediyorsa 5. (…) yabancı vatandaşlıktan çıkış beraberinde ağır dezavantajları beraberinde getiriyorsa, özellikle ekonomik ve maddi zararlara neden olacaksa, ya da 6. 28 Temmuz 1959 tarihli Cenevre Antlaşması’nın mülteci statüsünü belirleyen 28. maddesine göre Seyahat Belgesi alan kişiler. (Cenevre Antlaşması. 1953 II, Sayfa 559) Baştan belirtilmesi gerekir ki yukarıda ki yasanın tanımı bir tür oyun alanı sağlamakla Alman Vatandaşlığıyla ilgili belirli birlikte yasal belirsizliğe neden olmaktadır. Tek düze olarak uygulanan idari hükümler şu anda maalesef mevcut değil.

58


abide şahsiyetler

İbrahim Gülşeni Hazretleri

(1426 - 1534)

Derleyen: Gökhan ÖNDER

O

n beşinci ve on altıncı yüzyılda yetişmiş olan evliyanın büyüklerinden, Halveti yolunun Gülşeni kolunun kurucusu. İsmi, İbrahim bin Muhammed, lakabı Gülşeni’dir. 1426 yılında Azerbaycan’da doğdu. Babası Emir Muhammed, asil bir Türk ailesindendir. Küçük yaşta yetim kalan İbrahim Gülşeni’nin tahsil ve terbiyesiyle amcası Seyyid Ali meşgul oldu. Çok zeki ve kabiliyetli olduğundan ilimde kısa zamanda akranlarını geçti. Zamanın alimlerinden okuyup din ilimlerinde mütehassıs oldu. Semerkand ve Tebriz’e gidip Kadılkudat Mevlana Hasan ile görüşüp, hürmet gördü. Kendisine Sultan Uzun Hasan tarafından Divan-ı Hümayunda nişancılık vazifesi verildi. Haram ve şüphelilere düşmek korkusuyla oradan ayrıldı ve Seyyid Yahya Şirvani’nin vekili Dede Ömer Rüşeni’nin hizmetine girerek talebesi oldu. Çetin mücahedelerde bulundu. Kalp gözü açıldı. Hocasından icazet ve Gülşeni lakabını aldı. Hocasının emriyle kamil ve mükemmil (yetişmiş ve yetiştirilebilen bir zat) olarak Tebriz’deki medreselerde ders verdi. Erdebil Hanedanına mensup Şah İsmail, Tebriz’deki ehli sünnet Müslümanları ortadan kaldırmak için teşebbüse geçince, İbra-

him Gülşeni bu fitneden kurtulmak için hicret etmek üzereyken yakalandı ve idamına karar verildi. O da; “Cenab-ı Hak, İbrahim Aleyhisselam’ı Nemrut’un ateşinden nasıl kurtardı ise, İnşallah bizi de öyle kurtarır.” diyerek tevekkül eyledi. Başına koydukları nöbetçinin ondaki üstün halleri görüp hayran olmasıyla serbest bırakılıp yol gösterildi. İbrahim Gülşeni, oğlu Ahmet Hayali’yi de alarak Diyarbakır yoluyla Mısır’a gitti. Yolda herkesten çok hürmet gördü. Kubbet-ülMustafa denilen yere yerleşip talebe yetiştirdi. Sultan Gavri’nin dikkatini çekip, iltifatlarına kavuştu. Hükümdar ona Müeyyediyye’de bir medrese yaptırdı. Oraya yerleşen İbrahim Gülşeni, Mısır’ın fethinde Yavuz Sultan Selim Hanı şu övgü dolu sözlerle karşıladı: Azizim hayr-ı makdem ömrümün vârı safâ geldin / Keremler eyledin gönlümün sultânı safâ geldin. Yavuz Sultan Selim ona çok iltifat ve ihsanlarda bulundu. Kanuni Sultan Süleyman onu İstanbul’a davet edip çok hürmet gösterdi. Çıkrıkçılar başındaki Atik İbrahim Paşa Camiinde vaaz edip, kısa zamanda İstanbulluların gönlünde taht kuran İbrahim Gülşeni hazretleri, Sultan’dan izin alıp tekrar Mısır’a döndü. 1534 (H. 940) yılında Mısır’da vefat etti. Onun vefatından sonra yolunu oğlu Ahmet Hayali devam ettirdi.

Gaflet ile geçdi günüm ah n’ideyim ömrüm seni Çün bozıla bu düzenün ah n’ideyim ömrüm seni

59


hukuk

59


iş dünyası

Dr. Selahattin Günay ile samimi bir söyleşi Röportaj: Orhan ARZLANMİRZE Selahattin Bey, sizi kısaca tanıyabilir miyiz? 1969 İstanbul doğumluyum ama aslen Kastamonu’luyum. Evli ve iki kız babasıyım. 1978 yılında Almanya’ya geldim. Gymnasium ve üniversite eğitimimi burada aldım. 1994 yılında eğitimimi tamamladım. 2003 yılında aile hekimliği ve iç hastalıkları uzmanı olarak muayenehane açtım. Aynı zamanda şeker hastalıkları, beslenme uzmanlığı, akupunktur ve chiro terapi uzmanıyım. Tıp branşını seçmenizdeki en etkili unsur nedir? Tıp çok saygılı ve sevilen bir meslek. Yapılan iş sadece maddi değil manevi olarakta huzura kavuşturuyor. Hastalarin tedavi sonucunda bizlere gelip dua etmeleri bizleri çok mutlu ediyor. Özellikle aile hekimliği çok güzel bir meslek. En küçük çocuktan dedesine kadar tüm aileyi tanıyor ve tedavi ediyorsunuz. Daha önceleri çocukken tedavi ettigimiz insanlar şu an evli ve biz onların çocuklarını da tedavi ediyoruz. Bu açıdan çok sosyal bir meslek.

61

Mesleğinize başlamadan önce hedeflediğiniz başarıya sizce ulaştınız mı, veya hedefleriniz nelerdir? Hedeflerimize ulaştiığızı söyleyebilirim. Muayenehanemi ilk açtığım zaman 400 ila 500 hastamız vardı. Şu an kayıt altında olan 15 bin hastamız var. İlk zamanlar iki yarım gün çalışan doktor yardımcım ve ben vardım. Şu an onyedi kişiyiz. Muayenehane içinde ben hariç iki doktorumuz daha bulunmakta. Ayrıca muayenehanemizde spor hocamızda bulunmakta. Hastalarınıza ne gibi tıbbi tedaviler uyguluyorsunuz ve sıkça karşılaştığınız hastalıklar nelerdir? Ağırlıklı olarak bel ağrısı ve kemik ağrıları olan hastalarımız var. Ayrıca şeker hastalıkları ve psikolojik rahatsızlığı olan hastalarımızda mevcut fazlasıyla. Bunun dışında tansiyon, kalp ve astım hastalarınında yoğun olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısyla tedavilerimizde bu rahatsızlıklarla ilgili oluyor. Hastalarınıza doktor ve tedavi seçimlerin-


de neye önem vermelerini tavsiye edersiniz? İlk önerim, her ailenin tek bir aile hekimini seçmeleri. Maalesef bazı hastalarımızın bir çok doktoru var. Her doktorun ayrı bir ilaç ve tedavi uyguladığını düşünürsek bunun yerine tek bir doktor tarafindan gözetim altında tutulması ve o hastayı tanıması açısından çok önemli. Çünkü hastalığın tedavisindeki en önemli etken hastayı ve vücudunu tanımaktır. Eğer gerekiyorsa bazı tetkiklerden sonra biz kendilerini diğer alandaki uzman arkadaslarımıza gönderiyoruz. Diğer bir önemli nokta ise hastalıklarda kesinlikle önce aile hekimine kontrol olsunlar, kendi başlarına tedavi uygulayıp bir başkasının ilaçlarıyla tedavi olmaya çalışmlasınlar. Ayrıca televizyona çıkıpda bir hastalık hakkında anlatılanlara hemen inanan vatandaşlarımız var, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bazı ulusal kanallardaki işinin uzmanı olan doktorlarımızın kesinlikle faydalı olduğunu düşünüyorum ama maalesef bunların sayısı çok az. Ticari amaçlı, işinin uzmanı olmayan, programlardaki ve reklamlardaki kişilerin sözlerine itibar etmesinler. Alternatif tıp diye birşey yoktur. Ancak destekleyici tıp vardır. Doğal tedavilerin de kesinlikle yan etkisi vardır. Özellikle doğal tedavi yanlış uygulanırsa hastalara zarar verebilir hatta kanser ve ölümcül birçok hastalığa yol açabilir. Tıp branşını meslek edinmek isteyen gençlerimize tavsiyeniz nedir? Daha önce söylediğim gibi ilk önce saygınlık ve sosyal bir meslek olan doktorluğu seçme lerini tavsiye ediyorum. Kendim yeniden dünyaya gelsem kesinlikle yine tıp okurdum diyorum. Gençlere şunu da söyleyeyim; tıp zor bir meslek ve 6 sene süren bir eğitim süreci var. Ancak unutulmasın ki diğer bölüm-

lerden 2 yıl fazla okuyarak böylesine saygın bir mesleğe kavuşuyorlar. Sadece biraz sabır ve hırs gerektiğini düşünüyorum. Bizim yanımızda şu an altı meslek eğitimi gören öğrencimiz var. Ayrıca burada biz üniversitede okuyan gençlere 2 yıllık uzmanlık eğitimi verebiliyoruz.

Son olarak Mahya Dergisi hakkında ki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Öncelikle DİTİB’in bu çalışma ile bu bölgedeki bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum. Bizim muayenehanemizde üç tane bekleme salonu var ve oradaki tüm hastalarımızın elinde Mahya dergisini okuyarak beklemeleri sizin başarınızı gösteriyor. Birçok hastamız dergiyi evlerine götürebilmek için bizden müsade istiyorlar. Derginizde sadece dini değil tüm aktüel konu ve sosyal paylaşımları yapmanız ve tüm halkımıza hitap etmenizden dolayı kısa süre içerisinde çok sevildiğinizi görebiliyorum. Ayrica derginin anlaşılabilir bir dille hazırlanıyor olması da başarınızdaki bir diğer etken diye düşünüyorum. Bu yüzden Mahya dergisini tebrik ediyor ve başarılarınızın devamını diliyorum. Biz de Dr. Selahattin Günay hocamıza bize değerli vaktini ayırdığı için teşekkür ediyor verdiği başarılı hizmetlerin artarak devam etmesini diliyoruz.

62


iş dünyası

Sektörde 30 yıllık bir geçmişi olan Bizim Çorbacı işletmecisinin gastronomi alanında farklı neler yapılabileceğini düşündükten sonra restoran ve imbislerin ortak hangi noktada buluşabileceğini düşünerek arz ve talep üzerine Bizim Çorbacı’yı kurdu. İşletmenin isminin konmasindaki amaç, çorbanın bizim ana yemeğiz olması ve tabii ki ucuz olması bu ismin seçilmesini sağladı. Bizim Çorbacı’da çorbanın yanında her ilimizin kültürüyle özdeşleşmis yemekleri hazırlanmakta.

1992 den bu yana gıda sektöründe kasap olarak hizmet vermekte olan Mehmet Nuri Ceylan 2005 yılında Gelsenkirchen’de Ceylan Kasap olarak hizmet vermekte. Pazartesi ve salı günleri kesim günleri olup diğer günlerde satış yapılmakta. Ürünlerin tamamını işletmeci kendi kesmekte şarküteri ürünleri, tavuk, büyük ve küçükbaş et ürünleriyle hizmet vermekte. Ayrıca adak kurbanı, akika kurbanı ve vekâlet usulü bayramlarda kurban kesimi yapılmakla birlikte özel günler için de sipariş alınıyor. İrtibat için 01786848347 nolu telefona 24 saat ulaşabilirsiniz.

39

63

Etlerin her müslümanın rahatlikla ve güvenle yemeleri için işletmeci etleri kendisi kesmekteayrıca aile ortamını oluşması için aile salonları bulunmakta. Talep olmasina rağmen kesinlikle alkol satışı yapılmıyor. Bizim Çorbacı24 saat açık olan şubeleriyle hizmet vermekte. Kısa bir süre önce 5. şubesi Essen kentinde açılan Bizim Çorbacı’da kokoreç, kumpir ve tantuni gibi hızlı satışlar olacaktır.

din


iş dünyası


Bakir isleme kültür

5

Derleyen: Harun ÖNDER

B

akırdan çeşitli alet, avadanlık, silah ve sanat ürünleri yapılması.” Ansiklopediler bakırcılığı böyle tanımlıyor. Bakırın bulunması tarih öncesine uzanıyor ve alet, silah yapımında kullanılan ilk maden olduğu da biliniyor.

sosyoekonomik yapı hayat tarzını hızla değiştirdiğinden dolayı, alüminyum, plastik gibi ucuz alternatif malzemeler ortaya çıkar. Bu durum da bakırcılığın gerilemesine neden olur. Geleneksel kültürün sürekliliği bu zanaatın tamamen yok olmasını önler. Ancak bakırıcılık sanatı azalarak da olsa devam eder. 1970’lerde ise turistik talebin el sanatlarında yoğunlaşması bakırcılığı da canlandırır ve iç talep de genişler. Bu defa bakır eşya mutfaklarda yemek pişirmek için değil, süs eşyası olarak kullanılmaya başlanır.

Selçuklu devrinde Anadolu’da çeşitli teknikler üzerinde başarılı bir şekilde çalışan gelişmiş maden sanatı atölyelerinin başında Konya, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre, Siirt, Harput, Erzincan ve Erzurum gelir. Gerek kitabelerinde verilen bilgilere dayanılarak, gerekse yapım tekniği ve üzerindeki motiflere dayanılarak Anadolu Selçukları’na mal edilebilen eserlerin her biri olağanüstü bir işçilik sergiler; kap cinsleri, formları, malzemeleri, yapım teknikleri ve süslemeleri bakımından büyük bir çeşitlilik karşımıza çıkar. Bakır kap yapım teknikleri, “dövme”, “dökme”, “sıvama (tornada çekme” ve “preste basma” olmak üzere dört ana bölüme ayrılıyor. Binlerce yıldan beri uygulanan dövme tekniği, bakır külçeyi çekiçlemek suretiyle şekillendirilen bilinen en eski teknik olarak çıkıyor karşımıza. Daha sonra döküm, tornada çekme, preste basma gibi teknikler gelişir ve, yakın dönemlere kadar bakır eşya mutfaklardaki yerini korur. Ancak, 1950’li yıllarda

65



รงocuk

67


68


รงocuk

69



mizah

71


istanbul 2012 atletizm şampiyonası :))


K ELE Ş

CH

Düğün, kına, nişan, sünnet ve tüm özel günleriniz için sipariş alınır. Daha fazla bilgi için bizi arayın.

İrtibat: 0172 2850044 01577 9698463 44653 Herne

‘S

ILLMOB R IL G



KOLAY

ORTA

ZOR






Eristeli Mercimek Corbasi 5

5

Malzeme Listesi

ek Erişteli Mercim ? Yapılır Çorbası Nasıl ık ayın ve 10 dakik a

m eği y Yeşil m erci ayın . k ra r k ada r h aşl n u süzün, te li k re n su y u k u ra oy a K k oy • ba rdağı su sıc a k 3 su . nı sağl ayın bıra kın . k ay n a m a sı e pişm eye v in ed e v a in i k o nE riştey i il • eğin pişm es m ci er m e v E rişte n. • c ağı k apatı ve tro l edin, o te rey ağını a d çük tava ü k ir b rı y A ın . • fifçe kızdır ave sıvıy ağı h a la rı y ağa il n ğa so ış m ıl ıy yk a k ik i M in dir il iğ • değişm eden i g n re in ed n. a r k av u ru y in b o la n a k ad soğa n a ekle si te a m o d iş m s en te el a d Ren . Do m • in i sağl ayın n u ve ve öz leşm es zu tu e c in fif çe k su y u n u h a erek o c ağı ed e v a il a d ba h a ratl a rı . m ern tı a p ka pişm iş o la n dığınız so su taşım la ir ır b z ıp a H ır • ile k a rışt te iş er e v ci m ek tın . em en k apa k ay n atın . H

1 su bardağı yeşil mercimek, 2/3 su bardağı ev eriştesi, 1 orta boy soğan, 1 büyük veya 2 küçük domates, 1/3 çay kaşığı karabiber, 1 çay kaşığı kırmızı pul biber, 1 tatlı kaşığı kuru nane, 1 yemek kaşığı tereyağı, 1 yemek kaşığı sıvıyağ, 1 tatlı kaşığı tuz

un!

Afiyet ols

80



Bären Apotheke Eczaci Hýdir Ateþ Bahnhofstr. 75 45879 Gelsenkirchen Her zaman hizmetinizde!

Sizin dilinizi konuþan Sizi Eczane! Tel: 0209 27 10 90 Fax: 0209 27 12 02 Hafta içi: 8:30-18:30 Cumartesi: 9:00-16:00

www.eczanemiz.de info@eczanemiz.de



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.