Mahya Dergisi NRW1 Ekim 2014

Page 1

Sayı 71 | Ekim 2014 | Ücretsiz NRW1

B A > E Y İ K R TÜ lteci konusunda sınıfta kaldı AB mü

2014

DİTİB Aylık Dergi




İÇ İ N DE K İ L E R 03

BİZDEN 7 19 21

Bizden makale ve haberler Bedirhan GÖKÇE: Büyüyünce Ne Olacaktın? Ahmet TURGUT: İslamiyet ve Türklerin Psikolojisi

DİN 23 25

Bir Konu Bir Ayet: Kötülükler Karşısında Af Mı Ceza Mı? Bir Hadis Bir Yorum: Merhamet Güneşi

MESNEVİ’DEN HİKAYELER 29

Köylünün Şehirli Dostunu Köye Davet Etmesi

AİLE 31

Çocuk ve Muhabbet

33

ATA’MIZA DAİR

35

HİKMETLİ SÖZLER TARİH

37

Beklenen Misafir

GÜNCEL 41

TÜRKİYE > AB AB Mülteci Konusunda Sınıfta Kaldı


_SAĞLIK Uyku Apnesi Nedir?

51

HUKUK Boşanma hk. Sıkça Sorulan Sorular

55

İŞ DÜNYASI Meslek Tanıtımı

57

> taAB E a sınıf RKİYsund kaldı TÜ AB mülteci konu

Kapak konusu - Sayfa 41

ABİDE ŞAHSİYETLER Abdurrahim Karakoç

59

KÜLTÜR Vitray Cam Sanatı

61

ÇOCUK

63

Vitray Cam Sanatı Sayfa 61

BULMACA Kare Bulmaca Sudoku Çengel Bulmaca

71 75 77

Yemek Tarifi

80

Yazar/Sena

Sa

Ahmet TURGUT İslamiyet ve Türklerin Psikolojisi anat, dilimize Arapçadan girmiş lime... Üzerinde Sayfa 25 uzlaşılmış gene

S

04

bir tanıma sahip değiliz. Lakin b ki; zevk, haz, rağbet misali bileşenleri


künye

IMPRESSUM/KÜNYE DİTİB Nürnberg e.V. Kurfürstenstraße 16 90459 Nürnberg

Bankverbindung/Hesap Numarası Commerzbank Nürnberg IBAN: DE94 7604 0061 0540 7739 00 BIC: COBADEFFXXX

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de

YAYIN KURULU

GENEL KOORDİNATÖR Harun Önder +49 (0)176 84747088 harun.oender@mahya.de WEB KOORDİNATÖRÜ Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de

Bülent Bayraktar buelent.bayraktar@mahya.de Av. Ender Sürekli ender.suerekli@mahya.de Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de

NRW Temsilcisi NRW DAĞITIM SORUMLUSU Orhan Arslanmirze +49 (0)159 01043848 orhan.a@mahya.de

Gökhan Önder goekhan.oender@mahya.de

Türkiye/İstanbul Muhabiri Koray Kuşkuş +90 (0)554 5618244 koray.kuskus@mahya.de

Mehmet Aznavuloğlu mehmet.aznavuloglu@mahya.de

KAPAK/GRAFİK TASARIM/BASKI AddGraphic info@addgraphic.de Mahya Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazı ve ilanlardan yazı ve ilan sahipleri sorumludur.

05

Alptuğ Demir altug.demir@mahya.de

Harun Önder harun.oender@mahya.de

Oğuz Yurtalan yurtalan@mahya.de Serhat Önder serhat.oender@mahya.de Talha N. Yıldız talha.yildiz@mahya.de Yunus Emre Turan emre.turan@mahya.de


DİTİB KÖLN

Almanyada’daki Türk İslam Toplumunun Onur Projesi Yapılacak olan bu Cami ve Kültür Merkezi, müslümanların bu toplumda kendilerini daha yerli hissetmelerini sağlayacak ve bu anlamda uyuma büyük ölçüde katkı sağlanmış olunacaktır. Cami, Dini Bilgiler Kursu, Eğitim Merkezi, Gençlik ve Spor Merkezi, Kadınlar Merkezi, Araştırma Merkezi, İlmi Kütüphane, Dinler Arası Diyalog Merkezi, Seminer Salonu, Konferans Salonu, Ticari Bürolar, Alışveriş Merkezi, Basın Merkezi, Kapalı Otopark, Çocuk Bakım Merkezi gibi sosyal ve kültürel birimlerini bünyesinde bulunduracak olan Merkez Camii, iki minare (55 metre) ve şeffaf parçalardan oluşan bir kubbeye (36,50 metre) sahiptir.

BU KALICI ESERDE SİZİN DE BİR KATKINIZ OLMASINI İSTİYORSANIZ 1. BANKA HAVALESİ YOLUYLA BAĞIŞ Empfänger: Türkisch-Islamische Union Kontonummer: 505566000 Bankleitzahl: 37040044 Commerzbank Köln Verwendungszweck: Merkez-Camii

2. TELEFON YOLUYLA BAĞIŞ

0 900 1070105 Sabit hattan bağışta bulunmak istiyorsanız (her aramada 5€)

06 12

MAHYA . EYLÜL 2010 20


bizden

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in Kurban bayramı mesajı

Bayram günlerinin hikmet, mağfiret ve bereket dolu olduğunu ifade eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, mesajında “Bayramlar, Allah’ın biz Müslümanlara lütfettiği birer armağandır. Bayramlar, hakkın, hakikatin, adaletin, iyinin, güzelin, mazlumun, fakirin, açın, kimsesiz ve muhtaçların yanında olma zamanlarıdır. Kurban Bayramı, hac dolayısıyla her türlü günahlardan ve kötülüğün kaynağı olan vasıflardan arınma, eksiklikleri giderme ve her türlü iyiliğin, güzelliğin bilincine erenlerin sevincini paylaşma, onlarla aynı iklimi teneffüs etme zamanıdır.” şeklinde konuştu. Bayramların müminleri birbirine yaklaştıran birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma günleri olduğunun altını çizen Başkan Görmez, mesajında şu ifadelere yer verdi; “Bu bayram, müminleri birbirine yaklaştıran birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma günlerinin adıdır…” Bu bayram, kesilen kurbanların paylaşılma-

07

sıyla müminleri birbirine yaklaştıran, böylece hem Rabbimize yakın olmayı hem de kardeşlerimizle bağlarımızı güçlendirmeyi sağlayan birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma günlerinin adıdır. Elbette Kurban Bayramı sadece kurbanların kesilerek etlerin paylaşılmasından ibaret değildir. Bilakis Kurban Bayramı, getirdiğimiz tekbirlerle, tehlillerle, tesbih ve telbiyelerle bize tevhid şuuru aşılayan, benliğimizi yenileyen, nefsimizi ezen, imanımızı coşturan kutlu günlerin adıdır. “Bu bayram, birlik içinde duanın ve yakarışın, statülerden arınarak eşitlenmenin, kendini bilmenin bayramıdır...” Bu bayram, birlik içinde duanın ve yakarışın, statülerden arınarak eşitlenmenin, kendini bilmenin, sabrın, hassasiyetin, hiç bir canı incitmemenin ve yok etmemenin, tarihe şahitlik etmenin, geçmişi idrak edip bütün


Müslüman halklarla bir arada Kâbe’nin etrafında geleceğe dair umut beslemenin bayramıdır. “Bayramımız kutlu, kurbanlarımız makbul, sevincimiz daim olsun…” Bu bayram müminlerin bir kısmının bütün ümmeti temsilen İslam’ın mukaddes beldesi Mekke’de, yalnız O’na ibadet edeceklerini, yalnız O’na sığınacaklarını ve O’ndan yardım dileyeceklerini, yalnız O’nu ekber kabul edeceklerini hatırladıkları, misaklarını yeniledikleri ve ülkelerine kutsal toprakların huzurunu taşıdıkları günlerden ibarettir. Böyle bir arınma yolculuğunun arefesinde, Arafat vakfesinde ellerimizi Rabbimize açtığımızda biliyoruz ki, bayram O’nun en nadide nimetlerinden biridir. Diyoruz ki, bayramımız kutlu, kurbanlarımız makbul, sevincimiz daim olsun. Bu nimetin değerini bilerek bayrama imanla, samimiyetle, tevazu ve teslimiyetle, yücelmiş ve arınmış olarak çıkanlara ne mutlu. “İslam dünyasında nice masum yavru, bayrama tanımlayamadığı bir hüzünle giriyor…” Müslümanlar son birkaç yüzyılı hep çile, sıkıntı, kargaşa ve kaos içinde geçirdiler. İslâm ülkelerinin birçok yerinde iç savaş, kırım, kıyım, terör ve şiddetin ardı arkası kesilmiyor. Bayramın tadını ve heyecanını hissedemeyen nice Müslüman anneler, evlatları için gözyaşı döküyor. Bayramda ailesine kavuşamayan nice Müslüman baba, savaşın ortasında bayramın huzurunu özlüyor. Ve nice masum yavru, bayrama tanımlayamadığı bir hüzünle giriyor. “İslam dünyasının kadim şehirleri, dünün esenlik ve barış yurtları bugün yaşanılması zor ve insanların terk ettiği beldeler oluyor…” Barışa hasret kalan İslam coğrafyasında, sokaklardan kurban değil mümin kanı akıyor. İslam dünyasının kadim şehirleri, dünün esenlik ve barış yurtları bugün yaşanılması

zor ve insanların terk ettiği beldeler oluyor. Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Myanmar, Arakan ve Mısır’da yangın sürerken, Gazze çağın korkunç silahlarıyla yıkılıyor ve yok ediliyor. Bu acı manzara karşısında bizler, dualarımıza kardeşlerimizi dâhil ederek içtenlikle Rabbimize yalvarıyoruz. Bayramlaşırken boğazımız düğümleniyor, karanlık gecelerin nurlu bir sabaha uyanması için milletçe elimizden geleni yapmak için çabalıyoruz. Her kimden ve nereden gelirse gelsin zulüm zulümdür diyor, mazlumlara gönlümüzü ve kapımızı açıyoruz. Aziz milletimiz tarihte olduğu gibi bugün de kendisine iltica eden mazlumlara ayrım yapmaksızın kucak açıyor, bu şerefli duruşu bir kere daha tarihe örnek oluyor. Rabbimizin bize lutfettiği merhamet duygusunun tecellisiyle muhacirlere ensar oluyoruz. Şükürler olsun ki şehirlerimiz her geçen gün şefkat ve merhametin yeryüzüne egemen olması için maddi ve manevi bir destek seline dönüşüyor. “Bizler, silahın değil yüreğin daha güçlü olduğunu ispatlayarak barışı ve esenliği pekiştirelim…” Şimdi bizler, silahın değil yüreğin daha güçlü olduğunu ispatlayarak barışı ve esenliği pekiştirelim. Evlatlarımızın, kardeşlerimizin, canlarımızın akan kanlarına dur diyelim. Ümitsizlik vadilerinde yuvarlanan insanlığa ümit olalım. Cennetini yitirmiş Âdem’in çocuklarına teselliler sunalım. Bu bayram, çatlak dudaklarımıza zemzem, çorak gönüllerimize inşirah olsun. Utançlarımızı, ayıplarımızı, pişmanlıklarımızı, ahlarımızı Rabbimizin rahmet kucağına dökelim. Kardeşin kardeşi kuyuya attığı, kardeşin kardeşe silah kaldırdığı bir çağda, Habil gibi engin, Yusuf kadar sabırlı, İbrahim gibi halim, İsmail gibi teslimiyet timsali olalım. “Bayram sevincini evlerinden, yurtlarından, ayrılmak zorunda bırakılarak ülkemize sığınan Suriyeli ve Iraklı kardeşlerimizden esirgemeyelim…”

08


bizden Bayram sevincini evlerinden, yurtlarından, topraklarından ayrılmak zorunda bırakılarak ülkemize sığınan Suriyeli ve Iraklı kardeşlerimizden esirgemeyelim. Haccın birliğini, Arafat’ın bilincini, bir olma birlik olma kıvancını ülkemize taşıyalım. Bu bayram, “Ben hanif (hakka yönelmiş) olarak, yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.” diyerek, Resul-i Ekrem’in sünneti üzere kurbanların kesildiği bayramdır. “Bayram kendini unutturmuyor, gönüller aydınlanıyor, yüzler gülüyor, ümitler yeşeriyor…” Allah’a hamd olsun ki, müminler, hac ibadetlerini ve kurban vazifelerini ellerinden geldiğince yerine getirmek için gayret sarf ediyorlar. Bayram kendini unutturmuyor; gönüller aydınlanıyor, yüzler gülüyor, ümitler yeşeriyor. Bayramın bereketi, gözle görülür, elle tutulur şekilde insanları kucaklıyor. Bu duygularla yeryüzünün her neresinde olursa

09



bizden

T.C. Berlin Büyükelçisi Sayın Hüseyin Avni Karslıoğlu’nun Kurban Bayramı Mesajı Almanya’da Yaşayan Türk Toplumunun Değerli Mensupları, İslam Dünyası’nın kutsal zamanlarından Kurban Bayramına bu yıl da erişmiş olmanın mutluluğunu yaşamaktayız. Biraraya gelerek hep birlikte kutladığımız ve aramızdaki kardeşlik ve dayanışma duygularını pekiştirdiğimiz Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum. Bayramlar her yaştan tüm kuşakların buluştuğu ve kaynaştığı, aynı zamanda da dini geleneklerimizin yaşatıldığı ve aktarıldığı önemli günlerdendir. Bu bilincin ve değerlerimizin Almanya’da doğan ve yetişmekte olan çocuklarımıza ve gençlerimize aktarılması önemli bir husustur. Dini geleneklerimizin hem toplumumuzdaki farklı kuşakları birbirine bağlayan, hem de Almanya’da yaşayan insanlarımız ile ülkemiz arasındaki bağları sağlam tutan bir değerler bütünü olduğunu unutmamalıyız. Öte yandan, çoğunluğunu Türk toplumunun oluşturduğu Almanya’daki dört milyonu aşkın Müslüman nüfusun dini ve sosyal ihtiyaçlarına yönelik son dönemdeki gelişmeleri memnuniyet verici bulmakla birlikte, yine son aylarda Almanya’da camiilere yönelik gerçekleştirilen saldırılar ile birlikte gündeme gelen İslamofobi’den de derin kaygı duyduğumuzu, bu çerçevede yetkili makamların gerekli önlemleri almalarını ve yapılan saldırıların faillerini tespit ederek cezalandırılmalarını beklediğimizi vurgu-

11

lamak istiyorum. İbadethanelerimize ve manevi değerlerimize yapılan saldırıları hiçbir gerekçe haklı kılamaz. Bizler dini geleneklerimizi en güzel ve en doğru şekilde yaşarken, dini değerlerimize de saygı gösterilmesini beklemekteyiz. Bu çerçevede, Alman dostlarımızın da bizlere vereceği destek ile toplumda İslamofobi’ye karşı güçlü bir dayanışmanın oluşmasını ümit ediyoruz. Almanya’daki Türk toplumu olarak dinimizi en doğru şekilde yaşayarak ve temsil ederek Alman toplumu ile dostluk köprülerini sağlamlaştırmaya devam edeceğimize inanıyorum. Bu düşüncelerle, Almanya’da yaşayan tüm insanlarımızın ve İslam Dünyası’nın Kurban Bayramını kutlar; bu müstesna günlerin herkes için barış, huzur ve mutluluğa vesile olmasını temenni ederim.


DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Aşıkoğlu’nun Kurban Bayramı Mesajı Allah’a gönülden bağlılığımızı ve kulluk bilincimizi tazeleyen, toplumsal dayanışmanın, kaynaşmanın ve dünyanın neresinde olursa olsun kardeşlerimizi hatırlayarak onların yardımına koşmanın en güzel örneklerini verdiğimiz bir Kurban Bayramına daha Yüce Allah’ ın kerem ve lütfu ile ulaşmanın huzur ve mutluluğunu yaşamaktayız. Mutluyuz, çünkü Rabbimize yakınlaşmak için emr-i ilahiyi yerine getiriyor ve kurbanlarımızı O’na adıyoruz. Kurban vekaletlerimizin, dünyanın en ücra köşelerinde yaşayan Müslüman kardeşlerimize ulaştığını ve onların sıkıntılarına bir nebze olsun deva olduğunu biliyoruz. Fakat bir o kadar da hüzünlüyüz, çünkü İslam beldelerinde akan kan ve gözyaşının tesiri altındayız. Baskı, zulüm ve tehdit altında zor şartlarda bulunan ve bayram coşkusunu yaşayamayan Müslüman kardeşlerimiz için, çocuklarımız için Yüce Rabbimize niyazda bulunuyoruz. Ayrıca şu anda, ülkelerinden ve yakınlarından ayrılarak Rabbimizin davetine icabet eden ve hac farizasını yerine getirmek üzere Sevgili Peygamberimizin risaleti tebliğ ettiği kutsal beldede İslam ümmetinin ıslahı, birlik ve beraberliği için dua eden milyonların duasına amin diyoruz. Kurban ibadeti bizlere Hz. İbrahim’in sadakatini ve Hz. İsmail’in (as) Allah’a olan teslimiyetini öğretmektedir. Yüce Rabbimizle yakınlık kurma yollarından biri olan Kurban ibadetinde aslolan, bu ibadetin sadakatle, samimiyetle, teslimiyetle ve ihlasla yapılmasıdır. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’ de, kestiğimiz kurbanların et veya kanının değil, bizim takvamızın, dindarlık bilinç ve duyarlılığımızın Allah’a ulaşacağını ifade et-

mektedir. İşte bu sebepledir ki, ihlas ve samimiyetle yerine getireceğimiz Kurban ibadetiyle hem yoksul ve kimsesizleri sevindiriyor, hem de Rabbimizin rızasına kavuşma yolunda adım atmış oluyoruz. Günümüz dünyasında yaşanan pek çok acı hadiselere rağmen Kurban Bayramı ile, günlük hayatın koşuşturması içinde unuttuğumuz insanî değerleri yeniden hatırlayalım. İçerisinde yaşadığımız Almanya toplumunda birlik ve beraberliği, birlikte yaşama kültürünü, sevgi ve hoşgörüyü hâkim kılmaya çalışalım. Farklı bireyleri, düşünceleri ve görüşleri ötekileştirmeden ve dışlamadan bir zenginlik olarak kabul edelim. Son zamanlarda Müslümanlara ve mabetlerimize yönelik olarak yapılan saldırılara karşı vakûr Müslüman duruşu sergileyelim. Hangi dine ve mezhebe bağlı olursa olsun, Allah adına veya din adına işlenen cinayetlere, baskı ve zulümlere Müslümanlar olarak dur diyelim. Bütün bayramların bayram gibi yaşandığı; yeryüzünde barış ve mutluluğun egemen olduğu; insan hakları, adalet ve hukukun gözetildiği; savaş, terör ve saldırıların geride kaldığı bir dünya için Kurban bayramının bir imkân olması düşüncesiyle, başta Almanya’da yaşayan Müslümanlar ve Alman kardeşlerimiz olmak üzere bütün İslam dünyasının Kurban Bayramını kutluyor, bu bayramın hepimize, insanlık âlemine hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Prof. Dr. Nevzat Yaşar AŞIKOĞLU DİTİB Genel Başkanı

12


bizden

DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Aşıkoğlu, Dernek Ziyaretlerine Berlin’den Başladı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, dernek ziyaretlerine Berlin’den başladı. DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Suat Okuyan ve Yönetim Kurulu Üyesi Ramazan Ilıkkan’ın eşlik ettiği ziyaretlerde Prof. Dr. Aşıkoğlu, Berlin Şehitlik Camii’nde Cuma namazı öncesi verdiği sohbetin ardından, Berlin Merkez, Mescid-i Aksa, Kocasinan, Yunus Emre, Akşemsettin ve Düsseldorf bölgesi Duisburg Merkez Camii derneklerinde din görevlileri, dernek yöneticileri ve cemaat ile bir araya geldi. Din görevlilerinden, bölgelerinde gerçekleştirdikleri faaliyetler ve vatandaşlarımıza yönelik olarak verdikleri hizmetlerle ilgili bilgi alan DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Nevzat

13

Yaşar Aşıkoğlu, “İnsan unsuruna çok önem vermemiz gerekiyor. Yetişmiş, kendine güveni olan, bulunduğu yerde değeri ve kıymeti bilinen gençlerimizin sayısını çoğaltmamız, öncelikli görevlerimizden olmalı. Bu güzel eserlerin hayata geçirilmelerinde büyük destek ve yardımlarını gördüğümüz insanlarımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Başarılı çalışmalarınızın devamını diliyorum“ dedi.


DİTİB Akademisi’nde “Uygulamalı Din Hizmetleri Modül B“ Programı Başladı

DİTİB Akademisi, Almanya Üniversitelerinde faaliyette olan İlahiyat Bölümlerinde okuyan öğrencilere yönelik, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı standartlarıyla ‘Uygulamalı Din Hizmetleri Modül B’ adı altında yürütülen özel bir eğitim programının ikinci aşamasını 08.09.2014 tarihi itibariyle başlattı.

Bu programla birlikte DİTİB Akademisi, Almanya üniversitelerinde faaliyette olan ilahiyat bölümleri derslerine ek olarak, üniversite ara tatillerinde din hizmetlerine ilgi duyan bayan ve erkek tüm öğrencilerin bu alandaki ihtiyaçlarını gidermeyi hedeflemektedir. Almanya’da ilahiyat öğrenimi esnasında ilmi temeller kazanılırken, özellikle Müslüman Türk cemaatlere yönelik hizmetlerde yeterlilik sahibi olmak birçok öğrencinin önde gelen arzusudur. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)

DİTİB Yönetim Kurulu Üyesi Ramazan Ilıkkan’ ın, dini, sosyal hizmetlerin önemi ve temelleri üzerine yaptığı anlamlı konuşma ile programın startı verilmiş oldu. 3 Ekim 2014 tarihine kadar sürecek seminerde, Frankfurt ve Münster İlahiyat bölümlerinden katılan 16 öğrenciye, “Kur’an-ı Kerim Eğitimi ve Öğretim Metotları, Cami İçi Din Hizmetlerinde Meslekî Uygulama ve Din Bilgisi, Cami İçi Din Eğitimi İlke ve Yöntemleri ile Materyal Tasarımı, Manevî Rehberlik ve Danışmanlık ve İletişim” gibi dersler sunulacak.

14


bizden

Genel Başkan Prof. Dr. Aşıkoğlu, Din Görevlileri ve Dernek Başkanlarıyla Bir Araya Geldi 17 Ağustos 12014 tarihinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı olarak seçilen Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, 25 Eylül 2014 tarihinde Berlin bölgesinde görev yapan din görevlileri ve dernek başkanlarıyla bir araya gelerek ilk toplantısını gerçekleştirdi.

Berlin DİTİB Merkez Camii konferans salonunda düzenlenen programa, DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Suat Okuyan ve Yönetim Kurulu Üyesi Ramazan Ilıkkan da katıldı. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan tanışma ve istişare toplantısında DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Aşıkoğlu, birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun önemi üzerinde durdu. Her gün daha güzele ve daha iyiye gitmenin yollarını hep beraber arayacağız. Almanya’da 1960’lı yıllardan bu yana Müslüman Türk kimliğinin varlığına değinen Prof. Dr. Aşıkoğlu: „Başlangıçta bu kadar imkanlarımız yoktu, ama zaman içerisinde imkanlarımız gelişti. Dini ve milli kimliğimizi korumak için kurumlar oluşturduk ve bu kurumlarla faaliyetlerimizi yürüttük. İnşallah bundan sonra hizmetlerimizi daha da ileriye gö-

15

türerek, her gün daha güzele ve daha iyiye gitmenin yollarını hep beraber arayacağız“ dedi. Dinimiz de tevhid esasına dayanır. Problemlerimizi birlik içinde aşacağız. Birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun önemine vurgu yapan Prof. Dr. Aşıkoğlu, konuşmasını şöyle tamamladı: „Sizlerin yardımıyla hep birlikte olmaya çalışacağız. Hep birlikte bir tevhid oluşturacağız. Dinimiz de tevhid esasına dayanmaktadır. O sebeple çok olacağız, ama çoklukta birliği oluşturacağız ve ortak hedeflerimizi gerçekleştirmeye çalışacağız. Yapabildiğimiz ölçüde bugünden yarına ve daha ileri gitmeye gayret edeceğiz. Problemlerimiz ve sıkıntılarımız olacak. Bu sıkıntıları el birliğiyle, güç birliğiyle, gönül birliğiyle aşmaya çalışacağız. Bizler kendi üzerimize düşeni, din görevlilerimiz, dernek yöneticilerimiz ve eyalet yöneticilerimiz kendi üzerlerine düşeni en güzel bir şekilde yapmaya çalışırlarsa daha güzel günlere ulaşırız. Zaman zaman bir araya geleceğiz, neler yapabiliriz diye müzakereler yapacağız. İnşallah insanımıza hizmet yolunda büyük çabalar sarf edeceğiz.“ DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, konuşmasının ardından Berlin bölgesi din görevlileri ve dernek yöneticileriyle teker teker tanışarak, kendileriyle istişarelerde bulundu. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)


Genel Başkan Prof. Dr. Aşıkoğlu, İlahiyat Öğrencileriyle Buluştu Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, Almanya’nın değişik üniversitelerinin İlahiyat Bölümlerinde okuyan öğrencilerle bir araya geldi.

DİTİB Akademisi tarafından ‘Uygulamalı Din Hizmetleri Modül B’ adı altında yürütülen özel bir eğitim programının ikinci aşamasına katılan öğrencilerle bir araya gelen Genel Başkan Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, beraberinde DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Suat Okuyan ve Köln Din Hizmetleri Ataşesi Ahmet Dilek ile birlikte öğrencilerle bir süre sohbet etti. İlahiyat alanı, farklı branşlardan oluşan disiplinler arası bir alandır. İlahiyat eğitiminin kendisine münhasır özelliği olduğuna işaret eden Genel Başkan Prof. Dr. Aşıkoğlu: İlahiyat eğitiminin, diğer bilimlerden daha değişik olarak çok farklı branşların ve alanların birbirleriyle kombinasyonlarından bir araya geldiğini ve interdisipliner bir alan olduğunu söyledi. Bu bağlamda İslam bilimleri, din bilimleri ve yardımcı bilimler alanlarının birlikte ilahiyat alanını oluşturduklarını belirtti. Kendini iyi yetiştiren ve geliştiren ilahiyatçıların gelecek ile ilgili kaygısı olmaz.

İlahiyat eğitiminde alanların birbirlerinden bağımsız gözükse de bir bütün olduğunu ve birbirleriyle çok yakın ilişkileri bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Aşıkoğlu konuşmasını şöyle tamamladı: “İlahiyatta edinilen bilgileri takviye eden sosyal bilimler ya da din bilimleri İlahiyat alanının olmazsa olmazlarındandır. İslam bilimleri ile din bilimleri birbirini tamamlar. Alanlar birbirlerinden bağımsız gözükse de bir bütündür parçalarıdır. Eksiklik duyduğunuz alanlarda genç ilahiyatçılar olarak kendinizi yetiştiriniz. Bir ilahiyatçı, çok bilgi ile donanmış olabilir. Fakat bu bilgi ve birikimin başkalarına aktarımında da yeterli formasyona sahip olmalıdır. Mümkün oldukça tahsil döneminizde ilahiyatın farklı alanlarındaki bilgilerinizi geliştirin. Bu seminerlerin bir özelliği de budur. Farklı kaynakları takip ederek kendinizi yetiştirebilirsiniz. Kendini iyi yetiştiren ve geliştiren bir ilahiyatçının gelecek ile ilgili kaygısı olamaz. Kendini iyi hazırlayan, yararlı hizmetler üreten kişiler mutlaka bir yerde istihdam edilir. Bilgi dağarcığınızı iyi doldurunuz. Eksiklik duyduğunuz alanların farkına varıp, o açığı nasıl kapatırım diye bir arayış içerisinde olunuz. DİTİB bu konuda sizlere yardımcı olmaktadır. Programa katılımınızdan dolayı sizleri tebrik ediyor, başarılar diliyorum.”

16


bizden

DİTİB Irkçılık & Ayrımcılıkla Mücadele Bürosu Bu sayfalarda siz değerli okuyucularımıza DİTİB’in ırkçılık ve ayrımcılığa karşı yaptığı çalışmaları, ırkçılık ve ayrımcılığın tanımını sunacagız. Daha fazla bilgi için http://www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de adresini ziyaret edebilirsiniz. Ayrımcılık karşıtı yasa (AGG) Genel Eşit Muamele Yasası (AGG) – diğer adıyla Ayrımcılık karşıtı yasa – ‘ırk’, etnik kimlik, cinsiyet, dini inanç ve dünya görüşü, engelli olmak, yaşlılık ve cinsel tercih nedeniyle mağduriyeti önlemeyi hedefleyen bir Federal Alman yasasıdır. Bu hedefin gerçekleştirilmesi için yasayla korunan şahıslar kendilerine karşı ayrımcılık uygulayan işveren veya özel şahıslara karşı hak talebinde bulunabilirler. Antisemitizm Antisemitizm, temelini milliyetçilik, sosyal darwinizm ve ırkçılığın oluşturduğu ve takriben 19. yüzyılın başlarından beri Avrupa‘da ortaya çıkmış olan bir Yahudi düşmanlığıdır. Nasyonalsosyalizm‘in baz aldığı ırkçılığa dayalı antisemitizm Alman İmparatorluğu‘nun (Hitler Diktatörlüğü) istila ettiği Avrupa‘da 1945 yılına kadar Holocaust diye adlandırılan yahudi soykırımına yol açmıştır. Antisemitizmin temelinde ise Ortaçağ Hrıstiyanlığı‘nın başlattığı Yahudi karşıtlığı ve Yeniçağ Yahudi karşıtlığı yatmaktadır. 1945 sonrası Antisemitizm ise Nazi idyolojisinin etkisinde gelişmiştir. Bu antisemitizm her ne kadar bir devlet idyolojisi olmaktan çıktıysa da, kullandığı steryotipler ve önyargı kalıpları bir çok ülkede farklı biçimlerde devam ettirilmektedir.

17

Uluslararası Antisemitizm Araştırmaları 1945‘ten beri bu olguyu açıklamaya çalışıyor. İslam karşıtı ırkçılık İslam karşıtı ırkçılık (İslamofobya veya İslam düşmanlığı da denir), Müslüman kimliğe sahip olduğu varsayılan şahıslara yönelik bir çeşit ırkçılıktır. Bu ırkçılığa sadece dinini yaşayan Müslümanlar değil, ayrıca bir takım yüzeysel özellikleri, kökeni ve kültüründen dolayı Müslüman kabul edilen herkes muhatap olur. Bu arada, kişilerin kendilerini nasıl tanımladığı veya dini inançlarının hayatlarında ne kadar rol oynadığı dikkate alınmadığı gibi, İslam‘ın farklı akımları arasında da herhangi bir ayırım gözetilmemektedir. Tam tersine, İslam bütün olarak özünde kötü kabul edilir. İslam temelinde gerici, kadın düşmanı, saldırgan ve terörist bir din olmakla suçlanır. Bu bağlamda Müslüman grubuna dahil edilen bütün insanlar değersiz görülmektedir. Ve bütün ırkçılık biçimlerinde olduğu gibi, burada da ötekinin (=Müslüman) değer kaybetmesi karşısında kendi kimliği (=hrıstiyanbatı kültürü) ek değer kazanmaktadır. İslam karşıtı ırkçılık bugünkü şekliyle 20.yy. sonlarından beri varken, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından ve müteakip savaşlardan sonra daha bir ivme kazanmış durumdadır. İslam karşıtı önyargılar bugün toplumun her kesiminde genişçe yaygındır. Bu atmosferi insanlık dışı propagandaları için sadece Naziler değil, ayrıca toplumun orta kesimine hitap eden aşırı sağcı popülist parti ve oluşumlar da kullanırlar.


Otonom Nasyonalistler / Özerk Milliyetçiler Otonom Nasyonalist adını daha ziyade (tüzel kişiliği olmayan) özgür birlikler veya cemiyetler (freie Kameradschaft) diye anılan gruplarda aktif olan Alman Neonazi gençler kullanmaktadır. Bu gruplar aşağı yukarı 2002‘den beri bilinçli olarak solcu otonom grupları örnek alıp onlar gibi faaliyet göstermektedirler. Behring Breivik, Anders Anders Behring Breivik (13 Şubat 1979 Oslo doğumlu) Norveçli aşırı sağcı bir toplu katliamcı(katil)dır. Kendisi 22 Temmuz 2011 Oslo‘da ve Utøya adasında, çoğunluğunu kamp yapmakta olan sosyaldemokrat bir gençlik organizasyonuna bağlı 77 insanın hayatını kaybettiği saldırıların failidir. Saldırıları yaptığı gün tutuklanan Breivik, ertesi gün geniş bir ifadeyle suçunu itiraf

etmiştir. Saldırılar sırasında 32 yaşında olan fail, cinayetleri işleme nedeni olarak; Norveç‘i İslam‘a ve ‚ Kültürmarksizmi‘ne‘ karşı koruma amacında olduğunu ifade etmiştir. Kendisi çok kültürlülüğe /multi kültüralizme karşı olduğunu ve iktidarda olan ve Norveç‘e ‚toplu bir şekilde Müslüman ithal etmekle‘ suçladığı Sosyaldemokratları ‚ mümkün olan en sert bir biçimde‘ vurmak istediğini vurgulamıştır. [5][6] Breivik‘in davası 16 Nisan 2012 terör ve kasıtlı işlenmiş toplu katliam gerçekleştirme gerekçesiyle başlatılmıştır. Breivik 24. Ağustos 2012 tarihinde Oslo Asli Mahkemesince savcılığın talebine karşılık akli dengesi yerinde / cezai ehliyete sahip bulunarak 77 insanı katletme suçundan 21 yıl hapse ve ardından emniyet gözetimi altına alınmaya mahkum edilmiştir.

SESSİZ KALMA DİTİB IRKÇILIK & AYRIMCILIKLA MÜCADELE BÜROSU www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de 18


bizden

Büyüyünce ne olacaktın? Bedirhan GÖKÇE

Yine klasik heyecan sardı herkesi Herkesi diyorum çünkü sınava girenden, dışarıda bekleyenler yani aileler daha heyecanlı. Bu heyecanın içi ne ile dolu bilmiyorum. A- Çocuğum çok çalıştı karşılığını alsın B- Başkalarının yanında boynumuz eğik kalmasın C- O kadar emek verdik heba olmasın D- Biz okuyamadık o okusun E- Hepsi Cevabı sizde kalsın, ben devam edeyim. Gelişen ülkemizde artık neredeyse her şehirde bir yüksek okul-üniversite var. Bu da demektir ki orta ve ortanın üstündeki her genç bu okullardan birine girebilir yani üniversite okumak eskisi gibi zor bir şey değil hatta biraz paran varsa özel üniversitede de okuyabilir. Peki nedir bu ailelerin telaşı ? Peki, nedir bu telaşın sınava girecek olan çocuğun ruh dünyasındaki karşılığı ? -Aman yavrum boynumuzu yere eğdirme ! -Baban gece gündüz çalıştı, sırf senin için aman ha ! -Senin dershane parana gitti annenin altınları ! -Her şeyin var, para sıkıntın yok, yediğin önünde yemediğin arkanda, kazanma da göreyim.

19

-En güzel okullarda okudun, kaç kişi var senin çevrende, senin imkanlarına sahip? Hadi biraz daha yumuşatıp, ezik sesle seslenenlere yer verelim. -Canım yavrum tek umudumuz sensin, halimizi görüyorsun. -Oku ve bizi bu hallerden kurtar yavrum, baban artık yaşlandı. -Kardeşlerin senin eline bakıyor yavrum, gir ve bitir. Bu yaklaşımların hepsi sınava girecek olan çocuğun üzerinde baskı oluşturacaktır ve gerginleştirecek muhtemel bildiğini de yaptırmayacaktır. Her sınava giren çocuk zaten en iyisine odaklanmıştır ama stres, var olanın da üstüne çıkaracak ve her yapamadığı soruda, yukarıda belirttiğim sorunlar alnından ter ter boşalacaktır. Peki ne yapacağız? Çok basit… Sen önemlisin yavrum diyeceğiz… Sınavdan bir gün önce akşam yemeğinde, çok sakin ve çok samimi olarak (çünkü çocuk sizi tanıyor ve yapaylığınızı hemen yakalar) şu kıvamda konuşmalısınız. Yavrum sen bizim için önemlisin. Sınavı kazandığında daha önemli, kaybettiğinde daha önemsiz olmayacaksın,


sen bizim canımızsın.

(yapmamış olsa bile)

Senin hakkında hangisi hayırlı ise biz onu isteriz. Üniversite kazanıp kötü arkadaş çevresi ve kötü alışkanlıklar sonucu hayatını, kendine ve ailesine zindan eden çok insan var, sen öyle olursun demiyoruz, olanların aileleri de mutlaka öyle demiyordu.

Bu tavrınız, zaten çocuğunuzun iç dünyasında bir hayıflanmaya sebep olacaktır. Ve bundan sonra ki sınavını dünden daha fazla dikkate alacaktır.

Bazen bazı işlerin olmaması olmasından daha hayırlı olabiliyor ama şimdi ailem benim kazanacağıma inanmıyor mu da acaba böyle konuşuyor diye düşünme. Biz senin hak ettiğini kazanacağını biliyoruz sadece senin üzülmene üzüleceğimizi ve senin kazanacağın sınavdan, senin bizim için daha kıymetli ve önemli olduğunu anlatmak istiyoruz. Allah seni sana mahcup etmesin yavrum, bize ya da çevremizdeki insanlara değil. Evet biz sana çok emek verdik, biz aileyiz ve zaten anne-baba olarak vermek zorundaydık, yarın senin çocuğun olduğunda, senin de yapmak zorunda olduğun gibi, bunu üstünde yük görme, biz görevimizi yaptık. Sınavda rahat ol stres yapma yeter, biz dualarımızla senin yanında olacağız ve sonuç ne olursa olsun hakkımızda bu hayırlıymış diyerek biz mutlu olacağız… Allah hiçbir emeği zayi etmez, senin emeğini de zayi etmeyecektir yavrum. Yavruna sarıl, alnından öp tut omuzlarından bak gözünün içine ve “sen önemlisin yavrum” de, “yarın senin ne olacağını bilmiyoruz ama ne olmayacağını çok iyi biliyoruz ve biz senin varlığınla zaten gurur duyuyoruz”

Hayat senin, çocuk senin, sınavsa sizin…!

Yavruna sarıl, alnından öp tut omuzlarından bak gözünün içine ve “sen önemlisin yavrum” de, “yarın senin ne olacağını bilmiyoruz ama ne olmayacağını çok iyi biliyoruz ve biz senin varlığınla zaten gurur duyuyoruz”

Yok eğer ki bu yazıyı okuduğunuzda sınav zaten olmuş bitmişse, sınavı kötü geçmiş olsa bile aynı şeyi söyleyeceksin; “Sensin önemli olan” diyeceksin, “Sen üzerine düşeni yaptın”

20


bizden

İSLAMİYET ve TÜRKLERİN PSİKOLOJİSİ Sanatçının Rabbi

Yazar/Senarist Ahmet Turgut’un kaleminden...

Ahmet TURGUT / Yazar - Senarist

Günümüz toplum psikolojisini ve grup davranışlarını şekillendiren tarihsel arka plana anat, dilimize Arapçadan girmiş bir kebaktığımızda üç ana etken göze çarpmakta: lime... Üzerinde uzlaşılmış genel geçer Sözlü kültür, göçerlik ve potlaç kültürü… bir tanıma sahip değiliz. Lakin biliriz ki; zevk, haz, rağbet misali bileşenleri vardır. Önceki yazılarımızda her üç konuyu müstakil Eskilerin diliyle zarafet ve letafet ister. Bilinçolarak ele aldığımız için detaya girmeden li emekler ve sıra dışı tasavvurlar sayesinde bunların dini hayatımızla olan uzlaşısını veya eserler verir. Göze, kulağa ve ille de gönülleçatışmalarını konu edinebiliriz. İslami geçmire hitap eder. şimizin bin yılı aşkın bir süreye dayanması ve birçok coğrafyada farklı kültürel kuşaklarda Birçoğumuz duymuştur. Peygamber Efendiyaşanması nedeniyle bazen girift bazen de miz (s.a.v.) ashabıyla beraber yürürken bir renkli sonuç ilişkileri gözlemlenebilmekte. hayvan leşiyle karşılaşır. “Dişlerine bakın, ne kadar güzel!..” der. Yani doneyi sunar. ResÖrneğin yazı ile olan ilişkimiz. Malum, Türkmin çirkin tarafına değil, hayvancağızın dişler binlerce yıl sözlü kültür kuşağında yer allerine dikkat çeker. Çirkindeki güzeli gösdılar. Göçerliğimiz bu durumu kâh besledi, terir. kâh bu durumun sonuçlarından biri oldu. 8. asırda başlayıp 11.asırda tamamlanan Şüphesiz ki; o diş ancak leşin içinde olunca Müslümanlaşma sürecimiz aynı zamanda güzelliğiyle dikkat çeker. Kuyumcunun göçerlikten yerleşikliğe geçiş sancılarında da önünden geçerken “Bakın, bembeyaz dişler zirve bir dönem. Bunun bir nedeni de yeni gibi sıra sıra inciler var!...” demenin sanatsal dinin dinamikleri elbette. bir karşılığı yok...

S

Bildiğimiz gibi İslamiyet şehirde doğmuş ve Nitekim tarih boyunca muteber bulunmuş ilk muhatapları şehirliler olan bir din. Kitaba sanatçıların belki de en büyük gayesi bu dayanması ve ilk emrinin “oku” olması nedeolagelmiştir. Onlar çirkinde bile mevcut güniyle İslamiyet yazılı kültürü yüceltiyor ve zelliği bulup muhataplarının önüne serebigöçebeliği hoş karşılamıyor. Haliyle hidayete len nadide şahsiyetlerdir. Günümüzde böyeren toplumun yazılı kültür ve yerleşikliğin lesi sanatkârları özler olduk. Zira sanatı ve kutsanmasına ilgisiz kalması mümkün değil. sanatçının neye hizmet ettiğini unutmuş Ancak geleneksel yapımız refleksif bazı didurumdayız. rençler gösterdi ve göstermekte. Kuran ile hukukumuz en bariz örnek. Okumaktan Sahi, sanatı itibariyle sanatçının Rabbi nedir? ziyade onu süslü kılıf ve muhafazalar içeri-

21

sinde odalarımızın başköşesine asıyoruz.

El-Musavvir olan Allah... Namazla ilişkimiz de buna benziyor. PeriyoVarlığı ve işleyişi hakkıyla tasvir eden... dik ve istikrarlı bir ibadet olduğu için kural Sûreti ve sîreti layığınca biçimlendiren... tanımaz göçer kültürel kodlarımız bu ibadeVe tüm tasarımların biricik sahibi olan Allah. te direnç gösteriyor. Oysa bedenen daha külfetli olmasına rağmen oruç ibadeti karşıSanatını Hakk’a amade kılmak derdindeki sındaki iştiyakımız daha yüksek. Bu konudaki bir sanatçı bu İsm-i İlâhiye tecelligâh olmak örnekler elbette daha da artırılarak devam zorunda... edebilir. Peki, Allah Musavvir İsmi üzerinden ne yapAltyapımızda ve toplumsal belleğimizde makta?.. mevcut olan Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, Bizim kıstaslarımıza göre “İyi” dediğimiz İslami umdelerle en çabuk örtüşen fenomşeyleri de biçimlendiriyor. Bizim kıstaslarıenimiz. Öyle ki, Arap fatihler veya komşular mızın “Kötü” dediği şeyleri de... eliyle Müslüman olan Türkler kısa süre içerisinde hâkim güç haline gelip Ümmetin Kılıcı Ayınıyla güzelliğe ve çirkinliğe de form verioluvermiştir. Haçlı Seferleri karşısında yaşanyor. Tabii esere muhatap olan bizlerin bakımış şanlı bir tarih bu konudaki en bariz örşıyla... nek sayılabilir. Zekat, sadaka ve yardımlar bahsinin potlaç kültürüyle örtüşmesi de ilk Sanatçı bu yüzden Rabbin Musavvir ismiandan dikkat çekenlerdendir. ne hürmet edebildiği ölçüde sanatında derinlik kazanabilmekte... Oysa tüm bu süreç içerisinde Türk Tarih Psikolojisi açısından hak ettiği ölçekte araşPeki, her sanatçı imanlı mı olmalı?.. tırılmamış bir durum meydana gelmiştir. Böylesi bir şart yok. Ama her sanatçı hakikatin aşkınlığını hissetmek zorunda. Nedir bu?.. Sıradan bakışla algılananların hakikat olmadığını idrak etmesi lazım ki; ideal olanı, “Türkler, Müslüman dünya içerisinde Ehl-i ütopya olanı ve rüyaya mukabil olanı takip Beyt sevgisinin bayraktarı oldular.” edebilsin. “Hayır, o konuda İran kültürü bizimkine göre İlk anda gördüğünü mutlak güzellik veya daha baskındır” diyenler olabilir. Lakin şunu mutlak hakikat gibi algılarsa bu algısının bilmek gerek, Türkler İran istikametinden Or-


tadoğu’ya girerken ve bu esnada Müslümanlaşmaya devam ederken Farisi toplum henüz Şia mezhebine bağlanmamıştı. Tarih de göstermektedir ki, İran’ı Şiileştirenler Safevi Türklerdir. Zaten burada söz konusu olan Şii Azerilik veya Anadolu Aleviliği de değildir. Mezheplerden bağımsız şekilde topyekûn milli bir refleksten söz ediyoruz. Bu durum pekâlâ tersiyle de teyit edilebilir. Örneğin diğer Müslüman toplumlarda nadiren de olsa “Yezid” ismine rastlanırken biz de bu asla mümkün değildir. Daha önemlisi “Muaviye” adındaki tavırdır. Ortadoğudaki çoğu ülkede bu isim sıklıkla kullanılabilmekteyken bizim kültür dairemiz zinhar dışlamıştır. Akademik ve teolojik düzlemde sahabe olması itibariyle onu “Hz.Muaviye” olarak ananlar bile evlatlarına bu adı vermekten her nedense çekinmektedirler. Üstelik Türkler, henüz Müslüman olmadıkları bir dönemde -sosyolojik açıdan- Araplar arasında yaşanmış olan Kerbela trajedisini deyim yerindeyse duyar duymaz içselleştirmiştir. Hz.Ali’nin yoldaşı Düldül’ü bile türkülerinde yâd etmeyi görev bilmiştir. Maktellerde tarihi hakikatlere muhalif olma pahasına İmam Hüseyin’e yardım için Orta Asya’dan gelen savaşçılar defaatle konu edilmiştir. Hatta bugünden geriye dönük yazılan veya söylenen konuyla ilgili tüm eserlerde Hz.Ali adeta gönüllerimizde binlerce yıldır bizimle olan bir kahramandır. Battal Gazi, Köroğlu ve daha niceleri itibarlarını kendi dönemlerinin Hz.Ali prototipi olmalarına borçludur.

İslamiyet öncesi binlerce yıllık tarihimizi özetlersek şu döngüyü fark etmekteyiz: Devletleşen tüm hâkim-kurucu Türk boyları sırtlarını zamanla –Çin, Farisi, Hint yahut Slav olan- yerel kültür ve topluluklara dayayıp, diğer Türk boylarını dışlamıştır. Peşi sıra gelen kardeş kavgalarıyla da bu Türki devletler birer birer yıkılmıştır. Mazlumu korumayı ve mağduru savunmayı kadim törenin birinci şartı sayan Türkler; nesebe dayalı kutsallığı, ataya ve onun hatırasına saygıyı da her zaman için yüceltmiştir. Kahraman kültü ve kurtarıcıyı takip dürtüsü Türk toplumlarını sembol isimlere bağlanmaya yöneltmiştir. Haliyle; Kerbela’yla sembolleşen bu trajik süreçte yaşanan ‘kardeş kavgası’ ve ‘mazlummağdur Evlad-ı Resul’ün katli veya horlanması’ Türkler açısından binlerce yıllık mazinin kısa ama çarpıcı bir özetidir. Hazır yeri gelmişken; Allah’ın salât ve selamı Resul’ün ve Al-i Beyt’inin üzerine olsun…

Öyleyse sorulması gereken şudur: “Türklerde Hz.Ali sevgisi neden diğer milletlere nazaran daha belirgindir?” Cevabın birçok dini veya sosyolojik açıklaması olabilir. Ancak “aslolan sebep genel Türk tarihindeki psikolojik alt yapımızda gizlidir” de diyebiliriz.

22


din

Dünyadave Selam Ahirette Selam Kötülük suçlar karşısında Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı af mı ceza mı? Doç. Dr. İsmail Karagöz – DİB Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanı

K

“Bir mümin tarafından bir seöy, kasaba ve şehirlerde birlamlalikte selamlandığınız zaman, yaşayan insanların zasiz ona daha güzel bir karşılık man zaman aralarında inanç verin aynı ileçıkar mukabele ve fikirveya ayrılığı veya çatışması edin.” ya da başka nedenlerle sorunlar (Nisa, 4/86.) Toplumlarda bu çıkabilmektedir. sorunları çözecek fertler tarafından nsanlar birve araya bilinen, sabit adil geldiklerinde bir sisteminin bir iyi dilek temennisi bulunması, suçun, maddî olarak veya maselamlaşırlar. Farklı kelimeler nevî cezasının belirlenmiş olması kullanılsa bütün kültürlerde ve cezanında, suça uygun olması geve dinlerde var olan durumdur rekir. Bu sebeple ilkelbir veya medenî bu. Bu toplumlarda bakımdan ilkbir bakışta bütün adalet“Bu siskonunun ele alınmasına ne gerek temi kurulmuştur. İnsanların, aravar?” şeklinde bir soru gelelarındaki sorunlarını bu akla sistemle bilir. Ancakgerekir. bir Müslümanın nazaçözmeleri Aksi takdirde rında birbiriyle karşıkavga,selamlaşma, dövüş ve cinayetler çıkar, laşınca adet olarak sıtoplumda kaos olur.tekrarlanan İnsanlara rehradan kelimeler değildir. Aksine ber olması için gönderilen yüce bu, şuurluKur’an-ı olarak yapılması kitabımız Kerim her gerekonuken bir nevi ibadet ve duadır. da olduğu gibi bu konuda da yol göstermektedir. Selamlaşma, hayata verilen bir anlamı “Kötülüğünsembolize karşılığı, onuneder. gibi bir Eğer kötülük,seona lamlaşma ve denk bir cezadır.hayatımıza Kim affeder ve esenlik arayı düzeltirse, barış getirmiyorsa, onun mükâfatı Allah’a aittir.kullanılan Şüphesiz Allah,kelizameler, sıradan ve uğurlimleri sevmez. Zulmekarşılama uğradıktan sonra, kendini lama dönüşür. Bu için) da savunupkelimelerine hakkını alan kimseye (ceza vermek selamın hayatiyetini bir yol yoktur.ruhunu Ceza yolu,ve ancak insanlara zulmekaybetmesi demektir. denler ve yeryüzünde haksız yere azgınlık edenler içindir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır. Aslında “selam” , bir dünya Kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bugörüşü elbette ve bir hayat felsefesidir. Her şey(Şûra, 40-43) azmedilecek işlerdendir.” den önce Allah-u Teala’nın güzel isimlerinden “selam”. NiteAyette geçen biridir “ceza” sözlükte bir kim sonunda şeyinnamazlarımızın karşılığı demektir. Sadece “Allahım! selamet işlenen birSelam suçunsensin; karşılığına değil de ancak sendendir.” diyerek dua yapılan güzel bir işin karşılığına ederiz. Çünkümükâfatına O, selametin yani ödülüne, dave

İ

23 23

esenliğin Böylece ceza denir.kaynağıdır. Türkçe’de bu kelimeO, kullarına huzur ve güven verir, onsadece suçun karşılığı olarak kullaları himaye eder. nılmaktadır. Kur’an’ın çok anlamlı kelimelerinYine Kur’an “silm”e, yaden biri olanmüminleri “seyyie” kelimesi ni hayatlarında barışsever ayette; kötü iş, kötülük, suç ve ve güven verici olmaya kullanılmıştır. davet eder. günah anlamında (Bakara, 81;“Müslüman, Nisa, 31) Çünkü başkalarının elinden ve dilinden güven ve se“Af” bağışlamak, yapılan kötülüğü lamette olduğu kimsedir” . Böylece cezalandırmaktan vazgeçmek; müminler topluluğu, şu ayette “ıslah” barışmak, arayı düzeltmek; belirtildiği gibi, yeryüzünde barış “zulüm” haksızlık etmek, yapılmave esenliğin teminatıdır: “Ey iman ması gereken bir şeyi yapmak, edenler! Hepiniz topluca barışilahî ve iradeye aykırı davranmak; güvenliğe (İslam’a) girin.”“intisar” zalime karşı koymak, zalimden hakkını Kur’an’ın almak; “bağy” zulüm, azSelam, dilinde müminler gınlık, fi tne ve fesat, bozgunculuk, için dünya ve ahirette evrensel bir mala vebir cana tecavüz etmek; “azparola, hayat felsefesidir. Peym-i umur” yapılması tasvip ve ise teşgamber Efendimiz’in dilinde vik edilen işler anlamına gelir. toplumsal barışın sağlanmasında Ayet-i kerime altı hüküm içermekpratik bir formüldür. Nitekim o, tedir: “Tanıdığınız tanımadığınız herkese selam verin.” buyurur. Bu müSuçsuzsözleriyle ceza olmaz barek insanlar arası ileBir insanın cezalandırılabilmesi tişimde altın kurallarından birini için bir suç işlemesi, yargılanması koymuştur desek mübalağa etmiş ve suç işlediğinin edilmesi olmayız. Böylecetespit Peygamber gerekir. Bir söz, eylem ve davranıEfendimiz, toplumun birlik ve beşın suç olabilmesi içinöneme de bir göreraberliği gibi hayati sahip vin konuda bilerek terk edilmesi bir bir kolay, fakat işveya bitirici yasağın kasten ihlal gerebir formül üretir. Buedilmesi beyanlarıyla kir.cemaat Kur’an’da bunun birçok örneği o, psikolojisine vâkıf, huvardır.ve Mesela bir insanıoluşzurlu mutlusuçsuz bir toplumun kasten öldüren, masında geçerlihırsızlık kurallarıyapan, bilen eşmeşru toplum düzenini bozan, fitsiz bir terbiyeci olduğunu bir kere ne çıkaran vekoyar. zina eden kimsenin daha ortaya Elbette ki bu cezalandırılması gerektiği bildirildurum, onun peygamberi kimliğimiştir. (Bakara 178-179; Maide 33; Nurbir 1) şey nin tezahüründen başka


Cezanın suça denk olması gerekir değildir. Bu husus ayette, “Kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülük,bizlere ona Peygamber Efendimiz’in denk bir cezadır. ifade öğrettiği şekliyle” cümlesiyle selam, ümmet edilmiştir. İşlenen verilen ceolarak bizim ortaksuça dilimiz ve parozanın “seyyie” olarak isimlendirillamızdır. Selam sayesinde biz, mesi, kötülüğün mukabili hangi dile mensup olursakolması olalım, sebebiyledir. Yoksa kötülüğe ve herkesle bir bağ kurarız. Bir selam suça ceza vermek kötülük mensup değildir vererek değişik milletlere güzeldir. Çünkü bu cezadost ile kötüinsanlara, “Ben seninle olmalüklere engel olunmaktadır. ya hazırım, benden endişelenmeCezanın olabilmesi için iki ne gerekgüzel yoktur, ben senin kardeşartın birlikte bulunması gerekir: şinim, bunu bilmeni isterim.” me(a) Bir suçun işlenmiş olması geresajlarını vermiş oluyoruz. kir. Suç olmadan ceza vermek zulümbir olur. İçten selamlaşma, adeta ileride (b) Cezanınsamimi suçun dostluklara dengi olmasıarakurulacak gerekir. Ceza suçun olmazsa lanan kapının sihirlidengi bir anahtarıadalet olmaz. dır. Güler yüzle bütünleşen bir selam, insanlar arası kurulacak sıcak Sabredip büyülü affedici bir olmak ve ilişkilerin formülüdür. suçlu ileşuuruyla barışmak erdemli bir bir İbadet gerçekleşen davranıştır aradaki buzların eriselamlaşma, Suçluyu suçu nispetinde cezalanmesi, kötü duygu ve düşüncelerdırmak adaletiçin olmakla birlikte, den arınmak yeterlidir. Çünkü selamlaşma şeytani vesveselemisli mislineile cezalandırmak başka re çekilir. Kin veadaleti husumet dübirset ifade ile mutlak sağlaşünceleri kalplerden silinir. mak zordur. Bu itibarla yüce Allah, sabredilip suçluların affedilmesini, “Selam vermek sünnet, almak ise suça karşılık verilmemesini ve barıfarzdır. Acaba buve farklılığın sebeşılmasını tavsiye teşvik etmekbi nedir?” soru akla tedir. Tahlilşeklinde ettiğimizbir ayetlerde bu gelebilir. Bunu şu şekilde izah ethusus, “Kim affeder ve arayı düzelmek önce tirse mümkündür: onun mükâfatıSelamda Allah’a aittir” davranmak bir fazilettir. Ancak işte seve “Kim sabreder ve bağışlarsa, lamın alınmaması insanlar arasınbu elbette azmedilecek işlerdenda ve küskünlüklere dir.kırgınlığa ” şeklinde dile getirilmiştir. sebep olabilir. Şeytani vesveselerin kalplere doluşmasına vereSaldırı karşısında nefsifırsat müdafaa bilir. İşte bu duruma mahal vermeşrudur memek için, verilen selamın İnsan; canına, ırzına ve malınaalınkarması daha büyük önem şı fiilîçok bir saldırı olduğubir zaman karifade etmektedir. şılık vermek, kendini savunmak hakkına sahiptir. Bu husus tahlil İnsanlar, koettiğimizzaman ayette,zaman “Zulmeselam uğradıknusunda arasında aytan sonra,muhataplar kendini savunup hakkı-

21

rım yapabilirler. Makam mevki, nı alan kimseye (ceza vermek için) zengin fakir, genç ihtiyar, kadın bir yol yoktur. ” şeklinde ifade edilerkek farklılık gözetebimiştir. arasında Karşılık ancak misliyle meşru lirler. Dünyevi değer ve kabuller, olur, fazlası zulümdür, sabredip insanları kategorize ederekiseonlara misliyle karşılık vermemek daha yaklaşılmamasına olabilir. hayırlıdır. “Eğer cezasebep verecekseniz Bu da,misliyle toplumda bulunsizedurum yapılanın cezalandırın. ması gereken uyumelbette ve ahengin Eğer sabrederseniz, bu, zedelenmesine, kardeşlik bağlarısabredenler için daha hayırlıdır. ” nın yolayette açabilir. Do(Nahl. zayıflamasına 126) anlamındaki bu hulayısıyla insana ve mevkisus açıkça ifade makam edilmektedir. Hakinden dolayı değil, sırfçalışmak insan olsız saldırıyı önlemeye ve ması verilmelidir. meşruhasebiyle müdafaaselam ölçüleri içinde karşılık vermek, kınamayı ve cezayı Müminlerin sulh ve esengerektiren birdünyası eylem değildir, hatta lik olduğu ahiretleri de böyleyerine göregibi bir erdemdir; fakat oladir. Yaptıklarına karşılık esenlik bildiğince sabredip özveride buyurdu cennetle mükâfatlanlunmakolan ise daha büyük bir erdemdırırlar. Melekler tarafından dündir yadan ahirete selam ve esenlik dilekleriyle uğurlanırlar. Zira dünyaZulüm ve azgınlık, cezalandırılmada daima hayır ve güzellik peşinsı gereken suçlardır de olmuşlardır. Yine onlar, dünyaZulüm ve azgınlık; fert, aile ve topda selamgüven ve selamet peşindeboollumların ve huzurunu duklarından ahirette deolmayan, bu şekilzan, ilahî iradeye uygun de karşılanırlar. Onlar Adnvecennetinsan haklarını ihlâl eden cezalerinin varisleri olup suçlardır. atalarından, landırılması gereken eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber orada melekler Allah zalimleri sevmez tarafından “Kötülüğünselamla karşılığı,ağırlanırlar. onun gibi bir “Size selam Tertemiz kötülük, onaolsun! denk bir cezadır.olarak Kim geldiniz. ebedi kalmak affeder veHaydi, arayı düzeltirse onun üzere cennete kendimükâfatı Allah’agirin” aittir”denir cümlesinlerine. den sonra, “Şüphesiz Allah, zalimleri sevmez” cümlesinin gelmesi Ama bunun daBununla ötesindeverilmek onlara çok anlamlıdır. verilen müjde, merhamet istenen esas mesaj şu olabilir: kaynağı olansöz, Allah-u tarafınGünah olan eylemTeala ve davranışdan bizzatolduğu selamlanmalarıdır. “O’ lar zulüm gibi, zalimi cezana kavuşacakları gün müminlere landırmamak da zalimin cezalanyönelik esenlik dileği “selam” dırılmasında haddi aşmak da olacaktır.” . “Zaten orada kendi aralazulümdür. Zulüm ise her halükârda rındaki dileğide dezalimi “selam” kötüdür,esenlik Allah zulmü de dan başkası olmayacaktır.” diye sevmez. de buyrulmaktadır Yunus suresi 10. ayetinde.

24 24


en sevgili Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal Din İşleri Yliksek Kurulu Üyesi

MERHAMET GÜNEŞİ Cabir b. Abdullah (r.a.)’dan nakledildiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Benimle sizin durumunuzun örneği ateş yakan bir adamın örneğine benzer. Pervane ve kelebekler ateşe düşmeye başlayınca adam onları engellemeye çalışır. Ben de sizi kuşağınızdan tutup ateşten korumaya çalışıyorum ama siz elimden kaçıp gidiyorsunuz.” (Müslim, Fedâil, 19.) Hadis-i şerif, Cenab-ı Hakk’ın, kullarına merhametinin bir tecellisi olarak, âlemlere rahmet olarak gönderdiği (Enbiyâ, 107.) sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’nın, insanları ebedî felaketten kurtarmak için gösterdiği çabanın çarpıcı bir tasviridir. Bir ışık kaynağı olarak yöneldikleri ateşin biraz sonra kendilerini yakacağından habersiz kelebek ve pervaneler nasıl kendilerini adeta ateşe atıyor ve ateşin başındaki adam da onları uzaklaştırmaya çalışıyorsa, sevgili peygamberimiz de, ebedî bir felakete ve can yakıcı bir azaba yöneldiklerinin farkında olmayan gafil insanları birer birer yakalayıp sahil-i selamete çıkarmak için çırpınıyor fakat onlar ısrarla ateşe doğru koşuyorlar. Onun bu canhıraş çabasına, “Bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, neredeyse onların ardına düşüp kendini helak edeceksin.” (Kehf, 6.); “Onlar iman etmiyor diye, neredeyse kendini yiyip tüketeceksin.” (Şuarâ, 3.) ayetleriyle şahitlik eden Cenab-ı Hak, dalalet ve hidayetin kendi elinde olduğunu bildirdikten sonra, “O halde, iman etmemelerinden ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların ne yaptıklarını çok iyi biliyor.” (Fâtır, 8.) buyurarak rahmet elçisini teselli etmiştir.

25

Rahmeti her şeyi kuşatan (A’râf, 156.), şefkat ve merhameti kendisine ilke edinen (En’âm, 12, 54.) ve müminlerin birbirlerine merhamet tavsiyesinde bulunmalarını isteyen (Beled, 17.) Cenab-ı Hakk’ın insanlara merhametinin en açık delillerinden biri de gönderdiği elçilerdir. Bu elçilerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.s.), bütün hayatı boyunca şefkat ve merhametin timsali olmuş, toplumsal hayatın her alanında, söz ve uygulamalarıyla ümmetine âdeta bir merhamet eğitimi vermiştir. Onu elçi gönderen Allah’ın beyanıyla, çevresindekilerin sıkıntı çekmesi ona ağır gelmiştir. Çünkü o, müminlere karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe, 128.) Allah’ın rahmetinin bir yansıması olarak etrafındakilere yumuşak davranmış (Âl-i İmran, 159.), onları asla kırmamıştır. Bilmeyerek üzdüğü ve ağır gelebilecek sözler söylediği kimselere, bu sözlerinin bir tezkiye ve rahmet vesilesi olması için Allah’a dua etmiştir. (Müslim, Birr, 89.) Müminlerin, birbirlerine merhamette, sevgi ve ilgide, rahatsızlanan bir organın ızdırabına ortak olan bir beden gibi olmalarını tavsiye etmiştir. (Buhârî, Edeb, 27.) “İnsanlara merhamet etmeyene Allah’ın da merhamet etmeyeceği” (Buhârî, Tevhid, 2.) hadisiyle


bu merhamet şemsiyesinin sadece müminleri değil, bütün insanları kapsadığına işaret etmiştir. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” (Buhârî, Edeb, 27.) genel uyarısıyla da, hayvanlara kötü muameleden, (Müslim, Tevbe, 25; Nesâî, Dahâyâ, 41.) bireysel ve toplumsal hayatın her alanına kadar, şiddetten ve aşırılıktan uzak durulmasını istemiştir. Bu sebeple, Allah’ın nimetlerinden kendilerini mahrum etmek isteyenlere müsaade etmemiş, (Buhârî, Savm, 51; Ahmed b. Hanbel, 5/266.) ailesine şiddet uygulayanlara göz yummamıştır. (Nesâî, Talak, 53.) Çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevgi ve şefkati yadırgayan bedevi araplara merhamet dersi vermiştir. (Buhârî, Edeb, 18.) Oğlunun ve torununun hastalık ve vefatlarında tutamadığı gözyaşlarına şaşıranlara, merhametin insani bir duygu olduğunu hatırlatmıştır. (Buhârî, Cenâiz, 43; Merdâ, 9.) Onun merhameti,çocuğu ağlayan anneye sıkıntı vermemek için, uzun kıldırmak istediği bir namazı kısa kesmesine kadar uzanmıştır. (Buhârî, Ezan, 65.) Nihayet, kendisine ve müminlere karşı en ağır baskı ve zulmü reva gören Mekkeli müşriklere karşı, eline fırsat geçtiği halde, engin merhametinden dolayı, misilleme bile yapmamış, peygambere yakışan bir âlicenaplıkla onları affetmiştir. (Sîretu İbni Hişam, 4/41.) Her işine, sonsuz merhamet sahibi Allah’ın Rahman ve Rahîm isimleriyle başlayan mümin, aslında, bütün varlık âlemiyle bir merhamet Hz. Muhammed ilişkisi kuracağının sözünü de vermiş olmaktadır. Bu söz, bir bakıma, (s.a.s.), bütün hayatı canlı-cansız bütün varlıklara karşı sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşboyunca şefkat ma yükümlülüğüdür. Bu bilinçle hareket eden insan, başkalarına zave merhametin rar vermek bir yana bilerek bir karıncayı incitmekten bile rahatsız timsali olmuş, olur. Başkalarının acısını paylaşır, derdiyle hemdert olur. Dünyanın toplumsal hayatın neresinde olursa olsun zulme ve haksızlığa uğrayanlara, felakete düher alanında, söz çar olanlara, açta açıkta kalanlara, yardım için çaba sarf eder, hiç olve uygulamalarıyla mazsa dualarıyla kalbinde onlar için bir yer ayırır. İslam’ın merhamet ümmetine âdeta eğitiminden geçmiş mümin, başta ailesi, akrabaları, komşuları ve çabir merhamet lışma arkadaşları olmak üzere toplumun her kesimiyle sağlıklı bir eğitimi vermiştir. ilişki ve iletişim içinde olur. Mümkün olduğunca çatışmadan, kavgaOnu elçi gönderen dan ve stresten uzak bir hayat sürdürür. Sevgi dolu yüreğinde kine, Allah’ın beyanıyla, nefrete, düşmanlığa, fesada ayıracak yer bulamaz. Mevlana’nın dediği çevresindekilerin gibi, öfke ve kızgınlıkta ölü gibi, şefkat ve merhamette güneş gibi sıkıntı çekmesi ona olur. Yunus’un; “Sövene dilsiz gerek / Dövene elsiz gerek” diyerek taağır gelmiştir. Çünkü nımladığı dervişlik kadar olmasa da, dilini sövmeden, elini dövmeden o, müminlere karşı uzak tutar. son derece şefkatli ve merhametlidir. Geçmişten günümüze, sevgisizliğin ve acımasızlığın ne büyük felaketlere yol açtığı dünyamızda bugün de muhtaç olduğumuz en önemli hasletler sevgi ve merhamettir. Bireylerden toplumlara kadar, hangi kamuflaj altında olursa olsun, her çatışmanın, bölüşemediğimiz her şeyin altında sevgi, anlayış ve merhamet eksikliğinin yattığını söylemek yanlış olmaz.

26


• Banka/Kredi/Ev/Vergi Borçlarını nasıl ödeyeceginizi bilmiyorsanız! • SCHUFA´ya borçlarınız bildirildiyse! • Maaş ve Banka hesabınıza haciz (Lohnpfändung/ Kontopfändung) geldiyse! • İcra Memuru (Gerichtsvollzieher) gelecekse! • “Yeni İflas Yasası” / 3 yılda borçlardan kurtulma! Rechtsanwalt ERTEKİN CEYLAN Fachanwalt für Strafrecht Friedrich Alfred Str.80 47226 Duisburg T 02065/ 76 48 40 F 02065/ 76 48 42


Siz de mi fazla ödüyorsunuz?

*

28.11.2014 tarihine kadar bize uğrayın, Almanya‘nın güçlü ve güvenilir araba sigorataları arasında size özel bir ücretsiz kıyaslama yapalım. Eğer ciddi bir tasarrufunuz var ise, tüm değiştirme işlemlerini sizin için biz hallediyoruz.

%

65 r/

da

ka 5‘e

0

85

irimedin! d n i arruf s

r ta

da

a ak €‘y

6

*%

Geleceğinizi garanti altına alın! Tüm sigorta ve tasarruf ile ilgili sorularınızı bize iletebilirsiniz. En güvenilir sigorta şirketleri ile bağımsız çalışıyor, sizin için 10 yıldan bu yana en uygun çözümler sunuyoruz.

K

Versicherungsmakler Wölckernstr. 41 Nürnberg-Südstadt Pazartesi–Cuma saat 09:00–17:00 (Hummelsteiner Weg köşesi / Aydın Pastanesi, ZaRa Markt yakınında)

Telefon 0911 932 04 55 İbrahim Kabayel, Versicherungsfachmann (BWV) Faks 0911 932 04 54 | E-Posta bilgi@iboyasor.de


mesneviden öğütler

Köylünün Şehirli Dostunu Köye Davet Etmesi

Köylünün birinin bir şehirliyle ahbaplığı vardı. Köylü şehire indiğinde şehirli dostunun evine gider kurulur, aylarca yer içer, şehirlinin dükkanına gider ihtiyaçlarını temin ederdi. Köyüne dönerken şehirli dostu bütün ihtiyaçlarını temin eder ondan para pul almazdı. Köylü her şehire gelişinde şehirli dostunu köye davet eder: - “Sevgili dostum, sen hiç gezmeye gitmez, şehirden dışarıya çıkmaz mısın. Allah aşkına bütün aileni, çoluk çocuğunu, akrabalarını alıp köye gel şimdi bahar, tam da gül mevsimi, köyde her yer güllük gülistanlık, her yer cennet gibi... Eğer şimdi gelmezsen bari yazın meyve, sebze zamanı gel bana misafir ol aylarca sana ve ailene hizmet ederek mutlu olayım.” dedi. Şehirli onu başından savmak için geleceğini vadetti. Bugün, yarın derken aradan sekiz yıl geçti. Köylü her yıl: - “A efendim ne zaman geleceksin bu yıl da kış geldi çattı.” deyince şehirli dostu bir bahane bulur: - “Bu yıl felan yerden misafir geldi, filan iş çıktı gelemedim, seneye gelirim.” diye başından savmaya çalışırdı. Bunu duyan köylü üzülür, yakınır, yalvarırdı: - “Ey sevgili dost, ailem, çocuklarım seni bekliyor, hasretle yollarını gözlüyor, bizi daha fazla bekletme ne olur.” Aradan aylar yıllar geldi geçti. Köylü şehire gelip aylarca kalma alışkanlığını sürdürdüğü gibi şehirliyi köyüne davet etmeyi de sürdürdü. Köylünün bu samimi ısrarı üzerine şehirlinin hanımı, çocukları: - “Senin köylüye bu kadar hakkın, bu kadar emeğin geçti. Adam bizi davet edip duruyor, artık bir de biz gidip onda misafir olalım.” demeye başladılar. Bunun üzerine şehirli de köye gitmeye karar verdi. Hazırlıklar tamamlandı. Şehirli ailesiyle birlikte köye doğru yola çıktı. Köyün yolunu bilmediklerinden aylarca oradan oraya dolaştılar, günlerce yollarda perişan oldular. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra şehirli, dostunun köyüne varıp kapısına geldi. Bir anda bütün yorgunluklarını, perişanlıklarını unuttular. Nihayet köye gelmiş, menzile ermişlerdi. köylü dostları şimdi bin bir ikramla onlara çektiklerini unutturacak ikram ve hizmetlerde bulunacaktı. Fakat hayret köylü dost onlarla hiç mi hiç ilgilenmiyordu. Şehirli köylünün kapısına varıp: - “Sevgili dostum beni davet edip duruyordun. İşte geldim.” dedi. Köylü sanki hayatında ilk defa şehirliyi görüyordu: - “Sen kimsin, seni tanımıyorum.” deyince şehirli: - “Nasıl olur yıllarca her şehre gelişinde evimde misafir kaldın, aylarca sana hizmet ettim beni nasıl tanımazsın.” diyecek olduğunda köylü: - “Ben Allah aşkıyla öylesine kendimden geçmişim ki hiçbir şeyin farkında olmadığım gibi, senin de kim olduğunu bil-

29


miyorum, seni tanımıyorum.” dedi. Şehirli perişan bir vaziyette ailesinin yanına döndü. Günlerce yürümüş, yollarda perişan olmuşlardı. Adım atacak halleri yoktu. Uzun zaman köylü dostunun kendilerini tanımasını ve içeri almasını aç susuz beklediler. Fakat nafile aradan beş gün geçti gündüzleri sıcaktan kavrulup geceleri soğukta titrediler. Beşinci gece şiddetli bir yağmur başladı. artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Şehirli köylünün kapısına vararak yumruklamaya başladı. Köylü, uzun bir bekleyişten sonra nihayet bin bir nazla kapıyı açtı: - “Kimsin, ne istiyorsun, ne var?.” deyince Şehirli: - “Bütün yaptıklarım sana helal olsun istersen beni öldür, yalnız bu karanlık ve yağışlı gecede bize sığınacak bir yer ver.” dedi. Köylü: - “Orada bağcının gece eline yayını alarak kurtları beklediği bir kulübe var, eğer yayı eline alıp kurtları beklemeyi göze alırsan, bu hayvanlarımı beklersen, orayı size veririm, orada kalın yoksa istediğin yere gidebilirsin.” dedi. Şehirli seve seve bunu kabul etti: - “Aman o kulübeyi göster ne olur, sabaha kadar gözümü kırpmadan bekler, eğer kurt gelirse onu okla vururum, bundan başka da ne istersen yaparım yeter ki bu karanlık gecede bizi bu şiddetli yağmurun altında bırakma..” dedi. Şehirlinin ailesi o küçücük kulübeye sığındı, bu daracık yerde adeta üst üsteydiler, gecenin karanlığı, yağan yağmur, onları perişan etmişti. Şehirli eline okunu yayını alıp kurt beklemeye başladı. “Eğer kurt gelir de ben görmeden bir zarar verirse köylü saçımı sakalımı yolar.” diye düşünüyor, gözlerini dört açıyor, her tarafı dolaşıyordu. Derken karanlığın arasında bir kıpırdanma fark edince, kurdun geldiğini sanıp oku fırlattı. Kurdu vurdu. Kurt tepeden yuvarlanırken yellendi. Bunun üzerine köylü yatağından fırlayıp geldi. Bağırıp çağırmaya başladı: - “Bre ahmak sen ne yaptın benim sıpamı vurdun!...” dedi. Şehirli şaşırdı: - “Aman efendim ne sıpası, hayvanlara zarar vermesin diye kurdu vurdum.” Köylü iyice kızdı: - “Ben tanımaz mıyım, benim sıpamı vurdun!..” Şehirli iyice şaşırmıştı: - “Bu karanlık ve yağmurlu gecede bunu nasıl anladınız, sıpayı kurttan nasıl ayırt edip tanıdınız?.” dedi. Köylü: -“Sıpayı yellenmesinden tanıdım.” deyince şehirlinin kanı beynine sıçradı. Köylünün yakasına yapıştı: - “Bre ahmak, bre sersem sahtekar...Hani Allah’ın (c.c) aşkından kendinden geçmiştin. Hiçbir şeyin farkında değildin. Gece yarısı bu zifiri karanlıkta bir eşek sıpasını yellenmesinden tanıyorsun da, gündüz ortası kırk yıllık dostunu tanımıyorsun. Masken düştü sahte-krlığın ortaya çıktı. Sıpanın yellenmesi seni rüsva etti, gerçek yüzünü ortaya çıkardı. İşte, Allah (c.c) insan böyle rezil eder.” dedi.

30


aile

ÇOCUK ve MUHABBET Mahmut Celal ÖZMEN / Araştırmacı - Yazar İnsanların en önemli özelliği, manevi ve ruhi yapıya sahip olmalarıdır; bu manevi yapı eğitilerek güçlendirilmelidir. Elbette bu yapıya sahip insan, olgunluğun bir noktasına kadar yetiştiğinde kendisini bağımsız bir hâle getirir, artık anne ve babasına ihtiyacı olmaz. Anne-baba ve eğitimciler çocukların maddi yönden gelişmelerine özen gösterdikleri gibi, onların manevi duygularını geliştirmeye de dikkat etmelidirler. Bunu dikkate almamak insanın beden yönünden gelişmesine ancak ruhi ve manevi yönden zayıf kalmasına sebep olur. Bunun tam tersi de mümkündür; bir kimsenin bedeni yönden cılız ve zayıf olup, ruhi yönden güçlü, kuvvetli ve dirençli olması da mümkündür. İnsanın bedenini bir bademin kabuğuna, ruhunu da bademin içindeki yumuşak çekirdeğe benzetebiliriz. Elbette herkesin de bildiği gibi, bademin kabuğundan daha çok, içi ve özü önemlidir. Kabuk ise daha çok koruyucudur. Kur’an-ı Kerim insanın bu yönü ile ilgili olarak “öz” tabirini kullanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bazı insanlar hakkında “ulul elbab” (öz ve akıl sahipleri) tabiri kullanılmıştır. Elbette öz ve akıldan kasıt kafamızda yer alan beyin değildir; insanın ruh yapısıdır. İşte insanın bu özelliğini terbiye etmek ve güçlendirmek gerekir. Bir çocuğun vitamine, güneş ışığına, temiz havaya ve buna benzer şeylere ihtiyacı olduğu ve bunların temininde kusur edildiğinde onun gelişiminde aksaklıklar görüldüğü gibi, aynı çocuğun ruhunun da, gıdaya ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Ruh için gerekli olan en önemli ve etkili vitamin ise “muhabbet ve sevgi vitamini”dir. Bazı baba ve anneler, çocuklarının her yön-

31

den ihtiyaçlarını karşılarlar; başka bir deyişle yiyecek, giyecek, iyi bir hayat ortamı sağlamak gibi şeylere özen gösterir ama çocuklarına gerekli ilgi ve muhabbeti göstermeye önem vermezler. İşte bu çocuğun ruhi yönden gelişmemesine ve zayıf kalmasına sebep olur. Sağlıklı bir görünüşe sahip olduğu halde, sürekli sıkıntı içinde olup üzgün olan bir çocuğa rastlamışsınızdır mutlaka. Hakkında az bir araştırma yapıp, yaşantısına baksanız, sevgi ve muhabbet yönünden daha az ilgi gösterildiğini ve sevgi ve ilgiden yoksun olmasının bu çocukta kötü bir tesir bıraktığını göreceksiniz. İlgi ve muhabbetten yoksun bir çocuk, susuzluk çeken, susamış bir insana benzer. Susamış bir insan su bulduğunda, o su düşmanın elinde olsa bile, susuzluğunu gidermek için ona doğru gider ve ihtiyacını giderir. Eğer anne ve babalar evlatlarına sevgi ve ilgi göstermezlerse, düşmanı olsa bile çocuklar, bu sevgiye olan ihtiyaçlarını gidermek için kendilerine sevgi gösteren herhangi bir şahsa bağlanırlar. Bundan dolayı zararlı insanlar, baştan çıkarmak istedikleri çocukları, ilgi ve muhabbet yoluyla kendilerine çekerler. Toplumun bu kara noktaları, muhabbetten yoksun olanların, neye susamış olduklarını iyi bilirler. Bir çocuğun da bu ilgiden etkilenmesi doğaldır; her ne kadar onlar için bu bir yenilgi olsa bile. Çocuklar nerede sevgi görseler oraya doğru yönelirler, aynı susuz kalmış bir insanın su olan yere önelmesi gibi.


Bazı anneler, çocuklarına yaptıklarını fazla görüp, evlatlarının bunca zahmetten sonra kendilerine saygı ve sevgi göstermediklerini, üstelik başka şahıslara karşı daha yakın davrandıklarını görünce üzülür ve şaşırırlar. Bunun sebebi, anne ve babaların çocukları için maddi yönden rahat bir hayat ortamı sağlamak için yeterince zahmet çekmelerine rağmen, bundan daha önemli olan ilgi ve sevgiden onları mahrum etmeleridir. Çocuğun sevgiye olan ihtiyacı doyurulmadığından dolayı size olan ilgisi azalmış ve uzaklaşmıştır. Bunun yerine ona sevgi ve muhabbet gösteren başka şahıslara yönelmiştir. Başka bir ifadeyle çocuklar doğal olarak kendilerine sevgi, ilgi ve dostluk gösteren şahıslara karşı bağlılık hissederler. İşte bu doğal yapı, doğru yolla tatmin edilmediği zaman çok tehlikelidir. Şeytanlar bu yapıdan iyi bir şekilde istifade edip, çocukları fesat ve kötülüğe doğru çekmekteler. Yani şeytanlar bir insanı kendilerine doğru çekmek istediklerinde bu zaaf noktasından yararlanırlar.

sinde, onlar kendi dünya ve ahiretlerini tehlikeye atmaktadırlar.

Eğer anne ve babalar evlatlarına sevgi ve ilgi göstermezlerse, düşmanı olsa bile çocuklar, bu sevgiye olan ihtiyaçlarını gidermek için kendilerine sevgi gösteren herhangi bir şahsa bağlanırlar.

Gençlerimizin bir kısmı bazı kötü niyetli ve azgın insanların oyunlarına gelip, aile ve sağlıklı toplumsal çevrelerinden uzaklaşarak, bu kötü emelli şahısların etkisi altına girmektedirler. Bunun temel nedeni ise, anne ve babanın çocuğunun maddi ihtiyaçlarının yanı sıra, onun manevi ve ruhi ihtiyaçlarını dikkate almamaları ve onların muhabbete olan susamışlıklarını göz ardı etmeleridir. Çocuklarını dış dünyaya karşı korumasız ve aciz hâlde bırakmalarının netice-

32


atamıza dair

‘‘Türk Milleti Kurtuluşl Savaşı’ndan beri, hattâ bu Savaşa atılırken bile mahkum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası, bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalâa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet davası, siyasi bir mücadele konusu olmadan önce, bilinçli bir ülkü meselesidir. Bilinçli ülkü demek müspet ilme, ilmi usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müspet ilimlere müracaat etmek şarttır. Hareketlerin imkân ve sınırları mutlaka hesaba katılmalıdır.

Atatürk Döneminde Dış Türklere Yönelik Eğitim Öğretim Faaliyetleri Gagauz Türkleri Örneği

Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidir. Nitekim, biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” (Atatürk) 1919-1922 yılları arası üç yıl, bağımsızlığı için çalışan Türk Milleti ile onun büyük önderi Atatürk için fevkalade zor bir dönem olarak bilinir. Kısaca Milli Mücadele diye anılan bu devredeki olumsuz koşullarda dahi, o büyük insan yalnız Anadolu Türklüğünün değil, aynı zamanda diğer Türk topluluklarının da gelecekleri ile ilgilenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşundan sonra da aynı şekilde Atatürk’ün Türk Dünyası’na yönelik ilgisi devam etmiştir. Bu çalışmamızda arşiv belgelerinden de yararlanmak suretiyle Atatürk döneminde Gagauz Türklerine yönelik eğitim-öğretim faaliyetleri üzerinde durulacaktır. Ancak önce genel hatları ile Atatürk ve Türk Dünyası’na bakalım. Atatürk ve Türk Dünyası Yukarıda ifade edildiği gibi Atatürk, Anadolu’da bir taraftan emperyalist güçlere karşı bağımsızlık

33

14

doğumunun

125. yılı anısına

atatürk

Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsi Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra Selânik’e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüfltiyesi’ne kaydoldu. K›sa bir süre sonra 1893 y›l›nda Askeri Rüfltiyeye girdi. Bu okulda Matematik ö¤retmeni Mustafa Bey, ö¤rencisinin ad›na “Kemal”i ilâve etti. 1896-1899 y›llar›nda Manast›r Askeri ‹dâdisini bitirip, ‹stanbul’da Harp Okulunda ö¤renime bafllad›. 1902 y›l›nda Te¤men rütbesiyle mezun oldu. Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te Yüzbafl› rütbesiyle akademiyi tamamlad›. 1905-1907 y›llar› aras›nda fiam’da 5. Ordu emrinde görev yapt›. 1907’de Kola¤as› (K›demli Yüzbafl›) oldu. Manast›r’a III. Ordu’ya atand›. 19 Nisan 1909’da ‹stanbul’a giren Hareket Ordusu’nda Kurmay Baflkan› olarak görev ald›. 1910 y›l›nda Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevralar›’na kat›ld›. 1911 y›l›nda ‹stanbul’da Genel Kurmay Baflkanl›¤› emrinde çal›flmaya bafllad›. 1911 y›l›nda ‹talyanlar›n Trablusgarp’a hücumu ile bafllayan savaflta, Mustafa Kemal bir grup arkadafl›yla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev ald›. 22 Aral›k 1911’de ‹talyanlara karfl› Tobruk Savafl›n› kazand›. 6 Mart 1912’de Derne Komutanl›¤›na getirildi. Ekim 1912’de Balkan Savafl› bafllay›nca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolay›r’daki birliklerle savafla kat›ld›. Dimetoka ve Edirne’nin geri al›n›fl›nda büyük hizmetleri görüldü. 1913 y›l›nda Sofya Ateflemiliterli¤ine atand›. Bu görevde iken 1914 y›l›nda Yarbayl›¤a yükseldi. Ateflemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu s›rada I. Dünya Savafl› bafllam›fl, Osmanl› ‹mparatorlu¤u savafla girmek zorunda kalm›flt›. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirda¤’da görevlendirildi.


mücadelesi verirken, diğer taraftan da başta Azerbaycan olmak üzere bütün Türk Dünyası ile ilgilenmifltir. Henüz T.B.M.M.’nin açılışından üç gün sonra 29 Nisan 1920’de Atatürk, Kazım Karabekir Paşa vasıtasıyla göndermiş olduğu telgrafla, yeni bir dindaş ve kardeş hükümet olarak kurulan Orenburg Hükümeti’nin teşkilinden duyulan memnuniyeti belirterek, çalışmalarında başarılar dilemiştir. Bu arada Atatürk, 28 Nisan 1920’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti haline gelen Azerbaycan’ın bağımsız bir Türk Devleti olarak devam etmesini çok arzulamıştır. Bu konuda Moskova Büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’ya talimat bile vermiştir. Ayrıca verdiği talimatla ilgili görüşlerini de 1 Aralık 1920 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’ya çektiği telgrafta da özetlemiştir. Millî Mücadele’nin en hararetli bir şekilde devam ettiği günlerde Atatürk, vazife-i mahsusa ile sefaret heyeti ile birlikte Moskova’ya bir ilmiye heyeti göndermiştir. Bu heyetin bir üyesi olan İsmail Suphi Bey (Burdur Milletvekili) bir süre sonra Türkistan’a gönderilmiştir. Temmuz 1921 sonlarında Buhara’ya ulaşan İsmail Suphi Bey, Atatürk’ ün direktifleri doğrultusunda “Türkistan Milli Birliği”nin kuruluşu için Türkistan Türkleri arasında arabuluculuk yapmıfltır. Ayrıca, Türkiye’ye gönderilen Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti temsilcilerinin Türkiye’ deki Türk ve Müslüman kardeşlerine getirmiş olduğu bir Kur’an-ı Kerim ve üç kılıca teflekkür etmiştir. Bu arada Buharalı 21 öğrencinin Türkiye’de çeşitli okullarda öğrenim görmesi sağlanmıştır.

Zübeyir Koflay, Cafer Seydahmet Kırımer, Mirza Bala, Mehmet Emin Resulzade gibi pek çok kişiyi sımsıcak ilgiyle kabul etmiş ve bu kadrolara son derece önemli görevler vermiştir. Ayrıca onların davalarını da sürdürmelerine olanak tanımıştır. Öte yandan “Atatürk’ün Türkiye dışındaki Türk topluluklarına olan ilgisi, siyasal sınırlar tanımadığı kadar, dinî sınırlar da tanımamaktaydı. Türklerin sarı ırktan olduğu yolundaki Batı’nın tarihi safsatalarını çürütmek, Türk tarihini dünya tarihi içinde olması gereken konuma getirmek için Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni kuran; Sümeroloji dahil ölü dilleri dahi arafltıran bölümler açtıran; Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi bilimsel merkezlerin öncülüğünü yapan Atatürk, Müslüman olmayan Türk topluluklarına da -Türk Tarihi’nin bütünlüğü içinde- özel ilgi duymaktaydı. Örneğin, milliyet bilinci olmadığı için Anadolu’daki Ortodoks mezhebine mensup Türklerin kendilerini “Rum” kabul ederek Lozan sonrası “Mübadele protokolü” çerçevesinde Yunanistan’a göç etmeleri, Atatürk’ü çok etkilemişti. Karamanca-Grek alfabesi kullanılarak yazılmış İncil kullanan bu Türk soylu vatandaşlarımızı Türkiye’de bırakabilmek için son bir girişimde bulunan Atatürk, Papa Eftim’e İstanbul’da bir Türk Ortodoks Patrikhanesi kurdurmuştu. Bugün Türkiye’nin ve Dünya Türklüğünün çıkarlarını savunan Türk Ortodoks Patrikhanesi, Atatürk’ ün ileri görüşlülüğünün bir eseridir. İşte konumuz olan Gagauzlar (Gökoğuzlar), dinî yönden bu patrikhaneye bağlıdırlar. ...devam edecek

Atatürk, 1921-1922 yıllarında da Kırım’da baş gösteren kıtlık dolayısıyla Kırım Türkleri için buğday yardımı göndermiştir. Bu arada, Rusya’dan Türkiye’ye sığınmış Türk liderlerinden, Prof. Dr. Sabri Maksudi Arsal, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Prof. Dr. Yusuf Akçura, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Prof. Dr. İsmail Hakkı Ertaylan, Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat, Dr. Hamit

34


H e r mün a k aşa nın te me li n de bir is in in c ah il liği y at a r. (L ou is D. Bran de is)

ız m ı ğ ı d Yaşa a n he r te r. s i ı n k kı a h i ke nd oe ( W. G

K omşu n u s e v am a b ahçe du v a rını yık m a .. (G. H er be rt)

Yiğit lik in tik am alm ak değil , tahammül et me kt ir.

the )

(Sh ake spe are )

Bi lg

Yıpranm ak pa sl anm ak ta n iy idir. (Bishop Cum ber lan d)

i li ol duğu o ra n muz da özgü r o lu r uz . (S o c r a te s)


Sachverst채ndigen Ausbildung

. . .

Gutachter Berufe

KFZ

BAU

Zentrale: Saarner Str. 45 45481 M체lheim an der Ruhr www.palta-akademie.com

EDV

.

ELEKTRO ENERGIE Tel. 0208 / 698 87 34 Mobil 0171 / 305 43 42 palta-akademie@hotmail.com


tarih Araştırmacı-Yazar Talha Uğurluel’in kaleminden...

Beklenen Misafir

İnsanlar uyumaktadır, ölünce uyanırlar. - Hadis-i Şerif -

O

günün diğer günlerden pek de farkı yoktu. Yine her zamanki saatte kalkıp çocukların kahvaltısını hazırlamış, onları okula gönderdikten sonra kendimi rutin ev işlerine vermiştim. Çamaşır, bulaşık, sil, süpür derken yine öğle olmuştu. Bir tuhaflık hissediyordum. Ev işleriyle uğraşırken dalıp dalıp gidiyordum adeta. Hasta değildim! Peki sebebini anlayamadığım bu ağırlık da neyin nesiydi? Birkaç gün öncesinden, bugün için; arkadaşlarla sözleşmiştik, mahallemize taşınan yeni gelinin evine hoşgeldine gidecektik. Dip komşum, “Haydi, gelmiyor musun?” diye kapıyı çaldığında, neredeyse ona: “Hayır gelemeyeceğim, kusura bakmayın.” demek geldi içimden. Ama verilen söz tutulmalıydı. Yeni komşumuzun evinde de ara ara dalıp

37

gitmekteydim. Neyse ki kısa sürdü ziyaretimiz. İşte yeniden evdeydim. Koltuğa kendimi bırakırken, duvardaki dedemin fotoğrafı ilişti gözüme. Siyah-beyaz, yer yer bazı yerleri çatlamış bir fotoğraf. Ne heybetli adamdı dedem! Şimdi bile, fotoğraf karesinden çıkıverecekmiş gibi geliyor insana. Sahi çıkıverse çerçeveden ne olurdu? Tam da koltuğa uzanmışken. Doğrusu o hayattayken, kimse onun yanında saygıda kusur etmez, değil böyle yatmak, ayağını bile uzatamazdı. Eskilerin tabiriyle çok öflü bir adamdı dedem. Gayri ihtiyari toparlandım. Söylendiğine göre, Yunalılar, Anadolu’ya girip, önlerine gelen her köy ve kasabayı işgal ettiği yıllarda dedem, Akhisar’da Milli Müca-


dele’nin başını çekenlerden olmuş. Bir keresinde Halitpaşa Çiftliği’nde, sekiz arkadaşı ile toplantı yaptıkları sırada düşman askerlerinin baskınına uğramışlar. Halit Paşa ve yanındakiler toplandıkları yerden hemen ahıra yönelip atlarıyla uzaklaşmak istemişler. Şevket dedemse buna karşı çıkarak, Yunanlıların öncelikle atların olduğu yerleri muhasara edeceklerini söylemiş. Fakat o telaşe içinde onun sözlerini dikkate almayan arkadaşları, atların olduğu bölüme girdiklerinde kurşun yağmuruna tutulmuş ve ne hazindir ki, hepsi şehit olmuş. Dedemse bulunduğu odanın arka penceresinden çiftliğin yanında uzayan bataklığa atlamış, çamur deryası içinde sürüne gizlene Akhisar’a kadar gelmiş. Savaş yıllarını düşününce bana anlatılan bu hadiseler içinde daha da gerilere gittim. Büyük dayımı hatırlayıverdim birden. Onu hiç görmemiş, ama yufka yürekliliğini, yardım severliğini ve vatan sevgisini hep duyagelmiştim. Genç yaşlarda hayata gözlerini yummuş dayım. Anadolu’daki nice civanmert delikanlının, vatan, din, namus diyerek; ana kucağından kopup gittiği ve bir daha geriye dönmediği ardı arkası gelmez harplerden birine katılmış ve geriye dönememiş. Balkan Harbi’nde şehit olmuş. Anlatıldığına göre Şevket dedem nişanlıymış o zamanlar, tam düğün hazırlığı yaptıkları sırada Balkan Harbi patlak vermiş. Sabri dayım harbe gideceklerin arasına yazdırmış adını. Çevresindekiler: “İlle yeğeninin düğününü gör de öyle git.” diye ısrar etmilerse de, “Milletim şu an cephede savaşırken bize düğün yapmak yakışır mı? Hayırlısıyla savaşa gidip gelelim, o zaman yeğenimin düğününde, davulun önünde döne döne oynarım.” demiş ve gitmiş. Harp bittiğinde askerler, evlerine kafile kafile dönmeye başlamışlar. Her gelen grubun yanına koşan yakınları, Sabri dayımı soruyor, onun şehadetini bilen, ama bir türlü yakınlarına söyleyemeyen mehmetçikler ise; “Arkadan geliyor.” diyor-

larmış. Günler, haftaları kovalamış. Sabri dayım bir türlü gelmiyormuş. En nihayetinde, cephede sırt sırta savaştığı, aynı mahalleden arkadaşı da döndüğünde, acı gerçeği ondan öğrenmişler. Savaşın en çetrefilli anlarından birinde, bir şarapnel parçası sol kolunu omuzundan alıp götürmüş dayımın. Kolunun kopmasına aldırmayan dayım, derinden bir “Allah!” diyerek, bir adım öne atmış kendini. Olayı anlatan arkadaşı tutmuş onu ve, “Ne yapıyorsun? Dur, geri kal!” demişse de; “Tek kolla geriye dönüp de ne yapayım.” diyerek kendisini ileri cephelere atmış. Az sonra da alnına isabet eden ikinci bir şarapnel parçası ile şehadete ermiş. Ardından Şevket dedem ve Rüştü amcam da birer birer terketmişlerdi bu alemi. O tayfadan şu an hayatta bir tek Şevket dedemin kızkardeşi Kadriye halam kalmış. 90 yaşının üzerinde bu mübarek kadın. İki büklüm haliyle elinden Kur’an-ı Kerim’i düşürmez, her fırsatta bizlere dünyanın geçiciliğini anlatır, asıl gidilmesi gereken yere hazırlık yapmamızı öğütler. Bizler daha ortaokul sıralarındaydık o zamanlar, bazen Kadriye halamın yanına gider, çocuk aklımızla; “Halacığım, biz Allah’a dua ediyor, O’nun yardımıyla okulda başarılı oluyor, sınıf geçiyoruz. Sen sınıf geçmediğin halde niye bu kadar çok dua ediyorsun.” derdik. Tebessüm eder, başımızı okşar ve “Biz öbür tarafta sınıfı geçeceğiz yavrum.” derdi. Düşünceler düşünceleri, hatıralar hatıraları kovalarken dalıp gitmişim. Etrafıma baktığımda kendi evimde olmadığımı anladım. Sonra birden tanıyıverdim burasını. Dedemin eski evi burası. Çocukluk yıllarım burada geçti. Kayısı ağacı yine avlunun ortasında salınıyordu. Hatta anneannemin, kuşlar, kayısı çiçeklerine zarar vermesinler diye ağacın etrafına dolandırdığı ipler bile dalların üzerinde durmaktaydı. Bir gün tahta merdivenleri gıcırdata gıcırdata üst kata çıktım. Tek kanatlı kapıdan sofaya, oradan

38


tarih da iç odaya geçtim. Evin en geniş odasıydı burası. Evdekiler genelde burada toplanırdı. Odanın kenarındaki teneke soba yine hararetle yanıyordu. Oraların tabiriyle kap veya kupa denen sürahi, sobanın yanında duruyordu, süpürge de kapının tam arkasında. Odanın iki duvarı boyunca yer minderleri sıralıydı. İçi saman dolu olduğu için, “kıtık minder” derdik onlara. Diğer duvarda ise boydan boya ahşap bir yüklük vardı. Hani şu ortasında perde gerili olanlardan. Odanın ortasında mükellef bir yer sofrası kurulmuştu. Sofra üzerinde kapakları kapalı bakır sahanlar dizilmişti. Sahanların yanında siyah ve iri zeytinlerle dolu bir de tas vardı. Sofranın etrafına insanlar oturmuştu. Biraz daha yaklaşınca bu simaları tanımaya başladım. Evet tam karşımdaki Şevket dedemdi, yanına Rüştü amcam, onun yanında ise eşi Şükriye yengem oturuyordu. Yanlarında onlardan biraz daha yaşlıca, nur yüzlü iki kişi daha oturmaktaydı. Evet, evet bunlar da dedemin anne ve babası olmalıydılar. Onları daha önce hiç görmemiş, ama çevremdekilerden defalarca dinlemiştim. Tıpkı bana anlatıldığı gibiydiler. Hiçbiri konuşmuyordu. O sırada sofraya yaklaştım ve sahanların kapaklarını kaldırarak içlerine bakmaya başladım. İlkinde yoğurtlu mantı, diğerinde yağlı yaprak sarması, diğerinde ise; keşkek vardı. Sofranın ortasındaysa, dumanı tüten, ocaktan yeni indirilmiş bir tas tarhana duruyordu. Herkesin önünde kalaylı kaşıklar vardı. Tanımadığım bir kişi dikkatimi çekti. Devamlı odaya girip çıkan, sofradakilere hizmet eden, genç, siyah saçlı, uzun boylu, esmer tenli bir delikanlıydı. Üzerinde yakasız uzun kollu, etekleri topuklarına kadar uzanan kefen gibi bir elbise vardı. Sol göğüs hizasından beline kadar kan içindeydi elbisesi. Kimdi acaba? Bunu düşünürken gaipten bir ses; “O senin Balkan Harbi’nde şehit olan Sabri dayındır.” dedi. Şaşırıp kalmıştım. Karşımdaki bu civanmert delikanlı, demek daha hayatının baharında, ev-ocak sahibi ol-

39

madan vatana kendini feda eden büyük dayımdı. Tam ona yönelecekken ilk kez sofradakilerden biri konuşmaya başladı. Konuşan Şevket dedemdi. Yine her zamanki gibi öfkeli haliyle söyleniyor, “Gelemedi, gelemedi kaldı.” diyordu. “Kim gelemedi dede?” diye sordum. “Kim olacak, Kadriye halan. Onu bekliyoruz.” dedi. Neden beklediklerini soracaktım ki, birden gözlerim açıldı. Kendi evimdeydim. Karşı duvarda dedemin fotoğrafı hâlâ duruyordu ve ben en az önceki hadiselerin ışığında kafamı toparlamaya, gördüklerime bir mana vermeye çalıştım. Akşam evdekilere gördüklerimi anlattığımda kimse bir açıklama getiremedi bu rüyaya. O gece bu duygularla yattık. Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde telefonun acı acı çalmasıyla yataklarımızdan sıçradık. Telefonu açtığımda karşımda Akhisar’dan arayan annem vardı. “Kızım!” diyordu., “Kadriye halanın başı bekleniyor.” Üç gün sonra Şevket dedemin kız kardeşi Kadriye halam vefat etti. O gün, herkes bir ölünün arkasından yapılması gereken rutin işlerle uğraşırken hep başka alemlerde dolaşıyordum. Yüce Peygamberimiz (s.a.v.)’in “İnsanlar uyumaktadır, ölünce uyanırlar.” demesi gibi, Kadriye halam da bizlere her zaman öğütlediği üzere bu geçici hayattan asıl mekana, sevdiklerinin yanına gitmişti. İnşaallah kendisini bekleyenleri fazlaca bekletmeden, yemekler soğumadan yetişebilmiştir sofraya. Acaba, yarın bizler de buradan ayrılırken oralarda, bizim de bekleyenlerimiz olacak mı, şehitlerin hizmet ettiği kutlu sofraların etrafında? Not: Yukarıda anlatılan olayların hepsi yaşanan hadiselerdir. Rüyayı müşahade eden ise, annem Fatma Uğurluel hanımdır.



güncel

B A > E Y İ K R TÜ lteci konusunda sınıfta kaldı AB mü

41


Türkiye’de Gittikçe Büyüyen Mülteci Sorunu ve AB’nin Tutumu Suriyeli mültecilerin Türkiye üzerindeki etkisi Krizin ilk yılında Suriyeli mültecilerin etkisi ağırlıklı olarak sınır bölgesinde yoğunlaştı ve burası hâlâ en fazla etkilenen alan olmaya devam ediyor. Örneğin, krizden önce 80.000 nüfusa sahip olan Kilis kent merkezi, şu anda 60-80.000 mülteciye ev sahipliği yapıyor. Ancak mülteciler ülke içinde hareket ettikçe (sadece İstanbul’da 100.000 kişi olduğuna dair raporlar var) bu durumun sadece yerel değil ulusal bir endişe konusu olduğuna dair farkındalık artıyor. Ekonomik olarak hükümet, Suriyelileri desteklemek için (çoğunluğu mülteci fakat aynı zamanda Suriye’nin kuzeyindeki sıfır noktası dağıtım sisteminden yararlanan Suriyeliler) iki milyar dolar harcadığını belirtiyor. Bu rakam, bütün sağlık harcamaları ve belediyeler ve STK’lar tarafından yapılan harcamalar dahil edilmediği için muhtemelen gerçekte olduğundan daha az bir tutarı yansıtıyor. Diğer taraftan, hükümetin kamplarda yaşayan 200.000 mülteciye yüksek standartlarda destek veriyor olması örnek bir tutum. Bu, Türkiye için bir gurur kaynağı olduğu gibi, dünyaya güçlü bir ulusal devlet tutumu göstermesi bakımından da örnek teşkil ediyor. Bu durum aynı zamanda yardımın sürdürülebilirliği hakkında soru işaretlerine neden oluyor ve yükün/külfetin daha fazla paylaşımını gerektiriyor. Öte yandan, Suriyeli mültecilerin ekonomik etkileri sadece devlet harcamalarıyla sınırlı değil. Fiyatların, özellikle de kiraların bilhassa

sınır bölgelerinde çok yükseldiği belirtiliyor. Suriye’ye girmek için bekleyen Mardinli bir tır şoförünün ifade ettiği şekliyle “Bir kilogram domatesin fiyatı 1 TL’den 3 TL’ye çıktı.” Bu, enflasyon oranının yüzde 10’un biraz altında olduğu bir ülkede yüzde 200’lük bir artış demek. Dahası, ulusal düzeyde 10,500 dolar seviyesinde seyreden kişi başı gelirin genellikle daha düşük olduğu güney sınır bölgesinde yaşayan yerel halk bakımından gündelik yaşam harcamalarında büyük bir artış anlamına geliyor. Ekonomik kayıplara, sınır bölgeleri ile Suriye (aynı zamanda diğer Arap ülkeleri) arasında yapılan canlı ticaretin krizden olumsuz etkilenmesi de dahil. Ancak belirtmek gerekir ki sınır bölgelerine akan sermayeden kaynaklanan bir ekonomik fayda da söz konusu. Örneğin Gaziantep, Mersin ve Hatay gibi sınır şehirlerinde Suriyeliler 2013’ün ilk 7 ayında 122, İstanbul ve Bursa’da ise 106 şirket açtılar. Suriye’den Türkiye’ye giren toplam sermayenin 39 milyon TL civarında olduğu tahmin ediliyor. Suriyeli akınından kaynaklanan bu ekonomik fayda, aynı zamanda -bölgedeki ticareti canlandıran- mal ve hizmetlere yönelik talep artışını da içeriyor. Yerel halk, sınırın öte yakasında işlenen katliamların ve kıyımın farkında ve şiddetten kaçmak için Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Suriyelilere cömertçe davranıyor. Bu bölgede aile ve etnik bağlar iletişimin önemli kaynakları. Örneğin Türkmen toplumu Türkiye ve Suriye kültürleri arasında bir köprü hizmeti görüyor. Hatay ve Urfa’da geniş bir Arap topluluğu, sınırın diğer bölümlerinde ise Kürt topluklar bulunuyor.

42


güncel Ancak her zaman olduğu gibi, kamp dışında yaşayan mültecilerin yerinden edilme süreci ne kadar uzun sürerse mülteciler ile yerel halk arasındaki tansiyonun yükselme ihtimali de o kadar artacaktır. Her ne kadar hükümet ve yerel yönetimler bölgedeki mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermeye çabalıyor olsa da gelecekte birtakım sosyal problemler çıkması riski mevcut. Öte yandan, birçoğu sınırlı imkânlara sahip olan yerel halk, mültecileri hiçbir ücret talep etmeden evlerinde misafir ederek, hastanelerde onlara öncelik vererek ya da yardım top lamak ve dağıtmak için büyük bir yük üstlenerek ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Ancak bu noktada akıllara “bu, ne ölçüde sürdürülebilir ve yönetilebilir?” sorusu düşüyor. Suriyeli mültecilerin Türk toplumunun değerleri ve aile yapısı üzerindeki etkileri konusunda da birtakım endişeler bulunuyor.

43

Örneğin, Türk Medeni Kanunu’na göre bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi ve erken yaşta evlilik yasak; ancak Suriye’de böyle bir kısıtlama olmadığı için Suriyeliler arasında bu durum oldukça yaygın. Şimdilerde bazı Türk erkekleri de Suriyeli genç kadınlarla evleniyor ve bazen onları resmÎ nikahlı eşlerinin yanına “ikinci eş” olarak alıyorlar. Kriz öncesinde de Türk-Suriyeli evlilikleri gerçekleşmesine rağmen, Suriyeli mültecilerin gelişinden bu yana binlerce ikinci eş uygulamasına şahit olunduğu ifade ediliyor. Ancak Suriyeli kadınların genellikle pasaportu olmadığından, evlilik için gerekli evraklar tamamlanamıyor ve bu evlilikler Türkiye’de resmî nikâh kaydına geçmiyor. Üstelik bu evlilikler sonucu doğan çocukların milliyeti hakkında da sorunlar ortaya çıkıyor; yani bu çocuklar soy bağı kurulmasını sağlayan usül ve esaslar yerine getirilmediği sürece Türk vatandaşı olamıyor. Mültecilerin kaynak sıkıntısı çektiği de göz önüne alındığında, bu evliliklerin -en azından bazı Suriyeli aileler


için- hayatta kalma stratejisi olarak görüldüğü söylenebilir. Dilencilik ve adi suçlarda görülen artış, bölgede öne çıkan diğer sosyal sorunlar. Öte yandan Suriye plakalı sigortasız araçların sebep olduğu trafik kazaları nedeniyle oluşan hasarları Türk sürücülerin karşılamak zorunda kaldığına dair şikâyetler de var. Polisler ise Suriyeli sürücülere yaptırım uygulayamamaktan, Arapça yazılı plakaları okuyamamaktan ve Suriye plakalı araçları izleyememekten şikâyetçi. Peki Ya Uluslararası Dayanışma? Her ne kadar uluslararası toplum, Türkiye’nin muazzam katkılarının farkında olsa da bu farkındalık, beraberinde yeterli ve somut bir mali yardım getirmedi. Örneğin Türkiye, 372 milyon dolar yardım talebiyle BM’nin Bölgesel Müdahale Planı’na dâhil olmasına rağmen, bunun sadece yüzde 32’lik bir kısmı finanse edilebildi. (Karşılaştırma yapılacak olursa, toplam başvurular da sadece yüzde 53 oranında finanse edilebildi). Türkiye, kapasitesini doldurduğunu düşünüyor; uluslararası toplumdan yük/külfet paylaşımı ve dayanışma arzusunun bir ifadesi olarak ek fon bekliyor. UNHCR’in açıkladığı rakamlara göre dünya genelinde 2013 yılında 52,2 milyon mülteci bulunuyordu. Bunların 2,5 milyonu Afganistan’dan, 2,2 milyonu Suriye’den, 1,1 milyonu Somali’den, 643.300’ü Sudan’dan, 499.500’ü Kongo’dan, 479.600’ü Myanmar’dan ve 401.400’ü Irak’ tan kaçmak zorunda kalan mülteciler olarak kaydedildi. Zengin AB ülkeleri seyrederken Pakistan 1,6 milyon mülteciye, İran 857.000 mülteciye, Lübnan 865.000 mülteciye, Ürdün 641.000

mülteciye ve Türkiye 609.000 mülteciye kapılarını açmışlar. Türkiye’deki mülteci sayısının bundan çok daha fazla olduğu gerçeğini iyi bilmekteyiz. 2014 resmi rakamları açıklandığında Türkiye belki de ikinci sırada yer alacak. Özellikle bu sayılara baktığımızda neredeyse AB’nin en zengin ve dünyanın sayılı zenginlerinden ve de tüm ekonomik krizlere rağmen ekonomisi tıkır tıkır işleyen Almanya’ daki mülteci sayısını sununca çok konuşanlarla gerçekten yardım edenler arasındaki fark da ortaya çıkıyor. Almanya epey uzun bir zamandır mülteci sorunu yaşamamaktaydı. En son mültecilerin Almanya’ya akın, akın geldikleri yıllarda Almanya’nın ‘‘yerli” Türk’ leri bu gelişmenin acısını çekti. O yıllarda mülteci sayılarıyla birlikte Almanya’da ırkçılık da artmıştı. Möln ve Solingen gibi hiç bir zaman unutamayacağımız acıları işte o yıllarda yaşadık. Mülteci akınına karşı kışkırtılan dazlaklar sadece mülteci yurtlarını kundaklayıp onların canlarına kast etmedi. Bu tutmla birlikte onlarca yıldır Almanya’da yaşamakta olan insanlarımız birden hedef tahtası olmuşlardı. Evler kundaklanıp vatadaşlarımız yakılmıştı. Ancak şimdi Almanya’da yine mülteci tartışmaları başladı! Almanya geçmişten dersini çıkarmış olması ve baştan gerekli önlemleri almak zorundayken yine bazı politikacılar önlem almayı ‘‘bu kadar çok mülteci istemiyoruz” kampanyası olarak algılamaya başladılar. Oysa sadece mülteci sayılarını Türkiye ile kıyaslayacak olursak Almanya hiç de o kadar çok mülteciyle muhatap değil. Çünkü Almanya’nın mülteciler için cazip duruma gelecek AB dışına yönelik sınırları yok.

44


güncel Almanya’nın Göç ve Sığınma’dan sorumlu Federal Dairesi’nin bu yılın Ağustos ayında yaptığı son açıklamaya göre 2008 yılında Almanya’ya sadece ve sadece 28.018 mülteci gelmiş. 2009 yılında 33.033, 2010 yılında 48.589, 2011 yılında 53.347 ve 2012 yılında 77.651 mülteci gelmiş. Almanya’ya mülteci sayısı 2013 yılında “patlama” yapmış ve 127.023 kişi olmuş. 2014 yılının Ocak ayından Ağustos ayı sonuna kadar ise 115.737 mülteci Almanya’ya gelebilmiş. Almanya’ya gelen mülteci sıralamasına göre Suriye birinci sırada. Suriye’yi takip edenler ise Sırbıstan Cumhuriyeti, Eritre, Afganistan, Somali, Bosna-Hersek, Makedonya, Rusya Federasyonu ve Irak. Suriye’nin eli kanlı diktatörü Esed’in katliamlarına kayıtsız kalan AB ülkeleri şimdi ‘‘Suriye’ den çok sayıda mülteci geliyor” diye dert yanmaktalar.

Almanya başta olmak üzere AB, sanki bir kaç bin mülteciye teslim olmuş ve varını-yoğunu kaptırıyor propagandası yapanlar belli oranda başarılı olup seçim sonuçlarıyla örtüşmektedir. Bu gelişme maalesef sadece Almanya değil bütün AB’de cereyan edip tehlikeli bir hal almayı çoktan başarmıştır. İtalya, Fransa, Yunanistan, Hollanda hatta İspanya ve Avusturya’da da Almanya’da olduğu gibi aşırı sağcılar güçlenmekteler. Fransa’da yapılacak olan ilk Başkanlık seçiminde Bayan Le Pen’in Fransa Devlet Başkanı olmasının süpriz olmayacağını söyleyenleri ciddiye almak gerekmektedir.

Bu durumu hayretler içinde izlerken Suriye’ den gelen bir kaç bin kişiyi “sorun” yapanların vicdanlarının sızlaması lazımken bize vicdanlarının olmadığını gösteriyor.

Bundan dolayı AB ve AB üyesi ülkelerinin başkentlerine büyük bir sorumluluklar düşmektedir. Eğer bugün mültecilerin hedef olmasını engeleyemezlerse yarın Türkler daha sonra Müslümanlar diye devam edecek aşırı sağ propaganda makinaları -AB etkisiz kaldıkçabaşarılı olacaktır.

Almanya’da son eyalet seçimlerde gündeme gelen “aşırı sağ” ama “aşırı sağa pabuç bırakmama eğilimindeki” bazı merkez partilerinin üyesi politikacılar da maalesef yine “mültecilerin sırtından ahlaksız bir şekilde oy avına çıkmış olmaları da gözlerden kaçmadı.

Bugün mültecilerin insanlık onurunu savunmak aslında Avrupa Birliğin’in değerleri arasındayken gerçekte bu değerleri sadece kendi çıkarları söz konusu olduğunda hatırlamaları bir kez daha çifte standartlarını gözler önüne sermektedir.

45



güncel

Thüringen NSU Suçları Raporu Rahmi TURAN M.A. / Serbest Gazeteci Thüringen NSU Araştıma Komisyonu Raporunu Açıkladı Almanya’nın Thürüngen Eyaleti Meclisi ırkçı Nasyonal Sosyalist Yeraltı örgütü (NSU) cinayetleri raporunda siyasetçilerin ve güvenlik birimlerinin on yıl boyunca işlenen cinayetler ve soygunlardan dolayı büyük bir sorumluluk taşıdığı belirtildi. DUVAR YIKILDI NAZİLER HORTLADI Toplam bin 800 sayfalık raporda duvarın yıkılmasından sonra Thüringen’de ortaya çıkan aşırı sağ hareketlerin bazı politikacılar tarafından küçümsendiği, reddedildiği ve zararsız gösterildiği vurgulanıyor. Duvarın yıkılmasından sonra Nazilerin resmen hortladığı belirtilen raporda ırkçı cinayetleri işleyen, bombalama eylemi yapan ve banka soyan NSU üyelerinin kendi eyaletlerinden çıkmasının da utanç verici olduğunun altı çiziliyor. İMAJ ZEDELENMİŞ 1990’larda kendini gösteren aşırı sağ hareketlerin toplumun bir kesimince bilinç altına iteleme, boşverme ve ses çıkartmayarak koruma yöntemleri ile gerekli tepki verilmediği belirtiliyor. Kamuoyunda aşırı sağ tehlikeye karşı dikkat çekilen faaliyetler de yuvayı kir-

47

letme ve bölgenin imajını zedeleme olarak algılandığı dile getiriliyor. Genelleşen başka yöne bakma eğilimiyle nazilerin alan kazandıkları, böylelikle de insan düşmanı görüşlerine yer açtıkları iddia edilen raporda emniyet güçlerinin 1990’larda ve terör çetesinin açığa çıktığı Kasım 2011 tarihinden önceki yaptıkları hatalar da sıralanıyor. REKABET NAZİLERE YARAMIŞ Aşırı sağcılar hakkında yürütülen soruşturmaların üzerine kararlılıkla gidilmemesi eleştirilirken eyalet suç dairesi (LKA) ve Anayasayı Koruma Teşkilatı (VS) arasındaki o dönemdeki rekabetin de nazilerin işine yaradığı ifade ediliyor. Benzer durum Bavyera ve Hessen eyaletleri arasında dosya isteme sırasında yaşanmış; dönemin Bavyera İçişleri Bakanı Dr. Günther Beckstein „kimse Bavyera’dan dosya isteyemez“ demişti. KONTROL YOK Komisyonun özellikle üzerinde durduğu bir konu da İçişleri Bakanlığı’nın senelerce teşkilatı kontrol etme görevini yerine getirmemesi dikkat çekiyor. „muhbir şeflerinin dosyasında sürekli kontrol, temel bir anti rüşvet önlemi ve dört göz arası konuşma ilkesi gözardı edilmiş. Mali kaynakların amaç


dışı kullanıldığı ve gizli kasadan ödeme yapıldığı şüphesini dile getiren komisyon üyesi milletvekilleri 67 oturum sonrası 14 Temmuz 2014 tarihinde raporu tamamladılar. ÖZEL OTURUMDA GÖRÜŞÜLDÜ Rapor 22 Ağustos 2014 tarihinde Thüringen Parlamentosunun özel oturumunda görüşüldü. Oturuma NSU kurbanlarının aileleri de davet edildi. Nürnberg Başkonsolosu Asip Kaya ve Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir de özel oturuma katıldı. Parlamentoda grubu bulunan partiler oturumda rapora ilişkin görüş bildirdiler.

OTURUMLARA ELEŞTiRi Thüringen NSU Araştırma Komisyonu geçtiğimiz ikibuçuk yıl içinde 67 kez biraraya geldi. Uzmanlar ve emniyet mensuplarının ifadelerinin alındığı ve aşırı sağ faaliyetlerin irdelendiği oturumların geniş bir kamuoyuna sunma imkanının kaçırıldığı iddia ediliyor. Parlamento oturumlarının aksine ne milletvekilleri ne de parti grupları okulları veya sivil toplum kuruluşlarını olan bitenler hakkında bilgi sahibi olmaları için komisyon toplantıları çağırmaması büyük bir eksiklik olarak değerlendirildi.

48



Hasan YAVUZ Bismarckstr. 222a 45889 Gelsenkirchen Tel: 0209 - 97755858 Fax 0209 - 97755844 be.com@t-online.de


sağlık

Uyku Apnesi Nedir? Ali AYDIN & Nurcan DEMİRCİ AYDIN

Ç

oğu zaman horlamayı bir şikayet olarak görmez; gün içi yorgunluklarımıza, işimizin yoğunluğuna bağlar ve bu durumu doktora gitme nedeni olarak düşünmeyiz. Her gece düzenli horluyorsanız ve gün içinde kendinizi uykulu ve yorgun hissediyorsanız, sizde “uyku apnesi” olabilir. Uyku apne durumu toplumda astım ve şeker hastalığı kadar sık görülen bir hastalık olmasına rağmen tanısı konulmadığı için gizli kalmıştır. Doktorlar da bu konuda deneyimsiz olduklarından hastalarını yönlendiremezler. Ne yazık ki uyku tıbbı- uyku apne hastalığı, son 20 sene içinde tanımlanıp geliştiğinden doktorlar arasında da yeterli derecede bilinmemektedir. UYKU APNESİ TAM OLARAK NEDİR? Hayati sağlık sorunlarına neden olabilen uyku apnesinin belirtilerini hastanın kendisinin farketmesi zordur. Hasta genellikle uykudaki anormal durumlardan, eşi veya yakınlarının farketmesiyle haberdar olur. DÜZENSİZ SOLUNUM Uyku apnesinin en önemli belirtisi uykuda ani solunum duraklamaları, çok gürültülü horlamalar ve iç çekmelerdir. Normalde üst solunum yollarını kontrol eden kaslar (boğaz ve gırtlağı çevreleyen kaslar) uyku esnasında gevşerler. Eğer bu gevşeme çok fazla olursa üst solunum yolları

51

daralır ve solunum esnasında giren çıkan havanın titreşimleriyle “horlama” sesleri oluşur. Horlama , uykuda nefes almak için zorlu, sıkıntılı, solumanın çıkardığı seslerdir. Bazen de hava yolu uykuda tam tıkanır ve solunum geçici olarak kesilir. Bu durumuna “apne” adı verilir. Solunum durması (apne) olayında en az nefesin 10 saniye kesilmesi ve nefes durmalarının saatte en az 5 defa tekrarlaması “uyku apne hastalığı” olarak tarif edilir. Hastalar uykularında tekrarlayan nefes durmalarıyla adeta boğulurcasına uyuma çabalarlar. Her bir apne esnasında, oksijen düşer, beyinde ve kalpte stres oluşur. Her gece tekrarlayan bu durum yaşamınızı etkiler: uykunuzu bozar; sabah yorgun, sersem gibi, uykunuzu alamamış uyanırsınız, gün içinde genel yorgunluk, isteksizlik hissedersiniz, bu durumlar yaşam kalitenizi, iş hayatınızı, sosyal ilişkilerinizi etkiler. SAĞLIĞINIZI TEHDİT EDEN ÇOK ÖNEMLİ RİSKLER Son yapılan araştırmalar, horlama ve uyku apnesinin çok önemli bir çok hastalıkla ilişkili olduğunu göstermiştir Uyku apnesi tedavi edilmezse aşağıdaki sorunlara yol açabilir: • • •

Düzensiz Kalp atışları Kalp büyümesi Kalp krizi riskinin artması


• • • • • • • • •

Yüksek tansiyon İnme Aşırı yorgunluk ve gündüz uyku hali Trafik kazaları (direksiyonda uyku gelmesi) Cinsel arzuların azalması (iktidarsızlık) Kontrol edilemeyen şişmanlama Uykuda terleme, sık çişe kalkma Aşırı sinirlilik, depresyon, canlılığın kaybolması Uykuda ölüm

BU DURUM TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ? NASIL? Evet! Uyku apnesi kesin olarak çok etkili bir

şekilde tedavi olur. Dünyada en yaygın kullanılan uyku apne tedavisi “Kesintisiz Pozitif Nazal Basınç” tedavisidir. Uykuda baş ucuna konulan küçük bir cihaz ile burun yoluyla yansıtılan çok hassas pozitif basınç oluşturulur. Bu pozitif basınç, sanki bir hava yastığı yerleştirilmiş gibi hava yollarının ve gırtlağın uykuda sürekli açık kalmasını sağlar ve apne ve horlamaları ortadan kaldırır. Bu tedavide ilaç kullanılmaz ve cerrahi işlem yapılmaz. Düzelmenin etkileri, tedaviden hemen sonra, ertesi günü görülür. Horlamalar kesilir, uykuluk hali düzelir, kendinizi dinç ve yeniden doğmuş gibi hissedersiniz.

52



A VR A S JA

GAS TRO G ROSS & EI NZEL HA NDE L

Tel.: 02064 / 399 10 55 • Fax: 02064 / 399 10 57 • Mobil: 0171 / 7462604 Krusenstr. 19‐21 • 46539 Dinslaken • avras‐ja@t‐online.de

25 WEIZ kg ENME HL Type 405

1 2 3


hukuk

BOŞANMA HAKKINDA SIKÇA SORULAN SORULAR 1. BÖLÜM

Av. Ender SÜREKLİ 1. ALDATMA Kimse boşanmak için evlenmemektedir. Ancak son zamanlarda evlilikler ve boşanmaların sayısı birbirine yaklaşınca, aile kurumunun sağlamlığı da tartışılmaya başlandı. Boşanma davalarında hakimlerin kabul ettiği haklı boşanma sebeplerinden birisi de zina yani aldatmadır. Ayrıca son yıllarda en yaygın boşanma sebebi aldatmadır. Bu yazımızda bize en çok yöneltilen soruları ve cevapları aşağıda sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Bu durumda hakime gerekçesini de ifade ederek gizlilik talep edilebilir. Hakimin de gerekçeyi kabul etmesi durumunda duruşma bu şekilde ilerleyebilir.

Eşim beni aldattığı için boşanma davası açmak istiyorum, ama başka bir eve çıkma imkanım da yok. Bu durum mahkeme tarafından affetme olarak kabul edilir mi? Zaruretler nedeniyle aynı evde yaşamaya devam etmek ortak bir evlilik hayatı sürdürmemek koşuluyla affetmek olarak görülmez ve açılacak olan boşanma davasına da engel olmaz.

Eşimin beni aldattığı kişiye de dava açtım ancak o eşimin evli olduğunu bilmediğini söyledi ne yapabilrim? Bu durumda ispat yükü sizdedir. O kişinin eşinizin evli olduğunu bildiğini hertürlü hukuki delil ile ispatlayabilirsiniz.

Eşimin beni aldattığını öğrendim bu durumu onunla konuştuğumda bir daha olmayacağını söyledi ve affetmemi istedi. Tekrar barıştık, ama şu an pişmanım aldatma nedeniyle boşanma davası açabilirmiyim? Boşanma davalarında genel kural affedenin dava açma hakkı yoktur kuralıdır ve burada da o kural geçerli olacaktır. Dolayısıyla aldatma nedeniyle boşanma davası açma hakkınız ortadan kalkmıştır. Eşime zina sebebiyle boşanma davası açacağım, ama mahkemede sunacağım kanıtları ve söyleyeceklerimi başkaları duysun istemiyorum.

55

Eşim beni başka biriyle aldattı ve boşandık ama beni aldattığı kadına da dava açmak istiyorum yapabilir miyim? Eşinizin sizi aldattığı kişiye de kişilik haklarınıza aykırı davrandığı için dava açabilirsiniz, ancak bunun için o kişinin eşinizin evli olduğunu bilmesi gerekir.

Eşimle nişanlıyken onun başka biriyle daha ilişkisi varmış. Ben bunu evlendikten sonra öğrendim. Aldatma nedeniyle boşanma davası açabilir miyim? Aldatma yani zina ancak hukuken evliliğin başladığı yani nikahın yapıldıgı andan itibaren eşlerin birbirine olan sadakat yükümlülüklerine aykırı davranmaları halini kapsar. Dolayısıyla bu gerekçeyi sunarak zina sebebiyle boşanma davası açamazsınız. Ancak koşulları gerçekleşmiş ise evliliğin iptali davasına başvurabilirsiniz. Eşimle boşanma davamız devam ederken onun başka biriyle yaşamaya başladığını öğrendim. Buna hakkı var mı? Dava sonucunda boşanma kararı verilip bu karar kesinleşinceye kadar eşlerin birbirine


olan sadakat yükümlülükleri devam etmektedir. Dava açılmış da olsa karar kesinleşmeden içine girilen bu tutum zina teşkil edecektir. Eşimin zina yaptığını hangi kanıtlarla ispat edebilirim? Zinayı hukuka uygun olan her türlü kanıtla örneğin otel kayıtları fotoğraflar gibi kanıtlayabilirsiniz. Ancak bu davadaki özel husus yemin veya karşı tarafın zina ettiğini kabul etmesinin bir delil olarak sunulamamasıdır. Eşimle beş aydır ayrı yaşıyoruz Facebook da bir erkek ile ilişkisi var yapmış ve fotoğraflar paylaşmış mahkemede bunu zinaya dellil olarak sunabilir miyim? Eşinizin herkese açık olarak yaptığı bu paylaşımlar hukuka uygun bir delil olduğunda bunları mahkemede bir ispat aracı olarak kullanabilirsiniz. Kocam Facebook da tanımadığım kadınları ekleyip konuşuyor ve hesabına bakmak istediğimde beni engelliyor. Bunlar zinaya delil olur mu?

Eşinizin Facebook da bayan arkadaşlarının olması tek başına zina davası için yeterli kanıt oluşturmayacaktır. Eşimin iş arkadaşının evinde onunla başbaşa yemek yediğini öğrendim. Sorduğumda sadece yemek yediklerini başka birşeyin olmadığını söylüyor. Zina sebebine dayanarak boşanma davası açabilir miyim? Zinanın varlığı cinsel ilişkinin varlığına bağlıdır. Kişilerin sadece başbaşa yemek yemesi zina için yeterli değildir. Ancak eşlerden birinin haklı bir sebebi de yokken başka biriyle ev gibi kapalı alanlarda bulunması veya tenha yerlerde buluşması veya samimi görüntülerinin olması zinaya fiili karine teşkil edebilir. Bu durumda siz eşinizin zina yaptığını değil eşiniz zina yapmadığını kanıtlamakla sorumludur. Eğer evde başka bir bey ile başbaşa bulunmak için haklı gerekçesi olduğunu ve zinaya temel oluşturacak bir cinsel ilişkinin bulunmadığını ispatlarsa boşanma davası reddedilir. İspatlayamaması halinde ise hakim zina sebebiyle boşanmaya karar verebilir.

56


iş dünyası

KUYUMCU goldschmıed/in Serhat ÖNDER

Bunu meslekte genelde kuyumcu atölyeleri, kuyumcu dükkanları ve mücevherat sanayiinde çalışılmaktadır. Meslek eğitimi süresi 3,5 yıl olarak belirlenmiş olup hem okul hem de iş yerinde gerçekleşmektedir.

57

Meslek eğitimi süresinde alabileceğiniz ücretler: 1. Meslek eğitim yılı 2. Meslek eğitim yılı 3. Meslek eğitim yılı 4. Meslek eğitim yılı

TANITIM FİLMİ

Kuyumcu meslek eğitimi üç ana dala ayrılmaktadır: Mücevherat, kolye ve takı. Bu meslekte kendi zevkinize ve müşteri isteği göre tasarımlar hazırlanmaktadır. Aynı zamanda değişik takıların tamiri de bu mesleğin görev alanlarından birini içermektedir.

853 Euro 903 Euro 982 Euro 1.055 Euro


din

39


abide şahsiyetler

Abdurrahİm Karakoç Derleyen: Gökhan ÖNDER

1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesinde dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için küçük yaşlarda şiire merak sardı. İlk yazdığı şiirleri 2 kitap olacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını ‘Hasan’a Mektuplar’ ismi altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. Fedai Yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı. 1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi. 1981 yılı Mart ayında emekli oldu. GARİBİN GARİP TÜRKÜSÜ

Sılada sılasız kaldım; Suyum garip, aşım garip. Ben kendime gurbet oldum; İ çim garip, dışım garip. Bayram diye insem düze, Düşman olur astar yüze. Kattım geceyi gündüze; Uykum garip, düşüm garip.

59

Temmuzda üşür gezerim, Zemheride akar terim; Dört mevsimde derbederim.. Yazım garip, kışım garip. ... Koştum hakikat ardına, Yandım ayrılık derdine, Git, bak, ölüler yurduna; Kabrim garip, taşım garip.

Mücadeleci şiirlerinin çokluğu şartlardan kaynaklanmaktadır. 27 Mayıs Darbesi, zinde güçler, demokrasi maskaralığı ve haksızlıklar hiciv şiirlerini besledi. 30’a yakın mahkemeye verildi, hepsinden beraat etti. Avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu. Hiçbir iktidarla barışık olmadı. Şiirlerinde esas unsur insandır. Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey, Alperen yayınları olarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı. 1985 yılından beri gazetecilik yaptı. Bir ara siyasete girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: ‘Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım’. 7 Haziran 2012 tarihinde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yoğun bakımda iken hayatını kaybetti. Ankara’daki Bağlum kabristanında defnedildi.



kültür

Vİtray Cam Sanatı Derleyen: Harun ÖNDER Vitray sanatı gün ışığı ile doğan ve yine onun az ve çokluğu ile değişimler kazanan bir ışıklı resim sanatıdır. Vitrayın diğer resim sanatlarından ayrı olan yönü onu diğerlerinden üstün kılan tarafı aynı kalmayışı, ışık değişimleriyle, ya da ışığa etki eden elemanların değişimiyle değişik özellikler kazanmasıdır. Yakın yüzyıla kadar vitray sanatı doğal ışıktan yararlanmıştır. Teknikteki ilerlemelere paralel olarak değişik kaynaklarda, özellikle elektrik ışığı vitrayın ışık kaynağı olmasını sağlamıştır. Ayrıca hiç doğal ışık olmayan yerlerde de vitray kullanılmıştır. Vitray sanatının doğuşu, ana maddesi olan camın icadıyla yakından ilgilidir. Cam insan-

61

lar tarafından ilk çağlarda kullanılmaya başlamıştır. Bunlar volkanik olaylar sonucu meydana gelen doğal (tabii) camlardır. İlk cam yapımı üfleme aletinin icadıyla Mısır’da başlamıştır. Bu teknik daha sonraları Finike, Yunanistan ve Romalılar tarafından kullanıldı. Roma’da yapılan kazılar Vitrayın M.S. 1. yüzyıldan beri yapılmakta olduğunu ortaya koymuştur. Vitray VII. yüzyılda Araplar, daha sonra da Türkler tarafından kullanılarak sanat değeri yüksek örnekler ortaya konmuştur. Hıristiyanlık dünyasında sadece dini yapılarda (Kilise, katedral vb.) kullanılan vitray; Türklerde dini yapıların dışında da kendini göstermiş cami, türbe vb. yapılar yanında saray, köşk, kasr, kütüphane ve evlerde bol bol kullanılmıştır.



รงocuk

63


64


รงocuk

65


66




mizah



bulmaca


* Gas-, Wasser-, Heizungs-, Klima- und Solartechnik * Wartung und Instandhaltung von Feuerst채tten * Fachkraft f체r barrierefreies Bauen * Kontrollierte Wohnrauml체ftung * Erneuerbare Energie




KOLAY

ORTA

ZOR






Nar Reçeli Nar Reçeli Nasıl Yapılır? •

Nar suyu ve şekeri geniş bir tencereye alın. Şeker çözülene kadar orta ateşte karıştırarak kaynatın, şeker eridikten sonra altını kısın ve 30 dakika kadar kaynatın.

Üzerinde oluşan pembe köpüğü kaşık yardımıyla ayırın.

Nar taneleri ve limon suyunu da ekleyerek on dakika daha kaynatın.

Bir kaşık yardımıyla kıvamını kontrol edin, eğer kıvamı çok sıvıysa bir süre daha kaynatın.

Soğuduktan sonra kavanoza alın ve buzdolabında muhafaza edin.

Malzeme Listesi 3.5 Su Bardağı Taze Sıkılmış Nar Suyu 1 Su Bardağı Nar Tanesi 3 Su Bardağı Şeker 1 Adet Limonun Suyu

Afiyet olsun! 80




ESMA YAZICI

Fachärztin für Frauenheilkunde und Geburtshilfe Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Grasreinerstraße 1 45879 Gelsenkirchen Tel: 0209 - 24127 Fax: 0209 - 24149 Wir sind für Sie da: Mo. – Di. Mi. Do. Fr.

8.00 – 12.00 Uhr 8.00 – 12.00 Uhr 9.00 – 13.00 Uhr 8.00 – 13.00 Uhr

Terminvereinbarung erbeten!

14.00 –18.00 Uhr 15.00 –19.00 Uhr


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.