Mahya Dergisi NRW1 Ocak 2014

Page 1

Sayı 62 | Ocak 2014 | Ücretsiz NRW1

2014

DİTİB Aylık Dergi



Dr. Selahattin G체nay Facharzt f체r Innere- und Allgemeinmedizin

Akupunktur Chirotherapie Ern채hrungsmedizin Haus채rtzliche Diabetologie Bismarckstr. 107 45881 Gelsenkirchen

Tel: 0209 15793420 Tel: 0209 819375 Fax: 0209 3611853


İÇ İ N DE K İ L E R 03

BİZDEN 6 7 17

Editörden Bizden makale ve haberler Bedirlıan GÖKÇE: Hayatın Ortağı Olmak

DİN 21 23 25 27 29 33

Bir Konu Bir Ayet: İnternet ve Manevi Hayatımız Bir Hadis Bir Yorum Küçük Hata ve Yanlışlar Tefsir Hoşgörü ve Müsamaha Çerçevesinde Barış İslam Dinin Barış ve Kardeşliğe Verdiği Önem

MESNEVİ’DEN HİKAYELER 35

Benliğin Şımartılması

AİLE 37

Öfke Kontrolü

39

ATA’MIZA DAİR

41

HİKMETLİ SÖZLER


GÜNCEL Beugt Euch Nicht!

43

SAĞLIK Guatr Riski Taşıyor Musunuz?

51

_HUKUK Yurtdışı Borçlanma (1. Bölcım)

Ebru Sanatı 55

Derleyen: Harun ÖNDER

K

itre yada benzeri kıvam arttırıcı malzemeler kullanılarak yoğunluğu arttırılan bir sıvı üzerine, içinde sığır ödü bulunan toprak boyaların serpilmesi suretiyle elde edilen desenlerin, sıvının üzerine kapatılan kağıda aktarılmasıyla gerçekleştirilen bir kağıt süsleme sanatıdır.

Sanatkarın teknesinden fırçasına, kitreli suyundan boya ve öd suyuna ve bunların işlenmesine kadar iç içe yaşadığı, desenlediği, kimyanın fizik kanunları ile birlikte, eskilerin tabiri ile ince sanatın güzel bir uygulamasıdır ebruculuk... El emeğidir, göz nurudur ebru...

Kapak konusu - Sayfa 43 Ebrunun tanımı bunun dışında çok çeşitli tarifler ile de yapılmıştır: Ebru denilen renk renk mermer damarlı granit, hareli çeşitli desenli veya çiçekli kağıtlar, eskiden cilt ve defterlerin iç kapaklarını süslemek, hattatların levhalarında fon olarak kullanılmak üzere yapılırdı.

ABİDE ŞAHSİYETLER Hoca Ahmed Yesevi

tedir.

59

Ebru Sanatı “Kağıda yapılan hare, budak ve dalga gibi çeşit, çeşit süs” diye tanımlanırken ‘Eski Eserler Ansiklopesi’nde “kalemsiz, fırçasız, kağıt üzerine çiçek resmi yapmaktır” denmek-

Bir zamanlar ülkemizde çok yaygın olan bu sanat, günümüzde diğer klasik Türk sanatları gibi unutulmaya yüz tutmuştur. Mustafa Düzgünman’ın ise yazdığı şiirin içerisinde Ebru Sanatını şöyle tarif etmektedir: “Kadim ecdât yâdigarı müzeyyen bir san’âttır, Tabiatten mülhem olan bu nakışlar mir’âttir, Sân-i Hak sun’undan hep kendi kendi seyreder. Nakış nakkaş şey-i vâhit bir vahdeti hikmettir.”

İŞ DÜNYASI Meslek Tanıtımı

62

Ebru Sanatı - Sayfa 67

KÜLTÜR Ebru Sanatı

67

ÇOCUK

69

BULMACA Kare Bulmaca Sudoku Çengel Bulmaca

73 74 75

Yemek Tarifi

80

Bedirlıan Gökçe Hayatın Ortağı Olmak Sayfa 17

04


künye

IMPRESSUM/KÜNYE DİTİB Nürnberg e.V. Kurfürstenstraße 16 90459 Nürnberg

Bankverbindung/Hesap Numarası Commerzbank Nürnberg Konto 540773900 Bankleitzahl 76040061

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de

YAYIN KURULU

GENEL KOORDİNATÖR Oğuz Yurtalan +49 (0)171 3583191 oguz.yurtalan@mahya.de WEB KOORDİNATÖRÜ Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de NRW Temsilcisi Orhan Arslanmirze +49 (0)176 84679965 orhan.a@mahya.de Türkiye/İstanbul Muhabiri Koray Kuşkuş +90 (0)554 5618244 koray.kuskus@mahya.de DAĞITIM SORUMLUSU Gökhan Önder +49 (0)176 70055077 goekhan.oender@mahya.de KAPAK/GRAFİK TASARIM/BASKI AddGraphic info@addgraphic.de Mahya Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazı ve ilanlardan yazı ve ilan sahipleri sorumludur.

05

Alptuğ Demir alptug.demir@mahya.de Bülent Bayraktar buelent.bayraktar@mahya.de Av. Ender Sürekli ender.suerekli@mahya.de Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de Gökhan Önder goekhan.oender@mahya.de Harun Önder harun.oender@mahya.de Mehmet Aznavuloğlu mehmet.aznavuloglu@mahya.de Serhat Önder serhat.oender@mahya.de Talha N. Yıldız talha.yildiz@mahya.de Yunus Emre Turan emre.turan@mahya.de


editörden

Herşeyiniz Çifte Serlıat ÖNDER

Değerli okurlar, Son haftalarda Hamburg’da Gezi eylemlerini aratmayacak gelişmeler sırasında Alman medyasının haberlerde konu ettiğini gördünüz mü?

EŞİTLİK ANLAYIŞINDA ÇİFTE STANDART

Canlı yayını kesip Hamburg’dan yayıına devam bir Alman kanalı gördünüz mü???

Sahi, içinde ‘‘çifte’’ kelimesi bulunan çifte vatandaşlığa niye bu kadar karşı çıktılar hâlâ anlayabilmiş değilim. Ama orda da kesin bir çifte standart vardır. Zira ABD vatandaşıysan, İsviçre vatandaşıysan İsrail vatandaşıysan... Çifte vatandaşlık mümkün.

Görmediniz değil mi? Çok enteresan doğrusu. Hamburg OHAL ilan edilirken. Haberlerde sadece bir altyazı geçildi, hepsi o kadar. Şimdi bu durumda medyada sansürün en âlâsı uygulanmıyor mu? Gezi eylemlerinde saatlerce canlı yayın yapan ve günlerce bunu haberlerine manşet yapan batı medyası niye aynı hassasiyuti Hamburg’a göstermiyor?

NERSİNDEN TUTARSANIZ TUTUN ÇİFTE STANDART!

Türkiye’deki değerli politikacılarımızın Hamburg eylemleriyle ilgili Alman hükümetine ‘‘Kaygıyla izliyoruz’’ veya ‘‘Eylemcileri dinlemek zorundalar’’ diye Türkiye’ye yöneltilen demeçleri iade etmelerini bekliyorum!

Batı’nın tutumu bize bir daha gösterdi ki düzenleri çifte standart üzerine kurulu: İNSAN HAKLARINDA ÇİFTE STANDART HABERCİLİKTE ÇİFTE STANDART KENDİNDEN OLMAYANLARA KARŞI ÇİFTE STANDART

06


bizden

07


DİTİB Köln Merkez Cami İç Mimari ön çalışmaları başladı

DİTİB Köln Merkez Cami İnşaatı projesi tcım hızıyla devam ediyor. Almanya genelinde cemaatimizin maddi destekleri ile sürdürülen inşaatımızın, iç mimari ve tezyinat faaliyetlerini yürütmek üzere Türkiye´den gelen KOMAŞ Proje Koordinatörü Yüksek Mimar Merih Aykaç Şengül ve Mimar Uğur Kınık, DİTİB Köln Merkez Cami İnşaatı projesi ile ilgili bilgi aldılar.

Mimar Pohl Böhm ile de bir tanışma ve bilgi alışverişi toplantısında bir araya gelen yüksek mimar Şengül ve mimar Kınık, Cami mimarisi ve proje hakkında görüş alışverişinde bulundular. Çok olumlu ve faydalı geçen toplantı ile birlikte cami iç tezyinat proje çalışmaları hızlı bir şekilde başlatıldı.

08


bizden

T.C. Berlin Büyükelçiliği Basın Müşavirliği Basın Duyurusu Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçiliğinde görevli iki diplomatın araü 31 Aralık 2013 tarihinde gece saat 23:30 sularında kundaklanarak yakılmıştır. Olay sonrası araçlar kullanılamaz hale gelirken, incelemede bulunan polis ekipleri tutanakların tutulmasının ardından soruşturmanın devam edeceğini belirtmişlerdir.

dır. 4 Kasım 2011 tarihinde ortaya çıkan ve 8’i Türk olmak üzere toplam 10 kişinin hayatını kaybettiği NSU ünayetlerine ilişkin davanın devam ettiği bu hassas dönemde sözkonusu saldırıların sorumlularının biran önce bulunarak adalete teslim edilmesi beklenmektedir.

Araçların farklı sokaklarda park edilmiş olması, saldırının Türk Büyükelçiliği çalışanlarını hedeşeyen planlı bir olay olabileceğini akıllara getirmiştir. Berlin Basın Müşavirliği Büyükelçilik tarafından vakit kaybetmeksizin gerekli resmi girişimlerde bulunulmuştur. Olay hakkında Alman makamlarından açıklama beklenmektedir. Diğer bir kundaklama olayı ise yine Türklerin yoğun olarak yaşadığı Wedding semtinde meydana gelmiştir. 31 Aralık ve 1 Ocak günü erken saatlerde aynı binada 3 farklı katta vuku bulan yangınlarda Türk ailelerin evleri ya narken, yangınların erken fark edilmesi bir faüayı önlemiştir. Dumandan zehirlenen bir aile hastanede tedavi edilmiştir. Binada yaşayan vatandaşlarımız, olay yerine gelen polis ekiplerinin özel bir incelemede bulunmadığını, yangın mahallinden örnek alınmadığını, tanık veya komşuların ifadelerine başvurulmadığını, delil toplanmadığını ve olay mahallinde delil koruma önleminin de alınmadığını ifade etmişlerdir. Olay mahallinde incelemelerde bulunan ve mağdur aileler ile binada yaşayan diğer vatandaşlarımızla biraya gelen Berlin Başkonsolosumuz ilgili Berlin Eyalet makamları nezdinde gerekli girişimlerde bulunmakta-

09


DİTİB KÖLN

Almanyada’daki Türk İslam Toplumunun Onur Projesi Yapılacak olan bu Cami ve Kültür Merkezi, müslümanların bu toplumda kendilerini daha yerli hissetmelerini sağlayacak ve bu anlamda uyuma büyük ölçüde katkı sağlanmış olunacaktır. Cami, Dini Bilgiler Kursu, Eğitim Merkezi, Gençlik ve Spor Merkezi, Kadınlar Merkezi, Araştırma Merkezi, İlmi Kütüphane, Dinler Arası Diyalog Merkezi, Seminer Salonu, Konferans Salonu, Ticari Bürolar, Alışveriş Merkezi, Basın Merkezi, Kapalı Otopark, Çocuk Bakım Merkezi gibi sosyal ve kültürel birimlerini bünyesinde bulunduracak olan Merkez Camii, iki minare (55 metre) ve şeffaf parçalardan oluşan bir kubbeye (36,50 metre) sahiptir.

BU KALICI ESERDE SİZİN DE BİR KATKINIZ OLMASINI İSTİYORSANIZ 1. BANKA HAVALESİ YOLUYLA BAĞIŞ Empfänger: Türkisch-Islamische Union Kontonummer: 505566000 Bankleitzahl: 37040044 Commerzbank Köln Verwendungszweck: Merkez-Camii

2. TELEFON YOLUYLA BAĞIŞ

0 900 1070105 Sabit hattan bağışta bulunmak istiyorsanız (her aramada 5€)

10 12

MAHYA . EYLÜL 2010 20


bizden

Prof. Dr. Mouhanad Klıorchide ve „İslam rahmettir“ adlı eseri ile ilgili açıklama Son zamanlarda Münster İlahiyat Merkezi Başkanı Prof. Dr. M. Klıorchide ile alakalı, çeşitli sosyal paylaşım sitelerinde DİTİB’i hedef alan ve gerçeği yansıtmayan bilgi kirliliği ve ithamlar sebebiyle, aşağıdaki açıklamanın yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. DİTİB Almanya’daki müslcımanların çoğunluğunu temsil etmektedir ve bu nedenle Almanya’da müslcımanların varlığına ve onların inanışlarına uygun İslam İlahiyatlarının oluşturulmasına önem vermektedir. Bu arada bir senedir Münster İlahiyat Merkezi Başkanı Prof. Dr. M. Klıorchide’in yayınladığı eser ve görüşleri nedeni ile müslcımanlar arasında rahatsızlık baş göstermiştir. Bu gerçeği göz önünde bulunduran DİTİB halen devam eden araştırmalara da binaen, Klıorchide’in mevcut konumunun desteklenmesinin mcımkün olmayacağı kanaatine varmıştır. DİTİB şu hususlar nedeni ile bu kanıya sahip olmuştur: 1. Münster İlahiyat Merkezi için Prof. Klıorchide, DİTİB’e KRM’deki diğer dini cemaatler tarafından tanıtılmış ve merkezde din pedagojisi alanında görev alması için önerilmiştir. Göreve başlamadan önce Klıorchide 11 Şubat 2010 tarihinde KRM’ye imzalamış olduğu bir metni sunmuştur. Metnin amaü KRM’nin güvenini kazanma ve dine bağlı bir eğitim vereceğine dair garanti vermesi esası üzerine hazırlanmıştır. Metin din dersi öğretmenlerinin eğitimi hususuna dini cemaatlerin dahil edilmesi ve karşılıklı eleştirilerin olması durumunda kardeşlik ve karşılıklı güven içinde konuların çözcımünü kapsamaktadır.

11

KRM’deki dini cemaatler imzalanan bu metine dayanarak Klıorchide’e eğitim vermesi hususunda onay vermişlerdir. 2. Klıorchide kendisinin imzaladığı metne sadık kalmamış, eleştirileri kardeşçe kendi aramızda çözmek yerine medya üzerinden tartışmaları başlatmıştır. Halbuki anlaşma metninde şu ifadeler bulunmaktaydı: „Eleştiri hangi taraftan gelirse gelsin, kardeşçe aramızda görüşülmeli, kamuoyu üzerinden gerçekleştirilmemelidir.“ Fakat Klıorchide, Uluslararası Katolik Basın ajansına verdiği 02.10.2013 tarihli demeçte anayasa tarafından güvence altına alınan icazeti eleştirmiştir. Böylece dini cemaatlere tanınan anayasal hakka karşı çıkmış ve sadece kendisinin söz sahibi olması talebinde bulunmuştur. Bugüne kadar bu ifadeyi açıklığa kavuşturan aksi bir bildiri de bulunmamaktadır. Ayrıca haftalık gazete Die Zeit’a 02.10.2013 tarihinde verdiği röportajda da teşkilatın temsilülerinin teolojik bilgi ehliyetine sahip olmadığını ifade etmiştir: „Teşkilat temsilüleri bugüne kadar dini içerikli konularla muhatap olmamışlardır. Bu konu onları aşmaktadır, çünkü bu konuda teolojik yeterlilikleri yoktur.“ 3. Özellikle „İslam Rahmettir“ adlı kitabı ile kısmen var olan ve eleştirilen tezleri tekrar gündeme getirerek, ayrıca mcıminlerin ve alimlerin dini yüzeysellik ve onları dış görüncıme fazla ehemmiyet vermekle suçlaması, müslcıman cemaatler arasında da eleştirilere neden olmuştur. Klıorchide’in insanın iç dünyasına ehemmiyet vermesi ve rahmet anlayışını ön plana çıkarması olumlu olmakla birlikte, tezlerinin kimisi müslcımanlar arasında tartışmalara neden olmuş ve bu nedenle şahıs olarak kendisine karşı tutumda olanların sayısı artmıştır. Düzeltme mahiye-


tinde yaptığı bazı açıklamalar dahi halen yetersizdir, bir kısmı tamamen sorunlu ve açıklamaya muhtaçtır. Bu nedenle kitabı analiz edilmiş, bundan sonraki tartışmalara zemin oluşturması açısından da değerlendirilmiştir. Bu konuda şu hususun altı çizilmeldir: „Klıorchide’in gerek kitabında, gerekse daha sonra yaptığı açıklamalarında Allah’a iman konusunun İslamiyet‘te en önemli husus olduğu konusu hala tam olarak net değildir. Oysa kendi tanımlamasına göre mcımin, Allah’ ın sevgi ve rahmetine icabet edendir. Kitabın başında açıkladığı, Tanrı’nın akıl ile bilinebileceği hususu kitabın daha sonraki kısımlarında birdaha geçmemektedir. Kaynaklarında sadece etik olan konular ön plana çıkarılmıştır, diğer hususlara hiç değinilmemiştir.“ (bkz. Şeyda Can’ın raporu) 4. En önemli hususlardan biri Almanya’daki dini cemaatlerin kendilerine karşı sorumlu oldukları müslcıman cemaatin bu konudaki algısıdır. Kitaptaki ve daha sonra medyada birçok açıklamaları müslcımanlar tarafından kendi dini kimliklerine bir saldırı olarak algılanmış, hatta bazı açıklamaları da İslamiyet’ in dışında olarak yorumlanmıştır. Bu konuda DİTİB’e her gün çeşitli şikâyetler ulaşmaktadır. Müslcımanlar arasında memnuniyetsizlik artmakta ve İslam İlahiyat Merkezi’ne karşı bir tutum tabanda artmaktadır. Bu nedenle gelecekte o merkezden mezun olan öğrenülerin aldıkları eğitim nedeni ile tepkiyle karşılaşma ve haksızlığa uğrama tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmaktadır, ki bu durum özellikle elem veriüdir. 5. DİTİB öncelikle Almanya‘daki İslam İlahiyatının geleceğini duygu yüklü tartışmalar üzerine inşa etmekten kaçınmıştır. Aynı şekilde, aceleü bir karşı çıkış yerine somut verilere dayalı değerlendirmeler yapmayı önceler. DİTİB, kamuoyundaki yanlış anlaşılmaları önlemek için tartışmaları bugüne kadar sükunetle takip etmiştir. Geldiğimiz

noktada Klıorchide’in mevcut teolojik açıklamalarının kabul edilemez olduğu anlaşılmış ve kitapta serdettiği kanaatlerinin şüpheli bulunduğu açıktır. Bu süreçte esas olan Almanya’da kurulma aşamasında bulunan İslam İlahiyat Merkezlerine karşı Müslcıman toplumunun güveninin kaybolmamasıdır. DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Er de, 13.12.2013 Cuma günü gerçekleştirmiş olduğu Basın toplantısında DİTİB’in Klıorchide’i desteklediği şeklindeki iddiaların sorulması üzerine, “DİTİB’in herlıangi bir kişiyi kişisel olarak desteklemesi söz konusu değildir. Bir kişiye destek olunmasının kriterleri vardır. Almanya Anayasası’nın cemaatlere tanıdığı haklar bulunmaktadır. Müslcımanlara yönelik verilen din eğitiminin aynı zamanda sosyal kabul edilirliği olması gerekmektedir. Buradan mezun olanlar Müslcımanlara din adamı olarak hizmet verecektir. Mezun olanlar ve onları eğitenler inanç noktasında topluma uyum arz etmezlerse sorun yaşanır” demiştir. Bununla birlikte herkesin kendi uzmanlık alanında demeçler vermesinin önemine vurgu yapmış ve „Örneğin ben din sosyoloğuyum ve kelam konusunda açıklamalar yaparsam haddimi aşmış olurum.“ deme gereğini duymuştur. Bu nedenle, DİTİB tarafından Prof. Dr. Mouhanad Klıorchide’in İslam İlahiyat Merkezi’ ndeki mevcut konumunun desteklenmesi mcımkün değildir. DİTİB, ilgili kurum ve makamlarca, yukarıda zikredilen hassasiyetler göz önünde bulundurularak gerekli işlemlerin yapılmasını beklemektedir.

DİTİB Genel Merkezi Basın Birimi

12


bizden

DİTİB Irkçılık & Ayrımülıkla Mücadele Bürosu ikametgah v.s.) korunması için azınlıklar (özellikle Müslcımanların) dışlanır. Bunun ardında toplumda kısıtlı olarak bulunan belli kaynaklar için azınlık ve çoğunluğun beraber rekabet etmesi düşüncesi yatar.

Bu sayfalarda siz değerli okuyucularımıza DİTİB’in ırkçılık ve ayrımülığa karşı yaptığı çalışmaları, ırkçılık ve ayrımülığın tanımını sunacagız. Daha fazla bilgi için http://www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de adresini ziyaret edebilrisiniz. 2. Ayrımülığın sebepleri İnsanların küresel göç akımları bağlamında kültürler arası hareketleri, aynı zamanda geleneksel kimlik tanımlamalarının da çözümüne yol açar. Kendilerini tarihi ve etnik kader birlikleri olarak gören toplumlar, küreselleşme çağında bu kimliklerini artık zor ayakta tutup kimlik krizine girebilmektedir.1 Bu gelişme özellikle 11 Eylül 2001‘den sonra Müslcımanların toplu halde algılanıp dışlanmasının nedenlerinden bir tanesidir. Müslümanlara karşı önyargılar, kendisini giderek daha az dini kategoriler üzerinden tanımlayan bir çoğunluk toplumu için bir birliktelik duygusunun ve sosyal kimliğin oluşmasını sağlar.2 Ayrıca hakim çoğunluğu neredeyse hayatın her safhasında, mesleki eğitim, işyeri, ikamet ve sağlık konularında imtiyazlı çıkaran ve Müslcımanlara karşı eşitsizlikleri meşrulaştırmak için üretilen kültüralist steryotipler kullanılır.3 Böylece makro düzeyde iki önemli faktör ve mikro düzeyde de bir faktör azınlık grupların dışlanmasının sebeplerinin (bir bölcımü) olarak gösterilir. ‚Biz grubu‘ (kendi grubu) ve ‚diğer grup‘ (yabanü grubu) kurgulayarak kimlik nasıl oluşur? 1. Çoğunluğun imtiyazlarının (iş piyasası,

13

Farklılıklardan korkanlar, çoğulculukla baş edebilmek için gerekli sosyal yetilere veya sorun çözme stratejilerine sahip değildirler. Çoğulcu bir toplumda yaşama öğrenilmediği için, bu sorun olumlu olarak çözülemez.

Kendi kimliğini Müslcımanlara karşıtlık üzerine geliştirmek ve kendi çıkarlarını korumak için Müslcımanları dışlamak da Almanya‘da giderek daha çok kabul görmektedir. Yıllık uygulanan „Deutsche Zustände“ adlı ankette Wilhelm Heitmeyer etrafındaki Bielefeld’li bilim adamları, Almanların % 46‘sının „Almanya‘da çok fazla Müslcıman bulunuyor“ ifadesine katıldığını ortaya koymuştur. Halbuki Müslcımanlar toplam nüfusun sadece % 7‘sini oluşturmaktadır. Katılımüların % 52,5‘i İslam‘ı genel olarak hoşgörüsüz bir din olarak görmektedir. %76‘sı ise Müslcımanların kadına karşı tutumunun Almanya‘daki değerlere ters düştüğünü savunmaktadır. İlginç olan nokta ise, bu katılımüların % 53‘nün aynı zamanda kadınların daha fazla eşlik rollerine yönelmesi gerektiğini talep ediyor olmasıdır.4 Bu oldukça ilginç bir çelişkidir. FriedrichEbert-Vakfı‘nın (FES) yaptığı bir araştırmaya göre katılımüların % 58‘i din özgürlüğünün Müslcımanlar için kısıtlanması gerektiğini düşünmektedir. Bu tarz tutumlar, aşırı sağü


eğilimleri reddedenlerde de saptanmıştır. Netice itibarıyla artık Müslcımanların kültüralist ve olumsuz algılanması, toplumun merkezine kadar ulaşmıştır. Bu durum Almanya‘daki toplumsal barış adına kaygı veriü bir gelişmedir.

Zustände. Folge 9, Berlin 2010, S. 210 ff. Decker, Oliver et al.: Die Mitte in der Krise. Rechtsextreme Einstellungen in Deutschland 2010, Bonn 2010, S. 134 ff., online versiyonu: http://library.fes.de/ pdf-files/do/07504.pdf, en son bakılan tarih: 14.09.2011

1 Über den statischen Begriff der Kultur und die möglichen Folgen der Migration auf die eigene kulturelle Wahrnehmung der Mehrlıeitsgesellschaft vgl. Halm, Heinz: Soziologie der Migration, 3. Auşage, Stuttgart 2010, S. 331-341 2 Küpper 2010: S. 212 3 Küpper 2010: S. 212 4 Bkz. Küpper, Beate: Anknüpfungspunkt Islamfeindlichkeit, in: Heitmeyer, Wilhelm: Deutsche

SESSİZ KALMA DİTİB IRKÇILIK & AYRIMÜLIKLA MÜCADELE BÜROSU www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de 12


bizden

Çifte vatandaşlık tartışmaları siyasetin uyuma direndiğinin göstergesidir! Siyaset bireylerin, toplumun ve devletin çıkarlarını eşit şekilde gözeterek hareket etmelidir. Bireylerin hayat hikayelerinin bir parçası olan vatandaşlık herhangi bir derneğe üyelik gibi değiştirilebilecek, bir başka ülkenin vatandaşlığı ile bunun arasında seçim yapılabilecek birşey değildir. Bugünlerde gündeme getirildiği gibi “dondurulacak” birşey hiç değildir. Bu yaklaşım bizlere, kişisel göç hikayelerinin göz önünde bulundurulmadığını, ayrıca göç alan bir toplumum kriterleri ve temel şartlarına göre hareket edilmediğini göstermektedir. Bu sorunun ise ancak modern bir vatandaşlık yasası ve iyi bir uyum politikasıyla üstesinden gelinebileceği kanaatindeyiz. Siyasi arenada söz sahibi olan aktörlerin bu günlerdeki söylemlerden halen uyuma karşı bir direncin olduğunu görüyor, anlıyoruz. Bu dirence şiddetle karşı koymamız gerekmektedir, zira bu tartışmalar on yıllarda kaydedilen gelişmeleri boşa çıkarıyor. Tartışmaların odağındaki sorunlar, çoktandır uyum sağlamış olan insanlardan değil, bu insanların uyum sağlamalarını istemeyen politikacılar ve onların ürettiği politikalardan, anayasanın herkes için eşit haklar öngörmesine ve yürürlükte olan kanunlara rağmen “Milyonlarca insanın çifte vatandaşlığa” sahip olmalarını ve böylelikle “Almanya içerisinde kalıcı bir Türk azınlığı” haline gelmelerini önlemek için türlü istisnaları icat eden halen kırılamayan önyargılar ve siyasetin taleplerinden kaynaklanıyor. Alman İçişleri Bakanı Friedrich “Münchner Merkur” gazetesine verdiği bir demeçte kaygılarını “Bunun Alman toplumunun kimliğinin

15

uzun vadeli değişime uğraması anlamına geleceği” şeklinde ifade etmiştir. Pekiyi, vatandaşlıkların arasında seçim yapmaya zorlayan opsiyon modeli bundan farklı birşey midir? Kısacası, bu hem ırkçı hem de nezaketsiz bir tutumdur! Alman Sosyal Demokrat (SPD) Partisi Genel Başkanı Sigmar Gabriel’in çifte vatandaşlığı büyük koalisyon hükümeti için şart koştuğuna dair açıklamasını bu nedenle yerinde buluyoruz. Seçimlerde oy kullanan göçmenlerin, Sosyal Demokratların 2013-2017 hükümet programını onaylamalarında partinin bu söylemi önemli bir rol oynamıştı. Hükümet programında şöyle denilmişti: “Özellikle de Almanya’nın çocuklarının Alman vatandaşı olmalarını ve Alman vatandaşı kalmalarını istiyoruz. Burada doğan kız ve erkek çocukları geri vermemek üzere Alman vatandaşlığını alacaklardır. Gençleri reşit olmaarı halinde iki vatandaşlık arasında bir seçim yapmaya zorlayan opsiyon modelini kaldırıp, çifte vatandaşlığı genelde kabul edeceğiz.” Bu nedenle vatandaşların ve seçmenlerin taleplerinin dile getirildiği geniş çaplı kampanyalar düzenlemeye, Sosyal Demokrat Partisini de ayrıca seçim vaadini yerine getirerek hükümet programında vaadettiği çifte vatandaşlığı koalisyon görüşmelerinde gerçekleştirmeye davet ediyoruz. Yönetim Kurulu DİTİB Genel Merkez



bizden

HAYATIN ORTAĞI OLMAK Bedirlıan GÖKÇE

Güncımüzün “ergen dünyası”nı, bu dünyada geçerli olan “ergen kültürü”nü anlamaya çalışıyoruz. Çünkü bu yeni oluşumu anlayamazsak “güncımüz ergenleri” ile erişkinler arasındaki uzaklık daha da artacaktır. Yeni ergen kültürünün özellikleri içerisindeki “hedef seçememe”, “geleceği planlayamama” “sorumluluk almak istememe”, “kendini hiçbir şeye zorunlu saymadan çevresini her şeye zorunlu sayma”, “çaba harcamadan elde etmek isteme” gibi özellikleri nasıl açıklayacağız? En önemli etkenler arasında “sahip olma, elde etme ve kullanma” ile bunları yapabilmek için “çalışmak ve kazanmak gereği” arasındaki bağı kopartan “tüketim toplumu ideolojisi”dir. Bu ideoloji, henüz çalışmayan ve kazanmayan gençlere “kredi kartı vermekte” “cep telefonları olmasını normal olduğunu”

17

söylemekte, “otomobil kullanarak özgürleşmeyi” önermektedir. Gençler de bütün bunlar için yıllarca beklemek yerine bütün bunları sağlamanın annebabanın görevi olduğunu düşünmekte, bunların “kendi hakları” olduğunu öne sürmektedirler. Bizim yaşam kültürcımüzün iki özelliği de “tüketim toplumunun ideolojisi” ile buluşmaktadır. “Çocukların aşırı korunmasının ailenin görevi” olduğuna yaygın tutum ile “çocuklarla gurur duyma isteği” Bu iki özellik de, çocukların “yaşam standartları”na ailelerin -kimi zaman ekonomilerinin üstüne de çıksa- destek vermelerini sağlayan bir tutum yaratmaktadır. Anne babaların şu sözlerini çok sık duyuyoruz: - Biz (ya da ben) çocuklarımız için yaşıyoruz. - Ne yapıyorsak onlar için yapıyoruz. - Biz çok sıkıntı çektik, onların bu sıkıntıları çekmesini istemiyoruz. - İlerde hayatın birçok haliyle karşılaşacaklar, bari şimdi mutlu olsunlar. - Mutlu bir çocukluk dönemleri olsun. - Biz gençliğimizi yaşamadık, bari onlar


doya doya yaşasınlar. - Bizim yapamadıklarımızı onların yapması bizi memnun ediyor. - Her şeyleri var, neden çalışmadıklarını anlayamıyorum. - Hiç sıkıntıya gelmiyorlar, istedikleri hemen olsun istiyorlar. - Her istediklerini yapıyoruz ama o bizim ne istediğimize aldırmıyor bile. - Çok iyi çocuktur ama arkadaşlarına uyuyor. - Aklına hiç kötülük getirmez, ne söylense inanır. - Böyle giderse nasıl yapacak bilmiyorum.

Çocuklar ve gençler kendileri hiçbir şey yapmasalar da ailelerin onlar için her şeyi yapacaklarını öğreniyor. Çocuklar ve gençler geleceklerinin aileleri tarafından hazırlanacağına güveniyor. Onun için de kendine güvenmiyor, sorumluluk almıyor, kendisini hiçbir şey için zorlama gereği duymuyor.

Bu sözlerin hepsi de birbiriyle bağlantılıdır. Bu sözlerin oluşturduğu merdiven basamak basamak çıkılmaktadır. Sonuçta erişilen yer de hiç kimsenin düşünmediği, hiç kimsenin istemediği bir yer olmaktadır.

Bu yazı Erdal Atabek’e aittir, noktasına virgülüne dokunmadan sizinle paylaştım Bence siz de çevrenizle paylaşın…

Neden? Çocuklarımızı hayatımızın ortağı değil, refahımızın ortağı yapıyoruz da ondan.

Bu dönem Türkiyesinin en önemli problemidir bu konu ve eğer tedbir alınmazsa ülkemizi gelecekte temsil edecek çocuklarımız; “çok iyi eğitim almış ama kişiliği oturmamış scımsükler topluluğu” olarak tarihte yerini alacaktır ve vebali de sadece yetiştirenlerin boynuna olacaktır.

Neden “hayatlarınızı çocuklarınıza adıyorsunuz?”

Yapılması gerekenler yapılmaz, yapılmaması gerekenler yapılırsa sonuçlara neden şaşmalı? Lütfen biraz düşünür müsünüz?

Çünkü;

Neden çocuklarınız için yaşıyorsunuz? Neden çocuklarınıza istemedikleri şeyleri vermek için bunca çaba harüyorsunuz? Neden çocuklarınıza hak etmedikleri şeyleri elde etmeleri için yükcımlülük duyuyorsunuz? Neden çocuklarınıza sorumluluk vermiyorsunuz? Şimdi almıyorlar çünkü sorumluluk vermekte çok geç kaldınız. Neden çocuklarımızı yaptıkları yanlışların sonuçlarıyla karşılaştırmıyorsunuz? Bu durumda çocuklar ve gençler “ailelerin onları her koşulda koruyacaklarını” biliyor.

18



din

39


din

Buhranlarımız Günahlarımızdan Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde fitne ve fesat ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm, 30/41.) e hazindir ki, son asırlarda, İslam dünyasında acı, gözyaşı ve kan hiç eksik olmadı. Tarihte de Moğol İstilası, Endülüs yıkımı vb. durumlar yaşanmıştı. Ancak bu sefer durum farklı olmuştur. Çünkü Müslümanların içerisinde yaşadığı siyasi, ekonomik ve kültürel krizler, tedavisi zor yaralar açmıştır.

Kendi kültür ve geleneğinden habersiz yetişen genç kuşaklar, çareyi yabancı ideoloji ve felsefi cereyanlarda aramaktadır. Toplumsal hayatın her kesiminde insanlar arasındaki bağlar zayıflamakta, ancak bağımlılıklar gittikçe artmaktadır. Yaratıcısı ile rabıtası olmayan kuşaklar, kendilerini teskin edip rahatlatmak için kumar, içki, uyuşturucu vb. birçok alışkanlığın tuzağına düşmektedirler.

Müslüman ülkelerde son dönemlerde yaşanan etnik ve mezhep çatışmaları vicdanımızı sızlatmaya devam etmektedir. Şu sorular, bundan yüz yıl önce olduğu gibi bugün de cevabı aranan sorulardır. İslam alemi, kendi içinde yaşadığı bu kaos ve kargaşadan ne zaman kurtulacaktır? Hak-hukuk, adalet ve fazilette insanlığa rehberlik yapma sorumluluğunu ne zaman üstlenecektir?

Ailede, sporda, işyerinde, sokakta, kısaca hayatın her alanında şiddet gittikçe yaygınlaşmaktadır. Şefkat ve rahmet peygamberinin ümmeti, nasıl da şiddet ve acımasızlığın pençesine bu denli kendisini kaptırmıştır? Diğer taraftan ibadetler çoğunlukla ihmal edilir olmuş, ticari hayatta helal-haram bilinci zayıflamıştır. Yine edep, hayâ ve iffet duyguları yerini şeytani ve nefsani arzulara bırakmıştır.

Bugün İslam dünyası, maalesef, geçmişteki başarılarla övünmenin ötesine geçememekte; bilim, sanat ve teknolojide çağdaş dünyanın kendine yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getireme-

Toplumların ilerlemesi veya geri kalmasında sosyal, ekonomik ve politik faktörlerden, iç ve dış nedenlerden bahsetmek mümkündür. Ancak Kur’an açısından konu-

N

21 19

mektedir. Yaşantıda cihat, ilimde cihat ruhu zayıflamıştır. Yetişen nesiller, ne yazık ki, kendi kökünden kopuk; bize yabancı dünyaların, moda akımların taklitçisi olmaya devam etmektedirler.


ya yaklaştığımızda, bütün bunların arkasındaki temel özneye, yani insna faktörüne dikkat çekildiği görülür. Bu açıdan Kur’an’da eleştiri oklarının insanın kendisine yöneltildiği görülür. Sorumluluğun başkalarında değil, kendisinde olduğu tekrarlanır. Böylece nefsini sorgulaması, yaşadığı musibetlere ve olumsuzluklara karşı tavır alması ondan istenir. İnsanın başına hangi kötülük gelirse, bunu kendisinden bilmesi gerektiği, Allah’ın hiç kimseye asla zulüm etmeyeceği, ancak insanların kendi kendilerine zulüm edeceği belirtilir. Yine insanın tekâmül yolunda kendisini özeleştiriye tabi tutması övülür. Bütün bunlar, her Müslüman bireyin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Problemin kaynağını başka yerlerde değil, kendimizde aramalıyız. Nitekim şu ilahi beyan bizlere bunu hatırlatmıyor mu? “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide, 5/105.) Yine Ra’d Suresi’nin 11. ayetinde manevi değerler istikametinde bir değişimin yaşanması gerekliliği ortaya konur. Bu ayette görüldüğü gibi Allah Teala’nın bir topluluğa olan tavrı, lütuf ve ihsanı, o topluluğun fert fert kendi iç dünyasında olanı değiştirmesine bağlıdır. O bakımdan dönüşüme ve yozlaşmaya değil, ilahi buyruklar çerçevesinde özden bir değişime ihtiyacımız olduğu muhakkaktır.

Sorumluluğu, çoğunlukla yaptığımız gibi, başkalarına yüklemek, kendimizi aldatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu bakımdan hangi konum ve seviyede bulunursa bulunsun, her Müslümana görev düşmektedir. Hiçbir kimsenin kendi durumunu hafife alıp sorumluluğu başkalarına atması doğru değildir. Zaten insan olarak, şu ayette beyan edildiği gibi, bundan sorumlu değil miyiz?: “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü tutar.” Eğer Müslümanlar arasında sosyal, siyasi bir kaos varsa, fitne ve fesat yaygınlaşmışsa, bunun sebebini sadece sömürgeci emelleri olan ülkelere bağlamak doğru değildir. Aksi bir durum, sorumluluktan sıyrılmaya çalışmak ve kolaycılığa kaçmak olacaktır. Üstelik bu, yazımızın başında belirttiğimiz ayette vurgulandığı gibi, beşeri sorumluluğu da göz ardı etmek anlamına gelecektir. Görüldüğü gibi, insanın ilahi buyrukları ciddiye almaması, bir ceza olarak gerek sosyal hayatta, gerekse doğal ve ekolojik dengede fitne ve fesadın, yozlaşma ve bozulmanın ortaya çıkmasıyla yine kendisine dönmektedir. Bugün sosyal ve siyasi bir kaos yaşanıyorsa, şu ayetin beyanıyla bunun en temel sebebi, Müslümanlar arasında velayetin, dayanışma ve yardımlaşmanın, birlik ve beraberliğin bulunmamasıdır: “Dini inkâr edenler birbirlerine sahip çıkarlar. Eğer siz birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada fitne kopar, müthiş bir bozulma ve fesat ortaya çıkar.” (Enfal, 8/73.)

22 20


en sevgili

Erdemli ve Akıllı İnsan Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Allah’ın elçisi ile beraberdim. Ensar’dan bir adam geldi. Nebi (s.a.s.)’ye selam verdikten sonra şöyle dedi. “Ey Allah’ın Rasulü! Mü’minlerin hangisi daha faziletlidir?” Hz. Peygamber, “Ahlâken en güzel olandır” dedi. “Peki, mü’minlerin hangisi daha akıllıdır?” deyince, Allah Rasulü, “Ölcımü çok hatırlayan ve ondan sonrası için en güzel hazırlığı yapandır, işte akıllılar bunlardır” buyurdu. (ibn Mace, Zühd, 31) Sevgili Peygamberimiz, mü’minlerin en hayırlılarının güzel ahlâk sahibi olanlar olduğunu birçok hadislerinde beyân etmişlerdir. (Bkz. Buhari, Edeb, 38; Ebû Dâvud, Sünne, 16; TirmizT, Rada’, 11) İslam dininin nihai amacının iyi ahlâklı insanlardan oluşan bir dünya kurmak olduğuna şüphe yoktur. Yüce Allah, bu amacın gerçekleşmesi için bütün iyi ve güzel şeyleri emir ve tavsiye edip, kötü ve çirkin şeylerden uzak durulmasını istemiş, kötülüklerin sembolü olan şeytanın bizim için apaçık bir düşman olduğunu bildirmiştir. (Bakara,208) Cenab-ı Hakk’a inancımızın ve O’na kulluğumuzun meyvesi de güzel ahlâktır. O’nun rızası ancak bu hedefe ulaşmakla elde edilir. Bu yüzden, bize güzel bir örnek olarak takdim ettiği sevgili elçisini, (Ahzâb, 21) “şüphesiz sen üstün bir ahlâk sahibisin.” (Kalem, 4) diyerek övmüştür. Arkadaşlarının, “Allah Rasulü, insanların ahlâken en güzeliydi” (BuhârT, Edeb, 112; Müslim, Mesâüd, 48) ifadeleri de Cenab-ı Hakk’ın bu tavsifine şahitlik etmektedir.

23

İslam dininin telkin ettiği ahlâk ilkeleriyle, insanın fıtratında var olan ahlâki duyarlılık aslında birbirinden çok farklı değildir. İnsani yaratan Allah ona iyi ve kötüyü ayırt edebilecek bir akıl ve hissedebilecek bir vicdan vermiştir. Dış etkenlerle bozulmamış bir fıtrat, örneğin, başkalarına zarar vermenin, bencilce davranmanın, yalan söylemenin, hakkı olmayan şeye el uzatmanın kötü; ihtiyacı olana yardım etmenin, bütün varlıklara şefkat ve merhametle yaklaşmanın iyi olduğunu bilir. Ancak, yine fıtratında var olan olumsuz davranma yeteneği harekete geçtiğinde, iyi olduğunu bildigi şeylerin tam tersini yapma iradesi de onun elindedir. İşte peygamberler, insanların, fıtratlarındaki olumlu öze dönmelerini sağlamak ve imtihan dünyasında çeldirici görevini üstlenen şeytanın tuzaklarına karşı onları uyarmak için gönderilmişlerdir. Onun için Cenab-ı Hak, sevgili elçisine, “Hatırlat/öğüt ver. Çünkü sen ancak hatırlatıcı ve öğüt vericisin, onlar üzerine baskı kurucu değilsin.” (Gasiye, 21-22) buyurmuştur. “Kur’an da akıl sahipleri için bir hatırlatma ve öguttür.” (Müddessir, 54-55) Çeşitli sebeplerle fıtra-


tına yabancılaşan ve yaratılış amacından uzaklaşan insan bu hatırlatmaya kulak verir ve öğüt alırsa, Allah Rasulü’nün ifadesiyle en faziletli insan olmaya hak kazanır. Hadis-i şerifin ikinci kismi, ilk kısmıyla çok yakından ilgilidir. Güzel ahlâk sahibi olarak erdemli olmaya hak kazanan mü’min zaten aklını çok iyi kullanmış ve ölümden sonrası için hazırlığını büyük ölçüde tamamlamıştır. Ancak ömrünün belirli bir kısmında erdemli bir hayat yaşama fırsatını kullanamayan insan, ölümü ve sonrasını hatırlayıp bir nefs muhasebesi yaptıktan sonra, geçmişi için pişmanlık duyup hayatında yeni bir sayfa açmışsa, gerçekten akıllı davranmış olur. Hatadan dönmenin de bir erdem olduğu gerçeğinden hareketle erdemli bir hayata adım atmış olur. İşte Allah Rasulü, bu akıllı davranışı sık sık yapanları, yani, hayatın çeşitli gaileleri arasında yaratılış amacını unuttuğunu fark ettiği her anda, en büyük vaiz olan ölümü hatırlayıp kendine gelerek büyük hesap günü için tedarikini tamamlamaya çalışanlan en akıllı mü’minler olarak nitelendirmiştir. Onun için başka bir hadisinde, “Türn lezzetleri koparıp atanı, yani ölümü çok hatırlayın.” buyurmuştur. (Tirmizi, Zühd, 4) Ölümden daha etkili bir vaiz göremeyen Hz. Ömer de, “Vaiz olarak ölüm sana yeterlidir ey Ömer!” (kefâ bi’l-mevti aleyke vaizan ya Ömer!) diyerek, yukarıdaki nebevi uyarı doğrultusunda, kendi nefsine ölüm gerçeğini hatırlatma gereği duymuştur. Akıllı ve tedbirli insan, bu hayat yolculuğunda, hazırlığını, gideceği yerin durumu ve önemine uygun olarak yapan insandır. Cenab-ı Hak, ahiret yurdunun, yani ebedi hayatın, dünya hayatından daha hayırlı olduğunu birçok defa hatırlatmıştır. (Nisâ, 77; En’am, 32; A’raf, 169; Yusuf, 109; Nahl, 30: Duhâ, 4) Buna rağmen, geçici bir hayat için yaptığımız hazırlık, gösterdiğimiz çaba ve gayretle, ebedi âlem için yaptığımız hazırlığın bir mukayesesinde hangisine daha çok önem verdiğimizi anlamamız zor olmayacak, çoğu zaman daha önemli ve hayırlı olanı ihmal ettiğimiz acı bir şekilde ortaya çıkacaktır. Halbuki bu fani hayatta her iki âlemin hazırlığını dengeli bir şekilde yapma irade ve imkânı bizlere bahşedilmiştir. Yapmamız gereken, dünya yolculuğunda bizi menzile götürecek yeterli azığı temin etmek, ebedi hayat içinse azıkların en hayırlısı olan takva azığını (Bakara, 197) yanımıza almaktır. Takva azığı da ancak iman, salih amel ve güzel ahlâk malzemesiyle yoğrularak hazırlanabilir. Sevgili Peygamberimiz, açıklamaya çalıştığımız hadisiyle, akıllı mü’minin sadece kısa yolculuğu için hazırlık yapmakla yetinen değil, bu yolculuğunda, kalacağı ebedi yurdu için de gerekli hazurlığı yapan kimse olduğunu bildirmiş ve aklını iyi kullanan güzel ahlâk sahibi bu insanları mü’minlerin en faziletlisi saymıştır. Bir bakıma, Allah Rasulü’nün bu hadisi, insanlara tebliğ ettigi şu ilahi uyarının bir açıklaması mahiyetindedir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 18)

Akıllı ve tedbirli insan, bu hayat yolculuğunda, hazırlığını, gideceği yerin durumu ve önemine uygun olarak yapan insandır. Cenab-ı Hak, ahiret yurdunun, yani ebedî hayatın, diinya hayatından daha hayırlı olduğunu birçok defa hatırlatmıştır.

24


din

KÜÇÜK HATA VE YANLIŞLARI YAPMAYA DEVAM ETMEK, BÜYÜK HATALARA SEBEP OLUR Ömer DUMRUL / DİTİB Schweinfurt Din Görevlisi

Küçük hata ve yanlışları önemsemeyip yapmaya devam etmek, büyük hatalara sebep olur.Nitekim büyük yangınlar küçük bir kıvılcımdan çıkar.Büyük seller küçük damlalardan oluşur. Çöp yığınları hiç düşünmeden yere attığımız çerez kabuklarından kağıt parçalarından meydana gelir. Sokaklar caddeler parklar böyle kirlenir. Dünyadaki cezası recm ahirette cezası tandır fırını olan zinanın başlangıcı bir iki şeytani bakıştır. Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Mü’ min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar ırzlarını korusunlar (Nur30-31) ayetleri işte bunun için nazil olmuştur. Büyük rüşvetlerin,hırsızlıkların, yolsuzlukların başlangıcı hediye kılığında gelen küçük çıkar ve menfaatlerdir. Hırsızlık suçundan idam sehpasına getirilen gence son arzusu sorulur. Annemi görmek istiyorum der. Annesi getirilir annesinin dilini öpmek ister ve bir hamle de annesinin dilini koparır ve der ki ey anneciğim ben yumurta çalmaya başladığımda sen beni uyarmadın akıbetim bu işte idam sehpasına gelmek oldu. Meşhur misaldir bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at kumandanı götürür, kumandanın ölümü harbin kaybedilmesine o da devletin yok olmasına sebeb olur. Göz dolduran hayırlı işler kitlesel hareketler de böyledir. Camilerimiz küçük kuruşların eseridir. Sanki Yedim camisinin hikayesini biliyoruz. Pazar harçlığının bir kısmını yedim kabul ederek kenara koymuş ve bir camii

25

yaptırmış. Adı sanki yedim olmuş. Büyük toplumsal kitlesel hareketler küçük faaliyetlerin sonucudur. Devleti idare eden seçilmişler bir tek oyla oradadırlar bir oydan ne olur dememeli küçük sorumluluk ihmallerinin büyük felaketlere sebep olduğunu bir İngiliz şair demiri konuşturarak şöyle anlatmış: Vaktiyle koskoca gemide küçük bir civata vardı. Bu iki büyük çelik levhayı birbirine bağlayan civatalardan biriydi. Gemi Hint okyanusuna açıldığında bu civata hareket eder oldu, yerinden çıkacak oldu diğer civatalar sen düşersen biz de düşeriz dediler. Bunu duyan kaburgalar ne olur yapmayın siz tutmazsanız biz de mahvoluruz dediler. Bunun üzerine çiviler, levhalar, kaburgalar o küçük civataya elçi gönderip vazgeçirdiler. Hep beraber kurtuldular. İngiliz yazar küçük sorumlulukların ne büyük felaketleri önleyeceğini böyle anlatmış. Velhasıl insan hiçbir zaman hiçbir hata ve yanlışı küçümsememeli ve terketmeye çalışmalıdır. Keza hiçbir iyi ve güzel işi de küçümsememeli ve yapmaya gayret etmelidir. Herkes kötü benim iyiliğim neyi değiştirir dememeli ve yapmaya gayret etmelidir. Toplumun iyiliği senden başlar. Bir çiçekle bahar olmaz ama bahar bir çiçekle başlar. Bir damla ile sel olmaz ama sel bir damla ile başlar. İbadetlerde de bu sünnetmiş bu müstahapmış deyip ihmal etmemeli ve yapmaya gayret etmeliyiz. Hayrın da şerrin de zerre kadarının dahi karşılığı görülecektir. Kim zerre ağırlığınca bir


hayır işlerse onun mükâfatını görür. Kim zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. (Zilzal7-8) Yoldaki taşı kenara atmayı ibadet olarak küçük görmemeli zira Efendimiz (sav) bunu islami amellerin bir cüzi şubesi saymıştır. Sübhanallah, elhamdülillah gibi zikirleri az görüp ihmal etme zira onlar dilde hafif ama mizanda ağır kelimelerdir. Sadaka verme imkânın yoksa insanlara şerrin dokunmasın, bu da bir sadakadır. Şu halde hiçbir hareketi faaliyeti ve sorumluluğu küçük görmemeli, iyi güzel olanı yapmalı, kötü, çirkin, hata ve yanlış olanından da sakındırmaya ve sakınmaya çalışmalıyız.

26


din

FECR SURESİ Ahmet BAYER / Fürth Din görevlisi Adını 1. ayette geçen ve „tan yerinin ağarması, sabah aydınlığı“ anlamlarına gelen el-fecr kelimesinden alan Fecr Suresi, Mekke döneminde indirilmiş olup, resmi sıralamada 89, iniş sırasına göre ise 10. Suredir. Bu surede öncelikle çeşitli zaman dilimlerine yemin edilerek akıl sahipleri için çok önemli mesajlar bulunduğu ifade edilmekte, peygamberlere karşı çıkan ve ilahi mesaja karşı çıkan eski toplulukların başlarşna gelen musibetler hatırlatılmaktadır. Allah Tealâ´nın insanı çeşitli yollarla imtihan etmesine değinilerek nankörlerin ve Allah´ı hiç hesaba katmayanların nasıl bir yanılgı içerisinde oldukları ve mahşerde bu yanılgının anlaşılacağı ancak bu fark edişin hiçbir işe yaramayacağı belirtilerek hakikata yüz çevirerek yaşayanlar için çok aü veren bir azabın beklediği özellikle hatırlatılmaktadır.Ve surenin sonunda ise, hayatı Allah´ın istediği gibi yaşayan huzur dolu insanların razı olunmuş olarak cennete gireceği müjdesi verilmektedir. 1-5. AYETLER: „Fecre, on geceye, çift varlıklara, Tek olana ve gelip geçen geceye yemin olsun. Bunlarda her akıl sahibi için bir yemin (değeri) var, değil mi?“ Yüce Allah, surenin ilk dört ayetinde çeşitli varlıklara yemin ederek onların insan hayatındaki önemine vurgu yapmaktadır. Sabah aydınlığına / Kur´an´ın aydınlığına, Hz. Peygamber´in vahiyle buluşturulduğu Ramazan´ın son on gecesine / Zilhicce’nin ilk on gecesi ya da Muharrem’in ilk on gecesi, çift yada tek bütün varliklara/ üft olan bütün varlıklara, tek olan Yüce Allah´a, fecrin gelişiyle giden geceye / Kur´an´ın aydınlığı ile geçip giden cehalet karanlıklarına dikkat çekilmektedir. Ve yukarıdaki dikkat çekilen

27

hususlarda akıl sahipleri için çok önemli / yemine değer mesajlar bulunduğu ifade edilmektedir. 6-14. AYETLER: „Ad (kavmi)ne, yani direkleri (yüksek binaları) olan, (diğer) şehirlerde benzeri yaratılmamış İrem şehrine, o vadide kayaları yontan Semud kavmine, (bir de) kazıklar sahibi Firavun´a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi? (İşte bütün bunlar), ülkelerinde azgınlık etmişler, oralarda kötülüğü ve bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Bu yüzden, Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırmıştı. Çünkü Rabbin (her an, herkesi) gözetlemektedir.“ Yüce Allah, yemine değer konuları ve akıl ilişkilerini ifade ettikten sonra, bu bölcımdeki ayetlerde, geçmişte bazı toplulukların inkâr ve azgınlıkları nedeniyle helâk edildiklerine, maddi güç ve imkânları olsa da bunların kendilerini azaptan kurtaramadığına dikkat çekilerek, insanlık tarihinden ibret içerikli tarihi sahneler sunmaktadır. Bununla Mekkeli müşriklerin aslında çok fazla bir güce sahip olmadıkları gösterilerek, mü´minler motive edilmek istenmektedir. Çünkü Yüce Allah, onlardan daha güçlü olan, azgın, yalanü, iftiraü, fesatçı ve günahta sınır tanımayanları helâk etmiştir. Ve nihayette Allah´ ın ilminin sonsuz olduğu, gözetleyiü olması, dolayısıyla Yüce Allah´ın bilgisinden ve gözetiminden hiçbir varlığın kurtulamayacağı vurgulanmaktadır. Yani Allah vardır ve her an gözetlemektedir. Allahsız bir alanın olmadığı gerçegi ifade edilerek, hayatı Allah´a rağmen değil, Allah(CC) ile beraber yaşamak gerektiği belirtilmektedir. 15-20. AYETLER: „Şöyle insan(lar) vardır. Rabbi kendisini imtihan edip ikramda


bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde, Rabbim bana ikram etti, der(ler). Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise, Rabbim beni rezil etti, der(ler). Hayır (hayır, durum öyle değil)! Doğrusu siz, yetime ikramda bulunmuyor, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. (Haram helâl demeden) mirasi yiyor ve malı aşırı biçimde seviyorsunuz.“ Azgınlık ve taşkınlıkları yüzünden helak edilen kavimlerin durumları haber verilerek gereken uyarı yapıldıktan sonra bu bölcımdeki ayetlerde kötülük sahibi nankör insanların davranış özellikleri ortaya koyulmaktadır. “Nimet verilince ikram edildi“ derken „ nimet kısıldığında ise iftira eder.“ Ve bu özelliğin yanlışlığı ifade edilerek nimetin azlığı ve çokluğu değerlendirmesinin yanlış olduğu, Allah´ı ihanetle suçlamanın daha da büyük hata olduğu belirtilirken, önemli olanın insanların sorumluluklarını yerine getirmeleri mesaji verilmektedir. Ve devamında nankör insan tipinin yaptığı iki yanlışa değinilmektedir. Mirasi helâl haram demeden yemeleri ve malı ölçüsüzce sevmeleri... Oysaki insana nimet verilmesi de biraz kısılması da imtihanın bir parçasıdır. Ve söz konusu edilen imtihanı kazanmanın iki temel ölçüsü vardır. Birinüsi; nimetin asıl sahibinin Yüce Allah olduğunu, nimeti bize fazlından/ lütfundan verdiğini bilmek ve şükrünü en güzel şekilde yapmak; nimeti azalttığı zaman da hükmüne razı olup sabretmek. Ikinüsi; Allah´ın verdiği nimetleri ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak, yetimi/öksüzü gözetmek ve başkalarını da buna teşvik ederek toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın oluşmasına katkı sağlamak... 21-26. AYETLER: „Hayir, (bu yaptıklarınız doğru değil); yeryüzü parça parça dökülüp yayıldığı, melekler saf saf dizili iken Rabbin(in emri) geldiği zaman, (durumunuz ne olacak?). O gün, cehennem getirilecektir ve insan (yaptıklarını ya da yapmadıklarını) hatır-

layacaktır. Fakat bu hatırlamanın ona ne faydası olabilir ki! (İşte kıyamet günü nankör insan)´Ah, keşke, bu hayatım için (dünyadeyken) bir şeyler gönderseydim!’ diyecektir. Artık o gün, Allah´ın yapacağı azabı hiç kimse yapamaz. O´nun vuracağı bağı da hiç kimse vuramaz.“ Yüce Allah önceki ayetlerde nankör insanların davranış özelliklerini ortaya koymuş dolaylı olarak alınması gereken mesajları herkesin alması gerektiği istenmiştir. Bu ayetlerde de aynı konunun devamı anlamında nankör insan tipinin ahirette nelerle karşılaşacağına dair bilgiler verilmektedir. Kıyamet sahnelerinin tasvir edildiği bu ayetler, sonunda kıyametın kopacağı, yeryüzünün paramparça olacağı, mahşer duruşmasının yasanacağı, bu amaçla hesabın başlaması için meleklerin saf saf dizileceği, cehennemin huzura getirileceği,neticede nankör insanın gerceğı hatırlayacağı, ancak bu itirafın hiçbir işe yaramayacağı özellikle hatırlatılmaktadır. O gün „keşke“ demenin hiçbir anlam ifade etmeyeceği, son pişmanlığın hiçbir faydasının olmayacağı belirtilerek, o gün Yüce Allah´ın yapacağı azabı hiç kimsenin yapamayacağı ve vuracağı bağı hiçbir kimsenin vuramayacağı ifade edilerek, Allah´ın azabının ne kadar şiddetli olduğu haber verilmektedir. 27-30. AYETLER: „(O gün, iyilik sahibi insana şöyle seslenilecektir): Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O´ndan memnun, O da senden razş olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir.“ Sure „İmanın huzuruna kavuşmuş insan“ müjdelenerek Yüce Allah´ın ondan razı, onun da mükâfattan memnun olmuş olarak, has kulların arasına dahil olarak cennetine girecekleri mesajıyla nihayetlendirilmektedir. Ve Allah Teala´nın cennetine kabul ettiklerini „Benim kullarım“ diye anması iltifatların en güzelidir. Bu sevgi ve hoşnutlukların kullara kazandırdığı güzel nimet ise cennete kabul edilmeleridir.

28


bizden din

haset - kısk ançlık İhsan AÇIK - Nusaybin İlçe Müftüsü

İhsan AÇIK / Şanlo Urfa Müftüsü

“Allah’ın sana olan rahmetinden dolayı ey Mu“Ateşin odunu hammed, sen onlara karşı yumuşakbitirmesi davrandın. Eğer yakıp sen kaba ve katı yürekli gibi haset deinsanlar iyiolsaydın şüphesiz etrafından dağılıp giderlikleri mahveder” (Ebû Davud, Edeb, Mâce,3/159) Zühd, 22.) lerdi.” (Al-i44;İbn İmran,

G

Kıskançlık, olduğu bir nienişbaşkalarının anlamıylasahipuyum, karşılıklı meti, mevki ve makamı, üstün sayılan bir vasfı anlayış ve hoşgörü ile oluşturulan çekemeyerek, güzelliğingelen alınmasını ve bütün yok ortambuanlamına barış, olmasını istemektedir. Kıskançlık, hasetbulunve çeinsanların kardeşçe bir uyum içinde kememezlik olarak ifade edilir. Kıskançlık yamasıdır. İslâm kelimesi s-l-m kökünden türeni haset, insanları mutsuz ve huzursuz eden Yümiştir. Barışın İslam’daki önemi büyüktür. manevi bir hastalıktır. Bundan dolayı haset, ce dinimiz İslam yeryüzünde barış ve adaleti kişisel ve toplumsal gelişimin önündeki bozengelamaçlamış; kini, nefreti, düşmanlığı, lerden biridir.merhametsizliği ve zulmü yasakgunculuğu, lamıştır. Barış; adalet ve insan haklarına saygı Kardeşlik temeline oturtulmuş İslam topluve uzlaşma kültürünü yaygınlaştırarak sağlamunda şükür ve kanaatsadece gibi güzel has-bir nabilir. sevgi, İslam’ın prensipleri, belirli letler vardır. Kin, haset,ırklar dediiçin kodu, gıybet, sû-i coğrafya veya belirli gelmemiş, hü zan gibi ahlâki arınkapsayan, olgun Müslüman’ın kümleri bütünzaafl ırkları insanı sosyal hayatında yoktur. Dilimizdeki karşılığı, ve konum veyeri cinsiyetine göre ayırt etmeyen çekememezlik olan haset, insanları mutsuz bütün insanları muhatap kabul eden bir ve yahuzursuz eden bu tür manevi arapıdadır. İslâm; kelime olarakhastalıklar güven, selamesında yer almaktadır. te erdirmek, esenliğe çıkarmak ve karşılıklı emniyet ve barış tesis etmek gibi manalarıHaset duygusunun kişiyi denli tahrip ettinın yanında, hoşgörü ilenedoğrudan alakalı ğini Peygamber Efendimiz: kulun gibi kalbinolarak sulh, barış, anlaşma,“Bir uzlaşma anlamları da ihtiva ediyor.

29

99 MAHYA . KASIM 2010 AĞUSTOS 2010

Hoşgörü (müsamaha), farklı görüş ve davradenışları imanla haset bir arada bulunmaz. ”(Nesâî, tahammülle karşılama, önemli olmaCihad, 8), “Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi yan hata ve kusurları bağışlama anlamına haset debir iyilikleri mahveder” Davud,veya Edeb, gelen terimdir. Bizden (Ebû olmayan hadisleriyle 44;İbn Mâce, 22.) meâlindeki bizim gibiZühd, olmayan başkalarına karşı güçlük açıkça ortaya koymuştur. Gerçekten kin vebuçıkarmama, onlara müdahale ve de, baskıda haset, önemlivesosyal problemlere yol açan ahlunmama onların ufak farklılık ve kusurlâki zaafl arın önde gelenlerindendir. Kardeşlarını görmezden gelme demektir. Bir ahlak liği, birlik ve beraberliği sağlamayı eyen kavramı olarak hem bireysel ve hedefl hem de topİslam, doğal olarakönem bu unsurları zedeleyecek lumsal düzeyde verilmesi gereken bir olan her türlü davranışı da yasaklamıştır. Din tutumdur. kardeşliğinin ve toplumsal birlikteliğin teşkili için öngörülen(sav) temelhoşgörülü davranışlar, hadisteO Peygamber birbir insandı. şuen şekilde sıralanmıştır: “Dedikodu yapmayın, azılı düşmanlarına karşı bile hoşgörülü başkalarının araştırmayın, birbiridavranmış kusurlarını bu müsamaha nedeniyle birçok nize hasetkalplerini etmeyin, yumuşatarak birbirinizle insani ilişkilekişinin Cenab-ı Mevrinizi kesmeyin, kin gütmeyin. Allah’ın O’ la’nın izniyle iman etmeleriniEysağlamıştır. kulları kardeş savaş olun!”ortamları ( Buhâri, Edeb, 57, 58;Müslim, nun hayatı, dahil, sayılamaBirr, 24, 28, 30, 32) yacak kadar hoşgörü ve affın örnekleriyle doludur. Bazılarını hatırlayalım; İslam’a davet Müminin elinden vetaş dilinden hiç kimse zarar için gittiği Taif’de yağmuruna tutulmuş, görmez. etrafına faydası dokunun bir kişiayaklarıOkanlar içinde kalmıştı. Cebrail’in; liğe sahip olup hiç kimsenin iyilikte kal“Allah’ın selamı var; istersen şugeri tepeleri masını istemez. üzerine Aksine o,yıkacak iyilikte yarışır, ileri Taif halkının ve onları gidenleri takdir ederdemesine ve onlara gıpta ile bakar. helak edecek...” karşılık, asla Bu tür güzel davranışları olan belirterek Mü’minler,ellerini haböyle bir şey istemediğini set duygusuna kapılmazlar. Çünkü onlar, haaçmış ve şu duayı yapmıştı: “Allah’ım (şu) sedin, ateşin(topluluğu) odunu yakıphidayete bitirdiği gibi kulun kavmimi ulaştır; işlemiş amelleri yok edeceğinin çünküolduğu onlargüzel bilmiyorlar!” Çünkü O, kan bilincindedir. dökmek ve insanları yok etmek için değil, Bu ateşe gönlünü kaptıran kimse gerçek hem kendi dalaletten hidayete çıkararak varlığa rahatını bozar, hem başkalarını rahatsız kavuşturmak için de gönderilmişti. Bu tavır ve eder, rıza göstermedua,hem tamde daAllah’ın O’nun takdirine bu vasfına yakışmaktaydı. diği için günahkâr olur. Yüce rabbimiz Nitekim, Taif halkı yıllar sonra İslam’la şereflenmişlerdi. Yine, Necran’dan gelen hıristi-


yan bir grubun, Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde kendi inançlarınca ibadet etmelerine müsaade buyurmuşlardı. İnanç ve ibadet özgürlüğünün, müsamahanın bundan daha güzel pratik örneği nasıl olabilirdi. Allah Resulü’nün hoşgörüsü ibretlerle doluydu. Ve O, hoşgörüyü insanları kazanmak ve eğitmek için vazgeçilmez bir vasıta olarak yaşıyordu. Ashabına hep; “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” (Buhari; İlim,11) düsturunu öğütlüyordu. Kendileri de daima bu prensip üzere hareket ediyordu. Hoşgörü; birlik, beraberlik, kardeşlik içinde sağlıklı bir toplumun temel harçlarındandır. Allah’u Teala insanları, birbirileriyle olan iyi münasebetleri bozucu tutum ve davranışlardan sakındırarak böyle durumlarda nasıl bir tavır sergilenmesi gerektiğini bizlere şöyle açıklıyor: “Rahmân’ın (has) kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selâm’ der (geçerler)” (Furkân, 25/63), “Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz’ derler.” (Kasas, 28/55) “O takva sahipleri ki, ...öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 2/134) Âyetlerden anlaşıldığına göre bir mümin, kendisinin hoşuna gitmeyeceği bir manzara ile karşılaştığında gayet müsamahalı ve hoşgörülü davranmalıdır. Hoşgörüde esas olan kendi içimizde meydana gelen problemleri anlayışla karşılamak ve dışarıya karşı göstermiş olduğumuz hoşgörüyü evvela yakın çevremize, dost, akraba ve diğer bütün kardeşlerimize göstermektir. Yoğun koşuşturma ve çaba içerisinde geçen iş hayatı; insanları yorgun, bitkin ve stres içerisinde bırakıyor. Bu stres içerisinde olan insanlar birbirlerini incitip kırabilirler. Birbir-

lerini yanlış anlayabilirler. Sonunda istenmeyen bir durumla karşılaşılabilir. Hoşgörü böyle durumlarda insanlar arasında sağlıklı iletişimi sağlayan önemli bir etkendir. Herkes karşısındaki insanı iyi dinlemeli, iyi anlamalıdır. Farklı fikir ve düşüncelere –kabul etmese bile- saygı duymalıdır. Birlikte huzur içinde yaşamanın temel şartı, karşıdaki insan haddi aşmadığı müddetçe, onun yaşam biçimine, düşüncelerine saygı duyabilmektir. Hoşgörü derken, bunu milletimizin ve ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak, tarihimizi, millî-manevî değer ve dinamiklerimizin tahribini netice verecek davranışlara karşı hoşgörülü olunması söz konusu değildir. Zaten başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde müsamaha gösterme, kimsenin hakkı değildir. Nefsimize ait meselelerde fedakârlıkta bulunabiliriz; fakat toplumun hakkını fertlere bağışlama, topluma karşı işlenmiş bir haksızlık olur. Hoşgörü, başkalarının tesirine girmek değildir. Hoşgörü, başkalarının tesirine girerek onlara katılmak, ne din ve milliyetimizden, ne de tarihî geleneklerimizden vazgeçmek demek de değildir. Aynı zamanda hoşgörü kim olursa olsun, insanları oldukları gibi kabullenip inananla inanmayanı aynı kefeye koymak demek de değildir. Hoşgörü ve diyalog başkalarını kendi konumlarında kabul ederek, onlarla geçinmesini bilmektir. Sonuç olarak, güzel dinimiz İslam sevgi ve hoşgörü dinidir. Önderimiz, rehberimiz olan Rasulullah (s.a.v) de sevgi ve hoşgörünün en büyük temsilcisidir. Bizde onun ümmeti olarak hayatımızın her alanında onu örnek alalım ve hayatımızın her alanına sevgi ve hoşgörüyü hakim kılalım ki, önce evimizde, sonra sokağımızda, memleketimizde ve dünya da huzur, saadet ve barış içerisinde yaşayalım.

30



TDL

Treffpunkt der Lohnsteuerzahler e.V.

Lohnsteuerhilfeverein

ortalama

ı 800 € z ı n a vergi r a P e iadesi y İ d e ! h n İ y e m t e

TDL e.V. Beytullah IŞIK

Beratungsstellenleiter

Weseler Str. 128 47169 Duisburg (Marxloh) tel:. 0203 7566861 fax: 02037566860

Hans Böckler Str. 13 47226 Duisburg (Rheinhausen) tel:. 02065 56648 fax: 02037566860

www.tdl-ev.de | mail: beytullah.isik@tdl-ev.de | mobil: 0177 8566770


din

İSLAM DİNİNİN SEVGİ VE KARDEŞLİĞE VERDİĞİ ÖNEM Gülsüm TURAN / DİTİB Aschaffenburg Bayan Din Görevlisi Müslümanı müslüman kardeşine bağlayan bağ rengi, dili ve cinsi ne olursa olsun iman bağıdır. İman kardeşliği gönül bağlarının en kuvvetlisi, kalp ilişkilerinin en metini ve ruhi bağlantıların en yücesidir. Hucurat Suresi ayet 10’da Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Şüphesiz mü’minler birbirleriyle kardeştirler. Öyleyse dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltiniz. Allah’tan sakınınki size acısın.” Bu ayetten açıkca anlaşılıyorki İslam kardeşlik dinidir. Bu eşsiz kardeşliğin yüceliğinde, temizliğinde, derinliğinde ve devamında bir sevgi vardır. Kardeşlik duygusu müslümların birbirini sevmesiyle gerçekleşir ve güçlenir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “İman etmedikce cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikce hakiki manada iman etmiş olmazsınız.” (Müslim) Görülüyor ki gerçek müslüman olabilmemiz birbirimizi sevmemize bağlıdır. Sadık müslümanın en bariz sıfatlarından biriside kardeşlerine menfaat duygusundan arınmış, herhangi bir gayeden uzak ve her türlü şaibeden temizlenmiş bir sevgi beslemelidir. Üç şey vardır ki insanda onlar bulunursa imanın tadını alır: 1. Allah ve Rasulünün o kimseye herşeyden daha sevimli olması 2. Müslüman kardeşini sadece Allah için sevmesi 3. Ateşe atılmaktan nasıl korkuyorsa küfre dönmektende öylece korkması (Buhari) Yine Peygamber Efendimiz bir başka Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: “Allah’ın gölgesinden başka gölgenin bulunmadığı o günde, Cenab-ı Allah şu yedi kimseyi gölgelendirecektir’’:

33

1. 2. 3. 4. 5. 6. 7.

Adil hükümdar Allah’a ibadetle ömrünü geciren genc Kalbi mescidlere bağlı adam Allah için birbirini sevmiş, bu sevgi üzerine birleşip, bu sevgi ile ayrılan kimse Güzel bir kadın zinaya davet ettiği halde ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyen adam Sağ eliyle verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren Yanlızken Allah’ı zikredip gözlerinden yaş akıtan kimse.

Cenab-ı Allah bir Kutsi Hadisinde: “Benim için birbirini sevenler nerede? Gölgemden başka gölge bulunmayan bu günde onları ben gölgelendireceğim buyuruyor.” (Müslim) Ebu Hureyre (r.a.)’dan şöyle buyuruyor: “Bir adam başka bir köyde bulunan bir din kardeşini ziyarete gitti. Allah onun yoluna bir melek çıkardı ve ona: - Nereye gitmek istiyorsun? dedi. Adam: - Şu köydeki din kardeşime gitmek istiyorum. Melek: - Senin ondan elde etmek istediğin bir şey var mı? Adam: - Hayır, benim onu Allah için sevmemden başka şeyim yok. Melek ona bu defa şöyle dedi: - Allah’ın seni, onu sevdiğin gibi sevdiğini bildirmekle görevli bir elçiyim. (Müslim) Ne büyük sevgi! insanı Allah’ın seveceği bir mertebeye çıkarıyor. Kuvvetin birinci kaynağı birlik gücüdür. Sev


gisiz birlik de düşünülemez. Sevginin asgari derecesi kalbin temizliği, en yüksek derecesi kardeşini kendine tercih etmektir. Nitekim Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Kendi nefsin için istediğin bir şeyi başkası için istemedikce, hakiki mü’min olamazsın” buyuruyor. Müslümanlar arasındaki sevgi ve kardeşlik, şeytanı çok öfkelendirir. Mü’minleri birbirine düşürmek için çalışır. Bu yüzden kardeşler konuştuklarında en güzel sözü söylemeli, fitne ve fesat çıkmasına fırsat vermemeli, aralarında görüş ayrılığı bile olsa birlik ve beraberliği bozmamalıdır. Gerçek müslüman kardeşine kızsa dahi, kızgınlığını gizlemeye, onu affetmeyi ve küçük hatalarına göz yummayı bilir. İslam nizamı nefislerin terbiyesinde karşılıklı sevmeye, yakınlaşmaya ve ülfete çok önem verir. Bu yüzden buğuz, haset ve dargınlığın gerçek müslümanın hayatında yeri yoktur. Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Birbirinizle alakayı koparmayınız,

birbirinize küsmeyiniz, birbirinize buğuz etmeyiniz, birbirinize haset etmeyiniz, size emredildiği şekilde kardeş olunuz.” (Müslim) Bütünüyle sevgi, şefkat ve kardeşlik dolu bu Peygamber tavsiyelerini düşünen müslüman kalbinde buğz ve kini taşıyamaz. Müslümanın temiz kalpli, güler yüzlü, yumuşak sözlü, tatlı dilli olması gerekir. Bu yüzden İslamı nefislerine sindirmiş olan sahabe, birbirleriyle karşılaşınca selamlaşırlar, musafaha ederler, yolculuktan geldiklerinde kucaklaşırlar. Böylece aralarında sevgi yaygınlaşırdı. Sevgili Peygamberimiz: “Mü’min mü’minin aynasıdır. Onda bir ayıp görürse onu giderir.” (Buhari) Rabbimiz bir Kutsi Hadisinde: “Kim bu dünyada bir mü’min kardeşinin ayıbını örterse, bende kıyamet gününde onun ayıbını örterim” buyuruyor. Cenab-ı Allah, bu Hadis-i Şeriflerin doğrultusunda Peygamber Efendimizin Sünnet-i Seniyesine sarılarak, birlik ve beraberlik içerisinde kardeşçe yaşamamızı nasip eylesin.

34


mesneviden öğütler

BENLİĞİN ŞIMARTILMASI Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir. Bu, “Ben senin sırdaşın olayım” der. Öbürü “Hayır, senin akranın, emsalin benim” der. Bu der ki: “Varlık aleminde güzellik fazilet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok.” Öbürü der ki: “Iki cihan da senindir. Bütün canlarımız senin canına tabidir.” O da, halkı, kendisinin sarhoşu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmağa başlar. Şeytan onun gibi binlerce kişiyi ırmağa atmıştır! Dünyanın lutfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokmadır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır! Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar. Sen “Ben o medihleri yutar mıyım? O, tamahından methediyor. Ben, onu anlarım” deme! Seni metheden, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesiriyle gönlün, günlerce yanar Onun; mahrumiyetten senden umduğunu elde edemeyip ziyan ettiğinden dolayı aleyhinde bulunduğu halde, O sözler, gönlüne dokunur, onun tesiri altında kalırsın. Medihten de bir ululuk gelir, dene de bak! Medihin de günlerce tesiri altında kalırsın. O medih canın ululanmasına, aldanmasına sebebolur. Fakat bu tesir, zahiren görünmez, çünkü methedilmek tatlıdır. Kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür. Kınanmak, kaynatılmış ilaç ve hap gibidir; içer, yahut yutarsa uzun bir müddet ızdırap ve elem içinde kalırsın. Tatlı yersen onun zevki bir andır, tesiri öbürü kadar sürmez.Zahiren uzun sürdüğü için de tesiri, gizlidir. Herşeyi, zıddıyla anla! Medhin tesiri, şekerin tesirine benzer; gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücütta deşilmesi icabeden bir çiban çıkar. Nefis çok öğülmesi yüzünden Firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakir ol; ululuk taslama! Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgan olma! Yoksa; senin bu letafetin, bu güzelliğin kalmayınca o, seninle düşüp kalkanlar, senden usanırlar. Evvelce seni aldatıp duranlar, o vakit seni görünce “Şeytan” adını takarlar. Seni kapı dibinde görünce hepsi birden “Mezarından çıkmış hortlak” derler; Genç oğlan gibi. Ona önce Allah adını takarlar, bu yaltaklıkla tuzağa düşürmek isterler. Fakat kötülükle adı çıkıp da zaman geçince bu kötülükte sakalı çıkınca; artık ona yaklaşmaktan Şeytan bile utanır. Şeytan, adamın yanına bir kötülük için gelir; senin yanına gelmez. Çünkü sen Şeytan’dan da betersin. Şeytan, sen insan oldukça izini izler, ardından koşar, sana şarabını tattırırdı. Ey bir işe yaramaz adam! Şeytan huyunda ayak direyip şeytanlaşınca senden Şeytan da kaçmaktadır. Eteğine sarılan kimse de, sen bu hale gelince senden kaçar!

35


* Gas-, Wasser-, Heizungs-, Klima- und Solartechnik * Wartung und Instandhaltung von Feuerst채tten * Fachkraft f체r barrierefreies Bauen * Kontrollierte Wohnrauml체ftung * Erneuerbare Energie

36


aile

ÖFKE Kontrolü

Hayatın akışına aşırı derecede kendini kaptıran günümüz insanının değer yargısı, maddenin ön plana çıkması şeklinde tezahür etmekte ve bu da insani özellikleri alt üst etmektedir.

İ

ona iman telkin etmesi ve daha sonra onu Kâbe’ye müezzin tayin etmesi, Hz. Peygamber (s.a.s.)’den bize miras kalan en güzel nezaket örneklerindendir.

Kâinatın efendisi sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in de, zaman zaman hiddetlendiği görülürdü. Ancak onun hiddeti, kızması basit dünya menfaati için değil, sadece Allah için idi. Ünlü müsteşrik Bernard Shaw: “O, kendi dönemindeki çok karmaşık olayları, kızmadan, darılmadan, gücenmeden, kimseyi azarlamadan daima bir kahve içme rahatlığı içinde çözmüştür.” demektedir. İşte size onun döneminden iki örnek davranış: Adab-ı muaşeret bilmediğinden dolayı Mescid-i Nebevi’ye bevledenbedevi sahabiye ne kadar nazik davrandığı herkesin malumudur. Hudeybiye dönüşü mola yerinde Hz. Bilal (r.a.)’in ezan okuyuşunu alaya alan Ebu Mahzure’nin yanına yaklaşarak, “senin sesin ne güzelmiş” diyerek gönlünü okşaması,

Hayatın akışına aşırı derecede kendini kaptıran günümüz insanının değer yargısı, maddenin ön plana çıkması şeklinde tezahür etmekte ve bu da insani özellikleri alt üst etmektedir. Bundan dolayıdır ki sabır gösterilemediği için basit münakaşalar çoğu zaman cinayetle sonuçlanmakta, bu yüzden aileler perişan olmaktadırlar. Bugün ceza evlerinde yüz yirmi bin civarında tutuklu ve hükümlünün bulunması bu açıdan oldukça düşündürücüdür. O bakımdan ahlak ve fazilet sahibi bir mümin, olayları sükûnetle karşılamalı, daima sulh ve selameti tercih etmelidir. Ayet-i kerimede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de konuyla ilgili olarak şeytan metaforuna işaret ederek şu tavsiyede bulunmuştur: “Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateşi ise su söndürür, öyleyse sizden biriniz öfkelendiği zaman

nsanı onarılması güç dert, sıkıntı ve zararlara sokan duygulardan biri de öfkedir. Bundan dolayıdır ki atalarımız: “Öfke ile kalkan zararla oturur.” demişlerdir. Aslına bakarsanız olaylar karşısında ani reaksiyon gösterme duygusu az çok her insanda mevcuttur. Burada önemli olan, öfkenin, hiddetin, tepkinin kontrol altında tutulması, tabiri caiz ise, pire için yorgan yakılmamasıdır.

37


abdest alsın.” Aniden sinirlenip öfkelenen kimse: “Eûzübillahimineşşeytanirracim” diyerek Allah’a sığınırsa öfkesi diner. Ayrıca; “Biriniz ayakta iken öfkelenecek olursa hemen otursun, şayet oturunca öfkesi dinecek olursa ne âlâ! Eğer dinmezse o zaman uzansın.” buyuran Efendimiz (s.a.s.) bize bu konuda üç önemli çıkış yolu göstermektedir.

Bütün bunlardan çıkış yolu, Yüce Rabbimizin hayat dolu beyanlarına kulak vermek ve O’nun habib-i edibi Peygamberimiz (s.a.s.)’in örnekliğine gözümüzü ve gönlümüzü açmaktır.

Günümüz modern hayat tarzının daha çok kazanmaya, zengin olmaya ve lüks tüketime endeksli olması ve bu vesile ile insan egosunun ön plana çıkması, bazı televizyon dizi ve filmlerinin bu konuda destekçi olması, insanlar arası ilişkilerde beyefendilik, hanımefendilik, nezaket ve zarifliğin yerini öfke, stres, sinir, kin ve nefretin almasına ve insanların her an patlamaya hazır bir bomba gibi olmasına sebep olmaktadır.

38


atamıza dair

Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri’ nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. 22 Haziran 1919’da Amasya’da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan edip Sivas Kongresi’ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919’ da Ankara’da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920’ ustafa Kemal Atatürk, 1881 y›l›nda Selânik’te de TürkiyeKocakas›m Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Mahallesi, Islâhhâne Cadde- Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda önemli si’ndeki üç katl› pembe bir evde do¤du. Ba- bir adımbas› atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Ali R›za Efendi, annesi Zübeyde Han›m’d›r. BabaKemal taraf›ndan dedesi Haf›z Ahmet Mustafa seçildi. Türkiye BüyükEfendi MilletXIVMecliXV. yüzy›llarda Konyabaşarıyla ve Ayd›n’dan Makedonya’ya için si, Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlanması yerlefltirilmifl Kocac›k Yörüklerindendir. Annesi gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.

M

Zübeyde Han›m ise Selânik yak›nlar›ndaki Langaza kasabas›na yerleflmifl eski bir Türk ailesinin k›z›Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların d›r. Milis subayl›¤›, evkaf katipli¤i ve kereste ticaİzmir’iretiişgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılyapan Ali R›za Efendi, 1871 y›l›nda Zübeyde Han›m’la evlendi. Mustafa’n›n befl kardeflinden masıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr dördü küçük yafllarda öldü,aralarında sadece Makbule (Ata- İmAntlaşması’nı imzalayarak Osmanlı dan) 1956 y›l›na de¤in yaflad›. Mustafa’n›n mutlu paratorluğu’nu paylaşan I. Dünya Savaşı’nın galip bir ailesi vard›. Karfl›l›kl› sevgi ve sayg› içerisinde devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen yafl›yorlard›. Bu uyumlu ve mutlu aile yap›s›n›n milis onun kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet kiflili¤ini oluflturmas›nda olumlu etkileri olMeclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye-ordu mufltur.

bütünleşmesinisağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.

Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır: * Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü’nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı, * Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa Savunmaları (1919-1921), * I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921), * II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921), * Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921), * Veli DE⁄‹RMENC‹, Diyanet Çocuk Dergisi, Say›: 268 (Kas›m 2002), s. 3 (Geniflletilerek al›nm›flt›r). * Büyük Taarruz, Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos-9 Eylül 1922).

39

14

doğumunun

125. yılı anısına

atatürk

Mustafa Kemal Atatürk* (1881-1938)

Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsi Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra Selânik’e dönüp okulunu bitirdi. Çanakkale Savafllar›nda yaklafl›k 253.000 flehit veren Türk ulusu, onurunu ‹tilaf Devletlerine karfl› Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsiMustafa Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada korumas›n› bilmifltir. babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra Selânik’e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüfltiyesi’ne Kemal'in askerlerine "Benkaydoldu. sizeK›sa bir süre sonra 1893 y›l›nda Askeri Rüfltiyeye girdi. Bu okulda Matematik ö¤retmeni Mustafa Bey, ö¤taarruzu emretmiyorum, ölmeyi rencisinin ad›na “Kemal”i ilâve etti. 1896-1899 y›llar›nda Manast›r Askeri ‹dâdisini bitirip, ‹stanbul’da Harp Okulunda ö¤renime bafllad›. 1902 y›l›nda Te¤men rütbesiyle mezun olemrediyorum!" emri cephenin du. Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te Yüzbafl› rütbesiyle akademiyi tamamlad›. 1905-1907 y›llar› aras›nda fiam’da 5. Ordu emrinde görev yapt›. 1907’de Kola¤as› kaderinin de¤iflmesinde etkili (K›demli Yüzbafl›) oldu. Manast›r’a III. Ordu’ya atand›. 19 Nisan 1909’da ‹stanbul’a giren Hareketolmufltur. Ordusu’nda Kurmay Baflkan› olarak görev ald›. 1910 y›l›nda Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevralar›’na kat›ld›. 1911 y›l›nda ‹stanbul’da Genel Kurmay Baflkanl›¤› emrinde çal›flmaya bafllad›. 1911 y›l›nda ‹talyanlar›n Trablusgarp’a hücumu ile bafllayan savaflta, Mustafa Kemal bir grup arkadafl›yla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev ald›. 22 Aral›k 1911’de ‹talyanlara karfl› Tobruk Savafl›n› kazand›. 6 Mart 1912’de Derne Komutanl›¤›na getirildi.

Ekim 1912’de Balkan Savafl› bafllay›nca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolay›r’daki birliklerle savafla kat›ld›. Dimetoka ve Edirne’nindoğumunun geri al›n›fl›nda büyük hizmetleri görüldü. 1913 y›l›nda Sofya Ateflemiliterli¤ine atand›. Bu görevde iken 1914 y›l›nda Yar125. yılı anısına bayl›¤a yükseldi. Ateflemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu s›rada I. Dünya Saatatürk vafl› bafllam›fl, Osmanl› ‹mparatorlu¤u savafla girmek zorunda kalm›flt›. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirda¤’da görevlendirildi.

13


to mbi yol arkadaäim

L

LA

HE

L

LA

HA

Mini Salami Äxmdx seqkxn Marketlerde a nk bik ka m to

k

bi

m

to

TAMTÜRK, Arnold-Dehnen-Str. 39* 47138 Duisburg Tel.: 0203 / 417 98 30 * Fax.: 0203 / 417 98 47


D il i, din i, re ng i ne o lu rs a o ls u n iy ile r iy idir. (H acı Be kt aş Ve li)

i r. d r i h e z y e He r ş im o l an Müh du r. doz ( Pa ra

ce lsu

s)

Zam anın si le mediği ço k fa zl a şe y va r. (Eva nes cen ce)

İn s a n, ne o k u rs a o k us u n, bildiğin i o k u yo r. (İbrah im Paşa lı)

Süku t: Düny anın en uz un cüm le si . (Nur i Pa kdil)

söy l Asıl e ne c hep s o n r e k le r h atı ad a n ( Be h r l a çe t Ne c nır. at ig i l)


iş dünyası

POPCORNLOOP İLE SİNEMA TADINDA PATLAMIŞ MISIR ARTIK EVİNİZDE sadece

21,

49

KDV ve posta masrafları fiyatın içindedir Mısır ve aksesuar fiyata dahil değildir!

siparişleriniz için www.popcornloop.com

63


g端ncel

43


Die Doppelmoral der deutschen Medien Talha N. YILDIZ Die Gezi-Park-Proteste inmitten des TaksimPlatzes im Sommer 2013 waren ein sehr interessantes Sendeobjekt in allen Nachrichtensendern. So wurde ungewöhnlich viel Sendezeit für diese Aufstände in Anspruch genommen. Täglich wurde ausführlich von Verletzten bei Ausschreitungen, von Festnahmen, vom Einsatz von Wasserwerfern oder Pfefferspray und anderer Art von Gewalt berichtet. Fast ein dermaßen wichtiges innenpolitisches Thema Deutschlands möchte man meinen. Im wahrsten Sinne des Wortes stellten sich deutsche Medien an die

Seite der Demonstranten und unterstützten diese, indem sie das Handeln der Sicherheitskräfte als Menschenrechtsverletzung bewerteten. In Hamburg spielen sich seit einigen Wochen ebenfalls Proteste ab. Hierbei geht es zwar nicht um ein Dutzend Bäume, sondern um ein Kulturzentrum, welches abgerissen werden soll. Die Demonstranten wehren sich gegen den Widerstand der Polizei und werfen mit Steinen, Flaschen bzw. setzen unerlaubte Pyrotechnik ein, genauso wie es

44


güncel Tausende von Demonstranten in Istanbul taten. Die deutsche Polizei geht hier wie die Türkische in Istanbul mit Härte voran. Es werden Wasserkanonen und Tränengas eingesetzt, Menschen durchsucht, Verdächtige festgenommen. Die aktuelle Situation in Hamburg ist also im übertragenen Sinne exakt dieselbe wie die in Istanbul vor etwa sechs Monaten: Demonstranten protestieren auf eine provokative Art und Weise mit unerlaubten Mitteln. Im Gegenzug schlägt die Polizei mit den beschriebenen Maßnahmen zurück. Es gibt Verletzte auf beiden Seiten und eine erheblich hohe Summe von entstandenem Schaden an örtlichen Straßen, Geschäften und öffentlichen Plätzen.

47

Seit den Krawallen in Hamburg allerdings ist das harte Vorgehen von Einsatzkräften gar nicht mehr so schlimm, sondern sogar legitim: Wasserkanonen sind in Ordnung, das Spritzen von Pfefferspray ins Gesicht keine Körperverletzung mehr wie immer wieder behauptet wird und das Räumen vom „Hamburg-Camp“ legal. Zumindest wird hier das Verhalten der Polizei nicht als menschenrechtsverletzend eingestuft, was aber als logische Konsequenz schon getan werden müsste, weil das Gleiche den türkischen Polizisten vorgeworfen wurde. Wieso finden die Proteste in Hamburg und das Vorgehen der Sicherheitskräfte, die wie


schon erläutert mit den Taksim-Protesten realistisch vergleichbar sind, keine gleichwertige Beachtlichkeit in deutschen Nachrichtenportalen und -magazinen? Wieso wurden zu Zeiten der Gezi-Proteste zahlreiche Liveschaltungen nach Istanbul durchgeführt, während man zu den Protesten in Hamburg erst nach längerer Recherche einen Artikel des Spiegels und einen der Zeit ONLINE findet? Genau in diesem Punkt haben die deutschen Medien ihre Doppelmoral wieder

bewiesen. Hier werden zwei selbe Vorfälle verschieden gewertet. Türkische Sicherheitskräfte werden aufgrund von Pfefferspray- und Wasserkanoneneinsatz von deutschen Medien verurteilt, während die deutsche Polizei für dasselbe Vorgehen nicht kritisiert wird. Wenn hartes, polizeiliches Vorgehen gegen Demonstranten in Istanbul verboten ist, muss es auch in Hamburg verboten sein.

46


g端ncel

47


48


Zahnärztin

Melikşah AYDOĞDU

Modern donanımlı muayenehanemizde ağız ve diş sağlığı ile ilgili her türlü tedaviyi hizmetinize sunuyoruz. Koruyucu ve estetik diş hekimliği yanısıra implant üstü protezler, kanal tedavileri, dolgular, diş eti sağlığı, çocuklar için diş bakımı ve tüm acil diş sorunlarınız için muayenehanemize başvurabilirsiniz.

Bickernstr. 76 ∙ 45889 Gelsenkirchen ∙ Tel.: 0209 87 77 87 ∙ Fax: 0209 800 82 58 E-Mail: zahnarztpraxis-aydogdu@gmx.de



sağlık

GUATR RİSKİ TAŞIYOR MUSUNUZ? Ali AYDIN

B

Boyunda hemen gırtlağın altına yerleşmiş bir salgı bezi olan tiroit bezi, besinlerden alınan iyotu toplayarak T3 ve T4 denen tiroit hormonlarını yapıyor. Vücuttaki hücre ve dokuların fonksiyonlarını düzenleyen tiroit hormonlarının az miktarda salgılanması vücut fonksiyonlarının yavaşlamasına, fazla miktarda salgılanması ise vücut fonksiyonlarının hızlanmasına neden oluyor. İroit bezinin büyümesi ise guatr hastalığına yol açıyor. Guatr hastalığının sebepleri: Tiroit bezinin çeşitli nedenlere bağlı olarak büyümesine Guatr denir. Guatr değişik şekillerde bulunabilir. Nodülsüz guatrda her iki tirod bezi simetrik olarak büyümüştür. Nodüler guatrda ise tiroit bezi büyümekle beraber içinde bir veya daha fazla nodülü oluşturmuştur. Nodülsüz guatr, tiroit hormonlarının vücut için yeterli miktarda tiroit hormonu üretmemesi sonucu oluşur. Vücutta yapılan tiroit hormonları düşünce, tiroid bezi hücreleri, beyin tarafından daha fazla hormon yapmak üzere uyarılır. Uyarılan tiroit hücreleri daha fazla hormon yapımını sağlamak için çoğalır ve büyür.

51

Nodüler guatrın oluşumunu ise şöyle özetleyebiliriz, beyinden gelen uyarılar bazen tiroit icindeki bir kısım hücreler tarafından daha fazla algılanır ve bunun sonucu olarak diğer hücrelere nazaran daha fazla çoğalır. Çoğalan bu hücreler nodül dediğimiz tiroit içindeki yumruları oluşturur. Tiroit nodülü kanser riski taşır mı? Tiroit nodüllerinin %4 ile 20’sinin tiroit kanseri riski taşır, özellikle küçük tek bir nodülün giderek büyümesi, sert ve çevresine yapışık olmasının kanser kuşkusunu artırır. Tiroit nodülleri ultrasonografi ile incelenmeli. Böylece kanser riski taşıyıp taşımadığı tespit edilmelidir. Nükleer tıp ünitesi tarafından sintigrafik inceleme yapılmalıdır. Kanda bakılan hormon değerleri ile nodüllerin fonksiyon görüp görmedikleri saptanmalı. Riski olmayan ufak nodüllerde gereksiz cerrahi uygulama yerine ilaçla tedavi ve takip seçeneği uygulanmalıdır.” Tiroit bezinin fazla çalışması (Hipertiroidi) nedir? Tiroit bezinin kendi başına, devamlı ve vücut gereksinimden fazla olacak şekilde tiroit hormonu üretmesine hipertirodi denir.


Ellerde titreme, çarpıntı, sıcağa tahammülsüzlük, sinirlilik, aşırı heyecan, duygusallık, kilo kaybı, aşırı terleme, saç dökülmesi, ishal, gözlerin ileri doğru çıkması gibi göz bulguları, kuvvet azalması, kadınlarda adet düzensizlikleri yapabilir.

7. Bacaklarınızda şişlik oluyor mu? 8. Soğuğa veya sıcağa karşı tahammülsüzlüğünüz son zamanlarda arttı mı? 9. Kabızlık, ishal veya karında ağrı atakları yaşıyor musunuz? 10. Unutkanlık yaşıyor musunuz? Ya da kendinizi depresyona meyilli hissediyor musunuz?

Menopoz döneminde nispeten sık görülen hipertiroidi, bu dönemde zaten artan kemik erimesi riskini daha da artırır.

Yukarıdaki sorulardan en az 4 tanesine ve üstüne evet diyorsanız guatr hastalığı riski taşıyor olabilirsiniz.

Hipertiroidinin sık rastalanan bir durumdur:

Hipertiroit tedavisinde ilk etapta vücutta fazla üretilen hormonun dengelenmesi gerekir. Bunun için tiroit hormonlarının dokulara etkisini gideren ilaçlardan faydalanabilinir. Daha ideal tedavi yöntemi hormon üretimini azaltan ilaçlarla yapılır. Nodülsuz hipertiroidilerde aşırı hormon üretimi dengelendikten sonra kesin tedavi nükleer tıp ünitesinde, atom tedavisi olarak bilinen radyoaktif iyot ile ya da cerrahi yöntemlerle yapılır. Nodülü olan olgularda ise kesin tedavi cerrahi yöntemdir. Kendinizi test edin: Guatr hastalığı riski taşıyor musunuz? 1. Kalp atımlarınızın çok yüksek veya çok düşük olduğunu saptadınız mı? (60 altı veya 100 üstü) 2. Boynunuzda sıkışma ve gerilme hissi var mı? 3. Terleme ve saç dökülmesini sıklıkla yaşıyor musunuz? 4. Son zamanlarda aniden aşırı kilo aldınız mı ya da verdiniz mi? 5. Cildinizde dökülme, kuruma veya mat bir görünüm var mı? 6. Ani sinir atakları veya gün içinde uyuklama yaşıyor musunuz?

52


hukuk

Mavi Kartlıların ve Ev Kadınlarının Yurtdışı Borçlanması (1. Bölüm) Av. Gülten DERİN Bu yazımızda başlıkta da belirtilen Yurtdışı Borçlanma ile sürekli sorulan iki önemli konuyu anlatacağız Sorularınız olduğunda bizi 0911 99007783 üzerinden Pazartesi-Cuma günleri 12:00-14:00 arasında arayabilirsiniz.

A. MAVİ KARTLILARIN YURTDIŞI BORÇLAN MASI Bildiğiniz gibi yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının Bakanlar Kurulu izni ile vatandaşlıktan çıkması haline kendilerine 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu nun 3/m maddesine göre mavi kart denilen resmi belge veriliyor. Bu karta sahip olanlar Türk vatandaşlarına tanınan bazı haklardan faydalanabiliyorlar. 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk vatandaşlarının yurtdışında geçen sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunun 1. Maddesine göre “Türk vatandaşlarının yurt dışında 18 yaşını doldurduktan sonra, Türk vatandaşı iken geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri halinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilir.

53

Mavi kartlılar, gerekli evraklar ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) başvurduklarında, kurum kendilerinin Türk vatandaşı olmamaları nedeniyle 3201 sayılı kanunun 1. Maddesine atıf yaparak Türk vatandaşlarına tanınan bu haktan kendilerinin faydalanamayacağı nedeniyle başvuruları reddetmektedirler. Bunun üzerine mahkemeye başvuruların artması üzerine Türk Hukuk sisteminin en üst mahkemesi olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2010 yılında bir karar alarak mavi kart sahiplerinin de kazanılmış haklarının var olması nedeniyle Türk vatandaşı oldukları dönemdeki yurtdışı çalışmalarının Türkiye’de emeklilik için sayılacağına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmını aşağıda aktarıyorum: YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2010/10 – 210 K. 2010/240 T. 28.4.2010 .... 06.03.1962 tarihinde, doğumla Türk vatandaşı olup, Türkiye’de, 10.01.1989-30.11. 1989 tarihleri arasında hizmet sözleşmesine dayalı çalışmaları bulunan, Bakanlar Kurulu’nun 23.12.1998 gün ve 1998/12263 sayılı kararı ile Türk vatandaşlığından çıkmasına izin verilen ve vatandaşlıktan çıkma belgesini teslim aldığı 26.08.1999 tarihi itibariyle Türk vatandaşlı ğını kaybedip, halen Türk vatandaşı olmadığı anlaşılan davacının; 28.11.2005 tarihinde Sosyal Gü-


venlik Kurumu’na başvurarak Almanya’da geçen çalışmalarının 3201 sayılı Kanun’a göre değerlendirilmesi için borçlanma talebinde bulunduğu, davalı Kurum tarafından, yurtdışında geçen çalışma sürelerini borçlanma hakkının sadece Türk vatandaşlığına haiz olanlara tanındığı gerekçesiyle isteğinin reddedildiği hususları tartışmasızdır. Her ne kadar 3201 sayılı Kanunun uygulama yönetmeliğinin 2. ve 6. maddeleri borçlanmanın kabul edilebilmesi için davalı kuruma başvuru tarihinde hak sahibinin Türk vatandaşı olma şartını aramış ise de; Anayasa, Türk Vatandaşlık Kanunu ve 3201 sayılı Kanunun amaç ve özü gözetilerek yukarıda açıklanan maddeler birlikte değerlendirildiğinde, Türk vatandaşlığından izinle çıkan ve borçlanma talep tarihinde Türk vatandaşlığını haiz olmayan davacıyı, Türk Vatandaşlık Kanunu’nun sosyal haklar bakımından vatandaş gibi kabul ettiği, ayrıca Türk vatandaşlığından izinle çıkmadan önce yurtdışında gerçekleşen çalışma sürelerine ilişkin borçlanma hakkının, Türk Vatandaşlık Kanunu ile kazanılmış hak sayılarak korunması ve Türk vatandaşlarına tanınan haklardan aynen yararlanması gerektiği belirgindir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statü-

den doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş bir haktır. Kazanılmış haklar, Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Hal böyle olunca, davacının Türk vatandaşı olarak yurt dışında çalıştığı süreleri 3201 sayılı Kanun gereğince borçlanabileceğinin kabulü gerekir. Yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, karar açıklanan nedenlerle bozulmalıdır. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın iadesine, 28.04.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

www.kolay-emeklilik.de

Mavi kartınız varsa dava açıp borçlanıp emekli olabilirsiniz.

2012

Tekrar Türk vatandaşlığına geçmeden avukatlarımızın mahkemede açacağı davayla yurtdışından borçlanarak emekli olabilirsiniz.  Dava açmak için Türkiye’ye gelmenize gerek yok  Her şey dahil paket fiyat  Güvenilir ve rahat Hizmet

Telefon (0911) 99 00 77 83

Bizi Pazartesi-Cuma günleri 12:00-14:00 arasında arayabilirsiniz

*Avukat kelimesi sıfat olarak değil, Rechtsanwalt (=Alman Barosuna bağlı Avukat) kelimesinin tercümesi olarak kullanılmıştır.

Gülten Derin

Rechtsanwältin / Avukat*




abide şahsiyetler

Hoca Ahmed Yesevi (1093 - 1156)

Osmanlı topraklarında doğmasa da, Osmanlı döneminde yaşamasa da Ahmet Yesevi’nin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde önemli etkileri olmuştur. Etkileri günümüze kadar ulaşan Ahmet Yesevi, 11. Yüzyılın ikinci yarısında bugünkü Kazakistan’ın Çimkent şehrinin doğusundaki Sayram kasabasında doğmuştur. Sayram, o dönemde önemli bir kültür ve ticaret merkezidir. Eğitiminin ilk aşamasını tamamladıktan sonra dönemin en önemli merkezi olan ve değişik bölgelerden binlerce öğrencinin akınına uğrayan Buhara’ya giden Yesevi, burada dönemin önde gelen din bilginlerinden olan Şeyh Yusuf Hemedani’ye bağlanmıştır. Türbesi Merv’de bulunan Hemedani’den yoğun bir tasavvuf eğitimi alan Yesevi, Şeyhin dört halifesinden üçüncüsü olmuş ve ilk iki halifeden sonra şeyhinin yerine geçmiştir. Hamedani’den aldığı bir işaretle buradaki irşad makamını Şeyh Adülhalik Gücdûvani’ ye bırakarak Yesi’ye dönen Yesevi, büyük bir etki alanına ulaşacak olan Yeseviye Ocağı’nı kurmuştur. Yesevi, öğretisini hocası Arslan Baba’dan aldığı “ehl-i beyt” sevgisi ve bu doğrultudaki tasavvuf anlayışı üzerine kurmuştur. Bir Türk sufi tarafından kurulan bu ilk büyük

57

“Türk tarikatı”, önce Maveraünnehir, Taşkent ve çevresi ile batı Türkistan’da etkili olmuştur. Daha sonra Horasan, İran ve Azerbeycan’da yaşayan Türkler arasında yayılan Yesevi tarikatı, 13 yüz yıldan başlayarak göçlerle Anadolu’ya, oradan da Balkanlara ulaşmıştır. İslam’ın değerlerini Türk kültürünün değerleri ile kaynaştıran Yesevi öğretisi, özellikle bozkırlarda yaşayan Türk boylarının İslamiyet’i benimsemesini kolaylaştırmıştır. İslam’ı tanımalarına ve benimsemelerine karşın, varolan değerlerinden kopmayan bu topluluklar için, kentli din bilginlerinin sunduğu kuralcı İslamiyet’ten çok, dervişlerin sunduğu, dine esnek yaklaşan ve eski inançları yadsımayan, bir İslam anlayışı daha yakın gelmiştir. Kazakistan’da “Yesevi Zikri” adı verilen törenlerde, geleneğin islami değerlerle kaynaştırılarak bu gün bile sürdürüldüğü görülebilir. Ahmet Yesevi, öğretisini “Dört Kapı” olarak bilinen şu ilkeler üzerine kurmuştur: Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat’tir. Dört Kapı ilkesi Hacı Bektaş Veli’nin öğretisine de temel oluşturur. Hacı Bektaş Veli her bir kapıya onar makam ekler ve “Dört Kapı, Kırk Makam” olarak adlandırılan ilkeler bütününü ortaya koyar.



iş dünyası

Almina Düğün Salonu 2012 yılında hizmete girmiştir.1200 kişiliktir. Sınırsız otopark imkânı vardır. Salonda en modern ışıklandırma ve animasyon, klima , 2 mescit ve ayrıca salonu haremlik selamlık olrak ikiye bölme imkânı mevcuttur. Güleryüzlü personeliyle haremlik selamlık bölümünde bay ve bayanlarımız görev almaktadır. Geniş mutfak menüsü kendi salonun kendi mutfağında hazırlanmaktadır.

Kesinlikle alkol satışı sunulmamamktadır. Almina düğün Salonunda geçen yıl DİTİB’in duzenlediği bilgi yarışması final gecesi düzenlenmiştir. 28 DİTİB teşkilatının düzenlediği Kutlu Doğum haftası etkinliği de bu salonda gerçekleşmiştir. Ayrıca yılbaşı geceleri salonda Mekke’nin Fethi kutlanmaktadır. Salonda müzik stüdyosu da bulunmaktadır. Burada birçok ilahi albümü yapılmaktadır.

Helal gıda konseptinde paasta dahil olmak üzere kesinlikle taviz verilmemektedir.

Almina düğün Salonu ilahi albümü yapmak isteyen herkese hizmet vermektedir.

Salonun hatırlarda kalması için Türkiye’deki akrabaların ve gelemeyenlerin izlemesi için canlı yayın yapılmaktadır.

Yeni hedefler arasında özel olarak çocuklara özel bölüm yapılmasıdır.

59



iş dünyası

Pro AIR 24 Yoğunbakım / Suni Solunum Hastabakım merkezi Bakım ağırlıklı -> Evde yoğun bakım ve özel cihazlarla suni solunum hizmetleri. Sağlık merkezimizde sunulan hizmetler: - Evde tedavi - Hasta bakımı - Ameliyat sonrası bakım - Sargı ve pansuman - İğne vurulması - Ölçüler: Şeker, tansiyon, ateş, nabız - Refakat ve tercümanlık hizmetleri: - örneğin doktorda - hastanede - beslenme, diyet danışmanlığı Hizmetlerin geneli sağlık sigortasından karşılanmaktadır Sağlık merkezimiz 12 – 24 saat bakım üstlenme kapasitesine sahiptir. Özel bakım: - Ev, okulda bakım ve refakat - Hastanede refakat - Reha Klinikde refakat, Hospiz refakat Yoğun bakım: Merkezimiz uzman yoğun bakım personelimizle profesyonel hizmet vermektedir. - Solunum cihazındaki hastalarımızın yaşam kalitesini artırmak için, bizler evinizde bir yoğun bakım ünitesi kuruyor ve 24 saat her türlü ihtiyaç, gözetim ve bakımınızı üstleniyoruz. - Serum tedavisi - Solunuma destek olan tıbbi malzeme ve cihazların bakımı, değişimi ve gözetimi profesyonel ekibimiz tarafından üstlenilmektedir. Diğer Servisler:

61

- Hastalarımızla ilk tanışmayı evde, hastanede, yoğun bakımda, Reha Klinik de yapıyoruz - Bakım sigortasına müracat ve itirazlarla ilgileniyoruz - Ameliyat sonrası pansumanları üstleniyoruz - Doktor ve resmi dairelerde tercümanlık için yardımcı oluyoruz - Hasta yakınlarına anabakım ve şeker hastalığı icin diet eğitimi veriyoruz - Merkezimiz hastalarımızın bakımi için gerekli olan: Yatak, pansuman mali ve hijyen malzemleri - Hastalarımızın sağlık ve ruhsal durumu bizim için çok önem taşımaktadır. - „HER İNSAN ÖZELDİR, İSTEK VE ARZULARI BİZİM İÇİN KUTSALDIR“ Amacımız: - Yaşam kalitenizi artırmak, alıştığınız yuvanıza hastada olsanız, mutlu ve güvende olduğunuz aile ortamında yaşamanızı sağlamaktadır. - Tanıyıp alışacağınız personelimizle bakımınızı güvenli hale getireceğiz - Bakımınız adetlerınız gözardı edilmemek şartıyla üstenilecektir - Sizinle anadilinizi konuşan personelimiz daha rahat iletişim kurmanızı sağlayacaktır - Şirketimiz Monika Krohwinkel uzman bakım önerilerini ciddiye alarak görevini yerine getirmektedir - Fizik tedavi ve piskolojik tedavi için uzmanlarla çalışıyoruz - Hastalarımızın ayak bakımı için özel medikal pedikürcüler arzu üzerine getirilmektedir - Sağlık Merkezimizin bütün sağlık sigortaları tarafından tasdikli ve onaylıdır


MESLEK TANITIMI hotelfachmann/-frau Alptuğ DEMİR / Mehmet AZNAVULOĞLU Oteldeki misafirlerin memnuniyeti Hotelfachmann/-frau mesleğini icra edenin ana görevidir. Vazifeniz misafirlerinizin danışmanı olarak rezervasyonlarından reklamasyonlarına kadar onlarla ilgilenmek ve çıkan sorunları ortadan örnek bir şekilde kaldırmaktır. Aynı esnada otelin tüm bölümleri görev alanınıza dahildir – oda hazırlama ve kontrol etme, restorantta hizmet, içecek servisi ve mutfakta görev almaktasınız. Tabii ki büyük kutlamalar ve önemli toplantıların organizesi de sizin işinizin bir parçasıdır. Müşteri memnuniyeti temininin yanısıra otel yönetiminde fatura hazırlamak, mesai saatleri planlamak ve buna benzer işlemlerde büyük bir rol almaktasınız. Müşterilerinizin oda kiralamak için görevlendirdiği seyahat acentalarıyla beraber çalıışmaktasınız. Otelin programını ve sundugu hizmetin kalitesini artırmak, hep yeni yelpazelerle genişletmek için görevdesiniz.

Genellikle Hotelfachmann/-frau mesleğini icra edenler otel, pansiyon ve buna benzer alternatif konaklama yerlerinde çalışmaktadırlar. Bunun dışında restoran cafe ve alışveriş merkezlerinde de iş bulma imkânı vardır. Hotelfachmann/-frau devlet tarafindan kabul görmüş bir meslektir. Almanya çapında meslek üç sene sürmektedir. İster okul üzeri veya serbest meslek sahibi bir işverende bu mesleğe sahip olabilirsiniz. Meslek öğrenimi esnasında alabileceğiniz ücretler (brüt): 1. Meslek eğitimi senesi: Aylık 550 Euro civarı 2. Meslek eğitimi senesi: Aylık 650 Euro civarı 3. Meslek eğitimi senesi: Aylık 750 Euro civarı Şu an Almanya´da yaklaşık 30.000 kişi bu mesleği öğrenmektedir. Kaynak: Lexikon der Ausbildungsberufe

62


iş dünyası

BALIK ANATOMİSİ Mehmet TOPSAKAL

Tatlı su veya tuzlu su da yaşayan balıkların hepsinin vücut anatomisi aynıdır sadece balina ve yunus bunun dışında kalır onlarda solunumları itibari ile farklılık gösterirler onun dışında vücutlarındaki bütün organlar aynıdır. Balıklar su içerisinde yaşamlarını sürdürdükleri için vücut yapıları da buna uyumludur. Balık, solungaçları ile solunum yapan, vücut ısıları çevreye bağlı olarak değişen, soğukkanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen, suda yaşayan omurgalı hayvanların genel adı. Bir kulakcık ve karıncıktan meydana gelen yüreklerinde daima kirli kan bulunur. Yürekten çıkan kirli kan solungaçlarda temizlendiğinden, vücutta temiz kan dolaşır. Ağızdan alınan su, solungaçlardan dışarı atılırken suda çözülmüş oksijen, osmozla kana verilir. Bu arada suda bulunan besinler ise yutulur. Köpek balıklarında su hem ağızdan hem de ilk solungaç yarığından alınır. Tuzlu su balıkları su içtikleri halde, tatlı su balıkları su içmezler. Gerekli su ihtiyaçlarını solungaç zarlarından osmozla alırlar. Deniz balıkları içtikleri suyun tuzunu böbrekle değil, solungaçları ile ayırır. Balıklarda göğüs ve karın yüzgeçleri çift, sırt, kuyruk ve anal yüzgeçleri tektir. Tek yüzgeçler nadiren birden fazla olsalar da simetrik çiftler meydana getirmezler.

63

Uçan balıklar çok gelişmiş olan göğüs yüzgeçlerini açarak bir-iki dakika su üstünde uçabilirler. Yaşadığı yerlerde su kuruduğu zaman balçığa gömülüp akciğer solunumu yapabilen, sürünerek gölden göle geçebilen, kısa bir süre havada uçabilen, elektrik ve ışık üretebilen çeşitli balık türleri mevcuttur. Balıkların pulları birbirleri üzerine kiremit gibi dizilmiş, kemiksi, kaygandır. Üzerinde kaygan salgısı, üzerine yapışan bakteri yok eder. Balıkların hareket etmesinde önemli rol oynayan değişik kuyruk tipleri mevcuttur. Balıklar omurgalı canlılar içerisinde sayıca en fazla olanıdır. Bu güne kadar olan arastirmalarda balık türünün 40.000 kadar olduğu söylenmektedir. Balıkların günümüzde sportif ve akvaryumdaki değeri yanında büyük bir protein kaynağı olması ticari değerini artırmaktadır. Balıkların yeryüzündeki dağılımları o kadar geniştir ki, Antartika sularında, sıcak tropikal sularda, acı sularda, tatlı sularda, ışığın ulaştığı dağ derelerinde veya insanların henüz ulaşamadığı oldukça derin ve karanlık sular da yaşayabilmektedir. Üç türlü beslenme görülür: Herbivor (otçul), karnivor (etçil) ve omnivor (hem et hem de bitkisel besin yiyenler). Yanlız çenelerinde değil, bütün ağız boşluklarında ve yutaklarında sıralanış ve şekil olarak birbirinden farklı birçok diş bulunur.


Bu genelde beslenme şekillerine göredir. Bazılarında farinks (yutak) dişleri gelişmiştir. Yanlız Mersin balıklarında ve Demetsolungaçlılarda diş bulunmaz. Görme organları Balıklarda gözler yüksek omurgalılara benzer. Kornea daha düz ve mercek daha yuvarlaktır. Kornea, merceğin önünde koruyucu bir görev yapar. İris; kırmızı, siyah, portakal rengi, mavi, yeşil olabilir. Balıklarda göz yapısı, yaşadıkları çevreye uygun bir özellik arz eder. Işığın kolay geçtiği temiz sularda yaşayanlar iyi görür ve renkleri ayırt ederler. Derinde yaşayanlarda gözler oldukça büyük olup, ışığın zayıf olarak ulaştığı daha derinlerde teleskop gözlü olanlarına da rastlanır. Bulanık sularda yaşayan balıklarda ise gözler küçülmüştür. Kör mağara balıklarında gözler görev yapmaz. Işık olmadığından gözlere ihtiyaç duymazlar. Balıklarda gözyaşı bezi ve gözkapağı bulunmaz. Yalnız Raja balıklarında üstten gelen ışığa karşı gözü korumak için üzeri pullu kalın bir kapak vardır. Balıklar dinlenme halinde yakını görür, uzak için uyum yapar. Memelilerde durum tersinedir. Bazı dişli sazanlarda gözler yatay bir bantla ikiye ayrılmıştır. Üstteki kısım havada, alttaki kısım suda görmeye yarar. Böyle balıklara “dört gözlü” denir. Tat alma organı Balıklarda tat alma cisimcikleri dudaklarda, burun da baş derisinde bıyıkların uçlarında yerleşmiş olduğu gibi bazılarında da ağız içinde yerleşmiştir. Balıklarda dil yoktur. Olanlarında da gelişmemiştir. Sazanların ağzı içinde çok kalın kastan yapılmış yastık şeklinde bir yapı bulunur. Bu organ tat almaya yarar. Balıklar bazı maddeleri memelilerden daha iyi ayırt edebilirler. Sazanlar tatlı, tuzlu, acı suyu ve asitli ortamı ayırt edebilirler. Dokunma duyusu Dokunma duyusunda bıyıkların rolü büyüktür. Bıyıklar tat almada etkili olduğu gibi,

besin bulma ve dokunma organı olarak da görev yaparlar. Balıkların baş, gövde ve yüzgeç derileri üstünde tomurcuk veya çukurcuklar halinde küçük duyu organları mevcuttur. İçlerinde sinir uçları dallanmış haldedir. Görevleri; yaklaşan düşmanı, sıcaklık değişimini, besin ve tuzluluğu hissetmektir. Duyuda yan organın da etkisi önemlidir. Bazı derin deniz balıklarının yüzgeç ışınlarında uzamış olan bazı kısımlarında duygu organları yer almıştır. İşitme ve yan organ (Yanal çizgi) Balıklarda dış ve orta kulak yoktur. İşitme organı bir kapsül içinde bulunan iç kulaktan ibaret olup, sudaki ses titreşimlerini idrak eder. Bu işitme organına “labirent” denir. İşitmede etkili olduğu gibi, dengenin sağlanmasında, ağırlık ve yerçekimi tespitinde de önemli rol oynar. İçlerinde kalsiyum karbonattan yapılmış “otolit” adı verilen cisimcikler de bulunur. Bazı balıklarda hava kesesinin ön kısmının her iki yanında iç kulakla ilişkili dörder adet kemikcik bulunur. “Weber cihazı” adını alan bu sistem ses dalgalarını ve basınç değişimini iç kulağa ileterek daha iyi işitmeğe yardım eder. Küçük frekanslı titreşimler, yanal çizgi sistemiyle idrak edilir. Bu, vücudun yanlarında derinin altında uzanan içi mukus dolu bir çift kanaldır. Belirli aralıklarla bu kanalı pulların arasından veya ortasından dışarı bağlayan yollar, bu yolların ucunda içinde sıvı ve sinir hücreleri bulunan bir torba vardır. Sudaki titreşimler bu sıvıya geçerek sinir hücreleri tarafından idrak edilir. Mesaj daha sonra sinirler vasıtasıyla beyne iletilir. Bir başka balığın hareketinin doğurduğu titreşimleri, yanındaki balık bu yolla duyar. Yan organ çok alçak frekanslı titreşimleri idrak edip işitmeye yardımcı olduğu gibi, su akıntısının yönünü, sıcaklık ve soğukluk farklarını da tesbit eder. Yan organ işitmede de yardım cı olur. Ses ve basınç dalgalarını tesbit edebilir. Kemikli balıklarda, vücudun her iki yanında solungaçlardan kuyruk yüzgecine kadar

64


iş dünyası uzanır. Koku duyusu Balıklarda burun (nostril), solunum için değil, suda çözünmüş kimyasal maddeleri koklamaya yarayan bir duyu organıdır. Koku alma kapsülleri üst çene üzerinde bulunan bir çift (veya bir adet) burun çukuruna yerleşmiştir. Koku maddelerini taşıyan su burun deliklerine girip çıkarken, koklama kapsüllerini yalayarak sinirleri uyarır. Bu duyu köpek balıkları gibi bazı balıklarda çok kuvvetlidir. Köpek balıkları kan kokusunu yüzlerce metre uzaktan alabilirler. Yüzme kesesi Balıkların suda batmadan durmasını sağladığı için önemlidir. Sindirim kanalının bir uzantısı olup, sırt tarafta torba şeklindedir. İçi CO2, O2 ve azot gazları ile doludur. Balığın yoğunluğunu, suyun yoğunluğuna göre ayarlar. Balık suda batmadan durmak için, içindeki gazı artırarak keseyi şişirir. Yüzerken havasını azaltır. Bazı balıklarda yüzme kesesi

65

ikiye ayrılmıştır. Yüzme kesesi solunum, hidrostatik görev, ses meydana getirme ve bazı uyartıları hissetmede de etkilidir. Bütün balıklarda hava kesesi bulunmaz. Böyle balıklarda yağlı vücut ve göğüs yüzgeçleri batmalarına mani olur. Dip balıklarında ise zaten gereksizdir. Üreme Yumurtlama zamanlarında dişi balık, bir kaç saat içinde dibe binlerce yumurta bırakır. Erkek, yumurtalar üzerine sperm ihtiva eden sıvısını püskürterek yumurtaları döller. Böyle döllenmeye vücut dışında cereyan ettiğinden “dış döllenme” denir. Yumurtadan çıkan yavrular, etraftaki “plankton” denen küçük organizmaları yiyerek gelişirler. Köpek balığı gibi bazı balıklarda döllenme, dişinin vücudunda olur. Yumurtalar vücud içinde açıldığından doğuruyormuş hissini verir. Böyle doğurucu balıklara “ovovivipar” denir. Zaman zaman bazı balıklar hermofrodit (erkek ve dişi organa sahip) olurlar. Uskumru, sazan ve alabalıklarda bu duruma rastlanır.


Bären Apotheke Eczaci Hýdir Ateþ Bahnhofstr. 75 45879 Gelsenkirchen Her zaman hizmetinizde!

Sizin dilinizi konuþan Sizi Eczane! Tel: 0209 27 10 90 Fax: 0209 27 12 02 Hafta içi: 8:30-18:30 Cumartesi: 9:00-16:00

www.eczanemiz.de info@eczanemiz.de


kültür

Ebru Sanatı Derleyen: Harun ÖNDER

K

itre yada benzeri kıvam arttırıcı malzemeler kullanılarak yoğunluğu arttırılan bir sıvı üzerine, içinde sığır ödü bulunan toprak boyaların serpilmesi suretiyle elde edilen desenlerin, sıvının üzerine kapatılan kağıda aktarılmasıyla gerçekleştirilen bir kağıt süsleme sanatıdır. Ebrunun tanımı bunun dışında çok çeşitli tarifler ile de yapılmıştır: Ebru denilen renk renk mermer damarlı granit, hareli çeşitli desenli veya çiçekli kağıtlar, eskiden cilt ve defterlerin iç kapaklarını süslemek, hattatların levhalarında fon olarak kullanılmak üzere yapılırdı. Ebru Sanatı “Kağıda yapılan hare, budak ve dalga gibi çeşit, çeşit süs” diye tanımlanırken ‘Eski Eserler Ansiklopesi’nde “kalemsiz, fırçasız, kağıt üzerine çiçek resmi yapmaktır” denmek-

67

tedir. Sanatkarın teknesinden fırçasına, kitreli suyundan boya ve öd suyuna ve bunların işlenmesine kadar iç içe yaşadığı, desenlediği, kimyanın fizik kanunları ile birlikte, eskilerin tabiri ile ince sanatın güzel bir uygulamasıdır ebruculuk... El emeğidir, göz nurudur ebru... Bir zamanlar ülkemizde çok yaygın olan bu sanat, günümüzde diğer klasik Türk sanatları gibi unutulmaya yüz tutmuştur. Mustafa Düzgünman’ın ise yazdığı şiirin içerisinde Ebru Sanatını şöyle tarif etmektedir: “Kadim ecdât yâdigarı müzeyyen bir san’âttır, Tabiatten mülhem olan bu nakışlar mir’âttir, Sân-i Hak sun’undan hep kendi kendi seyreder. Nakış nakkaş şey-i vâhit bir vahdeti hikmettir.”


1. Dükkan Weseler Str. 107 47169 Duisburg-Marxloh Merkez Camiiye yakin Tel: 0203-86096892

2. Dükkan Yeni Açılış,11.01.2014 saat 11.00 den sonra Wanheimer Str. 121 47053 Duisburg- Hochfeld Tel: 0177-8925887


çocuk

İyi Kalpli Ayıyla Açgözlü Tilki Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Ninemin masal anlatmaya niyeti yokmuş. Ağzından girip burnundan çıktım, güzel bir masal anlattırdım. Size söylemek isterim.

Kış gelince tilki ayının ininde kalmaya başlamış. Acıkınca ayının ballarını yiyorlarmış. Tilki çok açgözlü ve kurnazmış. Durmadan bal yemek istiyormuş.

Efendim, ormanın kurnaz tilkisi, kışı ayının ininde, onun balıyla geçirmeye karar vermiş. Ayıya gidip en sevimli haliyle kışı yanında geçirmeyi teklif etmiş. İyi kalpli saf ayıcık bu teklifi kabul etmiş.

Bir gece ayıya ebe olduğunu, hastaya gideceğini söylemiş. Gece indeki balla karnını tıka basa doyurmuş. Ertesi sabah ayıya yalan anlatıp doğan bebeğin adını “Başladım” koyduğunu söylemiş.Birkaç gün sonra yine bal çalmış, tekrar yalan söylemiş: “Bu defa bebeğin adını ‘Yarıladım’ koydum!” Sonra yine aynı yalanı tekrarlamış: “Bebeğin adını ‘Bitirdim’ koydum.” Ayıcık şaşırmış ama bu sözlerden hiçbir şey anlamamış. Acıkıp bal bulamayınca ise durumu kavramış. Bağırmaya başlamış. Kurnaz tilki: “Ateş yakalım, demiş. Balı kim bitirdiyse üstüne bulaşan ballar akar. Durum ortaya çıkar.” Kaşla göz arasında ayıcığın arkasına son kalan bir avuç balı sürüverince bal sıcaktan

69


erimiş. Bu defa ayı yalanı yutmamış. Tilki ayıyı suçlayıp bağırırken ayı, hırsla onu bir lokmada yutuvermiş! Yutmuş ama bundan sonra ayıcık açlıktan ölme tehlikesi ile karşı karşıya kalmış. Çünkü ayıcık yiyecek için nereye gitse karnındaki tilki “Hırsız vaaar!” diye bağırıyormuş. Sonunda ayı, bir ninenin yoluna çıkmış. Nine korkuyla yalvarmış: “Aman ayı kardeş beni yeme.” Ayı homurdanmış: “Beni karnımdaki tilkiden kurtarırsan seni yemem!” “Dere boyunca yürü. Ulu bir ceviz ağacı göreceksin. Ona tırman. Tepesindeki kuru dala bas. Tilkiden kurtulursun.” demiş nine. Ayı, ninenin dediğini yapmış. Ama kuru dala basınca dal kırılmış ve ayı dereye düşmüş. Derede yuttuğu su, karnını dol durunca tilki dışarı fırlamış: “Bu serüven kulağına küpe olsun. Bir daha önüne gelene güvenme.” demiş. Sonra tabanları yağlayıp ormanın içinde gözden kaybolmuş. Ertesi gün nine, kapısının önünde bir kovan bal bulmuş. Bu bal, ayıcığın teşekkürü imiş!

Tilki de açgözlülüğünün cezasını çekmiş. Tavuk hırsızlığı yaparken bir çiftçinin tüfeğine denk gelip kürkünden olmuş!

70


mizah

YANLIŞ ILAÇ Adamın biri çok kuvvetli öksürüyormuş, doktora gitmiş derdini anlatmış. Doktor adama yanlışlıkla öksürük ilacı yerine müshil ilacı vermiş ve demiş ki; “Bu ilaç sana kesinlikle iyi gelecek.Bir hafta boyunca yemeklerden sonra iç ve bitince kontrole gel.” Bir hafta sonra tekrar geldiğinde doktor adama öksürüp öksürmediğini sormuş. Adamın öksürmediğini duyunca da ; “Ben sana dememiş miydim!” diye böbürlenmiş. Adam cevap vermiş:; “-İyide Doktor Bey, cesaret edip öksüremiyorum ki..!”




KOLAY

ORTA

ZOR







Kuzu Etli Sevket-i Bostan 5 Şevket-i Bostan Nasıl Yapılır?

Ayıklanmış ve yıkanmış şevketʻi bostanın kök kısımlarını parmak uzunluğunda ve genişliğinde şeritler halind doğrayın, dikenli göbek kısımlarının üst zarını sıyırın.

-Kuşbaşı doğranmış kuzu etini yıkayın, düdüklü tencerede suyunu salıp çektikten sonra tereyağı ve zeytinyağını ilave edip 1-2 dakika çevirin. -Soğanı ayıklayın, yıkayın ve minik küpler halinde doğrayıp ete ilave edin, soğan diriliğini kaybedene kadar 5-6 dakika kadar kavurun. -Kavrulmuş et ve soğana ayıklanıp doğranmış şevket-i bostanı ilave edin onunla birliktede 2-3 dakika kadar soteleyin. -1,5 su bardağı suya, limon suyunu, kesme şekeri, tuzu ve unu koyup iyice çırpın. Tencereye ilave edin ve düdüklünün kapağını kapatın. -Kaynayınca kadar orta hararetli ateşte, kaynayınca kısık ateşte 25-30 dakika kadar pişirin. -Soğuyunca düdüklü tencereyi açın suyu fazla kalmış ise 10 dakika kadar daha üstü açık olarak pişirin.

Malzeme Listesi - 1/2 kg ayıklanmış şevket’i bostan - 250 gr kuzu eti (mevsiminde oğlak eti) - 1 orta boy soğan - ½ çay bardağı zeytinyağı - 1 yemek kaşığı tereyağı - 1,5 yemek kaşığı un - 1 limon suyu - 1 kesme şeker - 1 tatlı kaşığı tuz

Afiyet olsun!

80





Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.