Mahya Dergisi Bayern Eylül 2014

Page 1

ALMANYA'DA

Sayı 70 | Eylül 2014 | Ücretsiz Bayern

2014

. CAMILER YANIYOR DİTİB Aylık Dergi




İÇ İ N DE K İ L E R 03

BİZDEN 7 21 23

Bizden makale ve haberler Bedirhan GÖKÇE: Sm Cnm Nbr Ahmet TURGUT: Kur’an-ı Kerim’in Anlattığı Kurbanlar

DİN 27 29

Bir Konu Bir Ayet: Dünyada Selam Ahirette Selam Bir Hadis Bir Yorum: Nezaket dersi

MESNEVİ’DEN HİKAYELER 33

Aslan Payı

AİLE 35

Temelleri Sarsılmakta Olan Bir Sığınak: AİLE

37

ATA’MIZA DAİR

39

HİKMETLİ SÖZLER TARİH

41

Bir Fransızın Gözüyle Osmanlı ve İstanbul İnsanı

GÜNCEL 47-

Almanya’da Camiler Yanıyor


Sinüzit Nedir? Gesundhaus

53 55

İŞ DÜNYASI Meslek Tanıtımı

57

ALMANYA'DA

_SAĞLIK

. CAMILER YANIYOR

ABİDE ŞAHSİYETLER Seyyid Kutub

61

Kapak konusu - Sayfa 47

KÜLTÜR Sedef Kakma

63

ÇOCUK

65

BULMACA Kare Bulmaca Sudoku Çengel Bulmaca

73 75 77

Yemek Tarifi

80

Sedef Kakma Sayfa 63

Yazar/Sena

Sa

Ahmet TURGUT Kur’an-ı Kerim’deki Kurbanlar anat, dilimize Arapçadan girmiş lime... Üzerinde Sayfa 23 uzlaşılmış gene

S

bir tanıma sahip değiliz. Lakin b ki; zevk, haz, rağbet misali bileşenleri

04


künye

IMPRESSUM/KÜNYE DİTİB Nürnberg e.V. Kurfürstenstraße 16 90459 Nürnberg

Bankverbindung/Hesap Numarası Commerzbank Nürnberg IBAN: DE94 7604 0061 0540 7739 00 BIC: COBADEFFXXX

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de

YAYIN KURULU

GENEL KOORDİNATÖR Oğuz Yurtalan +49 (0)171 3583191 oguz.yurtalan@mahya.de WEB KOORDİNATÖRÜ Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de NRW Temsilcisi Orhan Arslanmirze +49 (0)159 01043848 orhan.a@mahya.de Türkiye/İstanbul Muhabiri Koray Kuşkuş +90 (0)554 5618244 koray.kuskus@mahya.de DAĞITIM SORUMLUSU Gökhan Önder +49 (0)176 70055077 goekhan.oender@mahya.de KAPAK/GRAFİK TASARIM/BASKI AddGraphic info@addgraphic.de Mahya Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazı ve ilanlardan yazı ve ilan sahipleri sorumludur.

05

Alptuğ Demir alptug.demir@mahya.de Bülent Bayraktar buelent.bayraktar@mahya.de Av. Ender Sürekli ender.suerekli@mahya.de Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de Gökhan Önder goekhan.oender@mahya.de Harun Önder harun.oender@mahya.de Mehmet Aznavuloğlu mehmet.aznavuloglu@mahya.de Serhat Önder serhat.oender@mahya.de Talha N. Yıldız talha.yildiz@mahya.de Yunus Emre Turan emre.turan@mahya.de


DİTİB KÖLN

Almanyada’daki Türk İslam Toplumunun Onur Projesi Yapılacak olan bu Cami ve Kültür Merkezi, müslümanların bu toplumda kendilerini daha yerli hissetmelerini sağlayacak ve bu anlamda uyuma büyük ölçüde katkı sağlanmış olunacaktır. Cami, Dini Bilgiler Kursu, Eğitim Merkezi, Gençlik ve Spor Merkezi, Kadınlar Merkezi, Araştırma Merkezi, İlmi Kütüphane, Dinler Arası Diyalog Merkezi, Seminer Salonu, Konferans Salonu, Ticari Bürolar, Alışveriş Merkezi, Basın Merkezi, Kapalı Otopark, Çocuk Bakım Merkezi gibi sosyal ve kültürel birimlerini bünyesinde bulunduracak olan Merkez Camii, iki minare (55 metre) ve şeffaf parçalardan oluşan bir kubbeye (36,50 metre) sahiptir.

BU KALICI ESERDE SİZİN DE BİR KATKINIZ OLMASINI İSTİYORSANIZ 1. BANKA HAVALESİ YOLUYLA BAĞIŞ Empfänger: Türkisch-Islamische Union Kontonummer: 505566000 Bankleitzahl: 37040044 Commerzbank Köln Verwendungszweck: Merkez-Camii

2. TELEFON YOLUYLA BAĞIŞ

0 900 1070105 Sabit hattan bağışta bulunmak istiyorsanız (her aramada 5€)

06 12

MAHYA . EYLÜL 2010 20


bizden

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği yeni Yönetim Kurulu’nu seçti Köln, 17.08.2014: Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) 17.08.2014 Pazar günü yeni Yönetim Kurulu’nu seçti. 30 yıl önce 05.07.1984 tarihinde kurulan DİTİB, Almanya’ da yerleşik hale gelmiş insanımıza dini, sosyal ve kültürel alanlarda kuşatıcı ve kesintiz hizmetler sunmuştur. Kurulduğu günden bu yana, özellikle din eğitimi ve öğretimi dahil Müslümanları ilgilendiren her alanda kusursuz hizmet sunmayı kendisine ilke edinmiş olan DİTİB, bu uzun hizmet seyrinde her türlü siyasi görüş ve eğilimin dışında kalarak, tarafsız, tutarlı, dini hizmeti esas alan, sevgi, barış ve hoşgörü temeline dayalı çalışma tarzı ile Almanya´ daki Müslüman Türklerin en büyük sivil toplum kuruluşu haline gelmiştir. DİTİB Müslüman kurum ve mercilerle olduğu kadar, Alman kamuoyu ve kurumları ile geliştirdiği başarılı iletişim ve işbirliği, ortak proje ve etkinliklerle toplumsal güven kazanmış, güvenilir paydaş olmayı başarmıştır. Frankfurt’ta 17 Ağustos 2014 tarihinde 15.si

gerçekleştirilen Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) olağan Genel Kurulu bağlamında yeni Federal Yönetim Kurulu seçimini de gerçekleştirdi. Yeni Yönetim Kurulu ve görev dağılımı şu şekildedir: Prof. Dr. Nevzat Yaşar AŞIKOĞLU, Genel Başkan Suat OKUYAN, Genel Başkan Yardımcısı Dr. Bekir ALBOĞA, Genel Sekreter Dr. Emine SEÇMEZ, Genel Sekreter Yardımcısı Ramazan ILIKKAN, Muhasip Hakan AYDIN, Muhasip Yardımcısı Mehmet TOPRAK, Üye

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

Resim (Soldan-Sağa): Ramazan ILIKKAN, Hakan AYDIN, Dr. Emine SEÇMEZ, Prof. Dr. Nevzat Yaşar AŞIKOĞLU, Suat OKUYAN, Dr. Bekir ALBOĞA, Mehmet TOPRAK

07


Genel Başkan Aşıkoğlu DİTİB birimlerini ziyaret etti Diyanet İşleri Türk İslam Birliği‘nin (DİTİB) Frankfurt’ta 17 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirmiş olduğu 15. Olağan Genel Kurulu‘nda oluşan yeni Yönetim Kurulunda, Yönetim Kurulu Başkanlığa seçilen Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, DİTİB Genel Merkez ve Sosyal Dayanışma Merkezi (ZSU) birimlerini ziyaret etti. DİTİB Genel Başkan Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, birimlerde görev yapan personelle tanıştı ve birimlerin yapısı ile ilgili bilgi aldı. Gerçekleştirilen ziyarette Genel Başkan Yardımcısı Suat Okuyan ve Genel Sekreter Dr. Bekir Alboğa da hazır bulundular.

Ziyaretler esnasında personel ile kısa süre sohbet eden Genel Başkan Prof. Dr. Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, “Çalışmalarımızı yeni bir ivme ile devam ettireceğiz. Bu dönemde hepimize çok büyük görevler düşmektedir. Özveriyle çalışan tüm personelimize teşekkür ediyorum” dedi.


bizden

09


10


bizden

Irak’ta yaşanan olaylarla ilgili Basın Açıklaması İslam dini; dili, dini, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun hiçbir insanın öldürülmesine, işkence edilmesine, yaşadıkları vatanlarını terk etmek zorunda bırakılmasına ve gayri insani muameleler görmesine izin vermemektedir. Kadim tarihlerden bu yana, beraber yaşadığımız bir dine, inanca, mezhebe, anlayışa ve kavme mensup insanların her türlü insan hak ve onuruna aykırı muameleye tabi tutulması, din ve vicdan sahibi hiçbir insanın kabul edebileceği bir husus değildir. Kuzey Irak Bölgesi’nde yüzyıllardır komşuları ile barış içerisinde yaşayan Yezidi ve Hristi yan dini mensuplarının, İŞİD’in saldırılarına maruz kalması ve adeta bir soykırıma tabi tutulmaları, bununla birlikte mezhep farklılığından dolayı Müslüman olduklarını iddia edenlerin, farklı mezhebe bağlı Müslümanlara yaptıkları eziyet ve işkenceler, toplum vic-

07

danını yaralamakta ve bizleri derinden üzmektedir. İnsanları inancından ve mezhebinden dolayı kıyıma uğratanlar, referanslarını İslam dininden alamazlar. Bir insanı öldürmenin, bütün insanlığı öldürmek gibi büyük bir suç ve günah (el-Maide 5/32) olduğunu ifade eden İslam dini, her türlü iftiradan ve kötü yakıştırmalardan uzaktır. Tüm Müslümanlar ve insanlık, bu insanlık dışı vahşete en güçlü bir sesle tepki vermek durumundadır. Dünya kamuoyunun, bu duruma seyirci kalmaması gerekmektedir. Bu hususta ivedilikle bir önlemin alınması en büyük temennimizdir. Yüce Rabbimiz, yeryüzünün neresinde olursa olsun, hangi dine, mezhebe ve meşrebe bağlı olursa olsun, baskıya, işkenceye, zulme maruz kalan bütün mazlum ve mağdurları muhafaza eylesin. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)


Zu der aktuellen Lage im Irak Köln, 11.08.2014: Die Islamische Religion gestattet in keinem Fall, Menschen auf Grund ihrer Sprache, Religion oder Konfession zu töten, zu foltern oder anderweitig unmenschlich zu behandeln, oder aus ihrer Heimat zu vertreiben. Von der Antike bis zur heutigen Zeit kann es kein gläubiger Mensch mit seinem Gewissen vereinbarn, dass Menschen, mit anderen Religionen, Glaubensbekenntnissen, Weltanschauungen, Denkarten oder anderer Zugehörigkeiten, mit denen wir zusammenleben einer Handlung oder einer Behandlung gegen die Menschenwürde und den Menschenrechten ausgesetzt werden. Seit Jahrhunderten leben die Muslime im Nordirak in Frieden mit ihren Nachbarn, den Religionsgemeinschaften der Yeziden und den Christen, die nun durch die ISIS unmenschlichen Angriffen, Verfolgung und nahezu einem Massenmord ausgesetzt sind.

Alle Muslime und die gesamte Menschheit sind gefordert, sich diesen unmenschlichen Übergriffen und Brutalitäten mit einer gemeinsamen, starken Stimme entgegen zu stellen. Die Öffentlichkeit darf nicht in eine Zuschauerrolle verfallen. Unsere Erwartung ist, dass in dieser Lage schnellstmöglich einen nachhaltigen Frieden schaffende Lösungen gefunden werden. Möge Allah, unser barmherziger Schöpfer, die Menschen in allen Teil der Erde, unabhängig von Religion, Konfession und Gesinnung, vor Unterdrückung, Folter und Verfolgung behüten. Türkisch-Islamische Union (DITIB)

Ebenfalls werden auch Muslime unterschiedlicher Konfessionen und Strömungen von diesen religiösen Eiferern und Fundamentalisten verfolgt, gequält und gefoltert, was gegen das soziale Gewissen verstößt und uns als Muslime zutiefst verwundet. Wer Menschen aufgrund des Glaubens oder der Konfession verfolgt oder tötet, kann dies nicht mit dem Islam begründen. Der Islam, welcher besagt, dass “das Töten eines Menschen ein genauso großes Verbrechen und Sünde ist, als hätte man die ganze Menschheit getötet;” (el-Maide 5/32), ist fern allen schlechten Zuschreibungen und Diffamierungen.

12


bizden

Wir verurteilen den Brandanschlag auf eine Synagoge in Wuppertal! Das Leid der Menschen in Gaza stürzt die Muslime und alle mitfühlenden Menschen in Deutschland in tiefste Trauer und Hilflosigkeit. Wenn wir Werte wie Menschenrechte und Gerechtigkeit ernst nehmen, dürfen wir nicht länger schweigen und sind dazu aufgerufen, unser Gewissen zu befragen, ob nicht eine deutliche Stellungnahme zu der Eskalation der Gewalt in Gaza unsere Bürgerpflicht ist und ob diese Pflicht nicht gerade auch aus unserer historischen Verantwortung in Deutschland resultiert. Gleichzeitig erleben wir mit großem Bedauern und mit tiefer Sorge, wie der gegenseitige Hass und die Gewalt zwischen den Menschen in Gaza und Israel auf unsere deutsche Gesellschaft übergreifen. Als Folge dieser Entwicklungen erleben wir bei Demonstrationen und in sozialen Medien eine zunehmend besorgniserregende Haltung gegen unsere jüdischen Mitbürger, die in Gewalt gegen Einzelne und in Anschlägen auf Synagogen - wie zuletzt in Wuppertal gipfelt. Wir sprechen der Wuppertaler Gemeinde unser aufrichtiges Mitgefühl aus und verurteilen diesen Anschlag auf das Schärfste. In der Hoffnung, dass derartige Übergriffe sich nicht wiederholen, bekunden wir der jüdischen Gemeinde in ganz Deutschland unsere Solidarität. Gerade als Muslime in Deutschland, die einem zunehmenden antimuslimischen Rassismus ausgesetzt sind und deren Moscheen immer wieder Ziele von Anschlägen werden, ist uns die damit einhergehende Furcht und Verunsicherung leider allzu vertraut. Wer

13

den Glauben anderer beschimpft, Menschen verletzt oder gar ihren Tod billigend in Kauf nimmt, kann sich auf keine Religion oder Weltanschauung berufen, noch Verständnis erwarten. Der Koran fordert den umfassenden Schutz des Lebens und der Gotteshäuser. Deshalb muss uns auch die Unversehrtheit des Lebens und der Gotteshäuser unserer jüdischen Mitmenschen am Herzen liegen. Im Koran heißt es: „Und wenn Allah nicht die einen Menschen durch die anderen abgewehrt hätte, so wären fürwahr Klöster, Kirchen, Synagogen und Moscheen zerstört worden, in denen Allahs Name häufig genannt wird.“ (Sure 22, 40) Selbst in den schwierigsten Situationen haben Muslime Gotteshäuser, Religionsgelehrte, Frauen, alte Menschen und Kinder in Schutz zu nehmen. Dies ist uns ein Vermächtnis unseres erhabenen Propheten Muhammed (s.a.v.). Niemand hat das Recht und die Befugnis dieses Vermächtnis zu beschädigen und den gesellschaftlichen Frieden zu stören. Wir hoffen, dass unsere Mühen für ein friedliches Zusammenleben in Deutschland, nicht durch Gewalt und Hass zunichte gemacht werden. Wir müssen uns davor hüten, dass Hass und Verachtung, die sich in den gegenwärtigen Konflikten Bahn brechen, Besitz von unserem Denken und Handeln ergreifen. Vielmehr müssen wir diesen Hass überwinden und durch unser gegenseitiges Mitgefühl ein Zeichen für ein friedliches Zusammenleben setzen.


10


bizden

“İnsanlığın vicdanını onarmak için gelin Gazze’yi yeniden imar edelim…” Başkan Görmez, ramazan ayı boyunca İslam dünyasının çok zor zamanlar geçirdiğini belirterek, şunları söyledi;

Diyanet İşleri Başkanlığının Gazze’ye yönelik devam eden saldırılar kapsamında yürüttüğü Gazze’ye insani yardım kampanyası hakkında bir basın toplantısı düzenlendi. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam ve Filistin eski Evkaf ve Din İşleri Bakanı Dr. İsmail Rıdvan’ın katıldığı basın toplantısında, Gazze için acil insani yardımın devam edeceği ve sürdürülebilir projelerle Gazze’nin destekleneceği açıklandı. ‘İnsanlığın vicdanını onarmak için gelin Gazze’yi yeniden imar edelim’ başlığı altında kampanyanın devam edeceğini açıklayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, başlattıkları yardım kampanyası kapsamında bugün itibarıyla 52 milyon 900 bin lira toplandığını belirterek, “Yeni başlığımız ‘İnsanlığın vicdanını onarmak için gelin Gazze’yi yeniden imar edelim.’ Bu sadece halkımıza bir sesleniş değildir, bu aynı zamanda bütün Müslüman kardeşlerimize bir sesleniştir, çığlıktır” dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı Konferans Salonu’nda düzenlenen basın toplantısında konuşan

15

“İnsanlığın vicdanını onarmak için gelin Gazze’yi yeniden imar edelim…” Başkanlık ve TİKA olarak yardım kampanyasını sürdürmek istiyoruz. Yeni başlığımız ‘İnsanlığın vicdanını onarmak için gelin Gazze’ yi yeniden imar edelim.’ Bu sadece halkımıza bir sesleniş değildir, bu aynı zamanda bütün Müslüman kardeşlerimize bir sesleniştir, çığlıktır. Bilhassa petrol zengini Müslüman kardeşlerimize sesleniyorum. Sadece bir aylık israflarımızı önlersek, inanıyorum ki Gazze’yi yeniden imar ederiz. Müslüman ülkelerin büyük bir kısmı sadece bir aylık israflarını önlerse Gazze’yi yeniden imar eder. “Bir devlet terörü olarak, insanlığa karşı suç olarak ve insanlık dışı yöntemlerle Gazze’de masum çocuklar, kadınlar ve yaşlılar öldürüldü…” Bütün savaşlarda olduğu gibi bu savaşın da en büyük mağdurları masum çocuklar oldu. Katledilen 2 bini aşkın insanın içinden 600700’ü çocuk, masum kadınlar, yaşlılar. İlk defa, okullara sığınan, BM’nin okullarına sığınan insanların başına bombalar yağdı, orada insanlar katledildi ve bunlar devam ediyor, bir devlet terörü olarak, insanlığa karşı suç olarak ve insanlık dışı yöntemlerle… “Gazze’de yaşanan vahşet, çağdaş insanlığın gözü önünde olupbitti…” Gazze adeta açık hava hapishanesine dönüştürüldü. Bir taraftan muhasara altına alarak adeta aç ve susuz bırakacaksın, susuz ve


elektriksiz, ilaçsız, gıdasız bırakacaksın bir taraftan da bütün insanlığın gözü önünde bu insanların başına bombalar yağdıracaksın. Bütün bunlar medeni, çağdaş insanlığın gözü önünde olupbitti. Hepimiz bunları izledik. “Diyanet, yardım kampanyalarında din, dil, ırk, renk farkı gözetmez…” Bu millet daima, mağdurların, mazlumların yanında yer aldı. Başkanlık olarak ne zaman, hangi konuda, dünyanın hangi mazlumu için yardım kampanyası başlatmışsa hiçbir zaman mahcup olmadı. Diyanet İşleri Başkanlığı, yardımları toplarken din, dil, ırk, renk gözetmedi. “Gazze’de yaşanan vahşete İslam dünyasından ses çıkmaması kalbimi yaralıyor…” Halkımızın gösterdiği teveccühe, ilgiye müteşekkiriz. Bugün itibarıyla 52 milyon 900 bin lira gibi bir meblağ bizim hesaplarımızda toplanmış durumda. Bunun yarısına yakınını, ramazan ayı içinde ve sonrasında acil yardımları bütün zorluklara rağmen Gazze’ye ulaştırmak için TİKA Başkanlığımız büyük özveriyle çalıştı. Sayın Bakanla yaptığımız toplantıda, 6 milyar dolarlık zarar olduğunu ifade ettiler. Gazze’de 5 büyük mahalle tamamen yok oldu. Nice aileler nüfustan silindi. Bugün Gazze tamamen elektriksiz. Işık, su, ilaç, gıda yok. İşin en üzücü tarafı dünyadan ses yok, uluslararası yardım kuruluşlarından ilgi yok, çok daha kalbimi yaralayan husus ise İslam dünyasından ses yok. “Müslümanlar arasındaki ihtilaf, bomba olup Gazze’nin başına yağmaya devam ediyor…” İslam dini ve Müslümanlar tarihin en zor süreçlerinden geçiyor. Bir taraftan yanı başımızda kardeş katline sahne olan topraklar, Suriye’de, Irak’ta çok acı hadiseler yaşanırken bir taraftan da Müslümanlar arasındaki bu ihtilaf adeta silahlara dönüşüp, ramazan boyunca Gazze’nin başına bomba olarak

yağmaya devam etti. Diyanet İşleri Başkanı ve bir Müslüman olarak, İslam dünyasında olup bitenleri izah etmekte ve sorulan sorulara cevap vermekte zorlanıyorum. “Şiddeti kutsayan, vahşeti takdis eden, savaşta da olsa ahlak ve hukuk tanımayan bir düşünce bizim tarihimizde yoktur…” Bilhassa Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan bazı oluşumları dikkate aldığımızda, adının başında İslam kelimesi olan bir takım oluşumlar, arkasındaki oyunlar ve oyuncular ne olursa olsun, kim olursa olsun ‘ama’ ve ‘fakat’ demeden şunu açıkça ifade etmek isterim ki şiddeti kutsayan, vahşeti takdis eden, farklı inançlara karşı soykırım düzenleyen, savaşta da olsa ahlak ve hukuk tanımayan, peygamber mezarlarını bombalamayı dahi ibadet telakki eden bir düşünce bizim tarihimizde yoktur. Böyle bir düşünce bizim dünyamıza, tarihimize, medeniyetimize ait değildir. Bütün bunlar olurken bir taraftan da ramazan boyunca Gazzelilerin başına insanlık dışı yöntemlerle bombalar yağdırıldı. Binlerce insan öldü, milyonlarca insan mağdur hale geldi. TİKA Başkanı Serdar Çam…

“12 kamyonluk gıda ve acil ihtiyaç malzemesi bugün Gazze’ye giriyor…” TİKA Başkanı Serdar Çam ise, Gazze’ye yardım çalışmalarıyla ilgili sürecin Türkiye adına onur verici şekilde devam ettiğini söyledi. Bombalamanın başladığı günden itibaren Gazze’nin yanında olduklarını ifade eden

16


bizden Çam, acil ve insani yardımların, içeriden tedarik edilerek yoğun şekilde sevkiyatının yapıldığını bildirdi. Bugün 12 kamyonluk gıda ve temizlik ürünleri malzemesinin de içeri gireceğini anlatan Çam, Gazze’de her alanda büyük ihtiyaçlar bulunduğuna işaret etti. Acil ve insani yardımlar tamamlandıktan sonra kalıcı ve sürdürülebilir yaşamı sağlayacak projelere devam etmek gerekeceğini belirten Çam, “Bugüne kadar 15 bin aileye gıda sevkiyatı yapıldı. Filistin Acil Yardımlar Masası koordinasyonuyla 17 bin ailelik acil yardımlar desteği yapıldı. Yaklaşık bir ay günlük sıcak yemek çıkarıldı. İftar ve günlük yemek olarak 15 bin kişiye, daha sonra 25 bin kişiye kadar çıkacak sıcak yemek servisi yapıldı” dedi. Gazze halkının acıların en büyüğünü yaşadığını ifade eden Çam, bundan sonraki süreçte konut ihtiyaçlarının karşılanmasına dönük çalışma yapılması gerektiğini, bununla ilgili proje hazırlıklarının devam ettiğini bildirdi. Çam, tarım, hayvancılık ve mesleki konularda, üretime dönük projelerin de geliştirileceğini kaydetti. Filistinli Bakan İsmail Rıdvan…

“Biz iradesi kırılamayacak bir toplumuz…” Eski Filistin Evkaf ve Din İşleri Bakanı İsmail Rıdvan, Filistin meselesini sahiplenen, Filistin halkının dertleriyle dertlenen Türk halkına teşekkür etti.

17

Filistin’de düşman saldırılarından kaynaklanan çok büyük afet yaşandığını dile getiren Rıdvan, bugün itibarıyla 2 bin kişinin şehit olduğunu, 10 bin 200 kişinin yaralandığını, yarım milyon insanın yaşadığı bölgeyi terk ettiğini ve evsiz kaldığını, 11 bin meskenin, 65 caminin yıkıldığını, 141 okul, 6 üniversite binası ile çocukların gıda ihtiyaçlarının karşılandığı bisküvi ve süt fabrikalarının hedef alındığını kaydetti. “Biz iradesi kırılamayacak, yıkılamayacak bir toplumuz. Çok ciddi direniş gösteren ve sabırlı bir halk var karşınızda” ifadesini kullanan Rıdvan, Filistin halkının düşmanca saldırılar ve ambargonun sona ermesini istediğini belirtti. Diyanet ve TİKA’dan bir heyet Gazze’ye gidecek… Diyanet İşleri Başkanı Görmez, düzenlenen basın toplantısında, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını da yanıtladı. “Gazze için düzenlenen kampanyada 53 milyon lira yardımın ne kadar zamanda toplandığına ve ne kadarının ulaştırıldığına” ilişkin soru üzerine Başkan Görmez, yardımın 15-20 gün içinde toplandığını bildirdi. Bugüne kadar yardımların üçte birinin ulaştırıldığını ifade eden Başkan Görmez, “Bunlar ulaşmaya devam edecek. Bizim planımız, inşallah Diyanet İşleri Başkanlığı ve TİKA’dan bir heyetin, Sayın Bakanla, kapılar açılır açılmaz birlikte giderek, yaraları sarmaya devam etmeleridir” dedi. “Bazı oluşumların isimlerini söylerken kısaltılmış olanı söyleyin…” Bir gazetecinin “Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Yezidilere saldırılarına ilişkin” sorusu üzerine ise Başkan Görmez, “Hassaten bu tür oluşumların isimlerini telaffuz ederken, sizden istirhamım kısaltın. Kısaltılmış isimlerini kullanın ama uzun isimlerini kullanmayın. Çünkü uzun isminde İslam gibi çok


mübarek, çok mukaddes bir kelime var” diye konuştu. Bu gibi hadiselerin, İslam’ın kendi tarihi, medeniyeti, Kur’an’ın kavramlarıyla izah edilmesinin zor olduğuna işaret eden Başkan Görmez, “Bunlar belki daha çok tıbbın ve psikiyatrinin kelime ve kavramlarıyla ancak izah edilebilir. Cinnetin ve şiddetin gölgesinde, yaralı bilinçlerin ve ölümcül kimliklerin cehaletle buluşarak meydana getirdikleri toplumsal travmalardır. Bu travmaları İslam’ da, İslam’ın herhangi mezhebinde, meşrebinde bulmak mümkün değildir” değerlendirmesinde bulundu. “Herkes inancında özgürdür, bunun dışındaki anlayışlar İslam’a yabancıdır…” Bölgedeki gayrimüslim azınlıkların, birlikte yaşama ahlakı, hukukunu benimsediklerini dile getiren Başkan Görmez, “İslam’ın öngördüğü, herkes gibi eşit haklara sahip vatandaşlar olarak hayatlarını idame ettirmeleri, kendi inançlarında özgür olmaları, herhangi vatandaşın hak ve sorumlulukları neyse onların da hak ve sorumluluklarının aynı olduğu yönündedir. Bunun dışındaki anlayışlar ve düşünceler, dine ve İslam’a yabancıdır” diye konuştu. “Büyük bir alimler heyetiyle Gazze’ye gitmekten onur duyarım…” Başkan Görmez, “Diyanet İşleri Başkanlığı olarak orta ve uzun vadede Gazze ziyareti düşünüp düşünmediklerine” yönelik soruyu cevaplarken, “İnşallah kapılar açılır açılmaz, büyük bir alimler heyetiyle birlikte ziyaret etmekten büyük onur ve mutluluk duyacağım” dedi. Suriyeli mülteciler meselesi… “Gaziantep’te mülteciler ile vatandaşlar arasındaki gerginliğin” sorulması üzerine de Başkan Görmez, şunları kaydetti: “Yaklaşık 3 yıldır Suriye’den, savaştan, şiddetten, varil bombalarından, insanlık dışı hareketlerden kaçarak çocukları, aileleri, eş-

leriyle ülkemize sığınan komşularımıza, akrabalarımıza, dindaşlarımıza, kardeşlerimize ülkemizin, vatandaşlarımızın gösterdiği kardeşlik, komşuluk, hamiyetperverlik her türlü takdirin fevkindedir. Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa’da ve tüm bölgelerde, vatandaşlarımızın gerçekten gelen Suriyeli kardeşlerini nasıl bağırlarına bastıklarını, ekmeklerini, evlerini onlarla nasıl paylaştıklarını yakinen bilen ve takip eden bir kardeşiniz olarak söylüyorum; bu ve diğer bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın, savaştan kaçarak ülkemize sığınan misafirlerimize gösterdiği ilgi bugüne kadar her türlü takdirin üstünde olmuştur.” Bir Batı ülkesinde böyle bir şeyi görmenin mümkün olmadığını belirten Başkan Görmez, “Ancak son zamanlarda organizasyon hatalarından kaynaklanan bir takım sıkıntıların ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz. Belki üzerinde yoğunlaşacağımız en büyük husus, birlikte getirdikleri çocukların eğitimi” ifadesini kullandı. “Suriye’de 6 milyon çocuk eğitim hakkından mahrum kaldı…” Suriye’de 6 milyon çocuğun eğitim hakkından mahrum bırakıldığına işaret eden Başkan Görmez, şunları kaydetti: “Dolayısıyla ileride bu ülkede yaşayan insanların ne tür büyük sorunlarla karşılaşacağını, bölgeye ve bütün dünyaya ne tür sıkıntılar çıkar hepimiz tahmin edebiliyoruz ve aslında tüm uluslararası kuruluşların, fikir adamları, düşünce insanları, akademisyenlerin bu konular üzerinde düşünmeleri gerekiyor. 3 yıldır adeta Peygamber döneminde, ensar ve muhacir arasındaki ilişkide gördüğümüz güzellikleri, bu bölgelerde vatandaşlarımızın Suriye’den gelen kardeşlerimize gösterdiğini yakinen bilenlerdenim. Ama elbette bazı sıkıntıların ortaya çıktığı da hepimizin malumudur. İnşallah en güzel şekilde, organizasyonu gözden geçirerek en azından, bu sorunların azalacağına inanıyorum.”

18


bizden

DİTİB Irkçılık & Ayrımcılıkla Mücadele Bürosu Bu sayfalarda siz değerli okuyucularımıza DİTİB’in ırkçılık ve ayrımcılığa karşı yaptığı çalışmaları, ırkçılık ve ayrımcılığın tanımını sunacagız. Daha fazla bilgi için http://www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de adresini ziyaret edebilrisiniz. Empirik araştırmalar Uluslararası perspektif İslam düşmanlığı ve aşağılamayı uluslararası bağlamda ele alan bir araştırma Andreas Zick‘in yaptığı „Ötekinin değersizleşmesi“ adlı araştırmadır. Zick ve ekibi Almanya, Büyük Britanya, Fransa, Hollanda, İtalya, Portekiz, Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde gruplara yönelik alçaltıcı tutumları araştırmıştır. İslam düşmanlığını tespit etmek için ilk önce şu üç ifadeye ne ölçüde katılındığı sorulmuştur: „Ülkemde çok fazla Müslüman var.“, „Ülkemdeki Müslümanlar fazla taleplerde bulunuyor.“ ve „ İslam hoşgörüsüz bir dindir.“ Bu üç ifadeye verilen cevaplara göre bir cetvel oluşturulup, ülkelerdeki İslam düşmanlığı birbiriyle ölçülmüştür. Sonuçlar, Avrupa‘daki İslam düşmanlığı konusundaki farklılıklar için ne diyor? „Dikkat çeken nokta Avrupalı katılımcıların Müslümanları veya İslam‘ı reddetme konusunda geniş çapta hemfikir olduğudur. Almanya, İtalya, Macaristan ve Polonya‘daki İslam düşmanı tutumların benzer oranda ve belirgin olarak en yüksek sayıda olduğu ortaya çıkmıştır. Çok az bir oranla İngiliz ve Fransız katılımcılar daha az İslam düşmanı olduklarını ifade etmektedirler. Diğerlerine

19

kıyasla Portekiz‘daki İslam düşmanlığı oranı en düşük olanıdır. Bu sekiz ülke, İslam düşmanı önyargıların yayılması konusunda birbirlerinden mutlak olarak sadece az bir ölçüde ayrışırlar.“ (Zick 2011: S. 71) Genel olarak belirtmek gerekir ki, sekiz ülkede de İslam düşmanı ifadelere destek gayet yüksek derecededir. Araştırmada ‚1= hiç katılmıyorum, 4= tamamen katılıyorum‘ ifadelerinin yer aldığı bir cetvelle Avrupa için ortalama rakam 2,57 olarak saptanmıştır. Özellikle Müslümanlara yönelik yabancılaşma korkusunun ne denli akıl dışı / irrasyonel olduğunun bir örneği, araştırma yapılan ülkelerdeki Müslüman oranının en fazla %7 olmasıdır. „Görüldüğü gibi sözde islami yabancılaşma algısında Müslümanların genel nüfusa göre oranları pek bir rol oynamamaktadır.“ (Zick / Küpper / Wolf 2010: S. 51)

İkinci bir uluslararası karşılaştırmalı araştırma din sosyoloğu Prof. Dr. Detlef Pollack tarafından yapılmıştır. Burada Almanya, Danimarka, Fransa, Hollanda ve Portekiz’de farklı din mensuplarına karşı tutumlar sorgulanmıştır (Müslüman, Hindu, Budist, Yahudi). Müslümanlara karşı olumsuz tutumların oranı uluslararası kıyaslamada % 33,5 ila %36,7 arasında seyretmektedir. Burada Almanya % 57,7 (Batı) ve % 62,2 (Doğu) oranlarıyla göze çarpmaktadır. Jürgen Leibold‘un gruba odaklı insan düşmanlığı bazında yaptığı araştırmada İslam düşmanlığı ile ilgili analizi, 2003den 2009a kadar geçen süredeki İslamofobya ile ilgili değişimleri göstermektedir. 2003 yılında sorulanların % 31’i Almanya‘da Müslümanların


sebep olduğu bir yabancılaşmanın söz konusu olduğunu öne sürmektedir. Bu oran 2007de % 39’a yükselmiş, 2009da % 32’a gerilemiştir. Benzer bir gelişim, „Müslüman göçü olmasın“ ifadesine katılıp katılmadıkları sorusuna verilen cevaplarda ortaya çıkmıştır. 2003 ila 2007 arasında bu ifadeye katılım %26’dan %30’a yakın bir rakama yükselmiştir, ancak sonraki iki yıl içerisinde kuvvetli bir düşüş göstermeye başlamıştır (2009da % 21,5).

SESSİZ KALMA DİTİB IRKÇILIK & AYRIMCILIKLA MÜCADELE BÜROSU www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de 12


bizden

SLM CNM NBR Bedirhan GÖKÇE

Başlığın internetçeden Türkçeye çevrilmiş halini sanırım herkes çözmüştür; İçinizde chat cahili olanlar olabilir ben açıklayayım: “SELAM CANIM NE HABER” El-cevap “iidr cnm sndn” (İYİDİR CANIM SENDEN)…?

Evet madem samimiyiz, kankayız üç günlük şu sanal alemde kendi “book”umuzu çıkaralım (Book İngilizce de kitap demek) Şimdi o kitaptan örneklendirelim : Mrb—tşk—cvp—ltfn—slm—nbr—iigclr— grşrz—optm—cnm—tmm—hşçkl—gibi gibi

Çağdaş Türkiye’min çağdaş dilinden küçük bir diyalogla merhaba diyerek yürüyelim.

Bu sedece dili kötü kullanmak değil, aynı zamanda muhatabına karşı saygısızlık, ilişkiler arası yapaylıktır.

Radyo programcılığımda 19 seneyi geride bıraktım ve 20 yılıma girdim.

Çünkü bu tür bir seslenişin altında şu gerçek yatar;

90’lı yılların başında dinleyici ‘mektup’ları ile başlayan serüvenimiz ‘faks’a, 2000 li yılların başında e-mail denen elektronik postaya oradan sms denen kısa mesaja ve son olarak da facebook-twitter iletilerine döndü.

“Seni bu kadar dikkate alıyorum”

Bu hızlı geçiş sürecinde en büyük sorun, dil sorunu oldu

Evet bilerek ya da bilmeyerek karşındakini hafife almaktır bu. İnsan önemsediği insana kelimeleri harfleri özenerek seçer, harf hırsızlığı, söz arsızlığı yapar mı? Örnek.

Özene bezene yazılan mektup ve fakslar kısa mesajlarla (kontör hesabı yapılarak) ilk bakışta anlaşır kısa harf gruplarına, ardından yarım yamalak anlamsız harf dizilimlerine dönüşmeye başladı ve nihayetinde Facebook’da da book’u çıktı..

21

Çalakalem aşk mektubu yazılır mı? Slm patron diyerek, patrona yazı yazılır mı? Nbr baba diyerek babaya mesaj atılır mı?


Ltfn cvp vrn diyerek davetiyeye not düşülür mü?

çözmeye çalışır, sonuçta ölümle son bulan kavgalar olur.

“Aman biz sadece arkadaş arkadaşa böyle yazışıyoruz” dersen yani “samimi olduğumuz kişilere böyle yazıyoruz” dersen, bu giderek senin alışkanlığın olur ve sen ilerde “hoş geldin’in internetçesi neydi yaa” sözüne sanal arkadaşların ‘Hg ’ diyerek afedersin eliyle güler.

Ayrıca zaten okumayan bir millet olduğumuz ortada:

Düştüğün bu içler acısı durumdan da birbirilerine özelden senin dedikodunu yapar ve yapıştırırlar “cahil chatci yaaaani” !!! Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra yorumunuz “hmmm iyimiş” ya da sadece “gusel iyimiş” olursa size tavsiyem acilen bir tedaviye girmenizdir.

Ortalama 74 milyon nüfusa, 4.5 (dört buçuk) milyonluk gazete satış rakamları başka ne ile ifade edilir ki? Böyle giderse, ilerde bir dilekçe bile yazamazsın. Böyle bir dille bugün dedenle, yarın torununla iletişim kuramazsın… Toplum önünde eline mikrofon alıp bir teşekkür konuşması yapamazsın.

Sonuç olarak;

Bir tartışma halinde ya da mahkemede kendi durumunu savunamazsın.

Umursamadığın ve önemsemediğin, üstüne burun kıvırarak “aman bundan ne olur ki” dediğin bu hal, ilerde senin sebebin olur.

Böyle giderse –ki gideceği belli, ilerde biz nerede hata yaptık diye hayıflanır ama kendinden başka suçlu bulamazsın…

Kelimelerle kendini ifade edemeyen insanların çoğunda hayat intiharla sonuçlanır.

Hiçbir şey olmasa bile, bir insan “ses bayrağı olan diline” böyle bir fenalığı yapmalı mı?

Dili ile sorununu çözemeyen vücut dili ile

22


bizden

Kurban ve Kuran-ı Kerİm’İn Anlattığı Kurbanlar Sanatçının Rabbi

Yazar/Senarist Ahmet Turgut’un kaleminden...

Ahmet TURGUT / Yazar - Senarist

Evvelce memleketin büyük bir derdi vardı. Kurbanını pazardan kendi başına seçen ve anat, dilimize Arapçadan girmiş bir keücretini bilfiil ödeyen vatandaş, kurbanın lime... Üzerinde uzlaşılmış genel geçer etini dilediği gibi değerlendirir ama derilebir tanıma sahip değiliz. Lakin biliriz rini istediği yere bağışlayamazdı. Buna itiraz ki; zevk, haz, rağbet misali bileşenleri vardır. edenler taleplerinin rejim sorunu haline Eskilerin diliyle zarafet ve letafet ister. Bilinçgetirildiğini bile görürdü. Bu dertten-baskıli emekler ve sıra dışı tasavvurlar sayesinde dan kurtulunca ibadetin mahiyetini daha eserler verir. Göze, kulağa ve ille de gönüllefazla mı düşünür olduk, artık başkaca şeyler re hitap eder. merak etmekteyiz. Her yıl bu vakitler soruyoruz: Birçoğumuz duymuştur. Peygamber Efendi“Kurban kesmek farz mı, değil mi? Bağış miz (s.a.v.) ashabıyla beraber yürürken bir yapılarak bu ibadet yerine getirilebilir mi? hayvan leşiyle karşılaşır. “Dişlerine bakın, ne İlle de kan akıtılmalı mıdır?” kadar güzel!..” der. Yani doneyi sunar. ResCevaplar çeşitli ağızlardan aynıyla tekrarlanmin çirkin tarafına değil, hayvancağızın dişmakta: “Kurban emir olarak Resulullah’a lerine dikkat çeker. Çirkindeki güzeli gösgelmiştir. Bizler onun sünnetine uyarak terir. kurban keseriz. Bağış (infak) yapmak da şüphesiz güzel bir ibadettir lakin kurbanın Şüphesiz ki; o diş ancak leşin içinde olunca yerine geçmez. Herhangi bir durum için güzelliğiyle dikkat çeker. Kuyumcunun kişinin adak (nezir) olarak söz verdiği kurönünden geçerken “Bakın, bembeyaz dişler banı kesmesi ise üzerine farzdır.” gibi sıra sıra inciler var!...” demenin sanatsal Kimileri de ibadeti yerine getirme kaygısıyla bir karşılığı yok... değil hayvanları korumak, şahit oldukları hataları dillendirmek, vs. gerekçelerle çıkışlar Nitekim tarih boyunca muteber bulunmuş yapar bu günlerde: “Her yer kan içinde kasanatçıların belki de en büyük gayesi bu lıyor. Boğazlanan bu hayvancağızları çoolagelmiştir. Onlar çirkinde bile mevcut gücukların görmesi normal mi?” zelliği bulup muhataplarının önüne serebilen nadide şahsiyetlerdir. Günümüzde böyBöylesi ikazlar karşısında -yine her yıl- önce lesi sanatkârları özler olduk. Zira sanatı ve sûi misaller kınanır, ardından adabına uygun sanatçının neye hizmet ettiğini unutmuş kurban kesimlerinin faziletleri sıralanır. Fakirdurumdayız. lerin bu günlerde et gördüğü, sosyal dayanışmanın arttığı vurgulanır. Konularında uzSahi, sanatı itibariyle sanatçının Rabbi nedir? man birkaç yorumcu az dillendirilmiş bazı

S

23

tespitleri arz ederek; “Kurban kesmek insanlardaki şiddet duygusunu yönlendirir. El-Musavvir olan Allah... Bakınız kurban kültürü olmayan toplumVarlığı ve işleyişi hakkıyla tasvir eden... larda intihar, soykırım, düello, matadorluk Sûreti ve sîreti layığınca biçimlendiren... gibi şiddet sapmaları yaygındır” derler. Ve tüm tasarımların biricik sahibi olan Allah. Tüm bu serzenişler ve yorumlar yeni karşı çıSanatını Hakk’a amade kılmak derdindeki kışlar meydana getirirken her seferinde Kurbir sanatçı bu İsm-i İlâhiye tecelligâh olmak an’ın anlattığı kurbanları tefekkür etmeye zorunda... sıra gelemiyor nedense…

Peki, Allah Musavvir İsmi üzerinden ne yapEvet!.. Kitabımız bizlere kurban konusunda makta?.. çeşitli anlatımlar sunuyor. Bu anlatımlar esBizim kıstaslarımıza göre “İyi” dediğimiz nasında Türkçeye tek tip olarak çevrilen şeyleri de biçimlendiriyor. Bizim kıstaslarıArapça ifadelerin kökünde “zebh, nahr, nezir” mızın “Kötü” dediği şeyleri de... gibi kelimeler de var. Ayınıyla güzelliğe ve çirkinliğe de form veriOkuyunca görüyoruz ki, kurban ibadeti inyor. Tabii esere muhatap olan bizlerin bakısanlık tarihi kadar eski. İlk kurban olayı Hz. şıyla... Âdem’in oğulları arasında yaşandı. Habil ile Kabil, Maide Suresinde yer alan ifadeye göre; Sanatçı bu yüzden Rabbin Musavvir ismi“Allah’a yakın olmak için kurbanlarını sunne hürmet edebildiği ölçüde sanatında muşlardı.” Kurbanı kabul edilmeyen oğul, derinlik kazanabilmekte... kardeşini öldürmeye niyetlenince, diğeri ona şöyle demişti: “Allah takva sahiplerinin kurPeki, her sanatçı imanlı mı olmalı?.. banını kabul eder.” Ayet, bu ikaza rağmen Böylesi bir şart yok. Ama her sanatçı hakikahasetlik eden diğer Âdem oğlunun kardeşini tin aşkınlığını hissetmek zorunda. öldürdüğünü bildiriyor. Sıradan bakışla algılananların hakikat olmaGerek ayetteki kelime seçimlerinden gerekdığını idrak etmesi lazım ki; ideal olanı, se hadislerden anlaşılıyor ki, ilk kurban olaütopya olanı ve rüyaya mukabil olanı takip yında “kesme” değil “sunma” var. Yani kurban edebilsin. canlı değil kıymet verilen bir nesnedir ve Allah’a takdim edilmiştir. Bu ibadetten kulun İlk anda gördüğünü mutlak güzellik veya muradı ise Allah’a yakın olmak!.. Zaten mutlak hakikat gibi algılarsa bu algısının “kurban” kelimesi nesep yakınlığı atfeden


“akraba” kelimesi ile de kökteştir. Kurbiyeti işaret ederken kulun Allah’a yakınlaşma çabasıyla ilişkilidir. Yine görülür ki, sadece bugünlerde değil evvelce de kurban ibadeti, öncesi ve sonrasında sorunların görüldüğü bir ibadettir. Nitekim Habil, kardeşi Kabil tarafından katledilmiştir. Bu ilk cinayet öncesinde Kuran, bizleri Habil’in dilinden uyarıp kurbanın kabul ediliş gerekçesini Allah’tan sakınıp O’nu sevmeye bağlıyor. Kuran’ın ikinci kurban anlatımını Hz.İbrahim ile oğlu arasında görüyoruz. Saffat Suresindeki ayetler Hz.İbrahim’in, Allah’tan bir çocuk vermesini niyaz ettiğini söylüyor. Zamanla Hz.İbrahim rüyalarında oğlunu kurban ettiğini görmeye başlıyor. Meseleyi açtığında oğlu, babasına; “Her ne ile emrolunmuş isen onu yap, inşallah benim sabredenlerden olduğumu göreceksin” demişti. Malumdur! Hz.İbrahim kurban etmek için oğlunu yüz üstü yatırdığında Nebi’ye durması bildirildi ve gökler katından koçlar indirildi. Oğul yerine o koçların kesilmesi bugünkü Kurban Bayramlarımızın temelini oluşturuyor. Anlatımın ilk karakteristiği kurbanın bu kez “sunmak” değil “kesmek” fiiliyle ilişkin oluşudur. Zira bu kurban maldan değil candandır. Halim-selim oluşuyla maruf bir baba, nefsine en ağır geleni seçerek yıllarca bağışlanmasını murat ettiği ve nihayet kavuştuğu oğlunu kurban etme noktasındadır. Kurbanı sunan ve kurban olarak sunulan her iki kulda da emre itaat, Hakk’a rıza, teslimiyet ve yine Allah’a yakınlaşma niyeti öne çıkmakta... Ateşe atılması olayında Cebrail bile olsa Allah’tan gayrı hiçbir şeyden yardım almayı kabullenmeyen Hz.İbrahim, kurban imtihanında Rabbinin ihsanını bile kendisi ile O’ nun arasında bir mesafe olarak kabullenmiş ve elleriyle onu asıl sahibine iade edebilme azmini sergilemiştir. Bu duruş karşısında

kendisine şöyle seslenildi: “Ey İbrahim! Şüphesiz sen rüyanı sadıkladın. Biz muhsinleri işte böyle ödüllendiririz. Kuşkusuz bu büyük bir imtihandır.” Devamında ise “Biz ona kurtuluş bedeli olarak büyük bir kurbanlık (Zebh-i Azim) verdik. Sonra gelenler içerisinde ona iyi bir ün bıraktık” denilmekte… Kuran-ı Kerim’in üçüncü kurban anlatımı Hz.Musa ile İsrailoğulları arasındadır. Firavun’un elinden kurtarılıp rahata eren ve sonra altından bir buzağı döküp ona tapınmış olan Beni İsrail, Bakara Suresi 54.Ayette geçen ikaza muhataptır: “Musa kavmine dedi ki; ‘Siz buzağıya tapmak suretiyle kendinize yazık ettiniz. O halde Rabbinize tevbe edip sizi bağışlamasını dileyin. Gönüllerinizdeki buzağı sevgisini yok edin. Böyle davranmanız sizi yoktan var eden Rabbinizin katında daha değerlidir…” Buradaki ilk karakteristik, kesilmesi emredilen kurban sayesinde tevbelerin kabul edilip kulların affedilmesidir. İkinci nokta ise vaktiyle ilah edinilmiş olan buzağıya artık aklen uluhiyet atfedilmese dahi gönüllerin bundan temizlenmesi gerektiğidir. Allah’ın Tekliği-Birliği noktasında mantıkî kabul, duygusal ikrar ile de desteklenmek zorundadır. Şu halde rahatlıkla; “Kurbanın Tevhid ilkesi ile güçlü bir bağı vardır” diyebiliriz. Kesilmesi emredilen bu iki kurban haricinde Kuran’da kesilmemesi emredilen bir can vardır. Bu anlatım Hz.Salih ile kavmi arasında geçmektedir. Nebilerini inkâr eden halk, Allah’tan bir delil isteyince gözleri önünde koskoca bir kaya yarılmış ve içerisinden bir deve çıkmıştır. Şuara Suresinde bu canlı Allah’a nispet edilerek “Nakatullah” olarak anılıyor. “Nebileri onlara dedi ki; işte, aradığınız delil bu Nakatullah’tır. Belirli bir gün için onun da su içme hakkı vardır, sizin de. Ona

24


bizden bir fenalık yapmayın…” Araf, Hud ve Neml Surelerinde geçen ayetlerden anlıyoruz ki, insanların –samimi yahut gayri ciddi saiklerle- Allah’a inanmak için Salih Nebiden istedikleri bu delil, zamanla sahip çıkılması gereken bir yükümlülük haline gelmiştir. Nakatullah artık kamusal bir emanettir. Hukuku Allah tarafından belirlenmiş paylaşımın şiarıdır. Buradaki paylaşım için Kuran’da “nesf” kelimesi geçer ki, “insaf” ile kökteştir. Diğer ayet anlatımlarından görülmektedir. İnsafsız, zalim Semud halkı her türlü ikaza rağmen kendilerine emanet edilen ve aydınlanma vesilesi olabilecek bu delili boğazlamıştır. Kitap’ta doğmadan önce annesi tarafından nezredilen bir candan da bahsedilir. Hizmet etmesi için Allah’a adak edilen bu kişi Hz. Meryem’dir. Al-i İmran Suresi 35.Ayette şunlar yazılı: “İmran’ın eşi demişti ki; Ey Rabbim! Karnımdakini tastamam hür olarak sana nezrettim. Benden onu kabul buyur. Şüphesiz Sen her şeyi işitip bilensin.” Fark edileceği üzere burada “kesmek” değil “sunmak” esastır. Ancak Habil-Kabil anlatımındaki maldan adamak bu kez ömürden, eylemden adamak haline gelmiştir. Yahut başka bir anlatımla şunu da söyleyebiliriz. Kesip Allah için yaşamı sonlandırmak yerine canın Allah için yaşaması durumu vardır. Hz. Meryem malumdur ki, Hz. İsa’yı dünyaya getirmiştir. Oğlunun öldürülemeyip ‘Diri’ oluşunda ve nefesiyle ölüleri bile diriltmesine izin verilmesinde annesinin Allah için yaşamış olmasının da bir hikmeti olsa gerek… Tüm Nebilerin Sultanı ve Nübuvvet Hatem’i olan Hz.Muhammed (S.A.V) için de Kuran-ı Kerim’de kurban emri vardır. Kevser Suresinde geçer: “Şüphesiz Sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl (kulluğunu eda et) ve

25

kurban kes. Şüphesiz soyu kesik olan Sana kin besleyendir.” Siyer kitapları Resulullah’ın bazen adak olarak, bazen hac rükûnu olarak kurbanlar kestiğini haber verir. Bu kesimler esnasında günümüz fıkıh kitaplarında detaylandırılan kurban etme adabı, kurbanların niteliği gibi konular da şekillenmiştir. Oysa evvelki -Nebi veya Nebi yakınlarına ait- anlatımlarda yer alan insanlık tarihine imza düşecek mahiyette bir kurban olayına Resullullah’ın sağlık günlerinde rastlanılmaz. Yorumun ağırlığı nedeniyle kalemin titremeye başladığı bu anda bazı bilgilerimizi gözden geçirip hatırlamamızda fayda var. Yukarıdaki sûrede geçen ifadelerden o günkü toplum diliyle alışılmadık bulunan kelime “Kevser” idi. Devam ede gelen ifade Kevser ile Kulluğu Eda, Kurban ve Soy arasında ilişki kurmaktadır. Hz.Peygamber’in anlatımlarından biliriz ki, “Kevser” Hz. Fatıma’nın lakaplarındandır. Başka bir yerde Habibullah, kızını tasvirlerken “O, iki Betül’den biridir” diyerek hem saflık ve iffette onun diğer insanlardan ayrıldığını belirtmiş, hem de Ehl-i Beyt’in Annesi ile Hz.Meryem arasında bir ilişki kurmuştur. Ehl-i Sünnet âlimlerince meşhur olan bir Cibril Hadisesi vardır. Bu olayda Resulullah “İslam ve İman” kavramlarını detaylandırdıktan sonra “İhsan” kelimesini açar: “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmektir. Zira sen O’nu göremesen bile O seni görüyor.” Hâlbuki aynı kelime halkın gündelik kullanımında güzel olan iş, tavır, ahlak için kullanılmakta ve vermeyi, yardımı, hediyeleşmeyi ifade etmektedir. Bu hadis ile “İhsan” kelimesi bizler açısından dışa bakan veçhesiyle “halka karşı güzel davranışı” içe bakan yönüyle ise “Hakk’a karşı güzel davranışı”


betimler olmuştur. Kuran-ı Kerim’de yer alan “Muhsin” ve onun çoğulu “Muhsinun” kelimelerini takip ettiğimiz vakit, bu ifadelerin “Allah ile beraberlik, Yakınlık, Rahmet, Hidayet, Tevhid, Takva, Adalet, Mücadele, Muştu, Diriliş” ve ille de “Kurban, Akraba” anlatımlarıyla yan yana olduğunu görmekteyiz. Zihinlerin daha fazla bölünmemesi için evvel anlatımların kurban bahislerine döndüğümüzde şunları hatırlıyoruz: Kurban, kulların Allah’a yakınlaşma ibadetidir. Bir imtihan şeklidir. Takva, rıza, teslimiyet ve sabır ister. Tevhidin akli ve duygusal manada desteklenmesi için kurban şarttır. Sadece Allah’a boyun eğildiği için tastamam hürriyetin yolunu açar. Kurban yok oluşun değil Hakk için ebedi yaşamın, Dirilişin Kapısıdır.

gerçekleşirken, Kevser Suresindeki emir tamam olmuştur. ‘Kevser’ ve ‘Tam Kulluk’ ile ‘Habibullah için Nesep, İlim ve Ahlakça Devamlılığının’ arasında zikredilen Kurban; ‘Oğulun Babasının Sırlarından bir Sır’ olduğunu göstermiş ve Hatem’ül Enbiya’nın ‘Kurban konusundaki Mührü’ olmuştur. Ve yine hatırlamaya devam ediyoruz: “Allah’ın ahlâkıyla ahlâk bulun!” buyuran Resulullah, ümmetine ihsanı tarif ederken “gör(ül)mek” vurgusu yapmıştı. En Güzel İsimlere sahip olan Allah’ın bir ism-i şerifi de “Şehid”tir. Şahitlik etmeyi, tanık olmayı anlatır. Âlemlerin Rabbinin bu ismi ile ahlak bulan o Hz.Muhsin, Kurban oluşunu Hakk’a yakınlaşma vesilesi kılarak hakikati tastamam özgür olarak müşahede etmiştir. Evet!.. O ‘Aşkın Şahidi ve Şehidi’dir…

Bu şiarların toplandığı olayın sadece his ile değil zahiren de fark edilmesi için Kuran-ı Kerim bize işaretler sunarken “İbret almıyor musunuz?” veya “Belki hatırlarsınız!” diyerek de ikaz etmekte… Dünün Salih A.S. kavmi gibi bu ümmetin de içinden çıkan birileri Ehl-i Beyt-i Mustafa’nın, o toplumsal emanet olan Muhsinlerin Kerbela’da su içme hakkına riayet etmediler. Ve sonunda Kitap’ın ifadesiyle bu emaneti “Hunharca boğazladılar.”

Kurbanlarını deri bağışları yahut ücretinin hangi kuruma verilmesi üzerinden anlamaya çalışan bizler için her şeye rağmen ümit kapısını açık tutan Rabbimize hamdolsun! Biliriz ki O, sonsuz rahmet ve kerem sahibidir. Niyazımız, O’nun sevip de metheylediği Güzeller hürmetine Diriliş Beldesine uzanmak... Salât ve selam Allah’ın Kitabında anlatılan Kurbanların üzerine olsun!..

Hz.İbrahim ile oğlu arasındaki anlatımda yer alan kurban için “Zebh-i Azim” (Büyük Kurbanlık) ifadesindeki azameti bir koça nispet etmede isteksiz ve şüphe dolu olan gönüllerimiz Hz.Hüseyin’in şahadetiyle sarsılmakta. Ve biliriz ki Büyük Kurbanlık için vaad edilen ün, O Şah-ı Şehid ile birliktedir. Hz.İbrahim’in rüyası gerçek anlamıyla binlerce yıl sonraki 10 Muharrem günü

26


din

Dünyada Selam Ahirette Selam Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı

“Bir mümin tarafından bir selamla selamlandığınız zaman, siz ona daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisa, 4/86.)

İ

nsanlar bir araya geldiklerinde bir iyi dilek temennisi olarak selamlaşırlar. Farklı kelimeler kullanılsa da, bütün kültürlerde ve dinlerde var olan bir durumdur bu. Bu bakımdan ilk bakışta “Bu konunun ele alınmasına ne gerek var?” şeklinde bir soru akla gelebilir. Ancak bir Müslümanın nazarında selamlaşma, birbiriyle karşılaşınca adet olarak tekrarlanan sıradan kelimeler değildir. Aksine bu, şuurlu olarak yapılması gereken bir nevi ibadet ve duadır. Selamlaşma, hayata verilen bir anlamı sembolize eder. Eğer selamlaşma hayatımıza esenlik ve barış getirmiyorsa, kullanılan kelimeler, sıradan karşılama ve uğurlama kelimelerine dönüşür. Bu da selamın ruhunu ve hayatiyetini kaybetmesi demektir. Aslında “selam”, bir dünya görüşü ve bir hayat felsefesidir. Her şeyden önce Allah-u Teala’nın güzel isimlerinden biridir “selam”. Nitekim namazlarımızın sonunda “Allahım! Selam sensin; selamet de ancak sendendir.” diyerek dua ederiz. Çünkü O, selametin ve

27 23

esenliğin kaynağıdır. Böylece O, kullarına huzur ve güven verir, onları himaye eder. Yine Kur’an müminleri “silm”e, yani hayatlarında barışsever ve güven verici olmaya davet eder. Çünkü “Müslüman, başkalarının elinden ve dilinden güven ve selamette olduğu kimsedir”. Böylece müminler topluluğu, şu ayette belirtildiği gibi, yeryüzünde barış ve esenliğin teminatıdır: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin.” Selam, Kur’an’ın dilinde müminler için dünya ve ahirette evrensel bir parola, bir hayat felsefesidir. Peygamber Efendimiz’in dilinde ise toplumsal barışın sağlanmasında pratik bir formüldür. Nitekim o, “Tanıdığınız tanımadığınız herkese selam verin.” buyurur. Bu mübarek sözleriyle insanlar arası iletişimde altın kurallarından birini koymuştur desek mübalağa etmiş olmayız. Böylece Peygamber Efendimiz, toplumun birlik ve beraberliği gibi hayati öneme sahip bir konuda kolay, fakat iş bitirici bir formül üretir. Bu beyanlarıyla o, cemaat psikolojisine vâkıf, huzurlu ve mutlu bir toplumun oluşmasında geçerli kuralları bilen eşsiz bir terbiyeci olduğunu bir kere daha ortaya koyar. Elbette ki bu durum, onun peygamberi kimliğinin tezahüründen başka bir şey


değildir. Peygamber Efendimiz’in bizlere öğrettiği şekliyle selam, ümmet olarak bizim ortak dilimiz ve parolamızdır. Selam sayesinde biz, hangi dile mensup olursak olalım, herkesle bir bağ kurarız. Bir selam vererek değişik milletlere mensup insanlara, “Ben seninle dost olmaya hazırım, benden endişelenmene gerek yoktur, ben senin kardeşinim, bunu bilmeni isterim.” mesajlarını vermiş oluyoruz. İçten bir selamlaşma, adeta ileride kurulacak samimi dostluklara aralanan kapının sihirli bir anahtarıdır. Güler yüzle bütünleşen bir selam, insanlar arası kurulacak sıcak ilişkilerin büyülü bir formülüdür. İbadet şuuruyla gerçekleşen bir selamlaşma, aradaki buzların erimesi, kötü duygu ve düşüncelerden arınmak için yeterlidir. Çünkü selamlaşma ile şeytani vesveselere set çekilir. Kin ve husumet düşünceleri kalplerden silinir. “Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Acaba bu farklılığın sebebi nedir?” şeklinde bir soru akla gelebilir. Bunu şu şekilde izah etmek mümkündür: Selamda önce davranmak bir fazilettir. Ancak selamın alınmaması insanlar arasında kırgınlığa ve küskünlüklere sebep olabilir. Şeytani vesveselerin kalplere doluşmasına fırsat verebilir. İşte bu duruma mahal vermemek için, verilen selamın alınması çok daha büyük bir önem ifade etmektedir. İnsanlar, zaman zaman selam konusunda muhataplar arasında ay-

21

rım yapabilirler. Makam mevki, zengin fakir, genç ihtiyar, kadın erkek arasında farklılık gözetebilirler. Dünyevi değer ve kabuller, insanları kategorize ederek onlara yaklaşılmamasına sebep olabilir. Bu durum da, toplumda bulunması gereken uyum ve ahengin zedelenmesine, kardeşlik bağlarının zayıflamasına yol açabilir. Dolayısıyla insana makam ve mevkiinden dolayı değil, sırf insan olması hasebiyle selam verilmelidir. Müminlerin dünyası sulh ve esenlik olduğu gibi ahiretleri de böyledir. Yaptıklarına karşılık esenlik yurdu olan cennetle mükâfatlandırırlar. Melekler tarafından dünyadan ahirete selam ve esenlik dilekleriyle uğurlanırlar. Zira dünyada daima hayır ve güzellik peşinde olmuşlardır. Yine onlar, dünyada selam ve selamet peşinde olduklarından ahirette de bu şekilde karşılanırlar. Onlar Adn cennetlerinin varisleri olup atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber orada melekler tarafından selamla ağırlanırlar. “Size selam olsun! Tertemiz olarak geldiniz. Haydi, ebedi kalmak üzere cennete girin” denir kendilerine. Ama bunun da ötesinde onlara verilen esas müjde, merhamet kaynağı olan Allah-u Teala tarafından bizzat selamlanmalarıdır. “O’ na kavuşacakları gün müminlere yönelik esenlik dileği “selam” olacaktır.”. “Zaten orada kendi aralarındaki esenlik dileği de “selam” dan başkası olmayacaktır.” diye de buyrulmaktadır Yunus suresi 10. ayetinde.

28 24


en sevgili Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal Din İşleri Yliksek Kurulu Üyesi

NEZAKET DERSİ Hz. Aişe (r.a.) bildiriyor: “Allah Rasulü (s.a.s.) ne, bir kimseyle ilgili bir şey (şikâyet) ulaştığında, ‘falancaya ne oluyor da böyle söylüyor’ demez, ‘bazı kimselere ne oluyor da böyle söylüyorlar’ derdi.” (Ebû Davud, Edeb, 6.) Hz. Aişe annemizin naklettiği bu sünnet, sevgili Peygamberimiz’in insanlar arası ilişkilerde dikkat edilmesi gereken önemli bir kuralı, yani, bir kimsenin kusurunu herkesin içinde yüzüne vurmama nezaketini ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in dinî hayatla ilgili olduğu gibi, sosyal hayatla ilgili pek çok tavır, tutum ve davranışı da onu yakinen takip eden ashabı tarafından bize aktarılmıştır. Örneğin Hz. Hüseyin, babası Hz. Ali’ye, meclisinde bulunan arkadaşlarına karşı Hz. Peygamber’in nasıl davrandığını sorduğunda şu cevabı almıştır: “Allah Rasulü (s.a.s.) her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idi. Asla kaba, katı kalpli, şarlatan, kötü sözlü, cedelci, kusur bulucu, değildi. Arzu etmediği şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden mahrum bırakmazdı. Kendini üç şeyden uzak tutardı: Tartışma, boşboğazlık ve malaya’ni. İnsanlara karşı da şu üç şeyden sakınırdı: Hiç kimseyi kötülemez, ayıplamaz, gizliliklerine vakıf olmak istemezdi. Sadece sevabını umduğu (yararlı bulduğu) konularda konuşurdu. Hz. Peygamber konuşurken, meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Sustuğunda ise onlar konuşur fakat huzurunda hiç çekişmezlerdi. Bir kimse konuşunca sonuna kadar hepsi onu dinlerdi. Hz. Peygamber’in yanında, onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü. Ashabın güldüklerine o da güler, onların şaşırdığı şeylere o da hayret ederdi. Yanına gelen gariplerin (bedevilerin) kaba saba konuşmaları ile pervasız sorularına/isteklerine sabrederdi. Bir isteği olan ihtiyaç sahibini gördüğünüzde talebini karşılayın buyururdu. Sadece, yapılan iyiliğe denk düşen övgüyü kabul eder ve haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Aksi halde onu men ederek veya oradan kalkarak sözüne engel olurdu.” (Tirmizî, Şemâil, s.290-291, H. No: 352, Beyrut-1412.)

Sevgili Peygamberimiz, her konuda sergilediği bu yumuşak ve nazik tavrını yerine göre düşmanına bile göstermiştir. Bir gün yanına gelen bir Yahudi heyeti, selam veriyormuş gibi yaparak “es-sâmu aleykum” (ölüm üzerinize olsun) deyince, yanında bulunan Hz. Aişe, “ve aleykümü’s-sâmu ve’l-la’netü“ (ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun) diyerek karşılık vermiş, bunun üzerine Allah Rasûlü “Yavaş ol ey Aişe!

29


Allah her şeyde rıfkı (yumuşaklığı) sever.” diyerek müdahale etmiştir. “Dediklerini duymadın mı ya Rasulallah?” diyen Hz. Aişe’ye Allah Rasulü, “Ben de onlara, “ve aleyküm”(size de) dedim.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 35.)

Toplumsal ilişkilerde saygının ve bunun kibarca ifadesi olan nezaketin ne kadar önemli olduğunu belki bilmeyenimiz yoktur. Ama iş uygulamaya gelince ne kadar zorlandığımızı da itiraf etmek durumundayız. Her zaman karşılaştığımız, bazen yan yana bulunmak durumunda kaldığımız insanlara bir baş işaretiyle bile olsa selam verebilmek, gerektiğinde teşekkür edebilmek, iyi dileklerimizi sunmak, konuşanı sabırla dinlemek, herkesin görüşüne saygı göstererek kavga etmeden konuşabilmek, kimsenin mahremiyetini ve kusurlarını merak etmeden kendi kusurumuza bakabilmek, herkesin hakkını kendi hakkımız gibi saygın görebilmek velhasıl toplumsal hayat içinde, bazen “adab-ı muaşeret”, bazen “görgü kuralları” olarak bilinen nezaket ölçülerine riayet etmek aslında sevgili Peygamberimiz’in, dolayısıyla dinimizin tavsiye ettiği hususlardır. Bunların ilk öğrenileceği yerler hiç şüphesiz aile yuvalarıdır. Örgün ve yaygın eğitim, görsel ve basılı her türlü yayın ve iletişim araçları bu kuralların gelişip yaygınlaşmasını sağlayacak kurum ve kuruluşlardır. Ancak bugün evlerimizin davetsiz misafirleri ve en etkili mürebbileri olan televizyon ve internet yoluyla nezaketimiz bir yana, dilimiz bile bozulmaya başladı. “Lan”lı, “lun”lu konuşmalar, hatta küfürler yerli dizilerimizin vazgeçilmezi haline geldi. Bunları izleyen dışarıdan birisinin, bu ülke insanlarının birbirlerine doğal hitap tarzının böyle olduğunu düşünmesi kaçınılmaz olacaktır. ir polisiye dizide bile amir-memur, avukat, savcı, sanık, önüne gelen herkesin birbirine “lan” diye hitap ettiğini görünce, acaba devlet kurumlarımız bu kadar laubalileşti de bizim mi haberimiz yok diye endişelenmeye başladım. Gerçek durumun bu kadar vahim olmadığını bildiğimize göre bu dizilerle yapılmak istenen nedir? Amaç, bunları ilgiyle izleyen gençlerimizin, çocuklarımızın dilini, birbirine saygısını, nezaketini bozmak mı? Nitekim bu yayınların olumsuz etkileri gün geçtikçe, kendi çevremizde ve toplumda daha çok hissedilir hale gelmektedir.

Peygamberimiz, hayatının her safhasında sergilediği hoşgörülü, saygılı ve nazik tutumuyla bedevî bir toplumu medenileştirmiş, bu medeni toplum eliyle de İslam, kısa sürede dünyaya ışık saçan bir medeniyet kaynağı haline gelmiştir.

İslam tarihinde nezaketi örnek olarak gösterilen bir şahıstan bahsedilir. Adı Hatem olan ve miladi 9. asırda bugünkü Afganistan’ın Belh şehrinde yaşayan bu zat devrinin ileri gelen sufilerinden biridir. Feridüddin-i Attar’ın “Tezkiretü’l-Evliya” isimli kitabında naklettiğine göre bir kadın, bir şey sormak için Hatem’in yanına geldi. Kadın derdini anlatırken birden yelleniverdi ve utancından kıpkırmızı kesildi. Hatem kadının utandığını fark edince, “kulağım ağır işitiyor, söylediklerini duymadım, yüksek sesle konuş” dedi. Hatem’in durumu fark etmediğini düşünen kadın derin bir oh çekerek rahatladı. İşitmesi normal olduğu halde, kadını o zor durumdan kurtarmak için böyle bir

30


en sevgili çare düşünen Hatem’in o günden itibaren, kadın ölene kadar on beş yıl sağır gibi davrandığı nakledilir. İşte bu nezaket âbidesi insan o zamandan bu yana “Hatemü’l-Esamm” (sağır Hatem) diye anılagelmiştir. Kanuni’ye nispet edilen, “Kimsenin aybını görüp kılma zinhar aşikâr Günde yüz bin aybın örter Hazreti Perverdigâr” beytinde açığa vurulmaması istenen ayıpların yanında, kadından sadır olanın ayıp bile sayılmayacağını söylemeye herhalde gerek yoktur. Nezaketine Kur’an’ın şahitlik ettiği (Âl-i İmran, 159; Ahzab, 53.) sevgili Peygamberimiz, hayatının her safhasında sergilediği hoşgörülü, saygılı ve nazik tutumuyla bedevi bir toplumu medenileştirmiş, bu medeni toplum eliyle de İslam, kısa sürede dünyaya ışık saçan bir medeniyet kaynağı haline gelmiştir. Yorumunu yaptığımız sünnetinde Allah Rasulü, muhatabını incitmemek için, yapılan hatayı herkesin içinde yüze vurmadığı gibi, özel bir olayı üçüncü şahıslar üzerinden genel bir uya rıya dönüştürerek, benzer hatayı işleyebileceklerin, kırmadan nasıl eğitilebileceği konusunda da bize önemli bir ders vermektedir.

Toplumsal hayat içinde, bazen “adab-ı muaşeret”, bazen “görgü kuralları” olarak bilinen nezaket ölçülerine riayet etmek aslında sevgili Peygamberimiz’in, dolayısıyla dinimizin tavsiye ettiği hususlardır

31



mesneviden öğütler

Aslan Payı Bir gün bir aslan, bir kurt ve bir tilki birlikte avlanmak üzere sözleşerek dağlarda dolaşmaya başladılar. Birbirlerine yardım edecek böylece bol bol av hayvanı yakalayacaklardı. Gerçi bu iş aslanın ağrına gidiyor, onlarla avlanmaktan utanıyordu lakin sabrediyordu. Üçü birden dolaşarak uzun süre avlandılar, derken bir yaban öküzü , bir dağ keçisi bir de semiz tavşan avladılar. Dolaşarak bir su başına geldiler, uzun süre dolaşmış yorulmuşlardı. Oturdular. Aslan : - “Ey kurt bu avladığımız hayvanları adaletli bir şekilde paylaştır, adaleti yeniden ihya et.” dedi. Kurt kalktı kendinden son derece emin adımlarla yürüdü: Yaban öküzünü aldı aslanın önüne bıraktı : - “Efendimiz, dedi. Siz bizim efendimizsiniz ayrıca yaban öküzü de büyük ve iri siz de; onun için yaban öküzü sizin hakkınız. Keçi orta boyda ve orta irilikte onun için o da bana düşer onu da ben alıyorum. En küçüğümüz tilki olduğuna göre tavşan da onun hakkıdır.” dedi. Bu paylaştırma karşısında aslan kızarak kükredi. - “Ey kurt ben iyice anlamadım bir daha söyle bakayım, ne dedin? Ey kendini bilmez eşek yaklaş bakalım.” dedi ve bir pençe vurarak kurdu parçaladı. Tilkiye döndü. - “Ey tilki bu avları sen adaletli bir şekilde paylaştır.” dedi. Tilki önce aslanın önünde secde etti; sonra : - “Bu semiz öküz siz efendimizin kuşluk yemeği bunu kuşluk vakti yersiniz. Keçi, siz büyük kralımızın öğle yemeği için güzel bir yahni olur, onu da öğle vakti yersiniz. Tavşana gelince; o da size akşam yemeği olur onu akşam afiyetle yersiniz.” dedi. Aslan sevinerek haykırdı : - “Ey tilki çok adil davrandın çok güzel bir şekilde pay etme işini hallettin. söyle bakalım böylesine güzel payetmeyi kimden öğrendin?” dedi. Tilki fark ettirmeden her ihtimale karşı birkaç adım uzaklaştı sonra kurnaz kurnaz gülerek cevap verdi. - “Kurdun başına gelenlerden” dedi.

33


43


aile

.

Temelleri Sarsılmakta Olan Bir Sığınak:

AILE Aile, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, eşlerin birbirleriyle sükûnet buldukları, yani fizyolojik, sosyal ve ruhsal açılardan kendilerini iyi hissettikleri ortamlardır. Aynı şekilde çocuklar için de kendilerini güvende ve huzurlu hissedecekleri bir tür sığınak işlevi görür.

35 43


B

ir kurumda veya ortak yapılan bir işte birbirimize sevgi ve saygı içinde üretken olabilmeyi sağlayabilmek için “biz bir aileyiz” deriz. Bunun anlamı oldukça açıktır. Birbirimize sevgi ve saygı duyarsak, sorunlarımızı paylaşırsak güçlüklerde dayanışma gösterir ve yaptığımız işlerde daha başarılı oluruz. Böylece kendimizi mutlu ve huzurlu hissederiz. İşte aile kavramı genelde bu tür bir sıcaklığı ifade ederken, özelde ise anne-baba ve çocukların merkezinde olduğu ve başta dede ve nineler olmak üzere diğer yakın akrabaları da kuşatan, ben değil biz anlayışıyla oluşan, sevgi merkezli kutsal bir birlikteliktir. Aile, daha başlangıcında Allah’ın emri ve Peygamber’in kavliyle oluşan bir kurumdur. Ama bugün için evliliklerimiz aynı kutsallık anlayışı ile oluşmakta ve devam etmekte midir diye sorarsak, bu soruya gönül huzuru ile evet diyebilmek çok kolay gözükmemektedir. Hiç şüphesiz geçmiş geride kalmıştır ve onu sadece hatırladıkça özlemle yâd etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok gibi gözükmektedir. Var olan ve aileyi yıpratan sorunlarımız ise hâlen direnen geleneksel aile yapımızı çok şükür güçlü bir şekilde sarsabilmiş değildir. Ancak çürüme başlamış ve çevresini etkilemektedir. Üzerinde durulması gereken de işte bu çürüme noktaları ve çürümelerin asgari zararla atlatılmasıdır. Bunun için önce, aile bireyleri ve ilişkiler bağlamında, aile yapımızın genel durumunu hatırlamak yerinde olacaktır. Mevcut aile yapımızda, ailenin reisi yahut aileyle ilgili konularda birinci derecede sorumlu olan kişi, yine babadır. Bu durumda, evin ekonomik açıdan ihtiyaçlarını karşılamak da birinci derecede onun görevidir. Anneler ise, ilk ve temel görev olarak çocuklarına annelik etmelidir. Annelik görevi içerisinde, baba çalıştığı sürece, çalışıp para ka-

zanma ve ailenin geçimini temin etme zorunluluğu yoktur. Ama eğer şartlar müsait olursa anne de çalışabilir. Fakat çocuklarına karşı sorumluluklarını ihmal etmemelidir. Onlardan, sevgi ve şefkatini eksik etmemeli, iş hayatı çocuklarını geri plana itmemelidir. Bu çerçevede, çocuklar da, bugünün şartlarında herkesin tercih ettiği ve kaçınılmaz olan eğitim hayatlarında, yani okullarında başarılı olmak için çalışmalı, anne-babaları nasıl onların mutluluğu için emek veriyorsa, aynı şekilde anne-babanın mutlu olacağı işler yapmaya gayret etmelidirler. Mutluluk yolu olan, sevgi-saygı, merhamet gibi değerlerin öğretim yeri ve paylaşıma dayalı bir yapı olması gereken ailede, bu işlevlerin devam etmesi için öne çıkması gereken unsurlar da son derece önemlidir. Her şeyden önce tüm değişim ve dönüşümlerine rağmen, ailelerin mutluluğun önemli adreslerinin başında geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Aile, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, eşlerin birbirleriyle sükûnet buldukları, yani fizyolojik, sosyal ve ruhsal açılardan kendilerini iyi hissettikleri ortamlardır. Aynı şekilde çocuklar için de kendilerini güvende ve huzurlu hissedecekleri bir tür sığınak işlevi görür. Hatta aileleriyle sık sık çatışmalar yaşayan ergenler için dahi aile, onları her hâlleriyle sevip kabul eden en önemli destekleridir. devam edecek...

Daha çok öfke ile yaptığımız bazı yanlış davranışları gerek anne-babalar, gerekse çocuklar olarak yapmamaya gayret etmek ve öfke anında kendimizi kontrol edebilmek, bizleri daha mutlu ve paylaşımcı hâle getirebilecektir.

36 44


atamıza dair

Toplumların, milletlerin ve onların meydana getirdiği medeniyetlerin doğmasında, büyümesinde ve geleceğinde şüphesiz insan unsurunun yeri ilk sıradadır. Zaman içerisinde insan kitlelerinin organize olarak medeni bir toplum haline dönüşmesi için bazı şartlar ve unsurlar gerekir. Bunların başında da yetişmiş kadro ile liderler gelir. Bilhassa insan hayatında liderlerin rolü çok büyük olmuştur. Milletlerin hafızalarında yetişkin kadrolardan ve üyükdaha ‹ngiliz çok filozofu Thomas Cariyle, dünya ekiplerden liderler kalmıştır. Bizetarigöre bir hinin konusunu “Kahramanlar›n Hayat›” olarak liderin üstünlüğü şu vasfından ileri geliyor: Yetikin ilan etmifltir. Gerçekten de dünyada milyarlarca kadroher istediğinde olağanüstü kabul edilen bir insan, yaflam›flt›r, türlü hadiselerde roller alm›flt›r; lider bir kadro ekibi yetifl“tarih” tirerek ortaya çıkarabifakat sadeceve say›l› insanlar denilen temel illir. min konusu olabilmifltir.

B

Atatürk’ten Kahramanlar Mesajlar Zinciri

ve Atatürk*

Toprak, insan ve kültür arz üzerinde ortaya ç›k-

İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müessisi m›fl medeniyetleri do¤uran üç ana unsurdur. Bun-Atatürk bu liderlerdendir. Gerçekten de XX. laratür bir büyük dördüncüsünü eklemek gerekirse herhalde ola¤anüstü ifller baflaran insanlar olan “kahrayüzyılın başında büyük bir eser meydana getirmiştir.manlar›” eklemek gerekir. fiu halde kimdir kahraman?

Kahraman, kald›ramad›¤› yükü kald›rO, tesis ettiği eserkimsenin olan Türkiye Cumhuriyeti’nin mayave talip zoru seçmifl kiflidir. kuruluşu inkılabını şöyle tarif ediyor: “Uçurum kenarında yıkık birherkesin ülke... türlü düşmanlarla Kahraman, haks›zl›k, adaletsizlik kanlı ve zulüm karfl›s›nda boğuşmalar... yıllarcasustu¤u süren yerde, savaş..mukabil ondanolarak sonra yükseltensaygı insand›r. içerdesesini ve dışarıda ile tanınan yeni vatan, Kahraman, ve millet hayat›n›n son bulma için yeni toplum, yeniinsan devlet ve bunları başarmak ortaya ç›k›p genel küçük hayat k›v›lc›m›n› arasıznoktas›nda inkılaplar.. İşte Türk inkılabının bir kısa ateflleyip tarihi intikali sa¤layan adamd›r. ifadesi... ” Kahraman, toplumun menfaatini her türlü ferdî haklar›n›n tutan,bu madden manen Tarihin ender önünde yetiştirdiği liderin pek kendisiçok vasfı ni daima fedakarl›¤a hisseden aktarılmaya flahsiyettir. bugüne kadar ifllendi,mecbur yeni nesillere hiçilmin kimsenin söyleyemediçalışıldı.Kahraman, Hakikaten herdo¤ruyu alanında konuşabilen, ¤i yerde, do¤ruyu hayk›rabilen, aleyhine bile olsa fikir serdeden bu şahsiyetin aynı zamanda memlegerçe¤i bildiren, kimsenin do¤ruluk yönünde bafl›ket sathında değinmediği mesele hemen hemen n› kald›rmaya yeltenemedi¤i yerde flecaatini göskalmamıştır. Meselâ meslek gruplarından; askerden tabibe, ziraat erbabından öğretmene kadar * Yard.Doç.Dr. Refik TURAN, Diyanet Gazetesi, Say›: 369 (Kas›m 1989), s. hitap 17. her kesime etmiş, tavsiyelerde bulunmuş ve direktifler vermişti.

40

doğumunun

125. yılı anısına

atatürk

Onu andığımız bugünlerde bizce daha fazla hassasiyet gösterdiği konulardan bazılarını buraya

37

14

Kahraman, herkesin haks›zl›k, adaletsizlik ve zulüm karfl›s›nda sustu¤u yerde, mukabil olarak sesini yükselten insand›r. Düvel-i Muazzamaca (Büyük Devletlerce) hayatiyetine son verme karar› ile sald›r›ya u¤rayan Devletimizin can çekiflme noktas›nda ortaya ç›kan ve 10 Kas›m’da milletçe Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinan›lan Gazi Mustafa Kemal de ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsi Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra SeAtatürk askeri kahramanl›k lânik’e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüfltiyesi’ne kaydoldu. K›sa bir süre sonra 1893zincirinin y›l›nda Askeri Rüfltiyeye girdi.halkas›n› Bu okulda Matematik ö¤retmeni Mustafa Bey, ö¤son teflkil rencisinin ad›na “Kemal”i ilâve etti. 1896-1899 y›llar›nda Manast›r Askeri ‹dâdisini bitirip, ‹stanbul’da Harp Okulunda ö¤renime bafllad›. 1902 y›l›nda Te¤men rütbesiyle mezun oleder. du. Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te Yüzbafl› rütbesiyle akademiyi tamamlad›. 1905-1907 y›llar› aras›nda fiam’da 5. Ordu emrinde görev yapt›. 1907’de Kola¤as› (K›demli Yüzbafl›) oldu. Manast›r’a III. Ordu’ya atand›. 19 Nisan 1909’da ‹stanbul’a giren Hareket Ordusu’nda Kurmay Baflkan› olarak görev ald›. 1910 y›l›nda Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevralar›’na kat›ld›. 1911 y›l›nda ‹stanbul’da Genel Kurmay Baflkanl›¤› emrinde çal›flmaya bafllad›. 1911 y›l›nda ‹talyanlar›n Trablusgarp’a hücumu ile bafllayan savaflta, Mustafa Kemal bir grup arkadafl›yla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev ald›. 22 Aral›k 1911’de ‹talyanlara karfl› Tobruk Savafl›n› kazand›. 6 Mart 1912’de Derne Komutanl›¤›na getirildi. Ekim 1912’de Balkan Savafl› bafllay›nca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolay›r’daki birliklerle savafla kat›ld›. Dimetoka ve Edirne’nin geri al›n›fl›nda büyük hizmetleri görüldü. 1913 y›l›nda Sofya Ateflemiliterli¤ine atand›. Bu görevde iken 1914 y›l›nda Yarbayl›¤a yükseldi. Ateflemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu s›rada I. Dünya Savafl› bafllam›fl, Osmanl› ‹mparatorlu¤u savafla girmek zorunda kalm›flt›. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirda¤’da görevlendirildi.

doğumunun

125. yılı anısına

atatürk


alıyoruz. Bir bakıma yeni nesillere hatırlatmış oluyoruz. Eğitim Devlet adamlığı boyunca üzerinde durduğu konulardandı. Ona göre silahlı vatan muhafazasını sağlayan askeri ordunun yanında İrfan Ordusu” adını verdiği Türk eğitimcileri de diğerleri kadar büyük önem taflıyorlardı. Sakarya Meydan Muharebesi sırasında, Ankara’da muallimler kongresi düzenlemesi olayının dünya tarihinde efli yoktur. Bu da Atatürk tarafından, harp gibi nefsi müdafaa olayı sırasında bile eğitim hadisesinin asla terk edilemeyeceği gerçeğinin millete açık bir şekilde izahıdır. Onun bu konuda sözlerinden bazıları; “Muallimler; yeni nesil Cumhuriyetin fedakâr muallim ve mürebbileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır. Cumhuriyet, bedenen kuvvetli ve yüksek seviyeli muhafızlar ister. Yeni nesli, bu evsaf ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. Mümtaz vazifenizin ifasına âli himmetlerle hasr-ı mevcudiyet edeceğinize asla şüphe etmem.”

“Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahluk için tabii bir haldir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür. “Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları yorulsanız dahi beni takib edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmek üzere yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız.” Yine başka hitabında; “Çocuklar” dedi. “Şu karşımızdaki ufku görebiliyoruz. Fakat siz bu ufukların daha ötesini görmeye çalışınız.”

“Efendiler, dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.” Gençlik Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olarak Türk gençliğini gördü. Bir toplumun motor gücünü oluşturan gençlik konusu üzerinde büyük hassasiyet gösterdi. Nihayet bu devleti coşkulu hitabesiyle Türk gençliğine emanet etti. Onun gençlik için söylediği istikamet kazandırıcı güzel sözlerinden bazılarını aktarmak istiyorum. Gençliğe bir hitabında:

38


İn s a n, a lışk a n lık la rının ço c uğu du r.

Eğr i o k , doğr u yo l a lm a z .

(İb ni Ha ldun )

Bütün r i n k le ü l ü t kö rı, a t h an a t i r. t e d h id

(Hz . Ali r. a )

r bi (C afe

me d)

h am n Mu

Elm as na sıl yo nt ulm ad an müke mmelleşmez se , ins an da acı çe kmeden olg un laşma z. (Ko nfüçyüs)

Bir çiv i yüzünden bir na l, bir na l yüzünden bir at, bir at yüzünden de bir at lı gidive rir. (Fra nkl in)

H ay bi lg i a l gücü de n öne m d ah a l idi r.

(Al b

e rt

Ei n s

te i n

)


Biz, 40 yıl evvel Nürnberg‘deydik!

Biz, bugün de burdayız!

Biz, yarın da burada olacağız!

Tel. 09 11 / 22 38 07 Türk Hava Yolları, SunExpress ve Pegasus yetkili acentesi Frauentorgraben 69 (Plärrer) • 90443 Nürnberg • www.ankara-reisen.de

anoris. 01/13

» Müşterilerimize teşekkür ederiz! 1973‘den bu yana babadan oğula güler yüzlü, güvenilir hizmet. « Olgun Demir


tarih Araştırmacı-Yazar Talha Uğurluel’in kaleminden...

Bir Fransızın Gözüyle İstanbul ve Osmanlı İnsanı

İ

stanbul şehri ve Osmanlı insanı hakkında şimdiye kadar çok şey söylendi ve çok şey yazıldı. Çünkü bu şehir Ortaçağda insanların yaşadığı en büyük ve en gösterişli yer olması yanında dünyanın yönetildiği bir merkez olma özelliğini de taşıyordu. Yığın yığın insan bu cazibe merkezine geliyor, çevreyi ve burada yaşayanları gözlemliyordu. Şehri süsleyen, hepsi birer sanat şaheseri yapılarla etrafa huzur ve sükun dağıtan insanlar tarihcilerin seyahat notalarına konu oluyordu. Objektif bir uslupla kaleme alınmış bu seyahatnamelerden yola çıkarak, asılsız iddialarla karalanan bir tarihin aslında ne kadar berrak olduğunu görmek hiç de zor değil. Osmanlı insanı ve İstanbul’u sadece gözlemlerinden yola çıkarak objektif bir şekilde kaleme alan seyyahlardan biri de Fransız Edebiyatının en ünlü yazarlarından olanGerard de Nerval’dır. 19. yy’da yaşamış olan bu edebiyatçı şiir, roman, piyes vb. dallarda verdiği eserlerle 135 yıldır okunagelmektedir. Ama onu en popüler yapan şey gezi notlarıdır. Döneminin otoriterleri tarafından “Deha ve delilik sınırı üzerinde yaşayan sanatkâr” olarak nitelendirilen yazar, kendi zamanında en çok seyahat eden kişiler arasında yer almıştır. Hayran kaldığı şark topraklarındaki gözlemlerini detaylı bir şekilde kaleme alan yazar, İstan-

41

bul’a da birçok kez gelmiştir. Bu gezilerinde kaleme aldığı notlarıyla 19. yy İstanbul hayatı ve Osmanlı insanı hakkında bize güvenilir bilgiler sunmaktadır. Osmanlı ülkesine ayak basan yazarı ilk şaşırtan konu, çok uluslu bir yapıya sahip olan bu devletin içinde barınan; farklı kültürlere, millete ve dine sahip insanların kardeşce yaşamalarıdır. Bu duygularını da şu şekilde ifade etmiştir: “İstanbul tuhaf bir şehir. Dört millet bir arada yaşıyor ve birbirlerinden nefret etmiyorlar. Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar aynı topraklarda yaşayan insanlar olarak birbirlerine gösterdikleri tahammül ve müsamahayı bizde çeşitli vilayet veya partilere mensup insanlar arasında göremeyiz.” Yazılarında zaman zaman Avrupa ve Osmanlı’yı kıyaslamayı da ihmal etmeyen yazar, devletin diper milletlere gösterdiği derin hoşgörüyü de sık sık vurgulamıştır. İşte İstanbul kahvehanelerinden bir manzara: “Galata sur kapısını geçtikten sonra bizimkilere benzer kahvehanelerle karşılaşıyoruz. Masaları Ermeni ve Rum gazeteleriyle dolu. İstanbul’da bu dillerde beş-altı tane gazete çıkıyor. Mora’dan gelen Yunan gazeteleri de ayrı.” İstanbul’u dikkatli gözlemleyen hemen her


kişiyi şaşırtan bazı detaylar vardır. İşte bu şaşırtıcı detaylardan biri olan Osmanlı mezarları ve mezartaşlarını bakalım yazarımız nasıl anlatıyor: “Boğaz’da son derece güzel ve serin bir yerdeyiz. Buranın bir mezarlık olduğunu söylememe gerek yok sanırım. İstanbul’un bütün güzel yerleri, gezilecek ve zevk alınacak sahaları mezarlıklardır. Bakıyorsunuz, yüksek ağaçların arasında, şuradan buradan güneş ışınlarının sızıp renklendirdiği, sıra sıra beyaz hayaletler var. Bunlar bir insan yüksekliğinde, mermerden yapılmış mezartaşlarıdır. Başları sarıklı, üzerleri yazılı mezar taşlarıdır. Sarığın biçimi, ölünün hayattayken işgal ettiği mevkii, sosyal seviyesini veya mezarın eskiliğini belli ediyor. Bunların bazıları son modaya uygun. Bazı mezartaşlarının başları koparılmış. Bu koparılmış olanların çoğu yeniçeri mezarlarına ait. Kadınların mezarlarında da sütun taşlar var. Fakat bunlarda baş yerinde gül veya demet şeklinde bir süs bulunuyor. Kabartma veya oyma şeklinde çiçeklerle süslenmişler.”

Osmanlı ülkesine gelen her gayrimüslim görmeyi arzuladığı en önemli kişi hiç şüphesiz Osmanlı Padişahıdır. Bu emellerine ulaşmak için kimi zaman Cuma selamlıklarına, kimi zaman da At Meydanı’ndaki etkinliklere katılırlar. Yazarımız da bir Cuma selamlığı öncesi tüm dikkatini toplayarak padişahı gözlemliyor. Şüphesiz zengin bir şatafat içinde bekliyor Osmanlı Padişahını; ama görülen o ki, hiç de kafasında canlandırdığı gibi biriyle karşılaşmıyor: “Limana doğru inerken mütevazi bir fayton

içinde sultanın geçişini gördüm. İki tekerlekli arabaya iki at koşulmuştu. Sultanın üzerinde yakasına kadar düğmeli sade bir redingot vardı. Türkler Tanzimattan bu yana rendigot giymeye başlamışlardı. Sultanın kıyafetini öbürlerinden ayıran tek özellik, fesinin üzerindeki pırlantalı imparatorluk nişanıydı.” Bu merasim sonrası Pera’ya (Beyoğlu’na) ilerleyen padişah ve maiyeti bir tekkeyi ziyaret ederler. Tekke çıkışında meydana gelen olay yazarımızı fazlasıyla şaşırtmıştır. Çünkü Osmanlı yönetiminden bu dereceye varan bir din hoşgörüsü beklememektedir: “Sultan Pera Caddesine gelmişti. Burada bulunan bir tekkeye girdi. Meşhur mürted Kont Bonneval’in mezarı da buradadır. Biz tekkenin kapısında beklerken başlarında Rum rahiplerin bulunduğu bir cenaze alayı göründü. Alay şehrin dışına doğru ilerliyordu. Padişahın muhafızları rahiplere yol değiştirmelerini, padişahın çıkmak üzere olduğunu ve bir cenaze ile karşılaşmasının hoş bir şey olmayacağını söylediler. Bir tereddüt anı oldu. Nihayet bizans vari giyimi ile başrahip muhafızların reisine hitap etti. Onunla konuştuktan sonra yollarına devam ettiler. Eğer o anda sultan dışarıya çıksaydı, cenaze alayı değil, sultan bekleyecekti. İstanbul’da bütün dinlere karşı büyük müsamaha vardır ve bu olayı buna misal olarak kaydediyorum.” Yazarımızı şaşırtan bir diğer konu ise kendi tabiriyle, “Avrupalı yazarların hayallerinde abarttıkca abarttıkları”, padişahın evlilik yaşamı ve harem meselesidir. İstanbul’da yakın çevresinin anlattıkları ve bizzat kendi gözlemledikleri ile meselenin hiç de duyduğu gibi olmadığını gören yazar bu meseleyi de şu şekilde kaleme almıştır: “Sultan bütün imparatorluk içinde kanuni yoldan evlenme hakkından mahrum olan tek insandır. Çünkü bazı ailelerle bu şekilde bir bağ kurmasının bu ailelere büyük nüfuz kazandıracağından korkuyor, bunu istemiyorlar. Bir yabancı kadınla da evlenemiyorlar. Geçin-

42


tarih dirme imkanı olmak şartıyla her müslüman erkeği dört kadınla evlenme hakkına sahip olabildiği halde, padişah bu haklardan mahrumdur. Kadın sultanlar vardır ama bunlara meşru karısı denemez. Çünkü bunlar aslında birer esirdirler. İmparatorluk içindeki bütün Türk, Ermeni, Rum, Musevi ve Katolik kadınlar hür oldukları için hareme alınmazlar. Hareme alınan insanlar, İslam olmayan ve imparatorlukla resmi ilişki bulunmayan ülkelerden toplanırlar.” “Arkadaşım bana sarayda bulunan kadınların sayısını da söyledi. Bu sayı Avrupa’da zannedildiğinden çok farklı. Sultanın hareminde sadece otuz üç kadın var. Bunların da sadece 3 tanesi gözdesidir. Diğer kadınlar birer odalıktır, yani oda hizmetçisidir. Avrupalılar odalık sözünü yanlış anlıyorlar.” Herşeyin maddiyat olduğunu sanan ve herşeyde kendi menfaatlerini ön plana çıkaran bir anlayışın aksine, yardımlaşma ve kardeşliği topluma benimsetmiş bir toplulukla karşılaşmak Avrupa insanını her zaman heyecanlandırmıştır. Hele hele bu yardım etme ahlakının insanları aşıp hayvanları bile kapsaması, onların hemen hiç görmedikleri birşeydir. Böyle bir kaç tabloyla karşılaştıktan sonra bakalım yazarımız neler hissetmiş: “Geniş bir sahayı kaplayan Topçu Kışlası’nın etrafını alan bu korudan çıkınca kendimi Büyükdere yolunda buldum. Yemyeşil bir çayır kışlanın önüne kadar uzanıyor. Burada bir sahneye şahit oldum ki, daha evvel gördüklerimden pek ayrı bir şey değil. Çayırda bir kaç yüz köpek bir arada sabırsızca bekleşiyordu. Az sonra askerlerin koca kazanlar taşıdığını gördüm. Kazanı bir sırığa geçirmişler, sırığı omuzlarına almışlardı. Köpekler bunu görünce sevinç çığlığı atar gibi havlamaya başladılar. Kazanlar yere konur konmaz bulundukları yerden ileriye doğru fırladılar. Askerler ellerindeki sırıklarla onları gruplara ayırmaya çalışıyorlardı. Orada bulunan bir İtalyan bana, “Köpekler için özel olarak yemek pişiriliyor, bu

43

hayvanlar hiç de talihsiz değil.” dedi. İstanbul’ da hayvanları koruma derneklerinin yanısıra, cami ve çeşme yakınlarında sırf hayvanların faydalanması için havuzlar yapılmış.”

“Bir kahvehaneye geliyoruz. Dondurma, limonata, moka, herşey Fransız usulü, tam Avrupai bir yer. Mahalli olan tek şey, insandan hiç kaçmayan üç-dört leyleğin aralarında dolaşıp durmalarıdır. Masanıza oturup kahvenizi söyler söylemez bu leylekler yanınıza sokulur ve birer soru işareti gibi orada dikilirler. Uzun boyunlarını ve gagalarını masanızın üzerine rahatça uzatarak şekerinizi alabilirler ama buna cesaret edemiyor ve sizin vermenizi bekliyorlar. Ve masa masa dolaşıp şeker ve bisküvi topluyorlar.” “Tekke avlusuna girince bir sürü köpek gördük. Hizmet işleriyle uğraşanlar bunlara yiyecek dağıtıyorlardı. Köpeklerin beslenmesi için eskiden beri bol miktarda bağış yapıyorlardı. Akasya ve çınar ağaçları ile gölgeli duvarları tahtadan yapılmış boyalı kuşluklarla doluydu. Kuşlar gelip yuva yapsın diye konulmuştu bu kafesler. Ve kuşlar bu yarı hazır yuvaları benimsiyor, sahipleniyor, hiç korkmadan, aç kalmak endişesi duymadan yaşayıp gidiyorlar.” Osmanlı insanının ruh haletini ve sanat anlayışını yansıtan son derece estetik cumbalı evler ve bunların süslü ayrıntıları her göreni cezbederken, son dönemlerde ortaya çıkan Avrupai özenti ve taklitcilik anlayışı ile bu kültürün terkedilmesi de başta batılılar olmak üzere birçok kişinin tepkisini çekmiştir.


Yazarımızın da dikkatini çeken bu konu onun kaleminden şöyle anlatılmaktadır: “Tanzimat Osmanlıya fes giydirmiş, onu yakasına kadar düğmeli bir regingot içine hapsetmişti. Evlerin süsünü de kaldırmıştı. Artık petek gibi işlenmiş tavanlar veya stalaktitler, oymalar, sedir ağacından işlemeli sandıklar yapılmıyordu. Bunların yerini dümdüz boyalı, silme kornişli duvarlar alıyordu. Oyma panolar içinde birkaç alelade resim, birkaç saksı, hepsi bu kadar.”

Uzun yıllar birçok topluluğu barış ve hoşgörü içinde yöneten bu devleti, yıpratma adına ortaya atılan iftiralardan biri de Osmanlı Devleti’nin sanata ve sanat eserlerine olan bakış açısıydı. Osmanlı Devleti’nin sanata hiçte olumlu bakmadığı ve sanat eserlerini de hoş görmediği şeklinde yanlış düşüncelerle başkente giden yabancılar, büyük meydanlarda tüm ihtişamıyla duran anıtları ve elinde kamışıyla değişik sanat dallarına imza atan sanatçıları görünce tüm duyduklarının yanlış olduğunu anlamakta gecikmediler. Onları en çok şaşırtan bir diğer konu

da bu insanların önceki devletlere ve kültürlere ait eserleri koruma hassasiyetleriydi. İşte bir bayram sabahından At Meydanı’nda yazarın düşündükleri: “Bayram sabahı güneş doğarken gemilerden ve bütün hisarlardan atılan toplar şehri inletti. Bin minareden yükselen ezan sesleri her tarafta yankılandı. Bu sefer merasim At Meydanı idi. Burası Bizans İmparatorluğu’nun hatıraları ile meşhurdur ve meydanda onlardan kalan abideler vardır. Mısır’dan getirilen taşın beyaz mermerden kaidesi heykel kabartmalarla doludur. O heykellerin orada durmaları, Türklerin, biz Avrupalıların zannettiği gibi heykel düşmanı olmadıklarını ispat ediyor.” Yabancıların yanlış bildiği bir başka konu da müslümanların dini inanışlarıdır. Kulaktan duyma karalamalarla, müslümanlar ve onların yaşantılarını çok yanlış bilen bu kişiler gibi yazarımız da karşılaştığı manzalar karşısında ister istemez kendi toplumuyla Osmanlı teb’asını kıyaslamak zorunda kalmış ve karşı karşıya kaldığı bu gerçeği itiraf etmekten çekinmemiştir: “Müslümanları çapkınlıkla ve bazı adetlerini saçmalıkla suçlamak ve tarif etmek, bence hatadır. İnançları ve adetleri bizimkinden o kadar farklı ki, hüküm verirken bu farkı gözetemiyoruz. Nispeten daha bozuk ahlakımızla onlar hakkında hüküm veremeyiz. Bir müslümanla eşi arasındaki münasebeti, hatta namusluluğu hesaba katsaydık, bizim 18. yy yazarlarımızın yarattığı sefahat uydurmalarına inanmaz, doğruyu anlamış olurduk.” Osmanlı Devleti içinde farklı dinlere mensup insanlar bir arada yaşamaktadır. Böyle bir manzara dünyanın başka hiç bir ülkesinde mevcut değildir. Ama yazar öyle bir manzarayla karşılaşmıştır ki, bu kadarının da olabileceğini kesinlikle düşünmemiştir. Pera’da oturan yazar o bayram sabahında caddeye adım atar atmaz bakın neler görmüştür: “Pera’da oturan Avrupalıların çoğu bu bay-

44


güncel ram kalabalığına katıldı. Çünkü bayram günleri, diğer dinlerden olanlar da Müslümanların merasimlerine iştirak ederler, onlar da bayram yaparlar. İslami merasime kalben katılmayanlar için bile bu bir bayramdı.” Herkesin aklında yardımlaşmanın bir sınırı vardır. Fakat hemen her manzarası insanı şaşırtan bu tuhaf ülkede yardımlaşmanın boyutları da elbette akılları zorlayacak boyutlardadır. O bayram günü, bayram namazı sonrası, At Meydanı’nda meydana gelecek olaylar merasimi izleyen yabancıların neredeyse küçük dillerini yutmalarına sebep olacaktır. Yazarımızdan dinleyelim: “Kurban kesiminden sonra herkes yiyecek ve içeceklere yöneldi. Çörekler, şekerli kaymaklar, kızartmalar ve halkın en çok sevdiği kebaplar pek boldu. Bunlar halka ücretsiz dağıtılıyordu ve bunların parasını zengin kişiler ödüyorlardı. Ayrıca herkes istediği eve girer, sofraya oturu, ikram görürdü. Fakir zengin bütün müslümanlar evlerine gelen insanların dini, ırkı ve sosyal durumları ne olursa olsun, kendi varlık durumlarına göre ziyafet verirler, memnun etmeye çalışırlar.” Osmanlı Ülkesi’ne gelerek burada yaşayan insanları ve onların davranışlarını gözlemleyen ve gördükleri karşısında hayran kalan her kişinin, böyle bir ahlaki yapının oluşmasına sebep olan dini yapıdan etkilenmemeleri mümkün değildir. İslam Dinini tüm saflığı ve temizliği ile yaşayan dervişler de yazarın dikkatinden kaçmamıştır. Şimdi seyahatnamenin bu konudaki yaklaşımına bakalım: “İstanbul’da dervişlerin ibadetleri ve ibadet şekli bana çok tesir etti. Onlar için Allah kelamı her dilde geçerlidir. Bu dervişler hiç kimseyi ney sesiyle kendileri gibi dönmeye mecbur etmiyorlar. Fakat bu usül onlar için Allah’a şükretmenin, O’nun büyüklüğünü ifade etmenin en ince ve en yüce şeklidir.” Görüldüğü üzere Fransız Edebiyatının güçlü

45

kalemlerinden Gerard de Nerval, hiçbir etki altında kalmadan, sadece kendi gözlemlerinden yola çıkarak bu seyahatnameyi en gerçekçi şekilde kaleme almıştır. Devrinin otoriterleri tarafından “Bir yol açıcı, temiz, akıcı uslüba bir örnek ve hayal gücünde gizli gerçekleri sezip göstermekte eşsiz bir yazardır.” şeklinde tanımlanan gezgincimizin ilginç seyahat notları umarız ki, kendi geçmişini bilmeyen ve acımasızca eleştirmekten de kaçınmayan bir kısım insanlarımıza ufuk olur ve onları geçmişlerini daha detaylı incelemeye sevkeder. Sözlerimizi yine yazarımızın bu eserini noktaladığı cümlelerle bitiryoruz: “Ben İstanbul’u tarif işine girişmiyorum. İstanbul’un sarayları, camileri, hamamları, kıyıları çok yazıldı, çok anlatıldı. Ben sadece cadde ve meydanlarda gördüğüm şeyler hakkında bir fikir vermek istedim. Şu şehir eskiden beri Avrupa ile Asya’yı birleştiren tılsımlı ve adeta kutsal bir mühürdür.”



ALMANYA'DA

g端ncel

47

. CAMILER YANIYOR


Almanya’da Camiler Yanıyor ve Hiç Kimse Bunu Umursamıyor Almanya’da birkaç gün içinde farklı şehirlerde üç cami kundaklanmıştır. Bu kundaklamaların ikisinde zanlılar ateşi caminin içinde daha fazla alana yayabilmek için için bizzat Kuran’ı Kerim nüshalarını kullanmıştır. Böylece bu saldırıların, özellikle İslam’a ve Müslümanların inanç değerlerine yönelik olduğunu göstermişlerdir. Aynı zamanda Federal Almanya Hükûmeti’nin Federal Alman Meclisi’nde verilen bir soru önergesine verdiği cevaptan elde edilen sonuçlara göre, camilere ve müslümanlara yapılan saldırılarda bir artış gözlenmektedir. Ancak bu durum karşısında, Almanya çapında yayın yapan medya organlarının, camilerin kundaklanması haberlerine çok az yer vermesi de ayrıca düşündürücüdür. Aynı şekilde bu olaylar hakkında çok az siyasinin olaylardan ancak birkaç gün sonra ve müs-

lümanların bariz bir şekilde bu umursamazlığa şaşkınlıklarını ifade etmelerinden sonra beyanat vermeleri de üzüntü vericidir. Özellikle NSU skandalının ortaya çıkmasından sonra toplumun ve siyasetin bu son kundaklamalar karşısında şiddete ve nefrete karşı tavır alma yerine yine umursamazlık göstermeleri, çoğu müslüman için anlaşılamaz bir durumun da ötesindedir. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) olarak kime yönelik olursa olsun, cami, kilise, sinagog ve diğer ibadethanlere ve müntesiplerine yapılan her türlü saldırı ve şiddet eylemini büyük kararlılık ve nefretle bir kez daha kınıyoruz. Başka dini kurumların benzeri saldırılara uğradıklarında resmi makamların ve siyasilerin gösterdikleri hassasiyetin aynısını Almanya’daki Müslümanlara ve onların kurumlarına yönelik ırkçı saldırılar söz konusu olduğunda da göstermelerini bekliyoruz. Kamuoyunun bilgisine saygı ile duyurulur. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)

Foto: dpa

48


güncel

Berlin ve Bielefeld şehrindeki cami saldırılarıyla ilgili Basın Açıklaması Almanya’nın Berlin ve Bielefeld şehirlerinde aynı gün iki ayrı camiye saldırı yapılmış ve camilerde maddi hasar meydana gelmiştir. Almanya’nın çeşitli şehirlerinde saldırılara uğrayan camilerin sayısının gün geçtikçe artması kaygı verici ve bizleri derinden üzmektedir. DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. İzzet Er, konu ile ilgili yapmış olduğu basın açıklamasında: “Berlin ve Bielefeld şehirlerinde camilere yönelik yapılan saldırılar Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) olarak bizleri derinden üzmüştür. Bir daha böylesine menfur saldırıların olmamasını diliyorum. Bu saldırılardan sonra, mabedlere yönelik yapılacak saldırıların önlenmesi için Alman yetkililerin daha hassas davranacağını ümit ediyorum“ dedi. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği olarak, saldırı, şiddet ve toplumsal kargaşanın her türlüsünü bütün kararlılıkla nefret ve şiddetle kınıyoruz. Saldırılarda maddi kaybın olmasına rağmen, can kaybının olmaması tek tesellimizdir. Bu vesileyle, olayların failinin kısa zaman içerisinde yakalanması ve bu menfur olayların bir daha yaşanmamasını diliyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)

49


Pressemitteilung zu den Anschlägen auf Moscheen in Berlin und Bielefeld In Berlin und Bielefeld sind am gleichen Tag Anschläge auf zwei Moscheen verübt worden, wobei es zu Sachschäden gekommen ist. Es ist Besorgnis erregend und versetzt uns in tiefe Trauer, dass bundesweit die Zahl der Anschläge auf Moscheeeinrichtungen zunimmt. Der Vorstandsvorsitzende der DITIB, Herr Prof. Dr. Izzet Er, nahm hierzu wie folgt Stellung: „Die Moscheeanschläge in Berlin und Bielefeld haben uns in tiefe Trauer versetzt. Ich hoffe, dass sich solche niederträchtigen Anschläge nicht wiederholen. Ich hoffe, dass nach diesen Anschlägen die verantwortlichen Stellen sensibler sind, um Angriffe auf Gotteshäuser zu verhindern.“ Als Türkisch Islamische Union verurteilen wir entschieden und nachdrücklich jede Art von Anschlägen, Gewalt und gesellschaftliche Unruhen. Der einzige Trost ist, dass es neben den Sachschäden nicht auch zu Todesopfern gekommen ist. Wir hoffen, dass die Täter in Kürze gefasst werden und dass wir solche abscheulichen Ereignisse nicht erneut erleben müssen.“ Türkisch Islamische Union (DITIB)

50


güncel

In Deutschland brennen Moscheen und alle schauen weg!... Binnen weniger Tage brannten in verschiedenen Städten drei Moscheen. In zwei Fällen nutzten die Täter Koranausgaben, um das Feuer im Gebetsraum zu verteilen. Somit zeigten sie, dass dieser Angriff vor allem dem Islam und den Glaubenswerten der Muslime galt. Gleichzeitig ist ein Anstieg bei der Zahl der Angriffe auf Moscheen und Muslime zu beobachten, was aus den jüngsten Zahlen hervorgeht, welche die Bundesregierung als Antwort auf eine Anfrage im Bundestag bekanntgab. Vor diesem Hintergrund ist es umso unverständlicher, dass die Brandanschläge auf Moscheen in den bundesweiten Medien kaum Beachtung fanden. Ebenso ist es mehr als Bedauerlich, dass auch nur wenige politisch Verantwortliche erst nach mehreren

Tagen und deutlicher Irritation seitens der Muslime zu diesen Anschlägen Stellung genommen haben. Für viele Muslime ist es nicht mehr nachvollziehbar, wie insbesondere nach der Aufdeckung des NSU Skandals die Gesellschaft und Politik auch bei diesen jüngsten Anschlägen wieder eher wegschauen, als Solidarität zu zeigen und sich gegen Gewalt und Hass erheben. Als Türkisch Islamische Union (DITIB) verurteilen wir nochmals mit großer Entschiedenheit und Empörung jegliche Angriffe und Gewalthandlungen auf wen und welche Institutionen sie sich auch richten, Moscheen, Kirchen, Synagogen oder andere Gotteshäuser und ihre Angehörigen. Wir erwarten, dass seitens der Behörden und der Politik die gleiche Sensibilität deutlich wird, wie sie zurecht bei rassistischen Angriffen im Hinblick auf andere religiöse Einrichtungen in Deutschland gezeigt wird. Türkisch Islamische Union (DITIB)

Foto: dpa

51



sağlık

Sinüzit Nedir? Ali AYDIN & Nurcan DEMİRCİ AYDIN

B

urun, alın, şakak ve göz çevresindeki içi hava dolu boşluklara, Sinüs denir. Bu sinüsler, kanallarla buruna açılırlar. Bu kanalların içinden burun mukozası geçer. Bu mukozanın ürettiği salgı burun içine gelir ve solunum yollarının ısıtılmasını ve nemli kalmasını sağlar. Bu mukoza iltihaplanırsa, sinüzit oluşur. Kronik ve akut olmak üzere iki tip sinüzit vardır.

nıklığı ya da görme bozukluğu gibi bulguların varlığını öğrenmek için burnunuzu, ağzınızı, boğazınızı ve kulağınızı muayene edecektir. Gerekirse sizden sinüslerinizi incelemek için röntgen filmi çekimi isteyebilir. Bunlar akut sinüzitin tanısında kullanılır. Kronik sinüzitte ise sinüsler için bilgisayarlı tomografi gerekebilir. Ayrıca endoskopi yardımıyla burnunuzu incelemesi gerekir.

SİNÜZİT KİMLERDE VE NASIL ORTAYA ÇIKAR? Sinüzit hastalığının oluşmasına neden olan en önemli faktör ise sinüs mukozası tarafından üretilen salgının (sümük/mukus) burna boşaltılamayarak sinüsler içinde birikmesidir. Bu durum üç şekilde ortaya çıkabilmektedir. • Üretilen salgının burna boşalma yolunun (sinüs boşalma kanalı) tıkanması, • Salgıyı sinüsler içinde sinüs boşalma kanallarına taşıyan sistemin (muko silier aktivite) işlevinin bozulması, • Salgının içeriğinin ya da kıvamının değişmesi.

SİNÜZİT TEDAVİSİ Tedavinin amacı; sinüslerin iltihaplardan temizlenmesi ve iltihaba neden olan bakterilerin yok edilmesidir. Akut sinüzit için genellikle antibiyotik tedavisi uygulanır. Yaklaşık 10 gün süren bir ilaç kullanımı gereklidir. Doktorunuz, gerekli görürse bu süreyi uzatabilir. Ayrıca burun açıcı bazı ilaçlar ve burun damlaları kullanılır. Akut sinüzitte, ilaç tedavisinden genelde olumlu sonuçlar alınır.

SİNÜZİT TANISI NASIL KONUR? Bunun için öncelikle, bir doktora ve Kulak Burun Boğaz uzmanına başvurmanız gereklidir. Yapılan muayene ve doktorunuzun size sorduğu sorular hastalığın tanısını koymaya neden olacaktır. Başınızın ne zaman ve ne kadar sıklıkla ağrıdığını, burun akıntınızın rengini öğrenmek isteyecektir. Burun tıka-

53

Kronik sinüzitte ise, öncelikle sinüzitin tam olarak nedeni bulunmalıdır. Genelde burun içindeki eğrilikleri ya da kırıkları düzeltmek için cerrahi müdahale gerekir. Kronik sinüzitte çözüm ameliyattır. Riskli bir ameliyat değildir ve yan etkisi çok azdır. Bu tedavilerin dışında, hastanın evde yapabileceği bazı şeyler vardır. Burnu, tuzlu su ya da buharla temizlemek, burun damlalarıyla burnun açık kalmasını sağlamak hastayı rahatlatacaktır ve tedaviye yardımcı olacaktır.


Ayrıca bol su içmek, mukus yapımını arttırır ve akışkan hale gelmesini sağlar. SİNÜZİTTEN KORUNMA YOLLARI NELERDİR? Sinüzitin en büyük sebeplerinden birisi soğuk algınlığıdır. Basit bir nezle bile sinüzite yol açabilir. Saçları ıslatıp soğuk havaya çıkmak, özellikle havanın rüzgarlı olmasıyla üst solunum yollarında enfeksiyon sonucu sinüzit gelişimine yol açar. Bu konuya özellikle gençlerimizin dikkat etmesi gerekir. Havanın kirli, dumanlı olması, klimalı ortamlarda uzun süre kalmak, özellikle sıcak havalarda terledikten sonra serinlemek için vantilatörün önüne geçmek sinüzite davetiye çıkarmaktır. Çok kuru ortamda bulunmamaya özen gösterilmelidir. Gerekirse evin nemi olması gereken miktara ayarlanmalıdır. Kaloriferli evlerde bu rahatlıkla yapılabilir. Ayrıca uzun süren burun tıkanıklığı ve iltihabı, dişlerde meydana gelen bir iltihap sinüzitin oluşmasına yol açar. Sigara kullanmak, bir çok hastalıkta olduğu gibi sinüzitte de etken rol oynamaktadır. Bunun dışında solunum yolu alerjisi olan kişilerin, alerjen maddelerden uzak durması gerekir ve bu konuda doktora başvurmasında fayda vardır.

54


MEDICON Gesundhaus´dan gelen bilgiler

Sağlık bağırsaklardan geçer İnsanların bağıșıklık gücünün %80’i bağırsaklar tarafından sağlanmaktadır. Düzgün çașılan bağırsakların birçok vücut ișlevine olumlu etki yapmaktadır. Vücudunuz hayati önem tașıyan bütün maddeleri bağırsaklardan almaktadır. Bunun için gerekli olan șey bağırsaklarınızın sağlıklı çalıșmasıdır yani doğru bakterilerin bağırsaklarınızda bulunması gerekmektedir. Bağırsak florasının zarar görmesi genelde yanlıș beslenmeye bağlıdır. Çok tatlı, çok yağlı ve çok hayvansal proteinler yemekteyiz. Ayrıca uzun süreli antibiyotik terapisi ve ilaç kullanımı da bağırsak florasını ve sağlık durumumuzu olumsuz etkileyebilir. Peki ne yapabilirsiniz? Hasar görmüș bağırsak florasında ‘bağırsak tadilatı’ yardımcı olabilir. Bu esnada bağırsak florasındaki dengeyi sağlamak adına ‘iyi’ bakteriler alınarak ‘kötü’ bakteriler uzaklaștırılmaktadır. Bizimle MEDICON eczanelerinde bağlantıya geçin, size memnuniyetle tavsiyelerde bulunuruz!!! Claudia Tuschen MEDICON Apotheke Bamberg

51

MEDICON Gesundhaus e. V. Hopfengartenweg 7 90451 Nürnberg 0911/6418640 www.medicon-gesundhaus.de info@medicon-gesundhaus.de



iş dünyası

TEKNİK RESSAM bauzeichner/in

Alptuğ DEMİR / Mehmet AZNAVULOĞLU

Teknik ressamlar çizim haricinde malzeme hesabı yapıp planlama ve inşaat prosedürlerini takip ederler. Bunu meslekte genelde inşaat idareleri, inşaat mühendisliği veya mimar ofisleri ya da inşaat şirketlerinde çalışılmaktadır.

57

Meslek eğitimi süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir. Meslek eğitimi süresinde alabileceğiniz ücretler: 1. Meslek eğitim yılı 2. Meslek eğitim yılı 3. Meslek eğitim yılı

TANITIM FİLMİ

Teknik ressamlar çizimler ve ev, köprü yol ve başka yapıtlar için belge hazırlarlar. Bu çizimleri genelde bilgisayarda CADyazılımlarıyla hazırlarlar. İnşaat mühendisleri ve mimarların tasarımlarını verilen verilere göre kroki, inşaat planları detay çizimleri gibi işleri teknik kurallara uyarak hazırlarlar.

655 Euro 896 Euro 1.165 Euro


teșekkür eder! Bo 31

2_

Ku

nd

en

bo

nu

nu

sk

ar

te

_1

30

90

9_

X3

.in

dd

sk ar

te

a z ı n a b r o T e ç k a a r t 1 eks 2

23

.0

9.

13

10

:4

5

lerine

uskart sahip MEDICON Bon günde bir ziyaret

Șimdi çifte yararlanın: MEDICON Bonuskart sahibi olarak artık her MEDICON-eczanesine gelișinizde 1 Akçe ekstra.

Bonuskart avantajlarınız: ✓ Cazip bonus sistemi ✓ Kișisel servis ✓ Fiyat avantajları ve değerli hediye çeklerinden yararlanmak

ızı alın... n ı t r a k s u n o B a: ız vars ... veya kartın bize uğrayın!

Daha fazla bilgiye MEDICON eczanesinde veya www.medicon-apotheke.de adresinden ulașabilirsiniz.


ASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU U ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG KUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ TÜRKİ MİNAT TALEBİ VERKEHRSUNFALLREGULIERUNG HUKUKU İŞTEN ÇIKARMANIN İPTALİ DAVAS DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACA N DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ CARET HUKUKU ŞİRKET KURULUŞU FİRMENGRÜNDUNG S HUKUKU İFLAS AŞAMASINDA TEMSİLCİLİ URTDIŞI EDİLMEYE KARŞI SAVUNMA ABS U ÇOCUKLA KİŞİSEL MÜNASEBET UMGANG RAFİK HUKUKU TRAFİK İHLALLERİNDEN D VALARI ARBEITSLOHNKLAGE İŞ HUKUKU Ü RGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGEREC ENZ İFLAS HUKUKU TÜKETİCİ İFLAS TALEBİ E EMEKLİLİK RENTE IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU CARET HUKUKU ALACA DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU U ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG KUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ TÜRKİ ASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU

ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA

AVUKATLIK VE DANIŞMANLIK HİZMETLERİ

Müvekkillerimiz bize 8 yıldır güveniyorlar. Am Plärrer 8 > 90429 Nürnberg > Telefon (0911) 277 405 0 info@suerekli.net > www.suerekli.net facebook.com/suerekli.net * Avukat kelimesi sıfat olarak değil, "Rechtsanwalt" (= Almanya barosuna bağlı Alman hukunda avukat) kelimesinin tercümesi olarak kullanılmıştır.

VERBRAUCHERINSOLVENZ KİŞİSEL İFLAS TÜKETİCİ İFLAS TALEBİN HAZIRLANMASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU BOŞANMA ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG AİLE HUKUKU ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUN FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG VİZE AİLE BİRLEŞİMİ İÇİN VİZE YABANCILAR HUKUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ TANIMA VE TENFİZ BOŞANMA KARARININ TÜRKİYEDE TANITILMASI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ VERKEHRSUNFALLREGULIERUNG TRAFİK KAZA HUKUKU TRAFİK KAZALARI TAZMİNAT TALEBİ VERKEHRSUNFALLREGULIERUNG İŞ HUKUKU İŞTEN ÇIKARMANIN İPTALİ DAVASI KÜNDIGUNGSSCHUTZKLAGE İŞ HUKUKU İŞTEN ÇIKARMANIN İPTALİ DAVAS ALMANYA VE TÜRKİYE ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACA EMEKLİLİK HUKUKU YURTDIŞI BORÇLANMA VE TÜRKİYEDE EMEKLİLİK RENTE IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU ALMANYA VE TÜRKİYE TANIMA VE TENFİZ BOŞANMA KARARININ TANITILMASI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KA ŞİRKET KURULUŞU TİCARET HUKUKU ŞİRKET KURULUŞU FİRMENGRÜNDUNG TİCARET HUKUKU ŞİRKET KURULUŞU FİRMENGRÜNDUN İFLAS HUKUKU İFLAS AŞAMASINDA TEMSİLCİLİK INSOLVENZVERTRETUNG İFLAS HUKUKU İFLAS AŞAMASINDA TEMSİLCİLİ YURTDIŞI EDİLMEYE KARŞI SAVUNMA ABSCHIEBUNG YABANCILAR HUKUKU YURTDIŞI EDİLMEYE KARŞI SAVUNMA ABS UMGANG AİLE HUKUKU ÇOCUKLA KİŞİSEL MÜNASEBET UMGANG AİLE HUKUKU ÇOCUKLA KİŞİSEL MÜNASEBET UMGANG TRAFİK HUKUKU TRAFİK İHLALLERİNDEN DOĞAN CEZA BUSSGELDBESCHEID TRAFİK HUKUKU TRAFİK İHLALLERİNDEN D ÜCRET ALACAK DAVALARI ARBEITSLOHNKLAGE İŞ HUKUKU ÜCRET ALACAK DAVALARI ARBEITSLOHNKLAGE İŞ HUKUKU Ü SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGEREC İFLAS HUKUKU TÜKETİCİ İFLAS TALEBİN HAZIRLANMASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU TÜKETİCİ İFLAS TALEBİ RENTE IN DER TÜRKEİ EMEKLİLİK HUKUKU YURTDIŞI BORÇLANMA VE TÜRKİYEDE EMEKLİLİK RENTE IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACA DAVALARI INKASSO TİCARET H BOŞANMA ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG AİLE HUKUKU ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUN FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG VİZE AİLE BİRLEŞİMİ İÇİN VİZE YABANCILAR HUKUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ TANIMA VE TENFİZ BOŞANMA KARARININ TÜRKİYEDE TANITILMASI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ VERBRAUCHERINSOLVENZ KİŞİSEL İFLAS TÜKETİCİ İFLAS TALEBİN HAZIRLANMASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU

ALMAN V

AVUKA DANIŞM

Müvekkillerim

Am Plärrer 8 >

info@suerekli.

facebook.com

* Avukat kelimesi sıfat olarak de


INSTITUT FÜR MANAGEMET & CONSULTING

NÜRNBERG‘DE İLK ÖZEL BORÇ DANIŞMANI OFİSİ

Borçlu Danışma “ Borç yükü, şimdi ne olacak?

“ Protesto ve icra işlemini önleme “ İcralık dosyaların takibi “ Borçla yaşamak “ Ortak finans planı hazırlanması

İflas Hazırlığı “ Mükellefin bilgilendirilmesi “ Doğru iflas başvurusu “ İflas işleminin takibi “ Ortak finans planı hazırlanması

Bilal Mor Schuldenberatung (IHK) Zeltnerstr. 3 - 90443 Nürnberg T: 0911 - 881 972 44 • F: 0911 - 881 970 00 • H: 0175 - 152 91 43 www.imc-nue.de • info@imc-nue.de


abide şahsiyetler

Seyyİd Kutub Derleyen: Gökhan ÖNDER Seyyid Kutub, 20. yüzyılın başlarında Mısır’ın Asyut kasabasında dünyaya geldiği zaman belki sadece akrabaları onun doğumundan haberdardı; ancak o öldüğü zaman tüm dünyanın gözleri Mısır’daydı. Mısır, yönetimi tüm tepkilere rağmen büyük İslam düşünürü Seyyid Kutub’u sırf rejime karşı olduğu için idam etmişti. Seyyid Kutub, modern dönemde Müslüman coğrafyasında İslami uyanışın en önemli düşünürlerinden birisidir. Onu diğer Müslüman düşünürlerinden ayıran en önemli yanı ise bir düşünür olduğu kadar bir eylem adamı olmasıdır. Hayatı, mücadelesi savunduğu fikirler bir bütün içerisindedir. İslam’la tanıştığı yıllardan itibaren düşüncelerinde bir farklılaşma değil bütünleşme görülmektedir. Laik modern siyasi yapıların dünyayı kuşattığı bir dönemde Müslümanların sorunları ve temel İslami meseleler hakkında İslami bir bakış açısı ve metodu geliştirmeye çalışmıştır. Onun düşünce yapısı iddia edildiği gibi modern döneme has bir tepki ifadesi olmayıp İslami birikimin bir yansıması olmuştur. Onu diğer Müslüman düşünürlerinden ayıran en önemli yanı ise bir düşünür olduğu kadar bir eylem adamı olmasıdır. Hayatı, mücadelesi savunduğu fikirler bir bütün içerisindedir. İslam’la tanıştığı yıllardan itibaren düşüncelerinde bir farklılaşma değil bütünleşme görülmektedir. Seyyid Kutub Müslüman toplumları rahatsız eden felsefi, siyasi, sosyal, ekonomik söylemlere karşı çıkarak İslami düşünce ve uyanışın her zaman diri olabildiğini göstermiştir.

61


45


kültür

Sedef Kakma Derleyen: Harun ÖNDER

Sedef kakma, ayrıca sedefçilik ya da sedef işleme olarak bilinen teknikte sedef, ahşap üzerine açılan çukur veya oymalara yerleştirilir ve tahtaya temas eden yüzeyden düşmelerini önleyecek yapıştırıcılar sürülür ya da sedeflerin etrafı madeni tellerle çevrilir. Sedef kakmacılık işine sedefkâri, sedef kakma yapan ustaya sedefkâr denilmektedir. Bağa, fildişi, kemik, çeşitli filetolar ve altın, gümüş gibi kıymetli madenler de sedefkârlıkta kullanılan malzemelerdir. Sedef işçiliği, genellikle ‘oyma’ ve ‘kakma’ usulleriyle yapılmaktadır. Önce, yüzeye, işlenecek motif çizilir. Keski adı verilen çelik uç ile, bu motifin çevresi keskilenerek açılan kanala tel yatırılır ve çekiç kullanılarak küçük darbelerle tel yüzeye gömülür. Telin zaman içinde kalkmamasını önlemek için, su ile iyice sıvılaştırılmış beyaz tutkal işlenmiş tel üzerine sürülür.[2] Aynı keski ile, çizilen motifin içi oyulur ve bu içi oyulmuş motifin şekline uygun olarak,

63

sedef , iki parmak arasında (baş parmak ve işaret parmağı) sıkıca kavranarak, zımpara taşında şekillendirilir ve motifin içine, beyaz tutkal ve ağaç tozundan yapılmış macun ile yapıştırılır. Motif içine yerleştirilecek sedefin, yerine düzgün oturması ve sonradan yapılacak tesfiyenin, sedefin parlak canlı kısmını yok ederek motifi bozmaması için, sedefin, şekillendirilmeden önce alt ve üst kısmının düzlenmesi gerekir. Sedef yerleştirilmiş parça en az iki saat kurumaya bırakıldıktan sonra, ince eğe ve zımpara ile silinerek, pürüzsüz bır satıh elde edildikten sonra, ispirto içinde eritilmiş gomalak cila (bir çeşit reçine) ile parlatılır. Gomalak cilanın, sıkıştırılmış pamuk yumağına damlatılması ve hızlı, dairesel ritmik hareketle parça üzerinde cila kuruyana kadar cilalamanın devam ettirilmesi gerekir. Eğer, açık renk olan genç ceviz ağacı seçilmiş ve renginin koyulaştırılması isteniyorsa, ciladan önce, yapılmış parçaya asiti alınmış zeytinyağı sürülerek güneşte bırakılır, kuruduktan sonra cila sürülür.


bizden

15


çocuk

İsmail dördüncü sınıf öğrencisiydi. Sınıfın en hareketlisi, en seveceni,en çok konuşanı sayılırdı. Uzun boylu, esmer, zayıf yapılıydı. Kara iri gözleri vardı. Hiçbir zaman doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Sabahtan beri bütün sınıfı güldüren, öğretmenleri taklit eden, şarkı söyleyen, fıkra anlatan oydu. Okulun ilk döneminin son günleriydi. Öğretmen sınıfa girdiğinde İsmail’i yanına çağırmış, din dersi ödevini geri vermiş; - Bu ödevi yeniden ailenle birlikte hazırlamanı istiyorum, yoksa karnene düşük not gelecek, diye ikaz etmişti. Öğretmeninin söyledikleri kırk dakikadır hâlâ beyninde zonkluyordu. Kırk dakikadır çantası kucağında, kulağı zilin sesindeydi. Sınıfta olan biteni duymuyordu bile… Kendi kendine “Ciltçi İhsan dedenin yanına gitmeliyim.“ dedi. Ondan yardım alabileceğine inanıyordu. Gözleri kapıda sessizce bekliyordu.

65

Babası yurt dışındaydı. Annesi de başka şehre konferansa gitmişti, ancak yarın akşama dönecekti. Bu mahalleye ilk geldiklerinde babasıyla birlikte gitmişlerdi ciltçi İhsan dedeye. O zaman ilkokul birinci sınıfa yeni başlamıştı. Evlerindeki ciltleri dağılmış bazı kitapları tamir için ona götürmüşlerdi. İlk gördüğünde çok sevmişti ciltçi İhsan dedeyi. O gün resimli büyük boy hikâye ve masal kitapları hediye etmişti İsmail’e. İhsan dede dükkânının önündeki çınar ağacının gölgesinde oynayan çocuklara yaz aylarında soğuk şerbetler dağıtır, hikâyeler anlatırdı. Zilin çalmasıyla birlikte dersin başından bu yana kucağında tuttuğu çantasını sırtına aldı. Koşarak sınıfından çıktı… Mahalleye üç dakikada gelmişti bile. Uzaktan içeride yanan lambayı gördüğünde yüzünde güller açtı. İhsan dede dükkânındaydı. Soluk soluğa kapıdan içeri girdi.


- Bu ne telaş İsmail? Hayırdır, dedi İhsan dede. Aceleyle çantasını açtı. İsmail; - İhsan dede dedi. Bana yardım eder misiniz? Bugün yapmam gereken bir ödevim var. Ciltçi dedenin ”Buyur oğlum.Gücümüz yeterse yaparız inşallah.“ dediğini duymadı bile. Konuşmaya devam etti. - Din dersi ödevimi yapmama yardım edersiniz diye size geldim. Babama söz verdim, internetten ödev yapmamaya. Kitaplardan ve ansiklopedilerden yapıyorum. Bizim evde kimse yok. Aile büyüklerinin yardımıyla hazırlamam lazımmış. Ben kendim yazmıştım, öğretmen beğenmedi. Ciltçi dede iri parmaklarıyla kavradığı fırçayı bırakıp kitabın kapaklarını iki eliyle yavaşça kapattı. - Ben şu kitabın şirazesini yerleştireyim. Neymiş ödevin. Sen onu söyle hele, dedi. - “Günlük hayatımızda kullandığımız dinî ifadeler”, diye cevapladı İsmail. Maşallah, inşallah, şükür, Allah korusun gibi ifadeler… Ben 25 ifade yazmıştım. Yarına kadar daha iyisini hazırlayıp vermezsem karneme düşük not geleceğini söyledi öğretmenim. İnşallah sizin yardımınızla çok güzel bir ödev hazırlarım. Karneme de beş gelir, dedi. İhsan dede, İsmail’in heyecanını görünce, - Korkma! Allah’ın inayetiyle çalışırsak kazanırız. Beşi de on beşi de alırsın,

dedi gülerek. İsmail; - Dede, dedi. En büyük not beş, on beş diye bir not yok. Olsa ben hep on beş alırdım. - Üzülme oğlum, dedi ciltçi dede. Bak işte şimdiden yeni bir ifade öğrendik bile. Sen hemen yazmaya başla bakalım, deyince İsmail’in gözlerinin ışıltısı artmıştı. - Tamam dede yazıyorum, diyerek elindeki kalemle defterini göstermişti. - Allah’ın inayetiyle demiştiniz, anlamını da söyler misiniz? - Allah’ın inayetiyle; yani Allah’ın yardımıyla, iyilik vermesiyle, bizleri gözetmesiyle demektir. - Başka hangi ifadeleri yazmıştın İsmail? - Bismillah, elhamdülillah, Allah’tan ümit kesilmez, Allah şifa versin, Allah’a emanet ol, Allah seni affetsin, Allah bağışlasın... Yerinden kalkıp saçlarını okşadı İsmail’ in. Yazdıklarına baktı. - Epey olmuş, dedi. Ayrıca helal,haram, sevap, hayır, merhamet, iyilik ve dostluk gibi kavramları da ilave edelim, dedi ciltçi dede. - İsmail dedi, eski devirlerde develer ve atlarla yolculuk yapılırdı. İşte o zamanların birinde Allah dostu bir adam varmış. Yüce gönüllü, iyi ahlaklı, dindar bir kimseymiş. Eline asasını alıp yola çıkmış. Yaya olarak hacca gidiyormuş. Dağlar, tepeler, çöller aşmış.

66


çocuk

Günlerden bir gün bir dağ yamacında bir yolcuyla karşılaşmış.Selamlaşmışlar.

- Nereye gidiyorsun böyle, diye sormuş adam. - Hacca gideceğim inşallah, demiş Allah dostu. - Mümkün değil ki bu, diye itiraz etmiş yabancı. Yayasın, bineğin yok, azığın az, yolun uzun. Böyle erişemezsin Kâbe’ye… Yüce gönüllü Allah dostu tebessüm etmiş. - Saydıklarının hepsi var bende demiş. Fakat sen göremiyorsun. Dinle bak, ben başıma bir bela gelirse sabır adlı bineğime binerim. Bir nimete kavuşursam şükür adlı atıma, bir kazaya uğrarsam rıza adındaki küheylana binerim. Bunlar en emin ve en değerli binekler değil midir, ne dersin? Yabancı adam boynunu bükmüş. - Rabbim yolunu açık etsin. Evet, evet çok haklısın… Allah ne muradın varsa versin… Var git selametle… - Bunu da yaz İsmail, dedi ciltçi İhsan dede. - Sabır, şükür, nimet ve rıza. Bunları da yazmalıyım. Sınıfta arkadaşlarıma da okurum. Ama ben siz anlatırken sadece dinledim yazamadım yine. Siz yavaş yavaş söylerseniz ben ancak o zaman yazabilirim.

67

- Hepsini yazarsak bitmez bu ifadeler. Bunları yaz, ama evde sözlükten anlamlarını da araştır, dedi ciltçi dede. Sonra masasının yanında bulunan dolaptan aldığı bordo renkli ince bir kitabı uzattı İsmail’e. - Al burada o kıssa var. Ben daha dün okudum. Bulup yazarsın, dedi. İsmail aceleyle kitabı aldı, çantasına yerleştirdi. İsmail’in yüzündeki endişe gitmiş yerini başarmanın tatlı sevinci almıştı. - Allah sizden razı olsun İhsan dede, dedi. Sevinçle çıktı dışarıya…



mizah



Kurban Bayramınızı kutlar, hayırlara vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz ederiz.« Niyazi Koç ve Ekibi

/cesme.restaurant Gostenhofer Hauptstr. 29 > Nürnberg > Plärrer Meydanı Tel. (09 11) 28 99 33 www.cesme-restaurant.de


Nürnberg'deki Türkiye Toptan ve perakende Türk gıda maddeleri, günlük taze sebze ve meyva, et ve balık reyonları, fırın ve taze ekmek bölümüyle

ucuz ve kaliteli alış-veriş adresiniz.

Maybachstr. 29 90441 Nürnberg Tel. 0911 / 620 01 89


bulmaca



KOLAY

ORTA

ZOR




Ĺžube: Mauserstr. 25 Stuttgart-Feuerbach Tel.: 0711 - 81476311



mevlana mutfağından

Ahmet Can’ dan

Çerkez Tavugu

,

Tava Türlü

Malzemeler:

Çerkez Tavuğu Nasıl Yapılır?

500 gr taze fasulye Haşlanmış 2• adet patlıcan tavuk etini rondodan 2 adet kabakgeçirin ve iyice kıyılmasını sağlayın. 2 adet çarliston biber • Ceviz içini rondodan geçirin 1 kg kuzu eti (kuşbaşı) ve dövülmüş sarımsakla 1 yemek kaşığı tuz beraber tefl on tavada yağsız 1 yemek kaşığı tatlı toz biber 6-7 dakika kadar kavurun. 1• çayTost kaşığı pul biber ekmeklerini sütle ıslatın ve tereyağ 10 dakika bekletin. Sütte 200 gr bekletilmiş tost ekmeklerini ve isteğe göre değişik baharatlar •

de iyice parçalayın.

Tüm malzemeyi karıştırma kabına alın. Tuz, karabiber ve kırmızıbiberi ilave edip Hazırlanışı: özleşmesi için iyice harmanlayın.

Malzeme Listesi 300 gram haşlanmış tavuk eti 200 gr ceviz içi 3 dilim tost ekmeği 1 su bardağı süt 2 diş sarımsak 1 çay kaşığı kırmızı toz biber 1 çay kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı tuz

Afiyet olsun!

Tavanın içine tereyağ sürülüp üstüne etler serilir ve daha sonra

Çerkez tavuğunuz hazır. sebze çeşitleri baharatlanıp harmanlandıktan sonra etlerin üstüKalan 100 gram haşlanmış ne serpilir. tavuk eti ve parça ceviz ile berabaer servis edin. piştikten sonra hafif karıştırılır. Bu şekilde 15 dakika

Önceden 250 derecede ıstılmış fırında 15 dakika daha pişirilir. Yemeğimiz servise hazır.

Tüm MAHYA okurlarına şimdiden afiyetler diliyoruz.

80




15. ız Yılım

AİLE DOKTORLARINIZ

Ali Aydın & Nurcan Demirci-Aydın Ev Doktoru

Dahiliye Uzmanı

Spittlertorgraben 3 Tel: 0911 9287880 90429 Nürnberg Fax: 0911 9287888 www.doktor-aydin.de Açılış saatleri: Pazartesi - Cuma : 08.30 - 12.00 Pazartesi, Salı, Cuma : 14.30 - 17.00 Perşembe : 14.30 - 18.00


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.