Mahya Dergisi Aralık 2013 NRW1

Page 1

Sayı 61 | Aralık 2013 | Ücretsiz NRW1

ÇİFTE KAZIK!

2013

DİTİB Aylık Dergi



Dr. Selahattin G체nay Facharzt f체r Innere- und Allgemeinmedizin

Akupunktur Chirotherapie Ern채hrungsmedizin Haus채rtzliche Diabetologie Bismarckstr. 107 45881 Gelsenkirchen

Tel: 0209 15793420 Tel: 0209 819375 Fax: 0209 3611853


İÇ İ N DE K İ L E R 03

BİZDEN 6 7 23

Editörden Bizden makale ve haberler Bedirhan GÖKÇE: Hangi Ürün Gerçekten Zayıflatır

DİN 25 27 29 33

Bir Konu Bir Ayet: Buhranlarımız Günahlarımızdan Bir Hadis Bir Yorum Nakış Nakış Kainat: Çekim Gücü ve Hareket Tefsir

MESNEVİ’DEN HİKAYELER 37

Minik Kuşun Öyküsü

AİLE 39

Yaşımı söylemeye Utanıyorum

41

ATA’MIZA DAİR

43

HİKMETLİ SÖZLER


GÜNCEL Çifte Kazık

45

ÇİFTE KAZIK!

SAĞLIK Grip ve Nezle

51

_HUKUK Yurtdışı Borçlanma ve Emekliliık (2. Bölüm)

53

Kapak konusu - Sayfa 49

ABİDE ŞAHSİYETLER Dr. Sadık Ahmet

57

İŞ DÜNYASI İş Dğnyası haberleri

59

Tuğra - Sayfa 65

KÜLTÜR Tuğra

65

ÇOCUK

67

BULMACA Kare Bulmaca Sudoku Çengel Bulmaca

73 75 77

Yemek Tarifi

80

Bedirhan Gökçe Hangi Ürün Gerçekten Zayıflatır / Sayfa 21

04


künye

IMPRESSUM/KÜNYE DİTİB Nürnberg e.V. Kurfürstenstraße 16 90459 Nürnberg

Bankverbindung/Hesap Numarası Commerzbank Nürnberg Konto 540773900 Bankleitzahl 76040061

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de

YAYIN KURULU

GENEL KOORDİNATÖR Oğuz Yurtalan +49 (0)171 3583191 oguz.yurtalan@mahya.de WEB KOORDİNATÖRÜ Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de NRW Temsilcisi Orhan Arslanmirze +49 (0)176 84679965 orhan.a@mahya.de Türkiye/İstanbul Muhabiri Koray Kuşkuş +90 (0)554 5618244 koray.kuskus@mahya.de DAĞITIM SORUMLUSU Gökhan Önder +49 (0)176 70055077 goekhan.oender@mahya.de KAPAK/GRAFİK TASARIM/BASKI AddGraphic info@addgraphic.de Mahya Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazı ve ilanlardan yazı ve ilan sahipleri sorumludur.

05

Alptuğ Demir alptug.demir@mahya.de Bülent Bayraktar buelent.bayraktar@mahya.de Av. Ender Sürekli ender.suerekli@mahya.de Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de Gökhan Önder goekhan.oender@mahya.de Harun Önder harun.oender@mahya.de Mehmet Aznavuloğlu mehmet.aznavuloglu@mahya.de Serhat Önder serhat.oender@mahya.de Talha N. Yıldız talha.yildiz@mahya.de Yunus Emre Turan emre.turan@mahya.de


editörden

Benim Ailem Market Değil! Serhat ÖNDER

Değerli okurlar, Almanya’da büyük koalisyonu kurma çabalarından sonra yine hayal kırıklığı yaşadığımız bir genel seçimi daha atlattık. Seçimden önce verilen vaatler yine askıda kaldı ve varılan koalisyon anlaşmasıyla birlikte çifte vatandaşlık hakkında alınan karar büyük bir başarı gibi lanse edilmeye çalışıldı. Ama biz bunu yemeyiz! Burda doğup büyüyen Türk vatandaşları artık çifte vatandaş olacak dediklerinde çok sevinmiştik ama işin rengi daha sonra belli oldu. Koalisyon anlaşmasında öngörülen çifte vatandaşlık uygulamasının satır aralarına baktığımızda büyük bir adımdan ziyade büyük bir kazık yemiş olduğumuzu görmüs olduk. Seçim arefesinde SPD ve bazı CSU’lu siyasilerin oy avına çıktıkları dönemde çifte vatandaşlık hakkında verdikleri demeçlerle seçim sonrası ortaya konan tablo, dergimizin kapak konusu olan çifte vatandaşlığı ‘‘Çifte Kazık’’ olarak değiştirmeye zorladı.

Yeni uygulamayla birlikte tam bir asimilasyon kampanyası başlatacak olan yeni hükümet, Türk ailelerine çocuklarınızı kabul ediyoruz ama siz ebeveynler bizden değilsiniz mesajını vermiş bulunmakta. Kusura bakmayın ama benim ailem market değil istediğinizi alıp istemediğinizi rafta bırakacağınız! Alınan karara yeterli değil ama bir başlangıç mantalitesiyle yaklaşan STK’lara tutumlarının yanlış olduğunu belirtmek isterim. Zira bu tutumla haklarımızın verilmesi konusunda bir 50 yıl daha bekleriz. Ayrıca 900.000 küsür Türk kökenli seçmenle ciddi bir çalışmayla azınlık hakları çalışması başlatmanın artık zamanının gelip geçmekte olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz? Her dem Türkiye Cumhuriyeti’ ne azınlık haklarından dem vuranlara kendi azınlık haklarımızdan dem vurma vakti gelmedi mi???

Her fırsatta entegrasyon sorunundan bahseden siyasi partiler artık suçu kendilerinde aramalarının gerektiğini farkt etmeliler.

06


bizden

Almanya‘nın ilk Müslüman Federal Kadın Birliği DİTİB tarafından Köln‘de kuruldu Almanya’nın ilk Müslüman Federal Kadın Birliği DİTİB tarafından Köln’de kuruldu. DİTİB Eyalet Kadın Birlikleri’nin kuruluşlarının tamamlanmasından sonra, çatı örgütü içinde kadınların katılımcılığını kapsayan son örgütsel adım böylece atılmış oldu. Almanya çapında 15 Kadın Eyalet Birliği’nden yaklaşık 100 delege, bu tarihi oluşuma şahitlik yaptı. DİTİB Genel Merkezi adına delegeleri selamlayan Yönetim Kurulu üyesi Kazım Türkmen, “daha fazla hakka sahip olabilmek için bunu talep etmek ve şimdiye kadar olduğu gibi bunun mücadelesini vermek gerekir. Elbette kadınların toplumsal hayata katılımından daha doğal bir durum olamaz. DİTİB olarak da bu çabayı desteklememiz tabiidir. Kadınların bölge bölge örgütlenmelerinden sonra ilk kez Almanya çapında örgütlenen Müslüman kadınları bir federal çatı altında toplayan “Müslüman Kadın Birliği“-

07

nin kurulması, hem DİTİB için, hem de Almanya’da Müslümanların bugünü ve geleceği için çok önemli gelişmelerden birisidir. Bir toplumda kadınlar layık oldukları yeri almaz veya alamazlarsa, o toplumun her alanında problemler ortaya çıkar. Böyle bir toplum ne huzur bulur, ne de gelişebilir. Bu yüzden kadınların toplumda layık oldukları yeri bulabilmeleri ve yer alabilmeleri için imkân hazırlamak, DİTİB olarak bizim sorumluluk alanımızdadır. Aynı zamanda biz, kadınlardan örgütlenmelerini, katkıda bulunmalarını ve taleplerini, fikir, bilgi ve vizyonlarını ifade etmelerini de bekliyoruz. DİTİB Federal Kadın Birliği, kısa adıyla “Müslüman Kadın Birliği“ kuruluşu ve yapısıyla bu hedefe yönelik önemli bir platform sunmaktadır. Bu kuruluş, İslami anlamda da birlikte yaşama düşüncesi adına, bizi birlikte taşıyacağımız ve birlikte hazırlayacağımız bir hedefe götüren önemli bir adımdır.“


DİTİB Yönetim Kurulu üyesi psikolog Dr. Emine Seçmez de yaptığı selamlama konuşmasında, bir yol alınırken, atılan her adımın büyük veya küçük olmasına bakmadan önemli olduğunu vurgulayarak şöyle dedi: “Bu adımların her birinin önemli olduğunun bilinci, bizi daha kolay başarıya götürür. Birçok vizyonumuz ve uzun bir yolumuz var. DİTİB Genel Merkezi olarak bunu birlikte başaracak ve Allah’ın izni ile bu hedeflere birlikte ulaşacağız. Bu gün, bu yolda atılmış bir adım olsun ve ilk federal Müslüman Kadın Birliği, Almanya’daki ortak geleceğimizi hazırlayan yolda bizi ileriye götürsün. Bu çalışmada emeği geçen ve emeği geçmeye devam edecek olan herkese buradan şükranlarımı sunuyorum.“ DİTİB Eyalet Birlikleri Koordinatörü Ayten Kılıçarslan da eyaletlerdeki özellikle “Müslüman Kadın Birliği“ni ilgilendiren aktüel gündemlere değinerek, “Tam da bundan 95 yıl önce bugün, 30 Kasım 1918’de Almanya’da kadınların seçme ve seçilme hakkı ilk defa yürürlüğe girmiştir. Böyle bir yıldönümünde

çatı örgütümüzün uzun süredir kadın örgütlenmesinde gerçekleştirmek istediği hedefe “Müslüman Kadın Birliği“ni kurarak ulaşmış olmamız iyi bir tevafuktur. Bu gün bize, ne denli tarihi, kültürel, toplumsal ve politik gelişmelerin tabii bir parçası olduğumuzu gösteriyor. Bu bize, bu gerçekliğe uygun sürekli olarak farklı konuları ajandamıza almamız gerektiğini ve toplumu birlikte dönüştürmek zorunda olduğumuzu gösteriyor çünkü biliyoruz ki Almanya’nın geleceği, sadece bizim politik ve toplumsal hayata katılımımız ile şekillenebilecektir. Geleceğimizi Almanya’da görüyor ve yeni kurulacak Federal Hükümete buradan seslenmek istiyoruz: düşünülen çifte vatandaşlık düzenlemesinin bu haliyle yeterli bir sinyal etkisi olamayacaktır. Çifte vatandaşlık istiyoruz, ancak bunu sadece çocuklarımız için değil, ikinci ve üçüncü nesil için de, bizim için de istiyoruz. Politikacıları, eğitim politikasını yeniden elden geçirmeyi düşünmeye çağırıyoruz. Aynı zamanda politikacılarımızı, kamuda başörtüsü yasağının kaldırılması için mücadele etmeye çağırıyoruz.“

08


bizden Şeyda Can tarafından Federal Kadın Birliklerindeki çalışmalar hakkında delegelerin bilgilendirilmesinden sonra seçimlere geçilerek DİTİB Federal Kadın Birliği (Müslüman Kadın Birliği) Yönetim Kurulu üyesi adayları kendilerini tanıttılar. Seçilen Yönetim Kurulu üyeleri ve DİTİB tarafından tabii üye olarak Yönetim Kurulu’na dahil olan Dr. Emine Seçmez ve ilahiyatçı Şeyda Can aralarında yaptıkları görev dağılımı ile aşağıdaki görevleri üstlendiler: Başkan: Derya Şahan Başkan Yardımcısı: Aysun Pekal Başkan Yardımcısı: Gülşah Çınar Sekreter: Sergül Tanrıver Muhasip: Nurten Afat Üye: Dr. Emine Seçmez Üye: Şeyda Can.

09


DİTİB KÖLN

Almanyada’daki Türk İslam Toplumunun Onur Projesi Yapılacak olan bu Cami ve Kültür Merkezi, müslümanların bu toplumda kendilerini daha yerli hissetmelerini sağlayacak ve bu anlamda uyuma büyük ölçüde katkı sağlanmış olunacaktır. Cami, Dini Bilgiler Kursu, Eğitim Merkezi, Gençlik ve Spor Merkezi, Kadınlar Merkezi, Araştırma Merkezi, İlmi Kütüphane, Dinler Arası Diyalog Merkezi, Seminer Salonu, Konferans Salonu, Ticari Bürolar, Alışveriş Merkezi, Basın Merkezi, Kapalı Otopark, Çocuk Bakım Merkezi gibi sosyal ve kültürel birimlerini bünyesinde bulunduracak olan Merkez Camii, iki minare (55 metre) ve şeffaf parçalardan oluşan bir kubbeye (36,50 metre) sahiptir.

BU KALICI ESERDE SİZİN DE BİR KATKINIZ OLMASINI İSTİYORSANIZ 1. BANKA HAVALESİ YOLUYLA BAĞIŞ Empfänger: Türkisch-Islamische Union Kontonummer: 505566000 Bankleitzahl: 37040044 Commerzbank Köln Verwendungszweck: Merkez-Camii

2. TELEFON YOLUYLA BAĞIŞ

0 900 1070105 Sabit hattan bağışta bulunmak istiyorsanız (her aramada 5€)

10 12

MAHYA . EYLÜL 2010 20


bizden

DİTİB Irkçılık & Ayrımcılıkla Mücadele Bürosu Bu sayfalarda siz değerli okuyucularımıza DİTİB’in ırkçılık ve ayrımcılığa karşı yaptığı çalışmaları, ırkçılık ve ayrımcılığın tanımını sunacagız. Daha fazla bilgi için http://www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de adresini ziyaret edebilrisiniz. Gruplarda yabancı düşmanı eğilimlerin oluşması ve medyanın rolü İletişim ve medya bilimlerinin yaklaşımları Bu makalenin merkezinde münferit psikolojik eğilimlerin (bireysel önyargılar) hangi şekilde gruplara ait tutumlara dönüştüğü ve hangi grup dinamiklerine bağlı süreçlerin burada etkin olduğu sorusu yatmaktadır. Grup dinamiklerine bağlı süreçlerin güçlenmesinde medya yayınlarının önemli bir rolü vardır, çünkü ancak geniş medya altyapısı sayesinde fikirlerin bu kadar muazzam bir çapta dağılımı gerçekleşebilir. O halde bu konuda medya etkilerini araştıran hangi yaklaşım önemli olabilir? Burada iki konsepte değinmek isteriz. Birincisi tüketilen medya içerikleri, zihinsel ahenksizliği önlemek amacıyla bir kişisel ön elemeye tabii tutulur. Bu konseptin arkasında yatan varsayım; insanların gerçeği algılamakta sadece mevcut tutum ve bakış açılarını destekleyen medya içeriklerini tercih etmeleridir. Buna göre kendi mevcut tutumlarını sorgulayan içeriklerin tüketilmesi, kişide zihinsel karışıklığa (ahenk bozukluğuna) yol açar ve neticede rahatsız edici bu durumu çözme gereği hissedilir. Bu zihinsel karışıklığı çözmek büyük bir çaba gerektirir. Bu sebeple bireyler, başından itibaren bu tarz haberleri algılamaktan kaçınırlar. Bu varsayım „Selecti-

11

ve Exposure“-Hipoteziyle de örtüşmektedir. Buna göre belli konularda yerleşmiş bir takım fikirleri (örneğin Müslümanlarla ilgili) olan şahıslar bilinçli olarak kendi fikirlerini destekleyen haberleri araştırırlar. Yalnız bu yaklaşım tek başına belli gruplar (örneğin göçmenler, Müslümanlar) hakkında küçük gruplar düzeyinde, yani mezo düzeyinde, toplu şekilde aşağılayıcı tutumların oluşmasını açıklamaya yeterli değildir. Bu konuda opinion leaders, yani kanaat önderleri yaklaşımı yararlı olabilir. Buna göre küçük grup veya küçük iletişim ağlarında belli kişiler belli konularda bu konuları medyada daha sık takip ettikleri ve bu gruplarda daha fazla fikir ifade ettikleri için daha fazla bilgi sahibi olarak kabul edilirler. Bu konuya dair sorularda bu kişi uzman olarak diğer grup üyelerinin de fikir yapısını önemli ölçüde etkileyebilir. Bu nedenle azınlık grupları hakkında medya yoluyla oluşturulan olumsuz imajların, çift taraflı birbirini güçlendiren etkenlerden meydana geldiği söylenebilir. Bunun arkasında „belli ruhsal eğilimler sonucu bireysel düzeyde azınlık gruplarına karşı reddedici tutumlar ortaya çıkar“ varsayımı saklıdır. Kendilerine negatif özellikler atfedilen bu grupların tanınması (olumsuz imajın hedefindeki grubun somut olarak algılanması) ilk önce Mikro düzeyde (kişisel) gelişir, sonra da medya yayınları ve gruptaki kanaat önderleri tarafından desteklenir. Zihinsel ahenksizliğin engellenmesi konseptini dikkate alırsak, bu tutumun zamanla belli azınlıkların olumsuz yönlerinin varlığını destekleyen yayınların tüketiminin artmasına yol açtığı söylenebilir. Medya sektörünün büyük bir kısmı özel tica-


ri şirketlerdir. Bu nedenle kâr amaçlı çalışmak durumunda olduğundan, daha fazla ilgi çeken konularda daha fazla yayın yapıldığını kabul etmek mümkündür. Bir takım azınlıkları olumsuz gösteren belli haberlerin daha fazla tüketilmesi söz konusu olunca, o an daha fazla kâr payı elde etmek için ekonomik bir baskının oluşması ve böylece olumsuz yayınların artması mümkündür. Ancak medya çalışanlarının için belli bir yayınla kar payını yükseltmenin haricinde –ki bu garantili bir iş değildir- ayrıca güncel ajandadan uzak kalmamak için de bu konulara eğilmeleri gereklidir. Böylece medya tüketicisi ve medya sektörü karşılıklı olarak azınlık gruplar hakkında belli olumsuz imajların ortaya çıkmasını desteklemiş olurlar. Burada da örnek olarak sosyal yardım / HARTZ IV alan insanların tembel, başörtülü kadınların ezilmiş olarak gösterilmesine dikkat çekmek gerekir. Burada tarif edilen var-

sayımda kalırsak, bunun sonucunda yayın ekiplerinin söz konusu ‚talebi‘ karşılamak için kendi istekleri dışında belli azınlıkları olumsuz göstermeleri gibi absürd bir duruma düşmeleri de mümkün olabilmektedir. Medya bilimcisi Elisabet Noelle-Neumann‘ın suskunluk spirali konsepti, bu dinamiğin beraberinde getirdiği tehlikeyi ortaya koyar.Buna göre belli bir medya yayını ve elit tabakaya mensup bir takım kişilerin destekleyici ifadeleri sonucunda azınlıkta olan bir fikrin çoğunluğun fikriymiş gibi yansıtılabildiğini ortaya koyulur. Bu bir süreç halinde gelişip bir fikrin giderek baskın fikirmiş gibi ortaya çıkmasına kadar varır. Farklı fikirlere sahip olup da sosyal izolasyondan korkan kişiler, fikirlerini giderek daha az açık ifade etmeye başlarlar. Bu hal bir spiral şeklinde gelişir ve sonunda bu fikrin tamamen kamuoyundan, özellikle de medyadan kaybolmasına kadar gider.

SESSİZ KALMA DİTİB IRKÇILIK & AYRIMCILIKLA MÜCADELE BÜROSU www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de 12


bizden

Çifte vatandaşlık tartışmaları siyasetin uyuma direndiğinin göstergesidir! Siyaset bireylerin, toplumun ve devletin çıkarlarını eşit şekilde gözeterek hareket etmelidir. Bireylerin hayat hikayelerinin bir parçası olan vatandaşlık herhangi bir derneğe üyelik gibi değiştirilebilecek, bir başka ülkenin vatandaşlığı ile bunun arasında seçim yapılabilecek birşey değildir. Bugünlerde gündeme getirildiği gibi “dondurulacak” birşey hiç değildir. Bu yaklaşım bizlere, kişisel göç hikayelerinin göz önünde bulundurulmadığını, ayrıca göç alan bir toplumum kriterleri ve temel şartlarına göre hareket edilmediğini göstermektedir. Bu sorunun ise ancak modern bir vatandaşlık yasası ve iyi bir uyum politikasıyla üstesinden gelinebileceği kanaatindeyiz. Siyasi arenada söz sahibi olan aktörlerin bu günlerdeki söylemlerden halen uyuma karşı bir direncin olduğunu görüyor, anlıyoruz. Bu dirence şiddetle karşı koymamız gerekmektedir, zira bu tartışmalar on yıllarda kaydedilen gelişmeleri boşa çıkarıyor. Tartışmaların odağındaki sorunlar, çoktandır uyum sağlamış olan insanlardan değil, bu insanların uyum sağlamalarını istemeyen politikacılar ve onların ürettiği politikalardan, anayasanın herkes için eşit haklar öngörmesine ve yürürlükte olan kanunlara rağmen “Milyonlarca insanın çifte vatandaşlığa” sahip olmalarını ve böylelikle “Almanya içerisinde kalıcı bir Türk azınlığı” haline gelmelerini önlemek için türlü istisnaları icat eden halen kırılamayan önyargılar ve siyasetin taleplerinden kaynaklanıyor. Alman İçişleri Bakanı Friedrich “Münchner Merkur” gazetesine verdiği bir demeçte kaygılarını “Bunun Alman toplumunun kimliğinin

13

uzun vadeli değişime uğraması anlamına geleceği” şeklinde ifade etmiştir. Pekiyi, vatandaşlıkların arasında seçim yapmaya zorlayan opsiyon modeli bundan farklı birşey midir? Kısacası, bu hem ırkçı hem de nezaketsiz bir tutumdur! Alman Sosyal Demokrat (SPD) Partisi Genel Başkanı Sigmar Gabriel’in çifte vatandaşlığı büyük koalisyon hükümeti için şart koştuğuna dair açıklamasını bu nedenle yerinde buluyoruz. Seçimlerde oy kullanan göçmenlerin, Sosyal Demokratların 2013-2017 hükümet programını onaylamalarında partinin bu söylemi önemli bir rol oynamıştı. Hükümet programında şöyle denilmişti: “Özellikle de Almanya’nın çocuklarının Alman vatandaşı olmalarını ve Alman vatandaşı kalmalarını istiyoruz. Burada doğan kız ve erkek çocukları geri vermemek üzere Alman vatandaşlığını alacaklardır. Gençleri reşit olmaarı halinde iki vatandaşlık arasında bir seçim yapmaya zorlayan opsiyon modelini kaldırıp, çifte vatandaşlığı genelde kabul edeceğiz.” Bu nedenle vatandaşların ve seçmenlerin taleplerinin dile getirildiği geniş çaplı kampanyalar düzenlemeye, Sosyal Demokrat Partisini de ayrıca seçim vaadini yerine getirerek hükümet programında vaadettiği çifte vatandaşlığı koalisyon görüşmelerinde gerçekleştirmeye davet ediyoruz. Yönetim Kurulu DİTİB Genel Merkez



bizden

“İslam’ın Yüzleri” sergisi açıldı… Dünyanın çeşitli ülkelerinden hac ibadetini yerine getirmek için gelen hacıların fotoğraflarından oluşan “İslam’ın Yüzleri’ fotoğraf sergisi açıldı. Ahmet Hamdi Akseki Camii fuaye alanında düzenlenen sergiyi gezen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, sergideki fotoğrafların insanı tefekkür etmeye davet eden fotoğraflar olduğunu kaydederek şöyle konuştu;

15

“Müminin siması alnındaki secdeden bellidir. Sergideki fotoğrafların her birisi, üzerinde insanı tefekkür etmeye davet eden fotoğraflardır. Allah ‘Sizin dillerinizin, renklerinizin farklı olması benim yeryüzündeki ayetimdir.’ buyuruyor. Coğrafyaları, dilleri, renkleri farklı insanların aynı duygular içerisinde gözyaşı döküp dua ettiğini ortaya koyması bakımından da çok güzel bir tabloyu ortaya koyuyor.”



bizden

“İmam-ı Rabbani mektuplarla geleceği inşa etmeyi hedeflemiştir…” Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İstanbul Haliç Kongre Merkezinde düzenlenen Uluslararası İmam-ı Rabbani Sempozyumu’nun açılış programına katıldı. Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İstanbul Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği sempozyumun açılışında konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, irfan geleneğinin seçkin isimlerinden İmam-ı Rabbani adına düzenlenen bu sempozyumdan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, İmam-ı Rabbani’ nin, mektuplarıyla geleceği inşa etmeyi hedeflediğini kaydetti. “Bugün İslâm coğrafyasının tek tek içinden geçtiği süreçleri özellikle de İmam-ı Rabbani’ nin yaşadığı coğrafyaları, Hindistan, Pakistan, Afganistan’ı, bugün bu coğrafyalarda hemen her gün yaşanmakta olan şiddet ve çatışma ortamlarını göz önünde bulundurduğumuzda İmam-ı Rabbanî’nin mücadelesinin, din ve tasavvuf anlayışının, tecdit hareketinin, ülkemizde ilim adamlarımız tarafından konuşulacak olması büyük bir önem arz etmektedir” diyen Başkan Görmez, İmam-ı Rabbani’nin mektuplarında en çok üzerinde durduğu konuları şu sözlerle anlattı; “Bir alim düşünün ki, dört asır önce kendi çağındaki bütün insanlara mektuplar göndererek Müslümanların hayatını yenilemeye çalışmış…” Bir alim arif düşünün ki dört asır önce Hin-

17

distan’da pek çok eser vermekle birlikte kendi çağındaki bütün insanlara mektuplar göndererek Müslümanların hayatını yenilemeye çalışmış. Öncelikle bunun üzerinde durulması gerekiyor. Bir âlim kendi çağının insanlarına isimleri ve adresleri belli, hangi coğrafyada yaşadığı belli olan şahıslara mektuplar gönderiyor. O mektuplar sadece kendi coğrafyasına gönderilmiyor. Kendi coğrafyasındaki bütün siyasi liderlere, idarecilere, âlimlere, tasavvuf erbabına gönderiliyor. Bazen sıradan bir herhangi bir insan tarafından sorulan sorulara cevap veriyor ancak bu mektuplar toplumun tamamında makes buluyor. Onların dünyasını harekete geçiriyor. Sadece kendi coğrafyasına değil, dünyanın her tarafına gönderiyor o mektupları. Dünyanın muhtelif yerlerine mektuplar göndererek Müslümanların hayatını ihya etmeye çalışan bir alim, bir arif tasavvur ediniz. “Anadolu’daki dindarlığın, dini ve manevi hayatın mayasının içinde İmam-ı Rabbani’ yi görürsünüz…” Bu mektuplar bize bir şeyi daha gösteriyor. Bu mektuplar kendi çağına adresleri belli isimlere yazıldığı halde üzerinden dört asır geçmesine rağmen hangi çağda yaşarsa yaşasın, hangi ülkede, coğrafyada yaşarsa yaşasın okuyan insanlar kendisine yazılmış hissediyor. İmam-ı Rabbani’nin mektupları aslında kendi çağından çok geleceğe hitap ediyor. Onun için siz Anadolu’daki dindarlığın, dini ve manevi hayatın mayasının içinde İmam-ı Rabbani’yi görürsünüz. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Bediüzzaman’ın eserler


inde hatta Necip Fazıl’ın şiirlerinde dahi dört asır önce yazılmış o mektupların hikmetlerini görürsünüz. “İmam-ı Rabbani mektuplarla geleceği inşa etmeyi hedeflemiştir…” İhya-ı Ulumiddin’e baktığınızda İmam-ı Gaza li bu eserinde geçmişi değerlendirmiştir. Fakat İmam-ı Rabbani mektuplarla geleceği inşa etmeyi hedeflemiştir. İmam Gazali’nin ihya hareketi üç büyük sorunun cevabı üzerine kurulmuştur. Birincisi din ve siyaset ilişkisini tanzim etmeye çalışmıştır. Din ile Felsefe arasındaki ilişkiyi ve Fıkıh ile Tasavvuf arasındaki ilişkiyi tanzim etmeye çalışmıştır. Aynı şekilde İmam-ı Rabbani’nin de Mektubat’ını okuduğunuz zaman en küçük bir takım fıkhı sorulardan en büyük dünya meselelerine kadar cevaplar bulmanız mümkün olmakla birlikte mektupların tamamı üzerinde en çok hassasiyetle durduğu üç konu vardır. Yine birincisi Din ve Siyaset ilişkisidir. Ekberşah’ın İslam dinine yeni bir şekil vermek gibi her türlü haddini aşan tutum ve davranışı karşısında yazdığı bütün mektuplarla buna karşı çıkacaktır. Siyasetin İslam’a nizamat vermeye haddinin olmadığını, siyasete düşen vazifenin İslam’ın kendi mecraında akması için her türlü imkânı sağlamak olduğunu tüm mektuplarında görebilirsiniz. “İmam-ı Rabbani’nin mektuplarında fıkıhla tasavvufun tanzimini en güzel şekilde görürsünüz…” İmam-ı Rabbani’nin mektuplarında üzerinde durduğu ikinci temel konu ise Fıkıh ve Tasavvuf ilişkisidir. O, tabiri caizse fıkha şöyle hitap etmiştir; “Sen her türlü ilmin üstünde muhterem bir ilimsin ancak kalbin terbiyesi adına, zühd ve takvaya vasıl olmak için müminlerin sahip oldukları tecrübelere engel olma.” Fakat tasavvufa da şöyle hitap eder; “Bu büyük tecrübeyi yaşarken, fıkhımızın çizdiği sınırları, hadleri çiğneme hakkına sahip değilsin.” Tasavvufla Fıkıh arasındaki ilişkiyi en güzel şekilde tanzim ettiğini okuduğunuz

mektuplarda görürsünüz. Fıkıh suyun aktığı bir mecradır. Tasavvuf ancak bu mecra içinde akacaktır. Ama bu mecra içinde kendine yollar bulabilme imkanına sahiptir. “Tasavvuf dediğimiz, kalplere akan suyun arı ve duru olması gerekir…” Mektupların üzerinde temerrüz ettiği üçüncü önemli nokta ise Tasavvuf dediğimiz kalplere akan bu suyun bulanmaması, arı ve duru olmasıdır. Tasavvufun da bütün yüreklere akan su olduğunu ama bu suyun asla bidatlerle, hurafelerle, yanlış örf ve adetlerle, geleneklerle, ortaya çıkan heva ve heveslerle bulanmaması gerekir. Su mecrasında aksa bile bulanık aktığında kimseye faydası olmaz. İçilmeyen su istediği kadar kendi mecrasında aksın hatta isterse fıkhın sınırlarına riayet etsin bulanık olduğu sürece faydası olmayacaktır. Başkan Görmez, konuşmasını İmam-ı Rabbani’nin mektubunda geçen, “Tecrübe ile anladım ki, marifet sahibi olanların feraseti, Allah’u Tealâ’ya yarayan kimselerle, O’na yaramayan kimseleri ayırmaktır” ifadesiyle sonlandırdı. Sempozyumun açılış programına Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in yanı sıra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı Şeref Başkanı Osman Nuri Topbaş, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, çeşitli üniversitelerden akademisyen ve fikir adamları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.

18


bizden

Mannheim Müslüman Anaokulu Lalezâr (Lale Bahçesi) Açılışını Kutluyor Mannheim-Neckerstadt West, DİTİB’e bağlı „Anaokulu Yapma ve Yaşatma Derneği“ne ait ilk Müslüman Anaokulu Lalezar’ın açılışını, 4 Aralık 2013 tarihinde, politikacıların ve toplumun farklı kesimlerinden misafirlerin de katılımıyla kutladı.

önemini vurgulayarak, karşılıklı hoşgörü ve anlayışın Mannheim gibi hoşgörülü bir toplumda sahip olduğu öneme işaret etti.

Lalezar Anaokulunda gerçekleşen açılış törenine Baden-Württemberg Eyalet Uyum Bakanı Bilkay Öney, Mannheim Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Peter Kurz, T.C. Karlsruhe Başkonsolosu Serhat Aksen, GBG Mannheim Konut İnşaatı Topluluğu İdari Müdürü Wolfgang Bielmeier ve DİTİB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Bekir Alboğa katılarak birer selamlama konuşması yaptılar.

Uyum Bakanı Bilkay Öney ise, açılışı yapılan Müslüman Anaokuluna karşı önyargıların varlığına işaret ederek, Almanya’nın birkaç şehrinde Müslümanlar tarafından işletilen anaokulların varlığını hatırlattı. Öney, İslam’a karşı var olan ön yargıların ciddiye alınması gerektiğini vurgulayarak, kendi çocuğum için anaokulu seçiminde yahudi, katolik, protestan veya herheangi bir dini cemaate ait olup olmadığına bakmayacağını, anaokulu seçiminde kriterinin pedagojik konsept olduğunu ifade etti.

Mannheim Büyükşehir Belediye Başkanı selamlama konuşmasında dini yönelimlerin

T.C. Karlsruhe Başkonsolosu Serhat Aksen binanın şen çocuk sesleri ile dolması dileğini

19


paylaştığı konuşmasında kısaca şunları söyledi: „Özellikle göçmen kökenli çocuklar bu binada Almancayı en iyi şekilde öğrenmeye başlayacaklar. Almancayı en iyi şekilde öğrenmeleri zaten şarttır.“ Başkonsolos Serhat Aksen aynı şekilde çocukların ana dillerinde de desteklenmesi gerektiğini hatırlatarak devam etti: „Çocuklar çok dilli çok kültürlü bireyler olarak toplumsal hayata hazırlanacaklar. Eminim ki bu çocukların pek çoğu ilerde başarılarıyla hepimizi gururlandıracak. DİTİB Müslüman Anaokulu ve Mannheim Belediye kreşinin her ikisinin de hayırlı olmasını diliyorum.“ GBG-Mannheimer Wohnungsbaugesellschaft (Mannheim Ev İnşa Bürosu İdari Müdürü) Wolfgang Bielmeier da „Mannheim’ın mücevheri“ şeklinde tanımladığı binayı, gururla teslim ettiğini açıkladı. DİTİB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Bekir Alboğa da yaptığı konuşmada Müslüman anaokulunun „lale bahçesi“ anlamı taşıyan „Lalezar“ ismine atıfta bulunarak, 16. yüzyılda Avrupa’ya gelen lalelerin de bir göç hikâyesi bulunduğunu, günümüzde gerek Al-

man çiçekçi dükkanlarında, gerekse oturma odaları ve çiçek sevenlerin vazgeçilmezi olan ve 150 çeşidi bulunan lalenin özelliğini yitirmeden günümüze kadar geldiğini vurgulayarak çeşitlilik içinde yaşayarak kimliği korumanın mümkün olduğuna dikkatleri çekti. Alboğa, yılda 25.000 ziyaretçisi bulunan Mannheim Camiine ev sahipliği yapan Mannheim belediyesini açıklığı ve şefafflığı nedeniyle övdü. Müslüman anaokulunun eğitim kalitesinin ne kadar önemli olduğuna dikkatleri çeken Alboğa konuşmasında şu hususlara dikkat çekti: „Bu anaokulunun, çocukların eğitim ve terbiyesi için sunacağı çalışma kalitesinin gelecekteki mihenk taşı kalitesidir. Burada sözkonusu olan çocuğun zihinsel, dilsel ve sosyal gelişimidir. Burada sözkonusu olan sosyal ve tabii çevresiyle uyumlu olarak yetişmesidir. Burada sözkonusu olan eğtim sistemine adapte olma kaabiliyeti ve eğitim ve terbiye yoluyla gelecekteki hayatına hazırlanabilmesidir. Bu aynı zamanda hepimizin, anaokulu çalışanlarının, velilerin ve diğer kurumların birlikte çalışmak suretiyle başarabilecekleri toplumsal görevidir.“

20



din

39


bizden

Hangi Ürün Gerçekten Zayıflatır Bedirhan GÖKÇE

“Beni bir kez kandırırsan yazıklar olsun sana Beni iki kez kandırırsan yazıklar olsun bana” Yani herkesin herkesi bir defa kandırma ya da aldatma hakkı var. Hakkı demeyelim de şansı var diyelim buna. Anadolu’da da buna “her eşek çamura bir defa çöker” derler. Radyo-Tv reklamlarında yayınlanan bal reklamları geldi aklıma, ardından “ağrılara krem” “zayıflamaya biber-sirke” “selülite ilaç” “horlamaya jeton” “dökülen saça şimşir tarak” vs vs... Üstelik, hepsi doğal, hepsi yan etkisiz, hepsi ucuz, hepsi kesin sonuçlu, hepsi kaliteli…!!! Sür geçsin, ye bitsin, tak gitsin, iç yitsin Bu reklamlar bizim saf ve temiz

23

yanlarımızı kullanır ve hep de inanırız ama asla sorgulayamayız. “Ya bu paraya bu nasıl olur ya da olur mu öyle şey?” diye. Ulusal kanallarda yayınlanıyor olması, hele ki tüketiciye göre “güvenilen kanallarda” yayınlanıyor olması bir kez daha inandırıcı gelir aziz ve necip milletimize… Atı alan Üsküdar’ı geçtiğinde, aynı tv kanallarında bunların sahte olduğu, bakanlığın satışlarına el koyduğu sözünü işittiğinde; Artık kalan kremi nereye sürersin, balı ne şekilde yersin, biberi yakmadan nasıl çiğnersin, kalan saçını nasıl yolarsın, bilmem… Sonuç; Sabah programlarında uzun uzadıya “şu krem selülit bırakmıyor” diyenler çıkarsınlar yayına üç denek,


versinler gözüne kremi eğer geçiyorsa herkes görsün ikna olsun bitti gitti… “3 ayda bilmem kaç kilo verdiren hapı” yutturmadan önce alsınlar yine üç denek, çıkarsınlar her gün yayına alem görsün nasıl oluyormuş 80 günde devri alem, oldu bitti… Daha fazla örneklere girmeye gerek yok; Ekranlarda ürünü görmekten ziyade, ürünü kullananın üzerinde test etmek en net sonuçken bunu hiç biri yapmaz…

Sizce neden? İşin en acı yanı belki de “bir ürün” içlerinde “sadra şifa derde deva olacakken” , diğerlerinin yanında onun da yanıyor olması ve o reklamlarda oynayanların sahte gülüşlerinde kaybolan içler acısı durumları… Şimdi başlığa cevap verelim Zayıflama reklamında baban da oynasa şunu bil ki; Boğazına dur demeden, bedenine yürü demeden bu iş olmaz… Hala birileri “bal gibi de olur derse” Cevabım evet; “Bal gibi” olur ama o “bal” olmaz…

22


din

Buhranlarımız Günahlarımızdan Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde fitne ve fesat ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm, 30/41.) e hazindir ki, son asırlarda, İslam dünyasında acı, gözyaşı ve kan hiç eksik olmadı. Tarihte de Moğol İstilası, Endülüs yıkımı vb. durumlar yaşanmıştı. Ancak bu sefer durum farklı olmuştur. Çünkü Müslümanların içerisinde yaşadığı siyasi, ekonomik ve kültürel krizler, tedavisi zor yaralar açmıştır.

Kendi kültür ve geleneğinden habersiz yetişen genç kuşaklar, çareyi yabancı ideoloji ve felsefi cereyanlarda aramaktadır. Toplumsal hayatın her kesiminde insanlar arasındaki bağlar zayıflamakta, ancak bağımlılıklar gittikçe artmaktadır. Yaratıcısı ile rabıtası olmayan kuşaklar, kendilerini teskin edip rahatlatmak için kumar, içki, uyuşturucu vb. birçok alışkanlığın tuzağına düşmektedirler.

Müslüman ülkelerde son dönemlerde yaşanan etnik ve mezhep çatışmaları vicdanımızı sızlatmaya devam etmektedir. Şu sorular, bundan yüz yıl önce olduğu gibi bugün de cevabı aranan sorulardır. İslam alemi, kendi içinde yaşadığı bu kaos ve kargaşadan ne zaman kurtulacaktır? Hak-hukuk, adalet ve fazilette insanlığa rehberlik yapma sorumluluğunu ne zaman üstlenecektir?

Ailede, sporda, işyerinde, sokakta, kısaca hayatın her alanında şiddet gittikçe yaygınlaşmaktadır. Şefkat ve rahmet peygamberinin ümmeti, nasıl da şiddet ve acımasızlığın pençesine bu denli kendisini kaptırmıştır? Diğer taraftan ibadetler çoğunlukla ihmal edilir olmuş, ticari hayatta helal-haram bilinci zayıflamıştır. Yine edep, hayâ ve iffet duyguları yerini şeytani ve nefsani arzulara bırakmıştır.

Bugün İslam dünyası, maalesef, geçmişteki başarılarla övünmenin ötesine geçememekte; bilim, sanat ve teknolojide çağdaş dünyanın kendine yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getireme-

Toplumların ilerlemesi veya geri kalmasında sosyal, ekonomik ve politik faktörlerden, iç ve dış nedenlerden bahsetmek mümkündür. Ancak Kur’an açısından konu-

N

25 19

mektedir. Yaşantıda cihat, ilimde cihat ruhu zayıflamıştır. Yetişen nesiller, ne yazık ki, kendi kökünden kopuk; bize yabancı dünyaların, moda akımların taklitçisi olmaya devam etmektedirler.


ya yaklaştığımızda, bütün bunların arkasındaki temel özneye, yani insna faktörüne dikkat çekildiği görülür. Bu açıdan Kur’an’da eleştiri oklarının insanın kendisine yöneltildiği görülür. Sorumluluğun başkalarında değil, kendisinde olduğu tekrarlanır. Böylece nefsini sorgulaması, yaşadığı musibetlere ve olumsuzluklara karşı tavır alması ondan istenir. İnsanın başına hangi kötülük gelirse, bunu kendisinden bilmesi gerektiği, Allah’ın hiç kimseye asla zulüm etmeyeceği, ancak insanların kendi kendilerine zulüm edeceği belirtilir. Yine insanın tekâmül yolunda kendisini özeleştiriye tabi tutması övülür. Bütün bunlar, her Müslüman bireyin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Problemin kaynağını başka yerlerde değil, kendimizde aramalıyız. Nitekim şu ilahi beyan bizlere bunu hatırlatmıyor mu? “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.” (Maide, 5/105.) Yine Ra’d Suresi’nin 11. ayetinde manevi değerler istikametinde bir değişimin yaşanması gerekliliği ortaya konur. Bu ayette görüldüğü gibi Allah Teala’nın bir topluluğa olan tavrı, lütuf ve ihsanı, o topluluğun fert fert kendi iç dünyasında olanı değiştirmesine bağlıdır. O bakımdan dönüşüme ve yozlaşmaya değil, ilahi buyruklar çerçevesinde özden bir değişime ihtiyacımız olduğu muhakkaktır.

Sorumluluğu, çoğunlukla yaptığımız gibi, başkalarına yüklemek, kendimizi aldatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu bakımdan hangi konum ve seviyede bulunursa bulunsun, her Müslümana görev düşmektedir. Hiçbir kimsenin kendi durumunu hafife alıp sorumluluğu başkalarına atması doğru değildir. Zaten insan olarak, şu ayette beyan edildiği gibi, bundan sorumlu değil miyiz?: “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü tutar.” Eğer Müslümanlar arasında sosyal, siyasi bir kaos varsa, fitne ve fesat yaygınlaşmışsa, bunun sebebini sadece sömürgeci emelleri olan ülkelere bağlamak doğru değildir. Aksi bir durum, sorumluluktan sıyrılmaya çalışmak ve kolaycılığa kaçmak olacaktır. Üstelik bu, yazımızın başında belirttiğimiz ayette vurgulandığı gibi, beşeri sorumluluğu da göz ardı etmek anlamına gelecektir. Görüldüğü gibi, insanın ilahi buyrukları ciddiye almaması, bir ceza olarak gerek sosyal hayatta, gerekse doğal ve ekolojik dengede fitne ve fesadın, yozlaşma ve bozulmanın ortaya çıkmasıyla yine kendisine dönmektedir. Bugün sosyal ve siyasi bir kaos yaşanıyorsa, şu ayetin beyanıyla bunun en temel sebebi, Müslümanlar arasında velayetin, dayanışma ve yardımlaşmanın, birlik ve beraberliğin bulunmamasıdır: “Dini inkâr edenler birbirlerine sahip çıkarlar. Eğer siz birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada fitne kopar, müthiş bir bozulma ve fesat ortaya çıkar.” (Enfal, 8/73.)

26 20


en sevgili

İşi İyi Yapmak Hz. Aişe (r.a.)’den nakledildiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Aziz ve Celil olan Allah, birinizin, yaptığı işi en iyi şekilde yapmasından memnun kalır.” (Taberânî, el-Mu’cermil-Evsat, 1/275)

27

Hadis-i şerifin metninde geçen “itkan” fiili, bir işi sağlam ve hakkını vererek yapmak anlamına gelir. Kelime bu anlamıyla Kur’an-ı Kerim’ de Cenab-ı Hakk’ın sıfatı olarak kullanılmış ve bir ayette, “sub’allahillezi etkane külle şey’in” (bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’in sanatıdır) buyrulmuştur. (Neml, 88) Sağlam ve güzel yapılmasi istenilen iş hiç şüphesiz, meşru, yani salih amel türünden olmalıdır. Hz. Peygamber bir hadislerinde “ihsan” fiilini kullanarak buna işaret etmişlerdir. “Allah size her şeyde “ihsan”ı emretti. (Savaşta) 61-öldürürken (bile) güzel öldürünüz. Hayvanı keserken de güzel kesiniz.” (ibn Ebi şeybe, Musannaf, 5/455) “ihsan”, genelde, iyi ve güzel işler yapmak, ikramda bulunmak gibi anlamlara gelse de, hadiste görüldügü gibi, işi iyi ve güzel yapmak anlamını da taşır. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şerifte “ihsan”ı, “sanki görüyormuşçaıina Allah’a kulluk etmek” (Buhâri, iman, 36) şeklinde tanımlayarak, her zaman ve her yerde Yaratıcısını görüyormuş gibi kulluk eden bir müminin, her işinin iyi ve güzel olacağına ve yaptığı her işi de en iyi şekilde yapmaya gayret edeceğine işaret etmiştir. Bu yüzden birçok ayeti kerimede, Cenab-ı Hakk’ın, muhsinleri sevdiği, onlarla beraber olduğu ve onları ödüllendireceği ifade edilmiştir. (Bkz. Bakara, 195; Âl-i imran,134; Nahl 128; Ankebut, 69; Saffat, 80, 105) İşini iyi yapan insan hem Allah’a, hem de diğer insanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmiş bir kişi olarak gönül huzuru içinde olur. Kimseyi aldatmadığı için, kazancına haram katmamanın, çoluk-çocuğuna haram lokma yedirmemenin manevi zevkine erer. Siyasetten ticarete, bürokrasiden özel sektöre kadar her alanda işini iyi yapan, dünyada da ahirette de kazançlı çıkar. İşini iyi yapmayan, görevini savsaklayan kimse ise, kendi ihmalinden kaynaklanan maddi-manevi zararların vebalini üstlenmiş olacağı için aslında kendisini aldatmış olur. Yüklendiği kul haklannın hesabını verememesi Allah önünde onu müflis durumuna düşürür. Her alanda gelişmek ve ilerlemek, işi iyi yapmakla mümkündür. İnsan ancak çalışmasının karşılığını alacağı için (Necm, 39-40), çalışan, işini sağlam yapan, üstlendiği görevin hakkını veren insanlar ve toplumlar yükselmeye layıktırlar. Başarıya ulaşacaklar, Müslümanlar veya gayrimüslimler değil, Allah’ın sünnetine uyarak çalışan ve bütün tedbirleri


aldıktan sonra sonucu Allah’a havale edenlerdir. Yeterince çalışmayan ve işini hakkıyla yapmayan bireylerden oluşan bir toplumu Cenab-ı Hakk’ın, sırf Müslüman olduğu için başarıya ulaştırdığı görülmemiştir. Bugünkü İslam âleminin durumu bu gerçeğin çarpıcı bir ifadesidir. Geçmişte, dünyaya örnek olacak parlak bir medeniyet kurdukları için övündüğümüz atalarımız bu başarıya, ihlas ve samimiyetle çalışarak, işlerini iyi yaparak ulaşmışlardır. Örneğin, asırlara meydan okuyan Mimar Sinan’in şaheserleri, onun sanat dehasının yanı sıra, kılı kırk yaran titizliğinin ve işini en iyi şekilde yapma kaygısının bir sonucudur. Batı’ nın Rönesans’ına zemin hazırlayan orta çağın İslam âlimleri de, kendilerinden önce ortaya konmuş diğer din ve kültürlerin birikimlerini hiçbir komplekse kapılmadan değerlendirdikleri için, kendi azim ve çabalarıyla yükselttikleri ilim meşalesini onun kıymetini bilenlere devretmişlerdir. Bu meşale bugün Batı Medeniyetinin elindeyse bu, bizim, işimizi asırlardan beri iyi yapmadığımızın ve görevimizi ihmal ettiğimizin bir göstergesidir. Bir toplumun gelişmişlik düzeyi aynen, bileşik kaplardaki suyun düzeyi gibidir. Nasıl ki birbirine bağlantısı olan bileşik kaplardan birine konulan su hepsinde aynı düzeyi gösterirse, bir toplumun çeşitli katmanları ve devletin farklı kurumları da aşağı yukarı buna benzerlik gösterir. Örneğin eğitim kurumları iyi çalışmayan bir toplumda hem bireyler hem de diğer kurumlar bundan olumsuz etkilenirler. Diğer alanlardaki olumsuzluklar da böyledir. Yani aynı devlet yapısı içinde bazı kurumların çok iyi bazılarınınsa berbat olduğu söylenemez. Görüntü farklı olsa da temel işleyiş çok farklı değildir. Bir başka ifadeyle bir devletin kurumları bütün olarak ya iyidir, ya vasattır, ya da kötüdür. Bu da toplumsal düzeyle yakından ilgilidir. Çünkü bu kurumlarda çalışanlar o toplumun bireyleridir ve düzeyleri o toplumun genel düzeyinden çok farklı olamaz. Ancak, işlerin iyi gitmediği bir toplumda, her birey ya da her kurum, kendisinin iyi diğerlerinin kötü olduğunu söylemeye çok heveslidir. Bu durumda herkes başkasına akıl öğretmeye kalkışır. Kendisi başa geçtiğinde her şeyin düzeleceğini savunur. Ama hiç kimse, kendi görevini layıkıyla yapıp yapmadığını sorgulamaz. Öz eleştiri yapmak yerine kusuru başkalarında aramaya çalışır. Çünkü kötü gidişten sorumlu olanlar hep kendi dışındakilerdir. Bu kimseler için Ziya Paşa’nın, “Anlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde” beytini hatırlamamak imkân sızdır. Halbuki, bileşik kaplardaki su düzeyinin yükselmesi ancak ilave suyla mümkün olduğu gibi, yöneticisinden sade ferdine kadar, herkesin işini iyi yaptığı ve üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdiği, yani mevcut duruma ilave bir çabayla katkı sağladığı zaman, toplum da, devlet de hak ettiği yere kendiliğinden yükselecektir. Yorumlamaya çalıştığımız hadis işte bu yalın gerçeği bize hatırlatmakta, işini iyi yapmayanın, insanlar nazarında olduğu kadar Allah katında da makbul olmadığını ve kusurlu işten mükemmel sonuç alınamayacağını ifade etmektedir.

İşini iyi yapan insan hem Allah’a, hem de diğer insanlara karşı sorumluluğunu yerine getirmiş bir kişi olarak gönül huzuru içinde olur. Kimseyi aldatmadığı için, kazancına haram katmamanın, çolukçocuğuna haram lokma yedirmemenin manevi zevkine erer.

28


din

NAKIŞ NAKIŞ KÂİNAT ÇEKİM GÜCÜ VE HAREKET Derleyen: Yunus Emre TURAN

İnsan Yüzündeki Muazzam Geometri

Hayır o sinenlere yemin ederim. Akarak yuvalarına girenlere. (Tekvir Suresi / 15, 16)

29 23


Bu ayetlerin anlamlarını daha iyi anlamak için önce ayetlerde geçen kelimelerin Arapça anlamlarını inceleyelim. 15. ayette “sinenler” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça’sı “hunnes”tir. “Hunnes”e “akışın tersi, pusma, büzülme, sinme, gerilemek” anlamları verilmektedir. 16. ayette “yuvalarına girenlere” diye çevirdiğimiz deyim ise Arapça “kunnes”tir. “Kunnes”e “belli güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası” anlamları verilmektedir. 16. ayetteki “akış”ı ise “cereyan” kökünden türeyen “cariye” kelimesi karşılamaktadır. Bilimin birçok kanunuyla her an içiçe yaşarız. Çekim yasası, hareket yasaları, termodinamik kanunlar her an hayatımızın içindedir. Bilim adamlarının bilimsel buluşları, olmayanın keşfi değil, olanın açıklamasını yapmaktır. Çekim gücü Evren’de zaten vardır, fakat çekim gücünün tarif edilmesi, matematiksel formüllerle ortaya konması ilk Isaac Newton (1642-1727)’a nasip olmuştur. Kuran’da Allah’ın her şeyi bir ölçü ile yarattığı geçer. Herşeyin ölçü ile yaratıldığı iddiası evrene matematiğin hakim olması anlamına gelir. Çünkü ölçü konulan ölçülebilir, düzenlidir, matematiksel olarak ifade edilebilir. Bilim ancak 1700’lü yıllarda çekim gücünün önemini fark etmiştir.Allah Evren’deki yaratışlarında kullandığı çekim yasasına, kitabı Kuran-ı Kerim’de 600’lü yıllarda işaret etmiştir. Bu bölümün başında bahsettiğimiz ayetler incelenirse bu ayetlerin çekim gücüne, çekim ile hareket arasındaki dengeye işaret ettikleri anlaşılır. Gerek atomun çekirdeği, gerek gezegenlerin ortasındaki Güneş sinmiş, büzülmüş bir halde bulunmakta, atomdaki çekirdek elektronları, Güneş sistemindeki Güneş ise gezegenleri kendi içine çekerek onları da sindirmeye, büzdürmeye çalışmaktadır. Biz bu güce çekim, yerçekimi diyoruz. Merkezdeki sinmiş çekirdekler, Güneş’ ler etraflarındaki elektronları, gezegenleri kendileriyle birleştirmek, bütünleştirmek

isteyerek, onları da büzmeye, kendileri gibi sindirmeye yönelik kuvvet uygularlar. Böylelikle Tekvir suresi 15. ayette geçen “Hunnes” kelimesinin çekim gücünü ifade ettiği hiçbir zorlama yapılmadan anlaşılmaktadır. (Unutulmamalıdır ki Kuran’ın indiği dönemde insanlar yerçekiminin varlığından haberdar olmadıkları için terim olarak “yerçekimi” kelimesi yoktu. Kuran yerçekimini tarif için yerçekiminin fonksiyonu olan “Hunnes” [merkeze doğru çekilme, büzülme, sinme] kelimesini kullanıp bu güce dikkat çeker.) “Hunnes”e yani büzüşmeye, çekime yönelik kuvvete karşılık elektronlar, gezegenler çekirdeğe, Güneş’e yapışsalardı Evren’de ne bir gezegen, ne bir Güneş sistemi, ne yörüngeler, ne canlılık, ne de bu ihtişam var olurdu. “Cariye”ye göre yani “harekete, akışa” göre elektronlar, gezegenler Evren’e rastgele dağılsalar, çekimden (Hunnes’ten) tamamen kurtulsalardı, yine ne galaksiler, ne hayvanlar, ne bitkiler, ne renkler, ne de biz var olurduk. Bu iki ayrı oluşum sayesinde elektronlar kendi yuvalarında, yörüngelerinde, gezegen ler kendi yuvalarında, yörüngelerinde hareket ederler. Bu yuvada olmayı da 16. ayetteki “Kunnes” kelimesi mucizevi bir şekilde ifade etmektedir. Kuran yerçekimindeki merkeze çekişi “Hunnes” kelimesiyle, bu çekimden kurtulmayı sağlayan hareket unsurunu “cereyan” kelimesiyle ve her iki unsur sayesinde oluşan yörüngede olmayı “Kunnes” kelimesiyle anlatır. Böylece Kuran, yerçekimiyle ilgili terminolojinin var olmadığı bir dönemde, yerçekimine bağlı oluşumları açıklamıştır. Daha önce de gördüğümüz gibi Kuran’ın bazı ayetlerinde Allah bazı yaratılışlara, olaylara dikkat çekmek için olaylar üzerine yemin etmiştir. Bu bölümde incelediğimiz ayetlerdeki yemin edilen unsurlar hem Allah’ın Evren’deki mükemmel yaratışlarını, hem de Kuran’ın ifadelerinin mucizeliğini bir kez daha inattan arınmış zihinlere göstermektedir.

30 24



TDL

Treffpunkt der Lohnsteuerzahler e.V.

Lohnsteuerhilfeverein

ortalama

ı 800 € z ı n a vergi r a P e iadesi y İ d e ! h n İ y e m t e

TDL e.V. Beytullah IŞIK

Beratungsstellenleiter

Weseler Str. 128 47169 Duisburg (Marxloh) tel:. 0203 7566861 fax: 02037566860

Hans Böckler Str. 13 47226 Duisburg (Rheinhausen) tel:. 02065 56648 fax: 02037566860

www.tdl-ev.de | mail: beytullah.isik@tdl-ev.de | mobil: 0177 8566770


din

Gasiye Suresi Ahmet BAYER / Fürth Din görevlisi

Sure adını ilk ayetinde geçen ve „örten“ anlamına gelen „el-gasiye“ kelimesinden almıştır. Gasiye suresi, Mushaftaki sıralamada 88, iniş sırasına göre ise 68. suredir. Bu surede kıyametin dehşetinden ve herşeyi kapsayıp kâbus gibi çökeceğinden bahsedilmekte, insanların mahşerde iki gruba ayrılacağı ve cehennemliklerle cennetliklerin ahiretteki durumları tasvir edilmekte, kâinat kitabından Allah´ın varlığına dair delillere vurgu yapılmakta ve tebliğ yöntemi ögretilmektedir. 1-7. AYETLER: „(Ey peygamber) Dehşeti herşeyi kaplayıp bürüyen (kıyamet)in haberi sana geldi, değil mi? O gün birtakım yüzler zelildirler. Durmadan çalışırlar, (aşırı derecede) yorulurlar. (Sonunda) kızgın ateşe girerler. Onlara kaynar su pınarından içirilir. Onlar için beslemeyen ve açlığı gidermeyen kuru dikenden başka yiyecek de yoktur.“ Gasiye suresinin ilk ayetinde Hz.Peygamber muhatap alınarak kıyamet haberinin gelişi üzerinde durulmakta ve bu haberin ve devamında söylenenlerin bütün insanları ilgilendirdiği mesajı verilmektedir. Yüce Allah, ikinci ayetten itibaren ilk ayetteki soruyu cevaplandırmakta ve kıyamet saatiyle ilgili bilgiler vermektedir. İnsanların iki grup olarak ya azabı hak edip cehenneme atılacağı ya da nimeti hak edip yüksek cennetlere gireceği ifade edilerek azabın şiddetinin yorgun ve bitkin bir hal olduğu, inkârcıların gireceği cehennemin sıcak ve kızgın olduğu, içeceklerinin de kızgın ve sıcak olduğu ve onları serinletmeyeceği, yiyeceklerinin açlığı gidermeyen ve beslemeyen dikenden başka birşey olmayacağı, ancak onların elem ve ızdıraplarını arttıracağı haber verilerek inanmayan insan grubunun cehennemdeki halleri

33

açıklanıyor. 8-16. AYETLER: „O gün birtakim yüzler de vardır ki, mutludurlar. Çabalarından hoşnutturlar. Yüce bir cennettedirler ve orada boş bir söz işitmezler. Orada devamlı akan bir pınar, yükseltilmiş tahtlar, (önlerine) konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar ve serilmiş halılar vardır.“ Önceki ayetlerde cehennemliklerin durumu tasvir edildikten sonra bu ayetlerde de dünyada Allah´ın emirleri doğrultusunda yaşayan mü´minler için hazırlanan cennet nimetleri tasvir edilmektedir. Dolayısıyla mü´minler ilahi lütuflar neticesinde sevinçli ve mutlu olacaklar, onların yüzleri güleç, parlak ve güzel olacaktır. Onlar orada boş söz duymayacaklardır. Müfessirlerin de yorumladıkları gibi cennette „yalan, iftira, inkâr, küfür, yalan yere yapılan yemin, çirkin söz vb.“boş şeyler olmayacaktır. Bir hadis-i kudside belirtildiği gibi orada canların çektiği, gözlerin zevk aldığı hatta bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen son derece güzel ve değerli nimetler vardır. (Buhari,“Tevhit“35; Müslim,“İman“,312) Cennetliklerin bazı özellikleri sayıldıktan sonra burada da cennetin bazı güzellikleri örnek olarak ifade edilmektedir. “Cennette su pınarları,yükseltilmiş tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar ve serilmiş halılar“ cennet nimetleri olarak sıralanmıştır. Yüce Kur´an´da cennetle ilgili daha birçok detay sunulmaktadır ki; bütün bu nimetlerin ahiret için hazırlananlara sunulacağı ifade edilerek ebedi olan ahiret hayatı için hazırlık yapmanın gereği ortaya koyulmakta teşvik edilmektedir.


17-20. AYETLER: „(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine ve yeryüzünün nasıl yayıldığına hiç bakmazlar mı?“ Sadece Tenzili (indirilen ve okunan) Kerim kitabımız Yüce Kur´an-ı Kerim Yüce Rabbimiz´in kudretini ifade etmez. Kainattaki herşey Allah´ın kudretini gösterir. Bu ayetlerde de „Kevni Kâinat Kitabı“ nazara verilmekte ve içinde yaşadığımız evrenin ve çevrenin tanınması istenmektedir. Bu ayetlerde Yüce Allah´ın kudretinin eseri olarak kâinat kitabının dört konusu misal olarak verilirken bütün varlıklar aleminin insanlık tarafından araşıtırılması tavsiye edilmektedir. Burada „devenin yaratılışı“ canlılar alemini temsil ederken; “göğün yükseltilmesi“ bütün uzayı, içindeki yıldız ve gezegenleri hatta bütün galaksileri içermektedir. “Dağların dikilmesi ve yeryüzünün yayılması“ ifadeleriyle de tüm yeryüzü temsil edilerek; bu ayetler, bütün yaratılmışları kapsamı altına almaktadır. Dolayısıyla insanoğluna bütün varlıklar aleminin araştırılması, incelenmesi görevi verilmekte olup ve bunlardan ibret alınıp Yüce Allah´ın eşsiz kudretine teslim olmaları bütün insanlardan beklenmektedir. Ve bu ayetlerle ahiretin olmadığını iddia eden inkârcılara güzel cevaplar verilmektedir. 21-26. AYETLER: „O halde (Ey Peygamber), öğüt ver; çünkü sen sadece öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse, Allah iş0te öylesini en büyük azap ile cezalandırır. Şüphesiz onların dönüşü sadece Biz´edir. Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece Biz´e aittir.“ Allah Tealâ habibine, hiçbir baskı ve zorlamaya meydan vermeden insanları uyarmasını ve gerçekleri onlara tebliğ etmesini emretmektedir. Tebliğde zorlama olmamalıdır. Çünkü zorlamanın olduğu yerde gönülden inanma ve kabul etme olmaz. Zor durumda kalan kimsenin „inandım“ demesi sadece aldatma ve vaziyeti kurtarmadır. Bunun içindir

ki birçok ayetlerde Peygamberin görevinin insanları mutlaka hidayete erdirmek değil, sadece Allah´ın indirdiği vahyi tebliğ etmek olduğu hatırlatılmaktadır. Hz.Peygamber´in tebliğinde risalet hayatı boyunca Nahl 16/ 125. “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; insanlarla en güzel şekilde mücadele et, tartış.“ ayeti hakimdi. Böylece O (sav) önce gönüllere nüfuz etmiş, gönülleri fethetmiş, fethettiği gönüllerle kısa bir zamanda geniş bir coğrafyada tebliği yayılmıştır. Ayetlerin devamında tebliğ edildikleri halde söz dinlemeyip inkâra devam edenlerin olabileceği, gerçeklere arkalarını dönenlerin bulunabileceği ifade edilerek, bu kimseleri Yüce Allah´ın „en büyük azap“ ile cezalandıracağı vurgulanmaktadır. Kalem 68/33. Ayette de en büyük azabın ahiret azabı olduğu ifade edilmiştir. Surenin son iki ayetinde Kur´an´dan ve Hz. Peygamber´den yüz çeviren inkârcılar her ne kadar inkârlarında devam etseler de neticede varacakları yerin Allah´ın huzuru olduğu ifade edilmiştir. Genelde bütün insanların, özelde tebliğden ve hakikatlerden yüz çevirenlerin dönüşünün sadece Yüce Allah´a olacağı vurgulanarak hesaplarını da Yüce Allah´a verecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla inkâr edenlerin “en büyük azaptan“ kurtulmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır... Yüce Rabbimiz´den hesabımızın kolay görülmesini niyaz ediyoruz…

34


en sevgili

,

,

Peygamberimizin Dogrulugu Derleyen: Ömit GÜREL

Peygamberimiz, doğruluk ve dürüstlüğün en güzel örneği idi. O, çocukluğundan itibaren doğruluktan ayrılmamış, hiç yalan söylememiştir. Peyganmberliğinden önceki gençlik döneminde doğruluğu ve güvenilir kişiliğinden dolayı kendisine, «Muhammedü’l-Emîn» yani, «Güvenilir Muhammed» denilirdi. Düşmanları bile O’nun doğruluğunu kabul etmiş, kendisine yalancı diyememişlerdi. Peygamber olduğu zaman Mekke’de halkını İslâm’a dâvet için toplamıştı. Safa tepesine çıkarak orada taplananlara: «Ey Kureyş halkı! Size bu dağın arkasından bir düşman ordusunun geldiğini söylesem bana inanır mısınız?» dedi, orada bulunanlar: - «Hepimiz inanırız, çünkü sen ömründe yalan söylemedin» diye cevap verdiler. Bu toplululğun içinde Peygamberimizin en azılı düşmanları da vardı. Onlar da Peygamberimizin doğruluğunu itiraf etmişti.

2535

Peygamberimiz kendisi doğru sözlü olduğu gibi bizim de doğru olmamızı ve yalancılıktan sakınmamızı istemiş ve şöyle buyurmuştur: «Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk iyiliğe götürür, iyilik de cennete iletir. İnsan doğru söyledikçe ve doğruyu aradıkça Allah yanında doğrular zümresine yazılır. Yalandan sakının, çünkü yalan kötülüğe götürür, kötülük de cehenneme sürükler, insan yalan söyledikçe ve yalan peşinden koştukça Allah yanında yalancı olarak yazılır.» O, yalandan hiç hoşlanmaz, yalancıları sevmezdi. Peygamberimiz bir şey hakkında söz verdimi verdiği sözde mutlaka durur, gereğini yerine getirirdi. O, kurtuluşun doğrulukta olduğunu bildirmiş, doğruların kıyamet gününde peygamberlerle beraber olacağını haber vermiştir. Peygamberimize insanların hayırlısı kimdir diye soruldu. Peygamberimiz: «Her temiz kalbli ve doğru sözlü olanlardır» buyurdu.


dini bilgiler

Derleyen: Ümit GÜREL

“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min Suresi,60)

D

ua, kulun Rabbini tanıyarak O’nun sınırsız ve sonsuz kudreti karşısında, kendi acizliğini itiraf etmesi, derin bir sevgi ve saygı içinde O’ndan yardım dilemesidir. Müminler için dua etmek, hayatlarının ayrılmaz ve çok doğal bir parçasıdır. Kuran’ı Kerim’e göre dua etmek, Allah’a ulaşabilmenin en kolay yoludur. O, insana şah damarından daha yakın, her şeyi bilen ve işitendir... İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah’tan gizli kalmaz. İnsanların tamamı duaya muhtaçtır ve dua insana

değer kazandırmaktadır. Nitekim Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de “Deki; Duanız (yalvarıp yakarmanız) olmazsa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkan Suresi, 77) buyururken; Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de: “Dua rahmetin anahtarıdır” (Kütüb-ü Sitte c.6, Dua) buyurmaktadır. Dua denilince akla, insanın Allah’ı zikretmesi, Allah’a kusurlarını itiraf etmesi, kendisinin ve müminlerin ihtiyaçlarını arz etmesi gelir. Bunun içinde, duada Allah’a karşı samimi bir üslubun yaşanması gerekmektedir. Allah’ın azametini hisseden, O’nun azabından korkan ve rızasını kazanmayı isteyen insan, kalbinden gelen samimi ve dürüst ifadelerle O’na yönelir. Dualar kişisel değil, tüm mü’ minler için olmalıdır. Nitekim Peygamberimiz, mü’minin mü’min kardeşine yaptığı duanın makbul olacağını bildirmektedir.

36


mesneviden öğütler hikayeler

Küfre RazıKusun Olmak Minik Ögüdü , Küfürdür Dün mubaseyi seven birisi, bana bir sual sordu. Dedi ki: “ Küfre razı olmak küfürdür.” Bunu Peygamber söyledi, onun söylediği söz de doğrudur, yerindedir. Sonra da yine “ Müslüman olan kişinin her türlü kazaya razı olması lazımdır” Avcının yakaladığı küçükda kuş birdenkaza konuşmaya başladı: buyurdu. Kafirlik ve münafıklık Allah’ın ve kaderiyle değil mi? “Ben minicik bir kuşum” dedi, “etim, dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Eğer beni serbest işine yarayacak öğüt veririm. Dinle,mıyız? birinci öğüdüm şu: Fakat buna razıbırakırsan olursak (ilk hadise göre) üç kötülük etmiş olmaz Olmayacak duyarsan, inanma!” Razı olmasak o da bir suç,söz peki, ikisininasla arasında hangi çareye başvuralım.” Ona dedi ki: “Bu küfür, Allah’ın hükmüyle, Allah’ın emir ve rızasıyla değildir. Bu küfür yalnız şaşırmıştı. İkinci öğüdü isteyince küçük kuş: kaza veAvcı kaderin eserlerindendir. “Beni bırak, ikinci öğüdümü şu damın üstünde vereceğim.” dedi. Hocam, Allah’ın kaza ve kaderini, Allah’ın bilgisi olarak bil de şüphe ve tereddüdün kalmasın. kuşuçünkü bıraktı. Bir lahzada dama konan kuş: KüfredeAvcı razıyız, Allah’ın bilgisine muvafıktır, fakat bizim fenalığımızdan, bizim kötülü“Dinle” dedi, “geçip gitmiş şeyler için asla üzülme. Olan bilgisi olmuş,olmak biten bitmiştir ğümüzden meydana geldiğinden de razı değiliz. Küfür Allah bakımından küfür çünkü. Bak, karnımda on dirhem ağırlığında bir inci vardı. Çok kıymetli değildir, Hakk’a kafibenim r deme, burada dur! bir inciydi bu. Ne yazık ki elinden kaçırdın...” Küfür, cahillikten meydana gelir, fakat küfrün takdiri, Allah’ın bilgisidir. Avcırin daha şaşırmış, bıraktığına pişman etmeye, (Allah, kafi kafiçok rliğini ezeldekuşu bilir, serbest bildiği gibi de zuhur eder).olmuştu. Rüya veAh-vah mülayimlik manasına saçını başını yolmaya başlamıştı. gelen hilm ile, sümük manasına gelen hilm nasıl bir olur? Çirkin resim, ressamın çirkinliğini icap ettirmez ya. Kuş: “Neyaptığına, oldu?” diye sordu. “Niçin Çirkin de yapabildiğine birdövünüp delil olurduruyorsun? ancak. HattaBen hem sana olmayacak sözeresmi asla inanma dememiş miydim? Sen çirkin resmi, hem de güzel yapabildiğinden ressamın, inciolduğuna olduğunudelildir. duyunca öğüdü hemen unutkuvvetlikarnımda bir ressam Bubu bahsi açar, düzüp tun. Kendisi üç dirhem gelmeyen kuşun karnında on koşarsam sual ve cevaplar uzar gider. Ben de aşk nüktesinindirinci olur mu hiç? Üstelik ikinci de unutzevkinihemlik kaybederim. Allah’a hizmet, başka biröğüdümü şekle döner, muşa benziyorsun. Hani elden kaçırdığın şeyler için asla maksat hidayetten dalalet olur. üzülmeyecektin?!”

Avcı utanmış, başını yere eğimişti. “Üçüncü öğüdünü ver bari” diye inledi. Küçük kuş damdan kalkıp yüksekçe bir ağacın dalına kondu ve oradan gökyüzünün boşluğuna doğru süzülürken şöyle bağırdı: “Behey sersem avcı, sen verdiğim ilk iki öğüdü tuttun mu ki üçüncüsünü istiyorsun?..” *********** Ne güzel demişler: NASİHAT İSTERSEN ÖLÜM YETER...

39 37 35


* Gas-, Wasser-, Heizungs-, Klima- und Solartechnik * Wartung und Instandhaltung von Feuerst채tten * Fachkraft f체r barrierefreies Bauen * Kontrollierte Wohnrauml체ftung * Erneuerbare Energie


aile

Çizgiler, yüreklerimizde değil, yalnız alınlarımızda belirir. Çünkü insanın ruhu hiçbir zaman yaşlanmaz... James A. Garfield

H

astane koridorunda muayene için sıramı beklerken yanıma yaşlı bir teyze oturuyor. Işıldayan yeşil gözleri ve pembe-beyaz yanaklarıyla hâlâ güzel olan, çizgilerle derinlik kazanmış bu yüze bakarken içimden; “gençliğinde kim bilir ne kadar güzelmiş” diye geçiriyorum. Birbirimize geçmiş olsun deyip, hastaneye geliş sebebimizle ilgili bir-iki kelam ettikten sonra konuşmanın akışı içinde “Yaşın kaç?” diye soruyorum teyzeye. Mahcup bir yüz ifadesiyle, gözlerimi yaşartan, içime oturan o cevabı veriyor: “Evladım... Yaşımı söylemeye utanıyorum. Beni hastaneye taşıyıp duruyorlar. Ölemedim ki onlar da rahat etsin!” Israrım üzerine 84 yaşında olduğunu öğrendiğim

39 41


bu teyze gibi çevremizde yaşını söylemekten utanan daha kaç yaşlı biriktirdik/biriktiriyoruz acaba? Anne çocuğunu seve-okşaya büyütürken gururla söyler; “üç aylık oldu, yaşına girdi, okula başladı, gelin oluyor” diye. Çocuğunun ateşler içinde yandığı gecelerde ölsün diye beklemez başını. Gözünü açsın da, solan yüzü gülsün diye uykuyu, yemeği, gülmeyi hatta yaşamayı unutur anne, yaşasın, çok yaşasın diye yavrusu. Yaşlı annesinin hizmetini gören, onu sırtında taşıyan, böylece annesinin hakkını ödemiş olup olamayacağını soran genci uyarmamışmıydı Allah Rasulü: “Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise onun ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun.” Yaşını söylemekten utanmaması için yaşlılarımızın, evdeki varlığının bir velinimet, dudaklarından dökülen dualarının da bereket olduğunu hissettirebilmeliyiz. Yaşlılığın, sorunları olan bir dönem olduğu muhakkak. Ancak beraberinde getirdiği her türlü sıkıntı ve zorluğun, bir zamanlar belki kat kat fazlasıyla bizim için katlanılmış olduğunu unutmadan, her haliyle ve her şeyiyle onları sevip hürmet etmek inancımızın ve insanlığımızın bir gereği değil midir? Bir evin bebeği ve yaşlısı varsa, o haneiçin bir rahmet ve bereket vesilesidir her ikiside. Bebek dünyaya geldiğinde dualar edilir; “Allah analı-babalı büyütsün” diye. Anneli babalı olmak ne büyük bir lütuf ise, dedeli ve nineli büyüyebilmek de o denli önemli bir fırsattır. Çocuğun sevgi deposunun dolmasına ne çok hizmetleri vardır, şefkatle ok-

şayan ellerinin, ninni/hikâye söyleyen dillerinin. Yaşlılarımıza karşı “yaşın yetmiş, işin bitmiş” olduğunu doğrulatırcasına ortaya koyduğumuz tavırlar, yaşlının da bunu doğrularcasına bir yaşam sergilemesinin sebeplerinden değil midir? Halbuki son nefesi verinceye kadar yapılacak/yapılması gereken önemli ve yararlı işler hep vardır ve olmalıdır. Bunu görebilmek ve gösterebilmek de bir açıdan bizim sorumluluğumuzdadır. Artık hayatının kalan kısmını ölümü bekleyerek geçirmek yerine, ondan bilgi ve tecrübelerini paylaşmasını arzu edenlerin olduğunu bilerek, kendini değerli ve işe yarar hissetmesini sağlayabilecek imkânları verebilmeliyiz. Çevresinde birikimlerinden yararlanmayı isteyenlerin var olduğunu bilmek, yaşlıyı yaşama daha bir bağlayacaktır. Yaşlı ne yapabilir, ne hizmet üretebilir dememek gerekir. Yatalak hasta bile olsa yaşlımız, onun hastalığına sabrederek, bizim de ona hizmet ederek kazanabileceğimiz hatırdan çıkarmamak durumundayız. Şimdi nüzulüne tanık olurcasına sıcağı sıcağına bir daha titreyerek hatırlayalım Yüce Rabbimizin bize seslenen çağlar üstü hitabını: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”

Evlatların Aynada Göremediğini, Anne-Baba Tozlu Tuğlada Görür...

40 42


atamıza dair

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in de aralarında bulunduğu çok sayıda komutan ve kahraman askerimiz Çanakkale’de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine “Çanakkale geçilmez!” dedirtti. 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915’te Arıburnu’na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal’in komuta ettiği 19. Tümen, Conkbayırı’nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine Albaylığa yükselustafa Kemal Atatürk, 1881 y›l›nda Selânik’te di. İngilizler 6-7 Ağustos 1915’te Arıburnu’nda Kocakas›m Mahallesi, Islâhhâne Cadde- tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı si’ndeki üç katl› pembe bir evde do¤du. BaMustafa Ağustos’ta Anafartalar Zaferibas› Kemal Ali R›za9-10 Efendi, annesi Zübeyde Han›m’d›r. Baba taraf›ndan Haf›z AhmetKireçtepe, Efendi XIV-21 ni kazandı. Bu zaferidedesi 17 Ağustos’ta XV. yüzy›llarda Konya ve Zaferleri Ayd›n’dan takip Makedonya’ya Ağustos’ta II. Anafartalar etti. Çanakyerlefltirilmifl Kocac›k Yörüklerindendir. Annesi kale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk Zübeyde Han›m ise Selânik yak›nlar›ndaki Langaulusu,zaonurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını kasabas›na yerleflmifl eski bir Türk ailesinin k›z›bilmiştir. Mustafa Kemal’in askerlerine “Benticasize d›r. Milis subayl›¤›, evkaf katipli¤i ve kereste taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!” reti yapan Ali R›za Efendi, 1871 y›l›nda Zübeyde Mustafa’n›n befl kardeflinden emri Han›m’la cepheninevlendi. kaderinin değişmesinde etkili dördü küçük yafllarda öldü, sadece Makbule (Ataolmuştur.

M

dan) 1956 y›l›na de¤in yaflad›. Mustafa’n›n mutlu bir ailesi vard›. Karfl›l›kl› sevgi ve sayg› içerisinde Mustafa Kemal Çanakkale Savaşların’dan sonra yafl›yorlard›. Bu uyumlu ve mutlu aile yap›s›n›n 1916’da Edirne ve Diyarbakır’da görev aldı. 1 Nisan onun kiflili¤ini oluflturmas›nda olumlu etkileri ol1916’da Tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriymufltur.

le savaşarak Muş ve Bitlis’in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep’teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917’de İstanbul’a geldi. Veliaht Vahidettin Efendi’yle Almanya’ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karlsbad’a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918’de Halep’e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım * Veli DE⁄‹RMENC‹, Diyanet Çocuk Dergisi, Say›: 268 (Kas›m 2002), s. 3 (Geniflletilerek al›nm›flt›r). 1918’de İstanbul’a gelip Harbiye Nezâreti’nde (Bakanlığında) göreve başladı.

41

14

doğumunun

125. yılı anısına

atatürk

Mustafa Kemal Atatürk* (1881-1938)

Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsi Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra Selânik’e dönüp okulunu bitirdi. Çanakkale Savafllar›nda yaklafl›k 253.000 flehit veren Türk ulusu, onurunu ‹tilaf Devletlerine karfl› Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsiMustafa Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada korumas›n› bilmifltir. babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra Selânik’e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüfltiyesi’ne Kemal'in askerlerine "Benkaydoldu. sizeK›sa bir süre sonra 1893 y›l›nda Askeri Rüfltiyeye girdi. Bu okulda Matematik ö¤retmeni Mustafa Bey, ö¤taarruzu emretmiyorum, ölmeyi rencisinin ad›na “Kemal”i ilâve etti. 1896-1899 y›llar›nda Manast›r Askeri ‹dâdisini bitirip, ‹stanbul’da Harp Okulunda ö¤renime bafllad›. 1902 y›l›nda Te¤men rütbesiyle mezun olemrediyorum!" emri cephenin du. Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te Yüzbafl› rütbesiyle akademiyi tamamlad›. 1905-1907 y›llar› aras›nda fiam’da 5. Ordu emrinde görev yapt›. 1907’de Kola¤as› kaderinin de¤iflmesinde etkili (K›demli Yüzbafl›) oldu. Manast›r’a III. Ordu’ya atand›. 19 Nisan 1909’da ‹stanbul’a giren Hareketolmufltur. Ordusu’nda Kurmay Baflkan› olarak görev ald›. 1910 y›l›nda Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevralar›’na kat›ld›. 1911 y›l›nda ‹stanbul’da Genel Kurmay Baflkanl›¤› emrinde çal›flmaya bafllad›. 1911 y›l›nda ‹talyanlar›n Trablusgarp’a hücumu ile bafllayan savaflta, Mustafa Kemal bir grup arkadafl›yla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev ald›. 22 Aral›k 1911’de ‹talyanlara karfl› Tobruk Savafl›n› kazand›. 6 Mart 1912’de Derne Komutanl›¤›na getirildi.

Ekim 1912’de Balkan Savafl› bafllay›nca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolay›r’daki birliklerle savafla kat›ld›. Dimetoka ve Edirne’nindoğumunun geri al›n›fl›nda büyük hizmetleri görüldü. 1913 y›l›nda Sofya Ateflemiliterli¤ine atand›. Bu görevde iken 1914 y›l›nda Yar125. yılı anısına bayl›¤a yükseldi. Ateflemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu s›rada I. Dünya Saatatürk vafl› bafllam›fl, Osmanl› ‹mparatorlu¤u savafla girmek zorunda kalm›flt›. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirda¤’da görevlendirildi.

13


iş dünyası

POPCORNLOOP İLE SİNEMA TADINDA PATLAMIŞ MISIR ARTIK EVİNİZDE sadece

21,

49

KDV ve posta masrafları fiyatın içindedir Mısır ve aksesuar fiyata dahil değildir!

siparişleriniz için www.popcornloop.com

63


K eIi meIe r in gücünü a nIam ad a n, in s a nIa rın gücünü a nIay am a z) sın. (K on füçyüs

) k i l i y (i r ı ı y ğ a ı t H p ya , n a y ap a n d ah a d r ı y a ır. h d ı l r ı h ay ra) (Hz . A

li

Cömertl ik , ci m ri lik le is rafın de nge un su ru du r. (İm am-ı Gaz ali)

İy il ik , in s a n la rı bir bir ine b ağlay a n a l tın z in c irdir. (G oe th e)

Kötü hu yu âdet edinme, kökleşir. (Hz . Mev lan a) Se n de n e de c d ah a i y e m a k k o l a n i hi zme İşte amını o v a rs a, t v at a n np e a ve r. r ve r lik (Süle b ym a u d u r. n Hi lm i T un a

h an


Zahnärztin

Melikşah AYDOĞDU

Modern donanımlı muayenehanemizde ağız ve diş sağlığı ile ilgili her türlü tedaviyi hizmetinize sunuyoruz. Koruyucu ve estetik diş hekimliği yanısıra implant üstü protezler, kanal tedavileri, dolgular, diş eti sağlığı, çocuklar için diş bakımı ve tüm acil diş sorunlarınız için muayenehanemize başvurabilirsiniz.

Bickernstr. 76 ∙ 45889 Gelsenkirchen ∙ Tel.: 0209 87 77 87 ∙ Fax: 0209 800 82 58 E-Mail: zahnarztpraxis-aydogdu@gmx.de


güncel

ÇİFTE KAZIK!

45


ÇİFTE KAZIK! Yeni çifte vatandaşlık yasasının sadece Almanya’da doğanlara ve opsiyon modeli geçerli olanlara çifte vatandaşlık hakkı tanıyarak Türklere bu alanda bir kez daha sınırlama getirilmesi Almanya’da yaşayan Türk toplumunun tepkisine yol açtı. Bu hakkın Türklerin tamamını kapsamamasını eleştiri konusu oldu. SPD’nin Hıristiyan Birlik partileri ile yaptığı koalisyon pazarlığından herkesi kapsayan bir çifte vatandaşlık çıkmadı. Opsiyon modelinin kaldırılması da genel bir çifte vatandaşlık anlamına gelmemesiyle birlikte sadece burada doğacakları kapsıyor. Eyalet Başbakanı Hannelore Kraft, parti olarak çifte vatandaşlık konusunda daha fazlasına ulaşmak istediklerini belirtti. Kraft, “Daha fazlasına ulaşmak isterdik, müzakerelerde bunun için mücadele verdik. Maalesef sonunda sözümüzü tamamen geçiremedik. Ancak en azından şuan saçma opsiyon modeli ortadan kalktı” dedi. SPD’li Bavyera Eyalet Milletvekili Arif Taşdelen ise opsiyon modelinin kaldırılmasını önemli bir adım olarak değerlendirdi. Taşdelen, “Hem seçim kampanyası sırasında ve hem de koalisyon görüşmelerinde SPD çifte vatandaşlığın genelleşmesi yönünde doğru tavrı koymuş olsa da, federal seçimde aldığımız sonucu ve bu sonucun neticesinde koalisyon görüşmelerindeki konumumuzu göz ardı etmemek gerekir” dedi. Seçimleri kaybetmenin neticesinde çifte vatandaşlığı istedikleri şekilde kabul ettirememelerinden dolayı üzüntü duyduğunu söyleyen Taşdelen, “Başta birinci kuşaktan

büyüklerimiz olmak üzere birçok insanın çifte vatandaşlığı çoktan hak ettiğini düşünüyorum. Diğer taraftan opsiyon modelinin değişip, Almanya’da doğan göçmen ailelere mensup çocuklara otomatik olarak Alman vatandaşlığının verilecek olmasını da çok önemli bir adım olarak görüyorum. Yasa değişikliği hangi ayrıntıları ve kimleri kapsayacak, bunu beklememiz gerek“ ifadelerini kullandı. Koalisyon anlaşmalarının ayrıntılarına baktığımızda genel tabirde kullanılan ‘‘Almanya’ da doğanlara çifte vatandaşlık hakkı’’nın tam olarak gerçeği yansıtmadığını görüyoruz. Yani bu hak sadece Almanya’da doğmuş ama şimdiye kadar opsiyon modeli geçerli olan kişilere bir hak olarak verilmeyi öngmrüyor. Ayrıca yasa yürürlüğe girene kadar birçok gencimiz öyle ya da böyle sahip oldukları vatandaşlıklarından birinden vazgeçmek zorunda kalacaklar. Eğer SPD seçim öncesi ve sonrası verdiği vaatleri yerine getirebilmek adına taviz vermeseydi Türk toplumundan daha geniş bir destek bulacağı kesindi. 900 bin küsür Türk kökenli seçmenle elini daha da kuvvetlendirecekti. Seçim öncesi CSU’nun önde gelen isimlerinden Markus Söder Nürnberg kentinde yapılan Cumhuriyet kutlamalarında çifte vatandaşlığı desteklediklerini bildiren beyanından sonra CSU’nun koalisyon görüşmelerinde çifte vatandaşlığa en çok karşı çıkan parti olması da ayrıca manidar oldu.

46


güncel Bunlar bize neyi gösterdi? Türkler yine seçim malzemesi oldu. Yani kısacası çifte vatandaşlık çifte kazığa dönüştü. Buna rağmen partilerin bu tutumu sert bir şekllde eleştirilmesi gerekiyorken birçok STK’ nın yeterli değil ama bir başlangıç yaklaşımı siyasi partilerin ekmeğine yağ sürmektedir. Çifte vatandaşlık hakkında siyasiler ve vatandaşların görüşleri şöyle: Almanya’da çifte vatandaşlığın Türkler için kabul edilmemesini nasıl buluyorsunuz? Kesinlikle adaletli bulmuyorum. Niye diye sorarsanız. Buranın okul ve eğitim sistemine göre yaşıyoruz, aynı trafik kurallarını Enes Gencalioğlu uyuyoruz, aynı yolları paylaşıyoruz, biz de devlete vergi ödüyoruz, bu toplumun başına gelenlerden biz de üzüntü duyuyoruz, biz de diğer vatandaşlar gibi etkileniyoruz, sel felaketi olsun, ekonomik kriz olsun, işsizlik olsun. İş açısındanda tabiki pozitif etkileniyoruz çünkü biz de yaşıyoruz burada. O halde çifte vatandaşlığı kabul edilen diğer ülkelerin vatandaşlarından bizim farkımız nedir?! Türklerin geçmişte ve günümüzde Almanya için sarf ettiği emeği göz ardı edip bize ayrımcılık uygulanması tasvip etmiyorum. A ülke vatandaşına verilen hak, B ülke vatandaşına da aynı şekilde verilmeli. Aksi takdirde çifte standard oluyor ve bu kabul edilemez. Geçen bir kongrede Büyükelçimiz Hüseyin Avni Beyin sözlerini enteresan buldum. Konuşmasında şöyle söyledi: “Eğer biz burda (Almanyada) ölüyorsak ozaman biz buralıyız, burasıda bizim vatanımız”. İki ülke arasında mecburi vatandaşlık seçimini o yüzden

47

adaletli bulmuyorum. Alman vatandaşlığı için Türk vatandaşlığından vazgeçmeyi düşünebilir misiniz? Her bir vatandaşlık benim için büyük bir kazançtır. Türk vatandaşlığımı doğuştan kazanmışım ve bana Türk vatandaşlıgından çıkarsan Alman vatandaşlığını vereceğiz diyorlar. Biz pratikte zaten Alman vatandaşıyız, sadece bize vatandaşlık verilmiyor. Eşit şartlar oluşmuyor. Türkiye misalen çifte vatandaşlığı kabul ediyor, çünkü Türkiye vatandaşlığı kazanç olarak görüyor ama Almanya bizi kazanç olarak görmüyor maalesef. Geçmişte yaşamış olduğum, Türk vatandaşlığımın dezavantajını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaklaşık 2 yıl önce Hochschule Ansbach’ta “Wirtschaftsingenieurwesen” bölümünü okurken yurtdışı İngiltere Newcastle’ de, staj yapmayı planlıyordum. Bir şirket ile anlaşmaya varmıştım. Her türlü okul işlemlerim yapıldı, vize işlemlerini de şirketin vize departmanı ayarlıyordu. Fakat vize işlemleri süreci son haftalarda kontratım iptal edildi. Sebep, Avrupa ülkesi vatandaşı olmamam. İngilterede oturma müsade alımında belirli şartların yerine gelmesi gerekiyormuş. Işte o vakit Avrupa vatandaşlığının iş ve okul sahalarında kesinlikle kolaylık sağladığını gördüm. Burada yaşayan diğer vatandaşlara çifte olabilirsin deniliyor, bize hayır çifte vatandaş olamazsın demelerini anlamış değilim! İnaniyorum ki bu yönde politikacılar anlaşma sağlayacak. Talha Kurhan: Genel olarak çifte vatandaşlık konseptini nasıl buluyorsunuz? Genel olarak çifte vatandaşlık konseptini mantıklı buluyorum. Bence bütün yabancı uyruklu Almanya’da yaşayan vatandaşlara böyle bir hakkın sunulmasından yanayım. Çifte vatandaşıik bir zenginlik simgesidir aslında, o yüzden çifte vatandaşlık konsep


tini sonuna kadar destekliyorum. Alman yasasina göre çifte vatandaşlık Türkler için kabul edilmemektedir. Bu durum hakkinda neler söyleyebilirsiniz? Bu hakkı Alman devletı şimdilik sadece Avrupa ülkelerine ve İsviçre’ye sunmaktadır. Türkler için böyle bir hak sunulmamaktadır. Bunun en kısa zamanda değiştirilmesinin gerektigini düşünüyorum. Benim gibi Almanya’da doğup büyümüş Türk gençlerimizden çok var ve bu gençlerin de çifte vatandaşlık hakkı olduğunu düşünüyorum aynı Fransız, İspanyol vs gibi vatandaşların hakkı olduğu gibi. Alman vatandaşlığı için Türk vatandaşlığından vazgeçmeyi düşünebilir misiniz? Alman vatandaşlığı için Türk vatandaşlığından vazgeçmeyi göze alabilmekteyim.Neden diye soracak olursanız, birincisi Almanya’da yaşıyorum ve üniversitede okuyorum, bu nedenle alman pasaportum ile bu ülkede her yönden daha avantajlıyım, oy hakkımı kullanmaktan, üniversitede ki bürokratik işlere kadar. Benim için şu an hangisi daha faydalıysa ben onu seçerim. Tabii ki bu Türk kimliğimi kaybettiğim anlamına gelmez, kimlik konusu ayrıdır vatandaşlık yine ayrı bir konudur. Türk ebeveynlerin Almanya’da doğan çocuklarına vatandaşlık konusunda 23 yaşına kadar Türk ve Alman vatandaşlığı arasında zorunlu seçme hakkı tanıyor. CDU/ CSU bu sınırı SPD ile anlaşma yoluna varabilmek icin 30 yaşına kadar uzatmayı önerdi. Bu teklifi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben de daha 23. yaşıma girmediğim için bu haktan yararlanıyorum, yani çifte vatandaşım. Daha 23. yaşıma basmama 3 sene olsa da, her iki ay da bir zarf geliyor ve erkenden tercih yapmam isteniliyor. Fakat bu sıklıkta ki hatırlatmayı, daha çok zorlama olarak görüyorum, ne de olsa daha 3 senem var. Fakat öneriye geri dönecek olursam, fena bulmuyorum ama süper bir öneri de değil, ne de

olsa sadece zorunlu seçme hakkını 23’den 30 yaşına çıkarıyor. Ama dediğim gibi fena değil, o 7 sene de neler değişir Allah bilir, belki de çifte vatandaşlık yasasını çıkarırlar. Bu yüzden fena değil. Çifte vatandaşlık hakkın da ne düşünüyorsunuz? Çifte vatandaşlık artık zo runlu oldu ve bunun için mücadelemiz devam ede cek! Yıllarca Türklere çifte va tandaşlık ve yerel seçme hakkının verilmesi için CSU’ da mücadele veriyoİsmail Akpınar CSU Belediye rum. Çifte vatandaşlık ve Encümen adayı yerel seçim hakı Almanya’ da artık zorunlu oldu ve en kısa zamanda da yürürlüğe konulmalı. Bir bölüm göçmenlere, özeliklede Türklere 2000 yılından itibaren o zamanın SPD/Yeşiler hükümeti tarafından uygulamaya konan bu çifte standart mutlaka son bulmalı. Partimin önemli siyasatçileri son haftalarda bana bu konularda açıkca destek çıkması beni çok sevindirdi ve şimdiye kadar CSU içinde verdiğim bu zor, ama bu ülkedeki geleceğimiz açısından da çok önemli mücadelenin boşuna olmadığını bana tekrar gösterdi. Bu günlerde CDU/CSU içinde bu konular hararetli bir şekilde tartışılmakta. Çifte vatandaşlık ve yerel seçim haklarının verilmesi için partimde çalışmalarımız önümüzdeki günlerde de yoğun bir şekilde sürdüreceğiz ve imkânlarımızın dahilinde bütün gerekli olan girişimlerde de bulunacağız. İnşallah başarılı oluruz.

48


güncel Was ist Ihre Meinung zur doppelten Staatsbürgerschaft für Menschen mit türkischem Migrationshintergrund in Deutschland? Ich persönlich kann die Möglichkeit zur doppelten Staatsbürgerschaft nur unterstützen. Den Pascal Stefan Zwang, sich für ein “Land” entscheiden zu müssen, kann ich dahingegen in einer Gesellschaft, die von sozialer Mobilität und grenzübergreifender kultureller Vielfalt geprägt ist, nicht nachvollziehen. Meiner Meinung nach geht mit diesem Vorhaben eine sehr engstirnige Sicht auf die Welt einher. Warum sollte man Migranten (welcher Generation auch immer) dazu zwingen sich explizit für das eine oder das andere zu entscheiden, wenn es das eine oder das andere konkret vielleicht gar nicht mehr gibt? Auch mit der einfachen Staatsbürgerschaft wird der einzelne Migrant seine Wurzeln -ob religiös, kulturell oder eine einfache Verbundenheit- nicht leugnen. Warum ihm also nicht die Wahl lassen, sich auch per Dokument an verschiedenen Standorten heimisch zu fühlen? Generell erschließt sich mir der dringende Klärungsbedarf momentan nicht ganz, da ein Stück Papier sowieso nie endgültig das verkörpern kann, was die Staatsbürgerschaft letztlich ausdrücken soll.

Ümit Sormaz CSU Belediye Encümen adayı

49

Genel olarak çifte vatandaşlık konseptini nasıl buluyorsunuz? CDU/CSU Optionsmodell dedikleri konsept de gençlerimiz 23. yaşına kadar çifte vatandaşlığı taşıya biliyorlar, fakat ondan sonra ikisinden birisini seçmeleri gerekiyor. Bu durumun böyle olması biz

Türkler için çok üzücü bir durum ve maalesef yoğunlukla Türkleri ilgilendiren bir durum. Bunun böyle devam edemeyeceğini ve değişmesinin gerektiğini çok şükür bizim partimizde de anlaşıldığını düşünüyorum. Fakat bu konuda partiyi suçlamak belki yanlış olur. Partide sonuç itibariyle toplumda yaşayan belirli kesimlerin düşüncelerini temsil ediyor. Ve bu durum Türkiye’mizde de farklı değil. Ordaki partilerde buna benzer davranışlarda bulunuyor. Beni sevindiren husus ama şu ki: Uzun yıllardan sonra da olsa sonuç itibariyle partimizde bu olayda farklı düşünülmesini sağlamamız ve çalışmalarımız bu konuda boşa gitmemesi. Bu sonuç beni çalışmalarımda daha da güçlendiriyor ve CSU içinde doğru yolda olduğumuzun ıspatıdır. Mevcut Alman yasasına göre çifte vatandaşlık Türkler için kabul edilmemektedir. Bu durum hakkında neler söyleyebilirsiniz? Yukarıda bahsettiğim gibi bu durum iç açıcı değil, fakat değişiklikleri de görmek gerekiyor. Cumhuriyetimizin 90. kuruluş yıldönümü töreninde Bavyera maliye bakanı Markus Söder bu konuda değişikliklerin bizi beklediğini ve hatta yerel seçim hakkının yabancılara verme taraftarı olduğunu ifade etti. Bunda biz Türklerin emegi olduğuna inanıyorum ve aynı zamanda başarımızın bir simgesi olduğunu düşünüyorum. Siz Türk vatandaşlığından çıkmış bulunuyorsunuz. Bunun sebebi nedir? Bu çeşitli sebeplerden kaynaklanıyor. Birincisi siyasi çalışmalarım için bir mecburiyetti, çifte vatandaşlık olmadığı için. Ama konsolosluklardaki muameleler de sebeplerden birisiydi. Fakat o durum baya bir değişti ve artık hizmet düşünceleri çok farklı oldu. Ama çalışmalarımızın sonucuna bakarsanız yine Türk vatandaşı oluruz ama bu kez çifte vatandaşlığı elde ederek. Serhat Önder/ Talha N. Yıldız



sağlık

GRİP VE NEZLE Ali AYDIN

B

Bilindiği gibi 1918 ve 1919’ lu yıllarda grip salgısını global bir hal almış ve 20 milyon kişinin ölümüne sebep olmuştur. Bu dünya tarihinin en büyük salgın hastalık trajedilerinden biridir. Bu ölümlerin sayısının fazla olmasnın sebebi o dönemler sanayi devriminin yoğunlaştığu insanların bir arada yaşadığı ve savaş ortamının olmasıdır. Hastalık bulunduğu bölgede ortalama 2-3 yılda bir yaygın salgın yapmaktadır. Ayrıca bu hastalık her 10 -15 yılda bir ise Dünya genelinde büyük salgınlara sebep olmaktadır SOĞUK ALGINLIĞI (NEZLE) İLE GRİP AYNI ŞEY MİDİR ? Hayır değil ve çok birbirine karıştırılır. Üst solunum yollarında yani kulak burun boğazda virüslerle oluşan hastalıklara soğuk algınlığı (nezle) denir. Soğuk algınlığına sebep olan yüzlerce virüs vardır. Bunların belli başlıcaları Rhinovirus, Coronavirüsler, Parainfluenza virüsü, Respiratuar Sinsisyal virüslerdir. Grip e ise influenza A B ve C virüsü sebep olur. Her iki hastalığında belirtileri birbirinden çok farklıdır. Soğuk ve nemli hava, yorgunluk, stres, beslenme eksikliği gibi faktörler soğuk algınlığını kolaylaştırır. Gripteki gibi en sık tokalaşma ile bulaşır. SOĞUK ALGINLIĞININ (NEZLE) BELİRTİLERİ: -Boğaz ağrısı -Hapşırma, aksırma

51

-Burun akıntısı ve tıkalı burun -Ses kısıklığı -Nadiren ateş (genelde 38 altında), nadiren baş ağrısı ve nadiren tüm vücutta kırgınlık GRİP BELİRTİLERİ: -Ani Başağrısı -38-39 derece ateş -Vücutta genel ağrı ve kırgınlık (sırt, kol ve bacaklarda olmak üzere) -Yorgunluk -Genelde kuru öksürük -Bazen burun tıkanıklığı , hapşırma ve nadiren boğaz ağrısı -Üşüme, titreme, terleme GRİP SEBEPLERİ: İnfluenza A, İnfluenza B ve İnfluenza C virüslerinin neden olduğu viral bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu hastalık bakteriyel bir hastalık olmadığından öncelikle antibiyotiklerle tedavisi mümkün değildir. Gripte kuluçka süresi 2-3 gündür. Yani 2 veya 3 gün sonrada başlayabilir. 2 ile 5 gün içerisinde geriler. Ortalama 1 hafta sürer. Ancak nadiren 2 haftaya kadar uzayabilir. Bu gibi durumları hemen hekiminizle görüşünüz. Bazen gribin seyrine göre ve vücut direncinize göre başka komplikasyonlar olabilir. Hekimiz size ilave ilaçlar verebilir. GRİP NASIL BULAŞIR? • En sık Tokalaşma ile bulaşır. • Yakın konuşma • Öpüşme, damlacık enfeksyounu


• Kalabalık ortamlarda bulunma Normal hayat akışı içinde mecbur kalmadıkça tokalaşmamak belki işe yarar gibi gözüksede tokalaşmak zorunda olduğumuz anlar olacaktır. Daha az sıklıkla tokalaşmak riski azaltacaktır. El yıkama ile (an az sabunlu su ile 2 dakika) tokalaşsak bile hastalığın geçmesini önleyebiliriz. Grip olma riskini azaltmanın diğer bir yolu da grip aşısıdır. GRİP AŞISI KİMLERE ÖNERİLİR? Risk altında olanlar: • 65 yaş ve üzerindekiler • Grip aşısı kronik kalp ve akciğer hastalığı olan yetişkinler ve çocuklar (astımlı çocuklar da dahil). • Böbrek, kalp,hipertansyon,kronik akciğer hastalığı olanlar • Diyabet ( Şeker hastalığı olanlar ) • Bağışıklık sisteminde yetersizlik veya baskılanma durumları ( kanser hastaları, AIDS enfeksiyonu olanlar, organ nakli yapılmış olanlar, steroid ilaç alanlar, kemoterapi ya da radyoterapi uygulananlar) • Kan hastalıkları tedavisi görmüş veya hastanede görmekte olanlar (Hemoglobinopatisi olanlar) • Sağlık personeli ve hastane çalışanları • Yuva, okul, bakımevi ve fabrika gibi topluluklarda yani kalabalkık ortamlarda bulunanlar GRİP AŞISI NE ZAMAN YAPILMALIDIR? Grip aşısı ne zaman yapılmalıdır sorusu herhalde en sık sorulan sorulardandır. Bizim gibi avrupada yaşayanlarda salgın sonbahar aylarının başlangıcında yapılmalıdır. Bu genelde Eylül, Ekim ve Kasım aylarıdır. Ayrıca Mart Nisan ayında ikinci salgın dönemi olduğundan Eylül, Ekim ve Kasımda aşı yapılmayanlar var ise bunlara kış aylarında aşı yapılabilir. Burada ne kadar erken davranılırsa koruyuculuk daha etkin olmaktadır. Her yıl aşı yeniden hazırlanır. Bu sebeple yeni aşıların gel-

mesi bazı ülkelerde gecikebilir. Yine de ideali Eylül ayı içinde yaptırmaktır. Grip komplikasyonları: Grip hastalığının en sık komplikasyonu zatürre gelişimidir. Uzayan grip şikayetleriniz var ise mutlaka hekiminize başvurunuz. Hastalık iyileşmez, uzar, ateş devam eder, solunum sıkıntısı başlar ise bu zatürre habercisi olabilir. Hemen hekiminize başvurunuz. Grip Aşısı Kimlere Yapılmaz? - Yumurta alerjisi olan kişiler (yumurta yeyince dilde şişme, solunum güçlüğü, kan basıncında düşme gibi belirtileri olanlar). - Daha önce yapılan grip aşısı yaptırmış ancak ciddi reaksiyon yaşamış kişiler - Guillian-Barre Sendromu olanlarda grip aşısı yapılmaz. Esen kalınız, Aile hekiminiz Ali Aydın ve İç hastalıkları uzmanınız Nurcan Demirci Aydın

52


hukuk

Yurtdışı Borçlanma ve Emeklilik (2. Bölüm)

Av. Ender SÜREKLİ

8. Borçlanma talebinden vazgeçilmesi durumunda ne olur? Borçlanmadan vazgeçildiyse, tebliğ edilen borç üç ay içerisinde ödenmeyecek ve bu durumda da borçlanma işlemi sonuçlanmayacaktır. Ancak, kişi tebliğ edilen borç tutarını ödedikten sonra borçlanmaktan vazgeçer ise, veya aylık bağlanmasını gerektiren şartları yerine getiremiyorsa; gerek kendisi, gerek de hak sahiplerine yaptıkları ödemeler, ancak yazılı talepte bulunmaları şartıyla, faiz uygulanmaksızın TL olarak iade edilmektedir. 9. Borcun tamamı ödenmez ise, yatırılmış paralar ne olur? Tebliğ tarihi itibarı ile üç aylık süre zarfında tahakkuk ettirilen borcun bir kısmı ödendi ise; ödenen miktar ile orantılı süre geçerli sayılmakta olup; kalan sürenin geçerli sayılması, yeni bir borçlanma talebine bağlı olmaktadır.

göre sigortalı olarak çalışmaya başladıkları, tarihten itibaren kesilir. 11. Almanya’da işverenle yapılan Altersteilzeit anlaşması Yurtdışı Borçlanmayı geçersiz yaparmı? Almanya’da Altersteilzeitgesetz’in yasal emeklilik yaşına kadar fiilen çalışmadan aylık alınmasına rağmen primler ödenmeye devam edilecektir. Her ne kadar İşveren ile anlaşmış dahi olunsa fiilen işyeri ilişkisi devam etmektedir. Dolayısıyla yasal emekliye ayrıldığınız tarihten itibaren ancak başvuru yapılabilinir.

Bu konu ile alakalı ve diğer hukuki konularda her türlü soru ve sorununuza Kuzey Bavyera DİTİB Hukuk Telefon Servisi hattından ÜCRETSİZ danışabilirsiniz: 0911 - 99 00 77 81

10. Yurtdışı borçlanma yoluyla bağlanan aylıklar hangi hallerde kesilir? Yurtdışında sigortalılık veya ev kadını olarak geçen sürelerini borçlanarak malullük, yaşlılık ve emekli aylığı aylığa / hak kazanaların, bu aylıkları; - Almanya’da ikamete dayalı bir sosyal sigorta yada sosyal yardım ödeneği almaya başladıkları, - Türkiye’de sosyal güvenlik kanunlarına

53

Kuzey Bavyera Ditib Hukuk Servisi Çarşamba 17.00-18.00 ve Pazar 14.00-15.00 Ayrıca bu konuda gelecek haftalarda derneklerimizde yapılacak değişik seminerlerimiz olacaktır. Ayrıntılı Bilgiler Facebook Sayfamızda bulabilirsiniz: www.facebook.com/suerekli.net





abide şahsiyetler

Dr. Sadık Ahmet Derleyen: Gökhan ÖNDER 7 Ocak 1947 yılında, Gümülcine vilayetinin küçük Sirkeli köyünde dünyaya gelen Batı Trakya Türkleri’nin lideri Dr. Sadık Ahmet, ilköğrenimini kendi köyünde, orta ve lise öğrenimini Gümülcine’deki Celal Bayar Lisesinde tamamladı. 1966-67 yılında önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine bir yıl sonra da Selanik Üniversitesi Tıp fakültesine giden Sadık Ahmet, 1974 yılında bu fakülteden hekim olarak mezun oldu. Üniversite mezuniyetini, Yunan Ordusunda 34 ay süren piyade erliği izledi. Hemen ardından da, Orta Yunanistan’da bir yıl mecburi hekimlik hizmetinde bulunarak, 1978 yılında Batı Trakya’ya döndü. Batı Trakya’ya gelişi ile birlikte; bir yandan Cerrahi ihtisasını yaparken diğer yandan da toplumun sorunları ile yakından ilgilenmeye başladı. Dr. Sadık Ahmet, 1985 yılında Batı Trakya çapında bir imza kampanyası başlattı. Amacı Batı Trakya Türkleri’nin sorunlarını dünya kamuoyuna duyurmaktı. Yaklaşık 15.000 imza topladığı bir sırada (8 Ağustos 1986) tarihinde tutuklandı. 25 Eylül 1987 tarihinde tek başına Selanik’e giderek, orada toplantı halinde bulunan Demokrasi İnsan Hakları üyelerine toplum sorunlarını ileten bir broşür dağıttı.

1988 yılında kampanyasından ötürü 30 ay hapis cezasına çarptırıldı. 18 Haziran 1989 seçimleri öncesinde milletvekilliği adaylığı iptal edildi. 26 Ocak 1990 tarihinde Batı Trakya Türkleri’ ne “TÜRK” diye hitap ettiği için hapis cezasına çarptırıldı ve Selanik Dudullu hapishanesine gönderildi. İki ay hapis yattıktan sonra, hapis cezası paraya çevrildi ve serbest bırakıldı. 8 Nisan 1990 milletvekili seçimlerinde aday oldu ve ikinci kez bağımsız milletvekili seçildi. Batı Trakya Türkleri’nin ilk siyasal partisi olan Dostluk, Eşitlik ve Barış (DEB) partisini kurdu (13 Eylül 1991). 1993 genel seçimlerinde Yunanistan’ın getirdiği kasıtlı seçim barajı dolayısıyla parlamentoya giremedi. Batı Trakya Türkleri’nin haklarını dünya platformunda ararken bir yandan da Batı Trakya Türkleri’ni iktisaden kalkındırma projeleri üzerinde çalıştı. Evli ve Levent ile Funda adında iki çocuk babası olan Dr. Sadık Ahmet; Batı Trakya Türk azınlığının haklarının imza altına alındığı Lozan barış antlaşmasının yıldönümü olan 24 Temmuz 1995 günü şüpheli bir trafik kazasında hayata veda etti.



iş dünyası

İşbank AG’de yeni yönetim! Hem bireysel hem de ticari bankacılık alanlarında 20 yıldır faaliyet gösteren İşbank AG, son yıllardaki büyümesine paralel olarak Yönetim kadrosunda da yeniliklere imza atmaktadır. 1 Ekim tarihi itibariyle İşbank AG’nin yeni İcra Kurulu üyeleri Nevzat Burak Seyrek ve Robert McCormack görevlerini devralmış bulunmaktadır. İşbank AG’nin yeni Genel Müdürü Nevzat Burak Seyrek 1970 Ankara doğumlu olup, eski bir İşbank AG (GmbH)’lidir. 23 yıldır Türkiye İş Bankası Grubunda görev yapan B. Sey rek 1994 – 2001 yılları arasında İşbank GmbH Genel Müdürlük Krediler Bölümünde görev yapmıştır. Bugün sadece Türkiye’nin değil, yakın coğrafyasının da en büyük bankası olan Türkiye İş Bankası Grubunun 100 milyar USD’a ulaşan bilanço büyüklüğü ile ülkemizin çok önemli bir marka değeri olduğunu, İş Bankası’nın ulaştığı aşamadaki en önemli faktörün kolektif milli sermaye gücü, çalışanlarıyla ve müşterileriyle bütünleşmiş iş yapma tarzı ve geleneği olduğunu ifade eden N. Burak Seyrek, İşbank AG olarak önümüzdeki süreçteki amaçlarını: ‘ Grubun global vizyonuna, Türkiye ve AB arasından yıllar itibariyle sürekli gelişen dış ticaret, kültür ve yatırım ilişkilerine paralel olarak, geçmişte olduğu gibi önümüzdeki yıllar için de istikrarlı gelişim ve güven üzerine kurulmuştur. Bu köklü karşılıklı ilişkilerin yanı sıra, Almanya başta olmak üzere Avrupa genelindeki yaygın Türk Nüfus ve onlar tarafından kurulmuş işletmelerle birlikte gelişim potansiyeli açısından çok önemli bir değerdir. Yeni yönetim olarak da bu dönemdeki en önemli prensibimiz

59

şeffaflık ve muhataplarına çözüm üreten iş kültürü ve ileri teknoloji desteğiyle müşterilerimize en kaliteli hizmet anlayışının sağlanması’ diye dile getirmektedir. 1964 Almanya doğumlu diğer İcra Kurulu Üyesi ve Genel Müdür Yardımcısı Bay Robert McCormack ise 1986 senesinden itibaren bankacılık sektöründe çalışmakta olup, farklı bankalarda yöneticilik görevleri üstlenmiştir. Gerek Almanya, gerekse uluslararası alanda zengin bir bankacılık ve yöneticilik birikimine sahip olan bay McCormack en son olarak Postbank’ta üst düzey yönetici olarak görev yapmaktaydı. Bay McCormack tecrübesini İşbank AG’ye aktarabilmenin heyecanını ve mutluluğunu yaşadığını vurgulamıştır. Türkiye’nin lider bankası olan Türkiye İş Bankası A.Ş., Avrupa’daki faaliyetlerini daha etkin bir şekilde sürdürmek amacıyla 1965 yılında Almanya’da temsilcilik, 1980 yılında şubeler açarak hizmet vermeye başlamış, 1992 yılında ise Avrupa’daki tüm şube ve temsilciliklerini İşbank GmbH adı altında Frankfurt’ta kurduğu iştirakin altında birleştirmiştir. Almanya, Hollanda, Fransa, İsviçre ve Bulgaristan olmak üzere faaliyetlerini Avrupa’da beş ülkede sürdüren İşbank, Türkiye ve Avrupa’daki müşterilerine Bireysel, Ticari ve Kurumsal Bankacılık alanına giren tüm bankacılık ürün ve hizmetlerini sunmaktadır.



iş dünyası

2013 Diplom Enzim Terapi Sempozyumu Münih`de yapıldı! Bütün devletlerden tıb doktorları, eczacılar ve doğal terapistler 19 ve 20 Ekim 2013 tarihinde Münih` de bir catı altında buluştular. 4`ü bay 20`si bayan olmak üzere toplam 24 davetli o güne renk kattı. MOHA-Doğal Sağlık Merkezinin yöneticisi ve kuruluscusu Bay Özel Alan seminerin ilgi odağıydı. 1800 yılından 2013 e kadar Enzym hakkında yapılan ilmi ve tıbbı bilgiler, gelişmeler ve buluşlar, çeşitli tıb öğretim üyesi doktorlar tarafından açıklığa kavuşturuldu. Seminerleri veren önemli şahıslardan birkaç tanesi : Dr. med. Helmut Münch , Dr.med. Rudolf Inderst, Dr.med. Rainer Schroth bu iki günün sonunda imtihandan geçen davetlilerden Özel Bey Enzym-Terapi-Diplomasına hak kazananlar arasında yer almıştır. Dr.med.Rainer Schroth: Ünlü Schroth tedavi sisteminin mucidi Dr.med.Rainer Schroth bilinmeyen bilgileri seminerde su üstüne çıkardı ve anlattı. Dr.med.Helmut Münch: MEF= Medizinische Enzymforschungsgesellschaft e.V. Wobenzym Plus, Phlogenzym ve Innovazym

61

gibi onlarca ürünün mucidi olan Enzim-İlimKuruluş Başkanı Sayın Münch Özel Alan beye Enzim-Terapi-Diplomasını takdim ederken. Dr.med.Rudolf Inderst: Avusturya Tıbbi-İlim-Arştırma-MüessesiBaşkanı. Göğüs ve pankreas kanserinin tedavileri hakkında en tıbbı, gelişmeli- olumlu bilgileri ve Matrix tedavisi ile ilgili Seminer verirken. Uzun süren bir eğitim 1980 yılından itibaren tıb`da az bilinen ve değeri aslında çok olan enzim tedavi öğrenim sistemine ağırlık veren Özel Alan 2013 Ekim ayında Münih`deki İlim-Araştırma-Kuruluşun özel seminerine katılarak Diplom-EnzymTherapeut belgesi alarak bu ilmin zirvesine ulaşmıştır. M.Özel Alan her ay çeşitli fuar ve seminerlere iştirak ederek MOHA Sağlık Merkezine en yeni ve aktuel bilgileri elemanlarına sunarak bilgide ve teknolojide en zirve gelişimleri Sağlık Merkezinde uygulatmaktadır.


Kasım 2013 Seminerinden birkaç örnek! Ortomolekül ürün konzept branşında yılın en muhteşem, en verimli, en ilgi çekici semineri kasım ayında Bad Iburg`da yapıldı. Konu: Stresin bedensel, hormonsal ve ruhsal yönden insana yaptığı etkiler ve korunma çareleri idi. Dr. Kober seminerinde stresin tıbbi tanımını çok ilginç bir şekilde tanımladı. Stres: Eustres ve Dystres diye iki kategoriye ayırarak tanımladı. Genel vücut reaksionlarının stres karşısında bedensel, hormonsal ve ruhsal olarak tıbbi değişimlerini, karşı cevab veriş fonksyionlarını teker teker izah etti. Halka tıbbi açıklamalar çok ağır geleceğinden burada izahı mümkün değil, ancak bu uygulamalar Moha Doğal Sağlık Merkezinde tatbik edilecektir. İnsanın bir saniyede bilgi alım ölçüm kapasitesi göz, tat, işitme, duygu ve anlayış kapasitesine göre bir saniyedeki algılamasına göre vücut etkilenir ve o duruma göre stres reaksionları ve ona göre vücudun vereceği davranışlar ve reaksionlar ortaya çıkar. Mesela örnek verecek olursak: Gözlerimiz saniyede üç milyon çalışma hız ve alım, kapasitesinde reaksion gösterir. Beş duyu organımızında böyle reaksion ve algılama pozisyonunda olduğunu düşünürsek, stresli durumlarda vücudumuzun yıpranma payının ne ka dar fazla olacağını düşünmeli ona göre davranış ve yaşantılarımızı tanzim etmeliyiz. Stres bütün organları ya bozar, yada çalışma sistemini altüst eder. Hormon üretim sistemini tamamen degenere ederek sıkıntılar meydana getirir. Stres, vücut oksijenini azaltır. Kalb frekansını çoğaltır. Tansiyon ve şekeri artırır. Kanı bozar. Nefesi çabuklaştırır. Refleksi artırarak vücut dengesini bozar.

Bağışıklığı çökertir. Sindirimi, metabolizmayı bozar. Düşünceyi azaltır. Hormonları bozarak, insanı kısırlaştırır. Seminerde insanlarda rol oynayan adrenalin, serotonin, gaba, melatonin, noradrenalin, hipofiz, epifiz, böbrek üstü bezleri, kuatır, kadınlık ve erkeklik hormonlarının stres karşısında nasıl bir işleyiş aşamaları geçirdiği dönemler teker, teker, uzun, uzun, anlatıldı. Kronik iltihapların stresden kaynaklandığı seminerde kanıtlandı. Dr. Janusz Sanecki ise - Oxidativ stresden - Nitrosativ stresden ve bunların meydana getirdiği serbest radikallerden ve onlara karşı korunma çarelerinden bahsetdi. Seminer o kadar olumlu ve verimli idi ki asrin vebası olan bu stres masaya yatırıldı ve çok faydalı etken bilgilere sahip olundu. Korunma çareleri bu ilmin ışığında MohaDoğal-Sağlık merkezimizde uygulanacaktır. Yıllarca bu daldada ilmi araştırmalarda bulunan M.Özel Alan 2013 ekim ayında bu semineride tamamlayarak bu dalda ortomolekül ilmin ışığı altında stres ve korunma çareleri hakkında bir uzmanlık belgesi almıştır. Bu araştırmaların bilgi ve praktik uygulamalarını Moha elamanlarınada aktaran bay alan bu daldada yepyeni bir canlılık kazandırarak müşterilerine daha sıhhi ve daha verimli bir hayat kazanmada rol oynayacaktır. İlim Çindede olsa ara bul. (Hadisi Şerif ) Herşey sihhatınız için, Ha bura, hada çin. İyi yaşa, güzel geçin, Koyver gitsin stresin.

62


iş dünyası

DENİZLER ALEMİNDE BİiLİNMEYENLER Mehmet TOPSAKAL

Bu ayki yazımızda sizlere deniz aleminde bilinmeyenler ile alakalı bir derleme yaptım, umarım bu derlemem sayesinde bazı bilgiler edinmiş oluruz. Sağlıklı yaşam diyoruz ama denizler alemindeki yaşamı da bilmek en doğrusu dedim ve de bu sayımızda sizlere değişik türden balıkların bilinmeyen yönlerini tanıtmak istedim. Aşağıda derlemiş olduğum bilgiler hem bilgilendirici hem de düşündürücü enterasan bilgiler içermektedir. En büyük deniz balığı balinadır. Bir balinanın uzunluğu yaklaşık olarak 15 m.’dir. Balina köpekbalığının uzunluğu ise 12 m.’dir. En küçük balık Filipinler’de yaşayan bir kaya balığı 1 cm. boyundadır.En uzun yaşayan balık Karadeniz’de yaşayan Mersinmorina’ların 120 yıl kadar yaşadığı görülmüştür. Bu balıkların ağırlıkları bir tondan fazladır. En az yaşayan balık Afrika ve Güney Amerika nehirlerinde en fazla bir yıl yaşayan 26 cins balık vardır. Yağmurlu mevsim sonunda nehirler kuruduğu zaman ölürler. Ölmeden önce, kuraklığa dayanıklı yumurtalarını yumurtlarlar. Yağmurlu mevsim başladığı zaman yumurtalardan yavrular çıkar. Bu balıklar bir yıldan daha az yaşarlar. En hızlı balık yelken balığının saatte 68 mil (109 km.) hızla yüzdüğü bilinmektedir. En zehirli balık Hint Okyanusu’nda ve Büyük Okyanus’ta yaşayan taş-

63

balıkları en zehirli balıklardır. Son derece acı veren zehirleri altı saat içinde ölüme sebep olur. Fakat bütün sokmalar öldürücü değildir. Elektrikli yılanbalığında kaç volt elektrik vardır? Elektrikli yılanbalığında 550 voltluk elektrik vardır. En yükseğe sıçrayan balık bir Tarpo’ nun 5 m yükseğe sıçradığı ve 9 m’lik yay yaptığı bilinmektedir. En süslü balık hindi balığıdır. En çirkin balığın taşbalığı olduğu söylenir. En büyük balık sürüsü Ringa balığı sürüsünde 300 milyon balık bulunur. En uzun isimli balığın adı nedir? Çütre balığı Hawai’de humuhumunukunuku-apuaa adıyla tanınır. Balık yağmuru nedir? Kasırga ve hortumlarla denizden taşınan balıklar, gökyüzünden yağmur gibi yağarlar. Bu duruma, balık yağmuru denir. 1806’da Almanya’nın Essen kentinde büyük bir dolu tanesi bulundu. Dolunun içinde 4 cm. uzunluğunda bir sazan vardı. 2.7 kg. ağırlığında bir başka balık gökten, Hindistan’daki Jelapur’a düştü. Kılıçbalığını tanıyor musunuz? Bir kılıçbalığı kılıcının; bakır zırhı 10 cm.’lik levhayı, 30 cm.’lik beyaz meşe kerestesini, 65 cm.’lik sert meşeyi delip geçtiği bilinmektedir.Köpekbalıklarında kaç tane solungaç bulunur?


Her ne kadar köpekbalıklarında beş tane solungaç yarığı varsa da bazılarında altı solungaç yarığı bulunur. Yedi solungaç yarıklı köpekbalıkları da vardır. Balıklar suda nasıl hareket eder? Sandıkbalığı ve denizatlarının dışında bütün balıklar vücutlarını ve kuyruklarını sallayarak yüzerler. Balığın bu haraketi, yılanın karadaki haraketine benzer. Onun için buna yılankavi haraket denir. Yılan, yerde haraket ederken vücudunun farklı kısımlarını yer üzerindeki ufak çıkıntılara bastırarak vücudunu öne iter. Balıklar da vücudunu kıvırırken suyu bastırır ve böylece kendini öne götürür. Dört Gözlü Balıkların gözleri ikiye bölünmüştür. Balık yüzeyin altında yüzdüğünde gözün üstü suyun üstünü, gözün altı suyun altını görür. Karayutan kendi büyüklüğünün iki katını yutabilir. Ağızlarında, çenelerini çok açabilmeye olanak veren menteşe yapıları bulunur. Uçabilen bir balık olarak bilinmesine rağmen aslında süzülür. Bu balık, yan yüzgeçlerini kullanarak suyun yüzeyinden 3 metre yükselebilir. Yürüyen yayın Oksijeni soluyabilen özel yapıları sayesinde suyun dışında 4 gün yaşayabilir ve yan yüzeylerindeki ayaksı yapılar sayesinde bir gölden başka bir göle sürünebilir. Dünyada en çok bulunan balık küçük tatlı su balığı olan ışıldak balığıdır. Bilim adamları, ışıldak balıklarının sayısının trilyonlara ulaştığını tahmin etmektedir. Bir yunus balığı en fazla kaç yıl yaşar? Beyaz burunlu yunus (Lagenorhynchus albirostris): 20-30 yıl Yunus, tırtak (Delphinus delphis): 30 yıl Siyah yunus (Tursiops truncatus): 35-40 yıl kadar Yuvarlakbaşlı yunus (Grampus griceus): 2030 yıl En kısa hayat süren balık Afrikada yaşayan Aplocheilidae familyasına dahil bir tür olup muhtemelen 8 ay ömür sürer.

Akvaryum balıklarından bazı dişiler, akvaryumda baskın erkek olmadığı zaman cinsiyet değiştirip erkek olabilir. Kalkan balıkları yavruyken dişidir ancak 5 yaşına geldiklerinde birçoğu erkeğe dönüşür. Çöpçü Balığı Pullarının arasında bulunan parazitler balıkları çok rahatsız eder. Çöpçü balığı denen küçük balıklar da, dişleriyle balıkların üzerindeki parazitleri toplayarak beslenirler. Parlak siyah-mavi çizgili vücutları ve özel zigzag dansları çöpçü balıklarını tanıtan özellikleridir. Çöpçü balıkları büyük balıkların ağzının içine girerek dişlerini de temizlerler. Kılıçdişli balık da çöpçü balığını taklit eder. O da siyah-mavi çizgilidir. Çöpçü balığı gibi büyük balığın önüne gelerek zigzag dansı yapar. Amacı çok farklıdır, büyük balık temizlenmek için ona doğru geldiğinde ileri fırlar ve balıktan büyük bir parça et kopararak uzaklaşır. Balıklar dünyasına ait yukarıda bir kısmını zikrettiğimiz enteresan bilgilere baktığımızda ilk dikkatimizi çeken husus tabiki büyük baliklar kücük baliklari vede acımasız yorumuna karşı şefkatli ve ekolojik dengeyi sürdürücü bir dayanışmanın hâkim olduğu görülmektedir. Eer güçlü olan türlerin daha zayıf türleri ortadan kaldırdığı şeklindeki görüş geçerli olsaydı, denizlerimizde sadece devler ve canavarların yaşaması gerekirdi. Halbuki çok güçlü görünenlerin aşırı yayılmasını önleyici tedbirler yanında, çok zayıf görünenlerin de yok olmasını önleyici tedbirleri birlikte yaratan bir irade çok açık olarak görül mektedir. Yaratıcı’nın akılları hayret ve dehşete düşüren sonsuz kudretinin tecellileri iyi incelendiğinde, başıboşluk ve tesadüfî oluşlar yerine tabiatta belli sınırlar dahilinde türleri muhafaza edici ve her türe yaşama imkânı sağlayıcı bir nizamın tesis edilmiş olduğu herkes tarafından kabul edilecektir.

Akvaryum balıklarının cinsiyeti

64


kültür

,

Tugra Derleyen: Harun ÖNDER

D

ivan-ı Hümâyun’da hazırlanan belgelerde sıkça görülen tuğra , Oğuz Han’ ın yazılı nişanından doğmuş olup Osmanlı sultanlarının simgesi, bir tür imzasıdır. Kelime itibarıyla Oğuz Türkçesi’nde “hakanın imzası ve buyrultusu” anlamındaki “tuğrağ” sözcüğünden gelir. Osmanlılar tuğrayı Anadolu Selçukluları’ndan aldılar ve ilk defa Orhan Bey döneminde (13261361) kullandılar.

Önceleri feman, berat, vakfiye gibi yazılı evrakın baş kısmına konan tuğranın kullanım alanı zamanla yaygınlaşmış; mühürler, paralar, pullar ve kitabeler üzerinde de kullanılmaya başlanmıştır. Tuğralarda devrin padişahının adından başka babasının adı da bulunurdu. Orhan bin Osman, Murad bin Orhan gibi.

65

Tuğraların içeriği zamanla değişikliklere uğradı. Çelebi Mehmet devrinde tuğraya “han” ünvanı, II. Murat’tan sonra “muzaffer daima” deyimi eklendi. II. Mahmut, tuğrasına adaletli anlamına gelen “adlî” sıfatını koydurdu. 1643 yılına kadar sefere çıkan vezirlerin de tuğra çekme (kullanma) yetkisi vardı. Bu yetki, Kemankeş Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı sırasında kaldırıldı. Tuğra Türk el sanatları içinde önemli bir yere sahiptir ve kâğıdın yanısıra ipek ve deri üzerindeki uygulamalarıyla da güzel örnekler sunmuştur.


Bären Apotheke Eczaci Hýdir Ateþ Bahnhofstr. 75 45879 Gelsenkirchen Her zaman hizmetinizde!

Sizin dilinizi konuþan Sizi Eczane! Tel: 0209 27 10 90 Fax: 0209 27 12 02 Hafta içi: 8:30-18:30 Cumartesi: 9:00-16:00

www.eczanemiz.de info@eczanemiz.de


çocuk

Merhaba Arkadaşlar, geçiyor. Her gün yeni Okulda dersler çok güzel şfetmek çok güzel bir bilgiler öğreniyorum. Ke en bazen sıkılıyorum. şey! Ama ödevleri yapark ı anladı herhalde, bu Öğretmenim bu sıkıntım verdi. Ertesi güne hersefer eğlenceli bir ödev rta getirsin, dedi. kes okula haşlanmış yumu Okulda kahvaltı mı Anlayamadım ilk önce. yapacaktık acaba? sında birer yumurta Ertesi gün hepimizin sıra la bekliyorduk. Her vardı. Merakla ve heyecan Benimkinin adı ‘’Emin’’ yumurtaya isim verildi. venilen demekmiş. oldu. Emin, kendisine gü ‘’Muhammedü’l Emin’’ Peygamber Efendimize s ona güvenir ve inaderlermiş. Çünkü herke nırmış. arkadaşıyla buluşacakPeygamberimiz bir gün zamanı kararlaştırmış. Görüşecekleri yeri ve imiz o saatte oraya mışlar. Peygamber Efend kmuş. Saatlerce onu gitmiş. Fakat arkadaşı yo beklemiş. sözü unutmuş. Çarşıda Meğer arkadaşı verdiği ış ki Efendimiz onu dolaşıyormuş. Bir bakm uş, üzülmüş. bekliyor. Çok mahcup olm mamış. Düşünebiliyor Efendimiz ise ona hiç kız saatlerce musunuz, söz verdiği için

67


beklemiş. Ne fedakârlık değil mi? Böyle birine kim güvenmez ki? Böyle birini kim sevmez ? Ben çok seviyorum, onu örnek alıyorum kendime. Gelelim benim Emin adlı küçük yumurtama… Onu her gün okula getirip götürecekmişim. Kırılmasın diye ona gözüm gibi bakacakmışım. Bir hafta böyle geçecekmiş. Yumurtam sapasağlam kalırsa ödevimi başarıyla tamamlayacağım. Böylelikle sorumluluk almayı öğreneceğim. Sözümde durmuş olacağım. Eğlenceli bir ödev ama göründüğü kadar da kolay değil. Bugün serviste bir çocuk çarptı mesela. O kadar sinirlendim ki bağırdım ona. Yumurtam kırıldı diye nasıl korktum. Neyse ki bir şey olmamış. Ama çocuk ağlamaya başladı. Yumurtam kırılmasın derken onun kalbini kırmıştım. Çok utandım yaptığımdan. Kaş yaparken göz çıkardım adeta. Halbuki Efendimizin kimseye bağırdığı görülmemiş. Ben neden hemen sinirleniyorum böyle? Hemen özür diledim, gönlünü aldım. O sırada eve gelmişim bile. Olanları anneme anlatınca bir çare buldu annem. Bir kutunun içine pamuk koydu. Üzerine de yumurtayı yerleştirdi. Sonra da kapağını kapattı. Yumurtam artık güvendeydi. Bugün küçük bir yumurtanın sorumluluğunu aldım. Yarın daha büyük sorumluluklarım olacak. Ve ben hep onun gibi emin, sözüne sadık biri olacağım!

68


mizah


to mbi yol arkadaäim

L

LA

HE

L

LA

HA

Mini Salami Äxmdx seqkxn Marketlerde a nk bik ka m to

k

bi

m

to

TAMTÜRK, Arnold-Dehnen-Str. 39* 47138 Duisburg Tel.: 0203 / 417 98 30 * Fax.: 0203 / 417 98 47




Am Zeehnthof 47 45307 Essen Tel: 0170 282 75 05 www.securoderm.com


bulmaca


bulmaca




bulmaca



Peynirli Kabak

Peynirli Kabak Nasıl Yapılır? • • •

• •

Kabakları soyup, yarım parmak kalınlığında uzunlamasına kesin ve bir süre ızgarada bir süre pişirin. Bir kabın içine peyniri, yumurtayı ve baharatları koyup iyice karıştırın. Hazırladığınız peynirli harcı, bir fırın kabına dizdiğiniz kabakların üzerine eşit olarak koyun ve üzerlerine de bir kabak dilimi koyun. Üzerlerine zeytinyağını gezdirip, 180 derece kabaklar iyice pişene kadar fırınlayın. Sıcak servis edin.

Malzeme Listesi 4 adet kabak 250g kaşar loru 1 adet yumurta Tuz, karabiber, kırmızı tozbiber Dereotu 2-3 yemek kaşığı zeytinyağı

Afiyet olsun! 80





Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.