Mahya Bayern Ağustos 2014

Page 1

Sayı 69 | Ağustos 2014 | Ücretsiz Bayern

ş i m Ş E BirL r e l t e Mill e ş İ e N ? r a r Ya

2014

DİTİB Aylık Dergi




İÇ İ N DE K İ L E R 03

BİZDEN 7 17 19

Bizden makale ve haberler Bedirhan GÖKÇE: Kahrolsun Demekle Olmaz Ahmet TURGUT: Zalimin Sağdan Yanaşması

DİN 21 23 25

Bir Konu Bir Ayet: Dünyevileşme Tuzağı Bir Hadis Bir Yorum: En Büyük Cemaat Tefsir: İnşirah Suresi

MESNEVİ’DEN HİKAYELER 27

La Havle Yiyen Eşek

AİLE 29

Söz Ola Kese Savaşı, Söz Ola Kese Başı

31

ATA’MIZA DAİR

33

HİKMETLİ SÖZLER TARİH

35

Seyid Sofrasından Hasoda Sofasına

GÜNCEL 41

BirLEŞmiş Milletler Ne İşe Yarar

45

NSU Davası


_SAĞLIK Terleme Gesundhaus

49 51

BirLEŞmiş Milletler Ne İşe Yarar?

HUKUK Aile Birleşimi

53

İŞ DÜNYASI 41

Meslek Tanıtımı

55

Kapak konusu - Sayfa 41

ABİDE ŞAHSİYETLER Malcolm X

59

KÜLTÜR Çeşm-i Bülbül

61

ÇOCUK

63

Çeşm-i Bülbül Sayfa 61

BULMACA Kare Bulmaca Sudoku Çengel Bulmaca

71 73 75

Yemek Tarifi

80

Yazar/Senaris

San

Ahmet TURGUT Zalimin Sağdan Yanaşması Sayfa 19 Arapçadan girmiş b anat, dilimize

S

lime... Üzerinde uzlaşılmış genel g bir tanıma sahip değiliz. Lakin bili ki; zevk, haz, rağbet misali bileşenleri va Eskilerin diliyle zarafet ve letafet ister. B

04


künye

IMPRESSUM/KÜNYE DİTİB Nürnberg e.V. Kurfürstenstraße 16 90459 Nürnberg

Bankverbindung/Hesap Numarası Commerzbank Nürnberg IBAN: DE94 7604 0061 0540 7739 00 BIC: COBADEFFXXX

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Serhat Önder +49 (0)179 6677888 serhat.oender@mahya.de

YAYIN KURULU

GENEL KOORDİNATÖR Oğuz Yurtalan +49 (0)171 3583191 oguz.yurtalan@mahya.de WEB KOORDİNATÖRÜ Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de NRW Temsilcisi Orhan Arslanmirze +49 (0)159 01043848 orhan.a@mahya.de Türkiye/İstanbul Muhabiri Koray Kuşkuş +90 (0)554 5618244 koray.kuskus@mahya.de DAĞITIM SORUMLUSU Gökhan Önder +49 (0)176 70055077 goekhan.oender@mahya.de KAPAK/GRAFİK TASARIM/BASKI AddGraphic info@addgraphic.de Mahya Dergisi basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Yazı ve ilanlardan yazı ve ilan sahipleri sorumludur.

05

Alptuğ Demir alptug.demir@mahya.de Bülent Bayraktar buelent.bayraktar@mahya.de Av. Ender Sürekli ender.suerekli@mahya.de Eyüp Erdem eyuep.erdem@mahya.de Gökhan Önder goekhan.oender@mahya.de Harun Önder harun.oender@mahya.de Mehmet Aznavuloğlu mehmet.aznavuloglu@mahya.de Serhat Önder serhat.oender@mahya.de Talha N. Yıldız talha.yildiz@mahya.de Yunus Emre Turan emre.turan@mahya.de


DİTİB KÖLN

Almanyada’daki Türk İslam Toplumunun Onur Projesi Yapılacak olan bu Cami ve Kültür Merkezi, müslümanların bu toplumda kendilerini daha yerli hissetmelerini sağlayacak ve bu anlamda uyuma büyük ölçüde katkı sağlanmış olunacaktır. Cami, Dini Bilgiler Kursu, Eğitim Merkezi, Gençlik ve Spor Merkezi, Kadınlar Merkezi, Araştırma Merkezi, İlmi Kütüphane, Dinler Arası Diyalog Merkezi, Seminer Salonu, Konferans Salonu, Ticari Bürolar, Alışveriş Merkezi, Basın Merkezi, Kapalı Otopark, Çocuk Bakım Merkezi gibi sosyal ve kültürel birimlerini bünyesinde bulunduracak olan Merkez Camii, iki minare (55 metre) ve şeffaf parçalardan oluşan bir kubbeye (36,50 metre) sahiptir.

BU KALICI ESERDE SİZİN DE BİR KATKINIZ OLMASINI İSTİYORSANIZ 1. BANKA HAVALESİ YOLUYLA BAĞIŞ Empfänger: Türkisch-Islamische Union Kontonummer: 505566000 Bankleitzahl: 37040044 Commerzbank Köln Verwendungszweck: Merkez-Camii

2. TELEFON YOLUYLA BAĞIŞ

0 900 1070105 Sabit hattan bağışta bulunmak istiyorsanız (her aramada 5€)

06 12

MAHYA . EYLÜL 2010 20


bizden

Ramazan Bayramı Mesajı Rahmetiyle bizleri karşılayan, bereketi ile kucaklayan, Müslümanlara sabrı, nimete şükrü, yanı başımızdakini fark etmeyi ve paylaşmayı öğreten on bir ayın sultanı Ramazan ayını geride bırakarak, mutluluk ve sevincin, sevginin ve kardeşliğin topluma dalga dalga yayıldığı Ramazan Bayramına kavuşmuş bulunuyoruz. Umuyor ve diliyoruz ki 11 ayın sultanı olan Ramazan ayı, kulluğumuzu onaran değer ve yükümlülükleriyle, kendimize çeki düzen vermemizi sağlayan ilkeleriyle, bizleri yeniden biçimlendiren ahlak ve fazilet ölçüleriyle, yeniden canlandırdığımız dostluk, kardeşlik ve komşuluk ilişkileriyle, hiç şüphesiz son derece verimli bir ay olmuştur. Bu mübarek ayda, orucun derin manevî eğitimini, sahur ve iftarın bereketini, teravihin coşkusunu ve Kur’an tilâvetinin kalbimizde huşû uyandırmasının sevincini derinden hissederek gönüllerimizi coşturup maneviyatımızı canlandırdık. Camilerimiz, cemaatle kılınan namazlarla ayrı bir canlılık kazandı. Ellerimiz her zamankinden daha çok iyiliğe açıldı. Fakirleri, kimsesizleri gözeterek, düşkünlere yardım ederek yardımlaşmanın ve dayanışmanın, hayırda yarışmanın, yaraları sarmanın, insanların dertleriyle dertlenmenin en güzel örneklerini sergiledik. Büyük bir bütünün anlamlı bir parçası olduğumuzu anlayarak elimizdeki maddi zenginliği, dilimizdeki güzel söz ve dileği, gönlümüzdeki sevgiyi herkesle paylaştık. Kimsesiz kardeşlerimizin kimsesi olmaya çalıştık. Ramazan ayı içerisinde, dünyada zulüm gören Müslüman kardeşlerimiz için dualar ettik. Ve nihayet Ramazan Bayramına ulaştık. Bayramlar aynı dinin, aynı inancın neşesinde bizleri birleştiren, yürekleri bütünleştiren, kardeşliği pekiştiren, kırgınlıkları tamir eden ilahi armağanlardır. Bayramlar milletçe iman

07

kardeşliğinin tezahür sahneleridir. Bayramlar, inancı, ibadeti, tarihi ve kültürü bir sevinç atmosferinde buluşturarak bizi istikbale taşıyan ve tarih sahnesinde biz Müslümanlara süreklilik kazandıran müstesna zaman dilimleridir. Hal böyle iken, bu bayramı Müslümanlar olarak buruk geçiriyoruz. Dünyada zulüm ve haksızlıkların pençesinde boğuşan, mübarek günlerde iftar sofraları bombalara maruz kalan kardeşlerimiz var. Bizler bu Ramazan bayramı günlerinde, evlerimizde, sıcak yuvalarımızda her türlü imkan, rahatlık, barış ve huzur içerisinde çocuklarımızla, akraba ve yakınlarımızla bayram yaparken, dünyanın değişik yerlerinde bombalarla, silahlarla Ramazan bayramını karşılayan kardeşlerimiz var. Bizlere düşen ise, bu bayram günlerinde maddi ve manevi olarak sıkıntı içerisinde boğuşan Müslüman kardeşlerimize yardımcı olmak, onlar için dua etmektir. Bu duygu ve düşüncelerle, bütün bayramların bayram gibi yaşandığı, barış ve mutluluğun egemen olduğu, insan hakları, adalet ve hukukun gözetildiği, savaşların, akan kan ve gözyaşının geride kaldığı bir dünya için bayramların birer imkân olması temennisiyle, başta Almanya’da yaşayanlar olmak üzere bütün Müslümanların Ramazan bayramını kutluyor, bu bayramın hepimize, insanlık âlemine insanca yaşama adına yeni bir umut ve imkan getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Prof. Dr. İzzet ER DİTİB Genel Başkanı


08


bizden

Diyanet, Dünya İslam Alimlerini Barış İçin Topladı

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Dolmabahçe Sarayında düzenlenen “Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi” toplantısı, 32 ülkeden 100’ü aşkın alimin katılımıyla başladı. Toplantının sonuçlarının şimdiden başta bölge olmak üzere bütün dünya Müslümanlarına ve insanlığa hayırlar getirmesini temenni eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, toplantının, alışık olunan ve karşılıklı güzel temennilerde bulunulan diplomatik bir toplantı olmadığını, bilimsel bir sempozyum, kelami veya fıkhi konuların müzakere edildiği bir görüşme de olmadığını ifade ederek, şunları söyledi: “Üzülerek belirtmek isterim ki, bu toplantı Filistin, Keşmir meselelerini, Doğu Türkistan’ı, Karabağ’ı, Arakan’ı Çeçenistan’ı ve Gazze’yi konuşacağımız; oralardaki Müslüman kardeşlerimizin dertlerine derman olmak üzere yapacağımız bir toplantı da değildir. Böyle olmasını çok isterdim. Maalesef bu toplantı

09

Allah-u Ekber nidalarıyla namaz kılınan camilerin nasıl bombalandığını, aynı kıbleye yönelenlerin birbirlerine nasıl cihat ilan ettiklerini ve masum insanların kardeşleri tarafından nasıl acı acı katledildiğini konuşacağımız bir toplantıdır. Bağdat, Musul, Kerkük, Rojava, Halep, Hama, Şam ve Trablusgarp’ta yaşanan çatışmaları konuşacağımız bir toplantıdır.” “İslam coğrafyasında yaşananlara hiçbir mümin vicdan sessiz kalamaz ve kalmamalıdır…” Son yıllarda hemen hemen tüm Ramazanları acı, ıstırap, kan ve gözyaşıyla idrak etmeye başladık. bu Ramazanda da başta Irak, Suriye ve Filistin olmak üzere İslam dünyasının çeşitli bölgelerinden yürekleri burkan, iftarları zehir eden, orucun manevi ikliminin getirdiği sevinci daha kalplere değmeden alıp götüren çok acı hadiseler yaşadık. Bugün bölgemizde yaşananlara hiçbir mümin vicdan sessiz kalamaz ve kalmamalıdır. Elbette


her birinizin bu acıların dinmesi için bir cehd ve gayret içerisinde olduğunu biliyorum. Yapmış olduğumuz çağrı üzerine sizden aldığımız güç ve destek ile bugün bir aradayız. “Bu toplantıdan sonuç alamazsak, parçalanmış İslam dünyasından güç devşirenler Gazze’ye saldırmaya, masum çocukları öldürme-ye devam edecek…” Bu toplantılardan sonuç alamaz, Müslümanların birbirlerine saldırmalarını engelleyemez, çatışmalara ve ölümlere son veremezsek, parçalanmış İslam dünyasından güç devşirenler yıllardır bir hapishaneye çevirdikleri Gazze’ye saldıracaklar, nice masum çocukların, kadınların ve yaşlıların üstlerine bombalar yağdırmaya devam edecekler. Ayrıca daha nice bölgelerde Müslümanlar savunmasız biçimde ölüme terk edilecek. Hiçbir insaf, vicdan ve ahlak tanımadan Gazze’ye yapılan saldırıları telin ederek, şehitlere rahmet ve yaralılara acil şifalar dileyerek, bugün, Irak, Suriye, Libya, Nijerya ve benzeri yerlerde yaşanan adam öldürme, intihar saldırıları, kız çocuklarını kaçırma, camileri bombalamalar, sadece buradaki insanları değil, bütün bir İslam algısını tahrip ediyor. Tüm dünyadaki Müslümanların başlarını öne eğdiriyor. “Bugün İslam’ın cahil müntesiplerinin İslam’a verdiği zarar azılı düşmanların verdiği zararı fersah fersah geçmiş bulunmaktadır…” Bugün İslamofobi’yi oluşturmak isteyen endüstri, İslam dünyasındaki çatışmaları ve yaşanan manzaraları gösterip, Müslümanlar aleyhine acımasız bir propaganda yaparak, İslam ile ilgili korkuyu yüreklere salmaya devam ediyor. Bu açılardan bakıldığında bugün İslam’ın cahil müntesiplerinin İslam’a verdiği zarar azılı düşmanların verdiği zararı fersah fersah geçmiş bulunmaktadır. Çağdaş dünya bütün bunların sebeplerini okumakta ve tes-

pit etmekte zorlanmaktadır. Herkes bu vahşetin sebeplerini İslam dininin ve mezheplerin tarihsel köklerinde aramaktadır. Oysa bunlar dinden ve mezheplerden kaynaklanmadığı gibi bu vahşetin köklerini asr-ı saadette, Hazreti Peygamber’in hadislerinde, Hazreti Osman’ın katliyle başlayan fitne döneminin akabinde yaşanan mezhep ihtilaşarında aramak da beyhudedir. Hiç kimse bugün Irak, Suriye’de olup bitenleri, Nehrevan’ da, Cemel’de, Sıffin’de, Kerbela’da aramaya kalkışmasın. “İslam dünyasında olan olayların kökenlerini dinin kendisinde veya mezheplerin öğretilerinde aramak yanlıştır…” Söz konusu olayların kökenlerini dinin kendisinde veya mezheplerin öğretilerinde aramak yanlıştır. Sosyal bilimlerin bütün verilerini dikkate alarak bu hadiseleri değerlendirecek olursak bunlar, modern zamanların işgal ve sömürgelerinden sonra istibdatların gölgesinde, yoksulluk, cehalet ve esaretin ürünü olan yaralı bilinçlerin ve ölümcül kimliklerin kin, öfke, ihtiras ve intikamlarını din ve mezhep görüntüsü altında meşrulaştırmaya çalışmasından başka bir şey değildir. Meydana gelen olayların sebeplerini sadece dışarıda aramak en kolay açıklama yoludur. Suçu diğer mezhebin yaptıklarında aramak kolaycılık olabilir. Veya yaşanan tüm bu hadiseleri İslam muhalişerine, dış düşmanlara, şer güçlere, emperyalistlere, siyonistlere bağlamak, olayların arkasında bu türden komplolar aramak bugünümüzü kurtarabilir. “Alimler hiçbir kirli siyasal ilişkilere girmeksizin hak ve hakikat arayıcısı olmalıdır…” Ümmetin vicdanı, peygamberlerin varisleri olan alimler ümmetin aklı selimini temsil, adaleti ikame, birlik ve kardeşliği temin etme gibi ağır bir sorumluluk altındadır. Alimlerin Müslümanlara itidalli hareketleri tavsiye et-

10


bizden mesi, her türlü aşırılıktan, tehlikeden ümmeti koruyabilmesi gerekir. Alimler hiçbir kirli siyasal ilişkilere girmeksizin hak ve hakikat arayıcısı olmalıdır. Alimler, asla halkına zulmeden ve hak gaspı yapan yönetimlerin gölgesinde İslam’a hizmet edemez. Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakikati savunmak alimlerin tavrıdır ve yoludur. Ancak bu şekilde peygamberin varisi olmak mümkündür. “Biz, imsak vaktini konuşurken, İftarda üzerlerine bomba yağan masum kadın ve çocukların haklarını unuttuk…” İslam uleması olarak bizler, hac menasikini ifa içinde karınca öldürmenin hükmünü uzun uzun izah ederken masum insanları katletmenin ve bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek olduğunu haykırmayı zaman zaman ihmal ettik. Alimler ruyet-i hilal meselesini, imsakın ne zaman başladığını ya da orucu nelerin bozduğu üzerinde durdukları kadar oruç tutan ve teravih kılan Müslümanların, kadınların, çocukların üzerine bombalar yağdırmanın İslam’ın vahdetini ve ümmetin birliğini nasıl bozduğunu gözden kaçırdı. Elbette imsakın ne zaman başladığını anlatacağız ancak onu anlatırken asıl büyük misakımızı da hatırlayacak ve hatırlatacağız. Bu misakımızda bizler Rabbimize söz vermiştik, adam öldürmeyecek, bozgunculuk yapmayacak ve hiçbir cana kıymayacaktık.

çıkartma, kargaşa var etme, insanları topluca öldürme, camileri bombalama, katliam yapmanın adı terördür. Terör, cihat olarak kabul edilemez. İslam’ın cihadında asla terör bir yöntem olarak kabul edilemez ve uygulanmaz. “Mezhebi mensubiyeti, İslami aidiyetin üstünde görmek asla kabul edilemez…” Mezhebi dinle aynileştirmenin veya mezhebi mensubiyeti, İslami aidiyetin üstünde görmek asla kabul edilemez. Mezhebe dayalı ayrıştırma, ötekileştirme ve çatışma, taasubun ve cehaletin yansımasıdır. Mezheplerin dinin önüne geçtiği hallerde en çok zarar gören dinin bizzat kendisi olur. Mezheplerin bir din gibi algılanması ve bu algının topluma dayatılması, İslam toplumunun birlikte yaşama iradesini bozmuş, dinin özündeki kardeşlik bilinci ve hoşgörü kültürü ortadan kalkarak, farklı olan tekfir edilir hale gelmiştir. Bir mezhebin kendisini dinin yegane temsilcisi olarak görmesinin yol açacağı sonuç, diğerlerini dinden dışlaması, onları dalaletle, sapıklıkla hatta küfürle suçlaması anlamına gelir. Bu durumda ümmetin birlik ve beraberliği kaybolur. Toplumsal barış yok olur. Hiç kimse bir başkasını, İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez.

“Müslüman bir başka Müslüman’ı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz…”

“Yeryüzündeki tüm canlılara merhamet etmemizi, emreden İslam’ın, intihar saldırılarıyla kan akıtılmasını teşvik etmesi asla düşünülemez…”

Müslüman bir başka Müslüman’ı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz. Böyle bir çatışma durumu İslam’ın en ulvi kavramlarından olan cihat ile beraber anılamaz. Mezhebine, fikrine ve anlayışına uymayanı tekfir ederek onu öldürmeyi hiç kimse cihat olarak tarif edemez. Toplumda kaos

Bitkisiyle, hayvanıyla yeryüzündeki tüm canlılara merhamet etmemizi, sevgiyle yaklaşmamızı emreden İslam’ın, suçlu suçsuz demeden intihar saldırıları türünden toplu imha yöntemleriyle kan akıtılmasını teşvik etmesi veya buna onay vermesi asla düşünülemez. Cihat, terörün, vahşetin ve öldür-

11


menin değil, diriltici bir gayretin hayat veren bir mücadelenin adıdır. Bugün, Müslümanlar’ın topyekun başvuracağı en büyük cihat, cehalete, taassuba, fitne ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır. Hiç kimse, zulme karşı cihat iddiasıyla başkaca mazlûmiyetlerin yaşanmasını meşru göremez.” “Hiçbir alim, zulmü meşrulaştırmak adına ilmini ve fetvasını kana bulayamaz…” Sevgili Peygamberimiz, Müslümin ‘Sahih’inde rivayet ettiği hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır; ‘Kim gayesi İslam olmayan bir bayrak altında bir asabiyyete çağırırken veya bir asabiyyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü cahiliyye üzeredir’. Asabiyye nedir? Onu da başka bir rivayette çok anlaşılır şekilde izah ediyor: ‘Resulullah dedi ki; Zulümde kendi kavmine yardımcı olmandır. “Mazlumun da zalimin de dinine ve mezhebine bakılmaz…” İslam dünyasında iktidarı ve zenginlikleri elinde bulunduranlar, maddi kaynakların ve zenginliklerin Allah’a ait ve bunun tüm ümmetin yararına kullanılması gereken emanetler olduğu bilinciyle hareket etmesi gerekir. Kimsenin bencilce, mezhebi veya etnik taassubla, tekelci bir tavırla bu zenginlikleri kullanmaya hakkı yoktur. Adaletle hükmetmek esastır. Müslümanlar, tüm mülkün, yönetimin hakiki sahibinin Allah, O’nun dışındaki tüm iktidarların, kudret ve kuvvetlerin geçici, dönemlik olduğuna inanır. “Belirli topluluklara ve kişilere verilen geçici iktidarlar, bir emanettir ve imtihandır…” Belirli topluluklara ve kişilere verilen geçici iktidarlar, bir emanettir ve imtihandır. Kimi bunu lehinde kullanır, tarihe altın harşerle geçer, kimi de milletinin aleyhinde kullanır ve en büyük zararı kendine ve İslam’a verir. Hiç kimsenin sahip olduğu iktidarı halkın

rızası ve onayı olmaksızın sürdürme, iktidarı kendi tekelinde tutabilmek için yüzbinlerce insanı öldürme ve yerlerinden yurtlarından sürme hakkı yoktur. Bir insanın yaşaması, her türlü makam, mevkii ve saltanattan çok daha yücedir. Hiçbir hırs, tutku ve ideoloji için masum bir insanın ölümü meşru olarak görülemez. Hak, adalet ve özgürlük, her Müslümanın ortak ideali olmalıdır. Mazlumun da zalimin de dinine ve mezhebine bakılmaz. Her nerede olursa olsun mazlum ve mağdura dini ve mezhebi sorulmaksızın kucak açılır ve her kim olursa olsun dinine ve mezhebine bakılmaksızın zalime karşı olmak vicdan ahlakının gereğidir. “Zulme, ve güce dayalı egemen anlayıştan kurtularak adalete, barışa, özgürlüğe, hukuka ve ahlaka dayalı değerler, Müslümanların referans değerleri olmalıdır…” Zulme, sömürüye, işgale, savaşa, baskıya, menfaate, korsanlığa, silaha ve güce dayalı egemen anlayıştan kurtularak adalete, dayanışmaya, bağımsızlığa, barışa, özgürlüğe, dostluğa, bilgeliğe, hukuka ve ahlaka dayalı değerler, Müslümanların referans değerleri olmalıdır. Ahlaki olan, sadece kendi taraftarlarının veya çoğunluğun inanç haklarını önceleyen ve başkaca inançları yok sayan bir tutum değil, kim olursa olsun, az çok demeden ve herhangi bir değere tabi tutmadan herkesin inanç hakkını ve inancını dilediği gibi yaşama hakkını kutsal gören bir anlayıştır. “Müslüman toplumlar, köklü bir medeniyete ve tarihi tecrübelere sahiptir…” Müslüman toplumlar, köklü bir medeniyete ve tarihi tecrübelere sahiptir. Bugün, tarihimizde de birkaç defa yaşanmış olan büyük bir fetret döneminden geçmekteyiz. Bu fetret döneminin getirdiği ıztıraplar umutsuzluğa yol açmamalıdır. Bu dönem arızidir, geçecektir; ümmetin işlerinin düzeleceği,

12


bizden istikrar ve istikamet yoluna gireceği günler inşallah uzakta değildir. Hikmet ve aklıselim, Allah’ın izniyle galip gelecektir. Batı’da yaşandığı tarzda din ve mezhep çatışmaları bu coğrafyada hiçbir zaman yaşanmamıştır ve inşallah bundan sonra da yaşanmayacaktır. “Kim hangi siyasal mühendislik veya çıkar hesapları içerisinde bulunursa bulunsun, bu çaba boşunadır…” Çünkü bu medeniyet havzasının kodlarında çatışma kültürü değil dayanışma kültürü, bir arada yaşama ahlakı ve hukuku vardır. Saygıdeğer İslam alimleri, geliniz fitneyi savaştan beter görelim ve yeryüzünden fitnenin kalkması için ortak çaba içinde olalım. Yeniden bölgemizin barış yurdu olması için çatışmanın stratejisini değil, barışın kelamını yapalım. Birlikte yaşamanın ahlakını oluşturarak, barışa dayalı bir hukuku birlikte inşa edelim. Geliniz Allah Resulü’nün mihmandarı Eba Eyyub El Ensari’nin medfun olduğu bu mübarek şehirde, İstanbul’da yapılan bu toplantıyı bir ahde ve misaka dönüştürelim. Buradan yapacağımız çağrıyı her yere ulaştıralım. Çağrımızı sözde bırakmayıp eyleme dönüştürerek, bilge şahıslardan müteşekkil akil

13

insanlar heyeti oluşturalım. Bu heyet öncelikle çatışmaları durdurarak, Müslümanların kanlarının akmasını önleyip, İslam şehirlerinde barışın ve esenliğin hakim olmasına vesile olsunlar. Şu bilinmelidir ki; Alem-i İslam’ın gözü üzerimizde. Ümmet-i Muhammed’in kulağı bizdedir. Mazlumların, biçarelerin eli yakamızdadır. Şehitlerin kanı sarık ve cübbelerimizde iken, zulme sessiz kalırsak, şiddete, teröre ‘dur’ diyemezsek, kardeş katline ‘dur’ diyemezsek, bu en büyük vebal olarak defter-i a’malimize işlenecektir. Herkesi şimdiden oluşacak sağduyu çağrısına içtenlikle davet ediyor; bu dünyada yapıp ettiklerimizden dolayı hesap gününde bizlere mahcubiyet yaşatmaması için bizleri mesuliyetine müdrik olarak salih amel işleyenlerden eylemesi için Allah’a dua ve niyaz ediyorum. Başkan Görmez, sözlerini 100 yıl önce İslam coğrafyasında benzer olayların yaşandığı dönemde, Şam Ümeyye Camisi’nde 35 yaşında bir alimin orada toplanan yüz kadar alim ve büyük bir cemaat topluluğuna verdiği hutbenin son duasıyla tamamladı.


Ramazan Bayramı İçin Gönüller Bayram Coşkusuyla Doldu

DİTİB, bu yılki Ramazan ayı iftar programlarının ilkini Ramazan ayının ilk günü olan 28 Haziran akşamı „Hiç kimse kimsesiz kalmasın, bu Ramazan ve her zaman“ sloganı ile gerçekleştirdi. Genel Başkan Prof. Dr. İzzet Er, 300’ün üzerinde misafiri Köln DİTİB Merkez Camii’nin konferans salonunda ağırladı.

Almanya İrtibat ve Kültürler Arası Diyalog Sorumlusu Dr. Heinrich Kreft, Kuzey Ren Vestfalya İş, Uyum ve Sosyal İşler Bakanı Guntram Schneider, Köln Ehrenfeld İlçesi Belediye Başkanı Josef Wirges (Büyükşehir Belediye Başkanı Roters adına), Almanya Protestan Kilisesi Diyalog Sorumlusu Kilise konseyi Üyesi Detlef Görrig, Alman Episkopos Konferansı adına Göç ve Dünya Kilisesi Daire Başkanı Ulrich Pöner, Liberal Yahudi Cemaati, La Maisonette Köln adına Avi Applestein, Prof. Dr. Yasin Aktay ve T.C. Köln Başkonsolosu Hüseyin Emre Engin ve diğer katılımcılara teşekkür etti. Köln DİTİB Merkez Cami‘nin yeni binasında gerçekleşen iftar programına DİTİB Tasavvuf Müziği Ekibi ‚Aşk-ı Segah‘ renk katarken, program barış ve huzur temennilerinin ardından iftar edilmesi ile sona erdi.

Selamlama konuşmasında Genel Başkan Prof. Dr. İzzet Er, bu yılın Ramazan ayı sloganının „Hiç kimse kimsesiz kalmasın, bu Ramazan ve her zaman“ olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Er, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Rahmet ayı Ramazan-ı Şerif’de siz dostlarımızla birlikte merkezimizde iftar etmekten dolayı sonsuz mutluluk içerisindeyiz. Sizlerle “aşımızı / ekmeğimizi” paylaşmak üzere yapmış olduğumuz davetimizi kırmayarak iftarımıza iştirak ettiğinizden dolayı her birinize DİTİB olarak şükranlarımı sunuyor, her birinizi teker teker selamlıyorum” dedi. Genel Başkan Prof. Dr. Er, DITIB’in iftar davetine icabet eden Almanya Dışişleri Bakanlığı

14


bizden

DİTİB Irkçılık & Ayrımcılıkla Mücadele Bürosu Bu sayfalarda siz değerli okuyucularımıza DİTİB’in ırkçılık ve ayrımcılığa karşı yaptığı çalışmaları, ırkçılık ve ayrımcılığın tanımını sunacagız. Daha fazla bilgi için http://www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de adresini ziyaret edebilrisiniz. Empirik araştırmalar Uzun yıllardan beri grup odaklı insan düşmanlığı olgusunu araştıran Wilhelm Heitmeyer tarafından yayımlanan „Deutsche Zustände“, adlı uzun süreli araştırmaya teori bölümünde genişçe değinilmişti. Bir süredir bu araştırma kapsamında Müslümanlara karşı düşmanlıklar da sorgulanmaktadır. İlk önce dışlama ve aşağılamaları artıran gelişmelerle ilgili göstergelere göz atalım. Burada ilk göze çarpan nokta, katılımcıların yüksek ölçüde sosyal düşüş korkusuna sahip olmalarıdır. Buna göre sorulanların % 92,4ü „Gelecekte sosyal düşüşler çok daha sık olacak “. ifadesini desteklemektedir. İlginç olan, katılımcıların azınlıkların değersiz görülmelerini de aynı zamanda tastiklemeleridir. Kendi hayat standartlarıyla ilgili hissettikleri tehdidin, kaynakların dağılımı konusundaki rekabeti güçlendirdiğini ve bunun da başkalarıyla dayanışma duygularını körelttiğini ve dışlamaya yol açtığını katılımcıların % 75,2’si desteklemektedir. Farklı gruplar arasındaki eşitsizliğe de değinilen araştırmada, katılımcıların % 61,1’i Almanya‘da çok fazla zayıf grupla ilgilenilmesi gerektiğine katılmaktadır. Friedrich-Ebert-Vakfı (FES), somut olarak katılımcıların Müslümanlara yönelik tutumlarını sorgulayan „Die Mitte in der KriseMerkez krizde“ başlıklı araştırmasında aşırı

15

sağ eğilimleri sorgulamıştır. Bu araştırmada, kimliğini başkalarını dışlama üzerine kurma eğiliminde olan iki önemli nokta ön plana çıkmaktadır. Katılımcıların dörtte birine yakını (% 23,6) halka dayalı bir diktatörlükten yana olduğunu belirtirken („Almanya‘nın şu an ihtiyaç duyduğu halkın tamamını temsil eden tek bir partidir.“) daha güçlü bir milli duyarlılık talebini de tasdiklemektedir. Örneğin katılımcıların % 37,6‘sı şu ifadeye destek vermektedir: „Artık daha güçlü bir milli duyguya sahip olmalıyız.“ Bunun yanında % 30,6 oranında kişi, yabancı ülkelere karşı Alman çıkarlarının sert yöntemlerle de savunulmasına katılmaktadır. Halkın % 26,8i ise „Alman politikasının en büyük hedefi, Almanya‘yı layık olduğu güce ve itibara ulaştırmasıdır.“ ifadesine katılmaktadır. Ankete katılanlar, yabancıları halk kavramına dahil etmemektedir. Bu da „Federal Almanya, fazla sayıdaki yabancı sebebiyle tehlikeli bir derecede yabancılaşmış durumdadır“ ifadesine katılanların oranından anlaşılmaktadır.2 Batı Almanlar’da bu ifadeye katılanların oranı % 33,6, Doğu Almanlarda ise % 43,3’tür. İslam veya Müslüman düşmanı tutumlar ise araştırmada iki özel soru ile saptanmıştır: Katılımcıların % 55,4ü „Bazı kişilerin Araplardan fazla hoşlanmadığını anlayabiliyorum “ ifadesine destek vermektedir. Bu soru 2003 yılında sorulduğunda aldığı desteğin oranı % 44,2 idi. Bu durum, bu konuda %10’luk bir artış olduğunu göstermektedir. Müslümanlara yönelik çok daha belirgin aşağılayıcı bir açıklama din hürriyeti konusunda sorulan şu soruya verilen cevapla anlaşılmıştır: „Almanya‘daki Müslümanlar


için din hürriyeti önemli ölçüde kısıtlanmalıdır.“ Bu ifadeyi doğru bulanların oranı % 58,4’tür. Düşündürücü olan, bu ifadeye aşırı sağ eğilimde oldukları tespit edilen kişilerin % 55,5 ile destek vermesidir. Bu durum, Müslüman veya İslam düşmanlığının artık toplumun merkezine kadar indiğinin göstergesidir. Aynı zamanda Müslümanların inançları hakkında aşağılayıcı tutumların aşırı sağ bir tavır olarak algılanmadığı da anlaşılmaktadır. Bielefeldli psikolog Prof. Zick‘in de işaret ettiği gibi, bu ifadelerin aşırı sağ bir eğilimin göstergesi sayılmaması, Müslümanların aşağılanmasını kınayan bir normun olmayışından kaynaklanmaktadır. 2012‘de yapılan Merkez araştırmalarının da ortaya koyduğu gibi, İslam‘ı eleştiren, İslam düşmanı tutumlarda bir değişiklik söz konusu değildir. Bu arada İslam eleştirisi ve İslam düşmanlığı arasındakı çizgiler birbiriyle örtüşmeye başlamıştır. Bunun bir göstergesi, sorulan İslam

kritikçilerinin sadece % 30’unun İslam‘a karşı olumsuz duygular beslemediğini söylemesidir. Araştırma sonucuna göre toplumun % 36,2’ sinin İslam düşmanı bir tutuma sahiptir. Bu konudaki değerler yabancı düşmanlığı (% 38,7 Doğu) ve antisemitizm (% 28) ile benzer orandadır.

SESSİZ KALMA DİTİB IRKÇILIK & AYRIMCILIKLA MÜCADELE BÜROSU www.ditib-antidiskriminierungsstelle.de 12


bizden

Kahrolsun Demekle Olmaz! Bedirhan GÖKÇE

Çocukların günahı nedir?

benzerlikleri şaşırtmaz mı sizi de?

Bu hep söylenir, dillenir ama yine de günahsız çocuklar senelerdir bu acılardan beslenir.

Hep aynı kaynaktan beslendikleri dikkatinizi çekmez mi hiç?

Nasıl yaşatılır bu acı çocuklara, bir çocuğa nasıl kıyılır Allah aşkına?

“Gözyaşı ve kan” nasıl bir zafer getirir acaba zafer kazanacaklarına inanan o beyinlere?

Nasıl elinden alınır dağ gibi babası, annesi, dayısı, kardeşi?

Bugün sevdikleri ve umutları ellerinden alınmış yaralı çocukların, yarının dünyasına nasıl bileylendiklerini bir düşünsene!!!

Savaş, terör, kavga nasıl yankı bulur acaba bir çocuğun dünyasında… Ayrıca bir çocuğun, Gazze’de ya da Tel-Aviv’ de doğmuş olması bu gerçeği değiştirir mi sizce? Gözünü kırpmadan, kadın çocuk demeden öldürenler, nasıl öperler kendi çocuklarını ve nasıl bakarlar eşlerinin yüzüne, nasıl yemek yerler acaba o evde huzur içinde? Merhamet damarları kesilmiş insanlar, acaba nasıl nasihat ederler sevdiklerine? Yavrum ‘şu kötüdür’ dedikleri hangi kötü daha kötüdür kendi ettiklerinden. “Masum insanları öldürmenin en masum gerekçesi” ne olur ki acaba? Dağdaki teröristle, Suriye’nin ya da İsrail’in

17

Terör acımasızdır, terörist acımasızdır hele terörist devlet; acıma hissinden tamamen kopmuş ve canavarlaşmıştır. Yarın kendi çocuklarını da boğacak bu kin, geride dişleri kenetli yüreği yaralı çocuklar bırakmaktadır. Hangi çocuk hak eder bu kansızlığı, hangi çocuğun yetim/öksüz bırakılışına değer, yeryüzünün en değerli kara parçası? Hiç dikkatinizi çekmez mi bu çocukların ekranda ya da fotoğrafta, yaşıtlarının aksine o gözlerindeki dehşet dolu bakışları, içindeki acıdan yüzünde oluşmuş yorgun ve yaşlı iz pınarları. Yeni Dünya, kinle dolu sevgiden mahrum çocuklar bırakıyor yarına, dün Bosna’da, Bulgaristan’da, bugün Arakan’da, Humus’ta, Gazze’de ya da teröre bulanmış ellerden


öz vatanımın coğrafyasında… Evet çocukluğumdan beri Kahrolsun İsrail çığlıkları her füzede bir kez daha yankılanıyor ve ne hazindir ki sadece Filistin kahroluyor. Srebrenitca kahroluyor, Erbil kahroluyor, Felluce kahroluyor, Humus kahroluyor ama Kahrolsun dediklerimizin hiç biri kahrolmuyor… Demek ki; Kahrolsun demekle kahrolunmuyor…!!! Kahrolsun diyenler senelerdir sadece slogan atıyor, küfrediyor, birlik olmuyor. Birlik olamadığı için de orada dirlik olmuyor… Kahrolması gerekenler ise bu acımasızlık için gece gündüz çalışıyor, üretiyor, kazanıyor, bilinçleniyor, haksız davalarında birlik olurken aralarına nifak girmiyor. Ekonomisini arttırıyor, teknolojisini arttırıyor, acımasızlığın sistemini güçlendiriyor sonra o güçle beraber de kendine daha güçlü çevreler ediniyor… Böyle olunca da gerçek terörist masum, gerçek masum terörist oluyor. Güç kimde ise o haklı oluyor (Şener Şen’in “Namussuz Namuslu” filmi sanırım hatırınızdadır.)

çağdışılık iken, gelişmiş dünya ülkeleri İsrail haklı diyor. Oysa ki; İsrail’in haksızlığını ve ne olduğunu ‘O’nlar öz çocuğunu tanıdığı gibi tanıyor. Öz çocuğunun uykusu kaçmasın diye üstüne titrerken de, masum çocukları uykularında bile korkutmayı, sakat bırakmayı öldürmeyi hiç mi hiç umursamıyor… Ne diyordu Mevlana ; Dünle beraber gitti cancağızım Ne kadar söz varsa düne ait, Şimdi yeni şeyler söylemek lazım… Ey Ülkemin çocukları; Çok çalışın ama çok çalışın Aranıza fitne fesat sokmayın, birlik olun, teknoloji çağında en başta siz olun. Ülkenizin değil Dünya’nın size ihtiyacı var bunu aklınızdan hiç çıkarmayın. Kurtulursa bu Dünya; sizin merhamet damarlarınızdan dökülecek güçle kurtulur. Ak sakallı ataların, Ak pürçekli anaların duası sizlerin üzerine olsun… Not: Bu yazı 19.11.2012 tarihli yazımızdır Ve zaman geçse de ne yazık ki yara aynıdır

Bir avuç İsrail’in bu yaptığı direk zulüm ve

18


bizden

Zalİmİn Sağdan Yaklaşması

Yazar/Senarist Ahmet Turgut’un kaleminden...

Sanatçının Rabbi Ahmet TURGUT / Yazar - Senarist

Kültürümüzde yer alan bir tabir vardır; “şeytanın sağdan yaklaşması” diye… anat, dilimize Arapçadan girmiş bir kelime... Üzerinde uzlaşılmış genel geçer “Sen ne iyi bir adamsın” pohpohlanmalarına bir tanıma sahip değiliz. Lakin biliriz kanarak kibirlenebilen insanların durumu, ki; zevk, haz, rağbet misali bileşenleri vardır. bu konuda verilebilecek ilk örneklerden biri Eskilerin diliyle zarafet ve letafet ister. Bilinçolabilir pekâlâ. li emekler ve sıra dışı tasavvurlar sayesinde eserler verir. Göze, kulağa ve ille de gönülleAncak bu yazının konusu ve örneği çok daha re hitap eder. başka olacak. Bir an için yukarıdaki tabiri unutalım ve Hollywood’a dönelim. Birçoğumuz duymuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashabıyla beraber yürürken bir Hemen hepimiz Vietnam Savaşıyla ilgili en hayvan leşiyle karşılaşır. “Dişlerine bakın, ne az bir düzine film seyretmiştir. İlk nesil filmkadar güzel!..” der. Yani doneyi sunar. Reslerde kahraman ABD askerleri komünist germin çirkin tarafına değil, hayvancağızın dişillalarla başarıyla mücadele eder. İkinci nesil lerine dikkat çeker. Çirkindeki güzeli gösVietnam filmlerindeyse artık öz eleştiriler terir. başlamıştır. Eviyle ve hayvanlarıyla birlikte yanan köylülere dair bir dünya sahne vardır. Şüphesiz ki; o diş ancak leşin içinde olunca Yine bu tarz filmlerde -savaş şartları nedegüzelliğiyle dikkat çeker. Kuyumcunun niyle sıradan ABD’li askerlerin bile bir anda önünden geçerken “Bakın, bembeyaz dişler psikopatlaşıp silahsız sivilleri vurabildiği gögibi sıra sıra inciler var!...” demenin sanatsal rülebilmektedir. Üstelik de bu yapımlarda bir karşılığı yok... devasa uçak gemileri, onlarca helikopter ve uçaklar kullanılmaktadır. Herhangi bir yapım Nitekim tarih boyunca muteber bulunmuş şirketinin böylesi pahalı ve spesifik araçları sanatçıların belki de en büyük gayesi bu ordu haricinde bir yerden temin etmesi olagelmiştir. Onlar çirkinde bile mevcut gümümkün olamadığı için çoğu eleştirmen; zelliği bulup muhataplarının önüne serebi“ABD ordusu kendilerini kötü göstermesine len nadide şahsiyetlerdir. Günümüzde böyrağmen sinemacılara destek olabiliyor” balesi sanatkârları özler olduk. Zira sanatı ve bından yazılar neşreder. Kimi yorumcular ise; sanatçının neye hizmet ettiğini unutmuş batılıların özeleştiri kültürünü yücelterek, bidurumdayız. zim neden bunu yapamadığımızı söyler.

S

Sahi, sanatı itibariyle sanatçının Rabbi nedir? Ancak tüm bu filmlerde asla görülemeyen

19

bir sahne vardır. Hiçbir ABD’li birlik sayıca kendilerinden az olan düşmanlarından kaçEl-Musavvir olan Allah... maz. Bozgun yaşamaz. Ara sıra zalim de olVarlığı ve işleyişi hakkıyla tasvir eden... salar, bir avuç ABD askeri, yüzlerce VietSûreti ve sîreti layığınca biçimlendiren... Kong’lu gerillayı tepeler. Zira ABD’li dediğin Ve tüm tasarımların biricik sahibi olan Allah. ‘güçlü’dür.

Sanatını Hakk’a amade kılmak derdindeki Ve en büyük propaganda da budur. bir sanatçı bu İsm-i İlâhiye tecelligâh olmak zorunda... “Zalim de olsak, biz en güçlüyüz” sözünü yeniden ve yeniden izleyicilerinin Peki, Allah Musavvir İsmi üzerinden ne yapdimağlarına yerleştirirler. makta?.. Bizim kıstaslarımıza göre “İyi” dediğimiz Yani; bildik tabirle ‘şeytan sağdan yaklaşır.’ şeyleri de biçimlendiriyor. Bizim kıstaslarımızın “Kötü” dediği şeyleri de... Oysa tarih şunu göstermiştir bize: Ayınıyla güzelliğe ve çirkinliğe de form veri1965’te savaşın ilk zamanlarında Güney’deki yor. Tabii esere muhatap olan bizlerin bakıABD varlığı 60 bin askerken, yerel Vietşıyla... Kong gerillalarının mevcudu 48.500 kişiydi. 1967’de üçüncü dünyanın paralı askerleri ve Sanatçı bu yüzden Rabbin Musavvir ismiABD ordusundan müteşekkil anti-komünist ne hürmet edebildiği ölçüde sanatında blokta 1,5 milyona yakın asker savaşıyordu. derinlik kazanabilmekte... Oysa Viet-Konglar’ın sayısı 200 bin bile değildi. Hollywood’un sürekli vurguladığı bir dePeki, her sanatçı imanlı mı olmalı?.. niz piyadesine karşı 10 Komünist savaşçı efBöylesi bir şart yok. Ama her sanatçı hakikasanesi, istatistiklere göre tam tersi çıkıyordu. tin aşkınlığını hissetmek zorunda. Sıradan bakışla algılananların hakikat olmaÜstelik 1975’te savaş bittiğinde zafer komüdığını idrak etmesi lazım ki; ideal olanı, nistlerindi… ütopya olanı ve rüyaya mukabil olanı takip edebilsin. Hollywood; ‘yenik ABD’yi parlatabilmek için; ‘belki zalim ama her halükarda güçlü ABD’yi İlk anda gördüğünü mutlak güzellik veya öne çıkarmıştı. mutlak hakikat gibi algılarsa bu algısının


İçinde bulunduğumuz şartlar artık öylesine bir durum aldı ki, hakkaniyet yerini kayıtsız şartsız güce devretmekte. Ülkeler zalimlikleriyle anılmayı bile kendi hanelerine yazılmış artılar olarak görüyor. ABD-Vietnam örneği aynıyla ve fazlasıyla İsrail-Filistin arasında da geçerli. Bu yüzden Mavi Marmara olayının kendi içerisinde barındırdığı büyük bir devrim var. Silahsız yolculara mermi kusan İsrail komandolarının dayak yiyerek ağlamaklı bir halde sivillerden uzaklaşmaya çalıştığı mizansen ve buna dair resimler ezber bozmaya başladı. Bu pencereden bir kez daha bakıldığında “Kurtlar Vadisi – Irak” sinema filminin batıdan neden bunca tepki gördüğü de daha rahat anlaşılacaktır sanırım. Hele bir de “Kurtlar Vadisi – Filistin” var iken…

20


din

Dünyevileşme Tuzağı Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı

“(Çoğunuz) bu geçici hayatı seviyorsunuz, ama öteki dünyayı (ve Hesap Günü’nü) hiç düşünmüyorsunuz” (Kıyamet, 20-21)

K

ur’an, ne insanın manevi olgunlaşma uğruna maddi ihtiyaçlarını göz ardı eder, ne de manevi yönünü ihmal ederek dünyevi zevk ve sefayı esas kabul eder. İnsanın her iki yönünü de dikkate alır ve dengeli bir sistem ortaya koyar. Bu bağlamda mümine, hem dünya hem de ahiret iyiliğini Rabbinden istemesi öğütlenir. Kur’an dünya hayatının bir başka yönüne dikkat çekmeyi de ihmal etmez. O da, cazip ve aldatıcı oluşudur. İnsanın dünya metaına karşı ayrı bir tamahı vardır. Bu manada dünyevi varlıklar insana güzel gösterilir ve çekicidirler. Öylesine ki, onu Yaratan’a kulluktan ve neticede ebedi saadetten dahi mahrum edebilirler. Dünya hayatının bu aldatıcılığına karşı insan sık sık uyarılır. Mal-mülk, şan-şöhren şatafatına kapılarak ebedi ahiret yurdunu heder etmemesi daima ona hatırlatılır. Maddi ve biyolojik ihtiyaçlar ağır bastığından, insan çoğunlukla dünya zevklerini ve hazlarını esas alan bir hayat sürmüştür. Ölüm sonrası hayatı ya inkar etmiş ya da inandığı halde ciddiye almamış

21

ve sanki ona inanmıyormuş gibi yaşamıştır. Böylece hayatın anlamını dünyada ve dünyevi hazlara tatminde aramıştır. Sosyolojik bir tabirle buna “dünyevileşme” diyoruz. Peygamberlerin yaşadıkları çağlar ve vahyin etkin olduğu dönemler, uhrevi değerlerin insan ilişkilerini belirlediği zamanlardır. Çünkü bu dönemlerde, kıyamet, yeniden diriliş, hesap, cennet, cehennem vb. inançlar, bir üst değerler sistemi olarak kabul edilmiştir. İnsanlar, kendi hayatlarını bunlarla denetleme gereğini duymuşlardır. Onlar, bu dünyayı bir “gaye hayat” değil; ebedi saadete ve cennetlere götüren bir vesile ve vasıta olarak görmüşlerdir. Dünya meşgalelerinin, kendilerini kulluk görevinden alıkoymasına fırsat vermemişlerdir. Dünyadan el etek çekmemişler; onun içinde yaşamışlar, ancak dünya sevgisini içlerinde yaşatmamışlardır. Dünyevileşmek, ahirete inanmayanların doğal bir özelliğidir. Çünkü onlar için hayatın anlamı ve hazzı, gayesi ve saadeti sadece burası ile sınırlıdır. Ancak bu sapmaya ahirete inanlar da çoğunlukla maruz kalmaktadırlar. Kur’ an’ın tespitiyle bunun en tipik örneğini Yahudiler oluşturmaktadır. Çünkü onlar, bir taraftan cennete sadece kendilerini layık görüyorlardı, diğer taraftan da ahirete in-


anmayan müşriklerden daha fazla dünya hayatını seviyorlardı. Dünyevileşme, günümüzde, ne yazık ki, Müslümanlar arasında da bir salgın hastalık gibi yayılmaktadır. Çünkü ilahi buyrukların hayatlarındaki etki ve yönlendiriciliği gittikçe azalmaktadır. İnsanlar, artık cennete ve uhrevi mukâfat veya cezayı göz ardı etmekte, helal haram sınırlarını dikkate almadan yaşayabilmektedirler. Dünyevi meşgaleler, namaz, zekat, cihat gibi en temel ibadetlerden onları alıkoyabilmektedir. Dünyevi haz ve zevkler, yaşamlarının esas gayesi haline gelmiştir. Çoğunlukla Allah’a kavuşma arzusunu taşımamakta, hayatın maddi haz ve zevkleri ile tatmin olmaktadırlar. Günümüzde insanlar, Kur’an’ın tespitlerine göre servet hırsıyla yanıp tutuşmakta, malın kendilerini adeta ebedileştireceğini zannetmektedirler. Dünya metaına sahip olmayı, ölçü ve sınır tanımadan neredeyse dini bir değer gibi kutsamaktadırlar. Kur’an, dünya hayatının fani ve azıcık bir menfaat, ahiretin ise daha hayırlı ve baki olduğunu belirterek müminleri uyarır. Şu ayet, insanın bu dünyada yaşadığı hayatın, hangi arzulara bağlı olarak devam ettiğini göstermesi bakımından manidardır: “(Ey insanlar,) bilin ki, bu dünya hayatı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve güzel bir süsten, birbirinizle büyüklük yarışı(na girmenizden) ve daha çok servet ve çocuk sahibi olma hırsın(ız)dan ibarettir.”

Ayet, dünya hayatının “bir oyun ve eğlence”den başka birşey olmadığı uyarısı ile başlar. Bu ifadelerle, dünya hayatı bir oyun ve eğlenceye benzetilmektedir. Nasıl ki çocuk, kendini oyuna iyice kaptırır ve başka şeyleri unutursa, dünya hayatının da böyle bir çekiciliği vardır. İnsanın dünyaya olan tamahı ve arzusu zamanla şekil depiştirse, peşine düştüğü mal v üretim vasıtaları farklılaşsa da, özü itibariyle bu değişmemektedir. Dün, insanlar tarafından ayette geçen nimet ve güzellikler, adeta hayatın gayesi olarak algılanmış, akla hayale gelmeyen uhrevi mükâfatlar unutulmuştu. Bugün ise bunların yerini son model arabalar, dayalı döşeli lüks daireler, iş yerleri, döviz ve banka hesapları vb. dünyevi materyaller almıştır. İnsan artık geçici bu dünya metalarının büyüsüne kendisini kaptırmış, Yüce Allah’ın söz verdiği ebedi mükâfatı unutur olmuştur. İnsanlar, sahip oldukları mal ve mülkle birbirine hava atar, makamları ile tafra satar, “benim var, senin yok.” gibi çocukca bir yarışın içerisine girerler. Ancak insan hayatının, geçici ve aldatıcı bir zevkten başka bir şey olmadığı unutulur. Oysa hayat, adeta yağmurun bitirdiği ve ekenlere sevinç veren bir bitkiye benzer. Ancak bu bitki, bir zaman sonra kurur ve sararmaya başlar. Sahiden biz de tıpkı bir bitki gibi hayatımızın çocukluk ve gençlik çağlarında anne babamızın mutluluk kaynağı olup, yaşlandıkça da sararıp solup toprağa karışmıyor muyuz?

22


en sevgili Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal Din İşleri Yliksek Kurulu Üyesi

EN BÜYÜK CEMAAT Sahabi Numan b. Beşir (r.a.)’in naklettiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Birbirlerine merhamette, sevgi, yardımlaşma ve ilgi göstermede müminleri, rahatsızlanan bir organın ızdırabına, diğer kısmı, uykusuzluk ve ateşle ortak olan bir beden gibi görürsün.” (Buhârî, Edeb, 27.) Sevgili Peygamberimiz, müminleri âdeta yaşayan bir organizmaya benzeterek, onların, birbirlerine karşı ilgi, sevgi ve merhamette canlı bir bedenin duyarlılığına sahip olmalarını istemektedir. Birlik ve bütünlüğünü bu hadisten daha veciz ve beliğ bir şekilde ifade eden başka bir tanım bulmak herhalde zordur. Yine kendisine ait olan başka bir ifadede Allah Rasulü, müminleri, birbirlerini destekleyen tuğlalardan oluşan bir binaya benzetmiş ve parmaklarını birbirine kenetleyerek bunun nasıl olması gerektiğini ashabına göstermiştir. (Buhârî, Edeb, 36.)

Müminlerin kardeş olduklarını bildiren Cenab-ı Hak (Hucurât,10.), hep birlikte Allah’ın ipine sarılarak asla bölünmemelerini emretmiştir. (Âl-i İmran,103.) Hayatı boyunca, her türlü, ırki, kabilevi ayrışma ve düşmanlıkları ortadan kaldırarak insanları din kardeşliği ortak paydasında birleştirmeye çalışan Hz. Peygamber, sağlığında bu ideali Hicaz yarımadasında büyük ölçüde gerçekleştirmiş, ümmetine, sımsıkı sarıldıkları zaman asla sapıtmayacakları bir rehberi, yani Kur’an-ı Kerim’i emanet bırakarak bu dünyadan ayrılmıştır. Ne yazık ki vefatının üzerinden daha yirmi beş sene geçmeden, kabilevi ve siyasi çekişmeler bu kardeşliği dinamitlemiş, içine düşülen toplumsal kargaşa, ilk dört halifeden üçünün öldürülmesine yol açmıştır. Bu fitne ortamında ortaya çıkan siyasal ve itikadi oluşumlar, olumsuz etkilerini günümüze kadar sürdüren ayrışmalara yol açmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz hadiste ifade edildiği gibi, İslam ümmeti organik bir bütünlüğe sahip olmak zorundadır. İnançları ve idealleri aynı olan insanların, bölük-pörçük olmaları, bazen birbirlerine karşı düşmanca tutum sergilemeleri mazur görülebilecek bir şey değildir. Bazı İslam ülkelerinde kısmen görülen şii-sünni çatışmaları bu ayrışmanın ne büyük tehlikelere yol açabileceğinin acı örnekleridir. Aslında, gerçekleştirilebildiği takdirde İslam kardeşliği, sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın barış içinde birlikte yaşayabilmesinin de bir sigortasıdır. Çünkü İslam, müminlerin kardeşliğine vurgu yapmakla beraber, kendi dışında kalan farklılıkları da tolere eden bir dindir. Pek çok etnik ve dinî unsuru altı yüz yıl kendi çatısı altında barış için-

23


de barındıran Osmanlı Devleti bunun parlak bir örneğidir. Birçok tahrik ve kışkırtmaya rağmen İslam toplumlarındaki farklı etnik yapıların büyük bir çatışma içine çekilememesi, İslam Dini’nin, etnik ve sosyal ayrımlar yerine, dinî ve insani değer ve erdemlere öncelik vermesiyle açıklanabilir. Örneğin ülkemiz, çeşitli etnik unsurları barındırmasına ve bazılarının çatışma ve ayrışma yönünde sürekli tahrik edilip desteklenmesine rağmen, Müslüman halkımız, inançlarından aldıkları bilinç ve ferasetle toplumsal bir çatışmaya taraf olmamışlardır. Yorumunu yaptığımız hadis, ülkemiz Müslümanları açısından başka bir gerçeğe daha işaret etmektedir. O da, anlayış, yöntem ve meşrep farklılıklarının doğurduğu mikro oluşumların hadiste tarif edilen bütünlüğe zarar vermesidir. Aslında bu tür farklılıklar gayet doğaldır. İnsanların tek tip düşünüp, aynı yöntem ve anlayışları benimsemeleri beklenemez. Ancak, bunların üstünde olması gereken ve her Müslümanı bağlayan değer yargılarının, herkesin içinde yer aldığı oluşuma göre işlerlik kazanması, İslam kardeşliği bakımından ciddi bir problem oluşturmaktadır. Örneğin, falanca cemaat, grup ya da tarikat mensupları için kardeşlik hukuku sanki kendi mensuplarıyla sınırlıdır. Kendi oluşumları dışında kalan Müslümanların sorunları onlar için öncelikli değildir. Yardım yapılacaksa önce kendi “ihvan”ı bulunmalı- Bize ihtiyacı olanlara, kendi özelimizi dır. Başka bir Müslümanın talebi varsa, önce mensubiyeti araştırılıp empoze etmeden, ona göre karar verilmelidir. Diğer müminlerle ilişkiler, grup büyükleherhangi bir şart rinden alınan talimata göre yürütülmelidir. Böylece karşımıza, kendi dikte etmeden, irade ve sorumluluğuna sahip bir birey yerine, kendisi adına başkakısaca, kişilik ve larının karar verdiği, toplum psikolojisiyle hareket eden bir kişilik onurlarını incitmeden çıkmaktadır. Dayanışma grup içinde olduğundan, gelişme, büyüme el uzatmalıyız. ve bundan yararlanma genellikle o grup mensupları için geçerlidir. Allah Rasulü’nün Bu oluşumların yaygınlık kazanıp revaç bulması, dışarıda kalıp müsbizden istediği takil bir birey olarak Müslümanlığını sürdürmek isteyenleri zor dusaygın ve erdemli rumda bırakmakta, bazen çeşitli maslahatlar için bu gruplara katılmadavranış budur. Aksi ya zorlamaktadır. Üstelik bu oluşumlarda yer almayanların bazen takdirde, sadece suçlandığı görülmekte, dinî yönden veya hizmet açısından buralarda kendi mensupları yer almanın gerekli olduğu propagandası da yapılmaktadır. ve sempatizanları adına çalışan bir Yazımıza konu olan hadis, bütün İslam toplumunu tek bir cemaat olarak görmekte, ilgi, sevgi, merhamet, dayanışma ve yardımlaşmada örgüt olmaktan ileri geçemeyiz. herhangi bir ayrım gözetmemektedir. Buna göre bir Müslümanın derdi her Müslümanın derdidir. Kardeşlik hukukunun doğurduğu sorumluluk hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerlidir. Öyleyse, kendi özel mensubiyetimiz ne olursa olsun, her şeyin üstünde tutmamız gereken Müslüman kimliğimizle görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Bize ihtiyacı olanlara, kendi özelimizi empoze etmeden, herhangi bir şart dikte etmeden, kısaca, kişilik ve onurlarını incitmeden el uzatmalıyız. Allah Rasulü’nün bizden istediği saygın ve erdemli davranış budur. Aksi takdirde, sadece kendi mensupları ve sempatizanları adına çalışan bir örgüt olmaktan ileri geçemeyiz.

24


din

İNŞİRAH SURESİ Ahmet BAYER / Din Görevlisi

Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci suredir. “Şerh” suresi olarak da isimlendirilen ve sekiz ayettten oluşan İnşirah suresi, Duha suresinden sonra, Asr suresinden önce Mekke´de inmiştir. İnşirah suresinde, Yüce Allah´ın Hz. Peygamber´e manevi lütuşarı özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu hatırlatılarak Mekke´de büyük sıkıntı çeken Hz. Peygamber ve müslümanlara moral verilmekte; onlardan Allah´a kulluk ve itaatlerini sürdürmeleri istenmektedir. 1-4. AYETLER:“ Biz senin için göğsünü açıp genişletmedik mi? Böylece belini çatırdatan yükünü (sıkıntını) senden kaldırmıştık. Senin için sanını ve ününü de yüceltmiştik.“ Yüce Allah, bu surede özellikle risaletin verilişiyle ilgili Hz. Peygamber´e verilen nimetleri ifade etmektedir.Bu ayette Yüce Allah, Hz. Peygamber´in gönlünü rahatlatmış olduğunu ona hatırlatmaktadır. Bir önceki Duha süresi 93/7´de denildiği gibi, Mekke´nin ağır ve ahlaksız yapısından bunalan ve bu nedenle Hira´ya çıkarak huzur arayan Hz. Peygamber, elbette derin bir çaresizlik ve şaşkınlık içerisinde hayatını sürdürüyordu. Şüphesiz ki Mekke´de Hz.İbrahim´den miras tevhid çizgisini inanç bazında devam ettiren hanişer vardı ve Hz.Peygamber de bu anlamda muvahhid bir insandı. Hz.Peygamber çölde biten bir gül misali insanların durumundan çok rahatsız ve onlara yardım edememekten üzüntülü ve çaresiz durumdaydı. Hiç şüphesiz Hz. Peygamber Mekke´de çok güvenilir ve gözde bir konumda idi. Ama dini içerikli hatırlatmalarda bulunacak bir altyapıya sahip olmayan Hz. Peygamber,dört başı mamur bir inanç sistemine sahip değildi ve dini bilgisi kulaktan duymaya dayalıydı. Sistemli bir şekilde toplumu kuşatacak dini

25

pratiklere sahip değildi. Hiçbir şekilde şirk içermeyen bir hissedişe ve daha çok düşünme ve gönül yönelişine sahipti. Şura suresi 42/52´de de Kitab´ı ve İman´ı bilmediği açıkça ifade edilmektedir.Durum böyle olunca, Hz. Peygamber´in ne kadar zor bir durumla karşı karşıya kaldığını, sıkıntılı ve huzursuz olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir. İşte böyle bir durumu anlatmak üzere, önce Duha 93/7. Ayette Resulullah(as)´in şaşkınlığının giderildiği nimeti hatırlatılmıştı. İnşirah 1´de de,vahiy ile buluşturulan,risalet ile görevlendirilen Hz. Peygamber´in gönlünün rahatlatılması,kendisine verilen çok önemli ve büyük bir nimet olarak vurgulanmaktadır. Bugün de şu husus çok iyi bilinmelidir: İnsan zor bir durumda kaldığında ümidini yitirmemeli, sığınacağı yeri iyi tesbit etmeli, sığındığı Rabbinin inayetini daima yanında bulacağını bilmelidir. Özellilkle Duha 93/3. Ayette ifade edildiği gibi, Yüce Allah’ın onu terk etmeyeceğini unutmamalı, O’nun gönderdiği son mesaj ile arasını sıcak tutmalı, Kur’an’ın arkadaşlığını herşeyin üzerinde bir konuma getirmelidir. Her sıkıntısının ve problemin tedavisini genel manada Kur’ an’da bulacağını hatırında bulundurmalı ve Yüce Allah´ın insanlığa gondrediği son mektubu olan Kur’an’a sıkıca sarılmalıdır. „Resulullah´ın belini büktüğü bidirilen yükün kaldırılması“ndan maksadın ne olduğu hususu müfessirlerin açıklamalarından iki şekilde anlaşılabilir: a) Arasında yaşadığı topluluğun inanç ve ahlak yönünden içine düştüğü durumdan dolayı duyduğu ızdırab ve sıkıntının İslam sayesinde kaldırılması. b) Batıla karşı verdiği çetin mücadelede birçok ilahi destek ve inayete mazhar olması.


Günümüzde Kur’an okurları olarak biz de hem kendi zihni dünyamızdaki yanlışlıkları Kur’an’ın ışığıyla izale etmeli, hem de benzer ızdırab ve çilelerden kurtulmanın yolunun Kur’an’a sarılmaktan geçtiğini bilmeli ve çevremize de anlatmalıyız. Hz. Peygamber’in sıkıntılarını gideren Yüce Allah, bizlerinde sıkıntılardan kurtulması için Kur’an’ı göndermiştir. Hz. Peygamber’in „adının ve sanının yüceltilmesi“ne müfessirler, Resulullah’ın adının kelime-i şehadette Allah’ın ismiyle beraber yer almasını, gökyüzünde melekler, yeryüzünde müminler tarafından anılmasını, Kur´ an’da Allah’a itaatle birlikte ona da itaat edilmesini, onun adının mukaddes kitaplarda zikredilmesini örnek gösterirler. Bunlarla birlikte bizatihi Hz. Peygamber´in sanını ve değerini artıran şey, ona vahyedilen Kur’an olmuştur. Günümüze yönelik olarak bu ayetlerde çeşitli müjdeler ve almamız gereken dersler söz konusudur. Öncelikle bilinmelidir ki Hz. Peygamber’i yücelten, adını ve sanını yükselten değer Kur’an olduğu için, Kur’an ile buluşanlar, onu okuyan, anlayan, yaşayan ve anlatanlar da yükseliş yaşayacaklardır. İzzet ve şerefi Kur’an da arayanlar, bu yücelikten elbette nasibini alacaklardır ve Allah için sıkıntı çekenlerin bundan kurtulacağı, Allah yolunun şereşi yolcuları olarak onur ve haysiyetlerinin artacağı da belirtilmiş olmaktadır. 5-6.AYETLER:“Elbette her bir zorlukla beraber bir tür kolaylık vardır.Gerçekten, her bir zorlukla beraber bir tür kolaylık vardır.“ Bu ayetlerde, Hz. Peygamber´i ve bütün müminleri motive etmek ve moral vermek üzere „her zorlukla beraber bir kolaylığın muhakkak bulunduğu“ beyan edilerek Yüce Allah’ın, kulunu yalnızlığa terk etmeyeceği ve onu çaresizlikler içerisinde bırakmayacağı anlatılmak istenmektedir.

Hz. Peygamber bu ayetleri tefsir sadedinde olmak üzere şöyle buyurmuştur: ”Hiçbir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir.” (Malik b. Enes,el-Muvatta,ist.,1992,Cihad,6.) Demek ki bu ayetlerde ifade edilen gerçek, her bir zorluğun karşısında en az iki kolaylığın bulunduğu ilkesidir. Ve yine bilinmelidir ki: Hayırlı ve doğru işleri yaparken, Yüce Allah insanın yardımcısıdır. Karşılaşılan zorlukla beraber, bir değil en az iki çıkış yolu yaratmıştır. Önemli olan, önce kul olarak üzerimize düşen görevi yapmak sonra Allah’a tevekkül etmektir. Çünkü dost, vekil, şahit ve yardımcı olarak Allah yeter. 7-8.AYETLER:“ Bir işi bitirdiği zaman, hemen (başka) bir işe koyul ve sadece Rabbine yönel.“ Surenin son iki ayetinde iki önemli husus nazara verilmekte, “boş zaman“ anlayışının Müslümanın hayatında olamayacağı ifade edilirken, meşguliyetlerde Allah rızasının gerekliliğine dikkat çekilmektedir. Bir işi bitirince hemen yenisine başlanmalı, boş zaman oluşturulmamalıdır. Ayrıca sadece Allah´a yönelmenin gerekliliğine vurgu yapılarak, insanların Allah rızasını esas almaları hatırlatılarak niyetlerde yanlış bir yöne kaymamanın önemi dile getirilmektedir. Bugün Müslüman bu ayetlerden su sonucu çıkarmalıdır: Müslümanın hayatında lüzumsuz tatile yer yoktur; hatta hayatında boş zaman hiç olmamalıdır.Mümin boş ve faydasız şeylerden yüz çeviren,hayatında gereksiz şeylere yer vermeyen ve her konumda doğru iş yapıp üretken olmayı başaran insandır. Yüce Rabbimiz de bizim kalbimizi vahyin nuruyla doldursun ve bizleri ihlas-ı tamme muvaffak eylesin…

26


mesneviden öğütler

LâHavle Yiyen Esek , Bir sofi seyahate çıktı, dönüp dolaşırken yolu bir tekkeye uğradı gece orada misafir oldu. Binip dolaştığı eşeğini ahıra bağlayarak geçip oturdu. Oradakilerle sohbete daldı, zikir etti. Zikir sona erince yemek ikram edildiğinde sofi hayvanını hatırladı. Hizmetçiye : - “Ahıra git hayvanıma saman ve arpa ver, hayvan aç kalmasın.” dedi. Hizmetçi başını sallayarak : - “Lahavle, bunu söylemeye ne lüzum var bu benim asli görevim, her zaman yaptığım iş...” dedi. Sofi : - “Önce arpayı ıslat çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil...” dedi. Hizmetçi : - “Lahavle, bana bunu söylemenize gerek yok, ben bu işlerin ustasıyım.” dedi. Sofi : - Önce eşeğin semerini indirip sırtına ilaç koy yaraları iyileşsin.” dedi Hizmetçi : - “Lahavle, bu ne biçim söz elbette bunun en iyi şekilde nasıl yapılacağını ben bilirim.” dedi Sofi : - “Eşeğin yerini süpür taş toprak kalmasın, eğer yeri ıslaksa kuru toprak ser.” dedi. Hizmetçi buna da bir “lahavle” çekerek cevap verdi. Hasılı sofi her ne dediyse hizmetçi bir “lahavle” çekerek o işi en iyi kendisinin bildiğini ve en güzel şekilde yapacağını söyledi. Kalkıp gitti fakat ahıra uğramadı. Arkadaşlarının yanına giderek sofinin söyledikleriyle alay edip güldü. Sofi yatıp uyuyunca gece rüyasında hep eşeği gördü. Eşeği bazen kurt parçalıyor, bazen de yolda giderken bir kuyuya yahut da bir çukura düşüyordu. Sofi sabaha kadar bu kötü rüyalarla uğraştı durdu. Fakat yapacak bir şey yoktu. Sofinin eşeği çok kötü bir durumdaydı bu sırada. Zavallı eşeğin palanı dönmüş taş toprak içinde aç susuz yatıyordu. Sabah olunca hizmetçi geldi, eşeğin palanını düzeltti, birkaç sopa indirdi, eşek can acısıyla sıçrayıp kalktı. Sofi eşeğe binip kervana katıldı biraz sonra eşek takatsizlikle yüz yüze düşmeye başladı. Herkes eşeği hasta sandı. - “Ey sofi!.. Hani sen dün bu eşek böyle iyidir şöyle iyidir diyordun, buna ne oldu da böyle oldu?” dediler. Sofi durumu anlamıştı : - “Sormayın dostlar, dedi. Geceleyin sabaha kadar “lahavle” yiyen eşeğin hali böyle olur. Geceleyin eşek “lahavle” tespihi çekerse gündüz de böyle secde eder.” dedi.

27


din

43


aile

Söz Ola Kese Savaşı, .

Ö

nce söz vardı... Ahdi Atik’e ithafen rivayet edilen bu cümle her duyuşumda beni derinden etkiler. İnsanı insan yapandır kelimeler... Ağzımızdan çıkan kelimeler çıkmadan önce bizim eserimiz, fakat onları serbest bırakır bırakmaz artık geri dönüşü olmayan bir süreç başlar ve kimi zaman sonuç olarak kelimelerimiz bizi köleleştirir. Mevzubahis olan durum aile hayatımız olunca, eşimizle ya da çocuklarımızla olan sözel iletişimimiz, derdimizi doğru ve etkili anlatarak bizi sorunlardan özgürleştirebilirken yanlış ifadelerle bizi sorunlu bir aile hayatına esir de edebiliyor.

tepkiyle eşine karşılık vereceğini az çok hepiniz tahmin edebilirsiniz. Önce kendini savunmaya başlayan beyefendinin getirdiği argümanlar birkaç dakika içinde asıl meselenin unutulup konunun dallanıp budaklanmasına sebep olur ve üstüne üstlük iki tarafta da öfke ve incinme ortaya çıkar.

Öncelikle sıkça yaptığımız sözel iletişim hatalarından bahsedecek olursak, bu durumda iki farklı boyutta iletişim hatalarını değerlendirebiliriz. Birinci boyutta, bizim karşımızdaki kişinin bir davranışı nedeniyle yaşadığımız sıkıntıyı ifade ederken düştüğümüz bir üslup hatası olarak “sen mesajları ya da dili”ni değerlendirelim.

Bunu başarmak için kullanmamız gereken üsluba “Ben Dili / Ben Mesajları” diyoruz...

“Sen mesajları”, karşımızdakini bizi olumsuz etkileyen bir davranışı yargılayarak, eleştirerek yaptığımız sorun tespitlerinde düştüğümüz bir hatadır. Örneğin, “Ben mutfakta yemek yaparken çocuklar birbiriyle tartıştığında sanki hiç umurunda değilmiş gibi yerinden bile kalkmıyorsun, elindeki gazeteyi okumaya devam ediyorsun!” gibi, eşinden beklentisini ifade etmek için sitemkâr bir şekilde sözel iletişime başvuran bir hanımefendi hiç farkında olmadan eşini öncelikle umursamazlıkla itham ederek sen dili kullanma hatası yapmıştır. Tabii olarak, bu cümleyi duyan beyefendinin nasıl bir

29

Sen dili, üzüm yemek yerine bağcıyı dövmektir aslında. Bu nedenle aile içinde etkili bir sözel iletişime adım atmak için karşımızdakini yargılama ve eleştirme hatasına düşmeden derdimizi ifade etmemiz çok önemlidir.

“Ben Dili”nde karşımızdakine iletmek istediğimiz mesajlar, onun tavrı ya da davranışı karşısında bizim nasıl etkilendiğimiz, ne hissetiğimiz konusunda genelleme, yargılama ve eleştirmeye girmeden onu bilgilendirmeyi içermelidir. Örne-


. Söz Ola Kestire Başı. ğin, “Ben mutfakta yemek yaparken çocukların aralarındaki tartışmalar esnasında gazete okumaya devam ettiğin zaman ben işimi bırakıp onlarla ilgilenmek durumunda kalıyorum. Bu durumda işleri bitirmem zorlaşıyor.” şeklinde bir cümle karşımızdakine sadece sorunun ne olduğunu söyler, bize neye mâl olduğundan haber verir ve bizimle empati kurması için karşımızdakine bir kapı açar. Bu şekilde kendi derdimizi, karşımızdakini incitip savunmaya itmeden, doğru bir üslupla anlatarak kendi üzerimize düşen görevi yapmış oluruz. Bununla birlikte şunu gözden kaçırmamakta fayda var: beden dili ile kendi problemimizi anlatmamız daima karşımızdakinin beklentimiz doğrultusunda hareket etmesi ile sonuçlanmayabilir; çünkü bizim değerlendirmemiz, sadece bizim gözümüzden olayın nasıl göründüğü ile ilgilidir. Bu durumda biz, sorun olarak tanımladığımız, fakat karşımızdakinin davranışını açıklayabilecek önemli bir noktayı kaçırıyorsak eğer doğru üslupla sorunu anlatarak onu anlamak için de çok önemli bir adım atmış oluruz. Örnek; “Evet, senin işini bırakıp onlara müdahale ettiğini görüyorum, fakat ben çocukların sorunlarını kendi aralarında çözebilmeleri için bu tartışmalara müdahale etmek istemiyorum. Sence bu konuda nasıl davranmalıyız?” Görüldüğü gibi, sorunu doğru bir üslupla ifade eden kişi, karşılığında

eşi ile arasındaki görüş farklılığını ortaya çıkarabilir ve böylece bir yanlış anlaşılma hatasından dönülebilinir. Aile içinde sözel iletişimde yapılan hataların bir kısmı da karşımızdaki kişi, yani eşimiz ya da çocuklarımız sorun yaşadığında ortaya çıkar. Biz, toplumsal olarak, sorun yaşayan birine acilen yardım etme, onun derdine derman bulma eğilimindeyiz. Bu nedenle, karşımızdakinin sorunu olduğunu anladığımızda onun anlatmadığı şeyler de olabileceğini düşünüp “zihin okuma” yaparak ona “nasihat etme”, “nutuk çekme”, “akıl verme” veya davranışı nedeniyle onu “eleştirme” veya “azarlama” gibi hatalara düşebilmekteyiz. Karşımızdaki konuşmakta isteksizse sürekli konuşabilmekte veya karşımızdaki çokça konuşuyorsa hiç cevap vermeden sessizce dinleyebilmekteyiz. Maalesef tüm bu yaklaşımlar yanlış teknikler sınıfında yer almaktadır. Sorunu olan kişiye karşı “etkin dinleme” ile yaklaşmalıyız, yani burada söz bizde değil derdi olandadır. Bize düşen görev; dinlemek, anlamaya çalışmak ve bir ayna gibi anladıklarımızı ona geri yansıtmaktır. İşte bu durumda, eşimiz ya ad çocuğumuz anlaşılma duygusunun rahatlığı ile sorununu çözmek için kendi yolunu bulur. Karşımızdakinin sorunu bizimle ise, bizim sorunu anlamamız zaten çözümün yarısıdır. Bu nedenle kelimelerle dokuduğumuz cümleler hepimiz için çok önemli. Toplumsal yapının mihenk taşı olan aile hayatına baktığımızda, bazen bir cümlenin yıllar boyunca bizi motive ettiği, bazen de bir cümlenin içimizde hiç dinmeyen bir yara gibi kanayıp durduğu vakidir.

30


atamıza dair

Atatürk, Türk ve Anadolu tarihi araştırmalarını teşvik ederken, bir yandan da Osmanlı İmparatorluğu tarihine önem vermiş, “bir aşiretten imparatorluk doğamayacağı” fikrini benimsemişti. O bunu şöyle ifade ediyordu:

B

“Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz. Bunun başka türlü bir izahı olmak lâzımdır. Tarih ilmi bunu meydana çıkarmalıdır.”

Atatürk*

üyük ‹ngiliz filozofu Thomas Cariyle, dünya tari-

hinin konusunu “Kahramanlar›n Hayat›” olarak Türk Tarih Kurumu, Atatürk’ün emriyle hummalı ilan etmifltir. Gerçekten de dünyada milyarlarca bir faaliyete giriştiği zaman, Çankaya’da toplantıinsan, yaflam›flt›r, türlü hadiselerde roller alm›flt›r; lar yapılır, fi kirler teati edilirdi. Atatürk, fakat sadece say›l› insanlar “tarih” denilen belgelere temel ilve ciddî itibar eder, indî mütalâalara önem min eserlere konusu olabilmifltir. vermezdi. Nitekim Osmanlı devletinin kurucusu Toprak, insan ve kültür arz üzerinde ortaya ç›kOsman varlığından düşen Bunbir zatın m›flBey’in medeniyetleri do¤uranşüpheye üç ana unsurdur. eserini şiddetle reddederek, tekrar yazılmasını lara bir dördüncüsünü eklemek gerekirse herhalde ola¤anüstü baflaran bunun insanlar gibi olan Yusuf “kahraemretmişti. Büyükifller kurtarıcı, manlar›” eklemekocağının gerekir. fiukuruluşu halde kimdir kahraAkçura’nın Yeniçeri hakkındaki man? hataşını tashih etmesi dikkat çekicidir. Atatürk, Kahraman, yükü kald›rdört ciltlik tarihinkimsenin üçüncükald›ramad›¤› cildinin müsveddelerini talip zoru seçmifltesisinin kiflidir. Orhan devrinde tetkikmaya ederken, ocağın olduğu Kahraman, hakkındaki bahsehaks›zl›k, takılmış;adaletsizlik daha önceki herkesin ve karfl›s›nda sustu¤u yerde, mukabil tarih zulüm bilgisine dayanarak buradaki hatayıolarak görmüşsesini yükselten tü. Esasen Atatürk,insand›r. bu günlerde, cehalet ve türlü Kahraman, insanyersiz ve millet hayat›n›n sonve bulma sebeplerle eski devri tenkit eden tarihi noktas›nda ortaya ç›k›p küçük hayattarafsız k›v›lc›m›n› gerçekleri saptıranlara cephe almış, araştırtarihi intikali adamd›r.hürriyet malarateflleyip emretmişti. Ayrıca,sa¤layan bu devirdeki Kahraman, toplumun menfaatini hergizlemiyordu. türlü ferdî havaşından dolayı da takdir hislerini haklar›n›n önünde tutan,yeni madden kendisiAtatürk, bunun yanynda Türkmanen devletini, futuni daima fedakarl›¤a hisseden flahsiyettir. hat siyasetinden uzak mecbur tutmayı ve “yurtta sulh ciKahraman, hiç kimsenin do¤ruyu söyleyemedihanda sulh” prensibini benimsemeyi tercih edi¤i yerde, do¤ruyu hayk›rabilen, aleyhine bile olsa yordu. bildiren, kimsenin do¤ruluk yönünde bafl›Fakatgerçe¤i tarih araştırmalarına da hız verip, XVI. ve n› kald›rmaya yeltenemedi¤i yerde flecaatini gösXVII. yüzyıllarda büyük bir devlet olarak tarih sahnesinde yerini almış olan Osmanlı devletinin XIX. * Yard.Doç.Dr. Refik TURAN, Diyanet Gazetesi, Say›: 369 (Kas›m s. 17. neden inkıraza uüradığının ortaya ve XX. 1989), asırlarda çıkarılmasını arzu ediyordu. Atatürk bunu, Türkledoğumunun 40 rin medenî âlemde itibarlı mevkiini alması için is125. yılı anısına atatürk temekteydi

31

Atatürk veKahramanlar Osmanlı Zinciri Tarihi ve

14

doğumunun

125. yılı anısına

atatürk

Kahraman, herkesin haks›zl›k, adaletsizlik ve zulüm karfl›s›nda sustu¤u yerde, mukabil olarak sesini yükselten insand›r. Düvel-i Muazzamaca (Büyük Devletlerce) hayatiyetine son verme karar› ile sald›r›ya u¤rayan Devletimizin can çekiflme noktas›nda ortaya ç›kan ve 10 Kas›m’da milletçe Küçük Mustafa ö¤renim ça¤›na gelince Haf›z Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinan›lan Gazi Mustafa Kemal de ö¤renime bafllad›, sonra babas›n›n iste¤iyle fiemsi Efendi Mektebi’ne geçti. Bu s›rada babas›n› kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftli¤i’nde day›s›n›n yan›nda kald›ktan sonra SeAtatürk askeri kahramanl›k lânik’e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüfltiyesi’ne kaydoldu. K›sa bir süre sonra 1893zincirinin y›l›nda Askeri Rüfltiyeye girdi.halkas›n› Bu okulda Matematik ö¤retmeni Mustafa Bey, ö¤son teflkil rencisinin ad›na “Kemal”i ilâve etti. 1896-1899 y›llar›nda Manast›r Askeri ‹dâdisini bitirip, ‹stanbul’da Harp Okulunda ö¤renime bafllad›. 1902 y›l›nda Te¤men rütbesiyle mezun oleder. du. Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te Yüzbafl› rütbesiyle akademiyi tamamlad›. 1905-1907 y›llar› aras›nda fiam’da 5. Ordu emrinde görev yapt›. 1907’de Kola¤as› (K›demli Yüzbafl›) oldu. Manast›r’a III. Ordu’ya atand›. 19 Nisan 1909’da ‹stanbul’a giren Hareket Ordusu’nda Kurmay Baflkan› olarak görev ald›. 1910 y›l›nda Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevralar›’na kat›ld›. 1911 y›l›nda ‹stanbul’da Genel Kurmay Baflkanl›¤› emrinde çal›flmaya bafllad›. 1911 y›l›nda ‹talyanlar›n Trablusgarp’a hücumu ile bafllayan savaflta, Mustafa Kemal bir grup arkadafl›yla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev ald›. 22 Aral›k 1911’de ‹talyanlara karfl› Tobruk Savafl›n› kazand›. 6 Mart 1912’de Derne Komutanl›¤›na getirildi. Ekim 1912’de Balkan Savafl› bafllay›nca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolay›r’daki birliklerle savafla kat›ld›. Dimetoka ve Edirne’nin geri al›n›fl›nda büyük hizmetleri görüldü. 1913 y›l›nda Sofya Ateflemiliterli¤ine atand›. Bu görevde iken 1914 y›l›nda Yarbayl›¤a yükseldi. Ateflemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu s›rada I. Dünya Savafl› bafllam›fl, Osmanl› ‹mparatorlu¤u savafla girmek zorunda kalm›flt›. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirda¤’da görevlendirildi.


Buraya kadar izaha çalışılan husus, Atatürk’ ün Türk tarihine verdiği önemi takdim etmek olmuştur. Büyük kurtarıcı, Türk tarihinin sadece Osmanlı devleti tarihinden ibaret olmadığını, Osmanlıdan önce Türk devletlerinin tarih sahnesinde itibarlı yerinialdığını biliyor ve bu devrin araştırılması gerektiğini savunuyordu. Ancak, Türk tarihinin Osmanlı devletinin tarihinden ayrılamayacağını veya Osmanlı devleti tarihinin Türk tarihinden ayrı düşünülemeyeceğini de bilmekte idi. O bunu bir milletin tarihi, “Türkiye Tarihi” olarak düşünmekte idi. Bir inkılâpçı olarak zaman zaman radikal tedbirlere başvurması, yeni bir Türk devletinin kuruluşunda bazı operasyonların gerekli olduğuna inanmasındandı. Esasen, engin bir tarih bilgisinin verdiği tecrübeden kaynaklanan hoşgörü sahibi bir devlet adamı idi. Atatürk, yeni Türk devleti kurulurken, Osmanlı devletinin tarih sahnesinden silinmeye mahkûm, ömrünü tamamlamış bir devlet olduğunu çoktan kavramıştı. Modern çağda, bu devletin eski şaşaalı devrini tekrar kazanmasına imkân ve ihtimal olmadığını biliyordu. Yukarıda çeşitli vesilelerle izaha çalışıldığı gibi, Atatürk mümtaz bir Osmanlı paşası olarak, mensubu olduğu devlete her zaman itibar etti. Onun bu tutumunu, Balıkesir’de kutlanmakta olan Osmanlı devletinin kuruluş yıldönümü töre nine verdiği önemden de anlamaktayız. Bu günlerde, 15 Mayıs 1919’dan beri Yunan ordusu işgalinde bulunan İzmir’in ilhak edileceği söylentileri dolaşmakta idi. Bu söylentiler, bütün yurtta kutlama törenlerine büyük bir heyecan katmıştı. Bu sırada, Balıkesir’de “Müdafaa-i Hukuk İzmir Şimal Mıntıkası Hey’ et-i Merkeziyesi” faaliyette bulunmakta idi. Hey’et-i Merkeziye kongreler tertip edip, Mustafa Kemal Paşa ile temas kurmuş bulunuyordu. Diğer taraftan, Hey’et-i Merkeziye düşman ile mücadeleye girdiği gibi isyan hâlindeki Anzavur ile de uğraşmakta idi. Bu sırada Balıkesir’de bulunan Albay Refet (Orgeneral Bele), Albay Kazım (Orgeneral Özalp) ve Edremit kaymakamı ve Hey’et-i Merkeziye

üyesi Hamdi Bey kutlama töreninde birer konuşma yapmışlardı. Heyecanla kutlanan bu törene, Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Temsiliyesi adına aşağıdaki telgrafı çekmiştir: “Bugün yevm-i İstiklâl-i Osmani olmak münasebetiyle arz-ı tebrikat eyler, bu vesile ile vatanımızın temâdî-i halâsı ve devlet ve milletimizi altı asırlık şanlı istiklaliyle mazhar-ı saIadet eylemesini Cenab-ı Hak’dan diler ve bu yevm-i mübeccelin saadet-i idrakini bilumum milletdaşların yekdiğerini tebrike şitab eylemelerini temenni eyleriz.” Türk tarihini bir bütün olarak düşünen Atatürk, Osmanlı devletinden önceki zengin Türk tarihine büyük önem vermiş, araştırmacılara yeni bir yön tayin etmişir. Bu sayede, Türk tarihi üzerinde yapılan tetkikler büyük hız kazanmıştır. O, tarih araştırmalarını teşvik ederken, tarihçilere hadiselere iyice nüfuz edip, tarafsız bir yorum getirmeleri prensibini de tavsiye etmiştir. Bu tarz çalışma ile Türkler hakkında mevcut yanlış kanaatlerin düzeleceğine ve peşin hükümlerin ortadan kalkacağına inanıyor ve şu tavsiyede bulunuyordu: “Her şeyden evvel kendinizin dikkat ve itina ile seçeceğiniz vesikalara dayanınız. Bu vesikalar üzerinde yapacağınız tetkiklerde her şeyden ve herkesten evvel kendi inisiyatifinizi ve millî süzgecinizi kullanınız.”

32


Vis a l se vgi y i öldürür. (Muh ammed İk ba l)

ey ş r i b H iç de n yo k i l iği n o l s aydı d n e k y le ö b , z dı. z o lm a a lm var o (Fa ra

(Eflatu n )

A ce le , he r işte başa rısızlığa se be p ol ur. (He rodot)

bi)

İlim ve sa nat itt ifa k görmediği ülk ey i te rk eder. (İbn i Sin a)

Erde m , i y i y i e lde e t me gücüdür.

Halk o lm a s e n d öve r y a n l a e se ni se a ld a n ma. (Lo kma

n He

k im

)


Biz, 40 yıl evvel Nürnberg‘deydik!

Biz, bugün de burdayız!

Biz, yarın da burada olacağız!

Tel. 09 11 / 22 38 07 Türk Hava Yolları, SunExpress ve Pegasus yetkili acentesi Frauentorgraben 69 (Plärrer) • 90443 Nürnberg • www.ankara-reisen.de

anoris. 01/13

» Müşterilerimize teşekkür ederiz! 1973‘den bu yana babadan oğula güler yüzlü, güvenilir hizmet. « Olgun Demir


tarih Araştırmacı-Yazar Talha Uğurluel’in kaleminden...

Seyid Sofrasından Hasoda Sofasına

2

005 yılının Temmuz ayı. Bir televizyon kanalının ramazan programı için Mekke’de çekim yaptığımız günler. O akşam bizi özel bir program bekliyor. Zira Mekke’de bulunan Seyidleri ziyarete gideceğiz. Haftada bir gün bir araya gelen bu kişiler hadis dersi yapıyorlarmış. Bizler de hem bu hadis dersine katılacak, hem de kendileri ile kısa bir çekim yapacağız. Yatsı namazı sonrası bindiğimiz araba, bizi Mekke’nin tepelerine kurulu bir evin önüne getiriyor. Evin girişinden merdivenle üst katta bulunan geniş bir taraçaya çıkıyoruz. Orada minderlere kurulmuş elliye yakın kişi görüyoruz. Sarıklı, takkeli, başı açık, yazmalı farklı kıyafetlerde kişiler. Karşı sedirin üzerinde birkaç kişi oturuyor. Aralarından bir tanesi Kütüb-i Sitte’den hadis dersi yapıyor. Hepsi mütebessim bir simaya sahip. Ve yine hepsinin omzunda yeşil bir örtü görülüyor. Bu örtü, onların Efendimiz (s.a.v.)’in soyundan geldiklerini belirtiyor. Osmanlılarda da böyle bir emare vardı. Efendimiz (s.a.v.)’in soyundan olan Nâkib’ül Eşraf’lar yeşil kavuk takar ve yeşil cübbe giyerlerdi. Onlara toplum içinde sonsuz bir hürmet gösterilirdi. Osmanlı Padişahları tahta çıkarken, bu zatların ellerinden kılıç kuşanırlar ve vazifeye öyle avdet ederlerdi. Az sonra hadis dersi sona eriyor ve herkes

35

çevresindekilerle halkalar oluşturmaya başlıyor. Meğer yemek sinileri gelecekmiş. Biz de yanımızdakilerle halka oluyoruz. Geniş siniler içerisinde pilav getiriyorlar. Sarı renkli bir pilav bu. Aynı Özbek Pilavına benziyor. Yanında da tabak tabak meyveler. Bu güzel yemekten sonra insanlar yavaş yavaş dağılırken bizler de sohbeti yapan bu güzel insanların yanına doğru yaklaşıyoruz. Hadis dersini yapan kişi Seyid Ömer adında kıymetli bir zat. Abdülkadir Geylani Hz.’lerinin soyundan geliyorlarmış. Ona intisapları var ama aynı zamanda Risale-i Nur da okuyorlar. Yakınlarına gelince kendilerinden daha bir etkileniyoruz, çünkü çok mütebessim simaları var. Yanlarına gelen herkesle özel olarak ilgileniyor ve hiç kimseyi kırmamaya çalışıyorlar. Eğer kimse buna bunlar Seyid’ dir demeseydi, bu topluluk içinde birkaç tane Seyid var, hangisi tahmin et deseler de sanıyorum yine bu kişileri gösteriridim. Selam verip oturuyoruz. Kendimizi tanıtıp, Türkiye’den geldiğimizi söyledikten sonra kameralarımızı açıyor ve tatlı bir hasbihale başlıyoruz. Türkiye’den geldiğimizi söylememiz ile birlikte konu Osmanlı’ya geliyor. Hadis dersi yapan zat, konuşması içinde, Türklerin tarih içerisinde İslamiyet’e uzun yıllar bayraktarlık yaptığından, O’nu korumayı kendilerine en önemli vazife saydıklarından bahsediyor. Bu konuşma sonrasında, kendisinin Efendi-


miz (s.a.v.)’in soyundan geldiğini hatırlatarak, Ehl-i Beyt’e düşen vazifelerin neler olduğunu soruyoruz. Cevabı şöyle oluyor: “İslam tebliğinde en büyük vazife Ehl-i Beyt’e düşüyor. Ehl-i Beyt İslamiyeti iyi öğrenmeli, iyi yaşamalı ve dünyaya en güzel şekilde temsil edebilmeli. Asıl Ehl-i Beyt, İslam’ı yaşayan ve Efendimiz (s.a.v.)’in ahlakını hayatına hakim kılan, Allah Rasulü ile irtibatını devam ettirebilendir. İstikamet içerisinde olan ve bu istikametini bozmayandır. Değişmeyen, değiştirmeyendir.” Vakit bir hayli ilerlediği için bu görüşmeyi daha fazla uzatmıyor ve son olarak Efendimiz (s.a.v.)’in bir Hadis-i Şerifleri ile konuşmamızı bitirmemizi teklif ediyoruz. Böyle bir teklife çok memnun oluyor ve söyleyeceği hadise geçmeden önce bu hadisin çok sağlam ve sahih olduğunu, sahabelerden Hadis-i Şerif söylemeleri istendiğinde önce bu hadisi söylediklerini aktarıyor. Çünkü Efendimiz (s.a.v.)’den ilk önce bu sözleri duymuşlardır. Hadis-i Şerif şöyle: “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsinler.” İnsan kendisine ve çevresine merhamet etmeli. Böylece de ilahi rahmeti celbeder. Bu güzel birliktelik bizim de çok hoşumuza gitmişti. Farklı millet ve devletlerden olan bizler, ortak bir paydada, Efendimiz’in sevgi ve muhabbeti altında sanki kırk yıllık dostlar gibiydik. Ayrılırken kendilerini İstanbul’a davet ediyoruz. Eğer böyle bir ziyareti gerçekleştirecek olurlarsa onları Topkapı Sarayı’nı ve özellikle de Mukaddes Emanetler Bölümünü gezdirebileceğim sözünü veriyorum. Mukaddes Emanetler adını duyar duymaz ciddi bir heyecana kapıldıkları gözümüzden kaçmıyor. Bunun olmasını çok istediklerini ifade ediyorlar ve ayrılıyoruz. Aradan nerdeyse bir ay geçmişti. İstanbul’ da bulunduğum bir gün telefonum çaldı. Açtım, karşımdaki kişi kendiinin bu hafta

gerçekleşecek, “Bediüzzaman ve Tasavvuf” konulu Sempozyumun idari heyetinden olduğunu, bu programa Mekke’den de bir grubun geleceğini ve onların, Topkapı Sarayı’nı bizimle gezme istekleri talebini iletti. Ardından da sadece bu Mekke heyetini değil, sempozyuma katılan tüm üyeleri gezdirip gezdiremeyeceğimi sordular. Memnuniyetle kabul ettim ve o akşamki sempozyuma katılmak amacıyla yerlerini öğrendim. Bildiriler tam üç gün devam etti. Dar dairede yapılan bu ilk sempozyumda sadece katılımcılar ve gözlemciler bulunuyordu. Dünyanın dört bir tarafından çok kıymetli İslam Alimi orada bulunuyordu. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Afganistan, Pakistan, Fas, Bulgaristan, Bosna ve diğerleri. Son gün herkes mikrofonlara bir kez daha davet edildiler ve kısaca genel izlenimlerini anlattılar. Iraklı alim Prof. Dr. Muhsin Abdulhamit, kürsüye geldiğinde, “Eğer Bediüzzaman aramızda olsaydı ne yapardı?” diye sordu ve ardından uzun uzun bunun cevabını verdi. Fas’tan gelen Prof. Dr. Mustafa Bin Hamza, konuşmasına “İslam’ın 500 yıl temsil edildiği topraklardayız.” sözleri ile başladı. Bulgar alim ise Bediüzzaman’ı kastederek, “O, zamanımızın müceddidi idi.” dedi. Toplantıya Suriye’den katılan Prof. Dr. Said Ramazan El Buti de Risale-i Nur’un diğer eserlerden farkını ortaya koydu. Az sonra tanıdık bir ismi çağırdılar mikrofona, Mekke’den Seyid Ömer Geylani. Çok güzel bir konuşma yaptı ve sözlerine son verirken, “Üç gündür burada O’nu, Bediüzzaman’ı konuşuyoruz. Biz buradda O ve eserlerini konuşurken hissetim ki O da aramızda bulunuyordu.” dedi. Programın artık sonlarına gelinmişti. Kapanış yapılırken sunuyu yapan görevli “Bu

36


tarih önemli toplantımızda aramızda Seyidler de vardı, lütfen Seyidler ayağa kalksınlar.” dedi. Seyid Ömer ve yanındakiler tevazu ile ayağa kalktılar. Dualar edildi. Ardından Bosna’lı çocuklar sahneye çıktı ve Taleal Bedru’yu seslendirdiler. Mekke’den gelmiş misafirlerimiz başta olmak üzere birçoğu ile görüştük ve kendilerini tebrik ettik. Yarın programın son kısmı gerçekleştirilecekti. Yani onlarla birlikte Topkapı Sarayı’nı ziyaret edecektik. Ertesi günü görüşmek üzere ayrıldık. Anadolu yakasına geçerken yanımda, program boyunca anlatılanları Arapça’dan Türkçe’ye çeviren Nevzat Bey vardı. Kendisi ile birkaç ay önce Mısır’lı ünlü alim Muhammed Umara’ yı gezdirmiştik. Bu gezi sonrasında Muhammed Umara’nın kendilerine gezi hakkındaki söylediklerini aktardı. Umara, Nevzat Bey’e, “Ben bu gezi sonrasında tarih bilgilerimi yeniden gözden geçirmek zorundayım.” demiş. Bir zamanlar Osmanlı Coğrafyası iken nice kalleş planla bizlerden koparılan bu toprakların insanları da ciddi bir beyin tahribine maruz kalmışlardı. Osmanlı onlara acımasızca kötülenmiş ve onlar velinimetlerini, sömürgeci olarak bellemişlerdi. Ama şimdi artık bu güzel çalışmalar neticesinde bu aklı başında alimler neyin ne olduğunu tüm açıklığı ile görebiliyorlardı. Ertesi sabah kahvaltıda yeniden bir araya geldik. Seyidlere hediyelerimiz vardı. Kendilerine Mukaddes Emanetler kitabını hediye edince inanın, çocuklar kadar mutlu oldular. Gözleri yaşardı ve kitabı yüzlerine gözlerine sürerek bir mukaddes emanet edasıyla sarılıp muhafaza altına aldılar. Az sonra arabalarımıza geçerek Topkapı Sarayı’nın yolunu tuttuk. Biraz sonra Bab-ı Hümayun’un önüne gelmiştik. Öncelikle Sarayın girişindeki 3. Ahmet Çeşmesini konuştuk. Gezi ekibimiz 40 kişi kardı ve hepsi de

37

en az üç dil biliyorlardı. Hepsinin Arapçaya vakıf olması bazı anlatacaklarımızı ciddi şekilde kolaylaştırıyordu. Bunlardan biri de 3. Ahmet Çeşmesi’nin üzerindeki Ebced hadisesi idi. Osmanlı’da birçok yapının tarihi üzerindeki kitabenin son satırına harfler ile rakam düşülerek atılırdı ve buna tarih düşme denilirdi. 3. Ahmet bu çeşmeyi yaptırdığında (Miladi 1729) dönemin hicri tarihini düşürmek ister ve “Besmele ile iç suyu Han Ahmet’e eyle dua” yazar, fakat tarih denk düşmez. Hocasına durumu izah eder. Derin bir ilme sahip hocası hemen cevap verir: “Hünkarım, başına bir aç ekleyiniz.”. Tarih o yılın tarihine denk düşmüştür.

Hep birlikte Bab-ı Hümayun’un yazılarını okuyoruz. Kur’an-ı Kerim’de Hicr Suresi’nin 45. ve 48. ayetleri yazılı sarayın bu giriş kapısının tam alnında Osmanlılar, bu ayetin manasıyla sarayın cennetten bir köşe oluşunu özdelşleştirmişler. Ayette şöyle deniyor: “Şeytana uymaktan korkan müttakiler ise cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. Esenlikle emin olarak girin oraya. Onların kalplerindeki kini söküp çıkarmışızdır. Dost ve kardeş olarak divanlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiçbir zahmet ve meşakkat dokunmaz. Oradan hiç çıkarılmazlar.” Dikkat ederseniz cennet ayetleri var burada.


Topkapı Sarayı’nı hani birileri sanki bir kaos ortamı gibi göstermeye çalışmaktadır ama biz daha sarayın kapısında bu düşüncelerimizin darma dağın olduğunu görüyoruz. Yani burada cennet ayetleriyle hadise o kadar güzel ifade ediliyor ki; onlar kalplerinden kin ve nefreti çıkarmış olarak içeriye girer... Kim giriyor buradan? Padişah, Sadrazam, Şeyh-ül İslam giriyor... Yani Bakanlar Kurulu, Devlet Erkanı içeriye girerken kin ve nefreti dışarıda bırakıyorlar ve devleti bu muhteşem ahlaka göre adaletle yönetiyorlar. Bu ayet buraya 1478 yılında Fatih’in Hattatı Ali Bin Sofi tarafından yazılmış. O yıllara ait bu incelik alimleri derinden etkiliyor ve içeriye böyle bir halet-i ruhiye ile giriyoruz. Bab-u Selam’dan da geçerek asıl saraya geliyoruz. Hemen sağdaki vitrin içinde sergilenen arabalar, Osmanlı’nın her sene Kabe için özel olarak hazırlattıkları Kabe örtüsünü taşıdıkları sürre alayının arabaları. Mekke’ den gelen Seyidler bu arabaları daha bir ilgi ile izliyorlar. Saray mutfağına geçiyoruz. Burasının alelade bir mutfak olmadığı, Enderun Mektebinde eğitim gören nice talebenin, eğitimlerinin ilk yıllarında mutlaka burada çalıştığı ve hizmet almadan önce hizmet etmeyi öğrendiğini konuşuyoruz. Bu sözler üzerine Seyid Ömer söz alıyor ve Efendimiz (s.a.v.)’in de çocukluk yıllarında Mekke’de çobanlık yaptığını hatırlatıyor. Onları en çok etkileyen yerlerden birisi de Adalet Kulesi. Dünyanın bir dönem buradan yönetildiğini anlatıyoruz. Adaletin önemine o kadar inanıyorlardı ki, adaleti dağıttıkları yapının üzerine inşa ettikleri kuleye Kasr-ı Adl, Adalet Kulesi adını verecek ve bu kuleyi sarayın en yüksek yapısı olarak inşa edeceklerdi. Kulenin kapısına ise bir Hadis-i Şerif yazdırmışlardı. Efendimiz (s.a.v.) bu sözlerinde şöyle buyuruyordu: “Bir saatlik adalet, seksen yıllık ibadetten hayırlıdır.”

Nihayet Topkapı Sarayı’nın üçüncü ve en önemli kapısının önüne geliyoruz. Burada etrafı zincirlerle çevrili bir alan var. Osmanlılar, Efendimiz (s.a.v.)’e o kadar çok düşkün idiler ki, sefere çıkmazdan önce burada toplanır ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek sancağını buraya dikerek selamlar ve yolculuklarına öyle çıkarlardı. Yanımızdaki nice alim, belki de hayatlarında ilk kez duydukları bu şeyler karşısında her geçen dakika biraz daha şaşırıyorlardı. Sanki bu saray, lisanı hali ile Osmanlıların, Peygamber ve O’nun getirdiklerine olan bağlılığını tek tek anlatmaya başlamıştı. Çevrelerindeki her bir ayet ya da hadis ile başı dönen bu İslam alimlerini şimdi bir başka sürpriz bekliyordu. Burası Bab-ü Saade’nin üçüncü avluya bakan yüzü idi. Bu kapıdan geçtikten hemen sonra karşınıza Arz Odası çıkar. Yani kubbe altında alınan kararların Osmanlı Padişahına arz edildiği yer. Padşah bu kararları sükunet içinde bu mekanda dinleyecek, ya kabul edecek ya da reddecektir ki bu durumda konu, yeniden Divan-ı Hümayun tarafından incelenmeye alınacaktır. Bizler şimdi işte tam bu Arz Odası’ nın girişinde bulunuyorduk. Sırtımızı Arz Odası’na vererek, odanın penceresinden rahatlıkla görülebilen bir yere bakmalarını istedim. Burası Bab-ü Saade’nin üçüncü avluya bakan yüzünde, tam kapının üzerinde bulunan kitabe idi. Burada yine bir Hadis-i Şerif yazıyordu: “Hikmetin başı Allah korkusudur.” Osmanlı Padişahları her bir karar hakkında kendi hükümlerini beyan ederken, tam karşılarında duran bu Hadis-i Şerif’i görecek ve bu Peygamber nasihatini dikkate alarak reylerini sunacaklardı. Dünyanın dört bir tarafından gelen bu nice İslam aliminin artık ayaklarında derman kalmamıştı. Gözleri artık sanki baktıkları yerleri görüyor gibi değildi. Akıllarıyla sanki uzak-

38


güncel lardaki bir şeyi hayaller gibi bir halleri vardı. Saray onlara konuşuyordu, tarihteki velinimetiniz işte böyle bir hayat yaşamıştı dercesine. Gezilen yer Topkapı Sarayı olunca tabi adımla adımla, bitmiyor. Şimdi de Haram-i Hümayun’a doğru ilerliyoruz. Girişte bizi Kara Ağalar avlusu karşılıyor. Başta Seyidler ve ardından diğerleri derinden bir “Fesubhanallah” çekiyorlar ve ardından birbirlerine bakarak “Acaip, acaip” diyorlar. Gözlerine bakıyorum, hepsi avlunun duvarlarını boydan boya kaplayan yazılara bakıyorlar. Biz anlatmadan onlar neyin ne olduğunu görmüş durumdalar. Evet, bu yazılar aslında Kaside-i Bürde’dir. Kab bin Züheyr Hazretleri’nin Efendimiz (s.a.v.) için yazmış olduğu ve karşısında kendisine Efendimiz (s.a.v.)’in hırkasının hediye edildiği o övgü dolu şiir. Gözyaşları ile şiirin mısralarını heceliyorlar. Harem denilen, aslında orijinal adı Duhteran Mektebi (Kızlar Mektebi) olan bu eğitim kurumunu geziyoruz. Her bir kapı ya da pencere üzerindeki “Ya Müfettihal Ebvab, İftahlena hayral bab” yazılarını okuyorlar. Sanki her bir kapı, içinden geçenleri duaya sevkeder gibi bir hal almışlar. “Ey kapılar açan Rabbim, bana hayırlı kapılar aç.” Artık son noktaya ve en heyecanlı kısma geldik. Grubun saatlerdir gezmeyi arzu ettikleri ve sabırla bekledikleri bu yer, Mukaddes Emanetler Dairesi. Az sonra içeriye girecek ve Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek emanetlerinin en azından bir kısmı ile müşerref olacaklar. O sırada saraydaki varlığımızdan

39

haberdar olan Saraylar Müdürü’müz İlber Ortaylı Bey geliyor. Hırka-i Saadet Dairesi’ nin girişinde bu değerli İslam alimleri ile üç beş kelam ediyor. Ardından onları bu güzel daireye buyur ediyor. Herkes içeriye önce bir diğeri girsin diye yanındakileri buyur ediyor. Herkesin gözü Seyidlerde. Onlar kapıya yönlendiriliyorlar. Biz içeriye adımlarını atmalarını beklerken Seyidler bizleri hayretlere düşüren bir davranışla daha kapının dışında ayakkabılarını çıkarıyor ve eline alarak yalınayak bir vaziyette içeriye giriyor. Kapıdaki o kadar alim, manzayı gören İlber Ortaylı ve bizler ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Evet, Seyidler bize yine bir ders veriyorlar. Ya da, zamanında bizde bulunan bir saygı unsurunu yeniden bize hatırlatıyorlar. İçeriye tek tek güren, ülkelerinin bu en ünlü alimleri bir ibadet ciddiyeti içinde Mukaddes Emanetleri ziyaret ettiler. Artık ayrılma vakti gelmişti. Saray turumuz nihayete ererken, gezinin başından beri yanımızda bulunan muhabir arkadaşımız, Seyidlere yaklaştı ve gezi hakkındaki düşüncelerini sordu. Seyidlerin en yaşlısı tüm grup adına şunları söyledi: “Bugün burada tarih ile buluştuk. Osmanlıya minnettarız, çünkü bu emanetleri çok güzel muhafaza ederek bugünlere gelmelerini sağlamış. Biz bugün burada göklere kadar yükselen bir adalet gördük. Bizim için bundan daha değerli bir gezi olamazdı. Burada Efendimiz (s.a.v.)’i hatırlatan şeyler ile onların şahsında Efendimiz (s.a.v.) ile buluştuk.”



güncel

BirLEŞmiş Milletler Ne İşe Yarar?

41


BirLEŞmiş Milletler Ne İşe Yarar Mensur Akgün İsrail’in Gazze müdahalesiyle BM’nin ne işe yaradığı, daha doğrusu işe yarayıp yaramadığı sorusu bir kez daha gündeme girdi. Başbakan Erdoğan BM’yi Gazze’deki insan kıyımı karşısında kayıtsız kalmakla suçladı. Pek çok kanaat önderi de BM konusundaki hayal kırıklıklarını okuyucu, izleyici ve dinle-yicileriyle paylaştı. BM Şartı’nın öngördüğü küresel barış ve güvenliğin korunması büyük devletlerin insafına, çıkarına ve uzlaşmasına bırakılmıştı. Dünya siyasetini ilgilendiren bir konu beş büyük devletin içinde yer aldığı Güvenlik Konseyi tarafından gündeme alındıktan sonra başkalarının bu konuda bir şey yapması “hukuken” mümkün değildi. Her şey insaf, çıkar ve uzlaşma sacayağının üstüne oturmuştu. Bu yüzden de sistem öngördüğü ilkelerin korunmasını hemen hemen hiç sağlayamadı. 1950’deki Şart hükümlerinin esnetildiği Kore istisnasını saymazsanız, kurulduğu günden 1990’a kadar BM sisteminin öngördüğü ortak güvenlik mekanizması nerdeyse hiç çalışmadı. Ancak Saddam Hüseyin’in maceracı atılganlığı zamanın ruhuna uygun bir reaksiyonun verilmesine ve sistemin çalışmasına yol açtı. BM, tıpkı Sadak’ın yaptığı gibi kurulduğu günden bu yana, hatta kuruluşu öncesinde de eleştirildi. Adil olmadığı söylendi. Dünyadaki yeni çıkar ve güç dengelerini yansıtma-

dığı iddia edildi. Konferanslar düzenledi, raporlar yazıldı. Fakat şimdiye değil BM, Güvenlik Konsey’indeki daimi olmayan, dolayısıyla da veto hakkına sahip olmayan üyelerin sayısının arttırılması dışında hiç bir ciddi revizyona uğramadı. Çünkü II. Dünya Savaşı’nın galipleri kurdukları sistemi güvenlik supaplarıyla donatmışlar, onların uzlaşması dışında hiç bir kapsamlı değişikliğin yapılamamasını garanti altına almışlardı. Savaş ve müdahale yasaklanmış, devletlerin iç işlerine karışmama ilkesi BM Şart’ının 2’inci maddesinin içine sımsıkı yerleştirilmişti. Zaman içinde başta Filistin olmak üzere pek çok sorun Güvenlik Konseyi duvarına tosladı. Pek çok yerel trajedi ilgisizlik, çıkar körlüğü, uzlaşma zorluğu gibi nedenlerle görmezden gelindi. Bosna’dan Ruanda’ya milyonlarca insan BM hareketsiz kaldığı için öldü, sakat kaldı, evini barkını terk etti. Şimdi de aynı şeyler Suriye’de oluyor. Amerika müdahalede çıkar görmediği, Rusya şiddetin kendi ülkesine sıçramasından korktuğu için kimyasal silahlarının kullanılması karşısında bile sessiz kalıyor. Yapılacak bir müdahalenin meşruiyet kaynağı olarak görülen Güvenlik Konseyi, 100 binden fazla insanın hayatını kaybetmesini önemsemiyor. Bizlerse dünyanın beşten büyük olduğunu

42


güncel söylüyoruz. Ama Suriye’ye müdahale söz konusu olduğunda yine o beş devlete bakıyoruz. Sistemi eleştirsek, Amerika’da ve Rusya’dan hiç hoşlanmasak da kendi çıkarlarımızın korunması için bu ülkelere muhtaç olduğumuzu biliyoruz. Belli ki beklenen BM’nin daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapması ve İsrail’e karşı yaptırım kararı almasıydı. Oysa BM’nin böylesi bir kararı alacak organı olan Güvenlik Konseyi’ nin veto yetkisine sahip beş daimi üyesinin neredeyse tamamı İsrail yanlısı. Bundan önceki performanslarında da bu türden bir beklentinin oluşmasına ve gerçekleşmemesi yüzünden hayal kırıklığı doğurmasına neden olacak hiçbir emsal bulunmamakta. Evet, BM’nin 1945 yılında temelde uluslararası barış ve güvenliği korumak, insan haklarına saygıyı sağlamak iddiasıyla kurulduğu doğru. BM Şartı’nın giriş kısmında ve ilk maddesinde bu iddia hedefler ve amaçlar olarak kayda geçmiş. Ancak ne yazık ki kurucu iradenin uluslararası barış ve güvenlikten anladığı bir dünya savaşının daha çıkmasını önlemek. Bu yüzden Şart’ın ilk maddesinin dördüncü paragrafında BM’nin politikaların uyumlaştırılacağı bir merkez olduğu vurgusu yapılmış. Ayrıca hemen her konuda karar yetkisi Güvenlik Konseyi’ne bırakılmış, beş daimi üyesine aklınıza gelebilecek her konuyu veto etme imkanı tanınmış. Üstelik de 25’inci maddesiyle üye devletlerin tamamının GK kararlarına uyacakları taahhüt altına alınmış. BM sisteminin bizim beklediğimiz gibi çalışması, insanların güvenliğini ve haklarını garanti altına alması baştan beri imkansızdı. Soğuk Savaş çıkmamış, Sovyetler Birliği ile parçası olduğumuz Batı bloğu arasında gerilim yaşanmamış olsa da bu sistem çalışmayacaktı. Çünkü bencil devletler dünyasında böylesine bir ortak güvenlik mekanizmasının çalışması teorik olarak dahi olanaksızdı.

43

BM onu kuran siyasi aklın çıkarlarına hizmet eden, güç dengelerini kollayan, iletişimsizlik yüzünden dünya savaşının çıkmasını engelleyen bir örgüt olarak kaldı. Ancak çıkarlar örtüştüğünde, beklentiler kesiştiğinde kararlar verebildi. Bazen barışçıl çözüm yöntemleri önerdi, bazen de Şart’ın 7’nci bölümünde öngörülen yaptırım tedbirlerini uyguladı. BM, biz ne dersek diyelim bundan sonra da değişmeyecek. Onu kuran ve yöneten beş büyük devletin siyasi iradesinden ve gücünden bağımsız bir örgüt olmayacak. Suriye’de 170 bin kişi öldükten, milyonlarca insan yerinden edildikten sonra en fazla insani yardım kararı alacak. İsrail için başkanlık açıklamasıyla yetinecek. Olsa olsa barış gücü operasyonlarıyla çatışmayı sınırlamaya çalışacak. Böylesi bir olasılık yok ama Türkiye Güvenlik Konseyi daimi üyesi olsa bile sonuç değişmeyecek. Diğer üyeler yine alınacak kararları ellerindeki veto yetkileriyle bloke edecek. Rusya Suriye için hayır diyecek, Amerika İsrail için. Biz de büyük bir olasılıkla bir başkası için. Yeni bir dünya savaşı verilip bu beş dev ülke mağlup edilmedikleri takdirde bu düzen böyle sürüp gidecek. Böyle bir savaş verildiği taktirde de zaten yaşanacak nükleer felaketin ertesinde dünya diye bir şey kalmayacağı için düzenin değişmesine ihtiyaç duyulmayacak. Bana öyle geliyor ki bizim yapmamız gereken mucizelerin, felaketlerin gerçekleşmesini beklemek yerine inisiyatif almak, elimizdeki imkanlar ölçüsünde dünyanın daha yaşanabilir, daha az sorunlu bir yer haline gelmesi için gayret sarf etmek, sorunlara barışçıl çözümler üretmek. Türkiye zulüm karşısında tabii ki tarafsız kalamaz, kalmamalıdır da. Fakat tarafsız kalmamak politika üretmemek anlamına gelmemelidir. Politikalar da her alanda olduğu gibi bu alanda da zemindeki gerçeklere, eli-


mizdeki imkanlara dayanmalıdır. 19 Mart 1945 tarihli Akşam gazetesinde dönemin önemli yazarlarından Necmettin Sadak Birleşmiş Milletler’in küçük devletleri değil büyük devletleri korumak için kurulacağını yazmıştı. Sadak’ın kehaneti doğru çıktı, BM’nin gerçekten de büyük devletleri korumak için kurulduğu kısa sürede anlaşıldı.

İsrail’in Gazze’ye saldırılarından dolayı binlerce Filistin’li - başta çocuk ve kadınlar olmak üzere - katledilirken, BM suskun kalmayı tercih ediyor. Hatta batılı Ülkeler İsrailin savunma hakkı olduğunu bahane ederek İsrail’i destekliyor.

Srebrenica’daki yaşanan katliama BM Barış Gücünün Hollanda’lı askerleri sebep olmuştu. Barış Gücü kendi himayesinde olan Boşnak Müslümanları kendi elleriyle Mladiç’e teslim ederek katliamın temel taşını koymuş oldu.

Çin Halk Cumhuriyeti senelerdir sürelegelen Uygur Türklerine uyguladığı vahşete BM yine sessiz kalıyor. Zaten Çin Halk Cumhuriyeti’ne BM’nin herhangi bir yaptırım uygulaması imkansız çünkü kendileri veto hakkı olan beş daimi üyeden biri.

44


güncel

NSU Davası 2015 Haziran Sonunda Bitecek Rahmi TURAN M.A. / Serbest Gazeteci Yabancı düşmanlığı motifiyle sekizi Türk, bir Yunan vatandaşı ve biri de Alman polis memuresi olmak üzere toplam 10 kişiyi öldürdükleri iddia edilen “Nasyonalsosyalist Yeraltı” (NSU) davasının görülmesine Münih Eyalet Yüksek Mahkemesinde devam ediliyor. Mahkeme heyeti başkanı hakim Manfred Götzl davaya katılanlara gönderdiği bilgilendirme notuna göre 2015 senesi içinde 57 celse daha görülecek ve son duruşma günü de muhtemelen 30 Haziran 2015 olacak. 10 CİNAYET, 15 BANKA SOYGUNU Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi 2. Dünya Savaşından sonra görülen Nürnberg Mahkemelerinden sonra ilk kez kapsamlı bir şekilde aşırı sağ cinayetleri yargılıyor. Yabancı düşmanı motiflerle sistemli bir şekilde göçmen kökenlileri ve bir polis öldürdükleri iddia edilen NSU üçlüsü ayrıca 15 banka soymuş, bombalama olaylarına karışmıştı. HÂLÂ SUSUYOR Nazi terör örgütün hayatta kalan son üyesi Beate Zschape bu zamana kadar sessizliğini korudu. Zschaepe’ye avukatları Wolfgang Heer, Wolfgang Stahl ve Anja Sturm susmasını tavsiye ettiler. Oysa işbirlikçi arkadaşları Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’un ölümlerinden sonra Almanya’nın dört bir yanında panik içinde oradan oraya giden NSU’nun hayatta kalan son

45

üyesi Zschaepe’nin teslim olduğunda konuşmak istediğini belirtmişti. Almanya’da 2000-2007 tarihleri arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin nasıl işlendiğini ondan daha iyi bilen başka biri daha yok. Zschaepe’nin konuşmaması ilk etapta onun yararına. Ancak mahkum olması durumunda ağırlaştırılmış müebbet cezası alacak olması gözünü korkutuyor. Zschaepe eğer konuşursa yaklaşık 3 senelik tutukluluk süresi de hesaba katılırsa beklediğinden daha erken salıverilecek. Mahkeme salonuna genellikle bembeyaz bir suratla gelen ve hiçbir şeyi umruna takmayan pozlardaki Zshaepe’nin suskunluğa ne kadar daha dayanacağı merakla bekleniyor. EL FRENİNİ ÇEKTİ Üçlünün ölen diğer iki üyeyle aynı haklara sahip olduğu iddia edilen son üyesi Zschaepe etki altında kalması mümkün olmayan, hesaplanamayan şahitlerin ifadeleri sonrası çok güç duruma düşebilir. 2001 tarihine kadar Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı (VS) adına muhbirlik yapan Tino Brandt bunlardan biriyidi. Mahkeme salonunda kendini “aptal bir ev kadını değildi” diye tanımlayan sanığın ifadeleri sonunda kendisi hakkında oluşan olumsuz havanın farkına varan Beate Zschaepe avukatlarını azletmek istediğini söyleyerek el frenini çekti. Mahhkeme heyeti baş sanığın zorunlu savunma avukatlarını


azledip edemeyeceğine karar verebilmek için duruşmalara ara verdi. Böylelikle Zschaepe şimdilik rahat nefes alabildi. Ancak şu anda çocuklara cinsel istismardan hapishanede yatan Tino Brandt’ın ifadesinin alınmasına daha sonra devam edilecek. Bilindiği gibi Tino Brandt VS’den yaklaşık 130 bin Euro para almış, bununla da Doğu Almanya’da Neonazi örgütlenmeyi gerçekleştirmişti. O dönemde Neonazilerin önde gelenlerinden biri olan Brandt’ın onca aldığı paraya rağmen 1998 senesinde yeraltına inen NSU çetesiyle ilgili bir bilgi verememesi mahkemede manidar karşılandı. YAZ TATİLİ Şu ana kadar görülen 135 dava günü sonrası özellikle Türk toplumunun beklentileri konusunda bir ilerleme sağlanamadı. Genel olarak toplumuzun dava sürecine olan ilgisinde belirgin bir azalma var. Ne Türkçe basın yayın organlarının ne de Türk sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri davayı sürekli ve düzenli

izliyor. Oysa bu dava insanların en kutsal ve en önemli hakkı olan yaşama hakkına yapılan saldırının görüldüğü dava. Eşleri kocasız, çocukları babasız bırakanların yargılandığı bir dava. Sırf yabancı olduğu için insanları acımasızca, barbarca öldürenlerin yargılandığı bir dava. Hem yakınlarını kaybedip hem de senelerce zan altında bırakılan insanlara, insanımıza sahip çıkmak sanırım herkesin boynunun borcu. 4 Eylül 2014 tarihinden itibaren görülmesine devam edilecek davaya gösterilen ilginin artması umuduyla. Rahmi Turan serbest gazeteci. SABAH Gazetesi ve SULTANS magazin adına Münih’teki NSU davasını izliyor.

46



Sammeln Sie MEDICON Apotheken und gewinnen Sie tolle Preise!

So funktioniert´s:

MEDICON Gewinnspiel

1 MEDICON Rubbel-Los erhalten Sie: - beim Einlösen eines Rezepts je verschriebenem Arzneimittel - für 1 MEDICON Taler Sobald Sie eine Gewinn-Serie (bestehend aus drei Einzel-Apotheken der gleichen Farbe) komplett haben, nehmen Sie an der Verlosung um den jeweiligen Hauptgewinn teil. Kleben Sie die drei Apotheken einer Farbe auf 1x

Volkswagen up

1x

Traumküche im Wert von 5.000 Euro von

die Gewinnpostkarte und geben Sie diese in einer der MEDICON Apotheken ab. Gewinnpostkarten erhalten Sie in allen MEDICON Apotheken. Zusätzlich haben Sie die Chance auf viele Sofort-Gewinne.

2x

5x

100x

Kreuzfahrt

16 GB in Silber

Gutschein

AIDA

iPad Air

im Wert von 2.500 Euro. Einzulösen bei Reise-Reck

im Wert von

Küche & Co. Nürnberg-West Wallensteinstr. 4 90439 Nürnberg

MEDICON Eczanelerimiz: 90402 Nürnberg Im Soldan Haus, Hefnersplatz 3 Telefon (0911) 23 56 10 Pt-Ct: 8.30 - 20.00 Uhr

90439 Nürnberg Rothenburger Straße 183d Telefon (0911) 61 23 63 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

91126 Schwabach Friedrich-Ebert-Straße 24 Telefon (09122) 87 33 0 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

90451 Nürnberg Eibacher Hauptstraße 52-54 Telefon (0911) 64 25 60 Pt-Cu: 8.00 - 20.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

90443 Nürnberg Am Plärrer 25 Telefon (0911) 50 71 05 0 Pt-Cu: 8.00 - 20.00 Uhr Ct: 8.00 - 18.00 Uhr

90513 Zirndorf Nürnberger Straße 13-15 Telefon (0911) 300 319 0 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

91056 Erlangen Neumühle 2 Telefon (09131) 940 87-0 Pt-Cu: 8.00 - 20.00 Uhr Ct: 8.00 - 18.00 Uhr

90419 Nürnberg Bucher Straße 51 Telefon (0911) 23 99 30 40 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

90439 Nürnberg Wallensteinstraße 28 Telefon (0911) 6 12 16 8 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

91207 Lauf: Marktplatz 50 Telefon (09123) 8 20 80 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 14.00 Uhr

91052 Erlangen City Nürnberger Str. 49 Telefon (09131) 63 00 660 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 16.00 Uhr

90459 Nürnberg Wölckernstraße 5 Telefon (0911) 37 65 190 0 Pt-Cu: 8.00 - 20.00 Uhr Ct: 8.00 - 18.00 Uhr

90762 Fürth Schwabacher Straße 46 Telefon (0911) 37 65 66 0 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 16.00 Uhr

93047 Regensburg Maximilianstraße 26 Telefon (0941) 44 80 24 0 Pt-Cu: 8.00 - 19.00 Uhr Ct: 8.00 - 16.00 Uhr

96052 Bamberg Pödeldorfer Str. 142 Telefon (0951) 510770-0 Pt-Cu: 8.00 - 20.00 Uhr Ct: 8.00 - 16.00 Uhr

304_AZ_154x516mm_April_TuerkischesMagazin_140331_X3.indd 1

31.03.14 09:34


sağlık

Terleme Ali AYDIN & Nurcan DEMİRCİ AYDIN

Mite (Akar) lar: Vücudun kendini soğutmak için günde 4-5 defa terlemesi normal olarak kabul edilmektedir. Zira terleme, egzersiz esnasında, sıcak veya soğuk havalarda vücut sıcaklığını ayarlamak için gerekli fizyolojik bir mekanizmadır. Terleme gerekenden çok fazla olursa, kişiyi huzursuz eden, can sıkıntısına neden olan, endişe veren, stres yaratan utandıran ve cildi tahriş eden bir tabloya yol açabilir. Bu durum kişinin başka kişilerle ilişki kurmasını, iş ve kariyer seçimini, ruhsal sağlığını ve kişisel görüntüsünü, yaşam kalitesini çok olumsuz etkileyebilir. Aşırı terleme ciddi bir sağlık sorunudur. Hastaların yüzde 30-35’inde aile hikayesi (genetik veya ırsi geçiş) görülmektedir. Vücudun

her bölgesinde ter salgılanması sempatik sinir sistemi tarafından kontrol edilir ve dengelenir. Bu sistemin çalışmasının bozulması aşırı terlemeye yol açar. Bölgesel terleme: El, yüz, ayak ve koltuk altında aşırı terleme olarak görülür. Genellikle çocukluk ve ergenlik (10-20’li yaşlarda) döneminde başlar. Yaşam boyu aralıklı veya sürekli devam eder. Her cins, ırk ve yaş grubunda görülebilir. Sıcakta artış gösterir, bunun yanı sıra kış aylarında hafifler. Sinirlenme, kaygı, stres ve heyecan terlemeyi artırır. Terleme olan bölgelerde bakteri tutunması kolaylaşır. Bu yüzden de koku olur. Yaygın terleme: Vücudun tamamında veya büyük bölümünde ortaya çıkan aşırı terlemedir. Genellikle bazı hastalıklarla birlikte görülür.

TERLEMEKLİPSLEME BOTOX

KOKU

SAĞLIK SEMPATEKTOMİ

49

İYONTOFOREZ


Sıkça rastlanan sebepleri: • • • • • • • • • •

Şişmanlık İlaçlar(insülin, kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar, hormonlar) Alkolizm, madde kullanımı Kalp ve akciğer hastalıkları Nörolojik hastalıklar (Parkinson, omurilik yaralanmaları, inme) Endokrin Bozukluklar (tiroid bezinin aşırı çalışması, diyabet, böbreküstü bezi hastalıkları) Gebelik, menapoz Enfeksiyon hastalıkları (tüberküloz, ateşli hastalıklar) Şiddetli psikiyatrik hastalıklar Ayrıca iki yaş altı çocuklarda D vitamini eksikliği sonucu görülen raşitizm hastalığında da sıklıkla terleme artışı görülür.

Terlemeye karşı önlemler: • • •

Beyaz, hafif, pamuklu giysiler giyilmesi Temiz, havadar ortamlarda bulunulması Kurutucu pudra ve solüsyonların kullanılması

Çeşitli tedavi yolları: İyontoforez: Bu yöntem düşük elektrik akımı ile terleme tedavisini öngörüyor. El, ayak, koltukaltı için uygulanıyor. Hafif, orta vakalarda, haftada yaklaşık 2 kez 1-3 ay boyunca

uygulanıyor. Yöntem, terleyen bölgenin, içinden elektrik akımı geçen özel bir solüsyonda bekletilmesi mantığına dayanıyor. Botox: Vücuda enjekte edilen Botolinum toksininin ter bezlerini çalıştıran sinirlerin faaliyetini azaltmasıyla tedavi gerçekleştirilmekte. 8-10 ay aralıklarla uygulanıyor. Sempatektomi: Terleyen bölgelerin sinirlerinin genel anestezi altında cerrahi olarak kesilmesi. Göğüs-kalp-damar cerrahları tarafından uygulanıyor. Maliyeti yüksek bir şlem olup, işlem sonrası cerrahi bakım gerekiyor. Komplikasyon riski bulunan yöntemin geri dönüşümü ise yok. Koltukaltı terlemesinde cerrahi yöntemlerle bölgesel ter bezlerinin çıkarılması da ayrı bir tedavi yöntemi. Klipsleme: Sinir kesisi olmadan titanyumdan yapılan bir maddeyle sinirin klipslenmesi. Geri dönüşümü mümkün. Vazgeçildiğinde klips çıkarılabilir. Bütün bunlara ek olarak stresli kişilerde psikoterapi de tavsiye ediliyor.


MEDICON Gesundhaus

Enzyme – ein Schlüssel zu Ihrer Gesundheit Enzyme sind die fleißigen Helfer des Stoffwechsels. Sie erledigen in unserem Körper eine Vielzahl von Aufgaben: Sie reparieren Zellschäden und schaffen den „Müll“ weg. Bestimmte Enzyme sorgen dafür, dass aus Essen Energie wird, andere wirken regulierend auf Entzündungen aller Art, beschleunigen Heilungsprozesse, verbessern die Durchblutung, regeln den Stoffwechsel, aktivieren Immunzellen und unterstützen die Entgiftung von Leber und Nieren. Sie reduzieren Schmerzen und Schwellungen sowie den Alterungsprozess. Enzyme helfen Erkrankungen zu lindern und zu verkürzen, z.B. Sportverletzungen, Venenerkrankungen, Entzündungen von Gelenken, Muskeln, Harnwegsinfekte um nur einige zu nennen. Nutzen Sie die Kraft der Enzyme für den Erhalt Ihrer Gesundheit und der Leistungsfähigkeit Ihres Immunsystems. Lassen Sie sich in Ihrer MEDICON Apotheke dazu beraten! Claudia Tuschen MEDICON Apotheke Bamberg

51

MEDICON Gesundhaus e. V. Hopfengartenweg 7 90451 Nürnberg 0911/6418640 www.medicon-gesundhaus.de info@medicon-gesundhaus.de



hukuk

AVRUPA ADALET DİVANI KARARI İLE ALMANYA’YA AİLE BİRLEŞİMİ KOLAYLAŞIYOR Av. Ender SÜREKLİ Avrupa Adalet Divanı Aile Birleşmi için Almanca şartını iptal etti Lüksemburg’da bulunan Avrupa Adalet Divanı, 2007 yılında aile birleşimi kapsamında Alman Hükümeti tarafından yürürlüğe konulan dil sınavı zorunluluğunun, Türkiye, Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşmaları kapsamına ters düştüğüne karar verdi. (EuGH Urteil vom 10.07.2014 C-138/13) Kararın uygulamaya hemen konulması ile birlikte Alman Hükümeti aile birleşimi vizesi için dil bilgisini ispatlayan belgeyi artık talep edemeyecek.

53

Almanya’ya ailesinin yanına gitmek isteyenler için artık iyi günler başlayacak. Bu karar evlilik, aile ve insan hakları açısından da önemli ve gerekli bir adımdır. Hatırlanacağı üzere, 2007 yılında Almanya’da çıkarılan bir yasaya dayanılarak evlilik yoluyla Almanya’ya gitmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları Almanya’ya giriş vizesi alabilmek için önce Türkiye’de kursa giderek A1 düzeyinde (temel düzeyde Almanca dilbilgisini bilme) Almanca öğrenmek, uyum kurslarına katılmak ve bunları belgelemek zorundaydı.


Dil sınavında başarı gösteremeyenler, istisnai durumlar dışında, vize alma şansına sahip değillerdi. Avrupa Adalet Divanı vatandaşlarımızın Almanya’ya çıkışlarını güçleştiren bu zorunluğu kaldırmıştır. Bu karar ne kadar önemli bir karar olsada, vize zorunluluğunu etkilemiyor ve vize almak için daha pek çok koşulun yerine getirilmesi gerekiyor: Avrupa Birliği’ne ya da Almanya’ya giriş yapmak isteyen Türkler için, genel vize zorunluluğu eskiden olduğu gibi devam edecek. Aile birleşimi amaçlı giriş yapmak isteyenler şimdiye kadar olduğu gibi diğer birçok koşulu yerine getirmek zorundalar. Örneğin: Özellikle anlaşmalı (sahte) evlilik kuşkusu oluşmamalı (Scheinehe).

Tehdit ortadan kalktı, Almanya’nın Türklere yönelik kısıtlayıcı şartları kaldıracak diye Almanca öğrenmeyi da bırakmamak gerekir. Toplumun parçası olmak ve eşit hakları aramak için Almanca bilmenin şart olduğuna dikkat çekmek isteriz. Kanun değişti diye lisan öğrenmeyi bırakmayalım ve Almanca öğrenmeyi ihmal etmeyelim. Kazanılan hakların uygulanması için yapılan müracaatlarda avukatlar tutulmasına da gerek kalmayacak. Tahminen kısa bir süre sonra yeni uygulamalara geçilecek. Avukat tutmak isteyen bunu tabiiki yapabilir ama Hüma e.V. gibi danışma büroları devreye de ücretsiz girebilir. Herkes şahsen müracaatları ile haklarını elde edebilirler.

Almanya’daki eş Türkiye’den gelecek eşin geçimini kendi ekonomik olanaklarıyla sağlayabileceğini belgelenmeli.

54


iş dünyası

GRAFİK TASARIMCI grafıkdesıgner/in

Alptuğ DEMİR / Mehmet AZNAVULOĞLU

Grafik tasarımcı olarak reklam ajanslarında, büyük şirketlerin halkla ilişkiler bölümünde ve yayınevlerinde çalışırlar. Meslek eğitimi süresi 2 ila 3 yıl olarak belirlenmiştir.

55

Meslek öğretimi esnasında öngörülen bir ücret olmamakla birlikte okul parası ve değişik imtihan masrafları karşınıza çıkabilir 1. Meslek eğitim yılı 2. Meslek eğitim yılı 3. Meslek eğitim yılı

TANITIM FİLMİ

Grafik tasarımcılar web sayfaları, afiş, broşür, ambalaj, ilan vs gibi grafik iletişim araçlarını tasarlarlar. Müşteri isteklerine göre özel yazılımlarla tasarımları hazırlarlar. Tasarımdan üretime kadarki süreyi takip eder ve kendini gelişen tasarım trendleriyle güncel tutar.

525 Euro 564 Euro 623 Euro


MASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU UKU ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG HUKUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ FİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ TÜRKİ AZMİNAT TALEBİ VERKEHRSUNFALLREGULIERUNG İŞ HUKUKU İŞTEN ÇIKARMANIN İPTALİ DAVAS AK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACA E IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU SI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ G TİCARET HUKUKU ŞİRKET KURULUŞU FİRMENGRÜNDUNG FLAS HUKUKU İFLAS AŞAMASINDA TEMSİLCİLİ YURTDIŞI EDİLMEYE KARŞI SAVUNMA ABS UKU ÇOCUKLA KİŞİSEL MÜNASEBET UMGANG D TRAFİK HUKUKU TRAFİK İHLALLERİNDEN D DAVALARI ARBEITSLOHNKLAGE İŞ HUKUKU Ü SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGEREC OLVENZ İFLAS HUKUKU TÜKETİCİ İFLAS TALEBİ YEDE EMEKLİLİK RENTE IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU O TİCARET HUKUKU ALACA DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU UKU ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG HUKUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ FİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ TÜRKİ MASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU

ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA

AVUKATLIK VE DANIŞMANLIK HİZMETLERİ

Müvekkillerimiz bize 8 yıldır güveniyorlar. Am Plärrer 8 > 90429 Nürnberg > Telefon (0911) 277 405 0 info@suerekli.net > www.suerekli.net facebook.com/suerekli.net * Avukat kelimesi sıfat olarak değil, "Rechtsanwalt" (= Almanya barosuna bağlı Alman hukunda avukat) kelimesinin tercümesi olarak kullanılmıştır.

VERBRAUCHERINSOLVENZ KİŞİSEL İFLAS TÜKETİCİ İFLAS TALEBİN HAZIRLANMASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU BOŞANMA ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG AİLE HUKUKU ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG VİZE AİLE BİRLEŞİMİ İÇİN VİZE YABANCILAR HUKUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ TANIMA VE TENFİZ BOŞANMA KARARININ TÜRKİYEDE TANITILMASI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ TÜR VERKEHRSUNFALLREGULIERUNG TRAFİK KAZA HUKUKU TRAFİK KAZALARI TAZMİNAT TALEBİ VERKEHRSUNFALLREGULIERUNG İŞ HUKUKU İŞTEN ÇIKARMANIN İPTALİ DAVASI KÜNDIGUNGSSCHUTZKLAGE İŞ HUKUKU İŞTEN ÇIKARMANIN İPTALİ DAVAS ALMANYA VE TÜRKİYE ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACA EMEKLİLİK HUKUKU YURTDIŞI BORÇLANMA VE TÜRKİYEDE EMEKLİLİK RENTE IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU ALMANYA VE TÜRKİYE TANIMA VE TENFİZ BOŞANMA KARARININ TANITILMASI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARA ŞİRKET KURULUŞU TİCARET HUKUKU ŞİRKET KURULUŞU FİRMENGRÜNDUNG TİCARET HUKUKU ŞİRKET KURULUŞU FİRMENGRÜNDUNG İFLAS HUKUKU İFLAS AŞAMASINDA TEMSİLCİLİK INSOLVENZVERTRETUNG İFLAS HUKUKU İFLAS AŞAMASINDA TEMSİLCİLİ YURTDIŞI EDİLMEYE KARŞI SAVUNMA ABSCHIEBUNG YABANCILAR HUKUKU YURTDIŞI EDİLMEYE KARŞI SAVUNMA ABS UMGANG AİLE HUKUKU ÇOCUKLA KİŞİSEL MÜNASEBET UMGANG AİLE HUKUKU ÇOCUKLA KİŞİSEL MÜNASEBET UMGANG TRAFİK HUKUKU TRAFİK İHLALLERİNDEN DOĞAN CEZA BUSSGELDBESCHEID TRAFİK HUKUKU TRAFİK İHLALLERİNDEN D ÜCRET ALACAK DAVALARI ARBEITSLOHNKLAGE İŞ HUKUKU ÜCRET ALACAK DAVALARI ARBEITSLOHNKLAGE İŞ HUKUKU Ü SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGERECHT AİLE HUKUKU VELAYET SORGEREC İFLAS HUKUKU TÜKETİCİ İFLAS TALEBİN HAZIRLANMASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU TÜKETİCİ İFLAS TALEBİ RENTE IN DER TÜRKEİ EMEKLİLİK HUKUKU YURTDIŞI BORÇLANMA VE TÜRKİYEDE EMEKLİLİK RENTE IN DER TÜRKEI EMEKLİLİK HUKUKU ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACAK DAVALARI INKASSO TİCARET HUKUKU ALACA DAVALARI INKASSO TİCARET HUK BOŞANMA ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG AİLE HUKUKU ALMAN VE TÜRK HUKUKUNDA BOŞANMA SCHEIDUNG FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG VİZE AİLE BİRLEŞİMİ İÇİN VİZE YABANCILAR HUKUKU FAMILIENZUSAMMENFÜHRUNG AİLE BİRLEŞİMİ İ TANIMA VE TENFİZ BOŞANMA KARARININ TÜRKİYEDE TANITILMASI VE TENFİZİ ANERKENNUNG AİLE HUKUKU BOŞANMA KARARININ TÜR VERBRAUCHERINSOLVENZ KİŞİSEL İFLAS TÜKETİCİ İFLAS TALEBİN HAZIRLANMASI VERBRAUCHERINSOLVENZ İFLAS HUKUKU

ALMAN VE

AVUKAT DANIŞM

Müvekkillerimiz Am Plärrer 8 > 9

info@suerekli.ne

facebook.com/s

* Avukat kelimesi sıfat olarak değil, "R tercümesi olarak kullanılmıştır.


Lycamobile ile Onbir Ayın Sultanı Ramazan’da da sevdiklerinizle en uygun fiyatlarla doyasıya konuşun!

Yüksek kalitede, ucuz fiyata konuşma, mesajlaşma Hızlı İnternet Her kredi yüklediǧinizde Lycamobile’dan Lycamobile’a bedava arama & mesajlaşma Ücretsiz arama bekletme Ücretsiz sesli mesaj Ücretsiz konferans görüşme Ücretsiz arayanı haber verme Farklı dillerde müşteri hizmetleri Mükemmel kapsama alanı

Ücretsiz SİM kart ve daha fazla bilgi için www.lycamobile.de ziyaret ediniz veya 069 1200 7322’yi arayınız.


INSTITUT FÜR MANAGEMET & CONSULTING

NÜRNBERG‘DE İLK ÖZEL BORÇ DANIŞMANI OFİSİ

Borçlu Danışma “ Borç yükü, şimdi ne olacak?

“ Protesto ve icra işlemini önleme “ İcralık dosyaların takibi “ Borçla yaşamak “ Ortak finans planı hazırlanması

İflas Hazırlığı “ Mükellefin bilgilendirilmesi “ Doğru iflas başvurusu “ İflas işleminin takibi “ Ortak finans planı hazırlanması

Bilal Mor Schuldenberatung (IHK) Zeltnerstr. 3 - 90443 Nürnberg T: 0911 - 881 972 44 • F: 0911 - 881 970 00 • H: 0175 - 152 91 43 www.imc-nue.de • info@imc-nue.de


abide şahsiyetler

MALCOLM X Derleyen: Gökhan ÖNDER Malcolm X (Malcolm Little ve daha sonrasında Hacı Malik el-Şahbaz, İngilizce: El-Hajj Malik Shabazz ) (Omaha, 19 Mayıs 1925 – New York, 21 Şubat 1965), ABD’li siyaset adamı, siyah hakları savunucusudur. 1952’ de Malcolm X adıyla Siyah Müslümanlar Hareketine girdi. Elijah Muhammad’ın yolunu izledi ve ona ABD içinde tümüyle bağımsız olacak bir siyah cumhuriyetinin kurulması fikrini benimsetti. Ancak Mart 1964’de iki kişinin arası açıldı; Malcolm X, Afrika-Amerika Birliği örgütünü kurdu ve 1964’de Afrika ile Ortadoğu’ya (Mekke’de hac için bulundu) iki gezi yaptı. Dönüşünden 1 yıl sonra da öldürüldü. O, yedi yıllık hapishane yaşamından sonra, başka bir Malcolm X olarak Harlem’e geri döner. Hapisten önce bir sokak serserisiyken, şimdi Amerika’da büyük bir hızla gelişen İslam dininin etkili ve ateşli bir temsilcisidir. Malcolm Little olan soyadını Harlem’de X olarak değiştirir. Yeni soyadı, onun Afrikalı atalarının artık kendisi başta olmak üzere, kimse tarafından bilinmediğinin simgesidir. Elijah Muhammed’in ön cülüğünü yaptığı Siyah Müslümanlar Hareketi Malcolm X’le birlikte daha da kuvvet kazanarak ya-

59

yılmaktadır. Artık Malcolm, Elijah Muhammed’in baş kurmayıdır. Fakat Malcolm’un Elijah Muhammed’in zina yapmasına karşı çıkması, daha sonra da Elijah Muhammed’in, Malcolm’a, Başkan Kennedy’nin öldürülmesi hakkındaki yetkisiz ve iğneleyici sözlerinden ötürü sessiz kalmasını emretmesi, Malcolm’ un kendi hareketi içinde izole edilmesine sebep olur. Gerçek İslam’ın Elijah’tan çok uzak olduğunu biliyordu. Ancak Malcolm X’e göre İslam’ı bütün incelikleriyle kavrayabilmek için Hacc’a gitmesi gerekiyordu. O Amerika’da bildiği İslam dini ile, Hacc’da gördüğü İslam isimli din arasında farklılıklar olduğunu düşünmeye başlayınca, X olan soyadını El Şahbaz’a çevirdi. Başlangıçta, ilk siyah müslüman hareketinin öncüsü Elijah Muhammed’in bağlısı olarak ırkçı düşünceler taşıyorken, daha sonra bu düşünceleri değişti. Artık kendisini İslam’ın sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı evrensel mesajını tüm dünyaya iletmeye adamıştı. Bu amacını kitleler çapında gerçekleştirmeye çalıştığı toplantılarından birinde suikasta uğrayıp, 21 Şubat 1965’de öldürüldü.


güncel

Etsiz çiğ köfte ve eşşiz lezzetlerin yeni adresi artık Nürnberg’de

komagene | Wölckernstr. 30 | 90459 Nürnberg Tel. 0911 - 52883904 Mobil 0171 - 9001248

45


kültür

Ceşm-İ Bülbül Derleyen: Harun ÖNDER

Ç

eşm-i Bülbül filigrano tekniğine verilen Türkçe isimdir. Diğer filigrano teknikleri dünya çapındaki çeşitli cam merkezlerinde bilinmektedir. Çeşm-i Bülbül Anadolu atölyelerinin çıkardığı bir üründür. Bu teknik, modern cam endüstrisinin ilerlemiş yöntemlerinin bile geleneksel ustaların çalışmalarını geçemediği bir tekniktir. Ürünün oluşumundaki her bir etap titiz bir şekilde yerine getirilmeli ve çok kısa bir zamanda bitirilmelidir. Teknik, genel olarak farklılık göstermeyebilir ama her bir ustanın ona yaklaşımı, yani tarzı farklı olacaktır. Bu teknik asla hata kabul etmez. Hata yapıldığında düzeltmek neredeyse imkansızdır, bu nedenle camı yapmak için ortaya konan kuralların her biri büyük bir kesinlikle yerine getirilmelidir. Teknik şu şekilde işlemektedir; 1.

61

Demir bir çubuk, yani pipo, fırında eriyik halde bulunan cama daldırılır.

2.

Pipo bütün camı toplamak için döndürülür.

3.

Cam potadan ayrılır ve ocak dışında şekillendirilir ve soğutulur. Bu aşamada biraz daha soğuk olan toplanmış cam, düzenli şekilde bir araya getirilmiş renkli cam çubuklar ile hazırlanan bir kalıba sokulur ve üflenir, çubuklar cama yapışır.

4.

5.

Oluşturulan form tekrar potaya götürülerek cam çubukların tamamen yapışması sağlanır.

6.

Ürüne son şekli kalıp içinde verilir, bu aşamada gerekli olan döndürme işlemi elle yapılır. Bu son derecede büyük bir yetenek gerektiren bir işlemdir.

7. Biten ürün soğutulur ve metal çubuktan ayrılır.


bizden

15


çocuk

Allah israf edenleri sevmez İsraf tüketmek demek Diyor ki Bilinçsizce, gereksiz yere A’raf Suresi 31. Ayet: Harcama yapmak demek “Yiyiniz, içiniz fakat Ellerimizi yıkarken israf etmeyiniz. Dişlerimizi fırçalarken Banyo yaparken Allah israf edenleri sevmez.” Abdest alırken Suyu gereğinden fazla akıtmak Evde, okulda elektrikleri açık bırakmak Eşyalarımızı hor kullanmak, kötü kullanmak Ya da saçıp savurmak Yiyecek-içecekleri dökmek, çürütmek Aşırı tüketmek İsraf etmek Kendimize zarar vermek… Dünyamızın açlık ve susuzlukla karşı karşıya olduğunu Bir lokma ekmeğe muhtaç insanlar olduğunu Yerken içerken savurgan olmamamız gerektiğini Tabağımıza yiyeceğimiz kadar yemek almamız gerektiğini Yiyecek ve içecekleri artık bırakmamamız gerektiğini Artanları çöpe atmamamız gerektiğini Unutmayalım… Su kaynaklarımızın azaldığını Eğer dikkatli kullanmazsak Susuz kalacağımızı Suyun hayat olduğunu Unutmayalım...

63


Zamanımızı israf etmemeyi Geçen zamanı geri getiremeyeceğimizi Her şeyin bir zamanı olduğunu Sonradan üzülmemek için Her işimizi Zamanında yapmamız gerektiğini Unutmayalım... Her gördüğümüz ayakkabıyı, kıyafeti Almamamız gerektiğini Gösterişten uzak durmamız gerektiğini Her istediğimizi değil İhtiyacımız olanı almamız gerektiğini Her şeyi ölçülü kullanmamız İsraf etmememiz gerektiğini Unutmayalım...

64


รงocuk

65



mizah




Nürnberg'deki Türkiye Toptan ve perakende Türk gıda maddeleri, günlük taze sebze ve meyva, et ve balık reyonları, fırın ve taze ekmek bölümüyle

ucuz ve kaliteli alış-veriş adresiniz.

Maybachstr. 29 90441 Nürnberg Tel. 0911 / 620 01 89


bulmaca



KOLAY

ORTA

ZOR


KOLAY

ORTA

ZOR





Ĺžube: Mauserstr. 25 Stuttgart-Feuerbach Tel.: 0711 - 81476311



mevlana mutfağından

Ahmet Can’ dan

Biberli Tavuk Pirzola Tava Türlü

Malzemeler:

Tavuk Pirzola Nasıl Yapılır?

500 gr taze fasulye Sarımsakları 2• adet patlıcan çok ince kıyın, tavuk pirzolaları, baharat, 2 adet kabak zeytinyağ ve sarımsakla bir 2 adet çarliston biber kabın içinde karıştırıp 1 saat 1 kg dinlendirin. kuzu eti (kuşbaşı) 1 yemek kaşığı tuz Biberleri ikiye ya 1• yemek kaşığıtemizleyin, tatlı toz biber üçe bölün. 1 çaydakaşığı pul biber 200 gr tereyağ • Tavuk but ve biberleri ve isteğe değişik baharatlar fırın göre tepsisine yerleştirin. •

Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 40 dk pişirin.

Hazırlanışı:

Malzeme Listesi 4 adet tavuk pirzola 4 adet kırmızı kapya biber 4 adet çarliston biber 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber 1 çay kaşığı pul biber 2 dal biberiye Tuz, karabiber, zeytinyağı ½ limon 2 diş sarımsak

Afiyet olsun!

Tavanın içine tereyağ sürülüp üstüne etler serilir ve daha sonra sebze çeşitleri baharatlanıp harmanlandıktan sonra etlerin üstüne serpilir. Bu şekilde 15 dakika piştikten sonra hafif karıştırılır. Önceden 250 derecede ıstılmış fırında 15 dakika daha pişirilir. Yemeğimiz servise hazır.

Tüm MAHYA okurlarına şimdiden afiyetler diliyoruz.

80

80


www.kolay-emeklilik.de

Mavi kartınız varsa dava açıp borçlanıp emekli olabilirsiniz.

2012

Tekrar Türk vatandaşlığına geçmeden avukatlarımızın mahkemede açacağı davayla yurtdışından borçlanarak emekli olabilirsiniz.  Dava açmak için Türkiye’ye gelmenize gerek yok  Her şey dahil paket fiyat  Güvenilir ve rahat Hizmet

Telefon (0911) 99 00 77 83

Bizi Pazartesi-Cuma günleri 12:00-14:00 arasında arayabilirsiniz

*Avukat kelimesi sıfat olarak değil, Rechtsanwalt (=Alman Barosuna bağlı Avukat) kelimesinin tercümesi olarak kullanılmıştır.

Gülten Derin

Rechtsanwältin / Avukat*



15. z Yılımı

AİLE DOKTORLARINIZ

Ali Aydın & Nurcan Demirci-Aydın Ev Doktoru

Dahiliye Uzmanı

Spittlertorgraben 3 Tel: 0911 9287880 90429 Nürnberg Fax: 0911 9287888 www.doktor-aydin.de Açılış saatleri: Pazartesi - Cuma : 08.30 - 12.00 Pazartesi, Salı, Cuma : 14.30 - 17.00 Perşembe : 14.30 - 18.00


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.