İlkadım Dergisi Sayı: 329

Page 1

sayı

329 ISSN-1307-6973

7,5

• ARALIK 2015

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

İMTİHAN:

İlmi İle Âmil Olmaktır

BAŞYAZI- Nureddin Soyak

KAPAK DOSYASI

• Rabbimiz Verdikleri İle İmtihan Ediyor

• İnsanın Çocukları İle İmtihanı / Mustafa Aydoğdu • Gençlik İle İmtihan Olan Sadece Gençler mi? / Mikail Usta • Yaşlılıkla İmtihan / Şifa Yolveren • Müslümanın Para İle İmtihanı / Abdurrahman Yüksel Özden • Dünya Engelliliği mi? Ahiret Engelliliği mi? / Ahmet Albayrak

HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • Eğer Yüz Çevirirlerse De Ki


ilkadım BİR MEKTEPTİR

Aylık İLKADIM dergisi; üç aylık kadın-aile dergisi BACİYAN ve gençlik dergisi GENÇ ADAM ilaveli... BİLGİ İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43 - 0505 808 35 87- 0535 251 41 07- 0506 674 44 14

Okuyun, Okutun, Abone olun...


ilkadım

ARALIK 2015/329

İLKADIM’DAN/2 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Rabbimiz Verdikleri İle İmtihan Ediyor / 4 KAPAK Mustafa Aydoğdu - İnsanın Çocukları İle İmtihanı / 6 Mikail Usta - Gençlik İle İmtihan Olan Sadece Gençler mi? / 10 Şifa Yolveren - Yaşlılıkla İmtihan / 12 Hacı Topuz - Mal da Yalan Mülk de Yalan / 15 Abdurrahman Yüksel Özden - Müslümanın Para İle İmtihanı / 18 M. Tarık Özdoğan - Sen Kaç Mikrop Yenebilirsin ki? / 21

6

Dünya Engelliliği mi? Ahiret Engelliliği mi? / 26 Mehmet Akif Çelik - Şimdi Söyle Bakalım Var mısın? / 28 HİZMET ADABI/Nureddin Soyak Eğer Yüz Çevirirlerse De Ki /24 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan And Olsun/30 HADİS İKLİMİ/Mahmut Aveder Yıllar Geçiyor… Ömür Bitiyor…/32 FIKIH/Mehmet Şentürk

12

Huzur İçin Birlik ve Beraberlik/34 TASAVVUF/Cemil Usta Dilin Afetleri/36 İLKADIM KİTAPLIĞI/M.Selçuk Özdoğan Sevgi Toplumu-Adem Saraç /37 İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz Kalplerin Kararması /38 EĞİTİM/Doç. Dr. Rüştü Yeşil Eğitimde İçerik Sorunu “Değer Eğitimi III” /40

18

LA HAVLE/Abdullah Gülcemal Vesîletü’n-Necât /42 SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Dört Yıl Hem Uzun Hem Kısa /44 İMBİK/Nuri Ercan Kutlama Salgını /46 DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Yarın Utanmamak İçin /48

42


ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net

Kıymetli Okuyucu, Asra yemin olsun ki hüsrandayız. Allah Teâlâ hangimizin daha hayırlı işler yapacağını, salih ameller işleyeceğini görmek için hayatı ve ölümü bir imtihan olarak yarattı. İmtihanlar âleminde başlangıcı ve sonu takdir edilen bir hayatı/dünyayı yaşadığımızı birbirimize sık sık hatırlatmakta büyük fayda var. Yoksa Allah korusun ikbal ve hırslarımızdan imparatorluklar kuracağız.

ilkadım

Allah Teâlâ, kullarının birbirine nasihat etmemiz gerektiğini, hatırlatmanın ve öğüt vermenin mü’mine fayda vereceğini buyuruyor.

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

YIL: 24 SAYI: 329 Fiyatı: 7,5 TL KDV D

*** İlkadım Dergisi olarak İslam takviminin Safer ayına, Hıristiyan takviminin ise son ayına denk gelen 329. sayımızda “Nelerle İmtihan Ediliyoruz?” sorusunun cevabı etrafında bir kapak dosyası hazırladık.

ARALIK 2015

Safer - Rebiülevvel 1437

sayı

329 ISSN-1307-6973

7,5

• ARALIK 2015

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

İMTİHAN:

İlmi İle Âmil Olmaktır

BAŞYAZI- Nureddin Soyak

KAPAK DOSYASI

• Rabbimiz Verdikleri İle İmtihan Ediyor

• İnsanın Çocukları İle İmtihanı / Mustafa Aydoğdu • Gençlik İle İmtihan Olan Sadece Gençler mi? / Mikail Usta • Yaşlılıkla İmtihan / Şifa Yolveren • Müslümanın Para İle İmtihanı / Abdurrahman Yüksel Özden • Dünya Engelliliği mi? Ahiret Engelliliği mi? / Ahmet Albayrak

HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • Eğer Yüz Çevirirlerse De Ki

/ilkadimdergisi

Ahirette söz konusu olmayacak olan engellilik ve özürlü olma durumu bir imtihandır. Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan demeyi iyi bilsek de zenginlik fakirlikten daha çetin bir imtihandır.

/ilkadimdergisi

Bilmek bir imtihandır. İlim sahibi, âlim olmak bir imtihandır. Âmil olmak gibi olmamak da bir imtihandır. Başımızda ve etrafımızda tütüp duran gençlik dumanı da imtihan olduklarımız arasındadır. Gençliğin kendisi de dönemi de buna dâhildir. Birer nimet ve fitne olma özelliği arasında gidip gelen çocuklarımız gözümüzün önündeki, evimizin içindeki ayaklı ve akıllı imtihanlardır. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi diyerek andığımız sağlık, imtihanların zaman, dönem ve çağ kabul etmeyenlerindendir. Ölüm hariç her durumun bir devasının olduğu bilgisine sahibiz ama henüz bu bilgiyle tam olarak amel edebilecek mucitler olabilmiş değiliz. Sağlığımız riske girdiğinde gerekirse servetimizi ortaya dökeriz. İçimizdeki varlıkları sayesinde Allah’ın rahme-


tiyle muamele olunduğumuz ihtiyarlar ihmal ettiğimiz, sınıfta kaldığımız, huzur evlerine ellerimizle bıraktığımız imtihanlardan bir başkasıdır. Ve para… Yahudi ürünlerini boykot etmek amacıyla oluşturduğumuz listelerde adı geçmeyen ama bir numaralı Yahudi sermayesi… Dolar imparatorluğuyla sömürülen dünya… Biz zannediyoruz ki sahip olduklarımızla imtihan halindeyiz. Hâlbuki sahip olmadığımız veya olmaya çalıştığımız şeylerle de imtihan ediliyoruz. “Allah’a iman ettim, tağutu reddetim!” diyerek kabul ettiklerimizle birlikte reddetmek zorunda olduklarımıza karşı göstermemiz gereken direnişle de tam bir imtihanın içerisindeyiz. İslam’ın devlet olması hedefimizle imtihandayız. Partilerle, liderlerle, iktidarla, istikrarla, hocalarımızla, mürşitlerimizle, derneklerimizle, vakıflarımızla, ölmüşlerimizle, yaşayanlarımızla, çağdaş putlarla, bineklerimizle, evlerimizle ve içindekilerle, televizyonlarımızla, sigarayla, cebimizdeki güya akıllı cihazlarla, alışveriş merkezleriyle, filmlerle, dizilerle, kitaplığımızdaki kitaplarla, Kur’an ve sünnetle, tefsir ve hadisle, ashabla, namazla, şeriatla, tağutla, laiklikle, şeytanla, nefisle, hâkimiyetin kayıtsız şartsız hâşâ millete ait olmasıyla, gözümüzün gördükleri ve gönlümüzün arzu ettikleriyle, tesettürle, nikâhsız ilişkilerle, konforla, her ayın başı veya on beşiyle, kredi veya banka kartlarıyla, bankalarla, araç olarak kalması gerekirken amaçsallaştırdıklarımızla, Allah’ın lanet ettiği şeyleri meslek edinen bayi ve mekânlarla, bize emanet edilenlerle, verdiğimiz sözlerle, kendimize bile söylemekten çekindiğimiz sırlarla… Hayat, iman ve cihatla... Bütün bu sayılan ve sayılmayanlar hakkında Allah sınırlar çizmiştir. İmtihanın öznesi olan kullar hududullah denilen Allah’ın sınırlarına riayet ettiği, o sınırları aşıp azmadığı sürece müjdelenmiştir. Haddi aşarak fasıklaşan, zalimleşen, tağutlaşan, şeytanlaşan, münafıklaşan ve kâfirleşenler ise kendilerine verilen mühletin sonunda nasıl bir azapla karşılaşacaklarını hakka’l yakîn göreceklerdir. “… (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) Sabredebilecek misiniz? …” (Furkan, 20) Selam ve dua ile…

Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. A.Ş. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Metin Başbuğ editor@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Mustafa Aydoğdu Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0506 674 44 14 Gsm:0505 808 35 87 Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.


BAŞYAZI Nureddin SOYAK

Rabbimiz Verdikleri İle İmtihan Ediyor “

And olsun mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz.” (Âl-i İmran, 186)

İ

nsan son nefesine kadar sorumlu olduğu her alanda imtihandadır. Dünya hayatının aldatıcı zevk ve menfaatlerden başka bir şey olmadığının idrakinde olanlar için bu imtihanlar kolaydır. Onlar için dünya nimetleri vasıtadır. Dünyayı gaye haline getirenler içinse bu imtihanlar çok zordur.

(Maide, 48) Ahkâmla imtihanı kazanan kullar, bütün imtihanları kazanmıştır. İmtihanın tüm incelikleri Rabbimizin ahkâmında haber verilmiştir. Dünya ile imtihan; “And olsun mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz.” (Âl-i İmran, 186)

Din ile imtihan; Rabbimizin kullarına bahşettiği en büyük nimet din nimetidir.

Hayatta, hayat veren şeylerle imtihan olunuyoruz. Canlarla, mallarla ve mahsullerle imtihan. İnsanın, ilk insanla başlayan imtihan serüveni kıyamete kadar devam edecektir. İnsan ne kadar farklı imtihanlardan geçse de işin özünde fani hayatta fani şeylerle imtihan olmaktadır. Beka arzusu olan insan nasıl olur da faniye dalarak bakiyi unutur, fani içinde bakiyi arar?

“Oğullarım! Allah, sizin için bu dini seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Bakara, 132) En büyük imtihan da peygamberlere gönderdiği şeriatlarla imtihandır. Allah’ın ahkâmını öğrenip ona riayet eden ümmetler imtihanı kazanmış, o ahkâma riayet etmeyenler imtihanı kaybetmiştir. Hükmedenlerin en iyi hükmedeni olan Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler fasıklar, zalimler ve kâfirler olarak nitelendirilmiştir.

Korku ile imtihan; “And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)

“Verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyleyse iyiliklerde yarışın.”

“Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyordu. Bunda size Rabbiniz tarafından bü4


hasında temas halinde olduğu tanıdık tanımadık tüm insanlarla imtihan olmaktadır. “(Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. Sabredecek misiniz?” (Furkan, 20)

yük bir imtihan vardı.” (Araf, 141) Yardım ile imtihan; “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı.” (Enfal, 17)

Mucize ile imtihan; Ümmetler peygamberlerinin mucizeleri ile imtihan olmuş, onları sihir yapmakla itham etmişlerdir. “Onlara içinde açık bir imtihan bulunan mucizeler verdik.” (Duhan, 33)

Bela ile imtihan; “Görmüyorlar mı ki onlar her yıl bir veya iki kere belaya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tevbe ederler ne de ibret alırlar.” (Tevbe, 126)

Eş ve çocuklarla imtihan; Mü’min dünya ve ahiret mutluluğunu dengeleyen bir itidal çizgisini tutturabilmek için her şeyin hatta en yakınlarının ve en çok sevdiklerinin bile kendisi için bir imtihan olabileceğini asla unutmamalıdır. “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğabun, 15)

Münafıkların değişik vesilelerle çirkinliklerinin ortaya çıkmasına, rezil olmalarına rağmen bu hallerinden vazgeçmedikleri haber veriliyor. Hayır ve şer ile imtihan; “Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz.” (Enbiya, 35)

Amellerle imtihan; “İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık.” (Kehf, 7)

Nimetler ile imtihan; Azgınlıkları sebebiyle helak edilenlerin durumu haber verilerek uyarılıyoruz. “Şüphesiz Rabbin gözetlemededir. İnsan ise Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama onu deneyip rızkını daraltınca da ‘Rabbim beni aşağıladı’ der.” (Fecr, 14-16)

Cihad ve sabırla imtihan; “And olsun içinizden cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed, 31)

Kötülükleri Allah’a izafe edip iyilikleri kendilerinden bilenler uyarılıyor. “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verildiğinde ‘Bu bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir’ der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Zümer, 49)

En zorlu imtihan da peygamberlerin imtihanıdır. “Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.” (Sad, 24)

Şeytan ile imtihan; İns ve cin şeytanlarının vesveselerine karşı uyanık olmalı. “Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar.” (Hac, 53)

Her ne ile her ne şekilde imtihan olursak olalım yapılacak tek şey Rabbe yönelmek, O’na tazim ve hürmette bulunarak O’ndan yardım dilemektir.

İnsanlar ile imtihan; İnsan hayatın her saf5

ARALIK 2015 / 329

Bazen imtihan o kadar zorlu olur ki mü’minler çok şiddetli sarsılır. İmanının gücü ile sarsıntıyı atlatır. İşte bunlardan biri de ahzab savaşıdır. “İşte orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.” (Ahzab, 11)


KAPAK

Mustafa Aydoğdu kapak@ilkadimdergisi.net

İnsanın Çocukları ile

İMTİHANI “V

e iyi biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.” (Enfal, 28) Allah Teâlâ bunlar vasıtası ile hevasına uyanla mevlasına uyanı birbirinden ayırır ve Allah’ın rızasını tercih edip O’nun koyduğu hududa riayet edenler için büyük mükâfat Allah katındadır.

“G

öklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.” (Şûrâ, 49) buyuran Allah azze ve celle kız çocuğu ya da erkek çocuğu sahibi olmanın kişinin kendi elinde olmadığını belirtmiştir. Oysa Batı’dan esen rüzgârlardan etkilenen insanımız “çocuk yaptım” veya “çocuk yapmayacağız” diyerek imtihanı baştan kaybediyor.

ri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.’ dedi (ve ekledi). ‘And olsun ki sen öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana öldürmek için el uzatacak değilim. Ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben istiyorum ki sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.’ Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.” (Maide, 27-30)

Rabbimiz Hz. Adem’in iki çocuğunun kıssasını Maide Suresi’nde şöyle açıklıyor; “Onlara Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat. Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden)’ And olsun seni öldüreceğim.’ dedi. Diğe-

Bu olaydan sonra Hz. Adem aleyhisselam yüzyıl hiç gülmemiş, bir oğlunu dünyada kaybetmiş, bir oğlunu ahirette kaybetmiştir. Burada Hz. Adem’den kaynaklanan bir sorun yok. Bunu bilerek mükellef olduğumuzu unutmadan çocuk terbiyesinde üzerimize düşen farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh ve müf6


H

sidleri önce öğrenip sonra yapmamız Rabbimizin bize yüklediği sorumluluktur. Yoksa biz sonuçtan sorumlu değiliz. “O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar.” (Abese, 34-36) Neden kaçar? Onlara karşı yapması gerekenleri yapmadığından! Çok dehşetli bir an; cehennem önde, ameller ortada, hesaplar görülmüş… Bu sahneyi unutmadan çocuklarımızla ilişkilerimizi sürdürmeliyiz.

z. Ali efendimiz “Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on dört yaşına kadar arkadaş olun, on dört yaşından itibaren de onlarla istişare yapın buyuruyor.” Hz. İbrahim aleyhisselam, Hz. İsmail aleyhisselam ile istişare yapmıştır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran, 159) Bu ayeti çocuklarımızla iletişimde kendimize rehber edinsek ne iyi olur.

“Ve iyi biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.” (Enfal, 28) Allah Teâlâ bunlar vasıtası ile hevasına uyanla mevlasına uyanı birbirinden ayırır ve Allah’ın rızasını tercih edip O’nun koyduğu hududa riayet edenler için büyük mükâfat Allah katındadır. Mal ve çocuk sevgisi bizleri hainliğe ve Rabbimizin bu konuda koyduğu sınırları çiğnemeye sevk etmemelidir. Hz. Nuh aleyhisselam evladı ile imtihan olmuş, evladı imtihanı kaybetmiş. Sular yükselmeye, gemiyi kaldıracak seviyeye gelmeye başlamıştı. O esnada Nuh, oğlunu gördü. Allah’ın, ‘aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında’ emrine rağmen babalık yüreği dayanamadı, onu da gemiye çağırdı: ‘Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kâfirlerle birlikte olma.’ Basireti körelmiş kâfirlerden biri olan oğlu şöyle cevap verdi: ‘Dağa sığınırım, o beni sudan kurtarır. Bugün O’nun acıdığı hariç emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur. Aralarına dalga girdi ve o da boğulanlardan oldu.” (Hud, 42-43) Nuh aleyhisselam dayanamadı, Rabbine seslendi. “Rabbim, oğlum benim ehlimdendi.”… (Hud, 45) Resul olan bir baba bile Allah’a isyan eden oğlunu kurtaramamıştı. Hz. Nuh’un yaptığı ‘kan bağına’ dayalı duygusal harekete Allah şöyle cevap verdi: “Ey Nuh, O SENİN EHLİNDEN SAYILMAZ, çünkü (onun yaptığı) salih olmayan bir ameldir. Öyleyse bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman için sana öğüt!” (Hud, 46) Firavun da evinde yetiştirdiği Hz. Musa aleyhisselam ile imtihan olmuş, kaybetmiştir ve kendisinin istediği insanı yetiştirememiştir.

Hz. Ali efendimiz “Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on dört yaşına kadar arkadaş olun, on dört yaşından itibaren de onlarla istişare yapın buyuruyor.” Hz. İbrahim aleyhisselam, Hz. İsmail aleyhisselam ile istişare yapmıştır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et (ona da-

Hz. İbrahim de oğlu İsmail aleyhisselam ile 7

ARALIK 2015 / 329

imtihan olmuş ikisi de imtihanı kazanmışlardır. Hz. İbrahim “…Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun dedi.” (Saffat, 37)


yanıp güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran, 159) Bu ayeti çocuklarımızla iletişimde kendimize rehber edinsek ne iyi olur.

H

z. Peygamber aleyhisselam’ın buyurduğu gibi “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” İhmali, yanlış işleri, ilgisizliği, iyi örnek olamayışı, muhsin, muttaki, muslih olamayışı yüzünden bir de çocuğu Allah ne der diye değil de insanlar ne der diye yetiştirmesinden dolayı çocuğun İslam’ı kabule yakın yönünü yani fıtratını bozar.

Allah Resulü’nün evladından bazıları çocukken vefat etmiş, bazıları ise anne olduktan sonra vefat etmişler, hayatta yalnız sevgili kızı Hz. Fatıma ile oğlu Hz. İbrahim vardı. Fakat o da hastalanmıştı. Peygamber Efendimiz hasta yavrusunun yüzüne bakarak “Allah’ın takdirine karşı elden ne gelir ey İbrahim!” dedi. Gözlerinden yaşlar aktı. Nihayet emr-i Hak vâki oldu. Gözleri yaşlarla dolan Peygamberimiz “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Allah’ın rızasına uygun olandan başka bir söz söyleyemeyiz ey İbrahim! Seni kaybetme yüzünden derin bir hüzün içindeyiz.” buyurdu. Yanında bulunan Abdurrahman ibn Avf “Sen de mi ağlıyorsun ya Rasulullah? Böyle ağlamaktan halkı sen men etmemiş miydin?” dedi. Peygamber Efendimiz “Ben ancak kendisinde bulunmayan hasletleri sayıp dökerek, ölü üzerine bağıra çağıra ağlamaktan men ettim. Ben sizi günah ve hamâkat olan iki bağırıştan (nimete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun bağırışı ile şeytan kavalından; musibet ve felâket sırasındaki bağı8


rışla yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmak ve şeytan şamatasından) men ettim. Benim bu ağlamam ise bir acımadan ibarettir. Acımayana acınmaz.” buyurdu.

malıdır. Çünkü çocuklar cemaatle namaz kılmayı daha çok sevdikleri için daha kolay öğrenmektedir. Peygamber Efendimiz aleyhisselam çocukların namazı model alabileceklerini de düşünerek namazların evde kılınması konusunda şöyle buyurmaktadır: “Namazlarından bir pay da evlerinize ayırın evinizi kabirlere çevirmeyin.” (Müslim) Peygamber Efendimiz aleyhisselam bir hadisi şeriflerinde de “Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin. On yaşlarına gelince (namaz kılmazlarsa) onları hafifçe dövün. Ve yataklarda aralarını ayırın.” (Ebu Davud, Salât, 26) buyurmuşlardır.

Hz. Peygamber aleyhisselam’ın buyurduğu gibi “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” İhmali, yanlış işleri, ilgisizliği, iyi örnek olamayışı, muhsin, muttaki, muslih olamayışı yüzünden bir de çocuğu Allah ne der diye değil de insanlar ne der diye yetiştirmesinden dolayı çocuğun İslam’ı kabule yakın yönünü yani fıtratını bozar. “Haydi, şimdi onlardan gücünün yettiğini sesinle ayart; atlarınla ve adamlarınla onların üzerine yüklen ve (böylece) onların mallarıyla çocuklarıyla (ilgili olarak işleyecekleri günahlara) ortak ol; onlara vaatlerde bulun; çünkü (onlar bilmezler ki) şeytanın vaat ettiği her şey sadece akıl çelmek içindir.” (İsra, 64) Sadece dünya hayatını görüp ahiret hayatını ihmal ettiğimiz çocukları şeytan ve dostları günahı süsleyerek ateşe odun yaparlar. “Onlara merhametli Rabb’in söylediği selam vardır. Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.” (Yasin, 58-59) Ahirette, gözümüzün nuru çocuklarımızla ayrılık istemiyorsak bakmamız gereken nokta şurasıdır: Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (Tirmizi)

Hadiste geçen üç yıl zaman zarfında çocuklara namaz sevgisi ve namaz kılma alışkanlığı kazandırılması gerekir. Eğer namaza alıştırmak için daha erken, büyüyünce kılar denirse süreç için bu sefer üç yıldan daha fazla zamana ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü namaz kılma davranışı kazandırmak için yedi yaşındaki çocuğun psikolojisi ile ergen çocuğun psikolojisi birbirinden çok farklıdır. Bu da daha fazla çaba ve sabır gerektirecektir. “Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” diyenlerdir.” (Furkan, 74) Çocuklarımız ilmine ve takvasına güvendiğimiz bir hocanın sohbetine mutlaka gitmelidir.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam evlenecek olanlar için: “…Sen dindar olanı seç…” (Buhari, Nikâh, 15) ve “Yiyip içtikleriniz helal, temiz olsun! Çocuklarınız bunlardan hâsıl olur.” (Riyazüs Salihin) buyurduğu gibi anne babanın ahlakı ister istemez doğacak çocukların ahlakını etkileyecektir. Çocuklara yedi yaşından önceki dönemlerde namaz kılma konusunda tebliğ adına emir yoktur. Sadece çocuklara namazı sevdirebilmek için uygun şekilde model olmaya çalışılmalıdır. Bunun için de namazları çocukların da görebilecekleri yelerde kılmalı ve böylece onun taze zihninde namaz çağrışımları olmalıdır. Gerekirse çocuktan izin alarak bazen çocuk odasında da kılınmalıdır. Evde de olsa namazları cemaatle kılmaya çalışıl-

Unutmayalım ki iyi bir kul olmadan ne iyi bir evlat ne iyi bir öğretmen ne de iyi bir insan olabiliriz. Çocuklarımızdaki önceliğimiz Allah’a iyi bir kul olarak yetiştirme derdi olmalıdır. Sonuçta çocuk da kendi tercihini kendisi yapacaktır. 9

ARALIK 2015 / 329

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” (Tahrim, 6) Dünyada cahiliyeden (fikir, giyim, tv, hayat tarzı) elimizle, dilimizle, kalbimizle ve dua ederek çocuklarımızı koruduğumuz gibi aynı şekilde ahirette de cehennemden koruyalım inşallah.


KAPAK

Mikail Usta kapak@ilkadimdergisi.net

Gençlik ile İmtihan Olan

SADECE GENÇLER Mİ? A

krabalık bağlarını sıkı tutmaya alışmalısın. İnkârcı temele dayanan modernitenin ve onun ürettiği yaşam biçiminin ürettiği bireysellikten kurtulmalıyız. Yalnızlaştırma projesi olan bireysellik fesadını görmezden gelirsek paramparça olmuş bir insan topluluğu olacağız.

G

ençlik; kıymetlendiremediğimiz veya kıymetsizleştirdiğimiz ama hakkıyla takdir edemediğimiz kıymetli bir dönemdir. Gençliği kelimelerle ifade edişimiz mükemmel. Ama hayatın içindeki pratiği, ters yüz olarak tecrübe etmekten bıkıp usanmadığımız öğrenilmiş çaresizlik gibi hüviyet kazanmıştır. İnanmış insanlar olarak ekmek israfına kafayı taktığımız kadar, gençliğin israfına kilitlensek birçok meseleyi kökünden çözeceğiz. Ağaç yaş iken eğilir sözü atalarımızın bize armağanıdır. Gençlik konusunda her şey yazılmış, çizilmiş, tecrübelerle birlikte hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya serilmiştir.

yız. Aklınızda veya kalbinizden gelen ilhamlarla olan cevabı merak etmiyorum. Hayatın içinde gençliğe takındığımız cevapla sizi yüzleşmeye davet ediyorum. Eğitimciler, kendisini gençliğe adamış olanlar bu soruları düşünmeli. Eğer gerçekten bir çözüm arayışı içerisinde olduğumuzu iddia ediyorsak, gençliğe kıymetini anlatmadan önce bu sorulara cevap bularak işe başlamalıyız. Genç denilince nasıl bir ahvalin içerisine giriyoruz? Teknoloji marketlerinin kölesini mi tahayyül ediyorsunuz? Nefsinin prangaladığı alışkanlıklara kurban bir ceset mi beliriyor gözlerinizde? Gerçekten genç ve gençlik bizim için ne ifade ediyor? Bu konu hakkında kafalar patlayana kadar düşünmeli ve bazı gerçeklerin üzerine kararlılıkla gidilmeliydi. Ama günümüzde gençlik için konuşulanlar, yazılanlar ve yapılan bütün programlar çözüm için yetersiz. Bir yan-

Gençliğin imtihanı mı? Yoksa imtihanımız gençlik mi? Gençlik ile imtihan olan sadece gençler mi? Bugün ki sorunlarımızı çözelim diye dertleniyorsak önce bu sorulara cevap bulmalı10


ve ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.” (İsra, 23-24) Ey genç kardeşim! Seni Allah’ın yolundan alıkoymadığı sürece anne ve babana itaat edecek ve onlara iyiliği şiar edineceksin.

dan gençliğe hazine, ülkenin potansiyeli diyecek, bir yandan da onların üzerinden onları düşünmeden planlar yaparak boş emeller uğrunda kurban edeceksin. Büyük ideal sahibi olmasını istediğimiz gençleri bağladığımız dünyevi zincirlerden kurtararak, göklere yol bulacak aşkı ve şevki aşılayarak aydınlık günlere yürümeye hak kazanabiliriz.

Akrabalık bağlarını sıkı tutmaya alışmalısın. İnkârcı temele dayanan modernitenin ve onun ürettiği yaşam biçiminin ürettiği bireysellikten kurtulmalıyız. Yalnızlaştırma projesi olan bireysellik fesadını görmezden gelirsek paramparça olmuş bir insan topluluğu olacağız. Dinimiz ve kültürümüzün temel meselesi olan akrabalık bağlarına sıkı sıkıya tutunmalıyız. Çünkü ancak bu şekilde kendimiz olarak kalabilir ve egemen uygarlığın ifsat edici saldırıları karşısında direnebiliriz. Unutma yalnız kalmayarak ayakta kalabilirsin. Çünkü yalnız kaldığında hemen yanında şeytanı hazır bulacaksın.

Gençleri anlamalıyız! Herkesin geçirdiği bir devre olarak bakacağız gençliğe. Onları, kendi gençliğimizi unutmadan anlamalıyız. İletişimde empati kurmak esastır. Gençliğin temel şikâyetleri de onların anlaşılamadıklarını düşünmeleridir. Onları bulundukları zaman dilimi içerisinde ve imtihan oldukları her şeyle değerlendirmeliyiz. Gençlerimizi, geçireceği gençlik devresinin zorluğunu ve kıymetini kendimizden kaçırmadan, olağanüstü sonuçlar beklemeden, sabırla (damlanın mermere ısrarındaki inceliğiyle) ikna etmeliyiz. Onları öyle şeylere çağıralım ki dirilişlerine vesile olabilelim. Genç Müslümanın Sorumlulukları Müslüman genç! En başta İslam’ın ilk esası/ rüknü olan tevhidi anlayacak yani Allah’ı birleyecek ve O’na asla şirk koşmayacaksın. Şirk, Lokman Suresi’nin 13. ayetinde belirtildiği üzere en büyük zulüm ve haksızlıktır. Zulüm, bir şeyi olması gereken şeyin gerisine/aşağısına koymaktır. Allah’ın hakkını Allah’tan başkasına vermektir. Allah’ın mükerrem/saygın kıldığı, şeref verdiği insan nefsini, bir yaratılmışa ibadet ettirerek onu aşağılamak, zelil etmektir. Unutma; en büyük sorumluluğun Allah’a karşı olandır. Yaşama gayen de bu değil mi?

Bilmediğin şeyin ardına düşme. Rabbimiz İsra Suresi’nde buyuruyor: “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 36) Günümüzde sosyal medyada herkesin hayatı maalesef ortalığa saçılmış ve dökülmüştür. İnsanlar, bilmediği, görmediği ve hakkıyla takdir edemediği birçok meselenin içerisine düşmüştür. Genç kardeşim! Hayatını herkese açmamalısın, mahrem duygularını dinamik tutmalısın ki başkalarını bilmediği şeylerin arkasına düşürmeyerek, erdemli bir insan profiliyle hakikati haykırmaya kendi hayatında yaşayarak başlamalısın.

Anne ve babana iyi davranacaksın. Günümüzün en büyük problemlerinden biri haline gelen gençler anne ve babaya asi olarak yetişmekte ve yaşamaktadır. Rabbimiz İsra Suresi’nde buyuruyor: “Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına ulaşırsa sakın onlara ‘öf!’ bile deme; ikisine de tatlı söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger 11

ARALIK 2015 / 329

Zinaya yaklaşma. Günahlardan sakınmak için hayâyı kuşanmalısın. Günahların altın tas içinde sunulduğu, haram-helal sınırının flulaşıp giderek kaybolduğu, şeytanın, özellikle de medya şeytanının fahşa ve münker adına ne varsa süsleyip cazip hale getirdiği bir çağda yaşıyoruz. Farkında olmalısın ki şeytan süslü gelecektir. Kendi farkına varmalı ve bu çağda Yusuf misali, tertemiz kalmaktan daha şahsiyetli bir davranışın olmadığını öğretmelisin.


KAPAK

Şifa Yolveren kapak@ilkadimdergisi.net

Yaşlılıkla İmtihan Y

aşlıların kıymetini, günün birinde yaşlanacağını, yaşlanınca da bunun bir lütuf/ikram olduğunu bilenlere selâm olsun. Yaşlıların yeri de sokaklar, izbe köşeler, gözden ırak yerler, bakımevleri/ huzurevleri değil; onların yakınlarının mü’min yüreği olmalı.

H

ayatımız perde perde… Her açışımızda hayatın bir başka döneminde buluyoruz kendimizi. Son perdeyle gelen yaşlılık adeta “ebediyet âleminin bekleme odası” gibi. Hastalıkların, alınganlıkların bir de ele muhtaç olmanın hissedildiği o demler... Daha önce tatmadığı güçsüzlüğü, bir kenara itilmişliği, gözlerden düşmüşlüğü fark etmenin ağırlığı oturur yorgun yüzlere. Hele özene bezene yetiştirdiği, herkesin bildiği tabirle “yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği” çocukları tarafından horlanmak, azarlanmak, terk edilmek, önemsenmemek, dışlanmak yok mu, yaşlılığın sabredilmesi en zor tarafı da bu olsa gerek.

Yaşlıları hayatımızın dışına ittiğimizden beri dünyamıza renk veren güzelliklerin birer birer ortadan kaybolduğunu fark edemiyoruz. Onların yolumuza ışık tutan, anlam kazandıran tecrübelerine ihtiyacımız olmadığına inandığımız andan beri değişmeye başladı hayatın tadı. Bir zamanlar işimizle meşgulken himayesine bıraktığımız çocuklarımız mutlu, bizler huzurlu idik. Evlerde daha serbest(!) olma adına onları huzur evlerine yerleştirdikten sonra bizler aynı huzuru duyamazken, çocuklarımız da mutlu değil. Bu gelişmeler yavaş yavaş kendisinden başkasını düşünmeyen bireyleri çıkarıyor ortaya. Yaşlıları sırtında kambur gibi görenlerin sayısı artıyor ne yazık ki… Geniş odalar, ferah ortamlar dar geliyor bencil yüreklere. Evlerinde barındıramadık12


ları yaşlılar, artık gönüllerinde de barınamıyor. Oysa sevdiklerinin dünyasından çıkarılmak pek ağır gelir onların gönüllerine. Buna karşılık içten bir tebessüm, güzel bir söz, değerli olduklarını hissettiren minik bir hediye onları mutluluğun zirvesine çıkarmak için yeterlidir. Ayrıca ailede ya da çok yakınımızda bulunan yaşlı insanlar hayatın koşuşturmacasında nefes aldığımız bir alan sağlar. Biliriz ki onlar evin bereketidir. Musibetlerde birer kalkan vazifesi yaptıklarını Peygamber Efendimiz aleyhisselam bildiriyor:

dirmenin, onları oda mahkûmiyetinden ya da yalnızlıktan bir nebze kurtarmanın parayla satın alınamayacak mutluluk ve servet olduğu bir bilinse…

“Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı üzerinize azap sel gibi gelirdi.” Yaşlarından ötürü büyüklerin bir takım sıkıntılarına katlanmak hayır kapılarını açar, gönüllerdeki ülfeti çoğaltır. Adını koyamadığımız bir huzur kaplar yüreğimizi.

Bir Müslümanın evinde yaşlı varsa yüzünü buruşturmak yerine sevinç çığlığı atmalı. Zira ihtiyarlar evlatlara, arkadan gelenlere Allah’ın lütfudur. Aynı zamanda bir deneme sebebidir. Cenneti kazanmaya bir imkândır. Şu hadiste söylendiği gibi:

Yaşlılarımızı o kadar yalnız bıraktık ki bu nedenle yaşlanmaktan; sonumuzun onlar gibi olmasından korkuyoruz. Bunun için yaşlanmamak adına elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Yaşlanmayı geciktirdiği iddia edilen kozmetik ürünler peynir ekmek gibi satılıyor piyasada. Estetik ameliyatların sayısı dudak uçuklatıyor. Maneviyattan yoksun kalmak da yalnız kalacağım endişesini artırmakta.

Peygamber aleyhisselam üç defa “Yazıklar olsun o kimseye!” dediğinde sahabeler “Kimdir o Ey Allah’ın Resulü?” diye sordular. “Anne babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı halde cenneti kazanamayan kimse” buyurdular. Birisi dese ki “evde yaşlı annem (veya babam, dedem, ninem, amcam, halam) var”. Ona “sana müjdeler olsun. Demek ki senin cennetin yanında imiş” demek gerekir.

Oysa atalarımız yaşlanmayı büyük bir olgunlukla kabul ederdi. Yaşlılar saygı gördüğünden yaşlanmak hayatın sonu olarak görülmezdi. Geçmişte insanlar ahir ömürlerini evlat ve torunlarının yanında huzur içinde geçirmenin ayrıcalığını yaşıyorlardı. Sağlam zemine oturmamış ailelerde kendini sığıntı gibi hisseden günümüz yaşlıları desteksiz kalırken; huzurevlerine giden huzursuz büyüklerin sayısı maalesef her geçen gün çoğalıyor.

Nitekim Peygamber aleyhisselam şöyle buyuruyor: “Bir genç yaşından dolayı bir kimseye hürmet ederse, Allah azze ve celle de o yaşlanınca ona saygı gösterecek kimseler nasip eder.”

Yaşlılara ilgi gösterme ve zaman ayırma birçok konuda huzuru, merhameti, mutluluğu değeri artırdığı gibi evlat olmanın sorumluluğunu da artıracaktır. Yaşlılarımızı zaman zaman gez-

Hayatta gençler ve ihtiyarlar birbirlerine 13

ARALIK 2015 / 329

Kim ihtiyarlığında kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa şimdi yaşlılara öyle davransın. Unutulmasın ki çanağa doğrananlar kaşığa mutlaka gelecektir.


göstereceği dayanışma ile hoş karşılanırlar. Herkes bilir ki, yaşlı insanlar çocuklar kadar alıngan ve hassas olduklarından onlara daha fazla sevgi ve saygı göstermeliyiz. Yaşlıların evlerimizde bulunması bir nimettir ve huzura vesile olacaktır. Onlara değer vererek, güzel sözlerle mutlu etmeliyiz. “Önce kendine ve insanlara merhamet et ki; Allah da sana merhamet etsin”. (Hadis-i Şerif)

H

ayatta gençler ve ihtiyarlar birbirlerine göstereceği dayanışma ile hoş karşılanırlar. Herkes bilir ki, yaşlı insanlar çocuklar kadar alıngan ve hassas olduklarından onlara daha fazla sevgi ve saygı göstermeliyiz. Yaşlıların evlerimizde bulunması bir nimettir ve huzura vesile olacaktır. Onlara değer vererek, güzel sözlerle mutlu etmeliyiz.

Evinizde, çevrenizde bir yaşlınız varsa ve fırsat varken ona şimdiden sarılalım, onu mutlu edelim, duasını alalım. Ömür dediğin bir gündür, o da bugündür… Ümitsizler diyarında gezmeden, yaşlıları, düşkünleri üzmeden iyiliklerde bulunalım ki belki o sığınağımız, kurtuluşumuz olur. Yaşlıların kıymetini, günün birinde yaşlanacağını, yaşlanınca da bunun bir lütuf/ikram olduğunu bilenlere selâm olsun. Yaşlıların yeri de sokaklar, izbe köşeler, gözden ırak yerler, bakımevleri/huzurevleri değil; onların yakınlarının mü’min yüreği olmalı. 14


KAPAK

Hacı Topuz kapak@ilkadimdergisi.net

Mal da Yalan Mülk de Yalan A

sıl zenginlik mal mülk çokluğu değil gönül zenginliğidir. Sahip olunan şeylerin başkalarıyla paylaşılabilmesidir. Asıl fakirlik ise malın azlığı değil imanın yokluğudur. Rabbini bilen ve O’nu tanıyan kimsenin gönlü çok zengindir. Rabbini bilmekten yoksun olan kişinin ise gönlü çorak ve çok fakirdir.

A

İlahi imtihan gereği ortaya çıkan fakirlik her zaman mutsuzluk getirmeyeceği gibi zenginlik de her zaman mutluluk ve huzur getirmez. Zenginliğin şerre dönüşebilme ihtimali olduğu için Peygamber Efendimiz mü’minlere “Sizden öncekilere bolca verildiği gibi size de dünya nimetlerinin bolca verilmesinden korkuyorum. Korkuyorum çünkü sizden öncekiler gibi siz de birbirinizle yarışmaya kalkar, birbirinize hased 15

ARALIK 2015 / 329

İslam dini ne zenginliği üstünlük sebebi ne de fakirliği aşağılık sebebi olarak kabul eder. İslam’a göre üstünlük Allah’ın emir ve yasaklarına en fazla bağlı olmaktadır. Peygamber Efendimiz de “Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır.” buyurarak soyun sopun, makam mevkiin, malın mülkün çok önemli olmadığını, insanların yaratılış itibarıyla eşit olduğunu vurgulamaktadır.

kıl ve irade gibi iki önemli nimete sahip olan insan yeryüzünde kulluk imtihanına tabi tutulmuştur. Bu ilahi sınamanın gereği olarak da farklı farklı kabiliyet ve özellikte yaratılmıştır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de: “Sizleri yeryüzünün halifeleri kılan Allah’tır. O size verdiği çeşitli nimetlerle imtihana çekmek için kiminizi derece derece diğerinizin üzerine çıkardı. (Enam, 165) buyrularak belirtilmektedir. İnsanların farklı fıtratlarının olduğu, Allah’ın -celle celâlühû- da bu fıtrata uygun olarak sorumluluk verdiği yani zenginliği kaldırabilecek olana zenginlik, fakirliğe sabredebilecek olana fakirlik verdiği anlatılmaktadır. Yaratılıştaki bu farklılık, başarı ve kazancın da kişiden kişiye değişmesine, bunun sonucunda da zenginlerin ve fakirlerin ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir.


eder, birbirinize sırt çevirir, düşmanlık eder ve birbirinizin kanını dökmeye yeltenirsiniz de neticede bu şımartıcı mal varlığı sizden öncekiler gibi sizi de felakete götürür. Dünya ve ahiretinizi mahveder.” (İbn Mace) buyurarak sahip olunan malın Rabbimiz tarafından bizlere onun istediği şekilde kullanılmak üzere emanet olarak verildiğini unutmamız durumunda bu malın bizim için şerre dönüşeceğini, bunun tam tersi olarak ise sahip olduğumuz dünya mallarının hakkın rızasına uygun olarak, halka hizmette kullandığımızda hayra dönüşeceğini vurgulamıştır.

D

ünyada sahip olunan şeylerin hesabının ahirette sorulacağını düşünürsek fakir olan Müslüman’ın malının hesabını vermesi daha kolay olacaktır. Zengin olan Müslüman malının her kuruşunu nereden kazanıp nereye harcadığının hesabını verirken fakir Müslüman’ın maldan dolayı hesabı daha hızlı ve kolay olacaktır.

Sahip olunan malların zaman zaman artıp azalması da imtihanın bir gereğidir. Bazen malımız artar ki acaba şükredip muhtaçlarla paylaşacak mıyız yoksa mal çokluğundan dolayı azıp malı vereni unutup sapıtacak mıyız? Bazen de malımız azalır ki o zaman da Rabbimin takdiridir deyip sabır mı edeceğiz yoksa neden bize az verdin diye yaratana isyan mı edeceğiz? Bu imtihanda şükredip sabretmeyi ve paylaşmayı seçersek malımız artar, isyan etmeyi seçip nankörlük edersek malımız azalır. Zekât ve sadaka da malın artmasını sağlar. 16


Zekât, fakir Müslüman’ın zengin Müslüman’ın malı üzerindeki hakkıdır. Zengin, fakire malının bir kısmını verdiği zaman zekâtı alan fakir Müslüman ihtiyaçlarını karşıladığı için kalbinde zekâtı veren zengin Müslüman’a karşı bir muhabbet duyar. Onun malının artması için dua eder. Bu durum zengin olan Müslüman’ın malının artmasına ve aralarındaki kardeşlik duygularının gelişmesine katkı sağlar.

Bunun en açık örneği ülkemizde ve başka bölgelerde mülteci olarak yaşayan Suriyeli kardeşlerimizdir. Daha birkaç yıl önce birçoğu gelir durumu iyi olan meslek ve iş yeri sahibi insanlardı. Ülkelerindeki zulüm ve vahşetten dolayı her şeylerini kaybederek mülteci konumuna düştüler. Şu anda zekât ve sadakaya muhtaç hale geldiler. Bundan herkesin çıkarması gereken ders ve ibretler vardır.

Müslüman, Rabbinin “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” ilahi emrinin gereği olarak çok çalışmalıdır. Zengin olup mal ile de İslam’a hizmet edebilmek için çalışıp helalinden mal kazanmaya gayret etmelidir. Dünya hayatında başkasına muhtaç olup yüz suyu dökmemek, alan el değil de veren el olmak için çok çalışmalıdır. Çok çalışan insan çok kazanır, kazandıklarıyla da hem kendinin ve ailesinin rızkını elde eder hem de diğer Müslüman kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılar ve İslami hizmetlere katkı sağlar.

Fakirlik dünya hayatında bazı dünyalıklardan istifade edememeye sebep olabilir. Ama asıl güzel şeylerin ahirette olduğunu bilen fakir bir Müslüman dünya nimetlerinden burada faydalanamasa da ahirette onların çok daha güzellerine ulaşacağına inandığı için üzülmez. Asıl üzülmesi gereken dünyada sınırsız bir şekilde haram helal demeden dünya nimetlerinden faydalanıp ahirette cennet nimetlerinden mahrum olacak kimselerdir. Asıl zenginlik mal mülk çokluğu değil gönül zenginliğidir. Sahip olunan şeylerin başkalarıyla paylaşılabilmesidir. Asıl fakirlik ise malın azlığı değil imanın yokluğudur. Rabbini bilen ve O’nu tanıyan kimsenin gönlü çok zengindir. Rabbini bilmekten yoksun olan kişinin ise gönlü çorak ve çok fakirdir.

Dünyada sahip olunan şeylerin hesabının ahirette sorulacağını düşünürsek fakir olan Müslüman’ın malının hesabını vermesi daha kolay olacaktır. Zengin olan Müslüman malının her kuruşunu nereden kazanıp nereye harcadığının hesabını verirken fakir Müslüman’ın maldan dolayı hesabı daha hızlı ve kolay olacaktır. Fakirlik kişinin toplum içinde kendini hakir görerek utanacağı, sıkılacağı bir durum değildir. Bu durum Rabbinin onun için uygun gördüğü bir takdiridir. Yapması gereken sahip olduklarına şükredip onu verenin taksimatına rıza göstermek ve kazancının artması için daha fazla çalışmaktır. Mal mülk dünyada kalıcı olan şeyler değildir. Yarın ne olacağımızı ancak Allah -celle celâlühû- bilir, biz bilemeyiz.

Mal sahibi mülk sahibi Hani bunun ilk sahibi

Bugün zengin olan kimseler yarın deprem, ekonomik kriz, savaş gibi herhangi bir nedenden dolayı sadakaya muhtaç hale gelebilirler.

Mal da yalan mülkte yalan Var biraz da sen oyalan 17

ARALIK 2015 / 329

Sonuç olarak dünya malının hem zengin hem de fakir için bir imtihan vesilesi olduğunu unutmamak gerekir. Az olduğu zaman sabredip helal çerçevede çalışıp gayret göstererek çoğaltmaya çalışmalı, çok olduğu zaman şükredip malının bir kısmını muhtaç kardeşleriyle paylaşmalıdır. Dünya nimetlerinin geçici olduğunu, ebedi saadetin ve mutluluğun ahirette olduğunu unutmamak gerekir.


KAPAK Abdurrahman Yüksel Özden kapak@ilkadimdergisi.net

Müslümanın

Para ile İmtihanı “A

llah’ım bana dünya zenginliği ver, şımarmayacağım.” deme lüksüne sahip değildir. Zira hiç kimsenin şeytanın tuzağına düşmeme garantisi yoktur. Oysa “Allah’ım bana çokça zekât vermeyi nasip et.” dese bir taşla iki kuş vurmuş olur. Hem dünyası hem ahireti için güzel bir yolu tercih etmiş olur.

Dener Rabbim bizleri her halimizle

verecek eczanelerin kapısına kilit vurmaktadır.

Bazen zenginlikle bazen fakirlikle

İslami hassasiyetler yaşanırsa kapitalizmin iktisadi hayatımızı istila etmesi mümkün değildir.

İnce ayar ister bunlar sabır ve şükürle

Zor bir imtihandır para ile olan imtihan. İnsanoğlu bolluk, zenginlik içindeyken “mal ve para” hırsına kapılabilir. Allah’ın kendisine akıl, sıhhat ve imkân verdiğinden dolayı bunu kazandığını düşünmeden bütün kerametin kendisinde olduğu vehmine kapılabilir. İşte asıl tehlike de burada başlar. Kendisinin hayır gibi gördüğü bu durum pekâlâ şerre dönüp cehenneme gitmesine vesile olabilir.

Cennete, cehenneme vesiledir Müslümanım diyene

Dünya hayatı, her insanın ahireti için imtihan olduğu geçici bir alemdir. Para ile imtihan ise en çetin alanlardan biridir. Ne yazık ki günümüzde vahşi kapitalizmin çarkları altında ezilen insanoğlu bu imtihanın farkında olmadan adeta kendisine ve topluma şifa

Kişi zenginleştikçe hayatı “mal ve para” hırsına dönüşebilir. Fıtratındaki enerji yakıcı, kavuru18


cu, mahvedici boyutlara ulaşabilir. Varlığı sadece maddiyatla ölçer hale geldiğinde de maneviyata karşı körleşir, dünyevileşir. “Allah’ım bana dünya zenginliği ver, şımarmayacağım.” deme lüksüne sahip değildir. Zira hiç kimsenin şeytanın tuzağına düşmeme garantisi yoktur. Oysa “Allah’ım bana çokça zekât vermeyi nasip et.” dese bir taşla iki kuş vurmuş olur. Hem dünyası hem ahireti için güzel bir yolu tercih etmiş olur.

etli butlu bir şeydi. Sonra ben görevli olarak yurt dışına gitmiştim. İzinli geldiğimde onun bir senedir hasta yattığını öğrendim. Belki tevbe eder düşüncesinden hareket ederek o yaptığı hakareti hatırlatmak için ziyaretine gitti.

Görüldüğü gibi tehlikeli bir imtihan. Bunun canlı örneklerini zaman zaman görüyoruz. Allah azze ve celle’nin ikramını düşünmeden bütün kerametin kendisinde olduğu vehmine kapılan çoğu gafillerin ne kadar adileştiğini, basitleştiğini, gurur ve kibre kapılarak dünyada itibarsız, rezil ve perişan olduklarını görüyoruz. Bakmayın olanların dış görünüşteki mutluluklarına(!), iç ve dış dünyalarında huzur bulamazlar. Ebedi âlemdeki hesabın daha çetin olacağını keşke bilseler.

Bunun yanında bu varlığın kendisine Cenab-ı Hakkın emaneti olduğunu bilen şuurlu Müslüman kardeşlerimiz de vardır elbette. Cenab-ı Hakk bunların sayısını artırsın. Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselam’ın “Zengin Müslüman fakir Müslümandan hayırlıdır.” hadisi şerifinde belirttiği, Cenab-ı Hakkın “İnfak ediniz.” ayetlerinin doğrultusunda hareket edip fakir ve fukaranın hakkını veren mü’min kardeşlerimize gıpta ediyoruz.

Zenginliği ile mağrur, herkese yukarıdan bakan bir kişi vardı kasabamızda. Üstelik inanç yönünden Müslümanlara karşı menfi tavrı çıplak gözle görülecek kadar belliydi. Ben on beş yaşlarında namaza yeni başlamanın heyecanı içindeyken beni çarşıda gördü. “Ne yapıyorsun l… Daha namaz kılıyor musun? Kaldırma do… başını secdeden!” diyerek çok büyük hakaret etti. Kendi elli, altmış yaşlarında, görünüşü, kalıbı da yerinde 19

ARALIK 2015 / 329

Bunlar içinde bizlerin yani müspet düşünmeye çalışanların bunu fırsat bilerek tebliğde bulunması gerekir diye düşündüm. Hasta iken insan daha hassas olabilir. Neyse, vardığımda bir yıldır secdeye benzer bir vaziyette yattığını gördüm. Anlattım. İtiraz etmedi. Memnuniyetini de belli etmedi. İnşaallah ben çıktıktan sonra kendi kendine muhasebe yapıp tevbe etmiştir. On sene o şekilde yatarak yaşadı, sonra vefat etti. Allah azze ve celle en iyisini bilir.


Mademki para ile imtihan zor, biz de dünyaya zoru başarmaya geldik, o halde kendi kendimizi şöyle bir test edelim bakalım, bu imtihanın neresindeyiz?

Para kazanmada çoktur hünerin

1. Dünyada emanetçi olduğumuzu biliyor muyuz?

Sorulacak: Muhtaçlara kaç kuruş verdin?

2. Yoksulun hakkını gözetiyor muyuz? Hangi sıklıkla ve en son ne zaman isar’da bulunduk?

Evin muhteşem içi dışı boyalı

3. İsraf ve gösterişi hayatımızdan silmeye gayret ediyor muyuz?

Derler maldır canın yongası

Mevlâm kazandırdı bunu bilesin Fakiri, yoksulu çoktur memleketin

Yeri yüksek harikadır manzarası Sorulacak: Doluyor mu misafir odası?

4. En önemlisi de sahip olacaklarım insani tarafımı geliştirecek mi, eksiltecek mi?

Belli ki vardır kat kat elbiseler Bilirsin fakirler soğukta titrerler

Başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim bakalım. Kesin olarak bilinmelidir ki İslam zengin olmaya karşı değildir hatta onu teşvik edicidir. Dediğimiz gibi nimetler kişiye Hakkı hatırlatmalı, bu nimetlerle Allah’a daha çok yönelmeli, kısaca paraya esir olmamalı, parayı İslam’ın emrine vermelidir. Vesselam…

Verir miydin en iyisini seçseler Sorulacak: Giydirdin mi yetimi, geçiyor seneler Övünüyorsun çevrem var, dostum var Allah çokluğa değil kaliteye bakar

***

Söyle derler dostunu söyleyeyim kim olduğunu

UMARIM SORULMAYACAK Ben “Müslümanlardanım” dediysen

Soracaklar: Kaçında Allah korkusu var.

Dedin de özüne indirdiysen Ölmeden ölümü öldürdüysen

Vardır elbet çevrende altta üstte komşu

Bir saatlik gaflete üzüldüysen

İyi düşün saldın mı onların içine korku

Para sana değil, sen paraya hükmettiysen

Diyor Resulüm şerliysen cehennemdesin

Tefekkürle, zikirle ömrünü geçirdiysen

Sorulacak: Sen komşuluğun neresindesin

Umarım kardeşlerim sorulmadan İnşaallah cemaline ve cennetine layıksın sen

Akıl, zeka, ilim erbabıysan sen İlmine göre yaşamadıysan sen

***

Üstelik mü’minleri aşağıladıysan sen

ELBET SORULACAK

Sorulacak: Bu hesabı nasıl vereceksin sen

Vermiştir Mevlâm sana aklı, zekâyı, parayı Bilme kendinden, vardır bunlarda fakir fukaranın hakkı

Yazmaya çalıştım Allah’ın izniyle ben

Deme sakın “Ben kazandım, ben indim, ben bindim” diye

Unutmayın tüm güzellikler yüce Rabbimden

İstedim ki kardeşlerim okusun erkenden Niye almayalım nasibimizi cemalinden, cennetinden

Öyleyse soralım bakalım, herhalde geldi zamanı 20


KAPAK

M. Tarık Özdoğan kapak@ilkadimdergisi.net

Sen Kaç Mikrop Yenebilirsin ki? S

ağlıklı olduğumuzda kendimizi çok güçlü zannediyoruz ya. Hâlbuki görmek için 30 bin defa büyütmemiz gereken mikrop ya da virüsler tarafından organlarımız hasta oluyor, yataklara düşüyoruz. Aslında biz bir ‘hiç’iz. Hastalıklar bizlere hiç olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor.

H

Eyyüb aleyhisselam mal, evlat ve sağlıkla imtihan olan bir büyük peygamberdir. Kıssayı hikâye şeklinde okumak hatta arada bir de vah vah veya ne büyük bir peygambermiş de bunlara sabretmiş demek inanın çok kolay. Asıl mesele bizler de aynı imtihanla baş başa kaldığımız zaman, bu imtihan karşısında ne yapıyoruz veya nasıl davranıyoruz sorusunun cevabındadır. Allah Teâlâ bizleri sağlıklı kıldığı zaman iyi, bizleri seviyor da arada bir hastalık verdiği zaman mı bizleri sevmiyor? Zaten bizlerin kıssadan hisse alıp alamadığımız da benzer imtihanlardaki tavrımızla belli oluyor. Eyyüb aleyhisselam gibi bizler de hastalıkla imtihan olduğumuzda eğer ki Eyyüb sabrını gösterebiliyorsak o kıssayı sadrımızla okuyup, hayatımıza uygu-

Hepimiz Eyyüb aleyhisselam’ın kıssasını okumuşuzdur. Peygamberdir Eyyüb aleyhisselam. Zengindir, yedi kız yedi erkek evladı vardır. Kendisi de bedenen hem kuvvetli hem de çok güzeldir. Ailesi ve çocuklarıyla çeşitli nimetler içerisinde müreffeh bir hayat yaşamaktadır. Ne güzel bir ha21

ARALIK 2015 / 329

yat değil mi? Çoğumuzun hedeflediği bir yaşam tarzı.

er şeyi bilen Rabbimiz, peygamberlerini farklı farklı imtihanlara tabi tutmuş ki bizler için delil olsun, ibret olsun, kıssa olsun diye. Bizler başımıza gelen sıkıntılarda örnekler ararız. Aynı sıkıntıya duçar olan kardeşim, büyüğüm bu sıkıntıyı nasıl atlattı acaba diye düşünürüz. Bizler dünya dershanesinde her an bir şeylerle sürekli imtihan ediliyoruz. Bazen farkına varıyoruz imtihan sorularının, bazen de varamıyoruz. Farkına vardığımız zamanlarda da soruyu cevaplamakta zorlanıyoruz.


lamışız demektir. Ama tam aksi bir tavır sergileyip isyanları oynuyorsak o kıssa sadece satırlarda kalmış demektir. Bu yazıyı yazmaya hazırlandığım zamanlarda Rabbim beni bir kez daha hastalıkla imtihan etti. Ey kulum! Sağlık ve hastalık imtihanını yazacaksın öyle mi? Al sana hastalık dedi bir nevi. Anlayıp sabredebildiysek işte o zaman Eyyüb aleyhisselam kıssasından hisse alabilmişiz demektir. Rabbim bizleri belli bir yaşa kadar sağlıkla imtihan etti ki en zor olanı da bu biliyor musunuz? Çünkü sürekli aynı hal üzere bulunmak insanın bazı şeyleri unutmasına sebep olabiliyor. Sağlık da öyle işte. Hastane köşelerinde inim inim inleyen hasta kulları unutuyoruz mesela. Ya da herkesi kendimiz gibi sağlıklı zannediyoruz. Diş ağrısı çeken bir insana dünyaları verseniz ne yapacak ki! Hâlbuki basit bir diş ağrısı değil mi? Ya da evladı, eşi, babası ağır bir hastalığa yakalanan insana bırakın dünyayı, kâinatı versek ne kıymeti var ki! İşte burada Kanuni Sultan Süleyman’ın meşhur beyti daha bir anlam kazanıyor:

H

astane köşelerinde inim inim inleyen hasta kulları unutuyoruz mesela. Ya da herkesi kendimiz gibi sağlıklı zannediyoruz. Diş ağrısı çeken bir insana dünyaları verseniz ne yapacak ki! Hâlbuki basit bir diş ağrısı değil mi? Ya da evladı, eşi, babası ağır bir hastalığa yakalanan insana bırakın dünyayı, kâinatı versek ne kıymeti var ki!

“Halk içinde muteber bir nesne yok sıhhat gibi. Olmaya cihanda bir nefes sıhhat gibi.”

Peki, etrafımızda bunlarla denenip sınananlar yok mu? ‘Hem de ne kadar çok’ dediğinizi duyar gibiyim. Gün geçmiyor ki tanıdıklarımızdan birinin kanser hastalığına yakalandığını duymayalım. Ya da vefat edenleri… Yaşadığım yerde ilkokul arkadaşımın kan kanserine yakalandığını duydum, o da benim cilt hastalığına yakalandığımı duymuş ki bu hastalık sonunda saçlarımın çoğu döküldü. Arkadaşım beni yanına çağırdı. Bana moral verecek. Arkadaşımı gördüğümde kemoterapi sebebiyle saçları, kaşları, sakalları dökülmüş bir haldeydi. Tabi onu bu halde görünce gözlerim doldu. Arkadaşım bana çeşitli tavsiyelerde bulundu. Ben de ona toplum sana nasıl bakıyor diye sordum. “Hocam, 22


derler. Çünkü “ah” bir nevi şikâyet anlamına gelebiliyor.) Eyyüb aleyhisselam’a bu sabrın mükâfatı olarak eski mal, mülk, güzellik ve evlatlar verildi. Ama en önemlisi Sad Suresi 44. ayetin ifadesiyle “O, ne iyi bir kuldu. Daima Allah’a yönelirdi.” iltifatına mazhar olmuştu. Düşünsenize yüce Yaradan’dan “O, ne iyi kuldu” iltifatına mazhar oluyorsunuz. Bu iltifata bir mazhar olabilsek…

inan öyle düşüncesiz insanlar geliyor ki, maymuna dönmüşsün gibi benzetmelere varıncaya kadar çok bilinçsiz yaklaşım sergiliyorlar.” dedi. Ben de aynı tepkilere maruz kaldım çünkü. Alaycı bir ifade tarzıyla arkamdan şöyle sesleniyorlardı: “Hocaaa! Saçları ne yaptın yav?” ya da “Hocaaa! Saçları da yemişsin!” vb insanı kırıcı ifadeler. İşte bu noktada Eyyüb aleyhisselam’ı gerçekten anladıysak hemen aklımıza gelmeli. Şeytan, Eyyüb aleyhisselam’ın kavmine de “Eyyüb’ün hastalığı size de geçer. O’nu şehrinizden kovun.” dememiş miydi? Dolayısıyla imtihan içinde imtihan oluyoruz. Hastalıkla imtihan olurken, çevrenizdeki, insanların alaycı ifadeleriyle de imtihan oluyorsunuz. Zaten bu süreçte Şeytan peşinizi hiç bırakmıyor. Nasıl olur da bu kulu bu zayıf anında Rabbine isyan ettiririm diye.

Bizler de sağlıklı olmaya gayret göstereceğiz. Sağlığı bize lütfeden Rabbimize sürekli hamd içerisinde olacağız. Sağlıklı iken yapmamız gerekenlerin azamisini yapma gayreti içerisinde olacağız. Başımıza gelen hastalıklara sabredeceğiz. Bileceğiz ki bize emanet verilen bir beden var. Bu beden bize ait değil. Sağlıklı olduğumuzda kendimizi çok güçlü zannediyoruz ya. Hâlbuki görmek için 30 bin defa büyütmemiz gereken mikrop ya da virüsler tarafından organlarımız hasta oluyor, yataklara düşüyoruz. Aslında biz bir ‘hiç’iz. Hastalıklar bizlere hiç olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor.

Rahmetli Zeki Soyak hocamızın hastalık dönemlerinde ağzından yanlışlıkla bir “ah” çıkmasına defalarca tevbe ettiğini hepimiz okumuşuzdur. O mübarek insan da bizlere tüm hayatıyla örnek olduğu gibi hastalığında da örnekliğini bir kez daha göstermiştir. Müslüman en ağır hastalıklara da yakalansa tavrı böyle olmalıdır diyordu hal diliyle. Doktorunun ifadesiyle “Tekrarlanan ışın tedavisi ve bir doz aldığı kemoterapi sonucu saç ve sakalı dökülüp seyrekleşmiş, zayıflamış ve benzi solmuştu. Bu halde kendisini görenlerin üzüldüğünü görünce hemen bunların geçici olduğunu, zamanla bunların düzeleceğini söylüyor, maddi kayıpların önemli olmadığını, asıl mühim olanın manevi kayıp olduğunu söylüyordu.” Son günlerinde dahi hepimizin bildiği o muhteşem duasını yapıyordu Hocamız: “Ya Rabbi! Ben yirmi yaşındaki bir gencin hizmet aşkını duyuyorum. Eğer ecelim gelmedi ise senden hizmet ömrü istiyorum.” diyebiliyordu.

Bu bedenin bizim olmadığını hatırlatma anlamında geçireceğimiz hastalıklara sabrettiğimiz sürece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müjdesine nail olacağız inşallah: “Bir mü’mine hastalık isabet eder, sonra Allah bu mü’mini o hastalıktan kurtarırsa o hastalık, bu mü’minin günahlarına kefaret, ilerde başına gelecek işler hakkında ona öğüt olur. (Fakat) bir münafık hastalanır da sonra iyileşecek olursa, tıpkı sahiplerinin bağlayıp da salıverdiği bir deve gibi olur. Kendisini niçin bağladıklarını da bilmez, niçin saldıklarını da bilmez.” (Ebu Davud) Bir hastanın yanına girdiğin zaman sana dua etmesini iste. Çünkü onun duası meleklerin duası gibi (makbul)dir. (İbni Mace)

Ulul azm Peygamberlerden İbrahim aleyhisselam Kur’ani ifadeyle “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şuara, 80) diyor; Eyyüb aleyhisselam ağır bir hastalık imtihanında bir kez bile ah etmiyor, dili Rabbini zikredemez hale gelince: “Başıma bu dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya, 83) diye niyaz ediyordu. (Onun için toplumda “ah” deme “af ” de

“Mü’min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta ufak tasa isabet edecek olsa, Allah onun sebebiyle mü’minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur. (Müslim-Tirmizi) 23

ARALIK 2015 / 329

“Kişi için Allah katında öyle bir derece vardır ki, bu dereceye sağlığıyla imtihan olmadıkça nail olamaz, ona sadece o musibetle/hastalıkla ulaşılır. (El Metalibul Aliye)


HİZMET ADABI Nureddin Soyak

nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

“Eğer Yüz Çevirirlerse De ki”

A

llah’ın gücü her şeye yeter: “Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Bakara, 148)

lanıp kiminin de öldürüldüğünü bize haber vermektedir. Rabbimize samimi kul olma yolunda gayret edenler bu neticelere hazır olmalı, bunlarla karşılaştığında çok üzülmemeli, kullukta ve hizmetlerde hız kesmemeli, hızlanmalıdır.

“Şüphesiz Allah’ın onu öldükten sonra tekrar diriltmeye de gücü yeter.” (Tarık, 8)

“Eğer yüz çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter; O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ancak ona tevekkül ettim. O, yüce arşın sahibidir.” (Tevbe, 129)

Rabbimizin yüce kudretini aklımızdan asla çıkarmamalıyız. Bunu unutmak en büyük bir gaflettir. Bu gaflet halinin devam etmesi felakettir. Bu hal kişinin hayatında Rabbini unutup sebepleri gaye haline getirmesine vesile olur. Sebeplerin gaye haline gelmesi kişinin inancına zarar verir.

Allah bize yeter: Dün de bugün de Allah düşmanları hem fert hem de devlet planında mü’minlere gözdağı vermişlerdir. Psikolojik savaş taktikleri ile onları korkutmaya, yıldırmaya, yalnızlaştırmaya çalışmışlardır. Kamil mü’minler dün de bugün de bu oyunlara gelmemişlerdir. Rablerine tam bir teslimiyetle teslim olarak bu hileleri bertaraf etmişlerdir. Rabbimiz de dostluk ve yardımıyla er veya geç her zaman onların yanında olmuştur.

Allah bana yeter: Mü’min hayatının her safhasında Rabbine tam bir teslimiyetle teslim olmalıdır. Gücü yettiğince iyi bir kul olmaya çalıştıktan sonra, kendisinden kim yüz çevirirse çevirsin buna aldırış etmeden Rabbine tevekkül etmelidir. Peygamberlerden, Allah’ın sevgili kullarından kimlere yüz çevirmediler ki? Anaları, babaları, eşleri, çocukları, akrabaları, kavimleri, kabileleri… Alemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz bile kavmi tarafından yalnızlığa terk edilmedi mi?

“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine; “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun.” dediklerinde bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!” dediler.” (Al-i İmran, 173) “Allah sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah dost olarak yeter. Allah yardımcı olarak da yeter.” (Nisa, 45)

Rabbimiz peygamberlerinin kiminin yalan24


Rabbimiz mü’minlere her konuda yeter. Rızık konusunda da yeter. Rabbine teslim olan mü’minin dünyevi hiçbir endişesi olmaz. Ne ecel! Ne rızık! Ne de yalnızlık! “Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.” (Talak, 3)

Mü’min; sağına soluna bakmadan, kim ne derse desin Rabbinin gösterdiği, Resulünün gittiği yolda yılmadan, usanmadan; şevk, gayret ve heyecanla gitmeye devam etmelidir. “Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab, 48)

Mü’min nasıl olur da Allah’tan gayrisinden yardım diler ve Allah’tan gayrisinden zarar gelir diye endişelenir? Bu samimi bir mü’mine yakışmaz. Bu düşünce mü’mini Rabbimizin razı olmadığı işlere yöneltir.

“Sana ‘baş üstüne’ derler. Fakat senin yanından çıktıklarında içlerinden bir takımı geceleyin söylediklerinin aksini kurarlar. Allah onların geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa, 81)

“Eğer onlar Allah ve Resulünün kendilerine verdiğine razı olup “Bize Allah yeter; lütuf ve ihsanıyla Allah ve Resulü ilerde bize yine verir. Biz yalnız Allah’a rağbet ederiz.” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.” (Tevbe, 59)

Allah görücü olarak yeter: “Kullarının günahlarını hakkıyla bilici ve görücü olarak Rabbin yeter.” (İsra, 17) Başkaları görse ne, görmese ne, sen Rabbinin görmesinden kor da korun.

“De ki: Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse yahut bir yarar elde etmenizi dilerse O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter?” (Fetih, 11)

Allah yol gösterici olarak yeter: Önüne gelen; haddini bilmeden insanlara öncülük etmeye, yol göstermeye çalışır. Allah’ın yolunu gösterseler amenna fakat çoğunlukla kendi cahilane yorumlarıyla yol göstermeye çalışırlar. Hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar.

Allah mü’minlere yeter: “Ey peygamber! Sana ve sana tabi olan mü’minlere Allah yeter.” (Enfal, 64)

“Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter.” (Furkan, 31)

“Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Bakara, 194)

Allah tevekkül edenlere yeter: “Sen o ölümsüz ve daima diri olana (Allah’a) tevekkül et.” (Furkan, 58)

Gücünün yettiğince Rabbine karşı gelmekten sakınıyorsan korkma; Rabbin seninle beraberdir. Her şey de O’nun kudret elindedir. Rabbimiz her zaman kendine kulluk ve itaatte, sevgi ve saygıda, kusur etmeyen kullarının yanında olmuştur.

Derdi hizmet olanın hiçbir derdi olmaz, bahanesi olamaz. Şu zulmetmiş, bu haksızlık etmiş, şu engellemeye çalışmış, bu haset etmiş, şu dedikodu yapmış, bu iftira etmiş... Rabbine kavuşuncaya kadar onun yolunda daim ve kaim olur. Hesabı adil-i mutlak görecektir. “Hesap görücü olarak Allah yeter.” (Nisa, 6)

Allah, bilen olarak yeter: İnsanların seni nasıl bilmeleri önemli mi? Sen Rabbine ihlâs ve samimiyetle kul olmaya çalıştıktan sonra insanlar seni nasıl bilirlerse bilsinler. Sen insanların seni nasıl bilmelerine değil, Rabbinin yanındaki durumunun ne olduğuna bak, kaygılan da halini düzeltmeye gayret et.

İster diliyle, ister beden diliyle, ister kalbiyle nasıl söylerse söylesin “Allah bize yetmez.” diyenlere de cehennem yeter: “Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. Çılgın ateş olarak cehennem yeter.” (Nisa, 55)

“Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.” (Nisa, 70) “Şahit olarak Allah yeter.” (Nisa, 79) 25


KAPAK Ahmet Albayrak kapak@ilkadimdergisi.net

Dünya Engelliliği mi Ahiret Engelliliği mi?

E

ngelli kardeşlerimin fiziksel, maddi manevi tüm engellerini daha iyi ve daha kolay bir şekilde aşması için toplumdan uzak, içine kapanık değil; aksine toplumla daha çok iç içe olması gerekir. Burada topluma da çok görevler düşmektedir.

D

kardeşlerimizin de engel durumlarına göre zorluk çekecekleri şeylerden sorumlu olmayacakları belirtilmektedir. Bu konuyu biraz açıp örneklendirecek olursak; hayatımızın her anında, her safhasında imtihandayız. Dini konularda olduğu gibi sosyal konular, aile konuları ve ferdi konularda da imtihandayız.

eğerli kardeşlerim Allah Teâla insanları bu dünyaya imtihan için göndermiştir. Her insanın yaradılışı farklı olduğu gibi imtihanı da farklı farklıdır. Bizlere bahşedilen her nimetin değerini bilir ve gerektiği gibi şükredebilirsek karşılığını Rabbimiz elbette vereceği gibi, şükrünü gereği gibi eda edemediğimiz nimetlerin de hesabını soracaktır. Konumuzla alakalı olarak ise engelli olan kardeşlerimiz de verilen külfete isyan ederse karşılığında cezalandırılacağı gibi, eğer sabredip, şükredebilirse bunun da kat kat ödüllendirileceğini asla unutmamalıdır.

Engelli kardeşlerimizin imtihanları tabi ki daha zor ve çetin olmaktadır. Dünya işleriyle ilgili yapacakları her işte, atacakları her adımda birçok zorluklarla karşılaşmaktalar ve hatta çoğu işlerini yürütebilmek için birilerinin desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. İşte burada engelli sabırla-isyan arasında tercih yapma durumuna gelmektedir. Bu durumda her engelli kardeşimin Hasbünallah (Allah bize yeter) diyerekten sabır gösterip Rabbimizin rızasını kazanması gerekmektedir.

Engelliliğin tarifini yapacak olursak: İnsanın zihin, ruh ve bedeninde meydana gelen hastalık nedeniyle hayatını devam ettirmede, genel ihtiyaçlarını karşılamada ve içerisinde bulunduğu topluma uyum sağlamada yaşadığı zorluklardır.

Toplum ve aile içinde, aile fertlerinden biri ya da toplumda bazı insanlar tarafından engeli hatırlatıldığında veya engelinden dolayı dışlandığında gene aynı tepkiyi göstererek Hasbünallah (Allah bize yeter) deyip sabretmelidir.

Kur’an-ı Kerim’de “Kör olana zorluk yoktur, sakat olana zorluk yoktur. …” (Nur, 61) buyrularak genel anlamda kişilere kaldıramayacağı yüklerin yüklenmeyeceği, özel anlamda ise engelli 26


İbadetler konusuna gelince de çok yerlerde engelli kardeşlerim zorluklarla karşılaşmakta en küçüğünden en büyüğüne bazı ibadetleri ya gereği gibi ifa edememekte ya da ibadetlere ulaşım yollarında çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Burada da itikadı ve inancı sağlam olan engelli kardeşim aynı tavrı gösterip sabırla, azimle Hasbünallah (Allah bize yeter) demelidir. Engelli kardeşlerime teselli ve moral vermek, onları sabra teşvik etmek için şu iki hadisi zikretmeden geçemeyeceğim: Peygamber Efendimiz aleyhisselam şöyle tavsiye etti: “Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü’mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefaret olur. Musibet, beklenmedik bir hâdise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş fark etmez.” (Müslim, Birr: 52)

“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim de zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal, 7-8) ayeti kerimeleri ve Ebu Hüreyre radiyallahu anh’dan rivayetle Peygamber Efendimiz aleyhisselam’ın “Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adil olman bir sadakadır. Kişiye hayvanını yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır.” (Buhari, Cihad 72) hadisi doğrultusunda hareket ederek elimizden geldikçe engellilerimizi üzmemeye, incitmemeye, onların o hassas dünyalarına zarar vermemeye, aksine onların hayatlarını kolaylaştırıp onların mutlu olması için elimizden gelen tüm gayreti göstermeye çalışmalıyız.

Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselam buyurdular ki: “Allah Teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur: “Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfat vermeye razı olmam.” Derim ki: “Bu hadisi Buhari de tahric etti. Ondaki ibare şöyle: “Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselam’ın şöyle söylediğini işittim: “Allah Teâlâ hazretleri buyurdu ki: “Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihan edersem, o da sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bedel cenneti veririm.” Buradaki “iki sevdiği” ile gözlerini kastediyor.” Doğruyu Allah bilir.” (Tirmizî, Zühd 58; Buharî, Marzâ 7) Engelli kardeşlerimin fiziksel, maddi manevi tüm engellerini daha iyi ve daha kolay bir şekilde aşması için toplumdan uzak, içine kapanık değil; aksine toplumla daha çok iç içe olması gerekir. Burada topluma da çok görevler düşmektedir. İyi ve anlayışla yapılan bir yaklaşım engelli kardeşlerimizin hayatını kolaylaştırır, kolaylaştırmasa bile en azından engelli kardeşlerimize moral olur. Bunun tam tersi bir yaklaşımı da düşünecek olursak; zaten hassas yapıda olan engelli kardeşlerimize en ufak bir olumsuz tavır ve yaklaşım da bir anda onların dünyasında tamiri mümkün olmayan yaralar açabilir.

“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tîn, 4); “Allah katında en üstün olanınız en muttaki olanınızdır.” (Hucurat, 13) ayetine muhatap olmak mı? Yoksa “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (Hakka) dönmezler.” (Bakara, 18); “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak hasrederiz.” (Taha, 124) ayetine muhatap olmak mı? Kısaca: DÜNYA ENGELLİLİĞİ Mİ? AHİRET ENGELLİLİĞİ Mİ? 27

ARALIK 2015 / 329

Engelli kardeşlerimin imtihanını kısaca bu şekilde özetledikten sonra şunu demek istiyorum; Ey engelli ve de her an engelli olmaya aday kardeşlerim!


KAPAK Mehmet Akif Çelik kapak@ilkadimdergisi.net

Şimdi Söyle Bakalım

VAR MISIN?

Ş

üphesiz her insanın imtihanı kendisine zordur. Ancak bu imtihanların içinde öyle bir imtihan var ki Allah bu imtihan şeklinin örneğini hem Kur’an-ı Kerim’de vermiş (A’raf, 175-176) hem de habibinin dili ile bizlere uyarılarda bulunmuştur.

S

özlükte “bilmek” anlamına gelen ilim (ilm-‫ )العلم‬genellikle “bilgi” ve “bilim” karşılığında kullanılır. Klasik sözlüklerde “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir sıfat” gibi değişik şekillerde tarif edilmiştir. Bir diğer ifade ile “bilgisizliğin (cehl) karşıtı” biçiminde de tanımlanır. Aynı kökten türeyen âlim, alîm, allâm ve allâme, ma‘lûm, ma‘lûmât, muallim, müteallim, muallem kelimeleri bilgi anlamıyla bağlantılı olarak kullanılmaktadır.1

İlim hakkında Peygamber efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmaktadır; “Hikmet mü’minin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.” (Tirmizi, İlim, 19) Âdemoğlu dünyaya geldiği günden beri şu veya bu sebeple birçok imtihana tabi tutulmaktadır. Şüphesiz her insanın imtihanı kendisine zordur. Ancak bu imtihanların içinde öyle bir imtihan var ki Allah bu imtihan şeklinin örneğini hem Kur’an-ı Kerim’de vermiş (A’raf, 175-176) hem de habibinin dili ile bizlere uyarılarda bulunmuştur. Ve bu imtihanı kaybedenlerin kötü sonlarından bahsetmiştir. Evet, bu imtihanın adı “ilmi ile âmil olmak”tır. Yani bildiğimiz kadarı ile yaşamak, bilmediklerimizi de öğrenme gayreti içinde olmaktır.

Yukarıda anlamını vermeye çalıştığımız “ilmilim”, dinimizde çok ayrı bir ehemmiyete haizdir. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır.

“Allah sizden iman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir.” (Mücadele, 11)

İlmi ile amil olmak deyince ilk önce aklımıza toplumun önderleri olan âlimlerimiz gelmektedir. Bu insanlara toplum nezdinde âlim denmesine sebep olan şey bildikleri ile yaşama gayretinde olmalarındandır. Gerçek âlimler bildikleri ile insanlara yol gösterdikleri gibi yaşantıları ile de insanların önünde yürüyen birer örnek şahsiyettirler. Allah onların sayısını artırsın ve aramızdan eksik etmesin. (Amin)

“Allah’tan kulları arasında (hakkıyla) ancak âlimler korkar?” (Fatır, 28)

Ancak hepimizin düşebileceği bir hata var ki belki de asıl sıkıntılarımızın temelini oluşturan bu-

“De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akl-ı selim sahipleri öğüt alır.” (Zümer, 9)

28


dur. Bundan dolayı ilmi ile amil olmak ya da âlim deyince, hemen aklımıza kitapları yutmuş, hafız olmuş, bütün İslami ilimleri tamamlamış, isminin önüne profesörlük almış ya da belli bir amaç etrafında birleşmiş tarikat-cemaat-grup her ne ise bunların başında bulunan hocalar, hoca efendiler gelmektedir. Bu içinden çıkamadığımız ve bazen de çıkmak istemediğimiz büyük bir yanılgıdır. Elbette onlar çalışarak, bir takım ilimler üzerinde uğraşarak belli bir dereceye kadar ilim sahibi olmuş olabilirler. Bu noktada onlara karşı saygımız ve sevgimiz büyüktür. Ancak insan kendisini bunlara sığınarak kurtaramaz. İnsan mutlaka kendisine şu soruyu sormak zorundandır.

mesi an meselesidir. “Ben peygamber miyim, nasıl yapayım? Ben sahabe miyim, onlar gibi olamam. Onlar âlim insanlar, ben nasıl yapabilirim?” Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Hayır kardeşim, sen belki sahabe olamazsın ama sahabe gibi yaşayabilirsin ya da o gayrette olabilirsin, sen belki “âlim” olamazsın ama ilmi ile amil olan bir Müslüman olabilirsin. Kaçamak yok. Kaçmak yok. Ne kadar ilmin varsa, ne kadar biliyorsan onu yaşayabilirsin. Allah da sana bildiklerin kadarını sormayacak mı? Zaten sen bildiklerini yaşarsan Allah sana bilmediklerini de öğretmeyecek mi?

“Ben ne yapıyorum? Bildiklerimin ne kadarı ile amel ediyorum?”

Dur ve kendine gel. Ben ne biliyorum, ne kadarını yapıyorum diye sor kendine. Unutma bildiğin kadarı ile imtihandasın. Bilmediklerini de öğrenerek cehennemden çıkıp cennette derecelerini yükseltebilirsin. Bu yüzdendir ki ilim bir Müslüman için olmazsa olmaz olandır, bir ihtiyaçtır. Ekmek gibi su gibi elzemdir. Bu yüzdendir ki insan ilim ile hayatını idame ettirebilir. İlmi ile amil olmayan insan gece karanlığında fenersiz yolunu bulmaya çalışan biri gibidir. Hangi çukura düşeceği belli olmaz. Gece karanlığında odun mu topluyor, yılan mı bilemez.

Kardeşler! İnsanın bildiği kadarı ile amel etmesi için birçok İslami ilimleri bilmesine gerek yok. Hafız olması da gerekmiyor. Bir tarikat lideri ya da profesör olması da gerekmiyor. Şimdi biraz düşünelim. Mesela namaz kılmam gerektiğini biliyorum, kılıyor muyum; oruç tutmam gerektiğini biliyorum, tutuyor muyum; sadaka vermem gerektiğini biliyorum, veriyor muyum; tağutları2 reddetmem gerektiğini biliyorum, reddediyor muyum; şirke düşmemem gerektiğini biliyorum, şirkten sakınıyor muyum; televizyon ve internet hakkında çok çok seçici olmam gerekiyor, oluyor muyum; vücut hatlarımı belli eden elbiselerle sokağa çıkmamam gerekiyor, tesettürüme dikkat ediyor muyum; gözümü ve kulağımı haramdan sakındırmam gerekiyor, sakındırıyor muyum; Kur’an-ı Kerim ile bağımı sıkı tutmam gerekiyor, tutuyor muyum; emr-i bil-maruf nehy-i ani’l-münker yapmam gerekiyor, yapıyor muyum… Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Sonuç olarak ey Müslüman kardeşim, gel şu maddelere birlikte göz atalım: - Gel hayatımızı Kur’an ve sünnete göre bir daha gözden geçirelim. - Gel bu vakte kadar ne öğrendim diye bir daha düşünelim. - Gel bildiklerimi ne kadar yaşıyorum sorusuna acımasızca nefsimizden cevap isteyelim. - Ve gel ilmimiz ile amil olmak için var gücümüzle gayret gösterelim.

Bakınız, verdiğimiz örneklerde şu açıkça görülüyor ki bunları yapmak için koskoca, kelli felli biri olmaya gerek yok. En alt kademeden bir Müslümanın doğal hali değil mi bu? O zaman sadece şu soruya ihtiyacımız var:

Şimdi söyle bakalım var mısın?

1- Yusuf Şevki YAVUZ, İlim Md., DİA

“Ben Müslüman mıyım; evet Müslüman’ım. O halde gereği nedir? Gereği ne biliyorsam onu yaşamaktır.”

2- Tâğut: İbnü Cerîr et-Taberî’nin tarif ettiği gibi, Allah’a karşı isyankâr olup zorla, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şey demektir.

Eğer bu soruya Kur’an ve sünnete göre cevap veremezsek o zaman şu cümlelerin ağızdan dökül29

ARALIK 2015 / 329

Dipnotlar:


KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan

selim.armagan@ilkadimdergisi.net

And Olsun “Saflar halinde dizilenlere, haykırıp sürükleyenlere, zikir okuyanlara and olsun” (Saffat, 1-3)

S

saflarla temsil edilen millet ve cemaate işareti de içermektedir.

affât Suresi, Mekke Dönemi’nde nazil olmuştur. Sure-i celilenin giriş bölümü yeminlerle başlar. Kendisine yemin edilenlerin kimler olduğu hakkında çeşitli görüşler vardır. Elmalılı Hamdi Yazır bu konuyu şöyle özetler;

ZACİRÂT (Haykırıp sürükleyenler): Aslında bir sataşma ile bağırıp azarlayarak bir şeyden uzaklaştırmaktır. Haylayıp sevk etmek ve bağırmaksızın men ve yasak etmek manalarına da kullanılır. Şu halde gerek bulutları sevk eden sürücü melekler gibi sevk edici ve gerek genel olarak men ve def eden uzaklaştırıcı kuvvetler bu zecir edicilerdendir. Bu şekilde bütün mücahid ordular buna dâhil olduğu gibi özellikle kumanda edip götürenler ve öğüt verip yürütenler de buna dâhildir.

SÂFFÂT (Saflar halinde dizilenler): Saf yapanlar demektir. Ebu’s-Suud’a göre hem dizilip saf olanlar, hem saf dizenler manasına gelir. Saff, birçok şeyleri düz bir çizgi nizamı üzerinde sıra ile dizmektir. Dizilen sıraya da isim olarak “Saff ” denilir. Namaz saffı, harb saffı ve düzeni gibi.

TALİYAT (Zikir okuyanlar) Katade: “Bunlar Âdemoğullarıdır. Onlar Allah’ın indirilmiş kitabını, tesbihini ve tekbirini okurlar. Allah’ın ayetlerini başkasına öğretmek gibi bir maksatla okurlar.

Allah’ın hükümranlığında çeşitli mertebelerde tam bir düzen ile dizilip vazife gören meleklere yemin ediliyor ki bunda İslam için istenen cemaat, cihad, ilim kuvvetleri gibi teşkilatın esaslarına da işaret vardır.

Saffat ve Zacirat’tan maksat; Allah’ın dinini okuyup insanlara aktaran adil âlimler veya Allah yolunda savaş veya namaz için saf tutan kullar, insanları sözleri ve fiilleriyle Allah’a karşı günah işlemekten men eden kimseler ya da melekler de olabilir.” der. Bütün bu sıfatların bir insanda toplanması da mümkündür.

Bu durumda mana şu olur: Yemin ederim o meleklere, o kuvvetlere ki saflar yapıp dizilmişler. Bu saff, Allah’ın arşı etrafını donatmış olan meleklerden, ta dünya göğünü süsleyen gök cisimlerinde yer alarak vazife yapmak için Allah’ın emrine hazır bulunan meleklere kadar hepsini içine almaktadır. Esası beş vakit namazlarda bağlanan 30


lerdir: Allah Teâlâ buyurmuştur ki: “Ey kullarım! Haberiniz olsun ben zulmü kendime haram kıldım. Size de aranızda haram ettim. Binaenaleyh birbirinize zulmetmeyiniz. Ey kullarım: Sizler gece ve gündüz hatalar yaparsınız ben ise günahlarınızı mağfiretimle örterim, onlara ehemmiyet vermem. O halde benden bağışlanmanızı isteyiniz ki sizi affedeyim.

Bu ayetlerden öncelikle, mü’minlerin ancak canlarını feda etme tehlikesini göze aldıklarında Allah’ın rızasını kazanabilecekleri anlaşılmaktadır. Ayrıca Allah’ın katında şu vasıflara sahip olanların takdire şayan oldukları vurgulanmaktadır: a) İmanlı ve Allah yolunda olduğunun şuuruna ermiş askerlerden müteşekkil, b) Dağınık olmayıp disiplin içinde ve düzenli saflar halinde belli bir komuta merkezinden emir alan,

Ey kullarım! Sizler hep açsınızdır, ancak benim doyurduklarım müstesnadır. Onun için benden isteyiniz ki size yiyecek vereyim. Ey kullarım! Sizler hep çıplaksınızdır, ancak benim giydirdiklerim hariç. Onun için benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim. Ey kullarım! Sizin evveliniz, ahiriniz, ins ve cinniniz içinizden en temiz kalpli bir adam gidişinde de olsa, o benim mülkümde bir şey artırmaz. Ey kullarım! Sizin evveliniz, ahiriniz, ins ve cinniniz içinizden en kötü kalpli bir adam gidişinde de olsa, o benim mülkümden bir şey eksiltemez.

c) Düşmana kurşunla kaynatılmış duvarlar gibi sağlam ve sarsılmaz bir şekilde karşı koyan bir ordudur. d) Allah’ı zikirden gafil olmayan, mücadele şiddetlendikçe zikri artıran, e) Her haykırışı ve her çığlığı Allah için olanlardan oluşması özellikle bu ordunun dikkat çekici vasfıdır. Çünkü hiçbir ordu; I. İnanç ve hedef bakımından mükemmel bir görüş birliği yani subaylar ve erler arasında mükemmel bir dayanışma olmadan,

Ey kullarım! Sizin evveliniz, ahiriniz, ins ve cinniniz hepiniz bir yere toplanıp benden isteseniz de ben sizden her isteyene istediğini versem o benim mülkümden yine bir şey eksiltmez. Denize bir iğneyi bir kere daldırmakla ne eksilir? Ey kullarım! Yalnız sizin amellerinizi size karşı korur, saklarım. Onun için hayır bulan hemen Allah’a hamd etsin, ondan başkasını bulan da kendisini kınasın.”

II. Askerler birbirlerine samimi bir şekilde bağlı olmadan, III. Gayeye ihlâsla sarılmadıkça ve ortada yüce gaye olmadıkça gerçekleşemez. IV. Yüksek derecede ahlâk sahibi olmalıdır. Ahlâken zayıf kimseler, aralarında saygı ve sevgi olmayanlar kavga ve münakaşadan kurtulamazlar. V. Mü’minler arasında gaye ve hedefe duyulan arzu ve onu elde etmek için gösterilen kararlılık, öyle bir etkileşim meydana getirir ki hiçbir güç onları yenemez ve onlar savaş meydanında kurşunla kaynatılmış duvarlar gibi sağlam, sarsılmaz bir şekilde çarpışırlar. İşte bu esaslar, Rasulullah aleyhisselam’ın liderliğinde muhteşem bir askeri güç meydana getirmiştir. Bu güce en büyük kuvvetler bile karşı koyamamış ve asırlarca tüm dünya onlarla baş edememiştir.

Dayanışma ruhu içinde imanları uğruna çarpışan mü’minlerden övgüyle söz etmiştir. “Allah katında en sevimli işin ne olduğunu bilsek de işlesek!” diyenlere (samimiyet ve kararlılıklarının göstergesi olarak) “Saf Suresi’nde” Allah yolunda söz birliği, güç birliği ve bundan da önemlisi gönül birliği ve dayanışma ruhu içerisinde bir topluluğun birlik ve düzeninin önemine dikkat çekmiştir.

Müslim de “Esma ve Sıfat”da Beyhakî Ebu Zerr-i Gifarî radiyallahu anh’dan; o da Rasulullah aleyhisselam’dan; O da Cebrail aleyhisselam’dan; o da Allah Teâlâ’dan şu kudsi hadisi rivayet etmiş31

ARALIK 2015 / 329

“Ey iman edenler!” Bey’attan sonra bütün mü’minlere bir nasihat olan bu ayet, surenin manasını özetlemekle beraber sonunu başına döndürmek, ümitsizlikten sakındırmakla ahiret ve gelecek için arzu ve ümidi takviye etmek ve aynı zamanda Saf Suresi’ndeki “kenetlenmiş yapı” manasını göstermek üzere bir hazırlıktır.


HADİS İKLİMİ Mahmut Aveder

mahmut.aveder@ilkadimdergisi.net

Yıllar Geçiyor... Ömür Bitiyor... Ebu Berze radiyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hiçbir kul kıyamet gününde ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizi)

İ

rakma!” uyarısında bulunarak zamanın önemine dikkat çekmişlerdir.

nsanlar kıyamet gününde dünyada yaptıkları her işten hesaba çekilirler. Burada sayılan beş şey hesap esnasında sorulacak olanların en önemlileridir. Yoksa sadece bunlardan sorumlu tutulup başka şeylerden sorumlu olmayacakları düşünülemez.

Günler, aylar, yıllar su gibi gelip geçiyor. Zaman hepimiz için kaçınılmaz olan sona doğru akıp gitmekte. Bir taraftan hayatımızın farklı dönemlerine hızla adımlar atarken diğer taraftan ömür sermayemiz her geçen gün tükenmekte. Yüce Mevla’ya kavuşma anımıza doğru hızla ilerlemekteyiz.

Fakat sayılanlar dışında kalan şeyler bunların detayları, şubeleri kabul edilebilir. İnsanın hayatı kendisine Allah’ın bir emanetidir; bu emanete hıyanet etmemesi gerekir. Bir insan, hayatını Allah’ın emirleri ve yasakları doğrultusunda geçirirse ne mutlu o kimseye.

Dünya hayatı her canlı için fanidir. Nefeslerimiz sayılıdır. Bu gerçeğe rağmen insanoğlu sahip olduğu nice değerleri bilinçsizce tüketmekte, nice yozlaşmalara maruz kalmaktadır. Ebedi bir alemi kazanmak üzere bahşedilen ömür sermayesi nice sorumsuzluklara, israflara, hoyratça kurban edilmektedir.

Geçip giden zaman Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimetlerinden biridir. Ancak boş zaman insanın kıymetini layıkıyla bilemediği nimetlerin de başında gelmektedir. İnsan; kendisine bahşedilen bu sınırlı ve sonlu sermayeyi, sınırsız ve sonsuz mükâfatları kazanabilmek ve dünya hayatında başarılı olabilmek için bilinçli kullanmak zorundadır. Müslümanın boşa harcayacak zamanı yoktur. Atalarımız da “Bugünün işini yarına bı-

Oysa ömrün her bir günü, her bir saati, her bir dakikası dahası her bir anı kazanıma dönüştürülmelidir. Şüphesiz kazanımlarımız da salih amellerimizdir. Dünyadan ahirete miras olarak 32


bırakabileceğimiz en önemli ve en kıymetli şey, sadece ve sadece yararlı işlerimizdir, güzel amellerimizdir.

Dünya hayatı her canlı için fanidir. Nefeslerimiz sayılıdır. Bu gerçeğe rağmen insanoğlu sahip olduğu nice değerleri bilinçsizce tüketmekte, nice yozlaşmalara maruz kalmaktadır. Ebedi bir alemi kazanmak üzere bahşedilen ömür sermayesi nice sorumsuzluklara, israflara, hoyratça kurban edilmektedir.

Asr Suresi’nde de zamanın önemine şu şekilde dikkat çekilmiştir “And olsun zamana ki insan gerçekten ziyan içindedir.” (Asr, 1-2) Çünkü insan geçen zamanı kazanç zanneder. Oysa her an onun ömrünü götürmekte, ahiret hesabını yaklaştırmaktadır. Ama insan bunun farkında olmadığı için zamanın geçmesiyle sevinir. Ancak insan Asr Suresi’nin devamındaki tavsiyeye uyarak Allah’a inanır sonra da ömrünü salih amelle, hakkı ve sabrı tavsiye ederek geçirirse, yaptığı yararlı işler kendine kar kalır. Aksine, böyle yararlı işler yapmaz, zamanını tembellikle, boş işlerle ve zararlı alışkanlıklar edinerek geçirirse vaktini ziyan etmiş olur. Yüce Rabbimiz Kehf Suresi 45. ayette şöyle buyurmaktadır: “…Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir…” Allah Teâlâ teşbih ile dünya hayatının geçiciliğini, ibret nazarıyla bakan insanın bir bitkide dahi kendi hayatının başlama, gelişme ve tükenip son bulma safhalarını açık bir şekilde görebileceğini belirttikten sonra insana yaraşanın dünyanın geçici ziynetlerine aldanmama olduğuna işaret etmektedir.

Geliniz önce kendimizden başlayarak hem dünyada hem de ahirette kazançlı olmak için hep birlikte çalışalım ve zamanı iyi değerlendirip hiçbir anımızı boş geçirmeyelim. Yüce Rabbimizin İnşirah Suresi’nde Peygamberimize ve O’nun şahsında biz mü’min kullarına “Öyleyse bir işi bitirince diğerine koyul.” (İnşirah, 7) buyurduğu gibi geçip giden zamanın kıymetini asla aklımızdan çıkarmayalım. Geliniz! Çok değerli olan ömrümüzü hayırla, güzellikle, sevapla güzelleştirelim. Paha biçilemez ömür sermayemizin, kendimizin, değerlerimizin, inancımızın farkına varalım. Bu değerleri heba edecek hiçbir tutum ve etkinliğe zemin hazırlamayalım. Sermayemizi güzel ahlakımız ile salih amellerimiz ile ebedileştirelim. Hayatımızın kalan kısmının yaşadığımızdan daha hayırlı ve bereketli olması için gayret gösterelim ve hep birlikte Rabbimize el açalım:

Ömrümüzden bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Her yıl başlangıcı, yarınlara dair bir fırsattır önümüzde. Hatalarımızı gözden geçirip yeni kararlar almak içindir bu fırsat. Bu fırsatı değerlendirerek gelen yılın günlerinde ebedi mutluluğu kazandıracak işler yapabiliriz. Önümüze gelen her yeni günü lehimize bir şahit yaparak ahirete gönderebiliriz.

Bahşettiğin iman nimetini son nefesimize kadar taşıyabilmeyi bizlere lütfeyle! Kalan ömrümüzü geçen ömrümüzden daha hayırlı eyle! Amin. 33

ARALIK 2015 / 329

Ya Rabbi! Günlerimizi, aylarımızı, yıllarımızı bereketli eyle!

Öyleyse ömrümüzden bir yılı daha geride bırakacağımız şu günlerde sayılı nefeslerimizi nasıl tükettiğimizi sorgulamalıyız. Hayır-şer, sevapgünah ve yaratılış hikmeti açısından kendimizi bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız. Bir gün o malum sonun bizi de yakalayacağı bilinci ile elimizdeki fırsatları zarara değil, kara dönüştürmeliyiz.


FIKIH Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

Huzur İçin Birlik ve Beraberlik

İ

nsanlar bir arada yaşamak zorundadırlar. Çağımızın modern araştırmaları hayvanların bile birlikte yaşadıklarını hatta uyum içinde yaşamak için aralarında bir takım kurallarının olduğunu göstermiştir. Eşref-i mahlûkat olarak yaratılmış olan insanların da elbette belli kurallar içinde yaşaması gerekmektedir. Bu kuralların en önemlisi birbirlerine ve tabiata zarar vermeden yaşamaktır. Bunu gerçekleştirebilmek için de Kur’an’ın ve Sevgili Peygamberimizin getirdiği, salim aklın da kabul ve tasdik ettiği birlik ve beraberlik içinde yaşamanın kurallarını hayatımızın her anında uygulamak zorundayız.

bunu yapacak belli, özel bir topluluk meydana getirmek, onlara yardım ederek ve tâbi olarak bu şekilde o görevi yapmaktır. Bunlar tayin ve görevlendirildikten sonra emretmek ve yasaklamak doğrudan onların üzerine farz-ı ayın olur. Fakat bunlar görevlerini yerine getirmezlerse sorumluluk önce görevlilere, ikinci olarak herkese yönelir. Tevhid düzeni bozulduğu zaman ortaya çıkacak şer/belâ yalnız zalimlere isabet etmekle kalmaz, herkese ulaşır. Hayra davet (çağırma), dine ve dünyaya ait bir iyiliği içeren herhangi bir şeye davettir ki, tevhidin ve İslam’ın esasıdır. İyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmak da bunun önemli bir kısmıdır. Maruf (iyilik), İslam’ın gereği olan Allah Teâlâ’ya itaat; münker (kötülük) de İslam’ın gereğine uymayıp Allah azze ve celle’ye karşı gelmek demektir. İyiliği ve kötülüğü Allah’ın ipinden (Kur’an’dan) başka ölçü ile ölçmeye kalkmak, müracaat yerim (referansım) İslam değildir demek, isteklere ve nefse ait arzulara uymaktır ki bu da tefrika çıkarmak (ayrılıkçılık yapmak)tır.

Dünyanın çok küçüldüğü çağımızda, insanları ayrılıklara, dolayısıyla huzursuzluk ve mutsuzluğa götürecek her şeyi bertaraf etmek zorundayız. Önce din kardeşi, sonra aynı vatanın ve aynı dünyanın vatandaşları olduğumuzu, en sonunda da hepimiz Hz. Âdem’in çocukları olarak insanlıkta kardeş olduğumuzu ön plana çıkararak birlik ve beraberlik içinde yaşamalıyız. Kendimiz için istediğimizi başkaları için de istediğimiz, kendimiz için istemediğimiz şeyleri başkaları için de istemediğimiz zaman herkes için mutlu bir hayata kavuşacağız.

İslam dini gönderiliş gayesine uygun olarak hak ve sorumluluklarımızı belirtmiş, toplum için lazım olan prensipleri ortaya koymuş ve mutlu olabilmemiz için bunlara sarılmamız gerektiğini söylemiştir. Dinimiz, fert ve cemiyeti zarara uğratacak her çeşit fiil ve davranıştan bizleri men etmiştir. Onun bildirdiği, huzur ve saadetimiz için uyulmasını gerekli gördüğü esaslardan birisi de gönüllerimizi birleştirip, iyiliklerde birbirimizle daima yardımlaşmaktır. Böyle olunca birlik ve beraberlik içinde olmamız, birbirimizle iyiliklerde yardımlaş-

İnsanların maddi çıkarlar için birbirlerinin evlerini, eşyalarını yağmaladıkları bir çağda, insanları hidayete ulaştırmak için gönderilen Sevgili Peygamberimiz, aynı inançtaki insanları kardeş yaparak, farklı inanç sahiplerini vatandaşlık ve dostluk anlaşmaları ile birbirlerine bağlayarak mutlu bir toplum meydana getirmiş ve saadet asrını gerçekleştirmiştir. Genelde Müslümanların görevleri, içlerinden 34


mamız dini ve milli bir vazifedir.

lim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. ” (Buhari, Sahih, Mezâlim, 46/3, [III, 98]; Müslim, Sahih, Birr, 45/58, [III, 1996])

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 3/103-105)

Ayrılık ve nifak illetine maruz bırakılan bir toplum bu hastalıktan kurtulmadıkça başka milletlerin oyuncağı olmaktan kurtulamayacaktır. İnsanları birbiri ile çekişen, aralarında güvensizlik ve düşmanlık duyguları yaygınlaşan bir toplumun huzur bulması bir yana varlığını sürdürmesi bile mümkün değildir. Birlik ve beraberliğin sürdürülebilmesi, milli bünyenin sağlığının, bütünlüğünün korunabilmesi için bütün fertlerin görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi ve uyanık olması gereklidir.

Nu’man İbn Beşîr radiyallahu anhümâ anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselam buyurdular ki: “Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minlerin misali bir bedenin misalidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.” (Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66, 2586) İnanmış bir toplum, Cenab-ı Hakk’ın emri olan “Birlik ve beraberlik içinde olma ve yardımlaşma” görevini tam bir şuur ve itaatle yerine getirmelidir. Görevini kusursuz şekilde yapan bir toplum ümit ettiği bütün iyilik ve mutluluklara huzur içinde erişebilir. Asıl mesele, cemiyet fertlerinin birlik ve kardeşlik ruhu içinde olmaları ve bütün iyi işlerde birbirleriyle yardımlaşabilmeleridir. Bu durum kendini bilen kimse için hayati önemi haiz bir durumdur. Hatta kişinin kendi nefsine karşı olan görevlerinden bile daha mühimdir. Aksi bir durum “nemelazım” demek olan böyle bir düşünce tarzı toplumların apaçık intiharıdır.

Birlik ve beraberliği korumanın pratik yolu onu bozan davranışlardan kaçınmak suretiyle olur ki bu da yukarıdaki ayet ve hadislerde zikredildi. Kalplerde iman ve Allah için sevgi olduğu sürece endişeye gerek yoktur. Çünkü bu tür duygular raptedici duygulardandır. Bu duygulara sahip her fert, gerekli olan bütünleştirici davranışlarda bulunmaktan kaçınmaz. Bu görevleri hasbi olarak ve insanlığın iyiliği için yapmakla mesut olunacağı bilinmelidir. Fertleri kavga ve niza içinde boğuşan, kin, nefret, haset duygularıyla kavrulan toplumlar huzursuzdur. Tarihin her devresinde ancak “birlik ve beraberlik, kardeşlik ruhu içinde, iyilik ve hayırda yarışan ve yardımlaşan toplumların huzura kavuştukları” görülmüştür. Aksi vaki değildir. %99’u Müslüman olan bir ülkede huzurun sağlanması için “ümmet bilincini” kavramak ve pekiştirmek zorundayız. Vesselam…

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 2/208) “Allah’a ve Resul’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 8/46) “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana tes35

ARALIK 2015 / 329

Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissselam buyurdular ki “Kim bir mü’minin dünyevi kederlerinden birini giderirse Allah da onun kıyamet günü kederlerinden birini giderir. Kim bir Müslümanın sırrını örterse Allah da onun dünya ve ahirette sırlarını örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır.” Tirmizi, Sünen, Hudud, 15/3, [IV, 34])


TASAVVUF Cemil Usta cemil.usta@ilkadimdergisi.net

Dilin Afetleri

dır.

İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 18)

Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü. İster insan, ister hayvan, ister nebatat olsun mezmumdur. Nitekim Resul-i Ekrem aleyhisselam “Mü’min lanet edici olamaz.” buyurmuştur.

Peygamberimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor: “İyilikleri kaydeden kâtip kişinin sağında ve kötülükleri kaydeden kâtip kişinin solundadır. İyilikleri kaydeden, kötülükleri kaydedenin âmiridir ve güvenilirdir. Kişi bir iyilik yaparsa sağdaki melek onu on defa yazar. Eğer kişi kötülük yaparsa sağdaki soldakine şöyle der: Ona yedi saat mühlet ver. Belki tesbih eder de istiğfar da bulunur.”

Hz. Ebubekir radiyallahu anh kölelerinden bazılarını lanetle anıyordu. Resul-i Ekrem ona dönerek “Ya Ebubekir; hem sıddıklık hem de lanet edicilik bir arada olur mu? Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, olmaz.” buyurdu. Hayattaki insanlara lanet memnu iken rahmetli olmuş, aramızdan ayrılmış kişiler hakkında da dilimizi tutmalıyız. Çünkü peygamberimiz “Ölüler aleyhinde konuşmayınız, ölülere kötü söylemeyiniz. Zira hayattaki yakınlarını incitmiş olursunuz.” buyuruyor. (Tirmizi)

Dünyamıza ve ahiretimize faydası olmayan söz ve münakaşalardan uzak durmak kişinin takvasının güzelliğindendir. Ebu Hureyre radiyallahu anh’dan rivayetle Peygamberimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor: “Kul haklı da olsa mücadeleyi terk etmedikçe imanı kemale erdiremez.”

Mü’min lanetçi değildir. Lanet kelimesini diline dolaması doğru olmaz. Ancak kati olarak küfür üzere bilinenler var ise bu vasıfta olanlara umumiyetle lanet edebilir.

İsa aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Çok yalan söyleyenin güzelliği, insanlarla mücadele edenin de mürüvveti gider. Meşgaleyi çoğaltanın vücudu hastalanır. Ahlakı kötü olanın da daima canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır.”

Dilimizi olumsuz kelimelerle kirletmemeliyiz. Günahkâr kişinin adını anmak, kötü hallerini hikâye etmek bile insanın kalbine zarar verir.

İnsanlarla münasebetlerimiz Kur’an ve Sünnet ölçülerini aşmadan tatlı dil ve güler yüzle olmalı. Zira Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde “Güzel söz sadakadır.” buyururken başka bir hadislerinde “Bir hurmanın yarısı ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamazsanız tatlı dil ve güzel söz ile konuşmaya çalışınız.” buyurmaktadır. (Buhari-Müslim)

Mü’min için elzem olan Kur’an’ı çok çok okumak, Allah’ı zikretmek, Peygamberimize çokça salât ve selamda bulunmak olmalıdır. Her mü’min beş vakit namazı mutlaka kılmalı hatta kaza namazlarını eda etmeyi unutmamalıdır. Evlerimizi Kur’an ve namazla ziynetlendirmeliyiz. Bizler günlük hayatımızda Allah’ı kullara; kulları Allah’a sevdirmeliyiz.

İnsanları küçümsemek, lanetlemek onları üzecek sözlerden azami derecede sakınmak kişinin İslam’ının güzelliğindendir. Peygamberimiz bu konuyla ilgili “Mü’min tan etmez, kimseye dokunmaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez ve kimseyi yermez.” buyururken diğer taraftan da “Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşanlara haramdır.” buyurmakta-

Allah’ım; dilimizi ıslah eyle, doğruyu söylet. Her halimizle Hakk’tan uzaklaştırma. Hayırlı söz, fiil ve işlerde bizleri muvaffak kıl. Zira göz, kulak, dil ve kalp yaptıklarından mesuldür. 36


İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

Sevgi Toplumu-Adem Saraç

K

dirildiğini duyunca da hemen iman etmiştir bu mübarek sahabe efendimiz. Demirciliktir mesleği. “Ih” diye vururken demire, “Allah” diye vurmaya başlamıştır artık. Dükkâna gelen müşterilerine de İslam’ı anlatma, Hz. Peygamberi tanıtma derdiyle dertlenen bir gönül eridir artık. İnsanları cahiliye dikenliğinden İslam gülistanına davet ediyordu her daim. İşvereni müşrik bir zorba idi. Kaç kez İslam’a davet etmesine rağmen her defasında dayakla karşılık veren gözü dönmüş zalimin biriydi; Ümmü Enmar isimli o melun kadın.

ıymetli İlkadım Dergisi okuyucuları! Bu ayki sayımızda sizlerle İlkadım Kitaplığı’mıza yeni bir kitap daha kazandıracağız. Saygıdeğer Adem SARAÇ hocamızın Erkam Yayınları’ndan çıkan Sevgi Toplumu isimli kitabını beraber inceleyeceğiz. Kitabımızda altı adet çalışma mevcut. Altı çalışmada altı örnek şahsiyet bizlere tanıtılıyor. Tanıtılan altı örnek şahsiyetten beşi sahabe efendilerimizden oluşuyor. Geriye kalan biri de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde yaşayıp Peygamberimize iman ettiği halde içinde bulunduğu şartlardan dolayı Efendimiz’i göremeyen muhadram1dan oluşuyor.

Habbab b. Eret radiyallahu anh onların kölesiydi. Onlardan habersiz din değiştiremezdi. Ama ruhu köle olmayan muhabbet fedaisi Hz. Habbab, İslam’la şereflenmişti. Bunu duyan sahipleri gün geçtikçe işkencelerini artırdılar. Önce mübarek sahabi efendimizin başını kızgın demirle dağladılar. Yetmedi tüm vücudunu kızgın demirle dağladılar. Bununla da tatmin olmadılar, Habbab b. Eret’i körükle iyice kızdırdıkları ateşin üzerine yatırdılar. Vücudundan damlayan yağların ateşin üzerine döküldüğünü gördüler. Dininden döndürmeye çalıştılar. Ama döndüremediler…

Şimdi bizlere tanıtılan örnek şahsiyetleri tek tek biz de tanımaya çalışalım. Çünkü Adem Saraç hocamız sahabe efendilerimizi tanımamızla ilgili şunları söylüyor: “Bilmek, olmak ve sevmek durumundayız. O canlara can atmak durumundayız. Öyle ki onlar bizden birer parça olmalıdır! Hısım-akrabamızdan çok daha iyi tanımalıyız onları. Onları bulan, her şeyi bulmuştur; onları bulamayan neyi bulmuştur? … Bu kitapta genel hatlarıyla Sahabenin imanını, ihlasını, isarını, inceliğini, sebatını, kahramanlığını kısacası Allah ve Resulü’ne, Kur’an ve Sünnet’e, İslam’a bağlılığını, kısmen de olsa işlemeye çalıştık. Ve bir “sevgi medeniyeti” sevgi toplumu nasıl oluşur, bunu örneklendirdik.”

Diğer örnek şahsiyetleri de tanıyalım diye yazıya başlamıştık ama artık onları okumak siz değerli okuyucularımıza kaldı. Peki başka kimleri mi tanıyacaksınız? Hazreti Ümmü Ümare yani Nesibe binti Kab’ı, Hazreti Ukkaşe b. Mühsan’ı, Hazreti Esma binti Yezid’i, Hazreti Abdullah b. Zeyd’i ve Veysel Karani’yi.

İlk bölümde Hazreti Habbab b. Eret radiyallahu anh’ın hayatına misafir oluyoruz. Zor zamanların Müslümanları bu güzel insanlar. Müslüman olmanın her şeyi göze almak demek olduğu zamanların Müslümanlarından Habbab b. Eret. Fakat ne olursa olsun gönüllerine düşen iman kıvılcımıyla bir milim bile gerilemeden aydınlık günleri görme hedefi olan Müslümanlardandır Habbab b. Eret. Peygamberimizin peygamberlikle görevlen-

Dipnot:

37

1- Sözlükte “karışık” anlamına gelen muhadram, hem cahiliye devrinde hem de Hz. Peygamber aleyhisselam devrinde yaşayan ancak Peygamberi göremeyip sahabe ile görüşen Müslümanlara verilen isimdir.

ARALIK 2015 / 329

Hikâye uzun dostlar. Ama sonunda kazanan Hz. Habbab b. Eret oldu. İslam oldu kazanan. İman oldu kazanan.


İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz

fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net

Kalplerin Kararması N

efis, kötü isteklerden (dinin yasakladığı şeylerden) kurtarılınca kalp temizlenir. Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir. Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir.

K

kapısı kapananlar, bu noktaya varan müşriklerdir. Yoksa günah işleyen, zulüm eden yahut şirke giren her kişi için hidayet kapısının kapanması söz konusu değil. Aksi halde, asr-ı saadette, daha önce putlara tapan on binlerce insanın İslam’a girmelerini nasıl izah edeceğiz?

alp mühürlenmesi, bir kalbin küfür ve isyanla katılaşmak ve kararmak suretiyle imanı kabul edemez hale gelmesi şeklinde tarif edilir. Allah Resulü aleyhisselam buyururlar ki: “Her günah ile kalpte bir siyah nokta meydana gelir.” Bir ayet-i kerimede de “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (sair günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa, 4/48) buyrulur.

Allah dostlarından Seriyye es-Sakati kaddesallahu sirruhu kalp, yüz ve dil arasında şöyle bir ilgi kurardı; “Dil kalbin tercümanıdır, yüz de aynası. Kalplerin gizlediği yüzlerden okunur. O kalpleri üçe ayırırdı:

Bu hadis-i şeriften ve ayet-i kerimeden anladığımıza göre, kalbi karartan en büyük siyahlık şirk yani Allah’a ortak koşmaktır. Bir insan şirki dava edinir ve bu hususta mü’minlerle mücadeleye girişirse her geçen gün kalbindeki bu siyahlık daha da koyulaşır ve genişlenir. Gitgide bütün kalbi sarar. Artık o insanın iman ve tevhidi kabul etmesi âdeta imkânsız hale gelir.

1. Hiçbir şeyin eğip yok edemediği dağ gibi güçlü kalpler. 2. Kökleri sabit fakat rüzgârın eğdiği hurma ağacı gibi kalpler. 3. İplik gibi rüzgârın sağa sola eğip büktüğü zayıf kalpler.

İşte sözü edilen ayet-i kerime, Allah Resulü aleyhisselam’a cephe alan, onunla mücadele eden müşrikler hakkında nazil olmuştur. Ve o müşriklerin kalplerinde şirkin tam hâkimiyet kurması ve tevhide yer kalmaması “kalp mühürlenmesi” şeklinde ifade edilmiştir. İşte kendilerine hidayet

Hiçbir şeyin eğip yok edemediği dağ gibi güçlü kalpler; basit dünya menfaatleri uğruna kişiliğinden, kimliğinden ve şahsiyetinden hiçbir 38


geçici basit menfaatler, sonsuz nimetlerle mukayese bile kabul etmez.

şey kaybetmeyenlerin kalpleridir. Kökleri sabit fakat rüzgârın eğdiği hurma ağacı gibi kalpler; dünyadan, çevresinden, nefis ve şeytandan etkilenip bazen kendi amacını yani kul olduğunu unutup yalpalayan ancak benliğinden kopmamış kalplerdir.

İnsanın nasıl olması gerektiğini, sorulu cevaplı mısrasında son devrin en büyük edip ve şairlerinden Necip Fazıl merhum: “Sual: Ey veli, insan nasıl olmalı, söyle!

İplik gibi rüzgârın sağa sola eğip büktüğü zayıf kalpler ise nefs-i emmarenin kölesi olmuş ve her an için imanını dahi kaybedebilecek kalplerdir ki Rabbimiz bundan hepimizi muhafaza buyursun, böylesi bir kalbe sahip olanlar sonu hiç de iyi olmayan bir yola girmiştir.

Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle...” diyerek cevaplıyor.

“İlkin yaratıp sonra onu iade eden O’dur. Bu O’nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal (en üstün sıfatlar ) O’nundur. O, Aziz’dir, Hakîm’dir. (Rum, 27)

Mü’minin kalbi temizdir. Fasıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise simsiyahtır. Hadis-i şerifte buyrulur ki: “Mü’minin kalbi temizdir, orada parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır ve terstir.” (Taberânî)

İbn Cerir radiyallahu anh bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir: Müfessirlerden birisi bu ayet-i kerimeyi zikrederken marifet ehlinden birine ait şu şiiri söylüyor:

Acaba kalbin karardığı nasıl bilinir, temizlenmesi nasıl olur?

“Su birikintisi saflığı üzere sakin olduğunda,

Haram yemek kalbi karartır, hasta eder. Zünnun-i Mısrî hazretleri buyurdu ki: “Kalbin kararmasının dört alameti vardır:

Meltem rüzgârlarının onu hareket ettirmesinden uzaklaştırıldığında; Onda göğü şüphesiz (berrak, apaçık) görürsün.

1-İbadetin tadını duymaz.

Aynı şekilde güneş ve yıldızlar da görünür.

2-Allah korkusu hatırına gelmez.

İşte tecelli erbabının kalpleri böyledir;

3-Gördüklerinden ibret almaz.

Onların saflığında yüce Allah görülür.”

4-Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.

Birkaç özelliğe dahi sahipse yine o iyi insan demektir. Bunlardan habersiz ve bu hasletlerden hiçbiri kendisinde yoksa kaba ve ham bir kişidir. Anlayış ve idrakini değiştirmesi, dostlarını değiştirmesi ve kendine çeki düzen vermesi lazımdır.

Nefsin istediği her şey sonsuz ahiret nimetleri yanında kıymetsizdir. Ahiret nimetleri altın ise dünya menfaatleri teneke bile değildir. Bu 39

ARALIK 2015 / 329

Kalbin kıvama gelebilmesi için beş güzel hasleti (Helal lokma ve az yemek. Namazı huşu ile kılmak ve Kur’an’ın manasını düşünerek okumak. Allah’ı her zaman hatırlamak, O’nu çok zikretmek, seher vakitlerini uyanık geçirmek. Sadıklarla beraber olmak) mü’minin kendinde bulundurması elzemdir.

Nefis, kötü isteklerden (dinin yasakladığı şeylerden) kurtarılınca kalp temizlenir. Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir. Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir!


EĞİTİM Doç. Dr. Rüştü Yeşil egitim@ilkadimdergisi.net

Eğitimde İçerik Sorunu

“DEĞER EĞİTİMİ-III” B

ilindiği üzere eğitim süreçleri açısından ilkeler, planlamadan uygulamaya, uygulama sonuçlarının değerlendirilmesine ve sürecin geliştirilmesine kadar her aşamada yol gösterici olan kılavuz kuralları ifade etmektedir.

B

ir önceki yazımızda eğitim için bir içerik olan “değer”in, yapı ve özelliklerine ilişkin tespitler yapılmaya çalışılmış; böylelikle eğitimi yapılacak olan değerlerin, eğitim süreçlerinin sağlam temellere dayandırılmasının gerekliği vurgulanmıştı. Bu yazımızda ise, değer eğitim sürecinin temellenmesine ve biçimlenmesine zemin oluşturabilecek ilkeler konusu ele alınacaktır.

İlke 1. Değerler boşluk kabul etmez… Değeri olmayan insan yoktur. Her ne kadar günlük dilde “değersiz insan” tanımlaması yapılsa da bu ifade değeri olmayanı değil, kötü kabul edilen değerlerle donanmış insanı anlatmak/tarif etmek için kullanılmaktadır. Bu durum, her halde ve durumda insanın değer edinimi gerçekleşmektedir. Başka bir ifade ile mutlaka ve mutlaka insan iyi ya da kötü bir değer eğitimi sürecinden geçmektedir. Eğitimcilere düşen, doğru değerlerin doğru şekilde kazandırılması için yollar aramak ve bu yollar doğrultusunda gayret etmektir. Aksi durumda insanlar, kötü olarak kabul edilen değerlerle donanacak ve daha büyük sorunların önü açılacaktır.

Bilindiği üzere eğitim süreçleri açısından ilkeler, planlamadan uygulamaya, uygulama sonuçlarının değerlendirilmesine ve sürecin geliştirilmesine kadar her aşamada yol gösterici olan kılavuz kuralları ifade etmektedir. Her biri, yüzyıllara dayalı deneyimlerin ve bilimsel araştırmaların sonuçları olması nedeniyle önemli ve değerli kurallardır. Çağlar, insanlar, ihtiyaçlar değişse de bu değişimin sağlamlaştırdığı, bir ölçüde mutlaklaştırdığı kural ve kaideleri ifade etmektedir.

İlke 2. Değerler; kalıtıma değil, çevresel etkenlere göre biçimlenir… Değerler, doğumla birlikte anne ve babadan kalıtım yoluyla aktarılmaz. Yaşam sürecinde yaşadıkları ortama ve çevresel etkenlere göre biçimlenir. İnsanların etkileşim içinde oldukları kişiler, varlıklar, şartlar ve imkânlar, olaylar ya da

Bu çerçevede, eğitimcinin değer eğitimi çalışmalarını planlarken, uygularken ve değerlendirirken dikkate alması gereken ilkeler aşağıda belirtilmiş ve kısa kısa açıklanmaya çalışılmıştır. 40


sinde hareket eden çocukların/öğrencilerin, bu hareketlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda açık geribildirim almalıdırlar. Yanlış değerlerin yanlışlığına, doğru değerlerin doğruluğuna ilişkin tepki görmelidirler. Zor durumda kalsa bile yalan söylemeyen bir çocuğun bu davranışı takdir edilirken yalan söylemeyi tercih eden bir çocuğun bu davranışının yanlışlığı açıkça belirtilmelidir. Yalan söylemesine rağmen takdir gören; gülünerek bile olsa ödül verilen öğrencilerin yalan söylemenin yanlışlığını öğrenebilmesi mümkün olmaz.

durumlar, kazanılacak değerlerin neliğini ve nasıllığını belirler. Dürüstlük, çalışkanlık, doğruluk, güvenirlik gibi iyi değerler ya da yalancılık, iki yüzlülük, faydacılık gibi kötü değerler, çocuklara, anne ve babadan kalıtım yoluyla değil onlarla kurdukları ilişkilerin ve etkileşimlerin nitelik ve niceliği ile biçimlenir. İlke 3. Zihin, kalp ve davranış üçgenine oturur… Değerlerin bilgi, duygu ve davranışlarla ilgili yönleri bulunmaktadır. Bilgi olarak değerlerin adı ve kapsamı öğrenilir; duygu olarak hissedilir; beceriler şeklinde dışarıya yansır. Bu nedenle değer eğitiminin üç sacayağına oturan bir bütün olduğu söylenebilir. Değerin yaşanan özellikler haline gelebilmesi için değerin içeriği, önemi konusunda zihin ikna olmalı; kalp onu bir değer olarak benimsemeli; beden onu davranışlar şeklinde sergilemelidir. Bu nedenle eğitimciler değer eğitimi yaparken bu üçlü sacayağının hiçbirini göz ardı etmemelidir. Hem anlatmalı, hem sevdirmeli/hissettirmeli hem de sergilemesi için fırsatlar oluşturmalıdır.

İlke 6. Her zaman ve her yerde eğitimi gerektirir… İnsanın yaşadığı her zaman ve mekân, değer eğitiminin kapsamındadır. Çocukluk, gençlik ya da olgunluk gibi dönemler; gündüz ya da gece gibi zaman aralıkları; ev, okul, işyeri gibi mekânların hiçbiri, değer eğitimi açısından önemsiz değildir. Değer eğitimi açısından süreklilik önemli bir ilkedir. Bu nedenle eğitimciler, her zaman ve mekânı, değer eğitimi açısından fırsat bilmeli ve değerlendirebilmelidir. İlke 7. İç ve dış tutarlılık gerektirir…

İlke 4. Yaşayarak, görerek ve hissederek öğrenilir…

Özetle bu ilkeler, eğitimcilerin değer eğitimi süreçlerinde uygun davranması gereken kılavuz kuralları kapsamaktadır. Eğitimciler, bu ve benzeri ilkeler dâhilinde hareket etmeleri durumunda amaçlarına ulaşabilecekler; doğru değerlerle donanmış bir nesil yetiştirebileceklerdir.

İlke 5. Red-kabul belirginliğine göre biçimlenir…

Selam ve dua ile…

Değerler, toplumsal ve kurumsal kabul ve redlere göre biçimlenir. Belirli değerler içeri41

ARALIK 2015 / 329

Değer eğitimi açısından tutarlılık da, sürekliliğin yanında önemli bir başka ilkeyi oluşturur. Hem değerlerler arasında hem de söylem-eylem arasında tutarlık gerekir. Öğrenilmesi istenilen her bir değer, diğerleri ile tutarlılık göstermelidir. Bir taraftan dürüstlük, diğer taraftan yalancılık doğru bir değer olarak görülmemeli/gösterilmemelidir. Diğer taraftan söylenen ile sergilenen değerler, aynı değerler olmalı; söz davranışı, davranış da sözü yalanlamamalıdır. Eğitimcilerin söylem ve davranışları arasındaki tutarlılık önemlidir.

Öğrenme denilen şey, davranışlarda değişmeyi gerektirir. Değeri öğrenmiş bir bireyin, öğrenmeden önceki haliyle davranışlarında bir değişikliğin olması gerekmektedir. Bu değişimin sağlanabilmesi için doğru bir yol izlenmelidir. Değerler, ancak ve ancak görerek, hissederek ve yaşayarak öğrenilebilir. Yalnızca bilgi olarak aktarmak yoluyla değer eğitimi yapılmış olmaz. Özellikle değerler yaşanılmalı, uygulanmalı, pratiği yapılmalı, doğruluğuna ve gerekliğine inandırılmalıdır. Bu çerçevede eğitimcilerin davranışlarıyla değerlerin hayata yansımalarını çocuklara göstermeleri, değerlerin yaşanabilirliğini ve gerekliliğini hissettirmeli ve pratik yapmaları için imkân ve fırsatlar vermeleri önemlidir.


LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

Vesîletü’n-Necât “Tecellâ-yı cemâlinden Habîbim nevbahar âteş Gül âteş, bülbül âteş, sümbül âteş, Hak-ü hâr âteş. Şuâ-yı âfitabındır yakan bil cümle uşşakı Dil âteş, sîne âteş, hem dü çeşm-i eşk-i bar âteş.”

Â

vesilemiz, kılavuzumuz, şefaatini umduğumuz O’dur… O’nu sevenler, Allah’ı sevmiş olur… O’na itaat edenler, Allah’a itaat etmiş olur… O’na isyan edenler, Allah’a isyan etmiş olur… O’nu sevenler; sevgileri derecesinde yanmış tutuşmuşlar… Sevdikçe yanmışlar, yandıkça sevmişler O’nu… Gözlerinden kanlı yaşlar akıtmışlar… Geceleri yanları yatak, başları yastık görmemiş Peygamber âşıklarının… Gönül dünyalarında dalgalanan denizlerde, deryalarda, kulaç atmış, boğulmamışlar! Can, mal, evlâd, makam-mevki, şan-şöhret ne varsa bütün varlıklarını O’nun yoluna kurban etmişler! “Mevlâna” olmuşlar: “Hamdım, Piştim…Yandım… Ben ol da bil.” demişler! “Yunus” olmuşlar: “Canım kurban olsun senin yoluna/Adı güzel kendi güzel Muhammed.” demişler! “Yavuz Sultan Selim” olmuşlar: “Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vusul/Feyz-i lütfunla olur merd-i kabûl / Rahmeten lîl âlemînsin Ya Resûl/ El meded ey ma’den-i nûri Hüdâ.” demişler! “Nâbî” olmuşlar: “Sakın terk-i edepten kûyı mahbûb-i Hudâ’dır bû/Nazargâh-ı ilâhîdir makâmı Mustafâ’dır bû.” demişler!

lemlerin Rabbi olan Allah’a hamd ve sena, Habîbi Hz.Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimize salât-ü selâm olsun. “O ki; o yüzden varız.” der Üstad Necip Fazıl. Evet, varlık sebebimiz O... O’nun hürmetine yaratıldı âlemler… Ve O Âlemlere Rahmet’tir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: “Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107) Bilmiyorum, acaba hiçbir lügatte ‘rahmet’ kelimesini bütün ihâta ve şümûlü ile karşılayan başka bir kelime var mıdır? Rahmet’in karşılığı, yine rahmet olsa gerek… Bizler; “yağmur”a rahmet deriz… Susuzluktan kurumuş, çatlamış, yarılmış bir toprak için “yağmur” ne ise; insani değerlerini kaybetmiş, yolunu şaşırmış, korunacak, esirgenecek ve acınacak durumda olan insan toplulukları için de Cenab-ı Peygamber’in gönderiliş sebebi odur. “Rahmeten li’l-âlemîn” olma vasfı, yani “Âlemler” için rahmet oluş; Peygamberler arasında sadece son Peygamber olan aleyhisselam Efendimize bahşedilmiş bir özelliktir. “Kelime-i tevhid” ve “Kelime-i şehâdet” getirirken adını hep Allah’ın adı ile birlikte andığımız, Ümmet’i olmakla şereflendiğimiz, canımız, canânımız, kurtuluş 42


“Fuzûlî” olmuşlar: “Sûya versin bağban gülzârı, zahmet çekmesin/Bir gül açılmaz yüzüntek verse bin gülzâre sû.” demişler! “Senin aşkınla yanan, cehennem âteşinde yanmaz” diyen “Yaman Dede” olmuşlar: “Gönül hûn oldu şevkinden boyandım Ya Resûlallah Nasıl bilmem bu nîrâne dayandım Ya Resûlallah. Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Resûlallah, Cemâlinle ferah-nak et ki yandım Ya Resûlallah.” demişler!

âteş.

gamberlerden kimini kimine üstün kıldık. İçlerinden kimi ile Allah konuştu. Kimini de daha yüksek derecelere çıkardı.” şeklindeki Bakara Suresi’nin 253. ayetini okur. Vaizle cemaat ve Süleyman Çelebi arasında tartışmalar çıkar ve konu saatlerce konuşulur. Camiden ayrılırken Hz. Peygamber sevgisiyle yanan Süleyman Çelebi mevlidi yazmaya karar verir. Hz. Peygamber’e duyduğu aşk ile bugüne kadar bir benzeri yazılamayan mevlid-i şerifi on bir günde tamamlar. Bugün aradan 600 yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmamış, Peygamber sevgisinin en güzel ifade edildiği manzum eserdir. Daha nice Peygamber âşıkları Efendimiz için nice naatlar, kasideler, mevlidler kaleme almışlar ama hiçbirisi Süleyman Çelebi’nin mevlidi kadar kalıcı ve etkileyici olamamıştır. Öyle inanıyoruz ki Süleyman Çelebi’nin mevlid-i şerifi 600 yıl değil 6000 yıl daha okunacaktır. O, bizim için bir sevinçtir… Bir hüzündür… Bir müjdedir… Bir hasrettir… Bir gözyaşıdır… Bir aşktır… Dinledikçe O’na olan hasretimiz, sevgimiz bir kat daha artıyor. Ve insan severse böyle sevmeli diyoruz… Kurtuluş vesilemiz Efendimiz’e salât ü selâm ile… Süleyman Çelebi’nin ruhu şâd, mekânı cennet, makamı âli olsun diyoruz… Mevlid Kandilinizi tebrik ediyor, ümmet-i Muhammed’in kurtuluşuna vesile olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.

Şuâ-yı âfitabındır yakan bil cümle uşşakı Dil âteş, sîne âteş, hem dü çeşm-i eşk-i bar âteş.” demişler! “Süleyman Çelebi” olmuşlar: “Allah âdın zikredelim evvelâ/Vâcib oldur cümle işde her kula.” diye, önce Allah’ın adını zikrederek, yani Besmele ile başlamışlar söze… Böyle başladığı için de, “Mevlid-i Şerif ” diye bildiğimiz, “Vesîletü’nNecât” (Kurtuluş Vesilemiz) adındaki manzumesi; kültürümüzde, edebiyatımızda derin ve sürekli bir etki oluşturmuştur… Mevlid’in yazılışıyla ilgili şöyle bir öykü anlatılır: Süleyman Çelebi, Bursa Ulu Cami’nin baş imamıdır. Yıl 1409… Ulu Cami’de bir vaiz vaaz verirken, Bakara Suresi’nin 285. ayetini tefsir ederken, peygamberler arasında hiçbir fark olmadığını, kendisinin bu ayet gereğince Hz. Muhammed aleyhisselam’ı Hz. İsa aleyhisselam’dan üstün görmediğini söyler. Cemaat arasında bulunan Allah Resûlü’nün gerçek âşıklarından bilgili ve dini gayret sahibi bir zât buna itiraz eder. Kuvvetli ve kesin deliller ortaya koyarak bu ayete verilen mananın yanlış olduğunu söyler ve der ki: “Hey nâdan ve cahil! Sen tefsir ilminde yayasın. Peygamberler arasında fark yoktur demekten murat, resûllük ve nebîlik bakımındandır. Yoksa mertebe ve fazilet bakımından değildir. Eğer bu bakımdan olsaydı deyip “Biz o işaret edilen pey43

ARALIK 2015 / 329

Aşk şehîdi “ Es’ad Efendi” olmuşlar: “Tecellâ-yı cemâlinden Habîbim nevbahar âteş Gül âteş, bülbül âteş, sümbül âteş, Hak-ü hâr


SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi

ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

Dört Yıl Hem UZUN Hem KISA

Ö

zeleştiri ya da nefis muhasebesi. “Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi? Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi.” diyen şair kadar her zaman ve mekânda “hesaba çekilmeden önce siz de kendinizi hesaba çekiniz.”

a) Gençlik örgütlenmesi ve çalışmasının eksikliği. b) Çalışan kadınlara verilen haklara rağmen çalışmayan evli kadınların ihmali. c) Çözüm sürecinin yanlışlığı. “O bölge”de PKK hâkimiyetine izin verilmesinin yanlışlığı.

Ömrünün sonuna yaklaşan insan için çok kısa, gençler için çok uzun olan ömür aslında bir hesaplaşmadır. Kendini hesaba çeken insanın yanlışlarını tespitle düzeltmeye çalışması bir erdemdir. Yanlışlarını kendi dışındaki sebeplere bağlayarak oraları suçlaması da bir büyük yanılgı ve kaçıştır.

d) Memur, öğretmen ve idareci atamalarındaki hatalar. e) Özgüvenin kibre, büyüklenmeye, tepeden bakmaya dönüşmesi. f) İslami çalışma yapan vakıfların nasıl olsa her şeyi iktidar yapıyor rehavetine kapılıp TEMBELLEŞMESİ.

Şimdi kişi veya kurum başında herkes düşünmeli. Eleştirilerin hem kendime hem dışarıya mı? Yoksa sade dışarıya ya da kendime mi? Orta hali yakalayan objektif değerlendirmeler yapan kazanır. 7 Haziran’da bir seçim yaşadık. Halk medyaya, mitinglere, konuşmalara, sohbetlere, yaşadığı çevreye, kendine, ortama, dünyaya bakarak oyunu verdi. Sonuç Ak Parti karşıtlarını sevindirdi hatta “noldum delisi” oldular; Ak Partililer’i ise üzdü.

g) Milli Eğitim’deki köklü değişikliklerin anlatılamaması ve sık karar değiştirmeleri. h) İsraf ve tüketicilik. i) Emeklilerin ihmali. Bunların dışında başka tespitler de vardır kesinlikle. Anlaşılan o ki Ak Parti dersini almış, seçmenin uyarısını iyi okumuştu. 1 Kasım seçimlerinde değişen söylemler ve vaatler bunu gösteriyordu.

Meseleyi Erdoğan karşıtlığına odaklayan kişiler olayı 13 yıllık uygulamanın yanlışlığı yönünde yorumlayarak rahatladılar. Nihayet bir iktidar her şeye rağmen seçimle gidiyor gibiydi. Ak Parti seçmenini aşağılayanlara, karşıtlara rağmen Ak Parti sonuca saygılıyız dedi ve iyi bir taban araştırması yaptı. Bize de sordular ve eksik gördüğümüz hususları açıkladık. Dinlediler not aldılar, sonrasını bilemem. Neydi bunlar?

Bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere pek çok kişi 1 Kasım seçim sonuçlarında yanıldı. Milleti tanıdığını ifade eden kişiler gibi ben de bu milleti tanımadığımı fark ettim. Bu milletin basireti ve ferasetine hayran kaldım. Rahmetli T. Özal’ın “sessiz çoğunluk” olarak nitelendirdiği halkın; okumuş, yazmış, aydın diye nitelendirilen kişile44


M

üslümanlar! Ailenize, komşularınıza, akrabanıza, dostlarınıza, arkadaşlarınıza, düşmanlarınıza uzatın ellerinizi. Uzanan ellerini tutun. Açın gönlünüzü, keselerinizi, evlerinizi, arabalarınızı hizmete. Onları putlaştırmayın. Ebedi âlem için yarın çok geç olabilir. İşlerini hizmetini yarına erteleyenlere bir sözümüz var: Unutmayın ki bugün de dünün yarınıdır.

ri de yanıltan tercihi herkese şapka çıkartmıştır. Yani “ümmî feraseti veya basireti” diyebileceğimiz bu tespiti yapmak bir hak teslimidir. Millete güvenmek gerekir. Siyaset kurumu görevini yerine getirdi. 7 Haziran’dan dersini aldı ve çözüm sürecindeki yanlışlığı fark etti. İnsanların daha çok ekonomik durumu önemsediğini, istikrarı bu yüzden tercih ettiğini gördü. İki kişiden birinin oy verdiği Ak Parti’ye oy vermeyen seçmenler ise daha çok ideolojik diyebiliriz. Yani partilerine fikri bakımdan bağlı kalmışlardır. Şu anda Ak Parti’ye oy veren seçmen fikirden ziyade ekonomik kaygıları, istikrarı, refahı tercih eden seçmenlerdir. R. Tayyip Erdoğan bağlıları veya dini, ahlaki kaygılarla Ak Parti’ye oy veren seçmenin oranı istatistiklerde ilginç sonuçlar verebilir. Siyaset kurumu görevini yerine getirdi. Siyasetçiler gece gündüz koşturarak, sesleri kısılıncaya kadar konuşarak gayret ederken, ağzı dualı tüm insanlar da (içeride dışarıda) onlara dualarıyla destek verdiler. Seçmen sandığa gelip oy vererek görevini yaptı. Şimdi top Ak Parti’de, kurulacak hükümettedir. 7 Haziran sonrası 1 Kasım seçimlerinde herkes görevini yaptı.

ve havasa İslam nasıl anlatılmalı ki faydalı olsun diye sorsunlar kendilerine. Havasın kendi arasında konuşması gerekenleri tv ekranlarında, avamın da dinlediğini bildiğiniz programlarda anlatırsanız neye ve kime zarar verdiğinizi düşünün. “Öğüt alana öğüt veriniz.”(A’la, 9) ayetine ve “İnsanların aklının üstündeki bilgiler anlaşılmaz, fitneye sebep olur.” diyen Hz. Ali’ye kulak verin.

Şimdi görev İslami hassasiyeti ve hedefi, kaygısı, sancısı olan herkese düşmektedir. Bu özellikleri taşıyan kişileri bünyesinde toplayan dernekler, vakıflar, kulüpler, cemaatler, tarikatlarda tembelliğe, ertelemeye, ihmale yer yoktur. Zaman ve mekân israfına da yer yok. Ulaşılması gereken o kadar çok kişi var ki okullar, üniversiteler, fabrikalar, sanayi sitelerindeki öğrenci, öğretmen, çırak, kalfa, paranın ve tüketimin tuzağa düşürdüğü kadınlar, erkekler, sosyal medyanın ağına takılan genç erkek ve kızlar… hep sizi bekliyor. Görevimiz, onlardan şikâyet etmek yerine o insanlara ulaşmanın yollarını bulup ulaşmaktır.

Müslümanlar! Ailenize, komşularınıza, akrabanıza, dostlarınıza, arkadaşlarınıza, düşmanlarınıza uzatın ellerinizi. Uzanan ellerini tutun. Açın gönlünüzü, keselerinizi, evlerinizi, arabalarınızı hizmete. Onları putlaştırmayın. Ebedi âlem için yarın çok geç olabilir. İşlerini hizmetini yarına erteleyenlere bir sözümüz var: Unutmayın ki bugün de dünün yarınıdır.

Biz, siyasetçilerin yaptıklarını, eylemlerini, icraatlarını birbirimize aktararak avunmayalım, zamanımızı boşa harcamayalım. Siyasetçinin olumlu olumsuz yaptığı kendi hanesine yazılır. Peki bize ne yazılır? Ya biz ne yapıyoruz?

Haydi iş başına, haydin kurtuluşa! Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz.

İlahiyatçılar bu serbestlik ortamında avama 45

ARALIK 2015 / 329

İlahiyatçılarımızın her konuyu tv ekranlarında tartışmalarının Türkiye Müslümanlarına faydası ne olmuş, zararı ne olmuştur? Sizin kafanız karışık da olsa avamın (halkın) kafası saftır. Niye karıştırıyorsunuz? Karışıklık fitnesinin müsebbibi olmayın lütfen. Fil dişi kulede konuşmak ile cami kürsüsünde konuşmak farklı olsa gerektir.


İMBİK Nuri Ercan

nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

Kutlama Salgını

D

vaazlarda sohbetlerde, konferanslarda, derslerde, dar kapsamlı konuşmalarda, çocuklarımıza verdiğimiz öğütlerde en öncelikli mevzu olmuştur. Ne var ki, sonuca baktığımızda birçok kıymet hükmünün yerinde yeller estiğini görmek oldukça üzücüdür.

eğişim, ister kabul edin ister kabul etmeyin karşınızda bütün çıplaklığı ile duran sosyal bir gerçekliktir. Yaşadığımız günlerde bu gerçekliğin boyutları normalin üzerinde bir genişleme göstermektedir. Neredeyse hayatın her alanında beklenen ya da beklenmeyen bir değişimle karşı karşıyayız.

Ahlaki meziyetlerimizin, dinden kaynaklanan geleneklerimizin yok olmasına alışıyoruz. Lakin bir takım yeni ve bizden olmayan anlayış ve hayat tarzlarının aramıza mübarek bir misafir gibi gelmiş olmasına ne demeli!

Nereye bakarsanız bununla ilgili sonuçlar görebilirsiniz. İyi ya da kötü, müspet ya da menfî, toplum fertleri adeta bir kabuk değişimi süreci geçirmektedir. Değişirken bizi ilgilendiren şey ise pergelin ucunu nereye sabitlediğimizdir. Yüz yıllardır vahye dayanan bu uç evrensel zorlamalar, bireyselliğin dayatması ve maddi nimetlerin getirdiği rehavetle belki de eksen kaymasına maruz kalacaktır.

Daha çeyrek asır önce pek bilmediğimiz, şimdilerde normal gördüğümüz Frenk adetleri; hangi değerin yerine geldiğini bile düşünmeye zahmet etmediğimiz yeni kutsallarımız olmaya başlamıştır.

İctimai teğâyürün en önemli özelliği herkes tarafından fark edilmiyor olmasıdır. Dahası birkaç tedbirle, birkaç hamle ile durdurma imkânı yoktur. Bir taraftan değişim istemezken diğer taraftan değiştiğinin farkına varmamak da değişimin kuralı gibidir. Yani değişirsiniz ama dur diyemezsiniz. Bu durum, evinin yanışını seyretmekten başka bir şey yapamayan vatandaşın hali gibidir. Evi yanmakta olan vatandaş çaresizlikten nasıl ellerini dizlerine vuruyorsa değişime engel olamayan bilinç sahipleri de ellerini dizlerine vurmaktan başka bir şey yapamazlar.

Bu ülkenin okuyan dindar kesimi “bidat” diye bir şeyleri tartışırken, hiçbir ön şart ileri sürmeksizin bidatlerden kat kat tehlikeli yahudi ve hıristiyanların itikadi ayin ve törenlerini, seccade serip namaz kıldığı evinin salonunda yapmaktadır. Hemen itiraz edeceksiniz, nasıl olur diye. Haklısınız, hıristiyan, yahudi itikatları... ağır geliyor. Ancak öyle bir sarmalın içerisindeyiz ki hangi âdetin itikadi, hangi kutlamaların normal bir uygulama olduğunu bilecek durumda değiliz. İsterseniz yıl boyu kutladığınız günlerden birkaçının nereden türediğini araştıralım! Ya da kendimize sormanın tam zamanı, Ali Rıza Demircan Hocanın “İslâm’da Batıla Benzemenin Hük-

Yıllardır değerlerimizin yok olmaya yüz tuttuğunu dillendirip dururuz. Değerlerin yıpranması, 46


mü” kitabını neden ellerimizden attık? Öyle bir değişmişiz ki kitabın müellifi Ali Rıza Hoca bile artık bu kitabından bahsedemez hale gelmiş.

Ö

nce kişisel gelişimcilerin iğvalarına kapılıp çocuklarımızla başladık Frenklerden kutlama devşirmeye. “Doğum günü” kutlamalı idik. Bütün dünya kutlarken biz kutlamazsak çocuklarımız aşağılık kompleksine kapılmaz mı idi! Hemen gerekçelerini de üretiverdik: Efendimizin doğum gününü de kutlamıyor muyduk? (Oysa mevlit bir kutlama değil anmadır. Bunu bile düşünmeye fırsat kalmadı.)

Önce kişisel gelişimcilerin iğvalarına kapılıp çocuklarımızla başladık Frenklerden kutlama devşirmeye. “Doğum günü” kutlamalı idik. Bütün dünya kutlarken biz kutlamazsak çocuklarımız aşağılık kompleksine kapılmaz mı idi! Hemen gerekçelerini de üretiverdik: Efendimizin doğum gününü de kutlamıyor muyduk? (Oysa mevlit bir kutlama değil anmadır. Bunu bile düşünmeye fırsat kalmadı.) Yoksa çocuğumuz üzülür, strese girer, başarısız olur korkusuyla, evet evet doğum günü kutlanmalı idi. Konu komşu ne der korkusuna kapıldık! Pastalar kestik. Mumlar üfledik. Aile fertleri bunun için bir İngiliz gibi davranmayı bile becerebildi. Çoluk çocuk, anne baba, hala, teyze bilumum aile Batılıların “Happy birthday”den oluşan doğum günü nakaratının peşine Muhammedleri, Ayşeleri, Fatmaları, Alileri ekleyebildi. Doğum günü o kadar yayıldı ki yaşı altmışa dayananlar bile çoluğundan çocuğundan yaş gününü kutlamalarını bekler hale geldi.

Sevgililer günü kutlanmazsa ayıp olacaktı! Ülkede kutlamaların önü açılınca(!) bizim insanımız da akşam namazından sonra çiçekçiden aşk renklerine sahip bir canlı çiçek alarak gündüz sarraftan paketlettiği mücevherle birlikte çiçeği eşine sunmaya ve o akşam bütün dünyada olduğu gibi sevgililer gününü idrak etmeye niyetlenerek camiden çıkmaya başladı.

Arkasından, okul mezuniyet günlerini kutlamaya başladık. Efendim, herkes kutlarken bizim çocuğun mezuniyet günü kutlanmazsa nice olur! Bizim tarihimizdeki ilk mezuniyet törenleri üniversite mezuniyet törenleri idi. İşte mülkiyelilerin “inek bayramı”, tıpçıların kep fırlatma törenleri vesaire. Bu törenler yapılırken bizim ilahiyatçılar bunları batılın pençesindeki zavallılar olarak görürlerdi.

Evlilik yıldönümleri kutlamaları hemen arkasından yayıldı. Hatta hatta işi çılgınlığa götürüp evlilik yıldönümlerinde gelinlik-damatlık giyerek yeniden nikâh törenleri yapanlar bile oldu. Bir taraftan devlet kutlamaları azaltırken vatandaşın artırmasının sebepleri nelerdir? Bu ayrı bir yazı konusu fakat benim aklıma gelenle, nimetten şımarma, kendini gösterme çabası ve duyguların sahte gıdalarla doyurulmasıdır.

Ya şimdi! Mezuniyet töreni onlar için de vak’ayı adiyeden sayılır oldu. “Üniversite haydi neyse...” derken liselerde de mezuniyet törenleri ile karşı karşıya kaldık. Soluk almadan ilköğretimler de “Biz de varız, biz de varız!” demeye başladılar. Ana sınıflarının nesi eksik! Onlar da (nereden mezun oluyorlarsa) tören yapar hale geldiler. Bu gidişle anne karnından yeryüzüne teşrif etmiş bebelerin de mezuniyet töreni yaptıklarını görürseniz şaşırmayın! Onlar da o tatlı ağlamalarıyla “Biz anne karnından mezun olduk.” diyeceklerdir adeta!

Bu Sure’nin verdiği mesaj şudur: Allah bir nimet verirse (bir başarı elde edilirse, bir muvaffakiyete nail olunursa) hamd ile Allah’a yönelmeli, O’nu tesbih etmeli ve kutlama mutlama ile vakit harcamayıp oturup günahlara ağlanmalıdır. 47

ARALIK 2015 / 329

Oysa Kur’an bu konuda bize Nasr Suresi gibi mucize bir kutlama yöntemi sunmaktadır.


DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net

Yarın Utanmamak İçin

V

sıklardan olmayız. Bilmediğimiz, kavrayamadığımız olaylardan hareketle şeytanın peşine düşüp de Allah hakkında olur olmaz cümleler kurmayı kendimize ar biliriz.

arlık âleminin elbette bir yaratanı vardır. O, yoktan var eden yaratıcı hiçbir şeye muhtaç olmaksızın -kudretiyle akıllarımızı dumura uğratan- bu kâinatı yaratmıştır. Yaratılanlar içerisinde insanı muhatap almış ve insana sorumluluklar yüklemiştir. Yüklenilen sorumluluklar bir takım anlaşmaları gündeme getirmiştir ki anlaşmanın kendisi de anlaşmanın maddeleri de ‘ahd’ kavramıyla ifade edilmiştir.

Ahid, insan olmanın gereğidir. Yeryüzüne öylesine gelmediğimizi, kafamıza göre her şeyi tanzim edemeyeceğimizi, hayatı oyun ve eğlence olarak göremeyeceğimizi hatırlatır. İnsanın yaratıcısının bulunduğunu ve O’na kulluk sözü verdiğimizin belgesidir. İlk insandan son insana kadar herkes Allah Teâlâ’ya ilk olarak “O’nu Rab bileceğinin/tanıyacağının” sözünü vermiştir. Söz yerine getirildiğinde Allah insana hidayet yolunun sonu olan cenneti verecektir ki Allah sözünden asla caymaz.

‘Ahd’ kavramı iki tarafın varlığını gerekli kılar. Taraflar Allah Teâlâ ile kullarıdır. Allah Teâlâ ile yapılan ahitleşme itikadın konusu olurken, kulların kendi aralarında yaptığı ahitleşme muamelatın konusu olmaktadır. Böylece İslam’ın temellerinde bulunan kulluğa tealluk eden kutsi yön ile ahlakilik yönü ahitte de yer almış olur.

Ahde sadık kalma ya da verilen sözü tutma; güven duygusu sarsılmış, bunalıma düşmüş toplumların kurtuluş reçetesidir. Vefasızlık hastalığına tutulanlar için nebevi eğitim mantığıyla işleyecek eğitim sistemlerine ihtiyacımız vardır. O takdirde insan olmak veya doğmak farklılığını görmüş olacağız. Söz söylemenin, söz dinlemenin, sözü tutmanın, sözü anlamanın ve sözden ibret almanın kıymetini bileceğiz.

Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 71 yerde geçen ‘ahd’ kavramı kullar açısından; itimat edilene sözü vermek ve gerekliliklerini yapmak, emirleri koruyup hayatta uygulama alanları oluşturmak, taahhüt ettiklerini imkân ölçüsünde yerine getirmek anlamlarında kullanılır. Allah Teâlâ açısından ise verilen sözlerin yerine getirilmesi dâhilinde Allah’ın yardım etmesi ve ahirette onları cennete koymasıdır.

Genel anlamda ahdi bozmak haram kabul edilmiştir. Allah’a kul olmak ve yeryüzünü ıslah etmek gibi ulvî gayesi olanlar verdikleri sözün ne anlama geldiğini bilirler ve gereğini yerine getirmek için gayret ederler. Gayretlerinin başı dua, devamı ise gücünü ve imkânlarını seferber etmektir.

Allah Teâlâ ile yaptığımız ahdin önemli bir kısmı da şeytana kulluk yapmama üzerinedir. İnsan olarak yanlış yaparız, hataya düşeriz, gafletimiz galebe çalar da tembellik gösteririz. Ancak hiçbir zaman için Allah’ın düşman olarak tanıttığı şeytanın peşine takılıp sözünden dönen fa48


“Her Müslüman aynı zamanda eğitimcidir.” Zeki Soyak Hocaefendinin eğitimci talebelerine verdiği eğitim seminerinin kaset çözümlemelerine, eserlerinden bazı eklemelerle düzenlenen her Müslüman için rehber bir eser. İSTEME ADRESİ: Tel:(0384) 213 65 43 0 505 808 35 87 - 0506 674 44 14


İlkadım Dergisi’nden Okuyucularına Hediye...

İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa • Şamua kağıt Emekli Müftü Bekir Şengün’ün Türkçeye çevirisini yaptığı İMAM NESÂÎ’nin bu değerli eseri, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...

• Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellemgünlük dua ve zikirleri ile bu konudaki tavsiyelerini ihtiva eden İmam Nesâî’nin aynı isimli kitabının muhtasarı bir hadis kitabı. BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87 - 0506 674 44 14

Okuyun, Okutun, Abone olun...


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.