İlkadım Dergisi Sayı: 324

Page 1

sayı

324 ISSN-1307-6973

7,5

• TEMMUZ 2015

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

BAŞYAZI- Nureddin Soyak • Hayat Kitabımız HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • “Allah’ın Yolu Asıl Doğru Yoldur”

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

KAPAK DOSYASI • Rabbiyle Kulları Arasındaki Sağlam Bağ:DUA / Erdal Yılmaz • İmam Nesâî Ve Amelül Yevm Vel LeyleGece ve gündüz yapılacak işler / Bekir Şengün • Mustafa Yayla ile Ropörtaj: “Dua Kulun Allah’a Sunduğu Dilekçedir”


İLKADIM DERGİSİ

Üç aylık kadın-aile dergisi BACİYAN ve gençlik dergisi GEÇ ADAM dergisi ilaveli... ABONELİK ve BİLGİ İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0505 808 35 87-0535 251 41 07

Okuyun, Okutun, Abone olun...


ilkadım

TEMMUZ 2015/324

İLKADIM’DAN/2 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Hayat Kitabımız/4 KAPAK Erdal Yılmaz- Rabbiyle Kulları Arasındaki Sağlam Bağ: DUA / 6 Bekir Şengün- İmam Nesâî Ve Amelül Yevm Vel Leyle (Gece Ve Gündüz Yapılacak İşler)/11 Mustafa Yayla ile Ropörtaj- “Dua, Kulun Allah’a Sunduğu Dilekçedir”/ 19

6

HİZMET ADABI/Nureddin Soyak “Allah’ın Yolu Asıl Doğru Yoldur”/24 ANALİZ/İbrahim Çiftçi Kim Sevindi Kim Üzüldü, Sen Nerdesin?/26 TASAVVUF/Cemil Usta Peygamberimize -sallallahu aleyhi ve sellem- Çokça Salâvat Getirelim /29 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Kur’andan Dinlemek/30

26

FIKIH/Mehmet Şentürk Haram Kavramı/32 KİTAPLIK/M.Selçuk Özdoğan İffetli Evler & Dünya İslam’a Koşuyor /35 EĞİTİM/ Doç. Dr. Rüştü Yeşil Eğitimde İçerik Sorunu: “Bilinç Eğitimi” /36 İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz Kul Hakkı ve Adalet/38 LA HAVLE/Abdullah Gülcemal

35

Şapkası Sembol Sembolü Şapka Adam/40 SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Çınarları Ziyaret /44 İMBİK/Nuri Ercan Mütrefler Türetmek /46 DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Duamız Tüm İnsanlığa Çağrıdır /48

40


ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net

Kıymetli Okuyucu, Duaya ihtiyacımızın her zamankinden fazla olduğu bir fetret dönemindeyiz ümmet olarak. Mü’minin duaya her zaman her zamankinden fazla ihtiyacı yok mudur zaten? “Gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır.” diye tanımlamışlar duayı bir İslami sitede. Burada gücü sınırlı varlığı insan, gücü sınırsız kudreti de Rabbimiz diye anlamalıyız muhtemelen(!).

ilkadım

İnsan aciz ve muhtaç bir varlık. Ana “RAHİM”inden yine annesinin MERHAMET dolu kucağına yolculuk yaptığı dünyadaki yıllarında ise tam anlamıyla aciz ve muhtaç. Bu konuda diğer canlıların en acizi.

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

YIL: 24 SAYI: 324 Fiyatı: 7,5 TL KDV D

TEMMUZ 2015 Ramazan-Şevvâl 1436

sayı

324 ISSN-1307-6973

7,5

ÍōD ..FSōŖŭĤôōōō

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

BAŞYAZI- Nureddin Soyak • Hayat Kitabımız HİZMET ADABI- Nureddin Soyak • “Allah’ın Yolu Asıl Doğru Yoldur”

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

KAPAK DOSYASI • Rabbiyle Kulları Arasındaki Sağlam Bağ:DUA / Erdal Yılmaz • İmam Nesâî Ve Amelül Yevm Vel LeyleGece ve gündüz yapılacak işler / Bekir Şengün • Mustafa Yayla ile Ropörtaj: “Dua Kulun Allah’a Sunduğu Dilekçedir”

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

Diğer canlılar gibi insan yavrusu da bu dönemde “Ana Kaynak”tan merhamet yüklenen anne-babaya emanet. Diğer canlılardan farklı olarak insan yavrusu gün geçtikçe bu emanetçileri tanır ve ihtiyaçlarının temin edilmesi için bu varlıklarla sürekli irtibat halinde olması gerektiğini anlar. İhtiyacını duyurma çabası içerisinde olur ve bu ihtiyacının bir şekilde -en azından imkanlar nisbetinde- karşılanacağını bilir. İnsan akli gelişimini tamamlayıp akil olduğunda ise kendi acizliğinin farkına varması, tüm merhametlerin ana kaynağı olan RAHMAN’ı tanıması beklenir. Artık sürekli irtibatın Rahman ve Rahim olan Allah ile kurulması, her ihtiyacın O’na arzedilmesi gerekmektedir. Bu sırada eski ilişkideki masum samimiyet aynen muhafaza edilmeli ama artık muhatabın, mutlak güç sahibi, her çağrıyı mutlaka işiten, her çağrıya mutlaka icabet eden, merhametinden kesinlikle ümit kesilemeyecek olan Yaratıcısı olduğunu bilmelidir. Bunun için de insana bu geçiş döneminde gecici “mürebbi”leri mutlak “Rabb”ını ve O’na kulluğu öğretmeli, aynı zamanda da aklını saf ve temiz tutmalı, selim akıl sahibi/ulü-l elbab olmasını sağlamalıdırlar. Aklı kirlenmemiş, temiz akıl sahibi insanlar, Rabbini tanır, kulluğunun farkında olurlar. “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve


katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Al-i İmran, 8) diye dua ederler. Ayrıca yine “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken (her halde, her zaman) Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda tefekkür halindedirler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” “Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” “Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı istediğin gibi kul olanlarla birlikte al.” “Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dinden asla dönmeyensin.” “Rableri de onlara (dualarına icabet ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…” (Al-i İmran, 191-195) Ve yine temiz akıl sahipleri bu ayetler kendisine nazil olduğu gece mutlak örnekleri ve önderleri olan Sevgili Peygamberlerinin halini de akıllarından çıkarmazlar. Hz. Aişe annemize “Müsaade eder misin ey Aişe? Ben bu geceyi Rabbime tazarru ve niyazla geçirmek istiyorum.” demişti. “O gece odaya girişi bile farklı idi.” diyor annemiz. Sabah Hz Bilal namaz için çağırıncaya kadar namaz ve dua ile meşgul olmuş, mübarek sakalları hatta secde ettiği toprak gözyaşları ile ıslanmıştı. “Gelmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olduğu halde neden kendisini bu kadar yıprattığı” sorulduğunda ise hiçbir an aklımızdan çıkarmamamız gereken şu cevabları vermişlerdi: “‘Ey Bilâl, o halde ben şükreden bir kul olmayayım mı? Nasıl ağlamıyayım ki Allah bana bu gece şu ayetleri indirdi.” Ardından yukarıdaki ayetleri okudu ve ekledi: “Yazıklar olsun bu ayetleri çeneleri arasında çiğneyip de gereğince tefekkür etmeyenlere!” Selam ve dua ile.

Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. A.Ş. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yrd.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.


BAŞYAZI Nureddin SOYAK

HAYAT KİTANIMIZ KİTABIMIZ HAYAT “Kur’an’ı önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler içinde hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (Bakara, 97)

M

Şan şeref ondadır:

ü’min için onsuz bir hayat düşünülemez. Onu hayatımızın her anına nakşedemediğimiz sürece de kurtuluşumuz mümkün değildir. Mü’minler için, kıyamete kadar korunmuş, övülmüş, şanı yüce, yol gösterici, eksiksiz, şan ve şere�n yegâne kaynağı, tabilerini hayâsızlık ve kötülükten koruyan, kalpleri ürperten, yumuşatan, imanları artıran, doğru yola ileten, hidayet rehberi olan, cihanşumul kitabımızı bizlere lutfeden Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.

“Andolsun size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hala aklınızı kullanmayacakmısınız?” (Enbiya, 10) Kitabı okuyup, hayatlarını ona göre düzenleyenlerin, şan ve şerefe kavuşacakları vadedilmiştir. Şan ve şere� nerelerde arıyoruz Ya Rabbi? Okunması için indirilmiştir. “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor.” (Ankebut, 45)

İman edenler için onda asla şüphe yoktur: “Korunmuş bir kitaptır.” (Vakıa, 78)

Okumaktan maksat onun ahkâmına riayettir. Bunu başaranlar kötülükten korunur.

“O şanı yüce bir Kur’an’dır.” (Bürüc, 21) “Bu, kendisinden şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” (Bakara, 2)

Nasıl okumak? Ürpererek: “Rablerinden korkanların derileri ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileride kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiç yol gösterici yoktur.” (Zümer, 2 3)

Mü’minin kalbinde kitabı hakkında en ufak bir şüphe bulunmaz. Eksiksizdir. “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (Enam, 38)

Anlaşılsın diye gönderilmiştir:

Kur’an’da insanın muhtaç olduğu her şey mevcuttur.

“Apaçık Kitaba andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.” 4


(Zuhruf, 2-3)

Ellerinde sağlam bir kitap ve sünnete sahip olanların ayrılığa düşmelerinden daha abes bir şey olabilir mi? Bu aşırılık ve ihtirastan başka ne olabilir ki?

Müslümanlar olarak sıkıntımız, Kur’an’ı anlamak, yaşamak ve yaşatmaktır. Kur’an’ı kaç müslüman anlamak için okuyor? Kaç müslüman yaşamak için okuyor?

Cihanşumuldür

Onun ahkâmını gizlemeye kalkanlar helak olmuştur:

“İşte bu da (Kur’an), bereket kaynağı, kendinden öncekileri tasdik eden ve şehirlerin anasını ve bütün çevresini uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır.” (Enam, 92)

“Allah’ın indirdiği kitaptan birkısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacak. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Bakara, 174)

Onu engellemeye kalkışanlar azaba çarptırılacaktır: “Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir? İnsanları ayetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.” (Enam, 157)

Rabbimiz ayetlerini gizleyen ve yanlış teviller yapanları rahmetinden mahrum edeceğini haber vermektedir. Hidayet rehberidir:

Kur’an’daki kıssalarda, önceki ümmetlerden Allah’ın kitabını engellemeye çalışanların akıbeti açıkça beyan edilmiştir. Helakleri haber verilmiştir.

“Kur’an’ı önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler içinde hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (Bakara, 97)

Öğüttür, Eğlence için indirilmemiştir:

Kitabın gayesi insanları Rabbani yapmaktır:

“Sakın Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 231)

“Kitap uyarınca Rabbaniler olun” (Al-i İmran, 79) Rabbaniler Allah’ın istediği örnek kullardır. Mü’mini hedefi bu olmalıdır. Kulluğu öğretir:

Merkeplikten kurtulmak için amel etmek lazım:

“Allah’tan başkasına kuluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.” (Hud, 2) Kitaplara iman ettğini söyleyen nice topluluklar, Allah’tan başkasına kulluk etmişler ve etmeye devam etmektedirler.

Öncekilerden ve sonrakilerden bazı kimseler Rablerine verdikleri sözü yerine getirmeyip de bu, sorumluluktan çok, sırtlarında taşıdıkları bir ağırlık halini aldığından dolayı, böyle ağır bir benzetme yapılmıştır.

İhtiras ve aşırılık yüzünden onda ayrılığa düşenler mahvolmuştur. “Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler.” (Al-i İmran, 19)

Ya Rabbi kitabını bize yük değil, sorunluluk bilinci ile ahkâmına severek tabi olduğumuz bir nur eyle. 5

TEMMUZ 2015 / 324

“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cuma, 5)


KAPAK Erdal Yılmaz kapak@ilkadimdergisi.net

Rabb ile Kulları Rabbiyle Kulları Arasındaki Bağ Bağ Arasındaki

Kula yakışan odur ki darlıkta ve genişlikte Rabbine dua eder tüm musibet ve belalara sabreden Eyyubî ve Muhammedî bir nazarla sabreden ve her şey kendisinin hürmetine yaratılan, cennet ayaklarının altına serilirken de Rabbine şükreden bir nazarla kulluk etmektir.

R

ahman ve rahim olan Allah’ın adıyla

muhabbet ve tazim hissiyatı içinde lütuf ve inayetini talep ve irade etmesini ifade eder .

Hamd alemlerin rabbine salatu selam Onun sevgili habibi ve Onun aline ve eshabına olsun.

Rabbimiz teala ilk insanı Hz. Âdem’i aleyhisselam yarattı. Şeytan Ona secde etmedi, emre itaatsizlik etti ebedi lanetlenenlerden oldu.

Dua kelime olarak, çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek manalarına gelir. Kavram olarak ise dua, Allah’ın azameti karşısında kulun acziyetini itiraf etmesini,

Rabbimiz, Âdem ve Havva’ya “istediğiniz her şeyden bol bol yiyin fakat şu ağaca yak6


laşmayın nefsinize zulmedenlerden olursunuz” dedi,

Dua başlı başına bir ibadettir. O kulların dua etmesini istiyor ki karşılık versin çünkü hiçbir kulunun işini boşa çıkarmaz. Rahmet hazinesi onun elindedir.

Şeytan isyanına tevbe etmedi Âdem aleyhisselam ise nisyanına ağladı, tövbe etti rabbine niyaz etti pişman oldu çokça dua etti onun tövbesi kabul edildi. “O sizin açığa vurduğunuzu da gizlediğinizi de en iyi bilendir ona gizli hiçbir şey yoktur. O göğüslerden geçen her şeyi en iyi bilendir.” Yaratan hiç bilmez mi o bundan daha ince ayrıntılı olan işleri de bilir.

Dua kavli olabileceği gibi fiili de olur. Mü’minler dua ile doğar dua ile ölürler. Onlar bir hayat boyu dua ile iç içedirler. Namazımız bir duadır. Günde beş vakit namaz kılarız Allah’ımızdan namazla –duayla-sabırla yardım isteriz. Onun huzurunda el bağlar teslim olur boyun eğer dua ederiz. Namaza dua ile başlar dua ile bitiririz. Günde kırk defa duaların en güzeli olan Fatiha-ı şerif ile yakarışta bulunuruz.

Dua rabbiyle kulları arasında sağlam bir bağdır. “Duanız olmasa o size ne diye değer versin.”

Tüm yarattıklarının rızkına kefil olan Rahmanımıza, kulluk vazifesini hakkıyla ifa edenleri cennetiyle mükâfatlandıran Rahiym olan Rabbimize, bizi türlü nimetlerle nimetlendiren bizlere göz aydınlıkları bahşeden, bizi yoktan vareden ve tekrar kendisine döndürüp hesaba çekecek olan Din Gününün Sahibine, rahmetinin gereği peygamberler, kitaplar gönderen Muhammed Mustafayı gönderen Halıkı Zülcelale yarattığı varlıklar adedince hamdü senalar olsun.

Dua kulluğun bilincine erişmedir. Onun yüceliğini kavramadır. Acziyetin farkına varıp el emin olan Allaha sığınmadır Dua umuttur. Dua tevekküldür Dua mü’minin süsüdür ve silahıdır, Dua teslimiyettir,

“Namazım, haccım, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir.”

Dua diğergamlıktır. Dua mü’minler arasında bir dayanışmadır.

“Hoştur bana senden gelen Ya gonca gül yahut diken

Dua kardeşimizi kendimize tercih etmek-

Ya bir hil’at ya da kefen

tir.

Melekler de, Âdem de aleyhisselam dua ettiler kurtuldular, şeytan ise isyanında direndi. Ebedi lanetlenenlerden oldu öyleyse Rabbimize dua etmeliyiz. Ona dua etmeliyiz çünkü bütün rahmet hazineleri onun elindedir. Ancak ona dua etmeli ancak ondan yardım dilemeliyiz. Namazımızı hayatımıza hayatımızı da namazımıza uygun hale getirmeli-

Dua kendimizi yenilemektir. Kibri ayaklar altına almaktır. Dua ibadetin özüdür. Kaderi ancak dua engeller. Kime dua kapısı açılmışsa ona rahmet kapısı açılmıştır, 7

TEMMUZ 2015 / 324

Kahrında hoş lütfunda hoş”

Dua Allah için sevmektir.


yiz. Duada gözler ıslansın, göğüsler ıslansın, seccadeler ıslansın ve gönüller yumuşasın. “Ağlayın su yükselsin belki kurtulur gemi Anne seccaden nerde bize dua et emi” Acziyetimizin her zaman farkında olmalıyız. Ya Rabbi sen varislerin en hayırlısısın. Katından bana bir zürriyet ver ki sana annesine ve babasına itaatkâr Yahyalar dünyaya gelsin. Duamızı bir Nuh teslimiyetiyle yapalım ki azgın ve devasa dalgalardan, derin ve karanlık deryalardan sahili selamete ulaşabilelim. Bir Yunus nedametiyle dua edelim ki küçücük karanlık balığın karnından aydınlığa ve genişliğe ulaşabilelim. Bir İbrahim kararlılığında olalım ki zalimlerin ateşlerini rabbimiz gülistana çevirsin. İsmail gibi Rabbimize gerçek kurbanlar olabilelim ki dünyada ve ahirette Rabbimizden karşılığını bekleyebilelim.

Duamızı bir Nuh teslimiyetiyle yapalım ki azgın ve devasa dalgalardan, derin ve karanlık deryalardan sahili selamete ulaşabilelim.

Asiye sabrıyla, vakarıyla ve Allah aşkıyla dua edelim ki dünyada iken cennetteki makamımızı görebilelim

Bir Yunus nedametiyle dua edelim ki küçücük karanlık balığın karnından aydınlığa ve genişliğe ulaşabilelim.

Hacer sabrıyla, teslimiyetiyle ve tevekkülüyle ıssız çölde şeytanın yüzüne tükürüp gözünü kör ederken tüm nefsin galebesini hak ile yeksan edebilelim.

Bir İbrahim kararlılığında olalım ki zalimlerin ateşlerini rabbimiz gülistana çevirsin.

Davut sebatıyla sabit kadem olalım ki nice az topluluklarla çok topluluklara karşı zafer elde edebilelim.

İsmail gibi Rabbimize gerçek kurbanlar olabilelim ki dünyada ve ahirette Rabbimizden karşılığını bekleyebilelim.

Yusuf misali Allah’a köle olalım ki Rabbimizden vezirlik bekleyebilelim. Dualarımız İmran’ın karısının samimiyeti ve safiyetinde olsun ki Allah’tan hasen bir karşılık bulalım. Umudumuzu 8

asla

kaybetmemeliyiz.


Allah’ın rahmetinden umudunu ancak kâfirler keser. Her şey O’nundur her şey onun elindedir. O dilediğini aziz dilediğini zelil eder. O isterse İsa’nın duasına karşılık olarak yer sofrasını gökten indirir. Ruhları katına aldığı gibi o bedenleri de katına alır. Yeter ki kullar teslimiyet gösterebilsin.

“Yaşlılığımda bana İsmaili ve Ishakı bağışlayan rabbime hamd olsun.” Mağara arkadaşlarının duası ne kadar ibretlik bir kıssadır. Burada ihlâsı, ihsanı, samimiyeti, tevekkülü, teslimiyeti ve azamet-i ilahi karşısında acziyeti ve rahmeti ilahi karşısındaki umudu görmekteyiz.

Namazımız duadır, ister Allah diyelim ister Rahman diyelim. Sesimizi yükseltsek de alçaltsak da o bizi en iyi işitir. Onlar korku ve umut içinde rablerine dua ederler.

Her peygamberin muhakkak kabul olan bir duası vardır Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:

Duada teslimiyet ve samimiyet esastır yüzümüzü semavatın ve arzın Rabbına döndürelim ki içimizi ve dışımızı zahiri ve batını putlardan arındırabilelim.

“Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır.” (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi)

“Rabbinin yoluna hikmetle çağır.” Allah’ımız bize günde beş defa çağrı gönderir. Bu davete icabet etmek gerekir. Peygamberler birer davetçidirler. Kitaplar bizim davetçilerimizdir.

Ayrıca; Şu kimselerin dualarının makbul olacağı rivayet edilmiştir

“Rabbimiz biz nefsimize zulmettik eğer sen bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz.”

Rasulullah

sallallahu aleyhi ve sellem

buyurdular

ki:

“Rabbim göğsüme genişlik ver işimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki sözlerim daha iyi anlaşılsın.”

“Şu üç dua muhakkak kabul edilir: • İftara kadar oruçlunun duası,

“Rabbimiz beni, ana babamı ve tüm müminleri hesap gününde bağışla.”

• Adaletten ayrılmayan devlet büyüğünün duası.

“Rabbimiz bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.”

Bu duaların her üçünü de Allahü Teâlâ kabul etmek üzere bulutlar üstünde göğe yükseltir. Ve onlara semanın kapılarını açarak şöyle buyurur: “Ululuğun büyüklüğün hakkı için müddet sonda olsa bile sana yardım ederek ve seni kabul edeceğiz.” (Cami’üs-Sağir)

“Bizi cehennemin azabından koru.” “Rabbimiz peygamberlerine vadettiğin şeyleri bize de ver.” “Rabbimiz katından bize rahmetini ver.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

“Katından bize bir hayırlı bir zürriyet bağışla.”

“Şu üç dua muhakkak kabul edilir: 9

TEMMUZ 2015 / 324

• Haksızlığa uğrayanın duası,

“Rabbim dualarımı kabul et.”


• Babanın evladına duası,

larda dua ederse, sıla-i rahmi kıran ve günah olan bir şey taleb etmedikçe, kendisine mutlaka icabet edilir: Namaz için müezzin ezan okurken susuncaya kadar, savaşta iki saf karşılaşınca Allah aralarında hükmedinceye kadar, yağmur yağarken kesilinceye kadar.” (Kütüb-i Sitte)

• Misafirin duası, • Haksızlığa uğrayanın duası.” (Cami’üsSağir) Rasulullah

sallallahu aleyhi ve sellem

buyurdular

ki:

“Rasulullah aleyhissalâtu şöyle söylediğini işitti:

“Şu beş dua muhakkak kabul olunur: • Öcünü alıncaya kadar haksızlığa uğrayanın duası,

• Savaştan dönünceye kadar gazinin duası, • İyileşinceye kadar hastanın duası,

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz buyurdular: “Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin olsun, bu kimse, Allah’tan İsm-i Azamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepte bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir.” (Tirmizi, Ebu Davud)

• Mü’min kardeşinin ardından dua eden müminin duası.” (Cami’üs-Sağir) sallallahu aleyhi ve sellem

aleyhissalâtu vesselâm

buyurdular

ki: “Yunus Peygamber balığın karnındayken şu duayı okuyordu: “Senden başka Allah yoktur. Allah’ım seni bütün noksanlıklardan uzak tutarım. Ben öz nefsime yazık edenlerden oldum.” Bu duayı okuyarak her hangi bir dilekte bulunan müminin dileğini yüce Allah muhakkak yerine getirir.” (Cami’üs-Sağir)

Sen Allah’ı seversen Allah seni sevmez mi? Rızasına erende rızasını vermez mi? Kula yakışan odur ki darlıkta ve genişlikte Rabbine dua eder tüm musibet ve belalara sabreden Eyyubî ve Muhammedî bir nazarla sabreden ve her şey kendisinin hürmetine yaratılan, cennet ayaklarının altına serilirken de Rabbine şükreden bir nazarla kulluk etmektir.

Bazı özel vakitlerde edilen dualar makbul olur Hz. Enes

anlatıyor: “Rasulullah buyurdular ki:

radiyallahu anh

sallallahu aleyhi ve sellem

, bir adamın

“Allah’ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle Senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah’sın, birsin, Samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur.”

• Evine dönünceye kadar hacının duası,

Rasulullah

vesselâm

“Ezanla kamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur.)”

Allahtan namaz ve sabır ile yardım istemeliyiz.

“Öyleyse, dendi, “Ey Allah’ın Rasulü, nasıl dua edelim?”

Allah duaları kabul olanlardan eylesin

“Allah’tan dünya ve ahiret için afiyet isteyin!” buyurdu. (Ebu Davud, Tirmizi)

Selam ve dua ile… Âmin.

“Müslüman kişi için üç vakit vardır, on10


KAPAK Bekir Şengün* kapak@ilkadimdergisi.net

İmam Nesai ve Amelül Yevm Vel Leyle

GECE VE GÜNDÜZ YAPILACAK İŞLER İmam Nesâî’nin Amelül-Yevm vel - Leyle adlı eseri, Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- günlük dua ve zikirleri ile bu konudaki tavsiyelerini ihtiva eder ve her insanın, hemen hemen her işinde sünnete uygun şekilde nasıl davranacağını gösterir.

A

llah’u Teâlâ: “Şanı yüce olan Ben, cinleri ve insanları, sadece yalnız bana ibadet edip kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.

“Ey iman edenler! Andolsun ki kendi içinizden size sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size çok düşkün öyle bir Peygamber gelmiştir ki, O, müminlere karşı Raûf, çok şefkatli, Rahîm, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128) ayet-i celîlesi ile beyan etmiştir.

Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak (Ben’im!)Allah’tır.” (Zariyat, 56-58) buyurarak insan ve cinleri kendisini tanısın ve O’na en güzel şekilde kulluk etsinler diye yarattığını bildirmektedir. İnsanların, rızasına uygun kulluk edebilmeyi en iyi şekilde öğrenmeleri için peygamberleri, en son ve en mükemmel örnek olarak ta kulu ve Rasûlü Efendimiz Hz. Mu-

Mü’minlere karşı Raûf, çok şefkatli ve Rahîm çok merhametli olan, onların sıkıntıya düşmeleri kendisine çok ağır gelen sevgili 11

TEMMUZ 2015 / 324

hammed Mustafa’yı -sallallahu aleyhi ve sellem- en güzel, en üstün ahlakla bezeyerek kendi ismi ve sıfatı olan Raûf ve Rahîm vasıflarıyla da taçlandırarak göndermiştir. Bu hakikati Allah’u Teâlâ:


ularına Hediye... olan güven ve bağlılığı, insanlara karşı bütün hal, hareket ve davranışları ile mükemmel ve en güzel bir fazilet numunesi olduğunu bizzat Kâinatın Rabbi Allah -celle celâluhubildirmektedir. “Şüphesiz ki sen en yüce Ahlak üzere bulunuyorsun” (Kalem, 4) hitabının muhatabı olan o yüce Rasûl: “Beni Rabbim terbiye edip yetiştirdi ve edebimi pek güzel kıldı.” Ve “Ben en yüce ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurarak kendisinin edep ve ahlakın en üstün örneği olarak Allah -celle celâluhu- tarafından yetiştirilip gönderilmiş olduğunu bildirmektedir. -celle celâluhu-

sallallahu aleyhi ve sellemleri ile bu konudaki tavsiyelerini Nesâî’nin aynı isimli kitabının Bu ayet-i celile Rasûlüllah’ın kitabı. bütün hayatını; söz, hareket ve bütün

Ayette zikredilen “Allah’ın Rızasını ve ahiret günü O’nun hoşnutluğunu arzulayanlar için en güzel örnektir. ” ifadesinde Rasûlullah’ı -sallallahu aleyhi ve sellem- örnek edinmeye ayrıca bir teşvik bulunmaktadır. Zira bir kul için en büyük mutluluk Rabbin rızasını kazanmak “Allah onlardan razı ve hoşnut, onlar Allah’ın kendilerine verdiğinden hoşnut ve razı!” (Beyine, 8) sırrına nail olmaktır. Mü’minleri en iyiye, en güzele yönelten gaye işte Cenâb’ı Allah’ın bu rızasını kazanabilmektir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetmiştir. Allah’ın rızası ve hoşnutluğu ise hepsinden daha büyüktür. İşte bu, gerçek büyük kurtuluştur!” (Tevbe, 72) Keza pek çok ayeti celîle; Rasûlüllah’a -sallallahu aleyhi ve sellem- itaatin Allah’a -celle celâluhu- itaatin gereği olduğunu açıkça bildirmektedir.

Okutun, Abone olun...

“Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik!” (Nisa, 80) Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Müslim’in sahihinde Ebu Hureyrenin rivayet ettiği hadiste şöyle buyuruyor:

gün’ün tığı erli Rasûlü sevmek, onu önder ve örnek edinmek her Mü’minin görevi ve asli vazifesidir. Nitekim yüce Rabbimiz bir ayeti celîlede şöyle buyuruyor: (Ey iman edenler!) “And olsun ki, Rasûlullah (Allah’ın Elçisi) sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredip anan kimseler için en güzel örnektir.” (Ahzab, 21) -sallallahu aleyhi ve

sellem-

davranışlarını örnek edinip O’nun gibi yaşamamız gerektiğini bildiren en açık bir delildir. Özellikle Allah’ın -celle celâluhu- rızasını ve hoşnutluğunu Gİ ve İRTİBAT İÇİN: kazandıracak davranışlarda isteyenler, 213 65 43-bulunmak 0 505 808 35 87 daima Allah’ı -celle celâluhuzikredip O’nu ananlar için o en güzel örnektir. Onun sabrı, tevekkülü, dayanışması, cihadı, gayreti, zorluklara tahammülü Allah’a 12


،َ‫َصى اللَّه‬ َ ‫ْص يِن َ�ف َق ْد ع‬ ِ ‫َن َ�يع‬ ْ ‫ َوم‬،َ‫اللَّه‬ “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana asi olur, isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur.” Cafer b. Muhammed: Allah’u Teâlâ kullarının kendisine ibadet ve kullukta acze düşeceklerini biliyordu. Bu yüzden onların kendisine hakkıyla kulluk etmeyi öğrenebilmeleri için kendisi ile onlar arasında bunu öğretecek içlerinden bir kulunu seçip onu kendi vasfı “Raûf” çok şefkatli, “Rahîm” çok merhametli vasıflarıyla taçlandırarak bütün insanlığa sözleriyle, yaşantısı ile sadık bir elçi olarak gönderdi. Böylece ona itâati kendisine itâat, ona uymayı, kendisine uymak olarak kabul etti. Ve “Rasûl’e itâat eden Allah’a itâat etmiştir.” (Nisa, 80) buyurdu. Bu ayet ve Hadis, gayet açık olarak Peygambere itaat edip onu örnek edinenin Allah’a -celle celâluhu- itaat etmiş olduğunu bildirmektedir. Çünkü Allah onu Âlemlere rahmet olarak göndermiş ve onu göndermekle bütün kâinata rahmetinin yanında Mü’minlere özel bir lütuf ve ikramı olduğunu da şu ayeti celile ile beyan etmiştir.

Ebu Bekir Muhammed b. Tahir: “Allah’u Teâlâ Muhammed’i -sallallahu aleyhi ve sellem- rahmet ziyneti ile bezedi. Onun gelmesi bir rahmet, onun yaşantısı ve bütün vasıfları insanlığa rahmet idi. O rahmetten nasiplenen, her iki dünyada da her türlü kötülük ve zorlulardan kurtulur ve bütün sevilen ve arzulananlara nail olur.” demektedir. Zira Allah’u Teâlâ onun hakkında “(Rasûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) buyurmuştur. O hayatta iken de rahmet idi. Vefat ettikten sonrada rahmet olmakta devam etmektedir. Nitekim Abdullah b. Mes’udun rivayet ettiği hadiste; Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i imran, 164) “(Rasûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) Bu ve benzeri ayet ve hadislerin ışığında ashabı kiram, tabiin ve onları takib eden bütün sâlih mü’minler Rasûlullah’ı örnek edinmek onun yaşadığı gibi yaşayabilmek ve 13

TEMMUZ 2015 / 324

efendimizin yaşantısını kaynağından öğrenebilmek için gayret ve çaba göstermiş, binlerce kilometre yolları sayısız çile ve meşakkatlerle aşmış ve bu konuda çok güzel eserler meydana getirmişlerdir. Ashabı kiram’ın çocukları ve kendisini iyice tanıyamamış olanlar zaman zaman Hz. Aişe annemize gelip onun ahlâkını ve yaşantısını sorduklarında Annemiz; “Siz Kur’an’ı okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’an idi. O Kur’an ne emrediyorsa öyle yaşıyordu.” der ve onun yaşantısını anlatırdı. Abdullah b. Ömer -radıyallahu anhumaRasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- yaşadığı gibi yaşamaya ve onun yaptıklarının aynısını yapmaya o kadar arzulu idi ki Onunla beraber olduğunu duyduğu ashaba hemen gider ve kendisi ile beraber iken onun ne yaptığını ve nasıl yaptığını öğrenir ve aynısını yapardı. Meselâ şurada oturmuştu dediklerinde orada oturur, şu sözleri söylerken ellerini şöyle yaptı dediklerinde o da o sözü naklettiğinde aynı hareketi yapardı. Çünkü O âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Onun kendisi rahmet ve her hareketini yapmak ve onun gibi yaşamak rahmete vesile idi.

‫َاع‬ َ ‫َن َ�ف َق ْد أَط‬ ِ‫َن أَطَاع ي‬ ْ ‫ م‬:‫َال‬ َ ‫ ق‬،- ‫ صلى اهلل عليه وسلم‬- ‫َّب‬ ِّ​ِ‫َن الن ي‬ ِ ‫ ع‬،َ‫َن أ يَِب ُه َرْ�ي َرة‬ ْ‫ع‬


lara da öldürülmekten kurtulmalarına sebep olduğundan dolayı bir rahmettir. Kâfirlere de azapları bu dünyada ertelendiği için bir rahmettir.” demiştir.

‫ني‬ َ ‫َّاح‬ ِ ‫ِك ًة َسي‬ َ ‫الئ‬ َ ‫ إ َِّن لِلَّ ِه َم‬: ‫َال‬ َ ‫َسلَّ َم ق‬ َ ‫َّب َصلَّى اللَّ ُه َعلَيْ ِه و‬ ِّ​ِ‫َن الن ي‬ ِ ‫ ع‬، ِ‫َن َعبْ ِد اهلل‬ ْ‫ع‬ ‫َات‬ ِ‫ َحي ي‬: ‫َسلَّ َم‬ َ ‫ول اهللِ َصلَّى اللَّ ُه َعلَيْ ِه و‬ ُ ‫َال ر َُس‬ َ ‫ َوق‬: ‫َال‬ َ ‫ق‬. َ‫الم‬ َ ‫الس‬ َّ ‫َن أُم يَِّت‬ ْ ‫ُون ع‬ ِ‫ُ�يَ�بلِّغ ي‬ ‫ فَمَا‬، ‫ُك ْم‬ ُ ‫َي أَ ْعمَال‬ َّ ‫َض َعل‬ ُ ‫َك ْم ُ�ت ْعر‬ ُ ‫َات َخْ�ي ٌر ل‬ ِ‫ َوَوف ي‬، ‫َك ْم‬ ُ ‫ِّث ل‬ ُ ‫حَُدثُو َن وَنحَُد‬ ِّ ‫َك ْم ت‬ ُ ‫َخْ�ي ٌر ل‬

Abdullah b. Abbas -radıyallahu anhuma-: “O, Mü’minlere rahmettir ve kâfirlere de bu dünyada diğer ümmetlerden peygamberleri yalanlayanların başlarına gelen azaplar onun hatırına uygulanmayacak oluşundan dolayı bir rahmettir.” demiştir.

.ْ‫َكم‬ ُ ‫ْت اللَّ َه ل‬ ُ ‫ِن َش ٍّر ْاسَ�ت ْغ َفر‬ َ ‫ْت م‬ ُ ‫ َومَا َرأَي‬، ‫ْت اللَّ َه َعلَيْ ِه‬ ُ ‫حد‬ َِ‫ِن َخيرٍْ م‬ َ ‫ْت م‬ ُ ‫َرأَي‬ “Şu iyi bilinsin ki Allah’ın -celle celâluhuyeryüzünü dolaşıp gezen seyyah melekleri bulunmaktadır. Onlar bana ümmetimin selâmlarını iletirler.” Ve sonra da şöyle buyurdu: “Hayatta bulunmam sizin için bir hayır, bir rahmettir. Zira karşılıklı konuşur, anlatırsınız, biz de size söyler anlatırız. Vefatım da sizin için bir hayır, bir rahmettir. Zira yaptığınız ameller (pazartesi ve perşembe geceleri) bana gösterilir, hayırlı olduğunu gördüğüm amellerinizden dolayı Allah’a hamd ederim. Kötü işler yaptığınızı gördüğümde ise Allahtan sizi affetmesini diler, sizin için istiğfar ederim. ”

Nakledilir ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellemCebrail’e -aleyhisselâm-: “Bana ihsan olunan rahmetten sana da bir pay dokundu mu?” diye sordu. Cebrail –aleyhisselâm-: “Evet ben, sen peygamber olarak gönderilinceye kadar akıbetimden korkuyordum. Ne zaman ki Allah’u Teâlâ’nın: “Gündüz sinip geceleri gözüken gezegenlere and olsun; Kararmaya başlayan geceye and olsun;

Ebu Musa el Eş’arînin rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyuruyor:

Ağarmaya başlayan sabaha and olsun ki,

‫ إ َِّن اللَّ َه إِذَا أَ َرا َد‬: ‫َسلَّ َم‬ َ ‫ول اللَّ ِه َصلَّى اللَّ ُه َعلَيْ ِه و‬ ُ ‫َال ر َُس‬ َ ‫ ق‬: ‫َال‬ َ ‫ ق‬، ‫ُوسى‬ َ ‫َن أ يَِب م‬ ْ‫ع‬

Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen, şerefli bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür.” (Tekvir, 15-21) ayetlerinde beni övmesi ile güven bulup rahatladım.” diyerek cevaplamıştır.

‫َك َة أ َُّم ٍة‬ َ ‫ َوإِذَا أَ َرا َد َهل‬، ‫َسلَفًا‬ َ ‫َج َعلَ ُه لهَ​َا َ�ف َرطًا و‬ َ ‫ ف‬، ‫َض نَبَِّ�يهَا َ�قْ�بلَهَا‬ َ ‫ِن ِعبَا ِد ِه َ�قب‬ ْ ‫َح َة أ َُّم ٍة م‬ َ ْ‫رم‬ .ُ‫َصوْا أَ َم َره‬ َ ‫ َوع‬، ‫ني َك َّذبُوُه‬ َ ‫ْكهَا ِح‬ ِ ‫ فَأَ​َ�ق َّر َعْ�ينَ ُه بهَِل‬، ‫َذَ�بهَا َونَبُِّ�يهَا َح ٌّي‬ َّ ‫ع‬ “Allah bir ümmete rahmet dilerse onların peygamberini kendilerine önder ve öncü kılmak için önce onun ruhunu kabzeder. Eğer bir ümmetin helâk olmasını isterse; kendisini yalanlayıp, isyan eden kavminin hak ettikleri azabı çekerek yok olduklarını görüp teselli olsun diye peygamberi hayatta iken o ümmeti yok eder!”

Onun âlemlere rahmet olması; Ona iman edenlerin dünya ve ahirette rahmete nail olmaları, iman etmeyip ona karşı gelenlerin hem dünyada ve hem de ukbâda rezil ve rüsvâ olmalarıdır. Abdullah b. Abbas -radıyallahu anhuma bu ayetin açıklamasında: “Allah’a ve ahiret gününe iman edene dünyada ve ahirette rahmet verilir. Allah’a ve Rasûlüne inanmayanların ise daha önceki milletlerin uğradığı yerin dibine geçirilmek, tufan ve sürgün gibi felâketlerden muaf tutulmalarıdır.” demiştir. Bu rahmeti kabul eden, onun gereğini yapıp şükreden saadete erer. O rah-

Semerkandî: “Muhammed’in -sallallahu aleyhi ve sellem“Âlemlere rahmet” olması, cinlerin ve insanların hepsine hatta bütün canlılara rahmet olmasıdır. Zira O, mü’minlere hidayet rehberi olduğu dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu için rahmettir, münafık14


meti kabul etmeyip ona karşı gelenler ise hem dünyada ve hem de ahirette hüsrana ve ziyana uğrarlar. Nitekim Allah’u Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyuruyor: “Allah’ın verdiği nimete nankörlükle karşılık veren ve sonunda milletlerini yuvarlanıp helâk olacakları yere, cehenneme sürükleyenleri görmüyor musun? Orası ne kötü karargâh (oturulacak) bir yerdir!” (İbrahim, 28-29)

sert değilsin! Sokaklarda yaygara yapan bir şirret de değilsin! O, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine affeder ve bağışlar! Allah onu, yolunu sapıtmış bir milleti, “Lâ ilâhe illâllah” kelimesi ile doğru yola erdirmedikçe ve körleşerek kapanmış gözleri, sağırlaşmış kulakları, katılıktan taşlaşmış kalpleri o Kelime-i Tevhid ile açmadıkça onun ruhunu kabzetmeyecektir! Diyerek tanıtmıştır.” dedi.

Ebu Hureyre -radıyallahu anh- naklediyor: (Müşriklerin işkencesine daha fazla tahammül edemeyen bazı Müslümanlar) Rasûlullah’tan -sallallahu aleyhi ve sellem müşriklere beddua etmesini istediler.. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- : “Ben Lânet edici olarak gönderilmiş değilim! Ben sadece Rahmet olarak gönderildim!” buyurdu. Nitekim Tâif’ten dönerken müşriklerin hakaret ve taş yağmurundan kurtulmak için bir bağ’a sığınmıştı. Cebrail -aleyhisselâmberaberinde dağlar meleği ile gelip isterse oradaki dağları bu müşriklerin tepesine indirebileceğini bildirdiğinde kabul etmemiş onlara merhamet edip “Ey Rabbim onlar cahiller, bilmiyorlar ve belki onların neslinden Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişiler gelir.” diyerek acımış ve onların yok olmasını istememiştir.

Onun getirdiği davet, insanlığa hem rahmet ve hem de hayat veren bir risâlet idi. Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! Allah ve Rasulü size hayat verecek emir ve yasaklara uymaya sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne uyun! Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız!” (Enfal, 24) Şüphesiz ki O’nun her emrinde bir hikmet ve hayat vardır. Onun için O’ndan gelen her emri kabullenmek ve yerine getirmek gerekir. “Allah kişi ile kalbi arasına girer” buyuruluyor. Bu durumu tasvirden aciziz. Ancak diğer bir Ayette; “And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız!” (Kaf, 16) buyurulmuştur. Kullarını kendilerinden daha iyi tanıyan Cenâb’ı zülCelâl ve Tekaddes hazretleri onların Kendisine ve rahmet olarak gönderdiği Rasûlüne tabi olmalarını şu;

Atâ b. Yesâr -rahmetullahi aleyh- naklediyor: Bir gün Abdullah b. Amr b. Âs -radiyallahu anhuma- ile karşılaştım. Kendisine: “Bana Rasûlullah’ın Tevrat’ta bildirilen vasıflarını söylesene!” dedim. O olur; “Vallahi o Tevrat’ta; Kur’an’da bildirilen vasıflarıyla;

“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlüne itaat edin!..” (Enfal, 46) “…O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah’tan korkun, emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının, aranızdaki müna15

TEMMUZ 2015 / 324

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlüne itaat edin! Onun emirlerini işitip dururken O’ndan yüz çevirmeyin!” (Enfal, 20)

“Ey Rasûlüm! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak ve Allah’ın izniyle, O’na çağıran bir davetçi ve nur saçan bir aydınlatıcı…” (Ahzab, 45-46) ve “Ümmilere bir sığınak, bir koruyucu olarak gönderdik. Sen Benim kulum ve Rasûlümsün! Seni Mütevekkil (Allah’a güvenen) diye isimlendirdim. Sen kaba ve


kesinlik kazanan bütün evrâd ve ezkâr’ı toplamaya çalışmıştır. İlk defa onun tarafından kullanıldığı zannedilen “Amelül-Yevm velleyle” adını, Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem; “Hanginiz bir gün ve gecede iki bin beş yüz kötülük işler?” Hadisinden almış olduğu tahmin edilmektedir.1

sebetleri düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin!” (Enfal, 1) ve benzeri birçok ayeti celîlede emretmiştir. Bu emirleri duyan ve gönülden inanan İslâm âlimleri bütün hayatlarını O Rasûlü örnek edinmek üzere adamış, Onun yol ve sünnetini öğrenmek için binlerce kilometre yol katetmişler. Sayısız eziyet ve yorgunluklara katlanmış hem kendileri Onun gibi yaşamaya çalışmış ve hem de diğer mü’min kardeşlerinin de Onu örnek edinip yaşamaları için çok değerli çalışmalar yapmışlardır. Günlük hayatta Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem ibadet ve dualarını aynen uygulama arzu ve ihtiyacı, erken sayılacak bir dönemde âlimleri Onun -sallallahu aleyhi ve sellem dualarını müstakil kitaplarda toplamaya sevk etmiştir.

1141 hadis ihtiva eden “Amelül-Yevm velleyle” üç ayrı yazmasından faydalanılarak Dr. Faruk Hamâde’nin tahkiki ile Beyrut’ta basılmıştır. Ayrıca Münzirî hadislerin senetlerini çıkarmak suretiyle eseri ihtisar etmiştir. Zehebî eserdeki hadisleri genel bir değerlendirmeyle ceyyîd (sağlam) olarak nitelendirmiştir. Türünün en güzel örneklerinden kabul edilen eser, bazı müelliflerce fazla ayrıntılı bulunarak hadislerin senetleri çıkarılmak suretiyle ihtisar edilmiştir. Kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bir muhtasarı da Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.

Müslümanları kendilerinin hazırladığı çoğu seçili birtakım dualardan kurtarmayı hedef alan bu tür eserler, önceleri “Kitâbü’dDuâ”, “Kitâbü’z-Zikr” gibi isimler alırken sonradan “Amelül-Yevm vel-leyle” diye adlandırılmış ve klasik hadis kitabı tekniği içinde telif ve tasnif edilmiştir. Amelül-Yevm vel-leyle adına ilk defa III. yüzyılın sonlarında rastlanmaktadır. Daha sonra İmam Nesâî (ö. 303-915) ve İbni Sünnî’nin (ö. 364-974) kaleme aldıkları aynı adlı eserler günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed et-Tâlemenkî (ö. 429-1037), Ebu Nuaym el-İsfahânî (ö. 430-1038), İmam Münzirî (ö. 656-1258), ve İmam Suyûtî de (ö. 911-1505) ‘Amelül-Yevm vel-leyle adıyla eserler telif etmişlerdir. Adı el-Ezkâr olmakla beraber aynı konuları aynı tarzda ele alan İmam Nevevî’nin değerli eserini de burada anmak gerekir. Ancak bunların içinde İmam Nesâî İle talebesi İbni Sünnî’ye ait olanların bu tür içinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. İmam Nesâî hadislerin senetlerini değerlendirmiş, zaman zaman râviler arasında tercihler yapmış ve Hz. Peygamber’e ait olduğu

Kütüb-ü sitte adı verilen hadis mecmualarının beşincisinin müellifi olan Hâfız, İmâm, Şeyhul-İslâm, Kâdî Ebu Abdurrahmân Ahmed İbni Şuayb İbni Ali İbni Sinân İbni Bahr el-Horâsânî Horasan’da Nesâ denilen şehirde dünyaya gelmiş 215/830-303/915 yılları arasında yaşamıştır. Hadis almak üzere Horasan, Irak, Hicaz, Mısır, Şam, Cezire gibi diyarları dolaştı. İlminin derinliği, itkânı, rivâyetlerindeki ulviyetle (ulüvvü İsnâd) temâyüz etti. İlmini Mısır’da neşretti. Fıkıh, Hadis ve rical bilgisinde Mısır’daki emsallerinden, devrinin en üstün ve önde gelen bilgini olduğu muâsırı olan âlimlerce de te’yîd edilmiştir. Bazı âlimler İmam Nesâî’nin Müslim’den ahfaz (hafızası daha kuvvetli) olduğunu da söyler. İmam Nesâî küçük yaşında başladığı tahsilini, hadis öğrenmeye yöneltmiştir. İlk hadis derslerini, muammerinden olan, (uzun ömür 16


yaşayan) Enes b. Malik -radiyallahu anh- de dâhil pek çok Hadis otoritesine talebelik yapmış olan büyük muhaddis Kuteybe b. Saîd’den aldı. Hadis tahsili için, Kuteybe İbni Saîd’in yanına 230 yılında gittiği zaman 15 yaşında olduğunu, rivayetlerini almak üzere bu zatın yanında kaldığı bir yıl iki aylık sürenin feyzini ömrü boyunca unutamadığını kendisi anlatır.

başka bir şey bilmediğini söyleyince Hz. Muâviye -radıyallahu anh- taraftarları İmam Nesâî’yi Mescidin içinde dövmeye başlarlar. Onları, bu davranışa sevk eden şüphesiz İmam Nesâî’ deki Hz. Ali sevgisi ve dolayısıyla“Fî Fadli Ali” adıyla telif etmiş olduğu eseri idi. Buradan, hırpalanmış ve sakatlanmış olarak Mekke’ye hareket etti. İmam Nesâî, Mekke’ye varır varmaz kötü muâmelelerin tesiriyle vefat ettiği ve bu yüzden onun şehîd olduğu da denilmiştir.

İmam Nesâî heybetli yapılı, güzel ve nur yüzlü, sıhhatli bir şahıstı. Günahlardan kaçmaya çok gayret eder, cihada iştiraki severdi. Hz. Dâvûd’un (gün aşırı) orucunu tutar Gece ve gündüz ibadetlerine çok düşkün idi. Teheccüd’den hiç geri kalmazdı. Humus’ta yaptığı kadılıktan herkes hoşnut kalmıştı. Ayrıca Rasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- sünnetlerini ihya ettiğini, sultanların meclisinden kaçtığını faziletleri meyânında zikreden İbni Hacer, bu davranışının, İmam Nesâî’yi şehit olmaya götürdüğünü de ifade eder.

İmam Nesâî’nin asrı büyük muhaddislerin var olduğu ve Hadis öğrenmek için uzun seyahatlerin yapıldığı bir dönemdir. İmam Nesâî de bu seyahatlere katıldı. Büyük muhaddislerden ilim aldı, ilim verdi. İstişarelerde bulundu. İlmi ve fazileti ile tanındı. Hadisteki yetkisiyle şöhret buldu. Hadis öğrenme ve öğretme yolunda yaptığı yolculuklar, ölümüne kadar kesintisiz devam etti. Parmakla gösterilir hale geldi. Yerine göre bir öğrenci, yerine göre Allah yolunda gazaya çıkmış bir Mücâhid, yerine göre Mücahitlerin öğretmenliğini yaptı.

Ömrünün son zamanlarını Mısır’da, Hadis ve ilim öğreterek geçirmişti. Hac için oradan çıktı. Şam’a uğradı. Şam Ümeyye Camiinde münazaralara katıldı. Kendisine Ümeyye hanedanı ile ilgili sorular soruldu. İmam Dârakutnî’nin ifadesine göre, orada rahatsızlandı. Kendisini deve sırtında Hicaz toprağına yetiştirmelerini istedi. İsteğini yerine getirdiler. 303 (915-916) yılının Şaban ayında Mekke’de vefat etti ve Safâ ile Merve arasına gömüldü.

Hadis âlimlerinden Me’mûn el-Mısrî şunu anlatır: “İmam Nesâî ile beraber Tarsus’a gittik. İmamlardan Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. İbrahim, Ebul-Âzân gibi zevat toplanmıştı. Kendileri adına, hadis şeyhlerine karşı ilmî münazarada bulunacak birini seçme konusunda istişarede bulundular ve bu iş için Ebu Abdurrahman enNesâî’yi seçme konusunda ittifak ettiler”

Ölümüyle ilgili olarak şu vak’a anlatılır: Uzun müddet Mısır’da yerleşip, ilim neşrinden sonra 302 yılında orayı terk ederek Şam’a (veya Remle’ ye) gelen İmam Nesâî, orada Hz. Muâviye taraftarlarının baskısına mâruz kalır. Kendisinden, Hz. Muâviye’nin Hz. Ali’den -radıyallahu anhuma- üstünlüğüne dair rivayette bulunmasını isterler. O ise: “Allah onun karnını doyurmasın” Hadisinden

Nesâî’nin kendilerinden hadis ve ilim aldığı hocalarından bazıları şunlardır: Kuteybe b. Saîd, İshak b. Râhûye, Süleyman b. el-Eş’ as, Osman b. Ebu Şeybe, İsa b. Hammâd. İmam Nesâî, eğer ehil ise kendi akranın17

TEMMUZ 2015 / 324

İmam Nesâî bir taraftan seyahat ederken, bir taraftan da bulduğu muhaddisten hadis alıyor. İsteklisine de bunları öğretiyordu.


dan ilim ve hadis almaktan da çekinmezdi. Ebu, Davûd es-Sicistânî, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ve Süleyman Eyyüb el-Esedî, kendilerinden hadis alıp rivayet ettiği akranıdır.

de nasıl davranacağını gösterir. Eser sabah duası ile başlamakta, eve girerken ve çıkarken, alışveriş yaparken, yatarken ve kalkarken, namaz ve oruç gibi çeşitli ibadetleri ifa ederken neler söyleneceğini, sevinç ve keder hallerinde, çeşitli tabiat olayları karşısında nasıl dua edileceğini bütün ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Bizim Türkçeye çevirdiğimiz kitap İmam Nesâî’nin aynı isimli kitabının mükerrer olan bazı hadisleri çıkartılarak hazırlanmış bir muhtasarıdır. Rabbim çok büyük meşakkat ve gayretlerle Rasûlünün sünnetini bize ulaştıran bu değerli âlimlerden razı olsun, bizleri de onlara yoldaş aynı zamanda onların yolundan gitmeyi ve onları örnek edinerek o yüce Rasûl’ün sünnetine en güzel şekilde tabi olmaya muvaffak eylesin!

İmam Nesâî ayrıca birçok öğrenci yetiştirmiştir. Başta Sünen isimli eserini rivayet edenler içerisinde bulunan oğlu AbdülKerim olmak üzere ileri gelen talebelerinden bazıları da şunlardır. Ali b. Ebu Câfer et-Tahavî, İbni Hibbân el-Bustî, Ebu Bekir b. el-Haddâd, Ebu Ali en-Nisâburî, Ebul-Kasım et-Taberânî. İmam Nesâî, Şafiî mezhebine bağlı olmasına rağmen mutlak müctehid mertebesinde idi. Hadisçiler arasında üçüncü yüz yılın müceddidi sayılmıştır. İbni Kesir bu konuda şöyle der: “Yazmış olduğu eserlerden anlaşılıyor ki hıfzı sağlam, doğruluğu kesin, imanı güçlü, ilim ve irfanı geniş birisi idi”

1-

Hadis rivayetinde çok titizdi. Hatta bu konuda Müslim’den daha sağlam olduğunu söyleyenler vardır. Nakd-i Ricâl ilminde aşırı titiz olan Zehebî bile onu Müslim, Ebu Davûd, Tirmîzî gibi Hadis otoritelerinden önde sayar ve şöyle derdi: “ İmam Nesâî, İmam Buhârî ve Ebu Zür’a ayarındadır.”

‫َحدَُك ْم‬ َ ‫ مَا يمَْنَ ُع أ‬: ‫َسلَّ َم‬ َ ‫ول اهللِ َصلَّى اللَّ ُه َعلَيْ ِه و‬ ُ ‫َال ر َُس‬ َ ‫ ق‬: ‫َال‬ َ ‫َن َس ْع ٍد ق‬ ْ‫ع‬ ‫َش ًرا ؟‬ ْ ‫َي َم َد ع‬ َْ‫ وح‬، ‫َش ًرا‬ ْ ‫ُكِّ�ب َر ع‬ َ ‫ َوي‬، ‫َش ًرا‬ ْ ‫ال ٍة ع‬ َ ‫ِّح ُدُ�ب َر ُك ِّل َص‬ َ ‫ُسب‬ َ ‫أ َْن ي‬ ‫ْسمِائَ ٍة يِف‬ ُ ‫ْف ومَ​َخ‬ ٌ ‫ َوأَل‬، ‫ِّسا ِن‬ َ ‫ْسو َن َومِائٌَة بِالل‬ ُ ‫َات مَخ‬ ٍ ‫ْس َصلَو‬ ِ ‫ِك يِف مَخ‬ َ ‫فَ َذل‬ ‫ني‬ َ ِ‫الث‬ َ َ‫الثًا َوث‬ َ َ‫َح َد ث‬ َِ‫ وم‬، ‫ني‬ َ ِ‫الث‬ َ َ‫الثًا َوث‬ َ َ‫َّح ث‬ َ ‫اش ِه َسب‬ ِ ‫ َوإِذَا أَوَى إ ىَِل فِ َر‬، ‫الْمِي َزا ِن‬ ‫ُّك ْم‬ ُ ‫ فَأَي‬،ِ‫ْف بِالْمِي َزان‬ ٌ ‫ َوأَل‬، ‫ِّسا ِن‬ َ ‫ِك مِائٌَة بِالل‬ َ ‫ فَ َذل‬، ‫ني‬ َ ِ‫الث‬ َ َ‫ َوَكَّ�ب َر أَ ْرَ�بعًا َوث‬،

Tâcüd-Din es-Sübkî de şu nakilde bulunur. “Üstadımız Zehebî’ye, Hadis alma konusunda İmam Müslim’in mi, yoksa İmam Nesâî’nin mi, daha titiz olduğunu sordum. “ İmam Nesâî daha titizdir” dedi”

.‫ْسمِائَ ِة َسيِّئَةٍ؟‬ َ ‫َل يِف َ�ي ْوٍم َولَْ�يلَ ٍة أَلْفَينِْ ومَ​َخ‬ ُ ‫َ�ي ْعم‬ 1- Sa’d -radıyallahu anhu- Rasûlüllah’ın -sallallahu aleyhi ve şöyle buyurduğunu naklediyor: İçinizde her namazın ardından on defa(Sübhânallah) diyerek Tesbih, on defa (Allah’u Ekber) diyerek Tekbir, on defa(Elhamdülillâh) diyerek Tahmid etmekten aciz olanınız bulunur mu? Bu beş vakit namaz ile dil de yüz elli, terazide bin beş yüz eder. Yatağına girince; Otuz üç defa (Sübhânallah) diyerek Tesbih, otuz üç defa (Elhamdülillâh) diyerek Tahmid ve otuz dört defa (Allah’u Ekber) diyerek Tekbir getirince bu da dil de yüz, terazide bin eder ki hanginiz bir gün ve gecede iki bin beş yüz günah işlemektedir? sellem-

Sa’d b. Ali ez-Zencânî, İmam Nesâî’nin hadis kabul ve rivayetindeki şartlarının İmam Buhârî ve İmam Müslim’den daha da ağır olduğunu söyler. İmam Nesâî’nin Amelül-Yevm vel- Leyle adlı eseri, Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem günlük dua ve zikirleri ile bu konudaki tavsiyelerini ihtiva eder ve her insanın, hemen hemen her işinde sünnete uygun şekil-

* Emekli Müftü 18


KAPAK Röportaj

Mustafa Yayla:

“Dua Kulun Allah’a Sunduğu Dilekçedir.” Dua; Allah Teâlâ’nın emri, kulun kulluk görevidir. Kulun, Allah’a sunduğu dilekçedir. İmanın gıdası, ruhun cilasıdır. İbadetin ruhudur. Mü’minin silahı, göklerin ve yerin nurudur. Rahmet hazinelerinin anahtarıdır. Mü’minlerin güç kaynağıdır. Kalpte Allah Teâlâ’ya açılan en yüce kapının anahtarıdır.

- Dua dediğimizde zihnimizde ve gönlümüzde ne oluşması gerekiyor? Dua; Allah Teâlâ’nın emri, kulun kulluk görevidir. Kulun, Allah’a sunduğu dilekçedir. İmanın gıdası, ruhun cilasıdır. İbadetin ruhudur. Mü’minin silahı, göklerin ve yerin nurudur. Rahmet hazinelerinin anahtarıdır. Mü’minlerin güç kaynağıdır. Kalpte Allah Teâlâ’ya açılan en yüce kapının anahtarıdır.

Dua; kalbimizin Allah Teâlâ ile konuşmasıdır. Allah’a tazarru ve yakarıştır. Acz ve ihtiyacını arz, lütuf ve yardımını niyaz ediştir. Kalbi vasıtasız olarak Allah Teâlâ’ya bağlamaktır. Kulluğunun farkında olup benlik ve enaniyeti, kibri terk etmektir.

Dua, kulun kulluk vazifesidir. Sevenin sevdiğine niyazıdır, nazıdır. Allah Teâlâ’yı zikir,

Dua, bir davet, bir çağrı ve bir yakarıştır. 19

TEMMUZ 2015 / 324

tesbihtir. Allah Teâlâ’ya yakınlıktır. O’ndan yardım istemek, O’na sığınmak, O’nunla samimi olmaktır. Allah Teâlâ’ya hamd etmek, nimetlerine şükretmektir. Allah Teâlâ’ya teslimiyettir.


ularına Hediye... ederken, yüksek sesle bağırıp çağırmak doğru değildir. Dua adabına aykırıdır ve böyle dua etmek, duada aşırı gitmektir. Dua ederken; sesi fazla yükseltmemeli, bağırmamalı, açıkla gizli arasında, yüksek olmayan bir sesle, samimi, içten, tabii bir sesle dua edilmelidir. Ashab-ı Kiram’dan Ebu Musa El-Eş’ari -radiyallahu anhşöyle anlatıyor: “Biz, Rasulullah’la -aleyhisselambir gazvede beraber idik. İnsanlar yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. Bunun üzerine Peygamber -aleyhisselam- haddi aşarak, yüksek sesle, bağıra çağıra dua edilmesini hoş görmedi. Bu durumu tasvip etmedi ve onları ikaz ederek şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Kendinize acıyınız, kendinize karşı merhametli olunuz. Sesinizi gereğinden fazla yükseltmeyiniz, çağırıp bağırmayınız. Çünkü siz, sağıra, sizi duymayana veya burada olmayana dua etmiyorsunuz. Sizler, sizi işiten, sizi duyan, size yakın ve sizinle beraber olana dua ediyorsunuz.” (Müslim, zikr, 44)

an en rgisi

Rasulullah’a -aleyhisselam-: “Ey Allah’ın Rasulü! Rabbimiz bize yakın mıdır ki O’na sessizce yalvaralım, dua edelim? Yoksa uzak mıdır ki çağırarak yüksek sesle dua edelim?” diye soru sorulması üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: “Kullarım sana, beni sorarlarsa bilsinler ki ben şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar (kullarım) da davetimi kabul edip bana iman etsinler. İnansınlar ki, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar” (Bakara, 186)

e bunları okumanın faziletleri

Kulun arzularını, isteklerini yüce Rabbine bildirmesidir. Merhamet dileğinde bulunmaktır. ve dualar Allah Teâlâ’ya sığınmaktır.

arak okunacak dualar

ü’l Hüsna

Dua; Mü’mince ve Müslümanca bir yaşam, bir hayat tarzıdır.

peygamberlerin dilinden örnek dualar şahsiyetlerin duaları

Dua ederken bütün bu güzelliklerin, bu bilincin, bu şuurun zihnimizde, aklımızda, ruhumuzda ve gönlümüzde oluşması gerekir.

aleyhi ve sellem Efendimizin, en çok yapmış

ar

Bu ayet-i kerimede yüce Rabbimizin bize yakın olduğu, önemli olanın kulun tazarru ile; içten gelen samimi bir duygu ile dua etmesi gerektiği bildirilmiş ve dualarımızın kabul edilerek, isteklerimizin yerine getirileceği müjdesi verilmiştir.

LGİ ve İRTİBAT- Duada İÇİN: tazarru ne demektir? ) 213 65 43- 0 505 808 35 87 Allah Teâlâ, dua ederken hareket tarzımızı

nasıl bir edep içerisinde dua etmemiz gerekOkutun,ve Abone olun... tiğini şu şekilde beyan buyuruyor: “Rabbinize gönülden bir yakarışla, tazarru ile yalvararak ve gizlice (yüksek olmayan bir sesle) dua edin. Doğrusu O, aşırı gidenleri sevmez.” (Araf, 55)

- Dua, sadece bir şeyler istemek midir?

Bu ayet-i kerimenin bize mesajı “Dua ederken, Allah Teâlâ’yı zikrederken ve O’nu anarken bağırıp çağırarak veya bunu bir gösteriye dönüştürerek saygı sınırlarını aşmayın”dır. Dua

Dua, bir ibadettir ve bir kulluk açıklamasıdır. Bir kimsenin içten gelen samimi bir duygu ile Allah Teâlâ’ya yönelmesi ve O’na dua etmesi 20


aynı zamanda bir ibadettir. Nitekim Rasulullah :

masıdır. Dua ânı, kul ile Rabbi arasındaki çok özel ve çok güzel andır. Dua, insan hayatının anlamıdır. Dua, hayatımızı varlığıyla anlamlı yokluğuyla da anlamsız kılar. İnsan, dua ve ibadet sayesinde Allah Teâlâ katında değer kazanır. Çünkü dua, kişiyi Allah’a yaklaştıran ve onu değerli kılan en önemli ve en güzel vasıtalardan biridir. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır “(Rasulüm) De ki: Kulluk ve duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 77)

-aleyhisselam-

“Dua ibadettir.” (Riyazussalihin, c/3, s/65) “Dua ibadetin ta kendisidir.” (Kütübü Sitte, İ.Canan, 5/483) “Allah katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” (Kütübü Sitte, İ.Canan, 5/484) buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki duayı terk etmek, dua ile yapılan ibadeti terk etmektir. Dolayısıyla duayı terk etmek günahtır. İnsanların en âcizi duayı terk edenlerdir. Bu konuda Rasulullah -aleyhisselamşöyle buyuruyor: “Kim, Allaha dua etmez ise Allah, o kimseye gazap eder.” (40 Hadis, Z.Soyak, s/40)

Dua’da, Allah Teâlâ ile kul arasında herhangi bir vasıta yoktur. Bu sebeple dua, kulluk makamlarının en önemlisi ve en yücesidir. Rasulullah -aleyhisselam- duanın kulluğumuzu hatırlatan yönünü ve Rab-kul ilişkisini anlatan hususlarla ilgili şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki, Allah çok hayâlı ve çok cömerttir. Bir kimse ellerini açıp dua ettiğinde onu boş çevirmekten hayâ eder, utanır” (İbni Mace, Dua, 13)

Numan b. Beşir’in -radiyallahu anh- rivayet ettiği “dua ibadettir” Hadis-i Şerifi’nden sonra Efendimiz aleyhisselam şu ayet-i kerimeyi okumuştur “Rabbiniz buyurdu ki! Siz bana dua ediniz ki ben de size icabet edeyim, duanızı kabul edeyim. Bana dua etmeye kibirlenerek tenezzül etmeyenler şüphesiz alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 60)

“Bir Müslüman, bir dua ile Allah’a yalvarırsa bu dua, günah işlemek veya akraba ile alakayı kesmek için olmadıkça Allah Teâlâ ona şu üç şeyden birini muhakkak verir: Ya duasını hemen kabul edip istediğini dünyada verir. Yahut ona vereceğini ahireti için saklar, karşılığını ahirette sevap olarak verir. Veya duasına karşılık ondan dengi bir kötülüğü, bir günahı uzaklaştırır, günahına kefaret kılar.” Bunun üzerine ashab-ı kiramdan bazıları: “Öyleyse biz çok dua ederiz, Ey Allah’ın Rasulü!” dediler. Efendimiz de -aleyhisselam-: “Allah’ın lütfu, ihsanı istediğinizden daha çoktur.” buyurdu. (A.B.Hanbel, Müsned, s/3, s/18)

Ayet-i kerimede Allah Teâlâ, kendisine büyüklenerek kibirlerinden dolayı dua etmeyenlerin cehenneme alçalmış olarak gireceklerini bildirmektedir. Böylece Allah Teâlâ, hem dua etmeye çağırıyor hem de dualarımızı kabul edeceğini vaat ediyor. Halit Rebi -rahmetullahi aleyh-: “Bu ümmete gıpta edilir. Çünkü Allah Teâlâ: “Bana dua edin duanızı kabul edeyim.” buyurarak hem dua ile emrediyor ve hem de dualarına icabet edeceğini vaat ediyor. Dua ile icabet- kabul arasında da bir şart yok.” demiştir. (40 Hadis, Z. Soyak, s/13)

- Duanın, kulluğumuzu hatırlatan yönleri nelerdir? Bu çerçevede duanın, kul-Rab ilişkisini anlatır mısınız?

“Sizden herhangi biriniz acele etmediği ve “dua ettim de duam kabul edilmiyor” demediği müddetçe dua kabul edilir.” (İbni Mace, Dua/7)

Dua, Allah Teâlâ ile kul arasındaki manevi bir bağdır. Dua, kalbin Allah Teâlâ ile konuş-

“Sıkıntılı ve tasalı zamanlarda duasının 21

TEMMUZ 2015 / 324

“Kabul edileceğine inanarak Allah’a dua ediniz. Biliniz ki Allah Teâlâ, şuursuz ve gaflet içinde bulunan bir kalpten çıkan duayı kabul etmez.” (Tirmizi, c/2, s/640)


Allah tarafından kabul edilmesi kimi sevindirirse o bolluk ve rahatlıkta çok dua etsin.” (Tirmizi, Daavat/11)

Duaların kabul edileceği faziletli zamanlar seçilmelidir. Esasen her zaman ve her yerde dua edilebilir. Ancak faziletli zamanlarda ve mukaddes yerlerde yapılan duaların kabul edilme ihtimali daha kuvvetlidir. Farz namazlardan sonra, ezanla kamet arasında yapılan dualar, gece yarısı ve gecenin üçte ikisi geçtikten sonra seher vaktinde, Cuma günü, Ramazan ayında oruçlu iken, Recep ayının ilk gecesi, Berat ve Kadir geceleri ile Ramazan ve Kurban geceleri, iftar vakti ve arefe günü gibi vakitler duaların kabul olduğu kıymetli ve müstesna vakitlerden bazılarıdır.

“Genişlik ve rahatlık zamanında dua etmek kadar Allah’a hoş gelen bir şey yoktur.” (Tirmizi, Dua/3382) “Allah, duada ısrar eden kulunu sever.” (Suyuti, El-Camiussağir/1876)

- Duanın kalitesinden bahsedebilir miyiz? Duanın kalitesi, dua yapanın samimiyetinden gelir. Duada, sözlerin hakikatinin ve hislerin, duyguların kalitesinin işareti; pişmanlık ateşiyle yanan bir gönül, mahzun bir kalp ve yaş döken bir gözdür. Nitekim Hazreti Mevlana -rahmetullahi aleyh, kabule mazhar olacak bir duanın sırrını şöyle ifade eder “Nedamet, pişmanlık ateşiyle dolu bir gönülle ve yaşlı gözlerle dua ve tevbe et. Zira çiçekler güneşli ve ıslak yerlerde açar.”

Bu konu ile ilgili Rasulullah’ın -aleyhisselam- bazı yönlendirici tavsiyeleri şöyledir: “Bir farz namazını huşu ile eda eden kimsenin, o namazın akabinde vaki olacak bir duası kabul olur.” (Buhari, Cihad/180) “Ezan ile kamet arasında yapılan dua reddedilmez, kabul edilen dualardandır.” (Tirmizi, Salât/44)

Dua edecek kimse öncelikle haramlardan sakınmalıdır. Yediği, içtiği, giydiği şeyler helal olmalıdır. Sa’d b. Ebi Vakkas -radiyallahu anh-, Rasulullah’a -aleyhisselam- “Ey Allah’ın Rasulü! Allah’a dua et de, beni duası kabul olanlardan eylesin” diye istekte bulundu. Bunun üzerine Efendimiz -aleyhisselam- “Ey Sa’d! Helal ve temiz rızık kazan ki, duaların makbul olsun.” (İbni Kesir, c/1, s/203) buyurdu.

“Cuma gününde bir saat vardır ki hangi mü’min, o saatte Allah’tan bir duada bulunursa, Allah onun duasını kabul eder.” (Et-Tac/5, s/116) “Şüphesiz, her oruçlu için iftar vaktinde elbette geri çevrilmeyen, ret olunmayan bir duası vardır.” (İbni Mace, Sıyam/48) “Gecede öyle bir saat vardır ki Müslüman bir kul, o saate rastlar da Allah’tan hayır isterse, o hayrı Allah kendisine verir.” (Müslim)

Duanın kalitesini yükseltecek en önemli etken helal lokmadır. Bilelim ki dua, ihtiyacın anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri ise helal lokmadır. Rasulullah -aleyhisselam- vücudu haramla beslemenin ve duada samimiyetsizliğin duanın kabul edilmesine engel teşkil ettiğini belirterek şöyle buyurmuştur: “Bir adam uzun bir yolculuğa çıkar. Saçları darmadağınık, perişan ve toz toprak içinde olduğu halde ‘Ya Rabbi!’ diye ellerini semaya kaldırıp dua eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve vücudu haramla beslenmiş. Bu adamın duası nasıl kabul olunur?” (Müslim, Zekat/65)

“Allah’ın kuluna en yakın olduğu vakit gece yarısıdır, seher vaktidir. Eğer sen o saatte Allah’ı zikredenlerden, dua edenlerden olabilirsen ol.” (Et-Tac, c/5, s/115) “Kulun, Allah’a en yakın olduğu zamanı secde halindeki zamanıdır. Öyleyse secdede iken çok dua ediniz.” (Müslim, Salât/215) Kulun duasının kalitesini yükselten şartlarından birisi de duaya “Sübhane Rabbiye’l Aliyyü’l A’lel Vehhab” dua cümlesi ile başlamaktır. Çünkü Rasulullah -aleyhisselam- duaya bu 22


gün beni, annemi, babamı ve bütün mü’minleri bağışla, affet.” ( İbrahim, 41)

dua cümlesi ile başlardı. Ashab-ı kiramdan Seleme b. Ekva -radiyallahu anh-, Peygamber’in -aleyhisselamher duaya mutlaka bu cümleyi okuyarak başladığını bildirmiştir. Dolayısıyla bu dua cümlesinden başka bir dua cümlesi ile duaya başlamak Hazreti Peygamberin Sünnetine ve uygulamasına uygun değildir.

Hazreti Yusuf’un duası: “Allah’ım! Beni Müslüman olarak vefat ettir ve beni salih kullarının arasına kat.” ( Yusuf, 101) Hazreti Eyyub’un duası: “Başıma bu dert, bu hastalık geldi. Sana sığındım. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya, 83)

- Kur’an ve Hadislerde geçen duaları nasıl anlamamız gerekiyor?

Hazreti Zekeriyya’nın duası: “Rabbim! Bana, tarafından hayırlı, tertemiz, tayyip bir nesil bağışla.”( Al-i İmran, 38)

Kur’an-ı Kerimde geçen Peygamberlerin yaptığı dualar en güzel dualardır. Peygamberlerin mübarek ağızlarından çıkan, içten ve samimi bir şekilde yapılan bu dualar adeta dilekçe metnini bizzat Allah Teâlâ’nın yazdığı, kullarının da okuyup altına imza atacakları mübarek metinlerdir. Bu dualar, Allah Teâlâ’nın beğendiği, sevdiği, hoşlandığı dualardır. Kullarının da böyle dua etmelerini murat etmiştir.

- Okuyucularımız ve ümmet için kısa bir dua... Bizi doğru yola ilet. Sıratı müstakime hidayet buyur. Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma.

Kur’an-ı Kerim’in bize öğrettiği en özel ve en güzel ilk dua Fatiha Suresi’dir. Anlamı itibariyle Fatiha, en büyük dua ve münacattır. Rasulullah -aleyhisselam- şöyle buyurdu: “Zikrin en faziletlisi ‘La ilahe illallah’, duanın en faziletlisi de ‘Elhamdülillah/ Fatiha Suresi’dir.” (40 Hadis, Z.Soyak/171)

Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et, bize acı. Bizi iman ziynetiyle, iman nuruyla süsle ve bizi sıratı müstakim üzere doğru yolda giden hidayet rehberleri kıl. Kalplerimizi İslam üzere sabit kıl. Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Ayaklarımızı kaydırma.

Peygamberlerin yaptığı ve Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu özel ve güzel dualardan sadece birkaç tanesini örnek olarak buraya almak ve istifadenize sunmak istiyorum.

İslam’ı hayatımıza hâkim, bizleri de İslam’a hadim eyle.

Hazreti Peygamber’in duası: “Rabbim! Ümmetimi bağışla ve merhamet et. Çünkü sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın.” (Mü’minun, 118)

Muhammed Mustafa’nın askerini şirkin, küfrün ve zulmün karşısında mağlup etme.

Hazreti İbrahim’in duası: “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek neslimi namazı devamlı kılanlardan eyle. Duamı kabul eyle.” (İbrahim, 40)

Bizi kendine kul, Rasulü’ne ümmet olma şuur ve şerefine nail eyle. Ey Rabbimiz! Dualarımızı kabul eyle. Âmin.

“Ey Rabbimiz! Amellerin hesap olunacağı 23

TEMMUZ 2015 / 324

Yeryüzünde hürriyet mücadelesi veren ve İslam’ın hâkim olması için mücadele ve mücahede eden Müslümanları başarılı kıl ve zafere ulaştır.

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru.” (Bakara, 201)


HİZMET ADABI Nureddin Soyak nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

“Allah’ın Yolu Asıl Doğru Yoldur” Kâfir, müşrik ve münafıklar her zaman olacak, Allah’ın yoluna dikilerek engellemeye çalışacaklardır. Bunların küfürde yarışmaları bizleri asla üzmemeli, Allah’ın dinine hizmet heyecanımızı daha da hızlandırmalıdır.

H

Rabbimiz buyurdu ki:

izmet ehli bir mü’min, hal ve gidişini Kur’an ve sünnetle sürekli denetlemek zorundadır. Eğer bunu yapmazsa şeytan ve nefis onu aldatır. Hizmet ettiğini zannederek nefsine hizmet eder. Şeytanın oyuncağı olur. Hizmetlere engel olur. Hizmetleri yönlendirme konumunda olanlar daha da dikkatli olmak zorundadır. Onların hatası sadece kendilerine ait değil, pek çok kimseyi ilgilendirmektedir. Çükü saptırıcılar bir veya birkaç kişiyi saptırmaktansa topluma yön veren insanları saptırarak ona tabi olanları saptırmış olurlar. Bir taşla pek çok kuşu vurmak daha karlı bir iştir. Daha düne kadar pek çok hayırlı hizmetlerde bulunmuş, hizmetlere öncülük etmiş insanların dökülmeleri mü’minleri derinden yaralamaktadır. Bir kısım haddini bilmez de sürekli insanlara yol çizmekle meşgul. Rabbimiz kullarına yolunu çizmiş, peygamberi ile de tebliğ etmiştir. Gitmek isteyenler için Allah’ın doğru yol aydınlık bir şekilde ortadadır. Başka hiçbir yola ihtiyaç yoktur. Peygamberler başta olmak üzere onların şahsında müslümanlara pek çok ilahi ikazlar bulunmaktadır.

“De ki: ‘Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.’ Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120) Allah yanında kıymetli olan, şu veya bu kişi ya da topluluğun hoşnutluğunu kazanmak değil, hidayet üzere olmak, doğru veya kurtuluşa götüren yolu takip etmektir. Bu yol ise Allah’ın yoludur, O’nun bildirdiği hayat tarzını benimseyip yaşamaktır. O’nun öngördüğü hayat tarzından başka herhangi bir hayat tarzını benimseyenler kim olursa olsun, Allah’ın dostluğunu ve yardımını kaybetmiş olur. Rabbimiz buyurdu ki: “Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.” (Bakara, 145) “Sana gelan bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir 24


koruyucu.” (Rad, 37)

etme.”(Ahzab, 1)

Dün de bugün de Allah’ın dinine bilgi, beceri, maddi ve manevi destekleri olan bazı kimseler, kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeden insanları etki altında bırakarak, cahilliklerine de bakmadan, kendi arzu ve istekleri doğrultusunda insanları yönlendirmeye kalkışmışlardır. Bunlara hem müslümanların dışındaki topluluklarda hem de bazı cahil müslümanlarda raslanmaktadır. Eğer bunlara boyun eğilirse, bu dine hizmet değil, dine zarar vermektir. Kur’an ve sünnetin öğretisine uyarak, ilim, irfan, hak ve adalet gibi güzel hasletlerle donanıp, dünyevi çıkar ve menfaatten arınmış onurlu ve kişilikli bir hizmet toplumunu oluşturmak şarttır. Ancak bu sayede güzel hizmetler gerçekleştirilebilir. İlahi ikaz çok serttir. “Eğer sana gelen ilimden sonra onların heva ve hevaslerine uyarsan zalim olursun, Allah’ın dostluğunu ve yardımını kaybedersin.” Allah’ın yardımı mı? Ucuz hesaplar peşinde koşanların yardımı mı? Elbette Rabbimizin yardımına hiçbir şeyi tercih edemeyiz.

“Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.” (Tahrim, 9) Açık inkârcılarla gizli inkârcılar, dünden bu güne, ümmetin başının belası olmuşlardır. Rabbimiz onlara asla itaat edilmemesini ve onlara karşı sertlikle muamele edilmesini yeri geldiğinde de onlarla cihad edilmesini emretmektedir. Rabbimiz buyurdu ki: “Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?” (Bakara, 87) İmanı gönüllerine sindiremeyenler, Allah’ın ahkâmından sürekli rahatsız olmuşlar, “elçiye zeval olmaz” prensibini de unutarak peygamberleri yalanlayıp, hatta öldürmüşlerdir. Bununla beraber peygamber ve yanındakiler, tüm baskı ve zulümlere aldırış etmeden Allah’ın ahkâmını kullarına ulaştırmaya gayret etmişlerdir. Bu yolun yolcusu olduğunu iddia eden mü’minler de aynı cehd ve gayreti göstererek, Allah’ın dinine hizmet etmeye gayret etmelidirler.

Rabbimiz buyurdu ki: “Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?” (Tahrim, 1)

Rabbimiz buyurdu ki: “Ey peygamber! Kalpten inanmadıkları halde, ağızlarıyla “inandık” diyenler ile yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin” (Maide, 41)

Mü’min, hiç kimsenin rızasını, Rabbimizin ahkâmının önüne geçiremez. İster anası ister babası, ister eşi ister çocukları, ister dostu ister arkadaşları, ister amiri isterse memuru kim olursa olsun. Hududullahın dışına çıkamaz. Çıkmamalıdır. Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem efendimiz bile bu hususta uyarılmışsa bizlerin hali nicedir? Allah bilir.

Kâfir, müşrik ve münafıklar her zaman olacak, Allah’ın yoluna dikilerek engellemeye çalışacaklardır. Bunların küfürde yarışmaları bizleri asla üzmemeli, Allah’ın dinine hizmet heyecanımızı daha da hızlandırmalıdır.

Rabbimiz buyurdu ki:

Rabbimiz buyurdu ki:

“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.” (Maide, 67)

“Ey peygamber! Sana ve sana tabi olan mü’minlere Allah yeter.” (Enfal, 64) Allah’ın dinine hizmet iddiasında olanlar, kedilerine düşeni yaptıktan sonra Rablerine hakkıyla tevekül ederse Rabbinden başkasına ihtiyaçları kalmaz. Allah onların yar ve yardımcısı olur. Hayırlı hizmetleri onlara kolaylaştırır. Ömür boyu onları hayırlı hizmetlere vesile ve vasıta kılar. Pek çok samimi yardımcılarla onları destekleyerek hayırlı işlerde onları koşuşturur.

Nasıl ki peygamberler tebliğ görevini yapmadıklarında, peygamberlik görevini yapmamış oluyorlarsa, ulema, umera ve mü’minler de tebliğ görevini yapmadıklarında, kulluk görevlerini hakkıyla ifa etmemiş olurlar. “Ey peygamber! Allah’a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara itaat 25


İbrahim Çiftçi

Kim Sevindi Kim Üzüldü

SEN NERDESİN?

S

ekonomik değer ifade eden her yerdeki müdahaleci tutumlarını Türkiye’deki seçimlerde de kullandıkları bilinmektedir. Mesela bu müdahale yöntemlerinin başında dergimizde kapak konusu da yaptığımız ALGI OPERASYONU (Dezenformasyon) gelmektedir.

evinenler, üzülenler. Her olayın sevinen ve üzülenleri olur. Bir başarı ya da başarısızlığın bir olayın, bir eylemin sevinen ve üzülenleri olur. Bu sevinen ve üzülenlere baktığınız zaman kendi konumunuzu yerinizi tespit etmeniz mümkün olur. Yaşadığınız veya gözlemlediğiniz olaylara “sevinen kim, üzülen kim?” sorusunun cevabı sizin duruşunuzla ilgili tespit yapmanıza imkân verir. Bir diğer ifadeyle dostunuz kim düşmanınız kim onu görürsünüz.

7 Haziran 2015 seçimleri de küresel güç odakları, menfaat çeteleri, güçlü, sömürgen (sömürmeye alışmış) devletler açısından çok önemliydi. Çünkü yaklaşık 13 yıldır iktidarda olan ama ancak son dört senesinde “muktedir” olan bir partinin hükümeti vardı. Bu iktidar ve o iktidarın önceki başbakanı şimdi ise halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ilk defa net tavırlar içerine girmişti. Bu tavırlar küresel güç odakları, menfaat çeteleri, güçlü sömürgen (sömürmeye alışmış) devletlerin kurduğu düzeni altüst ediyordu. Arı kovanına çomak sokmak bu kimin haddineydi. Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarı,

Çünkü dost üzülür düşman sevinir. Neye? Başarınıza. Düşman sevinir dost üzülür. Neye? Başarısızlığınıza. Bu bir durum tepsinin ölçüsüdür. Hani anlatırlar ya. II. Abdulhamit dış politikadaki bazı çetrefilli konularda vezirini Rus elçisine gönderir fikrini alırmış. Rus elçisinin fikrinin tam zıddını yapar ve başarılı olurmuş. Çünkü bilirmiş ki o Rus elçisi Osmanlının menfaatine düşünmez. Şimdi Türkiye’de Cumhuriyet öncesi ve sonrası birçok seçimler yapılmıştır. Bu seçimlerin her biri kendi dönemi ve şartları itibariyle büyük önem ifade etmektedir. Türkiye’nin dünya için ifade ettiği değer her seçimi önemli hale getirmiştir. Küresel güç odaklarının, menfaat çetelerinin güçlü sömürgen (sömürmeye alışmış) devletlerin kendileri için stratejik ve

1- BM’i dünyadaki, özellikle de Müslümanlara yapılan zulümlere sessiz, tepkisiz ve etkisiz kalması sebebiyle net olarak eleştirmesi, 2- BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkına sahip beş ülkenin yetkilerini ve yan26


AK Parti’yi Mavi Marmara gemisiyle özdeşleştiren İsrail Hayom Gazetesinde çıkan karikatürde, Mavi Marmara’nın karaya oturduğu ve bu kayanın da HDP olduğu anlatılıyor.

Marmara olayı, çocukları bombalaması, Anadolu ajansının işkence görüntülerini dünyaya aktarması, uluslararası toplantılarda İsrail’le yan yana gelmemesi... gibi)

lışlarını sorgulaması, (Her platformda hatta BM genel Kurulu’nda “dünya mı büyük beş mi büyük?” demesi) 3- Küresel güç odaklarının (ABD ve Avrupa) Ortadoğu’daki politikalarını sorgulaması, 4- İsrail’in Müslümanlara özellikle de Filistinlilere yaptığı zulme, baskıya, ambargoya, İslam Dünyasının ortasında İsrail fitnesini ortaya çıkarması İsrail’e karşı kesin tavır koyması,

7- Ekonomik yönden, sanayide, özellikle de silah sanayisinde güçlenmesi, (kendi İHA’ sını, tankını, helikopterini, uydusunu, silahını üretmesi… gibi) 8- Dünyadaki özellikle İslam Dünyasındaki anlaşmazlıklara müdahil olması, çöz-

5- En önemlisi İsrail’in gerçek yüzünü ortaya çıkarması, (Van minut çıkışı, Mavi 27

TEMMUZ 2015 / 324

6- Ortadoğu’yu Türkiye’nin bir devamı olarak görmesi (“İstanbul neyse Şam, Bağdat bizim için öyledir” demesi)


destekleri, (Recep Tayyip Erdoğan aleyhine kampanyalar Ermeni soykırım iddialarını konuyla hiç ilgisi olmayan ülkelerin bile kabul etmeleri, küresel ekonominin olumsuz etkilerinin sebebi hükümet olarak gösterilmesi... gibi) Türkiye ve bölgeyi yeniden dizayn etmek için Ak Parti iktidarının gitmesi gerekiyordu. CHP ve MHP bu işi yapamıyor ümit vermiyordu. O zaman yeni bir parti gerekliydi. Buna yüzde 6 ila 8 lik kemikleşmiş ve organize bir tabana sahip HDP çok uygundu. Proje devreye sokuldu.

mesi çözmeye çalışması (Patani, Arakan Afrika… gibi) 9- İslam Dünyasındaki gücünü artırması ve güvenilir güçlü bir ülke haline gelmesi, 10- Küresel güçlerin hâkimiyet alanlarına girmesi (Afrika, Asya, Ortadoğu, Türk dünyası hatta Orta ve Güney Amerika’ya yönelmesi) Belki sıralanacak başka maddeler olabilir. Ama dost da düşman da şunu bilmiştir ki Türkiye o eski esas duruşta duran projelere boyun eğen Türkiye değil. Dikleşmeyen ama dik duran, dünya olayları hakkında benim de bir sözüm var diyen bir Türkiye. Yine ezik yılgın boynu bükük insanımızın kendine güveni geldi, müthiş bir özgüven oluştu. Bu da Batılı küresel güç odaklarının ve onların Ortadoğu’daki jandarmalarının hiç hoşuna gitmedi. Önce Irak sonra Suriye’deki çatışmaların içine sokmak istediler. Sonra Deaş (Işid) olgusunun içine “destekliyor” şeklinde karıştırmak istediler. Hangi amaca hizmet ettiğini dünya medyasının verdiği önem ve kışkırtıcı haberleriyle öğrendiğimiz Gezi Olaylarıyla (ayaklanma, Türk Baharı denemesi) diz çöktürmek istediler. Olmadı, Türk insanı bu oyunlara gelmedi. “Onlar dışarıdan biz içerden uğraştık” ama halkımız tuş olmadı.. O zaman yumuşak karınların üstüne gidilmeliydi. Kürt meselesi, çözüm, milliyetçilik Alevilik gibi.

Hiç bir muhalefet partisinin hatta MHP nin bile HDP yi hedef almaması, aleyhine tek söz etmemesi niyetleri ortaya koymuştu. Partiler iyi niyetle de olsa bu bu projeye destek oldular. Hedef, yukarda belirtilen sebeplerden dolayı Recep Tayyip Erdoğan’ı dolayısıyla Ak Parti iktidarını yıkmak, olmazsa zayıflatmaktı. Sürece de devam ettiler. Projeleri kısmen de olsa gerçekleşti. Ak Parti iktidar çoğunluğunu kaybetti. MHP oyunu fark etti mi bilmem ama onu da kullandılar. Sevinenler, İsrail başta olmak üzere yöresel, küresel güç odakları, Sisi-Esat gibi piyonlar, menfaat çeteleri, güçlü sömürgen (sömürmeye alışmış) devletler, iyi niyetli ama egosunun esiri küçük iç muhalefet... Üzülen, İslam coğrafyasının halkı, dünya mazlumları, Afrika, Suriye, Mısır, Arakan, Filistin, Balkan Müslümanları; içeride yasaksız Türkiye’nin dini özgürlüğün tadını çıkaran Müslümanları, mazlumlar, engelliler, yaşlılar, ilk defa adam yerine konan Anadolu insanı ve etnik parçalar... Gördünüz mü Kim kazandı kim kaybetti?

7 Haziran 2015 seçimleri de küresel güç odakları, menfaat çeteleri, güçlü sömürgen (sömürmeye alışmış) devletler yukarda belirtilen amaca yönelik yeni projelerin peşindeydi. Bunun sonucu ilk önce Selahattin Demirbaşla denemeye giriştikleri HDP projesini ortaya koydular. Yüzde 8.5 la başlayan HDP dış basının, Doğan grubunun, cemaaat medyasının, solun ve liberallerin her çeşidinin, İsraili’in hatta İran’ın aşırı parlatıcı, şişirici

Şimdi herkes ve Ak parti de başını iki elinin arasına alıp düşünmeli. Ben bu küresel, bölgesel yöresel projenin neresindeydim? Beni-bizi kim kullandı hangi amaçlara hizmet ettirildik? Rehavete niçin düşüyoruz? 28


TASAVVUF Cemil Usta cemil.usta@ilkadimdergisi.net

Peygamberimize Çokça Salavât Getirelim

mek günahları tamamen yok eder. 13. Uyurken ve uykudan kalkılınca salevat getirilmelidir. 14. Ticaretin karlı olması için, çarşıya giderken salevat getirilmelidir. 15. Müslümanlarla musafaha ederken salevat getirilmelidir. 16. Yemeğe başlarken ve yemeğin sonunda salevat getirilmelidir. 17. Unutulan bir şey hatırlanmak istendiğinde salevat getirilmelidir. Çünkü salevatı bereketiyle unuttuğu şeyi hatırlar. Yine kişi salevat getirirken murakabe üzere olmalıdır. Murakabe ise kalp huzurunu sağlamak ve gafleti kovmaktır. Niyetini düzeltmek de salevatın adabındandır. Bu da kişinin salevatının Allah’ın emrini terine getirmek, O’nun rıza ve hoşnutluğunu talep etmek ve Rasulünün şefaatini celbetmek için olmasıdır. Kişinin zahirini ve batınını bir yapması da salevatın adabındandır. Çünkü dilin zikri kalbin fikrinin tercümanıdır. Öyleyse bunlardan birini diğerine uygun hale getirmek lazımdır. Aksi halde gönül huzuru olmaksızın yalnız dilden yapılan zikir faydasızdır. Salevat getirirken sanki Rasulullahı (aleyhisselam) yanında görüyor gibi bilmek de salevatın adabındandır. Nitekim “Esselamu aleyke” diye hitab edilmesi de bunu gerektirir. Eğer Rasulullahı yanında hazır ve salâtını işitir halde göremiyorsa en azından O’nun kendisini gördüğünü, salâtının O’na arzedildiğini bilmelidir. Yoksa salevatı sadece dilin hareketinden ve sesini yükseltmekten ibaret olur. (Ruh-ul Beyan Tefsiri)

“Allah ve melekleri Peygamber’e salevat ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na çokça salevat getiriniz ve tam bir teslimiyetle selam veriniz.” (Ahzab, 56) 1. “İnsanlardan bana en yakını bana en çok salevat getirenlerdir.” 2. “Kim bana bir kere salât ederse Allah ona on salât eder. Onun on günahını siler. Onun on kat derecesini arttırır.” 3. Dua eden kimse Peygamber’e salât etmedikçe duası perdelidir. 4. “Her cimriden daha cimri olan adam ben yanında anılıp da üzerime salât getirmeyendir.” 5. Duadan önce ve sonra salevat getirilmelidir. Çünkü salevat mutlaka makbuldür. İki salevat arasında yapılan duanın da kabul edilmesi umulur. 6. Abdeste başlarken salevat getirilir sonra Bismillah denilir, abdest bitiminde de salevat getirilirse güzel olur. Çünkü o kimseye rahmet kapısı açılır. 7. Her önemli işe başlarken salevat getirilmelidir. 8. Bir vasıtaya binerken salevat getirilmelidir. 9. Peygamberimizin (aleyhisselam) mukaddes kabrine yönelme sırasında salevat getirilmelidir. 10. Peygamberimizin (aleyhisselam) kabri ile minberi arasında çokça salevat getirilmeli ve dua edilmelidir. 11. Mühim bir iş görüldüğü ve kaygı, tasa giderildiği vakit salevat getirilmelidir. 12. Günahların bağışlanması ve kefaret talep edildiği vakit salevat getirilmelidir. Çünkü hazret-i Peygamber Efendimize salevat getir29

TEMMUZ 2015 / 324

-sallallahu aleyhi ve sellem-


KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan selim.armagan@ilkadimdergisi.net

Kur’an’dan Dinlemek “Rabbimiz! Biz, “Rabbinize iman edin” diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, bizleri sana ermiş kullarınla beraber yanına al.” (Al-i İmran, 193)

İ

nsanın doğumundan itibaren tekâmülünde dinlemek çok büyük bir yer teşkil eder. Hatta dinleyemeyen, kulakları işitmeye açılmayan çocukların konuşmaları da mümkün olmaz. Kulak diğer beş duyu organının da en üstünüdür. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.” (Enfal, 22) Buyurur. Burada kınananların gerçeklere kulağını tıkayan ve hakkı söylemeyen manevi sağırlar ve dilsizler olduğu açıktır.

mamış, işitmemiş gibi hareket ettiler. Kulağı olduğu halde hakkı duyamayarak kulaksızlar gibi oldular. Dili olduğu halde hakkı söyleyemeyerek dilsiz gibi oldular. Varlık içerisinde yokluk çeken varyemezler gibi azaları tam olduğu halde kendilerine engelli muamelesi yaptılar. Bu nedenle kulağı yok, dili yok, akılı yok, olsa da kullanamayan en aşağı canlılar gibi oldular. Bunlar halkımızın ‘gözünden akıllı’ dediği kimselerdir. Gördüklerini elde etmek, gördükleri ile olmak isterler. Ölçüleri olmadığı için dengeleri de kalmamıştır. Bunlar kötülük yapa yapa en aşağı çukurlara yuvarlanmışlardır. İnsanlık vasıflarından uzaklaştıkları gibi hayvanlardan daha aşağı bir yaşantıya başlamışlar ve dostları ile akıntıya kapılmışlardır. Bunları görenler yılanlara bile sevgi ile bakar olurlar. Zira yılana bile bir şeyler duyurmak mümkün olur. Yılanın bile müziğin namelerinden etkilenen bir kulağı ve namelerin coşkusundan etkilenip uysallaşan, kıvrak vücut figürleri ile hayata katkı veren bir iç dünyası vardır.

“Rabbimiz! Biz, “Rabbinize iman edin” diye imana çağıran bir davetçi işittik” ayetinde çağıran Rasulullah (s.a.v.) veya Kur’an’dır. Bu ayeti celile, çağrıyı işitenlerin kulaklarından geçen seslerin onların vicdanlarındaki tesirini göstermektedir. Bu dinleyiciler Kabul eden bir kulak ve gönüle sahip kişilerdi. Şüphesiz her dönemde bu dinleyicilerden başka Allah’ın ayetlerini ve Rasulünün davetini dinleyenler de oldu. Onların bir kısmı dilleriyle “işittik” diye iddia ettiler, fakat hakkiyle dinlemediler ve anlamadılar. Anlasalar bile anladıklarını icra edip, yerine getirmediler. Sanki hiç duy-

“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye 30


imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, bizleri sana ermiş kullarınla beraber yanına al.” (Al-i İmran, 193) ayetini ta gönlünün derinliklerinden hissederek imanını ve itaatini haykıran basiret sahibi mü’min de hep mütevazı, hep Rabbimiz Teâlâ’ya karşı bir hata işlemek kaygısı içerisinde ihtiyatlıdır. Davetçiyi iyi duyamamak ya da anlayamayarak görevinin gereğini hakkı ile yerine getirememe kaygısının verdiği telaş içerisindedir. Kerhen değil, kendi rızasıyla, seve seve sözünü tutan emre uyan kulağı ve basireti açık bu mü’min Yüce Rabbimizin rahmetine ve ihsanına sığınarak hatalarından bağışlanma ve rahmete layık olmak yolunda sürekli kulağı açık haldedir.

varsa gönüllerini ona açan, ona inanan, duyduk diyen fakat duymayan sağırlar gibi. Ashab-ı Uhdud gibi, Ashab-ı Kehf gibi, Habib-ün Neccar gibi Allah’ın davetine kulağını tıkamayan, gözünü ve gönlünü Hakka açan temiz yürekli bahtiyar insanlar Allah’ın elçilerinin davetini işitince rüzgâr gibi uçmuşlar; “Şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: “Ey kavmim! Uyun o elçilere! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz. Hiç ben O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim, gelin dinleyin beni.” (Yasin, 20-25) diye haykırdı.

Hakkı duymak duyabilmek hakka ulaşmak için araya engeller koymamak çok önemlidir. Kişi manevi körlerle ve sağırlarla dura dura onlar gibi olur. Rahmetin nurundan gözleri rahatsız olur, nura çıkamaz. Allah’a davet eden müezzinin sesinden ve görüntüsünden rahatsız olur. Kulaklarını ve gözlerini kapatır. Tıpkı Hz.Nuh a.s. ‘ın milleti gibi yapar, mü’minleri görünce ruhu göklere çıkacakmış gibi daralır;

Tıpkı Efendimiz ve beraberindeki yıldız gibi olan ashabının yaptığı gibi; “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de iman ettiler. Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini ayırt etmeyiz.” “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” (Bakara, 285)

“Nûh dedi ki: “Ey Rabbim! Ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ben onları senin bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nuh, 5-7) Hz. Nuh a.s.’a zulmettiler. Ancak kendilerinin Allah’tan uzaklaşmalarına sebep olan Ved, Suva, Yeğus, Yeûk ve Nesr’in etrafında uydurulmuş efsanelere kulaklarını ve gönüllerini açtılar. Tıpkı Musa a.s’ın ümmetinden buzağıya tapınanların gönüllerini buzağı aşkı ile doldurup, kendilerini Kızıl Deniz’den geçiren Allah’ı göremedikleri gibi. Tıpkı Mekke müşriklerinin Lat, Menat ve Uzza gibi putlarına olan sevgileri ile gönüllerini doldurup, kendi öz evlatlarını öldürdüklerini göremedikleri gibi. Günümüzde de Allah’ın dışında yanlış ne

“De ki: “Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz.”Ey Muhammed! Günahkârların, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.” derlerken bir görsen!” (Secde, 11-12) 31

TEMMUZ 2015 / 324

İş işten geçmeden önce biz de salih dedelerimiz gibi dünyada iken “İşittik ve itaat ettik.” diyelim. Ahiretteki işitme ve oradaki feryat fayda vermez.


FIKIH Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

HARAM KAVRAMI

İ

görmedi” (Buhârî, İstikrâz,19). Tahrimen mekruh, vacibin karşıtıdır. Erkeklerin ipekli giymesi, altın yüzük takınması buna örnek verilebilir.

slâm dininde kesin olarak yapılmaması istenilen, yapılması Allah Teâlâ tarafından kesin bir delille yasaklanmış olan şeylerdir. Bir Müslüman için haramlardan kaçınmak, farzları işlemekten önde gelir.

İkinci bir mekruh çeşidi de vardır ki oda tenzihen mekruh adını alır, mendub’un karşıtıdır. Helale yakındır.

Çoğunluk İslam hukukçularına göre, haram; kesin delil olan âyetle, mütevâtir ve meşhur hadisle veya zannî delil sayılan âhâd haberle (haber-i vâhid-bir tek kişinin rivayeti) de sabit olur. Çünkü zannî deliller itikad konusunda delil sayılmazsa da, amel bakımından delil sayılır. Hanefilere göre ise, haram ancak kesin delille sabit olabilir. Bu da; âyet, mütevatir veya meşhur hadis kabilinden olur. Kur’ân’da şöyle buyurulur: “Diliniz yalana alışmış olduğu için her şeye, “şu helaldir, bu haramdır” demeyin” (enNahl, 116). Bu âyette, yasak edilen duruma düşülmemesi için, haberi vâhid gibi zannî bir delille, yapılmaması kesin olarak istenilen şeye “tahrimen mekruh” adını verirler. Âyette şöyle buyurulur: “Ey iman edenler, size açıklanınca, hoşumuza gitmeyecek şeyleri sormayın...” (el-Mâide, 101). Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: “Allah sizin için dedikoduyu, çok soru sormayı ve malı boşa harcamayı hoş

Haramın Çeşitleri: Haram iki kısımdır: a) Bizzat haram (haram bizatihi) Aslen haram olan. Buna liaynihî haram da denir. Allah ve Rasûlünün geçici bir sebebe dayalı olmaksızın baştan itibaren ve temelden haram kıldığı fiildir. Şarap, rakı, leş, domuz eti, zina, hırsızlık, ölü hayvan eti satma, evlenme engeli bulunanlarla evlenme gibi. Bunlardaki zarar, kendi bünyelerindeki kötülüğe dayanır. Doğrudan haramlar; genel olarak korunması zarûrî olan beş şeyi zedeleyen ve onlara zarar veren fiil ve hareketlerdir. Bu beş şey: Can, mal, akıl, din ve nesildir. Canı; öldürme yasağı, malı; hırsızlık, aklı; içki yasağı, dini; İslamî esasları temelinden bozan davranışların yasaklanması ve nesli de; zina yasağı korumuş olur.

32


İslâm, insanların ruh ve bedenleri için faydalı olan ihtiyaç duyulan hiçbir şeyi haram kılmamıştır, haram kıldıkları ya sırf zarar yahut da-alkollü içkiler gibi- zararı faydasından çok olan şeylerdir. (Bakara, 219) Allah Teâlâ dileseydi insanların muhtaç olduğu bazı şeyleri de haram kılabilirdi. Çünkü mülk yalnızca O’nundur; kulun Rabb’ine itiraz hakkı olamaz. Ancak O, rahmetinin bir eseri olarak zararlı olanı haram kılmış ve onun yerini tutan, ona muhtaç etmeyen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılmıştır. Bu cümleden olarak: Ok çekip fal bakmayı haram kılmış, bunun yerine istihâre duâsını koymuştur. Erkeklere ipeği haram kılmış, bunun yerine keten, yün ve pamuk nevinden elbiseler vermiştir. Pis ve zararlı yiyecek ve içecekleri haram kılmış, bunların yerini sayısız temiz, leziz ve faydalı yiyecek ve içeceklerle doldurmuştur....

b) Dolaylı haram: Aslında helal olduğu halde başka bir sebeple haram olan. Buna li gayrihî haram da denir. Temelde meşru olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan geçici bir durumla bağlantılı olan fiildir. Bu bizzat haram değildir, fakat bizzat haram olan bir şeye vâsıta olmaktadır. Meselâ; bir kadının avret yerine bakmak haramdır, çünkü zinaya sebep olmaktadır. Zina ise bizzat haramdır. Faizli satış haramdır, çünkü faiz bizzat haramdır. Bir menfaat karşılığı borç para vermek haramdır, çünkü faizciliğe götürür, bu ise haramdır. Meyve yemek helaldir. Fakat başkasının bahçesinden izinsiz olarak alınan meyve yemek haramdır. 33

TEMMUZ 2015 / 324

Harama muhtaç etmeyecek kadar helâl vardır:


le çalışmak, harama karşı nefsi dizginlemek maksadıyla eşi ile birleşmek-bu niyetler sebebiyle- ibâdet sayılmaktadır.

Harama götüren herşey haramdır: İslam’da harama götüren her şey haramdır. Kötü ve zararlı birşeyi önlemenin en makul ve kesin yolu, sebepleri ortadan kaldırmak, vâsıtaları yok etmektir. İşte İslâm’ın haram mevzûunda tuttuğu yol da budur. Meselâ zinâyı haram kılmıştır. Maksat zina suçunun meydana gelmesi ve suçlunun haram işlediği için ceza görmesi değil, suçun işlenmemesidir. Bunun için de yalnız ceza kâfi değildir; suça iten sebeplere inmek gerekir. Bundan dolayı İslâmda bir taraftan evlenme kolay, boşanma mümkün kılınmış, diğer yandan aşırı açıklık, saçıklık, başbaşa bulunma, müstehcen, tahrik edici resim ve müzik, gereksiz beraberlik... yasaklanmış, haram kılınmıştır. Sivrisineklerden kurtulmak için önce bataklığın kurutulmasına çalışılmalıdır.

Bütün bunların yanında İslâmın bir prensibi daha vardır: “Vâsıtalar da gâye gibi meşru olacaktır.” Maksada ulaşmak için her vâsıtayı caiz gören makyavelist görüşü İslâm kabul etmemiştir. Bunun tabiî neticesi, iyi niyetle güzel bir netice elde etmek için de olsa haram işlemenin caiz olmamasıdır. Câmî yapmak, hayır müessesesi vücuda getirmek... için kumar oynamak, hırsızlık ve faizcilik yapmak.... tecviz edilmemiştir. Peygamberimiz: “Allah iyi ve temizdir; ancak temizi (helâli) kabul eder, Allah Peygamberlerine emrettiğini müminlere de emretmiştir. Ve “Ey Peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyiniz ve iyi işler yapınız; şüphesiz ben ne yaptığınızı bilmekteyim.” (Mü’minûn, 51)” buyurduğu gibi, “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimden helâl ve temiz olanları yiyiniz” (Bakara, 172) de buyurmuştur...” Bir de “Aylarca yolculuk yapan, saçı-başı dağınık, toz-toprak içinde ellerini semaya kaldırıp: “Ya Rab! Ya Rab!” diyen, halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram olan, haram ile gıdalanmış bulunan adamın (hacı adayının) durumunu dile getirerek: “Bunun duası nasıl kabul olunacak?” diyen Peygamberimiz (s.a.v.) bu ifadeleriyle yukarda ki prensibe ışık tutmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned; el-Münzîrî, et-Tergîb ve’t-Terhib), “Haramdan mal kazanmış hiçbir kul yoktur ki bununla yaptığı tasadduk kabul edilsin ve nafaka harcamalarına bereket verilsin! Geride bıraktığı da yalnızca cehenneme yolculuğunda ona azık olur. Şüphesiz Allah Teâlâ kötüyü kötü ile silmez, aksine kötüyü iyi ile siler; nitekim pis de pis olanı temizleyemez.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned; el-Münzîrî, et-Tergîb ve’t-Terhib), hadisi de aynı hükmü teyid etmektedir.

Haram konusunda hile de haramdır: Bir yolunu bularak, kitabına uydurarak veya ismini değiştirerek haramı işlemek, sorumluluğu kaldırmaz.; aksine bu yollar ve çareler de haramdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): “Ümmetimden bir gurup başka bir isim koyarak şarabı helâl sayacaktır.” (Buhârî, K. el-Eşribe, 6; Ebû-Dâvûd, K. el-Eşribe, 6.) buyruğu ile buna işaret etmiştir. Müstehcen gösteri, eser ve hareketlere “san’at”, faize “sermaye kârı” demek bunları helâl kılmaz.

İyi niyet haramı meşrû kılmaz: İslâm’da niyete büyük önem ve değer verilmiş, “ameller ancak niyetlerle değerlenir” (Buhârî, K. Bed’i’l-Vahy, 1, el-İman, 41; Müslim, K. el-İmârah, 155. ) buyurulmuştur. İbâdetlerin makbul ve muteber olması niyete bağlı bulunduğu gibi, alelâde ve tabiî işlerin ibâdet sayılması da niyetle mümkün olmaktadır. Helâl yoldan rızık kazanmak niyetiy34


İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

İFFETLİ EVLER & DÜNYA İSLAM’A KOŞUYOR

K

Günümüz dünyasında en çok zarar gören kurumlarımızın başında geliyor aile. Yıllar önce bir casusun itiraflarında Müslümanları parçalamanın en kolay yollarından birinin aileyi parçalamakla mümkün olacağını okumuştum. Ülkemizde yayınlanan resmi istatistiklerde gördüğümüz evlenme ve boşanma sayılarını karşılaştırdığımızda maalesef aile yapılarımızda ciddi sıkıntıların yaşandığını müşahede etmekteyiz. İffeli Evler isimli eserimizle de bir nebze olsun aile yapımıza yönelik tehditlere dur demek istiyoruz. Yazarımızın o güzel ifadesiyle: “Her birimiz, bir diğerimizle imtihan oluyoruz. Her birimiz, birbirimizden bir şeyler alıp birbirimize bir şeyler veriyoruz. Çevremizde olup biten olaylar, bazen bize “ibretlik hadiseler” şeklinde görülüyor; bazen de insanların hayatları ve başlarından geçenlere karşı takındıkları tavır, “örnek” almamızı gerektiriyor.

İkinci olarak tanıyacağımız eserimiz ise Dünya İslam’a Koşuyor isimli kitap. Bizler herhangi bir Müslüman kardeşimizin hayır işlemesine vesile olduğumuz zaman da nasıl da seviniriz değil mi? Bir kardeşimizin namaza başlamasına vesile olmak, zekât vermesine vesile olmak bizler için tarif edilemez duygular içerir. Peki, birinin hidayetine vesile olsak hangi duygulara sahip olurduk ki? Yaşamak lazım değil mi? İşte bu eserimizde gündemimize bu aralar az uğrayan bir kavram, hidayet kavramı ile ilgili hidayet öyküleri okuyacağız. Kitabımız iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümünde çeşit çeşit hidayet öyküleri bizleri karşılarken ikinci bölümünde ise yazarımızın gezi notlarıyla İslam Coğrafyasında bir gezintiye çıkıyoruz. Bizler ne haldeyiz? Yazarımızın ifadesiyle “ Mühim olan, İslam’a kucak açan bu dünyada bizim yerimiz ne? Hizmetin, davetin neresinde duruyoruz? Bu büyük davanın gayret erlerinden birisi miyiz, yoksa daha sonra kaçırdığımız fırsatları görüp çok pişmanlık duyacak kimselerden miyiz?

Bu kitapta neler okuyacağız diyenlere ise cevabımız şöyle: Bazen Hazret-i Süleyman’ın devrine gidip billurdan sarayları seyredecek, Belkıs’ın tahtını göreceksiniz. Bazen Çanakkale Harbi’ne katılmış eşini sabırla bekleyen bir ha35

TEMMUZ 2015 / 324

nımın diliyle: Beklemek, ateşten şiddetlidir.” diyeceksiniz. Bazen bir hafızın yanında, gece vakti teheccüde duracak ve teheccüd namazını müteakip Ekmekçi Fatıma Teyze’nin dualarına “Amin”diyecesiniz. İffet ve takva abidesi Hazreti Fatıma’ya misafir olup iffetli evleri görecek ve harama düşen bakışlarınız için “Ah, iki gözüm!” diye feryad edeceksiniz.

ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız! Bu ayki sayımızda da sizleri iki güzel kitapla daha tanıştıracağız. Sultantepe yayınlarından çıkan ve Halime DEMİREŞİK hanımefendinin yayına hazırladığı İffetli Evler ve Dünya İslam’a Koşuyor isimli eserleri inceleyeceğiz.


EĞİTİM Doç. Dr. Rüştü Yeşil egitim@ilkadimdergisi.net

Eğitimde İçerik Sorunu

Bu soruya, kendisi yeni olmasa da yeni yeni öneminin farkında varılan “bilinç” kavramı ile cevap vermek mümkündür. Bilginin ve bilgi sahibi olmanın ötesinde, bilinçlilik hali, bilgi sahibi olan insana bu bilgisinin önemini, nerede ve nasıl kullanacağını/kullanması gerektiğini gösteren bir duruma işaret etmektedir.

“BİLİNÇ EĞİTİMİ”

İ

Bu kavram, hem eğitime yeni bir kapsam kazandırmakta, hem de ona yeni bir işlev yüklemektedir. Eğitim kurum ve kuruluşları, bilgi aktarımının ötesine geçerek bireylere bilinç kazandırmayı gaye edinmeli, tüm yapı, program ve içeriğini bu yeni duruma göre düzenlemelidir. Artık eğitim, insanları bilgi yüklü varlıklar haline getirmenin ötesine taşıyıp bildiğinin farkına varmasını, bu farkındalık durumunu bilgiden istifade edebilme düzeyine taşımalıdır.

Ancak, özellikle son dönemlerde, bilginin önemi göz ardı edilmese de onun kendi başına insanlığın sorununa çözüm oluşturmada yetersiz kaldığı dillendirilmeye başlanmıştır. Artık bilgi, ulaşılamaz değildir. Bilgi kaynakları oldukça artmış, bilgi depolama sorunu neredeyse tam olarak çözüme kavuşturulmuştur. Özellikle dijital teknoloji ve internet dünyası, milyarlarca sayfalık bilgiyi, istenildiği anda ulaşıma hazır halde tutmaktadır.

Bu yeni dönemde eğitim, bilinç kavramını tekrar gündeme taşımalı; bu kavramı, yapı, içerik ve işlev itibarıyla tüm organizasyonunun ana bileşenlerinden biri haline getirmelidir. Başka bir ifade ile eğitim süreçlerinin içerik boyutunun temel ayaklarından birini de “bilinç eğitimi” oluşturmalıdır.

lk çağlardan beri bilgi, insanoğlunun en önemli gücü olagelmiştir. Bununla birlikte özellikle son yüzyıl içerisinde bilgi, kapsam ve işlev yönüyle önemi daha belirgin hale gelmiştir. “Bilgi Çağı” tanımlamasının arka planında da bu gerçek yatmaktadır. Bugün için bilgi, tüm dünyada; siyasetten ekonomiye, kültürden sosyal yaşama her alan için en önemli sermaye olarak görülmektedir.

Bilinç, tüm bilgi haznesinin temelini oluşturacak bir zemin ve kabuk niteliği taşımaktadır. Bilinç, gerçekte bir farkındalık halidir. Bildiğini ve bildiğinin ne işe yarayıp nerede nasıl kullanılacağının ya da kullanılması gerektiğinin farkında olunmasını ifade etmektedir. Bu yönüyle bilinç, gerçekte, insan zihnini bilgisayar denilen makineden ayıran temel özelliklerin başında gelmektedir.

Gerçekten de şu soru önemli bir sorudur ve üzerinde düşünülmelidir: “Bilgi, kendi başına dertlere ve sıkıntılara çare olabilir mi? Bilginin bir yerde depolanıyor olması, ondan etkin şekilde yararlanıldığı anlamına gelmekte midir?” Bu sorulara verilecek cevap kısaca “Hayır” şeklinde olmaktadır. Eğer “Evet” diyebilseydik, insanların sorunlarının kalmaması gerekirdir. Ama maalesef bilgi arttıkça ona paralel sorunlar ın da arttığı gözlenmektedir. O halde sorun ya da eksik kalınan yer neresidir?

Bilindiği üzere bilgisayarlar, milyarlarca sayfalık bilgiyi, herhangi bir kısmını unutmadan yıllar sonrasında aynıyla hatırlama gücüne sahip makinelerdir. Ancak onların yapamadığı, haznesinde (hafızasında/hard diskinde) taşıdığı bilgilerin önem ya da önemsizliğine ilişkin bir ayrım yapamaması; yorum ve muhakeme yoluyla çıkarım ve tahminlerde bulunamamasıdır.

Daha önemlisi, asırlardır bilgi aktarımının en temel aracı olan eğitim, bu yeni durum karşısında nasıl bir işlev yüklenmeli; ortaya çıkan sorunlara nasıl bir çözüm yolu üretmelidir? Başka bir ifade ile bu yeni durumda eğitim kurum ve kuruluşları ile eğitim olgusunun işlevi ne olmalıdır?

O halde, insanı bilgi sahibi olmanın ve onu istenileni hatırlamanın ötesine taşınması; sahibi olduğu bilgiyi önem yönüyle sıralayabilme, ayrım yapabilme, yorum ve çıkarımlarda bulu36


nabilme gibi yeteneklerini kullanabilen bireyler haline getirilmesi gerekmektedir. Bunun diğer bir ismi, bilinç sahibi haline getirmektir. Bildiğinin ötesinde bilgisinin farkında olan, bildiğinin ne işe yaradığını ya da yarayacağını vb. fark eden bir kişi haline dönüştürmek gereklidir. Bireyin bilinç sahibi olması ya da bilincinin işlevsel olması, eğitimle mümkündür. Bu nedenle bilinç eğitimi, eğitim faaliyetlerinin önemli içerik alanlarından birini oluşturmalıdır.

Burada önemli sorun, “bilinç eğitimi” kavramının kapsamının ne olduğu ve bilincin nasıl eğitileceğidir. Bu iki anahtar sorunun biri, eğitimin içeriği, diğeri ise yöntemi ile ilgilidir. Kapsam ya da içerik bağlamında “bilinç eğitimi”, bilginin ezberlenmesinin ötesinde anlaşılmasını, kavranılmasını, beyinde işlenecek veri halinde kodlanmasını, başka bilgi birimleri ve gerçekliklerle olan ilişkilerinin fark edilmesini kapsamaktadır.

Bilginin çok farklı alan ya da mekânlarda korunabildiği düşünülürse, bilgiyi hatırlamanın ötesinde bu bilgiyi kullanabilme yönünün daha önemli olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Belki bilgisayar, internet, kitap vb. teknolojilerin henüz bilinmediği ya da geliştirilmediği, bu nedenle de bilgiyi kayıt altında muhafaza etmenin zor olduğu dönemlerde bilginin hafızada tutulması önemliydi denilebilir. Ama bugün bilginin kayıt altında tutulmak konusunda zorlukların yaşandığı dönemlerde bu önem yerini, bilgi taşımanın ötesinde bilginin işlevsel olarak kullanılabilmesine yerini bırakmıştır.

İnsan beyni; bilgiyi hafızaya almanın ötesinde bu bilginin yapısı, diğer bilgilerle ilişkisi, onlarla arasındaki öncelik sonralık bağları, günlük yaşamda neye karşılık geldiği ve nereerde kullanılabileceği gibi konularda bir farkındalık oluşturmak üzere kullanılır halde olmalıdır.

Bu ifadeden bilginin önemsiz olduğu, gerek kalmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Öncelikle bilginin, bilincin ön şartı ve gerekliliği olduğu unutulmamalıdır. Bilgi olmadığı sürece kullanılacak bir şey de olmayacağından bilincin de bir anlamının olmayacağının altı çizilmelidir. Ancak bilginin bir amaç değil, yalnızca bir araç olduğu, amaca ulaşmak için yalnızca bilgi sahibi olmanın yeterli olmayacağı tekkrar belirtilmelidir. Bu çerçevede, bilginin ötesine taşılarak bilinçle bu bilginin yeni bilgiler üreten ve kullanıldığında işleri kolaylaştıran bir hal almasının gerekliği vurgulanmaktadır.

• Diğer bilgilerle ve hayatın gerçekleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu,

Bu çerçevede beyin, bildiği bilgiyi; •

Neyi bildiği

Nasıl bildiği ya da bilir olduğu,

Niçin bildiği ya da bilir olduğu,

• Bilmediklerinden ya da hatırlayamadıklarından bu bilgilerin farkının ne olduğu,

• Bu bilgilerin hayatın hangi alanlarında ve nasıl kullanılacağı ya da kullanılması gerektiği, • Yaşamına bu bilgilerin nasıl katkı sunduğu,

• Duygu ve becerilerle bu bilgilerin nasıl bir ilişki içerisinde olduğu gibi daha birçok bilgi, hafızaya alınan bilgi ile birlikte alınması gereken ek ve yardımcı bilgi ve anlayışlardır. Bu nedenle eğitim çalışmalarında bazı bilgiler öğretilirken bu bilgilerin yanı sıra ve onu anlamlı kılacak bu sorular çerçevesinde beyni işlevsel hale getirmek yolu ile eğitim yapma çalışmaları, eğitsel faaliyetlerin içeriği olarak değerlendirilmelidir. Bilgiler bu sorular eşliğinde tartışma ve irdeleme yoluyla kavratılmaya çalışılmalı, kesinlikle ve kesinlikle ezberlenmesi ile yetinilmemelidir.

Tarih bilgisi yerine tarih bilinci, sanat bilgisi yerine sanat bilinci, sorumluluk bilgisi yerine sorumluluk bilinci gibi daha birçok bilgi türü, bilinç kavramı ile birlikte farklı bir muhteva kazanmaktadır. Tarih bilgisine sahip olan ve sahip olduğu bu bilgiyi istediğinde hatırlayabilen kişi ile bu bilgisini geleceğine ışık tutma anlamında ondan faydalanabilen kişinin zihinsel kapasitesini kullanma yönüyle aynı olduğu söylenemez. Sanat, din, ahlak, sorumluluk vb. bilgileri ile bilinci sahipleri arasındaki fark gibi bu örnekler çoğaltılabilir.

• Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere selam ve dua ile… 37

TEMMUZ 2015 / 324

• Bu bilgilerin işlevselleşmesi için farklı hangi bilgilere de ihtiyacının olduğu,


İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net

KUL HAKKI VE ADALET

M

illetlerin uzun müddet ayakta kalabilmesi, o toplumda adaletin işleyişine bağlıdır. Hak ve hukuka gereken önemin verilmesine bağlıdır. Toplumdaki bozulmalara göz yumulursa, değerler göz ardı edilirse, orada çürümeler başlar ve adaletle hükmedilmezse kısa bir süre sonra o toplum bulunduğu coğrafyadan silinir gider.

vakfederler.

Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri (ö.101/720), devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.

-Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.

Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki: -Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin. -Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem. -Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.

Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi: -Ben kalkıp iş yaparken de Ömer’dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer’im. İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm âleminde adaleti hâkim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer (r.a.) gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.

Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi: -Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu: -Ey mü’minlerin başkanı! Rasulullah aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi:

Saadet Asrında yaşamış bu güzide insanların hangisine bakarsak aynı ölçüleri görürüz. İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer (r.a)’i anlatmaya hiç lüzum yok sanırım. Çünkü onu, bırakın Müslümanları, Müslüman olmayanlardan dahi tanımayan çok azdır. Onun adaleti dillere destan olmuş, adaleti batılı okullarda dahi ders kitabı olarak okutulmuştur.

-Evet ama Rasulullah –aleyhisselatü vesselam-’a verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur. Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:

Bir Yahudi ile Hz. Ali arasında bir anlaşmazlık vuku bulmuştu. Meselenin halli için zama-

-Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine 38


sizlik yapan mutlaka bunun bedelini öder. İyilik ve doğruluktan ayrılmayan da bunun karşılığını mutlaka görecektir. Zaten Rabbimiz de Rahman suresinde, “İyilikten iyilik doğar.” demiyor mu ?

nın halifesi Hz. Ebu Bekir (r.a)’in huzuruna çıktılar. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Yahudi’ye ismi ile hitap ederek yerini gösterdikten sonra Hz. Ali’ye: “Buyurun ya Eba Hasan” diye hitap ederek yahudinin yanında yer gösterdi. Bunun üzerine Hz. Ali’nin yüzünde üzüntü ve hiddet işareti belirmeye başlayınca, Hz. Ebu Bekir, Yahudi’nin yanına geç dediğim için mi üzüldün, diye sordu. Hz. Ali:

Adalet mefhumunun önemine binaen Sultan Süleyman da: “ Halkın dergahına yüzün urunca, Süleyman’dan alır hakkın karınca.” demiş-

“Hayır! Bilakis Yahudi’nin yanına geç dediğin için değil, ona ismiyle hitap ettiğin halde bana en çok hoşuma giden künyem olan Ebu Hasan ismimle hitap etmeniz bana iltimas gibi geldi de ondan üzüldüm.” der.

tir. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Bu Adl-i İlâhi’nin değişmez kanunudur. Er veya geç, bu dünyada veya ahirette Allah’ın adaleti mutlaka gerçekleşecektir. İlmin kapısı olan, Allah Rasûlünün damadı olma şerefine nail olan Hz. Ali (k.v) bakınız şu veciz sözleriyle bu hususu ne güzel ifade ediyor:

Bu manzarayı gören Yahudi, İslam’ın inceliği karşısında Müslüman olur. Batılı Victor Hugo’nun: “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” sözü ne kadar manidardır.

“Müslüman olsun olmasın herkese eşit davranın. Müslümanlar kardeşiniz, Müslüman olmayanlar ise sizin gibi birer insandır.”

Adalet ve insan haklarına saygı İslam’ın değişmez prensiplerindendir. Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:

1789 Fransız İhtilalinin fikri temellerini hazırlayanlardan biri olan filozof Lafayet, meşhur “İnsan Hakları Beyannamesi” yayınlanmadan, bütün hukuk sistemlerini tetkik etmiş ve İslam Hukukunun üstünlüğünü görerek şöyle haykırmıştır:

“Adaletli davranın. Şüphesiz Allah, adil davrananları sever (Hucûrat,9) Hz. Muhammed –aleyhisselatü vesselam- 632 yılında yüz binden fazla Müslüman’a irat ettiği tarihi Veda Hutbesi’nde; bütün insanların eşit olduğunu, can, mal ve namuslarının kutsal olup her türlü tecavüzden korunduğunu cihana ilan etmiştir. Bunlar, insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman, başkalarının hakkına saygı göstermek ve insanlara zarar verecek davranışlardan sakınmak mecburiyetindedir. Ancak, bu yeterli değildir. Kişinin olgun bir Müslüman olabilmesi, kendisi için sevip arzu ettiği şeyleri başkaları için de arzu etmesine bağlıdır.

“Ey Muhammed! Senin adaleti gerçekleştirmek hususunda ulaştığın seviyeyi bir daha hiç kimse gösteremedi!..” Enes İbni Malik radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Şeyhülislam Yahya bir beytinde, halkı, insanları rencide eden, onlara adaletsizlik yapan kişiler hakkında o kadar güzel söylüyor ki, burada zikretmeden geçmek doğru olmayacak:

Bütün konunun özeti burada yatıyor. Yani nefsini başkalarına tercih etmekte. Kişi, kardeşlerinin sevgisini gönlüne yerleştirmedikten sonra olgunluğundan, kâmil Müslüman olduğundan söz edilemez. Gerçek ölçü şudur: en çok istediği ve arzuladığı şeyi kardeşine verebiliyor mu? Eğer bunu yapabiliyorsa o insan, adaleti gözeten insandır.

“Halkı rencide eden âlemde, kendi rencide olur son demde!” Hakka ve hakkaniyete yaşantımızda gereken önemi vermeliyiz ki, ömrümüzün sonunda kendimiz adaletsizliğe maruz kalmayalım. Adalet39

TEMMUZ 2015 / 324

“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki kul, kendisi için sevip istediğini, din kardeşi için de sevip istemedikçe tam iman etmiş sayılmaz.”


LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

Şapkası Sembol Sembolü Şapka Adam “Süleyman kuş dili bilir dediler, Süleyman var Süleyman’dan içerû.” (Yunus Emre)

B

u Süleyman, bizim Yunus’un bahsettiği, “kuş dili” bilen Süleyman değil!..

ne has üslubu ve demagojiyle muhataplarına kök söktüren Süleyman var!.. “Elinde Kur’an, göğsünde iman, geliyor nurlu Süleyman!” anonslarıyla miting meydanlarında Kur’an öpüp, sonrada üzerine şapkasını koyan Süleyman var!..

Bu Süleyman; sembolü şapka, şapkası sembol olan, Süleyman!.. Bu Süleyman; 91 yıllık ömrünün 50 yılını siyasette geçirmiş, ülkeye iyi-kötü hizmet etmiş, ardında acı tatlı hatıralar bırakmış Süleyman!..

Bu Süleyman; iktidarda iken, bir takım müdahale ve darbelere maruz kalmış, zamana ve zemine göre gayet güzel konuşan, hafızası kuvvetli, zeki, ikna kabiliyeti yüksek, nabzın atışına göre vereceği şerbetin dozunu gayet iyi ayarlar!..

Bu Süleyman’ın içinde, o sembol şapkanın altında, başka Süleyman’lar da vardır!.. “Morrison Süleyman” var!..

Başbakan Demirel Süleyman’ın bütün yaptıklarını, 9.ncu Cumhurbaşkanı Demirel Süleyman tamamen yıktı…

“Mason Süleyman” var!.. “Nurlu Süleyman” var!..

Siyaset hayatında, halk tarafından kolay kolay unutulmayacak ilginç sözler bıraktı.. İşte, patenti Demirel’e ait o ilginç sözlerden birkaç tanesi.. Yorumu size ait..

“Çoban Sülü” var!.. “Baba Süleyman” var!.. Bu isimleri, bu Süleyman’a bu halk verdi. Muhalefette iken, sihirli şapkasıyla meydanları dolduran ve meydanlara hakim, kendi-

• 40

“Demokraside çâreler tükenmez.”


“Bana sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz.” “Vaa mı bunun başka izah taazı.”

“GAP’ı kimseye gap diye gaptırmam.”

“Memlekette benzin vaadı da biz mi

(1978 de CHP’nin, hızlandırılmış eğitimle 40 günde doğru dürüst Türkçe bilmeyenleri öğretmen yapması üzerine:) •

içtik?”

rak:)

“Mizah bir yumruktur, ne zaman kime değeceği belli olmaz.” •

Binaenaleyh, Türkiye’nin altı çürüktür. Türkiye’nin altı çürüktür diye, bırakıp gidecek değiliz. Bununla yaşamasını öğreneceğiz.”

• “Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh Ege bir göl de değildir.”

(1960’lı yıllar… Kıbrıs meselesi nedeniyle, İngiltere ile Türkiye’nin arası kötü. Tam da bu sırada Demirel İngiltere’ye ziyarete gidiyor. Dönüşte gazetecilerin; Efendim, neden İngiliz Dış İlişkiler Bakanı’nın elini sıktınız? Sorusuna verdiği cevap:)

“Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz.” •

Güniz sokakta Nazmiye ile tavuk mu besleyeceğiz.” (İlksan skandalı için:)

“Verdimse ben verdim.”

re:)

(17 Ağustos 1999 depremiyle ilgili ola-

“Açım diyene geber diyemezsiniz.”

“Kırk günde kabak yetişmez.”

“Neresini sıkacaktım kardeşim?”

(CHP’nin plânlı kalkınma önerisine verdiği cevap:)

(Çaya yapılan zammı soran muhabi-

• 41

“Bize plân değil, pilav lazım.”

TEMMUZ 2015 / 324

“Çaya yapılan zam değildir. Kalite ayarlamasıdır. Çayın kalitesi yükseltildi.”


“Sizden ödünç oy istiyorum, ödünç ooy.. Kendim için istiyorsam nâmerdim.”

larımızdı. Korkut Özal gelmişti. Akşam bir kardeşin evindeki özel bir sohbette şöyle bir hâtırasını anlattı:

“Memleket meselesi bir parkta oturarak halledilseydi, çok büyük bir park yaptırır, hep beraber içinde otururduk.”

(Bir Kayseri mitingi sonrası:)

“Kayseri’liler benden daha da uya-

“-Süleyman Demirel Başbakan oldu… Yaptığı ilk icraat, Orta Doğu Teknik Üniversitesine, Kemal Kürdaş isminde birini Rektör olarak atamak oldu.. Atadığı bu rektörün ilk icraatı da, Üniversite de ‘Nazım Hikmet’ köşesini kurmak oldu…

nık.” •

“Köprülerin altından daha çok su akar. Dünyanın sonu değil.”

Gün geçtikçe Sol düşünce ODTÜ’de hareketlenmeye başladı… Bir gün randevu alıp Sayın Demirel’i ziyarete gittim.. Dedim ki:

“Binaenaleyh, öküzün altında buzağı aramanın manâsı yoktur.”

-“Sayın Başbakanım; ODTÜ’nün geleceğini iyi görmüyorum… Sol ve Marksist hareketler kıpırdanmaya başladı… ODTÜ elden gidiyor, acilen tedbir almamız gerekir.”

“Ecevit’e dört kaz teslim etsen, akşama üçünü kaybedip gelir.” •

“Aksini diyenin alnını garışlarım.”

Bunun üzerine Sayın Demirel, oturduğu koltuğunda şöyle geriye doğru yaslanarak, biraz da tebessümle bana dedi ki;

“Genelevleri kapatalım da millet bizi mi şey yapsın.” •

“Meseleyi mesele olmaktan çıkarırsan, ortada mesele kalmaz.”

-“ Korkut Korkut… Benim bu memlekette her zaman için 5 milyon oyum var!... Bir Orta Doğu elden gitmiş olsa, ne olur yani?”!..

(Başbakanken bir televizyon programında kendisine ; “Sizi o bulunduğunuz yerden 6 defa indirdiler, hâlâ orada nasıl duruyorsunuz?’ diye soran gazeteciye verdiği cevap:) •

Tabi böyle bir cevap beklemiyordum, çok üzüldüm. Ayağa kalktım ve: -“Sayın Başbakan; Sana bugün bu 5 milyon oyu veren vatandaşların çocuklarını, yârın karşında bulacaksın.” dedim ve çıktım…

“Ben altı kere gittiysem, 7 kere gel-

dim.” En meşhur iki sözü: •

Sayın Demirel hayatında bütün Kemalleri sevdi, korudu ve kolladı!..

“Dün dündür.. Bugün bugündür.”

Evet..Yarından hiç bahsetmedi.. Hâlbuki Cenab-ı Hak; ahiret hayatından “yârın” diye bahsediyor ve soruyor: “Yârın için ne hazırladın Eyy İnsan?” •

Kemal Kürdaş’la kalmadı… İki dönem YÖK Başkanlığına getirdiği pürüzlü Kemal Gürüz, İTÜ’de ikna odaları kurduran rektör Kemal Alemdaroğlu, yürüyen merdivene ters binen Kemal Kılıçdaroğlu…

“Yürümekle Yollar Aşınmaz.”

Kılıçdaroğlu; İslamköy’e cenaze için gelirken Gönen kavşağında yolu şaşırdığı gibi, cenaze namazında da kıble’yi tutturamadı.. Yönü, kıble yerine imama dönüktü…

Yolların aşınıp aşınmadığını yolcuya ve yollara sormak lâzım.. Oysa açtığı o yollarda yürüyen yolcuların, aşınmadık mukaddes hiç bir değeri kalmadı!..

Evet, ODTÜ o günden bu yana sancılıdır. Hep merak etmişimdir, sahi Ortadoğu ne demek?

1980 öncesi, Nevşehir’de memuriyet yıl42


Niçin orta kuzey, orta güney, orta batı yokta, Ortadoğu var?!...

adamı yetiştirmek değildir. Dini bilen Türk vatandaşı yetiştirmektir. Dini bilen Türk vatandaşı doktor, mühendis, hakim olsa,daha iyi değil mi?” diyen Demirel, nereye gitti?..

Ortadoğu dedikleri yerin, kıyısı nerelerdir?!..

9’ncu Cumhurbaşkanı olup da, 9’ncu senfoniyi dinlerken, ayağa kalkıp; ‘İşte çağdaş Türkiye buu.’ diyen Demirel’i kaç kişi tanıdı?..

Ortadoğu adını kim, neye göre, ne zaman koymuş?!.. sahi

ne

‘Okumak isteyip de başını açmayan Arabistan’a gitsin’ sözü inançlı yürekleri ne kadar da incitti..

Cevabını bulamadığımız sorular yoruyor bizi!..

28 Şubat Darbesinde, Demokrasiye ‘balans ayarını’ darbecilerle birlikte yaptı…

Demirel bir misyon adamıydı, misyonunu tamamladı ve gitti..

Millet ile kurduğu gönül köprülerini kendisi yıktı…

Dedik ya Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Demirel’e düşman oldu…

Yıktığı köprülerin yerine Çin seddine benzer duvarları kendisi ördü…

Başbakanken Köprü Dergisine verdiği bir röportajda diyordu ki:

İyi bir senaryo yazarıydı… İyi bir rejisördü…

“Anadolu kadınının yüzde sekseninin başı örtülüdür, yazmalıdır, yaşmaklıdır. İşte benim anam. Yazmayı yaşmağı çıkarabilir misiniz ondan. Lüzum var mı, hacet var mı? Pekâlâ güzel kıyafettir o… Hiç kimse ondan rahatsız olmaz. ‘Çağdaş kıyafete uymuyor’ da demez.”

6 defa gitti, 7 defa geldi… Şimdi 7’nci sefer gitti, bir daha da gelmeyecek… Çünkü öldü… Türk Bayrağına sarılı tabutunun içinde kendisi, üzerinde o sembol şapkası vardı..

“Başörtüsü için ‘Kıyafet Kanununa aykırı’ diyorlar.. O zaman Kıyafet Kanununu düzeltsinler. Kıyafet Kanunu gökten mi indi ki?. Mesele kanunsa değiştiririz.. Kıyafetin kanunla tanziminin zamanı geçmedi mi?..”

İkisinin cenaze namazını Diyanet İşleri eski Başkanı M.Nuri Yılmaz kıldırdı. Cenaze törenine katıldım… Anıtkabirden sonraki ikinci anıt mezar olacak!.. 58 bin metrekarelik bir alana sahip İslamköy Çalca tepedeki kabrine defnedildi 20 Haziran Cumartesi günü…

“Kadının başını zorla açamazsınız. Bunu kimse yapamaz. ‘isteyen açsın, isteyen kapatsın’ dediğiniz zaman mesele biter.” Peki, Milletvekili seçilip başörtüsüyle yemin etmek isteyen Merve Kavakçı Hanımı; Zahmetli Ecevit:

Yani “ Dünya Babalar Günü”nden bir gün önce!.. Ertesi gün, yetim kalan evlatları, ellerlinde top top çiçeklerle, çelenklerle Çalca tepedeki mezarına “Babalar Günü”nü kutlamaya gittiler…

“Burası Devlete meydan okuyacak yer değildir.” diye höykürerek meclisten attırırken, Merve Hanımı, ‘Ajanlıkla, provakatörlükle’ itham eden Demirel, hangi Demirel’di?..

Allah; isteyenlere öyle BABA,

Başbakan iken, İmam-hatip liseleri ile ilgili:

Öyle babaya da böyle hayırlı evlatlar nasip etsin..

“İmam-hatip okullarının gayesi sadece din 43

TEMMUZ 2015 / 324

Türkiye’yi 7 idari bölgeye zaman,niye bölmüşler?!..


SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

Çınarları Ziyaret

R

amazan ve iyilik. Diyanetin ilişkilendirmesi harika olmuş. İyilik duygularının zirve yaptığı bir ay. Kötü davranışa “Ben oruçluyum.” tavsiyesi de bunun göstergesi. Günlerin uzaması ve sıcaklar çalışanlar hele uzun müddet ve omuz emeği ile çalışanlar açısından oruç tutmanın zorlaştığı, değerininse kat kat arttığı bir gerçektir. Ama iyilik yapmayı da kolaylaştırdığı da unutulmamalıdır.

demiş atalar. Verenin konumuna işaretle. Verme arzusunun önemini vurgulayan bu söz Nebi-i zişanda sıkça görülür. Mesela “zihar” ayeti ile ilgili cezayı az bir hurmaya kadar indirir. Yani vermenin gerekliliğini vurgular. Ondandır ki sadakayı “Mü’min kardeşine tebessüm et.” diyerek tebessüm vermeye kadar indirir. Yani ve yani “iyilik yap”. Bir engelliyi arabasına alıp istediği yere götüren kadar onu karşıdan karşıya geçiren de bir iyilik yapmıştır.

Geleneğimizde var olan bir hususu da hatırlatalım: Tenbihler. Osmanlıdan beri devam eden dini ve ahlaki hatırlatmalar tenbih olarak bilinir. Mahyalarda onun dışında her yer ve mekânda hadis, ayet veya uyarıcı sözler sözlü ya da yazılı olarak hatırlatmalar yapılırdı.

“İyilik et kele, övünsün (varsın söylesin) ele.” İyilik yapılan kişinin niteliği önemli değildir. Sen görevini yap iyilik et. “İyilik et denize at, balık bilmezse hâlık bilir.” İyilik yapılan kişinin teşekkür etmesi iki taraf için de bir teşviktir mutluluktur. Ama karşılık vermiyorsa beklememek gerekir. Hele hele minnet ettirme, bekleme şeklinde olursa olmaz. “Kaşıkla verip sapıyla göz çıkarmak” denir buna. Karşılık beklediniz ama olmadı o zaman diğer atasözü devreye girer. “Halık bilir” diyeceksiniz.

Çünkü bu ayın manevi havası insanlara yansıyor. İnsanlardan da topluma yansıyor. Böyle olunca da karşılıklı hoş hareketler ortaya çıkıyor. Berberde tıraş olurken biri geldi ve berbere “Münasip yerlere ver.” diyerek kâğıtlar verdi ve gitti. Berber, “Bunlar hediye çeki. Her ramazan böyle yapar.” dedi. Berber de iyiliğe vesile oluyor durduk yerde. Zaten vakıflar da bunu yapmıyor mu hep. Mesela Enderun Eğitim vakfı 100’den fazla öğrencinin bursuna aracılık ederek sevap almıyor mu? Hayır köprüsü bir vakıf. Bir geçede muhtaçlar diğer geçede varlıklı vermek isteyenler. Vakıf da köprü.

Yeri gelmişken bir hususu da belirtelim. Zekât fakirin zenginin üzerindeki alacağıdır. Zenginin fakire borcudur zekât. Bu sebeple zekât verilen kişiden hiç bir karşılık beklenmez. Allah’a karşı bir farz yerine getirilmiş olur. Bunun için zekât veren kişi zekât verdiğini söyler. Hatta bu teşvik sebebi olur denilerek tavsiye bile edilebilir.

İyiliğin ölçüsü yoktur. Önemli olan kişinin niyetidir. “Az veren candan, çok veren maldan”

“Ne verirsen elinle, o gider seninle.” Gerisi burada kalır. 44


öpün, hayır dualarını alın. Onları sadece dinleyin, itiraz etmeden anlattırın. Onlar çok mutlu olacaklardır. Onlar size çok şey katacaklardır. Bu ramazanın en büyük iyiliklerinde bir bu olsun inşallah.

“İyilik yap iyilik bul.” “Ne ekersen onu biçersin.” İnsanlar iyiliklerine kötü karşılık gelince bunu imtihan vesilesi saymalı, sabretmelidir. Çünkü “İyiliğe iyilik her kişinin karı, kötülüğe iyilik er kişinin karı.” Ee, er olmak da kolay değil.

Kişisel ziyaretine gittiğim bir çınar: Hacı Abdullah Amca. 1980 öncesi duvarlara tek başına parti afişi yapıştırıyor. Zaman gece yarısını geçmiş. Yanına kurtarılmış ilçenin gençleri geliyor. “Amca ne yapıyorsun?” İşine devam ederek “evet” der. Gençler Abdullah amcalarını tanıyorlar ve elinden afişleri alıp yapıştırmasına yardım ediyorlar. Kendi düşüncelerine aykırı bu afişleri yapıştırırken Abdullah amcalarına duydukları saygı ve hayranlığı da ifade ederler. Abdullah Amca doksana yaklaştı ama hala mücahit. Ziyaret edilmez mi?

Bu ramazan çınarları ihmal etmeyelim. Müslümanın sosyal hayatında değişik formüllerin olması iyi olur. Bunların açılımı da sosyal hayatımızı düzenler. Yıllar önce kaymakamım olan şimdi bir ilimizde vali olan değerli insanın vurguladığı formüllerden birisi 3Z idi. Açılımı ziyaret, ziyafet, zerafet şeklindeydi. Konuyla ilgili olan ziyareti ele alalım. Hadisi şeriflerde geçen “sila-yı rahm” den hareketle ziyaretin önemi daha iyi anlaşılıyor. Akraba, aile dostları, komşu, muhacirler, garip kimsesiz insanları ziyaret eden ve bizi buna teşvik eden bir Nebi’nin ümmetiyiz. Bu ramazanda ziyafeti küçük hediyelere dönüştürerek ziyaretler yapalım. O insanların hayır dualarını alalım.

Kalın sağlıcakla.

İnsan Ve Oruç

Özellikle de çınarları arayıp bulup ziyaret edelim. Hatta hayır vakıf ve dernekleri bunu kurumsal anlamda yaparlarsa daha iyi olur. Etrafımızda Allah yolunun erleri olarak devam belli yaşın üzerinde olan insanları küçük hediyelerle ziyaret edelim. Yine Mesela 1980 öncesinin zor dönemlerinde her İslami çalışmaya katılmış, eylemlere destek vermiş, bilhassa siyasi çalışmaları bulundukları mahalde, beldede tek başına yürütmüş muhteremler vardır. Onlar toplumun tüm dışlamasına “hû hûcu, selametçi, Humeynici, nurcu, tarikatçı, gerici yobaz” gibi aşağılama ve alay maksatlı kullanımlara aldırmadan yollarına devam ettiler. İslam davasını ayakta tuttular bugüne getirdiler. Etrafınıza bakın bunları göreceksiniz. Onların değişmez niteliklerine, öfkelerine, sitemlerine aldırmadan ziyaretine gidin ve ellerinden

Cins şaire mahsus yiyecekler. Deniz yosunları mavilik medüzaları tarzında, Oruca, gök şahidi oruca mahsus besinler, Yükseltilen dualar, derinleşen secdeler, Kur’an sesiyle aydınlanan ikindiler, Allah adıyla diriltilen geceler. Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz. 45

TEMMUZ 2015 / 324

Oruç, ruhun sesi gelir her yıl Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize Vücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibi Yapılır örtülür uçurumları yakan dualardan Ten ruhun avuçlarının içinde Hilkat günlerinin yeniden oluşun terlerini döker İnsan gecesini değiştirir gündüzüne erer…


İMBİK Nuri Ercan nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

Mütrefler Türetmek

Z

ihinlerimizdeki sabitelerin yavaş yavaş yerlerinden kaymaya başladığı son dönemlerde, Kur’an’ın kavramlarını ya unutur olduk veya ifade ettikleri anlamları zihnimizden kovmaya yeltenir hale geldik. Olan biteni, Kurânî kavramlarla ilişkisini düşünmeden algılamaya çabalıyoruz. Tabi ki sonuç anlayamamak oluyor. Bu bağlamda toplum katmanlarını, özellikle şirk toplumunun yapısını ifade eden ve her nedense gündemimizde olmayan birçok kavramdan ikisi de ‘Mele’ ve ‘Mütref’ kavramlarıdır. İctimai değişimlerin ana muharrikleri konumunda bulunan öncü kişiliklerin hususiyetlerini anlatan bu kavramlardan sadece ‘mütref’ kavramının izdüşümlerini beraberce anlamaya gayret edeceğiz.

İsra Sûresi’nin 16. âyetinde bu vurgu apaçık ortadadır. Ayette ifade edilmekte olan hakikat, düzgün ve huzurlu toplumların nimet sebebi ile şımarmış kişilikler tarafından kötüye doğru bir dönüşüme zorlanabilecekleri gerçeğidir. Bu gerçeğin açılımı ise, sosyal değişimlerin anlık olmaması, tersine büyük oranda öncüler (liderler, zenginler, sanatçılar veya bir vesile ile toplumun önünde olanlar, yani mütrefler) tarafından gerçekleştirilmesidir. Değişimler tabandan değil, genellikle tavandan başlatılır. Bozulma ya da iyiye doğru değişim büyük oranda zayıf ve yoksul insanların start vereceği bir vakıa değildir. Tanzimat’tan bu yana, bu millet değişim uzmanı olmuştur. Bu değişimlerin kahır ekseriyeti yönetim üst kademesi ve mütref diyebileceğimiz varlıklı kişiler vasıtası ile filiyata geçirilmiştir. Dahası, yakın tarihimizin son değişim tecrübesi ile yöneticilerin hangi devrimleri, hangi kanunları bir gecede uygulamaya koymak için düğmeye bastıklarını en iyi biz biliriz. Lakin her bir şeyin bir alt yapısı olmak durumundadır. İşte mütref kavramının belirttiği kimi özellikler bu alt yapıyı oluşturma gücüne de sahiptir.

Mütraf kelimesinin Kur’an’ın arz ettiği önemli kavramlardan birisi olduğu konusu izahtan varestedir. Kavramın, çizgilerini belirlediği kişilikler bakımından toplumumuz son zamanlarda oldukça bariz örnekler üretmeye başlamıştır. Kur’an’ın bu kelime ile eleştirdiği çevreler (daha ziyade şirk toplulukları) dışında yeni yeni muhatapların türemesi nedeni ile bu kelime üzerinde durmamız kaçınılmazdır. Kaynaklardaki belirtilenleri dikkate aldığımızda diyebiliriz ki, mütref kelimesinin oldukça zengin bir muhtevası vardır. Tarifinden yola çıkarak kavramın işaret ettiği kişilikleri zihnimizde tasavvur etmeye çabalarsak, nimet ve zenginlik nedeni ile şımarıp, şehvetlerine dalmış, zorba ve her istediğini yapmak için gözünü karartmış; üstelik aslında hiç bir kutsalı olmayan tiplerin, suretleri canlanacaktır.

Kavramın tanımında öne çıkan temel özelliklerden olan, nimetler nedeni ile şımarma, azma ve şehvetlerin artması, tam da günümüzde belirmeye başlayan sosyo-psikolojik hastalıklar arasındadır. Mütref kavramı, bir iskelete benzetilirse, nimetler nedeni ile şımarma ve azgınlığın ana gövdenin büyük bir kısmını yansıtmakta olduğu anlaşılacaktır. Mütref olmakla tavsif edilen insanlar ellerindeki değiştirebilme ve yönetme erkini sermaye ve kendilerini diğerlerinden üstün kılacak diğer

Bu kavram toplumsal değişmelere neden olan kişiliklerin kimi özelliklerini de yansıtmaktadır. 46


güçlerden alırlar. Özellikle servet, mütrefin en önemli gücü konumundadır, hatta olmazsa olmazıdır. Ancak servet sadece insan kümelerini değiştirmeye yarayan masum bir güç değildir.

rağmen “illa odunum yaş” dercesine hayatımızı paranın esiri kişiler olarak devam ettirme arzumuz oldukça yüksek boyutlara ulaşmıştır. Aza kanaat etme çoğa şükretme alışkanlığımız raflara kaldırılmış gibidir. Aşırı bir doyumsuzluğun pençesinde inleyerek mütrefler arasına katılma tehlikesinin farkında olamıyoruz. Çünkü dünya nimetlerine yeni yeni aşina olmakta olan bir kitle konumundayız. Nimetlere geçişimiz yoksulluklar nedeni ile ezik yaşadığımız, ya da öyle nitelendirildiğimiz bir süreçten sonra gerçekleştiği için nimetleri elde etme dönemine yeni başlamışız duygusunu üzerimizden atamıyoruz. Zevklere ve lezzetlere açlığımız bir türlü son bulmuyor. Bu sebeple her daim maddi vesilelere sarılmayı tek çare görüyoruz.

Aşırı ölçülerde nimet sahibi olanlar, refahın verdiği gevşeklik ve Ahiret’i unutmanın sonucu her türlü ahlâksızlığı işlemeğe başlar; Seyyid Kutub’un deyişi ile söyleyecek olursak, “Taşkın bir servet vücuddaki fazla enerji gibidir; onu bir yere kanalize etmek kaçınılmazdır. Bu servet bazen kalbi fesada uğratan, bedeni yok eden bir lüks halini, bazen de şehvetler halini alır. Büyük servet sahibini taşan servetini harcayacak yer aramaktan başka bir şey ilgilendirmez..” Bu tasarrufların arasında servetin değiştirme ve kendine benzetme gibi etkinlikler için kullanılması da belli başlı uygulama konuları arasındadır.

Mütref kelimesinin, günah işlemekte ısrar etmek, ahireti inkâr etmek, yalan söylemek, sapık, fasık gibi anlamlarını bir kenara koymak durumundayız. İslâm’ın hoş görmediği bu vasıfları hiç bir müslüman zaten üzerine almak istemez. Öyleyse, müslümanlarda da görülme sıklığı artmaya başlayan diğer muhtevaya dikkat çekmek zorundayız.

İlim ve âlim geleneğimizin gittikçe zayıflaması sonucunda âlimlerimizin toplumsal baskı oluşturamaması da mütrefler üretmemizin en önemli nedenleri arasındadır. Bu gün din adına yetki kullanan ilim sahiplerinin kahir ekseriyeti toplumun tehlikeli gidişini göremez duruma gelmiştir. Esas vazifeleri olan yönlendirme ve eğitme yerine eften püften meselelerle birbirlerine cevap yetiştirme yarışına girmiş bir haldedirler. Bu durum nimetler sebebi ile farkındalık oluşturmaya çalışan kurumların, zanginlerimizin ve sıradan vatandaşlarımızın önünü açmaktadır. Kurân’ın toplumsal bozulmayı sağlamakta önemli roller biçtiği mütreflerin ortaya çıkmasını sağlayan diğer nedenlerin çoğu da aslında ele aldığımız bu iki (mal yığma-ve ilim-âlim geleneğinin inkıtaya uğraması) sebebine bağlı nedenlerdir.

Bu gerçeği aklımızın bir köşesinde tutarak müslümanlar arasında da mütrefler türemesinin ana nedenlerini ele almaya gayret edelim. Sermaye biriktirme hastalığı mütref tiplerin türemesine neden olan saiklerden ilkidir. Kur’an ve sünnetin dünyaya, mala mülke râm olmayı münker olarak niteleyen muhkem hükümleri olmasına rağmen, son dönemlerde en bariz hastalıklardan biri olan mal birktirme, kapital devşirme huyu mü’minleri de sarıp sarmalamaya başlamıştır. Yüzyıllar boyunca uyarılmamıza, irşad edilmemiz ve en güzel örnekleri yetiştirmemize 47

TEMMUZ 2015 / 324

Maddi hayatımızı başkaları ile mukayese ederken ilahi ve nebevi ölçüleri terkediyoruz. Bunun yerine piyasa değerlerini kıstas ediniyoruz. Kimse kimseyi uyarmıyor. Tersine modern hayatın standartlarını birbirimize hatırlatmayı bir vazife(!) bilyoruz. Gelirlerimiz konuşurken bizden üsttekileri örnek gösterip sızlanıyoruz. Yükselme arzularımıza gem vuramaz bir çaresizlik bizi kuşatıyor. Bütün bu duyguların sonucunda elde ettiğimiz her şey övünme aracına dönüşüyor. Bu da bizi içten içe şımartıyor. Bir yolunu bulup şımarıklığımızı insanlar arasında göstermeyi bir şey zannediyoruz.

Son dönemlerde belki de hiç bir mahfilin ya da kurumun bir projesi olmadan bir takım mütreflerimizin ortaya çıkmaya başladığında şüphe yoktur. Siz bunlara “abdestli kapitalistler” deyin, biz “şımarmış zengin dindarlar” diyelim, sonuç mütrefe gider. Bu da gösteriyor ki insan vahiyden kopmaya başladığında onu yoldan çıkartacak mücessem veya soyut düşmanlara gerek yoktur. Yapısındaki kimi temayüller, iyi olmayana doğru değişmesi için yeter de artar bile.


DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net

Duamız Tüm İnsanlığa Çağrıdır

A

şağıdaki paragrafta hayata Müslümanca bakamayan, dünyadan basit beklentileri olan, yaratılmış ve kul olduğunu kabullenemeyen insanların normal hayat seyirlerine ait bir durum tespiti yapacağız.

tır. Bunu sağlamak için yapılan her çalışma Kuran’da dua olarak nitelendirilmiştir. Farklı anlamlar veya farklı tanımlamalar yapılmış olsa da dua kavramı özünde Allah’a çağrıyı hatırlatan, insana yüklenmiş olan emanetin yapısını anlatan yaklaşımlar barındırır. Fussilet Suresi’nde “Allah’a çağırandan daha güzel sözlü kim vardır.” ilahi fermanı tüm insanlara duanın niteliğini öğretir. Böylece dua bireysel yükümlülükten toplumsal sorumluluğa ulaşan hareket düsturumuz olur.

“İçeriğini anlamlandıramadığı memnuniyetsizlik boşluğuna hızla sürükleniyor. Elinde bulunan hiçbir imkân tatmin duygusunun doyumunu sağlayamıyor. Farlılık gösteren veya yeni üretilen şeyler kısa zaman dilimlerinde eskitiliyor. Geçen zaman da gelecek zaman da hep verimsizlik üzerine bina ediliyor. Hayat hesaplamaların çıkmazında. Süreç böyle ilerlerken bunalımlar bir yönden, iç hesaplaşmalar bir başka yönden insanı kıskaca alıyor. İnsan bu açmazları gündem yaparak hayat yolunda sadece patinaj ediyor.”

İnsanları Allah’a çağırışımız iki şekilde gerçekleşir: •

Birincisi, insanları Allah’ın emrettiklerini yerine getirmeye çağrıdır. Bu ifade çerçevesinde namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerin kulluk bilinciyle anlatılmasının yanı sıra toplumların gündeminden düşen Allah’ın miras taksimi, boşanma sonrası ortaya çıkan sorunların çözümü, borçlanma ve alacaklının yükümlülükleri gibi konuları Allah’ın kulları üzerindeki hakları olarak anlatmaktır.

Bu problemleri yaşamak istemeyenlere bir yol sunulmuş, Rabbimiz tarafından. Yol; Allah Teâlâ’ya, Kuran’a, Rasulullah’a aleyhisselam ve topluma karşı sorumluluklarını göz önünde bulundurarak bir hayat yaşamaktır. Bu algı seviyesinde hayatı yaşamaya çalışanlar için Allah Teâlâ’nın ve peygamberlerin istekleri her şeyin önünde gelmelidir. En güzele ulaşmak da, ruhi bunalımlardan kurtulmak da, tatmin duygusunun doyumu da ancak bu yol ile sağlanır.

• İkincisi, insanları Allah’ın yasakladıklarından uzaklaştırmaya çağrıdır. Bu çerçevede bireysel ve toplumsal hayatı fesada uğratan faiz, zina, kumar, içki gibi kötülüklerin iğrençliğinin yanı sıra alay etme, yalan, büyüklenme, kendini beğenme gibi toplumumuz tarafından önemsenmeyen ancak hesabı çetinleştirecek günahlardan insanları uzaklaştırmaktır.

Kulluğu sadece Allah’a yapacağına söz vererek hayatını devam ettirenler için bu fani dünyadan ayrılıncaya kadar bitmek bilmeyen –tabi ki gücü nispetinde- sorumluluklar ve vazifeler vardır. Dünya’ya halife olabilme potansiyeli ile gelen insan, ömrü boyunca vazifesinin şuurundadır. Onun vazifesi insanları nefislerinin, çıkarlarının, şeytanın… peşinden gitmelerini engellemek ve Allah’a kul olmaya çağırmak-

Hareket prensibimiz insanları boşluktan, aşırılıktan, hayâsızlıktan, serkeşlikten, imansızlıktan, cehaletten, yüzsüzlükten Allah’a yönlendirmektir. Bu yönelişin ne kadar faydalı olduğu ahirette ortaya çıkacak. Bu yönelişi sağlamak için yapılan her türlü faaliyete dua diyoruz. 48


İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...

İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa İlkadım Dergisi yazarlarından Mustafa Yayla’nın kaleminden bu değerli eser, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...

• Dua adabı, tesbih ve zikirler ve bunları okumanın faziletleri • Belirli zamanlarda ve günlük olarak okunacak dualar • Namaz içinde okunacak tesbih ve dualar • Allah’ın güzel isimleri/el-Esmaü’l Hüsna • Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerin dilinden örnek dualar • Kur’an-ı Kerim’de geçen örnek şahsiyetlerin duaları • Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, en çok yapmış olduğu dualardan örnekler • Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87

Okuyun, Okutun, Abone olun...


İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...

İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa Emekli Müftü Bekir Şengün’ün Türkçeye çevirisini yaptığı İMAM NESÂÎ’nin bu değerli eseri, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...

• Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellemgünlük dua ve zikirleri ile bu konudaki tavsiyelerini ihtiva eden İmam Nesâî’nin aynı isimli kitabının muhtasarı bir hadis kitabı. BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87

Okuyun, Okutun, Abone olun...


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.