İlkadım Dergisi Sayı: 318

Page 1

sayı

318 ISSN-1307-6973

7,5

• OCAK 2015

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

BAŞYAZI • Gerçek Fatih Kendini Fethedendir

KAPAK DOSYASI

• Algıların Dini mi, Allah’ın Dini mi? • Yalan Gerçeği, Küfür İmanı Örtüyor: “Dezenformasyon”

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

• Ilımlı İslam Projesinin Ilımlı Müslüman Tarifi • Dünyanın Merkezi Neresidir? • Önce Fobi Derler Sonra Lobisini Yaparlar • Hümanizm’in Ortaya Çıkışı ve Günümüze Yansıması • Batı Sopasının İki Ucu: Marjinallik & Silikleşme


İLKADIM DERGİSİ Üç aylık kadın-aile dergisi BACİYAN ve gençlik dergisi GENÇ ADAM dergisi ilaveli...

İLKADIM DERGİSİNE yıllık sadece 90 TL’ye abone olarak; 12 sayı İLKADIM DERGİSİ’ne, 4 sayı BACİYAN DERGİSİ’ne 4 sayı GENÇ ADAM DERGİSİ’ne ve Kulluk Dilekçemiz DUALAR isimli esere sahip olabilirsiniz.

Abone olmak için ve aboneliğinizi yenilmek için acele edin! ABONELİK ve BİLGİ İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0505 808 35 87-0535 251 41 07

Okuyun, Okutun, Abone olun...


ilkadım

OCAK 2015/318

İLKADIM’DAN/2 BAŞYAZI/Nureddin Soyak Gerçek Fatih Kendini Fethedendir /4

KAPAK Mehmet Akif Çelik- Algıların Dini mi, Allah’ın Dini mi?/6 İbrahim Çiftçi- Yalan Gerçeği Örtüyor, Küfür İmanı Örtüyor: “Dezenformasyon”/10 Murat Kaynar- Ilımlı İslam Projesinin Ilımlı Müslüman Tarifi: Abdestli, Namazlı Ama Demokratik ve Liberal Müslüman!/14

6

Bekir Şahin- Dünyanın Merkezi Neresidir?/16 Hamdi Öz- Önce Fobi Derler Sonra Lobisini Yaparlar /18 Ahmet Belada- Hümanizm’in Ortaya Çıkışı ve Günümüze Yansıması /20 Nurullah Enes Süheyl Belada- Batı Sopasının İki Ucu: Marjinallik & Silikleşme /26 HİZMET ADABI/Nureddin Soyak Sen-Ben Yok, Biz Var /24 KUR’AN İKLİMİ/Selim Armağan Temiz ile Murdar /28

10

HADİS İKLİMİ/Ziya Ökçe Âlimler Olmasaydı İnsanlar Hayvanlar Gibi Olurdu /30 FIKIH/Mehmet Şentürk Kur’an Bizden Ne İster? /32 TASAVVUF/Cemil Usta Keşke Bilmiş Olsalardı /34 KİTAPLIK/M.Selçuk Özdoğan Kur’an-ı Kerim’den Ayetler ve İlmi Gerçekler /35 EĞİTİM/ Doç. Dr. Rüştü Yeşil Eğitimde Hedef Kitle Grupları II “Genç Eğitimi”/36 İHSAN PENCERESİ/Fatih Yılmaz İnsanın Ruhi Yapısı /38

18

LA HAVLE/Abdullah Gülcemal İki İbret Tablosu /40 TARİH KORİDORU/Mehmet Erturan Bugün Dolar Veren Yarın Emir Verir /42 SÖZ MEYDANI/İbrahim Çiftçi Tarladan Dergiye /44 İMBİK/Nuri Ercan Ne İdik, Ne Olduk? /46 DÜŞÜNCE UFKUMUZ/Atilla Değirmenci Diri İle Ölü Arasındaki Fark: Zikir /48

42


ilkadım’dan... editor@ilkadimdergisi.net

Kıymetli okuyucu; Yeni bir ‘miladî’ takvim yılına daha coşkuyla değil özeleştiri ile giriyoruz. Mîladi kelimesi ‘Osmanlıca’ gibi dursa da zamanımızı, geçmişimizi terk ve reddettiğimiz günlerden beri yüzümüzü döndüğümüz Hıristiyan âlemine ve kültürüne ait takvimle sayıyoruz. Bu vesile ile Rabbimizden milletimizin istikametini tekrar düzeltmesini niyaz ediyoruz.

ilkadım

Bu yeni yıla kendi başımıza değil, dertlerimiz, sancılarımız ve umutlarımızla birlikte giriyoruz. Bizi böyle davranmaya sevk eden şey bir yere girerken sadece veya sürekli önümüze değil arkamıza ve yanımıza da bakıyor olmamız gerektiğinin bilincinde olmamız.

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

YIL: 23 SAYI: 318 Fiyatı: 7,5 TL KDV D

OCAK 2015 Rebîulevvel-Rebîulâhir 1436

sayı

318 ISSN-1307-6973

7,5

Íō3 )ōŖŭĤôōōō

Aylık Düşünce ve Kültür Dergisi

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

Müslümanlar olarak bizler için yeni bir yıla girerken değişen tek şey var. O da içinde bulunduğumuz senenin rakamsal olarak ifade edilen karşılığı. 2014, 2015 oluyor. Abartılacak bir şey yok. 2014 yılını da ümmet olarak, razı olunmuş ve istişare ile seçilmiş bir halifeden yoksun, parçalanmış, zayıflatılmış ve birbirine düşürülmüş bir halde geçirdik. 2013 ve 2012 de öyleydi. Daha da geri gidebiliriz. Bu, ne kadar rahatsız olmak istediğimizle ilgili… “Bu kadar rahatsızlık ve özeleştiri yeter, sadede gel!” diyenler için kapak konumuza geçelim. “Bilgiyi kirletene veyl olsun!” diyoruz. Yani ‘yazıklar olsun.’ Dezenformasyon denilen lanet şeyle zaten sürgün yerimiz olan dünyayı daha da yaşanamaz hale getirenleri “Asra yemin olsun ki hüsrandasınız!” diyerek uyarıyoruz.

BAŞYAZI • Gerçek Fatih Kendini Fethedendir

KAPAK DOSYASI

• Algıların Dini mi, Allah’ın Dini mi? • Yalan Gerçeği, Küfür İmanı Örtüyor: “Dezenformasyon”

• Ilımlı İslam Projesinin Ilımlı Müslüman Tarifi • Dünyanın Merkezi Neresidir? • Önce Fobi Derler Sonra Lobisini Yaparlar • Hümanizm’in Ortaya Çıkışı ve Günümüze Yansıması • Batı Sopasının İki Ucu: Marjinallik & Silikleşme

/ilkadimdergisi

/ilkadimdergisi

Uyarma görevimizi yerine getirmek için dergiciliği vasıta ediniyoruz. Tek amacımız uyarmak değil. Paralel bir amacımız daha var. O da uyandırmak! Uyurgezerleri/ mustazafları kendine getirip harekete geçirmedikçe her yeni “Hıristiyan yılı”nda biraz daha dünyaya entegre oluyor yani uyum sağlıyoruz. ‘Uyum’ kelimesinin göbek adını biliyor musunuz? Onu da hatırlatalım: ‘İtaat!’ Bilgiyi kirletenlerin ortaya koyduğu en nefis değil


necis projelerden biri ‘Ilımlı İslam’. Başlangıçta lokal bir anestezi olarak uygulanan ve vucüt’un bazı bölgelerinde kabul gören bu aşı, eğer direnmezsek, kalkıp uyarmazsak, samimiyetle anlatmazsak zamanla kalabalığa entegre olmamızla sonuçlanacak ve vücut’un geneline uygulanacak. Üstelik acı çekmememiz gibi iyi bir niyetle sunularak! Vatikan kökenli Ilımlı İslam’ı kendine müspet gündem edinenlere adı ve unvanı ne olursa olsun ‘veyl olsun!’ diyoruz, uyarıyoruz. Yüzyıllardır başımızdan eksik edilmeyen bir başka sevgili gündem ve kapak başlığımız ise Hümanizm. ‘İnsan kaynaklı olmayan her şeyi reddeden’ bu hastalığı Ahmet Belada’dan okuyoruz. Mehmet Akif Çelik de algılarımızı kontrol altına almaya çalışanlara yönelik girişimleri deşifre etmeye çalışıyor. Murat Kaynar, Türkiye gündeminde yeterince dillendirilmeyen ama bizlerin üzerinde ısrarla durduğu ve inşaallah hep duracağı bir meseleyi izah ediyor ve demokrasinin itikadımızı götüreceği çöplüğü tarif ediyor. Kendi ölçülerimizi ve değerlerimizi unutur, demokrasiye ve demokratik değerlere tavır almaz ve buğz etmezsek abdestli, namazlı, ahlaklı birer liberal ve demokrasiyi amaç edinmiş Müslümanlar olacağımız uyarısında bulunuyor. Kapak dosyamızı omuzlayan isimler arasında İbrahim Çiftçi, Bekir Şahin, Hamdi Öz, Nurullah Enes Süheyl Belada da bulunuyor ve hepsi de ayrı ayrı teşekkürü hak ediyor. Zamanımızı Müslümanca sayabildiğimiz, ümmet olarak ‘başımızın’ başımızda olduğu ve birliğimizi yeniden sağladığımız takvim yıllarında buluşabilmek duasıyla… Hepimizi birer ‘halife’ olarak yaratan Allah’a emanet olunuz. Selam ve dua ile... *** Dergimizin kuruluşundan bu yana her zaman bizimle birlikte olan ve şu an tedavi süreci devam eden Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu hocamıza İlkadım ailesi olarak geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, Rabbimizden acil şifalar ve sabır diliyoruz. Dualarınızı bekliyoruz.

Sahibi İhya Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İsmail Varır ismail.varir@ilkadimdergisi.net Genel Yayın Yönetmeni Yrd.Doç.Dr. İlhami Nalçacıoğlu i.nalcacioglu@ilkadimdergisi.net Sorumlu Yazı İşleri Müd. İsmail Varır Yayın Kurulu Nureddin Soyak Yrd. Doç. Dr. İlhami Nalçacıoğlu A.Baki Öncel Atilla Değirmenci İbrahim Çiftçi İsmail Varır Mehmet Erturan Metin Başbuğ M. Selçuk Özdoğan Murat Ünal Rauf Denizler Süleyman Konak Kapak ve Sayfa Düzeni İlkadım Grafik Reklam ve Abone Sorumlusu Cep:0535 251 41 07 - 0505 808 35 87 abone@ilkadimdergisi.net Baskı Cihan Ofset (0352) 322 02 00 Merkez Kasaplar Çarşısı No: 2 Nevşehir Tel:0384 213 65 43 • Gsm:0505 808 35 87 Gsm:0506 674 44 14 Şube Kayseri: 0535 251 41 07 Konya: 0506 681 23 27 www.ilkadimdergisi.net e-mail: ilkadim@ilkadimdergisi.net Abone Şartları Yurtiçi Yıllık : 90 TL Yurtdışı Yıllık : 50 Euro Abonelik İçin: 0505 808 35 87 Yurtiçinden: Posta Çeki: İhya Yayıncılık 693721 Banka Hesap No: KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI Kayseri Yeni Sanayi Şb. IBAN:TR420020500000785462200001 Yurtdışından: SWIFT KODU:KTEFTRIS TR580020500000785462200101 Bu dergi Basın Meslek İlkeleri’ne uymayı taahhüt eder. Yazıların ve ilanların sorumluluğu yazı ve ilan sahiplerine aittir. Gönderilen yazı, resim veya karikatür yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Dergide olabilecek hataların bildirilmesi rica olunur. Cevap hakkı doğurabilecek yayın için cevap hakkı saklıdır. Yazılar, isim belirtilerek iktibas edilebilir.


BAŞYAZI Nureddin SOYAK

Gerçek Fatih Kendini Fethedendir F

etih niyettir. Fetih sevgidir. Fetih hasrettir. Fetih sabırdır. Fetih fedakârlıktır. Fetih vuslattır. Fetih, Allah’ın mülkünde Allah’ın hükmünü hâkim kılmaktır. Gerçek fetih ise dünyayla birlikte ahireti de fethedebilmektir.

İ

slam fetihleri hep gönüllerin fethi ile amacına ulaşmıştır. Gönülleri fethedilememiş insanların ülkelerini fethetmişsiniz, neye yarar. Gerçek fatih kendini fethedendir. Gönlünü Allah adına fethedebildin mi? Gönülleri Allah adına fethedebilirsin. Gerçek fetih önce fatihin gönlünde gerçekleşir. Gönülde gerçekleşmeyen fetih, gönüller fethedemez. Gönüllerin fethedilemediği hiçbir fetih, amacına ulaşamamıştır. Rabbimiz kullarının gönlüne göre verir.

tüm kapıları ilahi nusratla açarlar. Huzur ve güvenin hâkim olmadığı gönüller, mutluluğa ermez, imanın tadını alamazlar. İmanın tadını alamayanlar da ne dünyalarını ne de ahiretlerini fethedebilirler. Rabbimiz buyurdu ki; “Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.” (Hucurat, 7) Fetihler ancak ilahi rıza ile gerçekleşebilirler. Allah’ın rahmeti olmayan hiçbir hareket fethe dönüşemez. Neye talip olursan Allah sana onu nasip eder. İman, kalbin fethidir. Huşu içindeki ibadetler ve güzel ahlak azaların fethidir. Kendini fetheden insanlığı fetheder. Kendini fethedemeyen ülkeler fethetmiş neye yarar. Gönülleri de ülkeleri de harab eder, turab ederler.

Rabbimiz buyurdu ki; “Şüphesiz Allah, ağaç altında sana biat ederlerken inananlardan hoşnut olmuş. Gönüllerinde olanı bilmiş onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih, 18-19)

İman erleri, İslam erleri doğru yolda olanlardır. İnkârcı fasıklar ise rahmet yolundan sapanlardır. İman erleri rahmetin paratonerleri, inkâr ehli ise felaket ve musibetlerin paratonerleridir. İmanı seviyorsan, İslam’ı seviyorsan, mü’minleri seviyorsan; iman üzeresin. Mü’minleri sevmiyorsan, mü’minin dışındaki-

İtaat kul olmanın, ümmet olmanın netice itibarıyla ilahi hoşnutluğa ermenin olmazsa olmaz şartıdır. İlahi hoşnutluğa erenler hem gönüllerin hem de yeryüzünün fatihi olurlar. Rabbimiz onlara hem maneviyatın hem de maddiyatın anahtarlarını bahşeder de onlar da 4


leri sevip onlara muhabbet ediyorsan; bu sapmadır.

Rabbimiz buyurdu ki; “Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.” (Bakara, 238)

Rabbimiz buyurdu ki; “Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve ibret vermek içindir.” (Kaf, 8)

Gönülsüz hiçbir iş kişiyi menzil-i maksuduna ulaştıramaz. Mü’min yaptığı her işi gönülden yapmalı, yapamıyorsa terk etmelidir. Yapmak zorunda olduğu işleri ise gönlüne sevdirmenin yol ve yöntemlerini bulup, yapmak zorundadır. İmanı, ibadetleri, ahlakı hep gönülden olmalıdır.

Gönül âlemi çok önemlidir. Gövde gözüyle Allah’ın arzına bakıp ibret alamayanların, gönül gözü açılamaz. Gönül gözü açılmayanların ise hayırdan nasibi olmaz. Gönül gözü görmeyenin hem dünyası hem ahireti kararır. Allah kulunun gönül gözünü açmasını ister de kul da bundan kaçmaya yeltenir.

Rabbimiz buyurdu ki; “Malları Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Bakara, 262)

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellemefendimiz ümmetinin gönül gözünü açmaya memurdu ama insanların çoğu onun çağrısına sırt döndü. O, onların gönül gözlerini açmaya çalıştıkça onlar kapadılar. Çağrıya kulak verenler ise iki cihanlarını mamur ettiler.

Mü’minlerin gönülleri nazargâh-ı ilahidir. Rabbimiz o gönüllerin incitilmemesini emretmektedir. Bunu başarabilenlere cennet vardır. Onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olanlardır.

Rabbimiz buyurdu ki; “İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliktir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Hud, 23)

“Peygamber ve onunla beraber mü’minler; Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. “İyi bilin ki Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 214)

Gönül gözü açılanlar Rablerine gönülden bağlanır, gönülden iman ederler ve iyi işlerle uğraşırlar. Mükâfatları ilahi rahmetin coşup taştığı cennetlere kavuşmaktır. Gönül gözüyle göremeyenler, gönülden bağlanamazlar. Gönülden bağlanamayanların ise ahir ve akıbeti perişandır.

Darlık ve zorluk herkes içindir. Allah’ın en sevgili kulları peygamberler bile bundan nasibini almıştır. Allah’ın yarımı her zaman mü’minlerle beraberdir. Fetih niyettir. Fetih sevgidir. Fetih hasrettir. Fetih sabırdır. Fetih fedakârlıktır. Fetih vuslattır. Fetih, Allah’ın mülkünde Allah’ın hükmünü hâkim kılmaktır. Gerçek fetih ise dünyayla birlikte ahireti de fethedebilmektir.

Rabbimiz buyurdu ki; “Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Mü’minun, 78) Rabbimiz kulunun ihtiyacı olan maddi ve manevi her şeyi onda yaratmıştır. Rabbinin verdiği nimetlerden gafil olanlar o nimetlerin farkına bile varmadan ömürlerini tüketmiş ve bin bir hasretle Rablerine dönmüşlerdir. Güle oynaya Rabbe dönüşün yolu, O’na gönülden bağlanmakla mümkündür.

Mü’minin her şeyi gönül âleminde doğar, gönül âleminde gelişir ve gönül âleminde gerçekleşir. Bunun meyveleri de iki cihana yansır. İki cihan mutluluğu temennisi ile fi emanillah.

“Biz ona gönülden bağlanmış kimseleriz.” (Bakara, 139) diyebilenlere ne mutlu. 5

OCAK 2015 / 318

“Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (Araf, 55)


KAPAK Mehmet Akif Çelik kapak@ilkadimdergisi.net

Algıların Dini mi,

ALLAH’IN DİNİ Mİ? İ

slam bir takım kimselerin tekelinde olan bir din değildir. Bu din her zaman Allah’ın çizmiş olduğu sınırlar dâhilinde kalarak bizleri sahil-i selamete ulaştıracaktır. Kur’an ve Sünnet’in ön gördüğü bir Müslüman olmak zorundayız. Algıların yönettiği İslam değil de tevhidin orta yere koyduğu bir İslam’ı içimizde yaşamak ve yaşatmak zorundayız.

İ

lk insan Hz. Âdem’den bu yana fitnelerin hiç bitmediği gerçeğinden yola çıkacak olursak, son dönemlerde fitne aracı olarak yoğun bir şekilde kullanılan medya sektörü de bu işin lokomotifi olma görevini her dönem devam ettirmiştir. İnsanlar üzerinde oluşturmaya çalıştığı düşünce ve davranış biçimleri -olumlu ya da olumsuz- ve başarılı olabilmek adına her türlü hainliğin yapıldığı bir toplum mühendisliği merkezleri halini almıştır.

Şu yadsınamaz bir gerçektir ki bu proje Müslümanların kendi içlerine ılımlı İslam modeli, Müslümanların dışındaki dünyaya da radikal İslam modeli fikrini empoze etmek için ortaya atılmıştır. Bu kavramı ilk defa 1995 yılında ABD’li bir yetkili kullanmıştır.1 Bu söylemle o an için ne dediği pek de anlaşılmayan ABD’nin şimdi ne demek istediği çok daha net anlaşılıyor. Peki, İslam’ın ılımlı olması ile radikal olması ne demekti? Kim, neden bu tip ön adlar getirdi İslam’ın başına? Tüm bunların yanında İslam kendini nasıl tarif ediyor?

Birtakım eller İslam dünyasını karıştırmak için hiç durmadan çalışmış ve gerek iç gerekse dış kaynaklarını iyi kullanıp İslam ile fitneyi yan yana kullanılır hale getirmek için epeyce güç harcamışlardır. Amaç “İslam’ın ve Müslümanların olduğu her yerde fitne ve terör vardır.” algısı oluşturmaktır.

“İslam” kelimesi sözlükte “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak”2 gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ise sekiz yerde geçen İslam kelimesi3, türevleri ile birlikte bir hayli yerde geçmektedir. Türevlerinden çıkan 6


kelimelerin anlamlarını ise şu şekilde sıralamak mümkündür; 1- Allah’a yönelmek. (Bakara, 2/112) 2- O’na teslim olmak. (Bakara, 2/131) 3- Tevhid inancına sahip olmak. (Enbiya, 21/108) 4- Allah’a teslimiyetin gereğini yapmak. (Zümer, 39/54)4

İslam’ın Sözlük, Ayet ve Hadislerde Anlamı İslam kelimesi hadislerde ise iman bölümünde zikredilmiş ve içinde İslam kelimesi geçen birçok rivayet tespit edilmiştir. Bu rivayetlerde dikkat çeken ise İslam’ın fıtrat kelimesi ile yakın bir ilişki içerisinde olmasıdır. Fıtrat, yaratılış demektir. O zaman Allah’ın yaratığı insan İslam’ı seçmekle fıtrat dinini seçmiş olmaktadır. İslam kelimesinin sözlük, Kur’an’ı Kerim ve hadislerde geçtiği manalara bakınca şu sorular aklımıza gelebilir.

s

on dönemlerde fitne aracı olarak yoğun bir şekilde kullanılan medya sektörü de bu işin lokomotifi olma görevini her dönem devam ettirmiştir. İnsanlar üzerinde oluşturmaya çalıştığı düşünce ve davranış biçimleri -olumlu ya da olumsuz- ve başarılı olabilmek adına her türlü hainliğin yapıldığı bir toplum mühendisliği merkezleri halini almıştır.

1- Ilımlı İslam/ Müslüman kavramı doğru bir kullanım mı? 2- Radikal İslam/ Müslüman kavramı doğru bir kullanım mı? 3- Bunların doğrularını nasıl anlamak gerekir? Allah ve Rasulü, İslam’ı tanımlarken ılımlı ve radikal kelimesini kullanmamışlardır. Ilımlı kelimesinin kökenine inince elimizde kalan ılım, ılımak gibi sözcüklerin anlamını eğer itidalli olmak, mutedil olmak gibi anlıyor ve bu mana üzerine fikri düşüncelerimizi inşa ediyorsak ılımlı İslam kelimesini kullanmakta bir sakınca yok gibi duruyor.

Bu kavramın aşırı ucu, aşırısı anlamında kullanılan “Radikal İslam” tabiri de yerine oturan bir tabir değildir. Fransızca bir kelime olan Radikal ise sözlükte “kökten, köktenci”7 gibi anlamlara gelmektedir. Bu cihetten bakılınca da zaten kendisi mutedil olan İslam hiçbir zaman ön ad olarak radikal kelimesini hak etmemiştir.

Ancak burada yine dikkat etmemiz gereken şöyle bir durum var. İtidalli olmak adına istenilen şeyler bizim hal, tavır ve davranışlarımızdır. İslam’ın kendisi zaten mutedildir. 7

OCAK 2015 / 318

Allah bizden orta yolu tercih edip ifrat ve tefritten sakınmamızı5 istemektedir. Peygamber efendimiz aleyhisselam ise taşkınların helak olacağını6 bizlere haber vermektedir.


K

Ümmet dışındakiler yumuşatılmış, cıvataları gevşetilmiş İslam’ı gerçek İslam zannettiler ve hakiki İslam’ı da görünce hemen bir kelime yapıştırdılar. Bunun yanında zaten Müslümanları her zaman aşırı giden, dünyanın düzenini bozan biri gibi gösterme gayretinde olanların ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Ancak bu tabirlerin yukarıda bahsi geçtiği üzere İslam düşmanlarınca kullanıldığında farklı manalar yüklenmeye çalışıldığını hepimiz görmekteyiz. İşte burada sormamız ve cevap almamız gereken bir soru da şu ki, neden Müslümanlar tarafından kullanılmayan ve İslam literatüründe yeri olmayan bir kelime başkaları tarafından kullanılmaktadır?

üresel İslam düşmanları ve ümmet içindeki işbirlikçileri İslam’ı ve Müslümanları her dönem olduğu gibi bu dönemde de sıkça ele alıp kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan hiç çekinmemektedirler. Bir çeşit, kendi emellerine hizmet eden İslam algısı oluşturma gayreti içindedirler.

olarak buralar gösterilecek ve sonunda mukavemet göstermeyen, yöneten değil yönetilen bir İslam toplumu oluşmuş olacak. Peki, İslam “Ilımlı İslamcıların” anlatmaya ve göstermeye çalıştığı gibi asan, kesen ve terörle iç içe olan bir din mi?

Bu kavram ön plana çıkarılarak gerçek İslam’ı yaşamak zorlaştırılacak ve gerçek İslam’ı yaşayanlara da “Radikal İslamcı ve Radikal Müslüman” kavramları yapıştırılacak ve bunlar “öcü” ilan edilecek. Bu radikallerden herkesin korkması sağlanacak ve kimse tarafından istenmeyecekler. Başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünyaya İslam’ın aşağıda ifade edeceğimiz kelime ve kavramlarla eşit olduğu düşüncesi benimsetilmeye çalışılacak.

1- İslam’ın ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’e bakıldığında hiçbir şekilde Müslümanın haksız yere ölen, öldüren, kıran, döken olmadığını görmekteyiz. Aksine İslam bir insanın hidayetine vesile olmanın bütün insanlığın hidayetine vesile olduğu8 müjdesini veren, haklı yere savaşırken bile muharibin haricinde kimseye dokunulmaması gerektiğini söyleyen bir sistemdir. Böyle olan bir sistem nasıl olur da insanlıktan çıkmış, insanlıktan nasibini almamış birilerinin dini gibi lanse edilmeye çalışılır? Eğer buna rağmen böyle yapılıyorsa dine karşı bir saldırının olduğu kesindir.

1- Radikal İslam ve Radikal Müslüman. 2- Cihat, savaş, ölmek, öldürmek. 3- Fitne, terör, İslami terör. 4- Kafa kesmek, eve kapanmak, çarşaf giymek.

2- İslam, Müslümanlara anlaşmalı oldukları diğer din mensupları ile yaptıkları sözleşmeye bile sadık kalmalarını emreden9 bir din iken ve bunun uygulamasını tarihler, tarihçiler hatta müsteşrikler dâhil herkes kabul ederken nasıl olur da radikal diye isimlendirilir?

5- Önüne geleni yakıp yıkmak vs.

Yöneten Değil, Yönetilen İslam Projesi

3- Kendisini taşlayarak memleketlerinden çıkaran Taiflilere dahi beddua etmeyen bir peygamber ve getirdiği din nasıl olur da gözleri kandan ve öldürmekten başka bir şey görmeyenlere benzetilebilir?

Bu kelime ve kavramlardan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür; “Namazını kıl, orucunu tut, haccına git, evinde otur…” Yani tabiri caiz ise bu durum ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir. Cihadı dışarı atmaktır. Çıkış kapısı

4- Geldiği toplumda herkesçe bilinen bü8


tün haksızlıkları ortadan kaldırarak; puta tapıp, içki içen, zina eden, asan, kesen insanları nasıl da merhamet ve adalet timsali insanlar haline getirmiştir? Bu insanları bu hale dönüştüren bir din nasıl olur da terör ile kol kola gezebilir? Düşünmek gerekir.

4- Başta kendi içimizde olmak üzere İslam’a yamanmaya çalışılan terör, fitne, öldürme gibi haksız fiilleri reddedecek, bunları bize ve dünyaya lanse etmeye çalışan güruha karşı uyanık olacağız. Gerekirse bu uğurda feda-yı can yapacağız.

Küresel İslam düşmanları ve ümmet içindeki işbirlikçileri İslam’ı ve Müslümanları her dönem olduğu gibi bu dönemde de sıkça ele alıp kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan hiç çekinmemektedirler. Bir çeşit, kendi emellerine hizmet eden İslam algısı oluşturma gayreti içindedirler. Bu çalışmanın önüne çıkan herkesi ya kendilerinden olmaya mecbur kılma ya da yok etme parolası ile atlama çabası içerisindedirler.

5- Nasıl Müslüman olunması gerektiğini güzelce ve temizce öğrenip önce şahsımızda yaşayacağız. Sonra son nefese kadar anlatmanın gayreti içinde olacağız. Dışarıdan ve içerden gelecek açık-gizli tehlikelere karşı teyakkuzda olacağız. 7- Allah’ı kendimize asker edinmeyi bırakıp bizler Allah’ın askerleri olma yolunda elimizden ne geliyorsa gayret sarf edeceğiz. 8- Ve en önemlilerinden bir tanesi de Allah katından gelen dini, şirke düşmeden tek din olarak yaşamak ve yaşatmak gibi bir görev ve sorumluluğumuzu unutmadan gereğini yerine getireceğiz.

Dinde Mucitlik Yapmayacağız! Dışarıdan gelen bu tip baskı ve müdahaleler içerden de güya dindar olan insanlarla desteklenince iş tadından yenmez oldu. Bu güç odakları ne zaman canları sıkılsa, menfaatlerine dokunacak bir saldırı olsa hemen bir masa başı senaryosu hazırlamaktan çekinmediler. En acısı da hazırlanan bu senaryoya -ümmet içindeki fitneciler ve ahmaklar başta olmak üzere- onların en gözde oyuncuları olmak için sıraya girmekte adeta yarışıldı. Ve nitekim son dönemler bu teorinin en güzel örnekleri ile doludur. Peki, böyle oldu da ne oldu? Şu an İslam, Müslüman, hizmet, cemaat, tarikat, vakıf, dernek… gibi kelimeler ve kurumlar farklı bir anlayışa büründü. O zaman nedir görevlerimiz;

İslam bir takım kimselerin tekelinde olan bir din değildir. Bu din her zaman Allah’ın çizmiş olduğu sınırlar dâhilinde kalarak bizleri sahil-i selamete ulaştıracaktır. Kur’an ve Sünnet’in ön gördüğü bir Müslüman olmak zorundayız. Algıların yönettiği İslam değil de tevhidin orta yere koyduğu bir İslam’ı içimizde yaşamak ve yaşatmak zorundayız. 1-Daniel Pipes, National Interest, EkimKasım sayısı. 2-Mustafa Sinanoğlu, “İslam” Md., DİA. 3-M. F. Abdülbaki, el-Mu‘cem, “slm” md. 4-Mustafa Sinanoğlu, “İslam” Md., DİA.

1- En başta kendimiz adam gibi adam bir Müslüman olacağız. Kur’an ve Sünnet bize neyi veriyor ve emrediyorsa onu alacak ve uygulayacağız.

5-Kur’an-ı Kerim, Bakara 143 7-TDK Türkçe Sözlüğü. 8-Buhârî, cuma 29; cihad 102, 143; fedâilu’s-sahabe 9; meğâzî 38; libâs 38; et‘ime 1; Müslim, fedâilu’l-Kur’ân 32, 34.

2- Kafamızdan din icat etmeyeceğiz. Kendi görüşlerimizi ve tağuti düzenleri hak düzenin yerine koymayacağız.

9-Kur’an-ı Kerim, Nisa: 90 9

OCAK 2015 / 318

6-Müslim.


KAPAK İbrahim Çiftçi kapak@ilkadimdergisi.net

YALAN GERÇEĞİ ÖRTÜYOR, KÜFÜR İMANI ÖRTÜYOR:

“DEZENFORMASYON” T

ürkiye’de yapılmak istenen ne? Işid bahane edilerek Türkiye’de etnik ve mezhepsel unsurlar tarafından siyasi ortam manipüle edilmek mi isteniyor? Türkiye’nin, Işid bahanesiyle oluşturulan koalisyonun içine çekilerek İslam dünyası ile karşı karşıya getirilmesi ve bölgedeki siyasi, kültürel ve tarihî etkisi kırılmak mı isteniyor?

D

toplumunda var. Haçlı seferlerine asker toplayan kral ve papazların yanıltıcı, aldatıcı bilgilerini hatırlayalım. Din savaşını “Doğu’nun altınları, ipekleri sizin olacak.” yalanlarıyla süslemediler mi?

ezenformasyon; yanlış veya doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgidir. Şimdilerde ise “algı” kelimesiyle beraber çeşitli tamlamalar kuruluyor. “Algı yönetimi, algı operasyonu...” gibi. Günümüzde “iletişim, ekonomi, borsa, döviz, dış güçler, mezhep, ırkçılık, soğuk savaş, psikolojik savaş, dış politika, demokrasi, özgürlük, insan hakları...” gibi kelime ve kavramların ağırlık kazanması da toplumun nereye gittiğini göstermektedir. Maddeleşen ve siyasallaşan bir toplumun ayak izleridir bu ifadeler.

Dezenformasyon; yanlış bilgi üretme ve yayma, bir bilgiyi kötü maksatla kullanma veya çarpıtarak verme yöntemi. Sosyal alanda bireyleri ve toplumları yönlendirmek amacıyla, yanlış bilgi ve haber vermek için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Hasmı rencide etmeyi, aşağılayıp küçük düşürmeyi amaçlayan karşı propaganda ile benzerlik taşır. Sahte belge, fotomontaj ile istihbarat ve dedikoduların duyurulması gibi yöntemleri bulunur. Algı yönetimi, algı operasyonu, dezenformasyonun Türkçe karşılığı olarak kullanılmaktadır.

Bizim kültürümüzde “Algı yönetimi, algı operasyonu” dilimizde de “algı” kelimesi yoktu. Yanlış bilgi, yanlışa şartlandırma, yanıltma, aldatma...” hoş olmayan, kötü görülen, aşağılanan davranış ve kelimelerdir. Ama Batı

Aşırı özellikleri olmayan kişi ve toplumları 10


bu hal çok etkiler. Algı yönetimi Amerikan ordusu tarafından ortaya konmuş bir tanımdır. Algı yönetimini Amerika Savunma Departmanı şöyle tanımlamıştır: “İstihbarat sistemlerinin ve liderlerin resmi tahminlerini, dış ilişkileri ve resmi eylemlerini etkilemenin yanında, toplumların duygularını, motivasyonlarını etkilemek amacıyla yapılan yayınlar ya da seçilen bilgileri ve göstergeleri inkâr etme eylemidir.” (B. Senem Çevik Ersaydı)

M

edya, bilgiyi depolayan ve aktaran araçlar olarak tanımlanmaktadır. Algı yönetimi çerçevesinde ele alındığında medya bilginin üretildiği, abartıldığı, çarpıtıldığı dezenformasyon aracı olarak tanımlanmaktadır.

Bilgi Kirliliğinin En Güçlü Silahı: Medya Günümüzde çevremiz algılarımıza yönelik birçok bilgi kaynağı ile doludur. Modern dünya enformasyon yüzyılı olarak da tanımlanmaktadır. İnternet, kablolu televizyon, uydu ve bilgi teknolojisindeki diğer gelişmeler bir yandan hayatı kolaylaştırmakta öte yandan da gerçek ile illüzyon arasındaki farkın ayrılmasında zorluk yaşatmaktadır. Medya, bilgiyi depolayan ve aktaran araçlar olarak tanımlanmaktadır. Algı yönetimi çerçevesinde ele alındığında medya bilginin üretildiği, abartıldığı, çarpıtıldığı dezenformasyon aracı olarak tanımlanmaktadır. Walter Lippman’a göre algı ve gerçeklik arasındaki uçurum, modern dünya ile daha da genişleyerek, kitlelere sunulan söz ve imgelerin bir çeşit sanal gerçeklik oluşturduğunu ve istenilen şekilde davranış geliştirmede etkili olduğunu söylemektedir. Bu açıdan algı yönetimi kavramının bir çeşit yumuşak güç olarak kullanıldığını ve hedefinin gönülleri ve zihinleri fethetmek olduğunu söyleyebiliriz.

“11 Eylül 2001 sonrası küresel medya başarılı bir algı yönetimi ile ABD’nin gücüne ve gururuna yeniden kavuşmasına, toplumsal aşağılanmayı azaltmasına neden olmuştur. Irak işgalinin dünya ve halk tarafından kabullenilmesini de medyanın algı yönetiminin bir sonucu olarak görebiliriz. ABD’nin kitle imha silahları ile Irak ile ElKaide arasında siyasi bağlantılar olduğu iddiası “bilgi” olarak medyada sıklıkla tekrar edilmiş, dezenformasyonla dünya aldatılmış-

Bunun yanı sıra propaganda yolu ile büyük gruplar olarak da ifade edebileceğimiz ülkeler 11

OCAK 2015 / 318

veya etnik gruplar çeşitli iç ve dış etmenlerle korkutulabilir. Böylece bu gruplar kendilerini fiziksel ve psikolojik olarak korumak zorunda hissederek yok olma tehlikesini bertaraf etmeye çalışırlar. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı döneminde Japon asıllı Amerikalılara karşı korkudan, Soğuk Savaş döneminde komünizm korkusundan ve 11 Eylül sonrası İslam korkusundan söz edilebilir.


tır. 11 Eylül sonrasında gerçekleştirilen Irak ve Afganistan işgalleri Batılı işgalci ülkelerin iddia ettiği gibi bölgeye barış, demokrasi ve özgürlük değil, tam aksine kaos, iç savaş ve bölünme getirdi. Onca haksızlık, baskı, tecavüz ve varlık içinde yoksulluk yaşayan İslam âleminin gençleri “bir şey yapamamanın çaresizliği içinde” marjinalliğe, şiddete, mezhepçiliğe mahkûm edilerek yok edilmek mi isteniyor? ABD’nin Irak’ı işgali sırasındaki akıl almaz işgal politikası ve tutukladıkları kişilere uyguladığı işkenceler, Şiileri kayırması ve Sünnileri Saddamcı olarak gören genel yaklaşımı Işid’i doğuran sebepler oldu. İdeolojik açıdan Vahhabîlik ve Selefîlik’ten beslenen Şii nefreti, kısa sürede endoktrinizasyon sürecine girdi. Gerçek iman ile inkâr seçeneği arasında kalan gençler kolayca örgüte dâhil oldu. Karşılarındakini kolayca tekfir ile suçladılar. İşgal sonrası kurulan Irak hükümetlerinin mezhepçiliğine, Sünniler üzerindeki baskısına, devlet yönetiminde onlara yer verilmemesine, Saddam’ın Sünni ağırlıklı ordu mensuplarının (on binlerce) hiç değer verilmeden itilip kakılmasına, boşta kalan bu askerlerin ailelerinin nasıl geçindiğinin düşünülmemesi hiç kimsenin dikkatini çekmemiştir. Bunlara küresel güçler hiç ses çıkarmamış, Nuri ElMaliki hükümetinin uyarılmasına bile gerek görülmemiştir.

Küresel Güçler Kendini Nasıl Aklıyor? Suriye’de Batı’nın değerlerinin zıddına bir diktatörün halk hareketiyle devrilmesine, yerine Müslümanlar gelir diye, destek vermediler ve iç savaşı kışkırttılar. Çeşitli örgütlerin çıkarılması, olanların desteklenmesi, radikalleştirilmesi stratejisi burada da uygulanmaya konuldu.

Türkiye’nin Maliki’ye uyarıları ise tıpkı Suriye’de olduğu gibi hem iç muhalefet hem de küresel güçlerce “Mezhepçilik yapıyor!”la geçiştirilmiştir. “Denize düşen yılana sarılır.” sözü unutulmamış ve belirtilen sıkıntıları yaşayan Müslümanların yılana sarılması beklenmiştir. Sonra sarılacakları örgütlerin çıkartılması, olanların desteklenmesi, radikalleştirilmesi stratejilerine geçilmiştir. Bu oyunu fark edip engellemeye çalışanların da oyunun içine sokulması sağlanmıştır.

Irak işgali esnasında Irak El-Kaidesi’nin “Kelle kesme şovları” cep telefonları ile tüm dünyaya mesaj olarak ulaştırılmıştı. (Bunu bana Medine Uluslararası Türk Okulu’nda bir öğrencim getirip göstermişti. İnanmayın bu bir dezenformasyondur demiştim. Tahminim birçok Müslüman da böyle demiştir.) Sonra aynı oyun Suriye’de oynandı, oynanıyor. Bu oyunun aktörleri “İslamî” örgütlerdi. Ama yönetmenler küresel güçlerdi. Oyun şimdi Irak’ta tekrar oynanıyor. Işid: 12


Irak-Şam İslam Devleti. Örgüt, devlet oldu. Terörist, cihatçı oldu. Örgüt lideri, halife oldu. İslam, cihat, cihatçı, halife, hilafet, devlet... hepsi tamam. Peki, halifenin yönettiği devletin, cihatçıların (ilginçtir mücahit demiyorlar) yaptığı cihadın özellikleri neler: İnfazla açıklanan kesmek, öldürmek, cariye yapmak, mallarına el koymak, talan vs.

“Siz de mi Onlardansınız!” Tehdidi İbadetini, zikrini, tesbihini rahatlıkla çeken, sakal bırakabilen, başını örten bir Müslüman daha ne isteyebilir? Yönetim de dahi olsa denilenlere itaat edilmeliydi. Orta Doğu’daki dizaynlara karışmamalı, itiraz etmemeliydi. ABD ve Batı’nın düşmanları bizim de düşmanımız olmalıydı.

Küresel güçler, Irak ve Afganistan’da ölümüne, felaketine sebep olduğu milyonlarca insanın hesabını vermeden kendilerini aklamak istiyorlar. Aynı zamanda bunların sorumlusu biz değiliz diyerek, hesabı Işid’e yıkmak istiyor. Bölgedeki yoğun Sünni, Kürt ve Arap grupların, Şii Türkmenler ve diğer yapıların Işid üzerinden oluşturulan algıyla, İslam’la bağı zayıflatılmaya, koparılmaya çalışılıyor. Aynı zamanda bu grupları kendi ılımlı İslamlarının haklılığına inandırmaya çalışıyorlar. Böylece İslam’ın birleştirici özelliğinin olmadığına herkes inandırılmak isteniyor.

Onların dizaynlarına ses çıkarmadan verilen görevi yerine getiren bir Müslüman ülke yöneticisi olmak varken bazıları niçin sadece Müslüman ve İslam dünyasını kollamak, korumak gibi görevler icat ediyorlar. İtaat eden Müslüman ve yöneticileri ancak yanlış sunulan bir İslam’la (Bu Taliban, El-Kaide, Boko Haram, El Nusra... olabilir) uslandırılabilir. “Siz de mi onlardansınız veya onları destekliyorsunuz?” tehdidi herkesi korkutmalıdır ki ılımlı Müslümanlık taban tutsun. Çok değil, sadece bir kaç yıl önce Türkiye’nin başlattığı bir Afrika açılımı vardı. Türkiye gerek sivil gerekse resmi kanallardan Afrika’ya sahip çıkıyor, siyahî öğrenciler Türkiye’nin başlattığı Afrika atağının sonucu Türkiye’de sivil ve resmi kurumlarda (İLAM gibi...) eğitim alıyorlardı.

Türkiye’de yapılmak istenen ne? Işid bahane edilerek Türkiye’de etnik ve mezhepsel unsurlar tarafından siyasi ortam manipüle edilmek mi isteniyor? Türkiye’nin, Işid bahanesiyle oluşturulan koalisyonun içine çekilerek İslam dünyası ile karşı karşıya getirilmesi ve bölgedeki siyasi, kültürel ve tarihî etkisi kırılmak mı isteniyor? Eğer hedef kitle bu tip bir kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir. Önce Irak (tezkere olayı) sonra Libya, sonra Mısır, sonra Suriye ile Türkiye’yi oyunun içine sokarak dövmek, terbiye etmek isteyen ABD ve Batı bunu tam olarak başaramadılar. Kısmen başarı da onları tatmin etmedi. Çünkü onlar terbiyeli, uslu, laf dinleyen çocuklar istiyorlardı. Türkiye’de oluşturulan ve üretmeden tüketen, dünyevileşen, dini sosyal hayatta unutan, İslam nizamının hâkim olması asli hedefini terk eden insan tipi kendilerine karşı çıkmamalıydı.

Bunca dezenformasyonun ardından ulaşılması hedeflenen sonuç şudur: İşte İslam’ın, Hz. Muhammed’in ümmetinin dünyaya getireceği yönetim... İslam, devlet olursa uygulamaları bunlar olacak. Bunlar dünyaya hâkim olursa varın düşünün neler olacak…

13

OCAK 2015 / 318

Fransa ve onun ortakları yani küresel güçler ise Afrika’daki sömürülerine devam etmek istiyorlardı. Buna kim engel olursa o engeli kaldırmalıydılar. Mesela Orta Afrika’da Seleka grubunu silahsızlandıran Fransa aynı tutumu Hıristiyan Anti Balaka’ya göstermedi. Ekonomik çıkarları için dini kullanmaktan çekinmedi.


KAPAK Murat Kaynar kapak@ilkadimdergisi.net

Ilımlı İslam Projesinin Ilımlı Müslüman Tarifi:

ABDESTLİ, NAMAZLI AMA

DEMOKRATİK VE LİBERAL MÜSLÜMAN!

Ilımlı İslam” dinî bir kavram değil, politik bir proje. Halkının çoğunluğu Müslüman olan toplumlara yönelik bir Batı beklentisi. Bu projenin amacı; “İslam olsun, Müslümanlar -bireysel ritüeller anlamında- ibadetlerini rahatça ifa etsin ama Batı ile uyumlu olsunlar, Batı karşıtı olmasınlar, Batı çıkarlarına, tekerlerine çomak sokmasınlar, sömürüye ses çıkarmasınlar. Demokrasiye uygun ve küresel kapitalizmle barışık bir İslam!

K

ulağımıza ne de hoş geliyor “Ilımlı Müslüman” tanımlaması. Gözümüzün önünde dinimizin güzelliklerini özümsemiş, hoşgörülü, iyi geçimli, iyi huylu, diyaloğa ve gelişime açık, yüzü mütebessim bir Müslüman şahsiyet canlanıyor. Esasında burada sıraladığımız özelliklere bakılırsa her Müslüman’da görmekten memnun olacağımız hususlar var. Öyle ya; Efendimiz hoşgörülü, müsamahakâr değil miydi? Affedici, güzel huylu ve mütebessim değil miydi?

öğütle çağır” (Nahl, 16/125) buyurmuyor mu? Bizim “Vasat/ dengeli/ orta yolda ümmet” (Bakara, 2/143) olmamızı istemiyor mu? Bu nedenle Müslüman zaten aşırılıktan uzak, mutedil/ ılımlı Müslüman olmalı değil mi? Keşke iş bu kadar basit, manzara bu kadar güzel olsaydı. Ama bazen kavramlar sözlükteki karşılıkları kadar masum değildir. Ilımlı İslam/ Müslüman kavramı arının ağzında taşıdığı balı gibi tatlı, kuyruğundaki iğne ve zehri gibi zararlı, Batı laboratuarlarında özenle ve umutla hazırlanmış bir projedir.

Allah “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel

Bu kavramı ilk kez ABD eski başkanı George 14


Bush tarafından ‘Amerikan Barış Enstitüsü’ne atanan Daniel Pipes kullanmıştır. Pipes’in 1995’de söylediği “Radikal İslam tehdidine çözüm, ılımlı İslam’dır.” sözünün üzerine bu proje bina edilmiştir. (Daniel Pipes, National Interest, Ekim-Kasım 1995 sayısı)

Batı’nın Razı Olduğu Bir İslam! ABD’deki düşünce kuruluşlarından RAND’ın 2003 yılında yayınladığı “Uygar ve Demokratik İslam, Partnerler, Kaynaklar ve Stratejiler” isimli araştırmasında ABD ve diğer sanayileşmiş memleketler ve milletlerarası toplumun, sistemin geri kalanı ile uyumlu, ekonomik olarak güvenilir, siyasi olarak istikrarlı ve milletlerarası kurallara ve normlara riayet eden bir İslam dünyasını tercih edeceğini bu nedenle radikal, kökten dinci veya geleneksel İslam’a karşın ılımlı İslam’ın desteklenmesi ve Müslüman toplumların “Batı ile uyumlu, ABD çıkarlarına engel olmayacak” şekilde dönüştürülmesini ön görmektedir.

R

adikal, kökten dinci veya geleneksel İslam’a karşın ılımlı İslam’ın desteklenmesi ve Müslüman toplumların “Batı ile uyumlu, ABD çıkarlarına engel olmayacak” şekilde dönüştürülmesini ön görmektedir.

“Ilımlı İslam” dinî bir kavram değil, politik bir proje. Halkının çoğunluğu Müslüman olan toplumlara yönelik bir Batı beklentisi. Bu projenin amacı; “İslam olsun, Müslümanlar -bireysel ritüeller anlamında- ibadetlerini rahatça ifa etsin ama Batı ile uyumlu olsunlar, Batı karşıtı olmasınlar, Batı çıkarlarına, tekerlerine çomak sokmasınlar, sömürüye ses çıkarmasınlar. Demokrasiye uygun ve küresel kapitalizmle barışık bir İslam! Bu formülün özü, ‘İslam olmasın!’ değildir. “İslam’ın kökünü kazıyalım!” değildir. Bu, “İslam olsun ama…” diye başlayıp “Bizim formüle ettiğimiz gibi olsun” diye biten bir çerçevedir.” (Ahmet Taşgetiren, 4.6.2007, Aksiyon Dergisi)

Netice; abdestli, namazlı, güzel ahlaklı ama demokratik, liberal, kapitalizmle barışık, Batı için problem olmayan, pasif, talepsiz, rolünü güzelce oynayan uyumlu Müslüman. Diğerleri; radikal, köktendinci, terörist, cihatçı, aşırı Müslüman… Ya bu, ya o… Böyle değilsen, öylesin.

Bu projenin uygulanabilmesi için dini, fert ile yaratıcı arasına hapseden, sosyal, siyasal, ekonomik talepleri olmayan, içsel, ahlaki bir 15

OCAK 2015 / 318

din anlayışının yerleştirilmesi gerekmektedir. Bu maksatla ahkâm ayetleri arka plana itilir, cihad kavramının içi boşaltılır, İslam’ın siyasi, sosyal, ekonomik ve yönetim ile alakalı talep ve düzenlemeleri yok sayılır veya dejenere edilir.


KAPAK Bekir Şahin kapak@ilkadimdergisi.net

DÜNYANIN MERKEZİ NERESİDİR?

O

rtadoğu ülkelerinde gittikçe yükselen İslamî şuurlanma ve Batı halkları arasında İslamiyet’e karşı oluşan ilgi ve sempatiden duyulan kaygı komünizmin yerine yeni hedefin tespitini kolaylaştırmıştır. Sovyetlerin dağılmasından sonra Nato’ya yeni bir mücadele misyonu olarak “İslam’la mücadele”nin kabul edileceği çokça dile getirilmiştir.

N

rin sınır ve etnik dağılımlarının bir proje eseri olduğu, günümüze kadar etkileri süregelmiş bir oyunun parçası olduğu reddedilmeyen bir gerçektir.

asreddin Hoca’ya sormuşlar: “Dünyanın merkezi neresidir?” diye. Hoca bulunduğu yeri kastederek “Burasıdır” demiş. Bulunduğumuz coğrafyada yaşananlara bakınca Hoca’nın hiç de yanlış söylemediğini anlayabiliriz. Hayatta olan tüm kuşakların hafızaları yoklandığında, her an bir aksiyon, her an bir fırtına ve her an bir kaos izine rastlanacaktır. Hemen hemen tüm hadiselerin bulunduğumuz coğrafyada yaşandığı ya da bu coğrafya ile ilişkilendirildiği görülecektir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan bloklaşma sonucu Komünizm hedefe oturtulmuş ve dünya kamuoyu bununla oyalanmıştır. 1990’lı yılların başına gelindiğinde Doğu Blok’unun dağılması ile artık dünyaya barış halinin hâkim olacağı hayalinin, o günden bugüne yaşananlar değerlendirildiğinde ne kadar saf bir hayal olduğu gerçeği gözler önüne serilecektir.

Gerekçe olarak herkes kendince farklı bir anlam yüklese de bölgede oluşan devletçikle16


ve Boko Haram örgütleri boy göstermektedir. İslam’ın emirlerini yerine getirdikleri iddiası ile varlık gerekçelerini açıklayan bu iki örgüt, nedense Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in tebliğ yöntemleri yerine çalışmalarını infaz mantığı üzerinden yürütmektedirler. Bu görüntüleri ile bir tebliğ/ davet hizmeti görememekte ama alıcı kuşlar gibi avını gözleyen kurtarıcı(!) güçlerin bölgeye müdahalelerine dünya kamuoyunda meşruiyet kazandırmaktadırlar.

Ortadoğu ülkelerinde gittikçe yükselen İslamî şuurlanma ve Batı halkları arasında İslamiyet’e karşı oluşan ilgi ve sempatiden duyulan kaygı komünizmin yerine yeni hedefin tespitini kolaylaştırmıştır. Sovyetlerin dağılmasından sonra Nato’ya yeni bir mücadele misyonu olarak “İslam’la mücadele”nin kabul edileceği çokça dile getirilmiştir.

İran Hazır Kıta Bekletilirken O günden sonra bölge devletlerine ve İslam Âlemi’ne dönük operasyonlar başlatıldı. Hem İslam dünyasını kendi içinde güçsüz bırakmayı hem de dünya kamuoyunda İslam’la terör kavramını yan yana getirme algısını hedefleyen operasyonlarla bugünlere gelinmiş oldu.

Şanlı Direnişlerimiz ve Kahraman Mücahitlerimiz Vardı Ne acıdır ki 2014 yılı yaz aylarında yapılan bir açıklamada Suriye’de birbiri ile savaş halinde olan 167 farklı Müslüman grup olduğu bildiriliyordu. Mücahid kimliği ve cihad hedefi ile bölgede bulunan binlerce Müslüman birbirine kurşun atmakta ve şehid olmayı beklemektedir. Yatırılıp boğazlanan Kelime-i şehadetle ölüme hazırlanırken, yatırıp boğazlayan “Allahu Ekber” nidası ile zafer sarhoşluğunu yaşamaktadır.

Türkiye’de uygulanan ve hala da devam eden dizayn etme çalışmaları bölgedeki diğer ülkelerde de kendilerine özgü zaaflarından faydalanılarak sürdürülmektedir. İran, devrim sonrası hali ile bölgede oluşturulmak istenen kargaşa için her an hazır kıta konumundadır. Afganistan, Pakistan ve komşuları olan Türkî devletler on yıllardır istikrarsızlığın merkezi olarak kullanılmaktadır. Irak’ta Saddam, beklentileri boşa çıkarmayarak Orta Doğu’da işgal güçlerinin bulunmasını gerektirecek her türlü çılgınlığı yapmış, kendisi sahne dışı kalmışsa da tutuşturduğu ateş bölgeyi yakmaya devam etmektedir. Arap Baharı hamlesi olimpiyat ateşi gibi birbirine geçirilmiş bir sürü halkayı ateşlemiş, birden çok hedefe ulaşabilme imkânı vermiştir. Bölgesel tüm bu olaylarla ilişkilendirilerek, dünya kamuoyunu dizayn edecek küresel hamleler de eş zamanlı sahneye konulmuştur. Dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen olaylar, 11 Eylül saldırıları ile senaristlerin istediği terör kimliğine büründürülmüştür.

Bugün ise kafalar ve saflar karışık. Düşünsenize; savaş İslam coğrafyasında sürüyor, savaşanlar Müslüman, ölen Müslüman, öldüren Müslüman. Yerinden yurdundan sürülenler, yetim çocuklar, dul kadınlar Müslüman.

İslam ile terör kavramının yan yana getirilmesi çalışmasının final sahnesinde Işid (Daiş) 17

OCAK 2015 / 318

Müslümanlar yakın tarihte çok ciddi baskılara maruz kaldı. Filistin’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna Hersek’te, Arakan’da, Patani’de, Doğu Türkistan ve dünyanın daha birçok farklı yerinde zulümler yapıldı. Tüm bu zulümlere karşı şanlı direnişler gösterildi. Bunların her birinde zalim yönetimler ve direnen mücahitler vardı. Hem bu bölge halkları hem de dünyanın dört bir yanından gelen cihad aşığı Müslümanlar direnişte yerlerini alırlardı. Bir kısım münafık güruh haricinde hak ile batıl bilinir ve ona göre tavır alınırdı.


KAPAK Hamdi Öz kapak@ilkadimdergisi.net

ÖNCE “FOBİ” DERLER SONRA “LOBİ”SİNİ YAPARLAR

Y

eryüzünün imarına ve insanlığın ortak değerlerinin ıslahına çalışan inşaat firmaları sivil toplum kuruluşlarına karşı kurulan terör örgütü yıkım firmalarıyla Müslümanları özdeşleştirerek İslam dini ve gerçek müntesipleri üzerinde önce fobi sonra da lobi oluşturmak tabi ki hain bir çalışmanın ürünüdür.

Y

soy merhum ne güzel söylemiş “Doğrudan Kur’an’dan alarak ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.” O’na göre her türlü ilham, esinti, keşif ve kerametin kaynağı Kur’an ve sünnet olmalıdır. Mademki evrensel bir kitabın muhataplarıyız ve cihanşümul bir Peygamberin ümmetleriyiz, o halde tebliğ ve irşadımızı içinde yaşadığımız asrın insanının anlayacağı dilde yapmalıyız.

azmak, okumaktan ve konuşmaktan zordur. Bir defa elinizdeki kalem ince mi, kalın mı, kurşunî mi, keçeli mi, renkli mi, renksiz mi olduğuna göre değişir. Harita mı çizeceksiniz, resim mi yapacaksınız, makale mi yazacaksınız, günlük mü tutacaksınız, sipariş mi alacaksınız, imza mı atacaksınız değişir. Hele bir de önemli bir karar veya yazılı fetva verecekseniz tamam! Bazen attığınız yanlış bir imza ve yanlış bir karardan sonra saçlarınızı yolar başınızı kuru bir kabağa döndürürsünüz. Örneğin; şu ılımlı, alımlı ve çalımlı İslam meselesi gibi.

Değişim Asıl’ın Etrafında Dönerek Olur Ayet ve hadisleri usûl ve füru‘na uygun olarak tefsir etmeliyiz. Cümlenin başını okumadan sonunu getirip dayatmamalıyız, siya-

İstiklal Marşımızın şairi Mehmed Akif Er18


kına ve sibakına iyice bakmalıyız. Şartları, sebepleri ve sonuçları iyi tahlil etmeliyiz. Üç yüz sene önce verilen bir fetva ile amel etmeye kalkışmamalıyız. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin içtihat çizgisini iyi takip etmeliyiz. Bunu itikadî anlamda yazıp söylemiyoruz. Adaşım merhum Elmalılı Yazır hocamız tefsirinin sonunda ne güzel ifade etmiş: “Ezmanın tağayyuru ile ahkâm değişir/ Zaman değişince hükümler de değişir.” Evet değişim olmalı, ancak bu “değişim aslın etrafında dönerek olmalıdır”. Bir zamanlar İslamî düşünce hayatında ifrat ve tefrit vardı. Sonra bu azimet ve ruhsat oldu. Şimdi de ılımlı ve radikal İslam. Eğer ılımlı kelimesinin semantik yapısı mıncıklanmadan düşünülürse ne güzel. Kur’an’ın tarif ettiği yol da budur: “Ümmeten vesaten.” Eğer bu ılımlı İslam ve light Müslüman olgusu/ algısı İslam ülkeleri ve Müslüman milletler arasında her türlü dinî, ticari, idari, siyasi, ahlaki, sosyal ve kültürel alanda bir bahar havası estirecekse ne güzel. Şeytan bunun neresinde? Fakat ılımlı İslam anlayışının temeli hak ve batılı birbiriyle karıştırarak yeni bir din ihdas etmek ise bu bir hainliktir. Batıl’ı hak ile kamuflaj ederek suret-i haktan görünmek ise de tam bir münafıklıktır.

D

ünyanın gözü önünde açıkça işlenen cinayetlere, toplu katliamlara, suç ortağı ve günah keçisi bulmak için halkı Müslüman ülkeleri başlarındaki gölge adamlarla koyun gibi güderken, şer güçlere direnen mücahitleri radikal Müslüman olarak lanse etmek tabi ki sinsi bir planın parçası değil, ta kendisidir.

Kendi Hidayetlerine Mani Oluyorlar Hakkın üzerine kefere yazıp bal mumu dökerek polen diye satmak açık bir inkârcılıktır. Dünyanın gözü önünde açıkça işlenen cinayetlere, toplu katliamlara, suç ortağı ve günah keçisi bulmak için halkı Müslüman ülkeleri başlarındaki gölge adamlarla koyun gibi güderken, şer güçlere direnen mücahitleri radikal Müslüman olarak lanse etmek tabi ki sinsi bir planın parçası değil, ta kendisidir.

Müslüman milletlerin çocuklarının ellerinden kalemi ve kitabı alıp yerine füze başlığı ve otomatik silahları verenler aslında kendi ülkelerinde insanlık adına yükselen değerleriyle temayüz eden İslam dinine aşırı ilgi duyan entelektüel çevrenin hidayetine engel olmak istemektedirler.

Yeryüzünün imarına ve insanlığın ortak değerlerinin ıslahına çalışan inşaat firmaları 19

OCAK 2015 / 318

sivil toplum kuruluşlarına karşı kurulan terör örgütü yıkım firmalarıyla Müslümanları özdeşleştirerek İslam dini ve gerçek müntesipleri üzerinde önce fobi sonra da lobi oluşturmak tabi ki hain bir çalışmanın ürünüdür.


KAPAK Ahmet Belada kapak@ilkadimdergisi.net

Hümanizm’in Ortaya Çıkışı ve Günümüze Yansıması

O

rtaya ne zaman, kimler tarafından çıkartıldığı konusunda kısa izahını yaptığımız Hümanizm’in “sevgi”yi içerdiği söylenmekte ise de bu doğru değildir. Hümanizmin Türkçe karşılığı; “insan-merkezciliktir”. İlahi olanı terk etmek, her şeyin merkezine insanı koymaktır.

1

kartmaktı. Böylece kiliseyi barışçı metotlarla ıslah edebileceklerini düşünüyorlardı. Erasmus, Hıristiyanlığın ıslahatına inanıyor, halk hurafeleriyle bozulmuş Hıristiyan dininin özünü çıkartmak istiyordu.

5. yüzyılda ortaya çıkan Hümanizmin, Petrarca’nın edebiyat, Erasmus’un Hıristiyanlık konularındaki çalışmalarıyla başlatıldığı kabul edilmektedir. Erasmus önce İncil’i hermenök1 olarak halkın anlayacağı hale getirmeye çalışmıştır. Hıristiyanlıkla kayıtlı kalmayan bu çalışma, düşünce hayatının hemen bütün alanlarını kapsamıştır.

1511’de çıkardığı “Deliliğe Methiye” adlı eserinde, kilise adetlerini ve yolsuzluklarını şiddetle tenkit ediyordu. Bunu yaparken de Yunan ve İbrani dillerinin filolojisini kullanıyordu. 1516’da İncil’in Yunanca ve Latince metinlerine haşiye3 ve mukaddime yaparak bastırdı. Bu, tüm Avrupa’da büyük ilgi uyandırdı. Bu çaba sonucunda düşünürler, halk ve hatta kilise bu etkinin içine girdi. Erasmus “Hıristiyan Şövalyesinin El Kitabı” adlı eserinde; kilisenin takdis ayinlerini birer sembolden ibaret görüyor, resimlere ve azizlerden kalan nesnelere yapılan ibadeti anlamsız kılıyordu.

İncil metinlerinin, orijinalliği filolojik2 olarak incelenirken, diğer taraftan bu metinlerin gerçek anlamları gösterilmeye çalışılmıştır. Kutsal kabul edilen metinlerden çoğunun ilahi emirler olmayıp, sonradan meydana getirilmiş uydurmalar olduğu tespit edilmiştir. Bu durum önceleri dar bir aydınlar çerçevesinde kalırken, halkın öğrenmesiyle beraber işin şekli değişmeye başlar ve kısa sürede Hıristiyanlık üzerinde epeyce etki yapar.

1522’de Martin Luther, İncil’i Almancaya bu baskıdan tercüme etmiş ve Almanya’da kiliseye bu kitaptaki görüşlerle baş kaldırmıştır.4 Or-

Aslında bu çalışmanın maksadı, hurafelerle örülü Hıristiyanlığın saf şeklini meydana çı20


taya ne zaman ve kimler tarafından çıkarıldığı belli olan Hümanizm’in sevgi’yi içerdiği söylenmekteyse de bu doğru değildir. Hümanizmin Türkçe karşılığı; “insan-merkezciliktir”. İlahi olanı terk etmek ve her şeyin merkezine insanı koymaktır.

riyetler, eğitim, kadın hakları, kadının toplumdaki yeri, ceza hukuku, değişim ve reformların yasalaşması ve Batı’ya karşı tutum gibi birçok tartışma konularında devamlı bir ihtilaf içinde farklı görüşlere sahiptir.

Hümanizmaya göre “bir fiilin değerlendirilmesinde Allah’ın değil, insanın faydası/ hoşnutluğu” esastır. Bu açıdan da sekülarizmle sıkı bir ilişkisi vardır. Seküler bir hayat anlayışını ve her otorite karşısında insanı özgürleştirme çabası hümanizmin tanımıdır. Geniş anlamıyla modern insanın hayat anlayışını ve duygusunu dile getiren kutsal tanımaz bir akımdır.

*Modernistlerin çalışmalarını edilmiş maliyetlerle yayınlayın,

Yukarıda bahsettiğim rapora göre; sübvanse

*Gençliği kamuoyuna açık sunumlar ve konferanslar vererek cesaretlendirin, *İslami eğitim müfredatında onların görüşlerini duyurun, *Onlara bir kamuoyu platformu sağlayın, *Onların dinî yorumlar ile ilgili fikirlerini ve yargılarını web siteleri, okullar, enstitüler gibi fikir yayma araçları ile gelenekçi ve köktencilerinkine rakip olarak ortaya koymalarına imkân sağlayın,

Başta Amerika olmak üzere Batılı düşünce kuruluşları ‘Yeşil Kuşak Projesi’ni revize ederek yerine Ilımlı İslam kavramını getirdiler. Amerikan RAND düşünce kuruluşunun raporuna göre Arap milliyetçiliği, Arap sosyalizmi gibi sonuçsuz kalmış girişimlerin doğurduğu öfkenin de tesiriyle ayrışma ve çatışma hızlanmıştır. Özellikle İslam dünyasında dört faklı görüş sürekli çatışma halindedir. Bu görüşler: a- köktendinciler, b- gelenekçiler, c- modernistler, d- laikler.

*Asi fikir arayışındaki İslamî gençliğe, seküler ve modernist karşı kültürleri seçenek olarak ortaya koyun, *İslam öncesi ve İslami olmayan kültür haberlerini ilgili ülkenin medyasında ve eğitim kurumlarında öne çıkarın, *Gelenekçileri köktencilere karşı destekleyin,

Köktendinciler: Demokratik değerleri ve çağdaş Batı kültürünü reddederler. Kendilerine göre İslam hukukunu ve faziletlerini uygulayacak otoriter, bağnaz bir devlet isterler. Bu gayeye ulaşmak için teknolojiyi ve yenilikleri kullanmayı arzularlar. Gelenekçiler: Cari olan yapının muhafaza edilmesi fikrini savunur. Modernistler: İslam dünyasının küresel modernliğin bir parçası olmasını arzularlar. Çağa ayak uyduracak şekilde İslam’da reforma gidilmesini ve İslam’ın modernleştirilmesini isterler. Laikler: İslam dünyasında devlet ve dinin, Batılı demokrasilerde kilise ve devletin ayrı olması gibi ayrılmasını, dinin kişinin mahrem hayatı olmasını kabul etmesini isterler.

*Gelenekçileri kamuoyu önüne olumlu olarak getirirken, onların köktencilerle anlaşmazlıklarını teşvik edin, *Gelenekçiler ile köktenciler arasındaki ittifakın önüne geçin,

*Gelenekçilerin değişik bölümleri arasında ayrımcılık yapın, *Modernist görüşlere yakın olan Hanefi mezhebine mensup olanları cesaretlendirin,

Batı Laboratuarlarında Üretilen Fitneler

*Vahhabî kaynaklı kuralların otoritesini

Bilindiği gibi bu gruplar, siyasi ve şahsi hür21

OCAK 2015 / 318

*Uygun oldukça gelenekçileri köktenciler ile münakaşalarında daha iyi olabilmeleri için eğit ve donat. Köktenciler hitabette genellikle çok üstündürler buna karşın gelenekçiler dinî eğitimlerini ailede alırlar ve meramını anlatmada zayıftırlar,


Köktendincilik terimi İncil’in okunup savunulması, hayata uygulanması için başlatılan Protestan harekete denilmekteyken, zamanla genişleyerek bütün dinî hareketlerdeki ideolojik öze vurgu yapan bir karaktere bürünmüştür. Bu kavram ilk olarak 20. yüzyılın başlarında Amerika’da Evanjelik Protestanlar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Evanjelikler, İncil’in modern yorumları yerine esasını, gerçek anlamını ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Zaman içerisinde değişime uğrayan bu kavram, dinî metinlerin doğru okunmasından çok, dinî-kültürel hareketlerin bir türü olarak görülmeye başlanmıştır.

zayıflatmak maksadıyla onların dinî fikirlerini yaymalarını destekleyin, *Sufiliğin kabulünü ve popülerliğini teşvik edin, Köktendincilerin (Radikallerin); *İslam’ı yorumlamalarına itiraz ederek, tutarsızlıklarını açığa vurun, *İllegal grup ve eylemler ile ilişkilerini ortaya koyun, *Şiddet eylemlerinin neticelerini kamuoyuna duyurun, *Cemaatlerinin ve bölgelerinin olumlu gelişimi için yönetme yetersizliklerini gösterin,

Köktendinciliğin yükseldiği dönem 20. yüzyılın son çeyreğidir. Bu dönem dünyanın birçok kesiminde dinî hareketlerin özellikle İslam’ın güç kazandığı yıllardır. Güç kazanan dinî hareketleri toplum nezdinde itibarsızlaştırıp kötü göstermek için köktendincilik gibi toplumun çok kabul edemeyeceği bir söylem geliştirilmiştir.

*Köktenci aşırıların ve teröristlerin başarılı şiddet eylemlerine saygı duyulmasına ve sempati beslenmesine engel olun. Onları kötülük sever kahramanlar olarak değil, rahatsız edici, alçak ve ödlek olarak lanse edin, *Köktendinciler ve teröristlerin gayri ahlakiliklerini, riyakârlıklarını ve yolsuzluklarını araştırmaları için gazetecileri yüreklendirin,

Radikalizmi Yükselten Üç Mesele

*Köktenciler arasındaki bölünmeleri destekleyin,

1- 20. yüzyılda sekülarizmin benimsendiği ülkelerde dinin toplum üzerindeki etkinliği azalmış, bununla birlikte toplumun bazı kesimlerinde ahlaki bozulmalar görülmeye başlanmıştır. Köktendincilik bu yozlaşmaya karşı tepki olarak ortaya çıkmıştır. Ahlakî çöküntünün giderilebilmesi için dinin etkinliğinin artması gerektiği savunulmuştur.

*Laikleri seçin ve destekleyin, *Köktendincilerin ortak düşman olarak tanınmasını sağlayın. Laiklerin Milliyetçi ve sol ideolojik platformlarda ABD karşıtı gruplar ile ittifak yapmalarına mani olun, *İslam’da devlet ve dinin ayrı tutulabileceğini, bunun inanca zarar vermeyeceğini, aksine onu güçlendireceği fikrini destekleyin.

2- Sömürgecilik ve sömürgecilik sonrası dönemdir. Sömürgeci devletlerin sömürge ülkelerde kendi kültürlerini yaymaya çalışmaları ve yerli kültürleri baskı altına almaları hatta onları aşağılamaları sömürge sonrası dönemde, Batılı kültürlere olan bağlılığının azalmasına ve Batılı fikirlere karşı toplumda büyük bir direnç oluşmasına neden olmuştur.

RAND düşünce kuruluşunun danışmanı ve CIA’nın eski Yakın ve Güney Asya bölgesi istihbarat şefi Graham Fuller “Siyasi İslam’ın Geleceği” isimli kitabında Dinler arası diyaloğun Türkiye’deki en güçlü aktivistlerinden, liberal ve reformist İslamcı olduğunu yazdığı Fethullah Gülen’in ve Nurculuğun desteklenmesini savunmuştur.

3- Küreselleşme. Küreselleşmenin milliyetçiliğin gücünü zayıflatmasından sonra din, toplumda birleştirici unsur olarak görülmüştür ve bu durum köktendinciliğin yükselmesine neden olmuştur.

Köktendincilik/ Radikalizm (Bu tabiri kullanıldığı için yazıyorum. Kabul ettiğim için değil.) 22


İ

slam karşıtları, Müslümanları İslam hakkında şüpheye düşürebilmek için İslam’ın ana kaynaklarıyla (Kur’an ve Sünnet) uğraştılar. Kimi zaman din konusunda yetişmiş insanları kullandılar. Bazen de onlar vasıtasıyla kurdukları/ kurdurdukları cemaatler kanalıyla İslam’ı sulandırmak ve itibarsızlaştırmak istediler. Bu yapılanlardan kısmî başarı elde etseler de maksatlarına ulaşamadıklarını biliyorlar.

Radikal düşüncenin mensupları, kamusalözel ayrımını reddederler. Toplumda birleştirici unsur olarak dini görürler. Bireylere de aidiyet duygusu kazandırmaya çalışırlar. Bunların insanları harekete geçirme kabiliyeti psikolojik ve sosyal düzeydeki işlevlerinden ileri gelmektedir. Psikolojik açıdan bakıldığında köktendinciler belirsiz bir dünyada insanlara kesinlik sunarken dinî olarak en derin sorunlara basit ve mutlak çözüm sunabilmekteler. Köktendinciler toplumdaki çürümüşlüğün ancak eskinin maneviyat dolu “altın çağına” dönmekle giderilebileceğini düşünmektedirler. Ancak buradan modernizme tamamen karşı oldukları ya da gerici oldukları sonucu çıkarılmamalıdır. Çünkü teknolojiden ve kitle iletişim araçlarından yaygın biçimde yararlandıkları görülür.

sulandırmak ve itibarsızlaştırmak istediler. Bu yapılanlardan kısmî başarı elde etseler de maksatlarına ulaşamadıklarını biliyorlar. Öyle ki, birilerine karşı her şeyleriyle destekledikleri bazı kişi ve cemaatleri daha sonra düşman ilan edebiliyorlar. Dönem dönem İslam’ın farklı yorumlarından müteşekkil mezheplerdeki farklılığı körükleyerek birbirleriyle didişmelerini sağladılar. Hemen her oyunu denediler. Şimdi de; ılımlı İslam, Köktendinci, İslamcı vs. gibi tanımlamalarla mü’minleri kamplaştırmaya çalışıyorlar.

Köktendincilik terörist bir hareket değildir. Onlar din adına hareket ederler ve bu yolda atılan her adımın Allah’ın memnuniyetine neden olacağını düşünürler. Bu onlara çok yüksek bir motivasyon sağlar. Amaçları Allah’ın iradesini dünyada hâkim kılmak olduğundan kendilerine karşı olanları sadece görüş ayrılığı olan insanlar değil, Allah’ın dünyadaki amaçlarını engellemeye çalışan inançsızlar olarak görürler.

Köktendincilik ve Muhafazakârlık Arasındaki Farklar 1- Muhafazakârlık daha mütevazı ve dengeliyken köktendincilikte daha uç fikirlere ve keskin çıkışlara rastlanabilmektedir. 2- Muhafazakârlık mevcut olanı korumaya daha yatkındır ve devamlılığı savunur. Köktendincilik ise değişip dönüştürücü bir yapıya sahiptir.

1- Tanrının buyruklarını insanın anlayabileceği bir dille çeviren haberci demektir. Yunanca ‘bilgece açıklama’ demektir. Bilim terimi olarak da; bir başka kültüre ait bir metni/ düşünceyi, anlaşılır biçimde aktarma/ çevirme sanatıdır. 2- Dil bilimi; dili ve yazılı belgeleri dil ve tarih açısından inceleme. 3- 1. Dipnot. 2. Bir eseri daha iyi açıklamak için yazılan kitap. 4- Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası, Halil İnalcık, Kırmızı Yayınları, İst. 2014

İslam karşıtları, Müslümanları İslam hakkında şüpheye düşürebilmek için İslam’ın ana kaynaklarıyla (Kur’an ve Sünnet) uğraştılar. Kimi zaman din konusunda yetişmiş insanları kullandılar. Bazen de onlar vasıtasıyla kurdukları/ kurdurdukları cemaatler kanalıyla İslam’ı 23

OCAK 2015 / 318

Dinde ‘yeis’ yoktur. Bir mütefekkirin deyimiyle ‘Zayıf, bütün hayatı boyunca zayıf olarak kalmaz, kuvvetlinin gücü de sonsuza kadar devam etmez.’ Rabbimiz “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Maide, 105) buyurmaktadır.


HİZMET ADABI Nureddin Soyak nureddin.soyak@ilkadimdergisi.net

Sen-Ben Yok, Biz Var Mü’minsen, sabırlıysan, gücün yettiğince herkese iyilik yapıyorsan, Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsan, doğrularla berabersen hiç korkma! Âlemlerin Rabbi olan Allah seninle beraberdir. Hak bildiğin yolda yılmadan, usanmadan çalışmaya devam etmelisin.

F

gün böyledir. Neye ve nereye ait olduğuna karar veremezler. Hesap ve kitapları maddi ve manevi çıkar ve menfaat üzerinedir. Hizmet insanlarının hizmetler hususunda birbirlerinden saklısı, gizlisi olmaz.

ertleri, aileleri ve toplumları felaketlere sürükleyen, sen-ben davasıdır. İmanı kemale erdirmek isteyenler senlik, benlik davasını bırakmak zorundadırlar. Müslümanlar ‘biz’ olmadan benlikten kurtulamazlar. Benlikten kurtulmadan da kâmil hizmetlere imza atılamaz.

Birbirinden habersiz kendi başına iş yapmaya kalkışmaz. Hele hele hizmetleri sekteye uğratacak dedikodulara fitne ve fesatlara asla fırsat vermezler. Böyle yapanlar bunları insanlardan gizleseler de Rabbimizden asla gizleyemezler. Sonunda ilahi sille gelir de onları bulur.

Rabbimiz buyurdu ki; “Şüphesiz, aranızda öyle kimseler var ki hakikaten pek ağır davranır. Eğer başınıza bir musibet gelirse ‘Allah bana lutfetti de onlarla beraber bulunmadım’ der.” (Nisa, 72)

Rabbimiz buyurdu ki; “Bunlar, insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenemezler. Hâlbuki Allah, geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır.” (Nisa, 108)

“Eğer Allah’tan size bir lütuf erişirse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der; “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya ulaşsaydım.” (Nisa, 73)

Allah’tan hiçbir şeyi gizleyemeyeceğini bilen insan neyin peşindedir? Gizli kapaklı işler çevirmeye çalışmakla neyin peşindedir? Hangi amaca hizmet etmektedir? İnsan nisyan ile ma-

Niyet ve ameli oturmamış insanlar neyi, niçin yaptığını bilemezler. Onların zihin dünyaları fırtınalı denizler gibidir. Bir gün şöyledir, bir 24


şakkatsiz hizmet yolu düşünülemez. Bu yol, yerine göre düz, yerine göre de inişli çıkışlıdır. Neticesi ise ilahi yardıma mazhariyettir.

luldür. Hata ve kusurlardan masum değildir. Bu yanlışlardan dönenlerin hata ve kusurlarını Rabbimiz bağışlamaktadır. Yanlışlarda ısrar etmemek, yanlışlardan dönmek de en büyük fazilettir.

Peygamberler ve Allah dostları bu yolda en zor sıkıntı ve meşakkatlere göğüs gerdiler. Yılmadan usanmadan gayret ettiler de Rablerinin teveccühüne mazhar oldular.

Rabbimiz buyurdu ki; “Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar mü’minlerle beraberdirler. Allah, mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa, 146)

Rabbimiz buyurdu ki; “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmran, 146)

Rabbimiz buyurdu ki; “Allah mü’minlerle beraberdir.” (Enfal, 19)

Allah yolunda mücahede edenler, başarıya ulaşmak için peygamberlerin ve Allah dostlarının yolunu takip etmeliler. Sabırla, yılmadan, zaafa düşmeden, boyun eğmeden çalışmak…

“Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153) “Allah iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebut, 69)

Rabbimiz buyurdu ki; “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 214)

“Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Bakara, 193) “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119) Mü’minsen, sabırlıysan, gücün yettiğince herkese iyilik yapıyorsan, Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsan, doğrularla berabersen hiç korkma! Âlemlerin Rabbi olan Allah seninle beraberdir. Hak bildiğin yolda yılmadan, usanmadan çalışmaya devam etmelisin.

Allah yolunda sabitkadem olmanın yolu, ona hakkıyla tevekkül edebilmektir. Rabbimiz samimi kullarını yolda bırakmaz. Öncekilerin hayatına ibret nazarı ile bakmalıyız.

Yalancılar Allah yolunun hizmetkârı olamazlar. Söz verip sözünde durmayanlar, emanete ihanet edenler yalancıdır. Bunlardan kimseye fayda gelmez. Bunlarla yola çıkılmaz. Çıkarsan yolda bırakırlar. Güvenirsen ihanet ederler.

Rabbimiz mü’minleri her zaman ve her yerde iyilerle beraber etsin. İyilerle beraber olmak çok güzel de, iyilerle beraber ölmek de çok güzelmiş. Rabbimiz yolunda olmayı ve yolunda ölmeyi nasip etsin.

Rabbimiz buyurdu ki; “Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar ‘Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber çıkardık’ diye Allah’a yemin edeceklerdir. Onlar kendilerini helake sürüklüyorlar. Allah biliyor ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.” (Tevbe, 42)

“Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.” (Âl-i İmran, 193) “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplulukla beraber kılma.’ derler.” (Araf, 47) “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5)

Hizmet yolu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Nasıl ki bedeni hasta olanlar uzun seyahatlere çıkamazsa, kalbi hasta olanlar da uzun hizmet yolculuğuna çıkamazlar. Çıksalar bile yolda kalırlar. Pek çok kimseyi de yolda bırakırlar. Me-

“Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 6) 25


KAPAK Nurullah Enes Süheyl Belada* kapak@ilkadimdergisi.net

Batı Sopasının İki Ucu:

Marjinallik & Silikleşme T

edbirciliğimiz bizi silikleştiriyorsa, tevekkülümüz tezellüle sürüklüyorsa, takiyyemiz bizi tanınmaz hale getiriyorsa gerçekten biz kimiz? Batı’nın bize dayattığı seçenekleri yaşamaya mecbur değiliz! Vasat ümmet olarak yolumuza devam edeceğiz.

H

ra bağlanarak iman umdesi mertebesine yükseltilmiştir. Yani aksini iddia edenler kâfir(!) olacaktır.

ıristiyanlar kendilerine din adına ağır görevler yüklemiş ve yerine getirememişlerdir. En sonunda din kurallarını içtimai hayattan tamamen çıkararak seküler devletleri oluşturdular. Peki din ne oldu? “Allah’la kul arasındadır.” sözüne dönüştü.

Bu konsüller ortalama yüz yılda bir toplanır. Ancak papaya Ruhü’l Kuds’ten bir ilham(!) gelmesi için yüzyıl beklenmesi gerekmez. Papa tek başına da önemli kararlar verebilir. Nitekim papa XII. Pius (1876-1958), Hz. Meryem’in etiyle kemiğiyle göğe çekildiğini kabul etmeyi Katoliklerin yeni bir iman umdesi haline getirmiştir.2 Yine mevcut İnciller de böyle bir konsülde karara bağlanarak çokları arasından seçilip kutsanmıştır.

Göz göre göre hala dinlerini değiştirmekteler ve bunu da sistemleştirmiş vaziyetteler. Bu konuda epey profesyonelleşmiş durumdalar(!). Şöyle ki: Katolikler öyle inanırlar ki papa görevini yürütürken; 1- Ruhü’l Kuds’ün ilhamı altındadır. (Bu yüzden);

İslam Neden Düşman? Katolikler ile Müslümanlar arasında sürekli bir mücadele olagelmiştir. Bu mücadele bize göre hak-batıl mücadelesi iken Katolikler açısından bazı zamanlar nüfuz, çoğu zaman ekonomik, az zaman da dinî olarak görülmüştür. Neden İslam’la mücadelelerini sürdürmekteler?

2- Lâ yuhti/ yanlış yapamayan, 3- Lâ yüs’el/ eleştirilemeyen durumundadır. Bu yönüyle kilisedeki ruhbanlara bir başkan konumundadır. Bu başkanlık sisteminde en üst derecedeki ruhbanlar olan kardinal ve piskoposlardan oluşan bir konsül mevcuttur. Konsüldeyken kendilerini yönetenin Ruhü’l Kuds olduğuna inanırlar ve hatalı bir kararın çıkmayacağını düşünürler.1 Bugüne kadar Katolikler açısından 21 ökümenik konsül toplanmış ve papanın hatasız olacağı 1870 yılındaki I. Vatikan Konsülü’nde parmak hesabıyla kara-

Bunu, dünyayı semiz bir sömürge olarak gören İngiltere’nin sömürge bakanı William Ewart Gladstone avam kamarasında yaptığı konuşmasında şöyle dile getirmiştir: “Bizler, Kur’an’ı ortadan kaldırmadıkça Müslümanla26


ra kesin bir hâkimiyet kuramayacağız. Ancak Kur’an’ı yok etmek mümkün değildir. Öyleyse biz de Müslümanları ondan uzaklaştırırız.”

alınır. Bazı gruplarsa amellere Bid‘at, Şirk, Küfür zaviyesinden bakıyorlar. Bu haldeki grup ve cemaatler topluma sağlıklı bakabilme yetilerini kaybederler. Çünkü ehl-i bid‘at, ehl-i şirk, ehl-i küfür vs. fıkhı bambaşkadır.

Batı ve İslam, biri diğerini tehdit eden iki kavrayış ve açıklayış biçimi, evrenin düzeni hakkında iki zıt yaklaşım olarak canlılıklarını sürdürmekte iken yeryüzündeki diğer bütün yorumlayışlar ölü kültürler haline geldiler. Bu gerçeğe binaen ölülere tazimde bulunan Batı, İslam’ı ölümcül ve korkutucu bulurken Budizm, Hinduizm gibi dinleri sevimli bulmaktadır.3

Bu gruplar medya sayesinde topluma önce ‘radikal’ olarak aktarılıyorlar. Ardından yalnızlığa itilip toplumdan ayrıştıkça ayrışıyor ve nihayet istenmeyen ilan ediliyorlar. Sonuçta Batı tarafından terör yaftası yiyerek yok ediliyorlar. Fikirleri de cemiyet arasında marjinal bir halde ileride açılacak sandıklara kaldırılıyor. Böylece bir bütün olan Müslümanlar zamanla parçalanıp yok ediliyor.

“Dinler arası diyalog” ile ilgili olarak papa II. Jean Paul zamanında Vatikan’da apayrı bir bürokrasi tesis edilmiş ve bu işe milyonlarca dolarlık bir bütçe ayrılmıştır. Diyaloğun inisiyatifi tamamen Hıristiyanların elindedir. “Dinler arası diyalog” ile ilgili toplantılar, toplantıların gündemi ve süresi, davetliler büyük ölçüde hep Hıristiyanlar tarafından tespit edilmektedir.4

2- Ilımlılık ve Asimilasyon/ Silikleşme Karakter bakımından İslam ile yoğrulmayan kişiler dinini korumak adına gerekli cesareti gösteremez ve bastırıldıkları her işten taviz vermeye başlarlar. Bu durum, taviz tavizi doğurur kuralı gereğince adeta bir girdaba dönüşür ve din anlamında elimizdeki her şeyi alıp götürür. 28 Şubat’ta başörtüsü mücadelesinde kırılan direniş, askerlikte namazları terk etmek, içki içmediği için fark edileceği ortamlarda içki içmek gibi.

Bu konu geçtiğimiz yıllarda katıldığım Haliç Forumları’ndan birinde5 Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e de soruldu. Kendisi şunları söyledi; “O masaya oturduğunuzda kesinlikle iki taraf eşit değil. Hıristiyanların belirlediği şekilde devam eden görüşmeler bunlar. İngiltere’ye yaptığım bir ziyaretim sırasında diyalog salonlarından birisine girdim. Bir masanın etrafında gençler oturmuşlar. Neler yaptıklarını sordum. Müslüman, Hıristiyan, Budist vs. varmış ve burada herkesin kendi dinlerinden bahsediyorlarmış. Ancak hiç ihtilafa girmeden, yalnızca ortak yönleri üzerinde duruyorlarmış.

Tedbirciliğimiz bizi silikleştiriyorsa, tevekkülümüz tezellüle sürüklüyorsa, takiyyemiz bizi tanınmaz hale getiriyorsa gerçekten biz kimiz?6 Batı’nın bize dayattığı seçenekleri yaşamaya mecbur değiliz! Vasat ümmet olarak yolumuza devam edeceğiz.

1-Ancak her nasılsa konsüldeki görüşmeler sırasında aynı konuda farklı fikirler çıkabiliyor. Hâlbuki hepsine aynı Ruhü’l Kuds ilham ediyor(!). 2-Din ve Misyonerlik, A. Yüksel Özemre, s. 50, Pınar yay. 2004 3-Taşları Yemek Yasak, İsmet Özel, s. 35, Risale Bas. Yay. Ltd. 1985 4-Din ve Misyonerlik, A. Yüksel Özemre, s. 167, Pınar yay. 2004 5-27.04.2013 Haliç Forumu, İnsan Medeniyet Hareketi Bahariye Mevlevihanesi, Eyüp/İstanbul 6-Nebevi Bir Eylem Davet, Ramazan Kayan, s. 26, Çıra yay. 2013

Eğer bu görüşmeler ‘tevhid’ ile ‘teslis’in mutabakatı halinde ise bu kabul edilemez. Orada şunu söylersin; İslam’da tevhid vardır. Kabul ederseniz buyurun gelin ama kabul etmezseniz bu durumda denecek şey; Leküm dinûküm veliye dîn’dir.”

Batı Değneğinin İki Ucu: 1- Radikalizm ve Marjinallik İslam’daki hak mezheplerde ameller ef‘âl-i mükellefîn denilen kategoriler içerisinde ele 27

OCAK 2015 / 318

*- Hukuk Fakültesi Öğrencisi


KUR’AN İKLİMİ Selim Armağan selim.armagan@ilkadimdergisi.net

Temiz ve Murdar “De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz. Ey temiz akıl sahipleri Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 100)

B

TAYYİB (temiz)”dir. Yüce rabbimiz bu iki kavramı mukayese ederek kötünün ve kötülüğün geçiciliğini ele almış ve insandan algı yanılmasının önüne geçmesini istemiştir.

ir gün Hz. Peygamber -aleyhisselam- Efendimiz: “Allah Teâlâ size putlara tapınmayı, içki içmeyi, birbirinizin nesebine saldırmayı haram kılmıştır. Uyanın; içki içene, içki yapmak üzere üzümü sıkana, içki dağıtana, satana, parasını yiyene lanet olunmuştur.” buyurmuş, bunun üzerine bir bedevi kalkmış ve “Ey Allah’ın elçisi, ben daha önceleri bunun ticaretini yapardım. İçki satışından epeyce de mal edindim. Allah’a itaat yolunda harcayacak olursam bu mal bana fayda sağlar mı?” diye sormuş, Efendimiz -aleyhisselam-: Bir hacda veya cihatta veya sadaka olarak harcasan bile Allah katında bir sinek kanadı kadar bile bir değeri yoktur. Allah ancak hoş ve temiz olanı kabul buyurur.” buyurmuştu.

EL HABÎS kelimesi Kur’an-ı Kerim’de; Âdî, değersiz, yozlaşmış, iffetsiz, lekeli, yanlış, pis düşünceler, fikirler, söz ve davranışlar ile çorak verimsiz topraklar gibi gelişimden uzak kısırlığın ve kötülüğün hülasası bir kelimedir. Örneğin; Araf Suresi 58. ayetinde Rabbimiz; “ İyi ve temiz (Tayyib) ülkenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Kötü (Habis) olan topraktan ise faydası çok az olandan başkası çıkmaz. Şükreden bir kavim için ayetleri işte böyle yerli yerince açıklarız.” Bu habis/çorak toprak Rabbimizin bereketli yağmurlarından çok fazla istifade edememiştir. Zira bu toprak rahmeti üzerinde tutmuş, içine kadar ulaştırıp değerini bilememiştir. Tıpkı gördüklerinin özünü ve hakikatini kavrayamayan, ayetleri duyduğu halde gönlüne ulaştıramayan sağır ve kör kesilenler gibi. Bunlar da işitir ve

Allah Teâlâ da Rasulü’nün bu sözünü tasdik anlamında olmak üzere “De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz...” ayet-i kerimesini indirmiştir. Ayette iki mihver kelime vardır. Bunlardan bir tanesi “EL-HABÎS (pis)” diğeri de “ET28


görürler ancak etraflarındaki murdarların, gayri meşruluğun ahlaksız saltanatı onları mest eder.

pisle pislikle, temiz ve pak birbiri ile kıyaslanamayacak kadar yücedir.

Kendinin fiziki konumunu bildiği halde manevi konumunun bilgisini kaybedenler Kuranî ifade ile ‘dalalet’te olan şaşkınlardır. Manevi konumumuzun bilgisi nedenlerin ve niçinlerin sorgulanmasından geçer. Neden zamanı ve her şeyi tüketen bu kadar murdarla kuşatıldım? Neden bu gayri meşruluğun içindeyim? Niçin insanım diye dolaşan ruhsuz ceset yığınlarının arasındayım? Ya da neden şeytanın allayıp pulladığı yaldızlı yalanlara koşuluyor? Bana da bu hayatın tellalları bütün ihtirası ile göz kırpıyor?

Bazı insanlar etraflarındaki sayı kalabalılığına ya da şekil güzelliğine değer verip manevi yenilgiyi kabul edip kendilerini aşağı hayatın akışına bıraksa da mü’minlerin çelik iradelerini Âl-i İmran Suresi’ndeki “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (139) ayet hep parlak tutar. Onlar söz söylerken İbrahim Suresi 24 ve 26. ayeti hatırlarlar; “Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.”

Manevi konum sorgulaması yapmayan Müslüman’ın algısına göre herkes bu bataklığın içindedir, bundan kurtulmanın da imkânı yoktur. Bu nedenle onun da orada olmasında hiçbir beis yoktur. Oysa hakikat mü’minin kalabalıklarla değil, üretken, verimli ve yararlı olan hak ve hakikat erleri ile beraber olmasıdır.

Eş seçerken Bakara Suresi’nin 221. ayetini hatırlarlar: “Allah’a ortak koşanlarla iman etmedikçe nikâhlanmayın. Allah’a ortak koşan bir kadın sizi imrendirse bile iman etmiş bir cariye her halde ondan daha hayırlıdır, Allah’a ortak koşan erkeklerle de nikâh etmeyin. Allah’a ortak koşan bir erkek size hoş görünse bile, mü’min bir köle elbette daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise izni ile cennete ve mağfirete davet ediyor. …”

Rasulullah -aleyhisselam- şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilmin misali, bir araziye yağan çokça yağmura benzer. O arazinin birazı temizdir, suyu kabul eder ve bunun sonucunda pek çok bitki ve ot bitirir. Bazısı da serttir, suyu tutar, Allah onunla insanları faydalandırır. İçerler, hayvanlarını sularlar, ekinlerini sularlar. Bir başka bölümüne de isabet eder ki, orası suyu tutmayan, ot bitirmeyen dümdüz kayalık yerdir. İşte Allah’ın dinini iyice öğrenip Allah’ın benimle gönderdiği bilgilerden yararlandırdığı ve bunları öğrenip öğreten kimsenin durumu ile bunları önemsemeyip aldırmayan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayetini kabul etmeyen kimsenin misali böyledir.” (Müttefekun aleyh) Dünyada kötülük, çirkinlik ve edepsizlik hep çok olmuştur. Gülden diken, elmastan cam, insandan hayvan, âlimden cahil, mü’minden kâfir, masumdan da günahkâr çoktur. Hatta bazen bunlar insanı hayrete düşürecek kadar yaygın ve yasal da olabilir. İnsanlar çok zevk ve keyif de alabilir. İyiye denk değildir. Mutluluk, zevkle kıyaslanamayacağı gibi çok olsa dahi

Mü’min kişiyi Batı hayranları ve küfrün peşinde koşuşturanlar yıldırmaz. O, Yüce Rabbinin vaadinin gerçekleşeceği güne hazırlanır. “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 8) 29

OCAK 2015 / 318

Faizin getirisi çok olabilir, uyuşturucunun getirisi çok olabilir, kumarın ve şans oyunlarının getirisi çok olabilir. Bunlar Kur’an’a göre ahırdaki hayvanın pisliği gibi bile değildir. Bunlar şeytanın pisliği ve pis işleridir. Bu yol, şeytanın dünyada uçuruma götüren, ahirette de cehenneme götüren pis, kirli, murdar yolu ve adımlarıdır.


HADİS İKLİMİ Ziya Ökçe z.okce@ilkadimdergisi.net

ÂLİMLER OLMASAYDI

İNSANLAR HAYVANLAR GİBİ OLURDU

İ

nsanın bilgisiz olarak dünyaya gelmesine rağmen öğrenme istidadında olduğu, bilmediğine ulaşma duygusu içinde bulunduğu, öğrendiği ilmi bir başkasına aktarabilecek yeteneklerle donatıldığı hepimizin malumudur. Âdem -aleyhisselam-’a bütün isimlerin öğretildiğini öğrenen meleklerin, kendilerine sorulduğunda bilemedikleri bu isimleri Âdem –aleyhisselam-’ın kolaylıkla cevaplandırması, insana melekler üzerinde mevki kazandıran en önemli noktanın, onun potansiyel olarak ilme açık ve bilgi üretme kabiliyetine sahip olma hususudur.

lüman için farz hükmünde telakki edilmiştir. “Kim ilim tahsili için bir yola girerse Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır, melekler yaptığına rıza göstererek kanatlarını ilim talibi üzerine indirirler. Şüphesiz ki gökte ve yeryüzünde bulunanlar, hatta sudaki balıklar âlime istiğfarda bulunurlar. Âlimin âbide olan üstünlüğü, dolunayın sair yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne dinar, ne de dirhem bırakmamışlardır. Kim onu alırsa bol bol nasiplenmiş demektir.”2 buyuran Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir başka hadis-i şerifinde de “İnsan öldüğü zaman üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-yı cariye, kendisinden faydalanılan ilim, kendisini hayırla yâd ettiren salih evlat.” diyerek insanları müjdelemiştir.

Kur’an’da “Allah sizi, hiçbir şey bilmez halde, analarınızın karınlarından çıkardı, size kendisine şükredesiniz diye işitme duyusu, gözler ve kalpler verdi. Belki (bunları düşünür de ona) şükredesiniz.” (16/78) diye buyrulmaktadır.

Merhum Zeki Soyak Hocaefendi bu hadisin izahında “Kendisinden faydalanılan ilim, okutulan, yazılan, insanlığın faydasına arz edilen ilimlerdir. Neşredilmeyen, başkalarına nakledilmeyen, talibi olmayan ilim hapsedilmiş ve dolayısıyla insanların yararlanması engellenmiş olur. Bu sebeple Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Her kim bir ilmi tahsil eder de sonra onu gizlerse Allah o kimseyi kıyamet gününde ateşten bir gemle gemler.” buyurmaktadır.

İnsan, hiçbir şey bilmediği çocukluk döneminden sonra kendisinde bulunan dinleme, düşünme, gözlem ve keşif gibi üstün meziyetlerle bilimin kapılarını aralayabilmiş ve ilmini artırmıştır. Akabinde hayatın zorluklarını yaşanır hâle getirmiş ve Yaratan’ını tanıyıp iyi bir kul olma erdemini yakalamıştır. İslam dininde ilmin, âlimin ve ilim öğrenerek öğretmenin değeri çok yüksektir. Bu durumu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Ey insanlar, ilim öğreniniz. İlim ancak çalışmakla, fıkıh da içine dalmakla elde edilir. Allah Teâlâ kime hayır murad ederse O’nu dinde fakih kılar ve O’nu doğru yoluna iletir.”1 buyruğuyla ilim öğrenmeyi o kadar teşvik etmiştir ki artık ilim öğrenmek her erkek ve kadın Müs-

İlim, yazılan kitap, yetiştirilen talebe veya diğer iletişim vasıtalarıyla neşredilir. İlim adamının ilim adına bıraktığı miras, yetiştirdiği talebeler ve yazdığı kitaplardır. Yazılan kitap gerçekleri dile getirir ve insanın dünya ve ukbasına faydalı bilgileri içerir. Talebe de aynı şekilde doğruları konuşur, hakka davet eder ve 30


insanlığın dünya ve ukba saadeti için çalışırsa, bunu yetiştiren âlime öldükten sonra da sevap yazılır. Kitap zararlı olur, talebe de kötülük ve zulme öncü olarak yetiştirilirse o kitabı yazan ve o talebeyi yetiştirene ancak günah ve azap vardır. Bu hususta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

lem- ilk muallim olduğunu beyan etmişlerdir. Hz. Ali’nin de “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözleri öğretmenliğin kutsallığını anlatmaktadır. Yahya b. Muaz -radiyallahu anh- şöyle demiştir “Âlimler ümmet-i Muhammed için anne ve babalardan daha merhametlidirler.” Kendisine “Bu nasıl olur?” denildiğinde “Çünkü anne ve babaları onları dünya ateşinden korurlar, âlimler ise cehennem ateşinden korurlar.” demiştir. Hak katında kulların en sevgilisi Peygamberler, şehitler ve muallimlerdir.

“Bir kimse doğru bir yola davet ederse ona tâbi olanların ecirleri kadar kendisi için ecir olur. Tâbi olanların ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim bir dalalete davet ederse ona tâbi olanların günahları kadar kendine günah olur, tâbi olanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” buyurmaktadır.3 Hz. Ali radiyallahu anh “Cennet, ilim talibi olan kimseyi arzular. Cehennem de isyan peşinde koşanları ister.” demiştir.

Hasan el-Basri “Âlimler olmasaydı; insanlar hayvanlar gibi olurdu.” demiştir. Muallimler insanlara öğrettikleri ilim ve edeple onları hayvanlık halinden insanlık makamına yükseltmişlerdir.

Yine bir hadis-i şerifte “İlim talep etmek her erkek ve kadın müslümana farzdır.”4 buyrulmuştur. İlim talep etmenin ilk ve en önemli yolu da okuyup öğrenmektir. Bu da bilgilenme yolunda atılacak ilk adım olmuş oluyor. İstisnasız her müslümanın bir an önce bu adımı atması, ardından dünya ve ahiret hayatıyla ilgili zorunlu bilgileri edinerek bu yolda hızlı adımlarla ilerlemesi gerekir. Öğrenmek mecburiyetinde olduğumuz bilgiyi de ilim ehlinden almamız icap eder.

Mimar planı yanlış çizerse, zararı kendisine ve inşaat sahibinedir. Esnaf malını satamazsa kendisi zarara uğrar. Hâlbuki muallimin hatasından meydana gelecek zararı, tüm toplum çeker. Bu nedenle öğretmen; insan mühendisi ve mimarıdır. Hammaddesi insan olduğuna göre hiç bir hata kabul etmez. Mehmet Akif de ideal öğretmenin niteliğini şu mısralarıyla ortaya koymuştur: “Muallim ordusu derken çekirge orduları, Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı,

İbn Hacer diye bildiğimiz büyük âlimin ilim yolundaki mücadelesinde azim ve sebatın ilim elde etmede ne kadar önem arz ettiğini, “su damlasının deldiği taş”ın o meşhur hikâyesini tarihi kaynaklar bize göstermektedir. Tarih onu ‘Taşın oğlu’ manasına gelen ‘İbn Hacer’ adıyla kendi sayfalarına nakşeder. Hiç kimse ilim yolunda ümitsizliğe kapılarak “Ben bu işi yapamam, zekâm el vermiyor.” dememeli.

‘Muallimim’ diyen olmak gerektir, İmanlı, edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem “Allah’ın rahmeti halifelerimin üzerine olsun.” buyurunca “Halifelerin kimdir?” denildi. “Sünnetimi ihya edenler ve onları Allah’ın kullarına öğretenlerdir.” buyurdu.5

1-Buhari, İlim 10, Humus 7, İ’tisam 10; Müslim, İmaret 175, Zekât 98,100; Tirmizi, İlim 4; İbn Mace, Mukaddime 17 2-Tirmizi, İlim 19; Ebu Dâvûd, İlim 1; İbn Mâce, Mukaddime 17 3-Müslim 4-İbn Mace, Mukaddime 17 5-İbn Abdülberr 6-İbn Mace, Mukaddime 17; Edebü’d Dünya ve’d Din 41

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz, Rabbinin kendisini eğitip terbiye etmesi neticesinde tüm zamanların en büyük muallimi ve öğretmeni olmuştur. Çünkü hadis-i şerifte “Ben ancak muallim olarak gönderildim.”6 buyuran Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sel31

OCAK 2015 / 318

Ne mutlu! Taşıdığı onurun kadrini bilen mümtaz öğretmenlere. Ne mutlu! Öğretmenine gerçek değerini verip, baş tacı eden ve ardına düşüp emin adımlarla istikbale yürüyen toplumlara.


FIKIH Mehmet Şentürk mehmet.senturk@ilkadimdergisi.net

Kur’an Bizden Ne İster?

Y

üce Kitabımız Kur’an-ı Kerim, melek Cebrail vasıtasıyla Peygamberimiz Hz. Muhammed -aleyhisselam-’a vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, okunması ibadet olan Allah kelamıdır. Kur’an-ı Kerim’in muhatabı bütün insanlar, gayesi de, insanların dünya ve ahiret saadetini sağlamaktır. İşte bu saadete ulaşmak için Kur’an’a karşı görevlerimizi yerine getirmemiz gerekir.

bimiz de o ırmaktan su alacak kaplarımızdır. Kabımız ne kadar büyük olursa, alacağımız su miktarının da o kadar çok olacağı açıktır. Kur’an okumak isteyen kimse, onu tilavete başlamadan önce kalbini bütün önyargı ve şüphelerden arındırmalı, Allah Kelamı olduğunu hatırda tutarak tam bir teslimiyet ve teveccühle Kur’an’a yönelmeli ve bir de dünya ve ahirette ihtiyacı olan hakikatleri Kur’an’da bulabileceği mülahazasıyla onu eline almalıdır.

Nedir Bu Görevlerimiz?

3- Kur’an’ı okumak: Kur’an-ı Kerim’in okunuşunu muhakkak öğrenmeliyiz. Bunun da en kolay yolu; bir “Kur’an Elifbası” bulup bilen birine başvurarak önce harf, hareke ve gerekli diğer işaretleri kavramak, sonra da kelime ve terkiplerin okunuşunu öğrenip bunları Kur’an üzerinde tatbik etmektir. İyi bir gayretle bir hafta içinde, en fazla bir ay içinde güzel bir şekilde Kur’an okuma imkânına kavuşulabilir. Çünkü Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’i okumak, ezberlemek ve anlamak için kolaylaştırmıştır. (Kamer, 17)

1- Kur’an’a Allah’ın bütün insanlığa gönderdiği son ilahi mesajlar bütünü olarak inanmak ve onu tüm içeriği ile kabul etmektir. “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi. (Yunus, 57) Peygamber Efendimizin en büyük mucizesi Kur’an’dır. Peygamberimiz kalpleri onunla fethetti, gönülleri onunla nurlandırdı, insanlığı onunla hidayete ulaştırdı.

“Allah’ın kitabını okuyanlar, namazını kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah için gizli ve açık sarf edenler asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler. Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını verir. Şüphesiz o, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir.” (Fatır, 29-30) Namazda Kur’an okumak namazın farzlarındandır. Namazımızı geçerli kılacak kadar Kur’an ezberlemek, Kur’an’ı doğru okumak her Müslümana farz-ı ayındır.

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin muhatabı biz insanlardır. Allah, bize değer vermiş ve bize seslenmiştir. Kur’an’a kulak verenler Allah’ın samimi kullarıdır. Onu okumak, dinlemek, onunla amel etmek başlı başına bir ibadettir. 2- Ona karşı saygılı ve edepli olmak: Rabbimizin biz insanlık için gönderdiği en büyük hidayet kaynağı olan kelamullah’a karşı elbette saygı duymalı, büyük bir edeple elimize almalı, okumalı ve huşu içerisinde dinleyip anlamaya çalışmalıyız. Kur’an-ı Kerim, Allah’ımızın biz Müslümanlara lütfettiği rahmet, hidayet ve nur kaynağıdır. Bizim onun rahmet, hidayet ve nuruna istifademiz ancak edebimiz ölçüsünde ve ona göstereceğimiz ilgi ve itina miktarınca olacaktır.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam, Kur’an okuyan mü’mini; kokusu ve tadı güzel turunca, Kur’an okumayan mü’mini; tadı güzel ama kokusu olmayan hurmaya, Kur’an okuyan münafığı; kokusu güzel ama tadı acı fesleğen otuna, Kur’an okumayan münafığı da kokusu olmayan

Kur’an çağlayıp akan bir ırmak, bizim ede32


acı yaban keleğine (Ebu Cehil karpuzuna) benzetmiştir. (Buhari, Fedailü’l-Kur’an 17; Müslim, Müsafirin 243)

giydirilir.” Bunun üzerine onlar “Bu ne sebeple size giydirildi?” denince “Çocuğumuzun Kur’an okuması sebebiyle.” diye cevap verilir. (Et Terğib ve Terhib, 3/277)

“Kur’an-ı Kerim’i maharetle okuyan bir insan, Kirâmen Kâtibin melekleri seviyesinde olur. Onu o seviyede beceremeyen fakat halis bir niyet ile okumaya çalışan, okurken de kem küm edip dili dolaşan ve Kur’an’ı okumak ona zor geldiği halde okuyan insana da iki sevap vardır.” (Buharî, Tevhid, 52)

Hayatımız Kur’an ile bir anlam kazanır. Dünya ve ahiret saadetine ancak Kur’an ile ulaşabiliriz. Peygamberimiz Veda Hutbesi’nde “Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya sarılırsanız hiçbir zaman yolunuzu şaşırmayacaksınız. Bunlar: Kur’an ve sünnetimdir.” buyurmaktadır.

Hz. Ali -radiyallahu anh- Efendimizin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor: “Kim Kur’an-ı Kerim’i okuyup ezberler, onun helal kıldığını helal kabul eder ve haramını da haram sayarsa, bu sebeple Allah onu cennete koyar ve hepsi de cehennemlik olan yakınlarından on kişiye şefaat yetkisi verir.” (İbn Mace; Tirmizi; Et-Terğib ve Terhib, 3/278)

Efendimiz -aleyhisselam- şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın üslubuyla konuşan, doğruyu konuşmuş olur. O’nunla amel eden, mutlaka mükâfat görür. Kim onunla hüküm verirse, adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur.” (Tirmizi, Fedailü’l-Kur’ân, 14) 6- İnanıp öğrenerek uyguladıklarımızı insanlara tebliğ etmek: Bir Müslüman’ın en önemli görevlerinden biri, çevresindeki insanlara Kur’an ahlakını anlatmak ve onları Allah’a iman etmeye teşvik etmektir. Kur’an’da Müslümanların insanları uyarmalarıyla ilgili çok açık ve kesin hükümler vardır.

4- Anlamak: Kur’an-ı Kerim, düşünemeyen hayvanlara değil, düşünebilecek ve doğru yolu bulabilecek özelliklerde yaratılmış olan insanlara gönderilmiş olan ilahi bir kitaptır. Göndereni Rabbimiz, gönderildiği adresi ise insanlardır. Peygamber -aleyhisselam- Efendimizden, Ebu Hureyre -radiyallahu anh- rivayet etmektedir: “Herhangi bir topluluk Allah’ın evlerinden birinde toplanır, Kur’an-ı Kerim’i okurlar ve aralarında müzakere ederlerse mutlaka üzerlerine kalp huzuru iner, Allah’ın rahmeti kendilerini kaplar, melekler kendilerini kuşatır ve Allah da onları kendi katındakiler içerisinde anar.” (Müslim; Ebu Davud; Terğib ve Terhib, 3/262) “Lafz-ı muhkem, yalnız anlaşılan Kur’an’ın/ Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın/ Ya açar Nazm-ı Celil’in bakarız yaprağına/ Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına/ İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkiyle bilin/ Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”

Rabbinin nimetlerini anlatacak fırsatı olup da insanların tepkilerinden çekinerek bu ibadeti yerine getirmeyen kişi, eline geçen ecir fırsatını kaçırmış olur. Oysa Allah insanların değil, yalnızca kendi rızasının gözetilmesini emreder. İslam dininin yaygınlaşması için çaba sarf etmeyen insanlarla, hayatlarını Allah yoluna adayan, yirmi dört saatini bu uğurda kullanan insanlar elbette Allah katında eşit değildir.

5- Kur’an’dan öğrendiklerimizi, insanları sömürmek için değil, Allah’ın rızasını kazanmak ve toplumun gelişmesini sağlamak için uygulamak: Kur’an-ı Kerim’i okuyan ve onunla amel eden kişinin anne babasının başına taç giydirilecektir. Bu konuda Peygamber Efendimiz -aleyhisselam- şöyle buyurdu: “Kim Kur’an-ı Kerim’i okur ve onunla amel ederse, kıyamet gününde ana ve babasına, güneşin ışığı gibi parlak, nurdan bir taç ve eşi olmayan iki hülle

Rabbimiz bizleri Kur’an’a hadim, yoluna mahkûm eylesin. Âmin yâ Muîn. 33

OCAK 2015 / 318

Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104) ayeti inanan insanlara bir vazife, bir sorumluluk yüklemektir. Yüklenen bu sorumluluk, tespitini bizzat Cenâb-ı Hakk’ın ya da O’nun vahyi doğrultusunda Peygamberin -aleyhisselam- veya bu iki ana kaynaktan istifade ile belli vasıflara haiz insanların yaptığı iyi ve kötü değerlerin, mutlaka ama mutlaka insanlara anlatılmasıdır. Bu vazife yeryüzünün en şerefli ve en kıymetli vazifesidir. Bundan daha kıymetli ve değerli bir vazife olsaydı, Allah seçkin kul olarak yarattığı peygamberlerini o vazife ile görevlendirirdi.


TASAVVUF Cemil Usta cemil.usta@ilkadimdergisi.net

Keşke Bilmiş Olsalardı

B

“O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler kararır.” buyuruyor. (Âl-i İmran, 106)

u dünya fânidir, geçicidir. İmtihanlarla dolu bir hayatı içerir. Gerçek hayat ahiret hayatıdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 64) Dolayısıyla hakiki hayat üzüntü ve meşakkatlerin, hastalık ve illetlerin kirletmediği ölüm ve fevtin (elden kaçırma endişesi) arız olmadığı bir hayattır.

4. Şefaat: Şefaatin faydası olsaydı Rasulullah -aleyhisselam-’ın iman etmesini istediği kimselere olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin.” (Kasas, 56) buyuruyor. Sanki şöyle demiş oluyor: “Sen benim suç ve günahlar konusunda şefaatçimsin, hidayet konusunda ortağım değilsin.” 5. Hile ve Düzenbazlık: Bunun bir kimseye faydası olsaydı kurdukları tuzakların kâfirlere faydası olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “Onların bütün tertip ve düzenleri başarısızlığa mahkûmdur.” (Fatır, 10) buyurmaktadır.

Bu, cennet ehlinin ve Allah’a yakın kulların hayatıdır. Şayet onun kemalini, değerini ve hakiki eşsizliğini anlamış olsalardı dünyada iken onu kazanmaya daha hırslı ve daha istekli olurlardı. Bu sebeple onu kaçıran ahirette ona yetişemez. Nitekim bilindiği gibi cehennem ehlinin vasıflarından biri de orada ne ölürler ne de yaşarlar. Yani onlar orada istirahat edecek hakiki bir hayatla yaşamazlar. Ölmek isterler onu da bulamazlar. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’inde “Ki onlar en büyük ateşe girecektir. Sonra orada ne ölecek, ne de diri kalacaktır.” (Âlâ, 12-13) buyuruyor.

6. Fesahat/ Güzel Konuşma: Fesahatin bir faydası olsaydı Araplara olurdu. Hâlbuki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar.” (Nebe, 38) 7. İzzet ve Şeref: Bunun bir kimseye faydası olsaydı Ebu Cehil’e olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Tat bakalım, hani sen kendince üstündün, şerefliydin.” (Duhan, 49) 8. Dostlar: Dostların bir faydası olsaydı fasıklara olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “O gün muttakiler hariç dost olanlar bile birbirine düşman kesilirler.” (Zuhruf, 67) buyurmuştur.

Akıllı kimse hevasının peşinde, alçak ve rezil dünya ile meşgul olarak pek değerli bir plan olan ömrünü harcamaz, boşa geçirmez. Bilakis devamlı ve ebedî olan hayatı kazanmak için acele eder. Bilesin ki insanlar dünyada on şeyle iftihar edip övünürler. Hâlbuki kıyamet günü bunların faydası olmaz:

9. Taraftar ve Tâbiler: Peşinden gidilmek bir kimseye fayda verseydi liderlere fayda sağlardı. Bu konuda Allah Teâlâ: “İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar.” (Bakara, 166)

1. Mal: Mal bir kimseye fayda verseydi Karun’a verirdi. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Onu da yurdunu da yerin dibine geçirdik.” (Kasas, 81)

10. Asalet, Soy: Bunun bir faydası olsaydı Yakub -aleyhisselam-’ın Yahudilere faydası olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.” (Mümtehine, 3) Bütün bu anlatılanları anladınsa fayda vermeyecek bu şeyleri bırakıp Allah’a dön. Bu ancak imanın kemali ve takva ile mümkündür. Allah’ım bizleri Rıza’na ulaştır. Amin.

2. Çocuk: Evladın bir kimseye faydası olsaydı İbrahim -aleyhisselam-’ın babası Âzer’e faydası olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey İbrahim! Bundan vazgeç.” (Hud, 76) 3. Güzellik: Güzelliğin faydası olsaydı Rumlara olurdu. “Çünkü güzelliğin onda dokuzu Rumlara verilmiştir.” denilmiştir. Allah Teâlâ, 34


İLKADIM KİTAPLIĞI M. Selçuk Özdoğan selcuk.ozdogan@ilkadimdergisi.net

Kur’an-ı Kerim’den Ayetler ve İlmi Gerçekler Dr. Haluk Nurbaki

K

ıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucuları! Bu ay İlkadım Kitaplığı’mızda Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları’ndan çıkan Dr. Haluk Nurbaki hocanın kaleme aldığı “Kur’an-ı Kerim’den Ayetler ve İlmi Gerçekler” isimli eseri inceleyeceğiz.

daha çok ilgi gösteririler. Müşahhas olan nesne veya kavramlar insan zihninde daha çok yer eder. Mesela domuz eti haramdır. İnanırız ve o hayvanın etini yemeyiz. Hatta ismini duyduğumuz zaman bile içimizde bir tiksinti meydana gelir. Haluk Nurbaki hoca, Bakara Suresi 173. ayette yasaklanan bu hayvanın etinin sakıncalarını ilmi gerçekliklerle anlatınca konu bizim zihnimizde daha bir müşahhas hale geliyor.

Haluk Nurbaki hocamız Nevşehir doğumludur. Kendisi aslen tıp doktorudur. Tıp ile ilgili kitapların yanı sıra dini konuları içeren onlarca kitabı da bulunmaktadır. “Kur’an dışındaki tüm yazılanlar eskimeye, hükümlerini yitirmeye mahkûmdur. Her şey sonludur. Kur’an’ın her geçen gün daha canlı ve ebedi olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. O’nun bilimsel hikmetleri zaman içinde adeta yeniden canlanıyor. Bizim gözümüz hep canlı olan ayetlerin sırrını, zaman içinde fark edebiliyor. Her gelen nesil, onda yeni bir hikmet buluyor. Şüphesiz bu, gelecek nesiller için de böyle olacaktır.”

Hocamız, bu ayette geçen gebe kalma mucizesini bizlere günümüz biliminin ulaştığı seviyeyle anlatıyor. Biz anlayalım diye şöyle bir misal veriyor: size içinde birden altmış bine kadar rakamlar yazılı otuz bin kart verseler, sonra da 250 milyon torba getirseler, deseler ki, “Sizin elinizdeki 30 bin eksik rakam bu torbalardan birindedir. O torbayı bulun ve eksiğinizi tamamlayın.” Ne yaparsınız? Siz torbaları tek tek boşaltıp sizdeki eksik kartları bulmak için 250.000.000x30.000 saniyeye muhtaçsınız. Sırf bu tespit işi iki ay sürer. Ama kadındaki yumurta hücresi bundan daha karmaşık işi bir saatte çözüyor.

Her birimiz çeşitli vesilelerle mübarek kitabımız Kur’an-ı Kerim’in meal veya tefsirinin okunduğu veya anlatıldığı ortamlarda bulunuyoruz. Yüce rabbimiz biz kullarının anlaması için yeryüzünden ve gökyüzünden çeşit çeşit ayetler indirmiş. Bir ayette dikkatimiz sivrisineğe çekilirken, başka bir ayette insanın oluşumuna dikkat çekilir. Bir yerde yağmurun yağdırılmasını okurken başka bir ayette arının bal yapması dikkatimizi çeker.

Hocamız buna benzer 50 tane konuyu anlayacağımız üslupla istifademize sunuyor. Özellikle tefsire meraklı olan kardeşlerimize tavsiye edebileceğim güzel bir kitap sizleri bekliyor.

İnsanlar mücerretten ziyade müşahhasa 35

OCAK 2015 / 318

Ya da gebe kalma mucizesi. Yüce Rabbimiz Fussilet Suresi 47. ayette “Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi O’na aittir. O’nun bilgisi dışında hiçbir ürün kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz…” buyuruyor.


EĞİTİM Doç. Dr. Rüştü Yeşil egitim@ilkadimdergisi.net

EĞİTİMDE HEDEF KİTLE GRUPLARI-II

aile kurma gibi geleceği açısından önemli etkileri bulunan bir süreci kapsar. Gençlik döneminin fiziksel, psikolojik, sosyal ve eğitimsel gelişim özellikleri, onların gelecekleri açısından önemlidir. Literatür incelendiğinde bu dönemin farklı gelişim yönlerinin ele alınıp sistematik bir yaklaşımla tespitlerde bulunulmaya çalışıldığı dikkati çekmektedir.

“Genç Eğitimi”

Gençlik döneminde bireyler; çocukluk döneminin bazı özelliklerini tam olarak üzerlerinden atamamakla birlikte, yetişkinleri ve rollerini tanıma sürecini yaşarlar. Onların sorumluluklarını ve sorunlarını gözleyerek değerlendirmeler yapar, eksik ve yanlışlara ilişkin tespitlerde bulunur, kendi zihinlerinde “Nasıl bir yetişkin? Nasıl bir baba/ anne? Nasıl bir meslek insanı?” gibi sorulara cevap oluşturmaya çalışırlar. Bir taraftan mevcut yetişkinleri eleştirirken diğer taraftan kendilerine ilişkin ideal yetişkin modeli kurgulamaya çalışırlar.

B

ir önceki yazımızda eğitime hedef olan kitleyi; çocuk, genç ve yetişkin olarak üç başlıkta ele alabileceğimizi belirtmiş; çocuk eğitimi ile ilgili tespitlerde bulunmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise “genç eğitimi”ne ilişkin tespitlerde bulunmaya çalışacağız. Geçmişte, bugün ve gelecekte, eğitim çalışmalarının önemli bir kısmı, gençlere dönük olarak organize edilmiştir. Her ne kadar eğitim çocukların eğitimi ile başlayıp gençlerin eğitimi onun üzerine inşa edilse de, genç eğitiminin tarih boyunca çok önemsendiği ve kendine özgü yapısı ve gereklerinin olduğu belirtilmelidir.

Zihinsel kurgulamada sergiledikleri başarıyı, duygusal olgunlaşmada tam olarak gösteremezler. Çok fazla eleştiri yapmalarına karşılık o eleştirilere cevap olabilecek pozisyonu almak için sorumluluk almakta zafiyet gösterirler. Onların davranışları üzerinde akıllarına göre duyguları daha belirleyicidir. Akılları, duygularının istek ve beklentileri içerisinde hareket etme eğilimindedir. Ta ki gençlik döneminin sonlarına gelene kadar. Başka bir ifade ile, geleceği düşünerek hareket etmek yerine o anın istekleri, heyecanları ve gerçekleri içerisinde davranış geliştirirler.

Bu çerçevede gençlerin hedef alındığı eğitim süreçlerinde, onlarla ilgili bazı özelliklerin göz önünde bulundurulması önem arz etmektedir. Bu özellikler belirlendikten sonra onlara yönlenecek eğitim süreçlerine ilişkin bir takım ilkeler belirlenmeye çalışılacaktır. Bu doğrultuda, öncelikle, doğru bir genç tanımlaması yapmak, eğitime konu olan ya da zemin oluşturan özellikleri ile ilgili bir takım tespitlerde bulunmak gereklidir.

Gençlerde dikkat çeken bir başka özellik de şüphesiz, yoğun duygusal bağların kurulduğu arkadaşlıklarıdır. Arkadaş gruplarına dâhil olma isteği çok güçlüdür. Karşı cinsten kişilere karşı da ilgi ve merakları artmıştır. Gelecek yaşamlarında çok önemli etkileri bulunan arkadaşlık ilişkileri ve arkadaş grupları bu dönemde oluşturulur. Bir gruba girme ve ona aidiyet hissetme ihtiyacı, diğer birçok ihtiyacın önüne geçer. Arkadaşları tarafından beğenilmek, aranılan bir kişi olmak, gerekirse onlar için risk almak, bu dönem bireylerinde yoğun şekilde gözlenir. Öyle ki gençler, onlar için zaman zaman en yakınları ile çatışabilirler.

İnsanların gelişim süreleri ve süreçleri kişiye, kültüre ve yaşamsal şartlara göre farklılaşmaktadır. Bununla birlikte “genç” kavramının zihinde ilk olarak çağrıştırdığı anlamın, 15-25 yaş aralığı olduğu söylenebilir. Ergenlik dönemi ile başlatılacak bu dönem, kişinin belirli bir mesleğe sahip olması, evlenerek bir aile kurup bir takım rol değişmelerinin yaşanmasını da kapsayan bir süreci ifade etmektedir. Başka bir ifade ile gençlik, çocukluk ile yetişkinlik dönemleri arasındaki döneme karşılık gelir ve bir geçiş dönemi özelliği taşır. Diğer taraftan, resmi eğitim sistemi içerisinde lise ve yükseköğretim kademelerini kapsayan bu dönem, okula (yükseköğretim) devam etmeyen kişiler için de bir meslek edinme, evlenerek bir

Gençler için yasaların, toplumsal kuralların, yetişkinlerin onlardan beklentilerinin birçoğu anlamsızdır, gereksizdir ve sınırlayıcıdır. Bu ku36


kendileriyle ilgili öz değerlendirme yapabilmelerini sağlayan bir eğitim süreci planlanmalıdır.

rallara karşı dik bir duruş sergilenmeli, kurallar çiğnenerek kendi varlıklarını özellikle yetişkin topluma kabul ettirmelidirler. Asilik içeren bir takım davranışlar sergilemek, varlıklarından yetişkinleri haberdar etmenin en önemli yollarından biridir. Bu algının bir sonucu olarak gençler; yetişkinlere tepki göstermek üzere zaman zaman içine kapanmalar, zaman zaman riskli bir takım davranışlar sergilemek, zaman zaman da kuralları çiğnemek yoluyla çatışmaya girerler, bu durumu da doğal ve gerekli olarak kabul ederler.

- Olaylara ve durumlara ilişkin kendi düşünce ve yaklaşımlarını sunmaları için fırsatlar verilmelidir. - Gençlerin düşünce, eylem ve değerlendirmelerine önem verilmeli; onlara değer verildiği hissi oluşturulmalıdır. - Duygularının eğitimine ve biçimlenmesine, her şeyden daha çok önem verilmeli; etkinliklerin odak noktasını duygu ve heyecanlarının eğitimi oluşturmalıdır.

Yine gençlik dönemi özellikleri ile ilgili olarak belirtilmesi gereken diğer önemli yön, onların bir kimlik arayışı içerisinde olmalarıdır. Gençler, gelecek yaşamlarında kendilerine uygun gördükleri bir pozisyonu belirleme aşamasını yaşamaktadırlar. Bu çerçevede, kendilerine rol model olacak bireyleri belirler ve onlar gibi olmaya, onların yolunda ilerlemeye çabalarlar. Bu kişilerin belirlenmesinde kullandıkları temel etken, benimsedikleri değerlerdir. Bu değerler ideoloji, inanç, maddi özellikler, statü ya da makam vb. olabilir. Gençler, çocukluk döneminden itibaren kazandıkları değerleri kullanarak, bu değerlerin şahıslarında somutlaştığı kişiler, rol model olarak belirlenir ve onunla aralarında benzeşimler oluşturmaya çalışırlar.

- Değişimin önemli araçlarından biri olan teknolojiden etkin yararlanılmalı; teknolojiyi doğru kullanma alışkanlık ve becerileri geliştirilmelidir. - Okuma, araştırma, eleştirme, düşünme, ifadelendirme gibi becerileri etkin kullanmaları için yöneltme ve yönlendirmeler yapılmalıdır. - Toplumsal yaşamda aktif rol almaları için etkinlikler düzenlenmelidir. - Gençlerin, kendileriyle ilgili kararların alımında, planlamalarda, eğitim süreçlerinde, karar verici olarak rol almaları sağlanmalıdır. - Enerjilerini kontrollü olarak harcayabilecekleri bedensel aktifliği gerektiren etkinlikler yaptırılmalıdır.

Kısaca gençlik dönemi kapsamında değerlendirilen bireylerin, özellikle; bireysellikten toplumsallığa, bağımlılıktan bağımsızlığa ve özgürlüğe, küçük çevrelerden geniş çevrelere, ailevi kimlikten toplumsal kimliğe, duygusal kimlikten ideolojik kimliğe sahip oluşa doğru bir gelişim, değişim ve dönüşüm gösterdikleri belirtilmelidir. Başka bir ifade ile ‘dinamizm’, ‘değişim’, ‘gelişim’, ‘hız’ gibi kavramların, bu dönem bireylerini karakterize eden en başat kavramlar olduğu söylenebilir. Bu durum, onların biçimlendirilmesi ya da dönüştürülmesi süreci olarak değerlendirilebilecek eğitim süreçlerini de karakterize etmesi gereken temel kavramlar olduğuna işaret etmektedir.

- Arkadaş gruplarını oluşturma ve grupça yapılan etkinliklere yön verme konusunda seçici olma, doğru ölçütler kullanma, bilinç, duyarlılık ve alışkanlıklarının kazandırılmasına çalışılmalıdır. - Rol model olabilecek insanlarla olabildiğince doğrudan, mümkün olmaması durumunda da dolaylı olarak (film, kitap vb.) etkileşime girmeleri için imkânlar verilmelidir.

Elbette gençlerin eğitimi konusunda yalnızca bu ilkelere uygun davranılması, istenilen sonucun elde edilmesi için yeterli olmayacaktır. Bunların yanında genel eğitim ilkeleri de işe koşulmalı, eğitim süreçlerinde onlardan da yararlanılmalıdır. Ancak gençlerin eğitiminin önemli bir eğitim alanı olduğu, yapılan yanlışların teşhis edilerek yeniden organize etme ve düzenleme çalışmalarının süreklilik göstermesi gerektiği unutulmamalıdır. Bir sonraki yazımızda, “yetişkin eğitimi” konusu ele alınacak, tespitlerde bulunulmaya çalışılacaktır.

Bu doğrultuda gençlere dönük yapılacak eğitim çalışmalarının şu ilkeler çerçevesinde planlanıp uygulanmasının yararlı sonuçlar vereceği söylenebilir: - Bilgilendirmeden çok etkinlikler içinde rol vermek yoluyla eğitim yapılmalıdır. - Nasihat yoluyla hazır bilgiler sunmaktan daha çok tartışma, deneme, eleştirel yaklaşımlarına izin verme gibi keşfettirici eğitim yöntemleri kullanılmalıdır. - Farklı ilgi ve yetenek alanlarını tanımalarını, 37

OCAK 2015 / 318

- Tarihe, insanlığa, bilime, kültüre yön veren ve zenginlik kazandıran insanlar, yaşamları ve idealleri yönüyle tanıtılmalıdır.


İHSAN PENCERESİ Fatih Yılmaz fatih.yilmaz@ilkadimdergisi.net

İnsanın Ruhi Yapısı “

Sizden iyiliği emreden ve münkeri yasaklayan bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran, 104)

K

ur’an’da birçok ayette insanın psikolojik yapısı ele alınır. Nankör, zalim, cahil, inkâr edici, bozguncu, kızan, kan dökücü, aceleci, aciz, cimri, korkak gibi olumsuz özellikleri olduğu bildirilen insanın; inanan, şükreden, düşünen, ibret alan, dinleyen, öğrenen, okuyan, sorumluluklar alabilen, kızdığında kızgınlığını yenebilen, seven, sevgi ve şefkat dolu bir varlık olduğu da bildirilmekte ve en güzel yaratılışa sahip olduğu haber verilmektedir.

kıskanır, sırf kendisi için biriktirir ve böylece edindiği mülkün esiri olur. Gözünü kanaatsizlik bürümüştür. Kalbi inanç duygusundan mahrum olduğu için Allah’tan daha fazlasını beklememektedir. Hırsına düşkün sefil insanlar hiçbir zaman mutlu ve bahtiyar olamazlar, uykularını kaçırıp yarının hesabı içinde olurlar. “Aman şu çekim, bu senedim, aman oğlanın arabasının markasını değiştireyim, hanıma bir yazlık alayım.” diye zihni karmakarışık bir şekilde düşünürken sekte-i kalpten hayata veda etmesi de muhtemeldir. Şair öyle diyor:

Yeryüzünde yaşayan insan denen muammanın çeşitli huy ve karakterleri vardır. Önemli olan bu değişik karakterleri belli noktalarda birleştirebilmektir. Hepsinden aynı düşünce, inanış ve yapıyı beklemek hiç de doğru olmasa gerek. Mearic Suresi 19, 20, 21. ayetlerde insan psikolojisi mükemmel bir şekilde gözler önüne seriliyor: “Gerçekten insan hırsına düşkün yaratılmıştır. Başına bir fenalık gelince feryadı basandır. Kendisine bir hayır dokununca da çok cimridir.”

Hak affeder deyip gafletle gezdim/ Kahrı unutup pek fazla azdım/ Hayrı terk ettim de hep günah yazdım/ Dediler: Kervanın göçtü; ah yazık! Yarın hesap için denecek, haydi!/ Ah... Nasıl kurtulur bu Halid şimdi?/ İşte mahşer, işte bir melek geldi/ Amel defterimi açtı; ah yazık! Allah’a iman konusu insan hayatında çok önemli bir yer tutar. Allah’a iman, dille söylenen bir söz ve yerine getirilen bir ibadet şeklinden ibaret değildir. O bir hayat nizamıdır ve hadiseler, değerler için mükemmel bir ölçüdür. Kalp bu ölçüden mahrum olup bu destekten yoksun kalınca bocalar, titrer ve rüzgâra tutulmuş bir tüy gibi sallanıp durur. Devamlı bir korku içindedir. Başına bir felaket gelse feryat eder, iyilik geldiği zaman da onu kimseyle paylaşmaz.

Bu insan; başına bir kötülük gelince feryadı basmakta ve musibetin hiç gitmeyeceğini sanmaktadır. Bir gün ferahlığın geleceğini düşünmediği gibi Allah’ın bu durumu değiştireceğini de ummamaktadır. Bu yüzden de içindeki sıkıntılar büyüdükçe büyümekte ve sahibini içten içe yiyip bitirmektedir. Kendisine azim ve dayanıklılık verecek, ümit ve emel aşılayacak kuvvetli bir dayanağa sırtını vermemiştir. Gücü yettiği zaman da hayrı engeller, elde ettiği hayrın kendi kazanç ve çabasının sonucu olduğunu zanneder. Başkasını

Kalbinde hastalık bulunan insanlar, Allah’ı açıkça inkâr etmeseler de imanlarında bir zafiyet söz konusudur. Yani inançları belli koşullara bağlıdır. Nefislerinin rahatıyla veya çıkarları ile 38


çelişen ilk anda güzel ahlaktan taviz vermekten çekinmezler. İyi gibi görünen insan gider, yerine bambaşka biri gelir. Başka zamanlarda da kolaylarına gelen ibadetleri yerine getirerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Bu insanlar kendilerini açıkça kandırırlar ama bir türlü bunun şuuruna varamazlar. Her şeyde kolaycılığa kaçarlar, hiç zahmete katlanmazlar ve bu halde yaşarken ibadetini muntazaman yapan salihlere de çamur atmaktan geri kalmazlar.

ananın çocuğuna olan merhametinden çok daha fazla merhametlidir. Rahman ismi de bunun ifadesidir. Mü’min, kâfir ayırt etmeden herkesin rızkını veren Allah -azze ve celle- kullarını fahşa ve çirkinlikler yapsınlar diye bu dünyaya göndermemiştir. Kul, dünyaya geliş gayesini iyice düşünüp tahlil edecek ve sınavı kazanmanın yollarını arayacaktır. Böylece pisliklerden ve kötülüklerden uzaklaşmaya başlar. 2- MÜNKER: Genelde insanlar arasında kötü kabul edilen ve şeriat tarafından yasaklanan her şey demektir. “İnkâr edilen, karşı çıkılan, reddedilen” anlamlarına da gelir. Münkerin zıddı olan ma‘rûf ise “ihsan, iyilik, aklın ve dinin hoş gördüğü şey” demektir. Kur’an-ı Kerim’de münkerin daha kötü ve çirkin olan kısmı için ‘fahşâ’ terimi kullanılır. Türkçede ‘fuhşiyât’ bu anlamı ifade eder. Bu davranışlar insanların en çirkin halleridir. Allah Teâlâ, mü’minleri ma‘rufu emretmeye ve münkeri yasaklamaya çağırarak şöyle buyurur: “Sizden iyiliği emreden ve münkeri yasaklayan bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran, 104)

“Efendim, camiye gidiyorlar da ne oluyor? Şu işi yapıyorlar, bunu ediyorlar. Benim kalbim onlarınkinden temiz.” gibi basit savunmalarla kendini haklı çıkarma çabasına girişirler. Durum böyleyken insanın değil kendisini kandırması, son derece açık bir şuurla ve dikkatle kulluk görevini yerine getirmesi gerekir. Bu da kişinin her an için vicdanının sesini dinlemesi ve Allah’ın kitabı Kur’an’a uymasıyla olur. Samimi olarak iman etmedikçe insan için kurtuluş yoktur. Allah -azze ve celle- bireyi ve toplumu bozan şu üç şeyi yasaklamıştır: 1- FAHŞA: Fahşa kelimesi; gayri ahlaki, müstehcen, kötü, çirkin, adi, terbiyesiz; her şeye veya genel beğeni ve edep kurallarına uymadığı için duyulması ve görülmesi uygun olmayan şeyleri; zina, fuhuş, homoseksüellik, çıplaklık, açıklık, hırsızlık, soygunculuk, içki, kumar, dilencilik, terbiyesizce konuşma ve benzeri şeyleri içerir. Aynı şekilde bu ahlaksızlıkları toplumsallaştırmak ve yaymak da örneğin yanlış propaganda, iftira, suçların açıktan işlenmesi, ahlaksız hikâyeler ve bu türden tiyatrolar, filmler, çıplak resimler, kadınların açık saçık ortalarda dolaşması, dans etmeleri vs. aynı şekilde fahşa’nın içine girer. Allah Teâlâ “Allah çirkin bir şeyi/ fahşayı asla emretmez.” buyurmaktadır. (Araf, 28)

Bu görev ihmal edildiğinde yeryüzü fesada uğrar, tefrika çıkar ve tebliğ müessesesi zaafa düşer. Allah Teâlâ münkerden nehyetme ve ma‘rufu emretme görevini terk eden topluluğu alçaltır. Kaliteli insan, iyiliği emreden ve kötülükten de men edendir.

Sefil insanlar, çağrıldıkları halde doğru yola tabii olmayı reddedip eğri yollarda yürümeyi tercih ettikleri için yaptıkları onlara güzel gösterilmiştir. Bu, Allah’ın bir kanunudur. Böyle kişiler zamanla karanlığı sevmeye başlar ve karanlıklar içinde körler gibi el yordamıyla yürümekten ve hayatları boyunca sürüklenip gitmekten hoşlanır hale gelirler. Şer üreten meşguliyet ve denemelerinde başarısızlığa uğradıktan sonra başarısızlığın, gelecekteki dönemlerde kaçınılması gereken ‘arızi’ bir hatadan kaynaklandığı düşüncesiyle yeni bir denemeye girişirler.

İnsan, kötülüğe şeytanın aldatması ve irade-i cüziyyesinin emretmesiyle ulaşır. Yani nefsine ram olması kötülüğe giden yolların başlangıcıdır. Kişi bir defa bu yola adım attığı zaman yapamayacağı hiçbir fenalık yoktur. Kötülükten sakınmanın yolları da ancak kalbi tedavi metotlarıyla gerçekleşir. Bunun için de “dönülmeyecek bir tevbe, katıksız bir iman ve salih bir amel” gerekir. Allah hiçbir zaman kulunun çirkin hareketlerde bulunmasını istemez. O, kuluna karşı bir 39

OCAK 2015 / 318

3- BAĞY: Genel ahlak kurallarını aşan ve Yaratıcı olsun, yaratıklar olsun diğerlerinin haklarını çiğneyen her türlü kötü davranışlardır. Kur’an-ı Kerim’de “De ki: O, her şeyin Rabbi iken ben Allah’tan başka Rabb mi isteyecekmişim?” (En‘am, 164), “Allah’ın dininden başka bir din mi arzuluyorlar?” (Âl-i İmran, 83) buyrulmaktadır.


LA HAVLE Abdullah Gülcemal a.gulcemal@ilkadimdergisi.net

İki İbret Tablosu İ

manımıza, din ve vicdanımıza, mukaddesatımıza ve insanlık haysiyet ve şerefimize alçakça saldıran bu kudurmuş zihniyetin utanmaz yüzüne bütün milletin huzurunda bir kez daha tükürüyoruz.

T

cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanları ile tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hususiyle şehadet eylerim.”

arihten ibret almıyoruz! İbret almadığımız için de fert olarak, aile olarak, millet olarak sürekli acılar yaşıyoruz! Akıllı insan; kendi başına gelenlerden değil, başkalarının başına gelenlerden de ibret ve ders alan insandır.

Görüldüğü gibi bu sözde amentü, İslam dininin amentüsündeki esasların yerine bir takım saçma ve batıl inançlar koyan kaba bir putperestlik vesikasıdır.

Ne yazık ki bizler ne kendi başımıza gelenlerden, ne de başkalarının başına gelenlerden ders aldık! Bundan dolayı, hayatın her alanında kazancımız hep azalırken, kayıplarımız hep arttı! Bilmiyorum, geçmişten aktaracağım şu iki ibret tablosu uyanmamıza vesile olur mu acaba?

Gülünç olduğu kadar da iğrenç olan bu kepaze paçavrayı kim yazmış ve dağıttırmış olursa olsun, o devirde memleketimizde estirilen dinsizlik ve imansızlık kasırgasına tamamen uyan ve tek merkezden idare edildiğine asla şüphe bulunmayan bir ilhad cereyanının eseri olduğu anlaşılmaktadır.

İğrenç Bir Vesika: “Küfür Bataklığı” İmanımızı boğmak istemişlerdi! Tüyler ürpertici bir vesika. İsmi “Türkün Yeni Amentüsü”. Ankara’da 1928’de “Hâkimiyet-i Milliye” yani bugünkü “Ulus Matbaası”nda basılmıştır. Broşürün kapağının üstünde; “Hâsılatı Türk Tayyare Cemiyeti”ne aittir diye bir cümle vardır. İşte O Amentü:

İmanımıza, din ve vicdanımıza, mukaddesatımıza ve insanlık haysiyet ve şerefimize alçakça saldıran bu kudurmuş zihniyetin utanmaz yüzüne bütün milletin huzurunda bir kez daha tükürüyoruz. Müslüman daha ne zaman uyanacaksın?1

“Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni

Amerikan Hahamlar Komitesi’nin Çok Gizli Genelgesi “Bütün Dünya Fethi İçin” Gizlidir. Bütün Yahudilerin Dikkatine: 40


“Gayemize ulaşmak üzereyiz. 1. ve 2. Cihan harpleri plânımızı ziyadesiyle ileri götürdü, tatbikata koydu. Milyonlarca Hıristiyan’ın birbirini öldürmesinde, birbirini kırmasında, kalanların da bize herhangi bir zarar vermemesinde muvaffak olduk. Ahmak Hıristiyanları tam kontrolümüz altına alabilmek için artık yapılacak çok az şey kalmıştır. Dünyayı ele geçirmeden evvel işte size son talimatımız:

Amerika’ya göç edecek, halkımızın göçünü kolaylaştıracak plânlar yapınız. 12- Paranın kontrolünü bizim hesabımıza sıkı tutunuz. 13- Ordu, donanma ve hükümette kilit noktalara ve mevkilere daima Yahudileri yerleştirmeye devam ediniz. 14- Bu Amerikan Cumhuriyetini tahrip etmeli ve yerine Yahudilerin kontrolünde olacak, devlet sosyalizmi ile yönetilecek bir demokrasi koymalıyız.

1- Radyo, TV, sinema, basın, mecmua ve kitaplar üzerindeki kontrolümüzü daha çok artırmaya devam ediniz.

15- İş hayatını kontrole devam ediniz, sürekli huzursuzluk çıkartıp her türlü entrika ile şiddet ve anarşiye, grevlere devam ediniz.

2- Çocuklarınızı hukuk, tıp, eczacılık gibi bütün kazançlı meslek ve ticari sahalarda eğitiniz ve Yahudi olmayanları bu gibi ticaret ve meslek sahalarından uzaklaştırınız.

16- Bilhassa bu metotlarla bu ülkeyi (Amerika) yoksulluğa, mahrumiyete, moral bozukluğuna, iflasa götüreceğiz. İç harbe (isyana) sürükleyeceğiz ve böylece düşmanlarımızın miktarını azaltmış olacağız.

3- Yahudi olmayanların okullarını ve kolejlerini bizim sosyal devrimlerimiz için birer eğitim kampı haline getiriniz. 4- Hıristiyanlık dinini alay edici hale getiriniz. Halkı hiziplere ayırınız. Kiliseye inançlarını zayıflatınız. Davamız kazanılıncaya kadar Mason, Kardeşlik ve Yoldaşlık inancını genişletiniz.

17- Rus Bolşevik harbi bizi Rusya’nın patronları yaptı. Son Dünya harbi de İspanya hariç, bizi Asya ve Avrupa’nın patronları yaptı. 18- Emrimiz altındaki Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile İsrail’i meydana getirdik. Şimdi bu hazinemizi inkişaf ettirip Dünya Hükümet Merkezi haline getireceğiz. Yeni çıkacak bir harp de bizi Amerika’nın patronları haline getirecek.

5- Yahudi olmayan kadınların ve çocukların ahlâkını bozunuz. Onları ahlâksızlığa sürükleyiniz. 6- Yahudi olmayanların mahkemelerini bozup perişan ediniz. Kanunlarını ve anayasalarını bizim yolumuza uygun hale getiriniz.

19- Varlığımızın devamı için bu belgeyi yok edin. Yahudi olmayanlar tarafından herhangi bir sorguya çekilirseniz, hatta yemin ettirilerek sorguya çekilirseniz, Talmut’ta bildirildiği gibi bildiklerinizi inkâr edin. Bu konuda herhangi bir bilgi vermeyiniz. Eğer bu bilgiler, bu talimat Hıristiyanların eline geçerse ne korkunç ve vahim sonuçlar ortaya çıkacağını size hatırlatmanın bir gereği yok.

7- Sınıfları birbirine düşürünüz. Siyahları beyazlara karşı kışkırtınız. 8- Politikacıları satın alınız. Ve onların mahalli, milli hükümetlerini çalışmaz, işlemez hale getirmeye devam ediniz. 9- Yahudi olmayanları ve Hıristiyanları kitle halinde aşılayarak, uyuşturuculara alıştırarak, sularını kirleterek, kafadan sakatlanıp tımarhanelik ettirerek medeni kanunlarını tahrip ve perişan ediniz.

Notlar:

10- Eisenhover, Dulles, Lodge ve Warren gibi istekli, arzulu kişileri kullanınız. Bunlar bizim emirlerimizi yapacaklardır. 11-

Merkezî

Avrupa

ve

Bu iki ibret tablosu merhum M. Lütfi İkiz tarafından hazırlanan Ramazan Ayı takviminin 28 Şubat 1993 ve 9 Mart 1993 tarihli takvim yapraklarından iktibas edilmiştir. 1,2

Ortadoğu’dan 41

OCAK 2015 / 318

Yahudi Hedefini Biliyor… Ya Biz?2


TARİH KORİDORU Mehmet Erturan erturanmehmet@hotmail.com

Bugün “Dolar” Veren Yarın “Emir” Verir A

sist yapıyorlar ve bizden gol bekliyorlar. Atamayınca kızmıyorlar, yeni paslar veriyorlar. Enerji içeceklerimizi ısmarlıyorlar ve ölümüne mücadele etmemizi istedikleri maçlarımız için tezahüratlar besteliyorlar. Ama bizim takımı tutmuyorlar.

N

rim olmadı diyenler ahmaktır!” diye meydan okurcasına bir iddia ve söylemde bulunurken Atasoy hoca ise “O ahmaklardan biri de benim!” diyor ve bunu ifade ederken hiç çekinmiyor.

isan 2012: Suriye’de Beşar Esed yönetimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu mensuplarına maaş bağlanacak(mış). İsyancılara ödenecek para ise büyük ölçüde Körfez ülkelerinden gelecek(miş). Yani İslâm ülkelerinden…

Cihad Batı Sponsorluğuna mı Muhtaç? Haberimize dönersek; mücahitlik batı sponsorluğuyla ayakta durmaya çalışıyor. Çeçen, Bosna, Afgan cihadında/ direnişinde hâl böyle değildi diye hatırlıyoruz. O dönemlerde gidebilenlerimiz bizzat cihada katılır, gidemeyenlerimiz maddi ve manevi güçlerince direnişte yer alırdı.

Kanada Dışişleri Bakanı John Baird de, Suriye’deki acil insani ihtiyaçlar için 7,5 milyon dolar ve “demokrasi yanlısı faaliyetlerde kullanılmak üzere” 1 milyon dolar olmak üzere muhalif gruplara toplam 8,5 milyon dolar yardımda bulunacaklarını açıklamış. Yani “bugün maaş veren, yarın da emir verir.” niyetiyle yardımseverlik(!) yapıyorlar.

Gâvur illerinin asistleri bu kadar aşikâr değildi. Bunlar kurtarıcı ve yardım sever rolünde değil, kan emiciydi. Sömürgendi. Behimî olan ne varsa yüzyıllar boyunca bunlardaydı. Dillerinin altındaki bakladaydı. Yeni kıtanın keşfinde ve imarında yaşananlar bunların bilinçaltı senaryosunun dünya sahnesine yansıdığı ve tarihin kaydettiği en ibretlik filmdi.

Özetlersek; asist yapıyorlar ve bizden gol bekliyorlar. Atamayınca kızmıyorlar, yeni paslar veriyorlar. Enerji içeceklerimizi ısmarlıyorlar ve ölümüne mücadele etmemizi istedikleri maçlarımız için tezahüratlar besteliyorlar. Ama bizim takımı tutmuyorlar. Atasoy Müftüoğlu ya da Hakan Albayrak’ı tanır mısınız, tanırsanız da takip eder misiniz bilmem. Bu iki isim Arap Baharı konusunda farklı düşünüyor. Albay lakaplı Hakan Albayrak “Dev-

Umarız yanılıyoruzdur ama şimdi para ve silah batı’dan, devrim -hatta cihad- Müslümanlardan bekleniyor. Onlar yapılanlara devrim derken, bu hareketlenmelerin bizlerce cihad olarak 42


Suriye’de ve daha nice memalikte kartlar yeniden karılıyor ama Müslümanların iradesi hür mü, değil mi? Müslümanlar kendilerine yetiyor mu? Kendi kararlarını alabiliyor mu? Cenevre Toplantıları’nda neler dönüyor, hangi pazarlıklar yapılıyor? Bilemiyoruz. Gidişat nereye? Çözmekte zorlanıyoruz. Üzerine en çok düğümün atıldığı toprakların çocuklarıyız. Gücümüz yetmiyor bu soruların cevabına ulaşmaya. Aciz kalıyoruz. Aciz kaldığımız noktada aciz olmayana el açıyoruz. Ümmet’in suskunluğunu, yetersizliğini İlah ve Rabb olan Allah’a şikâyet ediyoruz. Adaletiyle coğrafyalarımızda tecelli etmesini ve bizim elimizle küffara galebe çalmasını isterken, mükellefiyetimiz olan ağırlıkları hakkıyla taşıyamadığımızı idrak edemiyoruz. Ödevini yapmayan çocuklar gibi suçu başkasına atıyoruz.

anlaşılmasını istiyorlar. Buna uygun yayın ve propagandalar yapıyorlar, manşetler atıyorlar, attırıyorlar. Kukla/ kuklacı meselini andırıyor bu denklem bizlere. Endişeliyiz. Bizden olmayanlar yani başkaları dönüşüme karar veriyor, bize de verilen kararları hakkıyla uygulama teslimiyeti rolünü biçiyor.

El-Aziz: Yegâne Galip, Mağlup Edilemeyen Harabeye dönen âlem-i İslam’a Şehinşah’ın misafir olmasını ümit ediyoruz. Birbirimize merhamet etmekten acizken, Allah’ın rahmetini celp etmeye çalışıyoruz. Kendimizle, davranışlarımızla ve inancımızla çelişiyoruz! Başka bir şey yapmıyoruz… Öncelikli ve acil olarak kendimize gelmemiz gerekirken bizim gibi aciz olan büyük meclislere koşuyoruz.

Devirdikten sonra ne olacak? Batılı tabip yaramızdan el mi çekecek? Hiç sanmıyoruz. Kimin adına, neyin kavgasını veriyoruz? Onlar bu yaşananlara GOP (genişletilmiş Ortadoğu projesi) olarak bakıyor; bize ise bu hareketler için bahar ve uyanış diyorlar. Böyle düşünmemizi ve hareket etmemizi istiyorlar. Suriye’de Dereyi Gören Var mı?

Gözyaşı dökenlerimiz de var, can verenlerimiz de... Ümmetin ortak paydası ise “artık rahatsız ve değişimden yana olması.” İşte bu değişimin ne kadarına ve nereye kadarına biz muktedir olabiliyoruz… Zalimler devrilene, menfaatler köprüyü geçene kadar üzerimizden siyaset ve hareket devşiriliyor, biz ne gibi tedbirler alabiliyoruz?

Belki de dereyi görmeden, “dere çok yakında!” diyenlerin sözleriyle hareket ediyor, paçaları sıvıyoruz. Bir yerlerden su gibi para ve silah akadursun… Ama biz; bu su temiz midir, necis midir, bu suyla abdest alınır mı diye sormadan edemiyoruz. Herkese ve her şeye rağmen elbette Allah’ın takdiri gerçekleşecek. Kazalar meydana gelecek, kader tecelli edecek. Peki, kimin menfaatleri ön plana çıkacak ve sözü geçecek? Miting ve gösterilerin ayarlandığı, çarpışma videolarının yüklendiği sitelerin sahipleri, beynelmilel medya efendileri, para babaları, ideoloji ve fikir ağaları, teknoloji ve insan kaynakları uzmanları kim? Kimin uzmanları, kalemleri, kameraları, mikrofonları bu olup bitenleri kendi istediği gibi servis ediyor dünyaya? Hangi taraf daha yetkin bu alanlarda?

Allah’tan, el-Aziz ism-i şerifiyle ümmet-i Muhammed’in izzet ve şerefini arttırmasını, ümmeti önce nefsine daha sonra küfre, zalime, tağuta ve münafığa karşı gelip gelenlerden eylemesini istiyoruz. Bu isteğimizde bütün mahcubiyetimize rağmen ısrar ediyoruz. 43

OCAK 2015 / 318

“Peki ya devrimden sonra?” diye soranlara kimleri ve nereyi adres gösteriyoruz? Bir lider, bir nesil yetiştirebiliyor, bir mum yakabiliyor muyuz? Yoksa karanlığa mı küfrediyoruz...


SÖZ MEYDANI İbrahim Çiftçi ibrahim.ciftci@ilkadimdergisi.net

Tarladan Dergiye S

ofranıza gelen yiyeceklerin o sofraya hangi mecralardan geçerek geldiğini düşündüğünüz gibi şu derginin de elinize nasıl, hangi mecralardan geçerek ulaştığının hikâyesini hatırlayınız, düşününüz.

S

(...) Hayır, şimdi insanları, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Beyinin vapurdan iner inmez çantasını kapan uşaktan iğrenmemeyi, sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adamın çalışmadığını kendi kendime öğrendim. Ama şu sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adam, isterse akşama kadar insanları aldatmak için didinsin. Kaç para eder! Gözümde, milyonu olsa da, kalp para ile metelik etmez...”

ait Faik’in bir hikâyesi var: Karanfiller ve Domates Suyu. İnanç zafiyetine, alkolikliğine, sorumsuz hayatına, boş vermişliğine rağmen Sait Faik’e Cumhuriyet’in klişeleşmiş aydın yazar ve sanatçılarının dışında bir yapıya sahip olması sebebiyle ilgi duyarım. İstanbul’u, denizi, balıkçıları, Adalar’ı, buralarda yaşayan amaçsız, boş, devletçe horlanan, gerek görüntü bozukluğuna sahip, gerek fakir, düşkün insanları konu ettiği ve herkesin onlarda göremediği bir şeyleri görmesi, anlatması ve onları yüceltmesi sebebiyle severim onu.

“Karanfiller ve Domates Suyu” hikâyesinde Kör Mustafa’yı işler. “Köyde ona, “Kör Mustafa” derlerdi. Bir gözü sola doğru biraz kaymıştı. Sağ tarafının beyazı ile gözkapağı arasına ciğer kırmızısı bir et parçası oturmuştu.” Bu cümlelerle tanıtılan Kör Mustafa eliyle tırnağı ile kazarak, yırtarak bir harap taşlık yeri tarla eder. İnatçı toprakla bu azimli mücadelesi bir sene sürer.

Sol kesimin sahiplenmesinden, belirttiğim insanları basit ideolojik amaçlara alet etmeden, hikâyelerinde yaşattığı için farklıdır o. Okuyalım hikâyeden giriş bölümünü. (...) İşte böyle bir yerde köyün insanlarını düşünüyorum. Kitaplar, bir zaman bana, insanları sevmek lazım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince dünyanın sevileceğini, oradan yaşama sevinci duyulacağını öğretmiştiler.

“Karnın yardım kazmayınan belinen Yüzün yırttım tırnağınan elinen Yine beni karşıladı gülünen Benim sadık yârim kara topraktır...” 44


gi mecralardan geçerek geldiğini düşündüğünüz gibi şu derginin de elinize nasıl, hangi mecralardan geçerek ulaştığının hikâyesini hatırlayınız, düşününüz. Ona göre okuyunuz, değerlendiriniz. Ama her zaman Yüksel abiler var. “Yazmak” başlıklı yazınızda şu kadar ‘yazmak’ kelimesi kullanmışsınız diyen. Teşekkürler Yüksel abi. Teşekkürler İlkadım’ın okuyucuları.

Diyen bozkır insanının aşığı Âşık Veysel’in ifadesi tam oturur Kör Mustafa’nın çabasına ve sonuna. (...) “Bir sabah Mustafa arkasına yeşiller giymiş güçlü kuvvetli bir kadın takmış, üç evleğine çizgiler, ocaklar açıyordu. Arslan Mustafa, dedim, su buldun mu, su? Deniz kıyısında eski bir kuyu vardı. Tuzlu bir parça, ama idare edeceğiz. Şuraya bir sarnıç kazabilsem... (...) Onu gördü mü toparlanıyor; hayret, sevgi ve saygı ile bakıyorum... Yine dünya yuvarlağı üzerinde böyle milyonlarca insanın tırnakları, nasırları, çirkinlikleri, tek gözleri, tek kollarıyla, bir ejderha ile kavga etmek için bekleştiklerini düşünüyorum. (...)

EL-AKSÂ Mescidin üç büyüğünden güzel Aksâ mı esir? Hangi iksir sızı dindirmek için keşfedilir? Müslümanlar siyonistin silahından pusuyor Ah, fakat Rabbimizin mescidi kanlar kusuyor!

Küçük hanımlar! Bugünlerde bir gün nişanlınız size koyu al renkli karanfiller gönderecektir. Dikkat edin, belki Mustafa’nınkilerdir. Küçük beyler, domatesler göreceksiniz çarşıda. Elmalar, ferik elmaları gibi kokulu, şekerli, tatlıdır. Keserseniz içinde çekirdekleri altın gibi parlar. ...Belki de domates suyu içersiniz ve tadını fevkalade bulursunuz. ...Emin olun ki Mustafa’nın domateslerinden bir tanesi, içtiğiniz suya katılmıştır.”

Hoş; nasipsiz diyecektir: “Şu Kudüs’ten bana ne!” Bakma sen lâf-ı güzâf* işleyenin sînesine. Sûriye’m var, Mısır’ım var, bilebilsem nere var, İstiyorlar kör edilmiş olalım bir canavar. Toz duman kaldırıyor israilin pis pabucu Tüm halatlar düğüm olmuş ne ararsın ipucu. Dünya kör kalmadadır öldürülen Müslümana Tüm cihan hürmet eder israilin hayvanına.

Sözü dergimize getirmek istiyorum. Şu dergi elinize bir yoldan ulaşıyor. Eğer daha büyük bir meşguliyetiniz yoksa (TV seyretmek, ceple iştigal, feys, uyumak, dedikodu yapmak... gibi) ilk sayfadan itibaren biraz hızlı karıştırıyor, başlıklarını okuyor bazen de spot ve fotoğraflar dikkatinizi çekiyor onlara yöneliyorsunuz. Belki de sevdiğiniz, ilgi duyduğunuz köşelerine öncelik verip derginin içine gömülüyorsunuz. Ya da sonra okurum deyip yanı başınızdaki sehpaya koyuyorsunuz.

Ey cemiyyet bölünün, şuncu olan buncu olan... Oysa hep emredilen “va‘tesimû” vel “cemian”** Bin bir evden müteşekkil eve sâhip bedevî*** Kurtarır, bekliyoruz biz, bir inanmış bin evi. Pisliğin her çeşidinden kusuyorken sokağım Yetmiş Aksâ yıkımından uyanırsak salağım! Bekle ey kutlu Kudüs Rabbini hep birleyerek Bir nesil var buna herkes Selahaddin diyecek!

*Lâf-ı güzâf: boş lakırdı. **Bkz. Kur’an-ı Kerîm, Âl-i İmran - 103 ***Bkz. Müslim / Cibril hadisi Şiir dâhil her türlü çalışmanızı “Kültür ve Sanat Sayfası” olan “SÖZ MEYDANI” na elektronik veya klasik posta yoluyla gönderebilirsiniz.

Sofranıza gelen yiyeceklerin o sofraya han45

OCAK 2015 / 318

fâ i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün Nesbel

Evet, sizin için bu kadar basit ve kolay olan hareketler bir önem ifade etmeyebilir. Ama yukarıdaki hikâyenin sonunda vurgulandığı gibi bu derginin elinize hangi mecralardan geçerek geldiğini düşünün bir kere. 15 Nisan 1992’den beri üç beş kişinin mesai tanımaz gayretiyle baskıya çıkan bu derginin uğraşanları “Oh be, şükür bitti.” diyemeden diğer sayının hazırlıklarına başlamak zorundadır.


İMBİK Nuri Ercan nuri.ercan@ilkadimdergisi.net

Ne İdik, Ne Olduk? B

ir zamanlar, değişim isteği sadece ve sadece “adam olmak” tabiri ile dile getirilirdi. O vakit “adam olmak” her şeydi. “Adam gibi adam olmak” Efendimizin örnekliğinden başka bir şey değildi. Adam olmayı terk ettik. Evlatlarımıza adam olmak yerine mühendis, doktor, öğretmen, bürokrat, olmayı telkin etmeyi tercih ettik.

İ

lahi kanunlar insanın değişmesini kendi iradesine bağlar. Bu nedenle iyi ya da kötüye değişimin yegâne müsebbibi âdemoğludur. Kul ister, Allah yaratır; sonuçta toplum değişir. Değişimin iyiye doğru olması için yüreklerin topluca atması elzemdir. Tek sesle yükseltilen değişim talepleri cılız kalmaya mahkûmdur. Bu yüzden İslâm, cemaat ve cemiyeti öngörür.

lar “Kim bilir!” sitayişinin kimlerin zihnine bir ünlem attığını çok iyi bilirler. Dahası “Ne idik ne olduk?” sorusunu orta yaşta olan dindarlar cevaplandırmalıdır. Hesap verme sırası onlardadır. Türkiye tarihinin en son inanç mücadelesinin verimli dönemine bu kesim şahit olmuştur. Mevzuyu açalım ki, yeni nesiller de meselelere vakıf olsun. Konunun en can alıcı sorusu şudur: Daha çeyrek asır öncesinin gençleri hayallerini gerçekleştirebildiler mi?

Aslında hiçbir insan evladı bile bile kötüye dönüşümü arzu etmez. Ya birilerinin zorlaması ile kendini kötüye dönüşmüş bulur ya da yanılma sonucu kötüyü tercih ettiğinin farkında olmaz.

Zihninizden geçen cevapları sorgulamıyorum; tabi ki kalkınma, modern nimetler ve kimi inanç özgürlükleri bakımından daha ilerde olduğumuz inkâr edilemez. Ancak bunlar bir iktidar olgusunun sonucudur. Bizim ideallerimiz hayat buldu mu, yoksa inkisara mı uğradı?

Allah’ın istediği bir hayatı yaşamak her inananın hedefi olmalıdır. Bu uğurda her mü’minin elinden geleni yapması inancının gereğidir. Aynı idealleri taşıyan mü’minler bir araya geldiklerinde değişim ufukta beliriyor demektir.

Rad Suresi’nin on birinci ayetinin ifade buyurduğu “değişim” hangi tarafa doğru gerçekleşmektedir? Mutlak iyiye doğru bir değişim mi var ortada? Yoksa tersi bir değişim mi gerçekleşiyor? Kendimizi yoklayalım. Yaşamakta olduğumuz gerçekliklerimizi gözden geçirelim. Bunun için, yakın geçmişimize bir göz atalım

Ne var ki ufukta gözüken her değişim, hedeflenen değişim olmayabilir. Veya kendisine yaklaştıkça kişisel ve toplumsal tesirlerin etkisi ile sanrılaşan bir heyula da olabilir. Kim bilir! Şimdilerde, ellili yaşlarına merdiven dayayan46


ki hatalarımız, sevaplarımız ortaya dökülsün. Kimi itiraflarda bulunmaktan çekinmeyelim ki, gençler aynı hataları tekrar etmesinler. Ve Allah’a çok çok dua edelim ki, hafızamız zayıflamasın.

Muvaffakiyetin kapsamında “Yaratıcının dilemesine uygunluk” vardır. Biz, henüz teşhisi yapılamamış, tedavisi olmayan, “başarı” diye bir hastalığı çocuklarımıza bulaştırdık. Bizler bugünkü kadar hür insanlar değildik. Keyfe mâ yeşâ yaşayamazdık. Evlerimizde ayrı dünyaları yaşadığımız çalışma odalarımız yoktu. Derslerimize hane halkının gürültüsü ya da radyodan dinlediğimiz türküler eşliğinde çalışırdık. “Başaramazdık” ama başkalaşmazdık da. Şimdi, çalışma odalarında “başarıya” mahkûm ettiğimiz yeni nesil, bırakın başkalaşmayı git gide yabancılaştı bizlere.

Ne kadar da çabuk unutuyoruz! Dostlar! Hep ileri, hep ileri bakmak, bizi tüketiyor. Geriye dönelim ve soralım. Örneğin, ümmet idealimize ne oldu? Evlatlarımıza bu ideali aktarabildik mi? Yoksa mazlum Müslümanlar üzerinden sadece duygusal ümmet anlayışı mı zerk edeceğiz! Kötülüklerle savaşacak mücahitlerimiz nerdeler? Yedi güzel adamın arasına karışıp, güzel atlara binip, geçip gittiler mi?

Karışanlarımız vardı. Bizlerle hemfikir olmayan kişilerle bile iletişim kurabilirdik. Memleketin geleceği için saatlerce tartıştığımız muhaliflerimiz olurdu. Ya şimdi! Aynı musluklardan su içen arkadaşlarımızla para, ev, araba dışında bir şeyler konuşamaz hale geldik. Dost sohbetlerinde belki aferinler fazla değildi, lakin hatalarımız üslubunca söylenirdi. Alınmazdık.

Dertli ve meselesi olan insanlarla büyüdük biz. El yevm, derdi olmayan hasta müslümanların türemesine bir türlü mani olamıyoruz. Bize öğretilen “Lâ havle ve lâ kuvvete illa billah...” cümlesine inanarak güne başlar ve kendimizde güç vehmetmeden hayata devam ederdik. Son dönemlerde her şeyi başarabileceğimiz vehmi bu cümleyi dillerimizden ve kalplerimizden sildi sanki.

Çünkü dostluktan, samimiyetten şüphe edilmezdi. Şimdi kimsenin işlerimize karışmasına tahammül edemez bir bencilliğin dehlizlerinde yaşıyoruz. Üstelik güvensiz, sahte dostluklar üretmekten geri durmuyoruz. Çok dostlarımız var, ama yalnızız.

Nefis tezkiyesini öğütleyen irfan sahiplerine kulak vermeyi sevmiştik. Yarım asır geçemeden onların yerini, nefis takviyesini öneren bilim adamları aldı. Bir zamanlar herhangi bir faiz kurumunun önünden geçmeyi bile büyük günahlardan sayar; şimşek gibi fırlayıp günaha bulaşmaktan korkardık. Şimdi hangi bankanın ne kadar faiz uyguladığını satır satır ezberleyip, fakirlere yol göstermeye gayret eden dindarlarımız yetişti. Devletin kooperatiflerinden faizli diye gübre bile almayan ehl-i salât insanımız, faizli kredi kuyruklarında salâvat çeker hale geldi.

Bir zamanlar, değişim isteği sadece ve sadece “adam olmak” tabiri ile dile getirilirdi. O vakit “adam olmak” her şeydi. “Adam gibi adam olmak” Efendimizin örnekliğinden başka bir şey değildi. Adam olmayı terk ettik. Evlatlarımıza adam olmak yerine mühendis, doktor, öğretmen, bürokrat, olmayı telkin etmeyi tercih ettik.

Hayallerimiz, ideallerimiz ve biz... Bir tezadın içinde gibiyiz. Doğru, umut bir yanımızı sarmış. Diğer yanımızda ahlaki yozlaşma dimdik ayakta bizi bekliyor. Ne idik, ne olduk!

Eskiden muvaffakiyet dilerdi dedelerimiz. 47

OCAK 2015 / 318

Âlimlerimiz vardı, dava uğruna uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönmüş. Şimdi, birbirine düşmüş, sınır tanımaz insanlardan feyiz almaya çabalıyoruz.

Makam istenmez; verilirdi. Şimdi tek istenmeyen, istemeyen oldu. Salih amel sahipleri, mansıp uğruna birbirlerine bir sövmedikleri kalan kişiliklere dönüştü. Daha düne kadar, önümüzde uygun görecek ya da “münasip değildir” diyecek büyüklerimiz vardı. El’ân, biz büyükler olduk lakin “münasip midir?” diye soracak nesiller yetiştirmeyi ihmal ettik.


DÜŞÜNCE UFKUMUZ Atilla Değirmenci atilla.degirmenci@ilkadimdergisi.net

Diri ve Ölü Arasındaki Fark: ZİKİR

H

zi helalinden sağlamak için yaptıklarımız da, iyiliğin yaygınlaşması ve kötülüğün engellenmesi için gösterdiğimiz gayretler de, mazlum coğrafyalardaki kardeşlerimize gönderdiğimiz yardımlar da, bir âlimin önünde Allah için ilim öğrenmek de, Müslümanların ufuklarını genişletebilmek için yaptığımız çalışmalar da birer zikir çeşididir.

ayatı menfaat odaklı yaşayanlar karşılarına çıkan her türlü sistemi ya ortadan kaldırarak ya da yapısını bozarak kendisine benzetme yolunu her zaman için benimsemiş ve uygulamıştır. İnsanların yegâne kurtuluş yolu olan İslam’ı da böyle algılayan bu tipler hedeflerine ulaşabilmek için Müslümanların zihinlerine ‘parçacı anlayış’ı yerleştirdiler/ yerleştiriyorlar.

En büyük zikir, Allah’ı en doğru biçimde tanıtan tek ilahî din olan İslam’ı anlamak, yaşamak ve yaşanması için mücadele vermektir. İslam’ı öğrenmek için temel kaynakları okumak bir zikir çeşidi olduğu gibi öğrendiklerimizi ümmetin cahil bırakılmış fertlerine öğretmek de bir zikirdir.

Cehalet ürünü bu anlayışın hedef noktasında Müslümanları zihinsel ve eylemsel olarak ayakta tutan temel kavramlara yeni manalar vermek ya da kavramların anlamını daraltmak var. Bu çalışmada en çok darbe yiyen ve anlamı daraltılan kavramımız ‘zikir’ kavramıdır. Zikr’i belli bir kelimeyi, belli zamanlarda ve belli şekillerle tekrar etmek olarak anladığımızdan beri parçacı anlayışın peşinden gidiyoruz.

Diri ile ölü arasındaki kadar fark oluşturan ve İslam’ı doğru öğrenen bir insan, hayatını Allah’ın istediği gibi dizayn edeceği için kendisini de etrafını da aydınlatacaktır. Buna bağlı olarak zikri vazgeçilmez gündemi haline getiren kişi hem kendisi hem de çevresi için kandil olacaktır.

Zikir, sonsuz kudret sahibi Allah Teâlâ karşısında insanın acizliğini sürekli hatırda tutmasıdır. Arada bir insanda beliren zihinsel aktiviteler veya sözel ifadeler tek başına zikir değildir. Sadece korku, istek ve bunalım zamanlarında hatırlayıp genişlik ve bolluk zamanlarında kafasına göre yaşamak da zikir değildir. Zikir; her şeyi ayrıntısıyla bilen, gören, işiten, nimet veren ve bir gün verdiklerinin hesabını soracak olan Allah Teâlâ’yı ve O’na kulluğumuzu hayatımız boyunca ilk gündem maddemiz yapmaktır.

Zikir, bir bütünün ta kendisidir. Kalpte oluşan halis niyetin tefekkürle zenginleştirilerek söz ve eylem bütünlüğü oluşturmasıdır. Bu anlayış zikrin insanın bazı organlarıyla değil bütün vücuduyla yapacağı görev olarak algılanmasını sağlar. Zikir, hayat boyu kul olabilme şuuruyla yaşamaktır. En büyük düşmanımız şeytan ve avenelerinin fısıltılarına takılmadan fedakâr, cesur, mütevazı, iffetli, izzetli ve istikrarlı bir hayatı bilerek/ isteyerek hayata yansıtmaktır. Zikrin olmadığı bedende gaflet vardır.

Zikir, yeryüzünde halife olabilecek kabiliyette gönderilen insanın üzerine düşen sorumlulukları zamanında yerine getirmesidir. Bu çerçevedeki ibadetlerin her biri; geçimimi48



İlkadım Dergisinden Okuyucularına Hediye...

İ N E Y • Büyük boy • 320 sayfa

10

İlkadım Dergisi yazarlarından Mustafa Yayla’nın kaleminden bu değerli eser, İlkadım Dergisi abonelerine hediye...

• Dua adabı, tesbih ve zikirler ve bunları okumanın faziletleri • Belirli zamanlarda ve günlük olarak okunacak dualar • Namaz içinde okunacak tesbih ve dualar • Allah’ın güzel isimleri/el-Esmaü’l Hüsna • Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerin dilinden örnek dualar • Kur’an-ı Kerim’de geçen örnek şahsiyetlerin duaları • Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, en çok yapmış olduğu dualardan örnekler • Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar BİLGİ ve İRTİBAT İÇİN: Tel:(0384) 213 65 43- 0 505 808 35 87

Okuyun, Okutun, Abone olun...


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.