Ses Dergisi Ocak

Page 1


Ocak/ 2022

Ses Dergisi Sayı 21

SES DERGİSİ

İÇİNDEKİLER Tanıtım

OCAK - 2022, SAYI 21

I EDİTÖR NOTU 21. sayının genel değerlendirmesi.

III

ABDULRAZAK GURNAH 2021 yılı Nobel ödülünü kazanan Abdulrazak Gurnah'ın hayatı ve onu Nobel'e taşıyan kalemi

II SİNANE KİRİV Yasin Toksoy kaleminden bir sosyal sorun aşkı ve Mezopotamya'da å iki toplumun aşkı: Bir Yezidi ile bir Kürt genç

VI MEKTUPLAR Şiirler, şarkılar eşliğinde yazılmış bir hasret mektubu daha...

VII ÖYKÜLER

V

Film Tanıtım

Kitap Tanıtım

Esra Dolunay

Seyfullah Sacit

2021 Nobel Ödüllü romancı Kış Uykusu, Türk Abdulrazak Gurnah'ın kitabı. sinemasının bol ödüllü Göçmenlik serüveni ve fazlası. yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın 2014 Cannes Film Festivali'nde en büyük ödül olan Altın Palmiye'yi kazandığı son filmi.

2

Kültür-Sanat-Edebiyat

21

sesdergisicanada@gmail.com www.sesdergisi.ca

OCAK -2022

IV

Bazen Yunanistan sahillerinde bazen soğuktan donan mültecilerle Polonya Belarus sınırlarında dolaştıracak şiirler var.


Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

EDİTÖR’den

SES DERGİSİ Kültür - Sanat - Edebiyat

Ses Dergisi İmtiyaz Sahibi: Şerif Aydın

Güzel dostlar, 2022 yılının ilk sayısı 21. sayı ile tekrar sizinleyiz. Sosyal medya hesaplarımızdan önceki aylara nazaran biraz daha az paylaşım yaptığımızdan olsa gerek ki bu sayı ayrı bir özlemle beklendi. Kimi kalem dostları “Dergi bitiyor mu?” kimi “Bu ay çıkacak mı?” kimisi de “Nerde kaldınız hayatta mısınız?” şeklinde mesajlar attı. Doğrusu haddinden fazla memnun etti. Derginin siz güzel kalem dostlarıyla bütünleştiğini görmek cidden çok değerli benim için, iyi ki varsınız. Hemen her sayıda olduğu gibi bu sayımızda da kapak dosya çalışmamız var. Tanzanya Zanzibarlı, Nobel ödüllü yazar Abdulrazak Gurnah dosya çalışmamıızın konusu oldu. Dünyanın en kritik krizlerinden biri olan göçmenlik krizini dünya gündemine taşıyan bu yazarı tanımanızı gerçekten istiyorum. Ülkesinden uzakta hayatlar yaşayan insanların onun romanlarında kendilerinden çok şeyler bulacaklarına inanıyoruz. Amaç sadece Gurnah’ın eserlerini okutmak değil, 19 yaşında İngiltereye göçmen zorunda kalmış bir insanın yıllar sonra Nobel gibi büyük bir ödüle yürüme başarısını da sizlerle paylaşmaktır. Bu sayıda yine bir Kürtçe hikaye ve hikayenin de bir hikayesi var. Toplumsal olayların çok uzun yıllar önceye dayandığını bir aşk öyküsünde bulacaksınız. Müslüman ve Yezidi iki gencin inanç farkından dolayı yaşadıkları çıkmazı okuyacaksınız. Öyküler yalnız bununla sınırlı değil, bazen Yunanistan kıyılarında bazen de Polonya sınırlarında dolaşağınız kalbe dokunan öyküleri de okuma fırsatı bulacaksınız. Şiirler bir müzik tadında. Kitap ve film tanıtımları bu ay ortak duygularımız olacak belki. Deneme yazarlığı şairlik ile yazarlık arasında ince bir çizgide seyreden bir kalemdir. Bazen kelimelerdeki musikiyi okuyacaksınız bazen de fikirleri. Can dostlar, dergi çıkarmak gönül işi ve gönlü yarınlar için çarpanların işi. Hem işimizi hem yarınımızı seviyoruz ve sizlerin de öyle olduğunu düşündüğümüz için birlikte yürüdüğümüz yolu aylar bir birini kovalasa da sizi yanımızda gördüğümüzü düşünüyorum. Hep var olun. Yazı, şiir yollayan tüm kalemlere yürekten teşekkür ediyor ve okuyucalarımızı keyifli bir ay diliyorum.

Şerif Aydın

Genel Yayın Yönetmeni Şerif Aydın Yayın Editörü Esra Dolunay Yayın Heyeti Seyfullah Sacit Hilal Görgülü Ekrem İnan Şerif Aydın Esra Dolunay Web dizayn: Enes Aydın Yayın Türü Uluslararası Sürekli Aylık Baskı Türü Dijital Dijital adres: www.issuu.com/enesengin iletişim: www.sesdergisi.ca Facebook: @sesdergisicanada Instagram: @sesdergisikanada Twitter: @sesdergisica www.youtube.com/sesdergisikanada E-mail: sesdergisicanada@gmail.com Adres: Ottawa, Kanada

Bu dergide yer alan yazıların yayın hakkı Ses Dergisi’ne aittir. Yazılar, kaynak gösterilmeden paylaşılamaz. Dergide yer alan tüm yazıların kanuni mükellefiyeti yazara aittir.

Kültür-Sanat-Edebiyat

3


G

dosya

Ocak/ 2022

Şerif Aydın

ABDULRAZAK GURNAH

Kapak ve Dosya 4

Ses Dergisi Sayı 21

Kültür-Sanat-Edebiyat

“ İlk dönüş yolculuğu nasıldı? “Korkunçtu: 17 yıl uzun bir süre ve elbette, yurtlarını değiştiren veya taşınan birçok insanda olduğu gibi, bir tür suçluluk sorunu var. Muhtemelen utanç. Doğru şeyi yaptığından emin olamamak. Ama senin hakkında ne düşüneceklerini de bilmeden, değiştiğini sen biliyorsun, artık ‘bizden biri’ değilsin. Ama aslında, bunların hiçbiri olmadı. Uçaktan iniyorsun ve herkes seni gördüğüne seviniyor.”


Ocak / 2022

ö

Ses Dergisi Sayı 21

Fotoğraf: Tolga Akmen/AFP/

nce Nobel ödülü kazanmış bir yazarı merak edip okumaya başladım, ardından onu Nobele götüren temaları ve bakış açışısı dikkatimi çekti. Dergiye dosya yazısı yazma yerine merakımdan okumaya başladım Tanzanya Zanzibarlı Abdulrazak Gurnah’ı.

Türkçe kaynaklarda hakkında çok şey yazılıp çizilmemiş bu yazarı daha derinlemesine okuma isteği beni Batılı kaynaklara itti. İyi ki de okumuşum. Dünyanın önde gelen The Guardian, New York Times, Times gibi gazete ve dergilerinde çok etkili yazılarla kendine yer bulan Gurnah ilginç bir hayat öyküsüne sahip. Gazeteci “Nobel Komitesi sizi “Kültürler ve kıtalar arasında sömürgeciliğin etkilerini ve sığınmacıların kaderini ödünsüz ve merhametle ele almanız” sebebiyle ödüle layık gördü, gerekçesini de böyle açıkladı. Bu, sizin

yazım tarzınızdaki sihir midir, ya da siz kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız? diye soruyor. Gurnah ““Söyledikleri tamamen doğru ama ben onların açıklamalarında ifade etmediği başka birkaç şey de eklemek isterim. Ben gerçekten insanların hayatlarına, acıyla nasıl mücadele ettiğine ve onların şefkatine nezaketine derinlemesine ilgi duyarım.” diye cevap veriyor. Bu ilgisi birçok esere imza atmasına yardım etmiş. The Guardian yazarlarından Maaza Mengiste ödül sonrası onun için kaleme aldığı köşe yazısında şöyle tanımlar onu: “Abdulrazak Gurnah, otuz yılı aşkın bir süredir tarihin unutulmuş köşelerine gönderilenler hakkında sessiz ve sarsılmaz bir inançla yazıyor. 1948’de Zanzibar’da doğan Gurnah, siyasi baskıdan kaçmış ve 18 yaşında İngiltere’ye yerleşmış. Çok sayıda kısa öykü ve denemenin yanı sıra 10 romanın yazarı olan Gurnah, yazma kariyerini sürgünde olan birçok insanın: evlerinden, ailelerinden

Kültür-Sanat-Edebiyat

5


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022

Photograph: Tolga Akmen/AFP/Getty Image

ve topluluklarından bir şeyler bulacakları ve belki de en önemlisi kendilerini bulacakları yazma yol ve yöntemlerine adadı.” “Romanları, ailelerin, arkadaşların ve dostlukların yarattığı samimi mekanlarda zuhur ediyor: Sevgi ve yükümlülükle beslenen, ancak doğaları gereği savunmasız bırakılan mekanlarda. Kitap üstüne kitap ile sismik tarihi anlar ve yıkıcı toplumsal kırılmalar arasında bu aileleri, dostlukları ve sevgi dolu alanları -tüm aile bir arada olmasa da- onları sağlam, bir arada tutan şeyin ne olduğunu nahifçe bir edayla rehberlik yaparak gösteriyor. İlk romanı olan Terk Ediş (1987) dahil olmak üzere kitaplarının çoğu, devletin veya iktidardakilerin ihanetleri ve verdikleri vaatlerle boğuşurken öbür taraftan da daha iyi

6

Kültür-Sanat-Edebiyat

bir yaşam aramak için evini yurdunu terk eden insanlara odaklanıyor. Alman sömürgeciliği ve siyasi saldırganlığının maliyetlerinin yürek parçalayıcı bir keşfi olan ve 1994 Booker ödülü için listeye

giren ikinci romanı Cennet, birinci dünya savaşının hemen öncesinde geçiyor. Son romanı Ölümden Sonraki Hayatlar (2020) Alman sömürgecilerine karşı 1907 isyanının ortasında başlayan ve bize, nesiller boyunca Alman yönetiminden İngiliz egemenliğine geçişlerinde ailelerini ve topluluklarını anakara Tanzanya’da küçük bir sahil kasabasında sürdürmek için mücadele eden karakterleri sunuyor. 2002 Booker ödülü için uzun listeye giren ve kurgu dalında Los Angeles Times kitap ödülü için kısa listeye giren Son Hediye (2011) ve Deniz Kenarında (2001) İngiltere’de evlerini kurmaya çalışan mültecilerin hayatlarını tasvir ediyor. Gurnah, bu kitaplar aracılığıyla aidiyetin anlamını ve kişinin geçmişi gerçekten geride bırakıp bırakamayacağını sorguluyor. Gurnah’ın romanlarının her biri, hikayeleri arşivlere girmemiş veya


Ocak / 2022 onları daha geniş bir dünyada unutulmaz kılacak belgelere sahip olmayanların hikayelerine odaklanıyor. Esnaflar, ev hanımları, askerler - sömürge ordularında görev yapan yerel askerler - öğrenciler ve mülteciler onun yazma seyri için önemli ve anlamlı. Onları karmaşık ve anlamlı hale getiriyor, bize bunların her birinin hatırlanmaya değer olduğunu gösteriyor. Son yıllarda, bir dizi insani kriz, çaresiz insanları Avrupa’da daha iyi bir gelecek umuduyla hayatlarını riske atmaya zorlarken, Gurnah’nın çalışmaları daha fazla yankı uyandırmaya başladı ve önem kazandı.”

NOBEL ÖDÜLÜ SONRASI BİR ZİYARET Yıl 2021, The Guardian’dan David Shariatmadari kapısını çalıyor,

Ses Dergisi Sayı 21 “Biraz acele oldu, tanışacak ve konuşacak çok fazla insan var. Yoksa aksi halde ne söyleyebilirsiniz ki? Harika hissediyorum.” diye cevaplıyor. Devamında bu ödül sahibiyle macerasının nasıl başladığını anlatıyor. Duyurudan sonraki gün, Londra’daki menajerinin ofisinde, etrafı kitaplarla çevrili yeni basılmış Nobel edebiyat ödülü sahibiyle tanışır. David, onunla ilk karşılamasındaki izlenimlerini anlatırken “73 yaşından daha genç görünüyor, gümüş rengi saçları övüncü. Düzgün ve bilinçli konuşuyor, ifadesi neredeyse hiç değişmiyor.” deyip ekliyor: “Oysa daha 24 saatten biraz daha uzun bir süre önce, Kent Üniversitesi’nde İngilizce profesörü olarak emekli olduktan sonra yaşadığı Canterbury’deki mutfağında evinde, yalnızca eleştirmenlerce beğenilen 10 romanın yazarıydı. Şimdi, nadir

Bu gerçek bir şey mi?” Ve bu çok kibar, nazik ses, ‘Bay Gurnah ile mi konuşuyorum?’ dedi. ‘Az önce Nobel edebiyat ödülünü kazandınız.’ “Ben de ‘Bırak git! Neyden bahsediyorsun?’ dedim.” Akademinin web sitesindeki açıklamayı okuyana kadar tam olarak ikna olmamıştı. “Eşim Denise’i aramayı denedim. Torunuyla birlikte hayvanat bahçesindeydi. Onu telefona aldım ama aynı zamanda diğer telefon da açık ve BBC’den bir şeyler isteyen biri var.” Kazanma bir dönüm noktasıdır. Gurnah, 120 yıllık tarihinde ödülü kazanan yalnız dördüncü siyahi kişi oldu. Uzun süredir editörlüğünü yapan Alexandra Pringle, geçen hafta Guardian’a “Yaşayan en büyük Afrikalı yazarlardan biri ve hiç kimse onu fark etmedi ve beni öldürdü” dedi. Gurnah, 1950’lerde ve 60’larda Tanzanya kıyılarındaki Zanzibar’da büyüdü. Müslüman olarak yetiştirildi. 1963’te Zanzibar bağımsız oldu, ancak hükümdarı Sultan Jamshid ertesi yıl devrildi. Gurnah, 2001’de devrim sırasında, “Binlerce insan katledildi, bütün topluluklar sürüldü ve yüzlercesi hapsedildi. Ardından gelen kargaşa ve zulümlerde, hayatımıza intikamcı bir terör egemen oldu.” diye o günleri özetliyor. Bu kargaşanın ortasında, o ve erkek kardeşi İngiltere’ye kaçtı.

Fotoğraf: Joe Cummings

Abdulrazak Gurnah’ın. Kendini aniden dünya medyasının tüm bakışları arasında bulan biri için olağanüstü sakin göründüğünü söylüyor David. ‘Nasıl hissettiğini’ sorduğumda, ‘Çok iyi’ diye yanıtlıyor.

görülen durum olsa da, yeni bir ünü sizi çekiyor.” Nobel’e ilk başta inanmamış. “Soğuk şakalardan biri olduğunu düşündüm. Bu yüzden sadece bekleyip görmeyi tercih ettim.

ROMANLARI Romanlarının birçoğu yurdundan ayrılma, yerinden edilme ve sürgün ile ilgilidir. Sessizliğe Hayranlık kitabında anlatıcı, kendisi için İngiltere’de bir hayat ve aile kurmasına rağmen, kendisini ne İngiliz ne de artık Zanzibarlı buluyor.

Kültür-Sanat-Edebiyat

7


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022 Gurnah’nın kendi geçmişiyle olan kopuşu hâlâ peşini bırakmıyor mu, diye düşünmeden edemiyorsunuz. Buna rağmen, yerinden edilme konusu onu büyülediğinden geride kalan toprakları onun için ilgisiz hale gelmiyor. “Bu, zamanımızın çok büyük bir hikayesi, insanların yaşamlarını doğdukları yerlerinden uzakta yeniden inşa etmeleri ve yeniden düzen kurmak zorunda kalma hikayesi. Ve bunun birçok farklı boyutu var. Ne hatırlıyorlar? Ve hatırladıklarıyla nasıl başa çıkıyorlar? Buldukları şeyle nasıl başa çıkıyorlar? Ya da gerçekten nasıl karşılanıyorlar?”

SIKINTILAR Gurnah’ın 60’ların sonlarındaki İngiltere’yle ilgili fikri olumsuzdu. “Ben çok genç bir insan olarak buradayken, insanlar şimdi rahatsız edici olduğunu düşündüğümüz bazı kelimeleri yüzünüze söylemekten çekinmezlerdi. Bu tür bir tutum çok daha yaygındı. Otobüse bile irkilmene neden olan bir şeyle karşılaşmadan binemezdin. Aleni, o kendinden emin ırkçılık büyük ölçüde azaldı, ancak neredeyse değişmeyen bir şey, mültciliğe tepkimiz.” Bu cephedeki ilerleme büyük ölçüde yanılgıdır, gerçeği yansıtmıyor.” diyor Gurnah ve ekliyor: “İşler değişmiş gibi görünüyor [ama] öte yandan mültecilerin ve sığınmacıların gözaltına alınmasıyla ilgili yeni kurallarımız var, bunlar bana neredeyse kriminal suç gibi geliyor. Ve bunlar da hükümet tarafından savunulmakta ve korunmakta. Bu bana daha önceki insanlara yapılan muameleye göre büyük bir ilerleme gibi görünmüyor.” Buraya gelenleri uzaklaştıracak kurumsal refleks, derinlere iniyor gibi görünüyor.

8

Kültür-Sanat-Edebiyat

“Bu, zamanımızın çok büyük bir hikayesi, insanların yaşamlarını doğdukları yerlerinden uzakta yeniden inşa etmeleri ve yeniden düzen kurmak zorunda kalma hikayesi.” YAZMAK Gurnah, Zanzibar’a tekrar ayak basmadan önce 17 yıl İngiltere’de yaşamış. Bu sürede bir yazar haline gelmişti. “Yazı yazma sürekli olmayan, arada bir olan bir şey olmuştu. Düşündüğüm şey ‘Yazar olmak istiyorum’ veya buna benzer bir şey değildi. Bununla birlikte, koşullar bir şekilde ortam hazırladı. Yazmak, içinde bulunduğum yoksulluk, gurbet, vasıfsızlık, eğitimsizlik durumumdan meydana geldi. Bu sefaletten bir şeyler yazmaya başlarsınız. Şöyle bir şey değildi: ‘Ben bir roman yazıyorum.’ Ama öte taraftan (yazma adına) bir şeyler de büyümeye devam etti. Sonra ‘yazma’ya dönüşmeye başladı çünkü düşünmek, inşa etmek, biçimlendirmek vb. gerekiyordu.’

YILLAR SONRA DÖNÜŞ “İlk dönüş yolculuğu nasıldı? “Korkunçtu: 17 yıl uzun bir süre ve elbette yurtlarını değiştiren veya taşınan birçok insanda olduğu gibi, bir tür suçluluk sorunu var. Muhtemelen utanç. Doğru şeyi yaptığından emin olamamak. Ama senin hakkında ne düşüneceklerini de bilmeden, değiştiğini bir tek sen biliyorsun, artık ‘bizden biri’ değilsin. Ama aslında, bunların hiçbiri olmadı. Uçaktan iniyorsun ve herkes seni

gördüğüne seviniyor.”

BÖLÜNMÜŞLÜK “Hala iki kültür arasında sıkışmış hissediyor musunuz?” diye soruyor David. Gurnah “Sanmıyorum. Demek istediğim, örneğin Dünya Ticaret Merkezi’ne (11 Eylül) yapılan saldırılardan sonra İslam’a ve Müslümanlara şiddetli bir tepki verildiği anlar durumlar var bazen... Sanırım kendini bu kötü niyetli grubun bir parçası olarak tanımlarsan, o zaman bir bölünme hissedebilirsin.” Gurnah bir karşılaştırma yaparak devam ediyor. “Zanzibar’ın her sakini Britanya’yı bilir. Ancak yeni Nobel ödüllü kişinin nerede büyüdüğünü duyunca birçok Britanyalının “Nerede o?” diye soracağını söylemek muhtemelen doğru bir şey olur. Bir açıdan, Zanzibar’ın ne kadar küçük olduğu (orada yaklaşık 1,5 milyon insan yaşıyor) düşünüldüğünde, bu anlaşılabilir bir şeydir.” David, Gürnah’a İngilizlerin dünya çapındaki etkilerinin tarihi hakkında genel olarak yeterince bilgi sahibi olduğunu düşünüp düşünmediğini soruyor. “Hayır,” diyor Gurnah keskin bir sesle. “Bilmek istedikleri bazı yerleri biliyorlar. Hindistan mesela. En azından imparatorluğun Hindistan’ı ile devam eden bu tür bir aşk ilişkisi var. Daha az çekici diğer tarihlerle o kadar ilgilendiklerini sanmıyorum.” Öte yandan, bunun onların hatası olması gerekmediğini söylüyor. “Çünkü bu şeyler hakkında bilgilendirilmiyorlar. Yani bir yanda, etkinin tüm bu boyutlarını,


Ocak / 2022 sonuçlarını, vahşetlerini derinlemesine araştıran ve anlayan bilime sahipsiniz. Öte yandan, neyi hatırlayacağı konusunda oldukça seçici olan popüler bir söyleminiz var.” David konuyu romancılığa geri getirip Batı’nın bu görmezden gelme politikası ile yokluğa mahkum edilen coğrafya ve değerlerin hatırlanmasında yazmanın etkisine getiriyor. “Diğer hikaye anlatımı türleri bu boşluğu doldurabilir mi?” Gurnah umudunu paylaşıp diyor ki: “Bana öyle geliyor ki kurgu, bu tür şeyler arasındaki köprü, bu muazzam bilim ve bu tür popüler algı arasındaki köprü. Yani bu konuları kurgu olarak okuyabilirsiniz. Ve umarım o zaman tepki, ‘Bunu bilmiyordum’ ve muhtemelen okuyucu için ‘Gidip bununla ilgili bir şeyler okumalıyım’ şeklinde olur. Daha ödül öncesine kadar sade normal bir hayat sürdüren Gurnah ödül sayesinde maddi olarak rahatlamış. Her gazeteci gibi David de sözü ödüle getiriyor. Gurnah, 840.000 sterlinlik ödül parasıyla ne yapacağını bilmediğini söylüyor. “Bazılar sordu. En ufak bir fikrim yok. Bir şey düşüneceğim. “Bunun güzel bir sorun olduğu konusunda hemfikiriz.”

Ses Dergisi Sayı 21 akrabamın sahibi olduğu, harika bir bar var. Ama sanırım sokaktaki birine ‘Freddie Mercury kim?’ diye sorsam muhtemelen bilmeyeceklerdir.” “Dikkat et,” diye gülüyor, “muhtemelen onlar da benim kim olduğumu bilemeyeceklerdir.” Şu anda Gurnah tanınır mı tanınmaz mı pek emin olunamamakla birlikte denebilir ki eski dönemler için durum böyle olabilir, ancak otuz yılı aşkın bir süredir ödülü kazanan ilk siyah Afrikalı olması hasebiyle, Zanzibar ve dünya - şimdi ona biraz daha fazla ilgi göstermeye hazır olabilir. Benim onu ilgiyle okuyup ilgiyle araştırmaya devam ettiğim gibi.

Kaynak David Shariatmadari , 2021, https://www. theguardian.com/books/2021/oct/11/abdulrazakgurnah-winning-nobel-prize-literature-zanzibarpriti-patel-racism

Maaza Mengiste, https://www.theguardian.com/ books/2021/oct/08/abdulrazak-gurnah-where-tostart-with-the-nobel-prize-winner

NTV, https://www.ntv.com.tr/video/sanat/ nobel-edebiyat-odullu-yazar-gurnah-ntvde,Ygcpg9Hc0ustoaB2EVewA

David ile Gurnah arasında sohbet daha samimi bir havaya girmeye başlıyor. Ben de olsam merak edip soracağım bir soruyu soruyor David: “Bir de Freddie Mercury’den bu yana en ünlü Zanzibarlı olmanın nasıl bir şey olduğu sorusu var: “Evet, Freddie Mercury burada ünlü - mekanlarına turistlerin gelmesini isteyenler dışında, Zanzibar’da pek ünlü değil. Merkür adında, bir

Kültür-Sanat-Edebiyat

9


Ses Dergisi Sayı 21

Zehra Erten

Ocak/ 2022

GÖKTEN ÜÇ YARALI KUŞ DÜŞTÜ Vakitsiz biten masallardan geliyorum Mutlu son beklentisinde bir dolu hayal Yolumun üzerinde Gökten üç yaralı kuş düşüyor Kanatlarını ahımla sarıyorum Damarlarında acıyla uçuyorlar Masalsız günlere Çiçekler yaşarken yeni bahar mahcubiyeti Şımarık çimenlerin dibinde Serçeleri dinliyordum ben Sen yalanlarını umarsızca sıralarken Bir çiçeğin kirpiklerinde gelir gün Ve güneş ardın sıra Kavgacı ruhumun sesi şimdi Üzgün bir turna kanadında Öylesine benden ayrı Öylesine uzakta Gökten düşen elmalar ağaca durdu Bütün çiçek giyinir bir zaman sonra Masallar takılır dallarına Beyazdan pembeye Hayalden hülyaya

10

Kültür-Sanat-Edebiyat


Ş Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

Şu baharda olmasa Gülizar Nasıl ısınacak Gözlerimiz Şu kuşlar şu çiçekler sonra Aşkı yaşıyor insan onlarla Mevsim o mevsim Bulutlar salkım salkım iniyor Mavisini anlatmaya kelime yok göğün Çiçeklerin eli çimenlerin üzerinde geziyor Nergisler hükümran şimdilerde Tenimi yakan rüzgârı baharın Güneşle geliyor gözümün bebeğine Bir vakitsiz bahardır masallar Her gönül kuşların kanadında Gökten düşecek Üç elmayı arzular

Kültür-Sanat-Edebiyat

11


Ocak/ 2022

Bizim Devrimimiz Geçti

İ

Mecit Özdemir

“Ve ekledi; giden gitti, kaldım yapayalnız, acılarımla tek başıma. Bulutsuz, güneşli bir günde güz yağmurları döküldü gözlerinden dizlerine… Kaybettiği sevdiğinin özlemiyle…”

12

Kültür-Sanat-Edebiyat

Ses Dergisi Sayı 21 İşini kaybetmiş, eşini yitirmiş, yaşam sırtında ağır bir yük halini almıştı. Yaşamın ağır yükü altında kaldırımda ağır ağır ilerlerken bir yandan yaşadıklarını düşünüyor, öte yandan “ne günah işledik, bilmeden ne yaptık ki, bu başımıza geldi” diye düşünüyordu. “Kader”, diyordu sonunda… “Kaderde bunu yaşamak da varmış” diyerek teselli buluyordu. Yürüyordu kaldırım boyunca amaçsız ve nereye gittiğinden habersiz bir şekilde. Evde canı sıkılmış, zihnine üşüşen düşüncelerden bunalmıştı. Biraz hava almak, can sıkıntısını gidermek, düşüncelerini dağıtmak amacıyla yürüyüşe çıkmıştı. Yürüyordu, nereye gideceğini bilmeden amaçsız bir şekilde. Yanından geçip giden insanlar vardı kendi telaşları içinde. Kendisinin yaşadıklarından habersiz bir şekilde... Kimse yüzüne bakmadı, selam vermedi, hiç biri halini sormadı yanından gelip geçerken... Kendisi de bakmadı yüzlerine yanından gelip geçenlerin, içlerinde tanıdık bir sima çıkabilir endişesi içinde. Tanıdık bir sima görmek istemiyordu. Artık tanıdıkları da yabancıydı onun için. Yaşadığı acıya duyarsız kalmışlar, selamı sabahı kesmiş, ahvalini sormamışlardı. Yürüyordu kaldırımda yüzü yerde, sessizce, hüzünlü düşünceler içinde. Yüz yüze gelmek istemiyordu kaldırımda yürüyenlerle. Yüzlerine bakıp göz göze gelince düşünceleri depreşiyor, başka türlü düşünüyor, acılarına duyarsız insanlar geliyordu aklına. Bu duyarsızlık nedeniyle katmerleniyordu acıları… Yüzü belirsiz kalabalıklar içinde, belirsiz düşüncelerle bir süre yürüdü. Kendi mahallesiydi burası, çocukluğunu yaşadığı, ailesiyle mutlu günler geçirdiği mahallesi. Yıllar süren arkadaşlık, komşuluk ilişkilerinin olduğu mahalleydi. Ve şimdi, yıllardır yaşadığı mahallenin kaldırımlarında yürürken kendini bu mahalleye ve mahalleliye yabancı hissediyordu. Kısa bir süre ayrı kalmasına rağmen her şeyi değişmiş hissediyor, herkesi değişmiş görüyordu. Mahalle değişmemişti. Sokakları, kaldırımları ve dükkânlarıyla bıraktığı günkü gibiydi ama mahalleli çok değişmişti… Köşeyi döndüğünde ara sıra takıldığı mahalle kahvesini gördü. Her zaman ki gibi kalabalıktı. Muhtemelen içlerinde tanıdıkları, eski ahbapları vardı… Yanlarına gidip otursa eski tadı bulabilir miydi? Bir an bunu düşündü. Sonra vazgeçti. Yürümeye devam etti. Ana caddeye yaklaştıkça kalabalığın arttığını, araba gürültüsünün çoğaldığını fark etti. Kalabalıktan rahatsız oldu. Caddenin canlılığına inat kendisi cansızdı, gürültüsüne inat sessiz. Yürüyen bir ölü gibi cansız ve ruhsuz yürümeye devam etti. Görünmek ve bilinmekten


Ocak / 2022 kaçmak düşüncesiyle adımlarını hızlandırdı… Hızlı adımlarla yürürken “Bizim hayatımız durdu” diye düşündü, kendisi gibi olan insanları da içine katarak. “Bizim devrimiz geçti”, dedi kendi kendine, fısıltı halinde. “Zamanın dışına itildik, yaşayan ölülere döndük yaşamın içinde”, diye devam etti. Sonra söylenmeyi kesti. Ardından hayat sürüyor, dedi bize rağmen. Herkes işinde gücünde... Sanki hiçbir şey olmamış gibi… Ya benim işim, gücüm? Ne işim var, dedi mırıltı halinde ne de işte çalışacak gücüm… Yürümeye bile dermanım yok ama neyse, diyerek yürümeye devam etti. Dermansız adımlarla kavşaktan karşıya geçerek sahile inen caddeye yöneldi. Şehrin ve insanların sıkıcılığında ve boğuculuğuna inat denizin enginliğine ve

Ses Dergisi Sayı 21 dalgaların kıyıya her vuruşunda insanın içine huzur veren sesine koştu. Denizi karşısına alacak şekilde söğüt ağacının gölgesine konulmuş olan banka oturdu. Gözlerini denizin sonu görünmeyen enginliğine çevirerek yaşadıklarını, kaybettiklerini biraz olsun unutmak, unutabilmek umuduyla seyre daldı. Daldı, lakin dünyanın gerçeklerinden, hayatın akışından kurtulamadı. Oturur oturmaz yorgunluk çöktü bedenine, ruhunun yorgunluğu yetmiyormuş gibi. Yürümekten yorgun düşen ayaklarına saplanan ağrıların acısına dayanmazken bu defa yaşadıkları acı dolu günlerin etkisiyle erken kaybettiği eşinin acısı, hasreti saplandı kalbine. Dizlerine inen ağrı mı yoksa kalbine saplanan acı mı, hangisi daha dayanılmaz olandı? Bir süre bunu düşündü. Bu düşünceler içinde dalgaların kıyıya vuran sesini

unuttu. Dalgaların kıyıya vuran sesinde dinlenecek, huzur bulacaktı oysa. Lakin olmadı, başaramadı. Aksine bedenine ve ruhuna saplanan acılardan dalgaların huzur veren sesini unuttu, duyamadı. Neye niyet neye kısmet, diye söylendi kendi kendine. Ve ekledi; giden gitti, kaldım yapayalnız, acılarımla tek başıma. Bulutsuz, güneşli bir günde güz yağmurları döküldü gözlerinden dizlerine… Kaybettiği sevdiğinin özlemiyle… Yaprakları dökülen ağaçlar gibi kuru dallara döndüğünü düşündü. Yeni bir bahara erebilmenin umudunu da içinde taşıyarak…

Kültür-Sanat-Edebiyat

13


S

Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022

Yasin Toksoy

SİNAN-Ê KİRİV “Coğrafya kaderdir” der İbn-i Haldun. Hayatınızı, yaşayış şeklinizi, dilinizi ve inancınızı coğrafyanız belirler. Sonradan bazı şeyleri kısmen değiştirme imkânı bulabilseniz de, coğrafya genel olarak kaderinizi belirler. Türkü ve strânlar ise bu coğrafya da yaşayan insanların ve toplumların kaderine dair onlarca acı hikâyeyi barındırır. Dinlediklerimizin hikâyelerini çoğu zaman bilmeyiz ama öğrendiğimiz zaman, kaderimiz ve akıbetimizin bu notlarla bir porte üzerine nasılda muhteşem bir şekilde örülü olduğuna şahit oluruz. Karşımda duran müzik çalma listesinde bir Türkçe, bir Kürtçe müzik sırayla çalıp duruyor.

“Kirveler evlenemez, kirveler evlenemez dedi Hemo gölünün balıkları. Bu görünmez yasayı çiğnemek, koca bir töreyi ayakaltına almak demekti. Direnmeler, dövünmeler anlamsızdı.”

14

Kültür-Sanat-Edebiyat

Naif bir ses duyuyorum önce. Bahçelerde mor meni (menekşe) Verem ettin sen beni, Ya sen İslam ol “Ahçik” Ya ben olam Ermeni. Bir aşk hikâyesi geçiyor gözlerimin önünden. Göz alabildiğine uzanan sıra selvili bahçeler boyunca envai çeşit menekşenin önüme serildiğini görüyorum. Sonu hazin bir şekilde biten bu hikâyenin küçük bir resmini çeken türküyle beraber ruhum bir cendereye sıkışmış gibi duruyor. Ahçik’in mazlum bakışları deliyor içimi. Ahçik’i seven delikanlının ince hastalığının ciğer parçalayan öksürük seslerini duyuyorum. Aşka kayıtsız ailelerin, sonradan fayda etmeyen “Vah! Vah!larını”, çığlıklarını kendi içinde koparan gençleri görmemiş suçlu gözlerini. Sessizce sazımı elime alıp bir başka telden çalmak istiyorum. Ancak hangi notadan başlasam beni götürdüğü yerde gözyaşı var. Al Fadime den , Merdo’ya, Çeşmi Siyahım’dan, Zeyneb’in türküsüne, Porê Delala’mın Sore ‘den, Siyabend u Xecê’ye ve Zembilfroş’a varıncaya


Ocak / 2022 dek hepsinin hikayesi gözyaşıyla yıkanmış. Kaçmak istiyorum bu türkülerin acı hikâyelerinin hayallerinden. Bir başka strana sığınıyorum bu defa. “Sinanê Kiriv’in stranına. Bir ağıt gibi geliyor ses bu defa. Sakine’nin sesini duyuyorum. İnce hastalık onu da bulmuş. ,kan kusuyor yün yatağında. İçimde biriken hüznü akıtacak bir yer bilmiyorum. Kanepeye geçip gözlerimi kapatıyorum. Sinan’ın hikâyesi geçiyor gözlerimin önünden. Kimdi Sinan, Sakine kimdi? Neden kavuşamamışlardı? Yakın tarihin bu hikâyesinde, kim yine önlerine taş koymuştu? Kaderin ağlarını örmesine sebep bu defa neydi ve kimdi? Yaşadıkları dönemin şartları ve gelenekleri onlara ne dayatmıştı? Hatırlamaya başlıyorum yavaş yavaş. Bir sinema perdesi açılıyor yine önümde. Geri sayım başlıyor. Üç iki bir ve perde. Onlar aynı bölgede, Karacadağ’ yaşayan iki Kürt aşiretin çocuklarıydı. Gelenekleri, milletleri aynı fakat inançları farklı, biri Êzidi ve diğeri Müslüman olan iki aşiretin çocuklarıydılar. İki inancın da evlilik konusunda kuralları katıydı. Karşı inançtan olanlarla kız alıp vermek inançlarına aykırıydı. Bu yüzden coğrafi yakınlık ve birliktelikten kaynaklanması muhtemel gönül ilişkilerinin önüne geçmek için bir mani bulunması icap ediyordu. Onlar kirvelik geleneğini bulmuşlardı. Kirvelik ilişkisini anlamlandırırken ve ilişkiler içinde konumlandırırken ona bir baba oğul yakınlığı atfetmişlerdi. Kirvelerin baba, çocuklar ise kardeş olmuştu. Aynı zaman diliminde doğan, Êzidi’lerin erkek çocukları için Müslümanlar, Müslümanların erkek çocukları için

Ses Dergisi Sayı 21 ise Êzidi’ ler kirve oluyordu. Doğal olarak, kirve çocuklarının birbiriyle evlenmelerine hem daha baştan engel konulmuş oluyordu, hem de inanç müntesiplerinin sayısını korumuş oluyorlardı. Fakat zaman gösterdi ki, gönül işine geleneğin engeli bir yere kadar işe yarıyordu. Sinan ve Sakine birbirlerini sevdiler. Hemo gölü kenarında beyaz balıklarlara yarenlik eden Sinan, her gün Sakine’ yi beklemeye başladı. Her gün onu gördü, onu gördükçe daha da bağlandı. Muradı hayatını onunla birlikte geçirmekti. Ailesini Sakine’nin babasına yolladı. Lakin cevap olumsuzdu. Onlar kirveydiler ve kirvelerin çocukları birbirleri ile evlenemezdi. Sakine’nin o gün ilk çığlığı koptu ve dağlarda yankılandı. De wêran bimîne mala felekê, dibejin “zewaca kirîva li hev nabe” lo lo. (Felek, evin viran kalsın, diyorlar ki “kirveler birbirleriyle evlenemez” lo lo) Kirveler evlenemez, kirveler evlenemez dedi Hemo gölünün balıkları. Bu görünmez yasayı çiğnemek, koca bir töreyi ayakaltına almak demekti. Direnmeler, dövünmeler anlamsızdı. Ne âşıklar vazgeçiyordu, ne de aileler. Aşkları duyuldu, dilden dile yayıldı. Bu aşk aşiretler arasında nizaya neden olmak üzereydi. Sinan ve Sakine’nin buluşmaları devam ederse araya bu defa hısımlık değil hasımlık girecekti. Sakine’nin babası bir karar verdi. İmkânsız aşk, töre içinde bir kangrene dönüşmeden önce kesilip atılacaktı. Bu yüzden Sakine bir başkasına verilmeliydi. Bu arada Hemo gölü bu aşkın buluşma yeri olmaya devam ediyordu ancak artık tek şahidi değildi. Bu aşkta dile düşmüştü.

günlerden bir gün Sakine buluşma yerine gelmedi. Sinan bekledi, bekledi, bekledi. Gelen tek şey vardı. O’da uzaklardan, Sakine’ nin köyünden gelen davul ve zurna sesleriydi. Sakine bir başkasına verilmişti ve düğünü yapılıyordu. Zurnacı zurnayı üflerken Sinan’ın ruhunda adeta sur üfleniyordu. Aklıselim, sevda, aşk, inanç ve diğer tüm değerler birbiri ardına yıkılıyordu. Akıl bedeni terk edince geriye bir biçare kalmıştı. O gün Sinan için zaman durdu. Mekânın, inancın, geleneğin bir anlamı kalmadı. Her gördüğüne Sakine’yi soruyordu. Babasına da “Sakine” diye seslendiği duyulunca, deli damgası da yedi o gün. Sonra yollara vurdu kendisini. Dağlarda, taşlarda kuşlarla yarenlik etti. Her defasında bir başka şehirde buldu onu babası ve kardeşleri. Her ne kadar defalarca onu bulup getirdilerse de, günün birinde izi kayboldu bir yitik oldu gitti. Ne izine, nede adına sanına rastlayan olmadı yıllar yılı. Sakine ise istemediği bu evliliği sadece iki yıl sürdürebildi. İnce hastalığa yakalandı ve kan kusa kusa can verdi. Ölmeden önce ...Kiriva teme lo lo kirivo… (Senin kirvenim lo lo kirvem…) sözlerini duydu çobanlar ve hemo gölü kenarında kavallarına bu stranı üflediler. O günlerden bu günlere, stranlar ve türküler yüzlerce yıldır aşklarımızın katillerini bize söylemeye devam ediyor.

Stran: Kürt halk türküleri.

Günler birbiri ardınca hızla geçerken,

Kültür-Sanat-Edebiyat

15


Kenan Dokumacı

Ocak/ 2022

Şanlı Hasret Güncesi ~1 Bir dil bulmalıyız her şeyi anlatan.. Bir dil beni ben’siz ağlatan.. Düşmansız gülen var mı..? Gökten kan yerine sen yağmalıydın meyra.. Üşümemeliydi yarına hasret bekleyişler.. Ha zamansız büyümüşüm.. Ha diyarsız sürülmüş ruhum.. Vurgunsa benden yana.. Ben yine bana küsmüşüm.. Kaç damla var avucunda.. Gök grisi sürülmeden.. Yüzüne pay edilen sığ.. Bilinmeden kurban olsa.. Kaçabilir mi emreden.. Şimdi kutsanan çay’ın buğusuna sır ektim.. İki kelâm yük ne ki.. Bir’az yoklasam dem’i.. Gelecek köprüsüz kar..

16

Kültür-Sanat-Edebiyat

Ses Dergisi Sayı 21


Kenan Dokumacı

Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

Sesini duy ey hasîn.. Bana miras bıraktın titremeyen gölgemi.. Duraksız batmayan gün.. Sarılıp tan üstüne.. Vurulmadan gel deme.. Düşen seslere ağla.. Sen sürgülü sığınak, varılmayan taş örgü.. Kamçılanan sarışlar ağıtı.. Ve benzersiz solansın.. Türküsüz ağıtlarda mırıldanıp kalansın.. Bir an düştüm uykunun siyahına selamsız.. Sen kıvranan melodi.. Durulmayan yalansın.. ây tensiz gülemeden yakalanırsa âh’a.. Güneş nasıl eritir darılmayan gölgeni.. Dokunduğun kaya tozlu.. Nefesinle gül siyaha.. Işık olsun giyindiğin.. Ezilmeden tut maviyi.. Dumansız kalem gülmeden.. Hayatın kucağında ne tez sağıldın meyra.. İnleyen sol notaya.. ilk gün gibi vuransın..

Kültür-Sanat-Edebiyat

17


E

Ses Dergisi Sayı 21

Müzeyyen Dağdagül

Ocak/ 2022

Ey Biz Kaptanlar! Hepimiz yalnızız bu gemide

Kendi kendimize kaptan Kendi kendimize yolcu

Uzar gider rotası rüzgârlı

Hangi liman karşılar bizi? Hangi liman alır yüklerimizi? Gözlerimiz hep ufuklarda

Yorgun, yağmurlu kirpiklerimiz... Ellerimiz üşüyor, hangi el uzanır bize? Ey biz Kaptanlar!

Yürek dümenlerimizin istikâmeti nereye...

Çarklarımız derin sularda, batar mıyız? Tarifi yok varılacak yerlerin

Ayrılık limanları türkü söyler dilimizde

“Çınarlı, kubbeli mavi bir liman “ Beni o limana çıkaramazsın” Nazım’ın seyir defterini biz mi yazsak?

18

Kültür-Sanat-Edebiyat


Zeynep Gür

Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

OTUZ ÜÇ YIL Bu gün otuz üçümün son günü Geçti yolun yarısı Annemin beni doğurduğu yaştayım Otuz üç yıl boyunca Ülkeler şehirler insanlar gördüm Aşılmaz görünen ne çok dağlar aştım Geçilmez denen ne çok nehirler geçtim Aşık oldum Aşıklarım oldu Hatalarım oldu yıldızlar kadar

Manzara için bir orkide Gönül kırgınlığıma Yabancı bir selam yeter oldu. Yeni bir ülkede yeni bir dilde Otuz üç yaşımın sonunda Hayatımın ikinci baharında Yeniden doğuyorum Hoş buldum dünya Rica ediyorum Bu kez iyi davran bana

Bir o kadar da sevaplarım Inançlı Inatçı Biraz da başına buyruk bir kulum Kula kullukta sınıfta kalmış Şehir şehir sürgünüm dünya hapishanesinde Acılarımı sevda bilip Kader bekle dedikçe Pamuklara sarıyorum ümitlerimi Baktım olmuyor (Kendime )yeni bir dünyayı şiirle yazıyorum Otuz üç yaş eskittim

ŞİİR

Ama her gün daha bir yeni(ydi) Gözlerimdeki ışık Yüzümdeki gülümseme Dedim ya inatçıyım Nazi ruhlu insanlara rağmen Tercihim iyi kalmak Yaş aldıkça yalnızlığımı sever oldum Dost olarak Bir kalem bir defter

Kültür-Sanat-Edebiyat

19


Ses Dergisi Sayı 21

Gülhanım Anulur

Ocak/ 2022

OPTİK İLİZYON Optik ilizyon Beynin lobunda biriken Ruhun tınlayan damıtması Algı yanılsamasında idrakin ihtişamı Öznel güdüden uzak yorgun araştırmacı Hayaller sıtma nöbetinde Göz süzgecinde optik ilizyon İnsan denen karışık harmoni Ruhun ölümüne söylenen ninni, Empatiden uzak sempati. Beden duygu ışıltısında Düşünceden uzak şimdi Umursamaz tavırlarda Gözün burnu pek sivri Amigdala kapısında katmerli hissiyat Zevk alemindeki,ilizyonda hakikat Zihin yırtık… Yaması zor ve batık, dikiş tutmaz anlamda Aynı ruhlarda, Tahta cıkmış inkar hissi İradi olarak parçalanmış Tutsak beden Özdeğerler kazazade İdrak aynasında uyurgezer inanç Ruhu enkaz, kendisi teorikte. Düşünce kazanında kaynamayan durağanlık Zapt edilen gerçek, oyalamadan ibaret İlizyon iradeye hükmetmiş Bencillik ve ego ikiz kardeş Kalbe fısıldanılan kadere itiraz dilekçeleri

ŞİİR 20

Kültür-Sanat-Edebiyat

Yol uzun, erzak zahmetli Ve insan aradigi gerçeğin ta kendisi…


Handan Tunç

Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

BEN EKİM’E BÜRÜNDÜM

G

Geçen yedi senede Çatlak duvarlar,tel örgüler edindim Bukleli yoksulluk, seyirlik kafesler... Ve sınandım, yedi çarpı onlarla Yetmiş yıllık buruşuk tenimde. Yedigey’in sözlerine dokundum ilk defa Boranlı’nın teneke kamburunda

Üşürken sensizliğin elbisesini biçtim kendime kalıp gerekmedi biliyor musun? Ne teyel ne dikiş

Oturdu üstüme öylece bana sormadan

Y

Bir şey diyemedim geçirdim kollarımı yedi senenin her mevsiminden

ŞİİR

Üşürken sana büründüm Yok’larla kol kola sohbetim sürdü Yalnızlığı sularken iki kişi suladık, ben ve ben Bir yol ağzı hapishanesinde Köprü altı hücresinde saklandı, dalga boyu titreşimler Her şeyden vazgeçtim Ben Ekim’e büründüm

Kültür-Sanat-Edebiyat

21


O

esra dolunay

Ocak/ 2022

Sıfırın Altında

Onu ilk kez orada gördüm. Tel örgülerin arkasında…Tel örgülerin arkasındaki diğerleri gibi mavi üniformasıyla karşımda duruyordu. Beni farkedecek durumda değildi. Ben, tel örgülerin diğer tarafındaki pis ve kırmızı yanaklı, sefil görünümlü şeylerden biriydim. Orada olmaması gereken, yok edilmesi gereken bir şey. Tıpkı bir tarla faresi gibi yer altında olduğum sürece rahatsız etmeyen ama yüzeye çıkarsam yaşama hakkı bulunmayan bir şey. O gün hava, tel örgülerin her iki tarafındakileri dondurucu soğukla sınıyordu. Bazılarını ise üniformaları soğuktan ve daha bir çok şeyden koruyordu. Çadırım için uygun bir yer seçip ben de işe koyuldum. Tel örgülere çok yakın değildim. Etrafta bir orman ya da bizi soğuktan koruyacak herhangi bir kayalık ya da kovuk yoktu. Tam olarak ortada kalmış tarla fareleri gibi görünüyorduk. Çadırlar piramitler gibi sıralanmıştı. Maslov’un piramiti aklıma geldi. Hani insan ihtiyaçlarını teorileştiren meşhur piramit. Maslov’un ailesi yıllar önce Rusya’dan göç ederken yedinci çocuklarının, insanların ihtiyaçlarını piramite dönüştürecek bir teorinin sahibi bir bilim adamı olacağını düşünmüşler miydi? Daha bir kaç yıl öncesine kadar bu tel

ÖYKÜ 22

Kültür-Sanat-Edebiyat

Ses Dergisi Sayı 21


Ocak / 2022 örgülerin diğer tarafındaki ülkede yaşayan bir öğrenciydim. Okulum bitince ülkeme dönmüştüm. Ama olacakları bilemezdim. Buraya tekrar bu şekilde geleceğimi de. O zamanlar, onunla dersten sonra sınıfta bir konuşma yapmıştık: -Sence Maslov’un piramidine göre hangi kattayız dostum. -Seni bilmem ama ben mezun olduktan sonra akademiye gireceğim. Hep hayalim olan şeye kavuşunca piramitin tepesinden sana bakıyor olacağım. -Benim akademi gibi bir hayalim yok biliyorsun. -Eğer ülkene gidersen herhangi bir hayalin de olmayacak merak etme. -İyi de konu Maslov değil miydi? -Onu bilmem, ama bu kafayla sen … … Şimdi, aynı yerdeyim. Üşüyorum, açım, uyuyacak bir yerim bile yok. Tüm hayatım bir sırt çantasının içinde. Elimdeki tek şey benliğim, bedenim ve ruhum. Tıpkı onun dediği gibi, hayallerim yok artık, bir lokma ekmek ve bir battaniye için her şeyi yapabilecek sefil biriyim. Şimdi ben piramitin en altıyım ve bu tel örgülerin karşısına geçme pahasına onlardan da vazgeçmeye hazırım. Çadırım nihayet hazır. Bu çadırı bulabilen sayılı kişilerden oldum. Şu köşede oturan üç kişilik aileyi de buraya alacağım. Soğuktan büzüşmüş şekilde, o bodur ağacın yanında saatlerdir oturuyorlar. Isıtmaya çalıştıkları bir bebekleri var. Onları çağırdığımı görünce gözleri parladı. Ayazdan mı, umut ve sevinçten mi bilmiyorum ama kucaklarındaki bebek bile anladı sanki. Çadıra girdiler. Onlara dağıtım yerinden çorba, belki bulabilirsem sıcak su

Ses Dergisi Sayı 21 getireceğimi söyledim. Sonra da yola koyuldum. Soğuk yüzümü betona çevirmişti ama artık bu beni rahatsız etmiyordu. O aileye çorba almaya gidiyordum. Şimdi ne kadar erdemli hissettiğimi tarif edemem. Hem de piramidin en altındayken. Sanırım, kendini gerçekleştirme hissini sefil halde de hissedebilirmişim, sırayı bozabilirmişim. Yanılmışsın Maslov, yanılmışsın dostum.

İki gün sonra Sabah 7. Duvardaki saatin tik takları kafamda yankılanıyor. -Ne oldu bana? -Nihayet uyandın dostum! Dediğim yere gelmeyi başarmıştın. Ama seni karşı tarafa geçirdiğimde bir türlü uyanmadın. Donma tehlikesi geçirmiştin. Çok şükür ki kendine geldin. -Oradakiler?

Geldim işte. Üniformalı ‘dostum’ da orada çorba dağıtıyordu. Sıraya girdim. Bana sıra gelince tel örgünün arkasından bir tas sıcak çorba uzattı. Gözlerimi kaldırdığımda gözlerini benden kaçırdığını anladım. Beni tanımıştı ama tanımazdan gelmişti. Sıcak çorba tasıyla beraber çadırıma dönerken, altında bir kağıt farkettim. “Seni bu tarafa geçirebilirim. Yakında bu kamp dağıtılacak. Başka şansın yok. Gece 12’de tel örgülerin doğu yakasındaki uzun otların sıklaştığı yere gel.” Akşam olduğunda, sıcak çorbalarını içen aile ve bebekleri erkenden uyumuştu. Sert bir poyraz çadırı dalgalandırdı. Dışarı çıktım. Dışarda sağa sola çarpan kumaş parçaları sanki tüm dünyaya bayrak sallıyordu. Burada, yaşamak isteyen birileri var diye haykırıyordu. Bir kaç buzlaşmış kar tanesi yüzüme değdi. Ben şimdi yaşama hakkımı kullanmak zorundaydım. İçerde uyuyan aileye baktım. Mahcuptum. Bebeğe atkımı bıraktım. Uyuyordu. “Sen şanslı olacaksın. Büyüdüğünde bunları hatırlamayacaksın.” dedim ve ay ışığında uzun otların sıklaştığı yöne doğru yürüdüm.

-Kampı dağıttılar. Bizim de görevimiz sona erdi. Karşımda açık duran televizyonda bir haber dikkatimi çekti. “Sınırdaki çadırlardan birinde bir aile donmuş halde bulundu. Altı aylık bebek kurtarıldı.” Bebek, benim atkıma sarılıydı.

Not: Polonya -Belarus sınırında hayatını kaybeden mülteciler anısına yazılmıştır.

Kültür-Sanat-Edebiyat

23


Ses Dergisi Sayı 21

Hasibe Sayal

Ocak/ 2022

K

NERİCE SELİM

ÖYKÜ 24

Kültür-Sanat-Edebiyat

**2. Bölüm. Kucağında battaniyeye sarılmış, 5 yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuğun her yeri çamurlu ve ıslaktı. Küçük çocuğu görünce ihtiyarlar: -Bu da ne böyle, bre more! Niko’nun, heyecandan titreyen sesi: -Torunum torunum, diyordu. Bakkal Leon: -Saçmalama bre. Senin torunun yokki. O kimin evladı? -Bak Leon, bu benim torun. Onu bana Andries gönderdi. -Yaşlı bunak, içtin mi sen? Andries öldü, evli değildi. Unuttun mu? Dedi Yannis ağlamaklı bir sesle. Niko: -Hayır, hayır eminim bunu bana Andries söyledi. Git, bul onu dedi. 3 gecedir rüyama geliyor. Benim emanetim, denizden gelecek baba, dedi. Onu arıyorum 3 gündür. Emanetimi buldum. Kucağındaki çocuğa şefkatle sarıldı. Yannis ve Leon, şaşkın gözlerle ihtiyarın kucağındaki çocuğa baktılar. Çocuk yorgunluktan kendinden geçmiş bir haldeydi. Uyuyordu. Niko’nun yüzündeki sevinç onlara söylenecek hiçbir söz bırakmamıştı. -Hadi git, dinlen evinde. Biz de birazdan geliriz dedi, Yannis. Küçük çocuğu sevinçle kucağında taşıyan Niko, taşlı dik yolları uçarcasına geçiyor, her adımında mutluluk saçıyordu. Sokak çalgıcıları ihtiyarın bu haline şaşırıp kaldılar. Onun için sadece alkış tutular. Niko, taracalı taşlı dar yolları her zamankinden daha hızlı geçerek eve geldi. Bahçede zeytin ağaçlarının altındaki masada oturan bayan Kalika’yı gördü. Ona doğru sevinçle


Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

yürürken gözlerinden akan yaş sakalını ıslatıyordu. Kalika, gözlerini Niko’nun kucağındaki battaniyeye indirdi. Eliyle battaniyeyi araladı. -Onu buldun mu? Oğlumuzun emanetini! Kalika’nin heyecandan titriyordu. Ağlamaya başladı.

elleri

-Sakin ol canim, sakin ol. O artık bizimle, dedi Niko. Küçük çocuk seslerden irkilmiş olmalıki kendine gelmeye başladı. Battaniyenin içinde hareketlendi, ağlamaya başladı. Niko, komşular duymasın Kalika, dedi. Hemen eve girdiler. Yüzü gözü çamur içinde olan çocuğu yıkadılar. Çocuğun ağlaması durmuyordu. Onu susturmak için ellerinden gelen herseyi denediler. Andries’ in çocukluk oyuncaklarını çıkardı Kalika. Oğlunun en sevdigi oyuncakları. **3. Bölüm Oyuncaklar küçük çocuğu birazcık olsun susturmayı başarmıştı. Yabancı bir ortamda olduğunu farkeden küçük çocuk tekrar “anneeee, babaaaa”diye ağalamaya başladı. Küçük çocuk, korkudan odanın içinde bir oradan bir oraya koşuyor, adeta kafese kapatılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Koşmaktan yorulunca pencerenin dibine duran koltuğa gidip kafasını koyup ağlıyordu. Onun bu hali yaşlı çiftin yüreğini parçaladı. Onun o ağlamalarına onlarda sessizce eşlik ettiler. Çocuğun ağlama sesini komşular duyarda polise haber verirler diye Niko, Yunan şarkılarının en gürültülü olanları radyodan açtı. Çaresizlikten ne yapacakların şaşırmış bir sekilde salondaki kanapenin üzerine oturdular. Bir

yandan müzik sesi bir yandan çaresizce ağlayan çocuğun sesi. Sesler birbirine karışmıştıki birden kapı çalındı. Heyecanla yerinden kalkan Niko kapıya yöneldi. Bayan Kalika, çocuğu kucağına alıp Andriesin odasına götürdü. Kapıyı korkuyla karışık bir hisle eli titreyerek açtı. Karşısındaki dostu Yannis ve Leon’du. Derin bir nefes alıp: -Hadi girin iceriye, bre more! Korkuttunuz beni. İhtiyarlar merakla içeri girdiler. -Çocuk nerde, dedi Leon. Bu gürültülü müzik nedir? Niko. Kapat şunu. Komşular çocuğun duymasın diye açtım.

ağlamasını

Yannis, iceride çocuğu arıyordu. Bayan Kalika onların sesini duyunca içeriye geldi. Yanında küçük çocuk, çocuğun kucağında ise Andries’in çerceveli fotoğrafı vardı. Küçük çocuk ağlamayı kesmiş, fotoğrafa sarılmıştı. Hayretler içinde hepsi çocuğu seyrediyorlardı. Saatlerdir susturamadikları çocuğu, bir fotoğraf susturmuştu. Onun bu sakin hali hepsini mutlu etmiş, yüzlerini güldürmüştü. Yannis, suskunlugu bozmuş: -Kuzum, söyle bre more. Bu çocuk kimdir? Sen onu neden evine getirdin. Rüya dedin, Andries dedin. Anlat bre ihtiyar! Merakta koydun bizi. Sakin ol ihtiyar, Anlatacağım.

dedi

Niko.

Üç gün önce bir rüya gördüm. Rüyamda, Andries bana bir erkek çocuğunun adını söyledi. ”Onu bul baba. O benim size emanetimdir. Onu koru, büyüt. Ama onun herseyine saygılı ol. Sakın değiştirme “dedi. Rüyadan uyandığımda heyecandan titriyordum. Kalikayi uyandirdim.

Ona rüyayi anlattim. O gün sabah olunca adada bütün gün kayıp çocuk aradım. Adanın etrafınada tekneyle tur attım. Ama çocuk falan yoktu. O gece rüyama yine geldi. Aynı şeyleri söyledi. Kalika da ayni rüyayı görmüş. Heyecandan konuşamadık uzun süre. Ama ne yapacağımızı bilemedim. Çocuk nerdeydi? Kalikayla bütün gün gazatelere baktık, radyo dinledik. Televizyondan haberleri takip ettik. Kayip çocuk haberi yoktu. O gün yine denize açıldım. Adanin etrafini dolaştım. Balıkçı teknelerine sordum. Kimse birşey bilmiyordu. Hayal kırıklığı içinde döndüm. Ama bu gece rüyamda, Andries bana beni buldukları yere git dedi. O zaman anladım. Meriç Nehri’nin yakınlarında olmalıydı. Bugün oraya doğru gittim. Denizde hiçbir tekne yoktu. Bu çocuk nerde olabilir dedim. Saatlerce dolaştım. Sonra denizde şişme can simitinin içinde sürüklenen bir çocuk gördüm. ”Ölmüştür bu zavalli “dedim, yanına yaklaştım tekneyle. Tekneden denize atlayıp onu aldım. Kollarında sişme kolluklar vardı. Onu boğulmaktan kurtarmış. Baygın bir şekildeydi. Onu kucağıma aldığımda sanki Andriesi yeniden bulmuş gibi oldum. Bu çocuk, onun bahsettiği çocuktu. Onu teknenin içine yatırdıktan sonra bir Türk polis teknesi yaklaştı. Polisleri görünce korkudan çocuğu balık ağlarının içine sakladım. Kaçak göçmenler varmış. Meriçten geçerek Yunanistan’a sığınıyorlarmış. Göçmen feribotu görürsen polise haber ver dedi. Tamam, haber veririm, dedim. Ordan hızlıca uzaklaştım. Sonrasını biliyorsunuz. Bu çocuk bizim evladımızdır bundan böyle. Onu kimselere vermeyiz. Küçük çocuk sakin sakin Kalika’nin

Kültür-Sanat-Edebiyat

25


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022 kucağında oturuyordu. Yannis ona yaklaştı ve Türkçe:

yanına koştu. uçacak gibiydi.

Sanki

heyecandan

-Senin adın ne ufaklık? dedi. Küçük çocuk: -Selim, benim adım Selim, dedi. Çocuğun konuşması onlara büyük bir tebessüm bıraktı. Yannis, ona”denizden gelen”anlamında Nerice dedi. O günden sonra küçük çocuğa herkes Nerice Selim diyecekti. Günlerce ihtiyar dostlar Niko’nun evinde bir araya geldiler. Hem çocuğu yeni hayatına alıştırmaya çalışıyorlar, hem de bundan sonra neler yapacaklarına karar vereceklerdi. Selim, onlara alıştıkça Kalika ve Niko’nun keyifli günleri geri geliyordu. İki yıldır hüznün eksik olmadığı kahkaha atmanın adeta yasak olduğu evde mutluluk yerini almaya başlamıştı. Bir gün Leon bakkalında otururken telefon geldi. Arayan Atina ‘daki kızı Rita’ydı. Uzun zamandır adaya gelmemişti. Rita’nin birde küçük kızı vardı. Rita, adaya geleceğini haber veriyordu babasına. Konuşmalarını dışarıdaki tahta masasında oturan Yannis duyuyordu. Leon ‘un kulakları biraz ağır işittiğinden yüksek sesle konuşuyordu. Adadakiler onun bu konuşmasına alışkınlardı. Alışkın olmayan turistlerdi sadece. Onlar bakkala yada cafeye geldiklerinde birşey isteyince Leon, bağırarak konuşur duyanlar birden irkilirdi. Leon onlara: Korkmayın bre more! Biraz ağır duyayrum, der tebessüm ettirir, sonrasında da kendi yaptığı frappeli şekerleri ikram ederek gönüllerini alırdı. Leon, telefonu kapatır kapatmaza Yannis’in

26

Kültür-Sanat-Edebiyat

**4. Bölüm Yannis, dostum kızım geliyor kızım. Kızım ve torunum artık burada yaşayacaklar. Onun bu heyacanına Yannis gülerek, seni duydum ihtiyar bunak. Kulağım sağır değil, telefonda konuştuklarınıda duydum. Gel otur bakalım, heyecandan kalbin duracak. Leon telefonda konuştuklarını tekrar Yannis’e anlatırken yanlarına Niko geliyordu. Niko, küçük Nerice Selim geldiğinden beri mutluluktan yürüyüşü bile değişmişti. Arada şarkılar söylüyor sokaktaki keçileri kovalıyordu. Onun bu hali görenleri gülümsetiyordu. Yannis de, Niko’nun gelişini seyrediyordu. İhtiyarlar bir araya gelince birbirlerine bakıp gülümsediler. Leon, Niko’ya kızının dönüş müjdesini verdi. Niko, mutluluktan Leon’a sarıldı ve: -Desene ihtiyar, yaşlılıkta torun seveceğiz, dedi. Yannis birden ayağa kalktı: -Tabiki seveceksiniz. Şimdi bu cok iyi oldu dostlar. -Ne diyorsun? dedi Niko. Yannis: -Dostlar, artık endişe etmeye gerek yok. Leon’un torununu tanıyan yok adada. Nerice Selim’i, Leon’un torunu diye söyleriz herkese. Bir süre Leon’un kızıda sizde kalır. Hem çocuklar arkadaş olur. Ada sakinleri onlara kardeş diye alışır. Sonrasında anlatırız gerçeği yavaş yavaş. Bu çözüm herkesin hoşuna gitti. O zamanlar adaya kayıtlı olmayanlar polis tarafından geldikleri yere iade ediliyordu. Belirli süre adada yaşamak o kişinin oranın vatandaşı olmak için yeterli oluyordu. Çocuğun

orada kalması buna bağlıydı. Leon, durumu anlatmak için kızına telefon açmaya gitti. Niko da, Kalika’ya haber verecekti. Aradan birkaç gün geçmiş Leon’un kızı ve torunu bir akşam vakti adaya geldiler. Leon ve Yannis onları Niko’nun evine götürdüler. O gece Nerice Selim ve Leon’un torunu Adara çok güzel oynadılar. İki küçük çocuğun yakın arkadaş olacakları daha o geceden belli. Rita ve Adara birkaç ay Niko’nun evinde kaldılar. Ada sakinleri turistlerin gelmesiyle canlanan adada olup bitenleri umursamaz olduklari için Niko ve Kalika torunlarını alıp rahat rahat dolaşmaya başladılar. Nerice Selim, günden güne adaya alışıyor, Adara’yla başı boş keçileri kovalıyorlar, bazen hayvanların üzerine binmeye çalışıyorlar, bazen de sahildeki kumsalda, çınar ağacının altında oyunlar oynuyorlardı. Çınar ağacının kocaman gövdesi iki çocuk için saklambaç yeri kimi zaman kumsalda buldukları kabukları sakladıkları gizli sandıkları gibiydi. Geçmişin izleri birbir silinirken, zaman onlara ada dolu anılar bırakıyordu. Adanın en güzel köylerinden biri olan Chora köyü, her görenin hayran kaldığı güzellikte yılların çabucak geçerken kimsenin umursamadığı sakinlikteydi. Zamanın geçtiğini çocukların ve keçilerin büyümesinden anlıyorlardı. İhtiyarlar dostlar o gün cafede Adara ve Nerice Selim’e 10 yaş doğum günü hazırlıklarındaydılar. İki küçüğün doğum günleri her yıl bereber kutlandı. Her sene farklı farklı yerlerde. Şelalede, Takis’in teknesinde, Kalenin içinde... Güzel anılar biriktirmek onların keyfine keyf katıyordu. Leon’un cafesi o sene doğum günü yeriydi. Leon çocuklara


Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

meşhur frappeli şekerlerinden hazırladı. Masanın üzerinde duran şekerlerden Selim ve Adara bir avuç alıp keçilere yediriyorlar bazılarınıda martılara atıyorlardı. Bakkal Leon, masada şekerleri göremeyince çok sinirlendi. Çocukların yanına gitti. Martıları şekerleri yerken görünce bağırmaya başladı. -Hırsız martı, hırsızlar. bitirdiniz hepsini?

Nasıl

Çocuklar bu manzaraya kıkır kırık gülüyorlardı. Leon onlara dönüp: -Selim, bu senin memleketin İstanbul’un martıları. Taa buraya kadar gelmişler, dedi. Sonradan söylediğine pişman olmuş olmalıki birden sustu. Cafeye gitti. Nerice Selim, şaşkın şaşkın elinde sakladığı şekerlere baktı. Leon amca, ona ne demek istemişti? İstanbul neresiydi? O, Samothraki adasından değil miydi? Aklına birden kilisenin önünde oynarken rahip Ramonos’un söylediği sözler geldi. Selim, kiliseye girmek istemiş, ”pazar günü gelirsin”diye izin vermemişti. Ardından da “sizin İstanbul’da ne güzel kiliselerimiz vardı”diye söylenmişti. O gün hiçbir şey anlamamıştı. Adara’yla kilisenin ziline basıp kaçmışlardı. Şimdi yine ona biri İstanbullusun diyordu. İçine garip bir his çöken çocuğun yüzde tebessüm gitmişti. Doğum günü hediyeleri bile o gece onun neşesini yerine getirememişti. Birkaç gün keyifsiz dolaşan Nerice Selim, İstanbul hakkinda bilgi topalmak icin kitaplara bakıyor, haritada yerine bakıp Kalika’ya sorular soruyordu. Onun bu hâli Kalika ve Niko’yu çok meraklandırmıştı. Niko, Selim’e neden böyle bir merak içinde

olduğunu sordu. Selim, duyduklarını anlattı. Niko, ona o gün ilk defa Türk olduğunu söyledi. Denizde ölmek üzereyken bulduğunu anlattı. Onun o adaya Tanrı tarafından gönderildiğini söyledi. Birçok insan farklı yerlerde doğmasında rağmen başka yerde yaşadığını anlatmaya çalıştı. ”Büyüyünce merak ettiği her şeyi öğrenirsin”dedi. Niko, evden çıkıp Leon’un yanına gitti. Dostuna sitem etti. Leon, mahcuptu. Yannis olup biteni dinliyordu. Yannis: -İhtiyarlar, sıkmayın canınızı bre more! Çocuk bunu ergeç öğrenecek. Ona, vakti gelince herşeyi anlatırız. Biz onu kimliğine bakmadan sevdik. O da bizim kimliğimize bakmadan seviyor. Ve sevecekte, onun ailesiyiz. Üzülmeyin artık. **5. Bölüm Ertesi gün Leon, Adara ve Nerice Selim’e bir tabak dolusu şeker verdi. Kendisi de bir avuç şeker alıp sahile gittiler. Hep beraber martilara şeker atacaklardı. Leon onları eğlendirmek istiyordu. Kumsaldaki martının birine şeker attı. -Çocuklar, bu martı İspanya’dan gelmiş. Şurdaki Yunanistan’ dan. Bakın şu uçan Türkiye’den, şurda uçan da İtalya’dan. Bu yaramaz martılar Samotharki Adası’ ndan. Çocuklar hem gülüyorlar hemde şeker atmaya devam ediyorlardı. Leon konuşmaya devam etti: -Hepsi gökyüzünün sakinleri. Birbirleriyle arkadaşlar. Birbirlerini seviyorlar, dedi. Adara, dedesine dönüp:

- Bizde birbirimizi çok seviyoruz, dede. Selim, benim en iyi arkadaşım. O bana Türk olduğunu söyledi. En iyi arkadaşım olmaktan vaz geçmezsin değil mi? Dedi. Ben ona: -Birbirimizden farklı bir şeyimiz yokki ikimizde insanız, dedim. Leon, o yaştaki küçük çocukların büyük olgunluğunu görünce kendini tutamayıp ağladı. Çocuklar şeker atmaya devam ediyordu. Sadece sevmek, insanı insan yapan tek şey, dedi kendi kendine, Leon. Küçüklerin oyunu bitince: -Haydi, bre kızancıklar dondurmalı frappe yapayacağım size. En sevdiğinizden. Vakit doldu, gidelim artık, dedi. Çocukların neşesi yerinde olunca herkes mutlu oluyordu Chora Köyü’nün ihtiyar sakinlerinde. Zamanın durduğu bu sakin köyde küçük yaramazlıklarıyla çocuklar buyüyor, anılarına anılar katmaya devam ediyorlardı. Ama zaman geçse de Nerice Selim’in, kendi gerçeğini öğrenme isteği günden güne artıyordu. İçinde merak duygusu o büyüdükçe büyümüş, kaçınılmaz olan o gün artık gelmişti. Sabahın en taze vakti. Andries’ in odasının ışığı yanıyor. Bunu lavaboya gitmek için kalkan bayan Kalika farketti. Niko, açık unutmuş olmalı, dedi kendi kendine. Odanın kapısı aralıktı, kafasını uzatıp baktığında Nerice Selim’ i, bir valizi karıştırken gördü. Andries’in valiziydi. İçinde onun kullandıği en son eşyalar vardı. Günaydın delikanlı, amcanı mı özledin? dedi Kalika. Günaydın büyükanne. Evet, amcamı özledim. Ve anne, baba mı merak

Kültür-Sanat-Edebiyat

27


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022 ediyorum. Onlar kimlerdi? Neden beni hiç aramadılar?

buldu, Selim. Andries’in valizinden çıktı. Fotoraflar var.

Bayan Kalika içeri girip genç delikanliya sarıldı. Onun merakını çok iyi anlıyordu.

Niko da onların yanına oturdu. Andries’in yıllar evvel çektiği İstanbul fotoğrafları. İnsanlar, sokaklar, deniz, martılar, cafeler, camiler, müzeler, pazar satıcıları, sahaflar, ağaclar, kediler.

-Bazı şeylerin cevabını bizde bilmiyoruz. Sana buraya nasıl geldiğini anlatmıştık. Ama inan başka hiçbir şey biliyoruz kuzum, dedi Kalika. -Hadi gel beraber bakalım amcanın eşyalarına. Valizin içine tek tek baktılar. Andires’in ölümünden sonra İstanbul’da çalıştığı gazetede kullandiğı özel eşyalarıydı bunlar. İçerisinde bardak, kahve kupası, kalemleri, küçük bir masa takvimi, anne babasinin küçük bir çerçevede fotorafı, not aldığı ajandası, atkısı, eldiveni, okuduğu birkaç kitap, fotoraflar, bir de küçük bir CD kart. Selim, ajandayı ve CD kartı alıp incelemeye başladı. Selim: -Büyük anne bunun içine baktınız mı? diye sordu. Kalika: -Yok evladım, o nedir ki? Selim: -İçinde bilgerinin saklandığı bir kart, bilgisayara takınca çalışıyor. Ama uzun zamandır kullanılmadığı için çalışmayabilir, dedi. Sonra odasına gidip bilgisayarını getirdi. CD kartı taktı. CD kart açılmıştı. -Şaşılacak bir şey büyük anne, bu çalışıyor. İçinde neler var bakalım dedi, Selim. Onların seslerini duyan Niko da odaya geldi. -Sabahınız ışık ola, erkenciler. Neden buraya toplandınız? Kalika: - İçeri gel, çok önemli bir şey

28

Kültür-Sanat-Edebiyat

“İstanbul’a dair ne varsa hepsini çekmiş”, dedi Niko. Ne güzel bir şehir. Herkes oraya hayran. Andries ‘te çok severdi. Orda Türk arkadaşları vardı. O zaman internetten tanışmıştı. Bize de anlatırdı. Üniversteyi bile orda okumak istemişti. Ama benim balıkçı gücüm yetmedi o vakitler. Sonrasında staj için kabul görmüştü İstanbul ‘da. Türk arkadaşı Eski Yunan Tarihi okuyormuş. Ona biz stajı için yardımcı olduk. Atina ‘ya gelmişti. Andries, Mert cok iyi bir çocuk derdi. Aslında ikisi de ismi aynı anlamdaymış. Adaşım derdimiş Mert, Andries’e. Andries’ in staj yerini o ayarlamıştı. Türkiye ‘de yaşamaktan çok mutluydu. 2014 ten 2016 yılına kadar ordaydı. Biraz pahalı derdi sadece. Gelince sabaha kadar uyumaz konuşurduk onunla. Yaşadığı ilginç olan herşeyi anlatırdı. Uzun yıllar orda yaşamak istiyordu ama olmadı. İstanbul’dan dönüşte geldiği gemiden düşüp kafasını çarpması onu bizden alıp götürdü, dedi Niko. İçini çekti, ağlamaklı bir sesle: -Devam et bakalım, daha neler varmış. İstanbul fotografları bitince baska bir dosya gördü Selim. O dosyadanın adı yoktu. Dosyayı açtığında bir yazı gördüler. “Sevmek için çok büyük bir neden aramayın, bir kalbinizin olması buna yeter. ” Dostum Semih ve Melek’ e.

Sayfayı çevirdi. Ekranda Andries ve Küçük Selim. Niko ve Kalika donup kaldılar. Selim, 3 yaşında olmalı ve Andries onun elini tutuyor. Nerice Selim: -Büyük baba, büyük anne neden çok şaşırdınız? Niko heyecandan kekeleyerek: -Bak bu sensin. Ama bu nasıl olur? Andries, seni tanıyormuş. Sende onu tanıyormuşsun. **6. Bölüm Kalika: Hatırladın mı Niko, Nerice bize ilk getirdigin gün çok ağlamıştı. Andries’in odasında fotoğrafı görünce ona sarılıp “amca “demişti. Çocuk neden sustu demiştim, kendi kendime. Meğer çocuk onu tanımış. -Aman Allah’ım bu nasıl bir iştir. Tamam evladım devam et bakalım, dedi Niko. Selim’in annesiyle fotoğrafları, babasıyla fotoğrafları, Andries’le oyun oynarken, Selim oyuncaklarıyla oynarken, uyurken. Selim’in 3 yaş doğum günü. Birçok fotoğraflar ve hepsinde Andries ‘te var. Sayfanın sonunda şu not yazıyordu. “Siz o gün beni büyük bir dertten kurtardınız. Kendinizi ve kalbinizi bana açarakta bir kardeş kazandınız. Size bir ömür boyu minnettarım. ” Andries Odadaki sakinlik ve gözyaşı, Tanrı’nın onlara verdiği bir mucize içindi. Hiçbir şey tesadüf değil belkide dedi, Selim. CD kartta fotoğraflar bitmişti. Defalarca çevirip çevirip baktılar. Bir mucizenin içinde olmak gibi birşeydi bu. Ama eksik kalan parçalar birer soru işaretiydi onlar için. Selim, ajanda da Andries ‘in Türk


Ocak / 2022 arkadaşlarının ismini aradı, bulamadı. Dedesine sordu. O da bilmiyordu. Ama Mert’i bulabilirlerdi. Mert’in staj yaptıği yerde Niko’nun tanıdıları vardı. Onlara soralım, hâlâ görüşen vardır belki, dedi Niko. Telefon açıldı. Birkac kişi arandıktan sonra Mert’in numarasına ulaşıldı. Niko, Mert’i Türkçe selamladı. Mert, bu ihtiyarın kendini tanıtmasından sonra uzun uzun Andriesi anlattı. Herkes çok heyecanlıydı. Konuşma bittikten sonra kafalardaki bütün sorular cevaplanmış olay açığa çıkmıştı. Mert, Andires’in bir gün başından geçen bir olayı ona anlattığını söylemiş. O olaydaki kişiler Selim’ in anne babasıydı. Andries, İstanbul’a yeni taşındığında Beyoğlu’ndan bir apartman dairesi kiralamıştı. Oturduğu binada her sabah işe giderken karşılaştığı bir ailenin dışında hiç kimseyi tanımıyordu. Bir gün akşam işten döndüğünde anahtarını iş yerinde unutmuştu. Tam kapıdayken binanın içinde polis sesleri bağrıp çağıran insan sesleri duyuyordu. Kalabalik onun oturduğu daireye doğru ilerliyordu. Ne olduğunu anlamamış polis etrafını sarmıştı. Zayıf Türkçesiyle o binada oturduğunu anlatmaya çalışsa da başaramamıştı. Polis onu tam götürecekken karşı dairede oturan çift gelmiş, buna engel olmuştu. Polis binaya giren yabancı bir hırsız haberini alınca kimsenin tanımadığı Andries hırsız durumuna düşmüştü. Tam zamanında yetişen aile onun her sabah selamlaştığı Semih ve Melek çiftiydi. Onların orda polise “arkadaşımız ve komşumuzdur”demesiyle olay çözülmüştü. Bu çift binada herkesin sevdiği öğretmen bir aileydi. Onların tanıyoruz demesi herkes için yeterliydi. Andries, o gün çok korktuğunu ve bir kardeş aileye kavuştuğunu söylemişti,

Ses Dergisi Sayı 21 Mert’e. O günden sonra Andries, öğretmen çiftin kardeşleri gibiydi. Her gün aksamları beraber çay içiyorlar, birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. Ailenin tek çocuğu, Selim de Andries’i amcalığa seçmişti. Amcası onun en iyi oyun arkadaşı olmuştu. Mert, bunları anlatırken onu dinleyen Niko, Kalika ve Nerice Selim gözyaşını tutamamışlardı. Mert, Andries’in ölümünden 3 ay sonra Türkiye ‘de birçok şeyin değiştiğini söyledi. 15 Temmuz 2016 dan sonra insanlar çok farklı hayatlar yaşamaya başladılar, dedi. Takis: -Evet, duyduk evladım. O zamanlar bir darbe olduğunu söylemişlerdi. Bizde cok şaşırmıştık. Bu zamanda böyle birsey mi olur diye. Yıllar sonra gerçek açığa çıkmış. Bizim yüreğimizde evlad acısı olduğu için pekte ilgilemedik haberleriyle. Peki Selim’in ailesiyle ilgili ne olmuşki, ben onu Meriç Nehri’nin döküldüğü açıklarda buldum. Niko, Mert’e Selim’i nasıl bulduğunu ve gördüğü rüyayı anlattı. Mert hayretler içinde dinledi. Mert, Andries’in ölümünden sonra onun evine gittiğini, anahtarı almak için öğrtemen çiftin kapısını çaldığını söyledi. Ama binada oturan birileri o dairede oturanların vatan haini olduğunu burdan kovduklarını söylemişti. Konuşan kadının, sende onlardan mısın? diye sorduğunu, sonrada polis çağıracağım dediğini söyledi. Çok korkmuştum o gün. Yıllarca orda oturan ve tanıdıkları insanları evlerinden attırmışlar. Andries’in anlattıkların kadarıyla kimseye zararı olmayan insanlarmış. Ama vatan haini ilan edilmişler. Bircok insanın o dönem böyle haksız ithamlara bırakıldığını, hapislere atıldığını, vatanını terk etmek zorunda

kalanların olduğunu duymuştum. Belki o dönemde vatanını terk etmek zorunda kalanlardan biri de Selim’in ailesidir, dedi Mert. -Duyduklarım çok korkunç dede, dedi Selim. Çocuğun içine büyük öfke girmişti. Çok üzgün ve kızgın bir şekilde evin içinde dönüp duruyordu. Hiç tanımadığı ailesinin başına gelenler onu perişan etmişti. Onlar nerede ve nasıllar, hâlâ hayatta mı yoksa öldüler mi? sorusu delikanlının aklından hiç çıkmıyordu. Gerçekleri öğrenmen verdiği ağırlık Niko’nun evine hüzün olarak çökmüştü. “Bunları öğrenmesek daha mı iyiydi acaba”dedi, Kalika. Nerice Selim, bunları o güzel kalbinde nasıl kaldıracak? Torunum ya hasta olursa, ona birşey olursa dayanamam. Bende ölürüm, diyordu Niko’ya. **7. Bölüm Niko: -Korkma Kalika, o 17 yaşında bir delikanlı. Meriç’te ölümü yendi. Unuttun mu? Onun ruhu ana babası gibi asil, amcası gibi akıllı. Ne yapacağını bilir. O bize Tanrı’nın hediyesi. Birsey olmasına izin vermeyeceğim. Bu iki ihtiyarın konuşmalarına kulak misafiri olan torunları onların yanına gitti. Dizlerinin dibine oturdu. ”Yaşadığım sürece sizin torununuz olacağım. Siz de bana Tanrı’nın hediyesisiniz, dedi Selim. Ama sizden izin isteyeceğim. Ailemin başına neler geldiğini öğrenmeliyim, dedi. Bunu en kolay İstanbul’ da öğrenebilirim. İki ihtiyar torunlarına

Kültür-Sanat-Edebiyat

29


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022 sarıldılar ve: -Tamam evladın, ne zaman istersen gidebilirsin, dediler. Selim, Mertle konuştuktan birkaç hafta sonra İstanbul’a gitti. Mert, o dönem ailesinin yaşadığı evi, Andries’in çalıştığı gazeteyi, İstanbul ‘u gezdirdi. Selim, fotoğraflardan aşinaydı oraya. Hiç yabancılık çekmeyen biri gibiydi. Sonra bir kütüphaneye gittiler. Yıllar önce çıkan gazete arşivlerini incelediler. Saatlerce gazete okudu Mert. Selim ise Yunanca çevirilere bakıyordu. Okudukları onu çok canını sıkmıştı. Dedesinin onu bulduğu tarihte Meriç Nehri’nden geçerken devrilen feribot kazalarını gördü. Kadın, erkek, çocuk, genç bir çok ölen insanların fotoğrafları ve isimleri vardı. Anne babasını adları orda yoktu. Üzüntüsü biraz olsun “belki yaşıyorlardır diye”hafifledi. Mert, ona baktı. Gel işareti yapıp onu yanına çağırdı. Ona internette yayınlanan devlet tarafından yayınlanan “Özür Beyannamesini “gösterdi. Bu beyannamede o dönem haksızlığa uğramış kendisinden özür dilenen ölenlerin adları vardı. O listede onun anne babasının adıda vardı. Ölüm nedeni boğulma yazıyordu isimlerinin karşısında. Selim gözyaşlarına hakim olamadı. Dakikalarca ağladı. Ağlarken sanki su olup Meriç’e anne babasının yanına akmak ister gibiydi. Onun acı çeken kalbini teselli etmek çok zordu Mert’e. Kütüphaneden ayrılıp sahile gittiler. Deniz havası iyi gelir, dedi Mert arkadaşının emanetine. Öğrendiği gerçekler gelecek hayallerini elinden mi alacak yoksa ona yeni bir hayat kapısı mı açacak? Diye düşündü. ”Bundan sonra ne

30

Kültür-Sanat-Edebiyat

yapmak istersin Selim? “diye sordu. Selim, onun yüzüne kederle baktı. “Bir zamanlar annemle babamın geleceğini çalanlar benimde düşlerimi çaldılar. Bir yanım hep eksik kalacak bundan sonra. Eksiğimi bir özür beyannamesi mi dolduracak? Ben nereliyim onu bile tam anlamış değilim. Nereliyim? Türkiyeli desem daha burda geçmişim yok. Annen, babam yok. Adalıyım desem, ailemin hayallerindeki ben yok, dedi genç adam. Onun söylediklerine hiçbir sey diyemedi Mert. Sadece gökyüzüne baktı. Martılar uçuyordu. Onlarca martı İstanbul semalarında sanki dans ediyordu. “Gökyüzüne bak, Selim. Onlar seni selamlıyor. Martıların yurdu yoktur, onlar nereye isterse oraya gider. Kim onların yaşam hakkına saygı duyarsa oraya giderler. Annen babanda bunu düşünüp yola çıkmışlar. Ama onlara cennet daveti çıkmış. Şimdi ordalar”dedi Mert. Selim duyduklarıyla bir nebze teselli olmuştu. O gün ve günlerce üzüntüsüne martılar ve Mert eşlik etti. Sokaklarda hayalen anne babasının izlerini aradı. Onları düşünmek hem canını yakıyor hemde onlara yakın hissettiriyordu. Artık dönüş zamanı gelmişti. Mert, Selim’ e akrabaları hakkında araştırma yapacağını ona haber verceğini söyledi. Vedalaşarak ayrıldılar. Selim gerçekleri bilmenin ağırlı ve acısıyla döndü adaya. Dönüşünü dört gözle bekleyen ihtiyarlar ve Adara’sı vardı. Adaya indiğinde onları çınar ağacının altında beklerken gördü. Sevdiği, onu seven herkes ordaydı. Birde acılarını ve sevgisini kalbinde taşıdığı anne babası. Sanki hayalen ordalardı.

Evlatlarını sevip koruyan insanlara teşekkür ediyorlardı. Kocaman bir sevgiyle sardılar Selim’in etrafını. Öpüp kokladılar evlatlarını. Selim, tahta masalardann birine oturdu. Çınar ağacının altında onlarca sandelye vardı. Her birinde farklı biri, sevgiyle bakan yüzler ona huzur verdi. Gök yüzünün sakinleri martılar, sahil boyu yine onu selamlıyordu. Uzun uzun baktı onlara. Yerinden kalktı, cafeye doğru yürüdü. Ordan Leon’un şekerlerinden bir avuç avuç cebine doldurdu. Sonra hızlıca sahile doğru koştu. Koştu, koştu, koştu. Her adımında sanki uçuyordu. Martılar atılan her şekeri sanki havada yakalıyorlardı. Sonra gökyüzüne bağırdı:

doğru

onlara

-Martılaaar! Martılaaar! Ben de sizin gibiyim artık. Özgür ve mutlu olduğum her yer, Vatanım artık.


Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

Kültür-Sanat-Edebiyat

31


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022

BETÜL AYDAN’dan Sevgili Muhteşem,

MUHTEŞEM’E MEKTUPLAR 13

MEKTUPLAR

Soğuğun sıcaklığında bir iç dökme olsun bu mektup sana. Nasılsın Muhteşem? Sen de en az benim kadar üşüyor musun? Kar yağmasa da saçlarıma, beyaz küçük taneler kirpiklerime henüz dokunamasa da ben çok üşüyorum. Hem insan sadece kar yağınca mı üşür? Tam aksine kar yağınca havanın o keskin, delici soğuğu birden yumuşar kalplerle bir. Beyaz bir sükut iner gökyüzünden geceye ve dahi gündüze. Kimse demez kara toprağa, rengin neden ak, neden beyaz okumak istiyorum hayata ve bencil insanlara! Görünce hatırlayanlara giyindin? diye sormaz. Beklenen misliyle iade etmek istiyorum davranışlarını. Yine de yapamıyorum. vakit gelmiştir işte. Kar yağmıştır. Kendim olmayı bırakamıyorum işte! Hayır, diyebilmeyi istiyorum mesela. Olması gelen olmuştur. Gelmesi Dışarda yağmur yağarken kar soğuğunda üşümeyi, günlük güneşlikken her gelen gelmiştir. Kış en çok sıcacık şey, karanlıktan korktuğumu söylemeyi de. “Pia” nın ellerinden tutmayı evlerde sevgiyle karşılanır. Kar da sonra. Aynı şehirde beraber kalmayı hem. Sonra soğuk ve acımasız şaka kışın süsü, beyaz zineti olur gözlere yapmayı seven birine “ hiç hoş değildi!” diyebilmeyi meselâ. Hani hep çarpıp değen.Her yer beyaz, bembeyaz... kaçanlara misliyle “ dur artık!” diyen bir bakış atabilmeyi.

32

Hava nasıl oralarda, üşüyor musun? diyen şarkıdaki gibiyiz Muhteşem. Saçlarımıza kar yağsa bilemeyeceğiz bu hızında dünyanın. Kar yavaş yağar ve sabırla iner incecik taneleriyle yeryüzüne. Kar bana yavaşlığı, sakinliği ve sabrı anlatır sessiz akan haliyle. Hayatın bütün hızında gözlere bir dinginlik yaşatır yavaş ve kibar. Aslında ben de kardan yanayım. Karın yağışı gibi yavaş ama devamlı aksın istiyorum hayatım. Kana kana su içer gibi izlemek istiyorum etrafımı. Koşan yürüyen ve hatta durup otobüs bekleyen herkese gülümsemek, selam vermek, iyi dileklerimi sunmak istiyorum.

İçinde nezaket sözcükleri saklı testiyi kırma vaktidir benim için şimdi Muhteşem? Yavaş yavaş kendi oluşumdan vazgeçip yeniden gerektiği gibi olma hazırlığıma hatta artık oluşuma sevinmeli miyim? “Ben böyle

Hep böyle değilim aslında. İçimde sebebini bilmediğim muhteşem fırtınalar kopmuyor değil. Ben kendimi unutuyorum ya da unutmak derdine düşüyorum. Meydan

Kültür-Sanat-Edebiyat

Hep böyle değilim aslında. İçimde sebebini bilmediğim muhteşem fırtınalar kopmuyor değil.

değildim yaşarken oldum.” Arabeksini nakarat halinde söyleyip durmak mı bilmem hayattan şimdiki payım yenilmez sandığım duygularımın tam ortasında! Ah bizim edebiyatımızdaki Garip şair Orhan Veli’nin bir şiirinde kullandığı o meşhur söz gibi “to be or not to be” Olmak veya olmamak arasındaki işte o bütün mesele benim içimde şimdi. Bu arada dünya insanı bilir değil mi bu meseleyi? Büyük dünya şairi Shakespeare’nin dizelerinde. Sana “ol” makla ilgili tüm güzel dileklerimi sunuyorum bu mektubumla. Mutlu ol, sağlıklı ol, huzurlu ol, sevgi dolu ol, iyi ol, akıllı ol, mütebessim ol, mütevazi ol, merhametli ol, bilgili ol, emin ol, içi-dışı güzel ol. Unuttuğum ya da yazmadığım “ol” makları da sen


Ocak / 2022 tamamla Muhteşem. “Kardır yağan üstümüze geceden” dizesi aklımda ve vakit gece. Penceremin perdesini araladım. Karın beyazı değil, gecenin siyahı değdi gözlerime. Sonra çok yakın zaman önce rahmete göçen Sezai Karakoç’u hatırladım. Kimbilir kaç kere bakmıştı penceresinden dışarıya yağan karla neler geçirmişti içinden. Ne zaman “.../ benim bu şiirimi anlayacaksın?” dizilerindeki boşluğu hangi hisle, hangi yakin duygularla tekrar etmişti. Ve yaşadığı son yılın “ kar” ına gözleri değmeden ebedi alemde seyran etmeye gitmişti belki. Ne okurduk değil mi Muhteşem? Sezai Karakoç, kitaplarını hiçbir şeye değişmezdik. Şimdi kitaplığımızın raflarında “... Anla Monna Rosa, ben öteliyim “ diyen şairin artık öteli olduğunu da biliyoruz. Dünyadan bir Sezai Karakoç, geçti. Hem de bıraktığı ölümsüz dizeler ve satırlarla. Belki vefatı son bir hatırlatmaydı kendini. Münzevi yaşamının son sesiydi. Yıllar yıllar önceydi hatırlarsın. “Gün Doğmadan” Ne manalar taşıyordu da bir anda bu başlıkla üstadın bütün şiirleri kucağımızdaydı. Ve gözlerimizde yaş... O ince ince, seri

Ses Dergisi Sayı 21 şiir kitapları bir araya gelmiş kocaman bir bütün olmuştu hatırlarsın sen de. Hem Taha... “Ölen şehirlerdir Taha değil” diyordu Hızır’la Kırk Saat’inde. Belki “Ölen şehirlerdir şairler değil” diye bir nazire değdi senin de kalbine. Hem “Sen bana bir yılsın her dakika” derse bir şair ve hele de münzevi yaşamında zamanı kocaman genişlemiş hele de seksen küsür ömrü varsa... Ne uzun yaşamışsın be Üstad! Ve hep yaşayacaksın, diye yazıyorum mektubuma. Seninle duygularımız bir. Sen de bana yaz olur mu? Üstadın aklına gelen dizileriyle de konuş. “Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır?” dediğini duyar gibiyim. Burada kuşlar çok yakın. Her ağaç dalında ve rengarenkler. Hele o kırmızı başlı kuşlar yok mu? Renkleri ile gözlerde bir hayranlık uyaran. Rengarenk buradaki kuşlar Muhteşem. İnsanlara çok yakın duruyorlar. Daldan dala atlıyorlar cıvıltılarıyla bir. Yine de ben onlara “Uçun kuşlar uçun doğduğum yere” diyorum. Gidemeyeceklerini bile bile. Belki benim için üzülüyordur onlar, beni anlıyorlardır hem. “Kar” unutma Muhteşem! Mektubu okuyunca o anlaşılacak şiiri bir daha

oku. Tabi anlayacak cesaretimiz hâlâ varsa. Hâlâ açık enfüsi ve âfâki bir kalp ritmine sahipsek. Anladın sen beni. Muhteşem! Ölmeden ...

“Ol”alım

@dolunay.esra0 : “Ses dergisini anlatsaydım, herkesten birer parça; hem tanıdık hem farklı derdim. Sanat insan için ama insan da sanat için

Kültür-Sanat-Edebiyat

33


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022

MÜTTEFİK MİNE AKDEMİR

Ben, İblis. Senin rıza ile koluna girdiğin yol arkadaşın. Yüce makamın sabık meleklerinden, kovulmuş bahtsız. Kanatlarımın alındığı gündür, asi olduğum. Ben ki, kor ateşten halk edildim, ne diye balçıktan gelen bana üstün kılınsın demiştim? O zamandır, başımı dikip eğmedim, o zamandır mühleti aldığım. Avanelerimle birlikte yeryüzü oldu avlığım, sen avım. Ben, senin terli sırtında tuz torbası, çarığında taş, kalbinde habis, eyvallahsız baş. Bir elma ısırığı olduydu başlangıcım. Rengi al, tadı acı. Ne çok tadanı oldu? Hepsi başımın tacı. Kovulunca yurdumdan, yurt edindim Mağrip’ten Maşrık’a. Düştün ardıma, ortak oldun cürmüme tahtıma. Kazananı olmayan savaşlarında, doldurdun nefs torbana öfke, haset, hırs ne varsa. Ganimetin, ateşi karnına. Rüyaların kanlandı asırların gecelerinde. Habil’în ketum ahı yapıştı omzuna. İrinli pınarlardan su doldurdun kırbana. İç dedim, içtin kana kana. Kor alevdendi atım, kıtalarca dolaştım. Terkimde sen, heybemde aklın. Ne kılıcın eğildi, ne de başın. Önce bendim, senle biz olduk. Ben, nefsiemmare kanlı savaşının mağrur, gözü pek şövalyesi, sen yenik avanesi. Ben, nefsilevvame savaşının yenik, ama inatçı mağlubu, sen benden yana bahanesi. Ben İblis. Âdem’le idi girizgâhım. Tövbesi ile oldu peygamber, af yoktu bana, elbet alacaktım ahım. Evvel el aldı elimden Kabil. Sonra oğullarım, kızlarım oldu. Çoğaldı zürriyetim dört bir yana.

34

Kültür-Sanat-Edebiyat

“Dedi ki: Senin izzetin adına andolsun, ben,onların tümünü mutlaka azdırıp kışkırtacağım.” SAD 38/82

Boyunlarında ipim, zalimin yamacında, yaren, mazlumun gözünde yaş. Kolayladılar benim işim. Ateşi getirdi Promete ilkin. Olimpos’un karnından çalıp. Kisra’nın sarayında harlayan, İbrahim’e serin. Hutame payitahtım, çokluğunuzla pek övüneceğim. Siz gönüllü oldunuz, Ben değildim ki diyen gelin. Ben ateşler yaktım dört bir yanda. Cenup, Şimal, Şark, Garpta. Sen harladın onu, ne dinledin öğüt, ne eyledin vefa. Oğullarım ne peygamberler gördü, bana hasım. Ardına düştüler ümitle, düze çıkınca bana döndüler yine. Ad, Semud, Lut. Kıyamete kadar daha çok, hesabını var, sen tut. Elinin biri bendim, Yusuf’u kuyuya, tüysüz bebeni kızgın kum çukuruna gönüllü iterken. Şems’in kızıl kanındaki ten. Hevaları, hevesleri bana yükledin. Hepsi sendeydi, yol gösterdim sadece ben. Delice çağlarken Fırat, Dicle, Kerbela’da bir damlayı çok gördün Hasan. Hüseyin’den.

Rüyaların kanlandı asırların gecelerinde. Habil’în ketum ahı yapıştı omzuna. İrinli pınarlardan su doldurdun kırbana.

Ben İblis, minnettarım, zaaflarınla güçlendim yeni, yeniden. Kızlarım gözlere güzel, gönüllere seza. Sana yaren, nesline eza. Yusuf’un arkadan yırtılan gömleği. Sade cismine baktın, görmedin, dirayetsiz nefislerin çöl kelebeği. İhanet gözbebeğim. Kibir,


Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

hırs baş tacım. Pembe Zakkumla donattım yolunu, miskler serptim, şekerle ağuladım. Yaktın, yıktın, can sattın, kan aldın, bir göz kıpırtısı vakitte kalacağın ömrü az yerde. Toprağın altı yarenlerinle dolu, tahtın, muştuların, zaferlerin hani nerede? Ben iblis. Yola çıktığın, yolunda şaştığın yarenin. Ey azılı sevgili düşmanım! Sen ne şanslısın. Güneşin doğacağı son güne kadar, ardınca açılan tövbe kapısı, benim yüzüme çarpıldı. Ondandır içimde yürek acısı. Dağa, taşa, kurda, kuşa verildi almadılar yükünü dünyanın, sen yüklendin mihneti, canın sende baki sandın. Aldanan sendin gönüllü, ben aldatmadım. Ben İblis. Haşre kadar izinli. Sen, en sevdiğim müttefikim, velinimetim. Kıyamete kadar sebebi mühletim.

Kültür-Sanat-Edebiyat

35


Ses Dergisi Sayı 21

Ocak/ 2022

Siyah Aynalar Kah oradan, kah buradan derken bir günü daha bitirdim, biraz telaşlı , biraz hüzünlü, çokça da buruk… Yıllardır benimle her anıma şahit;

Aslıhan Uğur

bir kalem, bir kağıt, bir de gül kokulu mum. Bedenim bir sandalyede ruhumsa her yeri gezinecek kadar özgür. o uzun alevlerin arasında ansızın mâziye turnalar uçurdum gönlümde. İşte, çok uzak diyarlara başladı gül kokulu yolculuk. Âtîye dair hayaller kuracak zamanımız var mıydı? Düşündüm… Farkettim ki, ben o günlerde, bu zamanları ne beyaz ne de siyah, hiç tahayyül etmemişim. Çünkü; kar beyazı hayatlarımız oldu bizim, sadece şimdiki andan mesûl olan. Gönlümdeki odaların kapıları birer birer açıldı. Her kapıyı bir hasretle açtı kalbim. Özgürlüğe açılan gönül penceremden turnalar uçurmaya devam ettim . İnce bir tebessüm yerleşti göz bebeklerime. Tutandan mıdır, tutturandan mı? Bilinmez, Kalemin mürekkebinin buğusundan huzur yayılan dizelerimiz vardı. Öyle engin, öyle hatırı sayılır, öyle mavi… Hatırımızda ne zaman dünyayı tahayyül etsek, Zihnimizin odalarına ne zaman hevâların gölgesi düşse, her yana misk-i amber kokusu yayan sesler çınlardı kulaklarımızda. Kuş tüylü yastıklarla tanışmamış, Hem yazda hem güzde aynı abayı giyen, Yazın terlediğini, kışınsa üşüdüğünü bilmeyen, Gönül diliyle her lahza koşan bir genç sima… Siyah aynalar arkasından izlendiğini hissetmeyecek kadar sevgi ile bakan gözler, masum duruşlar vardı. EVET!

36

Kültür-Sanat-Edebiyat


S Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21

Siyah aynaların ardındaki puslu çehreler; Sizi görmeyecek kadar sevdasına bağlı koşan ayaklar… Ayaklarımızın değil, ayakkabılarımızın yorgun düştüğü yıllarımız… Şimdi karlı, en koyu bir günde, mâziden bir ben gelse bir küçük tatlı bavul elinde, en yalın haliyle ve en güzel hediyeleriyle. Nasıl karşılardım seni? Benim en güzel yıllarım, yad etmekle yetinemediğim sen. Ellerimi nereye koyacağımı bilemez miydim? Terliklerimle mi koşardım sana. O,sahi neler anlatırdı, neler söylerdi ? Yıllardır taşıdığın yüklerini mi anlatırdın? Hangi dertlerini dökerdin derya denizinden, Ya da susar mıydık ?İkimizde öylece. Belki de birbirimize sarılır sessizce ağlardık değil mi? İki kahve, orta şekerli ,bol köpüklü :Biri mazime, diğeri bana. Sanırım hak ettik ikimizde bunu, onca yılın hatırına. Haydi şimdi gel … Bir söğüt ağacı gölgesinde uzanalım boylu boyunca. Bu da geçti der gibi ince bir tebessüm belirsin gözlerimizin kıyısında . Öyle bir ben ki baştan başa ‘’SEN’’ haliyle çıkalım yola. Unutalım, ümitlerimizi siyaha boyayan her ne varsa.

Kültür-Sanat-Edebiyat

37


Ocak/ 2022

FİLM TANITIM

F

E sra Dolunay

Senarist - Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki Yapım yılı: 2014 Ödüller: Altın Palmiye(2014), FIBRESCI(2014)

Ses Dergisi Sayı 21

Filmi izlemeden önce üç saat on yedi dakikalık süreyi görünce belki izlemekten vazgeçenler olacaktır. Ancak, filme başladıktan sonra sürenin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Nuri Bilge Ceylan filmleri ağır giden temposuyla bilinir. Aksiyon ve olay çerçeveli giden filmler ve çerez niyetine izlediğiniz tüm filmleri bir kenara bırakın. Film ve sinema arasındaki farkı anlamak, karakterlerin duygu dünyasını adım adım izlemek ve sinema tadı almak ve sanat havası solumak için bu filmi izleyin. Kış uykusu filmi başladığı andan itibaren kendinizi bir roman sayfaları arasında bulabilirsiniz. Filmin, izlemekten çok roman okuyor hissi vermesi tesadüf değil. Çünkü Nuri Bilge Ceylan senaryoyu yazarken özellikle Rus yazar Antov Çehov’un kısa hikayelerinden (The Wife , Excellent People) esinlendiğini ifade ediyor. Ayrıca filmde Dostoyevski, Tolstoy ve Voltaire gibi edebiyat dünyasındaki isimlerin önemli eserlerinden de ilham alınmış. Filmin kısaca konusundan bahsedersek, emekli olan ünlü bir oyuncunun Kapadokya’da bulunan kendilerine ait küçük bir otel işletmesine yerleşmesi ve burada yazarlık hayatına devam etmesi anlatılır. Yanında ise eşi ve boşanmış bir kızkardeşi ile beraber yaşamaya başlar. Film, entelektüel dünya ile sıradan dünyayı ayıran bir çizgi üzerinde ilerler. Bir entelektüelin toplum içindeki yerini belirleyen diğerleri ve bunun üzerine eleştiriler yer alır. Tembellik, bencillik, umursamazlık , ego ve sorumluluktan kaçma ve buna karşı çaba, hırs, farkedilme, öfke duygularının çatışmasına şahit oluruz. Filmde tek bir diyalog sahnesinin bazen dakikalarca sürdüğü, hem hayatın içinden hem de üst bilişe ait konuların akıcı şekilde

38

Kültür-Sanat-Edebiyat


Ocak / 2022

Ses Dergisi Sayı 21 Birbirinden bağımsız görünürken aynı zamanda birbiriyle bağlantılı olan sahneler seyirciye gizli göndermeler yaparken, bazı ayrıntılar de üzerine daha çok düşünülmesi gereken semboller olarak karşımıza çıkıyor. Kapadokya ve çevresinin görsel kış manzarası ve sinematografik görüntüler seyircide görsel doygunluk yaşatırken roman yoğunluğunu hissettirmeyi de başarıyor. Üç saatlik bu filme tek eşlik eden müzik Schubert’in 20 numaralı piyano sonatı atmosferi desteklemeye yetiyor. Kış Uykusu, hiyerarşik yapıya, mülkiyet ilişkilerine, kapitalist sisteme göndermeler yapsa da esas konusu şehirli entelektüelin, taşradaki bunalımı ve kişiliği üzerinedir. Ayrıca filmin ana karakterlerine can veren oyuncular Haluk Bilginer, Demet Akbağ, Melisa Sözen gibi güçlü ve profesyonel kimlikleriyle öne çıkıyor. Ayrıca, şimdiye kadar Altın Palmiye ödülü almış olan sadece ikinci yerli film. Mutlu ve ya mutsuz bir son bekleyenler için değil de hikaye hiç bitmeyecek gibi hissedenler için Kış Uykusu doğru bir tercih olacak. Ve filmden bazı replikler: “Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak. Haksızlık etmiyor musun?” “Şu küçük çok anlamlı iğneleyici sözler. Küçük alaycı dudak kıvrımları. Nasıl da bıkmışım nefret etmişim tüm bunlardan şimdi daha iyi anlıyorum.” “Hiç risk almıyor bir kere. Yazar, sanki herkes tarafından kabul görmüş pozitif değerlere sahip çıkarak kendini sevdirmeye çalışıyor gibi.” “Valla ben evim, odam kitaplarım nerdeyse kendimi oralı hissederim. Bu insanın kendine bir dünya yaratabilme, kendini oyalayabilme yeteceği ile ilgili bir şey. Sıkılmak ne demekmiş ya?” “Aslında iyi öğrenim görmüş dürüst, adil bir insansın. Ancak yeri geldiğinde bu erdemlerinle insanları boğan, küçük düşüren, aşağılayan bir hava taşıyorsun.”

diyaloglaştırıldığı, hayatın bazı anlarında kendimizi bulduğumuz sahnelerle karşılaşıyoruz. Bazı diyaloglarda Shakespeare’den bir cümle duyabiliyoruz.

“Acı çekmemek ediyorsunuz.”

için

kendinizi

kandırmayı

tercih

“Vicdan, güçlüleri korkutmak için düşünülmüş, korkakların kullandığı sözcükten başka bir şey değildir.” repliği gibi.

Kültür-Sanat-Edebiyat

39


Ocak/ 2022

K

Ses Dergisi Sayı 21

KİTAP ÜSTÜNE

“Deniz Kenarında, Gurnah’ın çağımızın en önemli seslerinden biri olduğunu kanıtlayan zengin, etkileyici ve hakikat dolu bir roman.” Amitav Ghosh

“Deniz Kenarında, sömürgecilik sonrası Afrika’da yer değiştirme ve göç deneyiminin yarattığı travmaya dair büyüleyici bir roman.” Mustapha Kharoua

40

Kültür-Sanat-Edebiyat


G Ocak / 2022

GİDELİM! AMA NEREYE?

Geçenlerde onuncu kez izlediğim 1997 yapımlı ve o yılın oskar ödülünü almış bir film olan Good Will Hunting’in en sevdiğim sahnelerinden birinde psikolog, Dahi Will’e ders vermek için onu göl kenarına götürür. Will fotografik hafızaya sahip biri olarak okuduğu yüzlerce kitaptan çıkarımlar yaparak her olgu ve olayı anladığı yanılgısındadır ve psikolog bunun büyük bir yanılgı olduğunu göstermek için yetim büyüyen Will’e döner ve “Oscar Wilde’in romanlarını okudum diye seni tamamen tanıyacak ve anlayacak değilim” der. Aslında bu kitabı bu yüzden şu an göç etmiş bir arkadaşın anlatmasını isterdim ama maalesef bu iş bana düştü. Göç gerçekliğini yaşamamış biri olarak sadece kitabın

Ses Dergisi Sayı 21 içeriğinden bahsetmekle yetinecek ve devamını bu mefhumla dolaylı veya doğrudan tanışmış olan arkadaşlara bırakacağım. Çünkü gerçekten tecrübe etmeden kitabı okuyarak ne mültecilik ne de göç olgusunu anlamam mümkün değil. Yahu kitap dedin de hangi kitap bu derseniz, 2021 yılında Nobel ödülüne layık görülen Abdulrazak Gurnah’ın eseri olan ‘Deniz kenarında’ kitabı bu. Kitap, modern dönem göçlerini anlatıyor. Daha doğrusu zorunda kalınan göçlerini… Kendi ülkesindeki karmaşa ve güvensizlik ortamından kaçan Salih Ömer’in sahte bir pasaport ile İngiltere’ye gidişi ve orada yeni ve güvenli bir hayat kurma isteği karşılıyor ilkin bizi. Mülteci olarak girdiği ülkede zıtlıklar içinde kalan Ömer, bir taraftan geldiği ülkeye adapte olmaya çalışırken öte taraftan farklı olan bu kültürün içinde ezilmemeye çalışıyor. Roman boyunca Ömer’in içinde bulunduğu durum, umutla ve çaresizlikle yüklü bir deneyim olan göç, ikili zıtlıkları aşan bir derinlikle, sembollerle ve metinler arası göndermelerle anlatılır.

boy gösteren kalmak ve gitmektir. Gitmeyi seçer ve aşk denilen durgun ve derin denize dalınca ise geçmişinde kaldığına inandığı bu iki zıt kavram yeniden ortaya çıkar. Oysa asimilasyon ve entegrasyon ya da yabancılaşma ve ayak uydurma gibi mefhumları da çokça tatmıştır Ömer… Bu zıtlıkları görünce bir mültecinin neler yaşayabileceğini hayal ettim ve içimden sadece ‘Gidelim! Ama nereye?’ diyebildim. Kitabın daha da detayına girmek istemedim. Anlamaya çalıştığım ve belki de hiçbir zaman anlayamayacağım bir olguyu, mülteci olmayı anlatan bu kitapta yabancılaşmanın ve kültür şoku denilen sosyolojik olgunun ne kadar acımasız birer mefhum olduklarını düşündüm. Sonuç olarak, hiç göç etmemiş biri olsam bile bana bu kitabın hediyesi -yukarıdaki zıtlıklar helezonu içindeki bir hayat için belki de“Gidelim! Ama nereye?” cümlesi oldu.

Göç ama nereye! Ömer hayal ettiği dünyanın içindedir artık. Ancak gerçeklik ve hayal ettikleri arasındaki uçurum her geçen gün büyür Ömer için. Bir taraftan geçmişinden kaçarken diğer taraftan geçmişiyle yüzleşmeye doğru gider. Buna sebep olansa bir aşk… Vicdanın mekânı yoktur. Peşinizde koşar hep. Ya da yaşadığınız travmaların… Ömer her nereye giderse gitsin geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalan bir divane… ilk zamanlar kendini kapatsa da daha sonraları yavaş yavaş anlatır etrafındakilere kim olduğunu. Zıtlıklar, Ömer içinde en başta

Kültür-Sanat-Edebiyat

41


Ocak/ 2022

42

Kültür-Sanat-Edebiyat

Ses Dergisi Sayı 21


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.