Birden Fanzin 9. Sayı

Page 1

Aralık 2018 / 9. Sayı

D ü ş k a l e m - G ü l a L e y l a T Ü R K E R İ - M u S i n e m N A z l ı D E M İ R Ş e y m a K A R A - Z a f e

Konu: Kadın

y D O Ğ R U s t a f a K A S A R - S e r ü v e n c i r T A Ş K I R A N


Birden Aylık Kültür Sanat Fanzini Aralık 2018 E-posta:

birdenfanzin@gmail.com

İnstagram: @birdenfanzin Twitter:

@birdenfanzin Editörler Mustafa KASAR Zafer TAŞKIRAN

Yazanlar Çizenler Düşkalem Mustafa KASAR Sinem Nazlı DEMİR Serüvenci

Şeyma KARA Leyla TÜRKERİ Gülay DOĞRU Zafer TAŞKIRAN


Mustafa KASAR

"Her kadın farklıdır. Aslında en iyi ve en kötünün karışımıdırlar. Hem sihir hem de dehşet. Ne olursa olsun var olduklarına memnunum." Charles Bukowski

İnsan varlığının ruhunun içinde en dokunulmazı, en isyankârı, en bağımsızı, en yalnızı, ensa , en çılgını, en zevkli yanıyla var olur kadın… Bazen bir saniyesine, bir haya n feda edilebileni, en çıkmazlar ile var olduğu dünyada bir çözümsüzlükle sarmalanarak ortaya koyduğu yaşam biçimi ile bir ‘’düş’’ tür kadın. Rüya sıcaklığıyla sonunun ne olduğunu kes remediğin… Hepimiz flu bir camdan bakarız onlara. Çok azımız kendi gerçekliğiyle ele alır kadının gerçek dünyasını. Onlar en asilerimizdir. Biz onları düşünür ve düşleriz. Ve bizim onların üstüne saldığımız sevgi, korkunun karanlığında yolunu şaşırıp, bazen bizim bütün haya mızı ihanet dolu bir yalana çevirir.


Düşkalem

ATUAN MEZARLARI: KADIN KİMLİĞİ Merhaba sevgili okurlar. Bu dosyada konuyu kadın olarak seç k. Dolayısıyla ben de kadın kimliğini ele alan bir eserden örnekle bu noktaya kısa bir değinmek istedim. Ursula K. Le Guin’in, Yerdeniz serisinin ikinci kitabı olan Atuan Mezarları'nı biraz anlatacağım. Neden bu fantas k kurgu romanı seç m ve kadın ile alakası nedir bundan bahsetmek is yorum. Öncelikle, kitabı seçmemin nedeni, kadın ve kimliğinin incelerken seç ği alegorik yöntemdir elbe e. Birazdan yazacaklarım sayesinde daha iyi anlayacaksı nız fakat şimdiden uyarayım sürpriz bozan ile karşılaşmanız şu noktadan sonra kaçınılmazdır. Eğer bu kitabı okumadıysanız, okuduktan sonra yazıyı okumanızı da tavsiye ediyorum. Ana karakterimizi, kitabın başında küçük bir kız çocuğu olarak tanıyoruz. Fakir ve köylü bir ailenin evladı olan küçük kızımızın adı, Tenar. ( Oldu olacak şuncacık yavruya KENAR diyeydin Ursula Teyze.) Bu kızımız, Kargad Adaları'ndan Atuan'da yaşamaktadır. Söylenilene göre, Tenar aslında Mezarlığın Ölümsüz Rahibesiymiş, diğer adı ise Yutulmuş. Niye Yutulmuş ? Çünkü İsimsizler denilen ne idüğü belirsiz tanrımsılara kurban ediyor Tenar ismini, İsimsizler de bu ismi ve eski kimliği yutuveriyor. O neden peki? Mezarlık Rahibesi'nin adı nı ve kimliğini almak için, yani Arha'yı. Giyiyor kara yünden çarşafları ve ninjalar arasına ka lıveriyor kızcağız. (Pardon, o başka öyküydü, ha a öyle bir öykü bile olmayabilir.) Giyiyor kara yünden çarşafları ve İsimsizler’e adını verdikten sonra Ar ha adını alarak, Mezarlık Rahibesi oluveriyor. Aradan süre geçiyor, kızımız büyüyor, serpili yor. Ama Mezarlık'taki haya an sıkılı yor çünkü anlamsızlık ve sıkıcılık ih va eden bir yaşamla boğuşuyor. Sonrasında da Büyücü Ged'in, ,Büyük Büyücü Erreth-Akbe’nin Barış Runü bilekliğini bulmak için, o mezarlık labiren ne girmesiyle olaylar gelişi yor, Çevik Atmaca, kızımızın haya na heyecan kat ıyor ve eski ismi Tenar'ı geri kazanmasını sağl ıyor.


Düşkalem Kısaca, bu güzel romanın anlatmak istediğim kısımları ve sürpriz bozanları bunlardı. Şimdi gelelim kadın kimliği ile ilgili olan kısma: Karakterimiz Tenar, küçüklüğünde bu yaşına kadar ismini yi rmiş, ismi değişmiş ve kendine özgü olana ulaşana kadar ruhsal çile ler çekmiş bir karakter. Bak ğımız zaman kadınların her birinin aslında bir Tenar olduğunu görüyoruz. Doğduğunda ve çocukluğunda kız, evlenince hanım-eş-kadın, doğurunca anne, hafifmeşrep olunca yollu ve muhafazakâr olunca da kezban veya kün fe yekün oluv eriyorlar. İlginç r ki, tüm bunları olup bir türlü kadın olamıyorlar, kendi öz kimliklerine ulaşmaları, toplumun tak ğı e ket ve kartvizitler yüzünden oldukça zor oluyor. Ha a popüler kültürün kadını metalaş rması ve geçmişten beri gelen erkek egemen medeniye n de bu e ket ve kartvizitlere çanak tu uğu ayrı bir gerçek. Onlar da ilk ismini unutmuş gibiler, ancak onlara ismini ha rlatacak bir Ged her daim olmuyor. İsmini ha rlamak için bir Ged’e ih yaç duyulur mu peki? Orası tar şılır. Her kadın birer Tenar’dır anlayacağınız. Umarım sizler de ilk ve size ait olan isimlerinizi kazanırsınız. İyi günler dilerim.


Gülay DOĞRU

Bakan Erkek ve Bakılan Kadın Simone de Beauvoir (1908 -1987) “İkinci Cins” adlı kitabında, kadın konusuna varol uş felsefesi açısından yaklaşarak ve ben-başkası ilişkisini, insanlık tarihindeki erkek -kadın ilişkisine uyarlamaya ça lışır. Yazımızda Beauvoir’in bu düşüncesini ana hatlarıyla ak tarmaya çalışacağız. Beauvoir kadın -erkek ilişkisini Sartre’nin iki bilincin karşılaşması olarak yorumladığı bakan bakılan ilişkisi üzerinden değerlendirir. Bu değerlendirmeye vakıf olmamız için Sartre ’nin görüşlerine değinmek gerekir. Sartre iki bilincin karşılaşmasını “bakış fenomeni” üzerinden okur. Öyleyse “bakış” ve “bakmak” ne demektir? Sartre bu fenomenlerin anlamlarını park örneği üzerinden anlatır. Şöyle ki ; tek başınıza parkta oturduğunuzu dü şünün. Birçok ağacın, çiçeklerin ve çimenleri n ortasında yalnızsınızdır . Dilediğiniz gibi davranabilir, hayal kurabilir ve hareket edebilirsiniz. O parktaki tek bilinçli varlık sizsiniz. Bundan dolayı park sizin kurmakta olduğunuz dünya haline gelir. Ama tam bu sırada oturduğunuz yere başka bir insan geldiğinde işler değişir. Artık oradaki tek bilinçli insan siz değilsinizdir, artık o park sizin dünyanız değildir. İşte tam bu sırada oturduğunuz yere gelen Öteki bilinç size bakar. Ama size bir çimene baktığı gibi bakmaz. Bu noktad a o, “benim-dünyamı” elimden alandır . Artık o park benim düzenlediğimden, kurduğumdan farklı bir dünya haline gelir. Her şey eski nesnel yerine geri döner ve Öteki size bakarak adeta özgürlüğünüz taşlaştırır. Dünyanızı elinizden alır. Bu bakışta siz “bakılan” nesne pozisyonundayken; diğer bilinç “bakan” yani özne pozisyonundadır.


Gülay DOĞRU İşte Beauvoir, Sartre’de ki bu bakan-bakılan ilişkisini kadın-erkek ilişkisine uyarlar. Bu ilişkide erkek hep “bakan” kadın ise “bakılan” pozisyonundadır. İnsanlık tarihi boyunca bakan-erkek özne, bakılan kadın-nesne olmuştur. Bakan pozisyonundaki erkek hem kendini hem bakılan olan kadını kendi üzerinden tanımlar. Bu durumda kadın hep erkek üzerinden, ona referansla tanımlanacak, tanınacak ve nesneleştirilecektir. Yani kadın hep Öteki’dir ve şimdiye kadar Öteki olmaya rıza göstermiştir. “Peki neden kadın Öteki pozisyonundadır?” diye sorduğumuzda Beauvoir insanlık tarihinin başından beri erkeğin dışarıda hayatını tehlikeye atarak yaşadığını, kadının ise içerde kalarak biyolojik doğasıyla görevlendirildiğini söyler. Erkekler dışarıda yaşamayı öğrenmek için hem doğayı ve kadını itaatleri altına almaya başlamışlardır. Ayrıca hayatta kalmayı öğrenmek için hep “tasarı”ları vardır. Oysa kadın evdedir. Onu hiçbir zaman geliştirmeyecek ev işleri ve çocuk bakımıyla meşgul olmalıdır. Hiçbir zaman geliştirmeyecek dememizin sebebi bu tarz işlerin tecrübe yoluyla mekanik bir hale getirilerek ortaya konulmasıdır. Bundan dolayı kadının “tasarlaması” gereken bir vazife yoktur. O içeride ve spontane bir hayat sürmektedir. Bundan dolayı kadın hep an ’da kalmıştır, yüzünü geleceğe dönememiştir. Üstelik kadına yüklenen bu misyon doğayı işlerken özgürleşmiş erkek tarafından verilir. İşin daha da ileri boyutu kadın bu pozisyonu kabul etmiştir. Öyleyse kadın “mutlak öteki” olmaktan nasıl kurtulacaktır ? Biyolojik temelli bu durum toplumsal bir kadın ve erkek algısı oluşturmuştur. Fakat Beauvoir insanın özgürlüğünü ve kendini gerçekleştirmesinin biyolojik işlevlerle kazanamayacağını düşünür. Kaypak bir zeminde bulunan insan ilişkilerinde Sartre için bakan ve bakılan arasında geçen özne olma ve özgürlük mücadelesi, Bea uvoir için kadın-erkek ilişkisinde donmuş durumdadır. Bu donmanın çözülmesi için kadının edimsel olması, aktif duruma geçmesi, özgürlüğünü ve tasarıları ortaya koyması gerekir. Kadın ancak çabasıyla, özgürlüğünün ve varoluşunun farkına vararak Öteki olmakt an, bakılan olmaktan ve nesne olmaktan kurtulur. Bu düşüncelerden yola çıkarak kadının toplumdaki yerine göz atarsak şu iki sonuçla karşılaşırız: ilk olarak kadın erkeğin tahakkümü altındadır. İkinci olarak kadın çoğu zaman bu duruma razı gelmektedir. Bu iki durum toplumumuzda kadının hem bireysel hem sosyal yaşantısına sirayet eder. Üzerinde durulması gereken asıl önemli mesele kadının kendi konumunu bir avantaja dönüştürerek işin kolayına kaçarcasına buna (zorunluluk ve aşırı baskılar hariç) razı gelmesi ve sorumluluk almaktan kaçınmasıdır. Üstelik bu rıza hem toplumsal teşvikler hem de devlet politikalarıyla desteklenmektedir. Böyle bir ortamda – huzurun, güvenliğin, özgürlüğün olmadığı - kadının kendi eliyle hem durumu olumlayıp hem de şikâyet ediyor olması ne kadar akla uygundur? Hatta bazen şikayetçi bile olmaması ne kadar makuldür? Kadın kendi özgürlüğünün, edimse liğinin, varoluşunun yani insanlığının ne zaman farkına varacaktır? Sorumluluk alanına ne zaman girecek, tasarılarını ne zaman hayata koyacaktır? Bu sorular erkeklere değil, erkek hegemonyasının altında hala ezilmekte olan kadınlara değil, tamamen toplum ve devlet eli yle tembelliğe, üşengeçliğe alıştırılmış niyeti kötüye kullanan toplumun neredeyse yüzde ellisini temsil eden, hayatından her şeye rağmen memnun ve bu memnuniyetle diğer kadınlara da baskı yapan kadınlara sorulmuştur!


Leyla TÜRKERİ

Suzan

(Düz ovaya a lmış bir dağ kuşudur. ) Yazmasını neredeyse göz kapaklarına kadar dolar. Bu bataklık Yaşar Abi'den beridir böyle. Belki sinek sayısı azaldı biraz. Ne şakalara ne kavgalara hiç karışmaz Suzan Abla. Paydos saa geçmişse ağzından bir "orispi çocuği "çıkar .Sanırım bildiği tek Türkçe tamlama bu. Çalışan kadınlar arasında eli en ağır olan benim. Ağanın gözüne batmaya başlayınca hızlanayım diye Suzan ile aynı hata soktular beni. Neyse ki sabah daha az sıcak oluyor. Kat kat giyinmiş bu sıcakta . Hızlı hızlı koparıp a yor kovasına topladığı biberleri. İlk kez yakınım ona bu kadar . Sürekli sağına soluna tükürüp küfürler savuruyor , çoğunu anlamıyorum. Deli mi ne ? Tamam , yavaş olabilirim aynı ha tutmuş olabiliriz." "Ne küfrediyorsun Abla ya !" Yine bir "orispi çocuği"... Korktum da kadından daha der miyim bir şey! Kahval molası olunca tek koyu gölgeye sahip karaağacın yolunu tutuyoruz. Oturduk . Aç dolağını; siyah kadife saçları arasından gülen iki küçük al n küpesiyle nasıl da aydınlık yüzü var . Çenesinde lacivert ,ciddi bir çukur. Hepimiz bir arada yerken o kıyın kıyın bir köşe bulur kendine. Ekmeğini sessizliğe bandırıyor toprak sofrada, acelesiz , doymam kaygısı gütmeyen ağız hareketleri var bu kadının. Tarlada yemek saatleri çok gürültülü geçmez zaten hırsızlama bir iki acele lokmayla bolca çay. Kadının evdeki mu ağı eşkere olur yazıda. Dün evde ne pişmiş kim pişirmiş anlaşılır. Mola bi nce hatların yolunu ilk tutan yine Suzan oluyor. Boynunu kessen bir dakika fazla oturmaz. Öğle sıcağı bas rırken Suzan 'ın küfürleri bile kesilir. Kimse alnından akan teri silmiyor ar k. En soyka saatler. Perihan "Haydar gel "diye tu uruyor. "Haydar gel sana Hayriye'yi


Leyla TÜRKERİ verelim, Ayşe'yi verelim "Haydar'ın rüzgâr olduğunu dördüncü iş günümde öğrendim. Gülme ve öğle sıcağın unutma ritüeli Haydar. Kızların adını bir bir sıralarken Haydar'a Suzan'ın adını hiç geçirmiyor Perihan. Çünkü onun küfürleri sıcaktan çok çarpıyor adamı! Bazen Zazaca Perihan Ablayla konuşuyorlar. Anlamıyorum dillerini. Ama dert mi yanıyorlar dedikodu mu yapıyorlar seslerindeki ezgiden yakalıyorum. Acının dili yok ki her kadının ezgisi acısına münhasır. Dili yok ama elleri var. Ellerinden acıyorum onlara. Kim ne kadar çekmiş eller gösteriyor doğrusu. Akşam paydosu yaklaşınca havada uçuşan sineklerle azalıyor sıcaklık Haydar arada uğrayıp öpüyor kızları. Suzan Ablanın dilinden savruluyor yine küfürler. Dayanamadım; "niye bana orispi deyip duruyorsun? "Herkesi bir gülme tu u. Ağzına gözüne dolan sineklere dediğ ini fark e m beni duymuyordu bile. Akşam römorka doluşurken onun çıkmaya elverişsiz dizleri yüzünden ön tara a oturtuyorlar. Yorgun elleriyle tempo tutup, al n yüzüğüm kırıldı diye bir Türkü tu uruyor kızlar dönüş yolunda. Mahalleye yaklaşınca kesildi türkü, laf söz olmasın. Ertesi gün onunla şakalaşmak istedim. Üzerime alınıyorum Abla küfürleri dedim üzüldü bir an. Hiç sana kıyarım ben kızım sen gençsin yazık r. Dedi en uzun konuşmamız da bu oldu. Okul açılınca bırak m işi. Arada mahallede karşılaşıyoruz uzun uzun derslerimi soruyor. Ar k tarlaya gidemiyormuş. Dizlerindeki ağrıdan eğilip kalkamıyormuş. Kocası büyük oğlunu vurunca hapse girmiş. Bağımlı küçük oğlu da terk etmiş evi. Bir kızıyla yalnız yaşıyorlardı. Ezgisi susmak olan kadınlardandı Suzan. Sessizliğin acı bilinciydi.


Sinem Nazlı DEMİR

Bu Yaşta Kadın ! Hiç el değmemiş gibi gözleri, Kimse kalbine dokunmaya cüret edememiş bu yaşta kimse ! Basamakları hızla çıkan bacakları değil, haya sanki. Çünkü geçmiyor, azalmıyor gün geç kçe, aksine daha da ar yor. Umut dediklerine rastlayamıyorum Ben, unutmamı bekledikleri kişiyi her saniye ha rlıyorum. Bu gece büyük ve ıssız bir ormandayım Yaşayan bir ben varım, bir de o. Su soğuk, durgun. Su hiç el değmemiş gibi sessiz. Ya da biraz önce bir r na kopmuş gibi. Korkak. Dağ soğuk. Dağ ürkek. Tüm hayallerini bir patlamayla emanet etmiş gür kırlara. Şimdi etra a koca bir boşluk var. Her yerden ses geliyor ama her yer ar k hiçbir yer bizim için. Çünkü çoktandır kapalı ağzımız gözümüz. Çoktandır bir hiç hepsi! Usulca ayağımızı soktuğumuz göl kaska Su ise soğuk. Durgun. Bu gece orman ihanete uğramış bir çocuk gibi suskun.


Serüvenci

Tanrı’nın Tebessümü Bir kadını anlatmak, bir anneyi anlatmak r benim için. Bir ablayı, bir sevgiliyi, bir çocuğu anlatmak r. İster bilim insanlarının Lucy'si olsun, isterse din insanlarının Havva'sı olsun, bir kadını öteki insan olarak görmek hep tuhaf gelse de bana, farklılığının ge rdiği kutsiye her zaman hissetmişimdir yüreğimin derinliklerinde. İki parçadan oluşan bir puzzle gibidir kadın ve erkeğin birlikteliği; her parçası eşsiz ve eksikliği halinde anlamsız. Bir bütünü tamamlamaya mecbur bir puzzle. Bir şeyi anlamlandırmak; ki her şeyin iyi veya kötü bir anlamı vardır, o şeye değer katmak r. Bir kadını anlamlandırmak ise, bir insana, bir anneye, bir çocuğa, bir sevgiliye, insanın kendi kendine ve her şeyden de öte kadının kadına değeridir. Kadın dendiğinde erkeği, erkek dendiğinde ise kadını düşünmeden yorumlamak; yeryüzü olmadan gökyüzünü, gökyüzü olmadan yeryüzünü düşlemek gibi eksik ve yarım bir imge olacak r. Öyle ise kadının toplumdaki yerinden, ailedeki yerinden ve bir insan olarak demokrasideki yerinden önce hem karşı hem de diğer yarısı olan erkekteki yerinden söz etmek daha anlamlıdır. Havva'nın yasakları ihlali ve Adem’e isyanı öğretmesi ile başlayan kadının o kötümser şöhre Kirke ile nefrete, orta çağ karanl ığında ise katliama dönüşüp zehirli bir çalı gibi yapışmış r kadının saçlarına . Anaerkil düzenin hümanizmini erken unutmuştur erkek. Oysa tanrının tebessümü, doğanın tarihsel bereke ydi kadın. Cenne , ayakları al nda kutsayan imgesiydi inancın. Tanrı bile böbürlenmişken böylesi bir varlığı yara ğına, biz anlamlar eksil k kadından. Erkeğin kadını anlayamaması ve daha da beteri kadının kadına olan hamase , bu yüce değerin yaşamsal alanlarının kısıtlanmasına yol aç . Zaman içinde köle tacirlerinin elinde metaya, yozlaşmış ağaların yatağında çocuk gelinlere, kapital toplumun reklam panolarında ise cinsel objeye dönüştürdük kadını ve nihayet başardık, insandan kadını söküp almayı... Oysa ki zarafe n nakışıydı, merhame n sıcağı, este ğin kendisiydi kadın ve toprağa özdeş bereke ... Bir gün ölecekse insan, bir kadının sımsıcak kucağında ölmeliydi.


Åžeyma KARA


Al Margen Arjan n Buenos Aires’te yaşayan bir illüstratör olanAl Margen, günümüz toplumlarının yanlışlarını ve kadın-erkek yapısallığı üstüne inanılmaz çizimler yapmış.

“Bunlar; can sıkın sının, huzursuzluğun ve ö enin çocukları. Bunlar; ortaya a lanfikirlerin temsili. Bunlar bilinçal nın çöpleri. Fakat diğer çizimlerden daha içten ve samimiler çünkü insanları hoşnut etme gibi bir amaçları yok. Sadece bir dürtüden doğdular, başka bir şeyden değil. Kusurları, hataları, yanlışları gösterdiklerinden dolayı can sıkmak için doğdular.’’ Al Margen Sizleri birden fanzin olarak Al Margen’in dünyası ilebaş başa bırakıyoruz.

Yayına hazırlayan : Mustafa Kasar


Al Margen


Al Margen


Ayın Filmi

B rden Fanz n olarak s zler ç n ayın film nde ‘’Kadınlar Ne İster?’’ film n seçt k.

F lm n Konusu N ck Marshall, yaşadığı şeh r olan Ch cago'da reklamcılık sektöründe çalışmaktadır. Geç rd ğ b r kaza sonrasında oldukça tuhaf b r yetenek kazanır. Artık N ck, kadınların aklından geçen düşünceler okuyab lmekted r. N ck bu yeteneğ n kadınları tanımak ve anl amak ç n yararına kullanmaya başlar. Oldukça pragmat st b r tavır takınan N ck, ş nde yükselmek ç n patronunun z hn n dah okumaya başlayacaktır F lm n Künyes :

Or j nal adı What Women Want Yapım yılı 2000 Metraj uzun metrajlı film D l İng l zce, Fransızca

Yayına Hazırlayan: Mustafa Kasar


Ayın Sözü


Zafer TAŞKIRAN


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.