Birden Fanzin 12.Sayı - Konu: Umut

Page 1

Haziran 2020 / 12. Sayı

Konu: Umut

D ü ş k a l e m - E c e n a z D Ö N M E Z F e y y a z Ç A K I R L A R - G ü l d e n K I R L e y l a T Ü R K E R İ - L e m a n Y E Ş İ L T A Ş M u s t a f a K A S A R - Ü m i t D İ Z D A R O n u r c a n S E Z E R - Z a f e r T A Ş K I R A N


Birden Aylık Kültür Sanat Fanzini Haziran 2020 E-posta:

birdenfanzin@gmail.com

İnstagram: @birdenfanzin Twitter:

@birdenfanzin Editörler Mustafa KASAR Zafer TAŞKIRAN

Yazanlar Çizenler Düşkalem Gülden KIRALAN Ecenaz DÖNMEZ Mustafa KASAR Zafer TAŞKIRAN

Feyyaz ÇAKIRLAR Leyla TÜRKERİ Leman YEŞİLTAŞ Ümit DİZDAR Onurcan SEZER


Mustafa KASAR

Umut (suz)/Umut

"Dünyanın en çaresiz çocuklarına en büyük hayalleri kurduran, umut denilen o doğal felaketten nefret ediyordum." "Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: umut." Hakan GÜNDAY

"Umudun yanında umutsuzluktan ölüyorum." Ve siz de söyleyin bunca umudun yanında umutsuzluktan öldüğünüzü. Kaç yenilginin yanında umutsuzluktan öldünüz, o çok inanmak istediğiniz umut melodilerinerede kayboldu?


Mustafa KASAR Kaç umudun peşinde öldünüz siz? Biz kaç umudun yanında öldük, sessizce gömüldük? Neydi umudu içimize perçinleyen? Bir başkasının umudu hangi şarkının tınısıyla yer ederdi içimizde? Ama bir şarkının tınısına tutunmuş umut gibi yaşamadık ha yatı. Başkalarının umudunu da heybemize alamadık, çünkü tekildi yaşam, çoğul umutsuzlukların yeşertilip çoğaldığı. Kendi umut-suzlu-ğumuzu yaşadık ve umutla aramıza kendimiz girdik. Umudu her çaresizliğimizde sarıldığımızda yaşamış olmak hafif -yaşamak ağır geldi ruhumuza. Umudu, umutsuzca sahiplenip öyle yaşadık . Kendimizi arayıp durduk umudun, umutsuzluğun kavşaklarında , bulduğumuzu sandığımız o karanlık, sonu gelmeyen çaresizlik sarkaçları belki de yaşamın ta kendisiydi. Hepimizin hayatından bazı umut -umutsuzluk dalgaları kıyıya vurmadan geçip git ti, hayatımızda kalabilirlerdi, onlara izin vermedik, içimizde akması gereken sadece bizim bildiğimiz tüm ırmaklara , "kal" demedik, "git" de diyemedik. İçimizde usulca akan ırmaklar konuşması gereken yerlerde sus tu. Tuhaf bir içsel çelişki bu varlığından kaçamadığımız. Umuda dair ırmaklar kaynaşıyor içimizde ve umutsuzluktan besleniyor . Neydi umudu içimize perçinleyen? Bir başkasının umudu hangi şarkının tınısıyla yer ederdi içimizde? Kaç umudun peşinde öldünüz siz? "ASLA Umudunu kaybetme " denilse bizimle umutsuzluğa yürüyen ruhumuza, "içime, ırmaklarıma dokunma." Diyeceğiz tüm aidiyet duygumuzla. "Umudu bir nehir gibi yaşasaydık eğer böyle mi yaşardık, beraberinde her şeyi sürükleyerek umuda doğru şarkılarla ilerlemez miydik? " Derse bir gün iç sesimiz, ona ne söylemeliyiz? Bilmem siz ne dersiniz.

"Sonuçta, umut dediğiniz şey, gerçeğe katlanmanızı sağlayan keyif verici bir madde ve ben kullanmıyorum." (*) Hakan Günday Kaç umudun peşinde öldünüz siz?

Mustafa Kasar


Düşkalem

BAYAN ÖLÜM Karanlığın içinde yükselir çığlığı, Ölüler bilirler dehşet kokan o sesi, Mezar taşlarının resmi geç ği bir yerde, Arzı endam eder Bayan Ölüm. Küflü kemiklerin ve nemli solucanların Bir de umudun olmadığı bir ülkenin Tah nda oturur tüm haşme yle Tabutlarını kırarcasına haykırırken herkes, Baykuşlar gökte asılıyken dehşetle Korkudan yalvaranların sıl sı seker gökyüzünden. Kaçış yok Tek bir hamle ve Son nefes, Kül kokan kanatların tüyü, Gecenin ortasında parlar ay ışığıyla ve, Eskilerin ruhu habis şarkılarını söyler Kanın çekilir geri dönüşü olmaksızın, Bayan Ölüm, öpücükle ödülünü verirken Çırpınmak boşunadır ar k Onun kollarındayken, Tahta bir at sallanır önünde, adı tabut olan Önünde kızıl harfler yanar da söner Korktuğunu bulursun en nihaye nde: “Ölüler Ülkesi'ne hoş geldin”


Feyyaz ÇAKIRLAR

Düşükgöz'ün Önlenemeyen Yükselişi Nihayet, dört gözle kavuşmayı beklediği, ar k sadece ha ralarında kalmış eski günlerine götürecek kutunun içinde buluvermiş kendisini. İçindeki heyecan öyle büyüktü ki, pa leri yerden kesilecek gibiydi. Kendisini, gençlik zamanlarındaki gibi yine hızlı ve kuvvetli bacaklara, keskin görüş ve koku duyusuna sahipmiş gibi hissediyordu. Avlanma sırasında fazla heyecana kapılmayacak, komutlara harfiyen uyacak . Patronun etra ndan fazla uzaklaşmayıp, “Hadi Ateş!” denmeden koşup rlamayacak . Kuşları da fazla sıkmadan yumuşacık taşıyacak, patronun ayakucuna usulca bırakacak . Av dönüşünde de, kocaman bir “Aferin oğlum!” ve ödül kemiği kapacak kesin. Avlandıkları bölgeler, köyün civarındaki tarlalara meralara kavuşan, diğer köylerle aralarındaki bağlan yollarının üzerinde olurdu hep. Her zaman sarsın lı olan bu yolculuklarda, midesinin bulan sından kusacak gibi olur, bazen de dayanamayıp içindeki bir iki kalın yı zar zor çıkarıp rahatlardı. Bir iki silkelendikten sonra hemen kendine gelir, patronu kızdırmamak için istemeyerek de olsa, çıkar klarını geldikleri yere geri gönderirdi. Ancak yol bu kez farklıydı. Bahçe kapısından çık klarından beri epeyce gitmişlerdi fakat sarsın lar bir türlü başlamamış . Kutuya ilk girdiğindeki heyecanının yerini sakin bir bekleyiş almış . Arabanın yavaşlayıp, biraz sarsın dan sonra da bir an önce durmasını bekliyordu. Ama ar k fark etmezdi; araba taklalar ha a perendeler atarak gidecek olsa bile, sadece kafasındaki tüyleri kazınmış, geriye kırmızı kulaklarıyla gövdesindeki beyazlarının arasında bölge bölge ateş kızılı renkteki benekleri görünen, Padmasana pozuyla yerden yükselmiş, dünyanın ilk İngiliz Budist se eri olmuştu ki; patronun yap ğı sert bir dönüş tüm bu mizanseni bozuvermiş . Dönüşün etkisiyle kafasını,


Feyyaz ÇAKIRLAR kutunun iskele ni oluşturan demire öyle bir çarp ki; patronun sabah kafasına rla ğı asma kili n acısını duyumsayıverdi. Araba, beklediğinin aksine hızlandıkça kafası karışıyor, karşı yönden hızla gelen arabaların sesleriyle irkilip duruyordu. Bu kadar sarsın sız ve hızlı, gürültülü bir yolculuğa hiç aşina değildi. Patron ilçeye doğru sürüyordu. Bahçenin kapısından çıkarlarken, karısı; “Zaten yaşlandı, fazla dayanamaz. Bırakırsın orman içinde bir yerlere, bir kaç güne kalmaz da...” diye tekrarlamış bağırarak. Kadın bir kaç gündür rsat buldukça, bu zalimce düşünceleri dillendiriyordu. Sahiplendiklerinde, Ateş el kadar bir yavruydu. Domuz avcılığı yapan komşusu aracılık etmiş Ateş'i almalarına. Ona da kuş avcılığı yapan bir arkadaşı vermiş. “Bilmem kaç kuşak secereliymiş itoğlu.” deyip, gülmüştü verirken. “Al hayrını gör, birlikte öğrenirsiniz ar k av tutmayı!” diye de sitemli bir tonda eklemiş . Bozuluyordu kendisiyle domuz avcılığı yapmamasına. Kucağına bırakıldığı o günden beri ilk kez aklına girmiş ayrılık fikri. Karısının bitmek bilmeyen dırdırları sebep olmuştu bu fikre. Ateş, son iki üç yıldır çaptan iyice düşmüştü. Arka bacakları çarpıklaşmış, bacaklarının aralarındaki tüyleri ilgisizlikten uzayıp iyice birbirine girmiş, yürümesini bile güçleş rir hale ge rmiş . Yaşlılıktan göz kapaklarının al da iyice çökmüştü. Asıl ismi gibi meraları, tarlaları yakıp kavurduğu günler çok geride kalmış, ne ödül kemiklerinin somağındaki kı rdamaları, ne de “Aferin benim Ateş oğluma!” diye övgüler duyulur olmuştu avluda. Patron, ar k ismiyle seslenmeyi bırakmış, karısının tak ğı Düşükgöz ismiyle seslenip, uzaktan sever olmuştu sadece. Komşusunun yıllardır süren ısrarlarına daha fazla dayanamayıp, hem değişiklik isteği hem de Ateş'in yaşlanmasından dolayı domuz avcılığına başlamayı kabul etmiş . İki de kopay yavrusu edinmiş ondan. Beslenecek köpek sayısının üçe çıkmış olması da karısını epeyce huysuzlaş rmış, gece gündüz her rsa a söylenmesine sebep olmuştu. Ama yine de onu, ormanda bir yerlere bırakmak olacak şey değildi. Köyün kuzeyi ve doğusu, özellikle denize varan ana yola kadarki, ana yoldan da denize kadar olan tüm yollar orman içindeydi. Yıllar önce daha küçücük bir yavruyken, denize giderlerken almışlardı yanlarında. Tüm i razlarına rağmen karısına aldırmamış, üstelik arka koltukta oturtmuştu Düşükgöz'ü. Bu bölgeyi ve yollarını hiç tanımıyordu ama uzaklarda, ana yolda bir yerlerde bırakacak olsa bile yolu takip edip dönme ih malini düşündü. Orman içinde bir yerlere girip bıraksa, yollar hızlı gitmesine elverişli olmadığı için arkasından ye şip soludukları havayı daha da bir dram kaplar ve durum daha da zorlaşırdı. Arabadan inip “Bekle!” diye işaret etse bile işe yaramazdı. Koşullandığı bu emir kipi, sadece av sırasında ve avludayken işe yarardı. Ayrıca onu ölüme terk etmek hiç yapabileceği ve içine sindirebileceği bir şey değildi. Son zamanlarda ilgi ve sevgi göstermediği apaçık ama bu kadar zalim de olamazdı. En azından bir umudu olmalıydı Düşükgöz'ün. Yiyecek bir şeyler ve su bulabilme ih mali, birilerinden görebileceği ilgi ve sevgi, belki de sokak köpeklerinin hışmından korunabileceği, sığınabileceği bir yuva umudu... Bu düşünceler arasında kıvranırken, ivedilikle yap ğı sert bir dönüşle kırdı yol ayrımında. İlçede uygun bir yere bırakmak en doğrusu olacak . Televizyonda, insanların sokak hayvanlarına karşı eski zamanlara nazaran daha duyarlı ve ilgili olduğunun haberleriyle karşılaşıyordu bazen. Dernekler kurulduğunu, belediyelerde birimlerin oluşturulduğunu işi yordu. Bir keresinde, köy kahvesinde okuduğu gazetenin kuytu bir köşesinde, bir federasyonun meclise sunduğu hayvan hakları ile ilgili yasa değişikliği teklifinin haberini okumuştu göz ucuyla. Haberde avcılığın yasaklanmasıyla da ilgili maddeler olduğunu görünce, gazeteyi a vermiş elinden.


Feyyaz ÇAKIRLAR Alışveriş için ilçeye indiğinde gördüğü, sokaklardaki apartmanların, müstakil evlerin önüne koyulmuş su kapları, çöp konteynerlerinin etra na kaplarda bırakılmış yiyecek ar kları, mamalar, televizyon ve gazetelerde gördüğü haberleri de hep doğrular nitelikteydi zaten. Bunların hepsi birer umut olacak Düşükgöz için; kendisi içinse biraz huzur kaynağı. Çarşıya vardıklarında en işlek olduğu saa ne denk gelmişlerdi. Düşükgöz'ü peşinden kalabalığa sokup kendisi de kolayca sıvışabilecek . Zaten daha önce hiç görmediği bir insan seliyle karşılaşması bile yeterince kafa karış rıcı olacak onun için. Çarşının etra nda aheste bir tur a . Uygun bir yer kolladı. İkinci turda, caddenin sonundaki köşede yer alan ilçenin en büyük marke ile yirmi otuz metre mesafe gerisindeki pasajın en uygun yer olacağına karar verdi. İnsanlar pasajı, içindeki dükkânlarda alışverişten ziyade, caddenin diğer tara ndaki sokağa geçmek için bir tünel olarak kullanırlardı. Marke n karşısında gördüğü ilk boş yere park e . Motoru durdurmadan indi. Kutunun kapağını açarken bir gören var mı diye de etra kolladı. Açmasıyla Düşükgöz'ün ok gibi rlaması bir oldu kutudan. Sağa sola doğru heyecanla bir iki hamle edecek oldu ki, patronun bekle komutunu vermesinden ziyade gördüğü kalabalığın korkusuyla duraladı. Patronun ayakucunda oturup somağını patrona doğru dikmiş, kulakları geride şaşkın şaşkın bakarken, patron -“Hadi bakalım Düşükgöz, ayrılık vak . Av mav yok ar k sana.” diyerek kafasından okşadı. Düşükgöz'ün gençlik yıllarında aşıları için bir kaç sefer veterinere gelmişlerdi. Şimdiki kadar olmasa da etra aki bu kalabalığa ve gürültüye aşina sayılabilirdi ama bu kez tasma ve ip yoktu boynunda. Kalçasında duyduğu iğnenin acısını da hissedemiyordu bir türlü. Bunun için gelmiş olamazlardı. Patron karşıya geçmek için yolu kolladı. Patronun “Hadi oğlum!” deyip yola a lması karşısında, şaşkın kalakaldı Düşükgöz. Patron karşıya geçmiş kaldırımın ucundan, arabanın dibinde oturmaya devam eden Düşükgöz'e tekrar seslendi. “Bekle desen beklemez sümdük hayvan!” diye de söylendi. Arasındaki tüyleri birbirine girmiş arka bacaklarının üzerinde güçlükle doğruldu Düşükgöz. Neler olduğunu kavrayamıyordu bir türlü. Avlanmak da değildi bu içine düştüğü kargaşa. Kontrol edemediği güdüsü patronu takip etmeye zorluyordu onu. Tek isteği, bir an önce bu karmaşadan kurtulup, avludaki yerinde ava götürülmeyi umut ederek beklemek yine. Patron Düşükgöz'ün ayaklandığını görünce, önce tek yön olan yolu kontrol e , ardından da bir gözü Düşükgöz'de kalabalığa doğru bir iki adım daha geriledi. Arada seslenmeyi de eksik etmedi. Düşükgöz, kuyruğu gibi kendisi de sallana sallana patronu göz hapsine almış vaziye e karşıya geçip kaldırıma çık . Yanına vardığında bir aferin kapmış patrondan. Marke en çıkanlar kaldırımda iki yönlü dağılıyor, bir kısmı da pasajın içine dönüyorlardı. Patron sır nı dönüp, pasaja girip çıkanlarla, kaldırımda elleri poşetli poşetsiz koşturan insanlarla dolu kalabalığın arasına karış . Pasajın girişine geldiğinde kalabalığın arasından, kaldırımın başında kuyruğunu düşürmüş, kulakları geride, lakabının hakkını veren gözlerle kendisini aranırken gördü Düşükgöz'ü. Seslendi. Düşükgöz kuyruğuna çarpanlardan, somağını vurduğu insanlardan, arada duyduğu “Çü be, çü!” seslerinden irkile irkile patrona doğru yöneldi. Zarzor görüyordu ama patronun sesine doğru hareketle pasajın ortasına kadar ilerleyebildi. Ses gi kçe azalıyordu. Patronun bugün komşusuyla ilk kez gidip iki kopay yavrusuyla döndüğü domuz avından, üstüne her zamankinden daha yoğun sinmiş barut kokusunu da almakta zorlanıyordu. Ter, parfüm ve nefes kokuları seli içinde yüzen insanların arasında sakına sakına ilerlemeye çalışıyordu. Patron arada bir dönüp, sendeleyerek gelişini


Feyyaz ÇAKIRLAR görebiliyordu Düşükgöz'ün. Adımlarını hızlandırdı. Pasajın çıkışında son bir kez daha ses verdi. “Ateş!” diye son seslenişiydi bu. Pasajın çıkışında vardığı sokaktan koşar adımlarla dolaşıp arabaya varana kadar, sürekli arkasını kontrol e . Peşinden gelen yoktu. Umduğu gibi, Düşükgöz'ü pasajda geride bırakıp çalışır vaziye e bırak ğı arabasına atlaması pek de güç olmamış . Caddeden kıvrılan ilk ara sokağa kırıp, hızla ilerledi. Aklına kötü şeyler ge rmek istemiyordu. Düşükgöz'ün iyi insanlarla karşılaşacağını umut ederek köyün yolunu tu u. Düşükgöz, kalabalığın içinde son kez duyduğu sese doğru güçlükle ilerlerken, annesinin elinden tutmuş bir çocuğun kuyruğunu yakalamasıyla cıyakladı. Acıyla oturdu. Dikka dağılmış . Zarzor aldığı barut kokusundan da hiç eser kalmamış ar k. Islık sesiyle kendine geldi. Ayaklandı, silkelendi. Güçlükle devam e . Hiç gelemeyeceğini sandığı çıkışa ulaş ğında patronu arandı gözleri. Kokladı, bakındı. Islığın kaynağı tekrar üflediğinde anladı ki patrondan gelmemiş bu ses. Pasajın başındaki dükkânda saat tamirciliği yapan adam kaldırımda sigara içmek için dışarıya çıkmış, patronun Düşükgöz'e seslendiği yöne dönüp, Düşükgöz'ü kuyruk acısıyla otururken görmüştü. Adamın hızlı adımlarla gözden kayboluşunu seyrederken olan bitenin ayırdına varıp, ıslık çalmış Düşükgöz'e. Pasajın çıkışında, içinde bulunduğu durumdan habersiz, beceriksizlikle bir kez daha üflenen ıslığa doğru yöneldi. Telaşla patronu soracak gibiydi adama doğru gidişi. Adam sanki gelişinden anlamış gibi; “Çeteye bir de sen eklendin demek, seninki gi . Gelmez ar k.” diyerek kaldırımdaki su kabını ayağıyla Düşükgöz'e doğru yaklaş rdı. Düşükgöz suyu şapır şupur içerken, adam dükkânda sokak hayvanları için bulundurduğu mama poşe nden bir avuç ge rip suyun yanına bırak . Kedi köpek ayırt etmeksizin aynı mamadan veriyordu. Deneye deneye hem kedilerin hem de köpeklerin iştahla yediği mamayı bulabilmiş sonunda. Düşükgözün mamayı iştahla yiyişini görünce, iki pança daha kap içeriden. Mamaları ağzında kırmadan, çiğnemeden yutuyordu Düşükgöz. Saatçi epeydir bu hızda yiyen bir köpeğe denk gelmemiş . Aslında nasıl yemesi gerek ğini bilmemesindendi bu denli hızla yeyişi. Haya boyunca yediği şeyler, ar k yavru olduğu dönemlerde kalıp da tadını unu uğu, suyla karış rılmış süte doğranan ekmekten hariç, arada sırada verilen yemek kalın sı kemiklerden, av dönüşü ödülünden ve sabah akşam verilen bayata yakın yarımşar ekmekten ibare . Uzaktan, bakışlarıyla sevdi Düşükgöz'ü. Acıdı da. Kedileri de köpekleri de hep uzaktan severdi. El sürmüşlüğü görülmemiş hiç bir hayvana. Buna rağmen hepsi de severdi onu. Hem verdiği mamalar hem de onlara seslenişi bir başka gibiydi diğer komşu dükkân sahiplerinden. Aklına av dönüşü kemirdiği kemikler, kemiklerden de patron gelmiş gibi, mamalardan kaldırdı başını. Saatçiye minne ni gösterirmişçesine boşluğa bir iki dil salladı. Telaşla etrafa bakındı. Patronun kaç ğı tarafa doğru hızlı adımlarla yöneldi. Kaldırımlarda havayı, yerleri koklaya koklaya, insanlardan sakınarak patronu arandı. Motor seslerinin, lokanta çıraklarının çığırtkanlıklarının, arada kendisine dil uza p tekme sallayan, bazen de sevgi gösterisinde bulunan insanların gürültüleri arasında çırpındı durdu, ama nafile. Dönüp dolaşıp civardan ayrılamıyor, yine pasaja geliyordu sonunda. Patronu bulur umuduyla bir türlü uzaklaşamıyordu sanki. Hava kararmaya başlamış . İnsan ve araba seli de çöken karanlıkla birlikte suyunu çekmeye başladı. Ortalık sakinleş kçe Düşükgöz'ün umudu da iyice tükendi. Aklına, saatçinin sevgi dolu sesi ve kaldırıma koyulan yarım bırak ğı mamalar geldi. Döne dolaşa patronu aranırken duymaya alış ğı kokuları takip ederek saatçinin dükkânına geldi. Kapanmış . Açık tek tük dükkân kalmış . As ğı telden kurumuş havluları toplayan berber çırağı, kepenklerini indirmeye çıkmış telefoncu, boş çıları


Feyyaz ÇAKIRLAR yerleş rip dolularını taşımaya hazırlanan birahanenin garsonu haricinde kimse kalmamış pasajda. Terk edildiği o pasaj şimdi, tek başına uyukladığı bahçe avlusuna dönüvermiş birden. Sakin, sessiz ve kimsesiz. Saatçinin kapısının önünde, kendi etra nda bir iki tur döndükten kıvrıldı. Uykuya dalmadan önce verdiği nefes umutlarının tükendiğini haykırıyordu adeta. Gidebileceği, güvenle uyuyabileceği tek yer burasıydı ar k. Belki de, yeni bir umudun kapısı aralanacak saatçinin dükkânı açışıyla. “Hoşt! Defol hadi! Yetmedi bu herifin beslediği kedi köpek! Sikicem geçmişinizi, senin de bu Ahmet'in de! Defol hadi!” sesleriyle rlayıverdi yerinden. Gözünü aç ğı bu yer, bu adam... Her şey yabancıydı. Gece birahaneden çıkanların gürültüsüyle birkaç kez zıplamış uykusundan ama hiç biri ilişmemiş Düşükgöz'e. Ha a kafasından okşayanlar bile olmuştu. Bağırıp çağıran bu sinirli adamsa, saatçinin karşısındaki dükkânın sahibi pastaneci Mecit' . Her gün daha gün aymadan dükkânı açıp temizliğini yapar, ardından da ustasının yap ğı poğaçaları, börekleri, açmaları, simitleri almaya gidip işine gücüne koşuşturan insanları beslemek için hazırlıklarını yapardı. Pasajda ilk açılan dükkân onunkiydi. O olmasa kedisi köpeği bir kaç saat daha rahat uyuyabileceklerdi belki ama kılları uçuşup dükkânına doluşuyor bahanesiyle sinirlenirdi; rsa nı buldukça da yıllardır komşuluk e kleri Ahmet'e. Aşağı yukarı Saatçi Ahmet'le aynı yaşlarda olan bu yaşlı adam, saatçinin beslediği kedi köpekten bir tanesi ne zaman pasajı mesken tutsa, yaşından beklenmeyecek bir a klikle dükkânının önünde hazır kıta bekleyen süpürgesini kap ğı gibi kovalardı hepsini. Yine aynı çeviklikle süpürgeyi kapıp hamle e ki, Düşükgöz doğruldu. Süpürgenin kıllı tara nı yere vurdu poğaçacı. Düşükgöz pasajdan çıkıp biraz ileride kaldırıma oturdu uyku sersemi. Adam geliyor mu diye arkasına dönüp bak ğında, adam da pasajın köşesinden kafasını uzatmış süpürgeyi gösteriyordu. Kalk . Sabah karanlığında uzaklaş pasajdan. Önceki gi ği yönün aksine vurdu bu kez. Biraz daha uyuyabileceği bir yere ih yacı vardı. Karşıya geç . Ara sokaktan bir diğerine sap . Köşedeki çöp konteynerinin yanından geçerken kendisini görüp sırt kabartan kedinin slamasıyla irkildi. Devam e . Bir apartman kapısının önünde durdu. Üç dört basamağının sonuna kadar çık . Serin taşında tekrar uykuya daldı. Bir iki saat geçmedi ki, apartman kapısının gürültüsüne, bir de bir kadın çığlığının eklenmesiyle uyandı. Burda da istenmedi. Doğruldu. Hava aydınlanmış . Umarsızca dolaşmaya başladı. Karnı da acıkmış . Tek tanıdığı bildiği saatçinin yolunu tu u. Sokak haya nı henüz bilmediği için yolların ortasından yürüyor, caddelerden karşıya geçerken ya korna ya da fren sesleriyle de arabaları öğreniyordu. Pasaja vardığında önce poğaçacıyı aradı gözleri korkuyla. Pastaneye girip çıkan insanlara sa ştaydı adam. Saatçi açmamış hala. En son mama yediği kaldırımda, su kabının başında beklemeye başladı. Suya bir iki dil a . Çok geçmeden gelen saatçinin sesiyle ayaklandı. Dükkâna kadar ona kuyruk sallaya sallaya eşlik e . “Bu poğaçacı çok barındırmaz seni burada oğlum, süpürgeden kolla kendini.” diyerek güldü adam. “Aç mısın?” diye sordu. Dükkânı açarken arkalarında sessiz onları izleyen Mecit'in sesi duyuldu: - Kaldırımda seni bekledi. Ses etmedim ama sabaha karşı senin dükkânın önünde az daha süpürgemi tadıyordu, dedi. - Bi' poğaça versen ölür müydün hayvana? Dedi Ahmet. - Bu pasaja bir hayırsever yeter Ahmet Efendi, diye sonunu uza rken içeriden süpürgeyi almaya yöneldi. Saatçi arkasını dönüp süpürgeyi elinde görünce,


Feyyaz ÇAKIRLAR - Patlama be! Bekle de iki mama alayım şurdan, diyerek dükkâna girdi. İki avucuna doldurduğu mamayla çık ğında, dirseği süpürgeye dayalı izleyen Mecit takılır gibisine, - Gel de benim şu saa al, teklemeye başladı yine, dedi gülümsediğini belli eden tonda. - Kendin ge r, dedi mamaları kaldırıma bırakırken. Dükkâna girerken de ters ters bak Mecit'e. Mamaları kapta bırakmıyordu kaldırımda epeydir. Poğaçacı sırf saatçiyi kızdırsın diye gözünün içine baka baka boş kapları alıp kendi dükkânının çöpüne a yordu, uzaktan da saatçiye göstererek. İçinden de kıs kıs gülüyordu bunu yaparken. Zevk alıyordu saatçiyle uğraşmaktan. “Böyle elde taşımak olmuyor, evden bir plas k ge rmeli.” diye düşündü saatçi. Düşükgöz mamayı yerken istemeden bir iki tanesini dişleriyle kırmış . Daha güzel olduğunu fark etmiş olmalı ki birer ikişer alıp kırarak yemeye başladı. Karnını doyurdu. Suyunu iç . Ancak uyumak için sabit bir yere ih yacı vardı hâlâ; bulmalıydı. Yoksa her akşam poğaçacının kapatmasını kollayacak, sabahları da süpürgenin tadına bakma riskiyle uyuyacak . Kendisini ait hissedeceği bir yer bulma umuduyla gezip dolaşacağı günlerin başlangıcında, yalnız geçireceği ilk güne doğru adımını a . Sabah geldiği tarafa yönelmek için kaldırımdan indiğinde korna sesiyle geriledi. Bak . Gelen yoktu. Karşıya geç . Öğreniyordu. Aynı yerlerden saparak gece uyuduğu apartmana doğru yola koyuldu. Köşedeki konteynerin yakınından geçerken, bırakılmış yemek ar klarını yiyen bir köpeğin hırlamasıyla biraz açılarak devam e . Apartmanın önüne geldiğinde durmadan ilerledi. Köşeden sap . Kaldırımdan devam ederken, dışları ar k pas tutmuş içlerinde sardunya ekili yağ tenekelerinden birisine bacağını kaldırdı. Apartmandan gelen “Çidi be!” sesiyle işini bi remeden hızlı adımlarla devam e . Az ileride, heyecanla yaklaşan kendisi gibi İngiliz asıllı olan pointer cinsi bir köpeğin homurtularını duyunca hemen olduğu yere oturup put kesildi. Koklaya koklaya etra nda dört dönen bu köpeği kıpırdamadan, kulakları geride göz ucuyla takip ediyordu. Pointerin patronu seslendiğinde, sırf gösteriş olsun diye Düşükgöz'ün arka bacağına doğru hamle e . Düşükgöz hemen sırt üstü ya p teslimiye ni gösterince de gösteri başladığı yerde son buldu. Pointer büyük bir iş halletmiş edasıyla patronuna doğru giderken aslında azarlanmış olduğunu anladı. Kuyruğunu kıs rıp, yolun ortasına ya . Belli ki, o tara an geçiş mümkün olmayacak . Ters yönde devam e . Köşelerden döndü. Tekrar geri bas . Güneş yavaş yavaş tepeye yaklaşıyordu. Sıcak fazla bas rmadan gölge bir yer bulsa iyi olacak . İki müstakil evin arasında kalmış yıkın bir ev vardı. Girişin az içerisinde de uyuyan bir sokak köpeği. Geç . Etra na bakına bakına bir o sokakta bir bu sokakta arandı durdu. Neredeyse her köşe başı tutulmuş, bölgelere ayrılmış irili ufaklı çetelerce bölüşülmüş sokaklarda, rsat buldukça insanların bırak ğı kesik bidonlarındaki sulardan içip serinliyor, karşısına çıkan bir gölgede kovulana kadar uyukluyordu. Dinlendirici derin bir uykuya dalamamış bir türlü. Bir şey de yiyememiş . Akşamüzerine doğru çık ğı ana caddede devam ederken pasaja geldiğini anladı. Saatçinin kapısından göründü. Saatçi acıkmış misafirine vermek üzere mama avuçladı. Poğaçacı henüz kapatmamış . Düşükgöz'ü ondan kaçırırcasına kaldırıma götürdü. Koyduğu mamaları kı rdatarak yiyişini izledi bir süre. Düşükgöz iştahla yediği mamaları bi rince tekrar ayaklandı. Farkında olmadan çizdiği daireyi, her seferinde biraz daha genişleterek geç ği tehlikeli yerlerden geçmemeye dikkat ederek günler geçirdi. Bazen özellikle tehlikenin üstüne gi . Teslim oldu, pataklandı, hırpalandı. Kovalandı, kaç . Konteynerlerin etra ndaki kalın larla, bazen de insanların verdikleriyle beslendi. Bazen bir başınalığından bazen de zayıf görüntüsünden başladığı yemeklerden oluyordu. Tesadüf edip oradan geçen çetelerin liderlerine kap rıyordu nasibini. Mücadele etmeyi de bilmediği için tek bir köpek olsa bile bir kez hırlamaları ye yordu pes etmesi için. Ama saatçi her zaman güvencesi olmuştu. Bir şey


Feyyaz ÇAKIRLAR bulamadığında pasajın yolunu tutuyordu bu yer bulma arayışlarının arasında. Saatçi, varlığından güç aldığı insanı oluyordu onun. Ama bir türlü daimi yeri olamıyordu orası. Baş belası Mecit, pasaja adımını a ğı her seferde süpürgeyi gösteriyordu. Kaldırımlarda, boş bulduğu bir arazide, park etmiş iki arabanın arasında, bazen bir apartman girişinde ya insanlar kovalayana kadar ya da bölgeyi sahiplenmiş köpekler hırpalayana kadar konaklayabiliyordu. Ar k silinmeye yüz tutmuş, anılarında kalan eski evinin o rahatlığını hiçbir yerde bulamıyordu. Bir yerlere, birilerine ya da bir sürüye ait olmak gibi atalarından miras temel içgüdüleriyle günleri birbiri ardına tüke rken, derinlerde asıl ih yacı olan şey, bir insanın varlığıydı aslında sadece. Yeni güne uyandığında gün doğmaya başlamış çoktan. Dün gece de yap ğı gibi, gündüzleri en işlek olan caddelerden birinin, en aydınlık olan sakinliğini seçiyordu bazen. Bir sokak lambasının al nda uyumuştu yine. Uykusunu bölen şeyler ya hızla geçen bir arabanın sesi ya da gürültüyle konuşan içkili insanların sesleri oluyordu böyle gecelerde. Kalabalık ya da tek başına geçen köpeklerse bazen varlığını fark edip bir iki koklayıp geçiyorlardı öylece. Gözünü bile açmadan beklerdi böyle durumlarda. Dinlenmiş hissediyordu ama karnı çok aç . Doğruldu. Sır nı kamburlaş rıp pa lerinin ucunda yükselip kamburlaş önce. Ön bacaklarından gerilip arkasını dikerek, kuyruğunun ucuna kadar gerindi. “Günaydın! İşe mi sen de?” diye gülerek yanından geçen genç, bir iki adım sonra geri dönüp elindeki poğaçanın son yudumunu ikiye bölüp Düşükgöz'e a . Düşükgöz bir hamlede çiğnemeden yu u poğaçayı. Mecit'in poğaçalarındandı çocuğun yediği. İlçenin en eski pastanecisi, en büyük kazancını ağırlıkla sabah sa ğı ve akşam vardiyalarına giden yeni uyanmış insanlardan sağlardı. Pasaja giren hayvanlara gösterdiği süpürgesi kadar, insanlara da uza ğı sivri diline rağmen, en çok onun poğaça ve börekleri sa lırdı ilçede. Ha a ondan rça yemek için özellikle kaşınanlar, daha bir mutlu ayrılırlardı Mecit'in dükkânından. Kullandığı yağların markasından mıdır, yoksa margarini alışıldık oranlardan biraz fazla koymasından mıdır bilinmez, poğaçalarının hafifliği ve lezze yle, hem de üslubunun farklılığıyla insanlar için vazgeçilmezdi Mecit. Düşükgöz bir kaç kez tadına bakmaktan kaçamadığı rça süpürgesinden sonra, Mecit'in poğaçasının da bağımlısı olmuş gibi genci takip e . Poğaçanın kalan son yudumunu ağzına a p takipçisini fark eden genç, “Git bir de rçasını ye, bayılırsın.” deyip, gülümseyerek yoluna devam e . Düşükgöz araları kı klaşmış tüylerle dolu bacaklarının paytaklığından çocuğun hızına ye şemiyordu. Gencin arayı epey aşmasıyla, Düşükgöz de sallana sallana, belki de yine bir öncekinin benzeri olacak yeni gününe başlamış ar k. Caddenin üstünde irili ufaklı bahçeleri olan müstakil evler, yenisiyle eskisiyle yükselmiş fazla katlı olmayan apartmanlar mevcu u. Bazı müstakil evlerin bahçeleri de köpekli bahçelerdendi. Bir tanesi, karşı caddedeki evin duvarından Düşükgöz'ü görüp ortalığı ayağa kaldırdı. Düşükgöz kafasını bile çevirmeden devam e . Bela istemiyordu. Usanmış ar k hırpalanmaktan. Caddede burnu bazen yerde bazen havada bir şeylerin izini sürer gibi ilerlerken, “Hanimiş benim uslu oğluşum? Nerdeymiş? Burdaymış!” diye sonunu uzatarak ünleyen genç kadının, tanıdık sözlerini duyunca dondu kaldı önce. Bahçeli evlerden bir tanesiydi önünde donakaldığı. Kafasını hızla çevirip gördüğü kadın patronun kızı değildi. Kadının sevgi dolu sözleri, nadiren köye geldiğinde Düşükgöz'ü kafasından okşarken bu türden sözlerle seven patronun kızını ha rlatmış . Bir insan olsa, o an gözlerinden seller boşalır, hıçkıra hıçkıra ağlardı mutluluktan. Mutluluğuna karışan, yeni yuvasını bulmuş olma umudu içinde güçlükle bahçe kapısına rmanıp içeri atlamasıyla, kafasındaki tüyleri renkli tokasıyla tepeden toplanmış, ilk görüşte bir köpek olduğunu anlamadığı küçük şeyin, genç kadının kucağından sıyrılıp havlayarak koşuşundan anlamış yine bir bela olduğunu. Her zamanki teslimiyetçi davranışıyla oturuverdi Düşükgöz. Kadın da ne olduğunu anlamadan telaşla kalk . Küçücük ağzındaki dişleriyle Düşükgöz'ü lime lime doğramaya


Feyyaz ÇAKIRLAR çalışan –ya da doğrayabileceğini zanneden- köpeğini yakaladığı gibi az önce seviş kleri verandaya kapa . O etkisiz ısırıklar arasında Düşükgöz biblo gibi kıpırdamadan, gık demeden durmuştu. Evinde beslediği köpeği ve kocasının haricinde, sokak hayvanlarına karşı da oldukça hassas biriydi. Üçüncü ka nda oturdukları, zamanında ilçedeki ilk dikilenlerden olan apartmanın girişinde, hiç eksik etmediği çuvalla sa lan kuru mamalardan bulundururdu hep. Oturdukları veranda da, annelerinin eskilerde oturdukları dördüncü kata inip çıkmakta zorlanacakları için zamanında yap rdıkları müstakil evindi. Köpeğini gezmeye çıkarmadan önce her sabah, önce verandada yukarıdan indirdiği kahvesiyle birlikte iki sigara içer, öyle çıkarlardı. Bu sabah farklı olan tek şey, bu davetsiz misafirdi. Verandaya kapa ğı köpeğinin hase nden devam e rdiği hırlayıp havlamalarına aldırmadan, “Sen de nereden çık n böyle? Çağırdık mı biz seni?” diye gülerek sevdi Düşükgöz'ü. Gülerek konuştuğu zamanlarda şen bir şarkının notaları gibi dökülürdü ağzından cümleleri. Aynı tonda, “Oğlum, sen ne salak şeysin? Kıpırdamadan durcan mı böyle?” diyerek sürdürdü melodisini kadın. Kafasından sevilirken somağını yukarı dikerek gözlerini kırpış rıyordu Düşükgöz. Her an kovulmayı bekliyor gibiydi hali. Put kesilmiş, kadının hareketlerinden olacakları anlamaya çalışıyordu. “Açsındır da sen şimdi.” diyerek içeriden bir kap mama ge rdi kadın. Kabı uzatarak mamaları kokla ktan sonra, sokakta bak kları diğer iki köpek etra alar mı diye kontrol edip, dışarı çıkardı Düşükgöz'ü. Hemen kapının bi şiğindeki ağacın dibine de kabı boşal . Bir süre iştahla yiyişini izledi. “Kim bilir nereden düştü buralara?” diye düşündü sesli, yanından ayrı düşerken. Verandada kapalı olan küçük canavarsa daha bir hırsla havlıyordu ar k. Sahiplerinin sokakta besledikleri diğer iki köpeğe de fazlasıyla kızıyordu zaten. Bir de bu çıkagelmiş şimdi. Aslında köpekleri kadar eşinin de pek memnun olmayacağını düşündü kadın. Kocası, sokakta beslediklerinin kedileri ve arabaları kovalarken ki yap kları gürültülerden çok rahatsız oluyordu. Asıl rahatsızlığı gürültülerinden çok, kedilerde ve arabaların içindeki insanlarda yara kları gerilimdi. Bir keresinde yine böyle bir kovalamacanın ardından kocasının, bahçeden rlayarak Kutup'un yanına “Hayır! Şşşt” sesleriyle yaklaşıp, parmağıyla burnuna birkaç kez vurarak Kutup'u sindirişine şahit olmuştu. Kocasının, burnuna bir iki vuruşundan sonra o da diş göstermeye başlıyordu ama sonralarda kocası bahçedeyken denk geldiğinde bu seslenişler, kovalamacaları daha başlamadan uzaktan bi rir olmuştu. Kutup tam bir asi ve tam bir serseriydi. Kadının babası ona Fransızca'dan olma “voyou” lakabını takmış . Lakabını da hak ediyordu doğrusu. Kirden pek beyazlığı kalmamış olsa da tüylerinin uzunluğu ve şekli ile kutup ayısını andırdığı için Kutup kalmış adı. Bir de Kız vardı. Kız'ı da Kutup ge rmiş bir gün yanında. Sağlıklı, genç, güzel bir ikili olmuşlardı birlikte. Kutup'la birlikte beslendikçe o da buraya alışmış, kendi küçük çetelerini kurmuşlardı. Kutup arada sırada, babasının deyişiyle “voyou”lük etmeye gidiyor olsa da Kız, sokaktan hiç ayrılmıyordu. Kadın ve ailesi kendi aralarında “Kutup'un kızı”, “Kutup'un manitası” diye kendi aralarında konuşa konuşa Kız kalmış adı sonunda. Sokaktan geçen köpeklere de aman vermiyorlardı. Yalnız, kızın çi leşme dönemi geldiğinde irili ufaklı bir sürü köpekle dolmuştu sokak. Kutupsa “voyou”lüğünden eser bırakılmamış bir halde uzaktan seyretmekle bırakılmış olanları. Kızın karnı epey şişip, karnındaki kıpırdanmalar iyiden iyiye seçilir hale geldikten bir iki gün sonra ortadan kaybolmuş, nasıl ve nereden girmeyi becerdiğini çözememişlerse de, bahçelerindeki otoparkla sınır olan yandaki bahçeli evin duvarının arasında, eski bir tahta kapıyla kapalı, kullanılmayan bir boşluğa doğurmuştu bebeklerini. Bebekleri, anneyle birlikte bahçeye taşıyıp bir iki gün bak ktan sonra kocasıyla kadın, karşılarındaki boş, ağaçlıklı bahçenin sokağa bakan duvarlarından ayakta kalabilmiş olanlarının dibine, üstü ve etra naylonlarla çevrili bir kulübe yapmışlardı. Anneyi ve yavruları besleyip sevmeye gi klerinde, “Bir tanesi bile mi benzemez Kutup'a yahu!” deyip aralarında gülüşüyorlardı. Yavrulara, annelerinin Labrador ve Golden karışımı


Feyyaz ÇAKIRLAR olan pine, bir de iri çoban köpeğinin genleri karışmış . Yavruların biri hariç hepsini, ya baba olduğunu tahmin e kleri o iri köpeğe ya da Kız'a benze yorlardı. -“Bak bu, o karaburunlu büyük olan. Bu da, şu da... Bu aynı Kız olacak, babasını bilmem. Yalnız, şu siyah enteresan! Nasıl becermişse o salak pli, alçak boylu vardı ya! Aynı o, değil mi? Kutup nerede? Kutup yok!” diye sıralayan kocasını her seferinde kahkahasıyla doğrulardı kadın. Genç kadının pazarlama becerileriyle de, gelip geçerken ilgi gösterip uzaktan da olsa seven kişilerden, bir iki sorgu sualden sonra bakacaklarından kısmen de olsa emin olabildiklerine yavruları sahiplendirmişlerdi. Ancak emin oldukları tek bir şey vardı, o da Kız'ı kısırlaş racak olmalarıydı. Nitekim güvendikleri tek veteriner olan, bir saat süren yolculukla da olsa ilçenin bağlı olduğu şehirdeki veteriner Ahmet'e zamanını danışarak götürüp kısırlaş rmışlar, bir iki gün de bakımını üstlenmişlerdi. Ahmet'i bir arkadaşından öğrenmiş genç kadın. Kız'ı kısırlaş rmalarının öncesindeki yaz, bir köpeğin delik deşik e ği, belinden bir omurgası kırılmış, kuyruğu tutmayan bir kedi bulmuşlardı. Kendi köpeklerini götürdükleri veteriner de dahil bir sürüsünü gezmiş olmalarına rağmen hiçbirinden fayda görememişlerdi. Hepsi de, ya yapacak bir şey olmadığını söylüyor ya da rahatlatacak bir şeyler vermelerini tavsiye ediyorlardı. Komşu ilçedeki bir veterinerse, bir iki gün orada bırakmaları karşılığında akıl almaz paralar istemiş, üstelik sonunun da iyi olacağını garan edememiş . Kadın arkadaşının isteği üzerine kedinin yaralı bölgelerinin fotoğraflarını arkadaşına göndermiş, arkadaşı da fotoğrafları kedisini götürdüğü veteriner olan Ahmet'e göstermiş . Ahmet'in kendisinden emin, “Buraya ge rebilirlerse çok daha iyi olur. Daha beter durumda olan kaç tanesini diril k buradaki arkadaşlarla.” dediğini öğrenince de, apar topar kediyi Ahmet'e götürmüşlerdi. Kedinin tekrar hayat bulmasında, neredeyse üç ay süren, günde iki kez Ahmet'in sır dediği özel karışım ve iğnelerle, oturdukları apartmanın birinci ka ndaki boş tu ukları dairede tedaviyi harfiyen uygulayan genç kadının payının, en az Ahmet'inki kadar olduğu tar şılmazdı. İster kendi köpekleri isterse de sokaktaki hayvanlar olsun, hepsi için bir umut, muhtemel bir yaşam kaynağı olmuştu Ahmet onlar için. Kadın, kocasıyla birlikte kendi köpekleri de dahil liderlik e kleri sürüye yeni bir bireyin kendini zorla kabul e receğinden habersiz, gezdirilmeyi sabırsızlıkla bekleyen köpeğinin tasmasına ipini tak . Bahçenin kapısına yöneldiğinde, az önceki görüntünün bir benzeri karşısında kahkahasına engel olamadı. Düşükgöz, kafasını biraz yana çevirmiş, somağı yine havada, yandan yandan bakışlarıyla bahçe kapısının dışında put kesilmiş bu kez. Sanki her sabah onları böyle karşılıyormuş, “Siz çıkın, benlik bir şey yok. Ben duruyorum sadece. Ben hep böyle dururum zaten.” der gibi bekliyordu. Kadın, Düşükgöz'ün hala orada olduğunu görüp havlamalarını sıklaş ran köpeğinin gürültüsü arasında kapıyı araladı. Köpeğin havlamalarından farklı bir şey olduğunu anlayan Kız ve Kutup da bir anda koşarak orada bitmişler, her zamanki teslimiyetçi ya şıyla uzanmış Düşükgöz'ü çembere almışlardı. Biri bir bacağına diğeri diğer bacağına küçük ısırıklar atarken kadının kovalamalarından sakınmaya çalışıyorlardı. Kendi köpeği de ipinin çekiş rilmeleri arasında o küçücük ağzıyla rsat buldukça boynuna doğru hamle ediyordu. Kadın, çareyi ipinden çekiş rip köpeğini uzaklaş rmakta, Kız ve Kutup'u çağırmakta bulmuştu. Kız ve Kutup yerde gıkını çıkarmadan yatan, ar k hırpalanmakta ustalaşmış Düşükgöz'e son birer kez daha saldırıp, kadın ve köpeğinin peşini tu ular. Yürüyüşlerinde büyük bir gurur vardı. Yine sokağı, kadın ve köpeğini büyük bir beladan kurtarmışlar gibi kuyruk sallaya sallaya kadının iki yanına dağıldılar. Ufaklığın olduğu tarafa denk gelen Kutup, az önceki arbedede hırsını alamamış, onlarla birlikte gezmelerindeki ilk adımlarında her zaman kızmasına rağmen sonra varlıklarını unutan ufaklığın hışmına uğramış . Kutup'a doğru bir hamle etmesiyle bu kez de Kutup sırt üstü yere atmış


Feyyaz ÇAKIRLAR kendisini. Kadın bu durumu çok komik buluyordu. Kocasıyla birlikte Kutup'un ve Kız'ın bu davranışlarını, - “Bizimki bu çetenin reisi. Çok korkuyorlar benim küçük mafya oğlumdan.” diye anlamlandırabiliyorlardı ancak. Isırıkları ikilinin tüylerini çekiş rmekten öteye gitmiyor olsa da bir türlü engel olamıyorlardı köpeklerinin bu davranışına. Kadın ve kocasından korkuları olmasa yaşatmazlardı köpeklerini. Kadın ve kocası onların gözünde, sürünün büyük ve güçlü lider köpekleriydiler adeta. Ufaklığın önlenemez siniri yerini, çişini ve kakasını yapmak için en uygun yeri bulmanın telaşına bırakmış, her zamanki gibi kadın ve köpeği önde, arkalarında da iki fedaiyle birlikte yürüyüşlerine başlamışlardı. Kadın, Düşükgöz'e karşı duyduğu merak ve biraz da onun da sürüye ka lması beklen siyle kafasını çevirdiğinde gördü ki, umduğu gibi Düşükgöz dili bir karış dışarıda, sallana sallana daha önce hiç bir köpekte görmediği garip bir yürüyüşle peşlerine düşmüştü. Diğerleri fark etmesin diye de Düşükgöz'e hiç ses etmeden gülümseyerek önüne döndü. Ufaklık kakasını yap ktan sonra peçeteyle alıp, karşısına çıkan ilk çöpe a kadın. Turu biraz kısa tutmak, direkt geri dönüş yapıp Düşükgöz'ü fark etmelerine rsat vermeden sokak aralarından daire çizmek niye . Arada dönüp bak ğında sessizce izlendiklerini görebiliyordu. Düşükgöz bu kez kararlıydı. Diğerlerinden ne zarar gelirse gelsin, patronun kızına benze ği bu kadının peşini ne olursa olsun asla bırakmayacak . Evlerini iki tara an kuşatan bahçenin yan tara na geldiklerinde, Kutup ve Kız sularından içerlerken kadın da köpeğini bahçenin içine sokup kendisi dışarıda kalmış, Düşükgöz'ün gelmesini bekliyordu. Annesi ve babası kalkmamış olmalılardı henüz. Bahçeye açılan evlerinin ahşap kapısı kapalıydı. Bahçenin bu tara , sabah çık kları ana caddeye açılan ön tara ndan farklı, çoğunlukla yaz günlerinde erik ağacının al ndaki masa etra nda oturmayı tercih e kleri daha sessiz olan tara ydı. Kız ve Kutup sularından kafalarını kaldırıp da Düşükgöz'ü görür görmez birer ok gibi rladılar. Kadın da peşlerinden koştu. Düşükgöz yine yere yatmış, bakışlarıyla kadının kendisini bu hengâmeden kurtarmasını umuyordu. Kadın gerek ünleyerek gerekse isabet e remediği bir iki tekme savurarak Kutup ve Kız'ı savuşturmaya çalış . Kutup ve Kız durumu kabullenip bahçenin önüne döndüler. Kadın güzel ve rahatla cı nidalarla yerde yatan Düşükgöz'ü sevdi. Vücudunda herhangi bir yara bere var mı diye incelerken sevgi sözcüklerini de sürdürüyordu. Eskilerden kalma bir iki kapanmış yarasını, kısırlaş rılmış olduğunu gördü. Üstünde cirit atan, gülle çeviren, sırıkla uzun atlayan pireleri ve kulaklarının içine demir atmış keneleri görünce de, dolapta damlatmalık ilaçlardan kalıp kalmadığını ha rlamaya çalış . Kutup ve Kız'a kabul e rebileceğine inançla, onlara doğru bir iki adım a . “Hadi oğlum, gel!” diyerek Düşükgöz'ü de cesaretlendirdi. Düşükgöz kalkmış yürürken, kendisine garip gelen o yürüyüşünün, az önce vücudunu incelerken gözüne ilişen arka bacaklarının arasındaki birbirine kı şmış tüylerden olabileceğini düşündü. Doğrulup aynı paytaklıkla kadına doğru adımlamaya başladı Düşükgöz. Yerlerinde oturan ikilinin tekrar ayaklanmasıyla, kadın “Hayır!” diye bağırıp parmağını kaldırdı. İkisi de geri oturdular ama kadının bu hareke yle bahçedeki te klenmiş bu kez. İçeridekinin hırçınlığına aldırmadan Düşükgöz'ü biraz daha sevdi bahçe kapısının önünde. Karşı kaldırımda yatan Kutup'la Kız'ı da sakin durduklarından dolayı ödüllendirmek niye yle “Aferin oğluma, aferin kızıma” diyerek gidip sevdi. Yukarıya çıkıp buzdolabında kalmış son damlalığı bulmasına sevinçle bahçeye geri indi. Yokluğundan faydalanan Kız ve Kutup'u yine Düşükgöz'ü sindirmiş görünce bağırışıyla dağı . Bahçede oturan babasını gördüğünde, - Günaydın Babişko, kalk nız mı? Diye sordu. - '' Kalk k kızım ya, duyduk seslerinizi de içerde kahval yapıyoduk. Bu da nerden çık böyle? ''Diye Düşükgöz'ü sordu işaretle.


Feyyaz ÇAKIRLAR - Bir zavallı daha ya Baba. Belli ki sahipliymiş, kısırlaş rılmış. Kim bilir ne zaman bırakıp da gi ler. Kaç zamandır sokaklarda, çaresiz kim bilir? Bizi buldu işte, fena mı? Diye elindeki damlayı gösterdi. Çok piresi kenesi var, diye de ekledi. Babası kızını ve damadını pek takdir ederdi. “Cenne e yeriniz hazır kızım sizin.” derken de duygulanırdı. Yine aynı sözleri tekrarladı, - Ne uğraş nız o kediyle, Kız'la, yavrularıyla. O değil, yoruluyorsunuz be çucum! Diye sürdürdü. Kadın, Düşükgöz'e damlasını yaparken ki hareketsiz duruşundan veterinere alışık olduğunu düşündü. Oysaki Düşükgöz veterinerin yüzünü, kısırlaş rılmak ve senede bir kez vurulduğu kuduz aşısı haricinde hiç görmemiş . Bahçeye dönüp babasına ka ldı kadın. Annesi kızının da bahçede olduğunu duymuş, kahvelerle birlikte gelmiş . Oturduğu yerden Kız ve Kutup'taydı bir gözü kadının. Düşükgöz bahçenin iki yanını baştan sona çeviren telden duvarın önünde uzanan kaldırımda oturmuş, kahvelerinden yudumlayan insanları seyrediyordu ama gözü daha çok uzaktan uzaktan kendisini seven kadındaydı. Kendisine ses e kçe gözlerini kısıyor, patronun kızının severken ki hisse ği duyguları yaşıyordu. Bahçedeki canavar da bir iki kez telin arkasından kendisine havladıktan sonra pes etmiş mutluluğunu bozamıyordu ar k. Günlerdir ha alardır peşinden koştuğu, umut e ği, kendisini ait hissedebileceği, eskisinden daha çok ilgi ve sevgi görebileceği yeni yuvasına kavuştuğunun farkında değildi elbe e. Bir gözüyle arkasındaki ikiliyi kolaçan ediyordu arada. Her an tekrar gitmek zorunda bırakılacağının kaygısı içindeyken, kadının seslenişleriyle umuduna tekrardan sıkı sıkıya sarılıyordu. - Bu ikisi pek rahata bırakmıycak bu çocuğu. Alış rmam lazım, diyerek annesinin buzdolabından bir paket salam ge rdi. Telin arkasından sırasıyla hepsine birer birer verdi ama Kız ve Kutup Düşükgöz'e yedirmemek için türlü çaba içine giriyorlardı. Bahçedeki de havlayarak kendini ha rla nca, “Aaa, çocuğumu unu um ya ben! Pardon oğluma, al!” diye bir tane de ona uza . Son kalan bir taneyi de Düşükgöz'e verdiğinde Kutup kıskançlık edip üstüne a lmış, kadının ünlemesiyle gerilemiş . - Böyle böyle alışacaklar he, ne dersiniz? Diye sordu. Annesi babası bilemediklerini anla r gibisinden bakmakla ye ndiler. - Siz pek memnun olmadınız sanki diye sorgular gibi ekledi kadın. - Yok be çucum, ne ilgisi var. İş açıyorsunuz başınıza, o, diyebildi babası. - Bakalım gelince ne diyecek? Diye kadının kocasını kaste annesi. Arada sırada yukarı evine çık . Bir kulağı açık pencerelerden duyabileceği hırlaşmalardaydı. Bir iki kere bu sesler yüzünden aşağıya koşup, Düşükgöz'ü başındakilerden kurtardı. Düşükgöz inat etmiş, kaçıp gitmemekte kararlıydı. Güvendiği, kendisini kollayıp gözeten bir insan vardı çünkü ar k. Düşükgöz'ün bu kararlılığına destek, kadın neredeyse tüm günü bahçede geçirip Kız'la Kutup'u kolladı. Düşükgöz'ün onlara yakın yatmak için bir iki sefer yanlarına sokulma girişimine hırladıklarında, te kte bekleyen kadının “Hayır!” diye bağırışıyla devamını ge rememişlerdi. Düşükgöz de yine bahçenin önünde uzanan kaldırıma dönüp, kaldırımın kadına en yakın noktasına ya yordu. Kadın gün ortasında ve akşam üzeri üç ayrı yere kuru mamalardan serpiş rdi. Kutup da Kız da kendi önlerine


Feyyaz ÇAKIRLAR koyulanlardan çok Düşükgöz'ünkilere ilgi duyuyorlardı. Kutup Düşükgöz'ün mamasına gitse Kız Kutup'unkilere gidiyordu. Boş kalan mamaya kadın Düşükgöz'ü çağırdıkça Kutup geliyor, Kız da en son Kutup'tan boşalan diğer mamaya gidiyordu. Bu kısır döngü içerisinde kadının sinirleri bozulup gülmeye başlıyor, Düşükgöz de bir tane bile mama kı rdatamıyordu. Düşükgöz'le birlikte ikilinin mamaları bi rip karnını doyurmalarını beklediler. Kadın başında nöbet tutarak Düşükgöz'e önceki koyduklarından daha çok koyduğu mamayı iştahla bi rmesini bekledi. Bu mamalar, saatçinin verdiği mamalardan daha lezzetliydiler. O sırada Kız ve Kutup doymuş karınlarının verdiği mutlulukla, akşam vakitlerinin serinlemiş havasının rahatlığında oyuna dalmışlardı. Düşükgöz, kadının mamasını yerkenki başını okşamalarından, bi rene kadarki başında bekleyişinden, mamaların lezze nden ve havadaki ağırlığın gidişinden olsa gerek, bir anda mutlulukla hareketlendi. Ön bacaklarından başla ğı, ardından da arka bacaklarını ka ğı zıplayışlarıyla iki büklüm olup kendi etra nda döndükçe, uzun kulakları da boşlukta bir o yana bir bu yana savruluyordu. Bu mutluluk dansını dayanılmaz kılan tek şey zleşmiş sesiyle süslemeye çalış ğı tu urduğu türküsüydü. Arada sırada çok kısa süreliğine de olsa sesi kalınlaşıyordu ama yaşlılığından dolayı sesi ar k iyice kısılmış, çıkardığı z seslerle kulak rmalıyordu. Kadının gülüşüyle yap ğı vokal biraz daha katlanılır kılıyordu gösteriyi. Kutup ve Kız, bu garip sesleri duyunca bir şeyler oluyor sanıp da başlarını çevirip bak klarında Düşükgöz'ü gördüler ve aldırış etmeden birbirlerine oyun ısırıkları atmaya devam e ler. Düşükgöz, bir rodeo a nı andıran bu hareketleri ve tu urduğu türküsüyle, döne döne ikilinin ortasına dalıp onları dağı ğında, kendisini yine aynı teslim olmuş ya şıyla yatarken buldu. Bu kez kadının ne bağırmasına ne de yanlarına koşmasına gerek kalmadan, sadece diş göstermişlerdi. Sonra da sanki o yokmuş, az önceki oyunları hiç bölünmemiş gibi kaldıkları yerden devam e ler. Düşükgöz de bir iki kere onlara ka lmaya çalışsa da, hemen sindiriyorlar, ona yerini bildiriyorlardı. Kadın, “Gel oğlum sen, boşver onları! Hadi biz gezmeye çıkalım.” dedi. “Bak onlar nasıl gelcek şimdi bizle.” derken de bahçeye girmiş, köpeğinin tasmasını giydirdi ve ipini tak . Bahçe kapısından Düşükgöz'e havlayarak çıkan küçük mafyanın sesini duyunca, bu kez onlar Düşükgöz'ün arkasından takip e ler kadın ve köpeğini. Arada Kutup kadının da önüne geçerek ön sa tutuyordu. Bazense Kız'ın bir kedi görüşüyle ikisi de geride kalıyorlardı ama Düşükgöz'e hiç ilişmiyorlardı. Birlikte geçirdikleri kavgalı gürültülü bu ilk gün kadının gözünde umut vaadediyordu. Yavaş yavaş kabulleneceklerdi Düşükgöz'ü. Bir tek kendi köpekleri ne kadar zaman geçerse geçsin, Kutup ve Kız'a ilk dışarı çık klarındaki saldırdığı gibi Düşükgöz'e de gözdağı vermekten vazgeçmeyecek . Akşamüzeri, hepsi bahçede oturuyorlarken kocasının gelip, her zamanki ağacın al ndaki gölgelik yere arabasını parkedişiyle, ikilinin ya kları yerlerinden kalkıp sevinç gösterileriyle ona doğru gidişini seyre ler. Bahçedeki zaten alarmı çoktan vermiş, havlayarak bahçenin içinde dört dönmeye başlamış . Bu hareketliliğe Düşükgöz de ka ldı. Aynı gösterinin biraz daha özensiziyle de olsa, döne döne aynı seslerle ikiliye ve arabaya doğru gidiyordu. Genç adam arabadaki eşyalarını toparlayıp indiğinde Kız ve Kutup'u başlarından birer kez sevdi. Kutup sevilme isteğini pa leriyle adamın ayakkabılarına basarak, Kızsa kafasını sanki lkiymiş gibi yukarı aşağı hızlı hareketlerle indirip kaldırarak gösteriyordu. Kendilerine doğru garip hareket ve seslerle gelen şeyleyle ilgili hiç bir fikri yoktu adamın. “Kutup, sen mi ge rdin oğlum bu salağı?” diye sordu ama cevap alamadığı için bahçede anne ve babasıyla oturan karısına, “Nerden düşmüş bu arkadaş, söylemedi mi? diye seslenerek sordu. Bilmiyorum anlamında kollarını açmış gülüyordu kadın. “Gel hadi, anla cam!” diye seslendi ardından. Ufaklığın karşılama merasimine sevgiyle karşılık veren adam bahçeye girdi. Çantasından karısı ve babası için birer bira çıkar . Kendine de aç . “Anne?” diye gülerek sorar gibi yap ğında ise annesi de gülerek, “Sen iç oğlum, afiyet olsun.” diyerek sır nı sıvazladı damadının.


Feyyaz ÇAKIRLAR Karısı olan biteni anla . Adam, ikilinin gürültüsünden dert yandı. Bir de Düşükgöz'ün o saçma sapan hareketleri yaparken çıkardığı seslerin eklenecek olmasını düşünerek daha da bir dertlendi. - Eee, n'apçaz şimdi? Belli ki, sürüye biri daha eklendi, dedi adam durumu kabullenerek. - Arka bacaklarının arasını görmen lâzım. Fena kı k olmuş. Bir makas ge reyim de keselim he? Ne dersin aşkım? Diyerek adamın çaresiz bakışları karşısında sorusunun cevabını beklemeden kalk kadın. - Baba, kızına mukayyet ol lü en! Diyerek güldü adam giden karısının ardından. - Sorma be çucum, işiniz var yine! Diye ka ldı adam damadının gülüşüne. Kadın makasla geldi. Dışarı çık lar. Düşükgöz'ün kendilerine göstereceği sevinç gösterisine kadın engel oldu. - Böylesini hiç görmedim, çok komik değil mi hareketleri? Diye sordu kadın. - Değil, sadece gürültülü, dedi adam ciddiyetle. Duracak mı bakalım keserken, diye de ekledi. Düşükgöz'ü kaldırıma ya rdılar. Düşükgöz'ün hareketsizliğinden zorluk çıkarmayacağı belli oluyordu. Kadın bugün damla yap ğını da söyledi kocasına ve pirelerin biraz da olsa azaldığını fark e . İkisi de Düşükgöz'ün uysallığı karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Kadın Düşükgöz'ü başından severken, kocası da hiç zorlanmadan bacaklarının arasındaki birbirine girmiş tüyleri rahatlıkla kesebildi. Kadının severken ki eline gelen kulak çevresindeki topaklaşmış tüyleri bile rahatlıkla kesebildiler. Kutup'un tüylerinden bir tutam kesebilmek şöyle dursun, ya ramazlardı bile. İşlerini bi rip kalk klarında, Düşükgöz'ün silkelenirkenki yanaklarından çıkardığı seslere güldüler. Düşükgöz'ün bu kez rahatlamış olmaktan dolayı başlayan mutluluk dansını, “Tamam, yeter yeter!” diyerek gülüşmeleri arasında durdurmaya çalış kadınla adam. Döne döne sokağın karşısında yatan ikiliye doğru gidiyordu Düşükgöz. Kadın olabileceklerden tedirgin bir iki kez Kutup ve Kız'ın Düşükgöz'ü ya rıp da nasıl kıs rdıklarını anla kocasına. Gidecek gibi oldu kadın, adam kolundan tutup engel oldu. Hamle edecek gibi olan Kutup'a uzaktan “Şşşt!” diye seslenip engel oldu adam. Adam ve karısından çekindiklerinden dolayı, Düşükgöz'ün sevincine ka lmıyor olsalar da en azından ilişmemişlerdi bu kez. Adam kadına işaret ederek, üçünü de birlikte sevmeye gi ler. Böylelikle Düşükgöz'ün çeteye kaynaşmasını biraz daha kolaylaş rırlarken, üçü de hallerinden gayet memnun görünüyorlardı. Düşükgöz arada sırada ya ğı yerden kaldırılıp, kendisine kaldırımda başka bir köşe, başka bir ağaç al , boş bahçede başka bir yeşillik bularak uyuduğu geceler zamanla azalıyor, Kız ve Kutup Düşükgöz'ün varlığını kabulleniyorlardı. Kadın veya adam üçünü beslerken ki mama kapmaca ritüelleri de zamanla azalıyor, hepsi kendileri için koyulan mamalarını yiyorlardı. Bir tek küçük mafyanın, sabah gezmelerine ilk çık ğı anda karşılaşıp da en az Kız ve Kutup'a duyduğu ö e azalmamış Düşükgöz'e. O da hiçbiri için gerçek bir tehdit olamıyordu zaten. Birlikte gezip dolaşıyorlar, birlikte yeyip içiyorlar, birbirlerine yakın mesafelerde ya p kalkıyorlardı. Adam işten geldiği zamanlarda, kadın bahçede göründüğünde, hepsi sokakta kendilerine has sevinç gösterileriyle, arada birbirlerine de sırnaşarak mutluluklarını bağırıyorlardı. Öncesinde sağlıklı, genç ve güzel olarak yaşayan ikiliye aslında pek de sağlıklı olmayan ve yaşı ilerlemiş Düşükgöz'ün ka ğı misyon, Kız ve Kutup'tan görerek öğrendiği kovalanması gereken kedi ve arabaları işaret etmek olmuştu sanki. Aylar


Feyyaz ÇAKIRLAR geçip havaların soğumasıyla birlikte, arada gelen yağmurlardan, düşen karlardan korumak için kadının babası, Düşükgöz'ü bahçeye alıp evin kapısının önündeki boşluğa yatması için ona yer yapmış . Düşükgöz'ün kendisi gibi yaşlı olmasından sebep ayrı bir sempa duyar olmuştu adam Düşükgöz'e. Düşükgöz ekibe ka lmadan önce Kız ve Kutup'u bahçede ya rmak bir kenara, mama göstererek bile olsa bahçeye almaları mümkün değilken Kız şimdi, Düşükgöz'den cesaret bulmuş onla birlikte sırt sırta verip bahçede uyuyordu. Böyle havalarda Kutup'u görmek mümkün olmazdı. Onun kendine göre korunaklı bir yerleri, belki de bahçesine girip ya ğı başka bir ev vardır diye konuşurdu aile bireyleri aralarında. Kış bi p de baharın yüz göstermeye başladığı bir sabah, babası evden eski tüfeğini çıkar p Düşükgöz'e göstereceğini söylemiş kızına. Kızı da av köpeği olmasından dolayı heyecanlanacağını söyleyip desteklemiş babasını. Merakla tepkisini beklediler ama hüsrana uğradılar. Düşükgöz tüfeği görür görmez kafasını çevirmiş, zar zor da olsa yaşlı bacaklarının üstünde doğrulup kuyruğunu kıs rarak uzaklaşmış . Bir anlam veremediler ama Düşükgöz'ün o an istediği son şey bir tüfek görmek . Evin karşısındaki boş bahçenin köşesindeki ağacın dibine ya . Kız'ın te klemesiyle ya ğı yerden Kutup da rlayıverdi aniden. Kız'ın gördüğü kedinin peşine düşüp sokağın başından caddeyi atlayarak karşı sokağa doğru koşturdular. Kadınla babası havlayarak koşturan ikilinin peşinden kalkan Düşükgöz'ü görmediler. Acı bir fren sesiyle döndüklerinde çarpan araba çoktan yolu tutmuş, kadın bahçedeki ağacın dalları arasından caddenin ortasında hareketsiz yatan Düşükgöz'ü görebilmiş . Çığlık çığlığa bahçeden rlayıp yanına koştu hemen. Neyse ki yaşıyordu Düşükgöz. Kanayan herhangi bir yerini göremedi ama inlemeleri ve sık nefes alışları karşısında ne yapacağını bilemedi kadın. Babasına seslendi. Adam ağır aksak adımlarla yanlarına giderek kızına Düşükgöz'ü bahçeye taşımasında yardım e . Taşınırken Düşükgöz bir yandan acı içinde inliyor bir yandan da kadının kendisini taşıyan kollarına dönüp onu yalamaya çalışıyordu. Bahçeye girip biraz daha ayrın lı incelediklerinde ne kanayan bir yara görebildiler ne de bacaklarında, gövdesinde ve kuyruğunda elle yoklayarak anlaşabilecek bir kırık izine rastladılar. Kadın elle muayene sırasında Düşükgöz'ün inlemelerinde bir ar ş olmamasından dolayı arabanın fazla hızlı çarpmamış olabileceğini düşündü. Telefona sarılıp kocasını aradı. Yaşadıkları ilçedeki veterinerlerde röntgen ve ultrason cihazı olan veteriner bulunmadığını, en doğrusunun şehirdeki veteriner Ahmet'e götürmek olacağını konuştular. Adam gelemeyeceğini ama kadının babasıyla birlikte Ahmet'e götürebileceğini söyledi. Çıkışına fazla zaman kalmamış . Çıkarken karısını tekrar arayacağını, durumlarına göre de ya Ahmet'in yerine ya da eve geleceğini söyledi. Kadın direksiyonda, babasıyla Düşükgöz arka koltukta, telaşla yola koyuldular. Babası sürekli Düşükgöz'ü sevip, kendince acısını hafifletmeye çalışıyordu. Kadın da sevgi dolu sözleriyle Düşükgöz'ü rahatlatmaya çalışıyordu. Düşükgöz ne olduğunu halâ anlayamamış yarı baygın vaziye e, hisse ği ilgi ve sevgiden duyduğu mutlulukla inliyordu ar k. Acısı hafifler gibiydi. Gözleri kararır gibi oldu. Babası panikle kızına gözlerini kapa ğını haykırdı kızına. Kızı nefes alıp almadığını sordu Düşükgöz'ün. Silkelemesini, uyutmamasını söyledi peşpeşe. Düşükgöz çok yorgun hissediyordu ama bırakmayacak kendisini. Sadece biraz uyumaya ih yacı vardı. Adamın silkelemeleri arasında veterinere vardılar sonunda. Veteriner Ahmet genç ama oldukça deneyimli bir doktordu. Hayvanseverlerin bulup ge rdiği, benzer durumdaki pek çok kedi köpekle, çok da makul ücretlere bazense bir karşılık istemeden ilgilenmesiyle de bölgede nam salmış . Yolda giderlerken kadın arkadaşına durumu haber vermiş, Ahmet'i arayıp kendilerini orada beklemesini salık vermiş . Onları kapıda karşılayan arkadaşıyla birlikte Düşükgöz'ü özenle kucaklayıp içeri taşıdılar. Ahmet elindeki işi asistanına devredip Düşükgöz'ü cihazların bulunduğu diğer odaya aldı. Düşükgöz kendindeydi. Ultrasonla yapılan gözlem


Feyyaz ÇAKIRLAR ve çekilen röntgenler ne cesinde Düşükgöz'ün haya bir tehlikesi olmadığını bildirdi doktor. Yine de tedbirli olmak adına iç kanamayı önleyici bir iğne, bir de ağrı kesici yap . İlave olarak da vitamin iğnesini yap ktan sonra ağrı kesici iğnelerden de iki tane kadına verdi. Günde birer kez iki gün yeterli olacak bu iğneler. Düşükgöz'ün kadını ilk gördüğü andaki duygusallığa bu kez de kadın kapılmış, bir köpek olsa adeta Düşükgöz'ün mutluluk dansını taklit edecek gibi hissediyordu. Arkadaşına sarıldı. Ağlayacak gibiydi. Doktora teşekkür e . Ailenin yeni sayılan bu üyesine bir şey olacak diye çok korkmuştu. Dışarıda bekleyen babasına koştu ve güzel haberi verdi. Arkalarından çıkan doktor ne zaman isterlerse ayrılabileceklerini söyledi ve bir iki gün göze m al nda tutup beklenmedik bir durum olursa da aramalarını tembihlemiş . Odaya dönüp Düşükgöz'ü kucakladılar. Veteriner herhangi bir kırık ve çatlağı olmadığını ha rla p, isterlerse yere bırakabileceklerini söyledi. Düşükgöz ağrı kesici iğnenin ve vitaminin etkisiyle yeni yeni kendine geliyor gibiydi. Bırakıldığı yerde oturdu önce. Kafasından okşayan veterinere minne ni gösterircesine z sesiyle birkaç kez havladı tüm susturulma çabalarına rağmen. Veteriner, tedavi sırasında Düşükgöz'ün yaşını soran kadına on üç veya on dört diye bir tahminde bulunmuştu. Çıkan bu z seslerle yaşı daha da bir kanıtlanmış gözünde. Ahmet kadına dönüp Düşükgöz'ün ar k son yaşları olduğunu, eğer yerleri uygunsa sokakta yaşamaktansa biraz daha güvende olması için uygun bir yerde bakmalarının onun için daha iyi olacağını söylemiş . Kadın duygulanmış . Düşükgöz'e doğru gidip, - Hadi gel sana tasma ve ip beğenelim oğlum, dedi. Baba bahçeye alalım, sokakta kalmasın ar k, diye kararlı bir şekilde bildirdi. Adam onayladı. O sırada kadının telefonu çaldı. Arayan kocasıydı. Aldığı haberlerle sevindi. Evde buluşacaklardı. Bahçede bakılması fikrinden de hoşlandığını belir r biçimde onayladı karısını. Fularla süslenmiş bir tasma beğendiler onun için. Bir de ip aldılar. Her ikisini de kırmızı beğenmişlerdi. Veterinerle bir dahaki sefere güzel bir raş için geleceklerine dair sözleş ler. “Çok yakışıklı olacak benim oğlum!” diyerek sevdi Düşükgöz'ü kadın. Ödemelerini yapıp tasmasını hemen boynuna tak lar. İpini geçirdiklerinde de sanki yıllardır tasma ve iple gezdirilen bir köpekmiş gibi sakin adımlarla kadının yanında arabaya kadar yürüdü Düşükgöz. - Birlikte gezmeye de çıkarsınız ar k Baba, dedi kadın. Adam gülmekten cevap verememiş kızına. Çok beğenmiş alınan şeyleri. Arkadaşını evine bırakıp vedalaş lar. Yolda gelirlerken Düşükgöz ön koltukta oturmuştu. İyiydi. Vardıklarında kocası kendi köpekleriyle birlikte bahçede gelmelerini bekliyordu. Tasması ve ipiyle arabadan inen Düşükgöz'ü, kadını ve babasını Kız ve Kutup sevinç gösterileriyle karşıladılar. Bahçeye girerlerken ufaklığın karşılama hışmına uğrayan Düşükgöz boynundaki tasmayı gururla taşıyor gibi dimdik durmuştu bu zararsız saldırı karşısında. Kocası anla lanları dinledi ve bir kez daha bahçede bakılması fikrini onayladı. Kadın aksatmadan ağrı kesici iğnelerini yapmış . Bir iki ha a sonra, biraz sıcak bir havayı yakaladıkları bir ha asonu kadın ve kocası Düşükgöz'ü yıkayıp biraz kuruladıktan sonra tasmasıyla birlikte adeta bahçenin süsü olmuştu Düşükgöz. Uygun bir zamanda da raşa götürürlerse, kı klaşmış tüylerinden tamamen kurtularak daha da rahatlayacağını konuştular. Adam karısına eve alıp almayacaklarını sordu gülerek. Kadın kocasının takılmasını karşılıksız bırakmayarak, - Evdeki maymun depresyona girer sonra. Bir de onunla uğraşmayalım, diyerek güldü. Sahi ya, daha bir isim bulmadık bu şapşala, diye ekledi.


Feyyaz ÇAKIRLAR - Senin haberin yok, unutuyorum söylemeyi. Bir süredir Düşük diyorum ben ona. Buralara düşmüş işte. Gözler de yerlerde zaten, baksana, dedi adam. Kadın kocasının bulduğu isimden hoşlanmış . “Düşük!” diye seslendi kadın. Düşükgöz silkelenerek kurulanmaya çalış ğı yerden, o yaygaracı dansıyla kadın ve adama doğru gelip, ikisini de döne döne kuyruğuyla dövüyor, üstlerine sıçrıyor, z sesiyle tu urduğu türküsüyle de bulmayı umduğu yuvasına kavuşmanın mutluluğunu çığırıyordu. Feyyaz Çakırlar


Gülden KIRALAN

BALKON Balkonu temizliyorum bana biraz çiçek bırak kalın bir şal, bir de sandalye. çok mu olacağım bilmiyorum ama çok görme, şu sessiz sehpayı da giderken bana bırak. . Balkonu düşünüyorum da benim kadar kalbi a yor onun da bileğini kessem, kanı akacak gibi gider borularının kırık damarlarından. . Balkonu seviyorum. Sigara içmeme asla kızmıyor saatlerce oturup iç çekmelerimden ahlanıp vahlanmalarımdan sıkılmıyor. Ruhuma dokunuyor nasıl yapıyorsa iyi ediyor bir şeyleri ve beni yarına hazırlıyor. . Balkonun dilinden anlamak lâzım tozdan kirden arındırarak temiz tutmak varsa çöpü her gün çıkarmak ruhuyla buluşmak lâzım. .


Gülden KIRALAN Balkonu boydan boya yıkıyorum şu kırmızı çiçeği ne olur bana bırak güneşin ba şına benze yorum umudunu göğün kızıllığını seriyor saçlarıma güzelleşiyorum yeniden doğacak olmanın saf mutluluğu var toprağında takvimden düşen yaprakları birik riyor ince dallarında içime uzanıyor zamansız. . Balkonsuz evleri kimse sevmiyor ruhu bunalır insanın hem öyle bir evde. Gece dolunayın hüzünlü yüzünden bir kaç mısra şiir düşer alçak kenarlarına balkonun tutunup aşağı sarkmak, dökülmek r biraz da... . Balkonda çay içiyorum. Taze demlendim ben de, şimdi aldım rengimi bir sabahın erken saatlerini seviyorum burada bir de geceyi .

Balkonlu ev bulmak umududur yaşam yerleşmek r oraya, bir çiçek gibi köklenip devirmek r yılları. Gülden Kır


Leman YEŞİLTAŞ

DÜNYA DÖNDÜKÇE… Günebakan çiçeklerini bilirsiniz hepiniz değil mi? Hani uçsuz bucaksız tarlalarda eğilip, bükülen ki böylelikle büyüyen, olgunlaşan, gelişen. Ve güneş gökyüzünde nerede olursa yüzlerini oraya dönüp bir gün bile vazgeçmeyen. Hızlı büyümek için güneş ışığını takip etmek gibi eşsiz bir beceriye sahip çok özel çiçeklerdir. Ba sana nda ise günebakan, sadaka n, neşenin, yaşama gücünün, adanmışlığın, aynı zamanda da gururun, ama aksi gibi de gücün ve kibrin simgesidir ayrıca. Katolik inanışında, Tanrı'nın hizme ne olan bağlılığı, yüce aşk ve içindeki ışığı arayan ruhu simgelediği yazılsa da birçok kaynakta; bana güneşin dünyanın yeniden o yöne dönüşünü bekleyip mağrur bir şekilde kaldırdıkları yeni tomurcuklanan başları, umudu anımsa r; dünya döndükçe yönünü değiş rdiğinde, başları öne eğilse bile ertesi büyük buluşma anına kadar hiç bıkmadan yeniden amansız takibe devam etmeleri sebepli. “Umut” , yada “Umut etmek” sadece insana özgü bir duygu olmadığından ben çok sevdim umuda iliş rdiğim günebakan çiçeklerini hep. Zira ikisi aynı cümlede bana arefe günü tüm kıyafetlerini başucuna koymuş uykuya dalmakta güçlük çeken ve ertesi günün gelmesini “Uyumayacağım” dercesine inatla bekleyip, gözleri beyaz rugan ayakkabılarına dalarak uykuya direnemeyen o masum çocukluğumu ha rla r. Neden mi ? Biz her bayram mutlaka İstanbul'un bize göre daha ba yakasındaki akrabalarımıza giderdik bir tablo gibi sapsarı görüntü eşliğinde ve ben “şu uzun yollar bitse de varsak bir an önce” diye umut ederdim her seferinde orda olmayı çok sevdiğimden. Çocukluktan bu yana bu sabırsızlığımdan çok bir şey eksilmiş olmasa da, umut etme katsayım pkı günebakanlar gibi büyüyüp olgunlaş kça sabırsızlığımdaki kısmi azalışa zıt bir şekilde ar . Ha a bazılarında ki hayal kırıklıklarına rağmen ben nedense bilinmez bir sebeple hep çaba ile paralel umut e m. Hep umdum ama önce kendimden. Şimdi düşündüğümde İstanbul gibi kocaman bir şehirde en uzak mesafenin bile ne kadar yakın olduğunu ve o zamanlar sapsarı kocaman günebakan çiçeklerini uzaktan minicik görüp papatya sanmamı, hep bir tebessüm oturur dudağımın kenarına sonra o masumiye mizin henüz devşirmeye çalış kça devrilmediği günler gelir aklıma. Şimdi durdur(a)madığım düşünceler beynimde dans ederken haya mın çocukluğuna ait film şeridinde, düşünüyorum da önce kendimden ummayı ve kendimle yarışmayı da o yıllardı bana öğreten galiba. Öyle değil mi ama hummalı ummaların sonunda belki her zaman o güneş doğmayacak olsa bile kim durdurabilir ki çocuk masallarımızı. Biz yeter ki ruhumuzu taşımayalım başka memleketlere. Özümüzü kaynatalım ve içelim suyunu biz yine.


Leman YEŞİLTAŞ Pili azalmış olsa bile hala çalışmaya devam eden bir saa n üzerindeki yelkovanın akrebi takip edeceğini bilmek gibi, mutlaka zamanı öğrenebileceğimizi bilerek; okunan bir kitabı belki en heyecanlı yerinde bırakmış olsak da ayraç bulamadığımız halde ucunu kıvırmak ve ertesi gün kıvrılan yer kaybolsa bile izinin kalacağından emin okunacağını bilmek gibi belki de içimizde hep canlı durması gereken o duygu. Ummak… Hadi şimdi karanlıktan korkan bir çocuğun masal gereksinimi gibi, yavaşlayan zamanda sanki yeniden fark e klerimiz ile bir hayal kuralım mı umuda gebe ama her umudun gerçeğe dönüşmeyeceğini de es geçmeden yine de sessizce çabalayarak… Göğüs kafesimizin içine bir salıncak kuralım şimdi kocamaaan bir gökyüzüne bakan. Hadi ama! açın kafeslediğiniz kalplerinizi. İpi a yorum…Hooop. Tamam. Sıkıca bağlamaya gerek yok ruhunuzu hafifleteceksiniz zira. Şimdi azaltmaya başlayalım yüklerimizi sadece beden ağırlığı kalıncaya, rahatça salıncağın koltuğuna oturuncaya kadar. Geride bırak klarınızı, hayal kırıklıklarınızı, ummaların sonunda duymadıklarınızı ve aslında belki de hiç ummadığınızı ha rlayacaksınız bu oyunda. Öyle ki; kapa n gözlerinizi göreceksiniz. Gün aydınlıkken bahar bahçelerine doğru yükselen, geceye vardığında ise binlerce yıldıza uzanıp karanlık geceye inat hepimize ışık olan bir salıncaktayız ve içimizde binlerce yıldız var yeniden umutlanmaya yetecek kadar hem der şimdi. Asılı kalmış ne varsa ara a atalım ellerimizle biz sallandıkça…Ne yavaş ne de hızlı aslında.Ayaklarımız çıplak rüzgarı sonuna kadar hissederken, o rüzgar ki; hadi lodos olsun denizleri aşıp gelen ve içe her anlamda içe kapandığımız günlere inat savursun özgürce saçlarımızı. İyice hızlandıysak hazır mısınız? Hadi hep birlikte atlıyoruz şimdi onları sarmalarcasına günebakanlarla dolu sapsarı alana…. Dünya döndükçe vazgeçmeyecek olan sadece güne bakanlar değil ne de olsa. Ve olmamalı da. “Onlar umudun düşmanıdır sevgilim, akar suyun meyve çağında ağacın” derken Nazım inatla ; umudu pkı bir çiçek gibi ; benden nacizane tavsiye hep diri tutmalı. Güne dair bir not eklemeden geçmemeli ki en çok ih yacımız olan “Umut” iken şu günlerde daha sıkı sarılmalı; zira sen ve biz hepimiz er ya da geç kucaklaşacağız yeniden buradan; içimizden bir yıldız bile kaymadan. Leman YEŞİLTAŞ


Leyla TÜRKERİ Yakışık ne vaki r ıslanmadım bahar yağmurlarında bir çiçek yüreğime durmamış şöyle göğsümde duymamış m kokusunu göğün içimde caddeler koşmuyordu ne vaki r beklen mi değil umut uzunca söylemeye yorma dilini parmağımın ucuna konan yeni kelebek yağmur baharın yakışığı aşk elbet bir çocuğun simbad

dolunayın ışığından yaman düştü parıl sı göğsümün üstüne kılıcın ilk adını söylemek yasak isimsiz bir kuşu yaprağına sarıp elma ağacının dibine gömdük annenin kolları yılgın bakışları dağ olmuş ben sana neşeli bir bir film bulacağım şimdi simbadın çöl hikâyesi var kana r düşümüzü bu sevgi kimseyle kesişmiyor tek sokağı var bu şehrin annenin yüzü keder elleri keder sevinçli gün ışığını nerden bulayım Leyla Türkeri


Ayın Çevirisi - Onurcan SEZER

Birden Fanzin Ayın Çeviri Dosyasında sizler için Emily Elizabeht Dickinson'dan "Hope" is the thing with feathers'' şiirinin Türkçe Çevirisi ile karşınızda, keyifli okumalar dileriz.

"Hope" is the thing with feathers

“Hope” is the thing with feathers That perches in the soul And sings the tune without the words And never stops - at all And sweetest - in the Gale - is heard And sore must be the storm That could abash the li le Bird That kept so many warm -


Ayın Çevirisi - Onurcan SEZER I've heard it in the chillest land And on the strangest Sea Yet - never - in Extremity, It asked a crumb - of me.

"Umut" kanatlı bir şeydir "Umut" kanatlı bir şeydir İnsan ruhuna konan Kelimeleri olmayan bir şarkı söyler Asla susmaz - hiçbir zaman Ve şarkısı en tatlı Fır na'da duyulur Yaman olur böyle bir boran Küçük Kuş'u mahcup edebilir Birçoklarını sıcak tutan Onun sesini en sakin diyarda duydum Ve de Denizlerin en uzağında Ama -asla- aşırıya kaçmadan Benden istedi - bir parça Onurcan Sezer

Emily Elizabeht Dickinson Kimdir? 1830'da Amherst Massachuse s'de doğan Emıly Dıckınson 19. Yüzyılın en önemli yenilikçi şairlerinden birisi olarak nitelendirilmektedir. Dedesi, Amherst'de birçok okul kurmuş, babası ise avukat ve poli kacıdır. Amherst Akademisinde ve ilahiyat okulunda eği m gören Emily, kâğıt kalemle ilk buluştuğunda ve ilk dizelerini çekingence yazmaya başladığında 1880 yılıdır ve genç şairin henüz şiirle ilgili çok da bilgisi yoktur. Daha sonraları Emerson ve Emıly Bronte'ın etkisi al nda kalacak, özellikle iç savaş yıllarında çok verimli bir dönem geçirerek, 800'den fazla şiir kaleme alacak r.


Ayın Çevirisi - Onurcan SEZER Kısa lirik şiirin başlıca ustalarından biri olarak kabul edilen Emily sıradan hayatlarda büyüleyici sözcükler yakalamış, ,geleneksel şiirin dışında özgün bir yorumu benimsediği eserler de kaleme almış r. İç savaştan sonra münzevi bir haya tercih eden şair, çoğu vak ni odasında geçirmeye başlar. Dışarıya çıkmaz, ziyaretçi kabul etmez, en yakın arkadaşlarıyla bile görüşmeyip, mektuplaşmayı seçerek, kendini tamamıyla edebiyata verir. Çok genç yaştayken yap ğı bu tercih, Emılıy'nin gizemli bir insan olarak tanınmasına sebep olmuş, haya , aşkları her zaman merak uyandırmış r. İnzivadayken yazdığı şiirlerin bazılarını eleş rmen Thomas Higginson'a göndermiş fakat kendisine verdiği tavsiyeleri göz önüne almayarak, daha da içine kapanmış r. Genç şairin şiirlerinin çoğunu ithaf e ği gizli bir aşkı vardır, aynı zamanda öğretmeni olan, evli bir din adamı Charles Wadsworth. Emıly, entelektüelliğine çok katkısı olmuş bu genç adama karşı, büyük ih malle karşılık göremediği duygular beslemiş, bu da genç kızı daha da içe dönük bir hale ge rmiş r. Haya ayken sadece yedi şiiri yayınlanan şair öldükten sonra, kızkardeşi Lavinia tara ndan kilitli bir çekmecede 1800 kadar şiiri ve mektupları bulunur.Bu, edebiyat açısından çok önemlidir. Lavınıa tüm şiirleri ve mektuplarının yayınlanmasını sağladığında, eserler oldukça ilgi çeker ve haya ayken kimsenin tanımadığı Emıly Dickinson 1920'lerde Abd'de en sevilen şair olur. Emily Dickinson'ın haya nda dikkat çeken en önemli özellik yalnızlığıdır. 23 yaşında sosyal hayatla bağını kesen şair, 15 Mayıs 1886'da Amherst, Massachuse s'te babasının evinde ölünceye dek yazmaya devam etmiş r. Çok genç yaşlarından i baren yalnızlığı seçen, melankolik ve mutsuz bir hayat yaşayan Emıly, tüm bunlara değecek bir ödüle layık görülmüş ve yüzlerce yıl sonra bile hala, ruhunu yansı ğı dizeleri insanların yüreklerine dokunmaya devam etmektedir. Modern Amerikan şiirinin öncülerinden sayılan şair Emıly Dıckınson'ın haya nı anlatan A Quiet Passion adıyla filme çekilmiş, ilk gösterimi, 66. Berlin Film Fes valinde gerçekleşmiş r.

ESERLERİ : Poems by Emily Dickinson'ı (1890; Emily Dickinson'dan Şiirler) Poems: Second Series (1891; Şiirler: İkinci Dizi) ve Poems: Third Series ( 1896; Şiirler: Üçüncü Dizi) izledi. İki cilt olarak yayımlanan Le ers of Emily Dickinson'da (1894; Emily Dickinson'ın Mektupları) da bazı şiirleri yayımlandı. Daha sonra yayımlanan şiir kitapları: The Single Hound: Poems of a Life me ( 1914; Yalnız Tazı: Bir Ömrün Şiirleri), Further Poems of Emily Dickinson: Witheld from Publica on by Her Sister Lavinia) (1929; Emily Dickinson'ın Kardeşi Lavinia Tara ndan Yayımla lmayan Şiirleri), Unpublished Poems of Emily Dickinson ( 1935; Emily Dickinson'ınYayımlanmamış Şiirleri ), Bolts of Melody: New Poems of Emily Dickinson ( 1945; Ezgi Yıldırımları: Emily Dickinson'ın Yeni Şiirleri). [17]


Ümit DİZDAR


Konuk Yazar Deniz İNAN Birden Fanzin Konuk Yazar olarak bu ay Deniz İnan'ın '' İHATA'' şiirini sizler için seç k, keyifli Birden Fanzin olarak sizlerokumalar e ‘’Yalnızlık’’ sayısı için seçtiğimiz illüstrasyonları derledik . dileriz.

Keyifli düşünmeler olsun .

İHATA Bir acıyı orta yerinden tutar gibi tutuyorum ellerini Ağır yanık kokuları içinde tadına erdiğim ter Yüzyıllar gerisinden çağın Sürüklüyorum bedelimi Çalkalanıyor mahşer Akşam, lacivert çizgisinde tutulmuştu Bir ben geçememiş m o boşluktan İhata O boşluk ki kemiklerimi sıkı.. sıkı.. sıkı.. sıkan Deliksiz kemerindi Çocuktum


Konuk Yazar Deniz İNAN Birden Fanzin olarak sizler e ‘’Yalnızlık’’ sayısı için seçtiğimiz illüstrasyonları derledik . Yuvarlanıyorum zannetmiş m yer al ndan seslenen Keyifli kucağına düşünmeler olsun . Beyaz tavşanın Taşın göbeğine bırak ğı boncuklardan çocuklar edinen dünya Taşa hamile kalabilir ancak Yalnızca taşa Yedi merdiven yukarıya ucuz bir elbise gibi asılacak şafakta On iki yaşım Biliyor musun İhata, İskambil kuleleri kadar dayanıksız olabiliyor bazen şu sağlam sandığın bacak Bir mavi sabah Ça penceresi üçgeninden Küt inanışlar katlayarak küçüleceğim dizlerimin doğusuna Ben şimdi kimseye, anneme bile ağlayamam kendimi Kirpiklerimde sandık lekesi hıçkırıklar Dilimin gerisindeki masalları susmaya zorlayan güvercinin Yolunmamış tüyleri Dökülecek utancından Her beyaz kuşkusuzca bilir ki Lekenin babasıdır taşın göbeği Çatlıyor saç diplerim İhata Ölürken renklilerle yıkanan zaman Deniz İnan


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar Birden Fanzin olarak sizler için ''Umut'' sayısı için seç ğimiz illüstrasyonları derledik keyifli düşünmeler olsun . Birden Fanzin olarak sizler e ‘’Yalnızlık’’ sayısı için seçtiğimiz illüstrasyonları derledik .

Keyifli düşünmeler olsun .


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar


Yalnızlık Üzerine İllüstrasyonlar

Yayına Hazırlayan: Mustafa Kasar Sanatçılar: Emiliano Ponzi, Nadine Ghannoum, Scooty Russell Kaynak : h ps://sanatlibiblog.com/gorsel-sanatlar/illustrasyon/


Ayın Filmi Birden Fanzin olarak sizler için ayın filminde 'Umudunu Kaybetme'' ve ''Büyük Balık'' filmlerini seç k.

Umudunu Kaybetme The Pursuit of Happyness/Umudunu Kaybetme'de, Chris Gardner (Will Smith) iki yakasını bir araya ge rmeye çalışan bir aile babasıdır. Ailesini ayakta tutmak için cesurca çabalamasına rağmen, beş yaşındaki oğlu Christopher'ın (Jaden Christopher Syre Smith) annesi (Thandie Newton) maddi zorlukların yara ğı sürekli baskı al nda direncini kaybetmek üzeredir. Ar k dayanamayacağını anlayınca, istemeye istemeye evi terk eder... Ar k bekâr bir baba olan Chris, yılmadan, bildiği tüm sa ş becerilerini kullanarak daha iyi kazandıran bir işin peşine düşer. Pres jli bir borsa şirke nde stajyerlik bulur ve ücret almasa da programın sonunda iş ve parlak bir gelecek elde edeceğini umarak kabul eder. Parasal güvencesi olmayan Chris ve oğlu, kısa süre sonra oturdukları daireden çıkar lırlar ve düşkünler evi, otobüs durağı, tuvalet; geceyi geçirmek için bulabildikleri her yerde kalırlar. Çek ği sıkın lara rağmen, Chris, babalık görevini sevgi ve özenle yerine ge rmeye devam eder ve oğlunun kendisine karşı duyduğu sevgi ve güveni, karşısına çıkan engelleri aşmak için kullanır. Filmin Künyesi Orijinal İsmi: The Pursuit of Happyness Vizyon Tarihi: 2 Mart 2007 Süre: 117dk Tür: Aile , Biyografi , Dram Yönetmen: Gabriele Muccino Senarist: Steve Conrad Yapımı: 2006 – ABD


Ayın Filmi

Büyük Balık William, babası amansız bir hastalık nedeniyle ölüm döşeğinde olduğu için, evine geri döner. Babasını yakından tanımak için, renkli bir kişiliği olan adamın gençliğinde yaşadıklarına dair öyküler toplamaya başlar. Babasının, gençliğinde gezgin bir sa cıyken yaşadıkları bir bulmacanın parçaları gibi yerine oturacak ve anlaşılması güç olan adamın yaşamını en masalsı yönüyle zaferleri ve zaaflarıyla ortaya çıkaracak r.

Filmin Künyesi Orijinal İsmi: Big Fish Vizyon Tarihi: 9 Ocak 2004 Süre: 125dkTür: Dram , Fantas k , Macera Yönetmen: Tim Burton Senarist: John August Yapımı: 2003 - ABD Yayına Hazırlayan: Mustafa Kasar


Ayın Kitabı

Birden Fanzin olarak ayın kitabında Terry Eagleton'dan '' “İyimser Olmayan Umut” Kitabını uygun gördük keyifli okumalar dileriz. Hani şu meşhur bardağın yarısını boş gördüğü yetmiyormuş gibi, diğer yarısının da tadı berbat bir şeyle dolu olduğundan neredeyse emin biri olarak, umut üzerine yazmak için biçilmiş ka an değilim muhtemelen. Bir yanda hayat felsefesi "ye, iç, eğlen, yarın öleceğiz nasılsa" cümlesiyle özetlenebilecek olanlar var, bir yanda da kendime çok daha yakın hisse ğim, "yarın öleceğiz" diyenler. İnsanı dertlere salan bu eğilimlere rağmen bu konu üzerine yazmayı seçmemin bir nedeni, umudun, Raymond Williams'ın deyişiyle, "geleceğin kaybının hissedildiği" bir çağda merak uyandırıcı biçimde ihmal edilmiş bir kavram olması. -Terry EagletonMarksist edebiyat eleş rmeni Terry Eagleton bu kitabında insani duyguların en hassaslarından biri olan "umudu" mercek al na alıyor. Eagleton boş umutlarla dolu umutlar arasında belirgin ayrımlar yaparak, "ihmal edilmiş" bu duyguyu edebiyat eserlerinden felsefi me nlere uzanan geniş bir düzlemde sorunsallaş rıyor. Eagleton bu çabasından hareketle gündelik haya n boğucu ilişkileri, ik sadi süreçlerin geçirimsiz kodları arasında bocalayan "şimdi"nin insanına kışkır cı olduğu kadar düşündürücü de olan parlak yorumlar sunuyor. Hâlâ umudu olanlar ve umu an bütünüyle vazgeçenler için eşsiz bir başucu kitabı... (Tanı m Bülteninden) Kitabın Künyesi Yazar: Terry Eagleton Çevirmen: Emine Ayhan Yayınevi: Ayrın Yayınları Sayfa Sayısı: 192 Baskı Yılı: 2016 Dili: Türkçe Yayınevi: Ayrın Yayınları İlk Baskı Yılı: 2016 Dil: TürkçeYayına Hazırlayan: Mustafa Kasar


Ayın Sözü ''Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.'' - Samuel Becke


Ayın Repliği


Ayın Repliği


Zafer TAŞKIRAN


SON B r sonrak sayıda görüşmek üzere.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.