The Play Barn Türkiye'deki ilk ve tek saatlik oyun/eğlence/ emanet işletim sisteminin markasıdır
Nerelerdeyiz
ISTANBUL / ASTORIA THE PLAY BARN PLUS Tel: 212 2153049 Faks: 212 2153051 Büyükdere cad 127 ASTORIA AVM kat 2 no:604-607 Esentepe/Şişli info@theplaybarn.com.tr
İstanbul / Erenköy Tel: (216) 3603249 - 3690842 Faks: (216) 4677582 Caddebostan Mah.Selin Sok.No:6 D:1 Kadıköy-İstanbul infoerenkoy@theplaybarn.com.tr
İstanbul / Florya Tel: (212) 5741288 - 5741298 Faks: (212) 5741298 Şenlik Mah. Çatal Sok. B2 Blok No:5 Florya-İstanbul infoflorya@theplaybarn.com.tr
İstanbul / Levent Tel: (212) 3259215 Faks: (212) 3240925 Çilekli Cad. No:26 4 Levent-İstanbul infolevent@theplaybarn.com.tr
İzmir / Balçova Kipa AVM Tel: (232) 2792868 Faks: (232) 2792248 Kipa Alışveriş Merkezi Balçova-İzmir infokipa@theplaybarn.com.tr
Ocak 2011 Sayı:8 AJANDA EKİBİ
Ajanda Ailesi AKIN ÇETİN BANU HIDIRLAR
Ailemizi artık az çok tanıyorsunuz. Sekiz sayıdır geriye dönüp bakarsak yazılarımızla kendimizi, ilgi alanlarımızı ele verdik
DUYGU PHILLIPS MÜGE KARAHAN NESOBABY SEDA ASOLAR SİNEM ERGUN ŞULE COŞKUN BALMUMCU
sanırım. Hepimiz bloger’ız aynı zamanda. Paylaşmanın sınırsız sorumluluğunu yaşıyoruz. Örneğin ben film ve tiyatro izlemekten çok keyif alıyor ve hatta bunu ciddi bir hobi şekline dönüştürmeye çalışıyorum, Seda yaşamdaki ilginç ve eğlenceli detayları bulma üstadımız, dergimizin kültür ateşesi, Banu kitapkurdu tanımının tam karşılığı, ayrıca belleğinde geniş bir film arşivi de mevcut, Akın sinema mezunu anladığınız üzere ve ileride bu camiada profesyonel olarak karşımıza çıkma ihtimali yüksek, Duygu’ya gelince
DERGİ TASARIM
markalaşmanın bir sanat olduğunu her ay ortaya koyan ve çok yerinde tespitleriyle markaları yakın merceğe alan bir
SİNEM ERGUN
uzman, Müge hepimize yeni bir gözlük takıp etrafımıza duyularımız açık bakmamızı sağlayan aynı zamanda her ay bize yemek kültürümüzden örnekler sunan bir mutfak
KAPAK TASARIM
profesörü, Şule’ye gelince yeteneğiyle her ay bizi kendisine hayran bırakan sevimli çizgileriyle ve kapak tasarımlarıyla
ŞULE COŞKUN BALMUMCU
dergimizin güzellik uzmanı ve Nesobaby keyifli yazılarıyla bizi köşe bucak gezdiren ailemizin Evliya Çelebisi.
KAPAK FOTOĞRAF Ayrıca zaman zaman konuk olarak dergimizi şereflendiren KAAN KOÇAKOĞLU www.kaankocakoglu.com
yazarlarımızda oluyor elbette ve artık ailemizin sayısı okuyucularımızla birlikte bin kişiye yaklaşmış durumda. İşte bizim ailemiz….
İLETİŞİM ajandadergisi@gmail.com
ETKİNLİKLER SEDA ASOLAR www.sedasolar.blogspot.com
2 - 17 Nisan 2011'de yapılacak 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali, "Köprüde Buluşmalar Platformu" dahilindeki "Uzun Metrajlı Film Geliştirme Atölyesi"nin dördüncüsünü 13-14 Nisan 2011 tarihlerinde düzenliyor. Türkiye'den uzun metrajlı film projelerine açık olacak atölyenin amacı, sinemacılar için projelerini sunacakları uluslararası bir platform sağlamak ve yapım sürecini başlatmaları için gerekli desteği bulmalarına Atölyede bu yıl da Arte, Eurimages, Fortissimo Films, Binger Lab gibi uluslararası kuruluşlardan gelen temsilciler, proje sahipleriyle finansal plan hazırlama ve profesyonel platformlarda proje sunumu (pitching) üzerine birebir görüşmeler yapacak ve projelerin uluslararası ilişkilerini başlatması için ilk adımlar atılmış olacak. Seçici Kurul tarafından yapılacak değerlendirme ile başvurular arasından seçilecek projeler, Proje Geliştirme Atölyesi'ne katılmaya hak kazanacak. Atölyeye katılacak ulusal ve uluslararası katılımcıların yapacağı değerlendirmenin ardından seçilecek projelere TC Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen 10.000 USD para ödülü, Fransız Ulusal Sinema Kurumu (CNC) tarafından verilen 10.000 Euro değerinde para ödülü ve 25.000 TL değerinde Melodika Post-Prodüksiyon Destek Ödülü sunulacak. Köprüde Buluşmalar Atölyesi'ne katılmak isteyen yönetmen ve yapımcılar başvurularını en geç 31 Ocak 2011 Pazartesi tarihine kadar Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne online olarak gönderebilirler.
AKBANKSANAT BAROK MÜZİK GÜNLERİ Jorge Jimenez (Keman) 27 Ocak 2001 Perşembe 20:00 2000 yılında Avrupa Birliği Barok Orkestrası'nın üyesi oldu ve 2002'de modern keman diplomasını aldıktan sonar Katalan Hükümeti'nin bursuyla ünlü kemancı Lucy van Daelileileri düzeyde erken dönem keman çalışması için Amsterdam Konservatuarı'na girdi. Profesyonel kariyeri başlıca olarak; İngiltere'de The King's Consort, İspanya'da Al AyreEspa±ol (ki Salamanca ve Utrecht Erken Müzik Festival'lerinde başkemancılığını üstlenir) ve Almanya'da Das Neue Orchester topluluklarıyla yaptığı çalışmalar sayesinde gelişmektedir. Ayrıca sanatçı, Academy of Ancient Music, English Baroque Soloists, B'Rock, The Irish Baroque Orchestra, Orquesta Barroca de Mallorca, Orquesta Barroca de Sevilla gibi pek çok önemli toplulukla konserler verdi.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU ŞİİR DİNLETİSİ İŞ SANAT’TA Mekan: İş Sanat Kültür Merkezi Tarih: 17 Ocak Pazartesi Saat 20:00 Telefon: 0212 316 10 83 İnsan Dediğin Derya Misali başlıklı dinletide, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesini imleyen bir atmosferde, şairin tematik bir bütünlük gözetilerek seçilen şiirleri müzik eşliğinde sunuluyor… Aynı zamanda ressam da olan Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911-1975) halk şiirinin biçim özelliklerinden yararlanarak kendine özgü bir söyleyişi geliştirmiş; doğanın renklerini içeren, coşkulu ve yaşama sevinciyle dolu şiirler yazmıştır. “… dolaysız bir söz girişimi içinde olduğunu görürüz. Resimde, seramikte olduğu gibi, şiirde de, içeriğin ötesinde, fiziki anlamda bir kullanma değeri yaratmak istemiştir. Sanırım, onun şiirde ve plastik sanatlardaki çalışmaları bu noktada bütünlenmektedir.” (Cemal Süreya)
Miller Music Factory Müzik Yarışması...Son Katılım 28 Şubat! Miller Music Factory 2010’a katılıp yarışma heyecanına ortak olan genç müzisyenler, MMF Atölyeleri’nde hem eğleniyor, hem de yeni şeyler öğrenip kendilerini geliştirme fırsatı yakalıyor! Yarışma şu kategoriden oluşuyor: DansParçasi: Yarışmacıların house, techno, electro, break beat ve alt türevleri alanında dans parçaları ile yarışabilecekleri kategori! En Iyi Elektronik aParçasi: Yarışmacıların ambient, downtempo, electronica, funk, reggae & dub, drum’n bass, triphop, nu jazz tarzlarında ya da kendilerinin belirleyeceği bir tarzda yaratıcılıkları ile yarışabilecekleri kategori! DJ Kategorisi: Yarışmacıların en sevdiği parçaları miksleyerek yaratıcıklarını konuşturabilecekleri kategori! Hip Hop Sanatçısı: Yarışmacıların hız ve sahnedeki kelime oyunları ile izleyenleri şaşırtabilecekleri kategori! Alternatif Rock Sanatçısı/Grubu: Yarışmacıların Grunge, Brit Rock, Indie Rock ve türevlerindeki eserleri, gruplarıyla birlikte adeta bir ‘rock star’ edasıyla yorumlayabilecekleri kategori! Cover (Düzenleme) Sanatçısı/Grubu: Yarışmacıların gruplarını belirledikten sonar favori şarkılarıyla yarıştıkları kategori! Dans, Elektronika, DJ, Hip Hop, Cover ve Alternatif Rock kategorilerinde finale kalan müzisyenler, MMF Atölyeleri’nde müzik camiasının önde gelen isimleriyle biraraya gelerek, onların tecrübelerinden yararlanacak. Genç müzisyenlerin aklına takılan tüm soruların yanıtlarını bulacağı MMF Atölyesi, her sene oldugu gibi bu sene de Miller Music Factory organizasyonunun en çok ilgi çeken bölümlerinden biri olacak. www.miller.com.tr
GİTARCAFE’DE OCAK ŞENLİĞİ Kadıköylü Gitar cafe, müziğin farklı türlerini ve farklı ülkelerden müzisyenleri kapsayan şenlik tadında bir programla 2011’e adım atıyor. Berlin’de yaşayan İtalyan besteci-gitarist Carlo Domeniconi konser ve atölye çalışmasıyla yine Gitarcafe’de. Vengerov, Rostropoviç, Fazıl Say, İngiliz Oda Orkestrası gibi klasikmüziğin ustalarıyla konserler vermekte olan keman sanatçısı Özcan Ulucan ise ilk kez Gitarcafe’ye konuk oluyor. Dünyaca ünlüs anatçının Gitarcafe için hazırladığı ve polifonik benzerlikleri olan eserlerden oluşan repertuar, Bach, Paganini ve Ysaÿe’nin besteleri ile Anadolu’dan ezgileri kapsıyor. Ayın klasik müzik konserlerinden bir diğeri de, hem solo hem de oda müziği ve orchestra konserleri veren gitarist Sevcan Tahtacı ile flutist Koza Ünal’ın kurdukları Gitar & Flüt adlı ikiliden. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda yüksek lisans öğrencisi olan genç sanatçılar Sor, Fauré, Piazzolla’nın eserlerini seslendirecekler.
Yer: Gitarcafe Tarihler: 06.01.2011~30.01.2011 Telefon: 0216 348 60 55 Ücret: 15.00 - 20,00 - 25.00 TL
ANKARA FİLM FESTİVALİ YARIŞMALARI İÇİN SON BAŞVURU TARİHİ 7 OCAK 2011
22. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Uzun, Kısa ve Belgesel film yarışmaları için sinemaseverlerin, en geç 7 Ocak 2011 tarihine kadar başvurularını yapmaları gerekiyor.
17-27 Mart 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 22. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal Uzun Film Yarışması, Ulusal Kısa Film Yarışması ve Ulusal Belgesel Film Yarışması için başvurular devam ediyor. Öğrenci ve profesyonel olmak üzere iki dalda düzenlenen Ulusal Belgesel Film Yarışması ile kurmaca, deneysel ve canlandırma dallarında düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması'nda her dal için bir "En İyi Film Ödülü" verilecek. "En İyi Film Ödülü"nü kazanacak yapımlar 2 bin 500 Türk Lirası ile ödüllendirilecek.
SERGİ
"Gelman Koleksiyonu'ndan Frida Kahlo ve Diego Rivera" Sıra dışı yaşamlarıyla merak uyandıran, Meksika kültürüne damga vuran eserleriyle 20.yüzyılın efsane çifti Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'nde; 23 Aralık 2010 - 20 Mart 2011
Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'nde konuk olacak 20.yüzyılın efsane çifti Frida Kahlo ve Diego Rivera, yapıtları kadar özgün karakterleri, yaşam öyküleri ve merak uyandıran birliktelikleriyle de dünya kamuoyunda ilgi uyandırıyor. Jacques ve Natasha Gelman'ın koleksiyonunda yer alan, Meksika'nın ulusal kültür varlıkları envanterine kayıtlı ve Meksika dışında çok az sayıda sergilenen 40 yapıt, çiftin en önemli eserlerinden oluşuyor.
Eserleriyle olduğu kadar, sıra dışı ve tartışmalı yaşamlarıyla, fırtınalı ilişkileriyle ilgi çekerek sinema ve edebiyat dünyasına da ilham veren ikilinin 20 Mart 2011'e kadar ziyarete açık kalacak sergisi için 22 Aralık Çarşamba sabahı Pera Müzesi Oditoryumu'nda düzenlenecek www.peramuzesi.org.tr
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ? SEDA ASOLAR www.sedasolar.blogspot.com
FRIDA KAHLO 1907 – 1954 yılları arasında yaşayan Meksikalı ressam Frida’nın tam adının Magdalena
Carmen Frida Kahlo Calderon olduğunu ,
Doğum tarihini Meksika Devrimin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 olarak değiştirdiğini
Anne babasının Yahudi ve Kızılderili asıllı olduğunu,
Geçirdiği çocuk felci nedeniyle sağ bacağı-
nın sorunlu olduğunu ve 1954 yılında kangren nedeniyle sağ bacağının kesildiğini,
Frida’nın, Rus devriminin önde gelen isimle-
rinden Lev Troçki ile bir dönem birlikte olduğunu,
Acılarından kurtulmak için yaşam boyu re-
sim yaptığını ve ardında 143 adet tablo bıraktığını, bu 143 adet tablonun 55 adetini oto-portrelerinin oluşturduğunu,
Yaşadığı aşkın karanlık tarafını ise şu sözler
ile özetlediğini : "hayatta basıma iki korkunç kaza geldi, biri geçirdiğim otobüs kazası, diğeri de Diego"
Seni sevmekten ne zaman vazgeçtim ? Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığımı zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden sen olduğun için vazgeçtim.
BENCİL OLDUĞUN İÇİN VAZGEÇTİM!!
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
FRIDA KAHLO
GEZİ
İSTANBUL’DA TURİST OLMAK
Lezzet, “detayda” gizli ... Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com
Antiochia,
küçük bir mekanda
koskocaman bir medeniyet yatağını Böyle tanımlamışlar kendilerini, pek de doğru ve yerinde bir tanım olmuş. Bu ay turist olarak yine yemeli içmeli bir tur atacağız beraber. Geçenlerde ilk kez gittiğim ve her yediğimin tadı damağımda kaldığı bir yerden bahsediyor olacağım sizlere,
Antiochia’dan ...
barındırarak başarılı bir şekilde yapıyor bu uygulamayı. Antiochia’nın kurucu ortağı Jale Balcı’dan direk olarak aldığım bilgiye göre yeşillikler hariç tüm kullanılan malzemeler direk Antakya’dan geliyormuş. Bu da o mekanda Antakya’yı yaşamamızı, Antakya lezzetlerinin tadını sanki oradaymışçasına keyifle almamızı sağlayan en önemli unsur olsa gerek.
İstanbul’da konsept mutfaklara sıkça rastlamak mümkün. Ancak her konsept mutfak uygulaması,
Mekan son derece sıcak. İster içerde, isterse de dışarıdaki masalarda oturularak,
aslını koruyarak, bizi o konsepte yüzde yüz
doyumsuz mezelerin, nefis etlerin tadına
dahil ederek gerçekleşmiyor elbette.
bakmak mümkün.
Ama ne olursa olsun zeytinli mezeden yemeden gelmeyin. Dağ kekiği ile harmanlanmış kırma zeytinin tadına doyamayacağınıza eminim. Gurmelerin muhakkak ziyaret ettiği yemek kültürü ile bir fenomen durumunda olan Antakya’nın akla gelen ilk mezesi nedir dediğimde cevabınızı duyar gibiyim.. Humus... Nohutun tahinle adeta bütünleştirilerek hazırlandığı humusu bir de Antiochia’da denemeniz lazım. Soğuk bir kış gününde ya da gecesinde, Şu iddialı cümleyi kurmadan geçemeyece-
sıcak bir mekanda, Antakya’nın birbirinden
ğim.. Hayatımda yediğim en güzel etti.
lezzetli yemeklerinin tadına bakmak ister-
Evet, aynen öyle.. Antakya’dan getirtilen ve
seniz rotanız Asmalı Mescit’te yer alan
dinlendirilen eti çiğnemeye bile gerek yoktu
Antiochia’ya mu-
diyebilirim. Lokum desek yeridir. Mekanın
hakkak düşmeli.
dürümünün popülerliği de buna bağlı olsa gerek.
Afiyetle & sağlıkla,
Jale Hanım, ziyaretimiz sırasında bize Antakya’ya özgü başka lezzetler de tattırdı. Kendisi ve ailesi Antakyalı olan Jale Hanım, Antakya’nın bu lezzet mirasını sadece mekanında da yaşatmakla kalmamış. Kendisinin aynı zamanda bu konuda bir de kitabı var. “Antakya ve Yemekleri” adındaki üçüncü kitabında Jale Hanım, hem Antakya’yı hem de mutfağını detaylı bir şekilde tanıtıyor.
Detaylı bilgi için ; www.antiochiaconcept.com
MARKALAŞMA SANATI DUYGU PHILLIPS www.saklamarkac.com
Yılbaşı geldi geçti. Bu sezon beni hep çok mutlu etmiştir. Sokaklarda bir hareket olur. İnsanlar alışveriş yaparlar. Markalar canlanır, mağazalar neşelenir. Çok severim alışverişe çıkmayı, mağaza bakmayı. Bu ay sizlere hediyeler ile ilgili bir bölüm hazırladım. En beğendiğiniz hediye gibi bir yıl olması dileğiyle… YILBAŞI ALIŞVERİŞİ ÇILGINLIĞI Her sene yılbaşı alışverişlerine damgasını vuran bir mağaza Marks&Spencer. 200 TL alışveriş yap, 75 TL hediye çeki al, onu da harcıyım derken, toplamda 150 TL’lık alışveriş daha yap, hadi 200’e tamamlayım derken, bir de bakıyorsun 500 TL harcamış Marks&Spencer’da. Hiç bulaşmam böyle işlere. Tuzak bunlar, tuzak J Bir kere yılbaşı ağacının altında hep aynı paketler J Hepsi Marks&Spencer. Akıllı taktik ama, Marks&Spencer’larda kasalar yine dolup taşıyordu bu yılbaşı öncesinde.
WEB HEDİYE ALTERNATİFLERİ Hediye almaya bayılırım. 2 tarafa da çekilebilir bu söz: satın almak ve birinden hediye almak. Benim daha çok tercih ettiğim hediye satın almak yani hediye vermek. En güzel hediye, içten gelerek alınan hediyedir. Mecbur olarak hediye almak ise çok sıkıcı. Yılbaşları bazen biraz öyle oluyor. Ona da alayım, ne alayım, tüh yine son güne kaldık… İşte böyle olunca, hediye almak zevk değil, işkence oluyor. Günlük koşturmalarımızda, vakit bulup da hediye seçmek bir ayrıcalık. Böyle durumlarda, hediye bakacak vakit bulamayınca internette seçenekler var. Hediyedenizi.com, hediye.com.tr, hediyefabrikası.com bunlara birer örnek. Seneye yılbaşında, veya özel günlerde incelemeyi unutmayın.
YENEBİLEN ÇİÇEKLER Farklı hediye alternatiflerinden biri yenebilen çiçekler yapan “BonnyFood”. Çiçek buketi gibi tasarlanmış muffinler ile meyvelerden oluşan buketler harika görünüyor. Kek çiçekleri, meyve çiçekleri, çikolata şeker çiçekleri, marshmallow çiçekleri var. Hepsi birbirinden iştah açıcı ve sevimli. Sadece yeni yıl değil, tüm özel günler için alternatifler mevcut. Sloganı: “Hediyelik Lezzet Çiçekleri” bu lafı sevdim. Ne olduğunu anlatıyor, markayı tanımlıyor. Logosu biraz zorlama olmuş sanki. Gülen yüze çok gerek yokmuş bence. Bu ürünü ilk getiren onlar mı bilmiyorum ama benim bildiğim ilk marka Bonny Food. Web sitelerinde de çoğaldıklarını anlatıyorlar. Şubelerini listelemişler. Ardından başka markalar da geliyor tabi. Jill Food, Çiçek ve Lezzet mesela.
YILBAŞI KARTLARI Biz bu kadar hatırşinaz bir toplum iken, özel günlerde kart alıp verme pek yerleşmemiştir kültürümüze. Aslında ne kadar hoş, manevi değeri olan bir hediyedir. Ama kartlar hediye olarak görülmez bizim kültürümüzde. Hediyenin yanında verilir. Hediye alınca yanında bir de kart alınır bazen, her zaman değil o da. Oysa ki yurtdışında o kadar gelişmiş ki kartlaşmak geleneği. Örneğin Amerika’da Hallmark bu işi büyütmüş. O kadar güzel kartlar var ki. Her olay için, her kişi için özel kartlar var. Anneme, babama gibi kartların yanı sıra, neredeyse kuzenimin eşine kartı bile var:) Hastalık, sağlık, evlilik, doğum her türlü konuya özel kartlar var. Bir de 3 boyutlu, animasyonlu kartlar yapmışlar. Kartı alıyorsunuz, web sitesine bağlanıyorsunuz. Web sitesinde kartınızın ait olduğu dosyayı indirince ve kartı web cam’e tutunca kendinizi ve kartı ekranda görüyorsunuz, ardından kart canlanıyor, karttaki karakterler neler varsa, müzik çalıyor, dans ediyorlar, hareket ediyorlar. Çok eğlenceli, çok değişik. DVD’li olanlar da var. Dijital fotoğrafınızı ekleyebiliyorsunuz ve animasyon kartta izlenebiliyor. Düğünlerde, doğumlarda kartlar yine bir tebrik alternatifi. Kimi zaman birkaç dolar banknotlar ekleniyor kartın arasına, güzel bir dilek. Ama dolar şart değil, önemli olan güzel bir kart seçmek. Bence çok hoş. Keşke bizde de gelişse bu iş biraz daha. Keşke doğum gününde sadece kart vermek “ayıp” olmasa:) www.hallmark.com adresinden çok çeşitli ürünleri inceleyebilirsiniz. SESLİ KİTAPLAR Uzakta olan bir yeğeniniz, torununuz, sevdiğiniz varsa yine Hallmark tarafından üretilen bu kitaplar çok güzel. Her sayfasına sesinizi kaydedebiliyorsunuz, kitabı sesli okuyup kayıt yaptıktan sonra okuyan kişi sayfaları çevirdikçe sizin sesinizi duyuyor. Kalıcı bir hediye.
OKUMA GÜNLERİ SEDA ASOLAR www.sedasolar.blogspot.com
Okuma Atölyesi—Caddebostan Kültür Merkezi Prof. Dr. A.Didem Uslu yönetimindeki okuma atölyesinde bu ay
4 Ocak — Halit Ziya Uşaklıgil, Mai ve Siyah
18 Ocak — Nikos Kazancakis, Zorba
1 Şubat —Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal
Caddebostan Kültür Merkezi: www.ckm.gen.tr
TİYATRO
ÇOCUK TİYATROLARI SİNEM ERGUN www.sanatnotlari.blogspot.com
sahip oldukları hayal alemlerini görsel olarak
Çocukken haftasonları babaan-
üzerindekilere kolayca inanabildikleri
nem bize bir ritüel oluşturmuş-
yaşayan bir masal ortamı. Boyut algılaması
tu. Duygu ile beni önce tiyatro-
açısından ise çok sağlıklı bir atmosfer
destekleyen, saf düşünceleriyle sahne
ya götürür ardından da Harbiye orduevinde
televizyonla kıyaslandığında. İzledikleri canlı
öğlen yemeği ısmarlardı. Şimdi düşününce
performans ve algılayabildikleri mesajlar ile
tiyatro sevgimin kaynağının burada
tüm hayatlarını etkileyebilecek olumlu
olduğunu görüyorum.
deneyimler.
Karagöz Hacivat gösterisinden kukla gösterisine ve çeşitli çocuk oyunlarına kadar
İşte bu düşüncelerle kendi oğlumu da 1, 5
hepsini zevkle izlerdik. Bir de hiç unutmam akşam annemle babamın opera ve bale
yaşında itibaren tiyatro büyüsüyle tanıştırdım. O yaşta uyku saatlerini gösteriyle
gösterisine gidişinde bizi götüremediklerine
ayarlamak biraz zor oluyor tahmin edeceği-
çok üzülürdük Duygu’yla. Biran önce yaşımı-
niz gibi. Oyunlar da şansımıza öğlen tam
zın gelmesini beklerdik. Hatta yaş sınırını
uyku saatine denk geliyordu. Buna rağmen
tamamlayınca en güzel kıyafetimi giyip
birgün annesinin tiyatro aşkıyla uykulu uy-
AKM’nin büyük salonunda sanırım La
kulu oturduk en ön sıraya ve başladık Kukla
Traviata operasını izleyip biraz garipsemiş,
Show’u izlemeye. Bu o kadar eğlenceli bir
özellikle orkestranın canlı varlığından çok
gösteriydi ki, kukla sanatını ve her çeşit
etkilenmiştim.
kuklayı şarkılar ve danslar eşliğinde seyre-
Çocuklara bir şey öğretmek istiyorsak
derken biryandan da kuklacı amca ile
bunun en etkili yolu konuşmak değil davra-
interaktif olarak çocukların katılabildiği bir
nışlarımızdır. Kitabı sevdirmek istiyorsak bizi
şekildeydi. 3 yaş üstü çocukların kıkır güldü-
kitap okurken görmesi gerektiği gibi.
ğü ve soru cevaplarla tüm cin fikirlerini sergileyebildiği bu gösteriyi neredeyse sonuna
Tiyatro bana kalırsa her yaşta insan için
kadar izledik, hatta çoğu yerinde Doruk bile
önemli bir kültürel etkinlik. Hayal dünyasının
güldü.
içine doğrudan giriş kapısı. Harikalar diya-
En son geçen ay Masal Gerçek Tiyatrosunun
rında Alice olma fırsatı. Gerçek dünyadan bir
“Arı Maya ile cızbız” oyununa gittik. Dekoru,
süreliğine ayrılıp bilincimizi bir kurguya kay-
şarkıları, kostümleri ile gerçekten eğlenceli
dırma yöntemi. Asında bir terapi belki de.
bir oyundu.
Çocuklar için ise mevcut ve en üst seviyede
Doruk şuan 2,5 yaşında ve başından sonuna kadar oyunu seyretti, hala da arada anlatır hatırladığı sahneleri ama bu oyun interaktif olmadığı için konuşmalı bölümlerde biraz sıkıldı ve dolaşmak istedi, ama şarkılar başlayınca pür dikkat kesiliyordu. Hatta “ne zaman şarkı başlayacak” diye de sorup duruyordu. Buradan anladığım sanırım çocuklara laf atan ve onları da gösteriye dahil eden oyunları seçmemiz bu yaş için daha iyi olacak:) Araştırdığım zaman bir çok çocuk tiyatrosuyla karşılaştım. Sizlerle de bu bilgileri paylaşmak istiyorum. Web sitelerine girerseniz birçok oyunu da görmeniz mümkün. Çocuğunuzun sahne tozuyla ve büyüsüyle bol bol bir araya gelmesi dileğimle..
Masal Gerçek Tiyatrosu http://www.masalgercek.com/ Arı Maya ile Cızbız Ocak Ayı Boyunca Her Cumartesi Pazar 13:00 Hayal Dünyası Büyülü Sahne Bakırköy 0212 572 04 44
Tomurcuk Çocuk Tiyatrosu www.tomurcukkukla.com Caddebostan Kültür Merkezi Kukla Show 9 Ocak 13:00/ 15:00 Kırmızı Başlıklı Kız 8 ve 29 Ocak 13:00/ 15:00 İki İnatçı Keçi 15 Ocak 13:00/ 15:00 Yalancı Çoban 16, 23, 30 Ocak 13:00/ 15:00
Pembe Kurbağa Çocuk Tiyatrosu—Ankara http://www.pembekurbaga.com.tr 0312 418 02 98 Karagöz Sihirli Kavak 8,15, 22, 29 Ocak 10:30 Kardan Adam ile Kartanesi 15,22,29 Ocak 12:00
Zorlu Çocuk Tiyatrosu http://www.zorlucocuktiyatrosu.com Oz Büyücüsü 29, 30 Ocak 11:00 13:00 Maltepe Türkan Saylan KM
RÖPORTAJ
Kısa Filmlerin Büyülü Dünyası SİNEM ERGUN www.sanatnotlari.blogspot.com
Kısa filmin tanımıyla başlamak istiyorum. Kısa film nedir? Sanatta tanımlama yapmak zordur. Bugüne
Sinema sanatıyla izleyici olarak
dek yapılan tanımlamalar, kısa filmin üç
ilgileniyorsanız veya kamera
şekilde ele alındığını gösteriyor: Birincisi,
arkasında yer almak istiyorsanız siz de kendinize ait bir kısa film yapabilirsiniz.
kavramın kendisinden hareketle, türü ne olursa olsun ‘belirli bir süreyi aşmayan film’ anlamına geliyor.
“Sinemaskop Geceler” adıyla atölye çalışmaları yürüten, bugüne kadar beş tane kısa film çekmiş ve festivallerde yer almış olan bir sinemasever Meriç Renkver ile özellikle
Festivallerin doğal sınırlaması olan bu nokta, örneğin Cannes’da 15 dakikadır bu süre, “kısa film, süresi kısa olan film değildir”
kısa filmler ve sinema tarihi hakkındaki
deseniz de, bir zemin oluşturuyor tabii ki. Bu çerçevede, kısa filmi, uzun metraj filmin
röportajımızın size pek çok bilgi sağlayaca-
egzersiz alanı olarak da görmek mümkün.
ğına eminim.
İkinci yaklaşım ise, daha çok içerik bağlamında, kısa filme atfedilen özellikler-
den hareketle yapılan tanımlama çabaları:
Lumière kardeşlerin 1896 yılı yapımı “Trenin Ciotat Garı’na Gelişi” adlı ünlü
Deneysellik, özgürlük, bağımsızlık, öncülük,
filmlerinin süresi bir dakikadır ve trenin gara
sistem dışılık, ticari kaygılardan uzaklık gibi.
gelişinden başka bir şey anlatmaz. Méliès,
Bu çerçevede, özellikle ‘kâr amacı
Porter gibi sinemanın öncü isimleri yüzlerce
gütmemek’ ve ‘deneysellik’ ön plana çıkan
kısa film çekmişlerdir. Tabii bu durum, film-
özellikler.
lerin, eğlence vaat eden endüstriyel meta
Üçüncü yaklaşım ise, edebiyattaki türlerle
haline gelmesi ve prodüksiyon altyapısının
yapılan benzeştirmeler: Uzun metraj film
gelişmesiyle hızla aşılmış ve düzenli uzun
‘roman’ ise, kısa film ‘öykü’dür; uzun metraj
metraj film üretme ve kazanç sağlama süre-
film ‘öykü’ ise, kısa film ‘kısa öykü’dür veya
cine geçilmiştir. Ancak kısa film, ticari me-
‘şiir’dir, hatta ‘atasözü’dür gibi.
kanizmaların gücü ve ağırlığına karşın varlığını korumuş ve özellikle batılı ülkelerde
Tüm tanımların savunulabilir veya karşı
belli ölçülerde kurumsallaşmıştır.
çıkılabilir yönleri olduğu bir gerçek. Kişisel
Bazı ünlü yönetmenler bugün de zaman za-
görüşüm, kavramdaki ‘kısa’ yerine ‘film’
man kısa film çekmekte veya Godard,
olgusunun daha önemli olduğu yönünde.
Greenaway gibi isimler kısa filmin deneysel ve özgür ruhuna uygun uzun metraj filmler
Bir başka deyişle, kısa filmin, ‘film gibi’ ol-
çekebilmektedirler.
masını önemsiyorum. Kısa film, içeriksizlik veya anlaşılmazlık olmamalıdır. Anti-sinema
Kısa filmlerin, uzun metrajlı filmlere
yaparken bile, bunu izleyenin algılaması için
göre daha cesur konulara yöneldiğini
belirli bir dile ve yapıya ihtiyaç duyarsınız.
söyleyebilir miyiz?
Başka sanat dallarında olmayan uzun-kısa
Ticari kaygılardan uzak olmak bakımından,
ayrımının, içerik temelinde ele alındığında
evet. Kısa film çekerek para kazanamazsı-
bir anlam kazanabileceğini düşünüyorum.
nız, festivallerdeki mütevazı ödülleri say-
Kısacası, filminizin süresini kısa tutmanız
mazsak. Bununla birlikte, youtube gibi mo-
sorun değil, tutarsınız!
dern zaman medyalarında kısa filminizle yüksek ‘hit’ alabilir ve bunu ticari kazanç
Sinema tarihinde ilk kısa filmler ne za-
sağlamanın bir aracı olarak kullanabilirsiniz.
man ve nasıl ortaya çıkmıştır?
Tabii bunların ne kadar sanatsal, ne kadar
Sinema tarihinin doğrudan kısa filmlerle
ticari süreçler olduğu tartışılır. Biz burada
başladığını söylemek yanlış olmaz. Fransa
kısa filmden, yani temelde ‘sinema
ve Amerika’da yapılan ilk filmler kısa film-
sanatından’ söz ediyoruz. Dolayısıyla, ka-
lerdi. Sadece süre bakımından değil, henüz
zanç getirmeyecek bir işe soyunmak, bir
sinema yaygın bir endüstri olmadığından, içeriklerinin daha özgürce, kısa filmin
şeyleri denemek, sistemin dışına çıkmak, hem bir tür cesaret, hem de bir tür adan-
ruhuna uygun bir özgürlükle ele alındığını
mışlık ister, hele günümüzde. Buna kısaca,
dahi söyleyebiliriz.
‘çılgınlık’ da diyebiliriz.
Daha somut konuşursak, uzun metrajlı
Kısa film çekmek, uzun metraj film çe-
filmle kıyaslandığında, kısa film ne tür
ken yönetmenler için mutlaka gerekli
farklılıklar gösterir?
bir deneyim midir?
Süre faktörü bir yana, kısa filmi uzun metraj
Böyle bir gereklilikten söz edilemez, ancak
filmden ayıran en temel özellik, sanırım
faydalı olduğu veya bir başlangıç noktası
yaratıcısına sağladığı özgürlük alanı. Uzun
oluşturabildiği bir gerçek. Doğrudan uzun
metraj bir film, kendisine zaman içinde
metraj çekmeye başlamış yönetmenler oldu-
özgürlük sağlamış bir yönetmene de ait
ğu gibi, kısa film deneyiminden sonra film
olsa, seyirciyle buluşma gibi bir zorunluluk
çekmeye başlamış ve yıllar sonra da çekme-
taşır. Bunun adını net olarak koyarsak, filme
ye devam eden yönetmenler de var.
yatırılan paranın fazlasıyla geri kazanılması
Scorsese, Spielberg, Lucas gibi Amerikan
gerekir. Özgürlük noktasından bakarsak, bir saatlik
sinemasının dev isimlerinin, Almodovar, Kiarostami, Von Trier gibi usta yönetmen-
‘kısa film’ de yapılabilir, bağlı olduğu pran-
lerin, kariyerlerinin başında kısa filmler çek-
galar bakımından on dakikalık bir film uzun
tiklerini görüyoruz. Bizde de Nuri Bilge
metraj kategorisine de dahil edilebilir.
Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Mustafa Altıoklar kısa filmle başlamışlardır. Rah-
Özgürlük derken, iki boyut söz konusu. Bi-
metli Ahmet Uluçay, hiçbir eğitim almadan,
rincisi, kısa filmi tamamen bir laboratuar, bir
binbir imkansızlık içinde köy ortamında kısa
araştırma alanı olarak görüp, deneyselliğin
filmler çekmiştir. Ve bugün Türk sinema ta-
sınırlarına kadar gitmek. Bu, kısa filmde
rihi içinde çok özel bir yeri vardır.
yaygın bir anlayıştır, Warhol filmleri de dahil.
“Lumière et Compagnie” adlı film, bu
İkinci boyut ise, elinizdeki özgürlük alanını,
bakımdan mükemmel bir örnektir. 1995 yı-
ticaretin kurallarından uzak, ama insanlarla
lında gerçekleşen bir proje. 40 ünlü yönet-
bir duygu-düşünce ilişkisi kurmayı dert edi-
menden, süresi 50 saniyeyi geçmeyen kısa
nen tarzda kullanmanızdır. Bundan kastım
filmler çekmesi isteniyor. Ancak şöyle bir
şu: Ticari kuralların dışında ama sinemanın
zorunluluk var: Kullanacakları kamera,
dili ve kuralları içinde kalarak da kısa film
Lumière kardeşlerin 1895’de geliştirdikleri
yapabilirsiniz. Bu anlamda, kısa filmin uzun
sinematograf. Yönetmenler, sinemanın doğ-
metraja yaklaştığını söyleyebiliriz. Kısa film-
duğu dönemdeki şartlar altında kısa film çe-
den söz ederken hep ‘kısa olmak’ kavramı-
kiyorlar ve bu çalışmaların toplamından
na ve onun çağrışımlarına odaklanıyoruz,
“Lumière et Compagnie” adlı film ortaya çı-
oysa bir de ‘film olmak’ gerçeği var. Film
kıyor. Filmde, yönetmenlerin sinemayla ilgili
olmak demek, sinemanın bir dil olarak taşı-
görüşleri de var. Özellikle kısa filmle ilgile-
dığı işlevin gereklerini yerine getirmektir. Festivallerde gösterilen ve ödüllendirilen
nenlere tavsiye ederim, kısa film ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi görmek bakımından.
kısa filmlerin, genellikle, film olmanın gereklerini yerine getiren çalışmalar olduğu görü-
Kısa film çekmenin aşamalarına ve sü-
lüyor.
relerine kısaca değinir misiniz?
Kısa filmin çekim aşamalarıyla, uzun metraj
Belgesel, dramatik belgesel, animasyon, vi-
bir filmin çekim aşamaları temelde, yani ni-
deo-art, video-clip, öğrenci filmi, eğitim fil-
telik olarak aynıdır. Çünkü ikisi de filmdir,
mi, bilimsel film, tanıtım filmi, reklam filmi,
biri uzun diğeri kısa. İkisinde de senaryo ha-
underground sinema, bağımsız sinema, de-
zırlanır, oyuncular belirlenir, çekim alanı
neysel sinema, avant-garde sinema, haber
saptanır, kamera, ışık gibi malzemelerin
filmi, TV filmi, kurmaca film vs. Bu kavram
yanısıra gerekiyorsa aksesuarlar temin edi-
ve türlerin biri veya birkaçı içinde kalarak
lir, vs. Bu açıdan fark yok, sonuçta film çe-
kısa film yapılabileceği gibi, bunun tersi de
kiyorsunuz. Farklılık, tüm bu aşamaların sü-
mümkün: Sanatsal süreç, biçim ve içerik
resinde, bütçesinde, çapında, altyapısında,
açısından bazı kavram ve türlerin kısa filmle
gösteriminde, seyircisinde ve beklentisinde.
örtüşmediğini söyleyebilirsiniz.
Kısa filmde, senaryo da dahil olmak üzere, her şeyin ‘compact’ olması gerekiyor. Tabii
Kısa filmle diğer film türleri arasında, özel-
ki bir de finansman yönteminde fark var. Kı-
likle yaşanan sorunlar çerçevesinde bir ör-
sa filmciler genellikle kendi ceplerinden para
tüşme olduğu gerçek. Kısa filmcilerin sorun-
harcarken, uzun metraj film yapmak iste-
larıyla, belgeselcilerin, bağımsız sinemacıla-
yenler finansman bulmak gibi bir dertle uğ-
rın, öğrencilerin, yani ticari sinema dışında
raşırlar.
bir şeyler yapmak isteyen herkesin sorunları
Kısa film çekmenin, uzun metraj film ciddi-
hemen hemen ortak. Bunların başında da
yetiyle, belki de düşünsel olarak ondan daha
finansman geliyor. Dolayısıyla, kavramların
derinlikli ele alınması gereken bir mesele ol-
giderek sınırlarını yitirdiği günümüzde, film
duğu söylenebilir. Yaratıcılık açısından ise,
üretmenin ve paylaşmanın maddi koşulları
teorik olarak bir fark olmaması gerekir, o da
kategorilerin ayrımında daha fazla rol oynu-
film, bu da film, ikisi de sanatsal yaratıcılık
yor.
gerektirir. Ancak, uzun metrajın ticari sınırları klişelere daha çok başvurmanıza yol
Ülkemizde kısa filmlerin üretim, göste-
açabilir. Bu bakımdan, kısa filmin yaratıcılı-
rim ve izlenme durumu nedir? Türkiye’-
ğa daha fazla imkan tanıdığını söyleyebiliriz,
nin bu alandaki konumu nasıl?
ki bu da özgürlükle ilgili bir konu zaten.
Sinemanın büyük bir endüstri olduğu batılı ülkelerde, kısa film çalışmalarının bize oran-
Kısa filmle diğer film türleri arasındaki
la daha kurumsallaşmış olduğunu söyleyebi-
ilişki hakkında neler söylemek istersi-
liriz.
niz?
Bu ülkelerde sinemanın alt başlıkları, asis-
Bu önemli bir konu; kısa filmin ne olup ne
tanlık, kameramanlık, belgesel film, deney-
olmadığıyla da ilgili. Şimdi, sinemada, yani
sel film, sinema eğitimi, senaryo vs. bir uz-
en geniş anlamıyla peliküle veya dijital ortama değişik amaçlarla kaydedilen görüntü
manlık alanı olduğundan, kısa film de spesifik bir alan olarak var olma fırsatını nispeten
üretme sektöründe, kısa filmle akrabalık
daha fazla bulabiliyor. Tabii ki finansman,
içinde olabilecek onlarca kavram ve tür var:
seyirciyle buluşmak gibi ortak problemler vardır her ülkede, ama mesele, ikinci sınıf
muamelesi görüp görmemek.
rucu bulmuyorum.
Kısa film alanı, sinema eğitimi veren okul-
Okulların ve festivallerin dışında, bugüne
lardaki imkanların artması, festivallerde
dek TRT’nin ve birkaç özel kanalın kısa filme
özel bölümler oluşturulması, özgün organi-
destek verdiğini de belirtmek gerekir. 1995
zasyonlar yapılması, örgütlenilmesi, endüstri
yılından bu yana Kültür Bakanlığı’nı da bu
içinde desteklenmesi, televizyonların, Kültür
çerçeveye dahil edebiliriz. Bunların hepsi
Bakanlığı gibi resmi kurumların çabaları ve
önemli destekler. Ancak, iyi niyetli çabala-
özel şirketlerin himayesiyle gelişebilir. Tüm
rın, medya dünyasının izlenme üzerinden
bu paydaşların desteğinin düzeyi ile, bir ül-
giden sert kurallarına çarpıp dağılabildiği de
kede kısa film alanının derinlik ve etkinliği
bir gerçek. Türkiye’de kısa filmin siste-
paraleldir.
matik olarak ele alınmasının tarihi 1963 yılı-
Bu açıdan baktığımızda, ülkemizde öğrenci-
na, Hisar Yarışması’na kadar uzanır. Bir zamanlar sinemalarda, film başlamadan önce
lerin bu alanda daha aktif olduklarını görü-
kısa haber filmleri gösterilirdi. Kısa filmin de
yoruz. Son yıllarda çekilen kısa filmlerin bü-
ülkemizde kendine göre bir tarihçesi var ve
yük çoğunluğu öğrenci filmlerinden oluşu-
incelemeye değer.
yor. Doğal olarak, sinema eğitimi alan öğrenciler daha motiveler bu konuda ve okul-
Sizin sinemayla ilişkiniz, uğraşınız nasıl
ları sayesinde belli bir altyapıya da sahipler.
başladı?
Üretim anlamında sayı yüksek ama yaratıcı-
Benim sinemayla ilgim lise yıllarında, tele-
lık, sinema dili vb. bakımdan ne düzeydeler,
vizyonda sürekli film izleyerek başladı. Fiilen
tartışılır.
uğraşmayı, düzenli film izlemek ve okumak
Önemli film festivalleri içinde artık düzenli
şeklinde tanımlarsak, o yıllardan başladığını
olarak kısa film bölümleri yer alıyor. Ankara,
söyleyebilirim. TRT’nin ilk dönemlerinde sü-
Antalya, Adana ve İstanbul film festivalleri
rekli eski Amerikan filmleri gösterilirdi. Bu
önemli platformlar.
filmler, klasik sinemayı ve sinema tarihini tanımak bakımından büyük bir ders olmuş-
Yıllardır İFSAK’ın sürdürdüğü çabalar var.
tur benim için. Aile ortamında sinemaya
Ayrıca, birkaç özel kuruluşun yarışmaları ve
olan ilgi de bir faktör tabii ki. Ondan sonra,
birkaç kentte düzenlenen kısa filme yönelik
festivaller, filmler, kitaplar, dergiler, senar-
organizasyonlar da mevcut. Dolayısıyla, 15-
yolar, kısa filmler, sohbetler, dvd’ler, atölye-
20 yıl öncesine göre üretim ve gösterim im-
lerle bu ilgim devam etti.
kanları oldukça artmış durumda. Tabii bu sürecin arkasındaki en önemli etken, dijital
Kaç kısa film çektiniz? Filmleriniz festi-
çekim imkanlarına kolaylıkla ulaşılabilir ol-
vallerde yer aldı mı?
ması. Tabii, sayısal artış niteliksel artış anlamına gelmeyebilir. Çok sayıda filmden iyi
Beş kısa film çektim. İkisiyle, Ankara ve Antalya film festivallerinin yarışmalı bölümleri-
filmlerin çıkma olasılığı yüksektir, ancak
ne katıldım.
kişisel gözlem olarak söylüyorum, yaratıcılık açısından çoğu filmi, kısa veya uzun, doyu-
Kısa film çekerken en keyif duyduğunuz
Klasik filmlerden başlanmasını öneririm. Si-
aşama hangisi?
nema kültürü, değişik türde filmler izleyerek
Tüm süreç keyifli olmakla birlikte, sanırım
oluşur.
kurgu aşaması, yarattığınız esere şekil vermek açısından büyüleyici bir deneyim.
Önce bir filmi izleyin, ondan sonra üzerine
Bir de, filmi bitirip başkalarıyla birlikte sey-
yazılanları okuyun. Farklı türdeki filmler as-
rettiğiniz ilk an.
lında, hayata ve sanata farklı açıdan bakan yönetmenlerin dünyalarını yansıtır. Ford,
Sizin yaptığınız atölye çalışmalarından
Capra, Wilder gibi Amerikan sinemasının
söz eder misiniz?
önemli yönetmenlerinin filmleriyle klasik si-
Sinemaskop Geceler adıyla, periyodik bir
nemayı keşfederken, Truffaut, Godard,
film atölyesi yapıyorum. Yönetmen bazında bir çalışma; her seferinde önemli bir yönet-
Antonioni, Tarkovski, Bergman, Kiarostami gibi farklı estetik, üslup ve dil
menin önemli bir filmini izliyor ve gerek yö-
arayışı içindeki, farklı meseleleri olan yönet-
netmen, gerekse film üzerinde birlikte konu-
menler de izlenmeli ve karşılaştırılmalı.
şuyor ve tartışıyoruz. Akademik tarzda bir film okuma değil, daha çok sinema kültürü
Çok sayıda temel sinema eğitimi veren kurs
ve film değerlendirme, film eleştirme disipli-
var. Herkesin kendi imkanlarına göre bun-
ni üzerinden yaptığım bir atölye çalışması.
lardan birine katılması tabii ki faydalı olur. Ancak, gerçek bir fayda sağlamanın ön şartı
Sinema eğitimi almamış fakat sinemayı
var: Sevmek, yeteneğiniz bile sevgiyle geli-
yakından izleyenler kısa film çekmek
şir veya sevgisizlikle körelir.
için nasıl bir yol izleyebilirler? Meraklılar için küçük ipuçları verebilir misiniz?
Görsel dünyada bir bakıma patlama yaşanıyor, dijital imkanların artması sonucunda.
Kısa film çekmek için kısa film çekmek gere-
Eline kamera alan herkes film çekebilir, çe-
kir! Şöyle: Hemen kendilerine bir dijital ka-
kiyor da zaten. Ancak, az önce de belirtti-
mera alsınlar ve bir şeyler çeksinler, ne
ğim gibi, sanatsal kaygıyla yapılanlarla di-
olursa olsun. Basit kurgu programları var,
ğerlerini ayırmak gerekiyor; ancak bu an-
gerekirse onları da yükleyip kurgulasınlar.
lamda sınırlar giderek birbirine karışıyor, ta-
Sinemanın ilk keşfinde olduğu gibi, öncelikle
nımlamayı ve kategorize etmeyi güçleştiri-
dünyaya ‘kadrajdan bakmanın’ farkını
yor.
görsünler, görüntülerin ardışıklığının nasıl
Sanatsal yaratıcılığın her şeyin önünde
anlam yaratabileceğini keşfetsinler. İkincisi,
olması gerektiğini düşünüyorum, sanatın
rastgele değil, yönetmen bazında film izle-
hangi dalıyla uğraşırsak uğraşalım. Sanatın
sinler. Sinemanın genel kabul görmüş dili kadar, yaratıcılığın öznelliğini de keşfetsin-
temelinde ‘yaratıcılık’ yatıyor ve üzerinde kafa yormamız gereken temel konu bu.
ler.
GEZİ
Karayipler Gemi Seyahati (Bölüm2) Nesobaby http://nesobaby.blogspot.com
Gözlerinizi kapatın, nerede olmak istersiniz?
Fotoğraflar: Burak Arık
Peki ya ben nerede olmak isterim?
Ofistesiniz, ekranda onlarca mesaj cevap-
Palmiye ağaçlarının arasında bir grup
lanmak için sizi bekliyor, masanın kenarın-
müzisyen amca karşılıyor bizi, ellerindeki
da mavi mavi kalın dosyalar… Toplantıdası-
marakasın "çın çın" yumuşak sesi, egzotik
nız gözünüz sürekli saatte "şu adam sussa
bir ritim eşliğinde bembeyaz iri taneli
da gitsek" dediğiniz…
kumların üzerinde yürüyorum, yavaş yavaş,
Ya da evde süpürgenin başındasınız, lava-
ilerledikçe müziğe uyum sağlıyor hem
boda birikmiş sizi bekleyen bulaşıklar "beni
ayaklarım hem ruhum, elime buz gibi bir
yıka! beni yıka !!" diye bağırıyorlar…
içecek tutuşturuyorlar, gençlik iksiri midir
nedir canlanıveriyorum birden "ne var bunun içinde? Oohh pekte güzel geldi " diyorum içerken, kendime sakin bir köşede palmiyenin gölgesinde boş bir hamak bulup içine bir güzel kuruluveriyorum, ben rüyada mıyım bilmem ama bu cennet gibi mekânda huzur içinde birazdan güzel rüyalara dalacağım kesin..
Seyahatimizin ilk günü yolumuz uzun ol-
duğu için denizde geçti. Ertesi sabah gözümüzü masmavi deniz ve arkasında yemyeşil bir ormanla, Haiti manzarası ile açtık.
Labadee 'ye Hoşgeldiniz! Cruise firmasının Haiti'den 100 yıllığına kiraladığı kuzeydeki bu limanda sadece geminin yolcuları ve çoğunlukla yerli halktan oluşan personelini göreceksiniz. Özel olduğu için dışarıdan kimsenin alınmadığı limana gemiden ufak teknelerle taşınıyorsunuz. Sıcak memleketin sıcak insanı tarafından yine sıcak bir karşılama ile adaya ayak basıp, kendinize güzel bir şezlong seçip soğuk içeceklerinizi yudumlayın ve bu cennet adanın keyfini çıkarın!
Haiti'nin kuzeyinde kalan bu bölgede tarihi bir çan kulesi ve Royal Caribbean tesisleri dışında medeniyete dair herhangi bir iz yok. Dileyenler deniz içerisinde kurulu aquapark bölümünden faydalanabilir, biraz aksiyon isterseniz jet ski ya da parasailing de kiralayabilirsiniz. Bunların hepsi gemiden alacağınız ekstra turlar içerisinde.
Biz bugünü dinlenme günü olarak seçip sadece yüzme ve yemek yeme kaslarımızı çalıştırdık. Öğlen saatlerinde hepsi de gemide pişirilmiş açık büfe yemekler adaya taşındı ve bize ayrılan yemek bölümünde karnımızı güzelce doyurduk. Günün kalan kısmında ben çoğunlukla rüyamdaki gibi hamak keyfi yaptım.
Nesobaby Tavsiyesi: Burada yerlilerin el yapımı magnetlerinden hatıra veya memlekette sizi bekleyenlere hediye olarak alabilirsiniz. Labadee'ye özgü buzlu içecek " Labaduzee " yi içmeden limandan sakın ayrılmayın, sonra çok pişman olursunuz. Yeah Mon! Sıradaki limanımızın adı Ocho Rios. Bizim Yedi Göllerimiz varsa Jamaika'nın da "Sekiz Irmak"ı varmış. İspanyolcada Sekiz Irmak anlamına gelen Ocho Rios, adından da anlaşılacağı gibi ırmakların, dağlık alanlarının dolayısıyla şelalesinin bol olduğu bir kent. Şelale içerikli aktivitelerin de olduğu Ocho Rios'ta biz çok daha değişik ve çok daha heyecan verici bir tur satın aldık. Fakat ana konumuza geçmeden önce, siz şimdi düşünüyorsunuz değil mi "Yeah Mon" ne demek? Bana göre Türkçede " Problem yok adamım " anlamına gelip söylendiği cümlenin yeri ve zamanına göre "ok" "evet" "bence sen de haklısın dostum" "doğrudur, onaylıyorum" gibi çeşitli anlamlar için de kullanabileceğiniz bukalemun gibi her cümleye uyum sağlayan Jamaika'nca bir ifade.
Ülkemizde de çok sevilip sempati duyulan reggae müziğin efsanevi şarkıcısı Bob Marley'in memleketinde, etkisinin devam ettiği, onun gibi saçları rastalı ve şu meşhur renklerinde (Yeşil- Sarı - Kırmızı) kıyafetlerle dolaşan insanları görebilirsiniz. Genel olarak bende rahat insanlar oldukları izlenimi bıraktılar. "Yeah Mon" ( Yaaamaan diye okunuyor) Gelelim bizim heyecanlı aktivitemiz
Kanopi'ye (Canopy). Satın aldığımız bu turun Jamaika'nın bitki örtüsüne çok uygun olduğunu söyleyebilirim. Ocho Rios dağlık bir bölge ve dağları da yağmur ormanları devasal ağaç ve bitkilerle kaplı. Bu bitkilerin bazılarının insan yiyen bitki olduğunu bile düşündüğüm oldu. Etrafta tek başına gezmemekte fayda var. Karayiplere kadar gidip de bir bitkiye öğle yemeği olmak istemezsiniz.
Limanda bizi karşılayan sempatik şoförümüz
seçmenizi öneririm. Ayrıca yanınıza da sırt
George 1980'lerden kalma minibüsü ile bizi
çantası almanız daha uygun olacaktır.
limandan yaklaşık 30 dakika uzaklıktaki bir
Kayma esnasında "Eyvah telefonum düştü!"
dağın tepesine çıkardı.
demenizi istemem.
Hala İngiliz sömürgesinin etkisinde olan
Yaklaşık 10 dakika tepeden aşağı dar bir
ülkede insanların çoğu senden benden iyi
patika yolda ilginç bitkilerin arasında
İngilizce biliyorlar. Ayrıca trafikte İngiltere'-
yürüyüş yaptıktan sonra "Bunu yapmak
deki gibi soldan akıyor ( Karşıdan karşıya
istediğine emin misin Nesobaby?” soru-
geçerken dikkat) .
sunu sorduğum noktaya geliyoruz. "O ka-
Değişik bitkilerin çevrelediği dar bir köy
dar da korkma canım, sadece yerden
yolundan tepeye "Chukka Canopy" yapaca-
birkaç metre yüksekteyiz." diyen sevgili
ğımız merkeze doğru ilerledik.
kocama en şirin ve en acıklı gülümsememle bakarak içimden "Birkaç metre?
Yağmur ormanlarında devasal ağaçların
Sahilde uslu uslu ata binmek varken ne işim
gövdeleri arasında kalın bir halata bağlı
var burada, hepsi senin yüzünden,
olarak ağaçtan ağaca kaydığınız bu
sen arkamdan gel karşıda görüşeceğiz
heyecanlı aktivite öncesi görevliler bize kısa
seninle, tabii karşıya sapasağlam geçebilir-
bir eğitim verdiler.
sem " diyorum. Dış sesimle de "Hakkını he-
Önce güvenlik diyerek üzerimize dağcılık
lal et, Astalavista Baby" diyerek bir de koca-
malzemelerinde kullanılan kemerlerden
man bir " Haydi Bismillaaaah" çekerek veda
başımıza da kask takıyoruz, halatı tutarken
ediyorum, atıveriyorum kendimi boşluğa İs-
acımasın diye de elimize eldivenlerimizi
temsiz bir ses çıkıyor ciğerlerimden dışarıya
takıyoruz. Yürüyüş parkurunda bitkilerin
doğru… "AaAaaAaaAAaAAAaaa"
gazabına uğramamak için uygun kıyafetleri
Evet, artık Tarzan'ın neden ağaçtan ağaca
Nesobaby Alışveriş Tavsiyesi: Bob Mar-
atlarken böyle bir ses çıkardığını daha iyi
ley ile ilgili kıyafet, şapka ve bereler veya
anlayabiliyorum. Korkmayın korkmayın, ilk
magnetler alabilirsiniz. Ayrıca el yapımı yağ-
sefer biraz ürkütücü, bir de yukardan aşağı
lıboya tabloları, değişik mask ve süs eşyala-
serbest düşüş yaptığım noktada yüreğim
rını uygun fiyatlara bulmanız mümkün. Sizin
ağzımdan dışarı fırlıyor sandım sadece o
pazarlık yapma yeteneğinize bağlı olarak sa-
kadar. Ama onun dışında aşağıya kadar
tıcılar söyledikleri fiyatların çok altına inebili-
halatlarla ağaçtan ağaca kayarak sapasağ-
yorlar. Boğazına düşkün olanlar siz de ye-
lam indiğim bu yolculuk, adrenalin ve keyif
meklerde kullanmak üzere bölgeye özel de-
dolu geçti.
ğişik acı soslar ve tropikal içkiler alabilirsi
Muhteşem bir doğa, şırıl şırıl akan bir dere
niz.
ve yanında heyecanlı keyifli dakikalar. Etrafta uçuşan keyifli insanlar.
Grand Cayman'da Okyanusun Sevimli Dostlari ile Birgun
Sonuç: Nesobaby denedi, beğendi, size de yapmanızı tavsiye ediyor. Laf aramızda
Uzun zamandır yapmak istediğim birşeydi o
eşimin de tatil boyunca en keyif aldığı tur bu
sevimli yunuslarla yüzmek. Seyahatimizin
oldu.
üçüncü limanı Cayman adalarının başkenti George Town'da böyle bir
şan-
Dönüşte kalan boş vaktimizi her evli çiftin
sımızın olduğunu öğrenince de hemen baş-
kaçınılmaz kaderi olarak hediyelik eşya
ladım küçük kız nesobaby ses tonuyla yal-
dükkânlarında alışveriş yaparak geçirdik.
varmaya; "Noooolur nooolur yunuslarla yüzelim"
Cayman adaları İngiltere Kraliçesine ait.
Bu kadar büyük su canlıları ile yüzmek size
Şehirde kraliçeye olan sevginin ve İngiliz
cazip gelmediyse adadaki ünlü " Seven
tarzı yaşamın etkilerini görebiliyorsunuz.
Miles" plajında kendi kendinize de yüzebi-
Burası vergi cenneti adalardan olduğu için
lirsiniz. Hemen hemen tüm limanlarda
diğer Karayip adalarına nazaran kişi başı
benzer turlar mevcut. Önemli olan önceden
gelirin çok daha yüksek olduğunu hem
istediğiniz tura rezervasyon yaptırmış
evlerden hem de lüks 5 yıldızlı otellerden
olmanız.
anlayabiliyorsunuz. Yunuslarla yüzeceğimiz Dolphin Discovery Turumuzun güzel yanı bonuslu olmasıydı.
Center 'a vardığımızda hem acayip
Yunuslarla yüzdükten sonra hemen yanındaki kaplumbağa çiftliğini de bedavaya
heyecanlıydım hem de çok sevinçliydim. Daha önce de çok yakından yunus
gezebilecektik.
görmüştüm ama bu sefer direk kendileri ile
Kaplumbağa çiftliği mi olurmuş demeyin
yüzme şansım olacaktı. Ağzım kulaklarımda
sakın, bu bizim evdeki parmak boy su
gezerken merkezin içine girdiğimizde hafif
kaplumbağalarından değil tabii ki. Boy boy
hafif korkmaya başladım. Çünkü yunuslar
hatta bazılarının devasal büyüklükte olduğu
gerçekten büyük balıklardı.
deniz kaplumbağalarının üretildiği büyük bir çiftlik.
Ben niyeyse bunu son ana kadar düşünme-
Yunusun derisine dokunmak bile insanı çok
miştim yüzeceğim balıklar hamsi değil
garip hissettiriyor, ayaklarınızdan ittirerek
yunustu. Ama hiç insan yiyen yunus
sizi yüzdürmesinin nasıl olduğunu siz tahmin
görmemiştim o yüzden anın tadını
edin. Kısacası anlatılmaz yaşanır.
çıkarmalıydım. Yunus eğiticileri bize kısa bir eğitim verdiler.
Yunus kardeşle şarkı söyleyip yüzgecinden
Yanlış anlamayın yunusları eğittikleri gibi iki
tutup yüzdükten sonra hemen yan taraftaki
şak şak yapınca atlayıp zıplamayı değil,
kaplumbağa çiftliğine geçtik. Bu çiftlikte boy
yunuslarla beraberken elimize kolumuza
boy su kaplumbağası görmek mümkün.
sahip çıkmayı öğrettiler.
En küçük boylar ne kadar sevimliyse en bü-
Yunusla yüzerken sadece yüzgecinden tutun
yük boylar da bir o kadar endişe vericiydi.
sakın ata biner gibi üstüne binmeyin dediler. Halbuki ben yunusun sırtına çıkıp
Onlar havuzda yüzerken dışarıdan beslemesi kolay ama denizde yüzerken karşıma
ayakta durmayı planlıyordum.
çıkarsa ne yaparım diye kara kara düşünmeye başladım.
İşin ilginç yanı havuzdayken tüm hareketlerimize de dikkat etmeliydik . Çünkü onlar
Uzun yıllar yaşayabilen bu dev kaplumba-
bizim konuşmalarımızdan değil el ve vücut
ğaları besledikten sonra yine bu çiftlikte
dilimizden anlıyorlardı. Onlara göre
bulunan yapay havuza doğru ilerledik.
yaptığımız her hareketin bir anlamı vardı.
Denizlerin asabi balığı köpek balıkları hemen
Bikinilerimizin üzerine can yeleği verdiler ve
bu havuzun içinde yüzüyorlardı.
boyumuzu aşmayan bir havuza grup olarak
Birkaç metre ilerisinde de küçük çocuklu bir
giriş yaptık.
çekirdek aile şnorkel ile keşif yapıyorlardı.
Yunus kardeş orada bir yerlerde yüzüyor-
Sonradan öğrendim ki isteyen ücretini öde-
du , eğitmenin verdiği minik balıkları da
yip bu havuzda şnorkel dalışı yapabilirmiş.
hopur hopur midesine indiriyordu.
Çeşitli deniz canlıları ile beraber yüzebilmek
Beklenen an gelip çattı hepimiz sıraya girip
onları yakından görmek mümkün. Köpekba-
ellerimizi öne doğru uzattık.
lıkları da bizim meşhur Jaws gibi tehlikeli köpekbalıkları değilmiş. Yine de 3-4 metre
Yunus kardeş gelip hepimizin dudağına birer
boyunda köpekbalıklarının olduğu bir havu-
öpücük kondurdu. O sevimli suratından
za girme fikri bana pek cazip gelmedi.
öpmek beni o kadar mutlu etti ki daha sonra bize parayla sattıkları video çekimini
Nesobaby almasın alana da mani olmasın.
almaktan kendimizi alıkoyamadık.
Turumuz sona erdiğinde limana geri
Biraz tuzlu ama güzel görüntülerin yer aldığı
döndük. George Town diğer limanlara göre
bir hatıramız oldu. Bu arada engelli çocukların terapisinde de kullanılan yunusla yüzme
daha çok kafe ve mağaza bulabileceğiniz bir liman. Karnı acıkanlar boğazı kuruyanlar
seanslarında gerçekten de keyifli anlar
gemi kalkmadan önce burada lezzetli vakit
yaşıyorsunuz.
geçirebilir.
Nesobaby Alışveriş Tavsiyesi :
Cozumel, Meksika'nın kuzeyinde küçücük
Karayiplerin nesi meşhur? Korsanları
bir ada. Bu liman Meksika kültürünü
Limanda korsan konseptli kıyafetler ve
yakından görmemiz için güzel bir fırsat oldu.
hediyelik eşyalar bulabileceğiniz mağazalar mevcut. Ayrıca bölgeye özel kremalı ve
Ayrıca Karayip kumsallarının o bembeyaz muhteşem görüntüsünü de son bir kez
kahveli rumları denemeden limandan
görebileceğimiz bu küçük adada aynı
ayrılmayın , belki yanınızda birkaç şişeyi de
zamanda Maya medeniyetinden kalma ta-
eve götürmek istersiniz. Ayrıca deri kılıflı
rihi yerleşim yerlerini de gezme şansımız
mataralar da maceraseverlere orijinal bir
oldu.
hediye olacaktır.
Turumuz iki aşamadan oluşuyordu. Mini Jeep Safari ve Şnorkel dalışı. Önce transfer aracımızla mini jiplerimizi almaya gittik. Mini dediğim de gerçekten minik jipler. Sadece 2 kişinin binebileceği sarsıntısı çok ve sürmesi de içerisinde yolculuk etmesi de inanılmaz eğlenceli bir araç.
Miniminicik jiplerimizle adanın sahil kısmına doğru yol aldık. Yol üzerinde koruma altındaki timsah bölgesini de görme şansımız oldu. Bu bölgede bizi mi timsahlardan koru-
Adios Amigos !
yorlar onları mı bizden koruyorlar bu kısmı
Güzel vakit çabuk geçermiş , en azından
tartışılır.
benim için hep öyle olmuştur. Geldik Karayiplerdeki son limanımıza.
Şimdiki durağımız Mayalardan kalma El - Caracol. Adından anlaşılacağı gibi burası Mayaların şehrin güvenliğini sağladığı karakollardan birisi. Deniz tarafından gelebilecek tehlikelere de karşı gözetleme binası olarak kullanılıyormuş. Kısa bir tarih durağından sonra bizi bekleyen karayip kumsalına doğru yol aldık.
arayacaktık. Fakat öğrendim ki Nemo'nun
Deniz ve plaj tek kelimeyle muhteşemdi. Denizin ve plajın keyfini çıkardıktan sonra
pek bulunmaya niyeti yokmuş. Onun yerine
iyice acıkan karınlarımızı doyurmak için
su kaplumbağaları, yavru köpekbalığı ,
yakınlarda yemek molası verdik.
Burada şnorkellerle kayıp balık Nemo'yu
deniz yıldızı gibi eski dostları gördük.
Burada yediğimiz salsa sos ile nachosun tadı
Her güzel seyahatin bir sonu varmış. Bizim
hala damağımda!
gemi seyahatimiz de 7 gün sonra başladığı
Günün sonunda yine kendimizi limandaki
limanda Port Canaveral /Orlando 'da sona
alışveriş merkezlerine attık.
erdi. Hiç ayrılmak istemesek de bu muhteşem gemiyi terk etmek zorundaydık.
Nesobaby Alışveriş Tavsiyesi :
Yüzümüzde dinlenmiş ve çok iyi vakit
Cozumel'de deri kıyafet ve el yapımı eşyala-
geçirmiş olmanın verdiği bir gülümseme ve
rın satıldığı birçok mağaza mevcut.
huzur ile...
Meraklısına gerçek deriden kovboy
Giderken dönüp dumanı üstünde tüten
şapkalarını ve ayakkabı çanta gibi aksesuar-
gemiye bakarken aklımdan şunlar geçiyordu
ları almasını tavsiye ederim. Bu arada pazarlık gücünüzü burada da göstermelisi-
" Kim bilir belki bir gün seninle yeniden
niz. İlk söylenen fiyatın çok altında para
açılırız uzak denizlere? "
ödeyerek dükkanda mutlu müşteri olarak
Neden olmasın?
ayrılabilirsiniz. Yine liman bölgesinde el yapımı bölgeye özel hediyelik eşya satan
Keyifli ve bol seyahatli, leyleği havada göreceğiniz bir yıl geçirmenizi dileğiyle...
mağazalardan zevkinize göre hediyeler satın
Görüşmek üzere !
alabilirsiniz.
Nesobaby
İNCELEME
Farklı Bir Aşk Hikayesi BANU HIDIRLAR birazsoylebirazboyle.blogspot.com
Turgut Özakman
(1930-) Bürokrat,
yazar ve avukattır. 28 Eylül 1998'de, üstün hizmetleri nedeniyle Anadolu Üniversitesi'nce ve 2007 yılında, mezun olduğu ve uzun yıllar görev yaptığı Ankara Üniversitesi'nce 'fahri doktor' unvanı verilmiştir. 2006 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Özakman'a Üstün Hizmet Ödülü verdi. Turgut Özakman, birden fazla türde eserler vermiştir. Bunlardan bazıları ; inceleme, roman, mesleki, tiyatro oyunları ve senaryolardır. 2005 yılında piyasaya sürülen, 50 yıla yakın bir sürenin emeği olan ve Kurtuluş Savaşı'nı romansı bir dille anlatan Şu Çılgın Türkler adlı belgesel-romanı, neredeyse cumhuriyet tarihinin en çok satan kitabı olmuş ve haftalarca çok satanlar listelerinde ilk sırada kalmıştır. (kaynak: vikipedia)
Romantika,
İtiraf edeyim konusu ya da yorumlarından önce kapağı çekti kendine. Kitap, aslında ilk bakışta yadırganabilecek, kabul edilmiş genel ahlaki değerlere sığdırılamayacak bir konuyu anlatıyor; evli iki in-
yazarın Şu Çılgın
sanın yasak aşkı. Kitabı bu yasak aşkı yaşa-
Türkler’den sonra okuduğum kitabıydı. Özel-
yan taraflardan birinin kızı Şirin’in bakış açı-
likle Şu Çılgın Türkler’e göre çok kıyıda kö-
sıyla okuyoruz.
şede kalmış gibiydi.
Şirin’in babası, sanat tarihi kürsüsünde bir doçenttir.
Şirin, notları okudukça babasına kızmak ye-
Nazik, görgülü, terbiyeli ve sakin biridir.
rine Arzu ile yaşadıklarına sevinir hatta aşk-
Annesi ise gösteriş meraklısı, soğuk, sürekli
larını kıskanır. Aralarındaki tamamen saf,
şikayet eden, anlayışsız biridir. Babası,
naif ve biraz da hüzünlü bir ilişkidir.
kendini beğenmiş ve soğuk annesine, çok bilmiş ve sürekli şikayet eden anneannesine ve annesinin kopyası olan ablasına bile
''Sevene yılan bile dokunmaz. Bu büyük
anlayışlı ve sessiz kalmayı başarabilmekte-
ve önemli sözü daha duymamış
dir.
olabilirsin çünkü az önce uydurdum.
Ancak bu durum Şirin’i sinirlendirir.
Ama bir gün kalbi olan herkesin, bu
Babasının isyan etmesini bekler. Bu nedenle de araları açılır.
sözü benimseyeceğine inanıyorum.'' ''Bir gün aşk ihtilaldir demiştiniz.
Şirin evden ayrılır.
Bu sözün anlamını şimdi anlıyorum.
Bir gün babası doçentliği bırakır. Annesinin
Aşk gelince, gerçekten yeni bir dünya
tüm itirazlarına aldırmayıp kendisine küçük
kuruluyormuş.
bir kırtasiye dükkanı açar.
İçimde, varlığından haberi bile olmadı-
Daha sonra azimle çalışıp işlerini büyütür ve
ğım yeni duygular keşfediyorum. Eski-
bir kitapevi sahibi olur. Bu azmi bile Şirin’in
den göl balığıydım.
annesini memnun etmeye yeterli değildir.
Şimdi akıntıya karşı yüzen bir sazanım.''
Ancak Şirin’le tekrar araları düzelir ve ayda
''...bin yıllık özlemle sarılmak istiyorum
bir kez dışarıda buluşmaya başlarlar.
rüyalarını bile kucaklamak için..''
Şirin, bir sabah erken saatlerde çalan bir telefonla uyanır.
Farklı bir aşk hikayesi, bazen hüzünlü bazen
Babasının yardımcısı Asım Efendi, babasının
çok eğlenceli ama mutlaka okunası.
kalp krizi geçirdiğini ve hastanede olduğunu haber verir. Babasının hastanede olduğu günlerde ona ait not defteri eline geçer. Not defteri özel bir şifreyle yazılmıştır. Şirin, iki gün uğraştıktan sonra arkadaşının da yardımıyla şifreyi çözmeyi başarır. Babası, notların tamamında yaşadığı bir aşkı anlatmıştır; eski öğrencilerinden Arzu.
SOLUCAN DELİĞİ
SAVAŞ FİLMLERİ AKIN ÇETİN pamuksekerebenzeyenbulut.blogspot.com
Birazdan bahsedeceğim eserlerde tek tek belirtmemek için peşinen böyle bir giriş yaptım. Aşağıdakileri bu minvalde değerlen-
Savaş filmleri saf aksiyon
dirirseniz daha faydalı olur.
içermiyorsa ve gerçekten kötü bir senaristin elinden
Listeyi de yakın zamanda askere gideceğim
çıkmamışsa sadece fiziksel olan
için yaptım. Aptalca bir psikolojiye kapılarak
savaşla ilgilenmez.
askere gittiğimde savaş çıkacağını, beni de
Aynı zamanda insanın kendisiyle olan sava-
ön cephelerde savaşa süreceklerini falan dü-
şıyla da ilgilenir.
şünmeye başladım. Bardağın boş tarafını bir
Çünkü senaryonun “çatışma”sı dediğimiz ironik yapı bunu gerektirir.
yana bırakıp “savaş” deyince aklıma gelen filmlerle ilgili yaptığım listeye buyur edeyim sizleri.
Saving Private Ryan İzlemeyen yoktur diye düşünüyorum. Savaş filmlerinin generali. Spielgerg’in beş Oscarlı başyapıtı. Kendisine de ikinci kez en iyi yönetmen Oscar’ını kazandırdı ama en iyi film ödülü sürpriz bir şekilde Shakespeare in Love filmine gitti. Film güzeldi ama Akademi üyelerince Saving Private Ryan’ın üstünde tutulması kendisinden nefret etmemiz için yeterli bir sebeptir bana göre. The Thin Red Line’ın bile üstünde tutulmasına ise diyecek bir şey bulamıyorum. Ryan rolü ilk olarak Edward Norton’a teklif edildi ama Norton teklifi kabul etmeyince rol Matt Damon’a gitti. Damon’ın canlandırdığı Ryan’ın diğer kardeşleri savaşta ölünce bölüklerden birisine Ryan’ı bulup sağ salim evine gönderme görevi verilir. Sekiz kişilik bir bölük, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm şiddetiyle devam ettiği 1944’ün haziran ayında yollara düşer. Sekiz kişilik müthiş bir oyuncu kadrosuna perdeden şöyle bir geçip giden Paul Giamatti, Ted Danson gibi isimler eşlik ediyor. Bana kalırsa bu kadar kalabalık bir kadronun içinde Jeremy Davies varlığını en fazla hissettiren isim olmuş. Savaşın dehşetini anlatan açılış ve kapanış sahneleri için bile izlenebilir.
Jarhead Körfez Savaşı döneminde üniversite öğrencisiyken yolunu kaybedip orduya katılan Anthony Swofford’un askerlik anılarına dayanarak yazdığı romandan uyarlanan bir Sam Mendes filmi. Gösterime girmeden önce döneminin en büyük Oscar favorisiydi. Ama görücüye çıktıktan sonra büyük bir kitleyi hayal kırıklığına uğrattı. Cephelerinin bulunduğu konum gereği haftalarca birbirlerinden başka insan görmeyen ordu mensuplarının adam öldürmek için can atmalarını, karşılarına öldürecekleri birileri çıktığında da içine düştükleri çıkmazı anlatan iyi bir film. Sam Mendes’in nitelikli filmografisinin en iyilerinden. Yardımcı oyuncusundan figüranına kadar herkes çok iyi. Biraz abartarak söylemek gerekirse; kadınlar için Dancer in the Dark neyse erkekler için de Jarhead odur. Jarhead’ın tümü için değilse bile sırf son on dakikası için savunurum bu düşünceyi. Ayrıca gerçekte Swofford’un rütbesi filmde olduğu gibi düşürülmemiş, aksine yükseltilmiştir. Senarist William Broyles Jr. inisiyatif kullanarak öyle bir durum eklemiştir senaryoya.
The Thin Red Line Kamera kullanımı, mizansenleri ve karakterlerin kafa sesleri sebebiyle şiirselliğin benim için sinemadaki karşılığı olan Terrence Malick’in James Jones’un otobiyografik romanından uyarladığı üçüncü uzun metraj filmi. Malick bu film için tam yirmi yıl sonra sinemaya geri döndü ve aradan geçen onca yıla rağmen önceki iki filminden çok daha iyi bir film ortaya koydu. Aynı yıl vizyona girdiği Saving Private Ryan kadar dikkat çekmedi ve ödül törenlerinde adı anılmadı belki ama zaman içinde kimlerince çok daha değerli bir hale geldi. Malick film için normalde çekilmesi gerekenden üç kat fazla makara harcadı ve uzun bir süre boyunca kurgusuyla kendisi ilgilendi.
Adrien Brody filmin son halini görene kadar kendisini başrol oyuncusu sanıyordu ama kurguda işler değişmişti. Malick karakterlere derinlik katmak için filmin merkezine bir değil birkaç karakter birden yerleştirmişti. Sonuç olarak sürekli bir şeyleri sorgulayan, bir şeylerden kaçan ve bir şeylerden arınmaya çalışan karakterler çıkmıştı ortaya. Üç saate yaklaşan süresiyle içerisinde birbirinden etkileyici onlarca sahne barındıran; görüntülerle ve iç seslerle yazılmış uzunca bir şiir. Bir izleyende tekrar izleme isteği uyandırıyor. Ben Chaplin ile Miranda Otto arasında geçen sahnelere ve Bell’in boşanma belgelerini okurken verdiği tepkilere dikkat. Söylentilere göre Brad Pitt ile Johnny Depp bu filmde yer alabilmek için epey dil dökmüşler. Hatta Depp boş peçeteye sözleşme niteliğinde bir imza atmak bile istemiş ama ikisi de filmde rol alamadılar.
Platoon Oliver Stone’un Vietnam Üçlemesi’nin ilk ayağı. Savaşa bizzat katılmış olan Stone’un anılarına dayandığı söylenir. Chris adlı gencimiz üniversite öğrenimini yarıda bırakıp orduya yazılır ve Vietnam Savaşı’na katılır. Sıkı bir milliyetçi olarak katıldığı savaştan ordusundan, kendisinden ve ülkesinden nefret eden birisi olarak ayrılır. Üçlemenin ikinci filmi olan Born on the Fourth of July başlı başına farklı bir karakterden söz eder ama Chris’in izdüşümlerini görebiliriz. Zira Platoon savaşı döneminde geçer. Ormandan uzaklaşan helikopterde bırakırız Chris’i. Born on the… ise Chris ile aynı savaşa katılmış olan gerçek bir karakterin, Ron Kovic’in, savaş sırasında sakatlanıp ülkesine dönmesi ve birkaç yıl önce savunduğu şeylerle artık taban tabana zıt bir hale gelmesini anlatır. Neyse, çok saptırmadan Platoon’a dönersem insanların hem doğayla hem de kendileriyle savaşmalarının altını güzelce çizen etkileyici sahneler barındırdığını söyleyebilirim. Ayrıca üçlemenin diğer iki filmine oranla çok daha iyi bir film. Adagio for Strings çalarken Elias’ın katledildiği sahneyle unutulmazlaştı. Aynı müzik The Elephant Man’da John Merrick ölürken de çalıyordu. Yazdığınız senaryoda ya da çektiğiniz filmde bir ölüm sahnesi varsa fona bu müziği döşeyin. Artı puan olacaktır sizin için. Zaten öylesine depresif bir müzik ki daha yarısına gelmeden canınızdan beziyorsunuz.
Hotaru no haka (Grave of the Freflies) Eğer bu filmi ilk defa duyuyorsanız bilmelisiniz ki size büyük bir kötülük ediyorum. İzlememenizi ve çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza etmenizi tavsiye ediyorum. İnsanın yüreğini parça pinçik eden, hayatınız boyunca izleyebileceğiniz en duygusal film. Ortak kanaat tarihin en acıklı animesi olduğu yönünde. Bilin ama izlemeyin. Çünkü izlerseniz, film bittikten beş dakika sonra izlememiş olmayı dileyeceksiniz ve izlediklerinizi unutmak isteyeceksiniz.
Bir de bunlar var;
Orijinal halinin kalınlığından söz etmiştim ya, birileri zamanında çıkıp “Bunu herkesin
Mahabharata
anlayabileceği bir dile çevirelim” demişler ve İngilizceye çevirmeye başlamışlar. Çeviriye başlayan ilk grubun ömrü tükenmiş, yerine yenileri gelmiş. Sonra onlar da ölmüş, yerine yenileri gelmiş. Böyle böyle giderken birkaç kuşak eskitmişler. Çeviriyi tamamlayıp tamamlamadıklarını bilmiyorum. Ama “özetinin özetinin özetinin özetinin…” diye özetleyebileceğim bir şekilde kitaplaştırmış bu eseri Jean-Claude Carriere. Can Yayınları’ndan Nazım Aslan çevirisiyle çıkmış. Idefix’in dediğine göre tükenmiş ama ilginizi çektiyse kitapçılara falan bakarsınız. Daha ayrıntılı ve kesin bir bilgi istiyorsanız da wikipedia’ya göz atarsınız.
Taşıdıkları Şeyler Siren Yayınları’nın bizlere sunduğu güzellerinden birisi. Vietnam Savaşı’na İnsanlığın gelmiş geçmiş en eski destanı.
bizzat katılmış olan
Sanskritçedir. Orijinal halinin yirmilik bir
Tim O’Brien’ın
Ana Britannica kalınlığında olduğu söylenir.
anılarından yola çıka-
Büyük Savaş anlamına gelmektedir.
rak yazdığı, Avi Pardo
Öyle bir destandır ki kuru bir dala anlatılsa
çevirisiyle yayınlanan
dallanıp budaklanacağı söylenir.
harika bir kitap.
Destana etraflıca hakim birisi tarafından dinlerseniz yüzlük ampul gibi aydınlanacağı-
Savaşın öncesinin ve sonrasının iyi-kötü,
nızı garanti edebilirim.
güzel-çirkin, sonuç olarak ömür boyu
Kabaca söz etmek gerekirse birbirine düşman iki aile arasındaki savaştan söz
kapanmayacak bir yara halini almasının etkileyici bir iz düşümü. Anthony Swofford,
eder. Fakat karakterlerin isimlerinin
Jarhead’ı yazarken bu kitaptan etkilenmiş.
anlamlarını keşfettiğinizde asıl anlatılan şeyin ne olduğunu anlarsınız. İşte ampulün aydınlanma anı bu ana denk gelir.
HOBİ
Pul Kolekisyonculuğu SEDA ASOLAR Www.sedasolar.blogspot.com
Haydi biraz eskiye dönelim. Hangimiz peçete, resimli poşet, para, taso yada pul koleksiyonu yapmadık? Şimdi tüketim maddelerinden arta kalan kutuları bile atarken içim acıyor, çünkü eskiden -bu kadar çeşitli dükkan ve alım gücümüz yokken- onların hepsi benim için kasetlerimi saklayabileceğim bir kutuya dönüşecekti yada tokalarımı içine atabileceğim.. Hem internet ile de tanışmadığım için (kendimce) yeni objeler tasarlayacak kadar fazla vaktim vardı. Örneğin tuvalet kağıdını önce ıslatmak suretiyle şekil vererek kalemlik yapmak gibi?!
Kanada / 1908
Biriktirmek de bundan 20 sene önce bu sebeplerle değerliydi sanırım. Hala değerli diyecekleriniz olacaktır. Ancak sohbet ettiğim zamane gençliği içinde herhangi bir koleksiyona sahip olanını duymadım. Zeitgeist... Zamanın ruhu, dolayısıyla trendleri başka, biz Milenyum insanlarına da değişen dünyaya ayak uydurmak düşüyor. Artık Playstation oyunları, Dvd’ler falan biriktiyoruz. 1958 / Japonya
Yine de bir pul koleksiyonu yapmanın verdiği prestiji kolay kolay elde edemeyiz bayanlar baylar, benden söylemesi, hem böylece eve müstakbel sevgiliyi de davet edersiniz göğsünüzü gere gere, malum gösterecek bir koleksiyonunuz da var … Şimdi gelin göz atalım birbirinden leziz pullara. Belki dikkatini çekeriz birilerinin, vesile oluruz yeni ve özgün hobisine!
1979 / Belçika
1960 / Türkiye 1994 / Türkiye Türk yemekleri
Dönemin siyasi konjonktürüne bir gönderme niteleğinde
Posta pulu, Dünyada ilk defa Birleşik Krallık'ta 6 Mayıs 1840 tarihinde kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye'de ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1 Ocak 1863 tarihinde kullanılmaya başlanmıştır.
Güney Afrika / 2004 Tema: Özgürlük
1990 / Türkiye Van Gogh’ün 100. Ölüm yıldönümü anısına
Pullar alışılagelen kare veya dikdörtgen şekillerin dışında daire, üçgen, beşgen veya sekizgen şekillerinde de basılmışlardır.
Monaco / 2004 Grand Prix yarışlarının 75. Yıldönümü Avusturya / 2005 Sadece gülümseyin ve el sallayın çocuklar !
‘Pul koleksiyonunu izlemek tarihe ve yaşama bir yolculuktur aynı zamanda’
Arjantin / 2005 Tema : Bovling ve Turco oyunları
Postada kullanmak için değil koleksiyonculara pul satmak amacı ile pul ürettiği bilinen ülkeler vardır, bu ülkelerin hükümetleri pullardan önemli ölçülerde gelir sağlayabilmektedir.
Rusya / 2010 Avrupa futbol kupasına katılmalarının 50. Yılı anısına
Beyaz Rusya / 2010
Norveç / 2010 / Mutlu yıllar !
BİR KAŞIK BİLGİ
Kış mevsiminin sokaktan gelen lezzeti ...
BOZA MÜGE KARAHAN www.yemekbahane.blogspot.com
Şimdi hemen hemen her yerde plastik şişelere sığdırılan boza, bana sokaktan gelince daha esas gelir hala. Kışın bağrından geldi-
Soğuk kış gecelerinde sokaktan
ğindendir belki de…
bazen rüzgarın ağaçlarda yankılanan çıtırtısı bazen de yağmurun yere değdiğinde
Ocak, kış demek.. Kış demek boza demekse
çıkarttığı şıpırtıyı duyarız.
bu ay konuğumuz boza ve hikayesi…Bol tar-
Ama benim kışın sokak seslerinden en sevdi- çını ve yandaşı leblebisi ile… ğim olanı kelimenin sonunu uzata uzata
Bir görüşe göre boza, bilinen en eski içki
BOZAAAAA diye bağıran bozacının sesidir.
olan biranın ilk haliymiş. En eski içki olan
Dışarının soğuğu bozacının sesi ile aralanır ve ısınır sanki.
üzüm şarabından bile daha eskiymiş hikayesi.
Türkiye’de genellikle darıdan yapılan boza, başka ülkelerde yapıldığı yerin başlıca ürününe göre mısır, arpa, çavdar, yulaf, buğday, kara buğday vb tahılların mayalandırılması ile elde ediliyor. Boza, Mısır ve Kuzey Afrika sahilleriyle Akdenizli tüccar gemiciler aracılığıyla batıya, Hazar Denizi güneyinden doğuya, Asya içlerine ve Çin’e; İran ve Afganistan’a, Kafkaslar’dan kuzeye, Volga havzasına doğru geniş bir coğrafyaya yayılır. Balkan ülkelerinin hemen hepsinin “milli içki” olarak sahiplendiği bozanın Balkanlar’a gelişi ise, iki farklı öyküye dayandırılır. İlkinde, Orta Asya’dan kalkıp XI. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a kadar geniş bir bölgeyi ele geçiren Kıpçak Türklerinin, bozayı da kültürlerinin bir parçası olarak bölgeye taşıdığı savunulur. İkincisinde ise, horasanlı savaşçı dervişlerden Sarı Saltık yer alır.Horasan’dan gelip Anadolu’da Hacı Bektaş’a bağlanan Sarı Saltık, Rumeli’ye yerleşen ilk Müslüman Türk toplulukları da yönetmek üzere, 1263 yılında Babadağı’na, bugünkü Dobruca’ya gelir. Horasan’da öğrendiği bozacılığın bölgede yayılmasına da önayak olan Sarı Saltık, bozacı esnafının piri sayılır. En şiddetli yasakların yaşandığı IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerinde İstanbul’da 300 dükkanda 1005 bozacı çalışırdı. “Sarhoşluk vermeyecek kadarı”nı içmek helal sayıldığından, meyhaneler, yüksek alkollü tatar bozası satan bozahanelere dönüşür ve bir laf türer: “Meyhaneciye sormuşlar şahidin kim diye, bozacı demiş.” İçki yasağı III. Selim döneminde de sürer. Bu dönemde bozahaneler artık iyice ayak takımının işgali altındadır. Okuryazar takımı, hanımlar, beyler ve aileler bozahanelerden elini eteğini çeker. “93 Harbi” olarak da anılan Osmanlı-Rus Savaşı (1876) nedeniyle Rumeli’den İstanbul’a yapılan yoğun göç, bozacılık tarihinde bir dönüm noktası olur.
Bozanın bünyesinde A ve B vitaminlerinin dört türü ile C ve E vitaminleri bulunur. Mayalanması sırasında ürettiği laktik asit ise ender gıda maddelerinde bulunuyor ve bu değerli asit türünün hazmı kolaylaştırıcı etkisi var. Süt yapıcı özelliği nedeniyle hamile bayanlara ve vitamin kaynağı olarak sporculara tavsiye ediliyor. Boza hakkında yazılmış bir yayın da var ondan da bahsetmeden olmaz. Ahmet Nezihi Turan’ın düzenlemiş olduğu "Acısıyla Tatlısıyla Boza" adlı bu kitapta; Osmanlı’da tarihinin en renkli ve hareketli dönemini yaşamış, yüzlerce yıllık geçmişi olan bozanın; coğrafyası, edebiyatı, kimyası ele alınarak taşıdığı kültürel ve tarihi değer ortaya konulmaya çalışılmış. Ülkemizde boza denince akla gelen ilk marka olan Vefa Bozacısının sitesinde yer alan evde boza yapımına dair tarifi sizlerle paylaşıp son veriyorum bu ayki yazıma… Malzemeler 3 bardak bulgur 2 kahve fincanı pirinç 3 bardak tozşeker 1 bardak eski boza ya da kibrit kutusu büyüklüğünde maya geniş bir kap Yapılışı Bulgur akşamdan bol su ile ıslatılır. Ertesi gün bulgur ve pirinç iyice ezilinceye kadar pişirilir. Mikserle çırpılır ve ince süzgeçten geçirilir. Bu karışım hafif ateşe konulur. İçine şeker katılır ve eriyinceye kadar karıştırılır. Sonra ateşten alınır. Bir yerde ılınmaya bırakılır. Arada bir karıştırılır. Ilındıktan sonra içine eski boza ya da ılık suyla ezilmiş maya katılır. İyice karıştırılır. Bu karışımın ağzı kapatılarak, 20-25 derecelik bir yerde, ara sıra karıştırılarak 23 gün bekletilir. İçinde göz göz hale gelmiş kabarcıklar görülürse olmuş demektir. Serin bir yere alınır. Soğuk servis yapılır. İsteğe bağlı olarak üzerine sarı leblebi ve tarçın ilave edilir. Afiyetle & sağlıkla,
İNCELEME
“Sayın Yetimleri Koleje Gönderen Nazik Hayırsever” BANU HIDIRLAR birazsoylebirazboyle.blogspot.com
Judy, çoğumuzun kitaptan ziyade 90lı yıllarda TRT1’de yayınlanan Judy ve Uzunbacak isimli çizgi filmi ile tanıdığı ve o günleri anarken sıklıkla kullandığı karakterlerden biri.
bacaklı baba” adını verir. Kolej, o güne kadar yetimhane dışına çıkmayan Judy için bambaşka bir
Ailesi tarafından terk edilmiş ve katı kural-
dünyadır.
ları ile tanınan John Grier Yurdu’nda yetişen
İlk kez arkadaşla-
Jerusha (Judy) Abbott 18 yaşına gelmiştir
rı olur, kitapların
ve yetimhane kurallarına göre artık oradan
çekiciliğine yakalanır ve sürekli okuyarak
ayrılmak zorundadır. Kendisine koruyucu
kendini geliştirir, ilk kez kendine elbise alır,
aile bulamamış olan Judy hayatında ilk kez bir mucize ile karşılaşır ve yetimhane
ilk kez tatil yapma imkanı bulur ve bir çiftlikte tatil yapar. Kendine ait bir dünya
müdürü Bayan Lippett’ten yetimhanenin
oluşturmaya başlar. İlk aşkını da bu dünya
mütevelli heyetindeki bir hayırsever üyenin
içerisinde yaşar.
kendisini koleje göndereceğini ve tüm
Tüm bunlar yaşanırken uzun bacaklı
masraflarını karşılayacağını öğrenir.
babasına birçok mektup yazar. Bu mektuplarda günlük yaşamının ve
Ancak bu iyiliğin karşılığında bazı şartları
eğitiminin yanı sıra yaşadığı kırgınlıkları,
vardır. Öncelikle Judy bu hayırseverin
sevinçlerini, şaşkınlıklarını, kızgınlıklarını en
gerçek kimliğini bilmeyecektir. İletişimleri
içten ve doğal haliyle paylaşır.
sadece Judy’nin “John Smith” takma ismine
Ve hiçbir zaman karşılık gelmeyeceği
yazıp göndereceği mektuplarla olacak
söylenen mektuplarına beklediğinden çok
ancak bu mektuplar yanıtlanmayacaktır.
daha mutlu bir yanıt alır.
Yazdığı mektuplar hem eğitimiyle ilgili bilgi verecek hem de yazarlık yolunda pratiklik
Her ne kadar yayınevi tarafından kapağına
kazanmasında da yardımcı olacaktır. Judy, ismini dahi bilmediği bu adamı sadece
Çocuk – İlk Gençlik ibaresi konmuş olsa da
bir kez uzaktan görür ve o esnada duvara
okuyacağı bir kitap.
yansıyan uzun gölgesi nedeniyle ona “uzun
“Uzun Bacaklı Baba” hepimizin keyifle
RAFLARDA BANU HIDIRLAR www.birazsoylebirazboyle.blogspot.com
Büyük Uyku Raymond Chandler
Fyodor Dostoyevski İkiz
"Eski savaşlardan kalma yaşlı bir general. Geleneklerine bağlı bir adam. İki delişmen çekici kız, kayıp bir damat. Petrolden gelen, harca harca bitmez bir servet, kimden geldiği bilinmeyen şantaj mektupları. Çölün ortasında, kimi zaman karanlık bir labirent, kimi zaman romantik bir gün batımı gibi yükselen bir serap, bir yeni zaman şehri: Los Angeles. Kentin bağırsaklarındaki logar kapaklarından savrulup lağım sularında kaybolan bozuk paralar gibi harcanıp giden insanlar. Yeşil dolarlar, fildişi renkli kadın bedenleri üzerinde yükselen kadim suç. Bu suçla başa çıkamayacağını bilmesine rağmen, -belki de zaten bunun farkında olduğundan- alaycı kararlılığını hiçbir zaman yitirmeyen bir dedektif: Philip Marlowe." -Ahmet Ümit-
Büyük Rus romancı Dostoyevski’den tam anlamıyla “çılgınca” bir öykü… Yazıldığı günlerde Petersburg aydınları arasında büyük ilgi toplayan, ama tamamlanıp yayımlandıktan sonra başta Belinski olmak üzere pek çok kişi tarafından yerden yere vurulan bir “sara” nöbeti… “İkiz”, gençlik yıllarında büyük Rus yazar Gogol’den fazlasıyla etkilenmiş olan Dostoyevski’nin ilk eserlerinden biri. “Bir Petersburg Poemi” alt başlığını taşıyan roman, Petersburglu “beşinci dereceden memur” Bay Golyadkin’in yakın çevresinde gözden düşmesi ve yavaş yavaş çıldırması üstüne kurulmuş. Türkiye’de daha önce “Öteki” ve “Öteki Ben” adıyla yayımlanan “İkiz”, edebiyat dünyasına sevmeyenleriyle olduğu kadar hayranlarıyla da damgasını vurmuş unutulmaz bir Dostoyevski anlatısı. Yeni çevirisiyle sunuyoruz.
Sıradan Bir Cinayet Karel Capek
Kartal Koltuğu
"Sokakta yürüyen her in-
Carlos Fuentes, dünyanın
san gizemlidir"
yaşayan en önemli yazarla-
Carlos Fuentes
rından biri. Karel Capek'in, suç olgusuHem edebiyatın hem de
nu ve suçlunun doğasını soruşturan öyküleri, en popüler edebiyat dallarından olan polisiyenin sınırlarını aşıyor.
düşünce dünyasının önde gelen figürlerinden. Türkiye'de de daha önce Can Yayınları tara-
"Robot" kelimesini Capek'e borçluyuz. Mis-
fından okura sunulan eserleriyle tanınan
tik ve garip dünyasıyla birlikte, suçta, çö-
Fuentes, politik romanlarıyla ülkesi Meksika'-
zümden daha karmaşık bir şeyler olduğunu
yı dünya gündemine taşımaya devam ediyor.
göreceğiz.
Elinizdeki romanın konusu aslında çok tanı-
Dünya edebiyatının daha önce Türkçe'ye çevrilmemiş, daha önce karşılaşmadığımız tatları sunan özel eserlerini bir araya getiren Ex Libris dizimizin bu 4. Kitabı, dizimize özel tasarımıyla piyasada.
dık: politikada ayak oyunları, koltuk sevdası ve arka planda ABD... Meksika hükümeti Amerika'ya kafa tutmaya kalkınca olanlar olur; ABD, Meksika'nın uydu bağlantılarını keser. Yıl 2020'dir. Dünyayla bağlantısı birden kopan Meksika mektupla haberleşme çağına döner.
Hollow Malikanesi Cinayeti Agatha Christie
Kartal Koltuğu, Başkan Lorenzo Terán, seksi, büyüleyici, kurt politikacı María del Rosario Galván gibi birbirinden renkli kahramanları
Lucy Angkatell'in köydeki evine öğle yemeği için davet edi-
ve ilginç kurgusuyla bir solukta okuyacağınız, düşündürücü bir roman.
len Hercule Poirot tatsız bir olayla karşıla-
Her zamanki Fuentes zekâsıyla kurulmuş,
şır. Kanlar içinde bir adam yüzme havuzu-
alabildiğine eğlenceli bir taşlama.
nun yanında yatmaktadır. Başucunda duran karısının ise elinde bir tabanca vardır. Poirot soruşturmaya başlayınca, o saygıdeğer yaşamların gerisinde arapsaçına dönmüş aile sırlarının varlığını keşfeder. Ve herkesten şüphelenmeye başlar..
BU AY VİZYONDA MÜGE KARAHAN www.yemekbahane.blogspot.com
Eyvah Eyvah 2 Gösterim tarihi : 7 Ocak 2011 Yapım : 2011, Türkiye Yönetmen: Hakan Algül Oyuncular: Ata Demirer, Demet Akbağ, Salih Kalyon, Özge Borak İlk filmin devamı niteliğinde çekilen Eyvah Eyvah 2, Hüseyin Badem’in aşık olduğu kızı istetmek için Geyikli’ye doğru yola çıkışı ile başlayan maceraları konu alıyor.
Burlesque Gösterim tarihi : 7 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD, Avustralya Yönetmen: Steven Antin Oyuncular: Christina Aguilera, Cher, Kristen Bell, Cam Gigandet, Eric Dane Küçük bir kasabadan Los Angelas'ta yaşamak üzere ayrılan Ali, geçmişini geride bırakmak istemektedir. Oldukça güçlü bir sesi olan Ali, şehrin en önemli klüplerinden biri olan Burlesque Lounge'ta çalışmaya başlar. Garson olarak işe başlayan Ali, sahnede olmayı istemektedir. O an mali ve kişisel problemlerle çalkalanan klüpte, işletmeciliği yürüten Tess bir çıkış yolu aramaktadır. Tess klüp için de iyi olacağını düşündüğünden Ali'ye destek olur. Ali sesi ile herkesi büyülemiştir, bir anda hem kendisi hem de klüp gözde bir hal alır. Elbette bu kıskançlık ve rekabeti de beraberinde getirecektir.
London Boulevard Gösterim tarihi : 7 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD, İngiltere Yönetmen: William Monahan Oyuncular: Colin Farrell, Keira Knightley, Jamie Campbell, Anna Friel, David Thewlis Hapisten yeni çıkmış olan Mitchel acımasız bir adam olmakla beraber hayatını bir düzene sokmak istemekte, doğru kadınla tanışıp evlenmek gibi hayaller de kurmakta olan garip bir adamdır. Hapisten çıkar çıkmaz kendisine usulsüz teklifler gelmeye başlar fakat o bu teklifleri reddeder. Tüm bu tekliflerin yerine ünlü bir oyuncunun çanta taşıyıcısı olmaya karar verir. Derken hayatının kadınıyla da tanışır Mitchel ama “geçmişi onun peşini bırakmaz”.
Aşk Sarhoşu Gösterim tarihi : 14 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD Yönetmen: Edward Zwick Oyuncular: Anne Hathaway, Jake Gyllenhaal, David Morse, Gabriel Macht Özgür ruhlu bir genç kadın olan Maggie, karşı konulmaz bir cazibeye sahip olan Jamie ile karşılaştığında sonucun aşk olacağına başta kimse inanmamıştır. Jamie ilaç endüstrisinin kurtlarından biridir ve kadınlar üzerinde kullandığı çekim gücünü kendi işinde de kullanmaktan çekinmez. Maggie ise bağlanmaktan korkan ve özgürlüğüne düşkün bir kadın olarak Jamie'den çok daha hassas bir konuma sahiptir. Ancak ikisinin ilişkisi ilerledikçe ikisi de gerçek bir ilaçla karşılaşır: Aşk…
I am Love Gösterim tarihi : 14 Ocak 2011 Yapım : 2009, İtalya Yönetmen: Luca Guadagnino Oyuncular: Tilda Swinton, Alba Rohrwacher, Marisa Berenson, Diane Fleri, Edoardo Gabbriellini Milan'ın ileri gelenlerinden olan Recchi ailesi için her şey, sahip oldukları şirketin hisselerini Tancredi ve oğlu Eduordo Jr. arasında bölüşme kararıyla başlar. Eduordo'nun aslında başka planları vardır, yetenekli bir şef olan Antonio ile birlikte bir restoran açmayı düşünmektedir.
Cadılar Zamanı Gösterim tarihi : 21 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD, İngiltere Yönetmen: Dominic Sena, Peter Goddard Oyuncular: Nicolas Cage, Christopher Lee, Ron Perlman, Stephen Graham, Stephen Campbell Moore 14. yüzyılda Kara Veba'nın yayıldığı dönemlerde, cadı olduğundan şüphelenilen bir kızın taşınmasına yardım eden şövalye Behman (Nicholas Cage)'ın macerasını anlatıyor.
Ayı Yogi Gösterim tarihi : 21 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD, Yeni Zelanda Yönetmen: Eric Brevig Seslendirmeler: Anna Faris, Justin Timberlake, Dan Aykroyd, Dean Knowsley, T.J. Miller Bir belgesel yönetmeni yeni projesi için Jellystone Park'a gelir ve burada yolu Ayı Yogi ve arkaşlarıyla kesişir.
Kurtlar Vadisi: Filistin Gösterim tarihi : 28 Ocak 2011 Yapım : 2010, Türkiye Yönetmen: Zübeyr Şaşmaz Oyuncular: Necati Şaşmaz, Gürkan Uğur, Erdal Beşikçioğlu, Kenan Çoban, Nur Aysan Gazze’ye insani yardım malzemeleri götürmeye çalışan gemilere yapılan kanlı baskın üzerine Polat Alemdar ve arkadaşları Filistin’e gitmiştir. Yapılacaklar bellidir: Bu baskının askeri planlayıcısı ve yürütücüsü olan İsrailli komutan ele geçirilmelidir. Filistinlilerle kurulan ilk temaslar sayesinde hedefine adım adım yaklaşmaya çalışan Polat Alemdar’ı bazı sürprizler beklemektedir. Hedeflerindeki kişi olan Moşe Ben Eliezer’in kural tanımaz gaddarlığı ve teknolojik imkânları işleri zorlaştırmaktadır. Polat, Moşe’ye ulaşmaya çalışırken, Filistin’de masum insanların nasıl öldürüldüklerini görür. Moşe, köyleri yıkmakta, çocukları öldürmekte ve Polat’a yardım eden herkesi hapse atmaktadır. Ancak teknolojik imkânlar ve kural tanımazlık, Moşe’yi kurtarmaya yetmeyecektir.
Tron Efsanesi Gösterim tarihi : 28 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD Yönetmen: Joseph Kosinski Oyuncular: Michael Sheen, John Hurt, Jeff Bridges, Olivia Wilde, Garrett Hedlund TRON: LEGACY daha önce beyaz perdede gördüklerimizin hiçbirine benzemeyen bir dijital dünyada kurulmuş bir 3D ileri teknoloji macerası. Sam Flynn, Kevin Flynn’in 27 yaşındaki teknoloji meraklısı oğlu babasının ortadan kayboluşunu araştırır ve kendini babasının 25 yıldır yaşadığı Tron’un dijital dünyasında bulur. Kevin’in sadık sırdaşı Quorra’yla birlikte (OLIVIA WILDE), baba ve oğul çok fazla gelişmiş ve son derece tehlikeli bir hale gelen, görsel açıdan dudak uçuklatan sanal alemde bir ölüm kalım yolculuğuna çıkarlar.
127 Hours Gösterim tarihi : 28 Ocak 2011 Yapım : 2010, ABD, İngiltere Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: James Franco, Kate Mara, Amber Tamblyn, Lizzy Caplan Dağcı Aron Ralston'un başından geçenlerin gerçek hikayesi... Genç bir dağcı olan Aron, Utah yakınlarında büyük bir kaya parçasının arasına sıkışır. Hayatı için bir çeşit tuzağa dönüşen bu olayda Aron, soğukkanlı olması gereken şoke edici bir çözüm yolu bulur.
Kaynak: www.sinemalar.com
AYIN BLOGU
TANRIYA ŞÜKÜR BEN BEN’İM! “Syrakusa ve Beterböcek” SİNEM ERGUN
bloguna uğrayın. Syrakusa, maceralarını
www.sanatnotlari.blogspot.com
keyifle
okuduğumuz bir kahraman oldu
adeta camiada. Syrakusa gerçek mi yoksa Efendim buay iki blogla birden röportaj yaptık. Sürümden kazandık yani. Sevgili blog komşumla, Syrakusa ve oğluyla birlikte yazdıkları Beterböcek blogları hakkında sohbetvari bir röportaj gerçekleştirdik.
bir hayal ürünü mü? Peki Syrakusa’nın yaratıcısı kim? Bir de Beterböcek var. “Benim hiçbirşey bilmediğimi sanan babam ile babamın herşeyi bildiğini sanan Benim hikayem... “ diyor blogun girişinde.
Neşelenmek mi istiyorsunuz ya da en içten duygularla yazılmış bir anı yazısı mı okumak
Oğlunun hayal dünyasını katıksız sunan,
istersiniz ve ya ilginç bir film önerisi mi
onun dilinden dünyayı bize gösteren zaman zaman da babalık maceralarını bize anlattığı
duymak istersiniz o zaman Syrakusa’nın
bir blog bu.
Bu iki blog macerası nasıl başladı, neler
Daha önce de gerek kendim, gerekse Beter
yaşandı, ikisini nasıl idare ediyor, ve
Böcek için blog kurmuş ama sürdüremeyip
kendisiyle ilgili merak edebileceğiniz
kapatmıştım. İlk önce gerçek yaşamın
özelliklerini öğrenmek istiyorsanız o zaman
yorgunluklarını atmak, yazarak -ki ben
buyurun..
buna kendi kendime konuşmak diyorum- , mantıklı yada mantıksız ne geliyorsa
Öncelikle Syrakusa nedir, neresidir,
dökerek bir tür terapiye soyundum.
kimdir onunla başlamak istiyorum. Niye Blogunun adı Syrakusa?
Yalnız olduğumu sanıyor ve mutlu oluyordum. Zaman geçtiğinde elime uzunca bir
Syrakusa, birinin adı değil aslında. Bir
tahta sopa alıp blog dünyasını dolaşmaya
kentin adı. Antik Yunan’a ve helenistik döneme duyduğum tarihsel ilgiden kaynakla-
çıktığımda benzer bloglarla karşılaştım. Hay aksi! :)) Bir rahat yok mu diye söylenirken
nan bir sempati besliyorum.
çocukların da blogları olduğunu gördüm ve
Bilim ve sanata olan düşkünlüğümden dolayı
hemen oğlum Beter Böceğin bloğunu da
Arşimed ve Eflatun’un dönem dönem yaşa-
kurup bir babanın gözünden haşarı ve mu-
dığı bu antik mekanı bloğuma ad olarak
zip bir çocuğun hayatını, onun gözlerinden
seçtim.
yaşamı da yazmaya başladım. Kısacası yal-
Ancak bilinçaltımda yatan diğer neden ise,
nız kalamadım.
artık orta yaşlarını sürmeye başlamış ben için biraz sessiz, tarihe gömülmüş ve
Syrakusa blogunu nasıl tanımlarsın?
kimselerin pek uğramadığı, kafa dinleyebileceğim ve kendimle kalabileceğim
Sıradan, zararsız, pek de etliye sütlüye
bir mekanın adını bulup koymaktı.
karışmayan, kendi çapında eğlenen bir blog sanırım..
Syrakusa, benim kendimle kaldığım zamanları simgeleyen bir metafordur.
Sanırım okuyucuların gözünde sevimli,
Blog dünyasında bu amaçla açılan yığınla
komik ve talihsiz bir karaktersin ve ba-
blog olduğunu biliyorum. Sanırım bir çok
şından geçen trajikomik olayları anlatı-
kişi benimle aynı fikirde. Kafa dinlemek ve
yorsun. Neyin gerçek neyin kurmaca
gerçek dünyanın mikroplarından arınmak.
olduğunu ayırt edemiyoruz bazen:) Bu-
Daha sonraları bloğun konsepti ve yazılar
radan yola çıkarak senin çok iyi bir
nedeniyle Syrakusa adı bir mekan olmaktan
teatral yeteneğin olduğunu düşünüyo-
çıkıp vücut bularak bir karaktere dönüştü.
rum. Bu tür sanatsal faaliyetlerin var mı veya oldu mu?
Blog açmak aklına nereden geldi, nasıl başladın, ilk hangisini kurdun?
İltifat ediyorsunuz. Reverans yapmam lazım ama dün gece Beter Böceğin atıydım. Belim
Blog açmak fikri benim için ilklerden değil.
tutulmuş eğilemiyorum idare edin. Syrakusa ben değilim aslında. Bir hayal kahramanı.
Onu ben yarattım. Hayal dünyasında
İlk kez sinema salonuna girdiğimde 4
yaşayan, gerçek hayatın içinde hayalleriyle
yaşımdaydım. O gün kapıldığım o büyünün
yaşadığında toplumda komik ve zor durum-
etkisinden hiç çıkamadım.
larda kalan ama sakinliğini ve ciddiyetini ko-
Bilinçli olarak sinemayı, yani hayatı
rumaya çalışırken her şeyi eline yüzüne
gözlemeye başladığımda ise 1989 yılıydı.
bulaştıran bir tip.
O sıralar gözlemek, izlemek, ve üçüncü göz
Mizah onun hayatında ciddi bir olgu. Ama bu
olarak hayatın içine dahil olmak adına
ciddiyet onu dışarıdan izleyen gerçek
açlığım doruk noktasındaydı.
karakterlerin gözünde mizahın ta kendisi
Filmi izlerken elimde kronometre ile plan
oluyor. Toplum ve gerçek hayat onun kim
saydığımı söylersem eğer sanırım açlık
olduğunu anlamakta güçlük çektiğinde
deyimi pek de saçma olmaz:)
ensesine tokadı yapıştırıp onun canını acıtarak bir anlamda gerçek hayatın içinde
Gözlemcilik dediğiniz bu olguyu eğiten ve
yaşadığını ona hatırlatıyor.
besleyen sinema sevgim oldu. Sinema, gerçek hayatın kenarından ucundan
Syrakusa kendi hayatını yaşarken kendisini
başlayıp dibine kadar dahil olan bir sanattır.
yaratan ben’in gerçek yaşamından besleni-
Salonda yeteri kadar vakit geçirdiğinizi
yor. Ancak kendisi bunun farkında değil.
anladığınızda dışarı çıkıp insanların hayatı-
Yıllar önce Gırgır dergisinde Bülent
na, toplumun detaylarına dahil olursunuz.
Arabacıoğlu’nun hayat verdiği En Kahra-
Gözlemciliğim sinemanın dışında bu
man Rıdvan tiplemesine benziyor.
alanda da kendini gösterdi. Ama bunu bilinçli olarak yapmıyorum. Kendiliğinden
Ama ben onu daha çok iki çizgiden ibaret
oluşuyor.
olan, bir zamanlar TRT’de yayımlanan Bay
Meslekler ve İnsanlar dizisi de böyle
Meraklı’ya daha çok benzetiyorum. Bu
oluştu. Hiç görmediğim, tanımadığım,
anlamda okurun gerçekle kurmacayı bazen
seslerini duymadığım insanların, bloglarında
karıştırması normal, kendisi de hayatının
bahsettiği kadarıyla görebildiğim hayatları
neresinin gerçek neresinin kurmaca
mizahi bir dile çevirip öyle anlattım. Evet
olduğunu bilemiyor zaten:) Sinema izlemek
sadece anlattım. Aslında zaten insanların
dışında görsel sanatlarla profesyonel olarak
bildiği birşeydi bu. Neden bu kadar ilgi
ilgilenmiyorum. Yeteneğim olduğunu da
gördüğünü ilk başlarda anlayamamıştım.
sanmam çünkü yazmak oynamaktan daha
Sanırım toplum diğerlerinin hayatlarını
kolay. Sanırım tembelim biraz. Bırakalım da
izlemeyi ve dahil olmayı seviyor.
Syrakusa oynasın:)
Bu tezimi şimdilerde yerli diziler ve kameralarla gözetlenen yarışma programlarıyla
Çok iyi bir gözlemcisin anı zamanda, ofis insanları hakkında yazdıkların ile
destekliyorum. İzin verildiği ölçüde başkalarının hayatlarına girmeyi seviyoruz.
meslekler ve bloglar yazı dizisi çok ilgi
Bende bu yazı dizisiyle başkalarının
gördü ve beğenildi. Bu özelliğini nasıl
hayatlarına girdim, izin verilen kadar çaldım
kazandın sence?
ve deşifre ettim.
Fazla deşmeden elbette. Kimsenin hayatına
lerin çektiği her türlü filmi severim.
ciddi anlamda kanunsuz giriş yapılmasından hoşlanmıyorum çünkü.
Bildiğim kadarıyla 5 yaşına yakın bir oğlun var, hatta babasına hitaben
Blogunda kendi tanımında sinema izler
yazdığı bir de blogu var Beterböceğin.
ve rock ve barok dinler yazılı. Ne tür si-
Blogu birlikte yazıyorsunuz galiba,
nemaya ilgi duyuyorsun, seçici misindir
beraber yapmayı sevdikleriniz, şaşırtıcı
ve neden barok?
ve eğlenceli diyaloglarınız ve bazen de Beterböceğin babası hakkında serzeniş-
Neden barok?
leri yer alıyor. Bu blogundan da biraz
Bilmem?
bahsedermisin?
:)) Klasik bir adam olduğum için müzikte
Evet. Beter Böcek 3 ay sonra 5 yaşına
klasizmin en koyu kıvamlı dönemini
basacak. Bir baba olarak çocukların hayal
kendime yakın bulmuş olabilirim. Hayatımın
dünyalarıyla hayata bakışlarını, bazen bir
her alanında olduğu gibi sinema konusunda
yetişkinin yani kendi dilimle, bazen de
da seçici ve tutucuyum. Gerek sinema ve
etksini arttırıp mesajı doğru verebilmek
festivallerde, gerekse TV’de 1989-2000
adına Beter Böceğin dilinden yazıyorum.
arasında izlediğim bütün filmler, benim
Birlikte yazıyoruz deyimi de doğru bir
sinemaya bakışımda etkendir diyebilirim.
bakıma. Çünkü yaşananlar gerçek ise
Filmi izlemeden önce künye okumadan filmi
yaşananları üreten Beter Böcek oluyor.
izleyemeyenlerin içinde sayabilirsiniz beni.
Bana da yazması düşüyor. Eminin yazmayı
Dünya sinemasına olan ilgim ve sevgim
öğrendiğinde bloğunu sahiplenip bana kok-
tartışma götürmez. Ancak cesaretle söyle-
latmayacak bile. Ama şimdilik bilgisayarın
meliyim ki holivut filmlerini de seviyorum.
içini açıp ne neden ve nasıl’ı çözmeye çalışıyor.
Holivut filmleri, piyasa işi olanları hariç
Beter Böceğin blogundaki yazıları
tutarsak genellikle kötü çocuk muamelesi
büyüdüğünde ona hatıra olması için
görür. Ancak adamların bu işe zaman, emek
saklamayı düşünüyor musun?
ve para harcadığını da gözardı edemeyiz. Bloğu bu anlamda kurmadım ama evet Sinema her tür sanat dalında olduğu gibi
düşünüyorum. Bir zaman sonra yazıların
‘’derdini anlatma’’ meselesi üstüne
hepsini bastırıp klasör halinde ona teslim
kuruludur. Bu anlamda bir hikayeyi anlat-
edeceğim. Eline yeşil bir müfettiş kalemi
mak adına büyük bir sadelikle yapılmış ama
alıp, kelimelerin altını çizerek başını kağıttan
klişelere bağlı kalan (tutucu olduğumu söylemiştim) bir çok ‘’tür’’ sinemasını seviyo-
kaldırmadan ‘’ burasını güzel uydurmuşsun ben böyle bişey demedim baba’’ derse şaşır-
rum.
mam:)
Bilinçaltıma çalışan gerilimler ve ışık gölge ve açıya bağlı karakterize çalışan yönetmen-
Genelde anneler çocuklarıyla ilgili blog
dünyaya saygısızlık etmemek adına sorum-
sahipleridir, Beterböceğin takipçilerinin
luluk hissediyorum diyebilirim. Sonuçta her
başlangıçtaki tepkileri nasıl oldu?
nekadar yalnız kalmak istesem de ziyaretçi-
Anneler genellikle çocuklarının gelişim
lerim oluyor ve beklentilerini bildiğimden
aşamalarını ve hastalıklarıyla birlikte
onlara karşı sorumluyum.
gelişimlerine paralel olarak başardıkları işleri yazıyorlar. Bunu da büyük bir ciddiyet ve
Okuyucularla aranda iyi bir sinerji
görev üstlenmiş edası ile yapıyorlar. Çoğu
olduğunu düşünüyorum. Yakın arkadaş-
blogda bunu görüyorum. Bunu yapmakta
lıklar ve dostluklar kurduğunu
haklılar da. Çocuğuna kendisi bakan, yani
düşünüyormusun?
evde olan annelerin bloğa ayırabildikleri
Evet. Kesinlikle. Müdavim kabul ettiğimiz
vakitler, işe giden annelere oranla daha fazla. Hiç bişey yapamazlarsa uykularından
takipçilerim oluyor bloglar arasında. Bu insanlarla zamanla oluşan bir tür bloglararası
feragat edip bloglarına yazabiliyorlar.
paylaşım ve dostluklar kuruluyor. Sanal or-
Çalışan anneler için bu durum daha zor.
tam dostluklarından ziyade mesafeli ve den-
Bir baba olduğumu öğrenene dek yorum
geli yaklaşımda bulunsam da bu bile sıcak
yazarken bana yönelik ‘’şekerim’’ diyen de
ve güzel bir paylaşım oluyor.
oldu, baba olduğum için mesafeli ama içten yaklaşan da. Neyse ki kimse hamurişi tari-
Takip ettiğin blog arkadaşlarının yeni
fi istemedi. Yoksa yanmıştım.. Beter Böceği
yazılarını ne sıklıkta takip edebiliyor-
takip edenler bir babayı değil Beter Böceği
sun.
yorumluyorlar. Cümleler Beter böceğe
Bilgisayar başında olduğum sürece gün için-
sesleniş formatında oluyor çoğu zaman.
de takip edebiliyorum. Aynı anda okuyama-
Yorumcuların çoğu anne ama bir kaç baba
dığım oluyor ama kimin ne zaman ne yazdı-
ya da erkek de ziyaret edip yorum bırakabi-
ğının farkındayım herzaman J
liyor. Son olarak bloglarının sana neler kaNe sıklıkta vakit ayırabiliyorsun iki
zandırdığını düşünüyorsun?
bloga, yazamadığın günler sorumluluk
Ne kazandırdığından önce başıma neyi mu-
bilinçaltıyla huzursuzluk hissettiğin
sallat ettiğini söylemem gerek. Syrakusa!
oluyor mu?
Bir gün de aklı başında, ayakları yere sağ-
Bilgisayar başında geçen bir işim var.
lam basan ve mümkünse itilip kakılmadan
Blogda yazdıklarımı genellikle gece yazarım.
ve hayal kurmadan günü bitirebilen biri olsa
İşyerinde de yayımlayıp düzenlemesi kalı-
gam yemeyeceğim. J)
yor. İlla şu sıklıkta ilgileneceğim diye bir
Bunun dışında elbette yazı yazmanın ve
kıstas koymadım kendime. İşim ve Beter Böcekten arda kalan zamanlarda vakit ayırı-
başka hayatlara denk gelmenin keyfini kazandırdı. Beter Böceğin haşarılıklarından tu-
yor, arada bir işyerinde kaçamak yapıp takip
tun, Syrakusa’nun macera dolu hayal dün-
ettiğim bloglara göz atabiliyorum. Huzursuz-
yasını izleyen gerçek hayatları kazandığımı
luk hissetmiyorum ancak emek verdiğim iki
bilmek güzel :)