Poyraz Edebiyat Sayı 13

Page 1

Sivas Postası Gazetesinin Ücretsiz Ekidir

Dilde Üşür Dil de üşür; Kar altındaysa söz. Donar göz bebekleri, Yürekte sevmek ölür. Buz yandırır ocakta köz; Tuzun tadı acır, Dudağın balı; Merhabayı, bin yanlışa sürdüyse göz. Ben, üşüyen dilimi sevdim sende, Sürgünden dönen merhabasını yüreğinin; Yüreğin ki; kanarız hala. Ey!...Yüreğinde sürgün biçen bahçıvan; Sevmek otunu ayırır mı, tırpanın? Ben, gurbetimi sevdim sende… Vurup serseri başımı düştük uçurumlarda, Varıp yorgun yamaçlarında yanan yakut bir ufka, Aşkta ilk yakılacak gözlerini sevdim. Gözlerin ki; ilk ateşle yanarız hala.

BU SAYIDA Serpil BAŞAK • Medine İNANÇ Mehmet OĞUZ • Fatih DUMAN Serpil AKGÜL • Muzaffer ÖZDEN Umut Onur ÇÖPÜR • Aziz ŞEKER Müslüm DANAOĞLU • Erol BEYTORUN İlkay COŞKUN • Hasan BULDU Fevzi YETKİN • Sibel Unur ÖZDEMİR Ekrem YALBUZ • Niyazi KARABULUT Mustafa AYVALI • Hilal KARAHAN Yusuf BAL • M.Nihat MALKOÇ Nefise KARATAŞ • Devrim Diyar TOPRAKOĞLU •

Kana kan budanmışlığını senin; baharlarının; Aykırı dallarda pel (filiz) duruşunu; sürgünde. Bir de gül oluşunu bahçıvan!.. Bahçesiz oluşunu, Hercai menekşeler gibi Afrika kokuşunu sevdim. Buğday başaklarının esmer direncini; açlıkta toklukta, Ben, bize benzeyişini sevdim; Sen ki; biziz hala.

Serpil BAŞAK

Haziran 2010 Abdulkadir BUDAK ile Şiir ve Sincan İstasyonu Üzerine

Sayı

13


Sayfa

2

Poyraz Edebiyat Sanat Kültür Dergisi Sivas Postası Gazetesinin Ücretsiz Ekidir

EDİTÖRDEN

Sahibi

bir selin deminde açıyorum nefesimi. yaram açık üflüyorum, her kurşun içimizden geçti

Sivas Postası Gazetesi Adına

Murat KALENDER

Editör Yusuf BAL Sanat Sayfası Editörü Serdal YERLİ Yayın Kurulu İlkay COŞKUN Orhan KARAHAN Osman ÇELİK Aziz ŞEKER Tasarım Zirve Yayıncılık

Tuz kuyusuna düşmüş yaralı bir insan gibiydik 31 Mayıs sabahı. Güneşin ilk ışıkları suya yansımadan demir kanatlardan güverteye indi kan. Ne kadar üflerseniz üfleyin durmaz acınız yaranızda. Dokuz oğuzun dokuz şehidiydi gelen. geçmişin hülyasını görüyorum aynada, ayağa kalkıp boynumdan alıyorum barutun. kokusunu irislerin arasından, kütükleri çıkarıp yürüyen ada oluyorum Her tabut bir ada oldu. Her tabut bir kıta. Kopacak bir fırtınanın ortasındayız. Ay yere düşmüş. Yıldız yere. Eskiden beri insanın var olageldiği bir coğrafyada kilometrelerce uzanan Ölü deniz tuzludur. Deniz seviyesinin altındandır. Ortadoğu da bu deniz akarsularla beslenmez. Bu göl bu coğrafyada kanla beslenir… … 6 gün savaşında büyüyen devlet, 6 geminin karşısında o kadar küçüldü ki ….. susuyorum bende….

Baskı Zirve Matbaacılık Ata San. Taştanlar Sit. No:51 SİVAS

Yazışma- İletişim İnönü Mahallesi 6. Sk Halil Bey Apt. B Blk 10/3 SİVAS 505 689 60 67 546 498 47 62

Ücretsiz E-dergi Aboneliği ve Yazı Gönderi Adresi dergipoyraz@hotmail.com İki haftada bir, Salı günleri yayınlanır. Kaynak göstererek alıntı yapılabilir. Dergide yayınlanan eserlere telif ücreti ödenmez. Yazıların sorumluluğu yazarın kendisine aittir.

Sivas Postası Gazetesi Abonelik 0346-2251650

*** 13 sayımız yine söyleşi, inceleme, deneme, öykü ve şiirlerle dolu dolu. Sincan İstasyonu Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Abdulkadir Budak ile söyleşimiz var. “Ya Şiir Olmasaydı” düşünmek lazım… Aziz Şeker, Nazım Hikmet şiirlerinde kadın imgesini inceledi. Niyazi Karabulut Filistinli şair Muhammed elKuyesi'nin “Ölü Sümbüller” adlı şiirini çevirdi. Sivas Postası Gazetesi Şiir Yarışmasında dereceye giren ilk 3 şiiri 12 sayıda yayınlamıştık. Bu sayıda da mansiyon alan Medine İnanç ve Mehmet Oğuz'un şiirlerine yer veriyoruz. Ayrıca bu şiirler ilk 100 e giren şiirlerle birlikte kitaplaştırıldı. 5 Haziranda Buruciye Medresesinde yapılan ödül töreni ve şiir dinletisi programına gelen şiir severlere takdim edildi. İyi okumalar diliyorum.


Sayfa

3

Medine İNANÇ

Söz * sadece şiirlere konuşuyor karla eriyen hüzünler biliyoruz ki bizden önce titrer vedaya soyunan kentler I Sevgili, önce güneşi öpeceğim yüzünde rasat bulutlardan soracağım yarası kapanmayan yüreğini kaldırımlara fısıldayacağım biriktirdiğim yarınları güneş vurduğunda yüzüme bir gülle bölüşüp karanlığımı gözlerinde yatacağım söyle dokunmasın rüzgâr yaralarıma karanlığa bağışladım senli saatleri görmeyeceğim bir gidenin ve bir kalanın nötr eziyetini şimdi birleşen sancılar kanatacak günleri kar ve hüzün eşliğinde susmayı öğrenecek kavgamızla y/araladığımız şehirler II ardımızda bıraktığımız yollara bir sus uzat dudaklarımdan gecenin dudaklarına kalıcı kederler akıt sırtıma bıraktığın ayrılığı düşürmeyeceğim! Söz! bir andın şerefine el sürmeyeceğim tutundukça varlığına yorgun adımlar acımayacak ellerimden korkmayacak üzerini çizdiğim takvimler Yasmin Levvy'nin çığlıklarına yoldaş olmayacak gözyaşlarım (Biliyorsun ki ayaz zamanları sevmiyorum! Biliyorum ki Yasmin Levvy'den Hazina'yı dinlemiyorsun!) III alnım dayandığında çıplak yarına martıların gözlerinde ağladığımı duymayacak deniz sana okuduğum şiirlerin kimliği olmayacak sınırlara utanarak vardığımı anlatmayacak yağmur beyaz vermeyecek eline masumiyetinde bıraktığın beni rüzgâr saçlarımdan almayacak yalana yelken nefesini güneşten yanan şiirler dudağımdan alnına kor bırakacak yazmayacağım eğretiliği/ giydirmeyeceğim tenime söz! Öpmeyeceğim hiçbir geleceği! gözlerim sana dair hiçbir harfi ağlatmayacak 'seni seviyorum' la başlayan ihanetlere yeltenmeyeceğim söz sevgili önce güneşi öpeceğim yüzünde sonra sona gideceğim şiirin ağlayan sesiyle Söz!

* Sivas Postası Gazetesi şiir yarışması mansiyon ödülü


Sayfa

4

Mehmet OĞUZ Baba* sabahçı kahvelerinin önüydü babam ölü kadınlarla evliydi biraz tütün biraz hüzündü gözleri yarım kalmış masaldı kulaklarımda yatağımda eksik bir sıcaklık alnıma dokunan gizli dua ateşli uykularda bütün mevsimler içinde en çok kışa benzerdi yüreği çığ altında yolları kapalı bir dağ köyü gece eşkıyalar inerdi dumanlı gözlerine gündüz jandarmalar basardı teslim olmazdı babam tabakasına davranır kaçak bir yol (s)arardı çıkılmış yolculukların sonuydu babam gideni çoktu ömründen döneni yoktu uzak bozkırlarda unutulmuş bir istasyona benzerdi içinden geçen yolculara el sallayan yüksek yaylaların kaval sesiydi babam nağmesi yanık ve hoyrat bozuk bir lisanla söylerdi türkülerini ulu bir çınar değildi belki kollarına salıncaklar kurduğumuz var yok bir iğde ağacı kadar ama serin ama üstümüze gölgeydi kendiyle barışık dünyayla küskündü babam herkese susup derdiyle konuşandı okunmaz bir yüzü vardı silinmiş bir yazı gibi dururdu defterde kaldırıp baksanız şapkasının altına altından ya başkası çıkardı ya hiç kimse vesikalık bir yalnızlıktı babam ailece çekilmiş fotoğraflara sığmayan objektifin arkasında kalmış deklanşör sesiydi bütün pozlarında yanık çıkardı en kapalı haliydi diyaframın karanlık odalarda unutulmuş negatif bir filmdi babam rötuşlarla düzeltilmiş ailenin kusurlu yüzüydü eğri duran çerçeveydi duvarda tozlu bir yüze tapınmanın sancısıyla ne zaman esirgenmiş sevgisine dalıp secdeye dursam sol göğsümün altında kanayan eski bir fotoğraf olurdu babam

sahipsiz bir gölge gibiydi yüzü yerde ve dünyadan uzak bize aşkla bağlıyken bile hep başkasına sevgiliydi dilimde eski bir şarkıydı “beni kör kuyularda merdivensiz bırakan” her yaşımın nakaratı her cümleye girişti bitişi olmayandı babam biraz Firavun biraz Yakup'tu babam gözleri Yusuf elleri Kenan gömleği emanet kokardı her kuytuda bir oğul arayan bütün yönleri toprağı gösteren eski bir haritaydı bir ucu Kazakistan dağlarına diğer ucu Diyarbakır bozkırına uzanan topraksız çiftsiz çubuksuz bir göçebeydi bütün sınırlarda ayak izi her coğrafyada bir mezar taşı bırakan ömrünün her sayfasına notlar düşülmüş tefsiri zor bir ayetti babam ben elinde kalemle dolaşan bir oğul bütün bir geçmişi karalayan babalar öteye oğullar baba olmaya yaklaştıkça anlaşılır meğer her oğul kırık bir kilit her baba açık bir kapıdır oğula ve babam altı çizili bir cümle gibi duruyor aklımda

* Sivas Postası Gazetesi şiir yarışması mansiyon ödülü


Sayfa

5

Fatih DUMAN Aşk; Cennet Meyvesi Bu bahis bir kara noktadır gözbebeklerine süveydadan akseden. Yağmurun yaprağa busesidir ismini nakşeden. Yanaklarına konduramadığı tebessüm ve dudaklarından düşen lisan-ı hafidir. Toprağa gömülmüş ve toprakta gizlenen harfsiz kelam. Gözyaşları toprak kokar bu sırrı diyenlerin, bakışında yangın var bu ateşi görenlerin. Aşka girmek, küle dönmek, hiç olmak ve hiçe düşmektir. Aşk hiçliktir. Ne var dediğin vardır bu vadide, ne de yok dediğin kayıptır. Kuyulara düşmüş bir maşuk arar çöllerde sermest olan. Deryada bir kayıp âdemoğlu... Bulmak, ölmektir ellerine saklanmış bu kelamı. Bu kelamı bulmak, yangına atmaktır varlığını, derd ü gama bigâne yanmaktır. Bu bir garip haldir, dudağında sözün kayıp, bedeninde yüzün kayıp ve hatta yangın kokan çukurunda gözün kayıp. Bakarsan göremezsin bu ayine de bir suret. Suretler deryalarda yok olmuş. Suret kıymete vurulmuyor burada. Burada surete değer biçilmiyor. Burada yoksun. Aksini hayallerinden dahi sil. Dudaklarında dahi yok olsun bin bir türlüsü lisanın. Sözlerinden harfler kaybolsun. Bu şehir bir yangına meftundur ki yanacak, yok olacak. Bu bahiste söz yok, gözleri titremeye tutturan esved göz yoktur. Bu bahiste aşk aranır bulunmaz, bakılır görünmez. Geceleri hayale düşer de gündüzlere tecessüm etmez. Aşk bu vadide bir pervanenin kanadını tutmaktır. Ateşlere atılmak, tütsülerde yanmaktır. Değil mi ki güle düşmek küle düşmektir. Değil mi ki bu vadide azlık çokluktur. Bu vadinin adı; aşk… Burada varlık yokluktur. Bu bir beka faslıdır. Defterlere yazılı ismin kayıp, gölgelere kazılı cismin kayıp, aynalara asılı resmin kayıp… Evvel yok olacak dudaklarından sözler, gözlerinden cisim kaybolacak. Sen dahi bir kuyuya atacaksın kendini. Kuyunun başında bekleyen sen olacaksın. Kuyuya düşmüş/sen… Biri ismini haykıracak, tozlu sesiyle çöllerden. Ellerini kaldıramayacaksın. Bu bir beka faslıdır ilkin yok olacaksın. Gözlerinin karasında, gözbebeklerinin ardında saklı, cennetten tevarüs bu tuhfe. Bul ki gör; aşk bir cennet çiçeği… Aşk Can'a yarlıktır, dünyada 'yok'luk, cennette 'var'lıktır. Aşk; dudağımın çatlağı, ellerimde güneş kurusu, yanaklarımda gamze-i meyyit. Gözlerimde derya; setlerden taşkın, ellerimde kanı onu yazamamışlığın… Kayıp bir şehrin gizemi gözlerimde geceleri ve bir yığın kelime; kırık dökük heceleri. Yağmurdan sonra bir gece kokusu, bir mecnunun sevdaya yattığı uykusu… Kış; soğuk. Aşk kar tanesine düşmüş hale. Başka bir âlemden gelme ve başka… Sürgün çocuğu, esir pazarlarında güzel, kanlı bir gömlek ve kızıl gonca… Adı aşk. Ama sürgün ama kırgın ve kızıl. Ve aşk; cennet meyvesi…


Sayfa

Muzaffer ÖZDEN Filistinli Çocuktan Bayram Mesajı

6

Ben Filistinli çocuk Okuma yazmam yok Okula gidemedim, bilmiyorum Dünya kaç kıta kaç bucak Hep ağladığımdan olacak Öğrenemedim gülmeyi de Ancak Görüp yaşıyarak Ölüm ve ölmek Ve de ölenlerle Ölüp ölüp dirilmek Kazındı belleğime,. Dahası, Anlamasamda rakamların dilinden Ezber ettim binleri on binleri Vurulan çocukları sayarak. Ne zaman ki Bebekliğimden kalma bir tebebssüm Çiceklenir dudaklarımda Binlerce kanatılmış gül Ezilmiş tomurcuk Koparılmış el, açık yumuk Yumruk yumruk Üstüme üstüme Gülemem ki.

Serpil AKGÜL

Gece Bir huzur iklimine koşuyor Eyyâmı ömrümün Ve dalıyor kalbim En derinine Bu havz-ı hayâlin. Çiçekler büyüyor gitgide, Ilık bir rüzgâr kucaklıyor geceyi Ve bu gece Hatıraların tek şahidi. Ve müziğimiz Tatlı bir vuslat şarabı gibi Yudum yudum içtiğimiz… Bu gece Ne sonsuz Ne eşsiz Kalbimde titreyen bu ses… Bir bir dökülüyor avcumdan Nedim'in kalemi sanki Sihr ü efsûn ile dolmuş gibi içi Bir huzur iklimine koşuyor gibi Eyyamı ömrümün…

Onlar Kurşunlarıyla kanımızdan kına yakanlar Gülsünler, gülebildikleri kadar Haram sayılır bize gülmek Ağlarken, Burada, Uzak yakın başka diyarda Yaralı / Yetim / Aç Hasta çocuklar. Ben Filistinli çocuk Kinden, nefretten uzak Tüm acılarımı toprağa gömüyorum Yeşerir, barış çiçekleri açar diye Umutlanarak. Şimdi çocuksu saf aklımla Bir dünya düşü kuruyorum. Bir dünya ki, Sınırları alabildiğine sonsuz Bayraklarında güneşin tüm renkleri Ne tank Ne top Ne siren sesleri Rüyaları bile korkusuz. Siz dünya çoçukları Sevin; kuşları, çiçekleri balıkları Oyuncak da olsa Bırakın silahları Gülün, oynayın sevinin Güllerle donatın yüreklerinizi Ara sıra, Sek sek oynarken Hatırlayın bizi Kutlu olsun hepinize yortular bayramlar Nice nice 23 Nisanlar


Sayfa

7

Umut Onur ÇÖPÜR

Bir Terkediliş Manzarası Uzun zaman önceydi. Şehir dışında harabe bir pansiyonda kalıyordum. İş bulmuştum, karın tokluğuna çalışıyordum. Derdim başkaydı, kaçıyordum. Orada tam bir ay kaldım. Nedendir bilmem sokak lambaları bir ay boyunca hiç yanmadı.Akşama kadar çalışıp küçük odama geri dönüyordum. Yazmayı bırakmıştım, okumuyordum. Ağır ağır birkaç lokma yiyip dar balkonuma çıkıyordum. İşte seni ilk gün tam da o anda buldum. Tam karşımdaydın. Sen de balkondaydın. Sadece içtiğin sigaranın silik parıltısını görüyordum. İlk gün ben de tam senin karşına oturup sigaramı yaktım. Birkaç dakika sonra sigaram bitmişti, dalmıştım. Aniden içtiğin sigaranın ışığını gördüm. Ben de yenisini yaktım. İkimiz de kalkmıyorduk. Biten sigaraların ardına yenilerini sıralıyorduk. Yüzünü görmüyordum, sesini duymuyordum. Ama biliyordum; oradaydın. Sonra seni düşünmeye başladım. O kadar kolaydı ki istediğim herşey, herkes olabiliyordun. Derken karanlık sokakta bir ses yankılandı. Sandalyenin mermere sürten ayağının gıcırtısıydı. İçeri giriyordun. Aynı anda ben de kalktım, içeri girdim. Uyudum... Aynı şey ertesi gün de tekrarlandı. Yine karşı karşıyaydık. Hala yüzünü görmemiştim, sesini duymamıştım. Ama biliyordum; sen de benim farkımdaydın. Her gün aynı şeyi yapmaya devam ediyorduk. Artık kalkış saatimiz bile belliydi. Aynı anda gıcırdıyordu sandalyelerimizin ayakları. Her şeyi unutmuştum, kurtulmuştum, bulmuştum... Yüzünü hiç görmemiştim, sesini hiç duymamıştım. Ama herkesim sen olmuştun. Bir gece sevgilimdin, ertesi gece dostum, sırdaşım. Bir an hiç görmediğim babam oluyordun, bu kadar benziyordun işte babama. Tek bir özelliğin vardı, çok sigara içiyordun. Bu yüzden kim olursan ol çok iyi anlaşıyorduk. Orada tam bir ay kaldım ve hiç kavga etmedik. Hiç kırmadık birbirimizi, hiç ağlatmadık. Gerçi gülmedik de ama ondan vazgeçeli çok olmuştu zaten. Ta ki o güne kadar... Pansiyonda kalalı tam bir ay olmuştu. Yine sohbetimiz, sevişmemiz için balkona çıkmıştım. Sigaramı yaktım. Bekledim. Yoktun... Bir sigara daha yaktım, bekledim ama gelmedin. Anlamıştım, gitmiştin... Herkes gibi, herkes olup hepiniz birden gitmiştiniz. Babam gibi, beni bırakan kadınlar gibi, ihanet eden dostlar gibi beni terkedip gitmiştin! Yüzünü hiç görmemiştim, sesini hiç duymamıştım... Ama o an depremde tüm yakınları yitirmiş bir adam gibi, yangında ailesi yanmış bir baba gibi, oğlu şehit düşmüş bir ana gibi, doğduğunda babası kendini öldürmüş bir oğul gibi kaydım sandalyeden. Sigaram sessizce yere yuvarlandı. Sessizce karanlığın ortasında ağladım ağladım ağladım. Yorulmadım, sabaha kadar ağladım. Yüzünü hiç görmedim, sesini hiç duymadım. Ama yıllar sonra, ilk defa aklıma geldin ve yine ağlıyorum sessizce...


Sayfa

8

Aziz ŞEKER

NÂZIM HİKMET'İN ŞİİRİNDE KADIN İMGESİ “İçimde mis kokulu kızıl bir gül gibi duruyor zaman.” Nâzım Hikmet Nâzım, kavgasını aşklarıyla yoğurmuş memleket sevdalısı; yüreğinde camdan bir şeylerin kırıldığı, parmaklarının kırılasıya, çıldırasıya kanadığı, ütopyasına sevdalı, başka bir dünyanın değil kan ve revan içinde yaşadığımız şu yeryüzünün şairi... Her şair gibi onun da öznel yaşamından dolayı eleştirilebilir yanları dayatılabilir. Yazar olarak düşüncem şu ki; Nâzım'ın nesnel ve dinamik yanı olan şiirlerini bu çalışmama konu etmem benim için önemli. Öznel yanı bu çalışmanın ilgi alanı dışında kalmakla birlikte, şairin şiir gerçekliğine eğilirken ufkumda yer bile edinmemektedir. Gönlü bazen bir kartaldır, bazen acıyan bir ruhun sığınağı. Bir kavganın şairidir. Bu nedenle insanlığın eşitliğinin ve özgürlüğünün kavgasını şiirinde var kılmıştır. Hâl kavgayla geçen bir yaşam olunca, Nâzım'da onurlu bir kavgayla örülü yaşamında evrensel genişlikte bir sanat yaratmıştır.1 Yarattığı bu sanat, ardıllarına bile aşılmaz, ancak yer yer imgeleriyle yeniden üretilen bir okul olmuştur. Nâzım yalnızca Anadolu'da değil bütün Dünyada toplumcu gerçekçi şiirin keder yüklü ozanı olmuştur. ŞİİR Şiir, imge örgüsüyle, sözcüklerin ilişkileri, akışı, ses uyumu ile var olan bir yapıdır. Bu belirli düşünsel süreçlerin işleviyle oluşur. Bu süreçlerin sınırları belirli, tüm gizleri çözülmüş değildir. Çünkü o, kaynağını her zaman belirsiz, karanlık bir alandan besleyen bir süreçtir. Bu karanlık alanda yine birey; bireysel, yapısal olarak var olan özne ile dış dünya; çevre, toplum etkileşimi sonucu oluşmuştur…2 Özde, diyalektik, insanın varlığının değdiği her alandadır. Yani şiir gibi üretilen her şeyde de! TOPLUMSAL GERÇEKLİK ALANI OLARAK KADIN İMGESİ Nâzım'ın şiir gerçekliğinde “Kadın” olgusu hem toplumsal gerçekçi yanıyla; bir ülkenin emperyalizme karşı mücadele verirken kanını

kusursuzca sunduğu kurtuluş savaşında cephede ye r a l ı r, h e m d ü nya n ı n b a ş k a b a ş k a coğrafyalarında vatanlarını ölümleri pahasına savunan insanların bedenlerinde, hem de geleceği de aşk ve sevgiyle özdeşleşmiş şiirlerinde evrensel ve de bireysel sorunsal yanıyla anlam bulur. Nâzım'ın nesnel yanı toplumcu yanıdır. Öznel-bireysel yanı ise aşkları üzerine yaşadıkları ve bunları çoğu zaman evrensel bir duygu tadında ortaya döktüğü şiir eserleridir. Sonuçta bu ikinci yanda evrensel bir olgu olan aşkta içerik bulmaktadır. Şiirlerinden şu kesitler söylemimizi somutlamaktadır: “İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti…” yine bir başka şiirinde: “Yaşamak: ümitli bir iştir, sevgilim, yaşamak: seni sevmek gibi ciddi bir iştir…” 3 sağanağından Nâzım sözünü ettiğimiz gerçekliğe doğru akmaktadır. Nâzım, şiirinde kadını kıskanır, onu düşlerine alır, bir elmanın yarısı yapar, özgürlüğün ve kavganın şiiri olur kadın bir bulunmaz imgelemde: “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: çürüyen diş, dökülen et bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet.” 4 Öyle ki, İstiklâl isimli şiirinde de İstiklâl'i sevgiliyle bir tutar: “Mısırlı kardeşim, biliyorum, biliyorum istiklâl otobüs değil ki birini kaçırdın mı, öbürüne binesin… İstiklâl sevgilimiz gibidir aldattın mı bir kere zor döner bir daha.” 5


Sayfa

9

İşte o İstiklâl uğruna Anadolu bozkırında vatan toprağı için yürüyen de kadındır: “Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizliyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar, bizim kadınlarımız; korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız…6

ve hep beraber ipekli bir kumaş dokur gibi… Hep bir ağızdan sevinçli bir destan okur gibi yaşamak…” 8 Nâzım'da kadın bir kavgacı yürek olarak, memleketini tıpkı Kadınlarımız şiirinde olduğu gibi emperyalizme karşı savunan bir partizan olur. Sovyetlerin, Almanlara karşı kazandığı savaşta Tanya ile somutlaşır mücadelenin eti kemiği: “Partizan 18 yaşında. Partizan öldürüleceğini biliyor. Ölmek ve öldürülmek: hıncının kızıltısında belli belirsizdi bu fark. Ve ölümden korkmayacak ve keder duymayacak kadar sıhhatli ve gençti…” 9 Nâzım, bu şiiri kaleme aldığı Memleketimden İnsan Manzaraları'nı sevgilisi, eşi, Hatice, Pîrâye Pîrâyende'ye ithaf etmiştir. HASİPHANE KADIN VE ŞİİR

Görüyoruz ki, kadın olgusu bir sosyal sorun alanı şeklinde dışa vurulabildiği gibi bazen de yüreğin bir iz düşümü olarak işlenebilmektedir: “Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan karasabanlar gibi çizer kadınların yüzünü. Ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadınların göllerde ışıyan seher vakitleri gibi. Hayallerimiz yüzlerindedir sevdiğimiz kadınların, görelim görmeyelim karşımızda dururlar gerçeğimize en yakın ve en uzak.” 7 Nâzım'ın Taranta-Babu'ya Mektuplar isimli uzun soluklu şiiri ise İtalya'daki faşizm döneminde, Roma şehrinin halk mahallelerinden birinde bir otelde kalan Galalı bir delikanlının emperyalizmin altında inleyen ülkesindeki sevgilisine yazdığı şiirleri kapsamaktadır. Şiirin bir bölümünde şair şöyle seslenmektedir sevgilisine: “Yaşamak ne güzel şey Taranta-Babu yaşamak ne güzel şey… Anlıyarak bir usta gibi bir sevda şarkısı gibi duyup bir çocuk gibi şaşarak yaşamak… Yaşamak: birer birer

Nâzım, hapishaneden yazar, söz o ki, Nâzım da bir hapishane şairidir! 12 Eylül'ün ve geçmiş tarihin siyasi çömlekçilerin, dört duvar arasına tıktığı nice şairler gibi… Nâzım yıllarca yattığı bütün hapishanelerde aşklarıyla özdeş tutar özgürlüğe kavuşmanın bir memleket için varlığını. Nâzım'da şiirin çevresinde kadın toplumun aynasıdır. Cezaevinden yazdığı şiirlerinden birinde: “Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım…” diyerek sevdasını resmeder zamana… 10 Nâzım'da yer yer kadının şiirdeki rolü ve konumu değişir. Sevgilisinin gözlerinde dile getirir ütopyasını “ve dövüşmek yeni bir âlem için…” Dünya üzerinde yolculuklar yapar, Lehistan, Macaristan mektupları yazar bir şiir örgüsüyle sevgilisine. Bazen yüreğindeki kurt olur sevgilisi: “Sen benim minare boyunda çam gövdeme, yumuşak beyaz bir kurt gibi girdin, kemirdin! Ben barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen İngiliz amelesi gibi taşıyorum seni içimde…” 11


Sayfa

Başka bir şiirinde sevgisinin karşılığını bulamayan bir âşıktır: “O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata açıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliii hanımeli açan eve.” 12 Oysa kadın siluetinde bir umuttur, bazen şiirinde kadın: “beli karınca belinden ince saçları saman sarısı kirpikleri mavi…” 13 Ş a i r, t o p l u m s a l o l a n a g ö z l e r i n i kapatmadan, ama bir insan olarak bireyselliğini de göz ardı etmeden, kendi bireyini herkesin bireyi (ve tersi) yapabilme becerisini göstererek, estetik haz veren bütünlüklü ürünler yaratmayı başarabilen kişidir. Bunu yapmak zorundadır.14 Bu anlamıyla Nâzım toplumsalın ve bireyin şairidir. Nâzım Hikmet'in Rubaileri sevgili imgesi etrafında yoğunlaşır. Bir örnek vermek gerekirse: “İnsan ya hayrandır sana, ya düşman. Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan…” 15 Hani der ya şair, uzak ve sıcak bilinmez bir ufuktan: “Ama kendim için hiçbir şey istediğim yok, yalnız sevdiğim kız dokunsun parmaklarıma parmaklarımda dünyanın en büyük sırrı.” 16 Biliriz ki, Nâzım Otobiyografi şiirinde de kadınlara yer verir: “sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım…” Hasret şiirinde o, sevdanın özgürlüğünün izinden gider: “Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın. Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık. Yüz yıldır alacakaranlıkta 17 koşuyorum ardından.” Ölümüne az bir vakit kala yazdığı şiirde de bir kadın vardır, ölüm ve kadın nasılda tahsildar olurlar bir ömre: Vera'ya:

10

“Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm.” 18 Nâzım ölümle aşkı, özgürlük ekseninde kendine özgü epopesinde umutsal kılmıştır. Bunun en güzel tanığı Bulutlar Adam Öldürmesin şiirinde bir kadın olan anne varlık bilincinden hareket ederek örgü bulur: “Analardır adam eden adamı aydınlıklardır önümüzde gider. Sizi de bir ana doğurmadı mı? Analara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin” diyerek savaşın 19 etkilerini de işler. Son tahlilde bir yurtsever olarak Nâzım Hikmet Ran, Dünya halklarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinde tüm yürekliliğiyle yer edinmiş bir öncü şair bir kavga ve de sevda şairidir… Dipnotlar 1. Timuçin, Afşar: Nâzım Hikmet'in Şiiri. Kavram Yay. İstanbul, 1978, s.57 2. Alper, Yusuf: Şiir ve Psikiyatri Kavşağında. Okyanus Yay. İstanbul, 2001, s. 87 3. Hikmet Nâzım: Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 95-100 4. Hikmet Nâzım: Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994. s. 113 5. Hikmet Nâzım: “İstiklâl” Yeni Şiirler. Adam Yay. İstanbul, 1994. s. 85 6. Hikmet Nâzım: “Kadınlarımız” Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 71-72 7. Hikmet, Nâzım: “Kadınlarımızın Yüzleri” Son Şiirleri. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 112 8. Hikmet, Nâzım: “Taranta-Babu'ya Beşinci Mektup ” Benerci Kendini Niçin Öldürdü? Adam Yay. İstanbul, 1994, s.197-198 9. Hikmet, Nâzım: Memleketimden İnsan Manzaraları. Adam Yay. İstanbul, 1996, s. 460 10. Hikmet Nâzım: “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 139. 11. Hikmet, Nâzım: “Gövdemdeki Kurt” 835 Satır. Adam Yay. İstanbul, 1998, s. 28 12. Hikmet, Nâzım: “Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri ” Benerci Kendini Niçin Öldürdü?. Adam Yay. İstanbul, 1994, s.104 13. Hikmet, Nâzım: “Saman Sarısı” Son Şiirleri. İstanbul, 1994, .s.72 14. Alper, Yusuf: Şiir ve Psikiyatri Kavşağında. Okyanus Yay. İstanbul, 2001, s.92 15. Hikmet Nâzım: “Rübailer” Kuvâyi Milliye. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 221 16. Hikmet Nâzım: “Pırağ Dedikleri” Yeni Şiirler. Adam Yay. İstanbul, 1974, s. 98 17. Hikmet, Nâzım: “Hasret” Son Şiirleri. Adam Yay. İstanbul, 1994, s.12 18. Hikmet, Nâzım: “Vera'ya” Son Şiirleri. Adam Yay. İstanbul, 1994, s. 185 19. Hikmet Nâzım: “Bulutlar Adam Öldürmesin” Yeni Şiirler. Adam Yay. İstanbul, 1994. s. 54


Sayfa

11

Erol BEYTORUN İkimizin Arasında ikimizin arasında bir şey var biliyorum yenidoğan bir bebeğin ağlamasından anlıyorum. Hasırdan bir atlas dokursun geceye, getirirsin eteklerinden yağmurları sürükleyerek gözlerime. Bir şey ikimizin arasında kirpiklerinin neminden belli kulaklarımızda yaprakların uğultusu, sarhoş bir yıldız düşer avuçlarımıza. Saçlanır dalgalanır rüzgar kokusunda. Sırtımızı dönerek bütün kahpe ayrılıklara ve bir daha çözülmemek üzere erguvan bahçesi ellerin, sımsıkı sarılarak uçurumlara koparır ruhumu canımdan İkimizin arasında bir şey olur ölüm sessizliğinde.

Müslüm DANAOĞLU Hüzün Hüzün Sancıdır ve kalpte fay hattı Tükenmez mürekkepli yüz kalemi Duyulmaz uçurumdan düşen sesim Şaklayınca yalancı heves kamçısı Gül ıslak, ürkek ve yalnız Bülbüller sonsuz lâl ayininde Güneşe hasret ölmüş filiz Gözü yaşlı serçe ve iğde Hüzün İnce ve patika düşler güzergâhı Kelebek sırtında yaşam yemini Tıkılır göğsüme nefesim Saplanınca uykuya rüya bıçağı Gece sessiz, ağır ve uzun Anılarda şimdi kin nöbeti Sonundaymışım meğer yolun Karşımda hep hüzün kereveti… Çıktım…


Sayfa

12

Sincan İstasyonu Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Abdülkadir Budak ile Şiir ve Sincan İstasyonu Üzerine Söyleşi : İlkay COŞKUN

-Sincan İstasyonu'nda; oğlunuzun sizinle alakalı bir tespiti beni gülümsetmişti: “Babamdan şiiri çıkarırsanız, geriye pek bir şey kalmaz” diye. Bu konuda siz ne söylersiniz? -Ben ki, bir kitabının arka kapağına, “Üç ömrüm daha olsaydı bağışlardım şiire” dizesini koymuş bir şairim. Şiire bir hayat ayrılması, bunun bile az geleceğine inanan biri… Bir kez bile yirmi dört saati şiir okumadan, düşünmeden ya da yazmadan geçiremeyen biri olarak bu sözden alınmadığım gibi, sevindim bile. Oğlumun koyduğu teşhis doğrudur. Bir baba olarak, bir eş olarak sorumluluklarımı ihmal etmemeye özen gösterdiğimi bilmez mi? Bilir de, bütün bunların, her şeyin sebebi olarak şiiri görürüm. O her şeyin en önünde olmuştur. Bu söz ne bir baba olarak beni incitmediği gibi, bir şair olarak çok sevindirmiştir. Oğlum demek istiyor ki, “babam şiiradam”dır. Bir şaire yapılacak en büyük iltifattır bu. Yeri gelmişken hatırlatayım, kızım da şairdir bilindiği gibi. Emel Güz adıyla şiirler yayımlamakta, kitaplar çıkarmaktadır. İlk kitabına şöyle bir dizeyle başlamıştı o da: “Anneye dantelden, babaya şiirden vardık.”


Sayfa

13

-Söz şiirden açılmışken, özellikle gençleri Ele aldığımız konular sanat çevrelerinde ve dikkate aldığımızda, şiir nereye gidiyor dersek, medyada tartışılmaya değer görülmektedir. öngörünüz ne olabilir? -Sincan İstasyonu okumak -Ben yaşlardaki çok şair gibi karamsar değilim bu gerçekten keyif verici. Derginin konuda; şiir, genç şairler eliyle çok daha iyi yerlere serüveninden biraz bahsedebilir misiniz. gidiyor. Hem dergiler çıkaran hem de gençleri her Birde isimle ilgili sorum olacak neden dönemde dikkatle izleyen biri olarak söylüyorum bunu. 'istasyon”? Gençten umudunu kesenden geleceğinden de umudunu kesmiş demektir. Hemen her dönemde rastladım da, -Bunu sizden duyduğuma sevindim. şimdi daha sık rastlıyorum. Şiir söz konusu olduğunda şu Evet, başından beri lezzetli, keyifle okunan bir anda yaşamakta ve yazmakta olan nice “yaşlı çırağın” dergi çıkarmaya çalışıyorum. Edebiyat yanında onlarca “genç usta” var… Yeri geldiğinde anarım dergileri asık yüzlü bir ciddiyet içinde, ya da adlarını bunların. Bu konuda ketum değilimdir, cimri öyle görünüyor. Biz, yazarın, şairin sadece değilimdir. Daha ilk şiirlerinde, ilk kitaplarında bir hayli yapıtlarına değil ne yapıp ettiklerine de mesafe almış olanlara sevinçle rastlıyorum. İnsan bakıyoruz. İnsan yanına da yani. Bunu belli şaşıyor, bunca birikim, donanmışlık ne zaman oluştu? espriler içinde, magazinel bir dil kullanmadan Acemilik süreci çok kısaldı. Biz bir bakıma büyük yapmaya çalışıyoruz ama. Derginin sayfa yokluklar içinde varolmaya çalışmıştık. Ne bu kadar sayısı ve formatı gereği kısa yazılara yer iletişim imkânları vardı o yıllarda, ne bunca kitap. veriyor, çeşitliliği sağlamaya çalışıyoruz. Kısa Dünyanın en iyi şairleri Türkçeye kazandırılmış bir yolculukta bile tümüyle okunacak bir dergi durumda. Arkalarında daha zengin bir Türk şiiri var. düşünüyordum, hayata geçirdim nihayet. Okulları daha büyük, daha kapsamlı. Daha iyi kitaplar, Öyküye, deneme yazılarına da yer veriyoruz daha nitelikli dergiler çıkıyor bugün. İlk kitaplarını bile ama ağırlıklı olarak bir şiir dergisidir bu. Her büyük yayınevlerinden çıkarabilecek kadar şanslı sayıda dokuzu geçmeyecek sayıda şiir bugünün gençleri. Ödüller de genelde onlar için, övgüler koymak gibi bir ilkemiz var. Yazı ağırlıklı bir de… şiir dergisi olarak yayın hayatını sürdürmek niyetindeyiz. -Dergiciliğin, özellikle Adına gelince… “Niçin taşra dergilerinin kültürümüz Sincan İstasyonu?” başlıklı adına önemi nedir? imzasız bir yazıyla daha ilk sayıda açıklamıştık bunu. Daha -Ben ilk dergim OZANCA'yı sonra benimle yapılan kapsamlı çıkarırken de ne merkeze bir röportajda daha ayrıntılı aldandım ne de kendimi taşralı bilgiler verdim. Tekrar gibi olarak gördüm. Edebiyatın olacak da, Poyraz okurları için merkezi de, taşrası da görece bir kısaca anlatmaya çalışayım… şeydir. Taşra dediğimiz şey, Sivas'tan Ankara'ya, daha insanın yaşamakta olduğu yer doğrusu Sincan'a taşındığımızda değil, kafasında olandır. Bugün yedi yaşıma yeni basmıştım. İlk, İstanbul'da yaşayan nice taşralıyı Orta ve Liseyi burada okudum. düşündüğümüzde bu böyledir. Ortaokul öğrencisiyken babam İnsan kendini geliştirir, yenilerse ölmüş, annem yedi çocukla dul edebiyatta kabul görür. Şairin kalmıştı. Bir daha evlenmeyi iyisi nerede olursa olsun iyidir. düşünmeden, bizleri büyütmek, Kötüsü de ha İstanbul'da olmuş, okutmak içi Ankara Şeker ha Ankara'da fark etmez. Bugün Fa b r i k a s ı ' n d a ç a l ı ş m a ya gelişen teknoloji aradaki başlayınca, aile bütçesine mesafeyi daha da kısaltmıştır. katkıda bulunabilmek için, okul İstanbul dergilerini, yayınevlerini daha çok da çıkışlarında Sincan istasyonunda su ve simit Anadolu'da (taşrada) yaşayan yazarlar, şairler satmaya başlamıştım. Annemi sabahları işine beslemektedir. Beni örnek alın. Ankara'nın bir ilçesinde, giderken bu istasyondan ben uğurlar, akşam Sincan'da bir edebiyat dergisi çıkarıyorum. Elinizi ben karşılardım. İstasyon benim için anne ve vicdanınıza koyup bir bakın, SİNCAN İSTASYONU bir ekmek parası anlamına da geliyordu. Dergi taşra dergisi midir? Kasabanın yerel bir yayın organı gibi çıkarmaya karar verince çocukluğuma, mi duruyor? Burada yazı, şiir yayımlamak, merkez diye çoktan rahmetli olmuş annemin hatırasına bilinen İstanbul'da çıkan dergilere oranla daha da denk düşer diye bu adı seçtim. Çok sevildi. zordur. Edebiyatın, şiirin merkezindedir bu dergi. Farklı bir ad olarak karşılandı. Tren Komplekslerden tümüyle arınmış, edebiyat, şiir yolculukları olsun, sevdiklerimizi uğurlama ve ortamına müdahale eder hale gelmiştir. bekleme yeri olan istasyon şairlerin ruhuna


Sayfa

uygun düşmüştür her zaman. Bu sefer de benim ruhuma uygun düşmüş demek ki… -Şu anda Ankara yaşamanıza karşılık Sivaslısınız. Dışarıda yaşayan bir Sivaslı olarak kültürel açıdan Sivas'ı nerede görüyorsunuz? -Sivas için ozanlar yatağı ya da şairler toprağı diyenlere rastlanır. Gerek halk ve gerekse modern edebiyatta Sivas doğumlu çok yazara, şaire, araştırmacıya rastlarsınız. Zaman zaman edebiyat dünyasının dikkatini çeken dergilerin çıktığı da olmuştur burada. Teyzem ve kuzenlerim bu şehirde yaşadıkları içindir ki, sık olmasa da uğradığım olur. Çok küçük yaşlarda ayrıldığım için bende fazlaca bir hatırası yok ne yazık ki. Hafik Kaymakamı sayın İlyas Memiş dışında beni hatırlayan, bir şiir etkinliği ve imza günü için davet edene de rastlamadım. Hakkını yemeyelim, şimdi aklıma geldi: Sultanşehir dergisinin bir sayısında tanıtılan Hafikli üç şairden biri bendim. Bu ikisinin dışında, ne yazık ki, bu anlamda bir gönül bağı kurabilmiş değilim şehrinizle. -Son olarak Poyraz için son bir sözünüz var mı? -Poyraz, gazete eki olarak sunuluyor ama edebiyat dergisi hüviyetine büründü bürünecek gibi duruyor. Edebiyat kuramlarına, edebiyat eleştirilerine pek rastlanmıyor. Sayfalar şiirle dolduruluyor gibi. Eşin dostun yazdıklarından değil de, iyi şairlerin şiirlerinden, iyi yazarların yazılarından oluştuğunda edebiyatta yeri olan bir dergi olacaktır. Mahalli havadan bir an önce kurtulmalı, Türk edebiyatını kucaklamalı bana kalırsa. Çevredeki yetenekler, Sivas dışından yazan değerli edebiyatçılarla birlikte olabilirse fark edilecektir.

14

Hasan BULDU

Ay Suya Değdiği Zaman Bir nehir akar usul usul yüzer sevdalar sularında dökülür gözyaşları kıyısındaki konaklardan. Ay suya değdiği zaman sessizlik böler geceyi duvarlardan sızan çığlıklar karışır nehrin gümüş rengine. Çekilir perdeler gecenin zifirinde söner ışıklar birer birer ay kararır nehir ağlar uykuya dalmıştır umutlar. Bir seda olmuştur yaşanmış yaşanmamış aşklar.

Fevzi YETKİN

Gece Hezeyanları gecenin karanlık çığlığı gözlerimi boğuyor düşünceler sel olup sürüklüyor aklımı ruhum yıldız yağmurlarıyla ısıtıyor kendini boşluklar âleminde muallâkta kalmışım pusulasız iradem geceye uyanmışım hummalı bir mehtaba ilişince gözlerim yalancı ışıkların tükeniyor sihri öyle bir dekor ki bu


Sayfa

15

Sibel Unur ÖZDEMİR

Alacalıdır Yaşanan Her An Boyamak istemezmiyiz zaman zaman hayatın renklerini kendi istediğimiz tonlara. Ağarmaya başlayınca yaşananlar, yenisini eklemez miyiz daha yenisini, en yenisini. Solmasını hiç istemeyiz yaşamın renklerinin. Alacalıdır yaşanan her an. Bazen kararır düşüncelerimiz zihinlerimizde, üzerimize üzerimize gelir kara kara bulutlar. Islanır gözlerimiz şeffaf tanelerle. An olur griliğe bırakırlar yerlerini kararan bulutlar ve… Ve… Yavaş yavaş mavilik hâkim olur gökyüzüne. Pamuk bulutlar gülümser bu kez bize beyaz beyaz. Sevda tozpembe olsa da ebrulidir aşkın rengi. Sarıdır güneş. Sıcaktır, kucaklayandır. Gün aydınlık gece zifiridir. Gümüş renginde yıldızlar ninni söyler geceleri, şavkı düşer ayın apak. Tutkunun rengidir kırmızı. Dalga dalgadır göklerde. Morlar, bordolar, neftiler, türkuazlar Osmanlı 'yı hatırlatır. Yedi renktir ebemkuşağı. Göz kamaştırıcıdır. Uzanıp da dokunmak ister yürekler. Hazan rengidir sonbahar. Sarı yapraklardır tuvale yansıyan peyzajlarda. Kara kış deseler de beyazdır karın rengi. Enginlerde farklıdır mavinin tonu. Masmavidir deniz. Dalga daldadır fırça darbelerinde. Bazen hırçın ve hoyrat, bazen çarşaf gibi, durağan. Yeşilden yana cömerttir doğa ana. Kaç bin tonu barındırır bağrında. Rengârenktir bakışlar. Yeşildir, mavidir, karadır, kahvedir, eladır. Kehribardır, baldır, zeytindir. Akarlar bir tuvalin içinden yüreklerimize. Resim deyip geçmeyin. Bir resim neler neler anlatır insana. Çizgiler, renkler, figürler, desenler. Ta ilk çağlardan bu yana resimlerle iletişim kurmaz mı aslında âdemoğlu? Her ne kadar bizim için önceden çizilmiş görüntüleri yaşasak da, kimi zaman koyulaşsa, kimi zaman açılsa da ışık huzmesi, arada sırada birkaç resim ekleyebiliriz yaşam pencerelerimize. Öyle zamanlar vardır ki fırça darbeleri ile renk veririz hayata. Boyayıp dururuz istediğimiz resmi yapıncaya dek. En duygulusunu, en estetiğini, en istediğimiz gibi olanını. Gerçi hiç bir şey yapmadan öylece durup poz verdiğimiz, modellik yaptığımızda olur boyaya, tinere dokunmadan. Duygularımızı, düşüncelerimizi kaçımız aktarabiliyoruz ki yaşam tuvalimize. Kaçımız ha, kaçımız hayatımızın nü'sünü resmedebiliyoruz? Değişik perspektiflerden bakabiliyoruz akıp giden zamana. Bir de yansıyan yüzleri vardır renklerin yüreğimize. Unutuyoruz. Hadi takın şövalelere birer kâğıt. İçinizde saklı kalan renkleri akıtıverin belki de yapacağınız ilk resme.


Sayfa

16

Şiir: Muhammed el-Kuyesi* Çeviren: Niyazi KARABULUT

Ölü Sümbüller O rüzgâr şehrimde olsaydı Süpürürdü tozları elbiselerden Harabeleri yıkardı yağmurla Hayat sonbaharında diriliyor O rüzgâr olsaydı ya da erkeklerin kolu Akşamları tarlalara uğrardı Kadınları dinlemek için Haber verirlerdi hasad mevsimini ve ekinlerin kuruduğunu Huzur çiçekleri solardı gözlerde Kadınlar duada Şayet dönerse erkeklerin kibri Özlem, hasret ve azap Esha'dan bir bulut çıkıyor Ölü sümbüller üzerine Harap memleketim üzerine Sürüklenen insanlar üzerine Ecel kayığında Kalbinden, hüzün yaralarından Susuyorlar Susuyorlar Susuyorlar…

* Muhammed el-Kuyesi, 1945 yılında Filistinde Yafa yakınlarındaki Kefer Ane köyünde doğdu. 13'ün üzerinde şiir kitabı yayınlandı. Haglu's-Sahafe ve Mukaveme dergilerinde çalıştı.


Sayfa

17

Ekrem YALBUZ

Övgü Ve Yergi Üstüne Her konuda olduğu gibi burada da ince bir ayrıntı ve ayar vardır. O incelik, hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Birincisi, kişiye yapılacak en büyük kötülük, onu yüzüne karşı övmektir. İkincisi, övgüde ifrata kaçmamaktır. Kişilerin başarıları, eserleri gerçekçi bir yaklaşımla hak ettiği kadar övülmelidir. “Sizi, sizde olmayanlarla övenler, korkulur ki yarın da sizi, sizde olmayanlarla yererler.” Mesnetsiz övgü, övenin riyakârlığına işaret sayılmıştır. Mesnetsiz yergi ise zaten iftiradır, zulümdür, kıtaldır. Övgülerin en güzeli; kişiyi gıyabında, hak ettiği kadar övmektir. Bu tür övgü, o kişiyi daha çok mutlu eder. Onu motive eder. Ona; ciddiye alındığını, görüldüğünü, okunduğunu, izlendiğini, değerlendirildiğini hatırlatır. Takdir edildiği gibi tezyif edilebileceğini de ihtar eder. Yararlı ve yapıcı olduğu konularda, sanat değeri yüksek eserler üretmesinde ona artı moral güç kazandırır. “Marifet, iltifata tabidir / Müşterisiz meta zayidir” sözü ne güzeldir. Hiç şüphe yok ki her marifetin iltifat görmesi, takdir edilmesi, marifeti geliştirir. Ama iltifat olmazsa marifet sahibi küskün kalır. Yerinde ve zamanında güzel bir uslûpla yapılan eleştirinin de yararlı olacağını hatırdan çıkarmamak gerekir. Kime karşı olursa olsun hak edilmiş bir övgü insanî bir görevdir. Hatayı görüp göstermek, uyarmak ise ayrıca bir dostluk göstergesidir. Yanlış yolda olan, uçuruma giden birisine hiçbir dost kayıtsız kalamaz. Bunun da inceliği karşıdaki insanın hatasını söyleyeceğim diye rezil rüsva etmemektir. Bir insan, toplum içinde aşağılanacak ve incitilecekse hatasını söylememek daha iyidir. Kişileri gereksiz yere övüp şımartmadan, onlara hülya kanatları takıp uçurmadan takdir ve tebrik etmenin, heveslerini kırıp gönüllerini incitmeden eleştirebilmenin en güzel yolu; onların şahıslarını, şahsiyetlerini değil eylemlerini övmek veya eleştirmektir. Ne yazık ki; insanoğlu pek çok sanatkârı sağlığında yeterince tanıyamadı. Onların eserlerindeki gerçek güzelliği göremedi, takdir edemedi. Gerçek sanatkârların ancak ölümlerinden sonra adlarına diktiğimiz anıtlarla ve bir hayli hırpalanmış eserleri tamir etmekle teselli bulmağa çalışıyoruz. Güzelliklerin müşterileri muhakkak ki güzel insanlardır.


Sayfa

18

Hilal KARAHAN

İZ-LE' r r r 1/ DER İİİİİİİİİ İ N İZ-yani hiç kimse duymadan soluyan bir kayanın altı yani gözünü kırpmamış gece: soğuk ve soluğunu tutan otların avuçları, ve hızlıca kapanan, kapanır mı nedir bu yara göğsünde gezinirken titrek eli zamanın...

Mustafa AYVALI

Garda Nicedir yolunu beklediğim Umudun son vagonu Gidiyorken raylarda, Yakarışın sükût-i figânında Kömür karası gözlerden Kan damladı avucuma, Ard arda.

2/ SAY DAM M M 'M İZ-yorgun musun ey ŞAİR? ampul sönük yorgan örtük kimden saklanırsın, sahi saklanır mı illüzyon için boşluğunda dolaşırken harfler serin vibrasyon yayar ayakları alışkanlık kırılan nedir? tümcenin üzerine basarsa bir an? :kalbin taşında yıllardır dönen bir tek dize...

Raylarında kantaronlar Sarılmış gönlüm Ayrık otu gibi Virane bir garda Sancıda, Gün akşam olurken Kahrolası şu diyarda. Çakıldı bedenim Hoyrat rüzgârların Yaladığı İsimsiz bir banka, Kâğıt mendile düştü Şiltesiz ruhum, Tut ellerimden şair! Çıkmazında ömrüm bir yarda. Bir katar geçti raylarda Fasl-ı hazanın hangi günüydü, Bilmem hangi aylarda.


Sayfa

19

Yusuf BAL

Tuz Kuyusu bir selin deminde açıyorum nefesimi. yaram açık üflüyorum, her kurşun içimizden geçti meğer ne kadar titrermiş ellerimiz geçmişin hülyasını görüyorum aynada, ayağa kalkıp boynumdan alıyorum barutun. kokusunu irislerin arasından, kütükleri çıkarıp yürüyen ada oluyorum bir limanda yüklenip insanlığı sürgün sularda aldırmadan ahtapotlara ışıksız ateş kendini yutar, karanlığın ortasında kurumuş kuyulara seriyorum beni, tuz yatağına söylenir söylenmemiş sözler, “bir dakika” ateş taşı pişirir. güvercin kursağında ben oyum, daha konuşacak çok şey var göz yaşı hüzündür. kafeslerin arkasında devleşiyorum. kırmızlar içinde geçiyorum. sokaklardan ay yere düşmüş, yıldız yere. omuzların üstünde parlayan güneş olup, bir gece. sabaha karşı göğe ışık tutuyorum tutamıyorum kendimi, ne kadar yalnızız meğer tepkisiz saatlerin arkasından, öylece bakmak kendimize. kendi arkamızdan su dökmek denize, gel demek, dur demek ne kadar kolay soğuk pür mavisiydi gece, sabah dörde yakın güneş doğmadan kızıla boyanır “mavi marmara” her duvar söyler bir gün, o soyun yalanını gemiler vurulur utancın tarihine, kağıtlara, camlara ve perdelere altı günden sonra, zulmün üstüne yürüyen altı gemide direnmek, gün ışımadan demir kanatlardan inen korsanlara susmak. hiç bu kadar yakmamıştı dudakları, çaresiz susuyor insan vurulunca katran karası yüzlerden, ruh düşerken dönüp durur pervaneler, zehir taze demlenir işaret parmağında ay'dan sonra yarılır insan o şeyi yapamadığında kara akıyor tüm sular, tuza doğru. yaramda beyaz kumaşları saklıyorum. dönerim diye bir gün kendime uykularımı bölüyor acılarım, yanık kokusunda. bağırıyorum göğsümde sessiz durmaz kafesim. uçmak isterken kalbim ayrılıyorum güvercin tufanından, ant içiyorum sakallarını traş ediyor dedem, dişleri çıkıyor. yeniden kükrüyor, beni alıp. şeytanın kucağından savaş meydanında çeviriyorum bir dağı ellerime yüzüme tarih nerede, tarih nerede


Sayfa

20

M.Nihat MALKOÇ

Çocuk Olmak Çocuk olmak, hayat ağacının dalına sıkıca tutunabilmektir. Düşeceğini hesaba katmadan o ağaçta keyfince salınabilmektir belki de… Geçmişten geleceğe uzanan, yokuşların nefesleri kesmediği düz bir güzergahta yola revan olmaktır çocukluk…. Çocuk olmak, hayata pembe gözlüklerle bakabilmektir. Bütün insanları kardeş görebilmektir çocukluk… Çocukların milleti ve milliyeti yoktur. Bütün dünyada masumdur çocuklar… Onlar gülünce tebessüm yayılır annelerin nurlu yüzüne; onlar ağlayınca annelerin yüreğinden bir tel kopar sanki… Çocuklar, şefkatin membaı olan annelere duygu telleriyle bağlıdır çünkü… O teller, tonlarca yükü taşıyan çelikten çok daha sağlam ve güçlüdür. Çocuk olmak; dertlerden, tasalardan, yarın endişesinden, geçim sıkıntısından, savaşların acı yüzünden habersiz yaşamaktır. Zira bütün dünyaya aynı gözle bakar onlar… Onların düşmanları, tarihi emelleri, kinleri, nefretleri yoktur. Saflığın en doğal halidir çocukluk… Bir somun ekmek için çöplükleri karıştırırken bile hayata tebessüm edebilmektir. Giydiği eski püskü, yırtık pantolonun tasasını yaşamadan onu bile eğlenceye dönüştürebilmektir. Hayatın acı yüzüne gülümsemektir çocuk olmak… Yarının dertlerini sırtına almadan, an'ı doyasıya yaşamaktır. Karamsarlığın her çeşidini kovmaktır hayatından... Çocuk olmak; bir dağ köyünde yoksulluğun getirdiği, tahammülü zor acıları anne babayla bölüşmektir; ekmeğin yanında katık aramamaktır. Etin kokusunu kurbandan kurbana hissedebilmektir taşranın varoşlarında çocuk olmak… Zenginlerin elinden merhamet dilenmektir donuk bakışlarla… Bir düğün arabasının önüne atılmaktır canını hiçe sayarak… Çocuk olmak, bir bombayı oyuncak sanarak avuçlamak ve ömür boyu sakat kalmaktır Doğu ve Güneydoğu'da… Sakat bacağıyla yine de hayata güler yüzle bakabilmektir. Gül bahçesine destursuzca girip dikenler içinde iri güller dermektir çocuk olmak… Çocuk olmak, bazen de karanlık odakların emellerine alet olmaktır. Nereye ve niçin attığını bilmeden ara sokaklarda taş atmaktır kör kuyulara… Eylemin çirkin felsefesine inemeden bunu bir taş oyunu olarak görmektir. Sokaklarda kovalamaca oynamaktır kendince. Çocuk olmak, tahta kılıçla ülkeler fethetmenin garip düşünü görmektir. İşlek bir ana yolda, arabaların camını silerek merhamet dilenmektir. Çocukluk hiç farkında olmadan kendini tinercilerin tuzağında bulmaktır ne yazık ki!... Buz gibi kış gecelerinde sokakları mesken bilip mavi gökleri yorgan edinmektir üstüne.... Varoşlarda çocuk olmak baskülle tartı yapmak, kağıt mendil alıp yalvarırcasına satmaktır biraz da… Sokakların diliyle konuşup sokakları dost bilmektir çocukluk… Anne şefkatini sokaklarda aramaktır bir yerde… Çocuk olmak; top ve misket oynamak, kaydıraklarda kaymak, anlamsızlığı anlam edinmektir çok kere… Toprağa yakın olmak, kendini toprağın bir parçası hissetmektir çocukluk… Bazen de bir kamyonun arkasına takılıp bir çeşit akrobatlığa soyunmaktır köyün toprak yollarında. Çocuk olmak, bazen de ölümle alay etmektir hiç farkında olmadan… Çocuk olmak, çok kere oyuncakların dünyasında kaybolmaktır. Onlarla duygusal bağlar kurmak, onları hayatın bir parçası kabul etmektir. Evcilik oynamaktır çocukluk… Annelik, babalık rolüne soyunmaktır bazı zamanlarda. Hayatı bir oyundan ibaret görmektir masumca… Gece, yatağına yatınca her şeyi unutup bir ninninin veya bir masalın ellerine teslim etmektir kuş uykusunu. Meleklerle el ele verip dünyayla ilişkiyi kesmektir çocukluk… Çocuk olmak, bir yaz yağmuru altında hiçbir şey olmamışçasına sırılsıklam ıslanmaktır. Uçurumların ardını görememektir çocukluk. Bir top için kendini yardan uçurmayı göze almaktır ne yazık ki!... Bulutları pamuk şekeri olarak görmektir büyüklere inat… Çocuk olmak, hayallerin gerçeklere galebesidir. Umudun hiç sönmeyen meşalesini tutuşturarak karanlıkları ürkek bakışlarla aydınlatmaktır çocukluk… Kırık dökük düşleri toplamaktır cam kırıkları arasından… Konuşulması gereken yerde susmak, susulması gereken yerde de konuşmaktır bazen de… Sırrın sırrına vakıf olamadan onu paylaşmaktır çocukluk…


Sayfa

21

Nefise KARATAŞ

Sanatın Doğuşu İnsanın kendi bilincinin farkına varmasıyla artan düş gücü çoğalan ihtiyaçlarıyla parelellik gösterir. Sanatın tarihi de burada başlar. Tüm canlılarda olduğu gibi sanatın ilk yatağı yine doğadır. Sanatın yaratıcısının insan olduğu ve yalnızca sanatı yaratmak için sanatçıların var olduğunu düşünürüz. Ama sanatın ilk yaratıcıları kendilerini hiç de böyle görmüyorlardı. Kurguladıkarı tanrılardan yaşam beklentilerini karşılayabilmek için; vücutlarındaki enerjiyle, düşünü ve düşüncesini etkin bir hale dönüştürerek büyüttüğü bir büyüydü sanat. Mağara duvarlarına çizilen yarı insan, yarı hayvan şeklindeki resimler büyü, ressamın atası da büyücüydü. Aynı zamanda yapılan danslardaki vücut hareketleri bir tanrının çektiği acıyı ya da bir diğer tanrının sevincini anlatırdı. Solist günümüzün aktörü, şairi ve şarkıcısı olduğunu bilmeden kendini kaptırırdı bu törenlere. Zamanla bu törenlerden tanrılar sıyrılmış, insanların çektiği acılar, işkenceler ve sevinçler tiyatro sanatına dönüşmüştür. Tanrı savaşlarını anlatan Odiseus Destanı'nın kurgu sahibinin Homeros olduğu söylenir. Oysa Homeros'un kendisinin de bir efsane olduğu söylencesi vardır. Şiir olgusuna değinecek olursak, Heziodos adındaki eski bir köylü ozan, soyluların cümbüşlerinde değil, köylülerin toplandığı mekanlarda yer alarak paylaşırdı düşüncelerini. Gençleri de peşinden sürükleyerek güneşli tepelere çıkardı. Elinde lir ya da kitara gibi aletleri o zaman olmadığı için uzunca bir sopayı toprağa vura vura kafiyeli cümlelerle konuşurdu. Düşünülen odur ki; sopanın her toprağa vuruşu şimdiki ölçüyü oluştururdu. Rivayete göre bulunduğu yöreye dönem dönem esin perileri gelip orada halay çekermiş. Hava kararıp güneş kaybolduğunda bu köylü ozan sopasını bırakarak konuşmasını keser ve uzaklaşırmış. Bu konuşmalardaki derinlik kabına sığmaz coşkunluğun estetikle bu denli bütünleşebilmesinin şiir olduğu, yine asırlar sonra tanımlanacaktı. Sanatın oluşumundaki bu gerçeklikleri değiştirirsek birkaç cümlede sanatın tanımının yapılamayacağı açığa çıkmış olur. Sınırları olmayan bir dildir yani. Bir dilin içinde geçen herşey sanatın tanımı ve bir parçası olabilir. İnsan duygu ve düşünceleri; kuşlar, ağaçlar, toprak, çiçeğin göbeğinde parlayıveren benekli böcek… Büyü ise çağdaş şiir dizelerimizde kullanılan bir sözdür. Sanatın temel amaç yargısına girmeden felsefede olduğu gibi direkt olarak düşünceyi değiştirme ve genişletme çabasında olmadığını, kişiliği değiştirip duyumsama olgusunu geliştirmek olduğunu söyleyebilirim. Sanatı sevin, çünkü o sizi hiç bırakmayacak.


Sayfa

Mektubumuz Var

“Siirin … ve Siir Sevdalilari olarak, lu ru Ku tim ne Yö i tes ze nleyip Sivas Postasi Ga svik Etmek” amaci ile düze n sükranlarimi arz Te i sin ma zil Ya ir Si ve si içi ünüz Sevilme da mansiyona lâyik gördüg neticelendirdiginiz yarisma da; organize ekibini ve seçici heyet-i âli'yi tebrik ve ediyorum. Haddim olmadan takdîr ediyorum. i olmaniz, bir sanat sevdalis s mi nle ze dü ma ris ya bir gli a, Seffaf ve etik degerlere ba r Literatürist olarak da sizlere minnettârim. Adâb Bi n zü ir. nü ist zü sekilde, yü olarak beni cezbetm n köklü tarihine yakisir birkimlik ve kisiliginizin s'i va Si iz az ve ta iya eb ed ebî edebe, bu sosyal sorumlulugun, ed a akiyla ifâ etmis oldugunuz ulusal ve uluslararasi bütün kültür platformlarind a, gin ca iya sizleri zirveye tas ina kalben inaniyorum... ag ac kil r ffe za mu ve k ffa muva r dünyalarinda tanisik olan dostlarimin sii tin sayginligini, le nim be ve na ba in, an Edebiya Sizinle tanism açacagindan emin olunuz. hassasiyeti ve haysiyeti; esi er nc pe r ha ba bir az nm ni, kapa töz'e varan kalemin kâviligi sâirligin sûur ve serefini, inanmis yüreklerinizden yudumlamak; denizde ni ve sizin hünerli ellerinizden niz olmaktir… Suda yanmak, ateste donmak sirr'i de a in ad ml damla kalmak, da n ve Irâde-i Mevcudiyetinizdizlar izi i'n Âl -i âm ak M k. ma sa kyüzünde yil yasamaktir, sizinle ya feyizlenmek, gönüllerin gö , ilk yüz'e giren n de rin tle be soh l sa fas mu rismada feyyaz ve n üç yüz sâirin katildigi ya n ülkesinin Sâh'i olmaktir. Bitirilmasi, Anadolu'nun en müzeyyen zemin ve zamasi las sta ap Po s kit isi ise; Siva sâirlerin siirlerinin ki ödül töreni ve siir dinlet sanatçiya saygisini de i'n ses re ed M e ciy rû Bu li ini ve mümessî n ayricaligini, sanata sevgis Gazetesi Yönetim Kurulu'nu ispatlamaktadir. lerinize… Hayatin ikinci lem söy ve lem ey n tü bü m ru Aklim ve kalbimle katiliyo gerçeklestirmenin iksiridir ideâl. Büyük ideâller, ri , lle yâ ha adidir, hayâl. Ve ler. Düsüncelerin büyüklügü er ed sil tem ini lar diz yil ri büyük insanlarin basa ip, varlik felsefesini analiz ed dir. ati yasama tatbîk etmenin isp … zi kavustursun ve ukdelerini ' lak ut M i îrad 'K ; sa luy do Gönlünüz neyin özlemiyle i ki varsiniz… Iy . sin kil müjdelere mihmân n az Dergisine inceliklerinde yr Po ve ine tes ze Ga si sta Yarisma jürisine, Sivas Po letâfetten, methe inkisâf eden erguvan seslerin -i ötürü mütesekkîrim. Hâne or, nazâr-i edep ile divân-i ârif'ten ayriliyorum. liy am sel yüreklerini saygiyla Selâm ve duâ ile...

Devrim Diyar Toprakoglu 08.06.2010

22


Serdal YERLİ ile Sayfa

23

AŞIK TALİBİ COŞKUN KÜLTÜR DERNEĞİ “YETİM” TEMALI ŞİİR YARIŞMASI DÜZENLEMİŞTİR “5. Geleneksel Aşık Talibî Coşkun Anma ve Şiir Şöleni” kapsamında yetim temalı şiir yarışması düzenlenmiştir. Şairlerin 31 Temmuz 2010 tarihine kadar şiir gönderebileceği yarışmada ön elemeyi geçen şiirler, “Yetim Şiirleri Antolojisi” ismi ile kitaplaştırılacaktır. Şairlerin en fazla 3 şiirle katılabildiği yarışmada, gönderilen şiirler daha önce ödül almamış olmalıdır. Yarışma sonucu 25 Eylül 2010 tarihinde www.sivaskultur.org adresinde yayınlanacaktır. Dereceye giren yarışmacılara ödülleri 9–10 Ekim 2010 tarihlerinde her yıl geleneksel olarak Sivas'ta düzenlenen “Aşık Talibi Coşkun Anma ve Şiir Şöleni” programında takdim edilecektir. Yarışmaya Son Katılım Tarihi Şiirlerin Gönderileceği Adres

: 31 Temmuz 2010 : sivaskultur@hotmail.com

ÖDÜLLER: Birinciye : 1.000 TL. + Kitap ve Dergi Seti İkinciye : 750 TL + Kitap ve Dergi Seti Üçüncüye : 500 TL + Kitap ve Dergi Seti 1.Mansiyon : Çeyrek Altın + Kitap ve Dergi Seti 2.Mansiyon : Çeyrek Altın + Kitap ve Dergi Seti Ayrıca ön elemeyi geçen şairlere hazırlanacak olan şiir kitabı hediye edilecektir. Ayrıntılı Bilgi: www.sivaskultur.org Aşık Talibi Coşkun Kültür Derneği Atatürk Cad. 2. Vakıf İşhanı Kat:5 104 – 133 / SİVAS

BİZE GELENLER DERGİLER Mortaka Şiir ve Kent Kültürü, www.mortaka.com Yolcu Dergisi, www.yolcudergisi.com Müsvedde Dergisi, müsveddedergisi@yahoo.com Mavi Yeşil Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, www.maviyesildergisi.com Müfredat Dergisi, www.mufredat.wordpress.com Sincan İstasyonu Aylık Edebiyat Dergisi, www.sincanistasyonu.com Ortanca Aylık Sanat ve Edebiyat Dergisi, www.ortanca.org Koridor Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, www.koridordergisi.com Ihlamur Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, www.ihlamurdergisi.com Sivas Kültür Dergisi, www.sivaskultur.org KİTAPLAR Karlı Dağların Mor Menekşesi/ Mustafa Ayvalı, www.mustafaayvali.com Süveyda / Sergül Vural, sergulvural@hotmail.com Gölgesi Ağrıyan Bir Memenin Suçuyum / Hüseyin Bozkurt, www.kurgukulturmerkezi.com Sivas'ın Yitik Zamanları / Osman Çelik, osmancelik58@hotmail.com Yol Ve Kavil / Ferhat Kalender, www.yolcudergisi.com Şiiri Fetheden Kadınlar / Mürvet Sarıyıldız, murvet46kmras@hotmail.com 1.Ulusal Şairler Buluşması Antolojisi /Hakan Sarı, ihlamurdergisi@hotmail.com Erken Zaman / Can Şen, www.edebiyatotagi.com Şairler İkliminden Berceste Şiirler / Celalettin Tokmak, duygumekani@hotmail.com Vadiden Esintiler / Ali Rıza Atasoy-Sercan Taş, www.camliderem.org Bir Bulut Bin Damla Şiir Antoljisi / Bekir Alim, alim47@hotmail.com Sivasta Alevilik / Hasan Coşkun, www.sivaskultur.org Güncemden Yapraklar / Alihaydar Birgör, ahbgor@hotmail.com Kırılmış Gönül / Ali Rıza Hıyabani, www.khiyabani.com Rus Hesabatlarında Trabzon / Dr.Enver Uzun, www.mortaka.com Ruşen Ali Cengi / Yaşar Bedri, www.yasarbedri.com, www.mortaka.com Tenha / Yaşar Bedri, www.yasarbedri.com, www.mortaka.com DERGİ VE KİTAP GÖNDEREN DOSTLARIMIZA İNCELİKLERİNDEN DOLAYI TEŞEKKÜR EDERİZ


Veda Silahlara veda Geceye rüyaya ve sana Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden Düzenlerin çıkmazına Çizdiğim resmin Saat kulesi ağlıyor Ağzım o çeşit yok Şişe bu çeşit var Sen bir gece gelsen Güneş doğmasa Gitmeden yine gelsen Bu yeni geleni Bu bize bakanı Sana bir anlatsam Güneş doğmasa Sandıkların içini göstersem sana Çizdiğim resmin Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde Bir rafa koyabilsen Olup biteni ve onları Sabaha kadar konuşsak O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam Ateşi karı tüfeği çeksem Ocağa pencereye kapıya Kemana veda Yağmurda şeytan ve şapkası Silahın ölümünü kutluyorum Tren kaçırmış gibiyim Sana veda

Fotoğraf: Şifa Sarıçam

Sezai KARAKOÇ


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.