XXI Temmuz/Agustos 2014

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 131 < TEMMUZ/AĞUSTOS 2014 < ALATAŞ ARCHITECTURE < CEDETAŞ MİMARLIK < NENDO < ŞANAL MİMARLIK < TEAMFORES < TROP < VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 1 T E M M U Z /AĞ U STO S 2 0 14 1 1 ( KIB R IS 1 2 )

Günah Çıkarma Bienali Venedik Mimarlık Bienali, Alexis ve Murat Şanal, Ayça İnce, Cem Sorguç, Durmuş Dilekci, Ertuğ Uçar, Hasan Çalışlar, Hülya Ertaş, Kerem Piker, Meriç Öner, Mert Eyiler, Nevzat Sayın, Yelta Köm’ün yazılarıyla mercek altında.

Şişhane Park

Dardenia Restoran

ŞANAL MİMARLIK

ALATAŞ ARCHITECTURE

CEDETAŞ MİMARLIK

NENDO

SAHİBİNDEN SAYFİYE

YAZILARIYLA

GÜLSÜM BAYDAR KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK

TEAMFORES

TROP


~DURA\'IT SENSOWASH® ELEKTRONIK KLOZET KAPAGI . . . . . YENI BIR HIS l~IN TASARIM, RAHATLIK VE SAFLIK

i

L

.•. : (J

~

i

\

,

SensoW~sh'® - Su ile temizleme. SensoWash® hijyeni mlimklin olan en dogal haliyle sunuyor. Hassas, temiz ve glivenli .

..

.

r

.

Stare~

2, Starck 3 ve Darling New serileri ile kombine edilebilir zarif ve uyumlu tasar1m ile baglant1 noktalar1 gizlenmi;;-

,, 'tir. Da,ti.a fazla bilgi? Duravit Yap1 Urlinleri San. ve Tic A.~., 34956 Tuzla/istanbul, Telefon +90 216 458 51 51, Fax +90 0216 458 51 95, info@tr.duravit.com, www.duravit.com.tr

I sensOWASH® I

' I

'~

DTR_SeWa_265x305mm.indd 1

03.07. 13 11 :26

I


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr

FARKLI MODERNIZMLERIN YAN YANALIĞI

yardımcı editörler Güzin Öztok İrem Yılmaz Şule Kurşuncu reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı Kosova Pavyonu, 14. Venedik Mimarlık Bienali. Fotoğraf: Andrea Avezzù, La Biennale di Venezia izniyle sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz mobil uygulama tasarımı I-AM basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Dağıtım Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxidergisi

XXI’de bu ay birçok mimarlık dergisinde olduğu gibi Venedik Mimarlık Bienali ana gündem konumuz. Bir önceki sayıda Ayça İnce, Gökhan Karakuş, Mert Eyiler ve Saitali Köknar ile 14. Venedik Mimarlık Bienali küratörü Rem Koolhaas’ın ortaya attığı Esaslar başlığını tartışmış ve bienalin nasıl olacağına dair öngörülerde bulunmaya çalışmıştık. Bienalin ardından bu öngörülerimizin pek de haksız olmadığı görülüyor. Koolhaas gerçekten de mimarlığın temellerine inerek başladığımız noktayı yeniden hatırlamaya çalışmış, bunu hem yapmış hem de yaptırmış. Zira Venedik Mimarlık Bienali tarihinde ilk kez bir küratör, ülke pavyonlarının sergileyecekleri temayı dikte ederek tümünden Moderniteyi Özümsemek 1914-2014 başlığı altında işler üretmelerini istemiş. Bu yolla Koolhaas bilgileri verilere çevirmeye yönelik düşkünlüğüne malzeme olabilecek bir sürü yeni bilgi toplamış olmasının yanı sıra modernitenin farklı versiyonlarını da görünür kılmış. Nedense bu bienalin Koolhaas için yeni bir çalışmanın başlangıcı olacağını düşünmeden edemiyor insan, zira ortaya çıkan envanter öyle zengin ki. Mozambik’in hiç değişmeyen yapı kültüründen Brezilya’nın içselleştirilmiş modernizmine, Fransa’nın Beaux-Arts üzerinden yayılımcılığından Nordik ülkelerinin özeleştirisine dek çok farklı şekillerde ülkeler kendi modernizmleriyle yüzleşmiş ve birçoğu yeni sorular üretmenin yollarını keşfetmiş. Bienali kapsamlıca aktarabilmek için üç parçaya ayırdık: Mimarlığın Unsurları (Elements of Architecture), Monditalia ve Moderniteyi Özümsemek 1914-2014 (Absorbing Modernity 1914-2014) teması altındaki ülke pavyonları. Genel bir çerçeve çizmek adına Hülya Ertaş’ın metniyle başlayan dosya bienalin ana sergisi Mimarlığın Unsurları’na dair Meriç Öner’in görüşleri ve Monditalia’ya dair Yelta Köm’ün notlarıyla devam

ediyor. Ülke pavyonlarını yazmaları için bienali davet ettiğimiz mimar arasından fikirlerini tek bir pavyona sığdıramayan Cem Sorguç ve Hasan Çalışlar’ın bienal üzerine gelen görüşleriyle devam eden dosyada aralara serpiştirilmiş ülke pavyonları, kısa ama hissi kuvvetli metinlerle kendine yer buluyor. Alexis ve Murat Şanal Rusya’yı, Ertuğ Uçar İspanya’yı, Nevzat Sayın Türkiye’yi, Durmuş Dilekci İsrail’i, Kerem Piker Kore ve Japonya’yı, Mert Eyiler Şili’yi kaleme aldılar. Ayça İnce de tüm bunların ötesine geçip Doğası Kentli (Urban by Nature) başlıklı Rotterdam Mimarlık Bienali’ni yazarak Koolhaas’ın ortaya koyduğu Esaslar sorusunun yanıtını yanlış yerde arıyor olabileceğimizi ima etti. XXI ARTIK IPAD’DEN DE OKUNABILIYOR

XXI’in genç ve meraklı tutumunu göz önünde bulundurunca geç bile kaldığımız iPad uygulamamız artık AppStore’dan indirilebiliyor. Dergide karşınıza çıkan içeriğe ek olarak daha fazla sayıda görsel ve dijital teknolojinin olanak sağladığı videoların da yer aldığı mobil uygulama, I-AM ekibi tarafından kullanılabilirlik prensipleri ön planda tutularak tasarlandı. AppStore’da ücretsiz olarak sunulan XXI’i artık iPad’inizle sürekli yanınızda taşıyabilir ve güzelce okuyabilirsiniz. XXI


GÜNCEL

DOSYA 26 GÜNAH ÇIKARMA BIENALI

Venedik Mimarlık Bienali, Alexis ve Murat Şanal, Ayça İnce, Cem Sorguç, Durmuş Dilekci, Ertuğ Uçar, Hasan Çalışlar, Hülya Ertaş, Kerem Piker, Meriç Öner, Mert Eyiler, Nevzat Sayın, Yelta Köm’ün yazılarıyla mercek altında.

PROJE 40 BASAMAKLI ORMAN Bangkok’ta Trop tarafından çok katlı bir apartman için tasarlanan peyzaj projesi, sahip olduğu “orman”, yüzme havuzu ve çevre düzenlemesiyle civardaki “kirli kalabalıklar” arasından ayrılıyor.

TEM/AĞU 2014 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

44 ÇIFT ANLAMLI PARK

6 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ

Hafıza, İktidarın Asimetrisi ve Karşıtlığın Simetrisi

10 FOTO-ALTI / CEMAL EMDEN

Rüzgarlı Parabol

16 EŞIK CINLERI / GÜLSÜM BAYDAR

Hangi Doğa?

24 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK

Hevsel’de Bir Düşünür ya da Harvey’li Bir Direniş Günü

Altı otopark, üstüyse kent parkı olarak konumlanan Şişhane Park’ın tasarımını mimarları Alexis ve Murat Şanal, peyzaj tasarımını ve uygulamasını Arzu Nuhoğlu ve Metin Karakuş ile konuştuk.



50 OFISTE MOBILITE DENEMELERI

62 ORIGAMIDEN ÖĞRENMEK

Teamfores ekibi bir filo kiralama firmasının ofis mekanında malzeme, mobilya ve renk çeşitliliği ile farklı karakterlere sahip çalışma alanları kurgulamayı denemiş.

56 ILETIŞIME AÇIK

Dardenia Restoran, farklı insanların bir masa çevresinde çeşitli zaman dilimlerinde bir araya gelerek iletişim kurabilecekleri bir mekan olarak düşünülmüş.

Japon kağıt katlama sanatı origamiden yola çıkan Fusion mobilya serisi, farklı öğeleri bir araya getirerek yeni anlamlar oluşturuyor.

SEKTÖR 64 SEKTÖR HABERLERI 72 ŞEFFAF SERGILEME Yeni Volkswagen showroomunda firmanın kurumsal kimlik yapısına uygun EAE Aydınlatma ürünleri uygulandı.

İÇİNDEKİLER

TEM/AĞU 2014 - XXI 4

60 MÜSTAKIL KONFOR

Mobilyaları Aziz Sarıyer tarafından tasarlanan Akmerkez Cinema Pink, insan hareketleri temel alınarak oluşturulan küçük detaylar ile izleyicinin konforunu ön planda tutuyor.

74 IKLIMLENDIRME VE YALITIM REFERANS PROJE DOSYASI AKG Gazbeton Baumit BTM Koramic Yapı Kimyasalları Viessmann

84 AJANDA



Hafıza, İktidarın Asimetrisi ve Karşıtlığın Simetrisi Venedik Bienali'nde 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nden başlayarak Türkiye 20 senelik kalıcı bir mekana (pavyona) sahip oldu. Bu mekanda Murat Tabanlıoğlu küratörlüğünde gerçekleşen “Hafıza Mekanları” sergisi nedeniyle ben de kollektif hafızanın hem biçimlendiği, hem de kurgulandığı bir yer olarak Taksim Meydanı, AKM ve Gezi üzerine yazmak istedim. Amacım kolektif hafızanın bu "milli temsil sahnesi"nde karşıtlıklarla nasıl düzenlenmeye çalışıldığını ve dönüştüğünü tartışmak. Ortada kurumsal bir hafıza kaybı (ya da boşluğu) olduğu için neredeyse tarih ileriye doğru değil, sanki geriye doğru akıyor. Biz de topluluklar olarak, hatırlayamadıklarımızı, bilmediklerimizi sürekli yeniden yaşayarak öğreniyoruz. Örneğin 31 Mart Vakası’nda Taksim’deki Topçu Kışlası’nın önünde infaz edilmiş askerlerden oluşan bir tepe oluştuğunu ve bu korkunç olaydan belki de yalnızca Fransız Veba Hastanesi’nde (bugünkü Fransız Başkonsolosluğu) görev yapan rahibelerin dehşet içinde yazdıkları mektuplarda kaydettiğini bilmiyoruz.

SORU İŞARETİ

Tarih kitapları topa tutulan, askerleri toplu olarak infaz edilen kışlayı Padişah 2. Abdülhamit’e bağlı askerlerin direndikleri son nokta olarak kaydediyorlar. Ancak burada can veren yüzlerce genç askerden söz etmiyorlar. Orada katledilenlerin ne yaşadıklarını bilmediğimiz için yalnızca tarih kitaplarının 31 Mart Vakası hakkında yazdıklarını biliyoruz. Ama belki de bu bilmediğimiz bu trajedinin ve ondan sonra yaşanan şiddet olaylarının siyaset sahnesini nasıl şekillendirdiğini fark etmiyoruz.

TEM/AĞU 2014 - XXI 6

Sorun nerededir? Yerel toplulukları, kültürleri, ekonomileri şiddetle kazıyan, her an parçalanmaya hazır, kutuplaştırıcı "milli" siyaset rejimleri bu ortamda ortaya çıkar. Bu temsiliyet rejiminin seçkinleri de aynı şiddetten enerji aldıkları için çatışırlar. Asimetrinin temelinde insani olanın “sembolik” ve “mekansal” (ya da “bildirişimsel” ve “uygulayımsal”) olarak ayrışması yer alır. Mekan siyasetin sahnesi olarak algılanır. Siyasetle mekan arasındaki asimetri bu ikisi arasında mesafe üretmeye yarayan şiddet pratikleriyle kalıcılaşır. Askeri alanda geliştirilen teknikler giderek tüm toplumsal yapıları sarar, ele geçirir. Kapitalist dönüşüm süreci insani alanda aşılmaz, giderek derinleşen bir uçurum yaratır. İktidar bu sahneyi kullanmak ve kendisini kalıcılaştırmak ister. İktidar bu temsiliyet krizini karşıtlık rejimiyle örtbas etmeye çalışır. Tipik örneklerden belki de en önemlisi Taksim’in bu milli (neoklasik) temsiliyet rejiminin bir sahnesi olarak kullanılmasıdır. Bu açıdan AKM’nin üzerinde yaşanan gerilim (önce AKM - Taksim Camisi, sonra Topçu Kışlası karşıtlığı) sınıfsal asimetrinin karşıtlıkla simetriye dönüştürülmesinin bir semptomudur. İhya sınıfsal çelişkinin hiyerarşik, asimetrik bir temsil rejimi içinde telafi edilmeye çalışılmasıdır. İhyacılık (ya da Osmanlıcılık), “viktoryen taklitçilik” gibi telafi yöntemlerinin yarattığı sonuçlar diğerlerinden daha da trajiktir. Bir taraftan ihya ile geçmişte imha edileni telafi etmeye çalışır. Çalıştıkça daha fazlasını imha eder. İhya geleneğin, geçmişin kalıcı bir şekilde imha edilmesidir.

Geçmişten bugüne her iktidar bu kurumsal sosyal hafızayı yeniden düzenlemeyi iş ediniyor. Başka türlü iktidar olunamayacağını düşünüyor. Oysa bu şekilde gerçekleşen her müdahale geleceğe taşınan travmatik bir etki bırakıyor.

Emperyal modernleşme süreci içinde toplulukların mutenalaştırmacı dinamiklerle ürettikleri kamusal alanların, hayırseverlik kurumlarının, okulların, din kurumlarının, sanat ve edebiyatın, basının dışında kalan ortak kamusal alanların şiddet tekelini ve sembolik düzeni elinde bulunduran askeri bürokrasi tarafından tanımlandığını anlayamıyoruz. Bu nedenle 20. yüzyıl başında milli kimliğin “İslam” veya “Osmanlı” üzerinden kurulmaya çalışılmasının geçmişe ait bir şey değil, modernleşmeyle ilgili bir durum olduğunu anlayamıyoruz. Savaş sonrasında bu elitin tasviyesinde yeni kimliğin, “Türk” kimliğinin nasıl bir şekilde rol aldığını anlayamıyoruz. Anlayamadığımız için de belki içinde yaşadığımız koşulların, “neoklasik” siyaset rejiminin başka türlü olabileceğini de fark etmiyoruz. Bu nedenle ulus-devlete geçişin yarattığı travmatik olayların toplumsal hafızada hatırlamaya değil, unutturmaya yönelik işlemler (bir tür lobotomi: beynin bir bölümünün alınması) olduğunu anlayamıyoruz. Askeri vesayetin yerini almaya talip olan, hafızayı yeniden düzenlemeye çalışan temsil rejiminin nasıl şiddeti yeniden ürettiğini anlayamıyoruz.

HAFIZANIN YENIDEN DÜZENLENMESI

ASIMETRININ KARŞITLIKLA SIMETRIYE DÖNÜŞÜMÜ

Hafıza nedir? Her şeyden önce modernleşme sürecinde yeniden düzenlenmeye çalışılan bir şeydir. Şehirlerin hafızaları çoğu zaman fiziki müdahaleler

Çatışma bir bakıma bu geçmişin eşzamanlılık düzleminde yeniden düzenlenmesidir. Gene Taksim’i referans verirsek, geçmişte alanın bir

Gezi’nin altında mezarlar. Üstünde kanlı 31 Mart Vakası’nın genç askerlerden oluşan ceset tepesi... Sonra şehrin asrileşmesinin bir unsuru olarak inşa edilen “promönad” (İstanbul Valisi Lütfi Kırdar Gezi'yi böyle adlandırıyor) alanı. Sonra askeri gösteriler için tasarlanmış alanın, meydanın toplumsal hareketlerin sahnesi olması. 1969'da Kanlı Pazar, 1 Mayıs 77’de yaşanan katliam… İktidar bütün bu hafızayı silerek, opera (AKM) binasını yok ederek, Topçu kışlasının taklidini yaparak, kısacası meydanın tarihini kendisi yazarak bu yüklü mirastan kurtulacağını zannediyor.

KORHAN GÜMÜŞ

ile sürekli yeniden düzenlenmeye çalışılır. İktidarlar kolektif hafızayı düzenleyerek kendilerini yeniden üretirler.


SORU İŞARETİ

Örneğin 1992 yılında Taksim’in bir otoyol kavşağı gibi düzenlenmesine ve ortasına metro yatırımını güya finanse edeceği söylenen AVM inşaatına itiraz edenleri “bu teknik bir konu olduğu için tartışılmaz” diyerek azarlayan, o dönem üst perdeden konuşan ve “bilim adına” şehri planladığını zanneden zevat kadar, Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda bu projeyi hazır bulup üzerine bir çember yerleştiren ve “bizim değerlerimizi temsil etmeyen” Opera (AKM) binasının karşısına cami fikrini ortaya atan Erdoğan da hafızanın hiyerarşik bir ilişki içinde düzenlenmesini amaçlarlar, ister istemez. “AKM’yi yıkalım, sonra istediğiniz gibi, ne isterseniz onu yaparız, yarışma yaparız” diyen iktidar temelde müzakere ve muhakeme dışı bir yöntemi amaçlamaktadır. Bu durumu dönüştürmek için ta işin başından beri, bağımsız bir mesleki alan açmaya çalışan insanlar ise iktidara şöyle seslenirler: “Önce yıkalım, sonra düşünelim demek olmaz. Yıkmak da

dahil, yapılacak her müdahaleyi tartışmaya hazırız.” İlk karşılaşmada bağımsız çalışan bu gruptakiler kendilerine olan güveni gösterirler. Bağımsız uzmanların, içlerinde çok sayıda mimar vardır, ortaya koydukları çalışmalar sahne sistemleri açısından Türkiye’nin en iyi yapısı olduğunu ortaya koyar. Yöntem açık uçlu olduğu için elde edilen sonuç da etkilidir. UZLAŞMAZLIĞIN UZLAŞMASI

Sonra da oluşturdukları disipliner ayrımların ötesine geçen bir grupla yüzlerce toplantılar yapılır, proje adım adım tartışılır. Murat Tabanlıoğlu bu muazzam çalışmayı yönetir. Hem proje yönetimi, hem mühendislik konuları da dahil, Türkiye’nin bir kamu yapısı için bugüne kadar gerçekleştirilmiş hiç şüphesiz en mükemmel restorasyon projesini hazırlar. Elektromekanik sistemleri, statik açıdan güçlendirme, yapıyı enerji etkin hale getirmek açısından müthiş bir çalışma yapılır. Bu çalışma başlamadan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hazırlattığı ve kuruldan onay almış eski 1:200 avan projeye karşı dava açılır. Sonuçta her ne kadar karşıt gibi gözükseler de, iktidarla yöntemleri aynıdır, bu (neoklasik) temsiliyet rejiminin karşı tarafında yer alanların. Kamusal alanda açılan bu enerji yaratan yarığı kapatmak, kendi kontrollerinin dışında filizlenen alternatifi yok etmek için mücadele verirler. Sonuçta iktidar (Başbakan) de fırsatın ayağına geldiğini anlar ve rahatlar. Böylece gelişmeler anlamadığı bir durumdan yeniden anladığı bir duruma, karşıtlık rejimine çevrilir. Başbakan Yardımcısı (Hayati Yazıcı) bu derdi başlarına açanları (bağımsızları) devre dışı bırakmasına çok sevindiğini söyler Başbakan’ın. Başbakan “istemiyorlarsa, yapmayın” talimatını verir. Kamuoyu AKM’yi yıkmak isteyenlerle, onun temsil ettiği sembolik dünyanın seçkinleri arasında geçtiğini zanneder, mücadelenin. Sonuçta bu görünür iki taraf da kamusal alanın müzakere yoluyla yeniden yapılandırılmasına karşıdırlar. Bu nedenle yıktırmamak için burada bir kamusal yarık açan,

mücadele verenlerin ise sesi duyulmaz. Çünkü mimarlık adına kamusal işleyiş üzerinde bağımsız bir rol oynaması gereken, bu gelişmeyi desteklemesi gereken kamusal kuruluşlar da kendi kamu yararı anlayışlarını temsil ederek karşıtlık rejimi içinde yer alır. AKM’de olduğu gibi, eğer sorunu “uzlaşmazlığın uzlaşması”na taşıyorsak, hafızanın iktidar tarafından düzenlenmesine de izin veriyoruz demektir.

7 XXI - TEM/AĞU 2014

otoyol kavşağı gibi düzenlenmesini amaçlayan ve merkezine de bir AVM yerleştiren proje de gene şehri bir nesne gibi gören bu merkeziyetçi anlam dünyasının bir üretimidir. Bu projenin Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Erdoğan tarafından devralınıp, üzerine bir çember yerleştirilmesi ise 28 Şubat’tan geçerek bugün uzanan bir gerilimin göstergesi (semptomu). Unutmamak gerekir ki onlarca insanın gözünün çıkmasına, ölmesine, binlerce insanın yaralanmasına, şiddet görmesine yol açan şiddet de bu geçmişin yeniden kurgulanmasına, bir bakıma tarihten arındırılmasına yol açan siyasal dinamiklerle gerçekleşir. Sonuçta Taksim’de ölümlere, şiddete yol açan müdahale de (ne Milli Görüş’ün ve) Erdoğan’ın Taksim Camii, ne de kaybolan kışlayı güya yeniden canlandırmaya çalışan AVM projesidir. Uzmanlık kurumlarının hazırladıkları, planlama ile ilgili meslek kuruluşlarının yöneticilerinin bile yapıldığı tarihte “makul” buldukları, itiraz etmedikleri, hatta kendilerine yakın bir çevrede “bilim” adına gerçekleştirdikleri, siyasetten güya arındırılmış şehir algısını yeniden üretmeye çalıştıkları “masum” otoyol kavşağıdır!


Uçuculukla Anıtsallığın Bir Aradalığı DEPO’DA 24 MAYIS – 29 HAZIRAN TARIHLERI ARASINDA IZLENEN SAHIBINDEN SAYFIYE SERGISI, YAZLIK KAVRAMINI KULLANIM, KENT VE ANITSALLIK GIBI KAVRAMLAR ETRAFINDA HAYAT BULMUŞ.

TEM/AĞU 2014 - XXI 8

GÜNCEL

üstte: Borga Kantürk ve Özge Calafato, Kışlık Şemsiye, 2011 sağda: Hale Tenger, Balloon Loan, 2005 en sağda: Metehan Özcan, Sahibinden Habersiz Satılık, 2008

Merve Ünsal Borga Kantürk'ün küratörlüğündeki Sahibinden Sayfiye sergisi, Depo'ya özgü, deneyselle basit ama kuvvetli sunumun birleştirildiği bir altyapıya sahip. Hüseyin Bahri Alptekin'den Leyla Gediz'e, Metehan Özcan'dan Vahit Tuna'ya birçok sanatçının bir araya getirildiği sergi, sayfiye fikrini geniş anlamında sorgularken kendi görsel dilini de araştırıyor. Metehan'ın Sahibinden Sayfiye sergisindeki işlerini geçtiğimiz sene benzer bir altyapı ve kavramsal çerçeveye sahip olan İstanbul Modern'deki Lütfen Rahatsız Etmeyin sergisindeki çalışmalarıyla birlikte okuyorum. Olduğu yerde olmama ve terkedilmiş mekan fotoğraflarındaki tekinsizlik ile sayfiye fikri birbirine geçiyor. Buluntu bir objenin içine oturtulmuş iki fotoğraf, yuvarlak pencerelerden bakılan fotoğraflar, sayfiyeye bakışımızı özetler nitelikte. Fotoğrafın kendi içinde de var olan bu öznel bakış açısının farkındalığı ile üretilmiş olan iş, bulunduğumuz yer ve durum hakkında bizi bilinçlendirerek ne zaman neye ne şekilde baktığımızı,

özlediğimizi, öykündüğümüzü hatırlatıyor. Metehan'ın boş bir mekanda çektiği fotoğraf ise Sayfiye çerçevesinde mekanların atıllığı üzerinden bir okumaya neden oluyor. Bir mekanın yılın ya da haftanın sadece belli bir süresinde hayata geçmesini, boşluk ve kullanılmazlık üzerinden veren fotoğraf, serginin göstermeden işaret etme kaygısının da altını çiziyor. Hale Tenger'in su üzerindeki balonlara nişan alınan oyunu alacakaranlıkta gösteren fotoğrafı, şehir içindeki kaçış, uzaklaşma, eğlenme fikirlerine dokunuyor. Kesinlikle şehirle ilişkilenen bir oyun olmasına rağmen suyun varlığı, su kenarındaki yürüyüşlerle girift olan bu nişan alma anı, aslında şiddet ile rahatlamanın arasındaki ilişkiyi, o renkli balonların masum hallerinin bir anda uzakta nişan alınma suretiyle yok edilmesinin de absürdlüğünü düşündürüyor. Farkında olmadan da olsa suyun üzerine masumane kurulmuş bu mizansen, nişan alandan da durumu kurgulayandan da bir an şüphe duymamıza neden oluyor.

Serginin girişinin tam karşısında, büyük, siyah bir çerçevenin içinde gösterilen bu iş, kendi içinde bir anıtsallık taşıyor ve bu şekilde basit ve hafif bir oyunu göstermekten çıkıyor. Leyla Gediz'in mekanın köşesine yerleşmiş olan sarı plastik kabı, tuval üzerinde temsil ediliyor. Atölye ortamı gibi bırakılmış olan durum, serginin bütünüyle ilişkilendirildiğinde, bir olmak üzere olma haline işaret ediyor sanki. Resmin kendisini bir sonuç değil de geçiş, gösterme durumu olması, atölyenin sergi mekanına taşınarak bu etkinliğin ne kadar ne şekilde sayfiyeyle ilişkilendirilebileceğinin sorgulanması aslında resmi görsel bir şey olmaktan çok bir süreç, bir zihinsel mekan olarak düşündürüyor. Resimde temsil edilen "şey"in de bir o kadar uçucu, çocuksu, hafif olması, tuvale sonsuza kadar kazındığı bu anı da Tenger'dekine benzer bir anıtsallıkla işaretlemiş oluyor Gediz. Anıtsal demişken sergideki önemli anlardan biri, gerek küratörlüğü üstlenen sanatçının eseri olmasından dolayı belki de gerekse tek bir imaj ile birçok fikri temsil etmesinden, Borga ve Özge'nin

işaret ettiği şemsiye. Şemsiye, hepimizin tanıdığı tatil şemsiyesi. Şehre geri dönüldüğünde ne gibi bir hayatı olduğunu düşündüğümüz, altına girildiğinde bambaşka bir boyuta girilip girilemeyeceğini sorgulayan bir mekan işaretleyicisi. Bu şemsiye, görünmezlik pelerini gibi, sanki nerede olursa olsun belli bir şeyi sembolize ediyor ve öneriyor. Metin ve fotoğrafla dikkat çekilen durum aslında, şemsiyeyi bir sayfiye, bir durum ikonu haline getirirken bir taraftan da zihnimizde bu tür diğer objeleri ve durumları sorgulamamıza neden oluyor. Temsiliyetin kendisiyle de Gediz'in işiyle birlikte diyalog kuran iş, göstererek hatırlama, hatırlamanın anıtsallaşması ve hatırlananın hatırlatılandan belki daha üstün bir hale geçmesi ile konuşuyor. Sahibinden Sayfiye sergisinden çıktıktan sonra aklımda kalan, kendi sayfiyemi kafamda tasarlamak ve sorgulamak isteğiydi. Bir hale, duruma, zamansızlığa işaret eden sergideki uçuculukla anıtsallığı bir araya getiren işler, ancak bir karma sergide olabilecek, birbirinden çok farklı kelimelerin kurduğu bir cümle olarak yankılanmaya devam ediyor.



Lise Öğrencilerine Mimarlık Deneyimi RE-MİMARLIK ÇALIŞTAYI İLE LİSE ÖĞRENCİLERİ “YENİDEN KULLANIM” TEMASI KAPSAMINDA MİMARİ TASARIM SÜRECİNE GİRİŞ YAPARAK TASARIM ELEMANLARINI FARKLI BAKIŞ AÇILARIYLA YORUMLADILAR.

TEM/AĞU 2014 - XXI 10

GÜNCEL

Deniz Tümerdem Hisar Okulları’nda lise öğrencilerine, mimarlık mesleğini tanıtım amaçlı 10 Mayıs’ta gerçekleştirilen RE-Mimarlık Çalıştayı, Y. mimar ve peyzaj mimarı Deniz Tümerdem (İTÜ-IAAC), mimar ve iç mimar Asena Gürmeriç (İTÜ), mimarlık öğrencisi Oğulcan Polat (MSGSÜ) ve mimarlık öğrencisi Yiğit Kılınç (MSGSÜ) tarafından yürütüldü. Hisar Okulları’ndan lise görsel sanatlar öğretmeni Nurhan Yapıcı tarafından koordine edildi. Bu senenin teması olan "Yeniden Kullanım" üzerine yapılan atölye çalışması sonucunda öğrencilerin kullanabilecekleri çok fonksiyonlu sosyal bir mekan oluşturuldu. Bu enstalasyon, ahşap palet, sandık ve kasaların farklı mekansal senaryoları göz önünde bulundurularak düzenlenmesiyle gerçekleştirildi. Mimarlık mesleği ve "Yeniden Kullanım" konulu sunumlardan sonra öğrenciler, mimari tasarım sürecine giriş yaptılar. Seçilen proje alanında çevre analizi yapan ve ihtiyaç programı belirleyen öğrenciler, bu alana "mimar" gözüyle yaklaşmayı deneyimlediler. 1/20 ölçeğindeki kütlesel maket

denemelerini, fonksiyon şemalarını, kesit ve eskiz paftalarını atölye yürütücülerinden oluşan jüriye sundular. Öğrenciler projelerini ileri götürecek yorum ve eleştiriler alarak, mimarlık jürisi deneyimi yaşadılar. Proje, jüri değerlendirmelerinden sonra uygulama alanına taşındı. Seçilen malzemelerin bir araya getirilmesiyle öğrencilerin dış mekanda kullanabilecekleri bir rekreasyon alanı oluşturuldu. Çok fonksiyonlu ve katmanlı dış mekan uygulamasında sandık ve kasaların içerisine ağaçlar ve aromatik bitkiler yerleştirilerek mekan tasarımı tamamlandı. Süreç içerisinde kullanıcıların etkileşimiyle, gelişime ve değişime açık bir enstalasyon oluşturuldu. Atölye çalışması sürecinde öğrenciler, tasarım elemanlarını üretiliş amaçlarından farklı işlevler için kullanarak yeni bir bakış açısıyla yorumlamayı öğrendiler. Öğrenciler hem yeniden kullanımın günümüzdeki önemi konusunda hem de günlük hayatlarındaki obje ve mekanların çok yönlülüğü hakkında farkındalık kazandılar.


Rüzgarlı Parabol

FOTO - ALTI 11 XXI - TEM/AĞU 2014

1960’lar... Soğuk Savaş’ın uzay keşiflerine taşındığı yıllar. Amerika ile Sovyetler arasında kimin teknolojisinin daha ileri olduğuna dair süre giden yarışlar olmasa Pearl Cafe inşa edilir miydi? Bilmiyoruz. Bakü’de Hazar Denizi kenarındaki bu parabolik beton strüktür, uzayda olmasanız da alıştığınızın dışında mekanları hak ettiğinizin simgesi. Bugün hala içinden geçen rüzgar, denizin kokusunu getiriyor. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş


Bir Kişiliğin Öyküsü

TEM/AĞU 2014 - XXI 12

GÜNCEL

ÇOK YÖNLÜ BİR KİŞİLİK OLAN SABİT KARAMANİ’NİN ÖZEL YAŞAMINI VE ÜRETİMLERİNİ MERKEZ ALAN SABİT BİLİR!.. SERGİSİNİN KÜRATÖRÜ ARZU KARAMANI SERGI TASARIMINI ÜSTLENEN AKIN NALÇA ILE BIR SÖYLEŞI GERÇEKLEŞTIRDI.

fotoğraflar: Mert Kibar

Arzu Karamani: “Sabit bilir!” sergisinin tasarımını nasıl üstlendiniz? Akın Nalça: Fotoğrafçı ve seramikçi olarak hatırladığım Sabit Karamani’nin ayrıca bir radyo reklamcısı ve elektronikçi olduğunu, radyocu olarak da çocukluğumun sevimli karakteri Yuki’nin sesinin teknik yaratıcısı olduğunu, sen ve Ersu Pekin’in anlatımından sonra öğrenmiş oldum. Çok yönlü bir kişilik olarak, Sabit Karamani’yi tanıyan ve tanıyamayan insanlarla tekrar karşılaştıracak bir sergileme ve yayın projesi, ayrıca sanat galerileri içinde farklı kimliğiyle yer alan Milli Reasürans galerisinde gerçekleşecek olması, bu projeyi ilginç kılan diğer bir etken oldu benim için.

ak: Serginin içeriği ve sergilenecek olan nesneler, sergileme konseptini belirlerken sizi nasıl yönlendirdi? an: Sabit Karamani’yi ve üretimlerini merkeze koyarak 1950’li yıllardan 1990’lara uzanan bir sürece uzaktan bakan bir dönem sergisi olarak tarif edebiliriz. Sabit Karamani’nin profesyonel uğraşı alanları, kişisel yetenekleri, bir mucit ve sanatçı duyarlığında gerçekleştirdiği üretimleri, yaşadığı dönem ve çevresiyle ilişkilerinin görsel belgeleri, kişisel nesnelerinin tasnifi Sabit Karamani’yi çok kimlikli yönüyle nasıl ele alacağımızın ipuçlarını veriyordu. Çoğunlukla eş zamanlı giden beş ayrı uğraşısıyla ele alacağımız Sabit Karamani’nin farklı gibi görünen dönemleri, Ersu’nun yatay bir yaşam düzleminde açıkladığı grafik analizle

çakıştı. Aykut Köksal ve benim bu organik yapıya Sabit Karamani’nin iç ve dış dünyasını okuyabileceğimiz çeşitli üretimleri, araçları, senin eklediğin o dönem insanları ve ilişkilerinin de yer alacağı sergileme biçiminde, tasarım öncesi bir karar olarak uzlaşıldı. Senin söyleşilerle hazırladığın ve Ersu’nun tasarladığı kitap ve sergilemeden yapılabilecek okumanın, bu içerikle örtüştüğünü düşünüyorum. ak: Sergi mekanını nasıl değerlendirdiniz? Sergileme ve yerleştirmeyi nasıl oluşturdunuz? an: Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde girişte merdivenle inilen ana sergi alanının mekansal kimliğini oluşturan bazı mimari özellikleri şöyle tanımlayabilirim; ana sergi mekanının zemininde kullanılan metal kaplamalı

döşeme karolajı malzeme yapısı dolayısıyla görsel bir ayrıştırma sağlıyor. Üst kattan merdivenlerle inildiğinde soldaki odadaki raf ve dolap hem o odanın değişmez tefriş elemanları hem de oraya ait değilmiş gibi duruyor. Sergileme mekanı olarak genellikle projeksiyonların yapıldığı bu oda aynı zamanda bir geçiş yeri. Merdivenin sağındaki kitaplık, bu galeride gerçekleşen sergilerin kitaplarıyla galerinin kültürel geçmişini hatırlatıyor. Bu açıdan bakılınca, karşımıza gelen ve ofisi perdeleyen üç büyük sütunun mimari bir dil olarak etkisi güçlü olmakla birlikte, mekanın genel mimari karakteri açısından sorgulanabilir bir durum yaratıyor. Ta ki bu sütunların üst kattaki pasajda üç farklı renkteki havalandırma borularının devamı olduğunu fark ettiğiniz ana kadar. Birkaç basamakla



GÜNCEL TEM/AĞU 2014 - XXI 14

inilen büyük sergi holü, duvarları ve boşluğuyla yeterli. Bu hol aynı zamanda reasürans binasının başka bir bölümüne de geçiş kapısını içeriyor. Bu alanın üstündeki sık kullanılmış tavan kirişleri genel aydınlatmayı gizleyen bir yapıda. Bu nedenle Milli Reasürans Galerisi, Maçka Sanat Galerisi gibi kendine has bir mimari kimliğe sahip ve sergileriyle diğer galerilerden ayrı bir yere sahip. Bu saptamalardan sonra, yukarda sözünü ettiğimiz üç farklı bölüm, serginin birbiriyle bağlantılı üç farklı grubunun sergilenmesine alan yarattı. Öncelikle Sabit Karamani’nin kişisel olarak kendini ifade edebildiği fotoğraf ve seramik üretimleri duvarlara yerleştirildi. Böylece hem fotoğrafları belge niteliğindeki diğer fotoğraflarla ilişkilendirebildik hem de seramik

panoları, heykelleri ve platform üzerindeki diğer nesneleri çerçeveledik. Diğer nesneler, belgeler, kişisel eşyalar ve arşiv nesneleri, kendi aralarında kurdukları ilişkilere göre, orta platformdaki mukavva kutularda ve cam arkasında gruplandı. Bu sergileme için kullanılan alüminyum konstrüktif sistem, metal kaplamalı zeminde petek mukavva malzemeyi yatayda ve dikeyde hücreleştirdi ve bunlara taşıyıcı oldu. Yatayda kullanılan büyük cam yüzey katmanlı bir sergilemeyi sağlarken diğer nesneler ve grafik ifadelerle bütünleşti. Bu yatay platformun orta yerine, Sabit Karamani’nin kendi üretimi olan seramik fırını yerleştirdik. Böylece seramik ve fotoğraf çalışmalarının, araçların ve belgelerin toplandığı bir merkez oluşturduk. Aynı büyük alanda yer alan

dikey teşhirden hem önlü-arkalı olarak Sabit Karamani’nin radyocu, reklamcı ve elektronikçi kimliğinin ürünlerini ve belgelerini, hem de bazı ses ve görüntü kayıtlarını taşıyan bir konstrüksiyon olarak faydalandık.

farklı renkle sembolleştirerek anlattığı yaşam öyküsü, çevresi, dostları, meslektaşları ve yaşamının diğer dönemlerini içeren grafik panolar, Karamani’nin kişisel eşyalarının yer aldığı konstrüktif bir raf düzeniyle birleştirildi.

Serginin ikinci alanı için merdivenin hemen sol tarafındaki odayı seçtik. Sergi salonunun girişinde yer alan bu mekanda özellikle radyo ve reklamcılık dönemine ait nesnelerden bir grubu aynı sergileme diliyle yerleştirdik. Dikey konstrüksiyon içine kurulan vitrinleri bir ses stüdyosunu çağrıştıran akustik malzemeyle kapladık.

Son olarak, yukarıda sözünü ettiğimiz, binanın dışında üç farklı renkteki havalandırma borularının galeride devam eden bölümleri, aynı renkteki fotoğraf baskılarıyla kaplandı. Böylece binanın dışı da sembolik olarak içeriye katıldı.

Serginin üçüncü alanı, merdivenlerden inildiğinde sağ tarafta kalan duvar olarak saptadık. Burada Sabit Karamani’nin, Ersu Pekin’in beş uğraşı temsil eden beş

serginin adı: Sabit Bilir! 20. Yüzyılda Bir Hezarfen: Sabit Karamani yeri: Milli Reasürans Sanat Galerisi süresi: 14 Mayıs - 7 Haziran 2014 küratör: Arzu Karamani sergi tasarımı: Akın Nalça ve Terminal Design ekibi sergi danışmanı: Aykut Köksal sergi grafik ve kitap tasarımı: Ersu Pekin



Hangi Doğa?

anlayışı, aydınlanmanın iki yüzü olan pozitivizm ve romantizm tarafından besleniyorlar. Ama her ikisinde de yapısalcılık sonrası kuramların sıkı sıkıya eleştirdiği, aşkın bir anlam, bir kök arayışı egemen. Anlamsal boşlukların çözümlerini doğada aramak ya da sorgulanamaz bir önermeyi “doğal” olarak nitelemek, doğayla ilgili bir “temel” arayışının, ama aslında temelsiz bir inancın ürünü değil midir? Ve bu inanç bugünün "new age" ürün pazarlama yöntemleri tarafından alabildiğine tüketilmemekte midir? En basit bir örnekle, “doğal” olduğu için zararsız olduğuna inandırıldığımız bir gıda takviyesini rahatça tüketirken zehrin de birçok çeşidinin doğada bulunduğunu unutuvermez miyiz? Eleştirel bir doğa düşüncesi üzerine çalışan Timothy Morton, hala Romantik edebiyatın doğa algısının bu konudaki düşüncemizi şekillendiren ana etmen olduğunu; bugünkü egemen doğa kavramının alışveriş merkezlerinin vitrinlerinde yer alan tüketim nesnelerinin dev bir versiyonu olan doğal parklarla eşanlamlı olduğunu söylüyor.1

EŞİK CİNLERİ

Ekolojik tasarım, yeşil mimarlık, çevresel kontrol ve sürdürülebilirlik gibi birbirinden farklı olsalar da iç içe geçen alanlar özellikle 2000’li yıllarda mimarlık disiplininin gündeminde ön sıralarda yer almakta. Bu konular mimarlık okulları programlarına genellikle teknik dersler ve özgül uzmanlık alanları kapsamında giriyorlar. Yapılarda ısı, ışık, nem, güneş, rüzgar kontrolü ve enerji kaynaklarının verimli kullanımı gibi konular özellikle de dijital simülasyon programları aracılığıyla kesin sayısal değerler elde edilmesini sağlıyor. Bu tür verilerin ve bilgilerin sürdürülebilir yapılı çevrelerin oluşması için temel girdileri oluşturdukları varsayılıyor. Oysa sayısal temellerde ele alınan bu bilgi kümesi bilim/tasarım/doğa ilişkisi üzerine kurulmuşken ne tasarım ne bilim ne de doğa kavramlarının sorgulanmasını içermemesi eleştirel sorulara olabildiğine açık.

TEM/AĞU 2014 - XXI 16

Doğayı korumak, doğa ile uyumlu olmak, doğal etkenleri kontrol etmek gibi ilk bakışta sorgulanamaz görünen tasarım önermeleri aslında "doğa"yı nasıl algıladığımız konusunda önemli ipuçları içeriyor. Bunların hemen tümünde doğa ussal olarak dışladığımız, insan öğesinden bağımsız ve insan tarafından denetlenebilir bir nesne konumunda. Yaygın söylemlerde şöyle bir anlatı egemen: “Bugün insanlık, kendisini kucaklayan anaç doğanın, kısa zamanda onu yok eden bir düşmana dönüşmesi tehlikesiyle karşı karşıya. Dolayısıyla, bizden önce de var olan, uyumlu, kendi iç dengelerini koruyan, ancak insan ürünü teknolojiler yüzünden bozulan doğayı kurtarmak için tüm olanakların seferber edilmesi gerekiyor.” Bu acil kurtarma operasyonunda bilimin ve onu izleyen tasarım disiplinlerinin başrollerde yer aldığını söylemek yanlış olmasa gerek.

GÜLSÜM BAYDAR gulsum.baydar@yasar.edu.tr

Bir yanda bilimsel yöntemlerle bozulan dengelerini düzeltmemiz gereken doğa kavramı, diğer yanda yüceltilen, aşkın değerler atfedilen insan ötesi doğa

Bu bağlamda, egemen doğa anlatısındaki kronolojik dizilim dikkate değer: Geçmişte kalan anaç doğa figürü, şimdi mahvedilmekte olan doğa ve gelecekte insan neslini tüketerek intikamını alacak olan vahşi doğa. İlk bakışta yadsıması zor görünen bu anlatıya eleştirel bakıldığında iç çelişkilerini görmemek zor. Öncelikle, insandan önce var olagelen dengeli ve huzurlu doğa fikrinin kendisinin insan ürünü olduğunu, dolayısıyla imgesel bir olasılıktan öteye geçemeyeceğini göz önüne almak gerek. Yani insandan önce var olan bir doğa imgesi bizzat insan tarafından inşa edildiğinden, bu imgenin insandan bağımsız olarak ortaya çıkması olanaksız. Ayrıca, Amerikalı bilim tarihçisi Stephen Jay Gould’un öne sürdüğü gibi, doğal felaketler ve bozulan doğa dengelerinin endüstri devriminden çok önce de var olduklarını hatırlamak gerek. Gould’a göre, bugünkü ana enerji kaynağımız olan petrol bile böyle bir denge bozulması sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir ürün.2 Dolayısıyla kendi iç düzenini kurmuş, anlamlı ve bütüncül bir doğa kavramı doğanın özelliklerini değil, bizim doğaya yansıttığımız bir düşünce biçimini betimliyor. Endüstriyel dünyanın doğayı mahvettiği önermesi de eleştirel çözümlemelere açık. Slavoj Zizek’in tartıştığı gibi bir kısım doğa, insan müdahalelerine o denli uyum göstermiş durumda ki, şu anda kendi haline bırakıldığında öngörülmesi zor yeni denge bozuklukları yaşanması kaçınılmaz.3 Zizek’in verdiği örnekler arasında belki de en çarpıcı olanı, Birleşik Krallık’ta kömür kirliliği yaşanan bir vadideki kuşlar ve diğer organizmaların bu ortama uyum sağlayıp kömür yanığı durdurulduğunda vadiyi terk etmeleri. Bir başka örnek ise orman yangınlarını radikal olarak önleyen teknolojilerin ormanların kendilerini yenilemek için temel gereksinmelerinden olan yanmaları da ortadan kaldırarak geri dönülemez dönüşümler yarattıkları. Bu örnekler doğaya hiç zarar vermediğimiz anlamına gelmese de yaptığımız her düzeltici müdahalenin bazen hiç öngörülemeyen sonuçları olabileceğini hatırlatıyorlar. Aksi halde


doğayı koruma çabalarımızın karşısındaki en büyük engel kendi kurguladığımız doğa kavramı olabiliyor.

Tasarım alanında yapılan her müdahalenin aynı zamanda bir sosyal/kültürel müdahale olduğunun, daha da önemlisi her müdahalenin her bağlamda geçerli olmadığının en çarpıcı örneklerinden birisini Şili kökenli deprem mimarlığı uzmanı Mauricio Beltran Morales veriyor.5 2010’daki büyük depremin

Timothy Morton, The Ecological Thought (Ekolojik Düşünce),

2

Aktaran Slavoj Zizek, In Defense of Lost Causes (Londra: Verso,

2008), 442 3

Slavoj Zizek, In Defense of Lost Causes (Londra: Verso, 2008),

490. 4

Duncan Reyburn, “Recycled Food For Thought: Designing for

Sustainability as an Ideological Category” (Geri dönüştürülmüş düşünce malzemesi: İdeolojik bir kategori olarak sürdürülebilir tasarım), International Journal of Zizek Studies, c. 7, s. 2, 2013, 3. 5

Mauricio Beltran Morales, “Architecture of the Earthquake.

Traditional approaches and future challenges,” basılmamış konuşma, 30 Mayıs Cuma, Yaşar Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, İzmir.

17 XXI - TEM/AĞU 2014

Korku temelinde üretilen doğa söylemi ekolojik düşünceyi dışsallaştırmanın, yani sorumluluğu kendi dışımızda gördüğümüz alanlara (bilim, tasarım, politika vs.) yüklemenin de bir aracı. Bildiğimiz dünyanın bir gün yok olabileceği, üstelik bunun olası nedenlerinden birisinin insan kaynaklı teknolojiler olacağı fikri, hemen tüm çevreci düşüncelerin nedeni ve temeli olsa da gündelik yaşantımızda inanmayı reddettiğimiz bir düşünce. Görsel iletişim tasarımcısı Duncan Reyburn, bu tavrın bizzat ideolojinin tanımında yatan inkar mekanizması olduğunu söylüyor.4 Reyburn’e göre, örneğin yürümenin çevre için daha iyi olduğuna inandığımız halde yürüyebileceğimiz mesafelere araba sürmemiz, doğaya ilişkin davranışlarımızın inançlarımızın parodisi haline geldiğini gösteriyor.

1

(Cambridge Mass.: Harvard University Press, 2010, 7.

EŞİK CİNLERİ

Bozulan ekolojik dengelerin insanlık tarihini sona erdireceği “kıyamet günü” söyleminin de ideolojik boyutlarını hatırlamak önemli. Öncelikle, böyle bir söylemin korku gibi çok temel ve güçlü bir dürtüye seslendiği, dolayısıyla politik, kültürel ve ekonomik düzlemlerde kullanılmaya açık olduğunu göz ardı etmemek gerek. Brezilya ve Çin gibi hızlı gelişen ülkelerin Amazon ormanları gibi doğal kaynakları yok ederek tüm dünyayı tehdit ettiğini öne süren yeni-sömürgeci gelişmiş ülke önermeleri böyle bir kullanıma iyi bir örnek. Benzer örnekler arasında, dünyanın sonu tehdidinin modernizmi yadsıyan tutucu söylemler ile eklemlendiğini ya da örneğin geri dönüşümcülük gibi temelde tüketim karşıtı olan bir olgunun pazarlama yöntemleri tarafından ele geçirilerek kapitalist sistemle kolayca bütünleşebileceğini unutmamak gerekiyor.

ardından uzman olarak çağırılan Morales, kırsal kesimde ağır hasar görmüş kerpiç bir evin sahibine, evini onarmak ve depreme dayanıklı kılmak üzere, uzmanlığının tüm donanımıyla uzun uzadıya ayrıntılı açıklamalar ve tavsiyelerde bulunduğunu anlatıyor. Evin sahibi kendisini dinledikten sonra teşekkür ederek, evinin 1939 (8 şiddetinde), 1960 (9,5 şiddetinde) ve 1985 (8 şiddetinde) depremlerine dayandığını, ailesinin tüm fertlerinin bu depremleri zarar görmeden atlatmasını sağladığını ve artık yıkılmasına izin verilmesi gerektiğini söylüyor. Bu örnek, bilim diye kabul ettiğimiz, hep güvenmeyi yeğlediğimiz ve otoritesini çoğu kez sorgulamadığımız alanın sınırlarını hatırlatmak konusunda çarpıcı olduğu kadar öğretici ve esinlendirici de. Ekolojik mimari yaklaşımların, geleneksel mimarlığın bilgeliğinden feyz almamız gerektiğini söylerken, geleneksel mimarlığın kullanıcılarının da kendi varsayımlarından ne denli farklı bir dünya kurduklarını unutmamaları gerekmez mi? Bu noktada tasarım disiplinlerinin ekolojik düşüncede yeri olmadığını ya da ekolojik tehlikelerin olmadığını öne sürmeyeceğim açık. Ancak, ekolojik (sürdürülebilir, yeşil) tasarım gibi kavramları sayısal hesaplamalara indirgememek gerektiğini düşünüyorum. Tasarım disiplinlerinin yapılı çevrelerimizin ve kullanım nesnelerimizin ne kadarında etken olduklarını, hangi sosyal katmanların hizmetinde yer aldıklarını, egemen politik ve ekonomik sistemlerin hegemonik yapıları içinde nasıl konumlandıklarını ve nasıl bir doğa algısı ile mobilize edildiklerini unutmamaları gerektiği kanısındayım. Doğa ile olan ilişkimizi, imkansız bir temellenme (kök, dayanak) ve aşkın bir anlam arayışı üzerine kurmamanın, dilden ve kültürel politikalardan bağımsız “kendi içinde doğa” diye bir olgunun var olamayacağını anlamanın yanı sıra, ekolojik sorumluluğu sadece tasarımcıların, politikacıların ya da bilim insanların sırtına yüklememek, bunu gündelik yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olarak görmek eleştirel bir ekolojik düşüncenin temeli olmalı.

karşı sayfada Romantik dönem resim sanatında doğa. Thomas Cole, Idyllic Landscape, 19.yy bu sayfada Dünyanın sonunu imgeleyen filim karesi. Roland Emmerich, The Day After Tomorrow, filminden bir kare, 2004


Çocuk Ağacı CEDETAŞ MIMARLIK TASARIMI ANTALYA’DAKİ MAXX ROYAL KINDERGARTEN MEVCUT AĞAÇLARIN KONUMUNA GÖRE BELIRLENMIŞ DAİRESEL FORMU SAYESİNDE ÇOCUKLAR İÇİN GÜVENLİ VE TANIMLI BİR HAREKET ALANI ÖNERIYOR. Serkan Atilla Cedetaş Antalya Kemer’de inşası devam etmekte olan otel projesine Maxx Royal Kindergarten isimli bir çocuk yuvası programını hayata geçirmek üzere dahil olduk. Çocuk yuvasını, otelde konaklayacak farklı yaş gruplarındaki 200 çocuğun yemek, uyku ve oyun ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde, ailelerin refakati olmaksızın güvenli ve eğlenceli zaman geçirebilmeleri için tasarladık. Yapının ana planlama kurgusunda arazide çokça bulunan ağaçları ve farklılaşan topografyayı projeyle bütünleştirmeyi hedefledik ve çocukların kontrollü bir şekilde arazinin doğal verileriyle ilişkide olmasını sağlayarak farkındalıklarını geliştirmeye yöneldik.

TEM/AĞU 2014 - XXI 18

GÜNCEL

Yapıda yaş gruplarına göre ayrılmış aktivite birimleri ve bunlara hizmet eden bölümler bulunuyor. Modüler olarak bir araya gelen bu birimleri

çocukların kapalı alan aktiviteleri için tasarladık ve uyku odalarını da bu bölüme yerleştirdik. Dairesel formlu yapının merkezine konumlandırılan amfide her yaş grubundan çocuğun birbiriyle karşılaşabilmesi için geniş bir alan oluşturduk. Çocuklara oyunda eşlik etmesi için topografyaya ve döşemeyi delip geçen ağaçlara müdahale etmedik. Gerektiğinde kullandığımız modüler ayırıcılar farklı etkinliklere olanak verdi. Kapalı, açık ve yarı açık alanlardaki tüm fonksiyonları bir arada tutan dairesel formlu kabuk sayesinde güvenli, içe dönük ve daha tanımlı bir hareket alanı oluşturduk. Çam ağaçlarının şekillendirdiği ormanın deniz kıyısındaki konumuyla, öncelikli amacımız doğaya hiç müdahale etmeden kaliteli bir yapı oluşturmaktı. Mimari programın getirdiği mahallerin sık ağaçların arasındaki yerleşimlerindeki zorluklar, bizi farklı strüktürel arayışlara götürdü.

Hiçbir ağaçtan vazgeçmeyecek oluşumuz, ağaçların mevcut durumuna göre strüktürel düzen kurulmasını gerektirdi. Konvansiyonel anlamda gridal olmayan rastgele dizilmiş temel / kolon düzeninin üzerinde bir tabla gibi çelik konstrüksiyon döşeme oluşturduk ve bu düzlemi topoğrafyanın doğal eğriselliğinden kopartarak havada askıya aldık. Bu düzlem tüm yapının ana omurgasını oluşturdu. Tüm cepheyi ve mekanları oluşturan elemanları omurga üzerinden strüktürel ihtiyaçlara göre şekillendirdik. Yapı doğal ortamın içinde girift bir şekilde var oluyor ve yeri geldiğinde mevcut ağaçlar yapıyı delip geçiyor. Ayrıca cephe tasarımında kullanılan doğrusal doğal ahşap kaplamalar, geçirgenlik sağlayarak yapıyı görsel olarak ormanın içerisine katıyor ve klimatik olarak dış cidarın sıcak havalarda soğumasını sağlıyor. Dış cephe ile iç kütle arasındaki çepeçevre

dönen koridorun verdiği boşlukla bu etkiyi güçlendiren ikincil bir mekansal katman oluşturduk. Sürdürülebilirlik kriterlerinden ödün vermeden doğal aydınlatma ve topografik avantajların sağladığı imkanlar ile mekanik ve elektriksel ekolojik geri kazanım detaylarını yapı tasarımında kullandık ve ayrıca çocuklara sergilenebilecek şekilde oyun sahaları içerisinde özel mekanlar haline dönüştürdük.

mimari tasarım: Cedetaş Mimarlık proje adı: Maxx Royal Kindergarten konum: Antalya işveren: Ersoy Otelcilik tasarım ekibi: Serkan Atilla Cedetaş, Ozan Can Er, Nihal Demirel, Uğur Zehiroğlu statik: Yapı Akademisi elektrik: Hb Elektrik mekanik: Elmaksan grafik: Kemal Hayit proje yönetim: Levent Küçükdemirel inşaat alanı: 2800 m2 proje yılı: 2014


GÜNCEL 19 XXI - TEM/AĞU 2014

zemin kat planı

form oluşum şeması


Unut(Tur-Ma)Mak

TEM/AĞU 2014 - XXI 20

GÜNCEL

ARTUN ÖZGÜNER, PORT İZMİR ULUSLARARASI GÜNCEL SANAT TRİENALİ’Nİ ŞEHİRDEKI MEKANLARIN UNUTULMASI ÜZERİNDEN TARİF EDİYOR VE KADIN BEDENİ İMGESİYLE ÇALIŞAN KOLEKTİF BİR EKİBİN ÜRETTİKLERİNİ DOĞA, KENT, ORTAK KÜLTÜR VE BELLEK KAVRAMLARI İLE İNCELİYOR.

Artun Özgüner* “Şehir havası insanı özgürleştirir” ortaçağ Avrupa’sında yaygınca kullanılan bir deyimdi. Derebeyinin boyunduruğundan kaçarak şehre sığınan serflerin genelde kabul edilen bir kurala göre bir yıl ve bir gün boyunca şehirde kaldıktan sonra özgür bir şehir vatandaşı olabilecekleri anlamına geliyordu ve aynı zamanda da şehri feodal yapılanmanın karşıtı, liberal bir mekan olarak tanımlıyordu. Peki biz şehirlerimize ne yaptık? İzmir’i hatırlayan var mı? Neresini ve ne kadar hatırlıyoruz? K2 Güncel Sanat Merkezi ve Ayşegül Kurtel’in katkılarıyla bu yıl üçüncüsü düzenlenen Port İzmir Uluslararası Güncel Sanat Trienali bu konuya insaf dedirtecek kadar kayıtsız kalışımızın bir tezahürü. 21 Mart – 26 Haziran tarihleri arasında gerçekleşen trienalin mekanı çoğumuzun her gün önünden fark etmeden geçtiği ama

şehrin bir dönemine tanıklık etmiş Austro - Türk Tütün Deposu bu unutulmuşluğu yüzümüze vuruyor. Küratör Sasa Nabergoj görünmeyeni göstermek amacıyla bitmiş sanat eserinden çok sanatçıların işlerinde kullandıkları strateji ve taktikleri ortaya dökmeyi amaçlamış. Bu bağlamda trienal özellikle sanat dünyası dışında kalan sosyal ve politik alanlardaki sanat pratiklerinin bilgi üretimi üzerindeki özgürleştirici potansiyelinin altını çizmek istiyor. Peki sanat kaidesinden indiğinde, yani bütün disipliner silahları elinden alındığında, dokunduğu alanlarda gerçek bir değişimi nasıl sağlayabilir? Port İzmir bu farkındalığı alan çalışmalarıyla sağlamaya çalışmış. Beş adet alan çalışmasına ev sahipliği

yapan trienal bu şekilde sanatçıların düşünce değişimine yapacakları olası katkıyı sorguluyor. Bunu da salt sanatçıların uzmanlıklarından gelen sistematik yöntem ve malzemelere dayanarak değil aynı zamanda çalıştıkları mekanda buldukları malzemeler ve yöntemlerle de tamamlama yoluna giderek sağlamaya çalışıyor. Öyle ya bu sefer şehri ve mekanı unut(tur)mak yok! Aynı şekilde süreci ve her türlü uçup gideni unutturmamak adına sanatçıların işlerinde kullandıkları değişik strateji, taktik ve formatlar da sanatçıların serüvenini ortaya koyan görsel arşiv de sunulmuş. Bu alan çalışmalarından Beden / Giysi / Bellek - Yavaş Tasarım odaklı Şölen Kipöz, Mine Ovacık ve OLOOP Tasarım’ın (JasminkaFercek,

TjasaBavcon ve KatjaBurger) çalışması tasarım etiğini kadın bedeni merkezli olarak ele almasıyla kayda değer. Clarissa P. Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar,Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler adlı eserini okuyarak yola çıkan beşli bu öykülerdeki pagan kültürle ve dolayısıyla doğayla doğrudan iletişimini yitirmemiş yabanıl kadınlardan esinlenmişler. Özellikle kadın bedeninin sınırları ve potansiyellerinin, bu bedenin yeryüzü ile ilişkisindeki biyolojik döngünün dişil üretkenliğe, doğurganlığa ve dolayısıyla da yaratıcılığa nasıl aktarıldığına odaklanmışlar. Bedensel olarak üretkenlikle donanmış olan dişi belleğin yansımalarının, yerel ve sürdürebilir malzemelerle aktarıldığı çalışmalar üç ayrı grupta toplanıyor; Mine Ovacık'ın Dans Eden Kırmızı Terlikler’i, Şölen



GÜNCEL TEM/AĞU 2014 - XXI 22

Kipöz’ün Cepteki Miras serisi bez bebekleri ve OLOOP’un tekstil atıkları uyarlaması. Ovacık’ın keçeden kesilerek çok basit bir dikiş hamlesiyle tutturulmuş Dans Eden Kırmızı Terlikler’i rahat ayakkabılar olmaktan ziyade toprakla bağını yitirmemiş yabanıl kadın bedeni imgesini canlandırırken OLOOP katılımcı kadınlardan tekstil sanayisi atıkları ile çıplak bölümlerini örtecek giysiler üretmelerini istiyor. Kipöz ise Estés’i kitabından, annesinin cebinde saklaması için miras bıraktığı bez bebeği sayesinde erginlenen bir kızın hikayesini anlattığı bir masaldan yola çıkarak dişi belleği somutlaştıran bez bebekleri kullanıyor. Temel tasarımı Kipöz’e ait olan bebekler ruhlarını ve hikayelerini Ödemiş Kadın Kooperatifi’nin üyeleri, üretici kadınlardan alıyor.

Bebeklerin ruhundan bahsetmişken onların pagan kültürlerle olan bağı da akla geliyor. Doğa ile ruhani bağlarını yitirmemiş bu kültürlerde animist inançların yani nesnelerin de bir ruhu olduğuna dair inançların rolü de büyük. Bu bağlamda bebekleri, kolektif dişi belleğin nesilden nesile aktarımını sağlayan bir nesne ve bunun ötesinde bu mirası canlandıran bir varlık olarak okumak mümkün. Söz gelimi Kipöz’ün bebekleri de, kadınların doğayla olan bağlarını farkında dahi olmayarak gelecek nesillere aktararak sürdürmelerinde adeta bir mnemonik vasıta rolünü oynuyor. Bebeğe üflenen ruhla hatırlatıldığımız bu ortak miras, kadınları kolektif bir belleğin içinde doğurganlık, üretkenlik vasıflarıyla doğayla halen iç içe olunan bir dünyaya bağlıyor. Bebeğin anımsatıcısı olduğu bu dünya bir tek kadınların bildikleri ve istedikleri an ulaşabileceklerini

hissettikleri, erkeklerin mahrum bırakıldığı, ayrıcalıklı fakat kısmen kaybedilmiş bir dünya. Bu nedenle bebeklere ruh veren kadınların hikayeleri ise birbirinden oldukça farklı olsa da ortak noktaları kadınlığın bu kayıp dünyası. Örneğin Mutsuz Gelin adlı bebek on üç yaşında hiç gelinlik giymeden gelin, on sekiz yaşında ise anne olan bir kadının ruhunu taşıyor. Çiçek Buketi ise belli ki tatsız bir geçmişi geride bırakarak kendini tekrar dışarı açmanın umudu içinde ancak ne var ki belindeki kahverengi kuşağın değiştiremeyeceği şeyleri temsil ettiğini eklemiş. Bir diğeri ise bebeğine bir plaj kıyafeti giydirerek çocukluğu boyunca hiç giremediği denize olan özlemini ifade etmiş. Bunlar Kipöz’ün de dediği gibi kadınlığın modern çağda bastırılarak sindirilen dişi

bilgeliğinin bir uzantısı olarak, bir kadının derinden hissedebileceği, bir erkeğin ise en iyi ihtimalle anlayabileceği hikayeler. Modernite bu denli eril vasıflar üzerinde yükselmiş bir yaşam biçimi olmasaydı belki de bu dişi bilgelik halen hepimizin hayatına ferahlık katan dingin bir derinlik sunabilir miydi diye kıskanarak sormaktan kendimi alamıyorum. Trienal İzmir kenti için Kipöz’ün bebekleri gibi onu kentlilere unutturmayacak mnemonik, hatırlatıcı, bir vasıta rolünü edinebilecek mi bunu zamanla göreceğiz ancak henüz üçüncü olmakla beraber kentimizin hafıza erezyonuna karşı kat ettiği yol kayda değer. * Araş. Gör. Artun Özgüner-İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü



Hevsel’de Bir Düşünür ya da Harvey’li Bir Direniş Günü -Bülent Diken için“Gerçeklikte, gemiler terk etmektedir fareleri.” Ece Ayhan Zambaklı Padişah, XXXII, 1981. Diyarbakır’da 2014 yılının Nevruz kutlamalarına günler kala sonlandırılan Hevsel direnişinin üzerinden sadece üç ay geçmiş olmasına karşın konu hızla değişen dramatik gündemler nedeniyle çarçabuk unutuldu. Oysa Diyarbakır’ın Hevsel bahçelerinde, üniversite arazisi içinde kalan ağaçlık alanda birkaç bin ağacın kesilmesiyle başlayan kıyımın ardından sivil bir direniş başlamış, tıpkı Gezi Parkı’nda olduğu gibi burada da çadırlar kurulmuş ve ağaçların başında nöbet tutanlar olmuştu. Diyarbakır’dan pek çok örgütün bu direnişe destek verdiği biliniyor: Feministler, LGBTİ, çevre ve ekoloji örgütleri; yanı sıra BDP/HDK ve etrafındaki başka yerel inisiyatifler. Nevruz’a iki gün vardı [19 Mart]; kamp polis ablukasındaydı ama katılımın milyonları bulacağı büyük şenliğe çok az zaman kaldığından, şimdi toplamda elli kişiyi bile bulmayan bu küçük çadır kampına bir müdahale yoktu. Hevsel’de nehrin kıyısında gerçekleştirilen ağaç kesiminden hemen sonra, direnişçiler kütüklerden kesim yapılan alana doğru bir yol oluşturmuşlardı; kesilmiş ağaçlar, sulak zeminden kampa ulaşmayı kolaylaştıran doğal bir köprü işlevi görüyordu. Nevruz’dan hemen önce kamptaki direnişin bitirileceği konuşuluyordu.

TEM/AĞU 2014 - XXI 24

DÖNME DOLAP

Emre Özyetiş’le beraber, Mardin’den iki minibüs öğrencinin peşine takılarak Hevsel bahçelerini görmeye gittiğimiz gün, David Harvey Hevsel’e gelmişti. Hevsel’de Keskesor ve DİHA başta olmak üzere, Harvey’in gelişi bazı insanlar tarafından heyecanla bekleniyordu. Emre, Harvey ile neredeyse bir saat

LEVENT ŞENTÜRK

süren bir mülakat yaptı DİHA için; bu kaydın yayınlanıp yayınlanmadığını bilmiyoruz. Harvey’in yakın zamanda Asi Şehirler’i [Metis, 2013] Türkiye’de de basıldığından, neler söyleyeceği merak ediliyordu. İşin aslı, yaşlı kurt, DİHA muhabirlerinin ısrarlı sorularına karşılık, sadece kendi perspektifini ortaya koydu ve meseleyi Kürt politikası merkezinden okumaktansa, ekoloji ve neoliberal politikalar bağlamında yorumlamayı tercih etti. Sorular daha çok Öcalan, BDP, Kürdistan


DÖNME DOLAP 25 XXI - TEM/AĞU 2014

fotoğraflar: Levent Şentürk

temelindeydi; dervişin zikri ve fikri meselesi. Oysa konu Kürdistan değildi; en azından söz konusu çevresel ve tarihsel mirasa fiziksel müdahale bağlamında değildi. Harvey konuyu daha genel çizgilerinde, Marksist eksenden ve ekoloji çerçevesinde yorumluyordu; Kürt kimliğine beklenen methiyeleriyse bir türlü gelmedi. Oysa “Önderliğin” Harvey’e metinlerinde referanslar verdiğini bilen birkaç genç, bu noktadan hareketle, bir mütekabiliyet beklentisine girmişti. Harvey’in ziyareti, Diyarbakırlı LGBTİ inisiyatifi Keskesor’dan Atalay Göçer’in de dikkatini çekmişti; bunda kişisel nedenlerin de payı vardı sanıyorum. Hevsel, devasa bir ekolojik alan. Hevsel Bahçeleri, Diyarbakır’ın sur dışındaki en önemli çevresel varlığı. Arkasında binlerce yıllık bir geçmiş ve coğrafyanın sonucu olan bir kültürel birikim var. Nehrin kıyısından başlayarak, Hevsel’in etrafında Diyarbakırlıların geliştirdiği mülkiyet ilişkileri, çevresel ve doğal hayata dair ekonomik ilişkiler, giderek daha geniş ölçekte kentsel ve bölgesel ilişkiler, mekana yaşamsal derecede bir politik önem atfediyor. Direniş sonlandırılana kadar, sadece Diyarbakır’dan değil, pek çok kentten kampı ziyaret edenler olması, bunun en büyük kanıtı. Çadırların kurulduğu bölgeye, ekolojik bir direnişten çok, bir gerilla kampı havası egemendi. Bu, Batılı birinin (ya da Diyarbakırlı olmayan birinin) görmeyi beklemediği bir şeydir. Elbette “ev sahibi takım”ın

renklerini görmek olağandır; bununla beraber, sürekli ve baskın bir kimlik olarak varlığı, esas meseleyi geri planda bırakır. Hevsel’deki ekolojik meseleyi, şemsiye-ideolojinin ya da üst-çerçevenin dolayımıyla anlamlandırmak durumunda kalmasanız da, Diyarbakır’da yaşayanlar için gerçeğin böyle inşa edildiği görülüyor. Öncelikli olan, her durumda Kürt kimliği: Ekoloji, LGBTİ, vb. meseleler, arkasından geliyor. Hevsel’deki ağaç katliamına direnişte, göze çarpan ilk şeyin Kürt bayraklarının renkleri ve gerilla motifleri olması, meydan okumanın doğrudan Kürt kimliği üzerinden yapıldığının da ifadesi. Bunun taktik açıdan artıları, orada yaşayanlar için kuşkusuz vardır ama bir yanıyla direnişin sadece bir hareket dolayımıyla meşrulaştığı böylece vazedilir. Oysa, direnişin sivilliği, çoğulcu ve özgürlükçü olmasının yanında, başsız [Acephale] da olmasındadır. O günlerde, Harvey’in Hevsel’e gelmiş olması bile, konuyu ana akım medyanın gündemine taşımaya yetmemişti. Akademisyen cephesine gelince; ne Diyarbakır’daki üniversiteden ne de çevredeki en yakın şehirden, eyleme Harvey’in de katılıyor olmasının bir yankısı okunuyordu. Birkaç gün sonra, ünlü düşünürün İstanbul’da bir üniversitede konferans verecek olması, dikkat çekiyordu ama Hevsel’e gelişi gündeme neredeyse hiç gelmedi.

karşı sayfada Hevsel Bahçeleri bu sayfada solda en üstte: Kesilen ağaçlar en üstte: Kamp alanı solda üstte: Diyarbakır Suriçi'nden bir kare üstte: Emre Özyetiş'in David Harvey ile söyleşisi


Günah Çıkarma Bienali

TEM/AĞU 2014 - XXI 26

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Bu yıl Rem Koolhaas küratörlüğünde 14.’sü gerçekleşen Venedik Mimarlık Bienali yine tüm mimarlık camiasının gözdesiydi. Hatta belki de Koolhaas’ın adı nedeniyle önceki yıllardan daha da fazla ön plandaydı. Venedik Mimarlık Bienali’ne dair genel görüşlerimi, Meriç Öner’in etkinliğin ana sergisi Mimarlığın Unsurları (Elements of Architecture) üzerine değerlendirmesi ve Yelta Köm’ün yine Koolhaas denetiminde AMO’nun gerçekleştirdiği İtalya taraması Monditalia notları izliyor. Ardından Cem Sorguç’un ulusal pavyonlara, Hasan Çalışlar’ın da Koolhaas’ın bienale bir performans olarak yaklaşmasına dair görüşleri yer alıyor. Aralara serpiştirdiğimiz ülke pavyonları, bienali gezmiş bir grup mimara en sevdikleri pavyon üzerine yazmaya davet etmemiz sonucunda ortaya çıktı. Alexis ve Murat Şanal Rusya’yı, Ertuğ Uçar İspanya’yı, Nevzat Sayın Türkiye’yi, Durmuş Dilekci İsrail’i, Kerem Piker Kore ve Japonya’yı, Mert Eyiler Şili’yi kaleme aldılar. Ayça İnce de tüm bunların ötesine geçip Doğası Kentli (Urban by Nature) başlıklı Rotterdam Mimarlık Bienali’ni yazarak Koolhaas’ın ortaya koyduğu Esaslar sorusunun yanıtını yanlış yerde arıyor olabileceğimizi düşündürüyor. Hazırlayan: Hülya Ertaş


BIR GÜNAH ÇIKARMA EYLEMI OLARAK BIENAL Hülya Ertaş Yazıya başlarken ne Venedik Mimarlık Bienali ne de küratörü Rem Koolhaas konusunda uzman olduğumu söyleyerek başlamak en iyisi. Bu yıl ilk kez Venedik’e gittim ve Rem Koolhaas ile alakam da kitaplarını kurcalamaktan ve işlerine uzaktan bakmaktan pek öteye geçmiyor. Dolayısıyla bu bir değerlendirme yazısından ziyade bir izlenimler silsilesi, bienali birlikte gezdiğimiz Mert Eyiler ile karşılıklı atışmalarımızın kafamda süzülerek şimdiye vardığı geçici fikirlerin dökümü olacak. Kendimce Koolhaas’ın hep bir kehanetler ustası olduğunu düşündüğümden bienale giderken aklımdaki yegane soru şuydu: Koolhaas nasıl bir gelecek öngörüsünde, mimarlığın bundan sonra nasıl bir şekil alacağına dair nasıl bir kehanette bulunacak? Zira bana öyle geliyor ki Körfez ülkelerinin ya da Çin’in parlayacağını ilk kestirenlerdendi kendisi (bunu dile getirdiğim birçok insanın bu fikre şiddetle karşı çıktığını da not düşeyim). Ancak Arsenale’den başlayan sergi turumuz boyunca bu kehanetin ne olduğunu asla çıkaramadığımı, bunun bende yarattığı öfke ve hayal kırıklığı karışımı hislerle bienalin ilk turunu attığımı şimdiden söyleyeyim. Arsenale’ye girer girmez bizi karşılayan ve pek kitsch bulduğum ışıklı Monditalia kapısının ardında gördüklerim ilk önce bir sergiden ziyade bir sirkteymişim hissi uyandırdı. Bu sirk hissine mekanı ikiye bölen 5. yüzyıldan İtalya haritasının, dans ve performanslar yapılan sahnelerin katkısı kadar yerleştirmeyi andıran işlerin alışık olduğumuz sergi formatının çok dışına çıkmaları da etki etti. Işıklı kapının ardında bizi karşılayan ortası açılmış günah çıkarma kulübesi, içine girmek için beklememiz gereken sıraya tahammül edemeyip deneyimleyemediğimiz sadece tek bir kişinin içinde durması salık verilen ahşap kutu, kendinizi antik büstlerle özdeşleştirebileceğiniz bir fotoğraf kulübesi... Tüm bunlar ve daha fazlası bende bir sirk izlenimi yarattı. Dönüşte bu kez sergiyi tersinden tekrar gezerken ise bu fikir yerini şuna bıraktı: Tüm bu temsillerin ardında koca koca araştırmalar ve tonlarca bilgi var. Zira sergi düzeni zannımca aslen mimar olmayan birini o İtalyan dünyasının içine çekmek üzere kurgulandığından daha eğlenceli, oyuncaklı parçaların girişe konumlandırıldığı, ardından araştırmaların daha anlaşılabilir olduğu -görece sıkıcı- formatlara geçilmiş.

mondıtalıa'daki performanslardan bir kare

Mafya babalarının evlerinin fotoğraflarının dizildiği ya da 60’lardaki gece kulüplerini inceleyen çalışmalar ile Koolhaas "mimarlar değil, mimarlıklar hakkında bir sergi" olarak betimlediği bienalinde mimarlıkları yapanın sadece binalar olmadığını, gündelik hayatın da bunda önemli bir payı olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Sergi alanına serpiştirilmiş altı sahne de bu gündelik hayat vurgusuna destek olacak şekilde programlanmıştı. Zira izlediğim performanslardan biri tahminen yerel bir kilise korosunun elinden çıkmaydı ve İsa’nın çarmıha gerilişi temsil ediliyordu. Monditalia sergisini asimetrik olarak ikiye bölen antik İtalya haritasının ötesiyse başka bir dünya sunuyordu. İtalyan filmlerinden karelerin projeksiyonlarla ekranlara yansıtıldığı bu alanda İtalyan peyzajı ve yine gündelik yaşamı farklı dönemlerden filmlerle gözler önüne seriliyordu, tanıdığınız bir artistin yüzünü görmek haritanın öte tarafındaki yoğun bilgi yüklü işlerin yorduğu zihninize ufak bir mola vermenizi sağlıyordu. Bu arada bu yılki mimarlık bienalinin yine Venedik’te hayat bulan dans, müzik, tiyatro ve sinema bienalleriyle eşgüdümlü çalışarak bu alanın diğer festivallerde de kullanılmasını öngördüğünü belirtmekte fayda var. Bu da mimar olmayan izleyicilerin neden bu kadar önemsendiğini biraz daha açıklıyor. 1970’lerde Lefebvre ve Situationist International’ın gündelik hayata dair vurgusu bugüne dek mimarlıkta çok sıklıkla gündeme gelmiş olsa da tam olarak bunun mimariye nasıl eklemleneceğini kimsenin keşfettiğini sanmıyorum. Aynı durum Monditalia’da da sürüyor. Yine de mimarlığı gündelik yaşamla nasıl ilişkilendireceğini bulamasa da gündelik yaşamın içinden insanları mimarlığa biraz daha yakınlaştırmak adına Monditalia, araştırmaya dayalı bilgi ile kitsch arasında sürekli salınan bir sergi deneyimi öneriyor. Monditalia’dan Arsenale’nin ara sokaklarına çıkınca ilk iş, bu yıl ilk kez ulusal bir pavyonla temsil edileceğimizin heyecanıyla Türkiye Pavyonu’na gittik. Modern sanat müzelerinden tanıdık olan beyaz duvarlar bu kez siyaha boyanarak iki sıra halinde dizilmiş ve işler de bu yüzeylere asılmıştı. Ölçekler arası geçiş okunuyordu, Alper Derinboğaz’ın semt ölçeğindeki maketlerinden Serkan Taycan’ın meydan ölçeğindeki fotoğraflarına, oradan Ali Taptık’ın bina fotoğraflarına ve Metehan’ın iç mekanlardan detay fotoğraflarına doğru ilerlerken Candaş Şişman’ın ritmi gittikçe artan ses enstalasyonu bize eşlik ediyordu. İç duvarda konumlanan AKM fotoğrafları ve Hayati Tabanlıoğlu’nun binaya dair sözleriyle kaplı iç duvarlardaki bilginin ve daha önce Salt’taki sergi için yapılmış maketinin AKM’nin Türkiye’deki politik anlamlarını

dosya fotoğrafları: Andrea Avezzù, Francesco Galli, Giorgio Zucchiatti

27 XXI - TEM/AĞU 2014

ıtalıan ghosts, mondıtalıa

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

mondıtalıa genel görünüm


fas pavyonu

çek pavyonu

TEM/AĞU 2014 - XXI 28

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

anlatabildiğinden emin değilim. Sergiye eşlik eden Places of Memory kitabı bu konuları daha açmak ve uluslararası camiayla paylaşmak adına iyi bir adım olmuştur diye umarak bienal turumuza devam ettik. Türkiye Pavyonu’nun hemen ardındaki İran sergisi ilk bakışta gönlümü çelen mütevazi ama güçlü bir işti. Ülkenin kendine has modern binalarını kopar-al şekilde duvara yerleştirdikleri pavyondan iki kartpostal ve geniş bir gülümsemeyle ayrıldım. Oradan vardığımız sergisini bir kitap/kütüphane olarak kurgulayan Bahreyn Pavyonu, kendi ulusal sınırlarının dışına taşarak Arap dünyasındaki mimarlıklara eğiliyordu. Arsenale’de not düşülesi bir diğer pavyon ise kesinlikle bu yıl bizim gibi ilk kez bienale katılan Fas’ınkiydi. Karanlık odaya girince bir yanda Fas’ta zaman içinde hayata geçmiş kentsel yerleşimleri öte yanda ise benzer ölçeklerde bu sergi için tasarlanmış fütüristik projeleri gördük, hem de çöl kumunun üzerinde yürüyerek. Sergi aydınlatması, zemini, atmosferi ve geçmişe dair olanı incelerken yeniyi araması açısından Fas Pavyonu, heyecan vericiydi. Giardini ise Arsenale’ye oranla daha profesyonel sergilerin yuvasıydı. Arsenale’deki pavyonların ardışıklığının verdiği his Giardini’de yoktu, zira ülke pavyonlarına girip çıkarken her seferinde kendimizi bulduğumuz bahçenin sakinliğiyle kafa karışıklıklarımız soğuruluyordu. Müthiş bir araştırma projesinin meyvesi olarak hayata geçmiş olan Kanada Pavyonu, ülkenin kuzeyindeki eskiden göçebe olan ve gittikçe sabitlenen Arktik yerleşme Nanavut’un kuruluşunun 15. yıldönümü olan bugünden geleceğe dönük bir planlamaya davet edilen mimarlık ofislerinin işlerini çok profesyonelce sergiliyordu. Bu profesyonelliğin içindeki incelikli fikirler, yerli alfabesiyle de yazılmış sergi altyazıları ve sergileme tasarımının narinliğiyle bütünleşiyordu. Bunun yanı sıra bu dosya kapsamında sözleri geçen Rusya, Japonya, Kore pavyonlarına ben ayrıca değinmeyeceğim, burada sadece etkili olduklarını söyleyerek Çek Cumhuriyeti’nin kalıcı binasında konumlandırdığı "boş" yerleştirmeye değinmek istiyorum. Koolhaas’ın alışılmışın dışında tüm ülkelere tek bir temayı vererek bienalin tümünü tamamen kontrol altına almasına verilmiş en tatlı yanıtlardan biriydi Çek Pavyonu. Zira zeminden birkaç santim yükseltilmiş bir döşeme üzerinde ayakkabılarınızı çıkarıp gezebildiğiniz ve duvarları büyük ölçekli planlarla çevrili serginin kitabının arka kapağındaki metin Çeklerin tutumunu özetliyordu: "Çekoslovakya’daki mimarlığının bir yüzyılı nasıl ele alınabilir? Ve bu neden yapılsın ki? Bu hırs kaçınılmaz olarak bir genellemeye ya da tam tersine banal bir tarife mahkum değil midir?" Genel olarak ülke pavyonları, Koolhaas’ın Moderniteyi Özümsemek 1914-2014 temasını kendilerine has yorumlarıyla gündeme getirirlerken 1914’ü hepsinin milat olarak alması pek şaşırtıcıydı. Örneğin Batı coğrafyalarına görece uzak olan Dominik Cumhuriyeti için de modernitenin miladı gerçekten 1914 müydü? Ya da Koolhaas bu

kanada pavyonu

konuda çok mu katıydı? Bilemiyorum. Öte yandan Çek Pavyonu gibi bu temanın kendisini tiye alan sergiler de vardı. Daha merkezde duran Batılı ülkelerle çeperdekiler arasındaki ayrım net bir şekilde okunuyordu. Fransa’nın kendi yayılımcılığını üstü örtük bir şekilde eleştirmesi pek samimi durmamış olsa da Nordik Pavyonu’nun açıksözlülüğüyle getirdiği gerçekçi özeleştirisi takdire şayandı. Bu yayılımcı modernitelere maruz kalan örneğin Latin Amerika ülkeleriyse kimseyi suçlamadan durumlarını çok iyi ortaya koyuyorlardı. Koolhaas’ın tüm ülke pavyonlarını bu tek tema altında toplamasının bence en keyif verici yanı her ülkenin kendine has modernizmini izlememize olanak vermesiydi. Bu, bir yandan kendi tuhaf modernizm sürecimizde yalnız olmadığımızı hissettiriyordu, öte yandan da kaçırdığımız fırsatları gözler önüne seriyordu. Bienalin ana sergisi olan Mimarlığın Unsurları’nı (Elements of Architecture) yazının en sonuna sakladım, zira açıkçası o sergiyi hakkını vererek izlemeye nefesim yetmedi. Sergiyi gezerken karşılaştığımız Metehan Özcan’ın tabiriyle "bir yapı fuarındaymışız" hissi beni pek terk etmediğinden burada pek vakit geçiremedim. Koolhaas’ın onbeş parça halinde mekansallaştırdığı öğeler, hınzır küçük oyunlarla kendilerini sevdirmeye çalışmışlardı oysa. Ünlü siyaset adamları ve diktatörlerin balkonlarının yüksekliğini iktidarlarının ölçüsü olarak ele almak, panoptikon teorisini çağrıştıracak şekilde asma tavan aralığına bakan periskoptan kendini görmek, rıht yükseklikleri farklı basamakları çıkıp inmek gibi oyunlardı bunlar. Harvard Graduate School of Design öğrencileri ile Rem Koolhaas/AMO ortaklığında hayata geçirilen bu sergi, bir yandan mimarlık tarihini öğeler üzerinden okuyor, öte yandan da indirgemeci bir tavırla bu öğeler arasından bir kısmını seçerek sergiliyordu. Genel olarak Venedik Mimarlık Bienali’ni sevip sevmediğimi kendime defalarca sordum ama ne yazık ki hala bir cevap bulabilmiş değilim. Kendisi bu kadar modernizmden söz ederken, hatta açık bir şekilde ülke pavyonlarından bir modernizm eleştirisi talep ederken Koolhaas’ın neden postmodernizmden hiç söz etmediğini anlamadım mesela. Ya da gündelik hayata o kadar yer verirken sosyal tasarım ya da katılımcı planlama pratiklerini neden tamamen es geçtiğini çözemedim. Tabi ki bir bienalin dünyayı kurtarmasını beklemek insafsızlık ama tüm bienali tamamen kontrol altına alan bir kişinin bu iktidarının hakkını vermesini beklemek de benim hakkım. Bu durumda postmodernizmi ve de bugünün daha demokratik olma çabası içindeki tasarım eğilimlerini göz ardı ederek Koolhaas, bize ne demeye çalışıyor? Mimarlar değil, mimarlıklar üzerine olduğunu iddia ettiği bu bienaliyle günahı mimarlardan alıp öznesi belirsiz mimarlıklara atmaya çalışarak -Monditalia’nın hemen girişinde konumlanan günah çıkarma kulübesinin tesadüf olduğunu düşünen varsa beri gelsinmimarlara prestijlerini yeniden kazandırma uğraşına mı soyunuyor? Eğer öyleyse, yine hepimizi ters köşeye yatırmış demektir.


MIMARLIĞIN UNSURLARI’NA BEKLENTILERIN BERISINDEN BIR BAKIŞ Meriç Öner

Koolhaas üretimi kitap/sergi anımsamalarında aklıma AMO/OMA ekibinin Kazuya Sejima’nın People Meet in Architecture (2010) bienaline hazırladıkları Cronocaos düşüyor. Cronocaos eski olanla uğraşma biçimlerimizi sorguluyordu. Bir yanda dünyada ülkelerüstü bir görev bilinciyle yayılan koruma alanı ilanlarını, diğer yanda keskin bir akılcılıkla geçmişten kalanları ayrıştırıp o aklın o an için tutarsız saydıklarını bir an evvel yıkma eylemini karşı karşıya getiriyordu. Zamanın kaypak ruhunu küçümsememek lazım. Sanki bilinmedik bir saatin kösteğine asılı. 1960’ların anneannesinden kalma biricik elbisenin, 20’li yaşlardaki torunların radarına girebileceği ilk anda dükkanlara düşmesi bu yüzden. Koruma tartışmasının Cronocaos’la sergileştirilmiş hali, sandığı ilk karıştırıp elbisenin orijinalini giyen AMO/ OMA ekibiymiş gibi hissettiriyordu. Mimarlığın Unsurları katiyen böyle bir geçkin tazeliği taşımıyor. İnsanın zihninden uzaklaştıkça hani neredeyse banalleşecek, detaya girdikçe de monomanyak bir hazza dönüşecek. Temelde 15 mimari unsura kategorilenmiş hikayenin güzelliği, her bakanın

Mimarlık ve tasarımın sergileştirilmesinde nesne ve/veya bilgi teşhir etmek ile bir ortam kurmak arasındaki kalın çizgi geçileli çok oldu. Hatta bu esnada tasarım sergisinin tasarımına yönelik yeni bir alan açılmış olmasını da kafamızda şöyle bir gülümseyerek tartabiliriz. Mimarlığın Unsurları’nda teşhir, tam tur tarihi sorumluluğunu tamamlayarak görevi teslim alıyor. Serginin yıldızlarının ve başyapıtlarının tadını çıkarmak için illa orada olmak gerekmediğini söyleyecek kadar ileri gidebilirim. Çünkü mimarların ve güncel yapıların boşalttığı dünyayı dolduran sıradışı özneler, belgeler ve nesneler yeri gelip de sözlü olarak tarif edildiğinde bile -benim gibi- mimarlık budalaları zaten onları uzun süre dolaşımda tutacaktır. Yeri geldi, birkaçını aktarmak şart. Serginin kurgusunda ilerlersek, Giardini’nin girişinde Galileo Chini’nin 1909 tarihli tavan resminin olduğu kubbenin altında kesit olarak ifşa edilen sıradan bir asma tavan muhteviyatıyla başlayacağız: günümüz mimarlığının gizlediklerine 1/1 ölçekli not. Mimari unsurlara, her vakitten ve diyardan temel mimarlık kitapları, reklamlar, filmlerden alıntılarla giriş sağlayan odanın ardından pencereye gelince sıradışı özneler boy göstermeye başlıyor. Korumacı Charles Brooking, eski yapılardan kurtardığı 17-19. yüzyıl İngiliz pencereleri önünde kendisine soru soranlara konuyu detaylandırdıkça, serginin bu köşesindeki BBC

bilinen ilk tarihi yönetmeliğin tarifine göre çatı

şömine öncülüğünde ev aletleri

liderlerin konuşma yaptıkları balkonların temsili

29 XXI - TEM/AĞU 2014

Peki “mimarlara değil, mimarlığa dair” Fundamentals--XXI resmi çevirisiyle Esaslar-meselesi Mimarlığın Unsurları sergisine nasıl yerleşti? Kimine eksik gelen şu listeyle: zemin, duvar, tavan, çatı, kapı, pencere, cephe, balkon, koridor, şömine, tuvalet, merdiven, yürüyen merdiven, asansör ve rampa. Her bir başlık ilgili bir ekibin araştırmasından çıkan bir seçkiye dayanarak çoklu malzeme üzerinden Giardini’nin odalarında sunuluyor. Araştırma Rem Koolhaas/AMO ve Stephan Trüby yönetiminde Harvard University Graduate School of Design öğrencilerinin iki yıllık atölye çalışmalarında şekillendi. Nihai ürün ise söz konusu 15 mimari unsura dair tek ciltlik bir kitap. Her bir unsurun kitaptaki hali, o unsuru işleyen odada ya dev bir baskı ya bir projeksiyon görüntüsü üzerinden incelenebiliyor.

Öncelikle içerikten değil, yaklaşımdan konuşmak gerek. Sergi esaslara yönelik katışıksız bir meraka dayalı; mimarlık ise merakların filtresi değil kaynağı görevinde. Üstelik içeriğin çoklu katılımcılar tarafından geliştirilmiş olması sergiye bir olağanlık hali veriyor. Konuların birbiri içine geçmesine yönelik baskın bir çaba mevcut değil. Her bir araştırmanın malzemesi, mutlaka ekip içinde farklı fikirlerin sağlamlık testinden geçerek yerini buldu. Bu, her bölümün en ilginç, en doğru, en sarsıcı olanı ortaya koyduğu anlamına gelmiyor. Yalnızca sergi dünyasının yapanlar ve izleyenlere indirgenen ortamında, eften püften olmayan bir katılımcılar safhasının değerinin altını çizmek istiyorum. 14. Venedik Mimarlık Bienali’nde söz konusu katılımcıların mimarlık öğrencileri/araştırmacılarından oluşması, serginin mimarlardan mimarlığa geçiş iddiasını meşrulaştıran esas.

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

14. Venedik Mimarlık Bienali Fundamentals açıldı, uluslararası mimarlık basını şenlendi. Küratör Rem Koolhaas olunca bir spekülatif yargılar yarışı vücut buldu. Sanki arada elmalar hemen armutlara eklendi, çıkarıldı. Bir ihtimal serginin kendisi sahibinin gölgesinde kaldı. Bu curcunaya karışan biz farklı kuşaktan, farklı memleketten meraklılar, ortak bir dille iletişim kurmaya çalışsak da nihayetinde farklı sözlerimiz olacak. Bienalin ana sergisi Mimarlığın Unsurları (Elements of Architecture) tam da mimarlığı -mimarların tekelinden çıkararak- ortak bir dil olarak kullanıyor ve çok söze imkan tanıyor.

gözünde kuşkusuz yeniden kurgulanacak olması. Her odada ağzına kadar dolu mallarla, mimarlık yapmaya dair -neredeyse- tüm zamanlar ve tüm yerler Venedik’te kesişiyor. Biçim olarak bakıldığında net tanımlanmış bölümleri, kısa kesin açıklamaları ile sergi, bildiğini anlatmaktan hiç geri durmuyor. İzleyici olmak için mimarlıkla ilgili -çok önemli ama tanımlanmamış- bir seviye atlamanız gerekmeyecek. Ancak her izleyicin karşısında sergi yeniden bir araya gelecek çünkü herkesin kendi biriktirdiklerini çıkarıp, mekanda olan bitenle iletişime geçmesi çok kolay. Elbet anneannesinin elbisesini giyen arkadaşın karşısında, hepimizi bir koşu kendi sandığındaki cicileri gösterme heyecanı basabilir.


kapı kolları sergisi ve tarihi kapıların 1/1 maketleri

frıedrıch mıelke'nin merdiven odası

TEM/AĞU 2014 - XXI 30

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

belgeseli hissi giderek yükseliyor. Bienal araştırmasının yürütücülerinden Stephan Trüby meğer bir koridor uzmanı ve History of Corridor isimli kitabın yazarıymış. Koridor, modern mimarlığın olmazsa olmaz açık planlarına kadar dünya düzenini bu tek unsur üzerinden okumanın mümkün olduğunu gösteriyor. Sergi boyunca içerik, ölçek ve medya bakımından o kadar çok şekil değiştiriyor ki her unsurun aynı etkiyi yaratması söz konusu değil. Kıble yönüne dönünce üzerindeki Kabe deseni yeşil yanan elektronik seccadeye rağmen zemin, doğal halinden de düz. Oysa “politik bir düzlem ve sosyal demokratik bir merhem” diye anılan balkonda yer alan ve aralarında Mussolini’nin balkonunun da bulunduğu üç boyutlu örnekler ile dünyadan derlenmiş fotoğraflar iddiayı görselleştiriyor. Alejandro Zaera-Polo’nun araştırmasını üstlendiği ve gerçek uygulama kesitlerinin yer aldığı cephede son yüzyılın buluşçuluk merakının bir seçkisi var. Jean Prouvé’nin tümüyle kendi içine kapalı alüminyum yapı önerilerinin günümüz sağlık kriterlerini tutmadığını, Stefano Boeri’nin yeşil cephelerinin üretim ve yaşam sürecindeki karbondioksit salınımına göre hiç de ekolojik olmadığını tahmin edebilirsiniz. Koolhaas’ın sıraladığı mimari unsurları şiddetle kınayanlar oldu. Mesela mimarlık tarihçisi ve eleştirmen Sarah Williams Goldhagen, Architectural Record’daki1 yazısında şöminenin bir esas kabul edilmesine tahammül edemiyordu. Tam aksi, ateşin ev hayatı kapsamında dönüşerek icadına neden olduğu onlarca gündelik nesneyi tarif eden diyagram karşısında hiç sahip olmadığım şöminenin bendeki izlerini keşfettim. Üstelik bu odada dünyanın en nadide seyirlik şöminesi var: Piranesi’nin gerçekleşmemiş bir mermer tasarımının 1/1 ölçekte üç boyutlu baskısı. Duvarda akla kolay yatacak bir tarihsel gelişim dizisinin gerçek ölçekli bölücüleri, yeni moda bir kinetik örnekle tamamlanıyor. Aynı yöntemi izleyen tuvaletin yıldızı ise meraklısına göre değişecektir. Roma hamamı Caracalla’dan MÖ. 100-200’e tarihlenen bir oturaktan, Japon popo yıkamalı tuvalet “Washlet”e seçki çeşitli. Odanın tamamlayıcısı tasarım profesörü Alexander Kira’nın tuvaleti hijyenik, ergonomik ve sosyal yönleriyle ele alan The Bathrooms (1976) kitabından devşirilmiş duvar kağıdı. Asansörler, zaten her daim yapı yüksekliğinin sınırlarını belirleyen mimari unsur olarak ele alındığı için serginin bu bölümünde yeni bir hikaye göze çarpmıyor. Yürüyen merdivenin yerin üstünden çok altını organize edebilme kapasitesiyle kentte yaygın bir etki yarattığı ve teknik açıdan değişime direnen bir yapıda olduğu vurgulanmış. Peki bir yerlerde bir “skalaloji” enstitüsü bulunduğunu ve enstitünün 1921 doğumlu kurucusu Friedrich Mielke’nin konuyu inceleyen 25 kitabı ile “dünyanın en önde gelen merdiven uzmanı” olduğunu biliyor muydunuz? Mielke’nin çılgın arşivinden derlenen oda maketler, kitaplar ve çizimlerin yanı sıra eski yapılardan kurtarılmış merdiven parçaları içeriyor. Vakti zamanında yüksek sınıfların alçak, alçak sınıfların yüksek

17-19. yy. ingiltere'den pencereler

rıhtları olurmuş. Durumu 1/1 ölçekte modelleyen basamaklarda oturup profesör Mielke’nin “disiplin ve tutku” belgeselini izleyebilirsiniz. Rampa, Amerika’da kendi gibi engellilerin hem fiziksel hem sosyal erişimine ciddi katkılar sağlamış olan Tim Nugent ve Fransa’daki çağdaşı mimar Claude Parent’nın önerilerinin canlandırmasını içeriyor. Parent, yatay düzlemleri eğimli kullanarak alışkanlıklarımızı zorlamaya niyetli ve sergide üç boyutlu olarak yer alan 1974 tasarımı oturma odasında olduğu gibi yapılarında zemini eğik düzlemlerden inşa ediyor. Bir temel unsur çatı, şu bizim teras çatının tarihî bir istisna olduğu savına dayalı. Üç boyutlu içerik bunu doğrulayacak şekilde seçilmiş. Bir yanda Endonezya’dan erken dönem kulübeleri ve güncel ileri teknik geometrik çatılardan bir seçki var, diğerinde dünyada bilinen ilk yapı yönetmeliği olan Song Hanedanlığı’na ait 1103 tarihli Yingzao Fashi kurallarına göre sert köpükten imal edilmiş bir Çin “tip çatı”. Tarihsel ve coğrafi karşılaştırmalar kapı unsurunda fiziksel bir hal alıyor. Meşhur Viyana kuşatmalarının mekanı Hochosterwitz Kalesi'nin geçilemezliğinin sırları ile havaalanı denetleme kurgusundaki gizli sanal güvenlik mekanizmaları üç boyutlu bir temsille karşılıklı ifşa edilmiş. Kapının geçirgenliğini sorgulayan anlatıma bakarken Osmanlı akıncılarının Viyana kapılarındaki hali ile torunların Schengen kuyruğundaki haline bir karşılaştırma getirecek muhtemel bir 90’lar televizyon skecini aklımdan uzaklaştıramıyorum. İşte bu 15 unsurun içinde, dışında ve arasında eksikler bulmak oldukça kolay. Mesela, balkona asılı Türkiye fotoğraflarını görmemle son sezonların gözde balkon konuşmalarını taramam bir oldu ama nafile. Eminim yanı başımdaki Portekizli'nin de cepheye sayısız önerileri olacaktı. Zaten bu refleksi işlettiği sürece Mimarlığın Unsurları kendi iddiasının içini dolduran bir sergi. Sergiye dikkatle baktığınızda zamanlar ve mekanlar boyunca asla bir arada erişemeyeceğiniz her şeyi görecek ama sergi için icat edilmiş hiçbir şey görmeyeceksiniz. Tasarım ve mimarlık bienallerinin kaçınılmazı var sayılan üretim dürtüsünün, bir incelemeye teşvik edilmesi bende uzun zamandır beklediğim anlık bir molaya kavuşma hissi yaratıyor hep. Mimarlığın mesleki bir meseleden çok daha geniş bir çevre algısında kaynak olarak ele alındığı sergilerin nitelikli örnekleri gün geçtikçe çoğalıyor. Dünyanın dört bir bucağı ağzına kadar yapı ile dolu madem, bugün onların her çeşidine bakarak doğrularımızı ve yanlışlarımızı konuşmak çok yerinde. Üstelik sohbete karşılıklı farklı sözlerimiz olacağı ümidiyle başlarsak her daim varılan kabul görmüş sonuçlardan başka yollara çıkabiliriz. 14. Venedik Mimarlık Bienali’nin de bir biçimde bu tartışma eksenine eklenmesi azımsanacak bir fırsat değildir. 1 Williams Goldagen, S. “Rem’s Rules” http://archrecord.construction.com/news/2014/06/140618-CritiqueRem8217s-Rules.asp, giriş 19.06.2014


RUSYA PAVYONU Alexis Şanal ve Murat Şanal

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Rusya’nın fikirler için ticari fuarı, Fair Enough, başkasının düşünce ya da davranışı ile ilk başta tamamen zıt düşünmene karşın onların açıklamalarını duyduktan sonra bakış açılarını anlayabildiğin anki ifadeni çok net bir şekilde yakalamış.1 20 farklı fikrin sunulduğu stantlar cesur bir şekilde sosyal topluma uygunluğu, yorumlama samimiyeti ve kolektif gerçekleşme özgünlüğü ilişkileri açısından değerli fikirleri tedavüle sokmuş. Küratörlerin bütünün karmaşasına erişmek için ortaklaşa çabaları her bir konunun kendine has doğasıyla ve birçok durumda fikir standında gerçek bir insan tarafından sunum yapılma fırsatıyla deneyimleniyordu. Her ne kadar Rusya’nın modernitesine özgü 20 konuyu vurguluyor olsalar da konuştuğumuz birçok tanıdık ziyaretçi çok farklı sosyo-kültürel bağlamlardan geliyor olmalarına karşın bu fikirlerle alışveriş halindelerdi.

İnsanlar fikirlerle oynuyorlardı, küratörlerle ve stant katılımcılarıyla doğaçlama olarak derinlemesine sohbetlere dalabiliyorlardı. Biz oradayken bir grup genç kille oynayarak kendi fiziksel eğitimlerine katkıda bulunuyorlardı -ki dijital gerçek zamanlı dönüşümde sorun yaşamasınlar- ve çok da güzel vakit geçiriyorlardı. Alay eden sahte basın söyleşileri, bu gösterideki mizahtan hoşlanan seyircileri kendine çekiyordu, seyircilerden alınan sorular da bunu ispat ediyordu. Öte yandan herkes bienalin kendisinin buna benzer nitelikte, alakalı alakasız fikirlere dair bir gösteri olduğunun farkındaydı. Her bir standın fikrine has bir şekilde ve deneysel olarak yoğunlukla örülen bu basın toplantıları, bütün olarak Giardini’deki tartışmaları provoke ediyordu.

31 XXI - TEM/AĞU 2014

Fikir stantları, özel ironileriyle çok parlak fikirleri sergiliyorlardı: Hareket Motivasyonu, Dijital Dünya için Fiziksel Alıştırma, İçinde Yaşadığın Depo, Prefabrik Şirket -“ Biz ölçekle başladık, bir eve, bir şehre ya da bu ikisi arasında, bir bölge gibi bir şeye ihtiyacın var mı?”2, Yaratıcı Çözümler: Evrensel Tel Raf/Depo ile Armoni Fantastik İşlevsellik Ritmi ya da Finansal Çözümler: aynısı ama daha iyisi. Son on yılda İstanbul’da yaşamış olanlarda çok kolaylıkla yankılanan işlerden biri, geçmiş yüzyıllarda kentsel dönüşümün yaşandığı belirli yerlere ait üçe bölünmüş fotoğrafların yer aldığı klasik bir arkaplana sahip Proaktif Kalkınma Konseyi’ydi. Yarısı kaybolmuş fotoğraflar, tarihi kent dokusu içinde merkezi bir yerle başlıyor, ardından modernitenin yenilenme arzusu nedeniyle harika mühendislik çözümlerinin yıkımını ve sonrasında aynı yerin önceki iki karedeki hallerinin insan deneyimine uygunsuz ilan edilerek küresel neoliberal karma kullanım modası dahilinde yeniden inşasını görüyorsunuz.

rusya pavyonu

1 http://www.urbandictionary.com/define.php?term=fair+enough 2 Sahte basın toplantısını izlerken duyduklarımızdan alıntıyla

ISPANYA PAVYONU Ertuğ Uçar Venedik Bienali İspanya Pavyonu, Giardini ve Arsenale'deki mekanlarını görsel ve maketlerle hıncahınç dolduran sergiler arasında sakin köşelerden biri. Duvar ve zemine serilen fotoğraflar köşeler oluşturup mekanı beceriklice parçalıyor, izleyiciye çaktırmadan turunu attırıyor. Çağdaş binalardan çekilmiş, insanı içine alan bu büyük fotoğraf yerleştirmeleri ve öncülü oldukları bu çağdaş mekanları, asılı oldukları küçük çerçevelerden gururla seyreden modernist referanslar net ve tek bir cümle kuruyordu: Bugün yaptıklarımız, dünün devamı. Her şey, hem de en uç noktalara çekilerek modern zamanlarda denendi. Koolhaas'ın açtığı sayfaya, "Bizim de modernist binalarımız vardı" demekten öteye gitmeyen ve aslında bu haliyle bile Bienal mekanlarını güçlü ve görsel bir izlekle birbirine bağlayan pavyonların yanında İspanya Pavyonu modern zamanları zeki ve şık bir şekilde bugüne bağlıyor.

ispanya pavyonu


MONDITALIA: BIR YAZ GÜNÜ İTALYA’SI Yelta Köm 0. Bir bienal yazısı yazmak yerine, içinden bir sergiye dair deneyimleri paylaşmanın daha iyi hissettirdiğini söylemek gerekir. Peşinen demeliyim ki, bu bir eleştirianaliz yazısından çok, yaşanan deneyimin yazıya dönüştüğü mecradır, serginin akılda kalan birkaç parçasıdır. .1 Koolhaas “Esaslar” temasını açıkladığında, kafalarda oluşan öncelikli sorulardan biri şuydu “Neydi bu esaslar?” Bir şeyin esasını tartışmak, onu oluşturan ve sabit parçalardan mı bahsetmekti? Yoksa bu sabit parçalar yerine icat ettiğimiz başka kavramlardan mı bahsetmekti? Esaslardan bahsederken, muhafazakar bir anlatının parçası haline gelip, kendimize tutunacak dallar arıyoruz denilebilir. Hatta bir bienalin içerisinde esasları tartışmanın neyin esas neyin olmadığı sorularını daha provokatif hale getirdiği söylenebilir. Bu konuşma bienalin esasından başlar, bienalin nelere esas olduğuna gider.

Sergiye dahil olan kırk bir adet proje var, bu projelerin her biri İtalya’yı güneyden kuzeye doğru taramakta. Monditalia’nin parıl parıl parlayan, bol ışıklı giriş mekanı var, bir gösteriye girdiğinizi hissettiriyor. Bu gösteri Koolhaas’ın esas ve biricik bir ülke olarak gördüğü İtalya’nın girişi gibi. Bu, serginin genelinde hissediliyor. İtalya’nın geçmişinde ve geleceğe dair sunduğu potansiyel tüm projelerde kendini yer yer gösteriyor. Serginin tasarımı ise uzun bir bina olan Arsenale’nin Corderie bölümünün zaman zaman ikiye bölünmesinden zaman zaman birleşmesinden oluşuyor, bir yanda Monditalia ilerlerken, diğer yanda filmler gösteriliyor, ya da bazı yerlerde araya sahneler giriyor. Sahneler ile bütünleşen performans alanları, bienal boyunca devam edecek olan hatta diğer bienaller (müzik, dans, tiyatro, vb) ile birleşecek etkinlik serisine ev sahipliği yapacak. Bu sahneler aynı zamanda, tartışmalara ve sunumlara mekan olacak. Genel olarak sergi mekanı bu tavrıyla statik bir sunumdan çok, çoğulcu bir davranışın ve üretimin dışavurum mekanı gibi okunabilir. Mekanının içinde yer alan filmler, daha önce de dediğim gibi mimari projeler1 ile paralel ilerliyor. Filmler tematik olarak Alberto Momo tarafından seçilmiş,

Sergi içerisindeki projelerin çoğu araştırma bazlı ve politik söylem üreten, meseleler üzerine yoğunlaşan projeler. Projelerin hepsinin detayına inmeden birkaç tanesinden kısaca bahsetmek iyi olabilir. Bunlardan biri DAAR’ın (Decolonizing Architecture Art Residency) projesi “Italian Ghosts”; İtalya’nın Libya’daki sömürge dönemini ve devrimi araştıran bir proje. Günah çıkarma yerleştirmesi olarak kurulan enstalasyon, Berlusconi’nin otuz yılın ardından dilediği özrü, İtalya’nın imzaladığı özür anlaşmasını konu ediniyor, bir anlamda taşlıyor. Devlet ve demokrasi etrafında yer alan projelerden bir diğeri ise XML tarafından üretilen “Theaters of Democracy”. İlk görüşte bir duvarın üzerindeki deliklerden oluşuyor. Deliklerden içeri doğru baktığınızda, demokrasi tiyatrolarını yani parlamentoları görüyorsunuz. XML yarım daire şeklindeki yunan tiyatrosunun devlet kurumları için nasıl bir araca dönüştüğünü araştırıyor. Bugün bile demokrasinin temsiliyeti bir çok şekilde kriz yaratırken, çoğu parlamento halen aynı mekansal organizasyonu kullanıyor. Bakma noktalarının olduğu duvarın arka tarafında ise yarım daire formunun zaman içerisindeki değişimi görülebiliyor. Araştırma genel olarak, bu yarım daire formun ötesinde günümüzde nasıl mekanla değişen nasıl bir politik toplanma olabileceğini soruyor. Benim kişisel olarak tasarımın ve mimarlık ortamının geleceğine dair en kritik bulduğum eğitim konusu serginin önemli bir parçası. Beatriz Colomina’nın Princeton Üniversitesi’nde öğrencileri ile başladığı bir araştırma projesi olan "Radical Pedagogies: ACTION-REACTION-INTERACTION" Monditalia’nın ve bienalin en dikkat çekici projelerindendi. Dansçılarla aynı mekanı paylaşan açık bir alan olarak kurgulanan mekan, sadece sergileme için değil aynı zamanda projenin teması etrafında gerçekleşen, eğitimide radikal yaklaşımlar, eğitimi yeniden düzenlemek gibi konulara yönelecek tartışmalara da ev sahipliği yapıyor. Sergi mekanının büyük yan duvarına bir infografik olarak yerleşen proje, 1960'lar ve 70'lerde İtalya’daki radikal eğitim denemelerine odaklanıyor. Kapladığı duvarda bu denemelere dair olan ders programları, stüdyo içerikleri, yayınlar ve filmler yer alıyor. Aldo Rossi’nin, Giancarlo de Carlo’nun ve diğer önemli isimlerin ders notlarının ve yayınların olduğu koparılıp alınabilen yayınlar ben yetişemeden bitmişti. Zengin bir içeriğe sahip olan “Radical Pedagogies”, İtalya’nın 60-70'lerdeki durumunun arka planını ve tohumlarını ortaya çıkarıyordu. Bence bugün halen çok kritik olan eğitim konusunu da masaya

TEM/AĞU 2014 - XXI 32

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Bienalin ana mekanlarından Arsenale’de yer alan Monditalia sergisi, taranmış bir İtalya kesiti sunuyor. İtalya tarihinde sosyal ve kültürel üretime odaklanırken, diğer yandan dans, sinema, performans, tiyatro ile mimarlığı kutluyor ve bakmamız gereken yeni bir yön gösteriyor.

projelere referans veriyorlar. Ziyaretçi için izlenmesi zor da olsa, sergiyi tamamlayan bir öğe olduğu rahatça söylenebilir.

theatres of democracy

theatres of democracy

ıtalıan lımes


SARKAZMLAR, TERSINE MODERNIZMLER VE NICELERI Cem Sorguç

radıcal pedagogıes

14. Venedik Mimarlık Bienali küratörü Rem Koolhaas, Esaslar (Fundamentals) ana teması altında Mimarlığın Unsurları (Elements of Architecture) ve ulus pavyonlarına çağrı niteliğinde Moderniteyi Özümsemek (Absorbing Modernity) yan bağları ile hem meseleyi çoğaltmış hem de konuyu dağıtmamış oluyor. Modernizmin uluslar üstü bir dünya tarihi olduğu kabulüyle de nasıl ki tarihin tarih ile okunma angajmanı varsa, modernizmin yorumunun da modernizme muhtaç olduğu öngörüsü, bilgisiyle, atılan zarın gele gelmeyeceğini biliyor.

sinema filmlerinin olduğu kısmı ayıran harita-perde

yatırması ve bugün ne yaptığımızı sordurtması açısından değerli bir araştırmaydı. Serginin bir başka dikkat çekici projesi ise, Marco Ferrari ve Elisa Pasqual tarafından hazırlanan “Italian Limes” idi. Corderie’nin sonunda yer alan proje, Alp Dağları üzerinden geçen Avusturya-İtalya sınırını tekrar çiziyordu. Dağın üzerinden geçen ve küresel ısınma sebebi ile sabit olmayan sınırın bilgisi uydu bazlı GPS verisiyle alınıyor, saat başı güncellenip yerleştirmenin içindeki makineye aktarılıyor. Bu gerçek zamanlı çizilen sınır, hazırlanan harita üzerine çiziliyor. Bu proje özellikle gerçek zamanlı bir verinin fiziksele dönüşmesi açısından değerli olsa da, öte yandan sınırı sorgulatıyor.

kore pavyonu

.2 Aslında Monditalia oldukça uzun bir sergi ve zengin bir araştırma, belki sadece sergi diye nitelemek de yetersiz, bir olay mekanı. Her an farklı bir olayla, farklı bir açıdan İtalya’yı tarayan bir deneme. Monditalia insanı düşündürtüyor. Böyle bir üretim, bir ülkenin esaslarına ne kadar işliyor, ne kadar kendini gösteriyor? Başka bir açıdan ise, ülkenin bu esasları erken vakitte tükenmişlik hissi mi yaratıyor? Bugüne ne bırakıyor? .3 Haziran’da bir gece, nemli, sıcak. Kanal kenarı. Herkes mimar, her yer mimar. 1 Burdaki “mimari proje” tanımını bilerek kullandım, genelde mimarlık sergilerinde yer alan projeler, araştırma projesi, sergi işi olarak adlandırılıp, mimari bir üretim değilmiş gibi görülürler. Ben bu projelerin de bir mimari üretim olarak “mimari proje” olarak adlandırılması gerektiğini düşünüyorum.

almanya pavyonu

33 XXI - TEM/AĞU 2014

Benim özellikle dikkatimi çeken ve muhtemelen Koolhaas’ın küratörlüğü olmasa göremeyeceğimiz birkaç şey var. İlki Kuzey ve Güney Kore’nin tek çatı altında hem birbirleriyle, hem müstakil olarak modernizm ile halleşme ve/veya didişme gayreti. Mimar/şair Yi Sang’ın “Cross Eye View” (Karga Bakışı) isimli şiir kitabından mülhem

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Venedik tarihsel çekirdeğinde bisiklet pek kullanışlı bir araç değil. Nasıl ki bu yıl bienal kapsamında Palazzo Franchetti’nin bahçesinde Ai WeiWei’nin metal, çalışmayan bisikletlerden oluşan bir yığınla ortaya koyduğu enstalasyon, yerinde kullanılamayanın, görünenin imgesini taşıyorsa, iyileştirme, onarma dışında mimari sürece asgari dahil olan Venedik gibi bir şehirde mimarlık bienali de benzerine tekabül ediyor. Tarihsel geçmişi, mekansal avantajları yanı sıra Venedik’i halen kıymetli yapanlardan biri de bu olsa gerek.


yapıların geldiği kullanım ve ihtiyaç halinin Iwan Baan ve Mette Tronvoll gibi objektifleri farklı yerlere bakan iki fotoğraf sanatçısı tarafından belgelenmesi, modernizmin Avrupa dışında var olan angajmanının güncellenmesi, yerel ayrışması anlamında önemli bir iz. Bağımsızlık kazanımı ve modernist yayılma ilişkisi ise bu yazının konusunu aşar ama Doğu Afrika özgürlüğünün formlar ile kazanılmadığını biliyoruz. Formların bu sürece eşlik ettiğini ise görüyoruz. Kendine dönen, kendini tartan, ahvalini sorgulayan ülke sergilemeleri yanı sıra Amerika Pavyonu yayılmacılığın modernist ekolü ya da tersine modernizmin yayılmacı güdüsü doğrultusunda modernizmle “medeniyet” aktarımı olarak da okunabilir. OfficeUS başlığı altındaki sergi “modern” çalışma disiplini, mimari profesyonelleşme gibi bugün için belki normalleşmiş halin mimari süreçlerini mimari-iş (business-architecture) dosyasına sıkıştırıyor.

Nordik dünyanın, Özgürlük Formları: Afrika Bağımsızlığı ve Nordik Modeller (Forms Of Freedom: African Independence and Nordic Models) başlığı altında yer alan sergisi kendisine dokundurma ile gönenmek arasında çizgide yer alan külli bir teşhir. Biraz daha yoğunlaşınca benim kani olduğum vicdan muhasebesi ya da belki özeleştiri. Aradan onca yıl geçtikten sonra Kuzey eliyle yapılmış

Bu ve benzeri kimi pavyonlarda başka bir toplumsal düzenin modernizm ile mümkün olabileceği kanısı yanı sıra modernist temsiliyetin küresel ve yerel problematikler ile aşılma çabasının izlerini görüyoruz. 14. Mimarlık Bienali’nin belki de mimarlıktan daha yoğun olarak üslupsal yayılmacı, ulus-devlet, sınırlara odaklandığı, kabul edilen bir medeniyet sıçrama eşiğinin varlığına dair politik angajmanı aşikar. Koolhaas mimari unsurları bienal sacayağının bir merkezine koyarken aslında modernizmin coğrafyalar, uluslar, toplumlar üzerindeki politik unsurlarının da bir potada eriyebileceğini hissetmiş. Tam burada Anthony Giddens’ı anmakta fayda var: “Modernlik özünde esrarengiz olarak ortaya çıkar ve bu esrarengizliği alt etmenin hiçbir yolu yokmuş gibi görünür.”

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

sergi teması, bütün değil parçalı bir bakış açısı analojisi ile Kuzey ve Güney’e bakıyor. Güney Kore tarafından hazırlanan serginin “Borderline” (Sınırlar) bölümünün modernizmin teorik külliyatına dair cephe-sınır ikamesi dahilinde algısı mümkün. Kore’nin kuzey-güney olarak kurduğu ilişkinin hemen 5-10 adım mesafesinde pusula bu kez Doğu ve Batı Almanya’nın birleşimine dair bir ilişkiyi işaret ediyor. Birleşmeden önce Batı Almanya başkenti Bonn’da yer alan şansölye evi/ bungalovunun replikası ile karşılaşıyoruz. Modernizm’in ve doğu-batı tansiyonunun mekansal aktörlerinden olan ve en son 1990’da birleşmeye ve başkentin Berlin’e taşınmasına kadar Helmut Kohl’a ev sahipliği yapan bu başbakanlık konutunun mevcut Almanya pavyonuna giydirilmesi. Alman detay mükemmelliği, obsesyonu ve dolaylı politik yükünün olanca sessizliği. Almanya gibi modernizmin baş aktörü bir ülke 1914-2014 arası politik tarihi ile modernizminin en debdebeli zamanını bir arada karıp gayet ironik bir “siluet” belirliyor. Ha deyince ağırlığını, cismini algılayamayacağımız, ilk elden bedensiz, konturdan mütevellit bir yanılsama yaratabilir. Çizginin tamamlandığı an itibariyle ya da geri çekilip resim tamamladığında kıymetleniyor. Kapıda park etmiş Mercedes-Benz, AB’nin taşlarını ilk koyan ve Almanya’nın birleşmesine ön ayak olana 80’ler Şansölyesi Helmut Kohl’un bu zaman dahilinde kullandığı arabası.

TEM/AĞU 2014 - XXI 34

nordik pavyonu

Farklı güzergahlar da olsa her yol modernizme çıkar. Aralarında sadece metreler olan Arap Dünyası pavyonu ise modernist/gelişmiş ülke mimari-iş’lerinin Arap Yarımadası’ndaki çoğu yerel mimarlarca tasarlamış tezahürünü gösteriyor. Başlık da manidar: Esaslar ve Başka bir Arap Modernizmi. Yerel motiflerin ve yerel mimari unsurların brütalizm ile birlikteliği ve ortaya çıkan zamansız bir tarihselci post-modernizm.

Bienal kapsamında en ilgi çekici olanlar temadan uzaklaşmadan “mesele”yi yansıtmaya, anlamaya, yoklamaya çalışan ve bazen de ikircikli bir duruş sergileyen modernizmin muhteviyatında olup menşeinde olmayan ülkeler. Modernizme dair dönem filmleri 14. bienalin öznelerinden biri. Fransa Pavyonu Jacques Tati’nin 1958 tarihli “Mon Oncle” filmini merkeze koyuyor. Fransa Pavyonu’nun ağırlığı, söz konusu filme dayalı bakış açısını zamanından ödünç alarak başka bir zaman ve bakış açısı dahilinde tekrar sürmek. Bir dönem filminin belge açılımı, mutfağı, arkaplanı itibariyle evet, olabilir ama böyle bir bienal atmosferi içerisinde ortaya çıkan suyunun suyu bir metaforun ötesine geçemiyor. Oysa gene bir film merkezinde dolaşan Birleşik Krallık, Stanley Kubrick’in 1971 tarihli Otomatik Portakal (A Clockwork Orange) filmi ile Anarşist mistik şair William Blake’in yeni yer ideası üzerine olan şiiri Kudüs (Jerusalem) arasında bir geçiş yaratıyor: “A Clockwork Jerusalem”. Romantik ozan Blake’in modern yazın için önem teşkil eden zamansız metni 150 yıl sonrası ile ilişkileniyor ve modern öncesine dair nüvelere de yol veriyor. 14. Bienal’in dönem başlangıcı kabul edilen 1914 yılında Le Corbusier’nin konut seri üretimine dair bir prototip olarak kurduğu “Dom-Ino” strüktürün aslı olan betonarme yerine çelik ve ahşap plaka ile gerçekleştirildiği 1/1 modeli Giardini’de pavyonların arasında yer alıyor. AA ( Architectural Association) öğrencileri tarafından ortaya konmuş ve bienalin özetini temsil eder mahiyette. Modern mimarlığın 100 yaşındaki bu ikonik tasarımının beton yerine katmanlaşarak rekonstrükte edilmesi ve hiçbir zaman seri üretime dönememiş bu fikrin, bienal sonrası Londra’ya taşınacak şekilde seyyar bir model halinde var edilmesi, bugün bir sergi objesi olarak tek halinin başka bir coğrafya için dahi tekrar üretilmeyip taşınır kılınması, bienalin en kayda değer sergilemelerinden biri.

amerika pavyonu

Koolhaas’ın ana sergi mekanları Giardini ve Arsenale’nin kapısına büyük harflerle yazılası “Bu sergiyi bir uyarı için değil, düşünmeye başlamak için yaptık” demesi çok yerinde. İlaveten 14. bienali modernliğin kendi kendini anlamaya başlaması olarak algılamak da mümkün. Kimi için maruz olunan, kimi için miras, kimisi için de tarihin bir pasajı olarak görülebilecek bir tür oto-terapi. Ve buna ilişkin en azından iyi bir terapi döşeği.


TÜRKIYE PAVYONU Nevzat Sayın

35 XXI - TEM/AĞU 2014

Danimarka, Polonya, Uruguay, Fransa, İngiltere, ABD, Japonya, Brezilya, Yunanistan, Fas, İtalya, İspanya, İsrail ve Rusya da başka başka yollar izleseler bile benzer sorgulamalar ve hatırlamalarla geçen zamanı ve olmakta olanı yeniden düşünmeye çağıran iyi sergilemeler. Kendimize ait, kalıcı bir yerle katılımda geç kaldığımızı düşünüyordum ben de ama katılma biçimimize ve Esaslar başlığına bakılırsa tam zamanında katılmışız gibi görünüyor. Neredeyse herkes aynı kökten geliyormuş gibi bir durum çıkmış ortaya ve iyice belirgin ve baskın bir başlık ortaya çıkmış. 1914’ten başlayınca böyle görünüyor olmalı. Eğer böyle ise modernler haklı mı? Modernler haklıysa modern mimarlık doğru mu? Modern mimarlık doğruysa devam edecek olan da o mu? Belki son bir soru daha sormak gerekiyor: Modern ne ki?

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Venedik Mimarlık Bienali, Esaslar başlığını taşıyor ve bu kez -nihayet- Türkiye de kendine ait, kalıcı bir yere sahip. Çok başarılı bir düzenleme. Kişisel hatıralardan yola çıkarak semtlere, semtlerden yola çıkarak şehre, şehirden yola çıkarak ülkeye ve ülkeden yola çıkarak dünyaya uzanan bir bağlam kurarak anlatma denemesi iyi bir yol olmuş. Tersinden de düşünülebilir; dünyanın meseleleri üzerinden bir ülkeyi, ülkeden yola çıkarak bir şehri, şehirden semtleri ve semtlerdeki anılarımızdan kendimizi oluşturmak ve bu oluşan "şey"i anlatmak. Öznel olanla genel olanı ayrıştır(a)madan görülebilir ve anlaşılabilir kılmak zormuş gibi gelir ama burada kolay olmuş. Kolaylığı içtenliğindeymiş gibi görünüyor. Kısa bir zamanda ve sergileme için ayrılmış küçük bir bütçeyle çalışılmış olması da cabası. Belki iyiliğini sağlayan şeylerden biri de bu; sıkı bir yoğunlukla kısa zaman aralığında çalışmak, iyi bir sonun da garantisi sayılabilir mimarlar için. Yoğunluğu sağlayan şey bu uzun hikayenin AKM üzerinden kısaltılarak anlatılması. Koolhaas’ın başlangıç tarihi olarak aldığı 1914’ten 15 yıl sonra, 1939’da başlayan AKM’nin karanlık hikayesi 2014’te hala ve daha da karararak sürüyor. Siyah koridorun içindeki siyah beyaz fotoğraflarla anlatılanlar kişisel anıların en berrak olduğu ve bizim anılarımızla da örtüşen ortak bir hafızanın resmi gibi. AKM’nin hikayesini hiç bilmeyen bir "yabancı" için de açık ve anlaşılır bir özet olduğunu düşünüyorum. Koridorun dış duvarlarında sergilenen çok iyi görüntülerin ve seslerin de desteği ile kişisel olan bir anı, bir yapı üzerinden evrensel meselelere eklemleniyor.

türkiye pavyonu

ISRAIL PAVYONU Durmuş Dilekci İsrail Pavyonu geçen yüzyıldan günümüze farklı katmanların üst üste geçtiği, dayatılmış modernist bir kentleşme sorununu ele alıyor. Serginin ana teması "The Urburb" kentler ve banliyö alanlarının yayılma örgüsüne referans veren yenilikçi, hibrit bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bu kavram 1950 Sharon planlamasının sonuçlarını ortaya koyan, merkezi irade tarafından dayatılan bir kentsel oluşumu ve hayatı tarifliyor. Küratörler bu tema üzerine modern mekanik yazıcılar aracılığıyla performatif bir sergileme kurgulamış. Çöl kumu üzerinde 3-5 dakikalık zaman dilimi içinde planlama, kentsel desen, yapısal gelişim ve kentsel yap-bozlar üzerinden soyut çizgisel grafikler üretiliyor. Küratörün seçtiği tema ve sunum şekli oldukça etkileyici ve Türkiye’deki kentsel gelişim perspektifinden bakıldığında bizim için paralel sorgulamaları da yanında getirdiğini düşünüyorum. Geçen 30-40 yıllık donem içinde plansızlık üzerinden gelişen kent, sonuç anlamıyla banliyöleşmiş şehirler üzerinden okumalar yaparken, günümüzde dönüşüm stratejisi üzerinden yerel idare tarafından yönetilen, ama sonuçta yine başka bir plansız gelişme(me)yi yaşıyoruz... Kente yapılan bu tip implantlar ile eskisinden daha da sorgulanması gereken bir noktada duruyoruz. Yap-boz, doldur-boşalt kentler oluşturuluyor. Kentler kendi dinamikleri üzerinden gelişmediği ve potansiyellerini kendileri şekillendirmediği sürece negatif kentsel katmanlaşma, yaşam alanlarını tüketiyor ve tekdüzeleştiriyor.

israil pavyonu


MODERNITE ILE HESAPLAŞMA Hasan Çalışlar Bienal beni heyecanlandırıyor çünkü iki senede bir içinde bulunduğumuz kısır ve birbirimizle uğraştığımız dünyamızdan çıkıp başka bir ortama girmek, farklı şeyler konuşup düşünmek, tartışmak ve kendi kısır hayatımız dışında da bir dünya olduğunu hatırlamak iyi geliyor. O yüzden iyisine kötüsüne bakmadan bienal tek başına bana bu ortamı yarattığı için sevdiğim bir etkinlik. Çok uzun senelerdir de gitmeye gayret ediyorum, on tanesini gezmişimdir herhalde. Her küratörün çevresi, davet ettiği insanlar, sorduğu sorular farklı oluyor. O da tabii farklı bienaller ortaya çıkarıyor. Son bienallerde seyirci sayısının düşmesi ve ilginin azalması sebebiyle Rem Koolhaas’a biraz kurtarıcı gözüyle bakmış olsalar gerek. Bienalin gösterim süresini de altı aya uzatmışlar. Rem Koolhaas, pratik bir insan olduğu için herkesin ilgisini çekebilecek bir sergi yapmış ki bu akıllıca bir tavır ve yadırganacak bir tarafı yok.

Bir yandan kendi mimarlığının günahını çıkarırken öte yandan ülkelere verdiği Moderniteyi Özümsemek 1914-2014 temasıyla her ülkenin kendi günahını da çıkarmasını istemiş. Herkesi kendi modernitesiyle hesaplaşma durumunda bırakıyor. Sosyal adalet, ekonomik gelirin dağılması, doğru planlamaların yapılması/ yapılamaması, insani ölçeklerin tutturulması/tutturulamaması, hız gibi binlerce paradigmadan dolayı farklı moderniteler tezahür etmiş her ülkede. Bundan mutlu moderniteler de çıkmış, mutsuzlar da, tepeden inme olanlar da olmuş, içten patlamalılar da.

TEM/AĞU 2014 - XXI 36

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Rem Koolhaas diğer küratörler gibi çok sayıda mimarı davet edip iş üretmelerini istemektense, hepsini yapmaya soyunarak konuya hükmetmiş. Sonuçta da ortaya "Venedik Mimarlık Bienali" değil, "Rem Koolhaas Mimarlık Bienali" çıkmış. Dolayısıyla mimar olmayanların da çok daha rahat gezebileceği bir sergi ortaya çıkmış. Bienalin ana sergisi Mimarlığın Unsurları, mimarlık alanında hiçbir soru sormadığı ve yirmi ya da elli yıl sonrasındaki mimarlığa dair düşünceler üretmek üzere bir etkinlik olmadığı yönünde eleştiriler alıyor. Öte yandan mimarlığın "Esaslar"ına geri dönülmesi gerektiğini Rem Koolhaas’ın belirtmesi biraz tuhaf çünkü mimarlıkla ilgili bütün bu yeni şeyleri başımıza o açtı. Ondan evvel zaten doğru dürüst mimarlık yapılıyordu. Her işinden sonra bir kitap çıkardığını düşünecek olursak bu serginin ardından da yeni bir Neufert bekliyorum ben. Yine de bunları çok popülerleştirmiş ve basitleştirmiş olsa bile onu da o kadar iyi yapıyor, araştırma o kadar zengin, derin, detaylı ve titizce hazırlanmış ki sonuçta yine beğeniyorsun.

Ben Rem Koolhaas’ın ülke pavyonları konusundaki baskın tutumuna, bir sınıf öğretmeni gibi bütün ülkeler üzerinde tahakküm kurabilme yeteneğine hayran oldum. Kaç tane bienal gezdim, hiçbirinde küratörün sorusuna bu kadar bağlı kalındığını ve doğru cevap vermeye çalışıldığını görmedim. Bu tabi biraz da mimarları can evinden vuran, hepsinin açılmaya hasret duyduğu bir konu. Gerçek mimarlık neydi, nereye geldi? Haydi, başa dönelim! Ülke pavyonlarına geçecek olursak Mozambik’i beğendim çünkü çok basit bir sergiydi. Başından sonuna kadar bütün dünya mimarlık tarihini koymuş, altına da Mozambik’i koymuş ama Mozambik hiç değişmiyor. "Moderniteyi özümsemek" diye bir şey yok. Modernite hiç gelmemiş çünkü. Modernitenin o kadar da şart olmadığını göstermesi açısından önemliydi. Mimarlık eğitimi tüm dünyada bir din eğitimi haline geldi artık. Kendi doktrinine dogmatik modernistlik kafamıza kakılmış; bizden önceki nesil de, biz de, bizden sonrakiler de o şekilde eğitim aldık. O yüzden Mozambik Pavyonu benim favorim. Modernite olmadan da gayet güzel bir yer işte Mozambik. Orası hep aynı kalmış ve kötü bir tarafı da yok bunun. Ama mesela Brezilya’daki modernite içleştirilmiş, ülkenin kimliğine girmiş. Mutlu modernite dediğimiz o. Orada modernite devlet yoluyla ya da sosyalizmin bir stili olarak ülkeye entegre edilmiş fakat sonra insanlar zengin olunca kendilerine gidip Romanya’da, Türkiye’de, Rusya’da olduğu gibi rezidanslar yapmamış. En zengin de gidip en modern binayı yaptırmış kendine. Milli bir stil olmuş orada. Kimileri içselleştirebiliyor da kimileri bunu yapamıyor işte. O zaman da modernitenin politikayla çok ilintili bir şey olduğunu görüyoruz. Polonya Pavyonu da çok iyi. Polonya’daki önemli bir liderin -Josef Pilsudski’nin- hayatını incelemişler ve onun kabrinin birebirini yapmışlar pavyona, her sosyal dönemin izi var. Pavyon tasarımında her dönemin detaylarının arketipleri kullanılmış, hepsinin nerden geldiğini görüyorsun. Rem Koolhaas’a da CCTV binası formundan bir mezar yapmışlar ki epey eğlenceliydi. Rem Koolhaas tercihinin ve bu bienalin başarısı, bizim beğeni kriterlerimizden ziyade gelen izleyici sayısına göre belirlenecek. Koolhaas bunu öncelikle bir şehir etkinliği olarak ele alıyor, dolayısıyla ticari gerçekliğini de nasıl artırırım diye düşünmediğini zannetmiyorum. Bienal kimin için yapılıyor sorusunu da burada düşünmek lazım. Öğrenciler için mi, mimarlık profesyonelleri için mi, gezen halk için mi? Hem tribüne hem seyirciye hem gişeye hem de eleştirmenlere oynayan film on sene de bir yapılabiliyor. Böyle bir şey yapmak için Steven Spielberg olmak lazım. Hem herkesin beğenebileceği bir şey yapmak hem de söz altı anlamları çıkarıp ondan zevk alacak insanlar için bir bienal yapmaya oynamış.

brezilya pavyonu

mozambik pavyonu

polonya pavyonu


KORE VE JAPONYA PAVYONLARI Kerem Piker

Bir kitap alımı uzaktaydı eskiden, şimdi bir “tık” mesafesinde.

japonya pavyonu

37 XXI - TEM/AĞU 2014

Kore öyle değil. Hikaye hala sürüyor. Ütopya mı, distopya mı denir bilinmez ama Seul’un en nefret edilen binasının hikayesini öğrenmek için, Kore’ye gidemiyorsanız Venedik’e gidin. 1200 metre uzunluğunda bir yapı dile kolay, yerden yüksek, içinde evler, dükkanlar, açık, yarı açık alanlar, parkurlar, ofisler, yemekhaneler... Asfalt yollar ve gecekondular üzerinden şehrin iki yakasını birbirine bağlayan bir köprü yapı... Ya da Japon köylerini merak ediyorsanız, merakınız mimari bir meraksa, gökten taş da yağsa, zelzele de olsa, atom bombası da patlasa ülkesini yeniden inşa etmek üzere köylerini gezen, evlerini ölçen, mimari çizimlerini derleyen toplayan, saklayan ve sergileyen Japonların payvonunu görmeye gidin. Japonca bilmiyorsanız benim gibi ozalitlere bakarsınız, dert değil. Dünya bildiğimizin ötesinde bir yer.

kore pavyonu

ŞILI PAVYONU Mert Eyiler Ayna / ... Monditalia yoğunluğunu anlamaya çalıştığınız gösterinin içinde, kendiniz ile baş başa kaldığınız ilk andır, ön üretimli sıradan bir panel ile karşılaşmanız. Panel / KPD Boşlukta karşınıza dikilen panel, etrafınızı saran yapıp etmelerin vücut bulmuş hallerinden sadece bir tanesi. İçerisi ve dışarısı tariflerinin ara kesitini, ara yüzünü temsil eder. Deliklidir, iç -kabuk- bir renk ile boyanmış, dış -kabukkendisi gibidir. İçi sizi, dışı şehri temsil edercesine durur. Yaşam / Bayan Silvia "Panel" ile karşılaşmaya "macenta" renkli duvarlar, koyu kahve zemin ve kişisel eşyalar ile dolu Silvia’nın yaşam alanı hazırlar. Hem boşluğa hem de güney Amerika’nın politik "makus" geçmişine paralel sürdürmekte oldukları onurlu sosyalist yaşamın "hissi" sizi sarıp sarmalar. Yerküre / Maketler 1930’larda başlayan barınma ihtiyacı egemen inşa etme hareketi (endüstri), bu panel ve benzerleri ile yerkürenin birçok yerinde (Çekoslovakya, İsviçre, Çin, Kanada, ABD, Almanya, Büyük Britanya, Danimarka, Japonya, İsveç, Hollanda) başka başka bir araya gelişler üretmiş; aynı birim, başka coğrafyalar.

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Dünyanın beri tarafını iyi biliyoruz ancak öte tarafı hakkında hala fikrimiz zayıf. Öğrenecek çok şey var, alınacak çok ders var. İngiltere, İtalya, Fransa ve İspanya laf modernizme geldiğinde hiç zorlanmadan eteklerindeki taşları döküveriyorlar. Bu hiçbirimizi şaşırtmıyor; öyle ya, yıllardır iyi kötü takip ettik onları. Hikaye bir serginin kapsamını aşıyor ancak ne gam, merkezin gemileri bir kez yelkenleri şişirmiş, durmazlar artık. Derli toplu bir hikaye onlarınki.

şili pavyonu


VENEDIK MIMARLIK BIENALI VARKEN ROTTERDAM MIMARLIK BIENALINE KIM BAKAR?

Bienalin yaptığı açık çağrıya gelen projeler arasında son dönemin makbul gübresi yarasa pisliği toplamaya yönelik Zihni Sinir tasarımlardan, ambargo altında çaresiz kalan Havana sokaklarında her boş alanın halkın inisiyatifiyle sebze-meyve bahçesine dönüştürülmesine kadar birçok örnek var. Nitekim bu tip örnekler, bienalin odağı olan mimari, kentsel tasarım ve planlamanın ihtiyacı olan "yeni" araçlara ilham vermiş. Kentsel Peyzaj İçin Stratejiler bölümünde kent içinde biyolojik çeşitliliği artırmaya, iç mekanda kendine yeterli ve kapalı tarım sistemleri kurmaya ya da bilinci ve katılımı arttırmak üzere KDV yerine Karbon İzi Vergisi uygulamak gibi öneriler var.

Ayça İnce Bu ay mimarlıkla ilgili tüm yayınlara kapak konusu olan Venedik Mimarlık Bienali’nden bir hafta önce Rotterdam Mimarlık Bienali (IABR) sessiz sakin açıldı. Açılışının üçüncü günü, en fazla üç-beş kişiyi bulan bir kalabalıkla IABR 2014’ü gezerken kafama takılanları aşağıda sıraladım: IABR’nin bu yılki konusu “Doğası Kentli” (Urban by Nature). İnsanlığın büyük çoğunluğunun artık kentlerde yaşadığı ve kalkınmacı ideolojinin zenginlik diye tarif ettiği mal birikiminin de kentlerde üretilmekte olduğu gerçeğini kabul edip, bunun üzerinden gezegen, insanlar ve kentte yaratılan rant arasında nasıl bir denge bulabiliriz sorusunu yöneltiyor. Doğa-insanlık arasında, vücut-zihin arasında kurgulanana benzer “yanlış bir karşıtlık” ilişkisi kurulduğunu öne sürüp, ziyaretçileri bu tür bir karşıtlık yerine söz konusu ikilinin beraberliği üzerine düşünmeye çağırıyor. İçinde bulunduğumuz son jeolojik dönemin Antropocene olarak adlandırıldığını hatırlatarak, artık insani süreçlerle doğal süreçlerin iç içe geçtiği -bir nevi dönüşü olmayan bir yol- bir dönem yaşadığımızı kabullenmeye davet edip, bunun üzerinden bir denge kurmak için çabalamayı öneriyor.

TEM/AĞU 2014 - XXI 38

VENEDİK MİMARLIK BİENALİ

Altıncı IABR’ın küratörü Dirk Sjmons “Eğer çevre problemlerimizi çözmek istiyorsak, onları kentlerde çözeceğiz” mottosuyla yola çıkıyor. Bir önceki IABR’de İstanbul’un Arnavutköy ilçesinin olası dönüşümünü masaya yatıran ekibin bir parçası olan peyzaj mimari Sjmons, Arnavutköy deneyiminde karşılaştıkları sorunlar ve ortaya koydukları alternatif yaklaşımların bu seferki bienal temasına ilham verdiğini belirtiyor. IABR 2014, altı sergiden oluşuyor. Başlıkları: [kimi] kentlerde, ormanlardan daha çok park ve bahçelerde ağaç olduğuna gönderme yapan Ekili Gezegen; doğanın nasıl kendiliğinden kentleşmeye uyum sağladığını gösteren Saf Direnç; hala yeteri kadar hakkında bilgi sahibi olmadığımız iddiasıyla Yeraltını Keşfetmek; beşeri müdahalelerle yine yeniden şekillenen Kent Peyzajı ve İklim Değişimi; akıllı kentlere değil akıllı bir kentleşmeye ihtiyacımız var diyen Kentsel Peyzaj İçin Stratejiler ve son olarak bienalin sunuş temasını vurgulayan en geniş sergisi Kentsel Metabolizma. Birçok çevre probleminin bu metabolizmanın "yanlış işlenmesi" sonucu ortaya çıktığını ispata niyetlenen -ve de ikna edici olan- bu salon, bu işleyişi ancak daha iyi anlarsak çözüme ulaşabileceğimizi çeşitli projelerle sergiliyor. Bir IABR geleneği olarak öncelikle Rotterdam kentini ele alan sergide, kent tüm işleyişi (yetiştirilen gıdadan üretilen atığa, harcanan enerjiden mevsimlik su kaynaklarındaki değişime kadar) mekansal akışlar olarak deşifre ediliyor. Ertesinde çevre, emek ve enerji duyarlı sanayileşme, enerjiyi (atığı) dönüştürme, mevcut kaynakları etkin kullanma ve biyosistemler yaratma başlıkları altında ortaya konan veriler yeniden işleniyor.

cybergardenıng the cıty (ecologıcstudıo) © sue barr

IABR 2014, karşımıza yepyeni ya da parlak fikirlerle çıkmıyor ama bir kez daha niyetin öneminin altını çiziyor. Bolca grafik ve şema kullanımıyla önce bizi içinde bulunduğumuz açmaza ikna ediyor, sonra bizleri "Antroposcene" çağına uygun ve geleceğini önemseyen bir bilinçle yaşamaya, profesyonel olarak yaptığımız her ne ise sorumluluğunu almaya davet ediyor. Bu anlamda sergide odak öne çıkıyor. GERIYE SARMAK MÜMKÜN (MÜ?) Kentleşeceğiz ve kalkınacağız diye yapılan türlü hatadan (gölleri kurutarak yapılan havalimanları, su havzaları doldurularak inşa edilen otoyollar, her kesilen ağaç, peyzaj olsun diye bozulan doğal örtü vb) geri dönmek veya yıkıcı etkilerini telafi etmek üzere önermeler baskın. Bunlar arasında aklımda kalan Belçika’nın Antwerp kentine inşa edilmiş çevreyolunu tekrar ormanlaştırma projesi. Bir şehir planlama öğrencisi olduğum dönemde, kent merkezini rahatlatalım diye tasarlayıp inşa ettiğimiz çevreyolları, kentler devasalaştıkça merkezde kalmaya devam ediyorlar. Yol ve çevresindeki bandın kapladıkları alanı "anlamlı bir kentsel mekana" dönüştürmek hedefleniyor. Belediye, kentin hava kalitesini yükseltmek ve artan ısıyı düşürmek için bu otoyolu tekrar yeşillendirmeyi planlıyor. BAŞTAN ÖNLEM ALMAK MÜMKÜN (MÜ?) Testiyi henüz kırmadan önlem alabileceğimiz konular arasında karbon izimizi azaltmak ve birey/mesken ölçeğinden başlayarak gündelik hayatta ürettiğimiz atığı, kentsel sisteme dahil olmadan minimuma indirmeye yönelik projeler öne çıkıyor. Tüm dünyanın malına/besinine mevsim-mesafe kaygısız sahip olmak için harcanan enerji ve para dışında, tükettiğimizden arta kalan çöp, yeni mal varlığımız. IABR 2014, kendi evimizden başlayarak kaynağında atıklarımızı dönüştürmek ve gereğinde besinimizi yeniden üretebilmek için türlü kapalı sistemleri sergiliyor. Başlıkta attığımı sonuçta tutmak gerekirse, belki mimarlığın değil ama insanlığın ve geleceğin esasları Rotterdam Bienali’nde ortaya konuyor. Ne var ki içinde bulunduğumuz çağda neyin popüler olduğunu, konular değil, bütçeler ve küratörler belirliyor. 1

Hollandalı Nobel ödüllü kimyacı Paul Crutzen’in önermesi olan son jeolojik dönem: Antropocene,

yerkürenin üzerinde ekolojik değişimlere yol açan beşeri etkilerin oluştuğu dönemi tarif ediyor. 2 IABR

2012 araştırma odaklarından biri olan Arnavutköy projesinin detayları ortaya konan öneri stratejik

vizyon ve eylem planı için bakınız http://iabr.nl/en/up/paistanbul1 3 http://iabr.nl/en 4 Ülkemizdeki

durum için bakınız: Geçen ay Depo’da yapılan İstanbul’un Artığı Sergisi (detayları için

http://istanbulunartigi.tumblr.com) ve Artıkişler Video Kolektifinin üretimleri için http://artikisler.net)

urban by nature © maarten laupman

wıld wonders of europe © l. geslın



PEYZAJ – BAHÇE - BANGKOK TEM/AĞU 2014 - XXI 40

fotoğraflar: Wison Tungthunya, Tinnaphop Chawatin

Basamaklı Orman BANGKOK’TA TROP TARAFINDAN ÇOK KATLI BIR APARTMAN IÇIN TASARLANAN PEYZAJ PROJESI, SAHIP OLDUĞU “ORMAN”, YÜZME HAVUZU VE ÇEVRE DÜZENLEMESIYLE CIVARDAKI “KIRLI KALABALIKLAR” ARASINDAN AYRILIYOR. Pok Kobkongsanti

THE FOREST + POOL OF PYNE BY SANSIRI

trop

Bangkok değişti, bununla beraber insanları da. Geçmişte, şehirden uzakta küçük evlerde yaşamayı ve şehirdeki iş yerine her gün gidip gelmeyi tercih edebilirdik. Fakat yeni jenerasyon günümüzün hızlı yaşam tarzına uyum sağlamak için gelişmiş alanlardaki apartmanlara taşınmayı sürdürüyor. Bugün Bangkok’daki araç trafiği dünyadaki en problemli trafik düzeni arasında bulunuyor. Şu anda, Bangkok yollarında 8 milyondan fazla kayıtlı araç var. Ortalama olarak bir kişi günde en az iki üç saatini arabasında harcıyor. Sonuç olarak, Tayland’lı arsa geliştiriciler şehir arazilerinin en iyi alanları için rekabet ediyorlar. Arsanın büyüklüğüyle ya da manzarası ile ilgilenmiyorlar. Seçilen alanın Bangkok Sky Tren İstasyonu’na yakın olması gerekiyor. Buna rağmen iyi bir arsa yaşamak için kusursuz bir alan

sağlamıyor. Bu sebeple peyzajı bir araç olarak kullanarak Bangkok’un yeni kuşağı için daha iyi çevre oluşturmak istiyoruz. ANLATI 2010’da Trop ekibi olarak Bangkok’ta çok katlı bir apartman olan Pyne by Sansiri için bahçe tasarladık. Konumunun harikulade olduğunu düşünüyorduk. Kalabalık kentsel bölgenin ortasında, şehrin en büyük alışveriş merkezine beş dakikalık yürüme mesafesinde ve yaklaşık olarak 2900 metrekarelik bir arazide yer alıyor. Ayrıca yerleşim biriminin hemen önünde konutların satışında gerçekten çok etkili olan tren istasyonu da bulunuyor. Arazinin mükemmel bir konumda olduğunu düşünmemiz zorlu bir deneyim getirdi. Çünkü arazinin üç tarafı yüksek sınıftan insanların pek uğramadığı, gürültülü gece kulüplerinin yer aldığı binalarla çevrili. Öte yandan tren istasyonu aslında bütün mekanı daha kalabalık gösteriyor. Civardaki diğer yapılarla birlikte proje beton binalar arasında dört taraftan köşeye sıkıştırılmış bir konumda diyebiliriz.


PEYZAJ – BAHÇE - BANGKOK 41 XXI - TEM/AĞU 2014

ORMAN Temel amacımız projeyi çok da iyi gözükmeyen çevreden ayrıştırmak oldu. Özel alanları yoğun dış dünyadan ayırmak amacıyla, ilk hareketimiz üç metre uzunluğundaki duvarların tepesine çiçeklik yerleştirmek oldu. Dışarıdan düz, beyaz bir mermer gibi gözüken duvar, içeriden bakıldığında kutu gibi mekan hissinden kurtulmak için eğri çizgili bir duvara dönüşüyor. Yeşil alanı özellikle tren istasyonuyla apartman daireleri arasında duvarın arkasına yerleştirdik. Tipik işlevsel bahçeler yerine istasyonun etkisini azaltacak on metre uzunluğundaki ağaçlarla kentsel bir orman önerdik. Ağaçların altında lobinin hemen yanındaki duvarın sınırlarından yol boyunca küçük yeşil tepeler serisi yarattık. Yumuşak yüzeyleri artırmak için tepeleri yukarı-aşağı hareket ettirerek düz bir yeşil alana göre daha fazla yeşil alan algısı oluşturduk. Daha kolay bir yürüyüş sağlamak amacıyla tepelere desenler oluşturarak alanı bölen basamaklar yerleştirdik. Ormanın sahip olduğu özellikleri canlandırmak için geyik şeklinde heykeller tasarladık. Düz alanda ise beton yürüme yolları ile mekanı birbirine bağladık. Yeşil çimenlikle beton yol

arasındaki görsel zıtlığın zevk veren bir ortam yarattığını düşünüyoruz. HAVUZ Konut olarak ayrılmış kuleler otopark alanının üzerine inşa edildi. Park alanı kuleden çok daha fazla alana sahip olduğu için geriye kalan alan ise yüzme havuzuna ayrıldı. Otopark alanının çatısında bulunan yüzme havuzu terasla birlikte 370 metrekarelik bir alana yayılıyor. Kutu gibi mekan hissinden kurtulmak için ilk hareketimiz “boşaltılmış” kat planı yaratmak oldu. Tipik dikdörtgensel bir havuz platformu yerine yüzme havuzuyla ilişkilendirilmiş küçük teraslar serisi önerdik. Su, teras ve bitkileri birleştiren bir planlama gerçekleştirdik. Bangkok’taki pek çok havuz çatıda yer aldığı için “Gökyüzü Havuzu” adını alıyor. Tasarladığımız havuzun bunlardan farklı olması için “İskelet” adını verdiğimiz ışıkla kaplanmış bir strüktür havuzu çerçeveliyor. Bu çerçeve aynı zamanda binayla birleşerek dışarıdan da görünür oluyor. Geceleri parlayan “iskelet”, çevreleyen binaların yarattığı kalabalığa hafiflik ve ışık getiriyor diye düşünüyoruz.

karşı sayfada Peyzaj - tren istasyonu ilişkisi bu sayfada en üstte: Peyzajdan tren istasyonuna bakış üstte solda: Binanın ana girişi üstte ortada: Peyzajın içinden bir kare üstte: Havuzu çerçeveleyen iskelet strüktür arka sayfada sol üstte: Yürüyüş kolaylığı sağlayan şerit desen sol altta: Yüzme havuzu ve peyzaja tepeden bakış sağda: Bangkok silüeti


PEYZAJ – BAHÇE - BANGKOK TEM/AĞU 2014 - XXI 42

pok kobkongsantı Pok Kobkongsanti 2000 yılında Harvard Üniversitesi’nden mezun oldu. 2007'de kurduğu şirketi Trop, tasarımcılar ve inşaat danışmanlarından oluşan bir peyzaj mimarlığı stüdyosu ve Asya genelinde çeşitli peyzaj projeleri üzerine çalışıyor. Daha çok hastane, konut, ticaret ve sanatsal yerleştirme projeleri üzerine yoğunlaşıyor. Ofisin sahip olduğu ödüller arasında 2012 ASLA Onur Ödülü ve Tayland Gayrimenkul En İyi Peyzaj Tasarımı Ödülü bulunuyor. proje adı: The Forest + Pool at Pyne by Sansiri peyzaj mimarı: TROP peyzaj tasarımı: Theerapong Sanguansripisut, Ekitsara Meedet mimari tasarım: Palmer & Turner konum: Bangkok, Tayland alan: 2900 m2 yıl: 2010 - 2013

vaziyet planı



YAPI - OTOPARK - İSTANBUL TEM/AĞU 2014 - XXI 44

fotoğraflar: olivve.com, Alexis-Murat Şanal

Çift Anlamlı Park ALTI OTOPARK, ÜSTÜYSE KENT PARKI OLARAK KONUMLANAN ŞIŞHANE PARK’IN TASARIMINI MIMARLARI ALEXIS VE MURAT ŞANAL, PEYZAJ TASARIMINI VE UYGULAMASINI ARZU NUHOĞLU VE METIN KARAKUŞ ILE KONUŞTUK. Hülya Ertaş

ŞIŞHANE PARK

şanal mimarlık

he: Parkın bulunduğu bu nokta, özel bir konuma sahip. Bir yandan tarihi bir yerleşime komşu, öte yandan tersanelere, yani endüstriyel mirasa bakıyor. Bu konum tasarımı nasıl etkiledi? Alexıs Şanal: Bu alanın etrafındaki güncel miras, endüstriyel peyzaj ve küçük imalatçılar bizim için önemliydi. O nedenle de çevreden temin ettiğimiz malzemeleri oldukları halleriyle kullanmak istedik, tıpkı paslanmaz çelik korkuluklar ya da ahşap güverteler gibi. Bu gelişmiş imalat alanlarını vurgulamak istedik. Park içindeki ahşap güverte, aşağıdaki tersanelerdeki gemilerin güvertelerini hatırlatarak onlar üzerinde neredeyse bir konsol gibi yükseliyor, öte yandan da eskiden ahşap olan Haliç üzerindeki köprüleri anımsatıyor. Zannediyorum bunları bir şekilde geri getirmek

istedik. İnsanların suyun üzerinde gibi hissetmelerini amaçladık. he: Proje tanımı neydi? Sizden beklenen sadece bir otopark tasarımı mıydı? aş: Program tanımı oldukça netti, bir otopark ve kamusal park olması isteniyordu. Karşılaştığımız ana sorun bizden önceki projenin araçlara öncelik vermesi yüzünden Anıtlar Kurulu’nca kabul edilmemesinden geliyordu. Araçlar alanın ortasından girip çıkıyordu ve geriye oldukça vasat bir kamusal park kalıyordu. Anıtlar Kurulu da parkın anlamlı bir yer olmasını istiyordu, özellikle de tarihi alanlara geniş bir manzarayla hakim olmasından ötürü onunla yarışmayacak bir silüetin peşindeydiler bence. Bu yüzden konumunun kıymetini bilen ve Tarihi Yarımada ile olan ilişkisini vurgulayan bir proje geliştirdik. Galata, Beyoğlu, Kasımpaşa gibi farklı kültürlere sahip insanların yaşadığı bu bölgeyi birbirine bağlayan bir yer olmalıydı. Haliç Köprüsü’yle birlikte böyle bir bağlantı ihtiyacı doğdu


yaprak dokusu ve renkleriyle farklılık oluşturmasını

yoğunluğunu iyice azalttık. Islak hacim, kuru

proje oldu. Yapay çatılar oluşturulup içlerine bitkiler

amaçladık ve çok yıllık bitkiler kullandık. Mümkün

hacim olarak tarttık onları fidanlıkta. Ağaçları biraz

dikildi.

HE: Bitkilendirme tasarımında ana konsepti nasıl

olduğu kadar mimariye uyarak mekan etkisini

daha boyu uzun olanlardan koyabilirdik, onlar için

belirlediniz?

vurgulayacak bir bitkisel düzenleme var. Projeye

bırakılan rezervler daha geniş, daha derindi. Ama

AN: Bütün eğimli yüzeylerde geowebler uygulandı,

ARZU NUHOĞLU: Seçim kriterlerinde zaman

çizgi çizmeye başlayalı üç sene olmuştur. O üç

son hesaplama sonrasında rezervleri de hafif dolgu

yani serbest zemin bırakılmadı, bütün toprak

zaman çiçek açmasına ama yaz-kış yeşil kalmasına

seneden uygulamaya gelene kadar bazı bitkiler

malzemesi gibi geleneksel yöntemlerle yükselttik ve

tutuldu. Otoparka iniş rampasındaki ağaç da çatı

dikkat ettik. O yüzden büyük bitkilerden ziyade

hacim olarak küçüldü. Statik biraz müdahale etti.

daha küçük ağaçlar koyduk.

üstünde, yani doğal zeminde değil. Onun altında

çalılar var çünkü toprak derinliği kısıtlıydı. Projenin

Gezi olaylarından Türkiye’de artık sosyal bir oluşum

başından beri ağaç dikilebilsin diye statik-mimari-

var, kamusal alanların kullanımı ve bu alanlardaki

HE: Toprak çok mu ağır gerçekten?

peyzaj koordinasyonu yapıldı. Ağaç dikimi için

faaliyetler için beklenilenin üstündeki yoğunluklar

METIN KARAKUŞ: Toprağı normalde tarttığımız

HE: O zaman projenin en başından beri dikim

rezerv alanlar yapıldı ve yerleri özel olarak bırakıldı.

olabiliyor. O nedenle statik yükler tekrar hesaplandı.

zaman 900 kg/m3 gelir ama biz bunu 450

yapılacak alanlar belliydi.

Klasik bir kamusal alan bitkilendirme anlayışı

Bir anda alana kalabalık toplansa ne olacağının

kg/m3’e düşürdük. Hafif topraklama, hatta çok derin

AN: Tabii belliydi. Çünkü biz en başından beri

kullanmadık. Bize göre gösterişli bitkilerimiz var

hesaplandığı bir titizlikle çalıştık, onun üzerine tekrar

dolguları blok straforlar ile yaptık. Aslında çok zor bir

mimarlar ve statikçiler ile koordinasyonlu çalıştık.

aslında ama genel kanıya göre yok. Daha çok doğal

yükleri hesapladık. Ne kadar hafifletsek de statik

projeydi. Çünkü alanlar kısıtlı, statik izin vermiyor.

Kurula projeler hazırlanırken başladık çalışmaya. İlk

bitki örtüsü gibi ele alarak büyüdükleri zaman da

projeyi çok mutlu edemedik ama her zaman kabul

Yüzeyde, resmen beton üzerinde çalışıyorsun.

kaba inşaat zamanı, döşeme betonu atıldığı zaman

bakımının kolay olmasını istedik. Az su isteyen

edilebilir sınırlar içerisinde kaldık. Özel bir karışım

Bitkiyse biraz daha derinlik istiyor, daha hassas. Bu

da sulama için ilk rezervler bırakıldı. Uygulama ekibi

bitki türlerinden bir seçim yaptık. Genelde bitkilerin

hazırladık toprağa. Torf oranını artırdık, toprağın

detayların çözülmesi açısından çok enteresan bir

de o aşamadan itibaren projenin içindeydi.

PEYZAJ TASARIMI ÜZERİNE

1,20 metrelik bir rezerv alanı bırakıldı

YAPI - OTOPARK - İSTANBUL 45 XXI - TEM/AĞU 2014

sanırım. İlginç ve inovatif olan ise Anıtlar Kurulu’nun bunun dönüştürücü bir proje olması için tasarım bilgisine ihtiyaç duyulduğunu fark etmesiydi. Bu, diğer parklar gibi sadece bir artık mekana dönüşmemeliydi, çünkü onlar insanlarla bağ kuramadıklarından başarılı mekanlar olamıyorlar. he: Sizin için büyük şanssızlığın Cihangir Parkı gibi bir örneğin varlığı olduğunu düşünüyorum. O da buna benzer bir programla -altı otopark, üstü park olarak- hayata geçirilmişti. aş: İlk aşamada karşılaştığımız en büyük direnç Mimarlar Odası’ndan geldi. Önerdikleri şey ile aynı fikirdeyim fakat çözüm konusunda aynı fikirde değilim. Cihangir Parkı teknik olarak yanlış olduğu için bir başarısızlığa dönüştü. Eğer ki bir binanın üstüne park yapılıyorsa bu bir çatı bahçesidir. Mühendislik açısından bakarsak kabul edilmeli ki durum böyle. Buradaki başarıysa kentsel, mimari, strüktürel, mekanik tasarımın ve peyzaj tasarımının birlikte çalışmasından geliyor. Çatı bahçesi çalışmış olanlar

bilir, büyük türleri ve ağaçları bir çatıya yerleştirmek ve yaşamalarını sağlamak oldukça zorlu bir iştir. Rampadaki ahşap kullanımı insanlara rahatlık sunuyor, otopark bölgesinde yapılan güverte sayesinde hissedilmiyor. Mekanın %30’unu bitkilendirmeye ayırabildik, öte yandan sert peyzaj da önemsiz bir şey değil. Asıl mühim olan otoparkların üstünde parkların olamayacağını baştan kabullenmek değil, bunun mühendislik ve tasarımla çözülebileceğini anlamak. Murat Şanal: Proje süresince Anıtlar Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ulaşımla ilgili sorunları halletmek istediklerinden belediyenin ulaşım departmanı her aşamada oldukça aktifti. Biz de aralarında trafik mühendislerinin de yer aldığı çok iyi mühendislerle çalıştık. Altyapı, mekanik ve elektrik mühendisleriyle projenin başından beri birlikteydik. Herkes işinde iyi olduğu için de tasarım ve uygulama olumlu etkilendi. Belediye geçmiş denetimlerini analiz etti ve ne yapmak isteyip istemediklerini

netleştirdi, bu süreçte biz de bu sorunların tanımlanması için onlara yardımcı olduk. Anıtlar Kurulu da iyi bir açık kamusal park için çok destek verdi. aş: Anıtlar Kurulu aynı zamanda bu tarihi bölgede iyi bir ulaşım ağının olması konusunda yenilikçi bir fikre sahipti. Ulaşımın metroya bağlanarak araçların kentten uzaklaşmasını istediler ve insanlara toplanacak alan yaratmayı düşündüler. Böylece tarihi alanda yeni bir anlatının doğmasına izin veriliyor diyebilirim. Böyle bir tasarımın getireceği değerleri anlamak açısından oldukça nettiler. İlk yıl mühendislerle birlikte projeyi detaylı olarak başta belediye olmak üzere pek çok paydaşa sunduk çünkü bu herkes için yeni bir konuydu ve herkes projeyi tüm detaylarıyla anlamak istiyordu. Bizler de projemizin sorgulanmasından yılmaktansa bu durumu benimsedik. Projeyle ilgili her şeyi açıkladığımızda da insanlar çok heyecanlandı.


giriş sayfasında Haliç'e bakan silüet rampası önceki sayfada solda: Sert ve yumuşak peyzajın bir aradalığı sağda: Silüet rampasının aşağıdaki otoyolla ilişkisi

TEM/AĞU 2014 - XXI 46

YAPI - OTOPARK - İSTANBUL

bu sayfada sağda: Pera'dan Haliç'e doğru uzanan parkın yukarıdan görünüşü altta: Mevsimlik bitkilendirme en altta: Parkın içinden Şişhane'ye doğru bakış

he: Bitkilendirme ile sert peyzaj arasında nasıl bir denge kurdunuz? Ana fikir neydi? mş: Bitkilendirme tasarımı çok erken safhalarda gerçekleşti. Kolektif bir zihnin ve mühendisliğin ürünü olduğunu söyleyebilirim. Bitkilendirilmiş alan şimdikinden daha geniş olabiliyordu ama artısına eksisine baktığımızda, maliyet, kazanç ve değer analizleri yaptığımızda optimum çözüm bu oldu. Alttaki otopark için gerekli alanı en uygun oranlarda bırakarak, geri kalan alanı ise bitkilendirme için tampon bölge olarak düzenledik. Şehre çeperden bağlanan noktalarda daha derin bitkilendirme yapmak mümkün oldu. 100 yaşına kadar yaşayan çınar ağaçları var. Aslen burada üç tür bitkilendirme var: Binanın içinde ve çatıda derin bitkilendirme, çalı tipi orta ve daha yüzeysel bitkilendirme yaptık. Küçük tepeler yaparak görsel olarak mekan algısını artırdık. aş: Ahşabı yaşayan bir tür olarak ele aldık. Bu açıdan ahşap güvertenin yumuşak peyzaj kapsamında yer aldığını düşünmek mümkün. Toplanmak için bir alan

yoktu ve çeşitli etkinliklerin yapılması için düz bir alanın ve sert yüzeylerin varlığı gerekliydi. Daha alt kottaki o meydan, yani bizim "dış oda" olarak adlandırdığımız alan, dört taraftan oldukça tanımlı ve iki girişi olan bir yer. İnsanlar tanımsız mekanlarda olmaktan o kadar hoşlanmıyor ve aslında incelikli bir şekilde ayrılan sosyal mekanlarda vakit geçirmeyi seviyor. Bu yüzden parkta dramatik bazı manzaralar da mevcut. Parkta kendini yönlendirebilirsin, oturabilirsin, yukarı çıkabilirsin, yumuşak ve sert peyzajı deneyimleyebilirsin. mş: Bu dış oda yaklaşık kırk metreye kırk metrelik bir alan, geleneksel avlu boyutunda tasarladık ve kullanımının oldukça esnek olmasını istedik. aş: Tabi bu bizim tahminimiz ama 15 yıl içinde Haliç’ten yukarı, buraya doğru çıkan çok şahane bir park olabilir. Araç yolunu da yeraltına alırlarsa burası çok büyük bir kent parkına dönüşebilir.

Burayı bir parktan ziyade kamusal bir mekan olarak ele almamız sayesinde insanların kullanımına uygun çok sayıda mekan bitki türleriyle tanımlandı. Park farklı mekansal özelliklere sahip ve peyzajı bu alanlarda tamamlayıcı olarak kullandık. Her mekan farklı mevsimlerdeki gün batımlarına odaklanıyor. Yerel bitkiler seçildiğinden mevsimsel değişimler her bir alanda farklı etkiler yaratıyor, bazen bir taraf çiçeklenip renkleniyor, bir diğer mevsim bir başka taraf. Arzu Nuhoğlu mevsimsel değişimlerle birlikte bitki ölçeklerini de kullanan bir tasarım geliştirdi. Uzun vadede buranın daha da büyüleyici bir hal alacağını düşünüyorum. he: Altı katlı otoparkta 1000 araçlık kapasiteyi nasıl hayata geçirebildiniz? aş: Yusuf Timber’in parlak mühendislik çözümleri sayesinde. 60 metrelik açıklık geçen iki perde duvar var ancak perde duvarda açılan boşluklarla mekanın devamını görebiliyorsun. Öte yandan tüm mekanik aksamı kirişlerin arasında saklayarak tavanın daha


Türkiye’de genel olarak otoparka dair negatif bir izlenim olduğunu bildiğimizden öncelikle otoparka girişin iyi hissettirmesini istedik. Gece otoparka gelen kadın bir kullanıcıdan aldığım geribildirimde kendini güvende hissettiğini öğrendim ki bu güvenlik hissi bizim için çok önemliydi. Bunu sağlamak adına perde duvarlar arasında ritmik açıklıklarla diğer katların görülmesine ve mekanın sürekliliğinin hissedilmesine çalıştık. mş: Hiç kapı olmadığından insanlar her şeyi görebiliyor. Yangın çıkış kapıları açık, merdivenlerde ne olduğunu hep görebiliyorsun.

Asansörler camlı kapılara sahip. Öte yandan semantik olarak otoparkı dikdörtgen planlı ve üstteki parkı oval olarak planladık. Bu projenin çok erken safhalarında aldığımız bir karardı çünkü bu iki işlev arasında bir bağ olmasını istemiyorduk. Üstteki parkta vakit geçirenlerin altlarında bir otopark olduğunu hissetmemelerini amaçladık ve iki farklı geometri seçtik. Bu da strüktürel koordinasyonda biraz zorluğa yol açtı ama şu anda otoparka gelenler üstlerinde bir park olduğunu fark etmedikleri gibi parktakiler de altlarındaki otoparkı hissetmiyorlar. Ayrıca parkın içinden bir geçişle metronun Şişhane’den Kasımpaşa’ya geçen tüneline bağlandık. Herkes buradan metroya girip çıkabiliyor. aş: Çok sayıda paydaşın olduğu böylesi kompleks bir projenin iyi sonuçlanması bence çok önemli. Belediyeden gelenler de çok heyecanlandılar. İyi geliştirilmiş kamu-özel ortaklıklarıyla, iyi mühendislik ve tasarımın bir araya gelmesinin bunu mümkün kıldığını düşünüyorum.

en üstte: Otopark girişindeki çınar ağacı üst sırada: Aralarında boşluklar bırakılan perde beton duvarlarıyla otopark alanı

47 XXI - TEM/AĞU 2014

yüksek algılanmasını sağladık. Araçlar rampaya da park ettiğinden fazladan bir sirkülasyon çözümüne gerek kalmadı. Her ne kadar başlarda rampaya park edilmesine karşı çıkmış olsalar da İstanbul gibi sürekli yokuş olan bir yerde otoriteleri ikna etmek zor olmadı.

YAPI - OTOPARK - İSTANBUL

proje adı: Şişhane Park konumu: Şişhane, Beyoğlu, İstanbul kullanım: Ulaşım düğüm noktası, kamusal park ve yeraltı otoparkı proje alanı: 32.000 m2 yapı taban alanı: 4.760 m2 otopark kapasitesi: 1.000 araç ana tasarımcılar: Murat Şanal, Alexis Şanal proje mimarları: Begüm Öner, Cibeles Sanchez Llupart proje ekibi: Orkun Beydağı, Leo Pollor, Cristina Aleman Serrano tamamlanma tarihi: 2014 işveren : İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Karaköy Gayrimenkul Yatırımları proje yönetimi: Karaköy Gayrimenkul Yatırımları inşaat mühendisliği: YBT Yapısal Tasarım Hizmetleri mekanik mühendisliği: Akım Mühendislik elektrik mühendisliği: Esan Mühendislik trafik: Hartek Harita Teknoloji altyapı: Fem Insaat Mühendislik Zemin ve Çevre planometri: Geosan, Tespit Mühendislik peyzaj koordinasyonu: Arzu Nuhoğlu Peyzaj Tasarım peyzaj uygulama: Yeşil Vadi Fidanlığı görselleştirme: Mimaj maket: Min Tasarım Tanıtım


şanal mimarlık Alexis ve Murat Şanal tarafından 2002 yılında kurulan Şanal Mimarlık, İstanbul’da faaliyet gösteren bilgi merkezli tasarım stüdyosudur. Şanal Mimarlık, "yer"lerin benzersiz karakterlerinin teknoloji, sanat ve sosyal hayat ile nasıl iç içe geçtiğini, insanların hayal gücünü harakete geçiren ve yaşam kalitesini artıran, kendine özgü ve etkileyici mekanların nasıl oluştuğunu keşfetmeye çalışır. Şanal Mimarlık’ın odak noktası bilgi toplulukları, kültür kurumları, kamusal alan, eğitim yapıları ve kentsel dolgu gibi geniş bir yelpazeye yayılır.

arzu nuhoğlu peyzaj tasarım Arzu Nuhoğlu Peyzaj Tasarım, 1999 yılında Arzu Nuhoğlu tarafından kurulan, Türkiye ve bölgede peyzaj mimarlığı hizmeti veren bir tasarım stüdyosudur. Stüdyo, çalışmalarında peyzaj mimarlığı, kentsel tasarım, peyzaj ekolojisi, mühendislik ve proje yönetimi gibi farklı disiplinleri birleştirmekte; doğal ve kentsel değerlerin oluşturulmasını hedeflemektedir. Arzu Nuhoğlu, Türkiye ve yurtdışındaki projelerinde kentli insanların konforunu ve hayat kalitesini artırıcı standartları belirlemekte rol oynamaktadır.

TEM/AĞU 2014 - XXI 48

YAPI - OTOPARK - İSTANBUL

vaziyet planı

metro bağlantı katı planı potansiyel kullanım şeması

eskiz

otopark 1. bodrum katı planı

doğu-batı kesiti

kuzey-güney kesiti



İÇ MEKAN - OFİS – İSTANBUL TEM/AĞU 2014 - XXI 50

fotoğraflar: Mehmet İnce

Ofiste Mobilite Denemeleri TEAMFORES EKİBİ BIR FILO KIRALAMA FIRMASININ OFIS MEKANINDA MALZEME, MOBİLYA VE RENK ÇEŞİTLİLİĞİ İLE FARKLI KARAKTERLERE SAHİP ÇALIŞMA ALANLARI KURGULAMAYI DENEMIŞ. Serter Karataban

DERINDERE FILO KIRALAMA OFISI

teamfores

DRD Filo Kiralama şirketi 1998 yılında kuruldu ve 15 yılda 26.000 araçlık filosuyla Türkiye’nin tamamı yerli sermayeli en büyük kiralama şirketi durumuna geldi. Mevcut merkez ofisleri artık büyümeyi kaldıramadığından başka bir binada yer alan 2.500 m2’lik mekana taşınma planı 2013 yılı başında gündeme geldi. Projede sosyal alanlara daha fazla yer sunmak en önemli tasarım kararımız oldu. Çalışanların motivasyonunu üst seviyede tutarak verimliliği artırmaya yöneldik. Mekanların çok işlevli olarak kullanılabilmesi bu ölçekte bir proje için ihtiyaç duyulan alanı azalttı ve farklı işlevlere de yer açabilmeye imkan verdi. Sosyal donatıların kurgusunda aynı ofiste çalışan fakat birbirini

tanımayan insanların kaynaşmasını sağladık. Böylece doğru bir etkileşim sayesinde çalışma verimliliğinin de artacağını öngörüyoruz. Ofisteki kişi sayısı ve kullanım senaryosuna göre teknolojinin sağladığı otomasyon sistemleriyle gereksiz enerji tüketiminin önüne geçtik. Lüzumsuz cihazlar çalışmadığı için mekan akustiği iyileşti ve zaten jeotermal enerji ile iklimlendirilen bir binada bulunan ofis tasarımıyla enerji sürdürülebilirliğini destekledik. Sekiz aylık ciddi bir Ar-Ge çalışmasının sonucunda tasarladığımız mobilyalarla kullanıcıyı mekana ya da masaya bağlı olmaktan kurtarmak istedik. Özgür ve bütüncül mekanı sahiplenici bir ofis ortamı yarattık. Mobilyaların kullanımı kişiyi hareket etmeye yönelttiği için durağan ve rutin bir çalışma ortamının önüne geçtik. Çalışma masalarından toplantı mobilyalarına, yazıcı ünitelerinden hareketli kesonlara, çöp ayrıştırma birimlerinden dosya


bu sayfada solda: Çalışma alanı solda altta: Giriş bankosu altta: Dinlenme mekanı en altta: Çalışma ve dinlenme alanı birlikteliği

son sayfada Ofis ve bekleme alanından kareler

depolama sistemlerine varıncaya kadar her şeyi bu proje için özel olarak tasarladık. Sosyal hayata katkının başka bir parçası olarak dua odaları tasarladık. Dua odalarını tüm dinleri kucaklayıcı birer meditasyon odası gibi düşündük. Önemli sanatçı ve tasarımcıların da projeye yadsınamaz katkıları oldu. Türkiye’nin en önemli ressamlarının her mekan için özenle seçtiğimiz eserlerini ofisin geneline adeta bir sanat galerisi niteliği kazandırarak yerleştirdik. Teamfores’e ait tasarımların yanı sıra ünlü tasarımcıların da ürünleri ve mobilya çözümleri mekana değer katan unsurlar oldu. Eklektik yapılanmadan uzak, başka bir örneğe öykünmeyen bir ofis tasarımı ile aidiyetin tek bir mekanla sınırlandırılmadığı, her kullanıcının tüm mekanı sahiplendiği bir ofis yaratmak projenin ana fikri oldu.

51 XXI - TEM/AĞU 2014

arka sayfada üstte: Dinlenme ve çalışma mekanı arası şeffaflık solda altta: Sanat ürünlerinin mekana yerleşmesi sağda ortada: Çalışma alanına genel bakış sağda altta: Toplantı odası

İÇ MEKAN - OFİS – İSTANBUL

karşı sayfada Girişten ofise genel bakış


TEM/AĞU 2014 - XXI 52

İÇ MEKAN - OFİS – İSTANBUL



İÇ MEKAN - OFİS – İSTANBUL TEM/AĞU 2014 - XXI 54

serter karataban Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi’nde gördüğü mimarlık eğitiminin ardından felsefe eğitimi aldı. 1997 yılında, Fores Mimarlık, 2005 yılında Fores Akustik şirketlerini kurdu. Ulusal ve uluslarası çeşitli yarışmalarda ödüller kazandı. Aralarında İstanbul Teknik Üniversitesi, Işık Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi, Muğla Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi’nin bulunduğu çok sayıda okulda davetli mimar olarak mesleki seminerler verdi. Birçok kez yarışmalarda ve diploma projelerinde davetli jüri üyeliği görevlerinde bulundu. proje adı: Derindere Filo Kiralama Yönetim Ofisi konum: Kağıthane-İstanbul tasarım ekibi: Serter Karataban, Ceyhun Akın, Murat Özbay, Ceyda Atıcı yardımcı ekip: Fidan Eray, Eray Işıksal, Merve Balki işveren: Derindere Filo Kiralama toplam proje alanı: 2.150 m2 otomasyon projesi: Akıllı Mekan elektrik projesi: Çaba Elektrik mekanik projesi: Ekon Mühendislik aydınlatma projesi: Paralel Aydınlatma akustik projesi: Talayman Akustik peyzaj projesi: Hande Aydıngün Peyzaj Tasarım

plan

kesitler


BÖLGENİN TEMALI TEK BUTİK OTELİ Assos Barbarossa Hotel, siz değerli misafirleri için incelikle tasarlanmış olup; ailenizle birlikte dinlenebileceğiniz, hoş vakitler geçirebileceğiniz, çocuklarınızın Denizcilik Tarihi ile iç içe bir şekilde hem eğlenip hem de eğitici bilgiler ile beslenebileceği bir Temalı Butik Oteldir. Otelimiz, temiz ve berrak denizi ile mavi bayrak ödülü alan Kadırga Koyu'nun en güzel yerinde konumlanmıştır. Denizin içindeyken, Assos’un kendine has bitki örtüsüyle bezenmiş dağ manzarasına karşı yüzmekten çok büyük keyif alacağınızdan eminiz. Akşamüstü başlayan ve sıcaktan bunalmanızı engelleyen hafif imbat esintisi ve nem oranı düşük havası sizi kendine aşık edecektir.

Behramkale Kadırga mevkii Ayvacık - Çanakkale Tel: 0286 721 70 71 / Gsm: 0541 721 70 71 / Fax: 0286 721 71 77 www.assosbarbarossahotel.com


İÇ MEKAN - RESTORAN - İSTANBUL TEM/AĞU 2014 - XXI 56

fotoğraflar: Ali Bekman

İletişime Açık DARDENIA RESTORAN, FARKLI İNSANLARIN BİR MASA ÇEVRESİNDE ÇEŞİTLİ ZAMAN DİLİMLERİNDE BİR ARAYA GELEREK İLETİŞİM KURABILECEKLERI BİR MEKAN OLARAK DÜŞÜNÜLMÜŞ. Ahmet Alataş

DARDENIA RESTORAN

alataş archıtecture & consultıng

Mekanı tasarlar ve markayı yaratırken danışmanlar ve işverenler tarafından bize tavsiye edilen ve mutlak doğru olarak kabul edilen gerçekleri sorguladık. Araştırma sonuçlarında yer almayan daha farklı ve iyi çözümler olabileceğine inanarak bilinen problemlere yeni yanıtlar aradık. Konseptin merkezine Dardenia’nın atıştırmalıkları ve yemeklerini yerleştirdik. Gerek markayı yaratırken gerek de mekanı tasarlarken sadece ürünün ön planda olduğu ve geri kalan her şeyin ürünü vurguladığı bir strateji izledik. Lokantanın genel konseptini oluştururken Dardanel firmasının geçmişten gelen profesyonelliği ve titizliğini ziyaretçilere yansıtmak maksadı ile mutfaklarının mümkün olduğunca geçirgen ve açık olarak tasarlanmasını kararlaştırdık.

Kemerburgaz’da dört buçuk metre yüksekliğindeki bir bodrum kat ve üzerindeki iki kata yerleşen Dardenia’da işlevsel sebeplerden dolayı giriş ve üst katı ziyaretçilere ayırarak tasarım kriterlerini oluşturduk. Mutfağı, ihtiyaç duyduğu alan sebebi ile konseptin gerektirdiği şekilde ziyaretçilere ayrılan mekanlar ile birlikte giriş katta konumlandırmak mümkün olmayacağı için bodrum katta konumlandırma kararı aldık. Konsepte sağdık kalınması ve mutfak ile ziyaretçiler arasında güçlü bir ilişki kurulması için, üç sıra halinde yerleştirilmiş uzun yemek masalarından ortadaki sırayı diğerlerinden koparan ve mevcut betonarme döşemede statik olarak beceri isteyen bir şekilde 12 metre uzunluğunda tasarlanan döşeme yırtığı ile meraklı ziyaretçilerin sushi ustasını izledikleri mutfak yaşantısını oluşturduk. Asma katta ıslak hacimlere ulaşmak için kullanılan koridordaki döşeme yırtığı ve mutfağa açılan cam yüzeyler vasıtasıyla her iki kattaki ziyaretçi salonları


İÇ MEKAN - RESTORAN - İSTANBUL 57 XXI - TEM/AĞU 2014


giriş sayfasında Katlar arası ilişki arka sayfada üste solda: Geçirgen cephe ve iç mekan ilişkisi üste ortada: Asma kat - zemin kat - mutfak ilişkisi üstte sağda: Sarmal merdiven altta:Asma kat

TEM/AĞU 2014 - XXI 58

İÇ MEKAN - RESTORAN - İSTANBUL

bu sayfada sağda: Bodrum kattan bir kare sağda altta: Mutfaktan zemin kata bakış altta: Mutfak - zemin kat ilişkisi en altta: Merdiven detayı

ve mutfak ile düşeyde kurulan ilişkiyle bütün mekanların birbirleri ile iletişim ve etkileşim halinde olmasını sağladık. Dardenia’da birbirlerini tanımayan insanlar son derece sade, içinde fazla olan hiçbir şeyi barındırmayan brüt beton etkisi veren Kalesinterflex zemin üzerinde bembeyaz, huzurlu bir mekanda birlikte oturabilecekleri düz, uzun masalarda bir araya geliyorlar. Bu hiçliğin içerisinde gözleri ve tenleri ile temas ettikleri tek şey mekanın sadeliği ile aynı karakterde meşe ağacından tasarlanmış masalar ve servis masası oluyor. Bunların dışında ihtiyaçtan dolayı mekana girmiş ve yine aynı sadelikte Dardenia için tasarlanmış dergilik, askılık, merdiven ve servis masası arkasında yer alan teşhir dolapları bulunuyor. Oturma gruplarının üzerinde asılı olan ve içerideki sesin yutulmasına yardımcı olarak akustik bir hizmet sağlayan ahşap çubuklar yukarıda yokmuş hissi veren beyaz tavanın altında aydınlatma armatürleri ile birlikte geçirgen bir katman oluşturarak mekana boyut kazandırıyor.

Nerede ise sakral bir sistemde olan iç mekan, özenle yerleştirilmiş bir oturma düzeni ve tamamı geçirgen olan cephe dışarıdan ve içeriden izlendiğinde mekanın sadeliği sayesinde ziyaretçiler ve ürünler öne çıkıyor. Boyu altı metreyi geçen, tamamıyla profilsiz ve geçirgen olarak tasarlanan iki santimetre kalınlığındaki lamine cam cepheyi özel olarak tasarladık. Geliştirilen özel bir mekanizma ve büyük makaralar ile yaz aylarında cephe yukarıya kaldırılarak tamamen açılabiliyor. Kapalı konumdaykense geçirgen cephe yüzeyi sayesinde dış mekan ile kuvvetli bir ilişki kuruluyor. Günün farklı zaman dilimlerinde değişen ziyaretçiler ve ışık, iç hacmin karakterini bazen çok kısa bir yemek molasında dahi bir kaç kere değiştiriyor ve mekanın sürekli yaşamasını ve aynı zamanda dış mekan ile de ilişkili değişken bir karaktere sahip olmasını sağlıyor. İletişim adına atılan bahsi geçen adımlar ile aynı zamanda mutfağın gün ışığı alması, çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve ziyaretçi salonu ile kurulan ilişki sebebi ile motivasyon ve verimliliğinin artmasını hedefledik.


2. bodrum kat planı

1. bodrum kat planı

İÇ MEKAN - RESTORAN - İSTANBUL

zemin kat planı

1. kat planı

59 XXI - TEM/AĞU 2014

kesit

ahmet alataş Lisans ve yüksek lisans eğitimini 1996 yılında Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde tamamlayan Alataş, 1993-1994 arasında Hans Hollein ile, 1996-1999 arasında Viyana'da Helmut Richter'ın ofisinde, 1999'da Korkut Akkalay, Peter Bauer-Jan Rossie ortaklığında çalıştı. Ardından 2000 yılında Viyana'da kendi ofisi Alataş Architecture&Consulting'i kurdu, 2001 yılında ise ofisi İstanbul'a taşıdı. Ofisin tamamladığı çalışmalar ve kazandığı yarışmalar arasında; Önen Holding Yönetim Binası ve Şişli Lisesi Yarışma Projesi üçüncülük ödülü gibi projeler bulunuyor. proje adı: Dardenia Restoran konum: Göktürk, İstanbul mimari tasarım: Alataş Architecture & Consulting - Ahmet Alataş, Emre Açar mimari tasarım ekibi: Ahmet Alatas, Işık Gülkaynak, Alex Holzmann, Ege Özgirin strüktür mühendisliği: Werkraum Wien işveren: Dardanel, Niyazi Önen yıl: 2014 alan: 400 m2


İÇ MEKAN - SİNEMA - İSTANBUL TEM/AĞU 2014 - XXI 60

fotoğraflar: Kenan Özcan

Müstakil Konfor MOBİLYALARI AZİZ SARIYER TARAFINDAN TASARLANAN AKMERKEZ CINEMA PINK, İNSAN HAREKETLERİ TEMEL ALINARAK OLUŞTURULAN KÜÇÜK DETAYLAR İLE İZLEYİCİNİN KONFORUNU ÖN PLANDA TUTUYOR. Farklı işlevsel değerlere sahip ortamları tasarlayan farklı disiplinlerin kendine ait başkalaşımları vardır. Bu sebeple Akmerkez Cinema Pink’i tasarlarken mekanların kendine has karakterlerini etkili bir şekilde ortaya çıkarmak istedik. Bunu yaparken sinema salonunun perdesi, koltukları, ses sistemi, merdivenler ve hol için en etkili tasarım ürünlerini mekanda kullanmaya çalıştık. Bu bağlamda sinema koltuğu belki de izleyici ile kurduğu ilişki açısından en önemli tasarım unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

AKMERKEZ CINEMA PINK

filiz yılmaz + zeppelın desıgn + aziz sarıyer

Sinema koltuğu tasarımı önemli kriterler içerir. Sinema izleyicisi bir buçuk saat hiç kalkmadan, tanımadığı iki kişi arasında oturduğu koltuğunda mutlu olabilmelidir diye düşünüyoruz. Kreatif tasarım danışmanlığını Aziz Sarıyer’in yürüttüğü projede sinema için özel olarak

tasarlanan sinema koltukları, Derin Design markasının üretimiyle hayata geçti. Lobi alanlarında da Derin Design koleksiyonundan End oturma sistemi, Wind puflar, Blok koltuklar, Tot sehpalar ve Ray aydınlatmalar da kullanıldı. Akmerkez sinemaları içindeki sekiz adet salonda koltuk sayılarını en az miktarda yerleştirdik. Bu nedenle sıra aralıkları geniş tutuldu, kolçak enleri kalınlaştırıldı, tekli ve ikili oturum imkanı sağlandı, koltuk yanlarında baş yaslama kulakları oluşturuldu, terlemeyi önleyen gerçek deri kaplandı. Özellikle koltukların ergonomik tasarımı sayesinde izleyicilerin konforuna fazlasıyla destek verilmesini düşündük. İzleyicinin görüntüye konsantrasyonunu kolaylaştırmak için koltukta, genel oturma yüksekliği, genel oturma derinliği ve eğimi, genel sırt ve kol yüksekliği önem kazandı. Merdiven ve sahanlıkları geniş tuttuğumuz salonlarda sıra ve koltuk numaralarını dijital düzenekte uyguladık. Özellikle de ses ve görüntü sistemi dünyanın şu andaki en gelişmiş teknolojisiyle donatıldı.


YÜKSEK KONSANTRASYON Aziz Sarıyer Salonu tasarlarken birinci planda seyircinin perde ile en yüksek konsantrasyona ulaşabilmesini, rahatını ve çevresi ile temasını en aza düşürerek onlara mahrem bir ortam sağlamayı hedef aldık. Sinemanın değerli olmasını, değerli olması için de izleyicinin sinemadayken hak ettiği rahatlığı bulmasını istedik.

farklı olması nedeniyle koltuk tasarımı hassas bir ayarlama gerektiriyor. Koltukları tasarlarken izleyicinin rahatlığını ön planda tuttuk. Koltukları en yüksek kalitede ürettik. Koltuk aralarını, sıra sayısını azaltarak geniş tuttuk. Sinema koltukları ile projede yer alan her türlü

YAPI - KONUT - GÜMÜŞLÜK

İnsanların fiziksel yapılarının birbirlerinden

teşhir ürününü tasarladım. Filiz Yılmaz ve Haldun Özkurt’un organize ettiği projede ben yaratıcı tasarım danışmanlığımla renkleri, tonlamaları ve

proje: Akmerkez Sinema Salonları iç mimari tasarım: Filiz Yılmaz + Zeppelin Design kreatif tasarım danışmanı: Aziz Sarıyer işveren: Akmerkez / Cinemapink proje başlangıç ve bitiş tarihi: Ocak- Ekim 2013 proje yeri: Etiler, İstanbul karşı sayfada Giriş salonu bu sayfada en üstte ve üstte solda: Sinemanın içinden kareler üstte sağda: Bekleme alanı ve kafeterya solda: Perdeden salona bakış

61 XXI - TEM/AĞU 2014

sistemleri ayrıca bir süzgeçten geçirdim.


ÜRÜN TASARIMI - MOBİLYA SERİSİ TEM/AĞU 2014 - XXI 62

fotoğraflar: © Bo Concept

Origamiden Öğrenmek JAPON KAĞIT KATLAMA SANATI ORİGAMİDEN YOLA ÇIKAN FUSION MOBİLYA SERİSİ, FARKLI ÖĞELERİ BİR ARAYA GETİREREK YENİ ANLAMLAR OLUŞTURUYOR. Nendo

FUSION

nendo

Fusion, Danimarkalı mobilya üreticisi Bo Concept için tasarladığımız, toplamda 13 parçadan oluşan mobilya ve ev eşyaları koleksiyonu. Serinin adı Fusion’dan da belli olduğu gibi, iki farklı öğeyi bir araya getirerek yeni işlevler ve görsel etkiler oluşturmak istedik. İlk tasarımız iki boyutlu kağıt parçalarını üç boyutlu objelere dönüştüren geleneksel Japon katlama sanatı origamiyi kullanmaktı. İki ve üç boyutu yeni bir şekle bürümenin bir yolu olarak, origami katlarını desen olarak kupaların dış yüzeyine aktardık ve içlerine de katlanmış serilerin her birinden sonuçlanan origami hayvanları çizdik. Sincap ve penguen desenleri kupadan içildikçe görünmeye başlıyor ve soyut katlama figürler tanıdık formlara dönüşüyor. Bu tasarım yaklaşımını bardakların ardından tabaklara, tepsilere, minderlere ve halılara uyguladık. Seride yer alan kanepenin üzerinde bulunan farklı boyutlardaki minderler, dört farklı şekilde serbestçe düzenlenebiliyor, kullanıcılara farklı oturma pozisyonları sunuyor. Koltuksa, tek bir yüzeyin katlanmasıyla üç

boyutlu şekle bürünüyor. Sürekli bir yüzeyi çeşitlenebilir bir forma sokmanın origami süreçleriyle ilişkilenen kanepe ve koltuk, bitmişlik ile bitmemişliğin füzyona uğratıldığı bir konseptin yansımaları. Seri, bunların dışında makaslı duvar saatini, gözlük ile masayı füzyonladığımız, serbestçe şekil değiştirebilen sehpaları, küçük şeyleri saklamaya oldukça elverişli kuş şeklinde bir figürü, dekoratif ve normal mumlar için iki tarafı da kullanılabilir olan mumluğu içeriyor. Farklı şeylerin birbiriyle nasıl da kolaylıkla füzyona girebileceğini göstermek istediğimiz bu tasarımda raflarla sırtları arasında çok küçük bir farklılık yaratarak iki değişik tipte rafın birbirinin yanında çok kolaylıkla var olabilmesini ve hatta bu sayede gelişigüzel dokular oluşturmasını istedik. Depolama kutuları, battaniye ve minderler geleneksel Japon nakışını hatırlatan Japon tarzı bir desenle bitirildi. Birbirine karşıt renk şemalarını tersine çevirerek ve desen boyutlarında çeşitlilik göstererek farklı ölçülerde ve çelişkili renklerin birleşmesini amaçladık. Genel olarak, çeşitli unsurların birleştirilmesini tecrübeleyerek, Japon tasarımı ve Danimarka imalatını birleştiren bir koleksiyon yarattık.


ÜRÜN TASARIMI - MOBİLYA SERİSİ

oki sato 1977 yılında Toronto, Kanada’da doğdu. Waseda Üniversitesi’nde mimarlık eğitimini tamamladı. 2002 yılında Nendo Tokyo ofisini kurdu. 2005 yılında ise Milano ofisini açtı. Ulusal ve uluslararası alanda pek çok ödül kazandı. Farklı yıllarda Waseda Üniversitesi, Kuwasawa Tasarım Okulu ve Showa Kadın Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

63 XXI - TEM/AĞU 2014


GRANİSER DIŞ MEKAN SERAMİKLERİ Graniser Seramik sunduğu zengin iç mekan tasarımlarının yanı sıra Bafa, Gediz, Kaçkar, Larissa, İmros, Erdek, Karia, Girne ve Didim serileriyle tüm dış mekanlara doğal görünüm kazandırıyor. Doğanın kendine özgü renk geçişlerini yansıtan seriler bahçe, teras, veranda, balkon gibi açık yaşam alanlarında kullanılıyor. Graniser dış mekan seramikleri uzun kullanım ömrü ve kaymaz yüzeyleri sayesinde ıslak mekanlarda da rahatlıkla uygulanabiliyor. Seriler farklı boyutlarda üretiliyor. bafa

www.graniser.com.tr

TEM/AĞU 2014 - XXI 64

SEKTÖR HABERLERİ

REGNUM CARYA PROJESİNDE SAPA ÜRÜNLERİ TERCİH EDİLDİ Regnum Gayrimenkul tarafından Antalya Belek’te 625 oda ve villalardan oluşan Regnum Carya Golf & Spa Resort, Sapa’nın mimari alüminyum sistemleri ile hizmet vermeye başladı. Profil Mimarlık tasarımı projede mimarinin istediği detaylar ile yatırımcının istekleri karşılanarak başarılı bir uygulama yapıldı. Sapa’nın en yüksek performans değerine sahip sistemlerinden ısı yalıtımlı Avantis 60 pencere ve kapı sistemi, Confort 125 kaldır-sür sürme sistem ve Elegance 52 ST ve IN cephe sistemleri tercih edildi. 1997 yılından bu yana Türkiye’de mimari alüminyum sistemler alanında çalışan Sapa, konut, otel, ofis gibi pek çok projede en iyi performans değerine sahip sistemleri

sunuyor. Mandarin Riental Bodrum, Goldon Savoy Bodrum, Vogue Oriental Boldrum, Adam Eve Hotel, Maxx Royal Golf&Spa Belek, Maxx Royal Kemer, Cornelia Diamond Belek, Ela Quality Resort Belek, Kempinski The Dome Belek, Zeynep Sentido Golf Belek, Hilton Dalaman, Adana Sheraton, Adana Divan, Riu Kaya Palazzo Golf Resort Belek, The Sense Resort Side, Serra Palace Calimera, Vikingen Infinty, Granada Luxury Resort, Royal Alhambra Palace, Hilton Diyarbakır, Caprise Gold İstanbul otelleri Sapa’nın son yıllarda sektöre kazandırdığı projelerden. www.sapagroup.com/tr

PANASONIC VE VİKO 2018’DE DÜNYA LİDERLİĞİNİ HEDEFLİYOR 2018 yılında 100. yılını kutlayacak olan Panasonic, elektrik anahtar ve priz sektöründe Viko ile birlikte dünya liderliğini hedefliyor. Anahtar priz sektörü başta olmak üzere pek çok ürün gamında pazar lideri olduklarını belirten Viko CEO’su Nusret Kayhan Apaydın, Panasonic ile ortaklığın Viko ürünlerini dünya pazarlarına sunmada büyük avantaj sağlayacağına inandıklarını ifade etti. Viko Yönetim Kurulu Başkanı Toshihide Arii ise Viko ve

Panasonic markalarının ortaklık anlaşması ile bir araya gelme sürecinden bahsetti. Asya ülkelerinde olduğu gibi Asya'nın doğusu, Avrupa ve Afrika'da da pazar lideri olmayı hedeflediklerini söyleyen Toshihide Arii, 2018’de Panasonic’in kuruluşunda baş rol oynayan tüm ürün gruplarında pazar lideri olmak istediklerini söyledi. Viko ile gerçekleştirdikleri işbirliği ile Afrika, Orta Doğu ve Asya’nın doğusundaki pazar payını artırmak istediklerini de sözlerine ekledi. www.viko.com.tr

SILVERLINE, TURQUALITY DESTEK PROGRAMI'NA DAHİL OLDU Türkiye'nin ihracatta ilk 500 firması arasında yerini alan ve bugün beş kıtada 60 ülkeye ihracat gerçekleştiren Silverline; Turquality'nin verdiği beş yıllık destek süresi sonunda, 100 ülkeye ihracat yapan bir dünya markası olmayı hedefliyor. Dünya üzerinde 3100 noktada tüketicisiyle buluşan Silverline'ın Hindistan, Avustralya, Arjantin, ABD, İrlanda, İspanya, Ekvador, Bahreyn, Fransa, Kolombiya, İtalya, Moritanya, Nijerya, Norveç, Yeni Zelanda, Tayland, Tayvan, Ürdün, İngiltere, Almanya ihracat gerçekleştirdiği ülkeler arasında yer alırken, Danimarka, Fas, Irak pazarında ise showroomları aracılığı

ile kullanıcılarına ulaşıyor. Turquality Destek Programı'na dahil olmasının ardından şirketin markalaşma stratejisi hakkında bilgi veren Silverline Ankastre CEO’su Mustafa Laçin, Turquality programının desteğiyle dünya pazarındaki markalaşma yatırımlarını artırmayı ve 2018 yılına kadar ihracat hacmini üç kat büyütmeyi planladıklarını söyledi. “Global düşünüp yerel hareket etme” stratejisini benimseyen Silverline Ankastre’nin ihracatta öncelik vereceği ülkeler arasında Batı ve Kuzey Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu ülkeleri ve Türki Cumhuriyetler bulunuyor. www.silverline.com


QUADRO PLED 140

ASPEN VE DENDRO ALTIN MIKNATIS’TA ÖDÜL ALDI

Yapı Fuarı’nda her sene en iyi stant tasarımına verilen Altın Mıknatıs ödüllerinde ilk üçe girme başarısını gösteren Aspen grup şirketi Dendro Parke üçüncülük ödülünü kazanırken, Aspen de mansiyon ödülüne layık görüldü. Tasarım ve uygulaması Oğuz Bayazıt Mimarlık’tan mimar Atıl Beçin tarafından gerçekleştirilen Dendro Parke standı, görsel açıdan da özenle

www.prolux.com.tr

düşünülmüş bir tasarıma sahipti. Yine mimar Atıl Beçin tarafından tasarlanan Aspen standı ise farklı tasarımı ile dikkat çekerek mansiyon ile ödüllendirildi. Fuarda her yıl verilen “Amacına Uygun Düzenlenmiş Stant Ödülleri”nden 2010 ve 2011 yıllarında ödülleri bulunan Aspen 2013 yılında da fuarın en iyi stant tasarımlarından birine imza atarak ödüle layık görülmüştü. www.aspen.com.tr

65 XXI - TEM/AĞU 2014

SİLVANUS, SWISSOTEL BODRUM BEACH’İ DİKEY BAHÇELERLE GİYDİRDİ Bodrum Turgutreis’in Ali Hoca Burnu'nda Çağdaş Holding ve Swissotel işbirliğiyle inşa edilen Swissotel Bodrum Beach, Türkiye’nin en büyük dikey bahçelerine ev sahipiği yapıyor. Silvanus Dikey Bahçeler tarafından otelin birbirinden bağımsız rezidansların her birinin arka cephesi dikey bahçelerle giydirildi. Türkiye’de ilk kez br projede 72 adet birbirinden bağımsız toplamda 1584 metrekarelik yeşil alanın sadece dikey bahçelerle oluşturulduğunu söyleyen Silvanus kurucusu Münevver Yıldız, 3,5 ayda

SEKTÖR HABERLERİ

Prolux’ün sunduğu Quadro PLED 140, duy üzerine monte edilmiş özel soğutma kanalları sayesinde daha uzun ömürlü ve güvenli aydınlatma sağlıyor. %99,9 saflıktaki reflektörü ışık kaybını en aza indirmeye yardımcı oluyor. Philips SLM LED teknolojisi ile 26W, 28W güç tüketirken 3000 lm düzeyinde ışık akısı sağlıyor. Quadro PLED 140, minimal gövde tasarımı ve işlevsel hareket kabiliyeti sayesinde iç mekanlarda esnek bir aydınlatma yaratıyor.

tamamlanan uygulamada 40 bin adet bitki kullanıldığını belirtti. Silvanus’un kendi sistemleriyle bitkiler duvarlarda saksısız ve topraksız şekilde hayat buluyor; bitkiler keçelerin içlerine belirli bir tasarımla tek tek dikilerek yeni yaşam koşullarına uyması sağlanıyor. Her bir dikey bahçenin içine yerleştirilen otomatik sulama ve gübreleme sistemi sayesinde bitkilerin mevsimsel ve dönemsel su ve besin ihtiyaçları karşılanıyor. www.dikeybahce.com

SCHINDLER TÜRKİYE YENİ EĞİTİM MERKEZİNİ AÇTI Çalışanlara tüm yönleriyle eğitim vermek amacıyla yapılandırılmış olan eğitim merkeziyle Schindler Türkiye önemli bir insan kaynağı yatırımı yaptı. Resmi açılışı Schindler Güney Avrupa CEO’su Didier Gaudoux tarafından gerçekleştirilen yeni merkez, 1200 metrekare açık alan ile 700 metrekare kapalı alandan oluşuyor ve yılda ortalama 1000-1200 kişiye eğitim verilmesi hedefleniyor. Bu alanda

Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyan Schindler Eğitim Merkezi’nde teorik eğitimlerin yanı sıra güvenlik için önemli olan montaj ve bakım eğitimleri de teorik ve pratik olarak verilecek. Ayrıca asansör sektörüyle ilgili teorik açılardan yeni ürün geliştirme teknolojilerine kadar katılımcıların eğitim alma imkanı olacak. www.schindler.com.tr


ELHAMRA Kalebodur, çimentodan tek tek elde üretilen çini tarzı karolardan esinlenerek yarattığı Elhamra ile geçmişin izlerini seramiğe yansıtıyor. Kendine özgü çini desenlerinden oluşan seri, 20x20 cm boyutlarında orta modül, kenar bordür ve köşe parçaları ile kullanıcılara farklı seçenekler sunuyor. Yüzde 100 porselen karoların el yapımı orijinallerinden ayırt edilemeyen çini desenleriyle kaplandığı Elhamra serisi, yoğun trafiğin olduğu alanlar için de uygun bir tercih. www.kale.com.tr

FLOW

TEM/AĞU 2014 - XXI 66

SEKTÖR HABERLERİ

Daniel Libeskind tarafından Fantasia Seramik’in Türkiye’de temsil ettiği İtalyan Jacuzzi markası için tasarlanan ve geçtiğimiz yıl Milano Tasarım Haftası’nda lansmanı yapılan Flow hidromasajlı küvetin formu, kare ve daire gibi iki klasik geometrinin birbirine doğru bükülmesiyle oluşturulmuş. Hidromasaj teknolojisinde suyun girdabını yani dönme hareketini çağrıştıran dinamik

form, Daniel Libeskind’in tasarım çizgisinden önemli izler taşıyor. Flow, Roma termal hamamlarını ve Barok sarnıçlarını da anımsatıyor. Tasarımcısı Daniel Libeskind tarafından “dairenin bükülmesiyle suya açılan bir kare" olarak tanımlanan ürün, teknoloji, işlevsellik ve tasarımı bir araya getiriyor. www.fantasiaseramik.com

KYON Modern mobilya tasarımlarındaki renkli çizgileriyle özgün tarzını yansıtan İder Mobilya’nın sunduğu Kyon koltuk takımı, denizin mavi renginden ilham alınarak tasarlandı. Mavi-beyaz koltuk ve kırlentleriyle farklılaşan Kyon, renklerle bütünleşen ceviz renkte ahşap ayaklarıyla dikkat çekiyor. Beyaz koltukta mavi, mavi

COREPRO LED koltukta beyaz kırlentlere yer veren Kyon koltuk takımı üçlü, ikili ve tekli koltuktan oluşuyor. Üçlü koltukta 210x80 cm, ikilide 190x80 cm, teklide 80x90 cm ölçülere sahip bu takım, İder Mobilya’nın kalite güvencesiyle kullanıcısıyla buluşuyor. www.idermobilya.com

Philips’in LED’e geçişi kolaylaştıran CorePro serisinde artık beyaz ışıklı lamba alternatifi de bulunuyor. 32W ve 48W lambalara eş değerde olan beyaz ışıklı CorePro LED lambalar %90’a varan oranlarda enerji tasarrufu sağlıyor. Seriye yeni eklenen beyaz ışıklı lambalar temel aydınlatma uygulamalarında doğal ve beyaz ışık efekti sağlarken, enerji ve lamba değiştirmede uygun maliyetler ile tasarruf sağlıyor. CorePro LED ailesi, muadil konvansiyonel ürünlerle birebir değişim olanağı sağlıyor. Teknolojik altyapıyı değiştirmeden ve yeni kablolama işlemine ihtiyaç duyulmadan mevcut aydınlatma sistemlerine entegre edilebiliyor. Civa ve benzeri tehlikeli maddeler içermemesi dolayısıyla çevre dostu olan Philips LED lamba serisi, UV ve kızılötesi ışınlar bulunmadığı için sağlığa zarar vermiyor. www.philips.com.tr



BAĞARASI Koleksiyon Mobilya’nın sunduğu, bağbozumu dönemlerinden esinlenilerek yaratılan Bağarası kanepe Faruk Malhan tarafından tasarlandı. Bağarası kanepenin oturma yüzeyi için kapitone kaplama tercih ediliyor. Kanepe, iskeletini saran etekleri ile bir sediri andırıyor. Kaplama üzerindeki dikişleri Türk kültürünün izlerini taşıyan incelikte şekillenmiş. Sırt kısmındaki kavisler ve açıların yanı sıra vücudun şeklini alan özel sünger kullanımına

sahip Bağarası kanepe, yanına sehpa koyularak L kanepe şeklini de alabiliyor. Açılı tasarlanmış ahşap ayaklarındaki eğim ve minderli tasarımı konforlu bir dinlenme sağlıyor. Ahşap ayaklar istendiğinde ceviz ya da antik meşe ile kaplanabiliyor. Kanepe ve yastıklar için farklı renk alternatifleri ve bu alternatiflerden oluşan farklı birleşim seçenekleri sunuluyor. www.koleksiyon.com.tr

SEKTÖR HABERLERİ

MARSHALL VISUALIZER AkzoNobel Marshall, tüm düyada ilk kez “Artırılmış Gerçeklik Teknolojisi” adıyla anılan AR (Augmented Reality) ile desteklenen Marshall Visualizer uygulamasını tanıttı. Uygulama sayesinde kullanıcılar boya kullanmadan evlerinin duvarlarını renklendirerek sonucu gerçek zamanlı olarak görme imkanına sahip oluyor. Uygulama, duvarları sanal olarak boyarken otomatik algıladığı diğer nesneleri orijinal renkleri ve formları ile bırakıyor. Kullanıcı böylece seçtiği rengin mobilyalar ve odadaki diğer nesnelerle uyumunu görebiliyor. Uygulamanın ek maskeleme şeridi

özelliği, kullanıcıların bant ile duvarlarını çeşitli bölümlere ayırarak bunları farklı renklere boyamasına imkan veriyor. Ekran görüntüleri ve renkler kaydedilerek paylaşılabiliyor. Uygulama aynı zamanda kullanıcıya beğendiği rengi elde edebileceği Marshall ürünleri hakkında detaylı bilgi sunarak en yakın satış noktasını ve iletişim bilgilerini de gösteriyor. Akıllı telefon ve tabletlerle uyumlu olan Marshall Visualizer uygulaması AppStore ve Android Market’ten ücretsiz temin edilebiliyor. www.marshallboya.com

TEM/AĞU 2014 - XXI 68

BLUE MOON VE SUNDECK

blue moon

Duravit imzalı Blue Moon ve Sundeck havuzlar ince detaylar ve sade tasarımıyla dikkat çekiyor. Kare gövde ve yuvarlatılmış tekneye sahip olan Blue Moon, 180x180 cm’lik boyutuyla birden fazla kişi için ideal. Beyaz akrilik ve ahşap paneller arasındaki uyum havuzu hem zarif hem de ayırt edici kılıyor. Kullanılmadığı zamanlarda havuzun üzeri içi dolgulu bir deri örtüyle kapatılarak kolayca saklanabiliyor. Blue Moon havuz bağımsız, köşe ve duvardan duvara modelleriyle her kullanıma uygun. EOOS imzalı Sundeck havuz ise minimalist tasarımıyla dikkat çekiyor. Entegre teknoloji paneli yandaki rafın altında yer alıyor. Tam açıldığında 241 cm uzunluğunda olan deri örtü aynı

zamanda havuzda yalıtım da sağlayarak daha az enerji tüketilmesini mümkün kılıyor. Uzun süre kullanılmadığı durumlarda ısıtma enerjisinden tasarruf etmek için eco veya standby modu devreye alınarak su sıcaklığı düşürülebiliyor. Blue Moon ve Sundeck, hijyen yönetim sistemi sayesinde su üç aya kadar teknede kalabiliyor. Hijyen ve sıcaklık çevrimi suyu sürekli olarak entegre bir filtreden geçirerek istenilen sıcaklıkta tutuyor. Kaplamalı rafı kaldırarak basit birkaç işlemle altındaki filtre çıkarılıp yerine yenisi konulabiliyor. Havuzlar, entegre kumanda panelindeki bir düğmeye basılarak kolayca boşaltılabiliyor. www.duravit.com.tr



cp 1 - charles pollock

fly - yves béhar

NURUS, BERNHARDT DESIGN İLE STRATEJİK İŞ ORTAKLIĞI YAPIYOR Nurus, Amerika merkezli mobilya tasarım markası Bernhardt Design ile yaptığı stratejik iş ortaklığı çerçevesinde belirlenen ürün seçkisini “Bernhardt Design by Nurus” adı ile Ankara’daki 45.000 m2’ye yayılan fabrikasında üreterek Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa ve Ortadoğu pazarında satışa sunacak. Seçilen Nurus ürünleri ise Bernhardt Design tarafından üretilerek Amerika pazarında yerini alacak. Nurus

Yönetim Kurulu Üyesi Güran Gökyay, “Bernhardt Design ile yaptığımız bu stratejik iş ortaklığı Nurus’un Avrupa ve Orta Doğu pazarlarındaki başarısının ve gücünün bir göstergesidir.” derken, global bir marka yaratmak adına Nurus olarak önemli bir adım attıklarını sözlerine ekledi. "Bernhardt Design’ın felsefesi tasarımda bütünlük, işçilikte kalite ve geleceğe bakış üzerine kuruludur." diyen Bernhardt Design

Stratejik Projeler ve Uluslararası Geliştirme Direktörü Coleman Gutshall ise “Nurus’un piyasadaki liderliği, tasarım odaklı büyüme stratejisi ve Türkiye'nin üretim ekonomisine yönelik ciddi yatırımları nedeniyle çok uyumlu bir ortaklığa imza atmış bulunuyoruz. Nurus ile işbirliğinin, Bernhardt Design’ın Türkiye'de, Ortadoğu'da ve dünyadaki konumunu önemli ölçüde iyileştireceğini düşünüyoruz." dedi. Tasarım odaklı

yönetim yapısına sahip iki marka arasındaki bu özel anlaşma çerçevesinde belirlenen ve Nurus’un marka kimliğine ve çizgisine uygun olarak seçilen koleksiyon içerisinde Charles Pollock, Arik Levy, Noé Duchaufour-Lawrence, Yves Béhar gibi dünyaca ünlü tasarımcıların imzasını taşıyan ürünler mevcut. www.nurus.com

TEM/AĞU 2014 - XXI 70

SEKTÖR HABERLERİ

LODGE Villeroy & Boch, Lodge ile ahşap zemin görünümüne sahip yeni porselen seramik zemin konseptiyle dikkat çekiyor. Parkeden ilham alan Lodge, doğal ahşap görünümü, damarlı yüzey, renk çeşitliliği ve otantik renklere sahip. Seri, 90 cm boyutunda ve beş farklı renkten oluşan iki ayrı formatta sunulurken, hem özel hem de ticari alanlar için sağlamlık, dayanıklılık ve kolay bakım gibi porselenin tüm faydalarını sunuyor. Lodge, vilbostone porselenden oluşan 11,25x90 cm ve

22,5x90 cm boyutlarında bir zemin konsepti olarak öne çıkıyor. Karolar 10 mm kalınlığında rektifiye edilerek sunuluyor. Dokunulduğunda ahşabın doğal dokusunu veren serinin tüm renk ve formatlarında R9 kaymazlık özelliği bulunuyor. 30 cm ölçülerinde filelenmiş mozaikler dekoratif tasarımları ile duş zeminleri için ideal. 7,5x90 cm boyutlarındaki süpürgelikler ise konsepti tamamlıyor. www.villeroy-boch.com

NEOLITH Nevra Yapı tarafından sunulan Neolith porselen levha, tüm mimari projelere uygun çözümler sunuyor. İç ve dış mekanlarda döşeme ve kaplamalarda kullanılabilen en büyük boyutlu ve ileri düzey teknolojiyle üretilen levhalar, geniş renk ve yüzey seçeneğine sahip. Neolith hafif, su geçirmez, kolay temizlenebilir, hijyenik, yüksek ısıya dayanıklı, eskime ve aşınmaya

dayanıklı, esnek ve çevre dostu olma gibi özellikleri barındırıyor. Bu özellikleri sayesinde mutfak kaplamalarında, banyolarda, mobilyalarda, iç mekanlarda, zeminlerde, dış cephelerde ve kaplamalarda uygulanarak pek çok ihtiyaca yanıt veriyor. www.nevrayapi.com



UYGULAMA – AYDINLATMA – İSTANBUL TEM/AĞU 2014 - XXI 72

fotoğraflar: Sahir Uğur Eren

Şeffaf Sergileme YENİ VOLKSWAGEN SHOWROOMUNDA FİRMANIN KURUMSAL KİMLİK YAPISINA UYGUN EAE AYDINLATMA ÜRÜNLERİ UYGULANDI.

180’den fazla ülkede faaliyet gösteren Alman otomobil markası Volkswagen, İstanbul Yenibosna’da Altur Turizm’e ait showroomunun açılışını yaptı. Dünya genelindeki tüm Volkswagen showroomlarında olduğu gibi Yenibosna’daki showroomda da mimari detaylarda, malzeme seçimlerinde ve işlevsel yapıda esneklik, şeffaflık ve netlik ön planda. 2800 m2 alan üzerine kurulu yedi katlı yapıda aydınlatma konsepti ve ürün seçimleri Volkswagen kurumsal kimlik altyapısına uygun olarak gerçekleştirildi.

Sergileme, satış, satış sonrası servis ve destek birimlerini barındıran yapıda servis hizmetleri bodrum katlarda, sergileme ve ofis alanları zemin ve üstündeki katlarda planlandı. Yüksek tavanlı zemin kat ve galeri boşluğuna bakan asma katta konumlandırılan sergileme alanları, tavan yüksekliğine bağlı olarak farklı güç değerlerinde metal halide lambalı sıvaaltı spotlar ile aydınlatıldı. Genellikle geniş açılı lambalar tercih edilirken, her araç için iki adet dar açılı spot ile desteklendi. Renksel geriverimi yüksek 4000K renk sıcaklığına sahip lambalar, teşhir için yeterli ışık kalitesini sağlıyor. Zemin katta yer alan karşılama duvarı oynar başlıklı sıvaaltı spotlar ile aydınlatılırken, danışma bankosu

lineer sarkıt armatürler ile tamamlandı. Zemin ve üstündeki katlarda planlanan ofislerde görsel konfor açısından uygun bir çalışma ortamının sağlanması için sarkıt lineer armatürler ve ışığın homojen dağılımını sağlayan opal difüzörlü sıvaaltı armatürler kullanıldı. Yönetici ofislerinde sıvaaltı lineer LED armatürler, kesintisiz hatlar oluşturacak şekilde yerleştirildi. Yüksek tavanlı araç teslim ve araç kabul ünitelerinde ise yüksek tavan armatürleri lineer hatlar oluşturacak şekilde kullanıldı. Bodrum katlarda yer alan ve birbirine rampalar ile bağlanan servis ünitelerinde otoparklar etanj armatürler ile aydınlatıldı. Araç bakımlarının yapıldığı kontuarlarda


UYGULAMA – AYDINLATMA – İSTANBUL 73 XXI - TEM/AĞU 2014

yüksek renksel geriverim değerine sahip yüksek tavan armatürleri lineer hatlar oluşturacak şekilde çalışma bölgelerini aydınlatıldı. Dolaşım alanlarında ise aynı ürün ailesine ait daha düşük güç değerinde ancak yeterli ışığı sağlayacak armatürler tercih edildi. Araç yıkama bölümünde IP 65 koruma sınıfına ait armatürler kullanıldı. Bekleme salonu, dolaşım ve sirkülasyon alanlarında opal difüzörlü sıvaaltı spotlar uygulandı.

işveren: Altur Turizm mimari tasarım: Dome Mimarlık aydınlatma tasarımı: EAE Aydınlatma uygulanan aydınlatma ürünleri: Linea, Piramit, Recta, Giza Mini, Revo, Garled, SDK, VLX, Arctos, Prolit Kompakt


AKG GAZBETON

REFERANS PROJE - İKLİMLENDİRME VE YALITIM

AKG Gazbeton’un yeni nesil ısı yalıtım plağı Minepor, yapılarda iç ve dış cephelerde kolaylıkla uygulanabiliyor. Uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonrasında tamamen yerli kabiliyet ve kaynaklar ile üretilen Minepor, içeriğindeki bor madeni sayesinde darbe dayanımı yüksek ısı yalıtım plağı olarak klasik yalıtım sistemlerinden ayrılıyor. Türk Standartları Enstitüsü tarafından A1 sınıfı hiç yanmaz ürün raporuna ve TSE K belgesine sahip Minepor ile 1200 dereceye kadar ısıya dayanıklı, yanmaz cepheler oluşturabiliyor. Bu durumda da olası yangınlarda can ve mal kaybının önlenmesi ya da azalması sağlanıyor. Binaların yanı sıra alışveriş merkezi, otopark, okul, iş yeri, çatı yalıtımı gibi pek çok yapıya çözüm sunan Minepor’un sahip olduğu 0,050 W/mK ısı iletkenlik katsayısı, yüksek ısı tasarrufunun yanı sıra enerji maliyetlerinde tasarrufu da beraberinde getiriyor. Yalıtım, yangına karşı dayanıklılık ve her cepheye kolayca uygulanabilme özelliklerinin yanı sıra Minepor, sürdürülebilir ve yeşil-çevre dostu bir ürün. AKG Gazbeton’un Çorlu İşletmesi’nde kalınlığı 5 ila 10 santimetre arasında değişen bir yelpaze içinde üretilen Minepor, eski ve yeni binalarda, klasik yalıtım sistemlerinin çözemediği problemleri ortadan kaldırarak, binaların ısıl konforunu artırıyor ve nefes alan cepheler oluşturuyor.

TEM/AĞU 2014 - XXI 74

www.akg-gazbeton.com



BAUMİT Avusturya’nın yapı malzemeleri alanında köklü markalarından biri olan Baumit, Avrupa’da kazandığı dış cephe ısı yalıtım sistemleri uzmanlığını Türkiye’de geniş kapsamlı projelere ve renovasyon çalışmalarına taşıyor.

TEM/AĞU 2014 - XXI 76

REFERANS PROJE - İKLİMLENDİRME VE YALITIM

Baumit İnovasyon Merkezi tarafından geliştirilen; her ülke ve iklim tipine göre test edilen dış cephe ısı yalıtım sistemleri, daha dayanıklı cephelerle enerji ihtiyacının azaltılmasına ve yeşil binalar yaratılmasına katkı sağlıyor. Türkiye’de ETAG 004 belgesine sahip ilk firma olan Baumit, her yıl yenilenen bu belge ile ürünlerinin kalitesini ve güvenilirliğini ortaya koyuyor. Baumit’in Open®, Star ve Pro sistemleri ile yalıtım uygulandığında daha dar boyutta tuğlalar kullanılabiliyor, böylece yapılarda ilave hacimler yaratılabiliyor. Yaz ve kış aylarında sağlanan düşük enerji ihtiyacı ve %50 daha düşük CO2 emisyonu ile doğaya saygılı bir yaklaşım izleniyor. Yoğuşmanın (terlemenin) neden olduğu küflenme, siyah leke ve mantar oluşumu engellenerek, rutubet ve nem kaynaklı hastalıklara yol açan sağlıksız koşulların oluşması önlenebiliyor. Baumit Isı Yalıtım Sistemleri, 888 renk alternatifi sunan Avrupa’nın dış cepheler için en zengin renk sistemi olan Baumit Life® ile uyumlu olarak kullanılabiliyor. Yeni geliştirilen Cool Pigment ile Life® içerisinde bulunan en koyu renk tonları bile ısı yalıtım sistemlerinde geniş alanlar üzerinde uygulanabiliyor. Baumit’in boya ve kaplama ürünleri içerisinde bulunan özel “Cool Pigment”, güneş ışığının büyük kısmını yansıtarak yüzey sıcaklığının artmasını engelleyerek yüzeylerin serinliğini koruyor ve ısı yalıtım sistemine zarar verilmesini önlüyor. www.baumit.com.tr • Mall of İstanbul, İstanbul • Sinpaş Altınoran, Ankara • Sinpaş Liva, İstanbul • Tema Park, İstanbul



BTM BTM, su yalıtım sektöründeki 37 yıllık bilgi birikimi ve tecrübesinden güç alarak yeni nesil su yalıtım ürünlerini sektör profesyonellerinin beğenisine sunuyor.

TEM/AĞU 2014 - XXI 78

REFERANS PROJE - İKLİMLENDİRME VE YALITIM

BTMSEAL Dry Roof, çeşitli yüzeylere uygulamak üzere özel olarak formüle edilmiş, akrilik polimer esaslı su yalıtım malzemesidir. Beyaz rengi güneşin U.V. ışınlarından korunma sağlar. Tebeşirlenmeye, kirlenmeye, mantar, yosun ve küf oluşumuna karşı ve sararmaya dirençli olup kılcal çatlakları köprüler. Mineral esaslı çatılarda, teras ve beton yüzeylerde, çimento esaslı levha yüzeylerinde, seramik altı su yalıtım uygulamalarında kullanılır. BTMSEAL AA 0106, solventsiz, düşük viskoziteli, iki komponentli, şeffaf, reçine ve sertleştiriciden oluşan epoksi esaslı emprenye astarıdır. Özellikle poliüretan ve poliürea bazlı BTMSEAL ürünlerinin astar malzemesi olarak kullanılır. Sıva, doğal taş, beton, şap gibi mineral esaslı yüzeylerde, ahşap ve metal yüzeylerde kullanılır. BTMSEAL AW 6075 Su Esaslı Şeffaf Epoksi Astar, birçok yüksek performanslı son kat yalıtım malzemesi ile uyumlu bir astar malzemesi olup, önceden boyanmış yüzeyler için bir bariyer kat malzemesi olarak kullanılır. Islak beton veya sıvalar için de mükemmel bir astar malzemesidir. Beton, anhidrit ve seramik kaplamalar gibi mineral esaslı yüzeylerde ve epoksi gibi eski boyalı yüzeyler için astar malzemesi olarak kullanılır. BTMSEAL markalı poliüretan ve poliürea malzemeleri için astar olarak kullanılırlar. BTMSEAL Alfa Hibrit negatif ve pozitiften, -5 derece ve üstü sıcaklıklarda, ıslak zeminlere uygulanabilen, astar gereksinimi olmayan, 2 mm çatlak köprüleme özellikli, solventsiz, siyanat içermeyen, hızlı kürlenen, kolay uygulanan, %100 solidli (solventsiz), hibrit polimer esaslı bir su yalıtım kaplamasıdır. Teras ve balkonlarda, bodrumların iç ve dış yüzeylerinde, içme suyu depolarında, yüzeylerdeki çatlakların tamirinde, iç yüzey ve dış cephelerdeki birleşimlerde ve daha pek çok alanda uygulanabiliyor. www.btm.co



KORAMIC YAPI KİMYASALLARI İnşaat sektörünün gereksinimlerini karşılamada köklü tecrübeye sahip olan Koramic Yapı Kimyasalları; Avrupa’nın en güçlü markalarından biri olan ve Türkiye’de de üretimine başladığı CERMIX’in Epoksi ve Poliüretan Esaslı Su İzolasyon Sistemleri ile su yalıtımında tam güvence sağlıyor.

TEM/AĞU 2014 - XXI 80

REFERANS PROJE - İKLİMLENDİRME VE YALITIM

1964 yılından bu yana Avrupa’da edindiği köklü tecrübesi ile inşaat sektörüne yenilikçi ürünler kazandıran CERMIX, su ile temas eden her yüzey için çözümler üretiyor. Açık teras ve balkonlardan yüzme havuzu ve su depolarına, banyo ve WC gibi ıslak mekanlardan köprü platformları, otopark alanları, sulama kanalları ve metal çatılara kadar uygulanabilen CERMIX, her yüzeyde su kaçaklarına kesin çözümler getiriyor. Koramic Yapı Kimyasaları; farklı sıcaklıktaki iki ortam arasında ısı transferini azaltan, dış ortam sıcaklığını içeriye sokmadan içerideki sıcaklığı en iyi şekilde koruyan ve tüm yalıtım aşamalarını kapsayan CERMITERM Dış Cephe Isı Yalıtım Sistemleri ile de tüm yapılarda uzun ömürlü, ekonomik, dekoratif ve güvenli ısı yalıtımını garanti ediyor. www.cermix.com.tr • Afra İnşaat - Almirapark Bağlıca, Ankara • Akdeniz Olimpiyat Oyunları Şantiyeleri, Mersin • Aksu Evleri, Bursa • Başak Sitesi Selçuklu, Konya • Doğus Matbaa Binası Kartal, İstanbul • Durukan Şekerleme, Ankara • Dünya Gazetesi Merkez Binası İkitelli, İstanbul • Hayment İnşaat Meram, Konya • Lidya Yapi Aktansu Evleri Kemerburgaz, İstanbul • Merinos Pazaryeri Projesi Osmangazi, Bursa • Novada AVM ve Nikah Salonu Atasehir, İstanbul • Olea 43, Bursa • Orion AVM, Çorlu • Zen Otel Harbiye, Antakya



VIESSMANN Bir aile firması olan Viessmann, üç nesil boyunca konforlu, ekonomik ve çevre dostu olarak ısı elde etmeyi ve onu ihtiyaçlar doğrultusunda kullanıma sunmayı kendisine görev bildi. Mükemmel ürün gelişimi ve çözüm olanakları ile Viessmann her zaman sektörün teknolojik lideri ve öncüsü olmasını sağlayan büyük adımlar attı.

TEM/AĞU 2014 - XXI 82

REFERANS PROJE - İKLİMLENDİRME VE YALITIM

Alman mühendisliği, ödüllü tasarımları ve yenilikçi teknolojisi ile ısıtma sektörünün öncülerinden olan Viessmann güvencesiyle üretilen Vitoclima ürün programı, Viessmann Türkiye'nin klimada sahip olduğu tecrübe ile pazara sunuluyor. Klima ürün programı kapsamında Viessmann, Vitoclima 200-S/HE DC Inverter duvar tipi split klimaların yanı sıra Vitoclima 300-S/HE Free joint çoklu sistem klimaları, Viessmann 7,1 - 18 kW kapasite aralığında Vitoclima 100-S, 300-S ve 200-S/HE serisi ticari tip split klimalar ve maksimum 180 kW (64 HP) dış ünite kapasitesine sahip Vitoclima 300-S VRF klima sistemleri ile her ihtiyaca uygun çözümler sunuyor. www.viessmann.com.tr • Altındağ Belediyesi Mamak Spor Kompleksi, Ankara • ASF Otomotiv Showroom ve İdari Ofisler, İstanbul • Erenler Tır Parkı, Adapazarı • Irak Plastik Fabrika İdari Ofisler, İstanbul • Karabük Demir Çelik, Karabük • Kastamonu DHMİ, Kastamonu • Kazım Büklü İş Merkezi, İstanbul • Kocaeli PTT Hizmet Binası, Kocaeli • Medient Hospital, İstanbul • Nursan Fabrika İdari Bina, İstanbul • Omsed Fırın, Ankara • Peynircibaba Mağazaları, İstanbul • Toyota Sandıkçılar Showroom, Adapazarı • Turgut Özal Üniversitesi Yurt Binası, Ankara • TÜV Türk Araç Muayene İstasyonu, Sivas



TEMMUZ - AĞUSTOS AJANDASI ...-8 Temmuz

İTÜ Nadir Eserler Sergisi

İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi, Maslak, İstanbul

www.itu.edu.tr

Studio X, İstanbul

www.studio-xistanbul.org

Arter, Beyoğlu, İstanbul

www.arter.org.tr

Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, Maslak, İstanbul

www.elgizmuseum.org

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Beyoğlu, İstanbul

www.iae.org.tr

geçirdiği değişim fotoğraf, harita ve gravürlerle anlatılıyor. Herkes İçin Mimarlık tarafından düzenlenen Atıl Köy Okulları

Ovakent, İzmir

www.herkesicinmimarlik.org

Bayramiç, Çanakkale

www.bayramicyenikoy.com

İTÜ Mimarlık Fakültesi, Taşkışla, İstanbul

www.innesvienna.net

Design Museum, Londra, İngiltere

www.designmuseum.org

Sinop

www.sinopale.org

Tırnova, Bulgaristan

www.symbioza.bg

TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, İstanbul

www.mimarist.org

İTÜ Mimarlık Fakültesi, Taşkışla, İstanbul

www.cuhadaroglu.com

Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul

www.archiprixturkiye.org

Dünyanın en eski teknik üniversiteleri arasında yer alan İTÜ’nün yüzyılları aşan nadir eserler varlığı, tarih meraklıları ile buluşuyor.

... - 12 Temmuz

Intuitive / Sen Gene Bildiğini Yap!

Heykel yapımı ve mimarlık arasındaki ortaklığın olasılıklarını 3 boyutlu baskı tekniği ile arayan atölye çalışmaları Stüdyo X’de sergileniyor.

... - 17 Ağustos

Aynadan İçeri

Füsun Onur’un “Aynadan İçeri” sergisi, sanatçının 40’ı aşkın yapıtı arasındaki sezgisel bağlantıların izini sürüyor.

... - 23 Ağustos

Teras Sergileri

Maslak’ta gökdelenlerin gölgeleri arasında, etkileyici bir görsellik sağlayan, 40 yaş altı heykeltraşların yapıtlarının yer aldığı Teras Sergileri bu sene üçüncü kez gerçekleştiriliyor.

... - 11 Ekim

1 Temmuz (Son Başvuru)

Taksim İstanbul’un Kalbi

Atıl Köy Okulları Ovakent Uygulama Atölyesi

19. yüzyıldan 1960’a kadar uzanan süreçte Taksim Meydanı’nın

Projesi kapsamında 9-23 Temmuz tarihleri arasında Ovakent’te uygulama atölyesi gerçekleştiriliyor.

5 - 26 Temmuz

Ekolojik Mimari ve Doğal Yapı Atölyesi

3 hafta boyunca düzenlenecek olan atölyelerde, uygulama çalışmalarının yanı sıra ekolojik mimarlık üzerine teorik anlatılar da gerçekleştiriliyor.

7 - 18 Temmuz

Building İstanbul, Then and Now

Viyana Teknik Üniversitesi tarafından İTÜ Mimarlık Tarihi Programı katkılarıyla gerçekleştirilen yaz okulu programında derslerin dışında film gösterimleri ve sosyal etkinlikler düzenleniyor.

9 Temmuz - 12 Ekim Louis Kahn: The Power Of Architecture

Sergi, Amerikalı mimar Louis Kahn’ın daha önce görülmemiş ve çok çeşitli mimari maketlerini, orijinal çizimlerini, seyahat

AJANDA

eskizlerini ve fotoğraflarını kapsıyor.

12 Temmuz - 31 Ağustos

5. kez düzenlenen “Kümeler ve Kristaller: Sıfır Noktasında Gözlem” temalı Sinopale bienali olaya dayalı, süreç ve mekan odaklı kurgusu ile Sinop’da gerçekleşiyor.

18 - 29 Temmuz TEM/AĞU 2014 - XXI 84

Sinopale

EASA - Avrupa Mimarlık Öğrencileri Buluşması 2014

Avrupa’nın farklı bölgelerinden mimarlık öğrencilerini bir araya getiren EASA - Avrupa Mimarlık Öğrencileri Buluşması, bu sene Bulgaristan’da gerçekleşiyor.

31 Ağustos (Son Başvuru)

VIII. İstanbul Uluslarası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali

Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali kapsamında, odağında

15 Eylül (Son Başvuru)

Çuhadaroğlu Alüminyum Yarışması

Bu sene 11. kez düzenlenen Çuhadaroğlu Alüminyum

24 Ekim (Son Başvuru)

Archiprix 2014

Mimarlık alanındaki diploma projelerini bir araya getiren

“Mimarlık ve Kent” olan filmlerin yer aldığı uluslararası bir yarışma düzenleniyor.

Yarışması’nın konusu “Mobil Kent Bilgi Merkezi”

Archiprix, bu sene 19. kez düzenleniyor.


iPAD’DEYİZ

XXI’in tüm içeriğine, hatta daha çok görsele ve videoya interaktif bir şekilde ve kolay kullanımla Apple Store’dan erişebilirsiniz.

Üstelik ücretsiz!



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.