XXI Mart 2016

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 147 < MART 2016 < 1+1 MİMARLIK STÜDYOSU < ATÖLYE LABS < CAAT STUDIO < GÜRSEL < MEF ÖĞRENCİLERİ < WEBER < ZEMBEREK TASARIM < YEDİKULE BOSTANLARI

Yİ R M İ B İ R M İ M A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 1 47 M A RT 2 0 16 13

Şehir Hasadı

Yedikule Bostanları üzerine Ali Taptık, Aslıhan Demirtaş, Bengi Akbulut ve Defne Koryürek ile konuştuk.

Hayallere Köprü

SIEC-S Binicilik Merkezi

MEF ÖĞRENCİLERİ

BRIGITTE WEBER MİMARLIK

1+1 MİMARLIK STÜDYOSU

ATÖLYE LABS

CAAT STUDIO

YAZILARIYLA

ERAY ÇAYLI KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK OKTAY TURAN

ERSEN GÜRSEL

ZEMBEREK TASARIM


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş

KENTE İÇKIN ÜRETIM

editörler Deniz Çınar Dirim Dinçer Ezgi Tezcan reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr dijital reklam Buğra Çelik bugra@xxi.com.tr italya reklam işbirliği Sandra A. Arizabalo, Studio Chopinet okuyucu ilişkileri Damla Yiğit damla@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak Grafik tasarım: Ali Cindoruk (Anakara) İllüstrasyon: Sedat Arda sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Turgay Tuğsuz basım yeri Uniprint Basım San. Tic. A.Ş Ömerli Mah. Hadımköy - İstanbul Cad. No: 159, Arnavutköy, İstanbul Sertifika No: 12196 yönetim yeri Puna Yayın Asmalımescit Mah., Oteller Sok. 6/4 Beyoğlu, İstanbul 34430 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz. www.xxi.com.tr

Bu sayımızda dosya konumuz, Yedikule Bostanları. 2013’ten bugüne yıkım kararları, yıkımın mahkemece durdurulma kararları, ilçe ve büyükşehir belediyelerinin planları, bostancıların barakalarının yıkılması, park projeleri... derken bu kent parçasının neden ve nasıl korunmasını, belki daha doğrusu yaşamını sürdürmesini çok az konuşabildik. Tüm dünyada kentsel tarımın, yenilebilir peyzajların gündemde olduğu bir zamanda İstanbul’da kent ortasında 1500 yıldır varlığını sürdürmüş bostanların güncel perspektifle ve uzlaşıyla ele alınabileceğini düşünmek esasen pek de zor değil. Dosya kapsamında bir araya geldiğimiz Ali Taptık, Aslıhan Demirtaş, Bengi Akbulut ve Defne Koryürek ile sohbetimiz de böylesi bir yaklaşımın açabileceği yeni perspektiflere odaklandı.

ekonomisine adanması gerçeği bize yoğunlukla tüketim odaklı kentsel alanlar bıraktı. Üretimin çok uzaklarda bir yerlerde yapılıyor olduğu bilgisiyle yabancılaştığı gıdayı tüketen şehirlilere de başka bir olasılığın olamayacağı söylenegeldi. En karlısı buydu. Oysa şimdi geri kazandığımız bütüncül bakışlarımızla bizim için en iyisinin en karlı yöntemle üretilen olmayabileceğini öğreniyoruz. Bir gıdanın kat ettiği yolun, üzerinde yetiştiği toprağın öyküsünün, onu yetiştirenlerin farkına varmaya başlıyoruz. Bu da üretimi yeniden hatırlamamıza ve önümüze serdiği potansiyellere kulak vermemize yol açıyor. Yedikule Bostanları da tam da bu nedenle bu sayıda XXI’in konusu. Çünkü üretimin kentlere içkin olduğunun bilgisi kentsel mekanların dönüşümü için yeni fikirler ekmeye ve henüz keşfedilmemiş ortak değerler yaratmaya yarayabilir.

Saskia Sassen’in Küresel Kent kitabında söz ettiği üretimin kentlerden uzaklaşması ve kentlerin bir servis

XXI


GÜNCEL 8 MİMARLIĞI TOPLUMSALLAŞTIRMAK: BİLGİ, SEÇENEK, SİYASİ SORUMLULUK

Eray Çaylı / Zincirleme Reaksiyonlar

10 BİÇİM İŞLEVİ ANLAMI İZLER: BİR (ANTİ) MANİFESTO OLARAK MİMARLIK VE DİL

Oktay Turan

DOSYA

24 ŞEHİR HASADI

Bostanların kent içinde üretime aracılık etme potansiyelini ve mevcut ekonomik sistemin davranış modellerinin ötesinde bir kent tahayyülünü tetikleme ihtimalini merak ettik. Bunun için de Ali Taptık, Aslıhan Demirtaş, Bengi Akbulut ve Defne Koryürek ile bir araya gelip şehir ile tarımın bir aradalığının ve kentsel müzakerenin açabileceği alternatif senaryoları konuştuk.

PROJE 36 YAVAŞLAMA ARZUSU 14 “TOKİLEŞME DÜNYASI”NIN SONUNA

Yakın zamana kadar tarlalarla çevrili Kahrizak, bir süredir hızlı bir biçimde kente dönüşüyor. Kahrizak apartmanıysa içinde bulunduğu yoğun üretimi yavaşlatarak yeniden biçimlendiriyor.

GELDİĞİMİZİN ALAMETLERİ İYİCE BELİRDİ

Korhan Gümüş / Soru İşareti

İÇİNDEKİLER

16 İNSANSIZLIK ENDİŞESİ MART 2016 - XXI 2

Cemal Emden / Fotoaltı

18 QUEER SANAT MANİFESTOSU

Levent Şentürk / Dönme Dolap

22 ERSEN GÜRSEL: MİMAR OLMAYA HAZIRLIK

Beş sayı boyunca sürecek tefrikanın ilki eski İstanbul mahallerinde zanaatle iç içe geçen çocukluk yıllarından Akademi kapısına doğru uzanıyor.

42 AHŞAP KADRAJ

Strüktür ve tasarımın birbirini var ettiği binicilik tesisi, mekanı salt işlevsel olmaktan öteye taşıyarak peyzajın kendine has niteliklerini öne çıkarıyor.



48 KATALİZÖR KONTEYNERLER

60 BÜTÜNLEŞİK KUTULAR DENKLEMİ

Yenilikçi teknoloji kullanımı, geri dönüşüm ve kampüs etkileşimini bünyesinde toplayan Konteyner Park, farklı tasarım stratejileriyle dikkat çekiyor.

Karşılama alanını, tekstil fabrikasının dışyüzü olarak kurgulayan proje, bütünleşik yaklaşımıyla mekan içinde mekan tanımlıyor.

64 SERBEST OTURUM 52 KARŞIYA GEÇ!

MART 2016 - XXI 4

İÇİNDEKİLER

MEF Üniversitesi mimarlık öğrencileri, Ayazağa İlköğretim Okulu öğrencilerinin okul deneyimini değiştirecek bir köprü üretti. Köprü, kullanıcısı olan 5-14 yaşlarındaki öğrencilerin beklentileri doğrultusunda gerçekleşen tasarımıyla hayallere uzanıyor.

56 PARADOKSAL MEKAN

Nesnesi değişen kitap okuma eyleminin mekanını sorgulayan Lexpera Yayınevi, kitapları rafa kaldırıyor.

Geometriden esinlenilerek oluşturulmuş kurgusuyla kolay üretebilen Les Angles, tasarımın özgünlüğü ve niteliği kaybolmadan çeşitlenebiliyor. Tasarım, her mekana ve işleve uyum sağlıyor.

SEKTÖR 66 SEKTÖR HABERLERİ 70 YÖNLENDİREN ÇİZGİLER

booking.com Antalya Ofisi'nde Unigen Yapı'nın karo halı ve PVC zemin kaplamaları uygulandı.

74 SOSYAL ÇALIŞMA ALANLARI

Koleksiyon, yenilikçi çalışma alanları sunan Workinton'un Nişantaşı, Astoria, Levent 199 ve And Kozyatağı şubelerinde yer aldı.

76 ULUSLARARASI ÇİN MOBİLYA FUARI

Uluslararası Çin Mobilya Fuarı (CIFF)'nın 37.'si 18-21 Mart ve 28-31 Mart tarihleri arasında Guangzhou'da düzenleniyor.

78 REFERANS PROJE - YALITIM

84 AJANDA

Dalsan Alçı Koramic Yapı Kimyasalları Nevra Yapı





Mimarlığı Toplumsallaştırmak: Bilgi, Seçenek, Siyasi Sorumluluk

MART 2016 - XXI 8

ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

Yine geçen ay bu köşede yer alan1 yazının bıraktığı yerden devralayım. Evet, 15. Venedik Bienali’ne üç aydan kısa bir süre kalmasına ve Türkiye’yi temsil edecek serginin İKSV tarafından oluşturulan seçici kurulca yaklaşık üç ay önce belirlenmiş olmasına rağmen sergi projesinin ne kavramsal ne de fiziksel ayrıntıları halen kamuoyuyla paylaşılmış değil. Geçen ayki yazı, bu durumu, projeyle ilgili bildiğimiz tek şeyin Venedik ve İstanbul arasında tersane mevzuu üzerinden bir ilişki2 kuruyor oluşu ve projenin müellifi Teğet Mimarlık’ın aynı zamanda Haliç Tersaneleri’nin dönüşümünde de yer alışını3 da hesaba katarak gayrimenkul piyasasının güdümündeki mimari üretime ilişkin şeffaflık eksikliği sorununun yeni bir tezahürü olarak irdeliyordu. Bense, özellikle Venedik Bienali’nin bu yılki küratörü olan Alejandro Aravena’nın mimarlık pratiği Elemental’in konut meselesine olan ilgisi ve benzer “sosyal sorumluluk sahibi” pratikler etrafında şekillenen tartışmalara da değinerek bu ay eleştiriyi bir kademe daha soyutlayacağım. Zira, kentsel rantın belirleyici olduğu bağlamlarda mimari üretimin muzdarip olduğu sorunun ölçeğinin çok daha geniş olduğuna inanıyorum. Kanımca esas sorun, mimari üretimin toplumun genelinin erişimine kapanması. Bilginin şeffaflığına dair eksiklikse bu sorunun alabildiği en az üç halden yalnızca biri. Aşağıda, diğer iki halin “somut seçeneklerden yoksunluk” ve “siyasi otoritenin kendini mesuliyetten kurtarması” olduğunu öne süreceğim. Dahası, topluma kapalı mimarlığın alabildiği bu iki hal ile “sosyal sorumluluk sahibi” pratikler arasındaki ilişkisinin ilk bakışta görünenden çok daha girift olduğunu savunacağım.

ERAY ÇAYLI

BILGI ÜRETIMI VE BILGIYE ERIŞIM Geçen ay bu köşede vurgulandığı gibi, gayrimenkul piyasası güdümünde toplumun geniş kesimleri tarafından erişilemez hale gelen mimarlığı yeniden topluma açmanın ilk adımı elbette bilgiye erişimi şeffaflaştırmakla ilgili. Bu cephede birçok girişim de tüm hızıyla sürmekte. Benzer girişimlere Türkiye’den verilebilecek en önemli örnek, gerek kentte gerekse kırsalda mekanı rant odaklı bir biçimde dönüştüren projelerin altında yatan sermaye ve iktidar ilişkilerini gözler önüne seren Mülksüzleştirme Ağları4 projesi. Bir süredir ikamet ettiğim şehir olan Londra’da ise, özel teşebbüsün sahipliği ve kontrolünde biçimlendirilen kent mekanlarının vatandaşa “kamusal alan” olarak sunulmasına karşı çıkan London Space Academy5 girişimi dikkate değer. Girişim, İngilizce’de POPS (privately owned public space) kısaltmasıyla da bilinen, “kamusal alan” görünümlü özel mülkleri düzenli kitlesel eylemler aracılığıyla haritalandırarak ortaya çıkan bilgiyi kamuoyu ile paylaşıyor.

SOMUT SEÇENEKLERIN GELIŞTIRILMESI Bilgiyi şeffaflaştırmak her ne kadar mimarlığı tekrar toplumun genelinin hizmetine sunabilmek adına hayati bir adım olsa da, o bilgiyle ne yapıldığı da bir o kadar önemli. Zira, piyasa odaklı yaklaşımların farkında olup bu yaklaşımlara somut alternatifler üretilemediğinde, farkındalık paradoksal olarak boğucu bir etkiye de neden olabiliyor. Çabalarını somut seçenekleri mümkün kılmaya yoğunlaştıran güncel yerli örnekler arasında, Haliç Tersaneleri’nin dönüşümü etrafındaki tartışmaya da temas ettiği savunulabilecek, Endüstri Mirası Keşfi6 inisiyatifi yer alıyor. İnisiyatif, İstanbul’daki işlevsiz endüstriyel tesislerin “bulundukları kentsel çevrenin ihtiyaçları ve ilişkileri gözetilerek yaşayan mekanlar haline getirilmesi” amacıyla başladığı çalışmaları, bugünlerde Kasımpaşa Un Fabrikası örneğinin değerlendirileceği bir projeyle somutlaştırıyor. Bir diğer güncel örnek ise, Küçük Armutlu Yerinde ve Yerlisiyle İyileştirme Ulusal Mimari Fikir Yarışması7. İstanbul gayrimenkul piyasasının gözüne kestirdiği mahallelerden olan Küçük Armutlu’nun “yerinde ve yerlisiyle birlikte” iyileştirilmesini amaçlayan yarışma, başka bir tür kentsel dönüşümün mümkün olduğunu kanıtlayacak somut mimari seçeneklerin üretimine ön ayak oldu. Küçük Armutlu örneğine de damgasını vuran barınma hakkı, gayrimenkul piyasasının güdümünde hareket etmenin mimarlığı toplumun geniş kesimlerinin karşısında konumlandırışının küresel olarak da en yakıcı biçimde hissedildiği mesele. Barınma meselesi, “soylulaştırma” başlığı altında aşina olduğumuz tartışmaların yanı sıra, savaş ve doğal afet gibi türlü kriz durumu nedeniyle de toplumun geneline hitap edebilecek türden mimari üretimleri elzem kılıyor. Öyle ki ana akım yaklaşımlar da meselenin yakıcılığının farkına nihayet varmış gibi gözüküyor. Mimarlık alanında dünyadaki en önemli ödüllerden Pritzker bu yıl “sosyal sorumluluk sahibi” ve “katılımcı” konut projeleriyle bilinen Alejandro Aravena’ya giderken8 İngiltere’nin en önemli sanat ödülü Turner ise yine imkanları kısıtlı toplumsal kesimlerle birlikte bu kesimlerin yaşam koşullarını iyileştirmek için tasarladığı mekansal müdahaleler nedeniyle Assemble adlı mimarlık kolektifine verildi9.


1 xxi.com.tr/10648/dunyanin-en-guzel-sehrini-avrupanin-en-guzelsehrine-goturuyoruz 2 www.iksv.org/tr/venedikbienali 3 politeknik.org.tr/beyoglunda-neler-oluyor-doc-dr-gul-koksal-ile-

Neyse ki barınma meselesi, siyasi otoritenin sorumluluğunun gözden kaçırılmamasını amaçlayan girişimlere de ilham olmuş durumda. Söz konusu girişimlere dünyadan verilebilecek örnekler arasında, Londra’da gayrimenkul piyasasının insafına terk edilmiş atıl durumdaki sosyal konutları işgal ederek 300 pound gibi cüzi rakamlara onarıp yaşanılabilir hale getiren Sweets Way Resist ve Focus E1511 gibi inisiyatifler bulunmakta. Bu gibi inisiyatiflerin hayırseverler ya da vatandaşlar liderliğinde ve mimari nitelikten ödün verilerek kotarılacak yeni evlerdense, siyasi otoriteyi, halihazırdaki konut altyapısının değerlendirmeye ve dolayısıyla “sosyal devlet” olmanın gereklerini yerine getirmeye zorladığı görülüyor. Benzer bir yaklaşıma Türkiye’den verilebilecek önemli bir örnekse Düzce Evsiz Depremzedeler Dayanışma ve Konut-Yapı Kooperatifi. 1999’da Düzce’de yaşanan deprem sonrası içerisinde yaşanamayacak hale gelen konutlarla ilgili yapılan hak sahipliği tespitinde hiçe sayılan kiracıların 2003’te kurduğu kooperatifin, devletten koparmayı başardığı arsa tahsisiyle siyasi otoriteyi topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmeye mecbur bıraktığı söylenebilir. Kooperatifin bu kazanımı şimdilerde ise Düzce Umut Evleri12 adlı konut projesiyle taçlanma sürecine girmiş durumda.

roportaj 4 mulksuzlestirme.org 5 www.facebook.com/groups/ReclaimLondon 6 www.endustrimirasi.com/27-02-16-kasimpasa-un-fabrikasi-kesfi 7 xxi.com.tr/9054/yerinde-ve-yerlisiyle-kent-hakki 8 xxi.com.tr/9700/2016-pritzker-mimarlik-odulunun-sahibi-belli-oldu 9 xxi.com.tr/projeler/mimarlik-ve-sanat-arasindaki-cizgiyi-kaldirmak/ 10 www.dezeen.com/2016/01/13/alejandro-aravena-interviewpritzker-prize-laureate-2016-social-incremental-housing-chileanarchitect 11 sweetswayresists.wordpress.com/2015/08/03/dio-regeneration/ ve focuse15.org 12 xxi.com.tr/projeler/barinma-hakkinin-insasi

Mimarlığı tekrar toplumun genelinin erişimine sunabilmenin üç kademesini “bilginin üretimi ve paylaşımı”, “somut seçeneklerin üretilmesi” ve “siyaseten sorumlu olanların bu sorumluluğun gereğini yapmaya zorlanması” olarak listelerken bu üç kademenin üçüyle de angaje olmamış örnekleri toptan tefe koyduğum gibi bir sonuç çıkarılmasın. Yine de şeffaf bilgi ve uygulanabilir alternatiflerin üretilmesine yönelik sergilenen değerli çabaların, siyasi sorumlulardan talepleri de içerecek müdahalelere evrilmesinin yollarını hep birlikte düşünmeye devam etmeliyiz.

karşı sayfada Alejandro Aravena'nın Elemental konut projesi ve yarım bitirilmiş mekanları bu sayfada solda: Focus E15 grubunun Carpenters Estate işgali üstte: Sweets Way Resists'in çalışmaları

9 XXI - MART 2016

Gerçekten de Aravena’nın konut projelerinin Şili’nin en büyük enerji şirketi COPEC’in hayırseverlik girişimi olarak finanse ediliyor ya da Assemble’ın müdahalelerinin mahallelilerin emeği ve çabalarına dayanıyor olmasının, siyasi otoritenin kendisini sorumluluktan sıyırmasına ön ayak olduğu söylenebilir. Eleştirinin bu boyutu, kemer sıkma politikalarının kendisini iyiden iyiye hissettirdiği ülkeler için özellikle geçerli. Zira, hayırseverlerin ve sade vatandaşların toplumun temel sorunlarına çare olabiliyor gözükmesi, aynı zamanda siyasi otoritenin kamu kaynaklarını barınma, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri ücretsiz ya da düşük ücretlerle sağlamak yerine iş dünyası ve finans sektörünü canlandırmak amaçlı kullanmaya devam edilebilmesi için de son derece elverişli bir iklimi mümkün kılıyor. Dahası, Aravena’nın daha sonra evin sakinleri tarafından tamamlanmak üzere yarısını bitmemiş halde bıraktığı10 konut tasarımları ya da Assemble’ın geçici çözümler ve geri dönüştürülmüş malzemelere sıkça başvurması, mimari ve maddesel nitelikten ödün veren çözümlerle yetindikleri için eleştiriliyor. Gerçekten de bu tür küçük ölçekli, cerrahi ve “hiç yoktan iyidir” müdahalelerin yarattığı tantananın arasında adına “sosyal devlet” dediğimiz sistemin olmazsa olmazlarından olan nitelikli barınma hakkının

karşılanması sorumluluğundan günümüz siyasi otoritelerinin ne denli kaçındığı gerçeği kimi zaman gümbürtüye gidebiliyor.

ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

SIYASI SORUMLULUĞUN GÖZDEN KAÇIRILMAMASI Ancak kent alanlarının toplum yararının gözetilmediği yaklaşımlarca yeniden biçimlendirilmesi küresel ölçekte ve tüm hızıyla devam ederken, eleştirilerden nasibini alanlar arasında yalnızca emlak sektörü ve siyasi otoriteler gibi olağan şüpheliler değil, Aravena ve Assemble gibi pratikler de var. Buradaki eleştiri, “sosyal sorumluluk” ve “katılımcılık” ilkesiyle hareket eden benzer pratiklerin çözmeye çalıştıkları sorunların ortaya çıkışı kadar, olası çözümlerin geliştirilmesi doğrultusunda da sorumlu tutulması gereken aktörlerin bu sorumluluğu örtbas etmelerine dolaylı yoldan yardımcı olduklarına dair.


Biçim İşlevi Anlamı İzler: Bir (Anti)Manifesto Olarak Mimarlık Ve Dil

MART 2016 - XXI 10

EX LIBRIS

YAZI: OKTAY TURAN Mimarlık ve Dil1 mimarlıkta dil ve anlamın iğdiş edilmesi konusunda hem modern mimarlık hem de postmodern mimarlık düşüncesini eleştirmektedir. Birincisine ideolojik olarak ikincisine ise teori ve pratik arasındaki uyuşmazlık bağlamında karşı durma gibi bir durum söz konusudur. Bir anlamda oluşan sorunsal, modern mimarlığın mimarlıkta anlam üreten her türlü konvansiyonu – örneğin süsleme2 gereksiz görerek mimarlığın kullanım alanından çıkarmaya çalışması ve bu anlamda belirli bir başarıya da ulaşması; ikinci olarak da postmodern mimarinin bu sorunu çözmeye çalışır gibi gözükmesi ancak sorunun özüne inemeyerek sorunu daha derin bir hale getirmesidir3. Burada mimarlıkta içeriği yok eden yaklaşım olarak modern yaklaşımlar eleştirinin temel hedefini oluşturmaktadır. Postmodern mimarlık ise bir nevi keyfiliği kural haline getirdiği için eleştirilmektedir. Modern mimariye yöneltilen temel eleştirilerden biri olan “anlatım biçimlerini en aza indirgemek ve bunu mimarlığın programı haline getirmek”4 dürtüsü bir anlamda İhsan Bilgin’in deyişiyle [B]irer eğilim, birer yönelim olarak kaldıklarında işlemsel olabilecek, dünyayı anlamaya ve dünyanın gidişine müdahale etmeye yarayabilecek araçlar kendi içine kapalı amaçlara dönüşmeye meylettiklerinde, başlangıç motivasyonlarıyla bağlarını koparıp "estetize" olmaya, geniş anlamıyla birer "forma" dönüşmeye, "sterilize" olmaya başlarlar.5 Fischer’in yorumuyla "sterilize" ve "estetize" olmak ve "forma" dönüşmek bir anlamda Esperanto gibi yapay bir dünya dili yaratmaya doğru gidişin bir göstergesidir, çünkü doğal dil ancak organik olanın bir özelliğidir ya da doğal dil organik olana içkindir. Bu formülasyona göre böyle "sterilize" durumlar "tüm boyutları içeren, kapsayıcı bir üslubun bulunmadığı ya da çöktüğü durumlarda ortaya çıkar."6 Mekanik olanın dil kurma şansı yoktur. Burada belki mimarlıkta organik-

mekanik ayrımının nasıl işlediğini tekrar düşünmek gerekir. Organik olan "parçalanamaz bir bütünlük, bir varlıktır; hücrelerin çeşitli permütasyonlarla eklemlenmesi ve çoğalmasıyla oluşur; kendi kendini yeniden üretir."7 Ancak mimarlık için organik olduğu kabul edilen diller de sonuçta kurgu dillerdir. Yani bu anlamda mimarlık için üretilen her türlü organik veya mekanik dil bir çeşit Esperanto’dur. Esperanto kağıt üzerinde bir dildir ancak yaşayan bir dil değildir. Bunun temel gerekçelerinden biri mekanik bir dil olmasından kaynaklanıyor olabilir. Böyle bir dil oluşturmanın temel sorunsallarından biri oluşturulmaya çalışılan dilin hiç kimsenin anadili olmayacak olmasıdır. Konstrükte edilmiş bir dil olarak zaten böyle bir projeksiyonu da yoktur. Ancak modern mimarlık bu kadar iddiasız değildir. Le Corbusier’nin "organizmanın yerine mekanizmayı geçirmek için"8 kurguladığı beş ilkesi veya De Stijl’in "nesneleri eskiden düşünülemeyecek bir tarzda parçalamak ve sonra yeni bir biçimde kurmak"9 şeklindeki formülasyonlarının amacı sonuç olarak en radikal biçimiyle organik bir dil yerine yeni bir mekanik dil oluşturmaktı. Buna o dönemde yazılmış birçok mimarlık manifestosunda doğrudan ya da dolaylı bir biçimde rastlamak mümkündür. Ancak bu eskiye talip olan bir şeydir ve bir anlamda o kadar da avangart bir çaba değildir.10 Burada eskiye talip olma durumu tüm silahlarıyla eskiyi ve eskiden anlam üreten her türlü aracı yok etmeye dayanan bir strateji olarak düşünülmelidir. Buradaki temel sorunsal bu yapay dillerin üretici sistemler olamama sorunudur.11 Modern mimarinin yaratmaya çalıştığı yeni anlamlar, yeni formüllerle birlikte sunuluyordu. Yeni bir dil oluşturmak için geçmişe bir set çekme durumu bu yeni anlamı oluşturmak için olmazsa olmaz olarak görülen bir sistematikti. Bu bağlamda Loos’un süsleme

karşıtlığı kadar Mies’in "az çoktur" mottosu da sorunluydu. Ancak bu yaklaşımları aynı kümeye koymak da kendi içinde sorun teşkil etmektedir. Çünkü Mies’in Berlin gökdelenleri avangart girişimlerdir ama "az çoktur" dönemi için belki aynı şey söylenemez.12 Ya da bu dikey farklılaşmanın yanı sıra modern olarak paranteze alınan figürler arasında da çeşitli farklılaşmalar veya ayrımlar olduğu aşikardır. Örneğin Le Corbusier’nin beş ilkesi mevcut konvansiyonları ayrıştırmanın ve birbirine tahakkümünü kırmanın birer aracı olarak işlev görürken De Stijl bu anlam üreten konvansiyonların kimyasını bozup sonra bambaşka bir biçimde tekrar bir araya getirme çabası içindeydi. Le Corbusier’de ayrıştırma daha ön plandaysa da De Stijl’de bu ayrışmadan sonra tekrar bir araya getirme sorunu daha ön plandadır. Bu bağlamda iletişim kurma stratejileri oldukça farklıdır. Bu noktada daha sorunlu olan – daha doğrusu modern mimarlığın kendisi için daha sorunlu olan – modern mimarlığın hem bir gelenek oluşturma çelişkisine düşmesini sağlayan hem de belki de ilerde "ördek" olmakla suçlanmasına neden olacak bu soru sormadan her zaman aynı yanıtı vermesidir. Diğer yandan, postmodern mimari tam da bu yok olan dil ve dilin sürekliliği gibi

bir durumu sorunsallaştırarak ilerlemeye çalışmıştır.13 Burada yazar için ikincil temel sorun olan postmodern mimarinin aşırı kişisel ve kuralsız ilerlemesi durumu birkaç konuyu akla getiriyor. Birincisi postmodernin modern karşısındaki duruşu temel olarak süreksizliği ve modernin yarattığı tabula rasa anlamsızlığının yerine bir anlam getirmek idi. Mimar ve Dil’de sorun olarak öne sürülen ise bu çaba değil bu çabanın çok keyfi olarak yapılmasıdır. Bu keyfiyeti yok etme konusunda söylenebilecek en önemli şey zaten bu keyfiyetin mimarlığın kendisi olma durumudur çünkü postmodern mimarlık da belirli bir bağlamı olan tarihsel bir süreçtir ve sonuçta modern mimari ile diyalog içindedir. Kurmaya çalıştığı durumun onun üstünden değerlendirileceğini bilmektedir ve bir anlamda bu keyfiyet bir şekilde modern mimarlığın nasıl bir "ördeğe" dönüştüğünü göstermek için détournement14 işlevi de görmektedir. Bu keyfilik de birçok bakımdan bu tezatlığı göstermenin tezahürleri olarak ortaya çıkıyordu. Fischer’in mimarlıkta devrimleri gereksiz, hatta zararlı görmesi15 bir şekilde realpolitik16 bir duruştur. Mimarlığın buradaki rolü avangart olmayacağı gibi yeni de değildir.17 Başka bir deyişle öncü bir manifester duruşa sahip olamayacağı gibi eskinin yerine de talip değildir. Mimarlığın da bu anlamda manifesto üretmeyen bir disiplin haline gelmesi gerekir. Çünkü her anlam ve her olgu yerelde çözülen bir kaygıya dönüşmektedir. Bu yerellik vurgusu bir şekilde evrensel olanı dışlayıcı bir yapıya da sahip olacaktır. Bu realpolitik duruş da Mies’in ya da Le Corbusier’nin ilkelerinin kötüye kullanımı gibi kötüye kullanılabilir.18 Manifestolar üretmeyen bir mimarlığın fasit dairesi içinde kurgulanmış böyle bir işleyişin19 mimarlığı salt pratik bir eyleme dönüştürme riski de vardır. Mimarlık söylemi ve kuramı da bu anlamda geçerliliğini yitirecektir. Nasıl yapmalı ya da nasıl yapılıyor20 gibi sorulara da



EX LIBRIS MART 2016 - XXI 12

gerek yoktur. Birincisine gerek olmama sebebi tıpkı Gotik ya da Barok mimarlıkta olduğu gibi nasıl mimarlık yapmak gerektiğinin aşikar olduğudur. Bu anlamda mimarlık kuramı da anlamını yitirecektir çünkü ortada çeşitli mimarlıklar olmayacaktır, yerine jenerik bir mimarlık olacaktır. İçinde bu kadar çoğunluğu barındıran bir bütün ne söyleme ne de kurama gerek duymayacaktır. Tanyeli’nin Barok Mimarlığı anlatırken kullandığı gibi o dönemde çeşitli kalıplar olduğu için, mimarlar o kalıplar bütününden birkaç tanesini seçiyorlardı. Ama burada önemli olan bu mimarlıkların hepsinin Barok mimarlık olarak adlandırılması ve mimarın nasıl mimarlık yapmalıyım sorusunu açıkça sormamasıdır. Yapılacak olan şey sadece Barok ya da Gotik mimarlık olabilirdi ve bunun dışına çıkmak bir tür kakofoni yaratıyordu ve asla değerlendirilmeye alınamazdı. Burada önemli olan vurgu Barok ve Gotik dönem mimarlıklarının zaten belli bir kalıbı uygulamaları ve ekstradan nasıl mimarlık yapılmalı gibi bir söylem içine ya da nasıl mimarlık yapılıyor gibi bir kalıp içine girmemeleridir. Böyle bir ortamda her şey tahakküm altındadır ve kalıplaşmıştır. Ancak böyle bir kapalı devrede her şey anlamlı ve uyumlu gözükebilir. Ama tam da bu kapalı devre, mimarlığı bir düşünsel aktivite aracı olmaktan çıkarıp salt bir zanaat haline getirebilir. Çünkü gerçekten de mimarlık uzun yıllar bu şekilde icra edilmişti ve bunun temel gerekçelerinden biri başka türlü olabilme ihtimalini ortaya koyacak araçların üretilmemesiydi. Üzerinde kafa yorulabilecek tek bir mimarlık

vardı. Onun dışında başka bir yapma biçimi yoktu. Zaten mimarlık da salt konstrüktif bir çabaydı.

düşünceye egemen oluyordu, içerikle ilgili tüm

Enn Ots and Michael Alfano, Decoding

girişimleri, mimari grafiğin pırıltılarıyla çiğneyip

Theoryspeak: An Illustrated Guide to Architectural

geçiyordu, köşeye sıkıştırıyordu ve nihayet

Theory (London: Taylor & Francis, 2010), 160. 14 Détournement: Belirli bir konuyu, hileli

Kaynakça:

susturuyordu.” Ibid. 4 Ibid.

- Bilgin, İhsan. “Oud’un Sentezi.” Arredamento

6 İhsan Bilgin, “Oud’un Sentezi,” Arredamento

tasarlandığından farklı bir açıdan sunma bkz.

Mimarlık 140 (2001): 98–105.

Mimarlık 140 (2001): 98–105.

Hilde Heynen, “New Babylon: Ütopyanın

-———. “Serbest Plan, Serbest Cephe, Serbest

Bilgin’in burada ortaya koyduğu saptama De Stijl

Çelişkileri,” Mimarlık ve Modernite: Bir Eleştiri

Ev.” Cogito 18, no. Bir Anatomi Dersi: Ev (1999):

akımının önde gelen temsilcilerinden J.J.P. Oud’u

144–157.

Fischer’in tabiriyle ‘değerler sisteminin yok

içinde (İstanbul: Versus Yayınları, 2011), 212. 15 “20’li yıllardaki devrimin her şeyi ne kadar

- Conrads, Ulrich. 20. Yüzyıl Mimarisinde Program

edildiği’ bir dönemde sentez yapma zorunluluğuna

derinden etkilemiş olduğu da böylece anlaşılır:

ve Manifestolar. Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, 1991.

götüren unsurdur. Bu cul de sac için J.J.P. Oud’un

Sözkonusu olan, yalnızca gönderim şifrelerinin

- Fischer, Günther. Mimarlık ve Dil. İstanbul:

kurguladığı ve 1920’li yılların en radikal

değişmesi, daha önce bilinmeyen yeni ifadelerin,

Daimon, 2015.

dönemlerinde atılmış bazılarınca bir geri adım

anlatım biçimlerinin dolaşıma girmesi değil (bu

- Heynen, Hilde. “New Babylon: Ütopyanın

olarak nitelendirilebilecek seçim “başlangıçta

mimarlık tarihinde hep rastlanan görece normal

Çelişkileri.” In Mimarlık ve Modernite: Bir Eleştiri,

verilmiş genel cevapla yetinmeyip, her seferinde

bir süreçtir), tersine temeldeki bir değerler

207–236. İstanbul: Versus Yayınları, 2011.

yeniden sormak”(Ibid.) olmuş ve bu bağlamda De

sisteminin yok olması, önem ve değer

- Jencks, Charles, and K. Kropf. Theories and

Kiefhoek yerleşmesinde bahçe-şehir geleneğinin

sıralamasında özenle korunmuş, içselleştirilmiş,

Manifestoes of Contemporary Architecture.

sıra-evlerini bahçe-şehir estetiğinin kodlarına

ayrıntıları saptanmış yapısal şifrelerin radikal bir

Academy Editions, 1997.

şekilde yıkılması demektir.” (Fischer, Mimarlık ve

- Leach, Neil. “The Dark Side of the Domus.” The

sıkışıp kalmadan kullanmıştır. 6 Fischer, Mimarlık ve Dil. Bu bağlamda metinde

Journal of Architecture 3, no. 1 (January 1998):

verilen örnekler arasında İşlevselcilik,

Dil, 114.) 16 Burada realpolitikten kasıt var olan duruma

31–42. doi:10.1080/136023698374297.

Konstrüktivizm, Bağlamsalcılık ve Formalizm

uygun hareket etme ve bunun dışına çıkmama

- Ots, Enn, and Michael Alfano. Decoding Theoryspeak: An Illustrated Guide to Architectural

bulunmaktadır. 7 İhsan Bilgin, “Serbest Plan, Serbest Cephe,

şeklindedir. 17 Tanju, “Avangart Hemen Şimdi.”

Theory. London: Taylor & Francis, 2010.

Serbest Ev,” Cogito 18, no. Bir Anatomi Dersi: Ev

18 Kozmopolit olmayan bu tür bir anlayışa dair bir

- Tanju, Bülent. “Avangart Hemen Şimdi.”

tartışma için bkz. Neil Leach, “The Dark Side of

Arredamento Mimarlık no. 2 (2003): 57–58.

(1999): 154. 8 Bilgin, “Serbest Plan, Serbest Cephe, Serbest Ev.”

- Tanyeli, Uğur. “Merkezde ve Periferide Avangart.”

9 Bilgin, “Oud’un Sentezi.”

(January 1998): 31–42,

Arredamento Mimarlık 2 (2003): 59–61.

10 “Genellikle varsayılanın aksine avangart kavramı

- ———. “Söylem ve Kuram: Mimari Bilgi Alanının

ve mimarlık pratiği arasındaki ilişki biçimi, hem

doi:10.1080/136023698374297. 19 Bir anlamda Mimarlık ve Dil manifestolara karşı

Sınırlarını Çizmek.” In Rüya, İnşa, İtiraz: Mimari

geçmişte hem de bugün, neredeyse ilişkisizlik

olan bir anti-manifesto olarak nitelendirilebilir

Eleştiri Metinleri, 223–235. İstanbul: Boyut

olarak tanımlanabilir.” (Bülent Tanju, “Avangart

çünkü hem U. Conrads’ın hem de C. Jencks’in

Yayıncılık, 2013.

Hemen Şimdi,” Arredamento Mimarlık no. 2

antolojileri kapsamında belirtilen manifesto

(2003): 57–58.) 11 Üretici sistem sorunsalı belki de Oud’un

özelliklerine temelde karşı çıkmaktadır. Daha

öngörüp önlem almaya çalıştığı temel sorunlardan

20. Yüzyıl Mimarisinde Program ve Manifestolar

Daimon, 2015). 2 “Karşıtlıkları kullanmaktan vazgeçince ortaya

biridir ya da biçimsel olarak bunun üstesinden

(Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı, 1991). & Charles

gelmeye çalışan çeşitli megastrüktürist hareketler

Jencks and K. Kropf, Theories and Manifestoes of

anlam yitimi çıkar. Buna iyi bir örnek (karşıtlıkların

olagelmiştir. 12 Uğur Tanyeli, “Merkezde ve Periferide

Contemporary Architecture (Academy Editions,

Notlar: 1 Günther Fischer, Mimarlık ve Dil (İstanbul:

işlevlerine de iyi bir örnek) olarak Adolf Loos’un, tamamen lüzumsuz olduğunu söyleyerek yerin dibine batırdığı, alçı kabartmalar ve yalancı mermerle yapılan süsleme sistemleridir.” Ibid. 3 “bu gelişme önlenemez bir biçimde mimari

Avangart,” Arredamento Mimarlık 2 (2003): 59–61. 13 Tom Porter’ın belirttiği gibi “[P]ostmodernizm

karakterini teşhir etmek için resmi olarak

the Domus,” The Journal of Architecture 3, no. 1

detaylı bir karşılaştırma için bkz. Ulrich Conrads,

1997). 20 Uğur Tanyeli, “Söylem ve Kuram: Mimari Bilgi Alanının Sınırlarını Çizmek,” Rüya, İnşa, İtiraz:

modern-öncesi mimarlık gibi anlamı aktaran bir

Mimari Eleştiri Metinleri içinde (İstanbul: Boyut

araç olarak mimarlıkta süslemeye kucak açmıştır.”

Yayıncılık, 2013), 223–235.

en solda: Friedrichstraße yarışma önerisi, Ludwig Mies van der Rohe, Berlin, 1921, fotomontaj solda: Mies van der Rohe, Bürohaus



“Tokileşme Dünyası”nın Sonuna Geldiğimizin Alametleri İyice Belirdi

MART 2016 - XXI 14

SORU İŞARETİ

“Total tasarım” düşlerinin temel paradokslarından biri de başlangıç aşamasında yalıtılmış bir alanda iş görmesiydi. İktidar güçlerinin ürettiği “disiplinci zeka” şehirlerin çok az bir bölümünü, daha çok altyapısal diyebileceğimiz ulaşım, altyapı, gazenerji dağıtımı, güvenlik gibi alanlarını kontrol edebiliyordu, yalnızca. Şehirler, hayat ise farklı bir mantıkla, bir ağ sistemi içinde kendisini yeniden üretiyordu. Ne zaman ki kapitalizm hayatı piyasa diktatörlüğü altına aldı, o zaman dünya korkunç felaketlerle yüz yüze kaldı. Toplulukların sanayi ürünleri gibi tasarlanmasının yarattığı krizlerin üzeri, elitlerin arasındaki karşıtlıklarla örtüldü. Canlıların ve cansızların hiçleştirilmesinin, robotlaştırılmasının yarattığı “travmatik gerçeklik”, ideolojilerle bastırıldı. Bu bastırmanın sonucu ise mutlak beyin ölümü gerçekleşmiş, piyasa güçleri tarafından ele geçirilmiş bir kamu yapılanması oldu. “Disiplinci zeka” şehri, piyasa güçleri tarafından işgal edilmeye hazır bir boşluk haline getirdi. Rüya görmek (Lacan’ın deyimiyle “arzunun gerçekliği”) çok daha tutarlıydı. Küçük bir elitin zihin dünyasında cereyan ediyordu ve şehri bu hayal dünyası içinde tanımlıyordu. Şehirleri uzmanlık alanlarına göre yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan “disiplinci zeka” hayatın yerine geçtiğinde her şeyi araçsallaştırdı ve mutlak bir beyin ölümüne yol açtı. Bu dönüşümü daha iyi anlatabilmek için semptomatik bir okuma yapmaya çalışalım: Muktedir rüyasında, şehri kurtarılması gereken bir yer olarak görür. Sürekli birileriyle cebelleşir, engellerle uğraşır. Ancak arzuladığı duruma bir türlü ulaşamaz. Uyanır ve rüyadan kurtulur, iktidarın elinde bulunduğunu hatırlar. Elindeki gücü kullanarak eyleme geçer. Ancak bu defa da kendisine itaat ediyormuş gibi yapan, çıkarlarını korumak için kendisine övgüler dizen kişilerle karşı karşıya kalır. Kendisi de aldatıldığının farkındadır ama yapabileceği bir şey yoktur, çaresizdir. Gerçeklerle yüzleşemez. Bu yüzden kendisine yalan söylemeyenleri düşmanı olarak algılar. Eylemlilikte bastırılması gereken “travmatik bir gerçeklik” olduğu içindir ki buna katlanamaz.

KORHAN GÜMÜŞ

Lacan rüyanın uyanık olma haline, eylemliliğe göre daha tutarlı olduğunu söylüyor. Rüyada kişinin “gerçekliğin çekirdeği”ne temas ettiği için uyandığını söylüyor. Yani kişi gerçeklikten kaçmak, uzaklaşmak için uyanıyor (1). Muktedirin eylemi, uyanma hali, başkalarını robotlaştırıcı dünyası rüyasındaki gibi gerçekliği taşıyabilecek güçte değil. Muktedirin hayatı tasarlama idealleri, eylemde şiddet üretiyor. Oysa herkesin rüya görme, hayal kurma

özgürlüğü var. Ancak hayaller başkaları üzerinden gerçekleştiğinde tecavüzlere, ölümlere, felaketlere yol açıyor. Arkasına kamu gücünü aldığında özgürlüğe değil, saldırıya dönüşüyor. Başkaları için neyin iyi, neyin kötü olduğunu kendilerinin karar verebileceğini zannediyor. Artık “Tokileşme Dünyası”nın sonuna geldiğimizin alametleri iyice belirdi: Bir tarafta fragmante olmuş, beyin ölümü gerçekleşmiş teknokratik kamu yapılanması, diğer tarafta kamu kılığına girmiş piyasa aktörleri, ayrıcalık sahipleri, fırsatçılar… Ancak umutsuz olmaya gerek yok. Ta işin başından beri bu beyin ölümünü engellemek için direnen ve üzerinde çalışılmaya açık bir modernleşme geçmişi, deneyimi var önümüzde. ÖRNEKLER ÜZERINDEN:

İstanbul dünyanın en büyük kentsel sur varlığına sahip olan şehir. Kuzeye doğru yaşanan gelişme nedeniyle tarihsel topoğrafyası içinde ortaçağ surlarını koruyabilmiş bir şehir. İstanbul elindeki bu muazzam zenginliği bile deneyselliğe, araştırmaya açmak yerine müteahhitlik çalışmalarına açtığı için yalnızca gelir transferi yaratmayı amaçlıyor. Evet, İstanbul tarihsel topoğrafyası içinde ortaçağdan kalma sur varlığını çeşitli nedenlerle koruyabilmiş, dünyadaki en büyük kentsel sur varlığına sahip olan şehir. Zannedersem artık “şehirdi” dememiz daha doğru olacak, çünkü yönetimler şehrin bu değerli varlığını müteahhitlik projeleriyle dönüştürerek, çevresindeki dokuyu kazıyarak ve imara açarak, yakınına otoyollar inşa ederek tahrip ettiler. Demek ki bir değerin varlığını sağlayan hazır bulunması değil; aynı zamanda onu işleyen, tanıyan, keşfeden insani emeğin bir sonucu. Öyleyse korunması gereken yalnızca surların nesne olarak varlığı mıdır, onu tanıyan, keşfeden, yorumlayan düşüncenin varlığı mıdır? Bu değeri, bilgiyi parayla ölçmek mümkün değil. En kapalı uçlu, teknik bir iş gibi gözüken mühendislik bile son derece yaratıcı bir çalışma alanı. Çok farklı yöntemlerle yaklaşmak mümkün. Kimisi bir heykel gibi kırılmış parçaların, çatlakların statik analizini yapabiliyor ve gözlem altına alabiliyor. Kimisi içindeki harçların tipolojisini çıkararak, esnekliğin higroskopik yapısının korunmasına bağlı olduğunu ve çevresindeki bostanların bununla ilişkili gösteriyor. Kimisi de çevresindeki üretim, yerleşim biçimleri üzerinde duruyor. Bunların surlar çevresindeki yaşamla bütünleştiğini, dolayısıyla çok öncelikli bir planlama metodolojisi öneriyor. Restorasyon çalışmalarındaki bilgi yönelimli süreçler ve alan


Peki sağlamıyor ise nasıl bir yöntem izleniyor? Öncelikle müdahalenin amacını belirlemek için başka tür bir meşruiyet gerekiyor. Müdahale neden gerekiyor? Bunu bir piyasa aktörüyle belirlerseniz, cevabı belli: Para kazanmak için! Kime sorsanız, verecekleri cevap belli: “Hadi oradan!” Burada yaşayan halkın tapulu mülkünün, kiracısı olduğu binanın üzerinde böyle bir hayal kurabilir elbette ağzı sulanan bir yatırımcı. Bu arzunun hayattaki karşılığı şiddet. Bu yüzden kamu yönetimlerinin görevi hayal dünyasını, eylemliliğin şiddetinden arındırmak.

Altını çizelim birinci faz piyasa aktörlerine kapalı. Bu koşulu çiğneyen, şiddeti seyreden bir yönetim suç işlemiş oluyor. Gelelim ikinci faza. Burada birinci fazdaki kuruluşların gözetiminde, açık uçlu bir çalışma sürecine geçiliyor. Diyelim kadınların kamusal hayata katılımıyla ilgili bir çalışma yapılacaksa kadın kuruluşları, küçük üreticilerle ilgili bir çalışma yapılacaksa istihdam geliştirmeyle ilgili kuruluşlar, eğitimse eğitim… Piyasa odaklı bir kentsel dönüşüm modeli öngörürseniz, planlama, tasarım gibi uğraşlar yatırımcıların mantığına göre gelişir. Örneğin İstanbul’un tarihsel varlıkları, surları için inşaatçı bir mantık hakim olur. Bu nedenle sürecin de piyasa aktörlerine, yatırımcılara kapalı olduğunu söylemeye gerek yok. Ayrıca bu ikinci faz, kamu kuruluşlarına da kapalı. Çünkü onların ürettikleri bilgi kamuya ait ve herkese de açık olmak zorunda. Hakim konumlarını kötüye kullanarak Sulukule’de olduğu gibi ayrıcalık elde etme imkanları yok. Bu koşulu çiğneyen suç işlemiş oluyor. (Mesela İTÜ adına katılmaya kalkmıştı bir mimar. Avrupa Komisyonu adına projeyi yöneten sorumlular tarafından bu kişi dışarıda bırakıldı, Fener Balat projesinde.) Üçüncü fazda ilişkisel bir yöntemle oluşan teklifler değerlendiriliyor ve semtte bir çalışma ofisi oluşturuluyor. Bu proje bürosu halka açık bir şekilde projeyi geliştiriyor. İsteyen bu hizmetten yararlanıyor, istemeyen yararlanmıyor. Zorla dayatmak da suç. Projeler bittikten sonra uygulama aşamasına geçiliyor ve ondan sonra, rekabet koşulları oluştuktan sonra, bu proje yönetimi ofisinin denetiminde,

- Önce ihale sistemi değişmeli. Bugün kamu proje hizmetlerini ihale sistemiyle alıyor. İhale kamu ile piyasa aktörleri arasındaki ilişkileri düzenleyen bir sistem. Tasarım, ürün geliştirme, araştırma gibi yaratıcı faaliyetler tıpkı sanat ürünleri gibi piyasa-dışı ilişkiler içinde üretilir. Kereste bile satın alacak olsanız, miktarını, evsafını bilmeniz gerekir. Bu hizmetler ihale sistemiyle ölçülebilir emek türleri değil. Bilgi üretimi açık uçlu bir süreçtir ve farklı değerlendirme yöntemleriyle geliştirilir. Bürokratlardan oluşan değerlendirme organlarıyla yaratıcılık teşvik edilemez. - Tasarım alanı, ürün, fikir araştırma ve geliştirme alanı disipliner ayrımların ötesine geçecek bir yöntemle örgütlenmeli. İlişkisel bir çalışma alanı oluşturmak için çok öncelikli, çok taraflı yönetim organları, deneyimleri geliştirilmeli. Teknokratik kamu modelinin sınırları aşılmalı, yönetimler disipliner ayrımların ötesi bir konuma kavuşturulmalı. Bunun için yerelde çok-aktörlü yönlendirme yapısına sahip, entegre, “misyon odaklı” örgütlenmeler geliştirilmeli. -Şehirle ilgili projeler uluslararası kurumlara eşit koşullarda açılmalı. Nasıl başka yerde uzmanlar küresel rekabet koşullarında hareket ediyorsa, kamu ürünleri, hizmetleri de küresel rekabetten yoksun olmamalı. Yani hayal kurmak serbest olmalı, şiddet yasaklanmalı! *Slavoj Zizek, Marx Semptomu Nasıl İcat Etti? sf. 482, İdeolojiyi Haritalamak, Dipnot Yayınları, 2013

15 XXI - MART 2016

yönetimi uygulamalarındaki çok öncelikli, çok taraflı çalışmalar şehri en çok zenginleştirecek konular. Yalnızca surları değil, çevresinde yer alan üretim faaliyetlerini ele alalım: Kara surlarının depremlerde esnekliğini sağlayan harçlarının higroskopik yapısının çevresindeki tarım faaliyetleriyle ilişkisi var, örneğin. Bu araştırmaları ihale sistemiyle gerçekleştirebilir misiniz? İstanbul’daki arkeolojik araştırmaları hafriyat şirketlerine yaptırabilir misiniz? Bu yüzden surların yakınından gelişigüzel geçirilen otoyolların, gösteriş amaçlı park düzenlemelerinin, rezidans, lojman, spor salonu gibi inşaatların, her kuruluşun kendi kafasına göre gerçekleştirdiği projelerin verdikleri zarardan geri dönüş yok. Gene kara surlarının bazı bölümlerinde yapılan çalışmalar yıkılan bölümlerin tamamlanmak yerine kendi iç gerilimleri incelenerek yapılacak müdahalelerle çok daha sürdürülebilir olacağını kanıtlıyor. Restorasyon denen faaliyet sonuçta benzeterek taklit etme sanatı değil, değerleri keşfetmeye dayanan bir uğraş. Restorasyon adı altında inşaat çalışmalarını gerçekleştiren müteahhitlerin ve onlara güya danışmanlık hizmeti veren kurumların böyle bir ilişkisel yaklaşımı gözetmeleri, geliştirmeleri mümkün değil. Bu yüzden yalnızca sonuçlara değil, “Tokileşme Dünyası”nın nasıl işlediğine bir bakalım: Hiç şüphesiz herkesin olduğu gibi bu konularda çalışan kişilerin de hayal kurma hakları var. Ama halka kendi hayallerini dayatma hakları yok. Hayallerini dayatmaya, fiziksel şiddete dönüştüren ise kamu yönetiminden aldıkları icazet. Bu koşulda soru yalnızca şundan ibaret: Kamu yöneticisinin seçimle iktidara gelmiş olması acaba bu hayalin gerçeğe dönüştürülmesi için uzmanlara yeterli meşruiyeti sağlıyor mu? Demokratik yönetimlerde bunun cevabı “sağlamıyor!”

REHABILITASYON IÇIN NE GEREKLI?

SORU İŞARETİ

crıstoforo buondelmontı'nin 1422 tarihli istanbul haritasında surlar

Saldırıyı engellemenin cezalandırma dışındaki "önleyici" hukuki düzenlemesi ise şöyle: Birinci fazda, yani fizibilite aşamasında (kamusal nitelikli bir karar olan) müdahalenin çerçevesini belirlemek için meslek odalarından oluşan bir komite oluşturuluyor. Bu kuruluşlar programı belirliyor, halka danışarak. Çalışılacak bölgedeki halkın sorunları nelerdir, hangi konularda çalışmak gerekir, kimler bu işi yapabilir diyerek. Sonra bu program halkın onayını alarak, hizmet almak isteyen kişilerin tercihine bırakılarak ikinci faza geçiliyor. Bu aşamada kamu yönetimi ayıracağı bütçeyi belirliyor.

müteahhitlerden veya STK’lardan hizmet alınıyor. Bu aşamada her konuda yapılacak işler tanımlandıktan sonra, ihale yapılabiliyor. Bunların da yalnızca fiziksel mekana ilişkin olmadığının tekrar altını çizelim. Örneğin; küçük üreticiler için geliştirilen projede satın alınacak alet, ekipman gibi.


MART 2016 - XXI 16

FOTO-ALTI

İnsansızlık Endişesi

Derginin bir sayısının iyi olduğunu ya da okuduğum bir kitabın fevkalade olduğunu düşündüğümde hemen ardından içimi bir endişe kaplıyor, ya kimse okumazsa diye. Aynı endişe üçboyutlu çizimlerini gördüğüm kasaba yarışmaları projelerinde de ortaya çıkıyor. Her şey pek ala ama ya kimse kullanmazsa bu yapıları? Paris’e zamanında iliştirilmiş, artık kentle fiziksel olarak bütünleşmiş La Defense’tan bu fotoğrafla karşılaşınca o endişenin somutlaşmış halini gördüm sanki. Kuşlar insanlardan daha çoktu. Endişelendim. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş



Queer Sanat Manifestosu

ad alabilecek (doğru, ışın, vb.), tekrar üretilebilir bir sözlükçeye tabi olması, İntro’nun sonunda değindiğim üzere, bir safsatadır.

-Umberto Eco’nun anısına0. İNTRO

DÖNME DOLAP

Çizgiyle ne çok şey yapıyorsunuz. Ama çizgi hiçbir şey inşa etmez. Arzuyla güçsüzlüğü bir arada tahayyül etmemiz queer bir çizgi kuramı için ilk sorudur. Hetero-arzudan söz etmeyeceğim. Çizginin kesişmelerini pratik olanaksızlığından dolayı reddediyorum. Kesişimin üçüncü boyutta karşılığı yoktur; ikinci boyutta temsili bir anlatımdan ibarettir. (Geçişme çizgide kapsam dışındadır.) Öklitçi olanolmayan geometrileri, önümüze geldiği gibi sofraya sürmemiz, neresinden bakılsa çiğlik değil mi? Geometri kurallarıysa bir piyesten ibaret; çizgi bu piyeste sirk hayvanına döndürüldüyse, buna “bilimsel ispat” demenin yolu yok... Her adlandırmayı (Tuiavii gibi, küçümseyen bir) gülmeyle karşılıyorum...

MART 2016 - XXI 18

A’dan B’ye bir çizgiyle gidiyorum; bu çizgi bir eğridir. Sayısız eğri çizebilecek olmamın bir anlamı yok. İlk eğri sonrakileri koşullar. İlk çizgiyle, çizgi-oluş’un eşiğindeyim; çizgilerim, eğrilikleri bilinen ama tanımlanamayan bir eğri-oluş içinde var olacaktır. Çizgi-oluş’un içinde, artık kapalı şekil diye bir şeyin olamayacağı görüldüğüne göre, çizginin figürü izlemediğini, kendi figürleşmesini kurduğunu ama bu figürleşmenin özbilinciyle dolmadığını da anlamam gerek.

1. SPIRAL

2. ORGANLAŞMA

Queer bir çizgi sanatının nereden çıkabileceğini ortaya koymalıyım. Kalemimle kağıda küçük bir daire çizsem ve başlangıç noktasına yaklaşırken kalemin ucu dışa sapsa, yuvarlağın dış hattını izleyerek ilkel bir spiral oluştururum. Yeni çizgi, iki halkaya değmeyecek kadar uzak, ondan ayrılıp değişmeyecek kadar yakın olmalı.

Fluxus’u yad ederek: “Bir çizgi çizin ve peşinden gidin.“ İşte size sanat! Bayır aşağı bir tekerleği kovalayan çocuğun deliliğine denk sanat! Deliliğinin, çizgi-oluş’un peşinden git. Organlaşma, bunu ağırbaşlı biçimde yapar.

Boş sayfanın ortasına, düz bir hat boyunca şunu yazıyorum: “1-2-3-4-5”. Şimdi, 3’ten 4’e yukarıdan bir yarım daire çiziyorum. 4’ten 2’ye aşağıdan bir başka yarım daire. 2’den 5’e yukarından ikinci, 5’ten 1’e aşağıdan ikinci yarım halka. Oulipo için temel bir yazınsal form olan basit spiralin adımları oluştu. Bu sürece “organlaşma” adını vereceğim. Organlaşma, 1’den sonsuza uzanan dizinin herhangi bir noktasından başlayarak, dışa doğru, tek-yönlü yayılan halkalanma ve üreme biçimidir. Çizgi katmanlarının birbiri üzerine yapışarak büyüyüp geliştiği, güçlenip dokulaştığı, direnç kazanıp organlaştığı bir süreçten bahsediyorum. Çizgi kendi üzerine sarıldıkça belirginleşir ve bir organizmaya dönüşmeye çalışır.

LEVENT ŞENTÜRK

O halde bu kez A’dan B’ye çizginin tek seferlik olduğunu düşünerek yeniden çizelim, B’den A’ya aynı hat üzerinde dönemem çünkü artık orada çizgi var, yenisini çizmeliyim; “dolanmalıyım”, başka bir yol izlemeliyim.

Çizgi A’dan B’ye sonsuz kez yeniden çizilebilir mi? Hayır. A’dan B’ye, B’den A’ya, bu iki noktaya, sırayla dokunabiliriz; gözle, elle veya dolaylanmış her şeyle. Bu edim çizgi olmayacaktır, sadece bir bağdır. Çizgi başka bir şeydir. Çizginin her seferinde başka bir

Çizginin “queer dönüş”ünü açıklayabilmek için organlaşmanın öyküsünü geliştirmem ve sonucuna ulaştırmam gerek. Yukarıda çizdiğim ilk spirali hatırlıyorum; kağıt üzerinde dalıp gidiyor ve spirali özenle büyütmeye devam ediyorum. Spiralin büyüdükçe kendine güveni geliyor ve şımarmak istiyor; dönenip durmaktan bıkmış, yeni şeyler denemek istiyor. Sardığı yuvarlak üzerinde dışa doğru kıvrım yapar, bir tur atınca bu tepecik kabarır. Buna “spiralin eşinmesi” diyelim; ve sonra çukurunu örten bir köpek gibi eski kararlı ve arzusuz haline döner. Spiral “A” ise, keyfi sapma “b” olsun (eşinme). A’nın “b”yi sarmalaması, sapmanın tolere edilmesi, çukurun örtülmesi, yani “C”dir ve “A”nın biraz başkalaşmış halidir. Sonra A’ya döner; arzu gömülmüştür ama oradadır. Buna “AbCA” formülü diyebilirim. Bu, organlaşmanın sapma krizine karşı (arzuya karşı) evrimsel başarı kazanma şemasıdır.


Çizginin organlaşmayı dikey çarpmalarla zorlaması buna benzer. Çizgideki “tersine dönme” (ya da “queer dönüş”) taş kaydırmada şuna denk gelecekti: Taş yükselip suya çarpar, her çarpmayla su yüzeyinde yaylanır ve havaya fırlatılır, en sonunda su taşı göğe yollar; taş, su tarafından dönüşe uğratılmıştır.

4. ORGANSIZ BEDEN

3. DÖNÜŞ

Peki ya arzu bastırılamayacak kadar büyükse, “AbCA” işe yaramazsa? Tepecik yükselir, sivilce gibi şişer; çizgi ise her tur atışında, bu şişlikten aşağıya, gitgide daha dik biçimde düşmeye başlar. Teğetlik bozulmuştur ve çarpmalar şiddetlenmiştir. Çizgiyi “queer dönüş”e, geriye doğru kıvrılmaya zorlayanın bu çarpmalar olduğunu öne sürebileceğim “tektonik” açıklamaydı bu. Sapma tepeciği, çizgiyi kararsızlaştırmış, çarpmalar sekmeleri hazırlamıştır. Topu ileri doğru attığınızda, yerden ileri doğru seker. Yüksekten serbest düşmeye bırakınca sekmelerin yönü kararsızlaşır, kimi atışların geri dönme riski ortaya çıkar. Çizgi-oluş’ta, bu türden “queer dönüş” içkindir. Bir kriz anını imlemez. Özne, biçimler ve varlıklar tasarlar; bizim durumumuzda “mimar özne”, tasarlayandır. Çizgi-oluş’ta, öznenin bir şeyler tasarlayışını askıya alan kuralsızlığın arzusudur, arzunun kuralsızlığıdır. Başka bir örnekle açıklayayım: Göl kıyısında taş kaydırıyorum. Yassı taş suya paralel gidiyor. Taş kaydırmada katastrofik bir farklılık oluştuğunu düşünelim: Taşın suya her çarpmada gitgide parabolleşen rotalar izlediğini, sonunda yavaşlayıp

Yeniden organlaşmaya dönelim; bu kez “dönüş”ün organlaşma için ne gibi değişimlere gebe olduğu bütün çarpıcılığıyla görülür: 1. Organlaşma ardışık ve sıralı katmanlaşmadır. 2. Büyüyen, merkezcil ve tek yönlü bir sarmalanma hareketidir. 3. Çizgiyle ilişkiler daima teğettir ve... 4. merkezkaç kuvveti egemendir. 5. Organlaşma eşit bir yapılaşmadır ve sarmalanarak büyüdükçe, çeperi genişlediğinden, gittikçe... 6. yavaşladığı duygusunu yaratır. 7. Düzenli bir yapı sergiler,... 8. oluşumunda genler etkilidir ve... 9. evrimleşir (AbCA). Organda “dönüş”le beraber kanserleşmeler (yahut ülserleşmeler) başlar. Bunlara tek tek bakalım: 1’. Ardışık yapılar rastgele ve sırasız hale gelmiştir. 2’. Büyüme yerine sıçramalı ve tekrarlayan asimetrik büyümeler belirir. Merkezcilliği bozan, sonsuz odaklılık ve dolayısıyla sonsuz doğumluluktur. (Nietzsche, “Bengi dönüş”.) Tek yönlülük geri-dönüşe evrilmiştir. Merkezcillik bozulur, merkezsizlik olgusu ortaya çıkar çünkü çizgi-oluş’ta çizgiler kopuk kopuktur; ucunu kaldırmadan yazan kalemin tekliğince süregitme yoktur. 3’. Teğet çiziliş, paradoksal şekilde, merkeze ve çepere aynı anda yönelmeye bırakır yerini. 4’. Merkezkaç kuvveti hükmünü yitirmiştir, çekim kuvvetine bağlı olmayan hareketler vardır. Sanki başka fizik yasaları aynı anda devrededir. 5’. Çekimle çekimsizlik eş anlı görülebilmektedir. Eşit büyüyen “organ”, “dönüş”ten sonra kanserleşirken eşitsizce yığışabilir ve bunu sınırsızca uzayan lifleşmelerle yapar. 6’. Yavaşlamada çok dramatik bir değişim söz konusudur: Çünkü yavaşladığında, çizgi-oluş “otokatalitik” bir kalkışmayla, yığışmaları devreye sokar ve yeniden hızlanır. 7’. Düzenin bozulması, kendini her noktada özgürce sapmalar üretmesinde gösterir.

5. KANSERLEŞME/ÜLSERLEŞME

Şimdi dönüşün üçüncü boyutta ne anlama gelebileceğini, yumak sarma örneğiyle açıklamaya çalışacağım. İpi çekiyorum, çektikçe aynı yönde sararak yumak yapıyorum. Bir anlığına, sarma yönünü unutup ters yönde sarmaya başlayabilirdim. Burada aynı “dönüş” yaşanır. İp “u dönüşü” yapar, küçük bir boşa çıkış sonrasında yumak büyümesine ters yönde devam eder. Burada organlaşmanın “AbCA” sentezi geçerlidir, sapma tolere edilmiştir. Yumakta benzer bir kanserleşme (dönüş sonrası koşulları, “içkin dönüş”) elde etmek için, dönüşleri sıklaştırmalıyım. Birkaç tur düzüne, sonra yeniden tersine, yeniden düzüne sararım, yumak bir anda dağılır, dolaşık öbek gövdeden ayrılıp karışır. Çizgi-oluş’ta, (hep ilerleyeceği yerde) geri dönen (sapkın) çizginin yukarı-aşağı “volta attığını”, kararsızlığını defalarca ve kasten gösterdiğini varsaymalıyız. Kötü niyetli bir kararsızlıkla işleri birbirine karıştırmak ister. Kısa sürede, küçük bir uzamda fazlalık ve yığışma meydana gelir; artık çizgi bu yığının üzerinde kalamayıp iki ucundan düşe düşe, ilk dolandığı gövdeyle dikine katmanlaşmalara (çarpmalara) girer. Bu durum, mekansal açıdan, yerde yürürken duvarda yürümeye başlamaya benzer. Yön değişikliği, eşitsiz birikmelerin, yönsüz oluşların, merkezsiz yığılmaların ve başka morfolojilerin önünü açan kanserleşmedir – devrimsel dönemeç. Queer dönüşün tekrarı, başka ölçeklerde, artan queerleşmelere yol açmıştır: Çizginin yersiz yurtsuzlaşması... Bu, kuşkusuz, çöken türde bir kanserleşmedir. Bir de fırlayan türde olanına bakalım: Çökmenin dışa doğru olan türü, yukarı doğru bir filiz; sonrakiler bu ilk filize tırmanarak, boşluğu tutunulacak bir uzama çevirmeye koyulur.

19 XXI - MART 2016

Arzuyla tanışmamış organlaşma için bu “tersine dönme” bir eşiktir. Çizginin geriye doğru kıvrılması, “u dönüşü” yapması katastrofik bir aşırılıktır. Organlaşmanın kuşkuları kabarır: “Ya bu geriye dönen sekmeler, ortada sebep yokken yinelenmeye başlarsa?” –Buraya döneceğim.

Organizmanın tek yönlü spiralleşmesini “organlaşma” diye tanımladıktan sonra, hacimselleşmenin, zarflamanın, sarmalamanın, disiplinli tekrarın; kısacası yaratıcılığı elden bırakmış gücün edimleriyle karşılaşırız. Yaşam kuvvetini kararlı şekilde çizgisel ilerleyişe sahip kuvvet gibi aldığımızda, dönüşü sapma, “azalan kuvvetin karşı kuvvetle alt edilmesi” gibi açıklamalarla geçiştirmek zorunda kalırdık. Oysa yaşam kuvveti zaten queer kararsızlığa sahiptir, dönüşlerin içkin olduğu değişken kuvvettir.

DÖNME DOLAP

Burada, suya içkin olmayan bir özelliğin aniden ortaya çıktığını, suyun normalde yapamayacağı bir şeyi, bir tansığı gerçekleştirdiğini düşünme eğilimindeyiz. Oysa çizgi-oluş bu tür tansıklarla doludur ve “dönüş” sadece başlangıçtır.

8’. Organın genetik, öngörülebilir ilerleyişine kastetmiş dönüş çizgisi, kalıtım-dışı, daha önce hiç görülmemiş, ilk ve son kez rastlanacak felaketler, yani tekillikler üretir olmuştur. 9’. Üreme mutasyonla sekteye uğratılmıştır. Bu şematik örneklemeyle, dönüş sonrasının oluş koşullarını, kanserleşmeyi saptadım sanırım. Çizginin “u dönüşü”nü, heterosantrizmden homoerotizme “bilinmeyen bir sapma”yla dönüş gibi açıklama yanılgısına düşmeyeceğim. Bu, havaya fırlatılan topun yere dönmesine yol açan g ivmesinin açıklanmasına benzer bir aksiyoma yol açar.

çizimler: Levent Şentürk

batacağı yerde iyice hızlanıp suya balıklama dalarak kaybolduğunu...


6. ÇIZGI-OLUŞ

Çizgi-oluş, enerjik kıvrılmalarla ve bükülmelerle tekrarlanıp duran hareketlilik gibi görünür. Oysa bu, zamanda ve mekanda hareket değil, kendi üzerine dönüştür. Kendi ilerlemesiz gidişini izleyerek, dönüşlerin tekrarlayan yığılmalarıyla ürer. “Kendi üzerine dönüş”, öznenin trajik bir an’ı olabilir; oysa çizgi-oluş’ta kendi üzerine dönüşün sayısız biçimi vardır. Kesişmesiz dönüş, çizginin tekrarlarını uzamsallaştırır. Hat boyunca ilerler, tam dönüş yapıp aynı hattın yanından geçer. Bir alanı niceliksel olarak dolduran bezemeden farklı olarak, çizgi-oluş tek boyutluluğun arzusudur. Çizgi, boşluktan çıkan varlık değil, boşlukta kalan boşluktur. Çizgi dönüp kendi hattına yeniden öykündüğünde, ikinci çizgi oluştuğunda bu “kopyalama” değil, “süreğenlik”tir. Çizgi uzamaz, gövdeleşir; dolanım, çizgi-oluşun erotizmidir.

MART 2016 - XXI 20

DÖNME DOLAP

Çizginin geride bırakılmış katmanlarında başlangıçlarını aramak boşuna. Anakronik bir arkeoloji çalışması olurdu bu... Başlangıç, devamlı yer değiştirir; çünkü her yerde yeniden başlayan oluşlar vardır. Her seferinde aynı yoğunlukta başlangıçlar oluşabilir ve önceki başlangıçları ve urlaşmaları inkar veya iptal etmez bunlar; geçersizleştirmez, ötekileştirmezler. Yeni çizgi-oluş’lar, öncekilerin önce-gelmesini hatırlamaz; onlarla bir soy ortaklığı veya kader birliği de kurmaz. Çizgi-oluş’lar, başkalarını içerir ve eklemlerken yutmalar, yanaşmalar, örtmeler, vb. olabilir. Kıvrılma genlikleri değiştiğinde, çizginin yeni morfolojiler oluşturduğunu varsayarız. Ama çizgioluş kendi çizdiği morfolojinin olanaksızlığıdır; çünkü çizdiği şey olarak kalamaz. Tanınabilir ve sınanabilir biçimler üretmek için yapılmamıştır; saf arzu olduğundan, kararlı biçimler üretmiş olsa bile, onları bozacak şekilde kıvrılıp bükülmeye, dönmeye, sarmaya ve yeniden-sarmaya devam eder. 7. BAŞKA “ARKADAN YAKLAŞIMLAR”

Serbest uçlar, takip edilemeyecek derecede möbiuslaşmış katmanlaşmaları sağlar; bir ucun, çok önceki bir uçla beklenmedik bağlanması, sözgelimi. Oluş sırasının okunaksızlığı çizgi-oluş’un başlıca belirtilerindendir. Bu, queer yapısızlığın indirgenemez tümleşikliğidir de: Analize direnen sapmalar toplamı... Dönüş, sekme, zikzaklaşma ve kanserleşme: Beklenmedik yapıların oluşmasına dirençsiz organizmanın hükmüne son veren oluşumlar. Organlaşmayla aynı yasaları kullanır gibi görünen hilekar bir ters-yapı, tersine-çizgi: Queer dönüşün “canavar” çizgisi, kanserleşmedir. Denetimsiz yapışmalar olarak büyüyen yumrular görülür. “Yabancı/Canavar” doku, yabancı oluşunda

dahi tutarlı değildir. Ana dokuya (organlaşmaya) yapışan ilk yabancı dokudan sonrakiler, birbirine benzemez. Benzemezlik yinelenmez, hiçbir şey yinelenmez ama yine de her şey tekrarlara dayalıdır! Böylece salt heterojenliktir; yani “arzu olarak yayılma”yı başarır ve ilk gövdeyi (organlaşmayı) herhangi bir arzu formuna dönüştürüp sıradanlaştırır, onun ilksellik statüsünü hiçleştirir, gömer. “Yaratıcısını kendi gövdesine gömen bir yaratık”! Kılıcal lifler, uzun dalgalanışlar, çizgili kaslaşmalar ve aşırı-yinelemeli aşırılıklar diye adlandırılabilecek görünümleri vardır. Aşırı homojenite biçiminde tezahür eden queer formlara da rastlanır: Aşırı tekdüzeliğin heterojenliği... Konvansiyonel olmayan organlardır artık söz konusu olan; büyük sapmalarla yumrulaşan devasa doluluklar. Saf arzu, geri-dönüşü istediği kadar yineleyerek organ üzerinde eşitsiz birikmelere yol açarak işe koyulmuştur ilk başta. Boşluğa atlayan çizgi, kendi biriktirmesinden kurtulup organizmanın son katına yeniden yapışarak başka sıçrayışlara hazırlanmıştır. Boşluğa sıçramış çengelin varsayımsal bir merkezi örmeye koyulması, sap yığınlarını ve başçıkları oluşturur. Kendi başlangıcına değmek, rizomatik arzunun pratiklerinden biridir. Bu, defalarca olur ve bundan kalıplar ürer. “Ucunu sonuna bağlamak”, konvansiyonel organlaşmada döngüsellik diye adlandırılabilir. Oysa çizgi-oluş’un saf arzusunda bu, birbirinin boşluklarına sızan kanserli dokulaşmalar demektir. Dönüşler arası bağlantılar... Bir dönüşe yeniden dönen dönüşler. Dönüşlerin buluşma yerleri. Nodlar, düğüm noktaları, sinir düğümleri... Döngüsel mikro nodüller, çok-uçlu kanserleşmelere benzer ama bunlar kolaycı ve hilekardır; küçük kısa devrelerdir; dolgu malzemeleridir. Kendi dönüşünü sarmalayarak, başçıklar kendilerini oluşturur. Kopuşukluklar, boşluklara dalarak dolgu yapar. Oluşumun ileri aşamasında, kat edilmesi güç alanlarda serbest arzu kipleri de belirir. Bunlar arzu dolgularıdır. Çizgi-oluş hareketsizdir ama içindeki dolanımın izlenebileceği bir tür uygulamaya benzer, kendine yapılmış her şeyi üzerinde taşır. 8. SONUÇ YERINE

Burada queer bir çizgi sanatını ele almaya çalıştım. Şurası açık ki, çizgiyi araçsallaştıran her tür kullanımı geride bırakmadan, çizginin arzu kuramına giriş yapamayız. Çizgiyi saf arzudan ibaret mutlak güçsüzlük müdür? Gerçekten de çizginin hiçbir şey anlatmaya yarayan “fazladan” bir gücü olmadığı gibi, hiçbir şeyi temsil etmeye mecali de yoktur belki de. Bırakın çizerlerin çizgiyi işe koşarak çizgi-oluşu baltalayan ikiyüzlülüğüne boyun eğmeyi, kimse adına, hatta kendi adına bile konuşacak halde değildir. Çizginin vaat edebileceği bir cennet yoktur. “Çizginin özgürlüğü” dediğiniz şey, olsa olsa çizgioluşun zincirlenmesidir.

Sayısallaştırılmış dünyamızı güzel ve inandırıcı gösteren çizginin kanını emmeye ihtiyaç duymamızı elbette anlıyorum ve çizginin gücüllüğüyle dispozitiflerinizi donattığınız için sizi suçlamakta beis görmüyorum. Ne de olsa, gemlenmiş arzu kültürümüzün jeneratörüdür.



Ersen Gürsel: Mimar Olmaya Hazırlık

MART 2016 - XXI 22

GÜNCEL

50 YILI AŞKIN BIR SÜREDIR MIMARLIK PRATIĞININ IÇINDE OLAN ERSEN GÜRSEL ILE AYDAN VOLKAN'IN YAPTIĞI SÖYLEŞI, MIMARLIĞI MESLEK OLARAK SEÇME NEDENLERIYLE DOLU GEÇMIŞINDEN IŞLERININ YILLANDIĞI GÜNÜMÜZE DEK UZANIRKEN MIMARLIĞIN YAKIN GEÇMIŞINE DE BUGÜNDEN VE YENIDEN BAKMA IMKANI SUNUYOR. BEŞ SAYI BOYUNCA SÜRECEK TEFRIKANIN ILKI GÜRSEL'İN ESKI İSTANBUL MAHALLERINDE ZANAATLE IÇ IÇE GEÇEN ÇOCUKLUK YILLARINDAN AKADEMİ KAPISINA DOĞRU UZANIYOR. Aydan Volkan :TMMOB Mimarlar Odası'nın size meslekteki 50. yılınızda vermiş olduğu Mimar Sinan Büyük Ödülü için tebrik ederiz. 50 yıllık mimarlık serüveninizi yayınlardan biliyoruz. Ama mimar Ersen Gürsel'i mimar olmaya hazırlayan mimarlık dışı hayatınızdan bahseder misiniz? Ersen Gürsel: Neden ve ne zaman mimar olmaya karar vermiştim? Ortaokuldan itibaren başlayan İTÜ’ye gitme hayalimiz vardı. Çünkü o, erişilmesi gereken en üst mertebe olarak düşünülürdü. Sınava girip herhangi bir bölüm yazma zamanına kadar pek üzerine düşünmemiştim. Merak ettiğiniz, bunun altyapısına ilişkin gençliğimde beni etkileyenin ne olduğu. Bütün erkek bireylerin zanaatkar olduğu bir aileden geliyorum. Babam marangoz, bir amcam berber, diğer iki amcam terzi, dayım mimardı. Annem dayımı çok sevdiği için benim de mimar olmamı istemiş olabilirdi. Hepsi mesleklerinin ustalarıydı. İlkokul son sınıftayım. Fatih Çarşamba’da oturuyoruz. Yaz sıcağı, sokakta aylak aylak dolaşıyorum. Sınıf arkadaşlarımdan birini gördüm. Omuzuna asılı bezden heybesiyle bir yere gidiyordu. “Bu saatte nereye gidiyorsun?” diye sormuştum. Drama’daki Kuran kursuna gidiyormuş. Sen de gelsene dedi. Ben şimdi gelemem dedim. Aklıma takılmıştı. Akşam yemek sonrasında babama konuyu açtım. Babam şöyle bir düşündü, anneme seslendi; "Yarın sefer tasına iki kişilik yemek koyar mısın?" dedi. İlkokulda 11 yaşındaydım. Yaz tatillerinde her gün babamın atölyesinde çıraklık eğitimine başlamıştım. Böylece babamın işyerini de ilk kez görmüştüm. av: Daha önceki bir sohbetimizden hatırlıyorum; babanızın "Kuran kursuna gidecek kadar boş vaktin varsa, onun yerine atölyeye gel, bana yardım et" dediğini söylemiştiniz.

eg: Evet, hatırlıyorum. Ortaokulda bütün yaz tatillerini babamın marangoz atölyesinde çıraklık yaparak geçirdim. Atölyede mimarların çizdiği resimler üzerinde imalat yapması ilgimi çekerdi. (Babam Rumeli göçmeni, üç yıllık bir eğitim almış.) Atölyesinde her şey projesine uygun, birebir imal ediliyordu. Bu üretim şeklinin, farkında olmadan bende ölçü kavramının oluşmasına katkı sağladığını düşünüyorum. Babam, yatak odası dolabını ayağa kaldırıp kurup, sigarasını yakıp dolabın karşısına geçip baktığında ne düşündüğünü merak ederdim. Dolabın bir sonraki aşamasında ne yapması gerektiğini, varsa eksiklerini kafasında programlıyordu. Bu ustalık zamanla oluşmuş. Bunu matematiksel olmayan, gözlem, akıl ve pratikle oluşan bir alışkanlıkla yapıyordu. O da ustasından öğrenmişti. Müşterilerin çoğu mimardı, onları dinler, çok az konuşurdu, müşterilerine her zaman çok saygılıydı. av: Yani siz, babanızın atölyesinde çıraklık yaparken daha mimar olmadan mimarlarla ve onların çizimleriyle tanıştınız. eg: Evet, pek çok, "mimar tipi"ne tanık oldum. Hoş insanlardı ve babama karşı saygılıydılar. Çizdikleri resimleri bir de sözlü olarak anlatırlardı. "Şükrü Usta" da onları dinler, karşılıklı konuşarak anlaşırlardı. Babam, o küçük atölyede çok büyük işler yapmıştır. av: O dönemde İstanbul'da o ölçekte, mimarlarla çalışan marangoz atölyesi sayısı çok değildir diye düşünüyorum. Öyle miydi? eg: Atölyeler semtlere göre dağılmışlardı. Marangozların iş kapasiteleri sınırlıydı. Makine teçhizatları yeterli değildi. Küçük atölyelerde üretim yapılırdı. Birbirilerini

tanırlar, bazen de işleri paylaştıklarını hatırlıyorum. Babamın mimarlarla, mimarların da babamla çalışmayı tercih etmesinin üç sebebi vardı. Birincisi, proje okumasını biliyordu. İkincisi, iş sürecinde müşterilerle diyalog, güven ortamının oluşmasını sağlamıştı. Yaptığı işi öncelikle kendini tatmin etmiş olmalıydı. Kalite bu süreçte oluşuyordu. Üçüncüsü ise, hiçbir zaman hayır demez, çözüm üretmeye çalışırdı. Çok sabırlıydı. Bir işin bedelini ya da artı değerini düşündüğünü sanmıyorum. Güven ortamının oluşması ve sabırlı olmak, babamın çok önemsediğim özellikleriydi.

av: Size de geçmiş olan özellikler bunlar galiba. eg: En iyisini elde edene kadar, işi sonuca götürme sabrı, işin kalitesini geliştiren bir süreçti. Burada size bir anımı anlatmak isterim. Babam İstanbul Üniversitesi amfilerinin ahşap işlerini almıştı. Üniversite içinde çalışıyordu. Günün birinde bir telaş! Mimar işlerin kontrolü için gelecekmiş, "Acaba kim, nasıl biri?". Yakışıklı, uzun boylu mimar geldi, işlere şöyle bir baktı, "Tamam" dedi, gitti. "Bütün telaş bunun için miydi?" diye düşündüm. Yıllar sonra akademide öğrenciyim, o mimarın


23 XXI - MART 2016

av: Dayınızın mimar oluşu, annenizin belki kardeşine öykünüp sizin mimar olmanızı istemesi, babanızın ve amcalarınızın yaptıkları işi iyi yapmak ve bu iyi yapmaya dayalı olan özgüvenleri sizin esasen mimar kişiliğiniz alt kırılımları. Bunun yanı

GÜNCEL

Sedad Hakkı Eldem olduğunu öğrenmiştim. Marangoz tezgahının arkasından büyük bir mimarı görmüştüm. Bu atölye çıraklığım ortaokul sonuna kadar sürdü. Vefa Lisesi'nde okuyordum, sosyal hayatımda değişmeler oldu. Annemin izniyle tiyatroya, müzik dinlemeye giderdik, bunları aynı okulda ve sınıfta okuduğumuz dört arkadaş yapıyorduk. Hafta içi Aksaray, Bakırköy hafta sonları ise Beyoğlu’nda dram, komedi tiyatrolarına... Tiyatro sonrası Beyoğlu’ndan evlerimize yürürdük, Unkapanı Köprüsü'nü geçer, Fatih Camii karşısındaki fırından sıcak poğaçalarımızı alır evlerimize dağılırdık. Yol boyunca oyunu, dekoru, sahne içindeki nesnelerle oyuncular arasındaki ilişkiyi, değişen sahneleri konuşurduk. Yaşadığımız şehri keşfe çıkardık. Pazartesi günü okula hangi yoldan gideceğimiz, cumartesi günü ne yapacağımız hep belliydi. Dolayısıyla yer seçimleri, mekanlarımız hep bu süreç içinde birlikte gelişti. İstanbul Boğazı'nın sonunun Karadeniz’e nasıl açıldığını merak ederdik. Çalışkan ve meraklı öğrencilerdik. Bu da boş zamanlarımızda yaptığımız geziler, çevreyle olan ilişkimizin gelişmesinde bir birikim sağladı. Yaz akşamları dayımla Soğanağa’ya giderdik. (Soğanağa, Aksaray ile Beyazıt arasında bir semt.) Cumhuriyet sonrasında inşa edilen konut binalarının, apartmanların giriş kapılarının büyüklüğü beni çok etkilerdi. Köşe binaların kapı üstlerindeki palas yazılarını hatırlıyorum. Dayımın, amcalarımın, babamın işlerini titizlikle ve güvenle yaptıklarını düşünürdüm. Bu güvenin neyin üzerine inşa edildiğini hep düşünmüşümdür. Yaşamlarını çalışarak sürdürürlerdi. Mesleklerini saygı ve ustalıklarının üzerine inşa etmişlerdi. Özgüvenleri beni etkilemişti. Lise sonlarına doğru bir meslek edinmeyi aklıma koymuştum. Bu mesleğin niteliği özgüvenimi oluşturabilirdi. Hiçbir zaman bana daha fazla para kazandıracak, yaşamımı bu anlamda daha üst seviyeye taşıyacak bir seçim yapmayı düşünmedim. Ayaklarımı yere basacağım bir meslek edinmeliydim.

sıra, benim sizde gördüğüm, başarınızın arkasındaki en önemli duygu olduğu düşündüğüm "merak" var. Bunun da ortaokulda, bir kenti merak duygusuyla başladığını görüyoruz. Merak, tıpkı sabır gibi, sizin hayatınızda çok önemli diye düşünüyorum. eg: İstanbul’da, semtlerinin farklı özellikleri vardı. Örneğin Cağaloğlu, kitap ve kırtasiye dükkanları buradaydı. Dükkanların vitrinlerinde çeşitli kırtasiye malzemeleri kalemler, kitap kapaklarını seyretmek güzel bir tabloydu. Tercüme edilmiş maarif kitapları, dergileri, bir liraya satılan Varlık Yayınları'nın çoğunu okumuştum. Küçük boyuta Amerikan

edebiyatı kitapları daha kolay okunabilir, anlaşılır gelirdi. Hikaye ve roman okumanın yaşadığım şehri daha iyi algılamam, çevreyi tanımamda katkıları oldu. Çarşamba gibi eski bir İstanbul yerleşiminde oturmanın, Balat, Eyüp’e Cibali, Fener'e, Patrikhane'ye, Haliç kıyılarına gitmek, yük taşıyan mavnalar, ahşap tekne imalathaneleri, keresteci dükkanlarını görmek tüm o ilginç balık kokulu, yokuşlu, gürültülü dar sokakların oyun alanımız içinde olmasının getirdikleri de bu birikime dahil. İstanbul'un yaşam çevresinin ve yapı kültürünün üzerine konuşabilecek, yazılabilecek mekanlardı. Farkında olmadan da gelen kazanımlarımız oldu.

karşı sayfada Ersen Gürsel'in babası Şükrü Gürsel, Haziran 1979, Salacak / Üsküdar bu sayfada: Pervititch Haritaları'nda Fatih Çarşamba

333 Devam edecek... Sonraki sayımızda Ersen Gürsel, Akademi'ye başlamasından daha çok pratiğe odaklandığı yıllara dek geçen süreci anlatacak.


MART 2016 - XXI 24

YEDİKULE BOSTANLARI

Hülya Ertaş: Yedikule Bostanları’nı kentte üretim yapmak, kentsel müzakerede tasarımın potansiyelleri üzerinden konuşmak istiyoruz. Bunun için bostanın korunması için sürdürülen çalışmalardan ve bu süreçten bahsederek başlayabilir miyiz?

Şehir Hasadı Yedikule Bostanları, son birkaç yıldır yıkım tehditleriyle ve kısmen yıkımlarla karşı karşıya. Tarihi Yarımada’daki surların etrafında konumlanan bostanlar, bugüne dek çoğunlukla korumacılık bakışı üzerinden mimarlık gündeminde kendine yer buldu. Biz ise bostanların kent içinde üretime aracılık etme potansiyelini ve mevcut ekonomik sistemin davranış modellerinin ötesinde bir kent tahayyülünü tetikleme ihtimalini merak ettik. Bunun için de Ali Taptık, Aslıhan Demirtaş, Bengi Akbulut ve Defne Koryürek ile bir araya gelip şehir ile tarımın bir aradalığının ve kentsel müzakerenin açabileceği alternatif senaryoları konuştuk. Hazırlayan: Hülya Ertaş

Ali Taptık: Yedikule Bostanları'na dair güncel tartışma Temmuz 2013'te Yedikule'deki "sur içi bostanları" adını verdiğimiz alana Fatih Belediyesi ve İBB tarafından ortak girişimle bir park ve rekreasyon projesi için kot yükseltmesi yapılmasıyla başladı. Bu noktada yaklaşık 10 bostandaki ürünler moloz tabir edebileceğimiz ölü bir toprakla gömüldü. Daha sonra, Ağustos 2013'te parkın tasarımına dair planlamayı yapan Kutup Planlama şirketinin seçildiği ihale, bir usulsüzlük üzerine iptal oldu. Böylece park projesi durdu. Biz bu dönemde Yedikule Bostanları Koruma Girişimi olarak, Slow Food Fikir Sahibi Damaklar, Arkeologlar Derneği İstanbul şubesi, Ziraat Mühendisleri Odası ve akademisyenlerle etkinlikler yapmaya başladık, bu alanın korunmasına dair birtakım yasal başvuruları yaptık. Bahsettiğimiz alan aynı zamanda 5366 numaralı kanunun sınırları içine giriyor. 5366, yenileme alanı olarak belirlenmiş tarihi alanları tanımlıyor. Bu yüzden yapılacak yenileme için Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurmak gerekiyor. Bostanlar esasen kentsel tarım ya da kültürel peyzaj gibi nitelikleriyle korunması gereken alanlarken, bu kavramların yasada karşılıkları yok. Bu sebeple kuyular, setler, duvarlar, yıkama havuzları gibi küçük yapılar üzerinden tescil başvurusunda bulunmaya çalıştık. Bir kısmı kurulca kabul olup tescillendi, bir kısmı sürüncemede kaldı. Yaklaşık Kasım 2014’e kadar bostanlar arafta kaldı. Bu sırada çeşitli etkinlik ve atölyeler yapmaya devam ettik. Kasım 2014’te alanda tekrar başlayan inşaatı arkeolojik sit alanında arkeologsuz kazı yaptıklarını ihbar ederek durdurduk. Tam o dönemde de İBB Tarihi Yarımada Alan Yönetimi Başkanlığı’yla buranın geleceğine dair masaya oturma şansımız oldu. Onlarla ve İBB Yapı İşleri Daire Başkanlığı’yla yaptığımız görüşmeler sonrasında o ihalenin iptaline karar verildi. Aynı zamanda Fatih Belediyesi’nin, belediye meclisinden geçen bir imar düzenlemesi de vardı alan için. Ancak Kadir Topbaş bunu reddederek meclise iade etti. Buranın geleceğine akademisyenler, tarihçiler, mimarlar ve başka birçok paylaşımın birlikte gerçekleştireceği bir çalıştay sonucunda karar verileceğini söyledi. Tekrar bir araf dönemine girdik. Geçtiğimiz ocak ayında başlayan sur dışı bostanlarındaki barakaların yıkılmasıyla da yeni bir sürece girmiş olduk. Bu sefer kara surlarının iç tarafından, Fatih Belediyesi'ne bağlı değil, Zeytinburnu Belediyesi'ne bağlı tarafından bahsediyoruz. Burada dünya miras alanını koruma faaliyetlerine çok da uygun olmayacak şekilde tarım yapabilmek için inşa ettikleri küçük yapılar, görsel kirlilik gibi gerekçelerle yıkıldı. Bu süreçte kurulan Bostancılar Derneği, kendilerine yasal statü tanınmasını istediklerini ve koruma uzmanları ve mimarlarla birlikte çalışarak bu barakaların yeniden düzenlenmesine açık olduklarını belirtmelerine rağmen İBB'den neden böyle bir yıkım yapıldığına dair hiçbir açıklama gelmedi. Şu andaki bildiklerimiz de rivayet biçiminde bize ulaşanlar. UNESCO’nun dünya miras alanlarına dair yaptığı toplantılarından biri Temmuz ayında İstanbul'da gerçekleştirilecek. Bu toplantıdan önce bostanların kaldırılarak surların temizlenmesi ve düzenlenmesi gündemde. Bostancılara net bir şekilde tebligat yapılmış değil, ama 21 Mart gibi bir tahliye tarihi önümüzde duruyor. Hülya Ertaş: Tüm bu yıkımlar İstanbul’a UNESCO toplantısı için gelecek olan yabancılara surlarımızı çok iyi koruduğumuzu göstermek için değildir herhalde? Ali Taptık: Aynen öyle aslında. Dünya miras alanından, arkeolojik önemi olan bir alandan bahsediyoruz. Sur koruma bandı dediğimiz bölgede 1. sur, 2.sur ve hendek


fotoğraflar: Emin Akpınar

Bengi Akbulut: Yedikule Bostanları, kent içi tarım, tarımsal üretim, gıda üretimi ve bunun özellikle kentliler tarafından tüketilmesini ve örgütlenmesini sağlayabilmek için bir açılım. Kent içi üretim alanlarına bakmak için bir olanak. Salt iktisat perspektifinden bakıldığı zaman bile, üretimin yerelde tüketilmesine dayalı bir yapı sırf maliyetleri kısmak açısından bile mantıklı. Bu maliyetlerin bir kısmı iktisadi; piyasa içerisinde ekonomik olarak bir değeri olan, para verdiğimiz ve o yüzden de ya üreticiye ya tüketiciye yansıyan maliyetler. Bunlar ya aracının üreticiden daha ucuza almaya çalışmasıyla ya da bir şekilde tüketicinin fiyatına yansıtılmasıyla görülebilir maliyetler. Bir de bunun sosyal ve ekolojik maliyetleri var elbette. Mesela bir gıda maddesini buraya çok uzaktan getirmenin ciddi bir ekolojik maliyeti var. Ekolojik maliyetler hiçbir zaman sadece ekolojik maliyetler değildir, her seferinde aynı zamanda da sosyal maliyetlerdir. Şu anda küresel ekonomik sistemin çıkmazda olduğu birçok nokta var. Bu koşullar içinde bostanlar neden yerel alternatif ekonomik örgütlenmenin önünü açabilir? Tam da yerelliğinden ötürü. O yakınsama kendiliğinden bir imkan açıyor, insanlar ait hissediyorlar. Çok uzakta birinin ürettiği bir şeyden değil, bildikleri, tanıdıkları, gözlerinde canlandırabildikleri bir yerde gerçekleşen bir üretimden beslenir hale geliyorlar. Biz ekonomiyi, piyasayı bir bulut olarak görüyoruz. Piyasa ekonomisi içindeyken tükettiğimiz şeylerin fiyatı ya da niteliği üzerinde hiç kontrolümüz yokmuş gibi, bunlar bize bir biçimde dikte ediliyormuş gibi hissediyoruz. Bahsettiğim aidiyet aynı zamanda bunun üstesinden gelmeye yardımcı olabilir, ki oluyor da. Gıda ait olduğu yerde, burada üretildiğinde, onu ait olunan bir ekonomi olarak görmeye başladığımız zaman o bulut dağılıyor ve üzerine söz söylenebilecek, etik-politik kararların alınabileceği bir şeye dönüşebiliyor. İnsanlar içgüdüsel olarak hepimizin bu kararların bir parçası olduğumuzu ve söz sahibi olmamız gerektiğini görebiliyorlar. Bu bir imkan açıyor. Bu imkanların ne kadarını gördük, gerçeğe çevirebildik o tartışılır; ama mesela DÜRTÜK gibi birtakım girişimler var. Hangi gıdanın ne kadar ve nasıl üretileceği -ekolojik açıdan

Şu anki ekonomik sistem, adı her neyse, sistem olarak çökmeyecek, öyle görmeyeceğiz. Gerek gıda tüketicisi gerekse üreticisi olarak ondan özerkleşebildiğimiz noktada, zayıflayacak sistem. O zaman alternatifler, tahayyül olarak bile kuvvet kazanmaya başlayacak ve biz daha fazla şey yapmak için kuvvet kazanacağız. Bunu kuramazsak, bostandaki bostancıların direnme kapasitesi de azalacak. Onlara örgütlü, öngörülebilir, doğrudan bir talebi dile getiremediğimizde belediyeye daha az direnebilecekler. Sadece İstanbul'da değil, her yerde bu şekilde düşünmek gerekli. Örneğin Çanakkale'deki ekolojik saldırının altında, oradaki köylü üreticilerin direnebilmesi için kentin onlardan doğrudan aracısız ve adil bir fiyattan ürün satın alacağını bilmesi çok önemli. Her yerde böyle bir şeyin kurulması ideal nokta ama elimizdekiyle başlamamak için de bir neden yok. O yüzden bu süreç, oturup hayal kurarak değil de yaptıkça düşüneceğimiz bir ilerleme gerektiriyor. Sistemin en büyük kuvveti ideolojik: yıkılamayacağını düşündürmesi. Bunun her gün her yerde yıkabileceğine, alternatifler üretilebileceğine dair hegemonik fikri yaygınlaştırmamız lazım. Hülya Ertaş: Bir yandan da kalkınmacı bir yaklaşımla kentsel tarımı bunun tam karşıtı gibi gören ve gösteren yaygın bir bakış açısı var. Engin Ardıç’ın gazetedeki yazısında olan da buydu; "siz gelişmek, kalkınmak istemiyorsunuz, gelişim karşıtısınız" gibi bir argüman ileri sürdü. Bu modernist kalkınma fikri tabi ki de sorunlu ama iletişim kurmak adına bunun karşı argümanları nasıl üretilebilir? Bengi Akbulut: Bence artık kalkınmayı, büyümeyi, gelişmeyi eleştirmek o kadar radikal değil. Uluslararası kalkınma örgütleri Dünya Küçük Çiftçi Yılı ilan etmek gibi işler yaparken bu eleştirinin biraz geride kalmış olduğunu görmek gerek. Şu an küçük çözümlerle sistemi kurtaralım noktasına gelinmiş durumda. İklim değişikliği gibi bir küresel kriz konuşulurken şirketleşmiş gıda üretiminin bunu kötüye götüreceği de ana akımlaşmış bir fikir, radikal bile değil. Bu radikal kavramı yeniden ele almamız gerekiyor. Bu ülkede herhangi bir muhalefeti kalkınma karşıtlığıyla yaftalamak adettendir. Kent bostanlarını savunmayı da çok modernist ve kalkınmacı bir şekilde savunabilirsin, çünkü bu konuda nasıl da batı medeniyetleri seviyesindeyiz diye de paketleyebilirsin aslında. Bu biraz ikircikli bir durum: Eğer bostanları korunmasına kitlesel bir destek istiyorsak belki o şekilde paketlemeyi bile düşünebiliriz. O yüzden bostanlar meselesinde o kalkınma, gelişme meselesinin bir tehdit olmasını görece

25 XXI - MART 2016

Hülya Ertaş: Şu anki ekonomik yapılanmanın sürdürülebilir olmadığı, sadece Türkiye'de değil dünya çapında da devam eden bir tartışma. Bu bağlamda kentlere üretim kültürünü yeniden hatırlatma adına Yedikule Bostanları nasıl bir rol üstenebilir?

çok ciddi maliyetleri olan yöntemlerle mi yoksa daha doğayla iç içe yöntemlerle mi üretileceği- toprak tipi ya da iklime uygunluğu önemsenecek mi yoksa talebe göre mi üretim yapılacağı vs... Bu hesaplamayı tamamen piyasa sistemine mi bırakacağız? Bu sisteme alternatif oluşturmak üreticiler ve tüketicilerin yan yana geldiği ve "senin yaşamını devam ettirebilmek için maliyetlerini karşılayan, senin hakkın olan adil fiyat nedir, benim alım gücüm nedir" gibi meselelerin üzerine tartışıp daha adil ve katılımcı bir fiyatlama yapılabildikleri bir mecrayı gerektiriyor. Bu tür mekanizmalar çok zor ve uzun tartışmalı olabilir ama yine de bostanlar gıda ekonomisine dair kararları, gıdayı üreten ve tüketenlerin bir araya gelip verebilme imkanını açıyor. Fiziksel mekandan ve yakınlıktan kaynaklanan, üretici ve tüketicinin yan yana gelebileceği çok daha fazla imkan olduğu ve Marx'ın tabiriyle meta fetişizmini, yani piyasanın yabancılaştırmasını bertaraf edebilme potansiyeline sahip olduğu için Yedikule bir imkan tanımlıyor.

YEDİKULE BOSTANLARI

alanındaki bostanlar aslında arkeolojik bir katman ve burada tarım yapılması, belli koruma uzmanlarına göre problemli. Ama olmayacak bir şey değil, çeşitli düzenlemeler yapılırsa ve bostancılar belli konularda hassasiyet gösterirlerse bostanların varlığının surların varlığını zedelemeyeceğini de belirtiyorlar. Şu zamana kadar bu hassasiyet olmadan gidilen yapılaşma, kuyu açma gibi müdahalelerin arkeolojik alana zarar verdiği koruma uzmanları tarafından da dile getiriliyor. Öte taraftan bu çerçevede önemli bir şey daha var. Bu arazilerin çoğu İstanbul Büyükşehir, Fatih ve Zeytinburnu belediyelerine, yani yerel yönetime ait. Araziler yeşil alan olarak gösteriliyor fakat bu arazilerdeki tarım, kira ödenerek yapılmıyor. Bostancılar bu arazilerde işgalci olarak tanımlılar ve ecrimisil ödeyerek tarımsal faaliyetlerine devam ediyorlar. Bostancıların taleplerinden bir tanesi de bu hususta çiftçi kayıt sisteminin geliştirilerek yaptıkları tarımsal faaliyetleri resmileştirecek, resmi kiracı statüsüne geçtiklerini kayıt altına alacak bir çözüme gidilmesi.


20-23 Nisan / Bilgi Üniversitesi Bahar Çalıştayı kapsamında Bostanity Atölyesi - Aslıhan Demirtaş, Claudia Taborda

Akademik Etkinlikler - Paneller

Şubat / Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı’nda Yedikule Bostanları Stüdyosu - Aslıhan Demirtaş, Sinan Omacan

22 Aralık / Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi Kent Hareketleri Mitingi’ne katıldı

9 Mart / Yedikule Bölgesi Sakinleri ile Forum

12 Aralık / Tarih Vakfı Perşembe Konuşmaları - Hevsel Bahçeleri ve Yedikule Bostanları - Prof. Dr. Yıldız Salman

Kamuya Açık Etkinlikler

8 Aralık / Slow Food Fikir Sahibi Damaklar ile Toprak Ana Günü Kutlaması

Bostan Koruyucu Girişimlerin Hamleleri

2014

1 Eylül / Tarihi Yedikule Bostanları Okulu'nda Aleksander Shopov ile Tarım Tarihi Atölyesi

30 Ağustos / Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi Basın Duyurusu

20 Ağustos / 1 Bostan 3 Proje Radikal Gazetesi - Elif İnce Haberi

14 Ağustos / Tarihi Yedikule Bostan Okulu’ nda Arkeobotanik Atölyesi

6 Ağustos / İstanbullulara açık mektup

Yerel Yönetimin Yaptıkları / Neden Oldukları

6 Ağustos / Tarihi Bostan Okulu / Korkuluk Atölyesi

2 Ağustos / “Yedikule Kapı - Belgrad Kapı Arası Park ve Rekreasyon Projesi” nde ihale usülsüzlüğü hakkında dava

Ağustos / Yedikule Sur İçi Bostanları’nın gömülmesi

31 Temmuz / II. Yenileme Anıtlar Kurulu’na bostanlardaki sulama havuzu, set duvarları ve tarihi bostancı evleri için koruma başvurusu

23 Temmuz / Tehditler üzerine basın duyurusu

17 Temmuz / Bostanlarda Yeryüzü Sofrası İftarı

8-12 Temmuz / Fatih Belediyesi ve İBB ile görüşmeler

8 Temmuz / Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi ilk basın duyurusu

2013

5-6 Temmuz / Bostanlardaki yıkımdan ilk haber alışımız.

Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi Zaman Çizelgesi

MART 2016 - XXI 26

YEDİKULE BOSTANLARI

Böylesi küçük görünen müdahalelerde o kadar temel bir kötülük var ki... Bostandaki barakayı, plastik sandığı kaldırdığın zaman bostancıyı yok ediyorsun. Bostancıyı yok

Aslıhan Demirtaş: Burada birbirinin içine girmiş ikilemler var. Kent-tarım, kentli-köylü ikilemleri gibi. Bu ikilemlerin doğruluğunu kabulleniyorum anlamında söylemiyorum. Bu, moderniteyle birlikte oluşmuş “kent budur, tarım da dışındadır” şeklinde altı çizilmiş bir ayrışma ve bu düşüncenin gitgide birbirinden fiziksel olarak da zihinsel olarak da uzaklaşan iki alan yaratmasıyla ilgili. Misal Bilgi Üniversitesi Mimarlık Yüksek Lisans tasarım stüdyosunda bostanları çalışacağımızı söylediğim anda arkadan “Kentte tarım olmaz” diye tepki gösterildiğini hatırlıyorum. Ama şunu da hatırlıyorum: Dönemin sonunda “Ne kadar zengin bir konuymuş, kentte bal gibi de tarım olur; ayrıca bunu söylemek bize kalmaz çünkü kentte tarım zaten varolagelmiş” dendiğini. Bu kemikleşmiş ikilemin karşı argümanını nasıl üretiriz diye kafa yormaya başladığımızda öncelikle bu önyargılardan uzaklaşmak gerekiyor. İstanbul dediğimizde tarihsel olarak içinde tarımı hep barındırmış bir şehirden bahsediyoruz. Tarihimize önem veriyorsak, onu sürdürülebilir kılarız. İstanbul Bostanları hep vardı. Surlar yapıldığı gün zaten orada bostanlar vardı, bunlar belgelerde kayıtlı. Surların kent içi tarafındaki alt mekanları bostancıların malzemelerini koyabilecekleri yer olarak Theodosius’un emriyle onlara verilmişti. Onlar da 24 saat orada oldukları için bunun karşılığında surların bakımından, denetlemesinden ve tamiratından mesuldüler. İşte bu kent-tarım ikiliğiyle konuya yaklaşan bakış, bostancıların barakalarını sur için yıktırtıyor. Taş taş üstüne

13 Ekim / Roma Bostanı ile Ekim Atölyesi

Defne Koryürek: Aksine kent bostanları kısmında çok daha yalnızız. Şirketler 20 - 30 yılı hedeflerken, değişimi planlayıp programlayabilecek eğitimler kurgularken biz maalesef, dersimizi çalışmakta çok geç kaldık. Kentin bostanlarının, tarım alanlarının şu zamana kadar konuşulmaması bizim adımıza büyük ayıp. Biz Çekmeceleri, en önemli tarım alanlarımızı kaybettik bile. Bütün bostanlar ölüyor. İTÜ Taşkışla'nın önünde, Perpa'nın karşısında bostan vardı, şimdi yok. Çoktan kaybettik bu mücadeleyi. Elimiz de zayıf ve bu zayıflığın sebebi sadece sistemin vahşiliğinden kaynaklanmıyor. Enerji yatırımları için tepki gösterdiğimizde gelen cevabın şiddetinden biliyoruz ki elimiz daha kuvvetli. Oysa bostanlarda dinlemiyorlar bile; patlasan çatlasan, kendini alıp duvarlara çarpsan yanından geçip gidecekler. O kadar önemsiz faktörsün onların nazarında. Enerji yatırımlarını, ekolojik problemlerini sendikacılık üzerinden konuşuyoruz, kömür tarım ilişkisini yıllardır konuşuyoruz, geri planı var, çok daha kuvvetli, çok daha derin bir tarihi var o mücadelenin. Ama kentin içinde tarım alanlarını konuştuğumuzda anlatmamız kabil değil. Kabul, oradaki barakalar birer gecekondu. Kabul, o plastik sandıklar çirkin duruyorlar, “estetiğe” fevkalade aykırılar. Bostanları turistik değer olarak koruyacak olsak o gecekondular ve plastikler olamaz. Ama bunu değiştirecek dönüştürecek birikime, tecrübeye sahip değiliz. Dersimizi çalışmadığımız için belediye bunu silip atmaya karar verdiği zaman, karşısına koyacağımız şeyler çok sınırlı. Yedikule Bostanları girişiminin iki yıldır sarf ettiği gayret, yarattığı alternatiflerle derinleşmiyor bu bilgi ve tecrübe, çok yüzeyde kalıyor. Çünkü kitlesel geri planı yok, tecrübeleri yok, başka hükümetlerle, başka zaman diliminde tecrübe edilmişliği yok.

ettiğin zaman orası bir tarla değil, ayrık otlarının bittiği bakımsız bir yeşillik oluyor. O zaman da zaten on yıllardır olagelen oluyor: Ayrık otlarından oluşan yeri düzenlerim diyen büyüme ekonomisi devreye giriyor. Bu anlamda bizim de mücadelenin çok yanlış bir yerinde olduğumuzu, dersini çalışmamış, kalemi silgisi olmayan çocuklar olarak sınıfta kalmışlığımızı itiraf etmemiz gerekiyor. Bu, mücadeleyi bırakmak için yeterli değil. Hepimizin idrakinin, şuurunun açılması anlamında çok önemli dersler bunlar ve tecrübe böyle böyle birikerek var olacak. Çalışılmamış dersler ikmalde toparlanacak belki, kentsel mücadelelerin bir kısmını kaybederiz, bir kısmını kazanırız ancak kazanmak üzerinden değil, bütün bunların sorumluluğu üzerinden mücadeleye devam etmek gerekiyor.

29 Eylül / “Tohumlar ve Türkiye'de Tarımın Geleceği” Abdullah Aysu ve Ahmet Atalık

kolay olarak bertaraf edilebileceğini düşünüyorum. Kent bostanları konusunda karşımızdaki argüman kalkınmacılık olursa elimiz daha kuvvetli, enerji projeleri konusunda kalkınmacılık karşımıza çıktığında karşı argümanı geliştirmekte daha fazla zorlanıyoruz.


http://yedikulebostanlari.tumblr.com

28 Ocak / Yedikule Bostancılar Derneği üyelerinin bostan ziyareti

13-15 Ocak / Hendek Bostanları’nda barakaların yıkılması

10 Ocak / İBB Avrupa Yakası Zabıta Müdürlüğü’nden yıkım tehditlerine karşı basın duyurusu

2016

28 Ağustos / Yedikule Bostancılar Derneği kuruluşu

29 Temmuz / Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi İstanbullular’a Açık Mektup

Temmuz-Ağustos / Harvard Üniversitesi Kent ve Tarım Yaz Okulu - Prof. Dr. Cemal Kafadar - Aleksander Shopov

8-9 Mayıs / Slow Food Fikir Sahibi Damaklar ile İstanbul Marul Bayramı

25 Kasım / Kadir Topbaş’tan Yedikule İmar Planı tadilatının meclise iadesi

21 Kasım / İBB Yapı İşleri Daire Başkanlığı ile projenin durdurulması için görüşmeler

12 Kasım / İBB Sit Alanları Alan Yönetimi Başkanlığı’nda park inşasının durdurulması için görüşmeler

Kasım / Durdurulmuş olan park inşasının tekrar başlaması

23-27 Ekim / Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi Terra Madre Konferansı’nda Bildiri - Suna Kafadar, Ali Taptık

21 Eylül / Çocuklar Resim ve Kilden Heykel Atölyesi

14 Eylül / Çocuklarla T-Shirt Baskı Atölyesi

7 Eylül / Çocuklarla Karikatür ve Kilden Heykel Atölyesi

31 Ağustos / Çocuklarla Karikatür ve Kilden Heykel Atölyesi

13-30 Ağustos / New Brooklyn Theater Vişne Bahçesi Gösterileri

Haziran-Ağustos / Harvard Üniversitesi Kent ve Tarım Yaz Okulu - Prof. Dr. Cemal Kafadar - Aleksander Shopov

Mayıs / İstanbul Kara Surları Dünya Miras Alanı Koruma Sorunları İzleme Raporu - Tarihi Yedikule Bostanları Üzerine Özel Bir İnceleme - Figen Kıvılcım Çorakbaş, Asu Aksoy ve Alessandra Ricci

27 XXI - MART 2016

Aslıhan Demirtaş: Ben zaten bu ikilemlerden burada da uzak durmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu tartışma sürekli “bostan mı, park mı?”, “sur mu bostan mı?” gibi sorular üzerinden gidiyor. Burası bostan da olur park da olur. Park denilen şey zaten içi doldurulmayı bekleyen boş bir şablon. Park nedir ki? Zihinlerdeki olası senaryoyu gözümde canlandırıyorum: Surları koruyacağız, surları ön plana çıkaracağız, surları görsel kirlilikten arındıracacağız. Barakaları yıktık, bostanları da kaldıracağız. Yerine ne koyacağız? Park. Çimen. Büyük olasılıkla yeşil alan olacak orası. Oysa şu anki haliyle kara surlarının da deniz surların önü de yeşil, ama farklı yeşil. Taş yapı varsa onun önüne peyzaj öğeler koyacaklar çünkü peyzaj zaten üzerine kondurduğumuz yapıları taşımakla mükellef! Bu peyzaj ekilecek, sulanacak, çiçekler büyüyecek ki sur şaşaalı bir şekilde ortaya çıksın. Fakat bu zaten mevcut. Bu suru

2015

Hülya Ertaş: Peki Yedikule Bostanları ikisini birden barındırabilir mi? Burası hem bostan hem de turistik bir yer olabilir mi? Gerek mantıksal gerekse fiziksel olarak bir yandan hala üretimin yapıldığı bir yandan da mekansal olarak tüketimin yapıldığı bir yer haline gelebilir mi?

YEDİKULE BOSTANLARI

1500 yıldır bir arada var olmuş iki fiziksel öğenin bu tanımla birbirini ters mıknatıslar gibi itmeye başladığını görüyoruz. Surlar tarihsellikleri tescillenmiş yapılar olduklarından dolayı kıdem farkından bostanları itmeye başladı. Çünkü surun korunması gerekiyor; sur yapısal bir kültür varlığı, tarihi var. Halbuki bu kentsel pratiğin, tarımsal emeğin ve bu emek karşılığında çıkan bostan kültürünün de kendi hikayesi ve tarihi var. Bu noktada sur birdenbire yandaşı olan bostanı dışlamaya başlıyor. Kentle köyü ve yapısal, fiziksel üretimlerimizle doğal üretimlerimizi anlayış olarak barıştırabilirsek eskiden beri olduğu gibi bir arada varolabilmeye devam edecekler.

ortaya çıkaran yemyeşil bir halı zaten var. Üstüne üstlük kendi kendine de bakıyor bu halı. Üretken peyzaj olarak tanımlanan gıda üreten bostanlar zaten var. Yedikule’de en çok mağdur olanlardan bir alıntı yapmak istiyorum. Geçenlerde bir toplantıda Yedikule Bostancılar Derneği Başkanı Cihan Kaplan dedi ki: “Biz müzakere etmeye hazırız. Bizimle gelip konuşsunlar yeter ki desinler ki ‘Bu baraka buraya konmaz, bu baraka bu büyüklükte yapılmaz ama şöyle yapılır, buraya şu şekilde konur.’ Biz bunu yapmaya hazırız. Eğer ki burası bizim bostancılık faaliyetimizin dışında da İstanbullularla, dünyalılarla paylaşılacaksa biz bostanın arasından geçen yürüme yolunu yapmaya, herkesi misafir etmeye, onlara bostancılık dersleri vermeye hazırız.” Tüm bu işlevler bir arada barınabilir. Halihazırda ekili alanların arasından da yürüyoruz ama faaliyeti bozmaksızın onu biraz daha tanımlı hale getirip, burayı bir Disneyland’e dönüştürmeksizin ana işlevini turizm olarak tanımlamaksızın bunların hepsi yapılabilir. Mahallelinin istediği küçük parkçık da olabilir, bebeğini gezdirirken bir bankın üzerine oturup dinlenmek isteyen birinin etrafında tüm bostanlarla sarıldığı bir küçük cepçiğe de yer bulunabilir. Biz bunların çalışmasını yapıyoruz ama burada dengeler o kadar önemli ki. Belediye ile yapılan toplantılarda anlıyoruz ki onların bir aradalık reçetesi hobi bahçeleri. Minicik bir hobi bahçesi koyup buraya gelen toprakla oynasın, domates vs eksin istiyorlar. Biz de diyoruz ki hobi bahçesiyle profesyonel olarak tarım yapma arasında fark var. İlki yapmak mecburiyetinde olmadığın bir pratik çünkü varlığın oradan kazandığın paraya dayanmıyor. Ama senin varlığın oradan kazandığın paraya dayanıyorsa karda, çamurda, her koşulda sen gidip orayı sürüyorsan, oraya bakıyorsan bu hobi değil meslek. Burada o denge çok çok önemli, o nedenle de bazı olasılıksızlıklar var. Hobi bahçesi kesinlikle olmaz; yüzde yirmisi bostan, gerisi park kesinlikle olmaz. Burada dengeler doğru kurulursa zaten var olan yemyeşil, muhteşem, kendi kendine bakan, verdiği suyun karşılığında kendisi ve başkaları için gıda üreten bir peyzajı ve bostancıları korumaktan ve onları bostanlara uğrayacaklara ev sahibi olarak kabullenmekten bahsediyoruz. Burayı görmek, bunun içinde gezmek kimsenin reddedebileceği bir şey değil diye düşünüyorum.

14 Aralık / İkinci Toprak Ana Günü - Maksut Aşar’la Keşkek

konmuş bu askeri ve tarihi yapıları “kent”in ve tarihin bir parçası olarak görüyor; yanı başındaki peyzajı, marul, roka, toprak, diye köye ait olarak.





grafik tasarÄąm: Ali Cindoruk (Anakara) - illĂźstrasyonlar: Sedat Arda


“Kent içinde tarımın, çok daha küçük bir tarımsal arazide üretim yapmanın kendine has, zanaat olarak tabir ettiğimiz özellikleri var.”ali taptık

MART 2016 - XXI 32

YEDİKULE BOSTANLARI

Ali Taptık: Bostancıların kirası geçtiğimiz senelerde belediye tarafından 10 kat artırıldığında, bir dava açılıyor bu zamma karşı. Gelen bilirkişi raporunda belediyelerin zaten buraları yeşil tutmakla yükümlü olduğu, dolayısıyla işgalin aslında belediyenin yükümlülükleriyle çelişmiyor olduğu belirtiliyor ve bu artırım belediye tarafından geri çekiliyor. Bütün bu bahsettiklerimiz içinde bir de değinilmesi gereken somut olmayan kültürel miras meselesi var. Türkiye’de belli gıdalar, zanaatler ve sportif faaliyetler somut olmayan kültürel miras listesine kabul edilmiş durumda. Bu, UNESCO tarafından belirlenen dünya koruma listesi gibi önem verilen hususlardan bir tanesi. Bu listede yer alan pratiklere devam eden meslek erbaplarının devlet tarafından desteklenmesi de söz konusu ki bu uğraşlar sürdürülebilsin. Kent içinde tarımın, çok daha küçük bir tarımsal arazide üretim yapmanın kendine has, zanaat olarak tabir ettiğimiz özellikleri var. İdeal olan bostancılık pratiğinin somut olmayan kültürel miras olarak kabul edilmesi ve tanımlanması. Bu şekilde surların ve bostanların bir arada olmaları sağlanır, üretim yapanların elleri daha da güçlendirilmiş olur. Bengi Akbulut: İkiliklerden bahsedildi. İkilikleri geçmek ve ikisinin birden olabileceğini vurgulamak çok önemli bir strateji belki ama bundan daha önemli bir ekonomi-politik olduğunu düşünüyorum. Belediye de sadece surları korumak adına yapmıyor bunu. Orayı insansızlaştırmak, insanların gıda üretimiyle bağını kesmek ve orayı çitlemek istiyor. Ondan sonra kim bilir ne yapacak? Aslıhan, Disneylandımsı turizm örneğini verdi ki bu çok önemli bir konu. Zira hakikaten orayı kar edilecek bir alana çevirmek gibi bir saik var. O yüzden buradaki mücadele o ikiliği aşmakla bitmeyecek. Bunu biraz İstanbul’daki kentsel dönüşümün bir parçası olarak ele almak, buradan kim kar ediyor perspektifinden de tartışmak gerekiyor. Konunun muhatabı sadece yerinden edilenler değil; bostanın paydaşları sadece bostancılar değil, hepimiziz. Sadece ikilikleri aşmak gibi birtakım dönüşümler yerine ekonomik ilişkilerin de içine girmek, onları da kurcalamak lazım. Bostancıları yerinden etmekle, hakikaten üretim yaptıkları bir yeri hobi bahçesine çevirmekle bir grup insanı, belki milyonlarcasını değil ama ciddi bir grup insanı direkt üretimden keserek ücretli işçi olarak başka bir yerde çalışmaya zorluyor. Marx’ın ilkel birikimle anlattığı, İngiltere’de yaşananın çok benzeri bir süreç. Bu açılardan tartışırsak bostan mücadelesinin yalnızlaşmasını da engelleriz. Başka kentlerdeki bu tür çitlemelerle de yan yana koyup konuşabilir ve bunun muhalefetini bu şekilde yapabiliriz. Aslıhan Demirtaş: Bunları biz kendi aramızda çok güzel konuşabiliyoruz. Sen benim dediğimi anlıyorsun, ben senin dediğini anlıyorum. Evet, ben marul mirastır dediğimde, Defne’nin anladığını biliyorum. Bostancılar dahi yaptıkları şeyin, mekanın bu kadar tarihsel olduğunu, miras olduğunu yeni öğrendiklerinden bahsettiler. Birkaç yıldır bunların anlatılmasıyla bu bilinç bir şekilde oluşmaya başladı. Şimdi bunun tartışması, konuşması nasıl yapılır? Belki de çok uzundur. Belediyeye, Yedikule semt sakinlerine, çocuğa nasıl anlatırız? Bunun üzerine odaklanacağımıza bir süredir sürekli gerekçelere karşılık verme üzerinden iletişim kuruyoruz. Şimdi yepyeni bir şekilde surların temizlenmesi gerekçesiyle geliyorlar. Bostancıydı, üretimdi gibi konuları konuşabileceğimiz bir merci yok. Bunları iki yıldır anlatmaya çalışıyoruz. Tarihi Yarımada Alan Yönetim Başkanlığı dahil olmak üzere tüm mercilerle aynı dili

konuşabiliyor olmamız gerekiyor; bizse anca bir yere kadar anlaşabiliyoruz, sonrasında farklı zeminlerde yürümeye başlıyoruz. Hülya Ertaş: Bu, bence Defne’nin söz ettiği gibi hazırlıksız yakalanmaktan da kaynaklanıyor. Birdenbire kentsel alana müdahale edileceğini öğreniyorsun ve ona karşılık acil bir çözüm bulmaya çalışıyorsun. Dolayısıyla dili aslen belediye kuruyor. Sen de karşısında o dile yanıt verecek dili üretmeye çalışıyorsun. Öte yandan Yedikule’nin durumu da çok özel. Konuştuğumuz şey esasen kamusal alanın özel kullanımda kalmasını sağlamaya çalışmak ki bugünün genelgeçer mimari yaklaşımıyla tamamen zıt bir tavır bu. Defne Koryürek: İstanbul’daki tarımsal alanların kamusallığa dokunması durdu, hem de çok uzun zaman önce. Balık konusunda bile durmuş olduğunu biz altı yılda ancak ikna ettik ki o da nispeten lokomotif olabilecek küçük bir tüketici grubunu. Bütün İstanbul bugün hala ikna olmuş değil. Balığı avlıyorsun, ben çocukken para falan gerekmezdi, atardın oltanı ve balığını, dev gibi lüferleri tutardın, balıkla bir ilişkin vardı. Dolayısıyla bunu dert edinen bir ekip bizzat İstanbulluya çinekopu, lüferi, Boğaz’ın durumunu, bereketinin yok oluşunu baya muhabbet alanı olarak kurabiliyor. Çünkü balık önündeki sudan çıkıyor, bunun da bir fiyatı var ve bunu izleyebiliyor. Şimdi Yedikule maruluyla ilgili, bunu gösterecek herhangi bir ilişki kurabilir misiniz? Şu anda Yedikule marulundan mahrum değiliz. Ben bir aşçıyım; lokanta işlettiğim yıllarda marul mevsimlikti, henüz 50 yaşında değilim, lokanta işlettiğim zaman da geçmiş yüzyıl değil. Ama marul mevsimlikti ve o marulun mevsimliği artık söz konusu değil, yaz kış marul buluyorsunuz. Öte yandan Yedikule marulu da hala var. Peki bunu tüketiciye nasıl anlatırsınız? İstanbullunun bizzat sebzesinin nereden geldiğiyle ilişkisi yokken Yedikule bostanlarını nasıl anlatırsınız? Bostancının değerini, ihtiyacını, zorunluluğunu nasıl anlatır, onları bu bağın korunması gerektiğine nasıl ikna edersiniz? Edemezsiniz! Bundan dolayı dersimizi çalışmakta çok geciktik diyorum. Mesela Beylikdüzü tarafında oturanların her gün geçtikleri yol boyunca sağlarında sollarında gördükleri bütün toprak alanları aslen İstanbul’un karnını doyuran topraklar ve sulak alanlar. Bundan beş yıl önce Toscana Vadisi projesi inşa edilirken beni konuşmaya yapmaya davet ettiler, şuursuzluğun had safhası... Öğrendim ki İtalya’dan 40 tır dolusu bitki gelmiş, insanlar o evleri yeşillik üzerinden aldılar. Toscana Vadisi’ne komşu olan tarla da ekmeyi bıraktı. Uzağa gitmeyelim Kemerburgaz’a, Göktürk’e gidelim; sitelerin arasında kocaman öbek öbek araziler var. O arazilerin sahipleri ekmeyi bıraktılar çünkü bir gün birisi gelecek ve site yapmak üzere parasını verip onu ihya edecek diye bekliyorlar. Şimdi siz böyle bir durumda bu bostanın ne kadar önemli bir şey olduğunu İstanbulluya anlatacak durumda değilsiniz. O yüzden diyorum dersimizi çalışmakta, cümlelerimiz telaffuz etmekte çok geciktik. Evet, bu masanın etrafındayız ama bu masanın etrafında konuşsak ne olacak? Burada her türlü hayali birbirine anlatabilecek insanlar bulabilirsiniz, kimsenin anlamayacağı bir dil kurup aramızda da konuşabiliriz. Önemli olan bu masada konuşulanların ya da üç-beş kişinin bir araya gelip konuşarak ne istemediklerinin dalgalar halinde katman


Kuzey Ormanlarını konuşmaya ilk başladığımızda iki milyon İstanbulluyu hedefleyip 200 kişiyi toplayamadığımız geceler hatırlıyorum köprünün üstünde. Bugün Kuzey Ormanları Savunması başlı başına bir hareket. Gezi’nin arkasında kuzey ormanları savunması var, lüfer kampanyası var; bütün bunların şehri var eden değerler olduğuna ilişkin bambaşka görüşler var. Bugün “şehir sadece rant değildir, sadece ticaret değildir” dediğimizde daha fazla insan duymaya başlayacak. Bundan on yıl sonra daha da çok insan duymaya başlayacak ve o on yıl içinde bir sürü tecrübeden nasıl bir şehirde yaşamak istediğimize ilişkin çok belirleyici noktalara varacağız. Bu anlamda Yedikule Bostanları çok önemli bir pratik sahası ve herkesin gelip konuşuyor olması lazım: sosyoloğu, antropoloğu, ekolojisti, tarım ekonomisti, tarihçisi, mimarı, tasarımcısı, ilkokul öğretmeni. Herkesin gelip bu alanda kendi baktığı taraftan şehri çalışmak için bir sebep bulması, üzerine düşünmesi gerekiyor. Bu konuda en tembel kalanlar kanaatimce çok daha önce bu büyüme sistemini başlatanlar. Şu anda hükümet, hükümetin ekonomi ve tarımla ilgili bakanlıkları, anakent belediyesi, Fatih Belediyesi vs düşünme üretimi anlamında fevkalade gerideler aslına bakarsanız. Çok geçmiş olan bir şeyi ittire ittire buraya uygulamaya çalışıyorlar. Halbuki onlar için de burası muazzam bir fırsat. Önümüzdeki on yılı, yirmi yılı, elli yılı nasıl geçirmek istediğimize ilişkin muhteşem bir muhabbet alanı. Neden burayı tutmak istiyoruz, burası böyle tutulabilir mi, bostancılar bu sorumluluğu alabilirler mi, bu toprak alanı sahiden bostan olarak bu şehre hala hizmet edebilir mi? Evetse, hayırsa nasıl, niye? Neye dönüşmeli? Bütün bunları konuşmak olağanken meselenin böylesine kesilip atılmasına sinirleniyorum. Bengi Akbulut: Defne’nin bahsettiği, market kapının önündeyse ve 10'a kadar açıksa ve bazen marketteki marul daha ucuzsa konusuna dönmek istiyorum. Alternatif bir sistem olarak DÜRTÜK’ten söz edebiliriz; DÜRTÜK bir üretici-tüketici kolektifi. Ben de fikir ve çekirdek ekibinde yer aldım. Herkes tek başına gidip marulu marketten değil de

Yedikule Bostanları’ndan alacak olsa maliyeti yüksek çıkabilir ama örgütlü bir şekilde hareket edip her hafta iki kişinin gidip herkese gereken miktarda almasıyla bu iş çözülebilir. Bu şekilde maliyet paylaşımları ve maliyet odaklı değil, başka bir hayat kurmak düşüncesine sahip yapılar üretilebilir. Bu sadece maliyet, üretim, tüketim ilişkilerine değil, aynı zamanda piyasanın bize dikte ettiğinin dışında bir şey yapmanın ve gıda alanına dokunmanın yolu. Oraya gidip bostancılarla konuşmanın, üreticinin tüketiciyi, tüketicinin de üreticiyi görmesinin yolu. Şunu kabul etmek lazım: Kapitalizm dediğimiz şey belli açılardan maliyetleri kısmayı kabul ettirebildiği için işliyor. Biz ne yapsak da endüstriyel sistemle üretilmiş gıda maddesi o maruldan daha ucuz olabilir. Endüstriyel gıda birtakım maliyetleri fiyatına yansıtmıyor olabilir, örneğin toprağa ya da üreticiye verdiği zararı. Bostandaki tarım illa ki daha maliyetli olacak bunu da kabul etmemiz gerek. Defne Koryürek: O bir dönüşüm süreci ama, bu emeğe ikna olabilmek için az önceki tartışmaların tamamlanmış olması lazım. Öyle bir şey öneriyorsun ki zaten bununla yoğruluyorsun, kafan ve vücudun bunu kabul etmiş durumda. Başka bir yöntem olması lazım diyorsun ama bu on beş milyonluk şehre baktığın zaman gününün en az iki saatini yolda, on ila on iki saatini ekmek kazanmada geçiren ve bu arada da cep telefonunu yenilemesi lazım gelen iki tane çocuğu olan insanların kabus gibi hesabından baktığında bütün bunlara hemen ikna olabilmesini bekleyemeyiz. Evet göğsündeki baskıyı görüyor, hissediyor, itirazı var ve o yüzden sürekli itişip kakışıyor hayatla ama gel gör ki başka bir dünyaya ilişkin zamana dahi sahip değil ve bu tartışmalar hiç onun etrafında yapılmıyor. Bu tartışmaları on yıldır sahici bir şekilde yapıyor olsaydık daha fazla beyaz yakalının ofisleri için küçük kooperatifleri kurmuş olacağını düşünüyorum. Pek çok şirket mensubu her sabah aynı işe gidip, aynı masalarda birbirine bakıp zaten sebzesini, ekmeğini, zeytinyağını getirtebilecek sistemin içinde yaşıyor. Biz bunu Yedikule Bostanları üzerinden tartıştığımız zaman işin kötü yanı bir gol daha yiyoruz. Bu sefer şehri berbat etmeye çalışan bir sisteme karşı bahanesiz, sürekli istemeyiz diyen bir grup olarak lanse ediliyoruz. Ötekinin bunları düşünecek zamanı yokken biz bir kere daha yalnızlaşıyoruz. O yüzden biraz daha ağır bir mücadele oluyor ve hepimizi yaralıyor ama bence çok önemli. Ne kadar çok bunu konuşup tohum takasları yapıyorsak, ne kadar çok okulları toparlayıp öğretmenleriyle bostana getirebiliyorsak, ne kadar eski “nostaljik” bostan fotoğraflarını bir araya getirebiliyorsak, bir iki kelimeyle sosyal medyadan paylaşıyorsak bu konunun biraz daha fazla insanın gündemine girmesini sağlıyoruz demektir. Onun için de çok önemli bir pratik alanı. Sahiden Yedikule Bostanları’nı biz bostan olarak koruyamayabiliriz. Bunu bilip kabul etmek gerekiyor. Biz dış bostanları kaybedip iç bostanları koruyor olabiliriz, bütün bunları kaybedip sonra yeniden test etmek üzere çalışabiliriz ama süreç bizi nereye götürürse götürsün asıl işimiz, bunu vesile edip masaya daha fazla insanın, ilgilinin oturmasını sağlamak olmalı. Bu tartışma bizim istediğimiz gibi kurulmak zorunda değil illa; kimisi de "O kadar egzozun yanında sebze sahiden taze ve iyi mi ki?" diye açıyor tartışmayı, bunun üzerine semt pazarlarındaki yeşilliği konuşmaya başlıyorsun, çok da iyi oluyor. Ne kadar çok ilgilisi varsa, ne kadar fazla tarafından tutulabiliyorsa bunları mümkün kılmak, üzerine konuşacak insanları masaya oturtmak, Yedikule

33 XXI - MART 2016

katman bir yerlere ulaşması ve oralarda tartışmalar yaratması. Sistem buna hiç müsait değil, biz bu sistemi kırmak için doğru zamanda değiliz. Buna karşın mesela yeni enerji konusunda bir tartışma çıkıveriyor, ekonomi odaklı, dünyanın gidişatıyla ilgili uygulamaların gerçekten gezegen için doğru olup olmadığını tasarım bölümü öğrencisi de, ekonomi bölümü öğrencisi de, ekolojist de konuşabiliyor ve bu arada bir araba firması da bu anlamda oluşabilecek geleceği gündeme getirebiliyor. Ama tarım söz konusu olduğunda kent, tüketici, marul ilişkisini konuşmak için sebep yok çünkü saat 10’a kadar açık marketin var, marulsuz kalmıyorsun ki. Ve işin ironik yanı, o marulu almak için Yedikule'ye gitmen gereken zaman, emek ve bunun karşılığındaki yekünle marketten aldığın yekün arasındaki ters ilişki. Bu da Yedikule marulunu seçme sebebini ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla bu, insanları ikna etmesi çok zor bir mücadele. O yüzden de zaten soyut kültürel değerler üzerinden bakıyoruz. UNESCO’nun buna dokunulmaması üzerinden tescillemesine uğraşmak, o yüzden kalkıp bir marul bayramı yapmak zorundayız, unutulmasın diye. Biz bunları bırak 50 yılı, 10 yıldır yapıyor olsaydık, bugün dokunulamazdı. Ama dokunulduktan sonra marul bayramı yapmaya başladığımız zaman evet, çok geriden geliyor oluyoruz. Ama altını bir daha çizmek istiyorum tüm bunlar imkansız bir şeyin gayreti değiller; geç olsun ama eksik bırakılmasın.

YEDİKULE BOSTANLARI

“Kentle köyü ve yapısal, fiziksel üretimlerimizle doğal üretimlerimizi anlayış olarak barıştırabilirsek eskiden beri olduğu gibi bir arada var olabilmeye devam edecekler.”aslıhan demirtaş


“Bostanlar gıda ekonomisine dair kararları, gıdayı üreten ve tüketenlerin bir araya gelip verebilme imkanını açıyor.”bengi akbulut üzerinden tartışmaya açmak ve kaybettiğimiz vakti, yoğunlaştırılmış kurs şeklinde görerek çalışmak ve yarını bu tecrübelerin üzerine inşa etmek zorundayız.

MART 2016 - XXI 34

YEDİKULE BOSTANLARI

Hülya Ertaş: Gezi’den sonra kentsel meselelerde karşılıklı betonlaşmanın iyice sertleştiğini düşünüyorum ben. Muhalif olanların "hiçbir şey yapılmasın, hiçbir şeye ellenmesin" söylemleri, daha gri alanları da imkansızlaştıracak bir sertlikte. Bir yandan da her şeyin çok sembolik düzeyde konuşulduğunu düşünüyorum. Oradaki yaşamın kendisi değil de göründüğü hali konuşuluyormuş ve konuşuldukça gerçeklikle iyice bağlarını koparıyormuş gibi geliyor. Defne Koryürek: Terminoloji yeterince derin değil. Yeterince tartışmış olsak, terminolojimiz derinleşir, böyle yüzeysel kalmaz tartışmalar. Ben sertleşme taraftarı değilim. Greenpeace ile yürüttüğümüz balık kampanyasının en güzel tarafı çok dümdüz ve sert olan Greenpeace'i yumuşatmamızdı. Birimizden biri eksik olsaydı, lüfer 25-27 cm olmadı belki ama 20 cm de olmazdı. Her tarafından birilerinin çekiştirmesi gerekiyor. Birileri kalkıyor "Hiçbir şeye dokunulmasın" diyor, diğeri "Bostancılarındır burası" diyor, birileri karşısındakinin elinden balyozu alıyor, başına gelebilecekleri anlayıp. Hepsi çok önemli çünkü bunların her birine muhtacız. Bazılarımız da daha gri görünen alanda, ki bu gri de tamamen sembolik bir kelimedir, daha farklı tarafından işliyoruz meseleleri. Araları doldurmaya, çimento olmaya çalışıyoruz. İyi şeyler bunlar. Aslıhan Demirtaş: Bence Hülya'nın dediği gerçek hayatın değil de sembolik olanın öne çıkması, bizim kendi konuşmalarımızda arada bir olanları da tanımlıyor. Misal Yedikule Koruma Girişimi’nden kimse orda oturmuyor, mahalleli değil. Oraya gidip "Bostanlar korunsun, çünkü bu tarihi kültürel dünya mirası" dediğinde enteresan bir pozisyon yaratıyor, biz oraya UFO gibi iniyoruz çoğu zaman, bostancıları saymazsak. Mahallelinin de "Siz nereden çıktınız?" diye sormuşluğu vardır. Herkes kendi idealizasyonlarıyla birlikte geliyor. Bostancılık yapan -bu geleneksel zanaati, tarihi peyzajı, mekansallığı ve kent pratiğini sürdüregelen bostancı- bir “tarih” yaşamıyor; gerçek bir hayat yaşıyor. Dolayısıyla da işin içinden konuşuyor ve bostanından yol geçmesi gerekiyorsa buna itiraz etmiyor, bunun mümkün olabileceğini de rahatlıkla söylüyor. Bizlerse kimi zaman bu işlere, kendi bağlamlarımızın yarattığı idealizmlerle ve mükemmeliyetçiliklerle bakıyoruz. "Orası bostan alanı ve bostan olarak kalacak, en ufak bir değişim olmayacak!" diyebiliyoruz veya belediye de gelip "Bostanın, toprağın tarihi mi olur, buralar park ola!" diyebiliyor. Gerçekten pratiğin, hayatın içinden gelen ve orada gün be gün roka, marul ekip toplayan, pazı demetleyen birisi bunları rahatlıkla söyleyebiliyor çünkü hayatının içerisinde her daim edilmesi gereken müzakerelerin varolduğunu yaşamın ta kendisinden biliyor. Hülya Ertaş: Mevcut sistemin üretimle tüketim arasındaki bağını kopardığından söz ettik. Bunu dönüştürmek için gelecek hayallerimiz neler olabilir? Bengi Akbulut: Benim o kadar büyük hayallerim yok gerçekten. Çünkü alternatif ekonomi, kapitalizmin alternatifleri konularında o kadar düşünüyoruz ama elimizde, en azından Türkiye özelinde kapitalizmin neden ya da nasıl çalışmadığına dair somut veriler yok. Bir yandan da koşullar her bağlamda o kadar çok şey değişiyor ki hayaller de

o bağlama göre sürekli değişiyor. Ama en azından şunu söyleyebilirim herhalde: Kooperatifler, beyaz yakalıların işyerlerinde kurdukları kooperatifler aynı zamanda kentlilerin kendi kendilerini yönetmelerine dayalı özerk alanlar üretebilir, bu hayallerimden biri. Bunu yapabilecek kişiler günde 10 saat çalışıyor olmayacak ki bu kentsel müşterekleri üretmeye vakit ayırabilsinler, sistemleri olan ve zaten mekanın içinde yaşayanların kurduğu, basabilecekleri bir zeminin olduğunu bildikleri bir durum yaratılabilir. O zaman bir alternatif kurmayı en azından konuşabiliriz. DÜRTÜK'ün her mahallede olması, herkesin kent içinde bir üretim yapabilmesi gibi hayaller... Örneğin şimdi bostana gittiğimizde fiyatını soruyoruz, bostancı da bize söylüyor. Belki bu konuda karşılıklı müzakere edebileceğimiz, ekonomiyi başka türlü kurduğumuz bir şey ortaya çıkarılabilir. Bunun somutlarını şu an tanımlayamıyorum ama en azından bunu yılda bir beş kişi değil de bir mahallede her gün insanların oturup tartışacaklarını, hayallerini ve onu nasıl inşa edeceklerini konuşacaklarını hayal ediyorum. En azından buna dair konuşmanın ve örgütlemenin daha yaygın olmasını... Oradan sonra işler daha kolay olacak çünkü. Ali Taptık: Çeşitli alanlarda sorun ortaya çıkmadan, önceden savunmaya, sahiplenmeye başlamamız bunun önemli unsurlarından bir tanesi. Kütüphaneleri de düşünebiliriz mesela, her şeyin internetten indirilebildiği bir dönemde kütüphane mekanı tartışmaları geçtiğimiz 10 senedir, dünyanın her tarafında yapılıyorken İstanbul hala bir kent kütüphanesi kursam mı gibi meseleleri konuşuyor. Bir taraftan çok iyi şeyler olmasına rağmen öteki taraftan tartışmada yine geride kalıyoruz. Bu tarz geç kalınmış sorunların belki hep beraber farkına varıp sahiplenmeye başlamamız bu noktada önemli bir adım olacak. Öteki taraftan da Yedikule'ye Temmuz 2013'te ilk gidenlerden biri olarak şunu söyleyebilirim: Tüm bu kutuplaşmış siyası ortamın dışında duran, yerele dair tartışmalarda her iki tarafın da çok sakinleşmesi ve birbirine dönüp konuşması gerekiyor. Konuşmanın yollarını tıkamak için her türlü şey mevcut da olsa, diyalog imkanlarını zorlamakla yükümlüyüz. Bu şehrin güzelliklerinden bir tanesi de belki bütün erken cumhuriyet yatırımlarının Ankara'ya yapılmasıyla, üretimin belli göz ardı edilmiş alanlarının, ellerindeki mekansal potansiyeli iyi değerlendiremeyen bölgelerinin sahiplenilmiş olması. Eminönü, Mercan bölgesindeki tekstil üreticilerinden Karaköy, Şişhane'deki aydınlatma üreticilerine kadar birçok üretim alanından bahsedebiliriz bu anlamda. Tüm bunların İstanbul'a kattığı, 1990'ların sonu 2000'lerin başında turistlerin de etkilendiği şey, yeni zanaatin ve küçük üreticilerin önem kazanmaya başladığı bir zamanda üretici zanaatkar ve tasarımcının buluşabildiği ara yüzün oluşmasıydı. Aynı durum gıda üzerinden de örgütlenebilir. 10 sene önce İstanbul bu denli yoğun olarak medyada da yer bulmuyordu, şimdi daha da görünür bu anlamda. Açılan pek çok restoranın ve şeflerin Yedikule'yi sahiplenmesi, tasarımcıların kalkıp Şişhane’yi sahiplenmesi gibi düşünülebilir. Tartışmaların arasındaki paralellikleri görmek ve ona göre muhabbetleri, tartışmaları kurmak gerekiyor. Defne Koryürek: Her meseleye biraz daha bütüncül bakmaya başlamamız gereken bir zaman dilimindeyiz. Tıpkı 1 Mayıs'ı da başka türlü çalışıyor olmamız gerektiği gibi. Alana yürümek işin bir tarafı. Öte yandan o gün tatil olduğu için AVM'lere gidilen ve o AVM’lerde çalışanların sendikasız olduğu bir dönemdeyiz. Belki de en sağlam 1 Mayıs etkinliği Cevahir'in önüne gidip herkesin yakasına "sendikalı mısın,


Aslıhan Demirtaş: Ben kısa vadeli hayallerden bahsedeceğim. Kısa vade hedeflerinden biri bostancılarla ilgili. Az önce bahsettiğimiz somut olmayan miras ya da kent pratiği tartışması içinde, Yedikule Bostanları’nın DNA'sını elinde tutanlar, bostancılar. Bostancı olmadığı zaman o peyzaj var olamıyor. Dolayısıyla bostancılığın bir meslek olarak kabul edilmesi, odalaşabilmesi ve sosyal güvencesi olması hayallerden biri. Bununla birlikte bostanların da bir kültürel peyzaj, somut olmayan bir kültür mirası olarak kabul edilmesi ve bunların tescillenmesi, surlarla birlikte bütüncül bir şekilde ele alınması hayalim. Ayrıca DÜRTÜK'lerden daha çok olması. Ben 18 sene kapitalizmin başkenti New York’ta oturdum. Ama etrafımda birbirine "hangi DÜRTÜK'e üyesin?" diye soran insanlar vardı! Çiftçi pazarlarının veya CSA'lerin (Community Supported Agriculture - Topluluk Destekli Tarım) dışında çok nadiren, mecbur kaldığımız zaman marketten alışveriş yapardık. Çünkü haftada dört gün, şehrin göbeğinde yerel çiftçi pazarları kurulurdu. Bunların İstanbul'da da olmasını hayal ediyorum. Yedikule'nin tüm bunları başlatmak için çok güzel bir jeneratör olabileceğini düşünüyorum. Fiziksel olarak tam yeri çünkü bostanlar orada, üretimi yapılıyor ve DÜRTÜK'ten, Slow Food Fikir Sahibi Damaklar’a, rokasını oradan alan şeflere dek çok fazla bağlantısı olmaya başlayan bir kentsel mekan, tarihsel değil de bu kez güncel

olarak düşünürsek. Bostandan mutfağa, bostancıdan doğrudan İstanbulluya gibi hedeflerle kendi küçük pazarlarını üretmesini olanaklı görüyorum. Mesela belediyedeki toplantılardan birinde belediye, park olarak yarattıkları alanlara bakamadıklarından, yapmaları altı ay sürse de beş yıl sonra dökülmeye başladığından söyledi. O nedenle Yedikule Bostanlarının bir vakit bostancıların kurduğu bir kooperatif olarak çalışabileceğini düşündük. Olabileceği söylendi ama devamındaki süreçte başka kırılmalar oldu, o noktaya gelinemedi. Kooperatifleşmek çok tartışılan bir konu bu anlamda. Bengi Akbulut: Ama o zaman ortaya çıkan bir başka risk var. Belediye bu alanı toptan birine verecekse bu, belediye ihaleye çıkacak demek oluyor. O zaman bir sürü başka şirket de girecek ihaleye ve sonuçta belli bir mali kanunla yükümlü olduğu için bu ihale sistemi, en düşük fiyatı veren özel şirket alacak. İhaleyi bostancılar kooperatifinin alacağının garantisi yok. O yasal meseleler biraz çetrefilli. Aslıhan Demirtaş: Bostancılığın meslek olarak kabulüyle çok güzel bir süreç başlayabilir. Bostancılık meslek olarak kabul edilir ve bostanlar, bostan ve kültürel miras olarak da tescil edilirse, ardından burası nasıl yaşayacak konusuna da gelinir. Tarih dediğimiz 1500 senedir varolan bostana bakarken aslen bir sürekliliğe bakıyoruz. Bostan süregelmiş olduğu için ona tarih diyoruz ve korunması gereken bir şey olarak görüyoruz. Bu aslında şu da demek: Bu pratiğin ve peyzajın önünde bir şey durmadığı zaman en az bir 1500 yıl daha yaşayabilir. İlk ortaya çıkışından 3000 sene sonrasından bugüne baktığımızda bizim durduğumuz yer “geçmiş” olacak. Biz hep geçmişe yönelik koruma refleksleriyle bakıyoruz ama süregelmiş bir şeyin aynı zamanda süregidecek de olduğunu düşünmek gerekiyor. Bostancıların meseleye bakışı da böyle, bostanı idame ettirmek için ne gerekiyorsa yapacaklarını söylüyorlar. O esneklik içerisinde olabilmek gerektiğini düşünüyorum. Geçmişi muhafaza etmek, ona gelecek zemini yaratmakla oluyor ancak. Defne Koryürek: Masanın etrafında oturduğun zaman zaten oluyor. Belediye başkanı, sen, ben oturduk, civardaki apartmanlardan biri oturdu, uzakta bir yerin ilkokul öğretmeni oturdu... Bu tartışma ancak bu şekilde ortaya çıkar. Başkan "Bu mezbelelik, böyle olmaz, burayı düzeltmen gerekiyor" dediğinde bostancının dönüp soracağı şey "Neresi göster abi, ben düzelteyim" olacaktır. Arkasından uzaktan gelen öğretmen, "Buraya çocukları getirsek de bir ders yapsak" der, öteki taraftan da belki hemen köşesinde oturan sitedeki kadın da "İyi de ben tarlanın yanına oturmak istemiyorum. Bu iyi bir şey değil, şehir bu mudur?" sorusunu açar, bunu konuşuruz. Aynı fikirde olmamız gerekmiyor. Çözümler konusunda uzlaşana kadar kafamızın kırılacağı, sesimizin çok yükseleceği aşikar. Şehrimizle ilgili ne istediğimizi konuşmadığımız da ortada. Sadece sürekli bir itiraz etme durumundayız çünkü masada konuşma da olmuyor. Bunların oluşması gerekiyor küçüklü büyüklü. O olacak olsa zaten estetik ilişkide de ortak bir noktaya varabileceğiz. Gelecekle ilgili arzularımız da, çözümlerimiz de uzlaşma üzerinden kurulacak. Çok daha sakin bir yaşam ihtimalimiz olacak. Kavga içinde, itiş kakış içinde olmayacağız. Yedikule çok önemli bir ders hepimiz için, bu derse çok sıkı çalışmamız gerekiyor.

35 XXI - MART 2016

değil misin?" yazılı bir etiket yapıştırılmasıyla gerçekleştirilebilir. Aslında buraya zıplamamız gereken bir zamandayız. İşçi hareketleri, sendika meselesi ve 1 Mayıs'ta kendine ait bir ağırlık varken Yedikule'deki kent ve tarım üzerinden yaptığımız konuşmanın geri planı çok sınırlı ve sığ. Belki de bu bize bir avantaj verir ve yepyeni mücadele biçimleri denememiz için bir alan açar. Ama derinlikli taraftan sığ olana kadar tüm kent meselelerini ciddi anlamda bütüncül değerlendirmek, çözümleri varolan şablonların ötesine taşımak zorundayız. Geldiğimiz nokta, şehrin kendini değil, hiçbir şeyi taşıyamadığı, gezegenin dahi çökme noktasına sürüklediği bir nokta. Daha önce çok daha dengeli bir dağılım vardı: Kentte daha entelektüel, kendine özgü ekonomik faaliyetler, kırsaldaysa bambaşka ekonomik faaliyetler gerçekleşiyordu. Şimdi öyle bir şey yok. Her şey gittikçe tekelleşiyor ve bunun karşısında duran kampanyalarda da tek elden götürme gayreti görülüyor. Öyle yapmamamız; kırılmaları, zıplamaları, çatallanmaları mümkün kılmak, dolayısıyla dönüşümleri yaşatabilmek için mümkün olduğu kadar bütüncül bakmak, masanın etrafına bu bütüncüllüğün bütün renklerini donatarak oturmak zorundayız. Bir toplantıda belki birimiz daha fazla konuşuruz ama ötekilerin de konuşmasını, başkasının derdinin de açılmasını, değişik taraflarından da meseleye bakılmasını olanaklı kılmamız gerekiyor. Günün sonunda ne yaparsak yapalım aynı otobüste olduğumuzun, aynı yarın durağına ilerlediğimizin, kimsenin kimseyi otobüsten atamayacağının bilgisiyle birlikte çözüm bulmaya gayret etmeliyiz. Yedikule'nin gıdayla ilgili oluşu, bu işi daha da kolaylaştıran bir örnek olabilir diye düşünüyorum. Beğenelim ya da beğenmeyelim, Recep’in torunu da Yedikule Bostanları’nın bilgisine muhtaç. Oradaki tarım bilgisi yoksa, benim torunum da onun torunu da hayatta kalamayacak. Bu gerçeklik üzerinden bakıp birbirimizi duyacak, gerekiyorsa kavgamızı da yapacak ama oradan çıkıp ayrıldığımızda üzerine düşünecek düzenleri kurmamız gerekiyor. İstanbul'un şu zamanında, lüfer de Yedikule marulu da meselelere bir daha bakmak için olağanüstü bir şans. İyi kullanmamız gerekiyor. Eğer burada dersimize yoğunlaşıp çalışmayacak olursak yarınımız çok daha sefil olacak.

YEDİKULE BOSTANLARI

“Yedikule Bostanları önümüzdeki on yılı, yirmi yılı, elli yılı nasıl geçirmek istediğimize ilişkin muhteşem bir muhabbet alanı. ”defne koryürek


Yavaşlama Arzusu YAKIN ZAMANA KADAR TARLALARLA ÇEVRİLİ KAHRİZAK, BİR SÜREDİR HIZLI BİR BİÇİMDE KENTE DÖNÜŞÜYOR. KAHRİZAK APARTMANIYSA İÇİNDE BULUNDUĞU YOĞUN ÜRETİMİ YAVAŞLATARAK YENİDEN BİÇİMLENDİRİYOR.

MART 2016 - XXI 36

YAPI - KONUT - İRAN

fotoğraflar: Parham Taghioff

KAHRIZAK KONUT YAPISI

caat studıo

Proje, İran'ın başkenti Tahran'ın güneybatısındaki Kahrizak'ta yer alıyor. Kahrizak, yarı kurak iklimi nedeniyle unutulmuş, bakımsız bir kırsal alanken son yıllardaki hızlı nüfus artışıyla onu bir kente dönüştürecek bir büyüme geçirdi. Geçmişinde başkentte yaşayanların meyve ve sebze ihtiyacını karşılayan tarım arazilerine sahip olan Kahrizak'ın tarlaları, yerini büyük bloklara bıraktı. Kent peyzajındaki bu değişimi zaman içinde oldukça görünür kılan hızlı yapılaşmasının ardındaki en önemli sebep başkente olan yakınlığı. Birbirinden sosyal, ekonomik ve kültürel bağlamda oldukça farklı toplumsal sınıfların yaşadığı Kahrizak, bu farklılıkların sebep olduğu mücadele ve çatışmalar nedeniyle İranlıların gözünde iyi bir imaja sahip değil. Yerin bu bağlamdaki niteliklerinin projeyi zorlu ve ilgi çekici kılması, bizim de çalışma isteğimizin sebebiydi. Barındırdığı özel koşullarla başkentle kurduğu birbirlerini etkileyen ve dönüştüren ilişki,

hikayesi olan bir yer olması ve bu hikayeyi içeren bir yapı yapabilme fikri ilgimizi çekti. Bölgede ikamet edenleri, Şii ve Sünni olarak adlandırılan iki ana mezhebe mensup, alt sınıflardan gelen, düşük gelirli ve çoğunlukla göçmen olan işçi sınıfı oluşturuyor. Muhtemel kullanıcılarının da benzer kültürel geçmişe sahip olacağı düşünüldüğünde, konutların tanımladığı yapı Müslüman toplumunun bir mikro örneği olması açısından önemliydi. Halihazırdaki yapı üretiminde, Kahrizaklıların içinde yaşadıkları yaşam koşulları oldukça korkunç olduğundan yeni üretimlerin niteliğinden çok sayıca fazla olması önemseniyor. Bu nedenle gün ışığı alabilecek hiç bir açıklığı bulunmayan konutlar ne yazık ki çok popüler. Çünkü burada yaşayan insanların alternatifleri karşılayabilecek kadar gelirleri bulunmuyor. Bu projeyi çalışırken projenin yeri, bölgenin sorunları, yaşayanların yoksullukları ve işverenin Kahrizak'taki yaşama koşullarını iyileştirme isteği ön plana çıktı. İşverenin bu çabası bizi de bölgenin iklim koşullarına


YAPI - KONUT - İRAN 37 XXI - MART 2016

ve yaşayanların kültürel alışkanlıklarına en uygun çözümlerle konut inşa etmekte motive etti. Toplumsal bir mit olan iyi mimari üretimin iyi miktarda maddi kaynakla yapıldığı sonuçta da zenginlere ait olduğu yanılgısını kırmayı, düşük maliyetle de nitelikli tasarım ve inşaat yapılabilir diyebilmeyi amaçladık. Proje bize geldiğinde iki katı inşa edilmişti ve bütçesi de fazlasıyla sınırlandırılmıştı. Yapının yerleştiği kare parselin üç tarafı da başka inşaatlarla çevriliydi ve güneş ışığını almak için geride kalan tek cephe güney cephesiydi. Bu bağlamda bahsetmemiz gerekir; biz projeyi kabul ettiğimizde her kata 55 m2 boyutunda iki birim yerleştirilmişti ve yapılabilecek en iyi şey kuzey kanattaki birimleri tutmak, güneydekilerinse niteliklerini zenginleştirmekti. Böylece kuzeydeki birimlerle yapının kente dönük cephesi arasında verimli bir etkileşim kurulabilirdi. Bunu yapmak projenin zorlu süreçlerinden oldu. En büyük engel sınırlı bütçeydi. Biz de yerel işçileri sürece dahil etmeye ve tuğla ve beton gibi ucuz yerel malzemeler kullanmaya karar verdik. İkinci engelse

kullanıcıların kültürel karakterleriyle bölgede üretilen yapıların çeşidi arasındaki uyumsuzluktu. Örneğin; apartmanların geniş balkonları duvarla çevrilip çatı örülüp evlere dahil edilmişti ya da kiler olarak kullanılıyordu. Ya da balkonların çamaşır kurutabilmek için renkli cam tuğlalarla kapatılması, komşuların görüşünü engellerken gün ışığı kaybolmuyor, ancak binanın dili değişiyordu. Kullanıcıların balkonlara yaptıkları bu muameleyi göz önünde bulundurunca öncelikle ucuz olduğu için tercih ettiğimiz tuğla; modülerliği, ölçek değiştirebilir bir malzeme olması ve farklı alternatiflerin üretilmesine olanak vermesiyle de arayışımıza cevap oldu. Tuğla birimlerinden oluşturduğumuz balkonlar, kullanıcıların isteklerini karşılamak üzere dönüştürülebilir oldu. Birimler çok ufak olduğundan dolapları buralara yerleştirerek iç mekan kullanımını da arttırdık. Uzun pencere açıklıklarıyla da doğal ışığı mekan içinde çoğaltmış olduk. İran mimarisinin tarihsel bir prensibi vardır: Bağlamıyla hemhal olmuş ve işleviyle uyumlu yapının genel

ölçeğindeki basitliğin ve detaylardaki zenginliğin bir aradalığı. Geleneksel İran mimarisinde, kullanıcılar evlerini sürdürülebilir bir üslupla ve iklim niteliklerini göz önünde bulundurarak inşa ederler. Bu mimari yaklaşım ülkenin farklı iklim bölgelerinde tipoloji çeşitlenmeleri yaratılmasına katkı sağlar. Biz de projemizde bu prensibe sağdık kalmaya karar verdik. Malzeme seçimi proje için en önemli etkendi çünkü düşük maliyetli ve inşaat alanına kolay nakledilebilir olanı seçmek zorundaydık. Sonuçta, yakınlardaki bir fabrikada üretilmiş kil bloklarını kullanmaya karar verdik. Birimler tuğlayla birlikte uygulandı ve bu aşamanın ardından birimlerin iskeletine uygun bir malzeme bulmaya çalıştık. Ulaşmak istediğimiz mekan algısını verebilecek en ucuz malzeme betondu. Bu seçimle projenin maliyetini en aza indirerek elimizdeki bütçeyi iç mekanları daha nitelikli üretmeye harcayabildik. Proje görsellerinde de görülebileceği gibi, cephedeki kil blokları, terasların bir kısmını kaplayacak şekilde uyguladık. Tuğla birimlerinin tasarımında İran'ın


YAPI - KONUT - İRAN MART 2016 - XXI 38

giriş sayfasında Cephe tuğla örgüsüne bakış önceki sayfada solda: Sokaktan yapıya bakış sağda: Cepheye bakış bu sayfada solda üstte: Cephede açıklıklar solda altta: Tuğlalardan oluşturulmuş kompozisyon sağda: İç mekandan görünüş

geometrik örüntülerinden ilham aldık. Her birim, arkasında yer alan mekanın işlevine uygun tasarlandı. Böylece, İran tuğla mimarisi ve konut yapısının gereklilikleri cephede temsil edilmiş oldu. İran'ın çöllerindeki geleneksel konut mimarisini temsil eden bu tanıdık geometrinin yanı sıra yerel inşaat işçilerinin bilgisine sahip olduğu betonun kullanılması da süreci hızlandırdı ve kolaylaştırdı. Tasarım aşamasının ardından, son inşaat aşamasına gelmeden test ettiğimiz modül sistemini en iyi şekilde uygulayabileceklerinden emin olmak için yerel işçileri eğitmeye başladık. Bu süreçte işverenin sabrı, anlayışı ve güveni çok yardımcı oldu. Hedefler ancak mimar, işveren ve işbirlikçilerin verimli bir iletişim kurabilmeleri ve bir arada çalışmalarıyla gerçekleştirilebilirdi. Mimar ve işveren arasındaki işbirliğinin ve iletişimin yakın ve kuvvetli olması, bu unutulmuş yerdeki yapının kullanıcıları tatmin etmesinin nedenidir. Birimler daha inşaat aşamasındayken, çevresindeki binalar bittikleri halde boşken oralardaki konutların yarı fiyatına satıldı. Biz

tüm bu süreçte bir mimarın başarmak istediklerine ulaştık ve bizim gibi bu projeye herhangi bir biçimde dahil olmuş herkes de yapmak istediklerine erişebildi. Bağlam etkisi bu projeyi bizim için farklı ve özel kıldı. Projenin konseptini kurarken de onu bedenleştirirken de bunun etkisi oldu. Daha önce mimari üretimde dikkate alınmayan, kendilerine özgü inançları olan kullanıcıların varlığı, yapının çevresindeki benzerlerinden farklı bir süreçle üretilmesi gerektiğini hissettirdi. Bu yaklaşımla, bağlamdan ve içinde bulunduğu çevreden ilhamla tasarladığımız yapı, Kahrizak'taki konut yapılarına farklı bir biçimde yaklaşmanın yollarını açtı. Projenin stili yeni bir paradigma tanımlıyor: Benzer temeller üzerine ve aynı ruhla üretilen farklı biçimlerdeki yapılarla takip edilmeye başlandı. Projeyi bizim için bu kadar özel yapan en önemli niteliği Kahrizaklı insanların imajı üzerindeki etkisiydi. Bu etkeni tasarım aşamasından inşaat bitimine dek daima göz önünde bulundurduk. Kahrizak'ın farklı ama saygıdeğer karakterini ortaya çıkarmak istedik.



YAPI - KONUT - İRAN

kesitler

diyagram

MART 2016 - XXI 40

maket

mahdi kamboozıa Islamic Azad Üniversitesi'ndeki mimarlık lisans eğitiminin ardından yüksek lisans derecesini Shahid Beheshti Üniversitesi'nden aldı. Aynı okullarda asistanlık yaptı, akademik araştırmalarına devam etti. Her projenin bağlamıyla birlikte yeniden kurulması gerektiğini düşünen Kamboozia, projeleriyle pek çok ödül kazandı. Çalışmalarına 2010 yılında İran'da kurduğu CAAT Architectural Studio ile devam ediyor. proje adı: Kahrizak Konut Yapısı proje yeri: Kahrizak, Iran tasarım: CAAT Studio, Mahdi Kamboozia işveren: Kamran Ashouri, Mahdi Mohammadi danışman: Alimadad Yaghoubi proje tarihi: 2013-2015

vaziyet planı



Ahşap Kadraj STRÜKTÜR VE TASARIMIN BİRBİRİNİ VAR ETTİĞİ BİNİCİLİK TESİSİ, MEKANI SALT İŞLEVSEL OLMAKTAN ÖTEYE TAŞIYARAK PEYZAJIN KENDINE HAS NITELIKLERINI ÖNE ÇIKARIYOR. İstanbul Belgrad Ormanı yakınlarında tasarladığımız Binicilik Tesisi kulüp evi, yaşama alanı, idari bina, ahırın yanı sıra açık ve kapalı manejler ve onların eklentilerinden oluşuyor.

MART 2016 - XXI 42

YAPI - BİNİCİLİK TESİSİ - İSTANBUL

fotoğraflar: Cemal Emden

Kulüp evi, yaşama alanı ve kapalı manej arasındaki şeffaflık, yapıyı sıradan bir spor tesisi olmak yerine yapı sahibinin yaşam felsefesini gösteren bir konsepte dönüştürdü. Amaç farklı bir mimariyle gerekli işlevi sağlamak ve gereksinimleri karşılamaktı.

SIEC-S ULUSLARARASI BINICILIK MERKEZI

brıgıtte weber mimarlık

Ana taşıyıcısı kenetlenmiş ahşap strüktürden oluşan kapalı manej, ana kütle özelliği taşıyor ve ona yan mekanlar olarak eklenen kulüp evi ve yaşama alanıyla devam ediyor. Mimari konseptimizi oluşturan ikincil yapı elemanları; pencere, gölgelik ve pergolalar, bir şekil oyunu veya puzzle gibi bir araya gelip konstrüksiyonu da sağlıyorlar. 70 metre boyunca devam eden cephenin ritmini de yapısal

elemanlarla sağladık: Kulüp evi ve yaşama alanındaki kirişleri iç mekandan dış mekana çıkıp ahşap ayaklarla birleşerek kendilerini farklı bölüntüler oluşturarak algılatacak şekilde kurguladık. Ahşap yapıda iç mekansa bir kadraj arayışında: Destekleyici ahşap tavan paneli ve geniş açıklıklarla doğayı bir resim gibi görüntülüyor. Dikkat çekici yapısal elemanlar büyük ölçekte minimal etki yaratırken mekanın iç atmosferinin de tanımlayıcısı oluyor. Yapının ahşap elemanları, bodrum kat hariç, çatı ve doğrama elemanları dahil olmak üzere Avusturya'da üretildi, montajıysa yerel yüklenici işbirliğinde İstanbul'da gerçekleştirildi. Projede kurduğumuz mimari konseptin tam anlamıyla gerçekleştirilebilmesindeki başarıda, özellikle lojistik zorlukların çözümlerinde yoğun biçimde deneyimlediğimiz, uluslararası ilişkiler ve kültürler arası işbirliği önemli rol oynadı. İki farklı kültürün bu proje sürecinde birbirlerinden öğrendikleri; dil farkının engel teşkil eden bir etken olmadığıydı. Bu şekilde üretilmiş projemizin ülke sınırlarını aşabileceğine, bina sahiplerine, mimarlara ve inşaat şirketlerine yeni ilham yolları açarak motivasyon sağlayabileceğine inanıyoruz.


YAPI - BİNİCİLİK TESİSİ - İSTANBUL

arka sayfada Peyzajla bütünleşen ahşap ayaklarla birleşen kirişler sonraki sayfada en üstte: Kenetlenmiş ahşap strüktür üstte solda: Giriş mekanı üstte sağda: Destekleyici ahşap panel ve geniş açıklıklar altta solda: Dışarıya uzanarak ahşap ayakla birleşen kirişler altta sağda: Dinlenme alanı

43 XXI - MART 2016

bu sayfada Yapının omurgasını oluşturan strüktür


MART 2016 - XXI 44

YAPI - BİNİCİLİK TESİSİ - İSTANBUL


YAPI - BİNİCİLİK TESİSİ - İSTANBUL 45 XXI - MART 2016


YAPI - BİNİCİLİK TESİSİ - İSTANBUL MART 2016 - XXI 46

brıgıtte weber Avusturya doğumlu olan Brigitte Weber 1994 yılında Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nü yüksek mimar olarak tamamladı. 1997 yılında Türkiye’ye gelerek ortak olduğu mimarlık ofisinde çeşitli proje ve uygulamalar yapan Brigitte Weber, Türkiye'de imza hakkına sahip ilk yabancı mimar olarak 2005 yılında kendi ofisini kurdu. Bugüne kadar 150'ın üzerinde mimari ve iç mimari projeye imza atan Brigitte Weber'in çeşitli mimari ödüllerin yanında Mies Van Der Rohe 2013 ödülüne Trump Towers ile aday gösterilmiş ayrıca 2014 yılında Avusturya Cumhuriyeti tarafından Altın Liyakat nişanına layık görülmüştür. (Fotoğraf: Ahu Savan An)

plan

proje adı: SIEC proje yeri: Kemerburgaz, İstanbul mimarlık ofisi: Brigitte Weber Mimarlık iç mekan tasarımı: Brigitte Weber Mimarlık proje ekibi: Şebnem Ünügür, Sinem Metin işveren: Sevil Sabancı proje tarihi: 2010 - 2015 arsa alanı: 16.000 m2 toplam inşaat alanı: 3.900 m2 yapım türü: Betonarme, Ahşap Konstrüksiyon betonarme statik projesi: Altıneller Mühendislik ahşap konstrüksiyon: Fetz Holzbau Gmbh ahşap statik projesi: Merz Kley Partner Zt Gmbh elektrik projesi: Küp Mühendislik elektrik yüklenici: Ataktek Mühendislik mekanik projesi: Tanrıöver Mühendislik mekanik yüklenici: Eren Mühendislik altyapı projesi: Miratek Mühendislik peyzaj projesi: DS Mimarlık havuz projesi: Villa Havuz ana yüklenici: Arten Design Construction

vaziyet planı

kesitler

doğu cephesi görünüşü

batı cephesi görünüşü



Katalizör Konteynerler YENILIKÇI TEKNOLOJI KULLANIMI, GERI DÖNÜŞÜM VE KAMPÜS ETKILEŞIMINI BÜNYESINDE TOPLAYAN KONTEYNER PARK, FARKLI TASARIM STRATEJILERIYLE DIKKAT ÇEKIYOR.

MART 2016 - XXI 48

YAPI - ÇOK AMAÇLI KONTEYNER - İZMİR

fotoğraflar: Yerçekim / Ömer Kanıpak ve Orhan Kolukısa

21. yüzyılda eğitim, araştırma ve endüstri arasında duran sinerjik bir yapının inovasyon bağlamında kaçınılmaz olması, Türkiye’deki üniversitelerde son on senede yeşermekte olan Teknopark yapılarına da çok önemli bir rol biçmektedir.

KONTEYNER PARK (MERCAN)

atölye labs

Bu bağlamda Atölye Labs ekibi, portfolyosundaki yenilikçi sistem tasarımı projeleri vesilesiyle Ege Üniversitesi’nin 2014’te başladığı ideEGE Teknopark kurulum sürecine dahil oldu. Tipolojik olarak geçmişte üretilmiş devlet binalarına yakın öğeler barındıran Teknopark binası algısını dönüştürme hedefiyle yola çıkıldı. Vaziyet planı ölçeğinde farklı insan odaklı düzenlemelerin ardından, Teknopark’ın "mıknatısı" olması için özgün bir konteyner park projesi geliştirildi. Proje, İzmir ve Ege Bölgesi kapsamında yüksek potansiyel barındıran, yaratıcı

Ar-Ge firmalarını çeken özgün bir yapının ilk sinyalini vermesi açısından yüksek önem taşımaktaydı. 35 adet ikinci el konteyneri dönüştürerek yapılan 1000 m2’lik konteyner binası biyoteknoloij, enerji, malzeme ve yazılım ile ilgili konularda Ar-Ge yapan yerel ve global firmalara ev sahipliği yaparken stratejik olarak programa yerleştirilen “katalizörler” ile tüm kullanıcılar arasında etkileşimin ve olası iş birliklerinin önü açıldı. Toplamda on ay süren hızlı bir tempoyla yapılan araştırma, tasarım ve inşaat sürecinin yanı sıra projenin kapsamının, arazisinin ve programının da tasarım ekibi tarafından belirlenip geliştirilmesiyle türüne pek rastlanmayan bir proje örneği oluşturdu. Kapalı sirkülasyon alanını sıfırlayarak etkin metrekare kullanımını sağlayan, ortak avlu tasarımıyla kesişim noktalarını arttıran, geçirgen sınırları ile şeffaflığı ön planda tutan bu yapı, ideEGE’nin hedeflediği açık inovasyon sistemi için de iyi bir örnek oluşturmuş oldu. Bu projede üç farklı tasarım stratejisi öne çıkıyor:


YAPI - ÇOK AMAÇLI KONTEYNER - İZMİR 49 XXI - MART 2016

GENIUS LOCI Proje, kampüsün merkezinde atıl bir arazi olarak duran yıkılmış bir fakülte binasının bulunmasıyla başladı. Yıkılmış bina temelleri üzerine, İzmir Limanı’nda alınan ikinci el konteynerlerin yeniden işlevlendirildiği bir program hazırlandı. Var olan ağaç dokusuna yaklaşarak gölgesinden faydalanan konteyner modülleri, hakim rüzgar yönü ve güneş açıları dışında, eski bina temel izlerini takip ederek şekillendi. Gruplaşmış yerleşimleriyle insanları kütle boşluklarına doğru çeken ve mevcut dolaşım rotalarına eklemlenen yapı, tesadüfi karşılaşmalara imkan veren avlusu ve oturma alanlarıyla minimum malzeme kullanılarak tasarlandı. Dikey yerleştirilen bir konteyner ve iki katlı konteynerler, tüm kütlenin hacimsel akışını tamamladı. EKOLOJIK TASARIM Birçok malzemenin geri dönüştürülmesinin ve yeniden kullanıma kazandırılmasının (upcycling) yanı sıra etkin ekolojik stratejiler de benimsendi. Pasif solar sistemler kullanılarak etkin doğal havalandırma, mevcut ağaçlarla gölgeleme, optimal saçak kullanımı, kalın yalıtım

tabakası, solar kaplamalı güney cephe camları, LED aydınlatma sistemleri ve mantar, yerel taş gibi doğal malzeme kullanımı ile operasyonel ve malzeme içinde saklı enerji kullanımı minimize edildi. GELECEK ODAKLI TASARIM Geleceğin çalışma mekanlarının ihtiyaçları odağa yerleştirilerek ilerleyen süreçte 2’li, 3’lü ve 4’lü konteynerlerden oluşan modülleri modifikasyonlara açık tasarlandı. İstenildiğinde mekanın bölünebilmesi için görünür çelik kolon ve kiriş sistemleri, tavanda ara kayıtlar, açık kablo tavasıyla entegre aydınlatma ve klima yerleşimi kurgulandı. Tüm bu sistemlerle farklı kurguların zaman içinde mekanda kolayca vücut bulması sağlandı. Programa etkileşim katalizörlerini yerleştirerek, alternatif yerleşim biçimlerini tasarlayarak ve cepheleri boş birer kanvas olarak sanatçılara sunarak; bu araştırma kampüsünün işleme biçiminin bina ölçeğinde bir prototipi olarak kurgulandı. Misyonunu tamamladıktan sonra modüller halinde kampüs içindeki diğer teknopark alanına yayılarak benzer bir misyonla yerleştirilmesi ve yeniden kurgulanması planlandı.

karşı sayfada Projeye genel bakış bu sayfada üstte solda: Dolaşım koridoru üstte sağda: Bahçe ve konteynerler altta: İç mekana bakış


diyagram

stratejik kesit

MART 2016 - XXI 50

YAPI - ÇOK AMAÇLI KONTEYNER - İZMİR

diyagram

proje adı: Konteyner Park (Mercan) proje yeri: İDEEGE Teknopark Ege Üniversitesi Kampüsü işveren: İDEEGE Teknopark A.Ş. proje alanı: 1.000 m2, 800 m2 açık alan proje tarihi: 2015 tasarım ekibi: ATOLYE Labs; Engin Ayaz, Nesile Yalçın, Nujen Acar, Elif Karaköse, Büşra Tunç, Berna Erenoğlu, Begüm Ural, Batuhan Türker render: Murathan Sırakaya, Gökhan Gürbüz proje yöneticisi: Nesile Yalçın uygulama projesi: Antre Design mekanik proje: Venta Mühendislik elektrik projesi: Sinapsen Elektrik inşaat mühendisliği: Methal Mühendislik aydınlatma danışmanlığı: Parça Proje

vaziyet planı

atölye istanbul Atölye İstanbul, disiplinler üstü bir yaklaşımla, ekoloji ve toplum odaklı tasarım, teknoloji ve inovasyon projeleri üreten bir stüdyo. Her projenin başında gerçekleştirilen çalıştaylar, çalışmaların stratejik temelini oluştururken proje süresince de Atölye İstanbul'dan farklı bağımsız meslek sahiplerini projelere dahil ediliyor. Çıktıların ortak paydası ise, farklı insanları bir araya getiren ve etkileşimi arttıran ölçeklerarası "sosyal obje" sistemleri tasarlamak oluyor.



Karşıya Geç! MEF ÜNIVERSITESI MIMARLIK ÖĞRENCILERI, AYAZAĞA ILKÖĞRETIM OKULU ÖĞRENCILERININ OKUL DENEYIMINI DEĞIŞTIRECEK BIR KÖPRÜ ÜRETTI. KÖPRÜ, KULLANICISI OLAN 5-14 YAŞLARINDAKI ÖĞRENCILERIN BEKLENTILERI DOĞRULTUSUNDA GERÇEKLEŞEN TASARIMIYLA HAYALLERE UZANIYOR.

MART 2016 - XXI 52

PROJE - KÖPRÜ - İSTANBUL

fotoğraflar: Yerçekim / Ömer Kanıpak ve Orhan Kolukısa

Geçtiğimiz yaz MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri olarak "hayallere köprü olduk". Hepimiz için eğlenceli, öğretici, bazen de yorucu bir projeydi. Peki nereden başladık? Süreç nasıl ilerledi? Üniversitemizin kampüsü, Maslak'ta, Ayazağa'ya minibüsle beş dakikalık bir mesafede. Dolayısıyla Ayazağa İlköğretim Okulu ile komşuyuz. Aynı zamanda üniversitemizin Eğitim Fakültesi de ilkokul öğrencilerine ders veriyor. Onlardan kopuk yaşamadığımızı, komşu olduğumuzu, birlikte güzel işler başarabileceğimizi göstermek amacıyla çocuklara bir fayda sağlamak istedik. Bu istek de hikayemizin temelini oluşturdu.

HAYALLERE KÖPRÜ

mef üniversitesi mimarlık bölümü 1. sınıf öğrencileri

"Mimari Proje 1" dersimiz kapsamında, önce okul yetkilileriyle görüşüp yapılabilecek neler var, onları tartıştık. Ardından hem öğrencilerin hem velilerin hem de mahallelinin şikayetçi olduğu okulun

bahçesinin, yetersiz olduğu ve çocuklara uygun olmadığı sonucuna vardık. Okulun bahçesinin ortasından bir kanal geçiyor, ama bu kanal sonradan yapılmış ve bahçeyi ikiye bölmüş. İkiye bölünen bahçenin okul kısmında kalan tarafıysa bine yakın öğrencinin oynayabileceği büyüklükte değildi. Kanalın karşısında kalan kısmı da tel örgülerle çevrilmiş durumdaydı. Kanalı aşacak ve karşı taraftaki ulaşılamayan bahçeyi çocukların kullanımına açacak bir köprü yapılmasına karar verdik. Karşımızda 5 yaşından 14 yaşına kadar çocuklar olduğu için onlarla farklı iletişim yolları deneyip sohbet ettik. Sonrasındaysa veliler ve öğretmenlerle toplantılar yaptık, fikir alışverişinde bulunduk. Velilerin ve öğretmenlerin katıldığı toplantıda, kanaldan dolayı duydukları endişeleri dinledik ve geri dönüşler aldık. Daha sonra çocuklarla buluşmak, sıkıntılarını en doğal şekilde öğrenmek için okul yaz tatiline girmeden bir kaç kere ziyaret ettik. Kendi aramızda gruplara ayrıldık; her grup, belli bir yaş aralığındaki çocukların sınıflarına gidip okulla ve bahçeyle ilgili beklentileri hakkında görüştü. Bu sohbet küçük olanlarla daha çok oyun şeklinde veya hayallerindeki bahçeyi çizmelerini isteyerek; büyük


PROJE - KÖPRÜ - İSTANBUL 53 XXI - MART 2016

olanlarlaysa hem onların sorularına cevap arayarak hem de sorularımıza cevap bularak gerçekleştirdik. Çocuklara okulda, evde, bahçede, sokakta nasıl vakit geçirdiklerini sorduk, ne yazık ki çoğu okulda ve evde istedikleri gibi vakit geçiremediklerini söyledi. Yine velilerle, sıra sorunu, bekleyecek alan sıkıntısı, bahçede arabaların park ediyor olmasıyla ilgili problemler hakkında konuştuk. Okul yönetimi ile bağlantılar sürecin başından sonuna kadar çok olumlu ilerledi. Ayazağa İlköğretim Okulu Müdürü Kenan Hoca ve Müdür yardımcısı Ata Hoca gerekli her türlü desteği verdiler. Öğrencilerle yaptığımız çalışmalar olsun, yazın uygulama sırasında olsun, okul yönetimi ve öğretmenlerinin desteğini hep hissettik. Haziran ayında işe koyulma vakti gelmişti, verilerimizi bir rapor haline getirip tasarım aşamasında bize nasıl yardımcı olacaklarını ve öncelikli sorunlarımızı konuşarak, çok fazla zamanımız olmadığı için üretebileceğimiz en hızlı çözümleri üreterek tasarıma giriştik. Öncelikle inşaat mühendisi Ahmet Topbaş ile ahşap hakkında konuştuk, ahşabın özelliklerini öğrendik. Sonra hepimiz köprü fikirleri üretmeye başladık. Tasarladığımız her köprünün üzerinde ayrı ayrı

düşündük, hep beraber tartıştık, her açıdan ele almaya çalıştık. Köprünün gerektiğinde sökülebilir olması, aynı zamanda, uygulamayı da biz yapacağımız için çalışması kolay bir malzemeden üretilmesi gerekiyordu. Bu nedenle köprüyü ahşap malzemeden yapmayı seçtik. Geçilecek açıklık 10 metreydi. Köprüyü, bu açıklığı en kolayca geçecek ve korkuluk gereksinimi olmayacak şekilde, iki makas kirişten oluşturmaya karar verdik. Ahmet Topbaş, maliyetin az olması amacıyla, standart ahşap profilleri kullanılmasını ve makasların bizim tarafımızdan laminasyon yöntemiyle üretilmesini önerdi. En sonunda 10 metre uzunluğunda, yüksekliği 2.70 m – 2.20 m arasında değişen, planda ve kesitte "V" şeklinde olan iki makas tasarımında karar kıldık. Tasarımda giriş bölgelerinde genişlik 2,5 m iken ortaya doğru daralarak 1,75 m’ye indi. Karşıya geçişin vurgulanması amacıyla orta bölgede yükseklikler de azalarak bir darboğaz etkisi oluşturuldu. Aynı şekilde köprünün bağlantı detaylarını da biz tasarladık. Bağlantılar Metal Yapı tarafından çok hassas bir şekilde fabrikada üretildi ve projeye hibe edildi. Bunun üzerine tekrar gruplara ayrıldık. Bir grup köprü tasarımını geliştirmekle, bir grup bahçe peyzajıyla, bir grup köprü detaylarıyla ilgilendi.

Projemizi gerçekleştirebilmek için maddi desteğe de ihtiyacımız vardı, biz de bir yardım fonu oluşturduk. Hedefimiz iki haftada on bin lira toplayabilmekti. Bir kitlesel fon sitesinde "Hayallere Köprü Oluyoruz" adıyla hesaplar açtık ve projemizi duyurmaya çalıştık. İki haftada bağışı topladık. Projemizin ayrıca çok sayıda malzeme ve nakit bağışçıları da oldu. Diğer bağışçılarla bağlantıları hocalarımız kurdular. Ve sonunda inşaata başladık. Şantiyemiz bir ilkokulun bahçesi olduğu ve mahalledeki çocuklar yazın da aktif olarak bahçede bulundukları için dikkatli olmamız gerekiyordu. Bu yüzden iş güvenliği ve şantiye kurallarına çok dikkat ettik. Yine gruplara ayrılarak işe başladık. Ahşaplarımız gelmeden, makasları kesmemize yardımcı olacak ip iskelelerimizi hazırladık ve ahşaplar geldikten sonra da hızlanacağını beklediğimiz sürece girdik. Bu süreçte bize, marangoz Sait Korkmaz danışmanlık yaptı. Önce ahşapları kurduğumuz ip iskelelerine göre kestik, işlerimizin daha kolay ilerlemesi için gereken sistemi yavaş yavaş oturtmaya başladık, kestiğimiz ahşapları numaralandırdık. Bir de o ahşapları kesme kısmı var tabi. Sanırım ilk gün şantiyeden sonra konuştuğumuz tek şey kollarımızın ağrısı oldu. Nasıl


PROJE - KÖPRÜ - İSTANBUL MART 2016 - XXI 54

testere kullanmamız gerektiğini bilmiyorduk; kullandığımız iki tip testere vardı, ikisiyle de aynı şekilde kesmeye çalıştık, ama yanlışmış ve doğrusunu öğrenene kadar geçirdiğimiz süre bizim için biraz zor oldu. Tamamını elimizle kestiğimiz için de ahşapların kesimi biraz zamanımızı aldı, ama köprüyü büyük bir gururla "ellerimizle" yaptık, diyebiliyoruz bu sayede. Yine güvenliğe gelince de hem ahşaplarımızın güvenliği –ki bu güvenliği her materyalimiz için sağlamak pek de kolay olmadı - hem de çocukların güvenliği için ahşapları birleştirip taşınamaz hale getirene kadar her gün okul binasının içine taşıdık. Birleştirme kısmı belki de kesmekten daha zordu, el testeresiyle kestiğimiz için hepsinin birbirine kusursuz oturmasını sağlamamız çok kolay olmadı. Bir grup ahşapları birleştirirken bir grup da köprümüzün tasarımındaki eğimli taban için rampa iskeleyi kurmaya başladı. Biz bunları yaparken belediyenin demir ustaları da ahşap köprünün uygulanabilmesi için kanala geçici iskele köprüleri kurdu. Köprünün girişlerine temel atılacağı için belediye, kepçeyle köprünün girişlerini kazmaya başladı. Biz de geçici olarak birleştirdiğimiz ahşapları tekrar ip iskelede düzeltip bağlantı detaylarının geleceği yerlerden matkaplarla delik açmaya başladık. Böyle kolay yapmışız

gibi anlatıyorum ama matkabı da doğru kullanmak çok önemliymiş, bileklerimizin gücü kalmadığı zaman anlamıştık bunu da. Kestiğimiz parçaları Metal Yapı’dan gelen laminasyon levhalarını aralarına koyarak cıvatalarla birleştirmeye başladık. Çok sayıda somun sıktık. Haziran sonunda, makas parçalarını kısmen bağlanmış bir halde içeriye taşıdık. Yine malzemelerimizin ve çocukların güvenliği için okulun bahçesini tamamen boşalttık ve bize verilen sınıflardan birine kilitledik. Ağustos'ta tekrar köprüye dönmek üzere tatile çıktık. Geldiğimizde Sarıyer Belediyesi karşı tarafın korkuluklarını yapmıştı. Bütün süreç boyunca Sarıyer Belediyesi ile, hocalarımızın organize ettiği, çok olumlu bir bağlantımız oldu. Uygulama sırasında, temel kazılması, köprü parçalarının vinçlerle taşınması, makasların yerine konmasından sonra kirişlemelerin yapılması, kanalın temizliğinin yapılması gibi bizim altından kalkmakta zorlanacağımız konularda Sarıyer Belediyesi çok destek verdi. Sıkıştığımız her durumda Hikmet Açıkgöz ekibiyle desteğe koştu. Köprü makaslarının bağlantılarını sağlamlaştırmak için çalışmaya başladık, sağlamlaştırma kısmını kanalın karşı tarafında

yapmaya devam ettik. En sonunda köprü vinçle kaldırılıp hazırlanan temeller üzerine konuldu. Bizim makas kirişlerini birbirine bağlamamız çok zor olacağı için belediyeden burada da yardım aldık. Köprünün zemini oluştuktan sonra işler biraz daha kolaylaştı. Bağlantıların son kez sıkılması, payandaların yerleştirilmesi, köprünün yakılma tehditlerine karşı yanmayan boyayla boyanması, korkuluklarla kapatılması... Bizim için çok hızlı ve keyif veren bir süreçti, çünkü artık köprümüz tam olarak üçüncü boyutu kazanmıştı ve üstünde çalışabiliyorduk. En son olarak köprüyü temizledik ve açılış için çocuklarla buluşmayı beklemeye başladık. Belediyeyle, okulun artık ulaşılabilen bahçesini de düzenlemek için önümüzdeki yaz aylarında yine bizlerin tasarımı ve çalışmaları üzerinden, ortaklaşa olarak gerçekleştirme konusunda da anlaştık. Sarıyer Belediyesi köprünün açılışı için Ayazağa İlköğretim Okulu'nda bir tören düzenledi. Köprünün açılışı gerçekten sürecin en keyifli kısmıydı. Öğrencilerle birlikte kurdeleyi keserken hepimiz hem yapmış olduğumuz işin mutluluğunu yaşadık hem de çocukların mutluluğunu paylaştık. Hayallere gerçekten köprü olduk!


PROJE - KÖPRÜ - İSTANBUL

Tasarım ekibi; 2014-2015 Güz ve Bahar yarıyıllarında MEF Üniversitesi'nde mimarlık eğitimi almaya başlayan 21 öğrenciden oluşuyor. "Hayallere Köprü" projeleriyle 2015 yılı MIMED yarışmasında "1. Sınıf" kategorisinde teşvik ödülü kazanan ekip üyeleri, yerel tohumlar kullanılarak oluşturulan MEF Bostan projesinde de yer aldılar.

tasarım ekibi: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri öğrenciler: Abdülselam Filizer, Arda Yaycı, Arzu Ören, Bulut Gümrükçü, Cansu Gösterişli, Ceren Can, Deniz Torun, Ezgi Bahadırlı, Gamze Adıgüzel, Gökçe Demiral, Hakan Akbulut, Kadir Mert Tatar, Kübra Karakaya, Melis Özkaya, Öykü Ömür, Selen Sönmez, Selen Sürmeli, Şengül Has, Tuğçe Çelik, Tuğçe İratçı, Yaren Bayır proje yürütücüleri: Arda İnceoğlu, Ahmet Topbaş, Burcu Serdar Köknar, Derya Uzal, Bengi Erdoğan statik proje: A Teknik – Ahmet Topbaş katılımcı proje süreçleri danışmanları: Herkes İçin Mimarlık (Emre Gündoğdu, Merve Gül Özokçu); Özlem Ünsal, Berna Dündaralp uygulama: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 2015 Yaz yarıyılı Mimari Proje 2 öğrencileri marangozluk danışmanlığı: Sait Korkmaz ağır uygulama desteği: Sarıyer Belediyesi

55 XXI - MART 2016

kesitler

vaziyet planı giriş sayfasında Kendisi de oyun alanı olan köprü önceki sayfada üstte en solda: Ahşap birleşme detayları üstte solda: Kanal ve köprü üstte sağda: Kiriş ve korkuluklar altta solda: Köprü altta sağda: Çocukların oyun alanı olarak köprü karşı sayfada üstte solda: Korkulukları uygulama aşaması üstte sağda: Bağlantı levhaları uygulama aşaması altta solda: Köprünün yerleştirilmesi altta sağda: Tasarım aşaması

eskiz


İÇ MEKAN - YAYINEVİ - İSTANBUL MART 2016 - XXI 56

fotoğraflar: Retorikfilm

Paradoksal Mekan NESNESİ DEĞİŞEN KİTAP OKUMA EYLEMİNİN MEKANINI SORGULAYAN LEXPERA YAYINEVİ, KİTAPLARI RAFA KALDIRIYOR.

LEXPERA YAYINEVI

1+1 mimarlık stüdyosu

Dijital çağda yaşanan gelişmeler, yaşamın her alanında ihtiyaç ve kullanım biçimlerini de değiştiriyor. Bu değişim, çevremizi sarmalayan nesnelere, mekanlara ve eylemlere de yeni tanımlar yüklüyor, bilindik anlamlarından farklılaştırıyor.

Dijital teknolojilerin evrimi, sadece okuma eylemini değil, yazma ve yayınlama eylemlerini de dönüşüme uğrattı. Artık metinler çizgisel değil. Sanal ortamda, içerisindeki bilgiyi okuyucunun ilgi ve deneyimleriyle dinamik olarak ilişkilendiren medyayla sunuluyor. Yayınevleri de bu bağlamda, değişen sürece uyum sağlamak için zorunlu olarak kitapları ve okuma eylemini yeniden keşfeden yayınlar yaratmayı hedefliyor.

Bu çağın ruhuyla etkileşimin en büyük yansımalarından biri, nesnesi "kitap" olan "okuma" eylemi üzerinden deneyimleniyor. Geleneksel kütüphane kullanımı romantik kalan kitap, raflardan alınıp koklanan, dokunulan, okunan, bedensel iletişim kurulan bir nesne olmaktan çıkıp sanal ortamdan dijital olarak indirilen, sayfaları ekran yoluyla çevrilerek okunan başka bir nesneye dönüştü.

KITAPLAR Nesnenin ve eylemlerin yeniden tanımlanması, mekanın da yeniden tanımlamasını gerektiriyor. Alışık olunmayan ve kurgulanması gereken bir program ihtiyacı kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu anlamda mekan üretimini deneyimlediğimiz projenin işvereni Lexpera, sorgulama biçimiyle oldukça paralel olarak;


bu sayfada solda: Çalışma alanı altta solda: Siyah kutu altta: Bekleme alanı en altta: Esnek kutu

İÇ MEKAN - YAYINEVİ - İSTANBUL

karşı sayfada solda: Mekana genel bakış sağda: Rafa kaldırılan kitaplar

57 XXI - MART 2016

uzmanlaştığı alanla ilgili geleneksel işleyişini değiştirecek yeni nesil bilgi sistemi üreten ve dijitalleşme öngören bir kurum. PROGRAM Mekan için önerilen yeni program çalışmalarını; tasarımcı, marka danışmanı ve yayınevinin karşılıklı tartışmalar ve araştırmaları doğrultusunda biçimlenen üçlü bir katılım modeli çerçevesinde gerçekleştirdik. Tüm bileşenleri içeren bir veriler havuzu oluşturduğumuz bu sürecin ardından, mekanın tasarımı ve kavramsal altyapısı geliştirildi. Kurgulanan yeni programa göre yeniden düzenlenen iç mekan bir paradoks oluşturuyor. Mekanda varlığı öngörülen yeni nesil bilgi sisteminin ve dijital kullanımların gerektirdiği biçimde, eskiden olduğundan çok farklı ve devrimsel bir dönüşüme gidilerek; "tüm kitaplar rafa kaldırıldı". Kitapların raftaki yerlerini

aldıkları halde yine de mekanın kalbinde olması ve en büyük öneme sahip nesne konumunu kaybetmemesiyse bahsedilen paradoksu oluşturuyor. Artık mekana gelen kullanıcılar raflardan kitapları alıp karıştıramayacaklar; fakat herkes, mekanın kalbinde bu kitapları hissedecek. Eylem farklı biçimlerde mekanda kendini göstermeye devam edecek. ESNEK KUTU Mekanın ortasında yer alan konsol ise, mekan içinde çizgisel olarak uzanırken yeni dijital donanımın da omurgasını (arayüz) oluşturuyor. Kullanıcılar, kutu üzerinde yer alan tabletlerden kitaplara ve diğer dijital bilgiye ulaşabilirken taşıyıcısına asılan projeksiyonlar aracılığıyla detaylı tanıtımları da izleyebiliyorlar. Kutu varlığıyla, dijital kullanımın mekandaki temsiliyetini ve yönetimini sağlıyor. Mekandaki diğer her şey çekinik ve ikincil kalıyor.


MART 2016 - XXI 58

İÇ MEKAN - YAYINEVİ - İSTANBUL

kesitler

plan

mekan perspektif

ervin garip Mimarlık lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerini İstanbul Teknik Üniversitesi'nde tamamladı. Doktora eğitimi sırasında NCSU College of Design, ABD`de misafir öğretim üyesi olarak görev aldı. İKÜ, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nde ders vermeye ve uluslarası kongre ve atölyelere katılmaya devam ediyor. Çeşitli yarışmalarda ödüller kazanan, projeleri sergilenen Garip, çalışmalarını 1+1 tasarım ekibiyle mimari, iç mimari ve kentsel tasarım alanlarında sürdürüyor. proje yeri: Mecidiyeköy, İstanbul proje ofisi: 1+1 Mimarlık Stüdyosu proje tipi: Yayınevi tasarım: Ervin Garip yardımcı: F. Deniz Kozluca işveren: Lexpera proje yılı: 2015 toplam inşaat alanı: 80 m2

iç mekan görünüşü



Bütünleşik Kutular Denklemi KARŞILAMA ALANINI, TEKSTIL FABRIKASININ DIŞYÜZÜ OLARAK KURGULAYAN PROJE, BÜTÜNLEŞİK YAKLAŞIMIYLA MEKAN İÇİNDE MEKAN TANIMLIYOR.

MART 2016 - XXI 60

İÇ MEKAN - FABRİKA - İSTANBUL

fotoğraflar: Şafak Emrence

V Factory, bir tekstil firmasının genel merkez binası bünyesinde, ihracat departmanının kullanımı amacıyla tasarlanmış olan bir mekan ve bu mekana hizmet eden bir karşılama-bekleme alanından oluşuyor. İhracat departmanı; yönetici ofisi, showroom ve operasyon ofisi olarak işlevsel anlamda birbirinden net biçimde ayrılan üç ana gruptan oluşuyordu ve bu bölümlerin birbirleriyle görsel ilişki kurmaya devam ederken işitsel anlamda mahremiyetlerini koruyor olmaları gerekiyordu.

V FACTORY İHRACAT DEPARTMANI

zemberek tasarım

Konsepti, bu üç ana işleve sahip, mevcut çeperlere ve zemine dokunmadan mekana yan yana yerleştirilen üç şeffaf ana kutu ve bir ana aks üzerine kurguladık. Bu aks, bina içindeki dolaşımın ihracat departmanı içinde de kesintisiz olarak devam etmesini sağladı ve departmana ait kutular bu aksa entegre edildi.

Ana kutuların kendi içlerinde işlevlerine göre ayrışan alt bölümleri, farklı kotlardaki düzlemleri oluşturdu. Bu düzlemlerin, dolaşımın sürekliliğini sağlayacak ve görsel mahremiyet ya da görünürlük taleplerini karşılayacak biçimde birbirleri ve diğer kutularla ilişki kurmasıyla birlikte, zemin kotunda girişten itibaren yükselen bir dizilim ortaya çıktı. Böylece bağlayıcı aks, rampalaşarak ve kutuların içlerine sızarak entegre durumu güçlendiren bir öğe haline geldi. Ana kutu çeperlerinde, malzeme olarak demir konstrüksiyon ve cam kullandık. Düzlemler ve rampanın ayrışan durumunu, farklı malzeme kullanarak pekiştirdik: Rampada ceviz lamine ahşap parke ve düzlemlerde beyaz poliüretan farklılığı kuvvetlendirdi. Karşılama ve bekleme alanında, kısa süreli toplantı ve etkinliklerde ya da firma çalışanları ve konuklar tarafından kullanılabilecek bir oturma ünitesi tasarladık. Bu bağlamda amacımız, eğrisel form ve vermek istediğimiz feminen etkiyle oturma ünitesinin bina geneliyle kontrast oluşturan bir etkileşim alanı tanımlamasıydı.


karşı sayfada Lounge

İÇ MEKAN - FABRİKA - İSTANBUL

bu sayfada solda: Yönetici ofisi solda ortada: Showroom solda altta: Lounge'tan yönetici ofisine bakış altta ve en altta: Kutular ile sirkülasyon ilişkisi

61 XXI - MART 2016


İÇ MEKAN - FABRİKA - İSTANBUL MART 2016 - XXI 62

kesitler

zemberek tasarım 2000 yılında, Başak Emrence ve Şafak Emrence tarafından İstanbul'da kurulan Zemberek Tasarım; mimarlık, iç mekan tasarımı ve kurumsal kimlik alanlarında projeler geliştiriyor, uygulama ve kontrol yapıyor. Tasarım sürecine "doğru soruyu bulma" konsantrasyonuyla başlamanın sonuca yön veren esas ve sadeleşmiş fikri ortaya çıkaran unsur olduğu yaklaşımını benimseyen ekip, mekan kullanıcısının, sebep-sonuç ilişkilerini okuyabilip anlamlandırabildiği bir dahil olma sürecini tetiklemeyi hedefliyor. proje adı: V Factory İhracat Departmanı mimari tasarım: Zemberek Tasarım tasarım ekibi: Başak Emrence, Şafak Emrence, Ece Ilgın Avcı, Cansu Sezer işveren: Vigoss Tekstil proje yeri: Güneşli, İstanbul, Turkey proje alanı: 250 m2 tasarım ve uygulama tarihi: Ocak - Nisan 2015

plan



Serbest Oturum GEOMETRİDEN ESİNLENİLEREK OLUŞTURULMUŞ KURGUSUYLA KOLAY ÜRETILEBİLEN LES ANGLES, TASARIMIN ÖZGÜNLÜĞÜ VE NİTELİĞİ KAYBOLMADAN ÇEŞİTLENEBİLİYOR. TASARIM, HER MEKANA VE İŞLEVE UYUM SAĞLIYOR. Les Angles, yaşama mekanlarının kullanımını yapısal olarak ve kullanıcı isteğiyle dönüştürebilme potansiyeli barındıran bir mobilya koleksiyonu. Kolayca bir araya gelebilen ve oturma düzeninin bireysel ya da kalabalık gruplar için dönüştürebilen sekiz parçadan oluşan Les Angles, yaratıcılık ve işlevsellik birlikte düşünülerek kurgulanmış.

MART 2016 - XXI 64

TASARIM - OTURMA BİRİMI

fotoğraflar: Smarin

HEYKELSI VE GRAFIK Proje, Smarin markasının yaklaşımına da uyum sağlıyor: biçim ve renklerle kolayla manipüle edilebilen, özgün ama tanıdık bir çevre tanımlıyor.

LES ANGLES

stéphanıe marın

tartışma, dinlenme ve çalışma mekanlarına kadar çeşitli mekan kurgularına dahil olabilme potansiyeli de taşıyor. ÇEŞITLENEN GEOMETRI Oldukça kolay teknikle bir araya getirilen ve böylece herkes tarafından ve kolaylıkla üretilme imkanı olan Les Angles, Penrose üçgeni planından esinlenilerek oluşturulmuş. Her parçanın kenarındaki alt noktalar, aralarından geçirilen bağlarla kompozisyon parçalarının kolayca bir araya gelmesini sağlıyor. Sistemin bir arada durabilmesini sağlayan bağlar 1,5 ve 2,8 metre uzunluklarında iki çeşit olarak kullanılmış.

Parçalar birlikte durduklarında yeri, çatıyı ya da duvarları kaplayabilirken yün malzemesinin nitelikleri sayesinde ısı ve ses yalıtımına da önemli katkısı oluyor.

Dan Schechtman'ın 1982'de düzenin "periyodisite" kavramının dışında olabileceğini ortaya koyduğu "kristalimsiler" keşfi ona 2011'de, nerdeyse 30 yıl sonra, Nobel Ödülü'nü kazandırmıştı. Tasarımın esin kaynaklarından birini de bu oluşturuyor.

Les Angles, özel mekanlardan geniş ölçekli projelere kadar her türlü çevreye uyarlanabilir biçimde tasarlanmış. Bu özelliğiyle, evde bir nesne de olabiliyor,

Her biri altın oranlı iki üçgenden oluşturulan elmas şeklini temel alan formlar, tamamlanmış ürünü geçici olmayan, özgün ve çarpıcı bir görünüme kavuşturuyor.


TASARIM - OTURMA BİRİMI 65 XXI - MART 2016

stéphanıe marın 2004 yılında SMARIN firmasını kuran Stéphanie Marin, öncesinde,17 yaşında kurduğu ilk firmasında geri dönüştürülebilir tekstil malzemeleri üzerine çalışmalar gerçekleştirdi. Hazır giyimde doğal malzemeler ve renklerin kullanımına yoğunlaştı. Tasarımın manevi boyutlarına duyarlı olan Marin, beden, mekan ve ışık arasındaki ilişkiyi sorgulayan çalışmalar gerçekleştiriyor.


GLORIA SPORTS ARENA ALARKO CARRIER ÇÖZÜMLERİYLE LEED SERTİFİKASI ALDI

MART 2016 - XXI 66

SEKTÖR HABERLERİ

Antalya Belek'te bulunan spor kompleksi Gloria Sports Arena, ABD Yeşil Binalar Konseyi (USGBC) tarafından geliştirilen LEED sertifikasını aldı. Tesiste, Alarko Carrier tarafından sağlanan Carrier markalı, yüksek verimli yeni seri üç vidalı kompresörlü soğutma grubu kullanıldı. Ozon tabakasına zarar vermeyen gazlar kullanan ve enerji verimliliği sağlayan frekans invertörlü vidalı kompresörler ile su soğutmalı 23XRV soğutma grupları, bakım ve işletme maliyetini azaltıyor. Üç hareketli parçasıyla çok sessiz olan

ürünün verimliliği ve kompresör yapısı sayesinde surge riski bulunmuyor. (Surge: Düşük yüklerdeki çalışma durumunda kondensere giden gazın geri kaçarak kompresöre basınç yapıp sorun oluşturması sonucu cihazın arızaya geçmesi durumuna denir. Bu durum tekrarlandığında kompresöre zarar verir.) Geniş kapasite aralığına sahip 23XRV soğutma grupları ömür boyu verim ve güven vermek üzerine tasarlanıyor. www.alarko-carrier.com.tr

Rigips'in düzenlediği Ulusal Alçı Yarışması Ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl ilk kez gerçekleşen yarışmanın Sakıp Sabancı Müzesi The Seed'de düzenlenen ödül töreninde "Alçı Levha" kategorisinde Işık Dekorasyon İdari Binası ile Işık Dekorasyon, "Sürdürülebilirlik ve İnovasyon" kategorisinde 42 Maslak ve "Eğitim, Sağlık ve Konaklama Hizmetleri" kategorisinde Grand Hotel de Pera projeleriyle ESDO İnşaat birinciliğe layık görüldü. "Ticari" kategori birincisi

Başakşehir Fatih Terim Spor Kompleksi ile Ekon İnşaat olurken, mansiyon ödülü ise Hisar Okulları Müzik Odası projesi ile Serhat İnşaat'a verildi. Yarışmada birincilik kazanan projeler uluslararası alanda Saint-Gobain grubu tarafından 20 yıldır düzenlenen ve Haziran ayında Prag'da 10.'su gerçekleşecek Saint-Gobain Uluslararası Gypsum Trophy ödüllerinde Türkiye'yi temsil edecek. www.rigips.com.tr

TROX TJN JET NOZÜL

CS5335B01 OCAK Ankastre teknolojisinde sunduğu tasarım ve teknolojilerle bugüne kadar 100 ülkede adından söz ettiren Silverline Ankastre, 2016 yılında da mutfaklara yenilikçi ve işlevsel tasarımlar kazandırmaya devam ediyor. CS5335B01 emniyetli ocak da bu tasarımlardan biri. Silverline Ankastre'nin yeni ocak modeli CS5335B01, otomatik gaz kesme emniyeti sayesinde ocakta pişen

RIGIPS TÜRKİYE ULUSAL ALÇI YARIŞMASI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

yemek taştığında ortaya çıkabilecek tehlikelerin önüne geçiyor. Cam yüzeyi ve emaye ızgarası kolayca temizlenebiliyor. Yandan kontrol paneli ise kullanımda konfor sağlıyor. Siyah ve beyaz cam alternatifi ile tasarlanan ocaklar tüm farklı dekorasyonlara sahip mekanlara uyum sağlıyor. www.silverline.com

Trox çok yönlü TJN jet nozüller farklı sıcaklık koşullarında dahi geniş iç mekanlarda konforlu bir iklim yaratıyor. Yüksek nitelikli polimerden yapılan yeni TJN tipi nozül cazip bir tasarım öğesi. Servomotoru dışarıdan takılan ve ilave basınç düşüşüne yol açmayan bu ürün, optimum akustiğe sahip ve benzer ürünlere oranla daha fazla enerji tasarrufu sağlıyor. Kolay montaj olanağı sunan ürünün hava jet açısı bir

ekrandan okunabiliyor ve hassas ayar yapılabiliyor. RAL beyaz alüminyum veya saf beyaz yüksek nitelikli polimer ürün her biri kanala veya doğrudan bağlantıya uygun beş boyutta üretiliyor. Biçim bellekli alaşımdan yapılan servomotor sayesinde kısa tepki süresine sahip olan ürün kendinden ayarlanabiliyor. www.trox.com.tr



KALE TEKNOLOJİK UYGULAMALARIYLA DİJİTAL MAĞAZACILIĞI BAŞLATIYOR Kaleseramik, tüketicilerin hayatını kolaylaştıran teknolojik uygulamalarıyla dijital mağazacılığı başlatıyor. Uluslararası seramik pazarının en önemli oyuncularından biri haline gelen Kaleseramik'in Avrupa'da ilk üç, dünyada ise ilk 12 büyük firmadan biri olduğunu vurgulayan Kale Yapı Ürünleri Grubu Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı H. Derya Ercan “Her biri alanında öncü markalarımızla, farklı yaşam tarzlarına hitap eden ürünler ve hayatı kolaylaştıran işlevsel çözümler sunuyoruz. Tüketiciyi tasarım oluşumunun içine katan ve herkesin kendi yaşam alanlarını kurgulamalarını sağlayan yenilikçi ürünlerimiz ve mağazacılıkta dijital uygulamalarımızla sektörde ilklere imza atmaya devam edeceğiz. Tüketicilere banyosunu tasarlama olanağı veren ‘Kale 360’ uygulamasından sonra, sektörde ilk kez hayata geçirdiğimiz sanal gerçeklik teknolojisini mağazalara taşıyarak, tüketicinin hayalindeki banyoyu gözünün önüne getiriyoruz, satın almadan deneyimlemesini sağlıyoruz” dedi.

MART 2016 - XXI 68

SEKTÖR HABERLERİ

www.kale.com.tr

SANDSTONE-DESIGN Knauf'un cephe tasarımı alanındaki markalarından biri olan SandstoneDesign, Plus X Award ödül töreninde "Yılın En Yenilikçi Markası" ödülünü aldı. Knauf'un mantolama sistemleri kullanıcısına sadece işlevsellik değil, aynı zamanda görsel zenginlik ve tasarım özgürlüğü de sunuyor. Bu kapsamda Knauf'un dış cephe mantolama sonrası kaplama ürünü olan Sandstone-Design, sekiz farklı renk ve doku seçeneğiyle ısı yalıtımı sonrası cephelere yepyeni bir görünüm kazandırıyor. Sandstone-Design, doğal taşın belirli bir üretim süreci sonunda yaprak haline getirilmesiyle üretiliyor ve esnek bir cephe kaplama malzemesi olarak mantolamada kullanılıyor. Tamamen kum taşından üretilen ve yüzeyi taşın doğadaki kendi formundan oluşan ürünler, dış

ortamlardaki kirlere ve kötü hava koşullarına karşı yapılara uzun süreli koruma sağlıyor. Aynı zamanda bu ürünlerde hasar görmüş bir parçanın değişimi de kolay oluyor. Knauf, 2 mm kalınlığındaki Sandstone-Design ürünlerini 500x150, 600x300, 400x200, 2600x1200 mm ölçülerinde satışa sunuyor. 2 mm kalınlığındaki Sandstone-Desgin ürünleriyle uygulamada mekanik montaja ihtiyaç duyulmuyor. Plakalar, ısı yalıtım levhasının ve sıvanın hemen üzerine, binaların ek yerlerine, geniş alanlara kolaylıkla monte edilebiliyor. Sandstone-Design hafif olan plakanın esnek yapı özelliği sayesinde yuvarlak yüzeylerde ve tüm köşelerde de kolaylıkla uygulanabiliyor. www.knauf.com.tr

HEBESCHIEBE 76 Egepen Deceuninck, geniş görüş açısı sağlayan HS 76/Contalı Sürme Sistemi ile manzaraya açılan tüm mekanlar için bütünlük sağlıyor. Tek hamle ile kolay açma ve kapama imkanı sunan ürün, kalite ve emniyet özellikleriyle dikkat çekiyor. Tasarımında izolasyon, estetik ve emniyetin ön planda tutulduğu HS 76, mekanların daha ferah ve dekoratif görünmesini sağlıyor. 76 mm genişliğinde ve dört odacıklı kanatları, kullanılan özel contalarıyla izolasyon sağlayan sürme sistemi serisi kolay

açma-kapama özelliğine sahip. Balkon, teras, bahçe gibi alanlarda daha geniş görüş imkanı sunan ürün, ses ve ısı yalıtımı da sağlıyor. Ürünlerinde kurşun kullanmayan, çevreye duyarlı iş modeliyle sürdürülebilir bir yaşam için PVC ürünler tasarlayan Egepen Deceuninck, HS 76/Contalı Sürme Sistemi doğadan esinlenilen 14 farklı renk seçeneğiyle farklı mekanlara uygun tasarımlar sunuyor. www.egepen.com.tr



UYGULAMA - ZEMİN - ANTALYA MART 2016 - XXI 70

fotoğraflar: Ali Bekman

Yönlendiren Çizgiler BOOKING.COM ANTALYA OFİSİ'NDE UNIGEN YAPI'NIN KARO HALI VE PVC ZEMİN KAPLAMALARI UYGULANDI. Booking.com Antalya ofisinde Unigen Yapı tarafından ithalatı ve uygulaması yapılan modulyss® karo halı ve Decoria alternatif görünümlü PVC zemin kaplamaları tercih edildi. Navigasyon yönlendirmelerinden yola çıkılarak tasarlanan projede, First karo halı serisinin dinginliği ile Color & serisinin canlı renkleri bir arada kullanılarak dikkat çekici ve enerjik bir ofis ortamı sağlandı. modulyss® karo halılar, zengin desen ve renk çeşitleri ile birbirinden özgün

tasarımlar sunarken, mekanların en gözde yapı elemanı haline geliyor. 22 renk seçeneğine sahip olan First koleksiyonu abartısız güzellik ve zarafet temasını, koleksiyonun diğer serileri olan First Lines, First Absolute, First Stripes, First Waves, First Blocks ve First Radiant ile destekliyor. Booking.com Antalya ofisinde, ana renk olarak First 961 gri kullanılıp, renkli şeritlerde Color & serisinin 204, 626, 316, 550 renkleri tercih edildi. Yönlendirmede kullanılan şeritler 50x50 cm ölçülerindeki karoların 5 cm'lik şeritler halinde kesilmesi ile uygulandı. Projenin mutfak ve dinlenme alanlarında,

zemin kaplamalarında karo çinilerin nostaljik etkisi ile ahşabın sıcaklığı bir arada kullanıldı. Decoria alternatif görünümlü 3-5 mm şerit ve karo PVC zemin kaplamaları, farklı malzemelerin birlikte kullanımında uygulama kolaylığı sağlıyor. Projede, nano teknolojiye sahip Decoria 8135 ahşap meşe parke görünümlü şerit PVC uygulanarak, malzemenin hijyenik ve kolay temizlenebilir özellikleri ile istenilen estetik çözüm elde edildi. Decoria 5 mm Looselay karo ve şerit PVC zemin kaplamaları, ONTO yükseltilmiş döşeme sistemlerinde kullanıma da uygun.



MART 2016 - XXI 72

UYGULAMA - ZEMİN - ANTALYA

proje: Booking.com Antalya ofisi yapım yılı: 2015 mimari tasarım: Jeyan Ülkü Mimarlık Proje ve Uygulama kullanılan ürünler: modulyss® karo halı, First ve Color& serileri, Decoria ahşap görünümlü şerit PVC



UYGULAMA - OFİS - İSTANBUL MART 2016 - XXI 74

fotoğraflar: Onur Kolkır

Sosyal Çalışma Alanları KOLEKSİYON, YENİLİKÇİ ÇALIŞMA ALANLARI SUNAN WORKINTON'UN NİŞANTAŞI, ASTORIA, LEVENT 199 VE AND KOZYATAĞI ŞUBELERİNDE YER ALDI. İş dünyasındaki başarıyla ofis alanlarının verimli kullanımı arasındaki bağın her kuruma özgün farklı çözümler gerektirdiğine inanan Koleksiyon, "iyi çalışanlar ülkesi" mottosuyla güncel iş kültürüne yönelik yenilikçi çalışma alanları sunan Workinton'da yer aldı. Çalışanlar için konsantrasyon sağlayan her detayı incelikle planlayan Workinton, Türkiye'nin 11 farklı noktasındaki renkli ve dinamik ofislerinde iyi çalışmak isteyen ziyaretçileri ağırlıyor.

REwork konseptiyle çalışma alanlarını yeniden düşünmeye davet eden Koleksiyon, Türkiye'de ve dünyada finans, eğitim, sağlık gibi sektörlerden birçok önemli kurumun ofisine uygun, parmak izi çözümler sunuyor. Marka bu amaçla geliştirdiği yenilikçi tasarımlarını kendisi gibi özgün çalışma ortamları yaratmayı hedefleyen Workinton ofislerine taşıdı. Mobil ve kurumsal çalışanların yenilikçi fikirler üretmesi, keyifli çalışma ortamları yakalaması amacıyla 2012 yılında "Urban Station" olarak kurulan Workinton, o dönemde şehir hayatının karmaşası içinde kaçış noktaları haline gelmişti. Bugün ise Workinton adıyla

çok daha fazla noktaya yayılan yapı kendini "çalışanların daha iyi verimli işler çıkarması için bağımsızlık ilan eden bir ülke" olarak tanımlıyor. Workinton, İstanbul'da dokuz, Ankara ve İzmir'de birer tane olmak üzere 11 noktada hizmet veriyor. Toplam 9.000 m2 çalışma alanında günde 130 farklı toplantı yapılmasına ve ortak çalışma alanlarında 1.200 kişinin aynı anda çalışmasına olanak tanıyor. Koleksiyon'un özel tasarımları, Workinton'un yeni şubeleri olan Maçka/Nişantaşı, Astoria, Levent 199 ve AND Kozyatağı'nda yerini alıyor. Bunlar arasında hem bireysel hem


UYGULAMA - OFİS - İSTANBUL

de ekip çalışmasına imkan sunan, sosyalleşmeye olanak sağlayan ürünlerin bulunması dikkat çekiyor. Şube planlarının genelinde açık ofis alanları ve bireysel konsantrasyon sağlayacak alanlar kadar ortak kafe alanları da tercih ediliyor. Açık ofislerde Studio Kairos tasarımı Borges masa sistemleri, Faruk Malhan imzalı Lean ve Atos masa sistemleri kullanılırken, Workinton'a özel çözümler öneriliyor. REwork temasının en çarpıcı ürünlerinden olan Studio Kairos tasarımı Cap tekil çalışma ünitesi de bu alanlarda hem formu hem de canlı renkleriyle ilgi çekiyor. Tüm bu sistemler Tristan ve Halia çalışma koltuklarıyla tamamlanıyor. Toplantı odalarında da

görülen bu tasarımlarla birlikte Dilim kanepe, Bremen ve Guamba sehpalar gibi özel tasarımlar tercih ediliyor. Ortak çalışma alanlarında ise hem sosyalleşmeye hem de ortak çalışmaya imkan veren ve uluslararası tasarım ödüllerine sahip İkaros kanepelere yer veriliyor. Koray Malhan imzası taşıyan bu tasarıma Narcissus ve Ray sehpalar, Partita masa sistemleri, Cantata sandalyeler ile Pub ve Sufi puflar eşlik ediyor. Workinton yenilenmeye devam eden Türkiye'deki diğer şubelerinde de Koleksiyon tasarımlarına yer vermeyi planlıyor.

75 XXI - MART 2016

Motto TPU tarafından tasarımı gerçekleştrilen Levent 199'daki Workinton ofisinden kareler


UYGULAMA - OFİS - İSTANBUL MART 2016 - XXI 76

Uluslararası Çin Mobilya Fuarı ULUSLARARASI ÇIN MOBILYA FUARI (CIFF)'NIN 37.'SI 18-21 MART VE 28-31 MART TARIHLERI ARASINDA GUANGZHOU'DA DÜZENLENIYOR. CIFF, 32 ülkeden 4.000 katılımcısıyla 190'dan fazla ülkeden ziyaretçi bekliyor. Fuarın birinci bölümü, ilk kez kullanılacak PWTC Expo yapısıyla birlikte 750.000 metrekarelik bir alana sahip olacak. Fuarın Eylül versiyonu, geçtiğimiz yılki sıradışı başarısının ardından yine Şanghay'da gerçekleşecek. Çin'in bu iki uluslararası ticaret merkezindeki sektör buluşmaları, hem Çin piyasası hem de küresel pazar için önemli fırsatlar sunuyor. Sektör için önemli bir buluşma alanı olan 37. Uluslararası Çin Mobilya Fuarı; ilki 18-21 Mart, ikincisi 28-31 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek iki

bölümden oluşacak. Guangzhou'da gerçekleştirilecek 18-21 Mart tarihleri arasındaki ilk bölüm, "Whole-HomeDecor" başlığı altında tekil mobilya nesnelerinden bütüncül çözümlere, klasik stilden moderne uzanan geniş bir yelpazede mobilya tasarımının evrimini gösteren bir vitrin niteliğinde. Sergide; ev mobilyaları, ev dekorasyonu, ev tekstilleri, açık hava mobilyaları ve boş zaman ürünlerini içeren oldukça çeşitli stillerden ve tipolojilerden seçilmiş ürünler yer alacak. 28-31 Mart'ta düzenlenecek ikinci kısım; yenilikçi ürünler odaklı, üreticiyle kullanıcı arasındaki etkileşimi arttırmak amacıyla kurgulanıyor ve ofis ortamlarını ve kamusal mekanları içeriyor. 350.000 metrekarelik alan ofis mobilyaları ve sandalyeleri, oteller için mobilyalar, metal mobilyalar,

aksesuarlar, kamusal alan ve bekleme alanları mobilyalarının yanı sıra mobilya sanayisinin hammadde ve makine kullanımını kapsayacak. CIFF'in 37. fuarı, teknoloji ve mobilya arasındaki iletişimin kuvvetlenmesi gerektiğine dair farkındalığın artmasıyla ev, bahçe, ofis ya da otel fark etmeksizin akıllı mobilyalara odaklanıyor. Konularına göre düzenlenmiş etkinlikler ve oturumlar sayesinde sektörel tartışmalara ilham kaynağı olmak ve gelecek senaryolarını kurgulamanın yollarını açmak hedefleniyor. Fuarın bu sene özellikle yoğunlaştığı; mobilyaların mekana göre uygulanması ve kişiye özel tasarım konuları, fuardaki katılımcıların mekansal gerekliliklerini sağlarken de dikkate alınmış.



DALSAN ALÇI

Ar-Ge çalışmaları uzun yıllar süren cam elyaf şilte kaplı ilk dış cephe kaplama levhası BoardeX, 2011 yılından bu yana Türkiye pazarında yer alıyor. BoardeX, su ve neme karşı güçlendirilmiş çekirdeği ve özel turuncu renkli cam elyaf şilte kaplaması ile dış duvar imalatında kullanılan dış cephe kaplama levhasıdır.

MART 2016 - XXI 78

REFERANS PROJE - YALITIM

BoardeX; dış cephe duvar sistemlerinde, her türlü kaplama altında (metal, ahşap, dekoratif tuğla kaplama, yalı baskı gibi), havalandırmalı cephe sistemlerinde, ıslak hacimlerde, şaft duvarı imalatlarında, saçak altı uygulamalarında, seramik altı kaplamalarda, teras çatı kaplamalarında kullanılabilir. BoardeX daha sağlıklı yaşam alanları sağlar. Geliştirilmiş özel çekirdeği sayesinde küf oluşumuna engel olur. Bu özelliği bağımsız laboratuarlarda yapılan testlerle belgelenmiştir. BoardeX, yaşam alanlarını yangından koruyan, A1 sınıfı yanmaz malzemedir. Bu özelliği de bağımsız bir laboratuar tarafından test edilerek onaylanmıştır. Özel çekirdek bileşeni ve kaplaması sayesinde nemli ortamlarda çok düşük sehim değerlerine sahiptir. Uygulandığı tüm yüzeylerde üzerine gelecek kaplama malzemesi için düzgün zemin hazırlar. www.dalsan.com.tr • 35. Sokak, İzmir • Acıbadem Hastanesi, Ankara • Bahçeşehir Koleji, İzmir • Batışehir, İstanbul • Batumi Hilton, Gürcistan • Bayraklı Tower, İzmir • Bornova Point, İzmir • Çeşme Ayasaranda, İzmir • Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ankara • Ege Perla, İzmir • Eskişehir Hilton, Eskişehir • Expo 2016, Antalya


Otto von Busch'un 2008’den beri XXI için yazdığı sosyal tasarım, sürdürülebilirlik ve tüketimcilik üzerine odaklanan 30’a yakın makalesi “Tasarlanacak Ne Kaldı?” başlıklı kitapta toplandı.

KITAPEVLERI VE ONLINE MAĞAZALARDA


KORAMIC YAPI KİMYASALLARI Yapı kimyasalları sektöründe dünya çapında 110 yılı aşan deneyiminin ışığında Türkiye pazarındaki gelişimini de 17 yıldır büyük bir hızla sürdüren Koramic Yapı Kimyasalları; Avrupa’nın en güçlü markalarından biri olan CERMIX ile Türk inşaat sektörüne mükemmel çözümler sunuyor. Kasım 2015’te faaliyete başlayan ve bir teknoloji üssü olarak tasarlanan Bozüyük’teki yeni fabrikasıyla birlikte toplam dört adet üretim tesisinde, 130 bin tondan fazla yapı kimyasalının satışını gerçekleştiren Koramic; Türk pazarına kazandırdığı güçlü markası CERMIX'in epoksi ve poliüretan esaslı su izolasyon sistemleriyle yapıların ömrünü uzatmayı garanti ediyor.

MART 2016 - XXI 80

• REFERANS PROJE - YALITIM

Su ile temas eden her türlü yüzey için çözümler üreten, açık teras ve balkonlardan olimpik yüzme havuzu ve içme suyu depolarına, banyo ve mutfak gibi ıslak mekanlardan köprü platformları ve sulama kanallarına kadar uygulanabilen CERMIX, su kaçaklarına kesin çözümler getiriyor. Teraslarda ve geniş alanlarda, yüksek performanslı ürünler sayesinde su yalıtımını kesin olarak sağlayan CERMIX, sıcak ve soğuk havaya karşı yüksek termal direnç oluşturuyor. www.cermix.com.tr • Aksu Evleri, Bursa • Doğuş Matbaa Binası Kartal, İstanbul • Durukan Şekerleri Sincan Organize Sanayi Bölgesi Fabrika İnşaatı, Ankara • Dünya Gazetesi Yeni Merkezi Binası İkitelli, İstanbul • Edacan İnşaat, Tüm Projeler, Gaziantep • Eren Holding Medcem Çimento Fabrikası, Mersin • Erkan İnşaat Çamlıca, İstanbul • Gelibolu Konutları, Bursa • Lidya Yapı Aktansu Evleri Kemerburgaz, İstanbul • Novada AVM ve Nikah Salonu Ataşehir, İstanbul • Oktay İnşaat Familia, Mersin • Olea 43, Bursa • Orion AVM Çorlu, Tekirdağ • Ramada Otel Kuşadası, Aydın • Sinan İnşaat, Tüm Projeler, Mersin



NEVRA YAPI NevPanel® magnezyum oksit esaslı yapı ve yalıtım panelleri dünya standartlarında üretilen ilk Türk menşeili panellerdir. Üretimleri NevPanel fabrikası tarafından Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi'nde 15.000 m2 toplam alan ve 9.250 m2 kapalı alanda yapılmakta olup fabrika 2.250.000 m2/ yıl üretim kapasitesine sahiptir.

MART 2016 - XXI 82

• REFERANS PROJE - YALITIM

%100 doğal bir yapıya sahip olan NevPanel® magnezyum oksit esaslı yapı panelleri; yalıtım sektöründeki nitelikli ürün arayışının sektöre kazandırdığı yenilikler arasında yer alan, inovatif çalışmalar sonucunda doğru malzemelerin uygun standartlar altında, ekolojik unsurlar dikkate alınarak üretilen MgO esaslı paneller, yapısı ve ekolojik sistemdeki düşük karbon salınımı nedeniyle geleceğin yapı unsurları arasında yer alıyor. NevPanel® doğal hammaddeler olan magnezyum oksit ve magnezyum klorür bileşenlerinin cam elyaf ile güçlendirilmesiyle oluşan kompozit bir yapıya sahiptir. Her türlü konut, ticari ve prefabrik yapıda, iç ve dış mekanda yapıların hemen her detayında güvenle kullanılabilir. NevPanel®'i inovatif ve tercih edilebilir kılan temel nitelikler; A1 sınıfı yanmazlık özeliği, su ve nemden etkilenmeme, yüksek ısı ve ses yalıtımı sağlaması, darbe dayanımı, ekolojik ve çevre dostu olması, zehirli gaz çıkışı bulunmaması, küf ve bakteri oluşumuna olanak vermemesi, değişken hava koşulları ve fırtınaya dayanıklı olması şeklinde sıralanabilir. NevPanel® bütün bu özellikleri tek bir panelde bulunduran en nitelikli yapı panelleri arasındadır. Paneller izolasyon alanında sağladığı faydaların yanı sıra yapı alanlarının birim m2'sine düşen kullanım alanını ve yapım hızını artırarak, maliyeti düşürür ve hafif yapısı sayesinde bina yükünü azaltır. Çevre dostu ve geri dönüşümlü yapıları ile yeşil ve sürdürülebilir projelere katkıda bulunurlar. NevPanel® magnezyum oksit esaslı yapı ve yalıtım panelleri; asbest, silis, organik çözücüler, toksik ve ağır metal gibi çevreye ve insan sağlığına zararlı hiçbir madde içermez. www.nevra.com.tr



MART 2016 AJANDASI ... - 10 Nisan

Abbas Kiarostami

Abbas Kiarostimi'nin sanatın temeli olarak gördüğü fotoğraf üzerine ortaya koyduğu çalışmaları ve video işleri görülebilir.

... - 28 Nisan

Akbank Sanat Mimarlık Seminerleri Dizisi

İpek Akpınar moderatörlüğünde gerçekleşecek seminerler dizisinin Mart ayı konukları 3 Mart’ta Emre Arolat, 22 Mart’ta

Cer Modern Sanatlar Merkezi, Sıhhiye, Ankara

www.cermodern.org

Akbank Sanat, Beyoğlu, İstanbul

www.akbanksanat.com

Pera Müzesi, Beyoğlu, İstanbul

www.peramuzesi.org.tr

Zorlu PSM, Zincirlikuyu, İstanbul

www.zorlucenterpsm.com

Sakıp Sabancı Müzesi, Emirgan, İstanbul

www.sakipsabancimuzesi.org

Mehmet Kütükçüoğlu, 31 Mart’ta Murat Tabanlıoğlu.

... - 1 Mayıs

… - 12 Haziran

Giorgio de Chirico: Dünyanın Gizemi

Giorgio de Chirico'nun yaklaşık 70 resim, 2 litografi serisi ve

Dijital Devrim

Sergi, film yapımcıları, mimarlar, tasarımcılar, müzisyenler ve

10 heykelinden oluşan işleri ilk kez Türkiye'de sergileniyor.

oyun geliştiricilerin de aralarında bulunduğu, dijital medya kullanarak sınırları zorlayan sanatçıları bir araya getiriyor.

... - 17 Temmuz

MACK. Sadece Işık ve Renk

Zero akımının kurucularından Heinz Mack'in üretken kariyeri boyunca ortaya koyduğu işlerden bir seçki sunuyor.

2 Mart

3 Mart - 2 Nisan

Zamanın Ötesinde Tasarım Kaşifleri 4: Mark Foster Gage

Geberit'in konferans serisinin bu yılki konuğu Mark Foster

Yapı-Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul

www.yemetkinlik.com

Gage.

A Bridge Too Far

İnsan ve kültürel kimlik üzerinden sosyal dinamikleri irdeleyen

x-ist, Nişantaşı, İstanbul

www.artxist.com

Tophane-i Amire, Fındıklı, İstanbul

www.iksv.org

İTÜ Mimarlık Fakültesi, Maçka, İstanbul

www.itusem.itu.edu.tr

Atölye İstanbul, Bomontiada, Şişli, İstanbul

www.ozyegin.edu.tr

Galeri Işık, Teşvikiye, İstanbul

www.ismd.org.tr

Albert Long Hall, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul

www.yim.com.tr

İstanbul Fuar Merkezi, Yeşilköy, İstanbul

www.foruminterior.net

İstanbul Modern, Fındıklı, İstanbul

www.istanbulmodern.org

Ahmet Polat'ın "Imagine Istanbul" serisinden bir seçki.

4 Mart - 27 Mart

Geçmiş Zamanlar & Olasılıklar

BOZAR'ın liderliğinde, İKSV ve Cittadellarte-Pistoletto Foundation ortaklığında, Beral Madra küratörlüğünde gerçekleşiyor.

5 Mart - 28 Mart

Cephe Sistemleri Sertifika Programı

Program, cephe sektöründe çalışan mimar ve inşaat mühendislerine, doğru cephe sistemi tasarımı için bilgi vermeyi amaçlıyor.

AJANDA

8 Mart

9 Mart - 8 Nisan

Özyeğin Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi İstanbul

Çapraz Yansımalar: Mimarlık, Fotoğraf ve Metin

Cemal Emden'in Le Corbusier portfolyosuna, mimar üzerine

Tasarım Enstitüsü tarafından düzenlenen İstanbul Tasarım Buluşmaları’nda Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu konuşacak.

araştırmaları olan akademisyenlerin metinleri eşliğinde yer veriliyor.

12 Mart MART 2016 - XXI 84

İstanbul Tasarım Buluşmaları 5: Dünyada ve Türkiye'de Kadın Mimarlar

İnşaat Proje Yönetiminde BIM Sempozyumu

Sempozyum, Yapı Bilgi Modellemesi (BIM) yaklaşımının tasarım ve uygulama süreçlerindeki kullanımı konusunda bilgilendirmeyi amaçlıyor.

17 - 20 Mart

Forum Interior

İç mekanı oluşturan birçok ürünün, ofislerin ve sektörün deneyimli isimlerinin buluştuğu fuar ve konferans etkinliği Forum Interior'ın bu yılki sloganı "Interiors: Let there be Light!".

31 Mart - 26 Haziran

Geç Olmadan Eve Dön

Vitra ve TSMD işbirliğiyle gerçekleştirilen Çağdaş Mimarlık Dizisi'nin 5. sergisi Cem Sorguç küratörlüğünde barınma ve yaşam mekanlarına, evlere odaklanıyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.