XXI Kasım 2015

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 144 < KASIM 2015 < BOSE + GHATAK + SHARMA < GOTTFRIED SEMPER < KAHVECİOĞLU + İHTİYAR < KENGO KUMA < MADE IN EARTH < PALYATİF EV < WINY MAAS

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 14 4 KAS I M 2 0 15 11

Kengo Kuma & Associates

Eğim, Ritim ve Kiremit Arı-3 Ofis Binası

Casa Rana

HÜSEYİN KAHVECİOĞLU+MELİS NUR İHTİYAR

MADE IN EARTH

BOSE + GHATAK + SHARMA

GOTTFRIED SEMPER

YAZILARIYLA

KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH SİNAN LOGIE

PALYATİF EV

WINY MAAS


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr

ZAMANSAL BAĞLAM

editörler Güzin Öztok guzin@xxi.com.tr Arzu Türk arzu@xxi.com.tr Ezgi Tezcan ezgi@xxi.com.tr reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr dijital reklam Buğra Çelik bugra@xxi.com.tr italya reklam işbirliği Sandra A. Arizabalo, Studio Chopinet okuyucu ilişkileri Duygu Erdem Üstüner duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı Çin Sanat Akademisi Yerel Sanatlar Müzesi, Hangzhou / © Eiichi Kano sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mah, Şair Sok No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Asmalımescit Mah., Oteller Sok. 6/4 Beyoğlu, İstanbul 34430 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz. www.xxi.com.tr

Bağlam, mimarlık kapsamında çoğunlukla yere bağlı olarak ele alınır. Vernaküler ya da yerel mimarlık, bölgeselcilik gibi akımlar yapının konumlandığı coğrafyanın koşullarına şartlanmasını salık verir. Oysa bugün, tüm kentlerin az çok birbirine benzediği durumda coğrafi bağlam, güneşin yapıya geliş açısı ya da ısıl veriler gibi iklimsel koşullara indirgenmiş durumda neredeyse. Coğrafyanın neredeyse tektipleştiği bu ortamda halen bağlam konuşulduğunda, zaman çok nadiren dile getirilir, bunun ana nedenlerinden biri mimarın tasarladığı yapıların çok uzun yıllar boyunca ayakta kalacağına dair sarsılmaz inancıdır. Hatta bu inanç bazen öyle bağnazlaşır ki mimarda bir Tanrı yanılsaması dahi yaratır. Bu da mimarinin en büyük övgü sözlerinden biri olan “zamansız tasarım”ı ortaya çıkarır. Bağlamı zamana bağlamamak mimari bir başarıdır. Oysa bugün içinde yaşadığımız dünya, tam da zaman üzerinden bağlamını bulan bir mimarlığa gereksinim duyuyor. Bugün bir mimarın, yaptığı işin zamanımızın mevcut sosyal ve politik konjonktüründen bağımsız

olabileceğini düşünmesi, artniyetli değilse bile absürddür. Tüm bu meseleler içinde yer de zamana bağlı verilerden birine dönüşüyor. Zira asıl mesele İstanbul’da proje yapmak değil, bugünün İstanbul’unda proje yapmak. Bu sayıda yer verdiğimiz Made in Earth tasarımı Casa Rana ve Bose, Ghatak ile Sharma tasarımı Shree Sarbodaya İlkokulu da böylesi bir zamansal bağlama oturuyor. Gelir eşitsizliğinin mimarlığı erişilemez kıldığı konumlarda hayata geçirilen bu iki yapı, her ne kadar yerel malzeme ve tekniklerin kullanımıyla öne çıkıyorsa da aslen bağlamsallığını yerden çok zamandan alıyor. Zira ortaya çıkış öyküleri, zamanımızın sorunlarıyla başlıyor. Hindistan’daki Casa Rana, ailesi tarafından bakımı karşılanamayan ya da terk edilmiş HIV pozitif çocuklar için ev hissini yaratmaya çabalarken, Nepal’deki ilkokul ise deprem sonrası yıkılan bir eğitim yapısının mimarlık öğrencileri tarafından yeniden hayata geçirilmesi projesi.

XXI


GÜNCEL

18 KORHAN GÜMÜŞ / SORU IŞARETI

6 UNUTULMUŞ BIR AYKIRI: GOTTFRIED SEMPER

20 MEKANSAL GEÇICILIK ARAŞTIRMALARI

XXI'de kitap eleştirileri için yeni bir alan açıyoruz. Levent Şentürk'ün editörlüğüyle bu bölüm, kitapların mimarlık tartışmasına katkısını görünür kılacak.

Anlamını Yenilgide Bulan Mimarlık: Yenikapı Transfer Merkezi Projesi Yarışması

Bursa Mimarlar Odası'nın davetiyle, Alper Derinboğaz, Salih Küçüktuna, Yelta Köm, Ayhan Abanozcu, Murat Cellat, Şevki Topçu yürütücülüğünde gerçekleştirilen Palyatif Ev atölyesi, mevsimlik işçilerin barınma ihtiyacına çözüm aradı.

10 OTTO VON BUSCH / KÜÇÜK MÜDAHALELER

24 SINAN LOGIE / ZINCIRLEME REAKSIYONLAR

“Açık” - Ama Ne İçin?

Yedi Otoyollu Şehir

12 GENÇ MIMARLARIN ÖYKÜLERI

26 LEVENT ŞENTÜRK / DÖNME DOLAP

Geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul’da düzenlenen Genç Mimarlar Konferansı: Tasarım Öyküleri etkinliğinin ikincisi 27 Kasım’da Paris’teki Ecole Speciale d’Architecture’da gerçekleştirildi.

105 Yıl Sonra Le Corbusier ve İstanbul Seyahati: Aklın Doğu Kıyıları ve ‘E’vrensellik

30 61 METRELIK HIKAYE

Sanatçı inisiyatifi Pasaj’dan Seçil Yaylalı ve 61 Metre Kahya Bey Sokağı projesini birlikte yürüttükleri Ekmel Ertan ile Tarlabaşı’ndaki Kahya Bey Sokağı’nda gerçekleştirdikleri katılımcı eğitimsel belgeleme işini konuştuk.

34 CEMAL EMDEN / FOTO-ALTI

KASIM 2015 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

14 GELECEK, MIZAH VE MIMARLIK ARAKESITI

Şişecam Düzcam'ın düzenlediği T Buluşmaları kapsamında bir sunum yapan MVRDV kurucularından WIny Maas ile “Bir sonraki adım ne?” sorusu üzerinden gelecek senaryolarını ve mimari üretimdeki mizahi yaklaşımı konuştuk.

Bambaşka Bir Dünyanın Narin Merdiveni

PROJE 38 ÇIFT CIDARLA ÇEVRESINE AÇILAN

Arı-3 Ofis Binası, alışılmış kapalı cam kutu tipolojisine karşıt bir öneri olarak geliştirilmiş. açılabilir bir cephe için yapının konumundan kaynaklı rüzgar yükünün yol açacağı sorunların çözümü için çift cidarlı bir cephe sistemi oluşturulmuş.



44 EĞIM, RITIM VE KIREMIT

Çin’in Hangzhou şehrinde yer alan Çin Sanat Akademisi Yerel Sanatlar Müzesi, planın tekil ve tekrarlı birimlere bölünmesiyle arazi eğimini izleyen bir yapıda kurgulanmış. Yerel kaynaklardan elde edilen kiremitlerin çatıda ve perdelemede kullanılmasıyla bütüncül bir yapı amaçlanmış.

SEKTÖR 56 SEKTÖR HABERLERI

62 ZEMINI IZLEYEN GEOMETRI

Unigen Yapı Malzemeleri, Markafoni Genel Merkez Ofisi'nin zeminlerinde üç farklı markasıyla yer aldı.

48 YENIDEN KAZANIM MIMARISI

Nepal’deki deprem sonrasında yıkılan bir ilkokulu, mimarlık öğrencileri Dipon Bose, Samya Ghatak ve yeni mezun mimar Rishabh Sharma yerel teknik ve malzemenin kullanımıyla yeniden inşa ettiler. Düşük bütçeli projede enkazdan geri kazanılan malzemeler ve bambu kullanılmış.

64 DOĞRUSALLIĞI VURGULAYAN NOKTALAR Belçika'da yer alan Vanhout.pro ofis binası, Durlum'un tavan ve aydınlatma çözümleriyle şekillendi.

KASIM 2015 - XXI 4

İÇİNDEKİLER

52 DENGELI AYRINTILAR

Hindistan'ın Thiruvannamalai şehrindeki yuva, aile evi hissini oluşturmak adına özel ve ortak alanların bir denge kurduğu renkli hacimler şeklinde düzenlenmiş.

66 ÇATI VE CEPHE REFERANS PROJE DOSYASI

84 AJANDA

ACO Baumit BTM Çuhadaroğlu Jansen Kalebodur Kasso Mühendislik Mitsubishi Plastics Euro Asia / Alpolic Saray Alüminyum



Unutulmuş Bir Aykırı: Gottfried Semper XXI'DE KITAP ELEŞTIRILERI IÇIN YENI BIR ALAN AÇIYORUZ. LEVENT ŞENTÜRK'ÜN EDITÖRLÜĞÜYLE BU BÖLÜM, KITAPLARIN MIMARLIK TARTIŞMASINA KATKISINI GÖRÜNÜR KILACAK. Gottfried Semper (1803-1879), 19. yüzyıl Alman mimarlığının en ünlü kuramcı ve uygulamacılarındandır. Viyana, Zürih ve Dresden’deki kimi anıtsal kamu yapılarının mimarı olarak ileriki yaşlarında ünlenmiştir. Teori alanında, daha çok, yarım kalmış anıtsal eseri Stil’de ortaya koyduğu giydirme kuramı (Bekleidungsprinzip) ile tanınır. Düşünürün 50’li yaşlarında yayınladığı, mimarlığın kökenlerine dair bir soruşturma olan makalesi “Mimarlığın Dört Öğesi, Karşılaştırmalı Mimarlık Tarihine Katkı” (1851), yine aynı yıllarda verdiği, arkitektonik semboller üzerine bir çözümleme olan “Mimari Simgeler Üzerine” (1854, Londra) ve olgunluk çağında verdiği “Mimari Üsluplar Üzerine” (1869, Zürih) konferansının metni Türkçe'de yayınlandı. Janus yayınları, bu metinleri Alp Tümertekin ve Nihat Ülner’in çevirisiyle, “Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans” adıyla bu yaz kitaplaştırdı (2015).

YAZI: LEVENT ŞENTÜRK SUNUŞ

XXI bu ay yeni bir bölüm başlatıyor: Ex Libris’te mimarlık kitapları üzerine, derginin olanakları elverdiğince geniş değerlendirme yazılarına yer vereceğiz. Güncel yayınları fırsat bilip, tartışma alanını genişletmek ve mimarlık eleştirisine katkıda bulunmak amacımız.

KASIM 2015 - XXI 6

EX LIBRIS

Kitaplara “iyi davranan” bir toplum olduğumuz pek söylenemez. Kitaplar hakkında çıkan yavan tanıtım yazıları görev icabı yazılıyor. O halde kitaplar neden üretiliyor? Üretilmese daha iyi değil mi? Çeviri eserlere “burun kıvırmanın” marifet sayıldığı bir mimarlık ortamında yaşıyoruz. Bu “nazal” argümanı kullananlar, o eseri illa ki İngilizce “orijinalinden” okumuştur (üstelik eser Fransızca, Almanca veya Rusça yazılmış olsa bile!). Çevirinin kötü olduğu iddiası bazen doğru bile çıksa, ne yazık ki çok az satan kuramsal kitaplar için bunu söyleyip gezmenin sonuçları yıkıcıdır çünkü “nazal” aşamadan “daktil” aşamaya geçildiği zaten vaki değil. Bu arada, mimarlık düşüncesi alanını genişletme çabaları da boşa çıkmaya devam eder. Mimarlık üzerine kaleme alınmış nice kitabın, hakkında kapsamlı ve derinlikli değerlendirme yazıları yazılmadan Araf’ta kalması, mimarlık düşüncesi alanına darbe vurmaya ve zihin dünyamızı yoksullaştırmaya devam ediyor. Kısırdöngüden çıkmanın bir çaresi, çeviriyle beraber İngilizcesini (veya orijinalini) okumak, bunu kitap hakkında yazılmış yazıları okuyarak genişletmek ve kitabın ikinci baskısından önce bu tür çalışmaları yayıncılarla paylaşmak olabilir. Bu yolla “eleştirel edisyonlara” ve daha iyi çevirilere ulaşmakta bir adım daha atılmış olur. Janus veya Daimon gibi yayınevlerinin mimarlık teorisi alanında ardı ardına çıkardıkları yeni kitaplar, Ex Libris’e başlama düşüncesini aciliyet haline getirdi. Kuşkusuz başka yayınevlerinin yıllardır alana doğrudan ve dolaylı katkısı bulunan kitaplarını da derginin bu sayfalarında ele alacağız. Bölümün katkılarınızla zenginleşeceğini ümit ediyoruz.

Semper’i kuramcı olarak değerlendirmek için yazınsal izleklerine bakmakla işe başlayalım: Mimarlığın biyoloji ve evrim kuramı bakımından ele alınışı bunlardan biridir. Bu eğilim, mimari üretimlerin ortak atasını arayışında ve her şeyin kökenine inmeye çalışmasında somutlaşır.

KÖKLERDEN GIYDIRME KURAMINA

“...estetik kuramcılar tarafından sapkın diye defalarca aforoz edilecek olsam bile, Kuzeyde de Güneyde de büyük beyaz binaları güzel bulmadığımı bir kez daha itiraf etmek zorundayım.”1 “Giydirmenin ve maskenin insan uygarlığı kadar eski olduğunu düşünüyorum, ve her ikisindeki sevinç, insanları heykeltıraş, ressam, mimar, şair, müzisyen, tiyatrocu, kısacası sanatçı olmaya iten şeylerdeki sevinçle eşittir. Her sanatsal yaratım, her sanatsal haz belli bir karnaval ruhunu öngerektirir, ya da kendimi modern bir şekilde ifade

edersem –karnaval fenerlerinin dumanı, sanatın gerçek atmosferidir. Şayet biçim anlamlı bir sembol ve insanoğlunun bağımsız bir yaratımı olarak belirecekse, gerçeğin, malzemenin inkarı, bunun için gereklidir. Bu erişilememiş his, ilkel insanoğlunun tüm erken sanatsal çabalarında gerçekliği inkarını mümkün kıldı. Bu insanlar yüksek sanatsal gelişim zamanlarında maskenin maddesini de maskelediler.”2 Söze başlarken hemen ifade etmeliyim ki, Semper üzerine ana başlıklar düzeyinde yapılacak şematik bir tartışma bile bu yazının sınırlarını kat kat aşıyor.3

Semper’in tarihçiliği, 19. yüzyılda diğer bilimlerdeki temel gelişmelerle birlikte okunduğunda, argümanlarının bağlamı daha iyi değerlendirilebilir. Ama kökenlere inerken evrenselci ve çizgisel bir tarih anlatıcılığı alışkanlığının pençesine düştüğü de bir gerçektir. Antik Yunan’ı doruk kabul eden, önceki tüm uygarlıkları ve coğrafyalarını hazırlayıcı sayan determinist anlayışın bütün belirtileriyle Semper’in anlayışına musallat olduğu görülür. Bununla birlikte Semper bu basmakalıp anlayıştan sıyrılmayı başarır. Beyaz mimarlığı yücelten klasisizme karşı köklü polikromi eleştirisi, Parthenon’la ilgili çalışmalarıyla somutlaşır ve Semper’in başka bir yazı damarıdır.


karşı sayfada Janus'tan çıkan Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans kitabının kapağı

arka sayfada Gottfried Semper'in portresi

Mimarlıkta muhafazakar dürüstlük idealinin yükseldiği dönemde Semper’in süslemeyi, oyunculluğu, festivali, kıyafetleri, maskeleri mimarlığın temeli kabul etmesi, dönemin alışkanlıklarına tamamen terstir. Monolitizmin 20. yüzyıl boyunca baştacı edilmesi, Semper’in kökenlere tersten bakan radikal mimarlık kuramının unutturulmasına yol açmıştır. Semper’in gerçek değeri ancak mimarlıktaki dijital devrimden sonra, 21. yüzyılda anlaşılmaya başladı. Semper’in

meydan okumasının, modernizmin felaketlerinin ardından taşıdığı değer daha açık görülür. Strüktür ve süsleme olgularının dijital olarak yeniden birleştiği günümüzde Semper’in kuramının yüzyıllık yalnızlığı sona ermektedir. 19. YÜZYILDA DOĞA, BIYOLOJI, EVRIM VE MIMARLIĞIN KÖKENI

“Denizkabuğu fosillerinin ve mercanların bir zamanlar kendi içlerinde barınan ilksel organizmalara ilişkin bilgi vermesi gibi, eski çağların anıtları da bizlere geçmiş kuşakların kişiliği ve uygarlığına ilişkin genel bilgi verir.”5 “Kimi ilkel hayvanlar kol ve bacak gibi ekstremitesi olmayan basit spina dorselia’ya sahiptir, kimisi, orthagoriscus mola adlı balık gibi sadece kafadan ibarettir, kimi de myxene glutinosa gibi sadece kuyruktan oluşur. Kuşlarda ön bacakların kanada dönüştüğünü, bazılarının Avusturalya devekuşundaki gibi kanadının olmadığını görürüz. Ama bunlarda bile, semboller gibi, değişmiş artikülasyonlarında bazı hafif belirtiler gözlemlenir. Hepsi birbiriyle bir ve aynı temel ilkeyle ilişkilenmiştir. Doğadaki bu çeşitliliği basitliği içinde gözlemlediğimde, kendi kendime, insanoğlunun yaratımlarını, özellikle de mimarlık yapıtlarını belli normal ve temel biçimlere sadeleştirmenin mümkün olup olmadığını epeyce düşündüm. Cuvier’nin doğa tarihi yöntemiyle uyumlu, karşılaştırmalı bir yöntemle düşünmek, sanattaki milyonlarca görünümün sadece farklı modifikasyonlar olduğunu, temel formları ve ilkeleri bulgulama imkanını verecek.”6

1880’lerde, babasının teorisinin Darwin’in düşünce çizgisine çok yakın olduğunu ilk ifade edenlerden biri, Semper’in oğludur. Semper’in türlere bakarak mimarlığın taksonomisini hayal etmesi, akla hemen Sullivan’ın ünlü “biçim daima işlevi izler” ilkesini getiriyor. Gökdelen mimarisinin ilkelerini belirlediği (ve Semper’den neredeyse yarım asır sonra yazılmış) metninde Sullivan, doğaya dair gözlemler sıralar. Fakat Semper’in Cuvier’nin taksonomisinden etkilenmesi yöntemsel temellere dayanır. Cuvier canlıları biçimlerine göre değil, işlevlerine göre sınıflandıran ilk biyolog olarak bilim tarihinde çığır açmıştır.7 Cuvier’nin Darwin’i bile öncelediği söylenir. Semper de Cuvier gibi, mimarlığa bakarken başlatıcı ilkelere ve kökensel örneklere yönelmeye çalışır. Mimari Simgeler Üzerine (1854, Zürih) konferansında mimari ilk-örnekleri doğada aramayacağını beyan eder ve simgelerin doğadan kaynaklansalar da dinsel ya da seküler bir amaca hizmet ettiklerini vurgular.8 Ayrıca mimarlık, doğadakinden farklı olarak dramatik üslup sıçramalarının görülebildiği yapay ve zihinsel bir alandır.

çevreleyici duvar (Einfassungsmauer) ve çatı olarak belirler. En eski, en önemli ve ahlaki öğe diye vaftiz ettiği ocağı ertesi yıl bir konferansta ekler. Çevre duvarı Doğu uygarlıklarının barınaktan tapınağa ve kente, asli kurucusudur düşünüre göre. Çevre duvarı ve çatı örtüsü ocağı iç haline getirir. Ocak ise altara evrilir ve altar da dördüncü öğe olan tümsek ya da yığma toprak ile yükseltilip platforma dönüşür. Görünüşe göre son evrilen zemin olmuştur.10 Toplanma, çevreleme, örtme ve yükseltme, mimari formu önceleyen edimlerdir. Bu edimler tarihte sürekli evrimleşerek karmaşık bir gelişim gösterir. Semper’e göre tarihsel olarak duvar-merkezli/avlulu tipolojiler Güneyi, çatı-merkezli, örtümlü tipler Kuzeyi temsil eder. Dört öğe, maddi unsurlar değil, fikri, idea düzeyinde savlardır. Semper için bunlar “motif”lerdir (İngilizce çeviride “motive” sözcüğü tercih edilmiş). Bunlar form oluşumunu motive eden başlatıcılardır; bunlar dilsel bakımdan, anlatıda tekrar eden unsur (leitmotiv) veya görsel-yapısal bakımdan tekrar eden unsur (örgüdeki motif) gibi de görülebilir.

MIMARLIĞIN KÖKLERI VE DÖRT ÖĞE

“Mimari biçimler dünyası eskiden olduğu gibi günümüzde de malzeme tarafından koşullanan ve malzemeden doğan bir dünya olarak betimlenmiştir. Bunun nedeni, konstrüksiyonun mimarinin özü olarak görülmesiydi. Böylece mimarlığın sahte aksesuarlardan kurtarıldığı düşünülüyordu, oysa bu yolla mimarlığın eli kolu bağlanıyordu.”9 Semper, Mimarlığın Dört Öğesi’ni geliştirmeye 1848’de başlar ve ilk ikisini,

İlki olan “etrafını (duvarlarla) çevirme” iç/diş dikotomisi yaratmaktan ibaret değildir. Nitekim, Semper’in kuramında başkalaşarak, giydirme ilkesine doğru evrilir.11 Diğer taraftan, duvar ile çatı bütünsel bir strüktür fikrine yahut kubbe ve tonozla yeni bir motifler bileşimine doğru da evrilir.12 Dört öğe (ocak, çevre duvarı, çatı ve yığma toprak), Stil kitabında dört mecraya karşılık gelir: Tekstil, seramik, marangozluk ve taş ustalığı. Dört öğe ya

7 XXI - KASIM 2015

Polikromi, Johann Joachim Winkelmann’ın 1750’lerde yazdıklarına karşı serpilmiş eleştirel bir alandır. Winkelmann, ırkçılığın mimarlıktaki temellerini oluşturacak bir söylemle, “ne kadar beyaz, o kadar iyi” diye özetlenebilecek bir Antik Yunan güzellemesine girişmiştir. 19. yüzyılın başlarında alevlenen, Antik Yunan mimarisinde mermer yapıların boyanması veya “polikromi” tartışmasına Semper’in dahil oluşu, düşünürün ilk kuramsal güzergahını oluşturur. Bu dönemde, alandaki akademik literatürü yakından izlemiştir. Sözgelimi, Quatremère de Quincey’nin yapıtı bu konuda öncüdür.4 1824’te Hittorff bir polikromi sistemi geliştirerek tüm klasik dönem boyunca Dor, İyon ve Korint düzenlerindeki gibi bir renk düzeninin uygulandığını öne sürer, ki Semper’de bu yaklaşımın etkisi büyüktür. Hollandalı P. O. Brønsted, 1830’larda polikromi meselesine geniş yer ayırır. C. A. Böttiger, polikrominin evrensel bir ilke olmayıp sınırlı kaldığını ve ancak çöküş dönemlerinde yaygınlaşan bir pratik olabileceğini iddia eder; Semper bu yaklaşıma itiraz eder.

EX LIBRIS

bu sayfada en solda: Parthenon'un polikrom gerçeğini gösteren çizim solda: Akropol Müzesi'nden Parthenon'un görünüşü, fotoğraf: Levent Şentürk


olsun, özel bir yaşam hakkı veririm; süslediğim şeyi, öncelikle sadece kendisi için geçerli olan ilişkilerin merkezi haline getirip onu bir kişi düzeyine yükseltirim.”14 Semper, yüz elli yıl önce mimarlık paradigmasını öyle bir tersyüz etmiştir ki, Loos ve Berlage’den sonra yirminci yüzyıl boyunca onu bahsedilmeye değer bulacak kuramcı pek çıkmamıştır. Peter Behrens, Semper’i ebediyen lanetleyerek dogmatik ilan eder. Yapısalcılığın çöküşü Semper’in hatırlanmasına uygun koşulları yaratabilmiştir denebilir.

EX LIBRIS

da motif, (kutsal) ocak, (bölücü ve kaplanmış) duvar, (strüktürel örtü olarak) çatı ve (platforma dönüşen özelleşmiş zemin olarak) yığma toprak biçiminde de formüle edilebilir. Semper, bu dört unsurdan birine tekabül etmeyen yeni bir mimari biçiminin var olamayacağını savunur. Öğenin izi sürülürken bunun başlangıçtaki halinde (Urtypus) bulunmayıp başkalaştığı hesaba katılmalıdır (Stoffwechsel). Semper burada rasyonalist bir iyimserlikle, doğru gelişmiş bir unsurun üzerinde tüm başkalaşma basamaklarının okunaklı olması gerektiğini iddia eder. İddiasını formüle etmeye çalışalım: Bu öğe A olsun. A, A1’e, sonra A2, A3 ve A4’e dönüşmüş olsun. Her birinde A’yı ayrımsarken gördüğümüz 1, 2, 3 ve 4’tür. 13 MASKELEME, “GERÇEĞIN YÜKÜNDEN

KASIM 2015 - XXI 8

KURTULMAK”, STRÜKTÜRDEN BAĞIMSIZ MEKAN FIKRI VE ANSIKLOPEDIK “STIL” PROJESI

“Süslenme kültür tarihinin gerçekten de çok dikkate değer bir fenomenidir! Süslenme insana özgü ayrıcalıklardan biridir ve belki de en eskisidir. Hiçbir hayvan süslenmez; başka kuşların tüylerini takıp gösteriş yapan kuzgun bilindiği gibi masaldır sadece! Süslenme, sanata giden yolda ilk ve en önemli adımdır; biçimsel estetiğin kodeksi bütünüyle süs ve süsün meşruiyetinde yatar. Bireysellik özlemi, yani insan gelişiminin iki ana güdüsünden biri olan, insan doğasına içkin o ayrı olma isteği, süslenme aracılığıyla kendini dışa vurur; çünkü süslediğim şeye, ister canlı ister cansız olsun, ister parça ister bütün

Semper’in “Stil” adlı ansiklopedik mimarlık teorisi girişimi, bir Aydınlanma geleneğinin on dokuzuncu yüzyıldaki yankısı gibidir. “Teknik ve Tektonik (yani mimarlık) Sanatlarında Stil” başlıklı bu yapıtı üç cilt planlamış, 1.100 sayfayı bulan iki cildi ortaya koymayı başarmıştır. Kitap temelde dört bölümdür; tekstil, seramik, tektonik (marangozluk) ve stereotomi (taş işçiliği). Kitabı, esnek ve gerilime dayanıklı malzemeler (tekstiller); yumuşak, plastik malzemeler (seramik), mukavim çubuksal malzemeler (ahşap işçiliği) ve basınca dayanan malzemeler (taş duvar) ve tekniklerine yönelik geniş bir toplam olarak tasarlamıştır. Bunlara metalleri ekleyerek, ilk dördünün özelliklerini birleştirir ve beşinci, güncel bir kategori yaratır.15 Giydirme ve kaplama ilkesi, her kategori için temeldir. Semper’e göre Antik toplumlarda ancak maskeleyerek, maddenin sınırlayıcı varlığından kurtulmak ve özgürleşmek mümkündü. Böylece maskelenmiş yapı, gayrimaddi hale gelebiliyor, saf forma dönüşüyordu. Parthenon’un beyaz mermer kolonları ve duvarları, hiçbir yeri boş kalmayacak şekilde kaplanarak boyanmştı; tüm mermer ve bronz heykeller için de durum buydu. Semper’e göre tarihsel olarak birçok kültürde duvarların halıyla kaplanması, strüktürden bağımsız bir mekan fikrinin varlığını kanıtlar. Halı, bir maske olarak, duvara düz anlamda taşıyıcı olmaktan öte anlamlar yükler. Halı esas duvardır; kökeni örgüdür ve sadece bölümleme işlevi görmesiyle temeldir. August Welby Pugin’in izinden giden kuşaklar, bu yaklaşımı toptan yadsımıştır. Yapıların yüzeylerinde kaplama kullanmamanın ahlaki dürüstlükle eşanlamlı olduğunu savunan bu arındırmacı modernistler aslında alabildiğine muhafazakardı. Öyle ki,

kaplamayı kökten lanetleyenler bile gizli gizli kaplanmış yüzeyler, analog yapı elemanları oluşturmaya mecbur kaldı. Bugün de beyaz Antik Yunan efsanesi capcanlı: Bunu görmek için, Parthenon’daki devasa restorasyon çalışmasına ve Bernard Tschumi’nin tasarladığı Akropol müzesinin polikromiye mesafeliliğine bakmak yeter de artar bile. O Tschumi ki, dekonstrütivizmin en delifişek tasarımcıları arasında bir zamanlar başı çekiyordu. Müzede Parthenon’un restitüsyon maketi de bir vampir kadar bembeyazdır. Müzede polikromiye ancak heykel düzeyinde, o da çok sınırlı bir rol verilmiştir. Bu vesileyle, hala “çok su kaldıran” beyazlık ve hijyen idealine dair kapsamlı bir eleştiri kaleme alan Mark Wigley’i ve “Beyaz Duvarlar, Tasarımcı Giysileri” (White Walls, Designer Dresses) kitabını hatırlayalım.16 Son olarak: Bugün her sokağı rengarenk, çığrından çıkmış azgın graffitilerle bezeli kuir Atina kentinde Akropol ve diğer turistik şaheserler krem rengi mermerleriyle yabancılara pazarlanırken, yüz elli yıl sonra Semper’in şu alıntısıyla bitirelim: (Heredot’tan)

5Gottfried Semper. 2015. Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus Yayınları, s. 134 ve s. 155:”Eski anıtlar ...toplumsal organizmaların fosilleşmiş kabuğu[dur].” 6Harry Francis Mallgrave. 2010. Introduction. içinde: Gottfried Semper. The Four Elements of Architecture and Other Writings, Çev. Harry Francis Mallgrave ve Wolfgang Herrmann. UK: Cambridge University Press, s. 32 Semper’in Kasım 1853’deki konferansı için taslak metinden alıntı. 7A.g.y., s. 31. 8Gottfried Semper. 2015. Mimari Simgeler Üzerine. İçinde: Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus Yayınları, s. 133, 137 9Gottfried Semper. 2015. Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus Yayınları, s. 84. 10Harry Francis Mallgrave. 2010. Introduction. içinde: Gottfried Semper. The Four Elements of Architecture and Other Writings, Çev. Harry Francis Mallgrave ve Wolfgang Herrmann. UK: Cambridge University Press, s. 23. 11A.g.y., s. 24. 12Gottfried Semper. 2015. Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus Yayınları, s. 106 ve 125. 13___. 2010. Style in the Technical and Tectonic Arts or Practical Aesthetics. The Textile Art. Considered in Itself and in Relation to Architecture (excerpt) içinde: The Four Elements of Architecture and Other Writings. Çev. Harry Francis Mallgrave, Wolfgang

“Sifnos’ta eğer gün gelip Prytaneion beyaza bürünürse, beyaza bürünürse eğer agoranız, akıllı bir adama gerek vardır”17

Herrmann. UK: Cambridge University Press, s. 258-9. 14Gottfried Semper. 2015. Mimari Üsluplar Üzerine. (1869, Zürih Konferansı). İçinde: Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus Yayınları, s. 159-60.

Notlar: 1Gottfried Semper. 2015. Mimarlığın Dört Öğesi ve

15Harry Francis Mallgrave. 2010. Introduction. içinde:

İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner.

Gottfried Semper. The Four Elements of Architecture

İstanbul: Janus Yayınları, s. 45. 2___. 2010. Style in the Technical and Tectonic Arts

and Other Writings, Çev. Harry Francis Mallgrave ve

or Practical Aesthetics. The Textile Art. Considered in Itself and in Relation to Architecture (excerpt) içinde:

Press, ss. 35-6. 16Mark Wigley. 2001. White Walls, Designer Dresses.

The Four Elements of Architecture and Other

The Fashioning of Modern Arcihtecture. Cambridge:

Writings. Çev. Harry Francis Mallgrave, Wolfgang

MIT Press. 1Gottfried Semper. 2015. Mimarlığın Dört Öğesi ve

Herrmann. UK: Cambridge University Press, s. 257. 3Sözgelimi sadece “çizgisel tarih” meselesi üzerine orta uzunlukta bir makale yazmam lazım. Polikromi,

Wolfgang Herrmann. UK: Cambridge University

İki Konferans. Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus Yayınları, s. 54.

beyaz mimarlık, barbarlık, Parthenon ve Polikromi, bir başka orta uzunlukta makalenin malzemesini

Kaynakça:

oluşturuyor. Süsleme, giydirme, kaplama,

- Gottfried Semper. 2010. The Four Elements of

maskeleme, “Der Stil”in ansiklopedik bir proje olarak

Architecture and Other Writings, Çev. Harry Francis

mahiyeti ve nihayet Semper’in alternatif teorisinin

Mallgrave ve Wolfgang Herrmann. UK: Cambridge

mimarlık paradigması üzerindeki etkisi üzerine de

University Press.

yine bir başka makale yazmam gerek. Hele ki,

- ___. 2015. Mimarlığın Dört Öğesi ve İki Konferans.

Semper’in kuramıyla yirmi birinci yüzyılda dijitallikle

Çev. Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus

dönüşen süsleme/bezeme tartışmasının yeni

Yayınları.

kavramları ve ürünleri üzerine başlı başına bir kitap

- Harry Francis Mallgrave. 1996. Gottfried Semper.

yazmak gerekebilir. Bunlardan “kaçtığımdan” değil,

Architect of the Nineteenth Century. US: Yale

sadece yer olmadığından değinme ihtiyacı duydum. 4Quatremère de Quincey. 1815. Le Jupiter Olympien:

University Press.

l’art de la sculpture antique considéré sous un

The Fashioning of Modern Arcihtecture. Cambridge:

nouveau point de vue, Paris.

MIT Press.

- Mark Wigley. 2001. White Walls, Designer Dresses.



“Açık” - Ama Ne İçin? Öğrenciyken bir seferinde karşılaştığım çok basit bir imaj, tasarım sürecini bir boru olarak düşünmek üzerineydi. Bu borunun bir ucuna ne koyarsanız koyun nihayetinde içinde sürdürdüğü yolculuk boyunca bir sonuca, ürüne ya da servise dönüşür. Hocamız o boruyu bir sona, daha yüksek bir amaca doğru yönlendirebileceğimizi ya da basitçe diğer tüm borularla aynı yöne doğru gitmesine izin verebileceğimizi vurgulamıştı. Ve bu borunun içine yararlı şeyler koyduğunuzdan emin olmalıydınız, iyi çalışılmış kullanıcı-araştırmaları ya da derinlemesine analizlerle sonunda iyi bir sonuç almalıydınız. Eğer borunun içini çerçöple doldurursanız büyük ihtimalle borunun öbür ucundan çıkacak olan şey de çöp olacaktır. Boru imajı tabi ki de tasarım üzerine konuşmak için fazlasıyla basit. Bazı işler görece doğrudan olabilir ama tasarım süreçlerinin çoğu kafa karıştırıcı, yanlış ve kirli; belki de düz ve temiz su borularından ziyade yanlış döşenmiş kanalizasyon sistemlerine benziyorlar. Yine de bu metafor, tasarımı daha demokratik ve ilişki kuran bir çaba olarak açma çabamızda, tasarım ve karşımızdaki gerçek meseleler üzerine düşünmemize yardımcı olabilir.

KÜÇÜK MÜDAHALELER

Son onyıllarda katılım ve kullanıcı-dahiliyetinin tasarımın açılıp saçılması için ana stratejiler olarak görüldüğü “açık tasarım” ya da tasarım süreçlerinin işbirlikçi formları üzerine çok sayıda tartışma olageldi. Bunların birçoğu kullanıcıların tasarımda pay sahibi olması, bu dahiliyetin birçok alanda yararlı olduğu konusunda hemfikir gibi görünüyor. Tartışmalar genellikle bu açık dahiliyetin niceliği ve niteliği üzerine sürüyor: Bu belirli mesele için ne türden bir açıklık en iyisidir?

KASIM 2015 - XXI 10

Açıklık birçok durumda bir tasarım sürecinin belirgin bir şekilde iyi vasıflarındandır: Yazılım gurusu ve açık kaynak savunucusu Eric Raymond’un da söylediği gibi, kullanıcıların doğrudan geribildirimde bulunmasına, hızlı prototipleme ve özyinelemeye, özgür kullanım ve dağıtıma olduğu gibi sürekli gelişime, kullanıcıların dahil olmasına ve herkesin kendi sırtını kaşıyabileceği şekilde müellifliğin bölüşülmesine de olanak verir. Evet tabi ki tasarım tanımı ve pazar güçlerinin tüm gündemi belirlemediği, daha “demokratik” bir tasarım fikri harika, özellikle de gündelik yaşamlarının tasarımında kullanıcıları karar alma süreçlerinin parçası haline getirebilirseniz. Benim başlıkta dile getirdiğim soru ise daha çok açık sürecin kendisiyle alakalı. Ve bunun için bir kez daha süreci bir boru olarak ele alıyorum. Eğer bunu daha yakından incelersek onun her iki tarafından meseleye eğilmek istiyorum; ilk önce niçin (to what end) açık, ikincisi ne için (in what end) açık? OTTO VON BUSCH TASARIMCI

İlkinden başlayalım; tasarım niçin açık? Bir platformun açık olmasının amacı ne? Birlikte üretimi ve kitle

kaynaklı projeleri desteklemek için açık olabilir, bu da katılım ve becerilerle emeğin paylaşımı anlamına gelir. Ya da sonuçların daha fazla yaygınlaştırılması, sonucun ister yazılım ister donanım olsun özgürce kullanılması, kopyalanması, değiştirilmesi ve yeniden dağıtıma sunulması adına açık olabilir; bu da onu açık kaynaklı yapar. Ancak bu uğraştan doğan mühim bir soru var: Bu süreci kim kontrol ediyor? Zira süreç açık olsa bile sosyal durum ve işbirliği koşullarının kendi içindeki kontrol mekanizmaları çok karmaşık olabilir. Hatta bir şey açıksa bu arabuluculuğun sosyal dağılım sorunlarına yönelen gerçek bir müdahale olmaktansa, daha çok “bırakınız-yapsınlar” (laissez-faire) mantığının uzantısı olabilir. Yani, “açık” olmak, eşitliği ya da adaleti ille de destekliyor diyemeyiz, bunun yerine diyebiliriz ki açık bir süreç aslen sosyal adaletsizliği çoğaltıyor bile olabilir. Örneğin, eğer bir projenin açıklığı herkesin gönüllülük esasına bağlı olarak o proje üzerinde çalışması anlamına geliyorsa, bu genelde bir ya da birden fazla işte tam zamanlı olarak çalışmayan ya da bakması gereken çocukları olmayan katılımcıların bulunmasını zorunlu kılar. Katılımcıların sesleri ve becerileri projeyi zaten hali hazırda güçsüzleştirilmiş, hayatları çok iyi giden bir grubun gereksinimleri ve fikirlerine doğru yönlendirecektir, her ne kadar sonuç özgürce dağıtıma sunulacak ve açık olsa da. Sonuç, en basitinden yaşlılar, göçmenler, engelliler ya da ailelerini geçindirmek için çift vardiya çalışanların gereksinimleriyle uyuşmayacak ya da doğrudan bir bağlantı kurmalarını sağlayamayacaktır. Bu grupların açık laboratuvara dahil edilmesi zor olabilir ama öte yandan tasarım camiasının gönüllü yardımına en çok gereksinim duyan grup olma ihtimalleri de oldukça yüksek. Aslen Kendin Yap akımının ve yapmanın özündeki ideoloji, halihazırda güçsüz olanların marjinalleştirilmesi olabilir, onları güçlendirmektense. Yapıcı (maker) camianın özündeki anlatı, bireyi bir girişimci ya da kendi kendinin patronu olan bir fabrika olarak görme eğiliminde. Neoliberal ekonominin


mevcut süreçlerini besleyen; dayanışmanın, sadakatin ve sosyal müştereklerin altını oyan bu akımın genel anlatısındaki ana soru şu: “Benim bu işten çıkarım ne?”

Platformu, yani borunun ağzını kim kontrol ediyor ve gerçekten benim bu platformdaki üretimimden gerçekte kim kazanç sağlıyor? Mekatronik teçhizat ya da üçboyutlu yazıcılar gibi bugünün çok sayıdaki açık donanım platformunu ele alalım. Bu platformların birçoğunun muhteşem destekleyici toplulukları ve kurucuları var, bu kişiler zamanlarının çok büyük bir kısmını böylesi yaratıcı ortamları ayakta tutan işbirlikçi ekolojileri sürdürmek ve kolaylaştırmak için harcıyorlar. Oysa ben kendi işimin sonuçlarını kontrol etmekle mükellefken ve onu platformun kütüphanesine eklememe rağmen platformun kendisine yönelik ya çok kısıtlı bir kontrole sahip oluyorum ya da hiç olmuyorum. Platformun gönüllülük kurallarına uygun davranarak herhangi bir ortak mülkiyet iddiasından feragat ediyorum. Borunun çıkış ucu açık, sonuçlar paylaşılıyor ama giriş ucu sıkıca kontrol altında ve hiç de açık değil. Boruyu elinde tutan, orijinal girdiyi sağlayan kişi, bu ucu sıkı sıkıya elinde tutuyor. Bu nedenle şeylerin gerçekten “açık” olması için boru tasarımının bütünü üzerinde daha bilinçli olmalıyız, hem borunun giriş ve çıkış uçları hem de nereye doğru yöneleceğinin tasarımı önemli. “Açık” bu nedenle bir şeyleri bir araya getirip inşa etmekten daha eğlenceli bir şey, bize felsefenin ana sorularından birini sorduruyor: İyi bir kamusal yaşamı meydana getiren nedir?

11 XXI - KASIM 2015

Ama son yıllarda gittikçe daha fazla görünür olan şu: birçok açık platform, kendine uygun kodlar ve modüllerle aslen kullanıma ve yeniden üretime açık olabilir ama ortak mülkiyete ya da kullanıcı ve katılımcılardan gelen etkiye açık olmayabilir. Bir kullanıcı olarak siz açık bir platforma her ne kadar zaman ya da emek harcasanız da platformun kendisinin üzerinde hiçbir gerçek kontrol size sunulmayabiliyor. “Açık” platform daha çok kapıları kilitli olmayan bir fabrikaya benziyor: Orada çalışabilirsin, bunun için gerekli makineleri ve araçları satın alabilirsin ama oranın yürümesi için hayati olan altyapı hala fabrika sahibi tarafından kontrol edilir.

KÜÇÜK MÜDAHALELER

İkinci meseleye geçersek: Tasarım Ne İçin Açık? Açık kaynaklı lisansların, açık yazılımların ya da kod ve içeriğin birçok biçimi bir sürecin çıkış ucunun açık olacağını ve açık kalacağını garanti eder. Eğer borunun bir tarafından açık kaynaklı bir kod koyarsak, öbür uçtan çıkacak sonuç da açık ve özgür olmalıdır. Süreç, yani boru içindeki yolculuk etkilenmelere, kullanıma, gelecekte yeniden üretilmeye açıktır. Bu türden lisanslar, aynı zamanda yeni kod ya da içerik oluşturmada kullanılan yeni emeğin kamusal gerçekliğe açık olduğunu ve kalacağını da garantiler.


Genç Mimarların Öyküleri GEÇTIĞIMIZ MAYIS AYINDA İSTANBUL’DA DÜZENLENEN GENÇ MIMARLAR KONFERANSI: TASARIM ÖYKÜLERI ETKINLIĞININ IKINCISI 27 KASIM’DA PARIS’TEKI ECOLE SPECIALE D’ARCHITECTURE’DA GERÇEKLEŞTIRILDI.

KASIM 2015 - XXI 12

GÜNCEL

fotoğraflar: Jacques Pochoy

Hülya Ertaş Farklı ülkelerden genç mimarların katılımıyla mesleğin ilk yıllarında yaşanan zorlukların farklı coğrafyalar bağlamında ne kadar benzeştiği ve ayrıştığının ele alındığı genç mimarlar konferansı bu kez aynı katılımcılarla Paris’te düzenlendi. İngiltere’den Anna Liu, Almanya’dan Frank Eittrof, Fransa’dan Nicolas Letschert, İtalya’dan Thomas Ghisellini ve Türkiye’den Ali Hızıroğlu ile Alişan Çırakoğlu, Miska Patrice Anquetil moderatörlüğünde Ecole Special d’Architecture’un forum alanında bir araya geldiler. Tüm konferans katılımcılarının kendi deneyimlerini aktardığı ilk bölümde Anna Liu, strüktürel deneylerini anlatarak başladı. Parametrik tasarımla hayat bulan Rain Bow Gate’in uygulaması esnasında tasarımlarıyla malzeme davranışından kaynaklanan değişikliklerin ne kadar öğretici olduğundan söz etti. Tayvan’da daha büyük ölçekli bir örtüyü Arup ile ortaklaşa çalıştıklarında bu bilgi birikiminin profesyonel bir ekiple nasıl

daha da geliştiğini anlattı. İkinci olarak söz alan Alişan Çırakoğlu, bir üniversite master planından perakande mağaza tasarımına kadar farklı ölçeklerdeki çalışmaları nedeniyle tasarım sürecinin her kısmına dokunduklarını söyleyerek başladı. Özel yatırımcı ile çalışmakla kamuyla çalışmak arasındaki farkları aktarmak için Gümüş Su Villaları ve Samsun Müzesi örnekleri üzerinden ilerleyen Çırakoğlu, her iki projedeki ortak dertlerinin yapıların çevre ile ilişkisi olduğunu anlattı. Frank Eittrof ise mimarlık mesleğinin işbirliğine yönelik doğasına vurgu yaparak farklı ekiplerle birlikte gerçekleştirdiği projelerden söz etti. Bu farklı işbirliklerini sadece mimarlarla sınırlı tutmayarak yerel yöneticiler ve yatırımcıların da dahil olduğu geniş bir iletişim ağı yaratmaya çalışan Eittrof, pazar günleri gerçekleştirdiği Sunday Funday adlı samimi toplaşmaların nasıl yeni fırsatlar doğurduğunu anlattı. Ardından söz alan Thomas Ghisellini ise 2002’de mezun olduktan sonra Avrupa’da çeşitli mimarlık ofislerinde çalıştığını ancak çok uzun süren

çalışma saatlerinin heyecanını yitirmesine neden olduğunu ve tek başına yarışmalara girmeye karar verdiğini söyleyerek konuşmasına başladı. Girdiği ilk yarışma projesi olan bir mezarlık tasarımıyla birinci olması ve yapının inşa edilmesiyle ofisin ilk temelleri atılmış, ardından gelen diğer yarışmalar da bunu sürdürmüş. Katıldıkları iki aşamalı bir uluslararası yapıda önerdikleri tasarım nedeniyle Renzo Piano Ödülü’ne layık görülmeleriyle birlikte ise önlerinde yeni bir dönem açılmış. Ghisellini, konuşmasını bir buzdağı metaforuyla sonlandırdı, ona göre başarı sadece buzdağının görünen kısmı, oysa onu var eden aslen görünmeyen kısım ki orası da başarısızlıklar hayal kırıklıkları ve çok çalışma ile dolu. Ali Hızıroğlu ise mezun olduğu okula yıllar sonra tekrar gelmenin çok güzel olduğunu belirterek sözlerine başladı ve Çin’de tamamladıkları Starmall Shenyang Plaza projesinin inşa sürecinde karşılaştıkları zorlukları ve onların üstesinden nasıl geldiklerini anlattı. Kompleks bir strüktüre sahip çatının

uygulanması için uygun yüklenici arayışıyla başlayan bu öykü, makineler yardımıyla da olsa elle üretilen bağlantı parçalarının üretilme yöntemiyle sürdü ve en nihayetinde Çin’deki toplantılar boyunca çayları getiren kadının fotoğrafıyla son buldu. Hızıroğlu, her ne kadar çok büyük ölçekli işler yapılıyor olsa da tüm bunların içindeki insan faktörünün asla unutulmaması gerektiğini, bu iletişimin mimarlığın ana bileşenlerinden biri olduğunu vurguladı. Son olarak sözü alan Nicolas Letschert ise kamuya yaptıkları işlerin öneminden ve bunun mimar olarak sağladığı erişim alanının genişliğinden söz etti. Bu ilk sunumların ardından moderatör Miska Patrice Anquetil’in yönlendirdiği sohbet bölümüne geçildi. Mimarların kullandıkları araçlar, mezuniyetlerinden bugüne dek mesleki yolculuklarında karşılaştıkları zorluklar, esinlendikleri şeyler ve bağlamı nasıl ele aldıkları gibi konular konuşuldu ve seyircilerin de katılımıyla gerçekleşen soru-cevap bölümüyle konferans sona erdi.



Gelecek, Mizah ve Mimarlık Arakesiti ŞIŞECAM DÜZCAM'IN DÜZENLEDIĞI T BULUŞMALARI KAPSAMINDA BIR SUNUM YAPAN MVRDV KURUCULARINDAN WINY MAAS ILE “BIR SONRAKI ADIM NE?” SORUSU ÜZERINDEN GELECEK SENARYOLARINI VE MIMARI ÜRETIMDEKI MIZAHI YAKLAŞIMI KONUŞTUK.

KASIM 2015 - XXI 14

GÜNCEL

4 dakika şehri

Güzin Öztok: “Bir sonraki adım ne?” sorusunu sormanızın ardındaki motivasyon nedir? Wıny Maas: En basit tanımıyla merak diyebilirim. Öte yandan tabi ki iki yüzyıl boyunca yaşayamayacak oluşumuza acı duyduğum varoluşsal bir nokta da var; çünkü öyle bir durumda değişimleri görebilmek ve onlar hakkında düşünebilmek daha büyüleyici olurdu. Yani bu sorunun arkasında yatan neden sadece merak etme hali değil, yaşamda ve şehircilikte korkunç bir durum olarak gördüğüm saplanıp kalma hali de beni düşündürüyor. 30 yıldır Alfred ile birlikte çalışıyoruz ve değişmeyen, saplanıp kalan pek çok yer ve durum gördük. Saplanıp kalma hali yüzünden dünyada fazlasıyla düş kırıklığı var; ve bu düş kırıklığı insanların coşkusunu öldürüyor. Bütün bunlar sonraki adım nedir sorusunun ardında yatıyor ve hareketsizlikten kaçmamı sağlıyor.

gö: Bir sonraki adım ne dediğinizde gelecek tanımınız ne kadarlık bir süreyi kapsıyor? Yarın, yüzyıl ya da bin yıl sonrası için mi hayal ediyorsunuz? wm: Tabi ki haklısın bin yıllık bir süreci düşünmem mümkün değil, bir yandan gezegenin bin yıl sonra hala mevcut olacağını ve bu bin yıllık süreçte muazzam inovasyonlar ve gelişmeler yaşanacağını varsayıyoruz. Aslında oldukça uzun bir zaman için düşünüyoruz diyebilirim. Eskiden dünya üzerinde kaç kişinin yaşayabileceği üzerine bir hesaplama yapmıştım. Daha iyi bir düzen kurup daha mutlu olursak hala bir gelecek olabileceğini düşünüyorum. Böyle bir durumda 900 milyar kişi yaşayabilir; ama örneğin Afganistan verimli enerji üretimi yaparsa, Türkiye sağlıklı bir gıda üreticisi haline gelirse, Amazonlar gibi oksijen üreten daha büyük alanlarımız olursa ya da çölleri birincil enerji üretim arazilerine dönüştürürsek. Gelişmek için

bulutlarımızı da değiştirmeliyiz, gezegeni koruyacak daha iyi bulutlar üretebiliriz. Yani eğer bunlara olanak tanırsak yapabileceğimiz çok şey var. Yakın gelecekte gerçekleşecek tasarımlarla gelen demografik büyümeyle birlikte gezegeni dengeli hale getirme hayali zaten uzun dönemli bir tutkuyu ortaya koyuyor. Bunu yapmanın bir yolu tabi ki hesaplamak ama gerçeğe daha yakın hale gelmesi için teknoloji, sosyoloji vb. üzerine de çalışmaya devam etmek gerekiyor. Bir mimarlık ofisi daha kısa dönemli süreçler üzerinde çalışmak zorunda kalıyor tabi, bir sonraki yılı, 10 yıl sonrayı düşünebiliyor. Bu durumda uzun ve kısa döneme dair iki farklı bakış açısını nasıl bir araya getireceğimiz esas mesele oluyor. Bu açıdan sorunu doğru buluyorum ama bir yandan oldukça tereddütlüyüm; çünkü örneğin Barbapapa projesini düşünürsek ne kadar yakın acaba? 50

yıl mı yoksa 100 yıl mı tahmin edemiyorum. Barbapapa'nın gerçek olması için bir sürü gelişmenin de yaşanması gerektiğinin farkındayım. Bu nedenle şu anda sadece gerçekleşme potansiyeli bile heyecanlanmamı sağlıyor. gö: Gelecek senaryolarının pek çoğunda fiziksel dünyanın önemi azalıyor, dijital dünya ya da alternatif gerçeklikler daha önemli bir pozisyona gelebiliyor. Bu bağlamda fiziksel olmayan mimari düşünce deneyleri ya da araştırmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? wm: Bu tam olarak ne demek, örneğin Barbapapa fiziksel değil mi? gö: Hayır, aksine oldukça fiziksel bir iş, ben bir sonraki adım nedir sorusundaki fiziksel olmayan üretimleri merak ediyorum ya da örneğin sanal gerçeklik bağlamını da düşünebiliriz.


GÜNCEL 15 XXI - KASIM 2015

barbapapa

wm: Sanal gerçeklik tabi ki farklı olanaklar kuruyor. Eskiye oranla sanal gerçeklikte sonsuz bir bilgiye ulaşabiliriz, bina üretim süreçlerini hızlandırabiliriz, sanal gerçekliğin potansiyelleri çok fazla. Bugün küreselleşmenin en önemli araçlarından birisi. Bu açıdan yaklaşırsak araştırmaların çok daha hızlı yapılmasına olanak tanıyor diyebiliriz, ama daha fazlasını da yapmıyor, bu yüzden sanal gerçeklikle ilgilenmiyorum. Gelecekte çevrenin nasıl olacağını gösterebilir, bu yüzden tam olarak bilmediklerimizin bir parçasını anlamamıza yardım edebilir, ya da önerebilir. Yani kısa vadede çevrenin nasıl olacağının bir parçasını sunabilir. Ben daha kesin olmaktan yanayım çünkü fazlasıyla muğlaklık olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki adımı atabilmek ve tabi ki nihai sanal rüyayı ya da kabusu kullanarak -bakış açısına göre bu değişiyor- uyarlanabilir bir çevreyi yaratmak için "kesinlik" gerçekten yardımcı oluyor. Örneğin kendi

şehrimdeki sokak taşlarının üzerinde yürürken taşların parıldamasını istiyorum, yani bu ışığın yürüyüşü takip etmesini istiyorum. Bu sayede aydınlatmaya gerek kalmazdı zira çevrenin kendisi parıldıyor olurdu. Bu heyecanlı bir hayal, sürekli sahnede olmak gibi, teatral bir durum. Böyle bir sokaktan kaç kişi geçmek isterdi? Bir gösteri yürüyüşü olsa neler olurdu? Böylesi uyarlanabilir bir çevrenin getirisi iyi mi olurdu sence? gö: "İyi mi?" sorusunun gerekli olmadığını düşünüyorum. wm: Katılıyorum bence de gerekli değil. Tamamen ışıkla dolu bir dünyada karanlığı da çok severdim. gö: The Why Factory'de öğrencilerle çalışıyorsunuz, bu birliktelik üretimler ve yöntemler açısından araştırma sürecini nasıl etkiliyor? wm: Stüdyonun ilk günü ortada bir hipotez oluyor ve öğrencilere her zaman

"Ne eklemek istersiniz?" diye soruyorum. Öğrencilerin ortaya ne çıkaracağını hiçbir zaman bilmiyorum. Herkesin arka planı ve merak ettikleri başka. Bu nedenle herkesin motivasyonunu ve girişimlerini diğerleriyle kıyaslayabileceği bir zemin üzerinden ilerletiyoruz stüdyoyu. Bir örnek vermek gerekirse 4 Minute City (4 Dakika Kenti) doğrudan ulaşımla ilgiliydi. Atları seven bir öğrenciydi bunu çalışan. Bu nedenle tüm şehir atlara göre kurgulanmıştı. Bir diğer öğrenci paraşütleri seviyordu, onun şehrinde paraşütle beş metre sıçrayabiliyorduk bu nedenle tüm şehir bu beş metreye göre kurgulandı. Aynı şehir modelini kullanarak bu iki fikri kıyaslanabilir yapmak gerekiyordu. Ardından şehri bu iki farklı yönelime göre dönüştürerek üç dakikada alışveriş yapmaya gidebiliyorduk. Evden çıkıp atın üzerine atlayarak büyük bir boşluğa sıçramak gerekiyordu, yani şehir büyük boşluklardan oluşuyordu. Mimarların

kendi hoşlarına giden şeyleri tasarlamak istediklerini biliyorum, ama öte yandan sadece kendi heyecan duyduğun şeyler üzerine çalışmak korkunç. Bu nedenle Why Factory'de ortaklıklar kurmayı deniyoruz. Bir dönem Why Factory'de kalıp başka yere gidebilirsin, önemli olan bu araştırmaların absürtlüğe dayanması, umuyorum ki bu açıdan ilham verici çalışmalar yapıyoruz. Akademik eğitim seçenekler sunmalıdır. Özgün girişimler sunan farklı yerler varsa bir süreliğine oraya eklemlenip ortaklık kurup bir sonraki adıma gidilebilir. Bence yeni akademik dünya buna benzemeli. MIT'deki medya laboratuvarı Why Factory'den bambaşka ve tam da bu nedenle harika olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan bakınca mimarlık eğitiminin neden sadece istediğin şeyi tasarlamaya yönelik olduğunu anlamıyorum. Kendi eşsizliğini seven mimarlar nesline ihtiyacımız yok, derinliği olan araştırmalara ihtiyacımız var; çünkü sonuç olarak her birey eşsizdir.


barbapapa

KASIM 2015 - XXI 16

GÜNCEL

bıodıversıty

İnsanların bireyselliklerini geçici olarak bir kenara bırakıp ortak çalışmalar üretmesiyle içeriksel bir derinlik kurulabilir. Tabi yayınladığımız bütün kitaplarda tüm katılımcıların adı yazıyor, aksi durumda kimse çalışmazdı. Akademik alanda bazı şeyleri bu şekilde daha görünür hale getirebiliriz. gö: Why Factory sizin mimarlığınızı nasıl etkiliyor, oradaki çalışmalardan ilham alıyor musunuz? wm: Tabi ki ama bir sınır var, Why Factory'deki üretimleri MVRDV'de yapamayız, MVRDV'deki işleri ise Why Factory'de yapamayız. Bu konuda çok katı olmam gerekiyor. Örneğin bir opera binası tasarlamam gerekiyorsa öğrencilerimden aynı bakış açısıyla tasarlamalarını istemem. gö: Neden öyle, mimarlık neden bu kadar ciddi? wm: Mimarlıktan mizah üretmeye çalışan birine bunu soruyorsun!

Akademik dünyanın belli bir yükümlülüğünün olduğunu düşünüyorum. Akademik dünya, araştırmalarında oldukça kontrollü, iyi bir amaçla birlikte kanıtlanmış nitelikleri istiyor. Aslında buna katılıyorum çünkü bir peri masalı yaparsanız bir peri masalı yaptım demeniz gerekir; ama bunu yapamayız çünkü insanlar üzerinde büyük etkisi olan üretimler gerçekleşiyor. Bu araştırmaları yapmak için halkın parası kullanılıyor ve bu nedenle belirli bir sorumluluğun yerine getirilmesi gerekiyor. Ticari alanda bu daha farklı. Kendi paramı kullandığım sürece daha az umursayabilirim, daha farklı işler yapabilirim. Bu yüzden ikisi arasında bir çizgi var. Akademik dünyada sınırda olan keskin bir iş yapmak bir tercih olabilir ama henüz yapılamıyor, tam da bu nedenle aslında böyle bir görevleri var diyebilirim. Eğlence hakkında soruyorsan Why Factory'deki Biodiversity isimli projede alaya aldığımız konuları üretmiştik çünkü

mizah oldukça yararlı bir araçtı. Yani eğlenmek için eğlenmiyoruz, düşünmeye yardımcı olduğu için bunu yapıyoruz. Bu konu sorgulanabilir, gözlemine katılıyorum. gö: Mizah ürettiğiniz için sordum aslında bunu. wm: Şimdi New Orleans'ta yaşanan felaket sonrasında konutlar üzerinde çalışmaya başladık. Belli bir mizahi yaklaşım eklemiştik; ama Amerikan basını oldukça kızgın bir tepki gösterdi. Onlara gerçeklikle çok takıntılı olduklarını söylemiştim, tabi ki böyle bir durumda kötü bir şaka üretmekten söz etmiyorum, en kötü durumda bile bir şekilde sorumluluk alan ve insanları rahatlatarak dünyayı daha dayanılır hale getiren bir durumdan ya da mizahtan söz ediyorum. Gülümseme kıtlığı yaşanılan zaman ve mekanlarda böyle bir yöntemin yararlı olduğunu düşünüyorum.



Anlamını Yenilgide Bulan Mimarlık: Yenikapı Transfer Merkezi Projesi Yarışması Hakim tarihsel mirası koruma paradigmasının, İstanbul'un binlerce yıllık geçmişinin izlerini okuma uğraşını kendi kamu yararını temsil eden bir topluluğun itaat edilmesi gereken bir dogmasına dönüştürmesi sonucunda İstanbul ayrıcalıklı piyasa güçleri tarafından işgal edilen (korumasız) bir şehir kalıntısı halini aldı. İstanbul "şehirsel olmayan" (non-urban) bir boşluğa dönüştürülmeye çalışılıyor. Yenikapı gibi birkaç yerde gerçekleştirilmeye çalışılan uğraşlarsa yalnızca kanayan bir yaraya pansuman yapmaya benziyor. Masanın çevresindekiler bıçakları saplayıp dururken, birkaç gönüllünün çabaları... Her şeye rağmen, gene de mimarlığın bu yenilgide bir anlamının bulunduğunu düşünüyorum. Yenikapı çalışması neden, nasıl ve nerede bir yenilgiye dönüştü? Son aşamasına, yani yalnızca yarışma aşamasına bakmak bile bir fikir verebilir:

SORU İŞARETİ

Şu anda yarışma alanında uygulanan projelerin müelliflerini kimse bilmiyor. İstanbul’un en büyük transfer merkezi halini alacağı daha Marmaray projesi ihale edildiğinde belli olan bu alanda istenseydi misyon odaklı bir kurumlaşma gerçekleştirilebilir, uygulama başlamadan mimarlık için bir zemin oluşturulabilirdi. Ancak bir yarışmada olması mümkün olmayan, “yarışma”yı yarışma olmaktan çıkaran birçok koşul merhaleler halinde, adım adım, herkesin gözlerinin önünde gerçekleşti.

KASIM 2015 - XXI 18

Bir: Seçici Kurul yarışmanın ilanının üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra değiştirildi. Yarışma amaçları, konusu, kapsamı yani programı bu iptal edilen Seçici Kurul tarafından hazırladığına göre yarışmanın da iptal edilmesi ve yeniden açılması gerekirdi. İki: Yarışma alanı olarak tanımlanan alanda bir değişiklik yapıldı. Bu Seçici Kurul’dan ve yarışmaya katılanlardan gizlendi. Dolgu alanı, araç tüneli çıkışı gibi konular hakkında kimseye bilgi verilmedi, yarışma programında olmayan değişiklikler yapıldı. Üç: İki aşamalı yarışmada ikinci aşama için ilan edilen listeye iki ek yapıldı. İkinci aşamada 7 ekip yerine karşımıza 9 ekip çıktı. Yarışma ilanında bu değişiklik yer almıyordu ve Seçici Kurul’un böyle bir yetkisi yoktu.

KORHAN GÜMÜŞ

Dört: Sonradan seçilmiş ekipler listesine eklenenler yarışma ilanı aşamasında, yarışma alanı ile ilgili karar verici kurumların temsilcileriydi. Bunlardan

birincisi yarışmayı düzenleyen kurumun başındaki yönetici kişiydi. İkincisi değerlendirmeyi yapacak Bölge Koruma Kurulu başkan yardımcısıydı. İkisi de görevlerinden yarışmanın ilanından sonra ayrıldı. Beş: Bu kadarı olduktan sonra belki sonrasını söylemek bile fazla. Tahmin edileceği gibi sonradan eklenen bu iki ekip birinciliği paylaştı. (Üstelik “yarışma alanı ile ilgili bilgiler bizim elimizdeydi, diğerleri bilmiyorlardı” diye övünerek!) Böylece daha ilk aşamadan başlayarak atılan adımlarla “yarışma” yarışma olmaktan çıktı. TARTIŞMAYA ILKINDEN BAŞLAYALIM

Mevcut projenin iptal edilmesini ve alanın yarışmaya açılmasını sağlayan süreç (sonradan iptal edilen Seçici Kurul’u oluşturan) bağımsız bir girişim tarafından gerçekleştirilmişti. Programdaki değişiklikleri bu bağımsız kurulun kabul etmeyeceğini biliyorlardı. Onların yerine görevlendirilen Yeni Seçici Kurul’un programdaki değişikliğe ve elbette bütün bu olan bitenlere itiraz etmesi beklenirdi, ama sesi çıkmadı. Seçilen ekiplere sonradan dahil edilen ve yarışma alanı üzerinde yetkili iki kurumun yöneticisinin katılmasına ve birinciliğin bu ikisine verilmesine itiraz etmeleri beklenirken, bunu da yapmadılar. Atılan bütün kural dışı adımları kabul etmiş oldular. Ayrıca, söylemeye bile gerek yok, sonradan listeye katılan bu ekiplerin sahip oldukları bilgiler "kamu tarafından ya da kamu adına üretilmiş bilgiler" olduğuna göre, bütün yarışmacılara açık olması gerekirdi. Bunu da (bu kadar kural dışı adım attıkları için) Yeni Seçici Kurul yapmadı. Yarışmanın iptal edilmesini gerektiren iki koşulun (programın değiştirilmesi ve seçilen katılımcılar listesinin değişmesi) gerçekleşmesini onaylamış olduğu için bunun sonuçlarına da seyirci kaldı. Böylece uzun uğraşlarla, çok boyutlu katılımla başlatılan bir çalışma kadük kaldı. Ayrıca amaçlandığı gibi program Alan Yönetimi Planı’nın bir mikro-bölgeleme uygulaması olarak da gerçekleşmedi. Oysa Alan Yönetim Planı mikro bölgeleme uygulaması için çok öncelikli, çok katmanlı bir yönetim organlaşması ihtiyacı bulunuyordu. (İstanbul 2010 Kültür Başkenti Yasası kamu tarafındaki bir çok kurumun misyon odaklı bir örgütlenme içinde çalışmasına imkan tanıyordu.) 2006 yılında, dönemin Başbakanı’nın imzaladığı ve AB siyasal organları tarafından kabul edilen Başvuru Dosyası’nda, UNESCO Dünya Mirası Komitesi ile


SORU İŞARETİ

ANLAMINI BAŞARISIZLIKTA BULAN MIMARLIK

Şimdi gelelim bu olaydan çıkarabileceğimiz derslere. Bu süreci özetle şöyle de okuyabiliriz: Adım adım gerçekleştirilen bir takım müdahalelerle projelendirme sürecindeki yarışkanlık (rekabet) koşullarının imha edilmesi ve düzenin yeniden tesisi. Kurumsallaşmış olağan bir yapının olağandışı uğraşlarla, farklı düzeylerde gerçekleşen farklı bir müdahale ile statükoyu (moda olan deyişle) “yapıbozum”a uğratan istisnai bir sürecin imhası, yarışkan (rekabetçi) olmayan koşulların yeniden tesisi, ya da “müesses nizamın yeniden tesis edilmesi” girişimi olarak da okuyabiliriz. Modern kamunun işlevi rekabet koşullarının olmadığı yerde müdahale edip, rekabet koşulları oluşturmaktır, hukukun hakim olduğu kamu düzenlerinde. Türkiye’deyse kamunun işlevi tersi. Seçkinlerin kamu gücünü ele geçirmesine ve kendi lehine kullanmasına dayanıyor. Kamu gücü genellikle var olan rekabet koşullarını ortadan kaldırmak için kullanılıyor. Herkesin bildiği bir örneği ele alalım: Kamusal alanların projelendirilmesi. Taksim, Beşiktaş, Eminönü, Mecidiyeköy, Beyazıt... meydanlarının nasıl projelendirildiğine baktığınızda, bunları birer otoyol kavşağına çevirmeyi amaçlayan girişimlerin birbirine benzediğini görüyoruz. “Bilim adına bu koltuğa oturuyoruz, bizi eleştiremezsiniz” diyerek yaptıklarına meşruiyet kazandıran bu kesimin kendi içinde projeleri paylaştığı görülüyor. Söyledikleri genellikle şu: “Ha o işi falanca hoca aldı, biz de başka bir konuyla uğraşalım.” O zaman elbette ki çoklu bir düşünce ortamı mümkün olmuyor. Tekelci bir sistem içinde birbirlerinin ayağına basmamaya çalışan çıkar odakları oldukları söylenebilir: Aynı konuda çoklu bir fikir geliştirme ortamı yerine, çoklu bir ortamda aynı anonim fikirlerin, basmakalıp projelerin tahakkümü.

Yenikapı Kentsel Transfer Merkezi Mimari Proje Yarışması bu açıdan bakıldığında tıpkı diğerleri (örneğin AKM Projesi) gibi bir istisna idi. Eğer Yenikapı’da Büyükşehir Belediyesi’ne planlama ve proje hizmetleri veren bildik kurumların temsilcilerinin hazırladığı (istasyon binasıyla birleştirilmiş) devasa AVM projesi inşa edilmiş ve projelendirme sürecinde yer alan bütün aktörler kendi hükümranlık alanları içinde hareket edebilmiş olsaydı, burada bir parça dile getirmeye çalıştığım ve başarısızlığa uğradığını ifade ettiğim yarışma zaten gerçekleşmeyecekti. Şehirdeki binlerce mimari konunun ele alınma biçimi gibi, "olağan işleyiş" içinde gerçekleşmiş olacaktı. Masanın çevresinde yer alan operatörler hiç bir sorun yaşamadan işlerini görecekti. Bu tekelci sistemin içinde açılan küçük bir yarığın, bu mimari müdahaleyi kentselleştirme çabası başarısızlıkla sonuçlansa da, üzerinde durulması gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bu şehirde birçok konuda yaşadığımız diğer projeler gibi işler normal halinde seyredecek ve bunları konuşmayacaktık. Zannedersem mimarlık da bu yenilgide anlamını buluyor. Hukuku elbette ki kamu tek başına oluşturmaz, sivil aktörlerle birlikte yapar. Hukuk üzerinde anlaşılan ortak zemini oluşturur. Türkiye’de kamu düzeni böyle çalışmıyor. Çıkar odakları kamu gücünü böyle bir hukuk oluşturmak için değil, kendilerine ayrıcalık sağlamak için kullanıyorlar. Tıpkı din kurumu gibi mimarlığın, tasarımın, sanatın, fikir üretiminin de seküler olma koşulu var. Bunlar da tıpkı inanç özgürlüğü gibi kapalı uçlu olamayacak alanlar. Ama öyle olmuyor. İktidarı da, muhalefeti de aynı seküler olmayan, devlet gücünü arkasına almayı amaçlayan ortak bir zeminde hareket ediyor. Bıkmadan üşenmeden söylemeye ve yapmaya çalışmak gerekli: Her alanda olduğu gibi mimarlıkta da kamusal niteliğin oluşması için sekülerlik zorunlu!

19 XXI - KASIM 2015

yapılan anlaşma sonucunda hazırlanacak planın ve Yenikapı’daki uygulamanın program kapsamına alınacağı taahhüt ediliyordu. Yarışma sürecinin bu süre içinde askıya alınması, bu kuruluşun görevinin sona ermesinin beklenmesi bu konuda niyeti de ortaya koyuyor.


Mekansal Geçicilik Araştırmaları BURSA MIMARLAR ODASI'NIN DAVETIYLE, ALPER DERINBOĞAZ, SALIH KÜÇÜKTUNA, YELTA KÖM, AYHAN ABANOZCU, MURAT CELLAT, ŞEVKI TOPÇU YÜRÜTÜCÜLÜĞÜNDE GERÇEKLEŞTIRILEN PALYATIF EV ATÖLYESI, MEVSIMLIK IŞÇILERIN BARINMA IHTIYACINA ÇÖZÜM ARADI.

KASIM 2015 - XXI 20

GÜNCEL

fold (nermin veliyeva ve rumeysa irem bilici)

Alper Derinboğaz, Şevki Topçu palyatif: fr. palliatif [sf.] Geçiçi olan. Mimarlık faaliyetleri giderek daha sık bir biçimde “büyük ölçekler, büyük yatırımlar” gibi kelime gruplarıyla ilişkileniyor. Bu anlamda mimarlığın, mekan üretme düşüncesinin farklı hallerine odaklanmasının zorlaştığı bir dönemdeyiz. Mekan yaratma biçimlerinin çeşitliliği ve düşünce biçimlerinin zenginliğine rağmen mimarlık, pratikte giderek “bina” üretme disiplinine dönüşmeye başladı. Mesela mimarlık 16. yüzyıl Avrupası’nda mekanı kavram olarak dert edinmiş bir taş ustası veya ressamın farklı ölçeklerde ele aldığı bir sanat ve meslekti. Ancak tarih boyunca şapkaları ne kadar değişirse değişsin hizmet ettiği kesim, toplumun yüzde birini geçmedi. Bu anlamda günümüzde de mimarlığın pek ilgilenmediği meselelerden birine bakmak istedik ve atölye kapsamında Bursa Mimarlar Odası’nın davetiyle

mevsimlik tarım işçileri barınma ve yaşam alanlarını konu edindik. Palyatif Ev, Mimarlar Odası başta olmak üzere Bursa’daki akademik odalar ve meslek odalarının yaptığı uzun soluklu bir çalışmanın üzerinde temellenen, mevsimlik işçilerin yaşam koşullarına dikkat çekmeyi ve çözüm üretmeyi hedefleyen bir proje olarak ortaya çıktı. 1-3 Ekim tarihleri arasında Alper Derinboğaz, Salih Küçüktuna, Yelta Köm, Ayhan Abanozcu, Murat Cellat ve Şevki Topçu’nun yürütücülüğünde, çeşitli okullardan mimarlık öğrencilerinin katılımı ile gerçekleştirilen atölye çalışması ise Palyatif Ev projesinin ilk adımını oluşturdu. Söz konusu tarım işçilerinin sayısı Türkiye’de 48 farklı ilde toplam altı buçuk milyon ve bunların yaklaşık yarısı 48 farklı ilde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışıyor. Bu meslek için babadan oğula geçiyor diyebiliriz; çünkü her iki mevsimlik işçiden biri

doğduğu andan itibaren mevsimlik tarım için seyahat ediyor, çoğunun gelirleri de ulusal yoksulluk sınırının altında.

yer alabilir ve bu mekan fiziksel kurucuların yokluğuna rağmen nitelik açısından tasarlanmış bir mekandan çok daha fazlasını sunabilir.

Atölye çalışması olarak, tasarım stratejileriyle mevcut koşullarını iyileştirmeye yönelik bir yol izledik. Alışageldiğimiz şekilde bir müşteri durumunun ve bütçenin olmadığı bu durumda, mekan kurmanın da alışılmışın dışındaki yöntemlerini düşünmek gerekiyor. Bu koşullarda fiziksel elemanlar kullanmadan tanımlanan mekansal sınırlar, altyapısal koşullar ve noktasal müdahaleler öncelik kazandı.

Öte yandan tarım işçilerinin yaşam alanları olan kamp alanları ne kadar elverişsiz ve geçici olsa da “yer” edinme ve mülkiyet ilişkileri her zaman söz konusu. Hak sahipliği açısından özel mülkiyet ya da hazine arazileri olarak nitelendirilen alanlar üzerinde kurulan kamplarda, tarım işçileri mevcudiyetlerini oluşturma ve mesken edinme biçimi olarak kurulumunu kendilerinin gerçekleştirdiği geçici strüktürleri kullanıyor, bazı durumlarda bu strüktürleri yine geçici olan mevsimlik bitkilerle dönüştürüyorlar.

Mekan yaratma yetisi anlamında kamp çadırı ve kamp ateşi arasındaki ilişki bizim için çözüm stratejilerinden biri oldu. Bir kamp çadırının tanımladığı fiziksel sınırlar içerisine sığdırılamayacak kadar insan, kamp ateşi etrafında toplanıp çok daha kuvvetli bir mekan duygusu içerisinde

Tarımın yoğun olduğu Karacabey ve Mustafakemalpaşa bölgeleri üzerine çalıştık. Bu bölgelerde yer alan kamplarda yaşamını devam ettirmek durumunda bırakılan mevsimlik tarım işçilerinin konaklama koşulları, çeşitli



KASIM 2015 - XXI 22

GÜNCEL

enerji etkin ağ (damla soyseven, irem nur tokuroğlu)

meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan raporlarla belgelenmişti. Bu raporlarda işaret edilen sorunlar ve yapılan kamp ziyaretleri sonrasında katılımcıların her birinin etkin rol aldığı, müşterek bilginin omurgasının oluştuğu kolektif tartışma; bir buçuk gün gibi kısa bir sürede çözüm üretilmesi gereken karmaşık problemleri tanımlamak, kategorize etmek ve belirli noktalarda konuyu problematik bağlamın yarattığı ağır gerçeklikten koparıp farklı ölçeklerdeki potansiyelleri ortaya çıkarmak açısından kilit rol oynadı. Barınma sorunu olarak tanımlanmaya alışılmış problemin aslında bir altyapı problemi olduğu; geçicilik / kalıcılık dikotomisinin yerli insanlarla “göçebe” konumundaki mevsimlik tarım işçileri arasındaki sosyal gerilimler üzerindeki etkisi, tartışmalarda öne çıkan başlıklar arasındaydı. Tartışma / akıl yürütme sonrasında her grup, ortadaki düşünce kümesinin bir

alle (yonca özüağ, serkan ateş ve derya gedik)

parça/bütün (sinem görücü, rabia demir, baran yıldız)

çözüm getirirken kullandığı yöntemle parça / bütün ve “field” / “object” kavramlarına çağdaş bir bakış açısıyla yaklaşıyor.

düzlemleri sunarken sezon dışında da yerli halkın enerji ihtiyacına katkı sağlayıp yağmur suyundan faydalanmalarına imkan tanıyor.

Bir başka önemli nokta aynı konu üzerinde çalışan dört farklı grubun birbiriyle etkileşerek özgün kalmayı başarabilmesiydi. Ürünler üzerinden okunabileceği gibi hepsi birlikte soruna bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşırken her birinin kullandığı araçlar ve yöntemler onları özgün kılıyor.

Yonca Özüağ, Serkan Ateş ve Derya Gedik; Alle isimli önerilerinde ortak yaşam kültürünü devam ettirebilmek adına belirli sayıda barınaktan oluşan, birbirine eklemlenebilir üniteler öneriyor. Çocuklar özelinden soruna dikkat çekip hizmet birimlerinin mekansal karşılıkları için ünitelerin bir araya gelişlerindeki geometrik arakesitlerden faydalanıyor.

Nermin Veliyeva ve Rumeysa İrem Bilici, Fold adını verdikleri önerilerinde barınakların her sezonda taşınıp geri götürülmesi ile ilgili oluşan lojistik sorununa çözüm getirebilmek adına standart araç ölçülerine göre boyutlandırılmış barınak birimleri tasarladılar. Bu birimlerin tarım işçileri tarafından hızlıca kurulabilmesi, katlanıp taşınabilmesi önemli tasarım girdileri arasındaydı.

Sinem Görücü, Rabia Demir ve Baran Yıldız’ın önerisi, konunun sosyal boyutunu ele alarak kamp alanlarının düzensiz ve problematik organizasyonuna çözüm olarak ön tanımlı (konumu ve boyutlarıyla) strüktürel elemanlarla çeşitli bölgeler (ortak alanlar, barınak alanları vs.) tanımlamayı öngörüyor. Mevcut düzen problemine esnek / ucu açık bir

Damla Soyseven ve İrem Nur Tokuroğlu’nun “Enerji Etkin Ağ” (Energy Active Network) önerisi düşünce kümesinden altyapı sorununu çekip çıkarıyor ve tarım alanlarından oluşan peyzajda dört mevsim duran, sabit altyapı strüktürleri öneriyor. Bu strüktürler hasat sezonunda barınakların düşeyde konumlanmasına olanak sağlayarak zengin mahremiyet

köşesinden yakalayıp üzerinde çalıştığı konuyu yürütücülerin yorumlarının işbirliğiyle geliştirmeye başladı. Kısıtlı sürenin ve birlikte üretmenin, yaratıcılık ve ürünlerin niteliği üzerindeki etkisi kayda değerdi.

Bütün bu üretimler 3 Ekim tarihinde Uluslararası Bursa Mimarlık ve Yaşam Kongresi’nde farklı disiplin ve sektörlerden katılımcılara sunuldu ve olumlu geri dönüşler alındı. Mevsimlik işçi sorununa gerçek anlamda çözüm oluşturabilmek için hali hazırda Mimarlar Odasının Bursa Belediyesi ile yaptığı çalışmalara katkıda bulunuyoruz.



Yedi Otoyollu Şehir Bir zamanlar, Roma ve Kudüs gibi, yedi tepeli diye tanımlanan İstanbul'un peyzajı bugün, başka bir biçime büründü. Şehir, tarihi duvarlarının sınırlarını fiilen aştı, ve şimdi topoğrafyasında yayılan duble otoyollarla saçaklanmaya devam ediyor. İstanbul, nüfus bağlamında Türkiye’nin en kalabalık kenti, aynı durum araba sayısı için de geçerli. İstanbul’da ikincil olanlara tabi ki küçük "paşalar" gibi davranılıyor. Aşağıda İstanbul’un dört tekerli muhteşem arkadaşlarınıza sunduğu atraksiyonlardan oluşan kısa bir listeyi bulabilirsiniz: BOĞAZ MANZARASI

ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

Trafik sıkışıklığında geçen uzun saatlerden sonra Boğaz’daki otoparklardan birine aracınızı bırakmaya çekinmeyin. Tuzlu hava aracın enjeksiyon sistemini temizleyecektir ve bir sonraki kırmızı ışık rallisinde biraz daha fazla beygirgücü kazanmanızı sağlayacaktır. Dolmabahçe ve Ortaköy’deki otoparklar gibi bu otoparkların diğer bir faydasıysa, insan trafiğine kapalı olmaları! Bu nedenle arabanız deniz kenarında aylak aylak yürüyen yayalar tarafından rahatsız edilmeyecektir. AŞIKLARIN KÖPRÜLERI

KASIM 2015 - XXI 24

Paris’teki gibi, İstanbul’da da aşıklar için çeşitli köprüler mevcut. Üç tanesi Haliç üzerinde ve iki tanesi Boğaz’da. Sakın sabırsız olmayın; yakında dört tekerli küçük güzelliğinizi Boğaz’daki üçüncü köprüde sürebileceksiniz. Bu köprüler arabanızın diğer arabalarla tanışması ve sosyalleşmesi için önemli fırsatlardır. Unutmayın ki evden işe gidip gelme süresi ortalama 49 dakika; yani bu, vites kutunuzla ya da sileceklerinizle hoş ve romantik bir konuşma için bolca vakit bırakıyor. Dahası üçüncü köprüye bağlanan yeni otoyollarla, ormanın içinde araba sürmek hiç olmadığı kadar kolay olacak! Kim bilir, aracınıza temiz hava temin etmek için, İstanbul’un kuzey ormanlarında bir gayrimenkul yatırımıyla baştan çıkabilirsiniz. Aklınızda bulunsun, ormansızlaştırma havadaki nemin de azalmasını sağlar. Bu, arabanızın elektronik aksamı üzerinde de pozitif bir etki yaratabilir. RÜZGAR KIRICILAR

Bugünlerde İstanbul’da satılan araçların neredeyse tümü klimalı. Bu amaç için, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Levent-Maslak aksı üzerinde gökdelenler duvarının inşasına izin verdi. Bu beton duvarın, betonun, çeliğin ve aynalı camların zaten şehir merkezinin ortalama sıcaklığı üzerinde etkisi var: Yazlar daha sıcak! Bu yüzden, fırsatı kaçırmayın, sadece düğmeye basın, klimanızı 22 °C’ye ayarlayın ve trafikte rahatlamanın tadını çıkarın! TARIHI YERLERI GEZME

SINAN LOGIE

2013 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul’un en önemli altyapılarından birini açtı: Marmaray. İki kıtayı birbirine Boğaz’ın altından geçen bir tünelle bağlayan tren hattı, tam kapasiteyle

kullanıldığında, Boğaz üzerinden geçen 14 köprüyle eşdeğer verimde olacak. Ama ne yazık ki bu sistem araçların kullanımına açık değil… Üzülmeyin sürücü kardeşlerim! Göz yaşlarınızı silin! Araçlar için bir tünel inşaatı devam ediyor! Bu tünel Asya yakasındaki Harem ile tarihi yarımadadaki Kumkapı’yı birleştirecek. Yakında aracınızla bir otoyoldan geçip doğrudan Ayasofya’nın eteklerinde olabileceksiniz! Tabi ki, aracınızın tamponları bu gezintiyi çocuklarınızdan daha çok sevecek! SU YOK

Suyun arabanıza iyi gelmediğini bilmek için illa ki mühendis olmanıza gerek yok! Her ne kadar sıklıkla yıkayıp parlatmak ve bu sayede Megapolis’teki başarınızı simgelemek için kullanmak isteseniz de. Yine de endişelenmeyin; çok yakında arabanıza zarar verebilecek su hiç kalmayacak. İstanbul ekolojik sınırlarını çoktan aştı. Günlük üç milyon metreküp temiz su gereksinimini karşılamak için büyükşehir belediyesi epeydir kentin 200 km doğusunda ve batısındaki nehirlerden İstanbul’a su pompalıyor. Ve eğer “çılgın proje” Kanal İstanbul uygulanırsa o da kentin bazı su rezervuarlarının üzerine kurulacak. Bu tabi ki de arabanızı haftada bir yıkamanızda bazı sorunlar ortaya çıkaracak, o nedenle bir sonraki bebeğinizin rengini seçerken dikkatli olun! İyi yolculuklar!



105 Yıl Sonra Le Corbusier ve İstanbul Seyahati: Aklın Doğu Kıyıları ve ‘E’vrensellik SAĞLAMASI YAPILMAMIŞTIR: GERÇEK CORBU’YÜ GEÇMIŞIN CENGELINDE ARARKEN…

Le Corbusier’yi konu alan yazılar geniş bir literatür oluşturur. O kadar ki, modernist mimarlıkla özdeşleşmiş bu tarihyazımı cengelinde iz süren kişi, bu metinlerinde ne türden bir yırtıcının söz konusu edildiğine dair gözünde bulanık bir imge canlandırabilir ancak. Gelgelelim, bunlardan hangisinin gerçek Corbu olabileceği sorusuna verilecek cevaplar, White’ın deyişiyle tamamen keyfidir; çünkü... ...ne zaman tarih üzerine düşünmeye kalksak, rekabet halinde olan yorumlama stratejileri arasında yapacağımız bir tercihe bağlanırız; yine bunun sonucunda tarih konusundaki perspektiflerden birisini tercih ederken yaslanabileceğimiz en iyi dayanak, nihayetinde epistemolojik olmaktan ziyade estetik ya da ahlakidir; ve son olarak tarihin bilimselleştirilmesi doğrultusundaki talep yalnızca tarihsel kavramsallaştırmanın özgül bir kipliğinin tercih edilmesini temsil eder; bu tercihin yaslandığı dayanak ya ahlaki ya estetiktir, ancak bunun epistemolojik açıdan sağlaması henüz yapılmamıştır.1

KASIM 2015 - XXI 26

DÖNME DOLAP

Kısacası yirmili yaşlarının ortalarına doğru 1911’de İstanbul’a gelen genç Jeanneret’nin bu ziyaretinin modernist mimarlıkta neleri değiştirmiş olduğuna odaklanan bir tarihçinin, Anadolu’da Türklerin yerel mimarlığını bu ziyaret bahanesiyle pohpohlamak niyetinin başarısızlığa uğraması için neden yoktur çünkü mimarın edindiği izlenimlerle ürettiği mimari projelerin niteliklerini birbirine kendince evrensel değerlerle ve neden sonuç ilişkileriyle bağlamakta serbesttir.

LEVENT ŞENTÜRK

Vogt’a Göre Asil Vahşi ya da Karadenizli Savoye! Nitekim Le Corbusier gibi kendi de İsviçre kökenli olan bir tarihçinin, Adolf Max Vogt’un yaptığı da budur: Değerlerinin evrenselliğiyle övünen bir Türk’ten beklenebileceğinden fazla ‘milliyetçi’ (!) görsel delillerin yardımıyla, Le Corbusier’nin ‘fil hafızasını’ açığa çıkartır.2 Ona göre Le Corbusier’nin pilotis, kesintisiz pencere, teras çatı gibi temel ilkelerinin veya minimalist geometri anlayışının altında yatan şey, İstanbul’daki ahşap yalılar, köşkler kadar, İsviçre’nin premodern geçmişine bağlanan, kazıklar üzerinde barakalar inşa etme alışkanlığıdır. Vogt’un yorumunu aşırı buluruz çünkü benzerliklerden hareket ederek bir belirsizlik mıntıkasına dalar. Oysa aynı ‘delilleri’ farklılık temelinde okumaya kalkıştığımızda Vogt’un mitolojik tarihyazımı hemen kendini gösterir. Köşklerin açılır ahşap panellerden oluşan cephe sistemlerini betimleyen görseller neyin kanıtıdır? Le Corbusier’nin tarihaşırı birtakım evrenseller bulduğu

iddiasının mı? Öyleyse zaten tarihçiye gerek yoktur çünkü aynısını Corbusier Vogt’tan çok önce söylemişti. Vogt’un anakronizmi internetin antik çağda bulunup kullanılmış olduğunu iddia etmekten pek farklı sayılmaz. Farkında olmadan, deha diye nitelediği mimarı önemsizleştirir böyle yapmakla. ‘Bu tür’ tarihçiler gelecekte icat edilecek, henüz bilinmeyen bir şeyin geçmişteki görüntüsünü üretemeyeceklerinden, tersini yaparlar: İcat edilmiş şeyin benzerlerinin çok daha önceki altın çağlarda bulunduğu iddiasını ortaya atabilirler. Vogt’un Villa Savoye’un tarihsel önceline dair verdiği örneklerden biri, Kastamonu’nun Tosya ilçesine bağlı Ortalıca köyündeki evdir. Villa Savoye’un perspektif çizimiyle Börekçi ailesinin sahip olduğu ahşap çatkılı Karadeniz evini aynı sayfada sunan Vogt, daha çok bir tarih kurumu başkanına yaraşacak bir taassupla, Le Corbusier’nin yerel olanda bulduğu evrenseli ‘belgeler’.3 Bu yapı günümüzde ayakta değildir ve yerine tuğla ve betondan iki katlı yığma bir ev yapılmıştır. Ama evin yakınında, köyde benzerlerine rastladığımız ve Karakurt ailesinin ikamet etmekte olduğu ahşap ev ‘sağlama yapmak’ maksadıyla ziyaret edilebilir (!) Vogt’un Kömürcüoğlu’ndan alıntıladığı başka bir yapı da söz konusu evin ahırıdır. Bu ahşap yapı ayaktadır ve Vogt kitabına bu yapı yanlışlıkla ayna görüntüsüyle ters olarak alınmıştır. Vogt Le Corbusier’den hem klasisist, hem romantik, hem de bir Arts & Craftsçı yaratmayı başarır. Çünkü bu iddiasının doğru olabilmesi için, Le Corbusier’nin tıpkı betonarmeyi klasiğin gölgesinde ihtiyatla kullanan bir August Perret gibi klasik formların dışına çıkmayan bir mimar olması gerekirdi. Aynı zamanda bu Corbusier’nin uzaktaki saflığa (bu durumda Anadolu’da yaşayan köylülere) aşık bir Arts & Crafts mimarı olması gerekir. Bu teknik olarak mümkün gözükse de ideolojik açıdan olanaksızdır çünkü Arts & Craftsçıların saflık/biçemden azadelik vehmiyle hayranlık duyduğu vernaküler, dünyanın herhangi bir yerindeki vernaküler değil de, Batı kültürünün derinliklerinde yatıyordu. Sömürgeci Corbusier’den böyle bir hayranlık beklemek gerçek bir paradokstur. Villa Savoye’u yapı teknolojisi açısından yorumlayan Ford4, yapıya bambaşka bir perspektiften bakar: Corbusier, en azından İsviçre Pavyonu’na kadarki [1932] klasik villalar döneminde iyi bir detaycı değildir. Sözgelimi çağdaşı J. J. P. Oud’un Rotterdam’da inşa ettiği Kiefhoek toplu konutlarının [1930] bant pencere detayının, tasarımsal açıdan Savoye’unkinden çok daha amaca uygun olduğunu iddia eder. Ford, Savoye’un ağır masif ahşap kesitli sürmeli pencere detaylarını incelerken, Le Corbusier’nin bant pencere


DÖNME DOLAP

nosyonunun bu simgesel yapısında bile teknolojik açıdan çağdaşlarının nasıl gerisinde kaldığını gösterir. Vogt, başka bir yerde, İstanbul’da gördüğü, taş istinat duvarlarının sınırladığı setlerin üzerinde konumlanan ahşap konut mimarisiyle Weissenhof binası arasındaki ‘dolaysızlığı’ ve ‘sürekliliği’ göstermeye çalışır.5 Bu iddia da, (Wiessenhof’a “benzediği” halde Le Corbusier’nin hiç görmediği,) başka coğrafyalarda yer alan sayısız yerel yapı örneğinin bu benzetme için kullanılıp kullanılamayacağı sorusuyla bertaraf olur çünkü sorunun yanıtı evettir. Ne yazık ki (ve ne mutlu ki) benzerlik, modernliği anlamada hiçbir zaman işe yaramaz: Dahası benzetmeler ayrıksı olandaki ayrıksılığı açıklayamaz, benzersizliğini daha da abartırlar.

le corbusıer’nin rio kentsel tasarım eskizi

Bu bağlamda Le Corbusier’yi öznel bir yarılma içinden anlatan tarihyazımları tatmin edici olamaz. Modern özne zaten çelişkiler içinde yüzer. O kadar ki, yalnızca çelişkiler üretmek için yaratılmış gibidir. Müşfik koca, Doğuya şehvetle bakan Batılı oryantalist, otokrat kent plancısı, Katolik ilkelerine sempati duyan mimar, bulduğu her şeyi toplayan arşivci, romantik ressam, aklına geleni yazan geveze yazar, hijyen düşkünü modernist mimar, simya sembolizmini kullanan okkültik tasarımcı, Mason geleneklerini sürdüren gizli peygamber vb. de olsa, bütün bunlar onu sıradışı biri değil, sıradan bir insan yapar: Çünkü modern insanların dünyadaki varoluş nedeni, – Corbu’nünkiler kadar sansasyonel olmasa da– çelişkiler üretmekten başka bir şey değildir.

Hegemonik bir Modulor dünyası yaratmaya çalışan bir ideologdur, seri üretimi bireyselleştirmeye çalışan bir fırsatçıdır [Scott] ama brüt beton kullanan arkaik bir modernisttir. [Akın] Tutucu bir katoliktir, [Samuel] tüm mimari üretimini yayınlayan titiz bir mimardır; [Colomina] birlikte çalıştığı yaratıcı mimarlarla gerilimli ilişkiler içinde olan katı bir patrondur. [Xenakis] Kent planlamayla ilgili fikirleri dünyada sayısız mimara ilham vermiş bir ustadır olmasına ama kentle ilgili düşünceleri sosyal felaketlere ve milyarlarca dolarlık zarar yol açmış bir canavardır da. [Knevitt]

KALEYDOSKOPTAKI CORBU İKI CORBU

Le Corbusier gündeme geldiğinde sıklıkla tekrarlanan şeylerden biri, onu ikilikler üzerinden tanımlayan kariyer anlatısıdır. “İçinde yaşamak için makine” yapan 20’lerin ve 30’ların Corbusier’sinden, “kendi ruhunun içinde dolaşır gibi dolaşılan binalar” yapmayı düşünmeye koyulan, 50’lerin Corbusier’sine: Ronchamp ve Tourette manastırlarının, Philips Pavyonu’nun, Unité de Habitation’un (Marsilya) ve Şandigar kentinin mimarı. Bu radikal farklılaşma üzerine çok şey söylendi. Öyle ki artık LC birçoğumuzun zihninde İtalo Calvino’nun İkiye Bölünen Vikontu gibi, biri ötekini değilleyen, komplementer, diyalektik bir karikatüre dönüştü. Söz konusu modern öznenin mimar olarak ortaya çıkışının –bu durumda mahlas olan Le Corbusier’nin– bölünmüş bir karakterle işe başladığını göz ardı etmemek gerek. Bu konuda ilginç bir örneği J. L. Cohen verir. Corbusier 1926’da yazdığı bir mektupta, kendine yakıştırdığı yeni isimle ilgili şöyle demektedir: LC bir mahlas. …Entitesi, bedeninin ağırlığından kurtulmuştur. Hiçbir zaman kaybetmemelidir. (Peki bunu başarabilecek mi?)6

Bütün tarihçiler Vogt gibi bulanık suda balık avlıyor olmasa da, ortalıktaki Le Corbusier portresinin çoğul ve çelişkili göründüğünü inkar edemeyiz. Yenilikçi, modernist, öncü mimar da [Giedion] Latin Amerika’ya, Cezayir’e, Hindistan’a sömürgeci kent planları yapan mimar da [Çelik] Le Corbusier’dir. O hem erken modernizmin otokrat kentçisidir, [Tanyeli, Scott, Jacobs] hem kendi ‘persona’sını yaratmış bir kimliktir. [Colomina] Kendi kitaplarını tasarlayan yazardır, koleksiyoncudur, arşivcidir, bulduğu her şeyi saklayan takıntılı bir adamdır. [Colomina] O karısına sadık bir eştir [Samuel] ve cinsiyetçi bir modernisttir. [Çelik] Dom-ino’nun ve beş ilke’nin yaratıcısı olmakla beraber [Vogt] Ronchamp’ın, Tourette’in tasarımcısıdır. [Wogenscky] Her gün 08.00-13.00 arası resim yapan pürist bir ressamdır, [Richards] okkültizme sadık bir şairdir. [Maak] Sovyetlere proje yapan bir halkçıdır, [Cohen] aynı zamanda seçkinlere villalar yapan bir elitist modernisttir. [El Lissitzky]

Aynı anda oran ve orantı problemiyle kent hayatına uyum getirmeye çalışan ruhani bir kişilik [MoholyNagy, Giedion] ve sorunsuz bir toplum düşleyerek kent hayatına düşman kesilen bir mimardır. [Richards, Scott, Jacobs] Poéme Èlectronique gibi bir görsel yapıtla ve onu sergilediği Philips Pavyonu ile inter-disiplinerliği, medya sanatlarını savunmuş, medya sanatları ve mimarlığın arakesitini üreten erken bir postmoderndir. [Sikiaridi, Allmer] Liste uzayıp gidebilir; fikirler ve kanaatler anonimleşerek çoğalır: İnsanları hücrelere hapsetmeye meraklı zalim bir otoriter olduğundan “Ev içinde yaşamak için bir makinedir” demiştir ama aynı zamanda sanayi çağının realitesini kavrayan bir modernisttir de. Öte yandan standartlarla ilgili yaklaşımı öylesine kötüdür ki, piyasada standart yapı malzemeleri üreten şirketler bile onun kadar tektipçi bir yaklaşım kurmaya cesaret edemezler. [Ford] Kadınları eve hapsederek toplum mühendisliğine soyunan eril bir mimardır ve Barınma Blokları

27 XXI - KASIM 2015

le corbusıer şandigar şehrinin şantiyesinde, 1950’ler


l’atelıer de la recherche patıente kitap kapağı

KASIM 2015 - XXI 28

DÖNME DOLAP

ile toplumun geleceğini çizen bir ütopisttir. Ama Barınma Blokları kamusal mekanı ve sokağı ortadan kaldırarak kenti tiranlığa dönüştürme tehdidi yaratır. Ölçme saplantısıyla yaşayan bir hayalcidir. Bir dizi dini yapıyla devrimsel bir modern mimarlık inşa eden bir dehadır. [Wogenscky] Işıyan Kent ütopyasıyla katı disiplini hayal etmiş bir mimar olduğu kadar, Ronchamp şapeliyle kendi ilkelerini aşan bir biçimcidir. İfade edilemeyen mekan deneyimi kavramıyla mimarlığın ruhani boyutuna yeniden dikkat çeken bir hümanisttir. İşin aslı, günümüzde hakkında en çok yazılan ve yayın yapılan mimarların başında gelmeyi sürdürüyor. Büyük bölümü dilimize çevrilmemiş olmakla beraber, seksen civarında kitabın yazarı olduğunu bilmek bile, onun yapıtının cüssesi konusunda fikir verebilir. Hakkında bu kadar çok yazıldığı halde onunla ilgili malzeme de, efsaneler de tükenmiyor. Bu nedenle Corbu’nün sonsuzcasına değişken imgeleri, çiçek dürbünündeymişçesine üretiliyor.

makinenin açtığı büyük oyuğun yerini dolduracaktır: İki dünya savaşı, makinelerin büyük gösterisi olduğuna ve bolca kan ve yıkım getirdiğine göre, yeni bir şey söyleyebilmenin yolu artık teknolojiye övgü üzerine kurulamazdı. Modernist iyimser, saldırgan ikonoklast molozların altında kalmıştır. Onun savaş öncesi teknokratik kimliği, daha 1920’lerde El Lissitzky tarafından bile eleştirilir.8 Lissitzky’ye göre o bir klasisisttir, formal dünyası öklid geometrisiyle, bu evrenin üçlü koordinat aksıyla sınırlıdır. İddiasına göre Le Corbusier bu yolda kullanım ve işlevselliğin temel taleplerini gözden çıkarıp, feda etmektedir. Lissitzky, Corbusier’nin kendi mimari biçimlerinin açık inşai ilkelerini formüle etmediğini, lirizmden bahsettiği halde tüm yapıtının genel kurallardan yoksun olduğunu da ekler. Tek bir kuralı varsa, onu da tarihten aldığını ve bunun da altın oran olduğunu, ki altın oranın mekana devamlı uygulanabilir bir şey olmadığını ekler. Altın oranın iki boyutlu olup üçüncü boyutta anlamsız hale geldiğini vurgular. Corbusier’nin yapıtında ressamın gözünün her yerde mevcudiyetine dikkat çeker; sadece renk kullanımında değil, mimari tasarımda da etkin olduğunu söyler. Daha da ileri gider: Tasarımlarını maddileştirmeyip boyamaktadır. Onun kompozisyon sisteminin çerçeveden ibaret olduğu, zaten bu yüzden yapılarının fotoğraflarının baş aşağı konsa da yine birlik sergilediği gibi ifadeler kullanır. Çek modernizminin temsilcilerinden Karel Teige ise, Corbusier’nin anıtsalcılığı savunmakla hata ettiğini, saray argümanının yanlış seçim olduğunu, çünkü sarayın “içinde yaşamak için bir makine olan bir ev” gibi olduğunu, konstrüktivistlerin her zaman tersini savunduklarını söyleyerek ekler: Le Corbusier’nin benimsediği estetik ve formalist teoriler, yani altın oran ve geometrik oran, a priori estetik formüller olarak, tarihsel üsluplardan indirgemedir ve kanıtlanamazlar. Teige, rasyonel analiz ve programdan kaynaklanmayan ve salt kompozisyona dayanan tarihsel stereotiplerle tasarım yapan Corbusier’yi eleştirir.9 Teige’ye göre esas sorun Tracés Régulateurs’den, [Le Corbusier’nin Bir Mimarlığa Doğru’da10 sözünü ettiği Düzenleyici Çizgiler], altın orandan ve akslardan kaynaklanmaktadır. Çünkü matematiksel formüller gerçek problemlerin çözümüne yabancıdır.11

Bilimsel ve mantıki tutarlılık adına ondan istikrarlı bir imge üretme çabası da bitmek bilmiyor. Le Corbusier’yi devasa çelişkileriyle anlamak ve kabul etmek neden bunca zor? Neden geçmişteki kahramanlardan tutarlı bir bütün yaratmak bu kadar elzem? Bu sorunun yanıtını sadece Le Corbusier bağlamında değil, geçmişi yazıya dökme etkinliğinin klişeleri ve alışkanlıkları bağlamında arayınca, modernist öncülerle ilgili yazını tutarlı kılma çabasının eril tarih geleneğiyle bağlantısını fark etmek zor değil. 1945’ten Sonra…

Bu erken eleştiriler, Le Corbusier’nin daha yirmili yaşlarında çıktığı ve seyahatnamesi ölümünden çok kısa süre önce ancak yayınlanabilen Doğu gezisinde 12 toplamaya başladığı ölçülerin nihai dönemeci olan Modulor’dan çok öncesine aittir. Bu gezinin İstanbul ayağında Kariye, Topkapı ve Ayasofya’da çizdiği eskizlere ve aldığı ölçülere, Modulor kitabında yer verecektir.13

J. L. Cohen, Le Corbusier’nin 1945’ten sonra makineyi referans noktası olarak mimarlık söylemlerinde kullanmaktan vazgeçmiş olduğundan söz eder.7 1920’lerin başlarından itibaren çeyrek asır boyunca kendi mimarlık düşüncesini belirleyen ekseni terk etmek zorunda kalır. “Üzerinde konuşulamayan mekan” [ineffable space] kavramı,

Ne var ki, mimarın işlevselci paradigmaya sadakatinin 45’ten sonra sona erdiğini ya da yüz seksen derecelik bir dönüşle duygulu bir adam olmaya karar verdiğini düşünmek zordur. Tam tersine, Modulor bu işlevselci yaklaşımın derinleşmesi ve yeni bir boyut kazanmasıdır. Denebilir ki Modulor’un Corbusier’si, makinadaki

hayaleti kovarak onun içine yerleşir. Şair, ressam, yazar, mimar vb. Le Corbusier’nin küresel bir ekonomi için ergonomi üretmesi onu hümanist saymaya yetmez. Modulor, ruh yüceliğine sahip profesyonellerin dünya meselelerine derin ve kalıcı çözümler getirebileceğine dair, yirminci yüzyılın ilk yarısını karakterize eden naif modernist umutların bir parçasıdır. Zaten Modulor herhangi bir tasarım değil, tasarımlar üretecek bir tasarımdır; bu yanıyla da alabildiğine ütopyacı bir yatırımdır. Fikirlerinin destek bulması, kitabının dünyaya yayılması, onun Modulorik dünya umudunu beslemiş olsa gerek. Ancak inşa süresi, standartların her şantiye için tekrarlanmasının pratik kullanışsızlığı, tek bir yapı türünün bütün işlevler için uygun olduğunu varsaymak gibi çok temel hatalar yapıyordu.14 Platon’un, “devleti ya filozof yönetsin, ya devlet filozoflaşsın” ilkesine benzer şekilde, kentlerin uyuma ve sükuna kavuşması için ruhani bir girişimde bulunan Corbusier, kendini küresel kapitalizm, yapı teknolojisi, kent sosyolojisi gibi alanlarda yetkin ve öncü görmekten ziyade, niyetinin büyüklüğü ve kapsamıyla adeta büyülenmiş şekilde yazıyordu. Aynı nedenle, yukarıda saydığım alanlarda insan bedeninin tekilliği temel alınmadıkça başarılı olunamayacağı gerçeğini de göz ardı ediyor ve aşırı genellemenin tuzağına düşüyordu. Gerçekten de bugünün insan bilimlerinde, bedeni hızlı ve keskin darbelerle oranlara, ölçülere bölen tanrısal kılıcı köreltmek ve yavaşlatmak için harcanan çabalarla taban tabana zıt bir eğilim sergiliyordu Le Corbusier. O, dünyanın imgelemine yerleşmeye çalışmıyordu, tam tersine: Dünya gelip onun imgelediği Modulor’a yerleşsin istiyordu. YATAYLIK VE DIKEYLIK

Le Corbusier’nin dile getirilemeyen, söze dökülemeyen, ruhani ve yüce mekan deneyimi [ineffable space – l’espace indicible] kavramı, estetik çabasının kilit kavramlarından biri. Bu bağlantıyla ilgili olarak Carl, “dipsiz bir derinliğin açıl”ıp o yüce anın hissedilişi pasajının Antik Yunan’daki kaosun karşılığı olduğunu ifade eder.15 Carl’a göre sekülerleşme, tanrılardan tümüyle kurtulma anlamına gelmez. Çünkü tanrının yerini, poésie ya da genel olarak sanat alır. Romantik Mutlak burada devreye girer; o tanrıları kovar ve yerlerine geçer. Tanrısız kalan tapınak da artık mekan adını alır. Mekan kutsiyetini korur, ama üreticisi, tanrı ya da elçileri değil, esin sahibi olan mimar ya da sanatçıdır.16 Ancak iş o kaosun geometrisine gelince, uzlaşıya varmak güç görünür. Bu konudaki uzlaşmazlığın derinliğini göstermek için başvuracağım kaynak, Lahiji’nin bir makalesi. 17 1940’lar biterken Georges Bataille, La Part Maudite’i [Lanetli Pay]18 yayınlar yayınlamasına ama kitabın ilk baskısı ancak elli adet satacaktır. Bu kitabı edinen ve okuyanlardan biri Le Corbusier olmuştur. Lahiji’ye göre, bu durumda Le Corbusier bu kitabı okuyan dünyadaki ilk mimar olabilir.19 Bu yıllar aynı zamanda Le Corbusier’nin Modulor’un ilk kitabını gün yüzüne çıkardığı yıllardır. Bataille bu


for Moscow 1928-1936. Princeton, New Jersey: Princeton University

Le Corbusier dikey dünyayı estetize etmiştir. Onun için yüceliğin tek formu varsa o da dikeylik olmalıydı. Corbusier’nin aklın Doğu kıyılarına doğru çıktığı sefer, sözgelimi Cezayir için Zeynep Çelik’in yirmi yıl önce kaleme aldığı ve artık klasikleşmiş olan yorumundaki gibi bariz bir sömürgecilik ve militarizm olarak mı, yoksa Aydan Balamir’in güncel yorumu ve projeye yakından bakarak keşfettiği insancıllık ve çeşitliliğe açılma olarak mı okunmalı?

Mor Yayınları. 19 Lahiji N. 1996. The Gift of the Open Hand: Le Corbusier Reading

Press. s. 109. 9 A. g. y., ss. 111-2. 10 Le Corbusier. 1999. Bir Mimarlığa Doğru. Çev. Merzi S. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 11 Cohen. J.-L. 1992. Le Corbusier and Soviet Avand-Garde Theory. Le Corbusier and the Mystique of the USSR, Theories and Projects for Moscow 1928-1936. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. s. 114. 12 Le Corbusier. 2009. Şark Seyahati İstanbul 1911. Çev. Alp Tümertekin. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 13 e Corbusier. 1980. The Modulor 1 &2. Çev. Francia P. De ve Bostock A. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press. ss. 194, 195, 196. 14 Bu konuda bkz. Ford E. R. 2003. Le Corbusier: The Classic Villas. The Details of Modern Architecture. The MIT Press. V. 1, s. 243, 247 ve 257’deki değerlendirmeler özellikle önemlidir. 15 “Then a fathomless depth gapes open” sözü üzerine: Carl P. 2005. The Godless Temple, ‘Organon of the Infinite’. The Journal of Architecture. 10/1: 83. 16 A. g. y. 17 Lahiji, N., (1996), The Gift of the Open Hand: Le Corbusier Reading Georges Bataille’s La Part Maudite. Journal of Architectural Education. 50/1: 50-67. 18 Bataille G. 1999. Lanetli Pay. Çev. M. Mukadder Yakupoğlu. Ankara:

Georges Bataille’s La Part Maudite. Journal of Architectural Education. 50/1: 51. 20 A. g. y., ss. 52-3. 21 A. y., s. 51 ve s. 63. 22 Read J. 2006. Alternative Functions: João Cabral de Melo Neto and the Architectonics of Modernity. Luso-Brazilian review 43/1: 72. 23 Moholy-Nagy S. 1957. Magnificent Folly. College Art Journal. 16/3: 187-191. “Birinde, Akdeniz güneşini yoğun ışığı altındaki biçimlerin

Nitekim, aynı yıllarda, 1950’lerin sonlarıyla 60’ların başları arasında (yüksek modernizm olarak tanımlanan dönemde) Corbusieryen ilkelerle Niemeyer tarafından inşa edilen Brasília kenti için, şair ve Modulor hayranı João Cabral de Melo Neto, bir şiirinde kentin tasarımsal açıdan, sadece ‘sertliği’yle değil, aynı zamanda kendini böylesi bir peyzaja ‘yerleştirme’ yeteneği ile ‘erkek ve duhul’ olduğuyla övünmektedir. Kentin minerva’nın dişil, emici ve alıcı bedeninin akışkanlığı dışında katı olduğunu söyler. Böylece şiir ikilikler temelinde art arda gelmektedir: Katı/sıvı, beton/et, kent/beden, erkek/dişi.22 S. Moholy-Nagy, 1957’de Modulor’a dair bir eleştiri yazısında Corbusier’nin eril mimarlık ve dişi mimarlığa dair ünlü deyişine yer verir.23 Zaman zaman Günkut Akın’ın Le Corbusier’nin brütalizmine dair övgülerinde bile bu bariz cinsiyetçilik olumlanıp şiirselleştirilebilmektedir.24 Cabral, biyolojik kabukla mekanik kabuğu birbirinden ayırır (beden ve bina, ten ve taş). Bu ayrımla aslında her ikisinin de öze ilişkin olmayıp dünyevi/fani olarak vazgeçilebilir olduğu yönündeki Poincare’ci görüşle bağ kurmuş olur. Poincare’nin dış dünyanın benliği inşa etmek uğruna vazgeçilebilir olduğu yolundaki yargısı Le Corbusier için çok etkin bir argüman niteliği taşımıştır. Onun 226 cm.’lik hücresel küpü bu unutulması elzem dış dünya fikriyatının

Kişinin yolculuk etmesi, yolculuk yoluyla kendini ve dünyayı fethetmesi masonik değerler arasındadır.25 Bireyin iç yaşantısını yolculuk olarak görüp zenginleştirmek ve toplumdaki varlığını bu içsel varlıktan ayrı görmek, Corbusier’nin özellikle de Unité de Habitation’da hayata geçirdiği ilkelerden biridir. Doğu seyahatinin başlıca motivasyonlarından biri belki de buydu.

güçlü nesnelliği: Eril mimarlık. .. Diğerinde, bulutlu bir gökyüzüne karşı yükselen bitimsiz öznellik: Dişi mimarlık.” 24 Akın G. 2005. İki Brütalizm. Betonart. Sonbahar. ss. 49-71. 25 Birksted J. K. 2006. ‘Beyond the Clichés of the Hand-Books’: Le Corbusier’s Architectural Promenade. The Journal of Architecture. 11/ 1: 55-132. KAYNAKÇA - Cohen J.L. 1999. Le Corbusier’s Nietzschean Metaphors. Nietzsche

NOTLAR: 1 White H. 2008. Metatarih. On Dokuzuncu Yüzyıl Avrupası’nda

and An Architecture of Our Minds. Ed. Kosta, A. ve Wohlfarth I. Los

Tarihsel İmgelem. Çev. M. Küçük. Ankara: Dost Yayınları. ss. 14-5. 2 Bu konuda bkz: Vogt A. M. 1998. Le Corbusier The Noble

- Colomina B. 2007. Vers Une Architecture Médiatique. Le Corbusier.

Savage. Toward an Archaeology of Modernism, Tr. Radka Donnell.

S., Ruegg A., Kries M. (Ed.) Veil am Rhein: Vitra Design Museum. ss.

Cambridge, Massatchusetts, London: MIT Press. Türkiye ile ilgili

247-73.

olarak bkz. ss. 34-45, 51-63, 66-75, 178-9, Pilotis ilkesinin İsviçre’deki

- Lahiji N. 1996. The Gift of the Open Hand: Le Corbusier Reading

kökenleri iddiası için bkz. 208-253, 274-7, 282-3, 319-29. 3 A. e., s. 75.

Georges Bataille’s La Part Maudite. Journal of Architectural

4 Ford E. R. 2003. Le Corbusier: The Classic Villas. The Details of

- Le Corbusier. 2009. Şark Seyahati İstanbul 1911. Çev. Alp

Modern Architecture. The MIT Press. 1: 233-59. 5 Vogt A. M. 1998. Le Corbusier The Noble Savage. Toward an

Tümertekin. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Archaeology of Modernism. Tr. Radka Donnell. Cambridge,

Yayınları.

Massatchusetts, London: MIT Press. s. 45. 6 Cohen J.L. 1999. Le Corbusier’s Nietzschean Metaphors. Nietzsche

- ___. 1980. The Modulor 1 &2. Çev. Francia P. De, Bostock A.

and An Architecture of Our Minds. Ed. Kosta A. ve Wohlfarth I. Los

- Moholy-Nagy S. 1957. Magnificent Folly. College Art Journal. 16/3:

Angeles: The Getty Research Institute. s. 318. 7 A. g. y., ss. 311-331.

187-91.

8 Cohen. J.-L. 1992. Le Corbusier and Soviet Avand-Garde Theory.

Corbusier. The Art of Architecture, Sergi KataloğuVeil am Rhein: Vitra

Le Corbusier and the Mystique of the USSR, Theories and Projects

Design Museum. ss. 61-99.

Angeles: The Getty Research Institute. ss. 311-31. The Art of Architecture, Sergi Kataloğu. Vegesack von A., Moos von

Education. 50/1: 50-67.

- ___. 1999. Bir Mimarlığa Doğru. Çev. Merzi. S. İstanbul: Yapı Kredi

Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press.

- Vegesack von A., Moos von S., Ruegg A., Kries M. (Ed.). Le

29 XXI - KASIM 2015

Le Corbusier, genel ekonomiden ve Bataille’ın yataylığa övgüsünden ne kadar etkilendi? Ronchamp bu etkilenimin ürünü müdür? Bunun konutta değil bir şapelde gerçekleşmesi başlı başına manidar olurdu: Şapel nihayetinde insansızdır; bedenlerle beraber tüm dünyanın da geride bırakıldığı bir yapıdır –konuttaki gibi içinde yaşanmaz. Dolayısıyla, Modulor’un Ronchamp ile aşılıyor olması, Corbusier’nin başka yapılarda ‘yatay’laşacak kadar ihtiyatsızlaştığı anlamına gelmez.

geometrik şeması gibidir. Modulor’un ekonomipolitiği, Brezilya’nın şeker kamışı tarlalarını verimli bir kaynağa dönüştüren işlevselci kapitalist tarımın mantığıyla benzerlik gösterir, Bataille’ın genel ekonomisiyle değil. Modulor da mekanı faydalı hale getirmek için yapılmıştı. Verimli tarlalar gibi kentler de insan bedeninin en verimli biçimde ‘uyumla’ bir araya gelebildiği, mimarlığın ekim-hasat alanlarıdır. Modulor binalara ve kente ekilecek, uyum hasat edilecek ve karlı işlem tüm dünyayı kaplayacaktır. Başka hiçbir masrafa yol açmaksızın sadece önceden belirlenmiş bazı ölçülere uygun şekilde inşa edilecek fiziksel çevrenin bu kadar büyük vaadi olabilecekse, herhalde, dünya tarihinin en büyük kazancı elde edilecektir. Nesneler ölçülere sahip olmakla kalmaz, onların ağırlıkları da vardır! Bu da evrensel bir nitelik olabilirdi. Diğer yandan, nesnelerin özgül uzunluğu diye bir şey yoktur ama özgül ağırlıkları vardır; bu da muktedir için tehlike demektir. Nesnelerin özgül ağırlığından kaçılamaz ve ağırlık onlara doğrudan hükmedilebilecek bir görselliğin üretimine imkan tanımaz. Oysa askerî disiplin nizamınca her şey uzunluğuna göre tasnif edilebilir: Bedenlerden silahlara kadar…

GÜNCEL

kitabında, Le Corbusier’nin savunduğu modulorik standartlaşmanın taban tabana zıddını savunur: Genel ekonomiyi. Bataille mevcut ekonomi-politiği burada tersyüz ederek işlevselci yaklaşımın yerine bütün insani edimlerle beraber olumsallığı yerleştirir. Bu ekonomide üretken olmayan harcamalar –kurban etme, lüks, savaş, savaşlar, anıtlar– sosyal yaşamı belirlemektedir. ‘Harcama İlkesi’ uyarınca insani etkinlikler sadece üretme ve koruma süreçlerine indirgenemez; tüketim iki ayrı bölüme ayrılmalıdır. İlk bölüm, hayatın devamı için gereken asgari üretimle temsil edilir. İkincisi üretken olmayan harcamayla ilgilidir: Lüks, yas, kültler, anıtların inşa edilmesi, gösteriler, sanatlar, sapkın cinsel etkinlikler… Tüm bunlar en azından ilkel koşullarda kendilerinden başka bir amaca hizmet etmez.20 Kuşkusuz Bataille’ın mimarlık bağlamındaki fikirlerinin Türkiye’de ne kadar az tartışıldığı ayrı bir yazının konusu. Ancak burada vurgulamak istediğim esas nokta, Bataille’ın yataylığı temel alması. Le Corbusier için dikeylik ne kadar temelse, panzehiri olan Bataille’da yataylık (ve beraberinde zemin, şiddet) o kadar temel önemde.21


61 Metrelik Hikaye

KASIM 2015 - XXI 30

GÜNCEL

SANATÇI INISIYATIFI PASAJ’DAN SEÇIL YAYLALI VE 61 METRE KAHYA BEY SOKAĞI PROJESINI BIRLIKTE YÜRÜTTÜKLERI EKMEL ERTAN ILE TARLABAŞI’NDAKI KAHYA BEY SOKAĞI’NDA GERÇEKLEŞTIRDIKLERI KATILIMCI EĞITIMSEL BELGELEME IŞINI KONUŞTUK.

Güzin Öztok: 61 Metre Kahya Bey Sokağı projesinin çıkış noktası nedir, neden burada çalışıyorsunuz? Seçil Yaylalı: Pasaj bir sanatçı inisiyatifi. Sergilere, projelere, farklı disiplinlerden market dışı çalışan sanatçılara ev sahipliği yaptığımız Halep Pasajı’ndan taşınmak zorunda kaldık. İstanbul’un merkezine en yakınken arazi fiyatının en düşük olduğu yer Tarlabaşı olduğu için buraya geldik. Berlin’deki bir kültür merkezi, dünya kültürleri üzerine ilginç projeler yapıyor. İkamet sorunu üzerine bir proje başlattılar. Proje farklı ülkelerden dört şehirde başladı. Her şehirde içlerinde mimar ve sanatçıların olduğu gruplar oluşturup katılımcı, eğitimsel bir iş istediler. Pasaj davet edildi, kapsamlı bir iş olduğu için de bir sanatçı daha davet edilmesini istediler ve Ekmel ile başladık. Nisan ayında düzenlediğimiz atölyelerle burada yapabileceklerimizi kurguladık. Pasaj iki buçuk senedir burada olmasına rağmen birdenbire “Haydi proje yapalım.” demiyor. Gençler ve çocuklar ulaşılabilir bir kitle olarak göründü çünkü zor bir mahalle burası. Tarlabaşı kendi içine kapalı bir yer, daha çok tanışmak ve güveni sağlamlaştırmak gerekiyor. Gençlerle iletişim kurup projeye başladık ve yavaş yavaş çocuklar da dahil oldu.

Ekmel Ertan: Gençlerin çoğu çalışıyor, hayatın içindeler bir şekilde. Hatta çocuklar bile çalışıyor, berberde, prodüksiyon şirketinde çalışan çocuklar var. gö: Bu güveni ve iletişimi nasıl kurdunuz, atölye süreçleri nasıl ilerledi? sy: 2013’ün ortasından beri daha çok katılımcı ve sosyal içerikli projelere destek oluyorduk. Yurt dışından gelen sanatçılar için rezidans programı yaptık. Davetli sanatçılar geldiğinde onları gençlerle, buranın sakinleriyle çalışmaya yönlendirdik; çünkü Amerika’dan gelen bir sanatçının çektiği fotoğrafları sergilemesi ona bir şey kazandırmıyor ama insanlarla proje yapmaya başladığında geri dönüşler çok fazla oluyor. Bir fotoğrafçı “Uzun zaman sonra ilk defa fotoğrafın bu kadar değerli olduğu bir yerde çalıştım, çok mutluyum.” diye belirtti. Fotoğraf ve film burası için hala değerli malzemeler. Kahya Bey Sokağı’nda projeye ilk başlama motivasyonumuz dizi film çekmekti. Tabi böylelikle çocuklar ve gençler çok heyecanlandı, bize de çekebiliriz gibi geldi ama çocukların alt yapısı beklediğimiz noktada değildi. Çok fazla şeyi ilk baştan öğretmek gerekiyordu, haftada üç gün atölye yapmamıza rağmen çok yavaş ilerledik. Biz aynı zamanda buranın belgelemesini

de yapmak istiyoruz; çünkü buranın mevcuttaki sözel ve görsel hafızası da kalsın istiyoruz. Çocuklar röportajla başladılar belgesel çekmeye. Buradaki dükkan sahipleri ve esnafla konuştular. Evlerin içine girip evleri ve yaşantılarıyla ilgili sordular. gö: Çocuk gözünden belgeleme nasıl ilerledi, sonuçları neler oldu? ee: Biz 15-18 yaş arasında, kamera kullanabilecek, senaryo yazabilecek, hikaye yazabilecek yani organize iş yapabilecek bir ekiple çalışmayı planlıyorduk. Dolayısıyla onlara dizi film çektirelim dedik; çünkü dizi film hepsinin hayran olduğu bir şey, herkes dahil oldu bu yüzden; defalarca hikaye atölyesi yapmamıza rağmen üretim bandına gelmedi, zaman geçti. Büyüklerin ilgisi işte olduğu için çocuklarla çalışmaya başladık. sy: Biz açık atölyeydik 8-9 yaş üstü gelmeye başladı hep ve onlarla devam ettik. ee: Çocuklara kamerayı verip onların gözünden aktarmak istedik burayı, bu röportajlar da buradan çıktı, hem onlara belli bir disiplinle bir iş yaptırmak istedik, röportaj bir performans çünkü, sesi kamerayı ayarlayıp üç dakikada bir şey

yapıyorsun, dolayısıyla çok güzel disiplin kazandılar. Çok güzel röportajlar da yaptılar. Bizim soramayacağımız soruları sorup alamayacağımız cevapları aldılar. sy: Kameranın hem çekici hem de itici gücü var, insanlar değişiyor kamera karşısında ama burada çocukları görünce iyi yönde değişiyor, rahat konuşuyorlar. ee: Karşısında gazeteci varmış gibi konuşuyorlar, kimse çocuk muamelesi yapmıyor. sy: Zaten çocuklar her şeyin farkındalar, buradaki uyuşturucu satışından tutun, paranın kıymetine, yaşamın zorluklarına kadar her şeyin farkındalar. Bu nedenle burada kimse çocuk muamelesi yapmıyor çocuklara. Bizim soramayacağımız soruları sordular ve insanlar da diyaloğa devam etti, detaylı olarak her şeyi anlatıyorlar. Biz yeniden gidip kendi röportajımızı yapıyoruz, onların yaptığı gibi olmuyor. gö: Peki bu röportajları nasıl düzenliyorsunuz, bu konuları açığa çıkaralım diyor musunuz? ee: Ham haliyle yapıyoruz, herkesin bildiği, konuştuğu şeyler, onlar espriyle cevap veriyor. Mesela burada aşk meşk



var mı, macera var mı diye doğrudan sorabiliyorlar. Uyuşturucu satışı var mı diyor, var ama söyleyemem diyorlar. Yani mahallelinin bildiği şeyler açık açık konuşuluyor. sy: Burada proje yaparken insanlarla ilişkiyi kurmak için çok zaman gerekiyor. ee: Aslında her proje bunu gerektiriyor, insanlarla ilişkiye girdiğiniz için bir iş gibi olmuyor, duygusal bir güven, insani bir ilişki, zaman içinde oluşturulmuş bir güven olunca ertesi hafta çekip gitmekle bitmiyor projeler. Mesela bizi bu sokakta tanırlar, bir üst sokakta tanımazlar. sy: 61 metre dememizin nedeni bu, Kurdele sokakta ve bu sokakta oturan ve buraya oynamaya gelen çocuklarla çalıştık.

KASIM 2015 - XXI 32

GÜNCEL

ee: Biz elimize kamerayı alıp burada çekim yaparız ama alt sokakta zor olur, buna rağmen çocuklar yapabiliyor, bizi yavaş yavaş tanıyorlar.

sy: Tarlabaşı’nda mıntıkalar çok keskin, bir paralel sokakta sadece Mardinliler var, alt sokak Romenlerin sokağı, girdiğiniz zaman yabancı olduğunuz anlaşıyor. Romenler, Kürtler, orta Anadolu’dan göç edenler ve Suriyeliler var. Çok kozmopolit. ee: Yaşam koşulları çok kötü, gelir düzeyleri çok düşük. sy: İstanbul’da bu kadar düşük kira yok. Yaşam koşullarından memnun musunuz, evlerinizden memnun musunuz diye sorulduğunda bir kişi dışında herkes memnun, şaşırtıcı bir durum bu, çünkü mutfaklar 2-3 metre kare. Buranın yapısı öyle, eskiden mutfakla banyonun yerini değiştirdikleri için mutfaklar hep küçük ama hayatlarından memnunlar. Bizim gördüğümüz değişimi de çok görmüyorlar. Mesela 12 daireli bu binada dört daire iki buçuk yılda el değiştirdi. Fazla değil mi? Onlar için büyük bir değişim yokmuş gibi geliyor. gö: Kentsel dönüşümden etkileniyor mu bu sokak?

ee: Bu sokakta kentsel dönüşümden şu ana kadar etkilenmiş kimse yok, ayrıca bu durumun bilincinde olan kimse de yok. İki blok ötede 360 derece yıkımı yapıldı, bir sürü şey oldu o dönemde ama burayı etkilememiş bir şekilde. sy: Mesela birlikte çalıştığımız bir çocuğun ailesi orada evlerini kaybetmiş ama bunlar unutulmuş. ee: Onu bir sosyal problem olarak görmüyor. Orada bir ev yıkıldı ve çıktık buraya geldik gibi görüyor. Öte yandan birkaç tane röportajda insanlar yabancıların gelmeye başladığını ve fiyatların yükseleceğini aslında kendilerinin dışlanacağı söylüyorlar. gö: İstanbul’daki sergi ne zaman açılacak? ee: Ankara’daki olaylar olunca buradaki sergiyi Ocak ayına erteledik. Mahalledeki kuru fasulyeci dükkanında sergi yapmak istiyorduk. Şimdi Berlin’de sergileyip deneyimimizi aktaracağımız bir sunum yapacağız. Ardından mahalledeki çalışmalarımız devam edecek.

sy: Evet, böyle uzun soluklu projeler bitmiyor. ee: Çocukların dersleriyle ilgilenmeye başladık ister istemez. Hem çok iyi çocuklar hem maalesef okul hayatları kötü ilerliyor. sy: Çocukların çoğu okulu bırakıyor zaten. ee: Mahallede kızların çoğu okulu bırakıyor, burada okulu bıraktım deyip bırakabiliyorsun. Kimse sormuyor, anne baba zorlamıyor. Projeye Katılanlar: Seçil Yaylalı, Ekmel Ertan, Damla Akkaya, Dilan Akkaya, Esmanur Akkaya, Umut Akkaya, Behiye Samanlıoğlu, Ferit Samanlıoğlu, Hasan Samanlıoğlu, Hüseyin Samanlıoğlu, Damla gül Sarıduman, Nadis Sarıduman, Yiğit Erkuş, İskender Kalay, Yiğit Mercanoğlu, Pelin Kayhan, Sultan Ürgen, Sati Ürgen, Sedat Kanar, Selma Kanar, Onur Bıçak, Hasan Bıçak, Aynur Tunç, Raziye Uyuz, Emirhan Uyuz



KASIM 2015 - XXI 34

FOTO-ALTI

Bambaşka Bir Dünyanın Narin Merdiveni

Türkiye’de mimarlık kültürünün neden olmadığı meselesi her tartışıldığında aklıma gelen ilk şey, iyi tasarlanmış mekanlarda büyümemiş olmamızdır. Çocukluğumdan ve gençliğimden aklımda kalan tek yer, AKM. Sadece ince işlenmiş salonları değil, içine girdiğinizde birden bire bambaşka bir dünyayı önünüze seren holü ve tabi ki çıkmaya çekindiğim o narin sarmal merdiven. Cemal’in bu fotoğrafı ta 10 yıl öncesinden, AKM’nin kapatılmasına henüz iki yıl var. O narin sarmal merdiven başrolde, arka planda masif ahşaptan vestiyer bankosu ve kolon dizisi. Bu fotoğrafa baktıkça sadece AKM’nin kapalı olmasına değil, bu kadar inşaat yapmamıza karşın böylesi nitelikli mekanlar yaratmayı becerememiş olmamıza da üzülüyorum. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş



KASIM 2015 - XXI 36

ADVERTORYAL

fotoğraflar: Gizmo İletişim/Neşe Jones

İç Mekan Tasarımında Ayna Kullanımı İTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ İÇ MİMARLIK BÖLÜMÜ'NDEN DOÇ. DR. DENİZ AYŞE YAZICIOĞLU AYNANIN İÇ MEKANLARDAKİ İŞLEVİ ÜZERİNE BİR YAZI KALEME ALDI. Doç.Dr.Deniz Ayşe Yazıcıoğlu

İnsanoğlunun ilk kez sudaki aksini görerek tanıştığı ayna, zaman içinde obsidiyen taşlardan parlatılarak pek çok farklı yoldan ve işlemden geçer. En sonunda aynaların bugünkü görünümlerine gümüş sırla kaplanarak ulaşılır. Kişisel bakımda, trafikte araçlarda, teleskoplarda, fotoğraf makinelerinin lenslerinde, endüstride birçok farklı amaç için kullanılan aynalar, iç mekanlarda da önemli rol oynarlar. Ofisler, restoranlar, hastaneler, spor salonları, okullar, oteller, asansörler, otoparklar ve sosyal yaşamın geçtiği her yerde, ama özellikle evlerde yaşam alanlarını süsleyen aynalar, iç mekan tasarımının önemli bir parçası olarak pek çok şeyi değiştirir ve güzelleştirirler. AYNALARIN İÇ MEKANLARDAKİ YERİ

İç mekanda aynalar bazen işlevsel, bazen dekoratif bazense her iki niteliği taşıyan birer tasarım öğesi olarak karşımıza çıkarlar. Üretim tekniklerinin çeşitliliği sayesinde farklı formlarda kesilebilen aynalar, özgün tasarımlarıyla güçlü odak noktaları yaratarak mekan algısını tamamen değiştirebilirler. Aynaların bilinçli ve belirli bir amaca hizmet etmek için kullanıldığı iç mekanlarda, mutlaka hem estetik

hem de işlevsel bir geri dönüş alınır. Ancak aynaların bulundukları ortamda doğru etkiyi yaratabilmeleri için doğru tasarım kurallarının uygulanması gerekir. Bu şekilde bir mekanı olduğundan daha büyük göstermek, kimi zaman detayları ortaya çıkarmak, kimi zaman göz yanılsaması yaratarak kusurları gizlemek mümkün olabilir. Aynaların iç mekan tasarımındaki en önemli etkilerinden biri, ışığı yansıtmak suretiyle ortamdaki aydınlık seviyesini artırmalarıdır. Bu amaçla pencerelerin tam karşılarına, hatta birden fazla sayıda ayna yerleştirilerek etkili sonuçlar elde edilebilir. Bu yerleşim şekli, gün ışığının olduğu kadar dışarıdaki manzaranın da mekanda daha fazla hissedilmesine yardımcı olur. Benzer şekilde doğru bir yerleşimle yapay aydınlatma elemanlarının aynada yansımaları elde edilerek ortamdaki aydınlık seviyesi iki katına çıkartılabilir. Aynı anlayışla özellikle şöminenin tam karşısına yerleştirilecek uygun büyüklükte bir ayna, ateşin aydınlatma etkisini iki katına çıkarmakla kalmaz, mekanda yüksek enerjili bir atmosfer de yaratır. Yerleşim açısı doğru düşünülmüş bir aynayla, çeşitli illüzyonlar yaratılarak mekana yeni bir boyut ve perspektif kazandırılabilir. Örneğin kapı boyutlarındaki bir aynanın yere sıfır olacak biçimde duvara yerleştirilmesiyle yan tarafta oda olduğu hissi uyandırılabilir ve mekanın


ADVERTORYAL 37 XXI - KASIM 2015

proje: Hilton Doubletree Piyalepaşa / Space Mimarlık-Kaan Çetinkaya

mevcut halinden daha farklı algılanması sağlanabilir. Bu tür kullanım biçimine başka bir örnek ise hiç penceresi olmayan mekanlar için verilebilir. Böylesi mekanlarda pencere boyutlarındaki bir ayna, alt kısmı yerden parapet yüksekliğinde olacak biçimde asılır ve ön kısmına alçak dekoratif bir mobilya konularak dört duvarla sarılmışlık hissi ortadan kaldırılabilir. Aynalar özellikle dar alanlarda büyük etki yaratırlar. Küçük metrekareli alanlar olarak tasarlanan hollerde, uzunluğu daha fazla olan duvarlardan biri tavana kadar tamamen ayna ile kaplanarak hacmin iki katı büyüklükte algılanması sağlanabilir. Böyle bir uygulamanın yapılacağı holde üst kata çıkan bir merdiven varsa, aynanın merdiven karşısına gelecek biçimde yerleştirilmesi ise genişlik hissini daha da çok artırır. Çok sayıda nesnenin olduğu bir mekanın büyük görünmesi için duvar yüzeylerinin önemli kısmını aynayla kaplamak yerine, sadece boşlukların yansıtılacağı şekilde belirli gölgeleri aynayla giydirmek daha etkili bir tasarım yaklaşımıdır. Çünkü mekanı geniş ve büyük gösterme kaygısıyla kullanılan aynalar, zaten eşyayla dolu odaların daha da kalabalık görünmesine neden olarak boğucu bir ortam yaratabilir. Karanlık koridorlarda, kilerlerde ya da küçük tuvaletlerde tavanı tamamen ayna ile kaplamak, zaten gün ışığı almayan söz konusu alanlarda,

yapay ışık kaynağının tavandan gelen doğal ışıkmış gibi algılanmasını sağlar. Bu algıyı oluşturabilmek için özellikle tavandaki aynaya yönlendirilmiş gizli aydınlatma elemanlarının kullanılması gerekmektedir. STİLLER VE AYNA TERCİHLERİ

Aynalar farklı formları ve stilleriyle yaşam alanlarını değiştirir ya da söz konusu alanlara bire bir uyum gösterirler; kendi tasarımlarıyla mekana değer katarlar. Genellikle modern stildeki mekanlarda çerçevesiz kare, dikdörtgen ya da yalın ve eğrisel çizgileri olan formlar kullanılırken, klasik stillerde gümüş ya da altın varakla işlenmiş, kır stillerinde ise ferforje ya da ahşap çerçeveli aynalar tercih edilir.

duvarlardaki ölçü, renk, doku kusurlarını kapatan birer eleman olarak da görev yapabilirler. MOBİLYA VE AYNALAR

Kullanılmaya başladıkları günden bu yana işlev ve estetik açılarından aynasız düşünülemeyecek mobilyalar, örneğin tuvalet masaları zaman içinde tarzları değişse bile bu kuralı yıkmazken, kimi büfe ve konsollar değişen tasarım anlayışlarıyla aynalarla zenginleştirilmiştir. KAYNAKLAR www.wikihow.com/Use-Mirrors-to-Create-More-Space www.elledecor.com/design-decorate/room-ideas/a2477/decoratingmirrors-a-63503/ www.interiorish.com/10-ways-mirrors-interior-design/

Birbirinden farklı şekilde ve büyüklükte tasarlanmış aynalar, sıradan bir odayı çok az emek harcayarak, kendine özgü, özel bir alana dönüştürebilir. Örneğin iki kanatlı pencere şeklinde tasarlanmış bir ayna, gerçekten dışarı açılabiliyor gibi görünebilir. Ya da bir odaya girince, ilk göze çarpan duvara asılmış büyük dekoratif bir ayna, mekanın odak noktası haline gelebilir.

www.houzz.com/ideabooks/18775985/list/how-to-use-mirrors-for-morelight-and-style www.realestate.com.au/blog/how-to-use-mirrors/ www.johnjones.co.uk/education/how-to/how-to-use-mirrors-interiordesign/ www.interiordezine.com/fittings/mirrors/ www.anydayguide.com/post/14 www.apartmenttherapy.com/5-perfect-ways-to-use-mirrors-in-small-

Kendi başına bir sanat eseri niteliği taşıyan aynalar ise, birlikte bir grup ayna ile ya da tek başına kullanılarak duvarın en önemli dekoratif elemanı olabilirler. Öte yandan, bu tür dekoratif amaçla kullanılan aynalar

spaces-168900 Savill, J. (2006). 101 Ways to Make More Space, Styling Home Ideas, BBC Books, BBC Worldwide Ltd., London. Yazıcıoğlu, D.A. (2012). Konutta İç Mekan Tasarımı, Literatür Yayınları.


YAPI - OFİS - İSTANBUL KASIM 2015 - XXI 38

fotoğraflar: Yerçekim (Ömer Kanıpak, Orhan Kolukısa)

Çift Cidarla Çevresine Açılan ARI-3 OFIS BINASI, ALIŞILMIŞ KAPALI CAM KUTU TIPOLOJISINE KARŞIT BIR ÖNERI OLARAK GELIŞTIRILMIŞ. AÇILABILIR BIR CEPHE IÇIN YAPININ KONUMUNDAN KAYNAKLI RÜZGAR YÜKÜNÜN YOL AÇACAĞI SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ IÇIN ÇIFT CIDARLI BIR CEPHE SISTEMI OLUŞTURULMUŞ. Hüseyin Kahvecioğlu

ARI-3 OFIS BINASI

hüseyin kahvecioğlu, melis nur ihtiyar

Çok katlı “cam kutular” evrensel anlamda kabaca son 50 yılın “modern iş ortamını” simgeleyen yapılar ve Türkiye’de de bu kimlikleriyle hızla yayılmaya devam ediyor; fakat aynı zamanda, ileri teknoloji ve nitelikli malzemelerle yapılan bu yüksek sınıf ofis yapılarının sunduğu çalışma ortamlarının ne kadar sağlıklı olduğu üzerine tartışmalar sürüyor. Gelişmiş ülkelerde tıp ve mimarlık literatüründe önemli bir yer edinen SBS (Sick Building Syndrome); Türkçe'siyle “hasta bina sendromu”nun en çok rastlandığı yapı türleri, modern ofis binaları. Hasta bina sendromunun çok çeşitli kaynakları olmakla beraber, üzerinde fikir birliğine varılan en önemli nedenleri; yapay iklimlendirme sistemlerinin yarattığı olumsuz etkilerle, dış ortamdan tecrit olmanın yarattığı psikolojik etkiler. İç mekanlarının her mevsim, her

saat yapay olarak ısıtılması, soğutulması veya havalandırılması zorunlu olan “kapalı cam kutular”, bu yüzden söz konusu sendromun en çok rastlandığı yapı türleri. Konu birincil anlamda tıp alanının konusu gibi görünse de, esas kaynağı tasarım alanı. Zaman içinde teknolojinin mimarlara sunduğu olanakların cazibesiyle, tasarımın olmazsa olmazı sayılacak bazı temel konuların tasarım gündeminde alt sıralara düşmesi, bu hastalıklı durumu yaratan en önemli nedenlerden biri. Gelişmiş cephe sistemleri, türlü alternatifler sunan ileri teknoloji ürünü camlar, “akıllı” iklimlendirme ve havalandırma sistemleri, tasarım sürecinde pek çok zorlayıcı tasarım problemine mimarların bir çırpıda çözüm getirmesine olanak sağladı. İç mekanda istenen konfor koşullarını, tam da istenen değerlerde yapay olarak sağlayabilecek bu gelişmiş seçenekler varken “geleneksel tasarım öğretisinin” olmazsa olmazları sayılan doğal verilerle kurulacak mekansal ilişkiler için zorlanmaya gerek kalmadı. Sonuç; dış dünyayla ilişkisini neredeyse mutlak olarak kesen ve ihtiyaç duyulan ortam koşullarını tam da istendiği


YAPI - OFİS - İSTANBUL 39 XXI - KASIM 2015

değerlerde yapay olarak kurgulayan tasarım yaklaşımı “modern ofis yapılarını” tanımlar hale geldi. Temelde iklimsel verilerden kaynaklansa da, “kapalı olma halinin” diğer önemli bir sonucu, şehrin panoramik manzarasını, seslerinden tam olarak arınmış halde sunması. Bir açıdan bakınca “gürültü kontrolü” adına olumlu görünse de, en etkileyici şehir manzarasının bile “mutlak sessiz bir resme” dönüşmesi dış dünyayla kurulan ilişkiyi donuklaştırmakta ve belki de bu ortamların yarattığı olumsuz psikolojilerin bilinçaltını oluşturmakta. Buraya kadarki değerlendirme, anlaşılacağı üzere, ARI-3 binasının tasarım sürecinin temellendiği, yarı bilimsel, yarı sezgisel-öznel tasarımcı motivasyonunun ipuçlarını veriyor. Aslında bina, yüksekliği ve kat sayısı açısından teknik olarak tam anlamıyla çok katlı yapı sınıfına girmiyor; ancak bulunduğu coğrafi konumdan dolayı yüksek yapılarla eşdeğer rüzgar yükü ile karşılaşması, şehir içindeki konumu itibarıyla çok katlı ofis binalarına komşu sayılması, içerik açısından da benzer özellikler

taşıması nedeniyle tasarım fikrinin başlangıcında, çok katlı ofis yapılarına odaklanmayı ve bu tür yapılar üzerine düşünce üretmeyi gerekli kıldı. Alışıldık ofis yapılarına göre daha sağlıklı bir çalışma ortamı sunma amacı, tasarımın temel çıkış noktalarından biriydi. Yukarıdaki kısa özette aktarıldığı gibi, sağlıklı bir çalışma ortamı için en öne çıkan konu, “kapalı kutuyu” kırmak, bir başka ifadeyle dış ortamla doğal ilişki kurabilmek için zorlayıcı koşullara rağmen “açılabilir bir dış cephe sistemi” oluşturmaktı. Zorlayıcı koşulların başında, yüksek rüzgar alan bir alanda açılır pencereler yapmanın teknik zorluğu geliyordu. İkinci zorlayıcı koşul ise, bu tür yapıların yapım ve kullanım sürecinde rolü olan aktörlere, alıştıkları çözümlerle çelişir bir öneriyi benimsetmekti. Üstelik bunu, sadece yapım maliyeti dikkate alındığında “oldukça pahalı” kabul edilebilecek bir çözüm üzerinden yapmak söz konusuydu. Geliştirilen alternatifler, yapılan sunumlar ve tartışmalar sonunda, seçilen sistemin getirilerinin sadece yapım maliyetine dayalı bir fiyat karşılaştırmasıyla ölçülemeyeceği, konunun

diğer taraflarınca da benimsendi. İstanbul ikliminde, iyi bir doğal havalandırma sağlanması halinde yılın yedi - sekiz ayında yapay olarak herhangi bir ısıtma soğutma veya havalandırma desteğine ihtiyaç olmayacağı gerçeği ortadayken, “kapalı bir cam kutu” yaparak yılın 12 ayı yapay ortam oluşturmaya çalışmak akılcı değildi. Muhtemelen yaz ve kış mevsimlerinin ekstrem dönemleri haricinde, dış atmosfer koşullarının iç mekana taşınması, doğal ve sağlıklı bir ortam yaratmak için yeterliydi. Enerji etkin yapı tasarımının, yeşil bina kavramının bu kadar yüceldiği bir dönemde, doğanın sunduğu olanakları tasarımda kullanmak yerine bütün yıl boyunca kapsamlı mekanik sistemlerin çalışmasını zorunlu kılacak bir tasarım yapmak doğru bir yol olarak görünmedi. Dış atmosfer koşullarını kontrollü olarak iç mekana taşıyabilecek “açılabilir” bir cephe sistemi oluşturmak için, yüksek hızlı rüzgara siper oluşturan ancak hava akımını kesmeyen ikinci bir dış çeper oluşturuldu. İç mekan kurgusuyla uyumlu modüler


giriş sayfasında Yapıya uzaktan bakış önceki sayfada solda: Yapının farklı katmanları arasındaki ilişki sağda üstte: Farklı cephe karakterleri sağda altta: İkincil cephe bu sayfada sağda, altta ve altta ortada: Cephe kurgusuna bakış altta sağda: Farklı kotlar arasındaki geçişler

KASIM 2015 - XXI 40

YAPI - OFİS - İSTANBUL

karşı sayfada üstte solda: Teras üstte sağda: İki cephe arasındaki koridor altta: İç mekana bakış

cephedeki açıklıklar, hakim rüzgar yönlerine göre daha kapalı veya daha geçirgen olacak şekilde konumlandı. Cam modüllerin renkleri de, yine yöne bağlı olarak güneş kontrolü veya gün ışığından yararlanma gereklerine göre koyu veya daha açık tonlarda seçildi. Sonuçta, dışta oluşturulan ikinci çeper ekstrem verilere siper olarak, içteki cephenin doğal iklimsel verilerle dilediği şekilde ilişki kurabilmesine olanak sağladı. Aynı sistem sayesinde kontrollü bir şekilde “şehrin sesini” duyabilecek olmanın psikolojik etkisi önemsendi. Böylece, çalışma mekanındayken dış ortamdan ve şehirden tamamen soyutlanmış olmanın önüne geçildi. Bir teknopark yapısı olsa da, hitap edilen sektörlerin ihtiyaç duyduğu mekanların standart ofis mekanlarına benzemesi nedeniyle ARI-3 binasını da yüksek güvenlikli bir ofis yapısı olarak değerlendirmek mümkün. Teknoparklarda yer alan özellikli atölye ve laboratuvar mekanları bu binada sınırlı düzeyde. Bununla birlikte, mekansal kurguyu etkileyen ve teknoparklarda öne çıkan başka tasarım

verileri söz konusu. Aslında teknopark yapıları Türkiye için göreceli olarak yeni bir yapı türü. Her ne kadar öncül örnekleri Kuzey Amerika ve Avrupa’da uzun bir geçmişe sahip olsa da, Teknoparklar Türkiye’de son on yılda yapılan teknolojik gelişimi destekleme amaçlı yasal düzenlemelerin bir sonucu. Bu yüzden, geçmişe dayalı evrensel özelliklerinin yanında, yerel dinamiklerden kaynaklanan etkenlerden sebep Türkiye için halen “yaparak öğrenilmeye devam edilen” bir yapı ve çevre tasarım konusu olma özelliğini sürdürüyor. Teknoparkların dünyadaki evrimi sonucu varılan ve “üçüncü nesil teknopark” olarak adlandırılan fazda, insan faktörünün ön planda tutulduğu, yaratılan sosyal ortamların önemsendiği hatta “inovatif” çalışma ortamının önemli bir girdi olarak görüldüğü yaklaşımlar, konunun evrensel ölçekteki çerçevesini oluşturuyor. Diğer yandan, kullanıcı profilinin önceden yeterince kestirilememesi, oldukça farklı büyüklük ve çalışma alışkanlıklarındaki firmalara ev sahipliği yapma gereği, göreceli olarak kısa bir zaman dilimi içinde bütün bunların da değişme

olasılığının bulunması gibi etkenler Türkiye’deki dinamik yapıdan kaynaklanan tasarım girdileri. ARI-3 binasının tasarımında, binayı paylaşacak kullanıcıların mekansal ihtiyaçlarının hem başlangıçta hem zaman içinde çok sayıda olasılığa açık olması nedeniyle, açık uçlu, modüler bir mekansal altyapı kurgulandı. Bina programına sosyal, kültürel, rekreatif işlev alanlarının eklenmesi ve dış mekanların farklı kullanım olasılıklarına imkan tanıyacak şekilde düzenlenmesi, iş üretilen çalışma mekanlarının ötesinde, çalışanlar için çok yönlü ve konforlu bir yaşama ortamı oluşturulması amacı doğrultusunda, teknoparkların evrensel özelliklerinin karşılığı olan kararlardır. Binanın konumlanması ve biçimlenmesindeki bir diğer önemli etken, ARI Teknokent arazisinin özellikleridir. İmar koşulları belli bir yapılaşma izni vermekte; ancak bu yapının geniş parsel alanı içindeki konumunu ve yüksekliğini serbest bırakmaktadır. Sert topoğrafik özellikler ve yoğun


YAPI - OFİS - İSTANBUL 41 XXI - KASIM 2015

yeşil doku dikkate alınarak binanın “ayak izinin” mümkün olduğunca küçültülmesi, var olan doğal ve yeşil dokunun azami düzeyde korunması amaçlandı. Topoğrafik olarak düz bir arazi söz konusu olsa az katlı ve yayvan bir yerleşim tercih edilebilecekken yerleşim alanının koşulları gözetildiğinde mümkün olduğunca yüksek bir yapının tercih edilmesi çevrenin korunması açısından daha avantajlı bir seçim olarak görüldü. Böylece yapılaşma alanı arazinin belli bir noktasında yoğun olarak kullanılacak, diğer kısımların doğal niteliği ve yeşil dokusu korunabilecekti. Bu değerlendirme doğrultusunda, işveren tarafından önerilen ve topoğrafik açıdan daha uygun görünmekle beraber yeşil dokusunu ve doğal niteliğini koruyan yerleşim alanı yerine, karşı bir öneri getirilerek zaman içinde doğal niteliğini ve yeşil dokusunu kaybetmiş sorunlu bir bölgeye yerleşim önerildi. Getirdiği ilave altyapı maliyetlerine rağmen kabul gören bu öneri çerçevesinde, doğal özelliğini yitirmiş olan alan üzerinde tüm parselin yapılaşma hakkı kullanılarak, diğer alanların doğal hali ile kalabilmesi sağlandı.


melis nur ihtiyar 2007 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı üniversitede yüksek lisans eğitimini tamamladı. Birçok yarışmada farklı ekiplerle dereceler kazandı. 2014’ten beri İstanbul Arel Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi. Terminal Presents ekibinin tasarımcı kadrosunda film posterlerinin reprodüksiyonlarını yapıyor. Teknopark İstanbul 2. Aşama Yapıları ve Antalya Kent Müzesi, İTÜ Mezunlar Konseyi Yurdu, İTÜ Arı-3 Binası projelerinin tasarım ekibinde yer aldı. Mimari proje uygulamalarına Hüseyin Kahvecioğlu ve Nurbin Paker ile beraber devam ediyor.

tip kat planı

kesit

vaziyet planı

kesit

KASIM 2015 - XXI 42

YAPI - OFİS - İSTANBUL

hüseyin kahvecioğlu 1986 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamladı ve halen aynı fakültede öğretim üyesi olarak çalışıyor. Ulusal ve uluslararası düzeyde çok sayıda mesleki ve akademik faaliyette yer aldı. Ağırlıklı olarak mimari proje stüdyosunda görev aldığı üniversitenin yanında, farklı ekiplerle katıldığı çok sayıda proje yarışmasında çeşitli dereceler aldı. Uygulanan veya uygulama aşamasında olan projeleri arasında İTÜ Mustafa İnan Kütüphanesi, Teknopark İstanbul 2. Aşama Yapıları, Antalya Büyükşehir Belediye Hizmet Binası, Antalya Kent Müzesi gibi projeler yer alıyor.

yeri: Arı Teknokent İTÜ Ayazağa Kampusu, İstanbul işveren: Arı Teknokent Proje Geliştirme Planlama mimari proje müellifleri: Hüseyin Kahvecioğlu, Melis Nur İhtiyar uygulama proje ekibi: Cem Altun, Buket Metin, Gül Ertekin mimari proje yüklenicisi: K Mimarlık Mühendislik statik proje - mühendislik koordinasyonu: Seyaş Mimarlık Mühendislik ve Müşavirlik mekanik proje: Arke Mühendislik Tesisat elektrik projesi: Öneren Proje Mühendislik cephe danışmanlığı: Priedemann Cephe Danışmanlığı peyzaj projesi: Artıeksi Mekansal Tasarım ve Proje Hizmetleri modelleme: Artı Eksi Sıfır Mimarlık Tasarım İnşaat Danışmanlık inşaat yüklenicisi: Suryapı proje yılı: 2009-2010 yapım yılı: 2011

cephe detayı



YAPI - MÜZE - HANGZHOU KASIM 2015 - XXI 44

fotoğraflar: Eiichi Kano

Eğim, Ritim ve Kiremit ÇIN’IN HANGZHOU ŞEHRINDE YER ALAN ÇIN SANAT AKADEMISI YEREL SANATLAR MÜZESI, PLANIN TEKIL VE TEKRARLI BIRIMLERE BÖLÜNMESIYLE ARAZI EĞIMINI IZLEYEN BIR YAPIDA KURGULANMIŞ. YEREL KAYNAKLARDAN ELDE EDILEN KIREMITLERIN ÇATIDA VE PERDELEMEDE KULLANILMASIYLA BÜTÜNCÜL BIR YAPI AMAÇLANMIŞ.

ÇIN SANAT AKADEMISI YEREL SANATLAR MÜZESI

kengo kuma & assocıates

onun yerine içinde bulunduğu çevreye saygı duyan bir mekan tasarladık.

Yerel Sanatlar Müzesi, Hangzhou'daki Çin Sanat Akademisi'nin kampusunda yer alıyor. Alan, eskiden yamacı şekillendiren bir çay tarlasıydı. Bu nedenle ayaklarınızın altındaki zeminin hissedilebildiği bir müze tasarlamak esas amacımızdı. Bunu binanın zemininde eğimin iniş ve çıkışlarını devam ettirerek sağladık.

Karmaşık topoğrafyayı çözebilmek adına planı paralelkenar birimlerinin geometrik olarak ayrılmasına dayandırdık. Her bir birim ufak tekil bir çatıya sahip, bu sayede dışarıdan bakıldığında uzayıp devam eden bütüncül kiremitli bir çatı görüntüsü oluşuyor. Paslanmaz çelik tellere asılan kiremitlerden bir perde dış duvarı oluşturuyor. Bu perde güneş ışınlarının içeri düşen hacmini dengeliyor. İçerisi ve dışarısı kiremit perdenin arkasında yer alan büyük camlarla bölünüyor.

Müzenin işlevi Çin’deki çeşitli yerel sanatları gösterebilmek. Farklı farklı sergilere ev sahipliği yapabilmesi için beyaz küp şeklinde tasarlanan bir müzenin buraya uygun olmayacağına karar verdik,

Hem çatıda hem de duvarda kullandığımız eski kiremitleri bölgedeki evlerden elde ettik. Hepsinin boyutları birbirinden farklı olduğu için tasarımın zeminle doğal bir şekilde kaynaşmasına yardımcı oldu.


YAPI - MÜZE - HANGZHOU 45 XXI - KASIM 2015

karşı sayfada Bütüncül kiremit çatıya bakış bu sayfada en üstte: Arazi eğimini takip eden birimler üstte solda: Birimler arasındaki kurgu üstte: Çelik teller ve kiremitlerle kurulan perde sistemi solda: Farklı birimler arasındaki kurgu arka sayfada İç mekandan kesitler son sayfada Binanın kuşbakışı görünüşü


KASIM 2015 - XXI 46

YAPI - MÜZE - HANGZHOU


kesitler

çatı diyagramı

çelik halat ve kiremit perde örüntüsü

47 XXI - KASIM 2015

konum: Hangzhou, Çin işveren: Çin Sanat Akademisi program: Müze ve konferans salonu tasarım: Kengo Kuma ve Ortakları strüktür tasarımı: Konishi Strüktürel Mühendislik tesis tasarımı: P.T. Morimura ve Ortakları inşaat alanı: 11,279 m2 toplam zemin alanı: 4,970 m2 tasarım yılı: 2009-2011 inşaat yılı: 2013-2015 strüktür: Beton kaplı çelik kolon-kiriş

YAPI - MÜZE - HANGZHOU

kengo kuma 1954 yılında Yokohama’da doğdu. 1979 yılında Tokyo Üniversitesi mimarlık bölümünden mezun oldu. 1990 yılında Kengo Kuma ve Ortakları isimli mimarlık ofisini kurdu. 2008 yılında ofisin Paris ayağını açtı. Misafir öğretim görevlisi olarak Japonya’da ve ABD’de ders veriyor. Ofisin pek çok mimarlık yarışmasından kazandığı ödül bulunuyor.


Yeniden Kazanım Mimarisi NEPAL’DEKI DEPREM SONRASINDA YIKILAN BIR ILKOKULU, MIMARLIK ÖĞRENCILERI DIPON BOSE, SAMYA GHATAK VE YENI MEZUN MIMAR RISHABH SHARMA YEREL TEKNIK VE MALZEMENIN KULLANIMIYLA YENIDEN INŞA ETTILER. DÜŞÜK BÜTÇELI PROJEDE ENKAZDAN GERI KAZANILAN MALZEMELER VE BAMBU KULLANILMIŞ.

KASIM 2015 - XXI 48

YAPI - OKUL - GORKHA

fotoğraflar: Dipon Bose, Samya Ghatak, Rishabh Sharma

SHREE SARBODAYA İLKOKULU

dıpon bose, samya ghatak, rıshabh sharma

Nepal’de 2015’in Nisan ve Mayıs aylarında gerçekleşen depremler pek çok yerleşimi etkilemişti. Deprem sonrasında okullar geçici çadırlarda eğitime devam etti. Katmandu’ya 200 kilometrelik bir mesafede yer alan Chhoprak Köyü’ndeki yıkılan ilkokulu yeniden inşa etmeye karar verdik. Shree Sarbodaya İlkokulu’nun deprem sonrası yeniden inşa programını iki mimarlık öğrencisi ve yeni mezun bir mimar olarak birlikte gerçekleştirdik. Katmandu merkezli NGO-Rescue Gorkha, projeye fon ve gönüllü desteği sağladı. Yerel halktan ve öğrencilerden de yardım alarak okuldaki altı sınıfı yedi hafta içinde yeniden inşa ettik. Köy halkına bambu ile nasıl inşa edilebileceğini de gösterme amacı taşıyan pilot bir uygulama projesi olduğu için sürece halkın katılımı yoğun bir şekilde gerçekleşti. Böylece proje, depreme dayanıklı yerel mimari tekniklerinin

üretimini ve bilgi aktarımını gerçekleştirmesi açısından da önem kazandı. Enkazdan geri kazandığımız taşı ve bölgede yetişen nitelikli bambuyu yoğun bir şekilde kullandık. Yıkılan yapıdan arta kalan çelik çatı makasını yeniledik, ayrıca iki yeni sınıf için bambudan çatı makası inşa ettik. Yeniden inşa edilen 130 metrekarelik okul kanadı, 60 santimetre derine inen taş duvar üzerinde yer alan bambu kolonlara sahip. Bambu kolonlar çelik kirişi destekliyor ve bambu çubuklarıyla oluşturulan duvarları tutuyor. Zemin kotundan belirli aralıklarla yükselen bambu duvarlar beton dökülerek sabitlendi. Cephe, öğrenciler tarafından bambu kafes ve panellerle üretilirken yan duvarlar iç mekanda bir ritim oluşturan bambu çubuklarla tasarlandı ve bu çubukların üzeri çamurla sıvandı. Ara duvarlarsa bambu çubuklar arasına yalıtım sağlayan strapor eklenerek üretildi ve böylece sandviç paneller oluşturuldu. İç mekanlar, kapı eşikleriyle aynı seviyede olacak şekilde çamurla astarlandı. İçerdeki bambular ve kafes sistemi keten yağıyla kaplanarak korundu. Yerel bir malzeme olan kırmızı kil, pirinç kabuğu ve gübre karışımını duvar sıvası olarak kullandık. Sınıflar, ışık filtresi görevi de gören bambu kafeslerin yardımıyla dinamik bir öğrenme atmosferi sağladı.


bu sayfada solda: Yarı geçirgen sınıf duvarı altta solda: Bambu şeritler ve bağlantı detayı altta: İki farklı karakterdeki cephe tasarımı en altta: Taş duvarlar ve bambu ilişkisi

YAPI - OKUL - GORKHA

karşı sayfada Yapıya genel bakış

49 XXI - KASIM 2015


proje yeri: Chhoprak Köyü, Gorkha Bölgesi, Nepal tasarım ekibi: Dipon Bose, Samya Ghatak, Rishabh Sharma danışman ekibi: Parag Rawool, Tanya Pahwa fon & gönüllü desteği: Rescue Gorkha inşaat süreci: Haziran-Temmuz 2015 dıpon bose, samya ghatak, rıshabh sharma Dipon Bose ve Samya Ghatak Birla Teknoloji Enstitüsü’de son sınıf öğrencileri olarak düşük bütçeli, sürdürülebilir ve yerel mimari teknikler üzerine çalışıyorlar. Rishabh Sharma ise aynı okuldan mezun olan serbest bir mimar olarak çalışmalarını sürdüyor.

vaziyet planı

plan

KASIM 2015 - XXI 50

YAPI - OKUL - GORKHA

Hafta 1: Molozların temizlenmesi

Hafta 2: Temel çukuru

kuzey cephesi görünüşü

Hafta 3: Molozlardan yığma duvar yapımı

Hafta 4: Pervaz ve kirişlerin dökümü

doğu cephesi görünüşü

Hafta 5: Lento kirişi bağlantıları

Hafta 6: Bölücüler, pencelerin ve çatı makasının yapımı

boy kesit

Hafta 7: Yapının tamamlanması

inşaat süreci

en kesit



YAPI - YUVA - THIRUVANNAMALAI KASIM 2015 - XXI 52

fotoğraflar: Made in Earth

Dengeli Ayrıntılar HINDISTAN'IN THIRUVANNAMALAI ŞEHRINDEKI YUVA, AILE EVI HISSINI OLUŞTURMAK ADINA ÖZEL VE ORTAK ALANLARIN BIR DENGE KURDUĞU RENKLI HACIMLER ŞEKLINDE DÜZENLENMIŞ. Yapıyı kimsesiz, ailesi tarafından terk edilmiş ya da ailesinin bakamadığı HIV pozitif çocuklar için bir yuva olarak tasarladık. Bu yüzden çocukların burada büyürken esas ihtiyaç duyduğu şey aile evi hissinin, neşeli bir mekanın yaratılmasıydı. Öte yandan yılın büyük kısmının çok sıcak geçtiği bir yerde, projenin iklimsel koşullara uyum sağlaması ise diğer bir gereklilikti.

CASA RANA

made ın earth

Strüktürü iki büyük beton plakadan oluşuyor: zemin ve çatı. Zemini, sel baskınından korunmak için yükselttik. Çatı ve zemin arasındaysa beş adet renkli hacim yerleşti: yatakhane, banyolar, mutfak, ortak

alanlar ve koridorlar. Doğal havalandırmayı sağlamak için hacimler hakim rüzgara göre yerleştirildi. Çatıdan çıkan tavan penceresi, havalandırma bacaları diğer renkli hacimlerle birlikte yuvanın genel görüntüsünün yapı oyuncaklarını anımsatmasını sağlıyor. İç ve dış mekan arasındaki geçiş alanlarında gölge yaratması adına binanın çeperinden devam eden bir bambu perde tasarladık. Strüktür, yapım süreci daha hızlı ilerleyeceği ve koşullara daha kolay uyum sağlayacağı için betondan inşa edildi. Duvarlar iyi bir yalıtım da sağlayan el yapımı tuğlalardan örüldü. Yerel tuğla üreticileri ve işçilerle çalıştık. Duvarın su yalıtımıysa geleneksel bir teknik olan kırılmış tuğla, kum, su, çimento, ve yerel bir bitki tohumunun fermantasyonundan gelen bir sıvı karışımıyla yapıldı.


bu sayfada solda: Bambu perde ve çatı penceresi altta: İç mekan kullanımından bir kesit en altta: Yapıya genel bakış

YAPI - YUVA - THIRUVANNAMALAI

karşı sayfada Yapıya bakış

53 XXI - KASIM 2015


made ın earth Kar amacı gütmeyen bir örgüt olan Made In Earth, gelişmekte olan ülkelerde diğer kuruluşlarla birleşerek beşeri projeler uyguluyor. Ev, okul, kamusal yapılar, ve mülteciler için geçici barınaklar tasarlıyorlar. Geleneksel tekniklerin kullanımına, yalın olmaya ve çalıştıkları bölgedeki kaynakların kullanıma önem veriyorlar. konum: Tamil Nadu, Hindistan alan: 400 m2 bitiş tarihi: 2013 tasarım ekibi: Giancarlo Artese, Sebastiano Gorini, Diego Lama mimari ekip: Giancarlo Artese, Angelo Catani, Ada Catapano, Marta Cosenza, Maria Letizia Gaeta, Sebastiano Gorini, Diego Lama, Alice Palmieri, Alessandro Turchi işbirlikçi: Cristina De Gennaro, Adriana Raguso danışman: Livio de Santoli - Energia & Ambiente

KASIM 2015 - XXI 54

YAPI - YUVA - THIRUVANNAMALAI

zemin kat planı

çatı planı

doğu kesiti



WAREHOUSE

SIMES CONCRETE ayrıca ısı dağılımı için de iyi bir altyapı oluşturuyor. Taş duvarların içine gömülmek için uygun bir ürün olmasının dışında beton veya alçıpan gibi düz zeminlerde, farklı bir kasa sistemi ile sıva üstü kullanım için de ideal. Ham haliyle bırakılan pürüzlü yüzeyi sayesinde, uygulanan mekanda oldukça yalın bir karakter çiziyor ve dış mekan ile uyum sağlıyor. Form itibariyle oldukça sade olan Concrete serisi tamamen üstün performanslı LED teknolojisi ile donatıldı. LED'in armatürün içindeki pozisyonu sayesinde de yumuşak ve rahat bir ışık elde ediliyor. www.tepta.com

KASIM 2015 - XXI 56

SEKTÖR HABERLERİ

Türkiye'de temsilciliğini Tepta'nın yaptığı Simes, yeni Concrete ürün grubunu kullanıcılarının beğenisine sundu. IP65 koruması ile dış ortamlar için ideal bir çözüm olan seri duvar için sıva üstü aplik, duvara gömme aplik, uplight ve bollarddan oluşuyor. Concrete, basit bir form tarafından kuvvetli bir duygusal etki yaratan, dokunulamayan ışık efekti ile katı beton yapının saf gücü arasındaki zıtlıktan ortaya çıkmış bir seri. Beton içine eklenen özel alaşımlı sentetik elyaflar sayesinde daha güçlü bir mekanik yapıya kavuşan beton dış yüzey altında, aşınmaya karşı korumalı özel bir alüminyum kasa bulunuyor. Bu kasa

İZOCAM CAMYÜNÜ ÇATI ŞİLTESİ VE RULOPAN Isı iletkenlik değerlerine göre üç ayrı özellikte üretilen İzocam Camyünü Çatı Şiltesi, kullanılmayan çatı aralarında döşeme üzerinde, kullanılan çatı aralarında mertek aralarında, üzerine yük gelmeyen yatay uygulamalarda, metal ve sandviç çatılarda kullanılıyor. Şilteler, kullanılmayan çatı arası ısı yalıtımında döşemeye serilerek uygulanıyor. Camyünü Çatı Şiltesi hafif olduğu için çatıya kolaylıkla çıkartılıyor ve kolaylıkla kesilerek uygulanabiliyor. Uygulama sırasında yırtılmayan ve fire vermeyen ürün, tüm çatılara uyum sağlıyor. Oldukça hafif malzeme ile üretilen çatı arasına serilen camyünü ürünlerinden olan Rulopan çatıya kolayca taşınıp kesilebiliyor. Her türlü

ahşap ve metal çatıda da kullanılabildiği için uygulanmama riski ortadan kalkıyor. Uygulama sırasında ziyan olmuyor. Her iki yüzeyinin camtülüyle kaplı olması, elyaf yapısı ve elastik olması nedeniyle boşluklara rahatlıkla yerleştiriliyor ve uzun yıllar özelliğini kaybetmeden kullanılabiliyor. Isınan havanın dışarı çıkmasını önleyen ürün, ısı yalıtımının yanı sıra çatıda yangın güvenliği ve ses yalıtımı da sağlıyor. İzocam Camyünü Çatı Şiltesi veya Rulopan ile kaplanan çatılar kışın ısı kayıplarını yazın ise ısı kazançlarını düşürerek yakıt sarfiyatını önemli ölçüde azaltıyor. www.izocam.com.tr

Villeroy&Boch’un yeni porselen seramik karo serisi Warehouse dökme betonu andıran tasarımı ve eskitilmiş görünümlü dekorları ile dikkat çekiyor. 7,5x7,5 cm mozaiklerden 60x120 cm dikdörtgen karolara kadar farklı ölçülerde sunuluyor. Serinin en göze çarpan ürünü üç farklı tonda sunulan ve eskitilmiş hissi veren tasarımı ile tarihi Mettlach karoları andıran 60x120 cm dekorları. Warehouse’un içerdiği krem, gri ve antrasit tonlar hem kamusal hem de özel alanlarda tercih ediliyor. Warehouse, yüksek kaliteli vilbostone porselen seramiği, yalın beton görünümü ve orijinal tasarımı

ustalıkla birleştiriyor. Ana karolar krem, gri ve antrasit renklerinde, 30x60 cm, 60x60 cm formatlarında R9 ve R10/B kaymazlık özelliği ile, 60x120 cm karolar ise R9 kaymazlık özelliği ile sunuluyor. 30x30 bantlarla sunulan 7,5x7,5 cm mozaikler tüm kamusal alanlar, ofisler, sağlık kuruluşları ile spalar, duşlar ve tüm ıslak zeminler için ideal. Tuğla gibi şekille döşendiğinde 30x60 cm çubuk mozaikler daha esnek tasarım imkanları sağlıyor. 30x120 cm boyutundaki basamak karoları ise zemin karolarını tamamlıyor. www.villeroy-boch.com



ALLEGRO İtalya'nın vitrifiye, seramik ve hi-tech ürünleriyle ödül alan tasarımcısı Emanuele Pangrazi tarafından tasarlanan Allegro, sahip olduğu yalın form ile dikkat çekiyor. Isvea'nın modern ve inovatif tasarım anlayışıyla hayata geçirilen Allegro lavabolar, yuvarlak ve dikdörtgen şekilleriyle kullanıcıların beğenisine sunuluyor.

Allegro lavabonun derin tasarımı, rahat ve kullanışlı olmasını sağlıyor. Lavabo ile benzer formda tasarlanmış olan Allegro asma klozet ve asma bidesinin birbiriyle uyumu banyolara konforlu ve işlevsel çözümler getiriyor. www.isveabagno.it

SOMFY KIŞ BAHÇESİ ÇÖZÜMLERİ

KASIM 2015 - XXI 58

SEKTÖR HABERLERİ

Somfy, kış bahçelerini yenilemek isteyenlere tavan perdeleri, panjurlar, ayarlanabilir gölgelikler ve storları motorlu sistemler haline getirerek kablosuz çözümler sunuyor. Böylece çatı ya da tavan perdeleri gibi erişilemeyen donanımlar uzaktan kumandanın tek tuşu ile kolaylıkla kontrol edilebilir hale geliyor. Motorla donatılan panjurlar pencerelerin güvenliğini artırıyor. Ayrıca tüm bu öğeler birlikte kontrol edilebilecek şekilde merkezileştirilebiliyor. Bir bilgisayar, tablet ya da akıllı telefondan da kolayca yönetilebiliyor. Somfy'nin

çözümleri ışık, sıcaklık ve güvenlik yönetimini optimize ederek kış bahçesinin azami ölçüde kullanımasına yardımcı oluyor. Aydınlatma veya ısıtma gibi diğer bağlantılı donanımlar kombine edilerek senaryolar oluşturulabiliyor ve programlanabiliyor. Somfy’nin güneş sensörü de ihtiyaca göre gölgeliklerin açılıp kapanmasını kontrol ediyor. Tahoma kurulumu ile kış bahçesi, gereksinimlere uyum sağlayan bağlantılı bir oda haline geliyor. www.somfy.com.tr

NURUS "OFİSTE DUYGUSAL ZEKA" KONSEPTİNİ TANITTI

ısola alava

Çalışma alanlarında artan duygusal zeka (EQ) ihtiyacına dikkat çeken Nurus, daha mutlu ve daha verimli ofisler için çalışanları yaratıcılık, empati, pozitif enerji ve sinerji konularında tetikleyecek, motivasyonlarını artıracak bir ortamın oluşturulması fikrinden yola çıkarak yarattığı "Ofiste Duygusal Zeka" konseptini tanıttı. Nurus Yönetim Kurulu Başkanı Güran Gökyay, Nurus Yönetim Kurulu Üyesi ve Nurus Design Lab Kurucu Yöneticisi Renan Gökyay ve

Nurus CEO'su Dinçer Sinici ev sahipliğinde gerçekleşen tanıtıma, lansman ürünlerinin tasarımcıları Martin Ballendat ve Stefan Brodbeck de katıldı. Stefan Brodbeck tasarımı Alava koltuk ve Ashbury Yönetici Serisi ile Nurus D Lab tarafından tasarlanan çalışma sistemi Isola ve Martin Ballendat tasarımı Uneo koltuk lansmanda yer alan ürünlerdi. www.nurus.com



DURAVIT'TEN KOMPAKT BANYO TASARIMLARI Duravit'in kompakt banyo tasarımları küçük misafir banyo ve tuvaletlerini büyük banyo kullanım alanları haline getiriyor. P3 Comfort serisinin 450 mm uzunluğundaki lavabosu yerden önemli miktarda tasarruf sağlıyor. Vero ve 2nd Floor serisindeki gibi dikdörten biçimler küçük odalar için uygun çözümler sunuyor. Architec serisinin çapraz lavabosu farklı geometrisi ile misafir tuvaletleri için klasik bir tercih. Birçok Duravit serisi,

480-485 mm ölçülerindeki alana uyum sağlayan ve duvara monte edilen klozet modelleri içeriyor. OpenSpace B duş kabinleri, kullanım sonrasında kolayca katlanması sayesinde banyoda hareket alanını artırıyor. Uzun boy dolapları ve çok yönlü mobilya yelpazesi ile L-Cube serisi ise duvarlardan faydalanarak banyoları genişletmeye yardımcı oluyor.

archıtec

p3 comforts

www.duravit.com.tr

KASIM 2015 - XXI 60

SEKTÖR HABERLERİ

ALTIN ÖRÜMCEK'TEN KALE'YE ÜÇ ÖDÜL Kale, bu yıl 13.'sü düzenlenen "Altın Örümcek Web Ödülleri"nde, her kullanıcının kendi banyosunu tasarlayabildiği Kale360.com ve Kale.com.tr web sitesi ile üç ödül birden kazandı. İnternetin Oscar’ı olarak da adlandırılan Altın Örümcek’te finale kalan Kale360.com, "En İyi Web Sitesi" seçilerek büyük ödüle layık görülürken, Perakendecilik/ Mağazacılık kategorisinde de birincilik ödülünün sahibi oldu. Aynı kategoride ikincilik ödülünü ise Kale Yapı Ürünleri Grubu'nun seçkin ürünlerinin yaratıcı tasarımlarla sunulduğu web sitesi Kale.com.tr aldı. www.kale.com.tr

ICE&SMOKE Vitra'nın Ice&Smoke porselen karo serisi, buz ve duman renklerinin oluşturduğu doğal görünümü ve geometrik desenleriyle ferah bir mekan yaratmaya olanak sağlıyor. Parlak ve mat yüzeyli ürünlerden oluşan seri, buz ve duman gri renk seçenekleriyle sunuluyor. Ice&Smoke, özellikle ıslak zeminlerde kayma tehlikesine karşı güvenli bir döşeme çözümü olarak tercih ediliyor. Seri, 60x120, 60x60 ve 20x120 olmak üzere üç boyutta

üretiliyor. Geometrik dekorlarıyla dikkat çeken Vitra Ice&Smoke Mat serisindeki kaydırmaz özelliğe sahip ürünler, iç mekanın yanı sıra kırılma ve bükülme dayanıklılığı sayesinde yoğun trafikli alanlarda kullanılabiliyor. Buz ve duman gri renklerindeki seri, 80x80, 60x60, 40x80 ve 10x80 olmak üzere dört boyutta sunuluyor. www.vitra.com.tr

ASPEN BAKUBUILD'DEN ÖDÜLLE DÖNDÜ Yapı sektörünün önemli fuarlarından BakuBuild 2015, Aspen'in katılımıyla 21-24 Ekim tarihleri arasında Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de gerçekleşti. Bakü Fuar Merkezi'nde düzenlenen organizasyona 30 ülkeden 535 firma katıldı. Yapı sektöründeki güncel malzeme, ürün ve sistemlerin

sergilendiği fuarda Aspen'in standı ziyaretçilerin yoğun ilgisi ile karşılandı. Oğuz Bayazıt Mimarlık'tan Susanne Boss ve Atıl Beçin tarafından tasarlanan Aspen standı "En Çok İlgi Gören Stant" ödülünü almaya hak kazandı. www.aspen.com.tr



UYGULAMA - ZEMİN VE YÜKSELTİLMİŞ DÖŞEME - İSTANBUL KASIM 2015 - XXI 62

fotoğraflar: Gürkan Akay

Zemini İzleyen Geometri UNIGEN YAPI MALZEMELERİ, MARKAFONİ GENEL MERKEZ OFİSİ'NİN ZEMİNLERİNDE ÜÇ FARKLI MARKASIYLA YER ALDI. Maslak'ta bulunan Markafoni Genel Merkez Ofisi'nin zemin kaplamalarında UNIGEN YAPI Malzemeleri tarafından uygulanan modulyss® karo halı, DECORIA alternatif görünümlü PVC ve ONTO marka yükseltilmiş döşeme sistemleri tercih edildi. modulyss® karo halıların tercih edilmesindeki en büyük etkenlerden biri, sahip olduğu GUT, BRE, Green Label Plus sertifikaları. İpliklerinin balık ağları ve pet şişelerden faydalanılarak üretilmesi ürünün çevre dostu olmasını bir kez daha vurguluyor. modulyss® karo halıların tercih sebeplerinden bir

diğeri ise, antistatik ve antibakteriyel olmaları dolayısıyla ofis ortamlarındaki hava kalitesini artırmaları. "Ribbon" (kurdele) kurgusundan yola çıkılarak tasarlanan projede, modulyss® karo halılardan FIRST serisinin üç rengi tercih edildi ve zeminde geometrik desenler kullanılarak uygulandı. Projede, genel mekanların yerleşim planında esneklik sağlamak amacıyla ONTO yükseltilmiş döşeme sistemlerine yer verildi. Tesisatları yükseltilmiş döşeme sistemlerinin altından geçirmek müdahale kolaylığı sağlayarak yerleşim planında serbestlik kazandırıyor. Bu sebeple yeni teknolojilerle donatılmış, modern ofislerde yükseltilmiş döşeme sistemleri uygulanıyor.

Markafoni Genel Merkez Ofisi'nin mutfak alanında sıcak bir ortam yaratmak amacıyla DECORIA, 5 mm alternatif görünümlü PVC zemin kaplaması kullanıldı. Aynı zamanda hijyenik olması ve kolay temizlik imkanı sunması nedeniyle DECORIA karo PVC zemin kaplaması ideal bir çözüm oluşturdu. Ses akustiğini de sağlayan alternatif görünümlü PVC zemin kaplaması, 0,70 mm aşınma tabakası ile yoğun trafiğe uygunluk ve uzun süre kullanım avantajı sağlıyor.

iç mimari ve proje uygulama: Habif Mimarlık proje tarihi: 2015 kullanılan ürünler: modulyss® karo halılar FIRST serisi, DECORIA alternatif görünümlü şerit PVC, ONTO Yükseltilmiş Döşeme Sistemleri



UYGULAMA - TAVAN VE AYDINLATMA - TURNHOUT KASIM 2015 - XXI 64

mimari tasarım: LV architecten ve L1 interieurarchitectuur, Belçika proje tarihi: 2015 kullanılan ürünler: Doğrusal tavan aydınlatma kombinasyonunun içerdiği ürünler; - POLYLAM® dikey lameller genişlik: 50 mm, uzunluk: 300 - 3,050 mm, yükseklik: 150 mm; beyaz RAL 9010 toz boya kaplamalı; perforesiz veya RV-L6 perforeli; siyah akustik şilte ile astarlanmış [yaklaşık 1,600 metretül] - PUNTEO®-S LED'li noktalar her biri 10 kare reflektörlü [20x20 mm]; ışık rengi: 4000 K; DALI kısılabilir [toplam 2,200 LED noktası]; POLYLAM® dikey lamellere entegre edilmiş [yaklaşık 270 metretül] Tavan-aydınlatma kombinasyonunun içerdiği ürünler; - TOMEO-R® tavan elemanları Ø 900 mm, 1,200 mm ölçülerinde; RD-L30 perforeli ve siyah akustik şilte ile astarlanmış; kablolar ile asılmış; beyaz RAL 9010 toz boya kaplı [toplam 13 adet] - LUMEO-R® LED asılı ışık Ø 600 mm, 900 mm; Kablolar ile asılmış; anodize edilmiş alüminyum; ışık rengi 4000 K; DALI kısılabilir [toplam 9 adet]

fotoğraflar: Liesbet Goetschalckx

Doğrusallığı Vurgulayan Noktalar BELÇİKA'DA YER ALAN VANHOUT.PRO OFİS BİNASI, DURLUM'UN TAVAN VE AYDINLATMA ÇÖZÜMLERİYLE ŞEKİLLENDİ. Mevcut şirket binası esas alınarak, Belçika Turnhout’daki vanhout.pro binasının iç mekan tasarımı için LV architecten ve L1 interieurarchitectuur firmalarından mimarlar yeni, modern ve en önemlisi enerji tasarruflu bir bina kompleksi tasarladılar. Düz çizgiler, geniş pencereler ve açık plan odalar, durlum tarafından tasarlanan işlevsel tavanlar ve LED entegreli aydınlatma çözümlerini kullanan mimarlar tarafından ustalıkla tamamlanan konsepti tanımlıyor. Enerji tüketimi ve mimari prospektifi

nedeniyle, sürdürülebilir çalışma alanları için akustik ve görsel çerçeve koşullarını sağlarken beton tavanın termal aktivasyonunu görünür tutmak önemliydi. durlum’un akıllı tavanaydınlatma kombinasyonu, beton tavanın ısıtma ve soğutma kapasitesi açısından etkilemeden uygulanmasına olanak sağladı. Çalışanların çalışma alanları üzerinde bir yelken gibi dalgalanan tasarım elemanı olarak toplam 1,6 kilometre uzunluğunda POLYLAM® dikey lamel kullanıldı. Ayrıca, lamellar perfore edilip akustik şilte ile astarlanarak hoş bir akustik oda ambiyansına katkı sağlandı. PUNTEO®-S LED modülleri her biri modern alanlar için aydınlatma sağlayan 10 kare reflektör ile akustik tavana monte

edildi ve tavanın doğrusal karakteri vurgulandı. LED aydınlatma noktaları ile beraber harekete duyarlı akıllı ışık kontrolü düşük enerji tüketimini destekliyor. durlum’un dairesel tavan ve aydınlatma ürünleri çelişkili olsa da firmanın merkez ofisinde aynı zamanda toplantı odası olarak da kullanılan kafeteryaya uyum sağlıyor. Hemen göze çarpmayan toz boya kaplı beyaz TOMEO®-R akustik ürünleri, sadece 60 mm yüksekliğinde olan LED ile aydınlatılmış yüzey LUMEO®-R için en uygun tamamlayıcı. Akustik şilte ile astarlanmış perforeli tavan elemanlarının etkili ses emilimi sayesinde, bu odalarda gürültü seviyesi azalıyor.



ACO Çatı drenajında sunduğu konvansiyonel drenaj sistemlerinin yanı sıra ACO, sifonik drenaj sistemleri ile de güvenilir çözümler sunuyor. Son yıllarda artan ani yağışlar, çatı drenaj sistemlerinde daha dikkatli planlama yapılmasını zorunlu kılıyor. Drenaj sistemlerinin önde gelen çözüm üreticilerinden ACO'nun sifonik drenaj sistemleri, paslanmaz çelik veya döküm süzgeçlerin içerisine konulabilen yangın dayanımlı soketleri sayesinde güvenli çatılar yaratıyor.

KASIM 2015 - XXI 66

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

Sifonik drenaj sistemlerinin uygulanabilmesi için gerekli şartlar sağlandığında, konvansiyonel drenaj sistemlerine göre daha az süzgeç ve daha az düşük çaplı boru kullanımı gibi avantajları bulunuyor. Ayrıca yataydaki borulara eğim vermek gerekmediğinden büyük alanlarda hacim ve yer avantajı sağlayarak daha verimli alan kullanımı sağlıyor. Dayanıklı ve uzun ömürlü sistem bileşenlerine sahip ACO ürünlerindeki çelik borularla montaj daha kolay ve hızlı gerçekleştirilebiliyor. Çelik borulama daha güvenli ve hijyenik kullanım sağlıyor. www.aco.com.tr • Aldi Supermarket, Mülheim/Almanya • Bosch Test Merkezi, Reutlingen/ Almanya • O2 Arena, Berlin/Almanya • Porsche Müzesi, Stuttgart/Almanya • Rudolf Harbig Stadyumu, Dresden/ Almanya • Siemens, Duisburg/Almanya



BAUMIT Daha uzun ömürlü ve sağlıklı cepheler için ısı yalıtım sistemleri üreten Baumit, bu sistemler ile uyumlu hazır dekoratif kaplamaları ve dış cephe boyaları ile birbirini tamamlayan ürünler sunuyor. Baumit’in yangın yönetmeliğine uygun ETAG 004 belgeleriyle CE belgeli olarak piyasaya sunduğu Pro ve Star ısı yalıtım sistemleri, projenin ihtiyacına göre hem EPS hem de taş yünü plakalarla oluşturulabiliyor. Sistem ömrü 15 yıldan 30 yıla kadar garantileniyor.

KASIM 2015 - XXI 68

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

Baumit, Türkiye’de üretimine başladığı StarColor ve ProColor boyaları ile projelere dış cepheler için renk, fiyat ve lojistik avantajı sunuyor. Silikon esaslı StarColor ve akrilik esaslı ProColor cephe boyaları, örtücülüğü ve uzun ömürlülüğü geliştirilmiş; yüksek kaliteli, performansları artırılmış ürünler olarak mevcut sıvalı sistemler üzerine veya ısı yalıtım sistemlerinde son kat dekoratif kaplama üzerinde kullanılabiliyor. Konutlara alternatif renk ve doku seçenekleri ile farklılaşma şansı sunan Baumit Hazır Dekoratif Kaplamalar, hem kolay hem de pratik uygulaması sayesinde zamandan ve işçilikten tasarruf sağlıyor. Dış cephe yalıtım sistemleri ile uyumlu olan Hazır Dekoratif Kaplama ürünleri, yüksek kaliteli pigmentlere sahip canlı renkleri ile ilk günkü parlaklığını uzun yıllar muhafaza edebiliyor.

avrupa konutları ıspartakule

avrupa konutları atakent

yıldız resıdence

Avrupa’nın dış cepheler için en zengin renk sistemi olan Baumit Life®’ın sunduğu 888 renk alternatifi, dış cephe boyalarında ve dekoratif kaplama ürünlerinde çok çeşitli ve kişisel renk kullanımına imkan veriyor. www.baumit.com.tr • Ağaoğlu My Europe • Ağaoğlu My Home Maslak • Avrupa Konutları Atakent 2-3 • Avrupa Konutları Ispartakule 1-2-3 • Tema İstanbul

ağaoğlu my europe



BTM

KASIM 2015 - XXI 70

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

BTM'nin, su yalıtımıyla birlikte toprak katmanına kadar komple çözüm sunduğu Beylikdüzü Newista konut projesi yakın zamanda "yüzer sistem" olarak uygulanan bahçe çatı örnekleri arasında yer alıyor. Alt katı tamamen ticari amaçlı olarak kullanılan yapıda, üstte yükselen iki blok arasındaki tüm alan rekreasyon ve peyzaj alanı olarak tasarlandı. Peyzaj projesinde; sert zemin olan yürüyüş ve gezi yolları ile bitkilendirme yapılacak yüzeyler arasında son derece amorf ve eğrisel sınırlar bulunuyor. Aynı şekilde dik inişli süzgeçlerin yerlerinin de yeşil alanlara denk gelmediği noktalar mevcuttu. Bu yüzden fazla suyun tahliyesi hem statik açıdan hem de sistemin devir daimi açısından projenin yüzer sistem olarak çözülmesinde önemli bir kriter oldu. Tüm alan yeşil çatı mantığı ile tasarlanarak toprak altındaki suyun tahliyesi tüm yüzey altından uygun noktalardaki süzgeçlere yönlendirildi. Teras yalıtımında bitki köklerine dayanıklı EN 13948/FLL sertifikalı BTM Botanik serisi membranlar tercih edildi. Yalıtım üzerinde sırasıyla BTM Polpan XPS ısı yalıtım levhası, BTM Optigreen yeşil çatı ürün grubundan buhar geçirgenliği yüksek ayırıcı tabaka, 25 mm'lik çift kademeli drenaj levhaları ve sistem filtresi tüm yüzeylerde parapetlerde dönülecek şekilde serildi. Bitkilendirme ile sert zemini ayıracak beton parapet ve bordür yüzeylerde bu malzeme üzerinde sınırları oluşturacak şekilde projesine uygun bölümlendirilmiş olup hem sert zemin altında hem de toprak altı alanlarda fazla suyun en yakın noktadan tahliyesi sağlandı. Sıklıkla sert zemin ayrı, yeşil çatı ayrı tasarlanarak en uygun çözüm sağlansa da bu projede olduğu gibi peyzaj tasarımını zorlayıcı ve hareketli alanlara sahip teras çalışmalarında "yüzer sistem bahçe çatılar" uygulamanın sağlıklı çalışması ve yeşil çatı sisteminin devir daimi açısından tercih ediliyor. www.btm.co



ÇUHADAROĞLU Güneş ışığının maksimum oranda iç mekana girmesini sağlayan SL 45 HS kaldır sür ısı yalıtımlı doğrama sistemi, sağladığı yüksek performans değerleri ile tasarımcıların taleplerini karşılıyor. 45 mm profil derinliği, dış ortamla görsel temasın en üst seviyeye çıkarılmasını sağlıyor. SL 45 HS, vidasız aksesuar montajı ve cam çıtalı kanat profilleri ile düşük işçilik ve montaj maliyeti sunuyor. Ayrıca polyamid ray seçeneği sayesinde konvansiyonel sistemlere kıyasla sessiz bir çalışma elde ediliyor.

KASIM 2015 - XXI 72

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

2 mm'ye varan alüminyum profil et kanlığına sahip sistemin derinliği 45 mm. Yüksek performans ve yeni tasarım EPDM hava, su ve toz fitilleri; tüm RAL renklerinde ve eloksal seçeneklerinde QUALANOD ve QUALICOAT belgeli profil üretimi, ahşap görünümlü profil seçeneği sistemin özelliklerinden birkaçı. SL 45 HS, tüm seçim ve sipariş sürecini kolaylaştıran statik ve ısı diyagramları, vida atmayı gerektirmeyen aksesuar montajı gibi özelliklere de sahip. 45 veya 90 derece kasa, 80 kg veya 200 kg kanat ağırlık seçenekleri de sunan sistem, cam çıtası ile kolaylıkla cama monte edilebiliyor.

brandıum alışveriş ve yaşam merkezi

Paslanmaz veya yüksek mukavemetli polyamid ray seçeneğine sahip ürün, tek profil ile damlalık, sineklik ray ve kondens profili işlevlerini sağlıyor. Düşey ve üst yataylarda artırılabilir kilitleme seçenekleri sunan SL 45 HS, performans testlerinden başarı ile geçmiş bir ürün. www.cuhadaroglu.com • Brandium Ataşehir Alışveriş ve Yaşam Merkezi, İstanbul • Endülüs Park, Bursa • Enpark, Ankara

enpark



JANSEN Jansen VISS TVS Cephe sistemleri, standart düşey uygulamaların yanı sıra yatay uygulamalarda da çeliğin gücü ve avantajlarını gösterir. Jansenin ince cephe profilleriyle büyük cam çatılar rahatlıkla yaratılabilir. TVS sızdırmazlık prensibi, ışıklık uygulamaları için optimize edilmiştir ve sorunsuz olarak VISS TVS cephelerle kombine edilebilir. Böylelikle taşıyıcı konstrüksiyon rahatlıkla düşeyden yataya taşınabilir.

KASIM 2015 - XXI 74

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

www.jansen.com/turkey

hotel magyar kıraly, budapeşte/macaristan



KASIM 2015 - XXI 76

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

KALEBODUR Kalebodur'un sunduğu dünyanın en ince, büyük boyutlu ve tek esneyebilen porselen karosu Kalesinterflex mimari tasarımlara yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Fotokatalitik, antigrafiti ve antibakteriyel özel yüzeye sahip Kalesinterflex, yeni fikirlerin uygulanmasına ve modern yaşam alanları yaratılmasına imkan sağlıyor. Doğanın büyüleyici taş dokuları, mimarların vazgeçemedikleri çimento yüzey efektiyle Kalesinterflex C-Stone serisinde hayat buluyor ve başta cephe uygulamaları olmak üzere büyük ebat kullanımının artı değer kattığı projelere avantaj sağlıyor. Güçlü tipolojisi ile öne çıkan C-Stone, dayanıklı full body porselen yapısı, üstün yüzey dayanımı ve zengin renk çeşitleriyle hem uzun ömürlü ve kullanışlı hem de modern bir seri oluşturuyor. Sadece 7 kg/m2 ağırlığındaki Kalesinterflex C-Stone serisi binaya binen yükleri azaltırken 1000x3000x3 mm ebatıyla dış cephelerde bütünsel bir görünüm yakalama fırsatı veriyor. Antigrafiti, antibakteriyel ve fotokatalitik özelliği ile dış cephede kendi kendini yağmur ve güneş ışığıyla temizleyen seri dış cephe temizlik masraflarını da minimuma indirgiyor. Üstün özellikleriyle günümüzün en çok tercih edilen dış cephe malzemelerinden olan Kalesinterflex çevreye duyarlı bir teknolojiyle üretiliyor ve geleneksel üretim teknolojilerine göre %60-70 daha az enerji, hammadde ve su tasarrufu sağlıyor.

zorlu center - emre arolat mimarlık

www.kale.com.tr • Adliye Sarayı, Kayseri (Ven Mimarlık) • Adliye Sarayı, Kırşehir (Sütiçen Mimarlık) • Avrupa Konutları Acıbadem Hastanesi (Arta Mimarlık) • Barcelona Metro İstasyonu, Barcelona • Carrefour AVM Bahçelievler, İstanbul (Era Mimarlık) • Darüşşafaka ve Hacıosman Metro İstasyonları (Yüksel Proje) • İTOB Menderes, İzmir (Pao Mimarlık) • Misia Konutları, Bursa (Emre Arolat Mimarlık) • Ramada Plaza (M Office) • Swiss Otel Grand Efes Otel, İzmir (Nida İnşaat) • TOKİ İncek Konutları (Nazan Sağlam Mimarlık) • Zorlu Center, İstanbul (Emre Arolat Mimarlık)

avrupa konutları acıbadem hastanesi - arta mimarlık

itob menderes - pao mimarlık



KASSO MÜHENDİSLİK

KASIM 2015 - XXI 78

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

Ağustos ayında sektördeki 35. yılını kutlayan Kasso Mühendislik, tamamı Türkiye’de üretilen metal işleme ve çelik konstrüksiyon konusunda en geniş ürün gamı ile mimari ve tasarıma özgünlük kazandıran genişletilmiş, perfore ve özel desen kesimli metal paneller ile projelerde ikincil cephe, güneş kontrol panelleri, asma tavan, korkuluk, klima muhafazası gibi birçok uygulama alanı bulmaya devam ediyor. İşlevselliğinin yanında estetik görünümü ile ikincil cephe uygulamalarında enerji kayıplarını en aza indiren bir kabuk oluşturuyor. Büyük ebatlarda uygulama imkanı ile metal işleme tekniklerinin avantajını bir araya getiren sistem, derz miktarını minimuma indirgemesi ile cephede ve asma tavanlarda bütüncül bir görüntü sunuyor. TSE ve ISO belgelerinin güvencesiyle üretilen Kasso paneller, taşıma ve montaj kolaylığı sağlıyor. Hareketli ve sabit olarak üretilebilen cephe panelleri ile birlikte uygulanan yürüme yolları dış cephe bakım/temizlik maliyetlerini düşürürken yangın kaçış koridoru oluşturulmasını sağlıyor. Kasso paneller mimari ve endüstri için uzun yıllar dayanıklılığa sahip yüzey kaplama işlemleri ile çeşitlilik sunuyor. Özel ayarlı cephe tutucu ankraj ve hook imalatları ile pek çok projenin cephe kabuklarının altyapısı sağlamlaşıyor. Yapılarda zorunluluk haline gelen sıva arası aderans artırıcı perforeli ve genişletilmiş duvar tutucu aksesuarlar, çatılarda ve cephelerde rollform trapez olarak kullanılan rulo işlenen akustik paneller ile Kasso yine sektörün öncülerinden. BREEAM ve LEED sertifikalarına uygun üretim yapan firmanın Kasso Türk-Ev/Oba projesi, firmaya ödül kazandıran projeler arasında. Metal kabuklar, getirdigi tüm bu avantajlar ile birçok önemli ödüllü yurtiçi ve uluslararası projede tercih edilen bir ürün olarak öne çıkıyor.

mekke saat kulesi

bağ pastanesi

raif dinçkök kültür merkezi

rönesans tower

süleyman şah üniversitesi

izmir adnan menderes havalimanı

www.kasso.com.tr • Abdullah Gül Üniversitesi • Babylon Bomonti • Bakü Kongre Merkezi • Bulvar 216 AVM • Casa Mobilya • Ford Otosan Ar-Ge Merkezi • Mermerler Plaza • Piri Reis Üniversitesi • Rixos Eskişehir • YKB Bankacılık Üssü

selçuk ecza genel müdürlük



MITSUBISHI PLASTICS EURO ASIA / ALPOLIC Mitsubishi Plastics'in yüksek teknolojisi ile ürettiği özel mineral dolgulu, zor alevlenici Alpolic/fr ve yüksek yangın dayanımlı, zor yanıcı Alpolic A2 alüminyum kompozit paneller, pürüzsüz yüzey, sağlamlık ve esneklik özelliklerini bir arada sunuyor.

KASIM 2015 - XXI 80

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

Türkiye'de markalaşmış pek çok yapının cephesinde görülebilen Alpolic A2, otel, rezidans, havalimanı, AVM, hastane ve yurt gibi yoğun sirkülasyonlu yapılarda mimarların ilk tercihleri arasında yer alıyor. Exova Warringtonfire Center'da gerçekleştirilen testlerde Alpolic A2, EN-13501-1:2007 standardında A2, s1 - d0 sınıfında yer alıyor. Alpolic A2, tüm Alpolic serilerinde bulunan standart özellikleri taşırken solid, metalik, simli ve prizmatik renk serileri ile Naturart grubundaki taş, ahşap, metal ve soyut serilerinde de üretiliyor. Alpolic, projeye özel renk ve doku üretimindeki esneme ve perfore gerektiren detayları işlemedeki kusursuzluğuyla cepheye mimarının imzasını taşıyor. Üretiminde endüstriyel boyama teknolojisinin öncüsü LUMIFLON bazlı florokarbon boya teknolojisi kullanıldığından, tüm Alpolic serileri renk ve parlaklığını 20 yıla kadar koruyan cepheler vaat ediyor. Zorlu dış koşullar için paslanmaz çelik, sağlamlığın yanında korozyona dayanım ve hafiflik sağlayan titanyum, Alpolic'in özgün seçenekleri arasında yer alıyor. Titanyum güneş ışığını farklı tonlarda yansıttığından dünyada çok boyutlu, eğimli ya da prizmatik cepheleri olan ikonik yapılarda sıklıkla kullanılıyor. Bakır ve çinko kaplamalı parsellerde zaman içinde cephede doğal patine etkisi yaratıyor. Alpolic paneller, gerek üretimindeki geri dönüşmüş içeriğin, gerekse dönüşebilme oranının artırılmasıyla pek çok rakibine kıyasla daha az çevresel etkiye sahip olup yıllarca bakım gerektirmiyor.

apartman 18

lapis han, istanbul

mesa kartall

şişli marrıott hotel

buyaka avm, istanbul

adana sheraton oteli

www.alpolic.com • Bakü Kongre Merkezi, Bakü/Azerbaycan • Çiftçi Towers, İstanbul • Emaar Square, İstanbul • Mistral Tower, İzmir • Promesa Tower, İstanbul • Skyland, İstanbul • Vadistanbul Bulvar, İstanbul • Yalı Ataköy, İstanbul

famıly house, ispanya

rönesansbiz küçükyalı



SARAY ALÜMİNYUM Saray Alüminyum A.Ş. 30 seneyi aşkın deneyimiyle giydirme cephe ve kapı pencere sistemleri, alüminyum kompozit panel, kış bahçeleri, güneş kırıcılar ve solar sistemler gibi mimari uygulamalarla ilgili üretim yapan; boya, kaplama, eloksal, ekstrüzyon, biyet döküm, levha boyama ve kompoze levha üretim tesislerini de bünyesinde bulunduran tam entegre bir kuruluş.

sarphan finans park

avrupa konutları kale

Üretiminin %60'ını Avrupa, Afrika, Orta Doğu ve Asya'ya ihraç etmekte olan Saray; İstanbul Güneşli ve Tekirdağ Çerkezköy' de, toplam 89.000 m2 kapalı alanda üretim yapıyor. Ürünleri ISO 9001, TSE, QUALICOAT, QUOLANOAD, GOST-R, IFT ROSENHEIM kalite belgelerine sahip olan Saray Alüminyum A.Ş. proje ve Ar-Ge departmanlarıyla mimari ofislere ve yapı yatırımcılarına cephe tasarımından, uygulamasına kadar tüm aşamalarda teknik destek veriyor. Ayrıca çok katlı ve nitelikli yapılar için özel cephe çözümleri yapıyor.

• One Tower Rezidans, Ankara • Pulman Otel, İstanbul • Rixos Göcek, Muğla • Sarphan Finans Merkezi, İstanbul • Sultanbeyli AVM, İstanbul • Tem 2 Avrupa Konutları, İstanbul • Tema İstanbul, İstanbul • Teras Tema, İstanbul • Usal Tower, Ankara • Vadi Tepe Kiptaş, İstanbul • Venezia Port, İstanbul

tema istanbul

KASIM 2015 - XXI 82

• REFERANS PROJE - ÇATI VE CEPHE

www.saray.com

one tower

teras tema



KASIM AJANDASI 9 Ekim 2015 7 Ocak 2016

Çözülüş Sergisi

Doğanın kentleşme ve tahrip edilme sürecine karşı direnci

Elgiz Müzesi, Maslak, İstanbul www.elgizmuseum.org

konu edinen Azade Köker, sergisinde mekan odaklı yerleştirmelere yer veriyor.

1 - 7 Kasım

Ecoweek

“Kamusal alanda sürdürülebilirlik” başlığıyla düzenlenen

Selanik, Yunanistan

www.ecoweekorg.wix.com

Marina Bay Sands Oteli, Singapur

www.worldarchitecturefestival.com

Cezayir Toplantı Salonu, Beyoğlu, İstanbul

www.archtheoconference.net

TMMOB Şehir Plancıları Odası Trabzon Şubesi, Ortahisar, Trabzon

www.spoankara.org

İstanbul

www.15.amberplatform.org

Depo ve G-art Galeri, İstanbul

www.depoistanbul.net

Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, MSGSÜ, İstanbul

www.mo.org.tr

İTÜ Mimarlık Fakültesi, Beyoğlu, İstanbul

www.mim.itu.edu.tr

Balıkesir Akademik Odalar Birliği, Balıkesir

www.balikesirkenti2015.com

YEM, Fulya, İstanbul

www.yemetkinlik.com

Saint Agostino Müzesi, Genova, İtalya

www.newgenerationsweb.com

Mimarlar Odası Antalya Şubesi, Muratpaşa, Antalya

www.antmimod.org.tr

etkinlik; iklim değişikliği ve çevre konularındaki farkındalığı artırmayı amaçlıyor. Konuşmaların yer alacağı etkinliğe paralel olarak atölyeler de düzenlenecek.

4 - 6 Kasım

Dünya Mimarlık Festivali

Son 50 yılda mimarlık ve şehirciliğin nasıl değiştiğini ve önümüzdeki yıllarda nasıl değişebileceğini düşünmek için bir fırsat sunan festival; gelecek için tasarlamak, geleceği hayal etmek, kentler ve şehircilik ana konuları üzerinden ilerleyecek.

5 - 7 Kasım

Archtheo’15: 9. Mimarlık Tarihi ve Teorisi Konferansı

Johan Martelius, Bülent Tanju, Arda İnceoğlu ve Tansel Korkmaz’ın konuşmacı olarak yer alacağı etkinlikte mimarlık ve eleştiri ilişkisi konuşulacak.

5 - 8 Kasım

Dünya Şehircilik Günü 39. Kolokyumu

Dünya Şehircilik Günü kapsamında “müdahale, mücadele ve planlama” temasıyla düzenlenen etkinlikte kentsel projeler, konut sorunu, dönüşüm projeleri gibi pek çok konu masaya yatırılacak.

6 - 15 Kasım

Amber’15

Bu yıl, dijitalleşmenin iş ve emek üzerindeki etkisini araştıran Amber’15 sergisi, Laboro Ergo Sum-Çalışıyorum Öyleyse Varım teması doğrultusunda düzenleniyor. Etkinlik İstanbul’un çeşitli mekanlarında sürecek.

6 Kasım - 31 Aralık

Gerçek Olan Güzeldir

Mary Moon’un iki farklı mekanda eşzamanlı olarak gerçekleştireceği sergi, sanatçının şehir manzaralarına dair ürettiği işlerini konu ediniyor.

12 - 13 Kasım

Mimarlık ve Eğitim: Nereye?

İki yılda bir düzenlenen Mimarlık ve Eğitim Kurultayı bu yıl,

KASIM 2015 - XXI 84

AJANDA

kriz ve belirsizlikleri göz önüne alarak mimarlık ve eğitim alanındaki dönüşümü sorguluyor.

16 Kasım

On Future of Cities and Buildings

Londra’daki BüroHappold firmasında misafir konuk olarak çalışmalarını sürdüren Güvenç Topçuoğlu’nun yapacağı sunum, geleceğin şehirlerine ve yapılarına odaklanıyor.

20 - 22 Kasım

Balıkesir Kent Sempozyumu

Yakın zamanda “büyükşehir” statüsü kazanan Balıkesir’in kentsel gelişimine katkıda bulunmak amacıyla düzenlenen sempozyum, kentlileri ve paydaşları bir araya getirmeyi amaçlıyor.

24 Kasım

Konut Konferansı

“Konut’un gücü adına!” söylemiyle yola çıkan ve bu yıl altıncısı düzenlenecek olan konferans, farklı coğrafyalardaki konut meselelerini yerel ve küresel boyutlarda ele alıyor.

26 - 29 Kasım

New Generations

Gianpiero Venturini’nin küratörlüğünü üstlendiği mimarlık festivali, öğrencileri, mimarları ve farklı disiplinleri bir platformda toplayarak son yıllarda üretimin ve mimarinin nasıl değiştiğini anlamaya çalışıyor.

15 Ocak

Turgut Cansever Ulusal Mimarlık Ödülleri

Turgut Cansever adına her yıl proje ve yapı dalında dönüşümlü olarak düzenlenen yarışmada bu sene projeler, “tek, bağımsız konut” temasıyla yapı dalında ödüllendirilecek.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.