XXI Kasim 2013

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 124 < KASIM 2013 < AAL < BİRSEL < BOS < EKİNCİ < İKİ DERECE MİMARLIK < MİMARİSTUDIO < NET MİMARLIK < OFİST < SİSTEM ODAKLI TASARIM

Yİ R M İ B İ R M İ M A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 124 KAS I M 2 0 13 1 1 ( KIB R IS 1 2 )

Sistem Odaklı Tasarım

Sistem odaklı tasarımın tanımını ve olası potansiyellerini Alex Ryan, Birger Sevaldson, Harold Nelson ve Peter Jones ile birlikte konuştuk.

Akhisar Bağ Evi

Karaköy Evi

BORAN EKİNCİ MİMARLIK

OFİST

AYŞE BİRSEL

CAROLINE BOS

İKİ DERECE MİMARLIK

YAZILARIYLA

KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OSMAN ŞİŞMAN OTTO VON BUSCH

MİMARİSTUDIO

NET MİMARLIK



Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr

BIR YENIDEN DÜŞÜNME ARACI OLARAK SISTEM ODAKLI TASARIM

editör Beste Sabır beste@xxi.com.tr sektör editörü & reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi

XXI ‘de dosya konuları yapmaya başlamamızın ardından iki yılı aşkın bir süre geçti. Bu süreçte ağırlığı hep mimarlık ve kentsel meseleler oluşturdu. Bazen Taksim Projesi ya da eğitim kampüsleri gibi zaten gündemde olan meseleleri bazen de kadın mimarların mesleki konumları gibi bizim belirlediğimiz gündemleri dosyaya taşıdık. Bu sayıda ise XXI’in disiplinlerarası duruşunun gerektirdiği şekilde bu kez mimarlık değil, tasarım alanından bir konuyu, sistem odaklı tasarımı ele aldık.

üretilebileceği araştırılıyor. En yaygın kullanım alanları sağlık hizmetleri, sosyal hizmetler, askeri organizasyonlar olsa da uygulama ve araştırma alanı olarak neredeyse sınırsız olasılıklar sunuyor. Bir düşünme biçimi olarak mevcudun sıfırdan çözümlenmesi ve farklı bakış açılarına sahip taraflarla birlikte yeniden bir araya getirilmesi olarak özetlenebilecek sistem odaklı tasarım, herkesin kendi çalışma alanına uygulayabileceği bir yöntem.

Sistem odaklı tasarım, tasarımsal düşünme (design thinking) ve hizmet tasarımı gibi Türkiye’de henüz pratik alanda örneklerini görmediğimiz alanların bir adım ötesine geçiyor ve organizasyonların analizinden farklı olarak birer sistem olarak kavranıp tasarlanmalarını öneriyor. Bugün kullanıldığı anlamda sistemsel düşünme kökenlerini 2. Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan sibernetik araştırmalarından alsa da birçok kavram ve araştırma alanı gibi o da bir dönüşüm geçiriyor. Sistemsel düşünmenin tasarım alanına uygulanması ile mevcut organizasyonel yapılar için farklı alternatiflerin nasıl

İçinde yaşadığımız ortamın defolarını, açıklarını, hareket alanlarımızı yeniden düşündüğümüz bugünlerde, sistem odaklı tasarımın gereksindiğimiz eleştirelliğin de kapılarını açma ihtimali, onu daha da önemli kılıyor. Umarız bu dosya ile birlikte değiştirmek istediğimiz alışkanlıklarımız için tünelin ucunda bir ışık görebiliriz.

XXI


GÜNCEL

DOSYA

6 GÜNCEL

26 SİSTEM ODAKLI TASARIM

Sistem odaklı tasarımın tanımını, olası potansiyellerini ve sürdürülebilirlik kavrayışına getirebileceği yeni açılımları Alex Ryan, Birger Sevaldson, Harold Nelson ve Peter Jones ile birlikte konuştuk.

PROJE 32 MIMARLIĞI DIKMEK Deneysel bir proje olan Gökyüzündeki Kent, 39 öğrenci ve ailelerinin katılımıyla gerçekleşen üç aylık bir atölye çalışması sonucunda ortaya çıkıyor.

KASIM 2013 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

38 RAHAT VE SAKIN ŞEKILDE KONUMLANMAK 8 SAPKIN TASARIM SÖZLÜKÇESI / OSMAN ŞIŞMAN

Ambalaj Tasarımı

12 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK

“Mimarlığımız Queer Mi?” Yapı’dan Bina’ya, A-Heteroseksüel Bir Mimarlığa Doğru

20 KÜÇÜK MÜDAHALELER / OTTO VON BUSCH

Stratejik Objeler ve Sivil El Sanatları

24 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ

Camilerden Başlayarak

Boran Ekinci Mimarlık tarafından tasarlanan Manisa’daki bağ evi, hiçbir yapının bulunmadığı bir çevrede, kütleleri arasında ilişkiler kurarak konumlanıyor.



42 KABUK - MEKAN - IŞIK

54 YAŞANABILIR OFIS

Yenilikçi bir yaklaşımla Net Mimarlık tarafından tasarlanan İTÜ ARI Teknokent ARI Çekirdek Ofisi’ndeki mekanlar, bina kabuğunun formuna göre konumlanarak gün ışığını en yüksek verimle kullanıyor.

Çalışanlar arasında herhangi bir mekan hiyerarşisi olmadan ve çalışanı motive eden bir iç mimari kurguyu hedefleyen ofis, mimaristudio tarafından tasarlanmış.

58 MODERN YÜN HISSI

Ayşe Birsel’in FilzFelt için “Boz:Yap” yöntemi paralelinde tasarladığı keçe koleksiyonu; farklı mekanlara ve kullanımlara rahatlıkla uyum sağlıyor.

46 YÜZEYLERIN KULLANIMI

Ofist tasarımı Karaköy Evi, yüzey-malzeme-işlev ilişkisini gözden geçirmemizi sağlarken ev algımıza yönelik farklı bir pratik sunuyor.

SEKTÖR 60 FIRMA HABERLERI 64 RENK ÇEŞITLILIĞIYLE FARKLI TEMALAR

Philips’in aydınlatma projesini gerçekleştirdiği Cappadocia Cave Resort & Spa, Kapadokya’nın zirvesi Uçhisar’da konumlanıyor.

68 ODAĞA YÖNLENDIRMEK Tepta Aydınlatma, Ali Sami Yen Stadyumu arazisinde inşaatı devam eden Torun Center’ın satış showroom aydınlatmasını gerçekleştirdi.

İÇİNDEKİLER

KASIM 2013 - XXI 4

50 ŞEFFAFLAŞAN CEPHE

Mimari ve iç mimari tasarımının yanı sıra aydınlatma projesi de İki Derece Mimarlık tarafından gerçekleştirilen satış ofisi projesi, şeffaflaşan cephesiyle güneşin mekan içindeki hakimiyetini ortaya koyuyor.

70 REFERANS PROJE - OFIS MOBILYASI Derin Design Diyalog Ofis Doxa Ofis Mobilyaları Ersa Koleksiyon Mobilya Nurus Tuna Ofis

84 AJANDA



Kolektif Hikayeler Tasarlamak UN STUDIO’DAN CAROLINE BOS İLE GÜNCEL MİMARLIĞIN İLİŞKİ KURDUĞU KAVRAMLAR VE YAPMA BİÇİMLERİ ÜZERİNE SOHBET ETTİK.

KASIM 2013 - XXI 6

GÜNCEL

fotoğraflar: Brigida Gonzalez, Christian Richters, Kim Yong - Kwan

Beste Sabır: Dünyadaki değişen dinamikler paralelinde mimarın kimliği ve yapma biçimleri de evriliyor. Mimar artık sadece alana gidip inşa eden değil, aynı zamanda birçok farklı katman ve düşünce metodu paralelinde fikir üreten. Bu dönüşümü nasıl yorumluyorsunuz? Carolıne Bos: Mimarın değişen kimliği paralelinde ürettiklerimiz de değişiyor. Ben tezimde Le Corbusier’ in bahsettiği mimar kimliği ve konsepti üzerine odaklandım. Sonrasında ise yayınladığımız “Move” adlı kitabımızla bu fikirleri kendi üretim biçimlerimiz üzerinden yorumladık. Mimarın dünyaya bir ayna tuttuğunu düşünüyoruz, toplumun talebi dışında bir şey geliştirip üretmek mümkün değil bence. Mimar kimliği aslında çok katmanlı, teknolojik, ideolojik, sosyal, ekonomik, görsel ve algısal birçok alanla ilişki kuruyoruz ve bu alanlarla yaratıcı ve özgür bir şekilde bir araya gelebilmek önemli bir nokta. Evet mimarlar artık nasıl yaşanması gerektiğini işaret etmiyor ama mimarlıkla temellenen bir diyalog ve bağ sürekli devam eden, süre gelen bir durum.

bs: Mimarın çok katmanlı şekilde kurduğu ilişkiler paralelinde ofisiniz UN Studio’nun işleyişinden bahsedebilir misiniz? Siz aynı zamanda bir akademisyensiniz, bu anlamda araştırma kısmı projelerinizin çoğunun temelinde önemli bir alan yer kaplıyor bildiğim kadarıyla… cb: Evet tüm projelerimiz araştırma odağında temelleniyor. Yıllar boyunca her proje paralelinde edindiğimiz bilgiler, araştırma rezervuarımızda yerini alıyor. Son dönemde bu bilgi rezervuarı; parametrik araçlar ve bina malzemeleri ile yoğun olarak ilişki kurar halde. Mimarlığı destekleyen bu teknolojik araçlar, teorik anlamda bir konu öne sürmese de, yine de çok önemliler. Sosyal konularla da ilişki kurabilen bu teknolojik gelişmeler ve araçlar aynı zamanda sürdürülebilir ve ekonomik çözümler öne sürüyor. bs: Kuzey Afrika, Cezayir’de tasarladığınız müze projesinden kültür, coğrafya, mekan kavramları paralelinde bahsedelim istiyorum. cb: The Grand Musée de l’Afrique 2013 yılında bir yarışma için tasarladığımız bir

proje. Bizim için çok farklı ve yeni olan bir coğrafya için yeni bir dil ve topoloji araştırması yaptık. Böylelikle bu paralelde birçok yeni soru da ortaya çıktı. Bu kadar büyük ölçekli projelerde gerçekleşen grup çalışması kolektif bir yöntem araştırmasına dönüşüyor. Yanıtlanması çok zor olan Afrika kimliği konusu, Afrika'ya dair düşündüklerimizin, görüşlerimizin kıtanın çeşitliliğini kabul ederek (ışıktan malzemeye, doğadan kent formasyonlarına) bunların bir tür alaşım oluşturmasıyla birlikte mimari ile cevap buldu. Önerdiğimiz müze tasarımı; coğrafya, ekoloji, kültür gibi konularla hassas bir şekilde ilişki kurarak bir alaşım ortaya koyarken aynı zamanda Cezayir’e modern ve çağdaş bir kimlik öneriyor. bs: Form ve işlev ilişkisinden bahsedecek olursak ikisi arasındaki denge sizce nasıl bir yaklaşımı ve vizyonu beraberinde getiriyor? Son dönemde gözlemlediğimiz kadarıyla cepheler işlevin de önüne geçiyor ve bu durum bir “gösteri” haline dönüşebiliyor. İkonik mimarlık formu,

işlev ve anlamın önünde konumlandırıyor. cb: İkonun karmaşıklığı ve limitleri hakkında bilgi sahibi olmak çok önemli. 1996 yılında gerçekleştirdiğimiz projelerden biri Rotterdam’daki Erasmus Köprüsü konuyla ilişkili bir örnek. İnşaat süreci boyunca beklenmedik bir şekilde yerel bir ikon, sonraysa yenilik ve cesaret kavramlarına odaklanan ulusal bir simge haline geldi. Ama bir ikon olma sürecinde zor bir dönemden geçildi. Ben van Berkel’in çizdiği eskizin seçilmesiyle başlayan köprünün tasarım süreci, rakiplerin çokluğuyla birlikte tartışmalı bir hal aldı. Beş yılın sonunda açılan köprüdeki teknik sorunlar nedeniyle yağmur sırasında kablolardan ve rüzgardan dolayı titreşim gerçekleşiyordu. Sonrasında sorunu çözmememize rağmen bu durum hafızalardan hemen silinmedi. İnanıyorum ki bu uzun süreç boyunca yaşananlar onun ikonik bir yapı haline gelmesine sebep oldu. Öğrendiğimiz en önemli nokta: İkonik bir bina tek yönlü ve katmanlı bir şekilde tasarlanamaz, çünlü ikon zamana


karşı sayfada solda: Galleria mağazasının cephesi, Kore sağda: Mercedes Benz Müzesi, Stuttgart

GÜNCEL

bu sayfada en solda: Büyük Afrika Müzesi, Cezayir solda: Move kitap kapağı altta solda: Erasmus Köprüsü, Rotterdam altta: Burnham Pavyonu, Şikago

7 XXI - KASIM 2013

bs: Hem tesadüfi gelişmelerden bahsediyorsunuz, hem de tasarlanıp planlanan durumlardan. Bu paralelde içinde hikayeler, katmanlar ve izler barındıran bir şey yani ikon. cb: İnsanlar tarafından üretilmiş kolektif bir hikaye olması gerekiyor, bu paralelde deneyimlenen bir yapı ikon haline dönüşebilir. Fakat belirli bir dönem boyunca ikonik mimarlık kentlere ekonomik bir girdi sağlayan bir tür 'araç' şeklinde algılandı. Birçok şehir Bilbao etkisini yaratmaya çalıştı, bu noktada dikkatli olmak gerekiyor. Bir diğer yandan, son 15 yılda önemli gelişmeler de oldu: Mimarlık çok daha açık, davetkar, iletişim kuran bir hale dönüştü.

Müzesi’nde ikonik bölüm daha çok binanın içinde: Geniş, ışığı yoğun olarak içeri alan boşluk binanın kimliğini ifade eden mekan. Bu bilgiye aslında tarihi binalar yoluyla ulaştık. Şu anda Bakü’de bazı projeler üzerinde çalışıyoruz, kent son dönemde birçok canlı ve parlak mimari projeyle tanıştı. Biz de bunu dengelemek için daha mat, saf, arıtılmış ve detaylı bir dil seçiyoruz. Bir diğer strateji olarak kentsel mekan elemanlarını ikonik özelliklerle dengeledik. İkonik mimarlıkla bağlantılı en büyük endişe bence binanın aşırı özerk bir şekilde algılanıp yorumlanması. Bina ve çevresinin arasında büyük farkların olduğu durumlarda bunu yumuşatmak için mimarlar yerine ilişkiyi canlandırmak üzere plancıları da sürecin içine dahil edebiliriz.

bs: İkonik yapılar kentlerin sosyoekonomik sorunlarını çözmek açısından her zaman gerekli ya da yeterli mi? cb: İkonik bina tanımı da değişebilir, her zaman aynı ifade biçimine sahip olmak zorunda değil. Stuttgart’ta gerçekleştirdiğimiz Mercedes Benz

bs: Aslında burada önemli bir karar süreci söz konusu. Çalıştığınız kentin bir hikayeye mi ihtiyacı var, yoksa sahip olduğu hikayeye ait olmaya mı, buna bir şekilde karar veriyorsunuz. cb: Evet bu bakış açısı ilginç. 10 yıl önce Kore’de gerçekleştirdiğimiz Galleria

yayılarak çok yönlü bir şekilde kendi kendini var ediyor.

Mağazası’nın cephesinde medya yüzeylerini kullanarak binaya bir hikaye yazdık. Konumu itibarıyla hem alışveriş bölgesi hem de gece hayatının yoğun olduğu bir alanda konumlanan bina cephesinin yüzeyi, hem gündüz hem de gecenin hikayesiyle böylelikle bütünleşiyordu. Bu anlamda bina bazen konumlandığı alana bir hikaye yaratıyor evet ama bazen de o hikayeye uyumlanıyor. bs: Sizce cepheler binaların hikayelerini toplayıp yansıtabilir mi? cb: Cepheler paralelindeki tartışmalar birkaç yıl önce başladı: Anlamlı bir kılıf olarak cepheler kamusalla bina arasında bir filtre görevi üstlenebilir mi? Bunu hep zor buldum çünkü iç mekanı cepheden koparmak hiçbir zaman hoşuma gitmiyor. Bir başka deyişle binaların sadece ekran görevini üstlenerek iç mekanında neler olup bittiğine dair ip ucu vermemelerini desteklemiyorum. Aslında iç mekan ve cephe tasarımı arasında güçlü bir mekansal bağ var, Tayvan’da gerçekleştirdiğimiz Star Plaza buna iyi bir örnek olabilir.

bs: Aynı zamanda diyagramlarla da çalışıyorsunuz. Bu paralelde diyagramlar çalışmalarınızda nerede konumlanıyor ve hangi süreçlerde onlardan yararlanıyorsunuz? cb: Çalışmalarımızda diyagramlar büyük bir yer kaplıyor. Birçok bilgi diyagramların içine sıkıştırılabiliyor, sonra bu bilgiler tekrar yorumlanıp kullanılabiliyor. Yapısal katmanlar, sirkülasyon, algı... birçok konu tek bir diyagramla ifade edilebiliyor ve bir anlamda sizin için görsel bir hatırlatma yapıyorlar. Diyagramlara olan bu hayranlığımız zamanla dönüşüm gösterdi ve son zamanlarda “yeni diyagramlar” olarak nitelendirdiğimiz geçici pavyonlar ve yerleştirmeler tasarladık. Şikago’daki Burnham Pavyonu bunlara bir örnek. Kent planını yansıtan bu pavyon, ilginç bir şekilde insanlar tarafından sahiplenildi. 20. yy’ın başlarındaki konutlar gibi bu pavyonlar da aslında sosyal, kentsel, teknolojik eğilimleri test etmeye yardımcı olarak mimarlık için birer laboratuvar görevi görüyorlar.


Ambalaj Tasarımı Siyasi tarihimizin bu dönemecinde siyasetçilerimiz “demokrasi paketi” lafını dillerinden düşürmediğinden olsa gerek, “paket” kelimesi gündemimizde mühim bir yer kaplıyor. Üniversitelerin endüstri ürünleri tasarımı bölümlerine bakınca da paketten kaçılamıyor, zira hem dünyada hem de memleketimizde “ambalaj tasarımı - packaging design” dersinin verilmediği bir okul yok neredeyse. Bu iki tür paketi birbiriyle nasıl ilişkilendireceğiz peki? Sanırım tasarımdaki anlamıyla siyasetteki anlamı arasında şöyle kritik bir ortaklık var: Her iki tür paket de öznellikler tanımlamaya, giderek inşa etmeye yarıyor. Önce kelimenin anlamlarına bakalım, sonra da tasarımın paket marifetiyle inşa ettiği öznelliğe biraz bakalım. Muhafazakar siyasetin “demokrasi paketi”ne hangi özneyi sığdırmaya uğraştığına dair göndermelerinin analizini de başkalarına bırakalım.

SAPKIN TASARIM SÖZLÜKÇESİ

Etimoloji sözlüklerine bakılırsa, paket kelimesinin pek çok dilde hacimle, çok parçalılıkla ve taşımayla alakalı anlamları var: Hacmen küçük olan kimi üniteleri hacmen daha büyük olan bir ünitenin içine (orta çağda at arabasına) doldurmak, sığdırmak gibi taşımada kolaylık sağlamak için gerçekleştirilen eylem demek, paketlemek. Bir hacmin (örneğin bir tiyatro salonunun) ağzına kadar dolu olması durumu da yarı argo “paket” sıfatıyla karşılanıyor. Paket, çok parçadan oluşan bir grup anlamına geliyor; köpek veya kurt sürüsü, işe yaramaz heriflerden oluşan çete filan gibi şeyler de dahil olmak üzere. Paketle akraba olan “baggage”, “luggage” gibi kelimeler 15. yüzyılda askeri ekipman anlamına gelirken bir asır kadar sonra “yükte ağır pahada hafif taşınacak mal”a işaret ediyor. Paketlemek sadece koruma amaçlı sarıp sarmalamak değil, göndermek ve başından savmak anlamını da taşıyor. Gündelik argomuzda da hala mevcut bu anlam. Argodaki (“Paketi de alalım mı abla?”, “Paketi deldirmek” vs.) kimi terim ve deyimlerde genital organlara işaret ettiğini biliyoruz, paket kelimesinin.

KASIM 2013 - XXI 8

Tasarım bölümlerinde kavrandığı haliyle paketin neredeyse sadece maddi işlevleri var: Belki en önemlisi, içinde bulunan ürünü korumak. Korumaktan kasıt çeşitli: Kırılgan olanı kırılmaktan korumak, herhangi bir biçimde kirlenebilecek olanı hijyenik anlamda korumak, miktar açısından sabitlenmiş olanı azalmaktan korumak gibi. İçindekinin ne olduğuna dair fikir vermek de bir başka maddi işlev: Tasarımsal açıdan içindekinin tasarımına referans veren, içeriğe ve üreticiye dair hukuki ve teknik bilgileri taşıyan bir maddi iletişim söz konusu burada. Susan Willis’in 1993’te Türkçeye çevrilen Gündelik Hayat Kılavuzu adlı kitabındaki “Kullanım Değeri: Ambalajın Açılması” bölümünün izinden gidersek, ambalaj denen şey hiç de tasarımcıların nazarındaki kadar masum değil: Yukarıda bahsi geçen ayırma, izole etme, standart hale getirme, dokunulmaz ve eksiltilmez kılma, koruma ve tanıtma işlevleri “ambalajın kültürel hegemonyası” diye anabileceğimiz bir zihniyeti de inşa ediyor.

OSMAN ŞIŞMAN

Ambalajın içindekinin ve miktarının standartlaştırılması, üretimde Taylorizasyon sürecinin tüketimdeki aksi

gibi: Rasyonel birimlere bölünen ve üretim araçlarının sahiplerinin emekçi ve emek üzerinde sistematik bir denetim ve sömürü kurmalarını sağlayan bu süreç, tüketimi de sistematik ve sömürgen hale getiriyor. Hijyen iddiası ise üretim, dağıtım ve satış sürecinde etkin olan emekçilerden bulaşabilecek her tür mikrobu defettiğini öne sürerek biyopolitik bir ayrımcılığı sürdürüyor. Ürünü mikroptan arındırma ve uzun süre saklanabilir kılma süreci her türden “koruyucu” kimyasalın paketin içine boca edilmesini gerektirse de, sonuçta önümüze gelen ürün “temiz” olduğundan onun sağlıklı olduğu da garantilenmiş oluyor üretici tarafından. Garanti mevzusu mühim: Paket sayesinde sadece miktar ve hijyen garantisi verilmiyor, aynı zamanda üreticinin tanınırlığı, güvenirliği üzerinden bir marka hissiyatı da yaratılıyor. Garanti edilen şeylerden biri de pakette tatminkar bir kullanım sunmaya yeterli şeylerin bulunduğu: Her bir parçası kalite kontrolünden geçmiş, sağlam ve kullanıma hazır ürünler. Tam da bundan ötürü paketi açılmış ürünleri almamamız salık veriliyor. Bu garanti koşulu apaçık bir biçimde şunu gösteriyor: Kullanım ancak ve ancak satın alma eyleminden sonra gerçekleştirilebilir. Yani, sırayla değil, parayla! Kullanım sürecinde başınıza neler geleceğini merak eden bir tüketiciyseniz, neredeyse bir teşhir vitrinine dönüşmüş olan şeffaf paketin nazarınıza müsaade eden açıklıklarından içeri bakmaktan başka çareniz yok demektir. Evet, paket teşhir eder; demek ki saklar da: Görünmesi gerekeni, görünmesi gerekecek kadar gösterir, kirli detayları saklar. Paket içindeki tüketim nesnesi (yukarıdaki argo anlamlarına da referansla) bakirdir! Ambalajı açma yetisi ve yetkisi sadece parasını verene sunulur. Elbette bu manevra “yükte ağır ve pahada hafif” olanı daha kıymetli, korunması gereken ve erişilemez bir şey haline getirir. Paketlenmiş ürün, üretilmiş ve tüketilecek olan basit bir nesne değil, kıymetli bir “şey”dir. Meta fetişizminden bahsederken Marx’ın andığı gibi, sanki içine bir ruh üflenmiş ve bir özneye dönüşmüş, baştan çıkarıcı bir edayla “beni al, beni kullan” diyebilen hale gelmiştir. Tüketecek olan kişi de tam da paket tarafından özneleştirilir: Paket, her zaman satın alacak ve sahip olacak kişiye bir paye veriyormuş görünür. Aynı zamanda da kimi hukuki yükümlülükler altına sokar. Hasılı, tasarımcı paket tasarlarken aslında ahlaki, ekonomik, tıbbi ve politik bir aparat tasarlamaktadır. Demokrasiyi miktarı, içeriği, görüntüsü, müzakere edilemezliği, dokunulmazlığı ile bir tüketim nesnesi gibi tasarlayıp teşhir eden, sadece olduğu gibi kabul edecek olan vatandaşların kullanımına sunan muhafazakar neoliberal siyasetçiler de aynen öyle!



Vaat Edilen Mutluluk Senaryoları BURAK DELIER’IN 12 EYLÜL - 26 EKIM TARIHLERI ARASINDA PILOT’TA YER ALAN “SEN ROLÜNÜ OYNA, SENARYO ARKADAN GELIR” ISIMLI SERGISI, GÜNÜMÜZ DÜNYASININ GENEL-GEÇER KABULLERINI GÖRÜNÜR KILARAK SISTEMIN SÜREKLILIĞINDEKI ROLLERIMIZI HATIRLATIYOR.

KASIM 2013 - XXI 10

GÜNCEL

kriz ve kontrol

Pınar Öğrenci “Başarabilirsin”, “mutlu olabilirsin”, “güç sende”, “yeter ki iste ve inan”, “evren senin taleplerine yanıt verecektir”. Kişisel gelişim kitapları ya da yaşam koçları sıklıkla bu cümlelere inanmamızı isterler. Rolümüzü iyi oynamalıyız: Çok çalışma, hedefe konsantre olma, motivasyon, mutlak güç ve ileri kariyer, mutluluğun ön koşulu. Peki acaba “hedefe konsantre olmak” ve “ileri kariyer” gerçekten de mutluluk için bir önkoşul mu yoksa sistemin sürekliliğinin gizli bir parçası mı? Burak Delier’in son sergisinin neredeyse tamamı, yoga ve kişisel gelişim konularının tersine çevrilmiş kavramsallaştırmalarından oluşuyor. Ofis ortamında gerçekleşen bir yoga performansından oluşan “Kriz ve Kontrol” isimli video serginin belkemiğini oluştururken, ona eklemlenen diğer işlerle birlikte sergi başarı, kariyer ve risk meselelerini konu ediniyor. “Kriz ve Kontrol” adlı videoda yoga yapan performansçılar, iş ve kariyer dünyalarından bahsederken, satış, başarı, enerji, sektör, proje, tempo, marka, karlılık sözcükleri etrafında gidip gelen iş dünyası sözlüğünü kullanmakta. Delier, performansçılarını ütülü iş kıyafetleriyle giydirerek adeta

dirençlerini sınıyor. Yoganın ofis ortamına taşınması, sistemin merkezi olan bu mekanı bir tür telafi ya da terapi mekanına dönüştürüyor. Günümüz insanının kendini gerçekleştirme ihtiyacı ve mutluluk arayışının, çalışma hayatındaki başarı ve kariyer ile denk düşmesi aslında bir çelişkiye işaret eder. Delier, bu çelişkiyle yogada bedenin zor pozisyonlara uzun süre direnmesi ve sonunda rahatlaması arasında bir paralellik kuruyor. Mutluluk arayışı içindeki insan bedeni ve ruhu, neoliberal ekonomik sistem içerisindeki “kontrol” mekanizmaları tarafından yönlendirilmekte, benzer şekilde ruh ve beden sağlığı da modern öncesi dönemlerdeki gibi tanrının bir lütfu ya da hediyesi olarak değil, bireye düşen sorumluluklardan biri olarak görülmektedir. Başınız sıkışıp depresyona girerseniz endişe etmeyin, çaresi hazırdır: Paranız varsa hayat koçuna danışır, bir tür paralı arkadaşlık yaparsınız. Yoksa kişisel gelişim kitapları devreye girer, iyileşirsiniz. Katı ve acımasız olan bir ekonomik modelin “yumuşatılmış” ve çekilebilir hale getirilmiş durumunu imleyen “esnek kapitalizm” modelinde çareler tükenmez. “Kriz ve Kontrol”de performansçıların bazen tek ve bağımsız, bazen de ekip

halinde hareket ettiğini görüyoruz, bu durum iş ilanlarını hatırlatıyor: bağımsız ve lider ruhlu, ekip çalışmasına uygun. Beden ile onu biçimlendiren ofis ortamı mükemmel bir uyum içinde; soğuk ışıklar, cam, metal, mermer gibi sert malzemeler, tek tip gri mobilyalar ile dekore edilmiş tipik bir ofis ortamı ve siyah pantolon ya da etek, beyaz gömlek, siyah ayakkabılarla, adeta mekan gibi tek tip giydirilmiş performansçılar... Bir plazada çekildiği belli, pencerelerden başka plaza inşaatlarının yükseldiğini görüyoruz. İşin görsel elemanları, “Beyaz Yakalılar” (2001) fotoğraf serisi ve “Küçük Adam” (2005) heykelinin fotoğraf kareleriyle arkadaş. Medyum olarak video, bu sergiyle birlikte, süreci anlatan bir araç olmaktan çıkıp, işin kendisi haline dönüşürken; mekan ve oyuncu seçimi, roller, kostüm ve kurgu işin içine giriyor. “Kriz ve Kontrol”ün başarısını düşünecek olursak Burak Delier, ileride daha çok video iş üreteceğinin sinyallerini veriyor gibi... Delier'in mimari ile ilişkilenen işlerinde “mekan” bir tür kafes olarak algılanıyor: “Ters Yön Fizibilite” (2011) cam bir kafes, “Perde 2” (2003) bir tür kafes olarak ev, “Sessizlik Performansı” (2013) beyaz bir sır

kutusu olarak galeri mekanı, “Son General” (2010) cam fanus, “Teslimat” (2006) maymun barınağı, demir kafes ve nihayet “Kriz ve Kontrol”de adeta hapishaneye benzeyen bir tür izlenme mekanı olarak ofis. Mekan, kavramsal köklerini M. Foucault’nun heterotopya tezinde bulabileceğimiz, modern insanı biçimlendiren, ona biçimini veren gizli bir iktidar ve kontrol mekanizması biçiminde görünür oluyor. Delier, kendisi ile yaptığım söyleşide, İtalyan futbolcu Balotelli”nin, gole çok yakın bir pozisyondayken, topu kaleye değil de auta attığı sahnenin kafasını neden kurcaladığını anlamak için defalarca izlediğini söylemişti. Sanatçının kafasında dönüp duran bu sahnenin izdüşümü olan Balotelli heykeli, adeta TV ve bilgisayar ekranlarından alışık olduğumuz gibi küçük bir boyutta, bu defa sergi mekanındaki büstün üzerinde dönüp duruyor. Balotelli’nin taraftarın tahammül sınırlarını zorlayan, beklentileri suya düşüren bu jesti ile Delier'in kendi kendine riskler yaratan, kurduğu hayali şirketler, yaptığı istatistikler vb ile bilindik sanat üretim dilinin dışında gezinen tavrı arasında ciddi paralellikler var. Hep işin zor tarafına kaçıyor Delier, sanki kendi kendine bir takım engeller kuruyor,


sergi mekanı; fotoğraf: ramazan bayraktaroğlu

GÜNCEL

sonra da bu engelleri aşmak için çeşitli riskler alarak bir tür oyun oynuyor. Kısacası kolay golün topunu auta atıp, zor golü bekliyor. Sergideki işlerden biri de “Anlaşma”. Galeri aracılığı ile bankadan alınan kredi bir “trader”a teslim ediliyor. “Trader” bu parayı bir ayda, 18 aylık kredi masrafı ile birlikte hesap edilen tutarın üstünde bir karlılıkla büyütürse bütün para “trader”da kalacak, altında kalırsa sanatçı kazanacak. Dostoyevski’nin Kumarbazı’ndaki Aleksey İvanoviç’in neredeyse hiç parası olmadan kumar oynamasını hatırlıyoruz; Delier de banka kredisiyle bir tür kumar oynuyor. Sanat üretiminin zorlukları ve sanatçının güvencesizliği bağlamında da okunabilecek bu iş, istatistikler, risk, oyun, sözleşmeler, sanat piyasası vs etrafında dönen tipik bir Burak Delier kurgusu. “Kriz ve Kontrol”de ofis çalışanları yoga eşliğinde iş ve kariyer üzerine konuşurken, “Cep Telefonumdan Notlar”da Delier, sanatçı olarak kendi işi ve kariyer planları hakkında konuşuyor. Bu iki iş ile “Aranan Nitelikler” (2011) adlı atölye çalışması, -iş dünyasının pratikleri ve dili ile sanat dünyası arasındaki paralelliklerbağlamında birbirine bağlanıyor.

İşlerin üretimi, algılanması, tepkiler, kullandığı araçlar, sanatçı olarak gelecek beklentileri, kariyer, başarı gibi açılardan “Cep Telefonumdan Notlar” serginin özeti gibi. Yine Dostoyevski, bu defa “Yeraltından Notlar” ile çıkıyor karşımıza, ancak birkaç farkla; hasta ya da hastalık hastası Raskolnikov’un yerinde toplumsal çelişkilerin üzerine inatla giden, zihni bir araştırmacı gibi daima meşgul, deneysel işler üreten sanatçı Burak Delier, zaman cep telefonu, facebook ve twitter zamanı, şenlik içindeki yerüstü ise, müze, galeri, kurum ve sponsorluklar, tartışma yaratan son İstanbul Bienali, sayısı artan birbirine rakip fuarlar ve genç sanatçılar eşliğinde gittikçe genişleyen ve muğlak bir görüntü sergileyen İstanbul sanat dünyası... Daha çok araştırmaya ve istatistik süreçlere dayalı üretim biçimi, kurduğu hayali şirketler, sözleşmeler vb. göz önüne alındığında yeraltında olduğunu söyleyemeyiz belki ama, sıradışı bir yolun yolcusu olduğunu söylemek mümkün gibi görünüyor Delier için. Bugüne kadar öznel hikayelerden kaçınan Delier, burada ilk kez işin öznesi oluyor. Tarihsel ya da öykücü bir öznellik değil, ancak sanatçı kimliğinin sorgulanması anlamında bir özneleşme görüyoruz. Yukarıda kişisel gelişim ve koçluk meselesine

balotellı'nin kaçan golüne övgü

değinmiştim; Delier burada kendi kendinin koçu adeta, ancak tıpkı Raskalnikov”un bazen kendi kendini eleştirip yeni kararlar alırken yaptığı gibi, Delier de söylediklerine çok da inanmıyor gibi... “Kriz ve Kontrol”de işaret ettiği kariyer, başarı ve sonunda vaat edilen mutluluk için sistemin bize “esnekçe” (?) dayattığı ve kendi rızamızla kabul ettiğimiz koşulların tuzağına düşmekten imtina ettiğini satırlar arasında okumak mümkün. Bu durumda az önce değindiğim öznellik meselesinin bir tür yanılsama yaratmak için kurgulanmış bir tuzak olduğunu söyleyebiliriz. Sergide gizli bir temanın ağırlığı hissediyorsunuz kısa bir süre içinde: konuşma ihtiyacı. Delier bir taraftan cep telefonuna konuşarak ses ve görüntüsünü kaydediyor, diğer taraftan da kamusal alanda sanat konuşmaları yaparak kendine potansiyel dinleyiciler arıyor. İnsan neden konuşmak ya da yazmak ister? Edebiyat ve sinema tarihi, böyle kendi kendine konuşan karakterlerle doludur; bu karakterlerin pek çoğu kendilerini yazılan bir tarihin tanığı olarak görürken, dünyayı sürekli bir çelişki, kaygı ve çözülme içinde algılar. Bu durum genel olarak modern insanın trajedisini özetler. Delier’in işlerinde zamanını anlamaya

çalışan, çelişkilerin üzerine yeni problemlerle giden, bazen bir araştırmacı gibi istatistiklere dalan gözlemci bir tavır görürüz. Sokaktaki insanla “Sanat Konuşmaları” yapan Delier’in bu tavrı, başka bir anlatım biçimi olan yazı ile olan ilişkisi ve sanat üretiminin kavramsal kodları ile birlikte değerlendirilmeli. Delier'in sanat konuşmalarını 5 TL karşılığında yapması “prekarya” bağlamında okunabilir; sanatçının güvencesizliği ve sanat eserinin anlamı üzerine düşünmek için küçük bir kapı aralıyor. “Sanat Konuşmaları” işindeki konuşmaların kayıtları tıpkı “Sessizlik Performansı”ndaki (2013) gibi gizli tutulmuş (bu da preker bir durum aslında). Sanat yapıtının ulaşılabilirliği, bir performansa katılmanın emek, zaman, birebir ilişki anlamındaki biricik değeri bağlamında bu gizlilik önemli. Gezi Parkı direnişinden sonra kamusal alanda sanat üzerine pek çok tartışma yapıldı. Delier’in “Sanat Konuşmaları”, sanatın sokakla ilişkisine yeniden bakmak için sessiz sedasız kotarılmış anlamlı bir eylem biçimi. Direnişin başlattığı potansiyel sokak karşılaşmalarından beslendiği hissini uyandırırken, “kamusal diyalog” kavramını hatırlamamızı sağlıyor.

11 XXI - KASIM 2013

sanat konuşmaları


“Mimarlığımız Queer Mi?” Yapı’dan Bina’ya, A-Heteroseksüel Bir Mimarlığa Doğru -Başak Güçyeter içinYAPI VE “STRAIGHT” EĞITIM

“Kelime olarak [heteroseksüellik], yirminci yüzyılın başında ve Almanya’da on dokuzuncu yüzyılın sonunda eşcinsellikten bahsetmeye başlamamızla birlikte bir karşıtlık olarak ortaya çıkmıştır. Heteroseksüellik o kadar kendiliğinden var olan bir şeydi ki ismi dahi yoktu. Bu toplumsal normdu. Toplumsal sözleşmeydi, politik bir rejimdi. Hukukçular heteroseksüelliği bir kurum olarak adlandırmıyorlardı, başka bir deyişle kurum olarak heteroseksüelliğin hukuki bir varlığı yoktu.” Monique Wittig1

DÖNME DOLAP

“Bokademisyenler” mevzuuna dönecek değilim; dileyenler, bu dergide dönme dolabı döndürmeye başladığım ilk yazıma müracaat edebilir. Ama Türkiye’de -elbette her okulda değil- bitmeyen bir kavga vardır: “Bina”cılarla “Yapı”cılar arasında. Tweedle Dee ve Tweedle Dum gibi, hık-demişbirbirinin-burnundan-düşmüş olsalar da, hasım kardeşlerdir; bölüm başkanlığı ya birinde ya da diğerindedir. Bu kavgadan kimse sağ çıkmaz; kavgaya karışmayanlar, özellikle de onlar, ölesiye mutsuzdurlar “orada” ve “böyle” olmaktan. Bu kavganın taraflarını, -Wittig’den alıntılayarak– “a-heteroseksüel” eksenden ziyaret etmeye çalışacağım bu yazıda.

KASIM 2013 - XXI 12

Normun, normalin görünürlük kazanması, sanıldığı kadar kolay değildir; Wittig’in Straight Düşünce’de ortaya koyduğu argümanı izlersek. Görünmezlik bir istisna olmak şöyle dursun, istisna halinin kurucu görünümüdür, demek ki. İktidarın ortada en az göründüğü, diğer bir deyişle hiç faş olmadığı durum, ideal bir straight / düzcinsel manzaraya tekabül eder. A-heteroseksüelliğin politik bir ajan olarak ortaya çıkmasıyla beraber, heteroseksüel rejimin tanımladığı görünmezlik hali de bulanıklaşmaya başlamıştır. Ortada adı bile olmayan şey, eşcinsellik kadar, heteronormativitedir, çelişki gibi görünse de. Egemen iktidar, kendini normalleştirerek, queer olanı anormalleştirerek gizlemeye yönelir. Bugünlerde Türkiye’de devrilmedik vesayet, put, tabu kalmadı: Queer konusu hariç. Demek ki, bütün vesayet yerli yerinde duruyor, aslında hiçbir şey devrilmemiş; sadece sahnede devrilme sesini müteakip bir toz bulutu havada asılı duruyor.

LEVENT ŞENTÜRK

İşlevselcilik aşıldığından beri mimarlıkta yapı alanının queerleşmeye yüz tuttuğu söylenebilir

gibi görünse de, “tasarlayan özne”nin zorunluk alanından sıyrılıp hazza yönelebildiği tarihsel eşikte, onu yeniden toplumsal sorumluluklarına davet eden yeni normatif dünya, aşılmaz görünen engellerle bu hazzı ketlemeye çalışır. Yapısalcı mimarlık düşüncesi, istediğimizi yapmakta özgür olduğumuzu, mimarlığın hayal gücünün bitimsiz alanı olduğunu söyler söylemesine; ama ona erişmek, o şehvani atlarla bilfiil koşabilmek, sonsuz uzunlukta bir yol kat edilince kabil olacaktır; böylelikle, kaçmaya hazırlanan hazcıları ödipal hanın kapısından gerisingeri çağırır. Bu engelleme, mimarlık cemaatini düzleştirmekle (straight) kalmaz, “tasarlayan özne”nin yaşayan örneklerini (yeryüzündeki ilahları/”M”imarları) düşsel yaratıklar haline getirmeye de hizmet eder. Yapı bilgisi bir haz alanı değil, bir tapım alanı olarak epistemolojisini inşa eder: Hetero-kültürüne tapım. Devletin makbul vatandaşlarına yapılacak en makbul binaların mimarları olunacaktır. Mimarlar her türlü yapısal konu karşısında, adeta ve yalnızca birer günahkar olarak var olabilir, bu dar çember içinde. Yapı bilgisi, hazzın bilgisi değil, günah işlememeyi öğrenmenin bilgisidir: Heteroseksüel normlar içinde yapı yapmayı öğrenmenin bilgisi. Mimar adayları, yapı bilgisi ile, düzcinsel mimarlık yaşamının başlıca doğrularını öğrenir. Yapı bilgisinin kurallarının tatbik olunmadığı anomik/kuralsız mimarlık epistemolojisi, queer’i tanımlayan sıfatlarla aynı kümeye gönderilerek mahkum edilir: Yamuk, çarpık, hatalı, bozuk, ibne. Yapı bilgisi, heteronormatif mimarlık eğitiminin en çetin alanlarından biri olmayı sürdürüyorsa, “straight düşünce”nin mimarlıkta yapı bilgisiyle dolayımlanmasından, güdülenmesinden, biçimlenmesindendir. Heteronormativite, yapı bilgisine iyice emdirilmiştir: Emprenye edilerek sonsuz ömür kazanmış bir ağaca emdirilmiş kimyasal tuzlar gibi... Çünkü yapı bilgisi, anonim, adı bile konmamış bir doğruluk rejimi olarak, mimarlığın içine derinlemesine gömülmüştür; orada doğruluğun ta kendisi olarak yaşamayı ve asla görünmemeyi başarır: Tıpkı heteroseksüelliğin, LGBT’i ve queer olanı ezerken yaptığı gibi. Tatbikat projesi denilen ve öğrencilere mimarlık okullarında bin bir eziyetle yaptırılan projeler, yalnızca en normali, en asgariyi temel alan birer doğruluk egzersizidir; bütün aşırılıkların men edilmesiyle elde edilmiş birer straightaşırılıktırlar; handiyse askeri sadelikte yapılırken, alabildiğine pornografikleşirler. Dünyayı son derece daraltılmış bir temsil alanı içinde yeniden inşa ettiğinin bilincinde olan, bunu bile bile yapan ve bu yanıyla birçok heteronormatif pratikle aynı kılgısal zemini paylaşan hetero-pornografilerdir. Bunlara aynılık orjileri diyebiliriz. Birçok “aynı”nın içindeki “en aynı” olanlar “en doğru”lar olarak hiyerarşide yer edinirken, “aynı”ların içinde “başka”lar icat edilerek, bu hiyerarşinin meşruiyeti yükseltilmeye başlar; başkalarının (ölü) bedenlerinin (etlerinin) yığılmasıyla aynılar


başkaların üzerinde konumlandırılır (ödüllendirme). Sporun, militarizmin, toplumsal cinsiyet rollerinin, iş hayatının sayısız pratiği, bu bile-bilepornografikleştirme pratikleri etrafında dönerek “straight” yaşamı inşa eder. BINA VE ARZU

Eğitim, çocukluktan çıkartılıp yetişkin hale getirilme sürecidir. Eğitimcilerin, kişiyi çocukluktan uzaklaştırma, onu başka biri yapma çabası anlaşılır gibi değildir; buna rağmen, dünyanın her yerinde hetero-toplumlar, çocuklarını kıyma makinesinden geçirmek kadar hiçbir konuda bunca istekli değildir. Çocuklar heteroseksüelleştirilene kadar queer’dirler. Sadece cinsel bakımdan çoğul olmakla kalmazlar; nesnelerin anlamı, dil, jest, eleştirellik, beden ve teatrallik bakımından da son derece norm dışıdırlar. Kendi yasaları dışında hiçbir yetişkin kuralına körü körüne boyun eğmezler. Son derece kırılgan bir yaratıcı zeka aracılığıyla düşünür ve eylerler; eylerken kendi düşünüşlerini gerçekleştirirler, yetişkinlerin dünyasına yerleşirken olağan-dışı kalırlar çünkü başka türlüsünü yapamazlar: Onlar heteroseksüel değildir; en azından henüz değildirler. Çocuklara queer-olmamanın öğretilmesine eğitim deniyor. Kestirmeden gidelim: Bina yapmak, eğitim sürecinde mimarlığın menzili olarak tanımlanmıştır: Tıpkı heteroseksüelliğin doğal, biyolojik, içgüdüsel olduğunun varsayıldığı gibi, mimarlar da nihai olarak, bina yapmalıdır. “Bina” yapabilmek için (başka birçok şeyin yanı sıra) “yapı” bilmek gerekir; yasaya uyarak

Bitirirken, kara alaya sığınıyorum. Batı’nın bulanık okyanuslarının ötesinden yükselen her yeni kuramsal moda dalgası karşısında, sorumlu (kimilerine göre de sorumsuz) bir entelektüel olarak sormalıyım bunu: “Mimarlığımız Queer mi?” Soruyu duyar duymaz, ödipal üçgenin sörf tahtasında şaha kalkmaya hazırlananlar olabilir; çünkü ödipal senaryoda paranoya, –kaba bir anlatımla– babasını kaybeden oğulun korkularından ortaya çıkar: Oğul, babanın yokluğunun verdiği kaygılarla ve omuzuna yüklenen erkeklik görevleriyle baş edemediği için paranoyaklaşır. “Mimarlığımız Queer mi?” sorusu da muhtelif paranoyaları su yüzüne çıkartabilir: “Beğenmediğiniz heteroseksüelliği bulamayanlar da var.” (Ergensi). “Ne geçmişte, ne bugün, ne de gelecekte, queer değildik, queer değiliz ve queer olmayacağız.” (Cengaverane). “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür zira aydınlarımız özlerini unutmuştur.” (Münevverce). “Mimarlık queer’lere ve onlar gibi düşünenlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.” (Profesyonelce). Testosteron düzeyine göre değişkenlik arz eden bir yelpaze içinde ortaya çıkabilecek yanıtları bırakalım da başkaları çeşitlesin. 1(2013),

Straight Düşünce, çev. Leman Sevda Darıcıoğlu, Pınar Büyüktaş, Sel yayınları, İstanbul, s. 70.

2A.g.e.,

ss. 60, 85, 83.

13 XXI - KASIM 2013

Yazının başında sözünü ettiğim “akademik” kavganın ikinci cephesinde, “bina bilgisi” bulunur. Ödipal senaryonun sakilliğine dönmek pahasına: Mimarlıkta “yapı” babayı, kuralı ve yasaklamayı temsil ediyorsa, “bina” da phallus’u; bütün arzuların yöneldiği nesneleri temsil eder. Mimarlık eğitiminin, arzu nesnesiyle yasa koyucu arasına kurulmuş bir salıncak haline getirilmesi müthiş bir indirgemedir elbette. Bu üretken olmayan bir salınımdır ve sadece sığ sularda anlam taşır.

Bina mimarlığın yegane arzu nesnesi haline getirildiğinde olan şey, bina etrafında kurulan bir heteronormatif ekonomidir. Bina yapmaya dair hetero-toplumdaki mevcut pratikler, binanın üretici aktörleri (yerel yönetim, kamu görevlisi, işveren, mimar, mühendis, müteahhit, işçi) ve yenidenüretici aktörleri (ev sahipleri, kiracılar, emlakçılar, taşımacılar, kentliler...) straight düşüncenin baskı araçlarına dönüşürler.

DÖNME DOLAP

“[H]eteroseksüel toplum, her düzeyde ötekininfarklının gerekliliği üzerine kuruludur. Bu kavram olmaksızın ne ekonomik olarak, ne simgesel, ne dilsel, ne politik olarak işler. Bu öteki-farklı gerekliliği, straight düşünce diye adlandırdığım bilimler ve disiplinler yığını için ontolojik bir gerekliliktir. Heteroseksüellik: Bu kavram biyolojik, fiziksel, içgüdüsel, insan doğasından, malların ve kadınların takasında olduğu gibi, kadınların üremesinin ve fiziksel benliklerinin erkeklerce zaptından ayrılamaz bir olgu gibi sunulmasına dayanan bir rasyonelleştirmedir. Arzu: Cinsellik üzerine olan kurumsal söylemde (bugün bu söylem psikanalizdir), arzu “içgüdü”dür, böylece kim olursa olsun, tüm insanlar tek cinsel tatmin ve olası öznellik tezahürü olarak heteroseksüel ilişkileri arzular kılınır. Hayaller, rüyalar, arzu, istek, öznelliğe bağlı tüm kavramlar bu filtreden geçerler ve bundan sağ kurtulamazlar. Heteroseksüelleştirilmiş bu kavramlar baskı araçlarına dönüşürler.”2

arzu nesnesine ulaşılacaktır. Heteroseksüelliğin nihai amacı çocuk yapmak ve hetero-toplumun inşası ise, mimarlığın da nihai amacı, “içgüdü”sü bina yapmaktır. Düzcinsel toplumda kadınlar olmaksızın erkek egemenliğinin ekonomik realitesini yitirdiği gibi, mimarlıkta da bina olmadan her şey anlamını yitirir. Binasız bir mimarlık tahayyülü aynı nedenle “kağıt mimarlığı”dır; aslında bir hiçtir: Yani çocukluktan çıkamamadır, queer’liktir.


Yumurta-Tavuk: Mimarlık-Şablon 7 EYLÜL-7 EKIM ARASINDA DÜZENLENEN ANTALYA ULUSLARARASI MIMARLIK BIENALI’NIN PARÇALARINDAN BIRI DE CREATIVE INIATIVE'İN GIRIŞIMI VE ONDAN FAZLA EKIBIN KATILIMIYLA HAYATA GEÇEN MIMARLIĞIN ŞABLONU / ŞABLONUN MIMARLIĞI SERGISIYDI. SERGIDE YER ALAN IŞLERI MIMARLARININ TANIMLADIKLARI METINLERIYLE BIR BÜTÜN OLARAK PAYLAŞIYORUZ. DÜŞÜNEN-İMALAT OLARAK KÜP

kendi arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda aktif

AÇIK BÜFE

Lara sahilindeki inşa edilmiş mimari örneklerden

ABOUTBLANK

olarak değiştirmeye ve dönüştürmeye teşvik

Salon Architects

soyutlanarak anlatılıyor. Bu devasa ölçekteki yapılar "kanapeler" şeklinde minyatürleştirildi.

edecek paylaşımcı bir mimariye işaret ediyor. Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin ortaya

Dolayısıyla, mimarlığın otoriter iktidar kurgusunu

Açık Büfe projesiyle, belirli bir tatil şablonu

Ölçek ve iştah hissini değiştirme stratejisi, bu

attıkları ve Ulus Baker’in incelikli çevirisiyle

demokratikleştirmeyi amaçlıyor.

olan ve Antalya’nın doğal kentsel büyümesine

büyük yapıların varlığının başka bir perspektiften

ciddi şekilde zarar veren “her şey dahil

algılanmasını beklemekte.

hayat bulan düşünen-imalat (producer-product) kavramı, bir imalatın üretim sürecinde farklılaşma

Küp, mimarlık düzleminde işlevin sabitliğini

sistem” otelciliği eleştiriliyor. "Tatil köyü"

potansiyellerinin ön planda tutulmasına ek olarak,

sorguluyor: Küp, işlevi önceden belirlenmiş ve

ekonomik model olarak, karı maksimize etmek

Tasarım: Alper Derinboğaz & Melike Altınışık

üretim sonrasında da yeni üretimleri teşvik

sabitlenmiş işlevselci bir makine olarak piyasaya

için tamamen içe kapalı, misafirlerin şehirle

Proje Ekibi: Alican Sungur, Deniz Cabadak,

edecek bir üretkenliğe sahip olmasını tanımlar. Bu

sürülmek yerine, işlevi kullanıcıların arzu ve

etkileşimine izin vermeyen bir sistem yaratır.

Gizem Elibol

bağlamda, açık-kaynaklı bir şablondan türetilen

ihtiyaçlarına göre her an değişebilen ve çevre

Açık Büfe ile popüler tatil köyü konsepti, Antalya

Fotoğraflar: Ali Dur

bir mekanın deneyiminin, kullanıcıları tarafından

şartların farklılaşmasına ayak uydurabilen esnek

değiştirilmek ve farklılaştırılmak üzere bilinçli olarak

bir mimariye işaret ediyor.Dolayısıyla, mimarlığın

kodlanması, son ürün odaklı bir mimarlıktan,

determinist ve işlevselci etkileşim kurgusunu

kullanıcıların da ortak-üreticiler haline geldiği süreç

doğaçlama farklılaşmalara ve beklenmedik

odaklı bir mimarlığa geçişi tanımlar.

melezlenmelere açmayı amaçlıyor.

Antalya Mimarlık Bienali’nin bu seneki şablon

Küp, mimarlık düzleminde konumun ve zamanın

temasını yorumlayarak ortaya koyduğumuz

sabitliğini sorguluyor: Küp, konumu önceden

düşünen-imalat önerisi; işlevi, konumu, zamanla

belirlenmiş ve zamanı sabitlenmiş daimi bir abide

ve iktidar kurgusuyla ilişkisi kullanıcılar tarafından

sanrısıyla üretilmek yerine, algı ve süreç odaklı farklı

şekillendirilecek açık-kaynak bir şablon olarak küp.

deneyimlere açılabilen mobil bir mimariye işaret ediyor. Dolayısıyla, sosyal dinamiklerin yoğunlaştığı

Dört tekerlek üzerinde yan, alt ve üst yüzeyleri

noktalarda vücut bulacak, sosyal dinamiklerin

dolu, ön ve arka yüzeyleri boş bir dizi küpün,

tenhalaştığı noktalarda ise kaybolacak adaptif bir

bienalin açık alanlarına saçılmasıyla oluşturulan

örüntü örgütlemeyi amaçlar.

KASIM 2013 - XXI 14

GÜNCEL

küp örüntüsü, şablonların salt kalıplaşmak için kullanılmayabileceğini ve şablon odaklı tekerrürün

Özetle, bu ilk açık-kaynak mimarlık deneyimizde

mimarlığın pek yüz vermediği bir dizi ilişkilenme

amacımız, mimarın şablonu bir kelepçe olarak

ve farklılık üretme pratiklerinde önemli roller

kullandığı sabitleyici organizasyon kurgusunun

üstlenebileceğini göstermesi bakımından önemli.

terki ve tam tersine şablonun bir Truva atı misali kullanıcıları merkeze alarak farklılaşmaya ve

Küp, mimarlık düzleminde hiyerarşik iktidar

değişime açık mekansal deneyim olasılıkları üreten

kurgusunun sabitliğini sorguluyor: Küp, işveren-

bir katalizör olarak kullanıldığı yeni bir interaktif

3 0DA 1 SALON

mimar-kullanıcı arasındaki piramidal iktidar

kurgunun inşaatıdır.

kpm, kerem piker mimarlık

kılınmasına vesile olmak yerine, katılımcı bir kurgu

Tasarım Ekibi: Ece Sıla Bora, Ozan Özdilek, Gökhan

Üç oda bir salon, mimari şablonun en dolaysız

çerçevesinde yatay iktidar organizasyonları inşa

Kodalak, Osman Ural, Erhan Vural, Hasan Sıtkı

ifade biçimi. Mimarlık üç oda bir salon ile yerden,

edebilecek ve kullanıcıyı mekansal deneyimini

Gümüşsoy

durumdan soyutlanarak salt plan düzleminde

kurgusunda kullanıcının pasifleştirilerek madun

bir bulmacaya indirgenir. Bulmacanın çözümü, üzerinde en kolay uzlaşılabilecek mimarlık zeminidir. Herkesin aklında bir yerlerde üç oda bir salonun gizli kodları yer alır. Bulmacanın çözümü mülkiyet sınırından türer. Geriye sadece imar koşullarının verimlilik hesapları kalır. Üç oda bir salon, mimarlığın mimardan sıyrıldığı, belki de en çok kamusallaştığı ifade biçimidir. Bir oda bir salon, bir ev değildir; bir tür maceradır, geçici konaklamanın hallicesidir. İki oda bir salon bir tür yoksunluğu ifade eder, hep üçüncü odayı özler. Dört oda bir lükstür, dördüncü oda artan bir uzvu gibidir evin. Bütün evler üç oda bir salon olmak ister. Üç oda bir salon bu ülkenin barınma kodudur, hayatın ta kendisidir.


YENI BIR BITKI ÖRTÜSÜ

SÜRDÜRÜLEBILIR ŞABLON

Ali Taptık

ONZ Mimarlık + Onbir41 Mimarlık

Yeni Bir Bitki Örtüsü, 2010' dan beri devam

Kullanıcı odaklı tasarım son dönemde birçok

ettirdiğim ve kentte bitkilerin yaşantısına

tasarımcı tarafından sıklıkla dile getiriliyor.

odaklandığım bir çalışmadan örnekler içeriyor.

Tasarım sürecinde kullanıcının da bir aktör

Bitkileri iz taşları, yer tutucular, bozucu ve birleştirici

olarak yer aldığı yöntemler üzerine fikirler

yapısal unsurlar gibi farklı kavramsal çatılarda

ortaya atılıyor. Üretimin odağında yer alması

değerlendirdiğim bu çalışma, bienalde Ali Dur'un

gerektiğini söyleyenler olduğu gibi bu

Öngörülü Öngörüsüz isimli yapısının ayrıştırıcı

konuya daha temkinli yaklaşan mimarlar ve

duvarları olarak kullanılan branda baskılar olarak

tasarımcıların sayısı da azımsanacak gibi değil.

sunuyor.

Bütün bu tartışmalar devam ederken kullanıcı ya da kentlinin çevreye olan müdahalesi üzerine tartışmalar sadece estetik kavramlar üzerinden sürdürülüyor.

GÜNCEL

İşte tam bu noktada ONZ Mimarlık ve Onbir41 Mimarlık olarak bu tartışmayı bienal ortamına taşımayı hedefledik. Mimarın terk ettiği alanlarda kullanıcının kente müdahalesini eleştiren bir tema üzerinde yoğunlaştık.

15 XXI - KASIM 2013

Antalya özelinde kentlinin kente müdahalesini sorguladık. Güneş enerji sistemlerinin kente tanıttığı yeni şablonu tartışmaya açmak istedik. Sürdürülebilir Şablon ile herkesin kullanıcı odaklı tasarımın sınırlarını ve esnekliğini sorgulamasını hedefledik. Proje Ekibi: Onat Öktem, Fatih Yavuz, Zeynep Öktem, Emre Şavural

ÖNGÖRÜLÜ ÖNGÖRÜSÜZ

modelleri, sahip oldukları bilgilerden çok, genel

Ali Dur

anlamda durumcu (situationist) projenin de özeti olarak, bir "bilinç" ve davranış kültürü tarifliyor. Esas

Öngörülü Öngörüsüz, bienalin ortaya sunduğu

olan kullanılan malzeme ve araçlardan ziyade tutum/

temayı tartışmak için şablonu öncelikle bir tasarım

tavır ve bir şeyleri yapış biçimi. Tüm bunlar bize,

nesnesi ve bir buluşma sahnesi olarak görüp, onun

şablonsuz bir dünyanın tam da, bir deney alanı olarak,

iki tarafına karşılıklı olarak tasarımcıyı ve kullanıcıyı

mevcut şablonların üzerinde ve arasında olduğunu

oturtuyor. Bienal çağrı metninin daha sonradan

işaret ediyor. Sonuç olarak daha mühim olan, açık-

tezahürünü aradığı bir “şablon-dışılık” ya da “açık-

şablonların tasarımının yanında, bu modellerin ve

şablon” olasılıkları içinse, birtakım teorik metinler

tavrın araştırılması ve yaygınlaştırılması; tasarım

ışığında ve doğaları gereği birbiri içine geçen ikili bir

eylemi ise ancak bu tavırdan en üst düzeyde

araştırma öneriyor. Bu araştırma bienal süresince

öğrenmekle ve bu deneyi teşvik etmekle yükümlü

(30 gün) bulunacak bir fiziksel yer (kamusal bir

olabilir.

meydanda bir toplanma/sergi/rekreasyon alanı), birtakım araçlar/imkanlar, kaynaklar, çağrılar

Öneri, mekanın yanı sıra bir yandan sergilendiği süre

ve etkinlik programları bütünü olarak kısmen

boyunca olacak deneyi de kurguluyor. Bu noktada

“öngörülmüş” bir durum (situation) ve iki taraf

ise, tasarımı da bilgilendirecek şekilde, sözü edilen

Öngörülü Öngörüsüz geçici mekanı, var olacak

Projeye ait tüm çizim, kaynak, doküman ve metinler

(tasarımcı ve kullanıcı) için öngörülmeyenlerden

kültüre ait referanslarla ilgileniyor: Hackerspace/

olan şablonları oluşturma (tasarım) bilgisi ile var

bu adreste bulunabilir; dilendiği gibi kullanılabilir:

öğrenilmeye çalışıldığı bir süreç olarak tasarlandı.

hacker faaliyeti ve açık-kaynak kavramı ile ilişkili

olanlarla kurduğumuz ilişkilerin (kullanım) bir arada

dur.cc/iaba

Kısaca, bu iç içe geçen ortamda tasarımcıya düşen

olarak, yapısal tüm bilgiler, üretim ve kullanım

araştırıldığı ortak, iki araştırmanın üst üste geldiği

kullanıcıdan ve öngörülemeyenlerden öğrenmek

detayları, malzemeler ve ilk önerinin yapımı da

lokali tanımlıyor. Bu lokal, bir açık-şablon tasarım

Tasarım ve Kurgu: Ali Dur

ve bu deney ortamını teşvik etmek; şablonlardan

örneklenerek fiziksel ve dijital olarak erişilebilir

nesnesi olarak kendisine odaklanmak ve tasarımın

Uygulama: Sarper Takkeci, İrem Yıldız

oluşan bir dünyada kendi disiplininin ancak “bağımlı”

bir manuelde potansiyel kullanıcılara iletilir. Aynı

kendisine ait özerk bir alanı vurgulamaktan öte

olabileceği bir bilinç ve tavır araştırmasının önemini

manuel içerisinde, tasarımcı açısından gene aynı

bu özerkliğin imkansızlığından hareketle kendisini

kavramaktır.

sınır derecesi sorunlarıyla birlikte, olası başka mekan

her türlü müdahale ve kullanıma açarak, açık bir

kullanım örnekleri de sunulmaktadır; ancak bunlar

araştırmanın cereyan ettiği yer olmayı seçiyor; açık

Günümüzde ve yakın tarih boyunca bu tavrın

tavsiye niteliğindedir. Sistemin çalışmasına ait

bir şablon olarak kendisini kontrolcü değil gözlemci

evrimleşmiş örnekleri ve şablonlardan oluşan bir

bilgilendirme ve olası öneriler ile davetli (programlı

konuma almayı yeğliyor. Tasarımcı, artık, disiplininin

dünyada şablon-dışı bir tutuma sahip olabilmenin

atölyeler, etkinlikler) yada davetsiz misafirler mekanı

sınırlarından çok uzakta ve 0’dan değil de 1’den

yollarından olan remiks, açık-kaynak ve hacker

değiştirmeleri, elemanları denemeleri ve kullanmaları

yaratımın yollarını öğrenmek ve tetiklemek için

kültürü gibi bilgi erişim, dağıtım ve kullanım/yaratım

yönünde teşvik edilmeye çalışılır.

çalışan bir aktivist ve öğrencidir.


DÖRTDUVAR

Tüm bu kabullerle, bienal kapsamında

gözlenen strüktürel zorlanmalar ve havuz

İkiartıbir

gerçekleşen deneyim; standart boyutlarda

üzerindeki konumuna bağlı fiziksel ve işitsel

üretilmiş buz kalıpları ile mevcut havuzun

algı çeşitliliği ile Dörtduvar; yok olma sürecinde

Mimarlık eylemi üzerinden şablon kavramı

üzerine kurulan bir platformda mekan üretimi

dinamik, tartışmalara açık ve gözlem gerektiren

tartışıldığında ana argüman, mimarlığın kalıcılık

olarak gerçekleşti. İnşa ve yok olma olarak tarif

öngörülmemiş bir zemin yarattı.

olgusu üzerinden kavranma hali olarak belirginleşir

edebileceğimiz bu dinamik süreçte, katılımcılar

ve bu kalıcılık algısına bağlı gelişen mekansal

ve ziyaretçiler arasında programlanmamış

Sonuçta dörtduvar usulca eriyerek suya karıştı ve

üretimlere de bir ömür biçilmez. Yaratıcı, tasarlayan

birçok tartışma gerçekleşti. İnşa sürecinde “buz

yerini, “sen” yüzeyine yani ayna prizmaya bıraktı.

egosu ve içgüdüsüyle mekanın hiçbir zaman yok

bloklarının kaymadan nasıl üst üste durabileceği”,

Bu şekilde mesajını verip yok olan Dörtduva’ın

olmasını istemez bile. Bu durum kalıcılık olgusunun

“devrilme ihtimali ve olası sonuçlar” en çok

aradan çekilmesiyle, ziyaretçilerin vurgulandığı ve

inşa ettiği bir şablonlaşma halidir.

tartışılan konular oldu. Diğer taraftan inşa süreci

asıl özne olarak bireyin kendisiyle baş başa kaldığı

tamamlandıktan sonra ise “Dörtduvar’ın ne kadar

bir son öngörüldü.*

Bu çerçevenin dışında kalmayı tercih eden ve tüm

zamanda ve nasıl yok olacağı”, “eriyerek mi yoksa

bu yaklaşımların karşısında geliştirilen argümanla

bir noktadan sonra devrilerek mi yok olacağı”

* Sözü edilen sona, maalesef ulaşılamadı.

Dörtduvar, tasarlama, üretme ve yok olma

ve “ilk hangi parçanın kırılacağı ya da eriyeceği”

Etkinliğin gerçekleştiği mekan sahibinin isteğiyle

eylemlerini kapsayan ve bütüncül biçimde kavranan

gibi dinamik süreci takip etmeyi ve her defasında

geriye kalan yüzey havuzdan kaldırılarak bir

geçici ve dinamik bir süreç tasarımı. Bir anlamda

yeniden gözlemlemeyi gerektiren sorgulayıcı bir

depoya konuldu. Bu şekilde, ifade edilmek istenen

Dörtduvar, standartların öngördüğü biçimde

ortam var oluştu. Bir mekanın nasıl yok olacağına

geçicilik vurgusu da öngörülmemiş bir biçimde

gerçekleşen üretimlerin ulaştığı katı-durağan

odaklanan, tasarımcı katılımcılar ve ziyaretçiler

nirvanaya ulaştı.

biçimlenişlerin, aslında süreçte deneyimlenen birçok

arasında geçen bu diyalogların pek de alışıldık bir

ara ve öngörülmemiş durumlara sahip dinamik

durum olmadığı oldukça açık. Böylece, süreçte

Tasarım Ekibi: Ferhat Hacıalibeyoğlu, Orhan

etkileşim arayüzleri olduğunun ifade edilme biçimi.

gerçekleşen form geçişleri, incelen kesitlerde

Ersan, Deniz Dokgöz, Turgut Şakiroğlu

ŞEHIR YAP!

SORU SOR

İkikerebirk

İyiofis + Fulya Özsel Akipek

Kentlerde parselasyon mantığının, imar

İyiofis ve Fulya Özsel Akipek'ten oluşan ekip,

yönetmelikleri, emsal hakkı, yapım alışkanlığı gibi

Soru Sor başlığı altında, kentlilere, şehirlerine dair

faktörlerin tıkadığı bir proje yapma ortamında,

özgürce fikirlerini işleyebilecekleri boş bir tuval

şartlar ve talepler doğrultusunda birbirinin türevi

sundu. Beyaza boyanmış ve sorulan sorulara ait

kutular yapıyoruz. Mevcut vaziyetle ilgili olarak;

alanlara bölünmüş bir masanın üzerine renkli

iğneyi sorumlu merkezi-yerel yönetimler ve kent

kalemler ve tornavidalar bırakılarak, kişinin belki

plancılarına, çuvaldızı her şeyin bu hale gelmesine

ilkokul sıralarından hatırlayacağı gibi içinden

göz yuman, cephe varyasyonları üretmekten başka

geleni yazıp çizmesi, hatta kazıması teşvik edildi.

rolü kalmamış mimarlara batırmayı münasip bulduk.

Masa, kişilerin kentleriyle kurdukları duygusal

KASIM 2013 - XXI 16

GÜNCEL

ilişkiler hakkında enformel bir bilgi toplama aracı Zeminde, eşit gridal bölüntüyle oluşturulmuş basit

olarak çalıştı. Böylece şablonlaşmış tasarım

kent stilizasyonu üzerine, tam da 1 emsale tekabül

sürecinde yer almayan verilerin önemi vurgulandı.

eden küplerden türemiş farklı boyutta modüller yerleştirdik. Hem tasarımcının hem sıradan bir

Biz, kentlerin yalnızca sayısal veriler (yaya ve

katılımcının modüllerin yerlerini değiştirerek, üst

trafik akışı, yoğunluk, kat yükseklikleri vb)

üste koyarak ya da eksilterek kentsel dokuyu tekrar

üzerinden değil, kişilerin kentleriyle kurdukları

türetmeyi deneyeceğini umduğumuz “şakacı”

duygusal ve düşünsel ilişkiler bütünü üzerinden

bir oyun aslında "Şehir Yap!" Oyun esnasında

anlaşılabileceğine ve tasarım süreçlerine katılan

kentlinin, kentsel yoğunluğu bir araya getirme

verilerin, bunları kapsamadığı için yetersiz

denemesinde ne gibi sonuçlar ortaya çıktığını

kaldığına inanıyoruz.

görebilmek, kendisini ideal yapılaşmaya dair bir arayışta bulmasını sağlamak, bu sırada; zemindeki

Sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtların bir

(grid) ve elindeki (modül) şablonların kendisini ne

kısmı şöyle oldu:

derece sınırlandıracağını keşfetmesini beklemek gibi

* Şüphesiz ki Antalya..

umutlar da taşıyoruz. Kentle ilgili ortaya çıkabilecek

- Dünyanın en güzel yeridir

herhangi farkındalık, bu oyunun katma değeri

- Çok sıcak

olacaktır diye düşünüyoruz.

- Sigaraya başladığım yer - İkinci evim

Proje, hazırlık sürecinde İyi Ofis'in ortaya attığı "Ask, Observe, Interact" üçlemesine eklemlendi. Üç farklı

*Dünyayı kim kurtaracak?

ekibin bir bütünü tamamladığı kollektif sürecin yanı

- Duyarlı mimarlar

sıra; birlikte ve benzer altlıkta sunulan işlerin, daha

- Gezi Parkı

güçlü bir etki yaratacağı umudundayız.

- Bundan bir bienal konusu çıkar!

Tasarım ekibi: İkikerebir (Kutlu İnanç Bal, Hakan Evkaya), İyiofis (Elif Ensari, Can Sucuoğlu) ve Fulya Özsel Akipek, Gökhan Aksoy Mimarlık



Ağaca Düşen Bulut SOU FUJIMOTO TARAFINDAN TASARLANAN SERPENTINE GALERI'NIN 2013 YILI PAVYONU 1 HAZIRAN - 20 EKIM TARIHLERI ARASINDA LONDRA’NIN EN GENIŞ YEŞIL ALANININ IÇINDE ZIYARETÇILERINI AĞIRLADI.

KASIM 2013 - XXI 18

GÜNCEL

fotoğraflar: Iwan Baan ve Jim Stephenson

Özge Gürbüz 2000 yılından bu yana önündeki alanı geçici uygulama için ayıran ve her yıl bir tasarımcıyı ağırlayan Serpentine Galeri Pavyonu bu yıl Japon mimar Sou Fujimoto’ya emanetti. Londra’nın en büyük kraliyet parkı Hyde Park’ın bir parçası olan Kensington Bahçeleri’nde yer alan galeri, kentin öne çıkan modern sanat duraklarından biri. Rutin sergileri ve interaktif organizasyonlarının yanı sıra keyifli atmosferi ile de ilgilileri için oldukça cazibeli bir buluşma noktası. Fakat şüphesiz, merakla beklenen, her yıl değişen pavyon ve tasarımcısı oluyor. Sou Fujimoto, kültürel etkinlik takviminin en heyecanla beklenilen organizasyonlardan biri olan Serpentine Galeri Pavyonu’nu tasarlayan 13. mimar ve adı da, aralarında Herzog & de Meuron ve Frank Gehry gibi önemli isimlerin bulunduğu geçmiş pavyonların tasarımcılarının yanına eklendi. Fujimoto tasarımının temelini, mimarlığın doğadan ne kadar farklı olduğu, nasıl doğanın bir parçası olabileceği ya da ikisinin nasıl iç içe geçebilecekleri meselelerini irdeleyerek oluşturmuş. Doğal ve yapay arasındaki sınırları sorgulayan 41 yaşındaki mimar, pavyon tasarımı için davet alan en genç mimar olmasının yanı sıra

Toyo Ito ve SANAA ekibinin ardından üçüncü Japon. Serpentine Galeri’nin önündeki 30 metrekarelik çim alana yayılan hassas yapı tasarımı, peyzaja karışabilen ve galerinin sütunlu doğu kanadının klasik atmosferinin karşısında duran yarı geçirgen bir görünüme sahip. Düzensiz ve şeffaf dokuya sahip yapı, ziyaretçileri dış unsurlardan korurken aynı zamanda çevreyi, peyzaja dahil olarak deneyimlemeyi kolaylaştırıyor. İki girişi olan ve her birimi beş çelik çubuktan oluşan bu hassas yapı, kademeli teraslarıyla ve esnek yapısıyla iç kısımda yukarıya doğru oturma alanları sağlıyor. Şeffaflıkla artan hassasiyet, buluta benzeyen geometrik formla daha da vurgulanıyor ve böylece tasarım, üzerindeki ziyaretçileriyle birlikte parkın belirli noktalarından gözükebilen bir sis bulutu algısı yaratıyor. Galerinin klasik cephesinin, içinde bulunduğu doğal atmosferle harmanlanması da bu şekilde kolaylaşıyor. Gökten bir bulut, Hyde Park’ın ağaçlarının üzerine inmiş gibi duruyor. Çatısı ve duvarları olmayan bu yapı, dışa ve yukarıya doğru büyüyüp genişleyen çelik bir yuva formu olarak algılanıyor. Tasarımın değişken dokusu zaman zaman bir bütün olarak görülürken bazen de

dağılıyormuşçasına bir algı oluşturarak yanılsamalar yaratıyor. Yapının girişleri, giren kişiye bir bilgisayar sistemini kurcalamaya başlıyormuş hissi veriyor. Zaten Fujimoto da, tasarımlarında bilimsel bir algı olduğunu ifade ediyor. Pavyonun içindeki kafe bir sosyalleşme alanı olarak dört aylık kullanım süresince ziyaretçileri pavyona girmeleri ve etkileşim içinde olmaları için yönlendirdi. Yapı, yukarıya doğru, parıldayan bir matris gibi uzanan girift kafes dokusu içerisinde 20 milimetrelik beyaz çelik çubuklardan inşa edildi ve Fujimoto’nun “şeffaf alan” tanımı doğrultusunda, mekana dağılarak ilişki kuran bir kamusal alan olmayı hedefledi. Fujimoto çalışmasını şu şekilde anlatıyor: “2013 pavyonu için insanların etkileşim içinde olabileceği ve mekanı keşfedebileceği şeffaf bir mimari peyzaj hedefledim. Kensington Bahçeleri’nin pastoral atmosferini göz önünde bulundurarak, yapılı geometriyle örülü

canlı bir yeşil alan tahayyül ettim. Böylece doğal ve yapayın birbirine geçtiği, salt mimariden ya da salt doğallıktan oluşmayan fakat ikisinin özgün bir şekilde karşılaştığı yeni bir çevre yaratılacaktı.” Sou Fujimoto, temelde de yapılı çevre ile olan ilişkimizi yeniden yaratmayı hedefleyen mimarlardan biri. Kuş yuvası, bulut, mağara ve orman gibi organik yapılardan etkilenerek tasarımlarını şekillendiriyor. Pavyon tasarımı da geometrik formu, dokusu ve üzerindeki ziyaretçilerle kuş yuvasını ve bulutu anımsatıyor. Açık kaldığı sürece aynı zamanda galeride ilgili sergiler devam ederken yapının en küçük birimi olan beşli çelik öğeler az miktarda olmak üzere ilgililerine satışa sunuldu. Pavyon, yaz ayları boyunca sosyalleşme alanı olarak değerlendirildi ve Serpentine Galeri’nin düzenlediği halka açık interaktif organizasyonlar için kullanıldı.



Stratejik Objeler ve Sivil El Sanatları Tasarımda stratejik bir perspektif kullanmak eğitim ve pazarlama alanlarında da yaygınlaştı. Tasarım stratejisi, önceden tanımlanmış amaçlara ulaşmak için, tutarlı eylem ve uygulamaların geniş kapsamlı planları ile yaratıcı çabaları, marka kimliği, ürün ve hizmetleri kullanıyor. Bu üst düzey bir tasarım şeklidir, belki de bunu “Büyük Tasarım” (Grand Design) olarak adlandırabiliriz. Bütün stratejistler bir risk olarak temelleriyle bağlarını kaybedebilir, kağıt üzerinde iyi görünen ama gerçekliği yansıtmayan yönetimsel kutulara ve akış şemalarına hapsolabilirler. Çoğunluk savaş alanında ne olduğunu ya da askerlerin durumunu görmeyebilir.

KÜÇÜK MÜDAHALELER

Daha da endişe verici olan, kötü bir şekilde tasarlanmış stratejik projeler sadece başarısız olmaz aynı zamanda geri teperler. Başarısız yatırımlardan dolayı ajansın ve diğer girişimlerin şansını azaltırlar. Ayrıca “çeşitli imkansızlıklar”, hayal kırıklıkları yaratıp aşağıya doğru inen bir sarmal gibi hiçbir değişiklik yaratamayacak şekilde üretken enerjiyi azaltırlar. Birlikte çalışmaya alışkın olduğumuz enstitülere uymayan sosyal dinamiklerle kötü bir stratejik planlama çok daha görünür hale gelir. Bu duruma örnekler; rollerini henüz belirginleştirmemiş, tam olarak kontratla yönetilmeyen ama aile bağları güçlü ve akış şemalarındaki sınırları çizilmiş kurumsal olmayan çevreler ve resmi olmayan ekonomiler olabilir. Ama eğer kontrat paralelinde strateji üretilmiyorsa, resmi roller ve akış şemasındaki kutular nasıl gerçekleştirilebilir?

KASIM 2013 - XXI 20

Kalkınma uygulayıcısı Nabeel Hamdi, “stratejik nesneler”i geliştirerek uyguladığı, stratejileri pratiğe dönüştürerek temellendiren bir yöntem öneriyor. Bu nesneler, stratejiyi aşağıdan yukarıya hayata geçiriyor. Nesneler, aslında topluma dahil oldukça stratejiyi mobilize ediyorlar. Eğer bir tasarım projesinin lokal bir ekonomi yaratma stratejisi varsa ve ekonomisi küçük ölçekli el sanatları üretimine dayanıyorsa, stratejik kalkınmanın el sanatları objelerinin tasarımıyla bütünleşip bütünleşmediği mutlaka kontrol edilmelidir.

OTTO VON BUSCH TASARIMCI

Bir kupayı örnek alalım. Geleneksel bir tasarım paralelinde kupa; pratik, güzel, ergonomik ve kolay üretilebilir olmalıdır. Stratejik bir kupa bunların da ötesinde, gelişen bir ekonomiyi kupanın çevresinde harekete geçirebilir (ürünün malzemeleri bölgede yerel işgücü kullanımını destekleyecek şekilde olabilir), kupa üretim sürecindeki becerileri geliştirebilir (kupa tasarımı beraberinde çömlek

eğitimini getirebilir), pazarlamayı destekleyebilir (kupanın değerini artıracak noktalarda satış gerçekleşir), ve uygulamaya geçer (tamir, geri dönüşüm ya da beşikten beşiğe hizmet gerçekleşir). Tüm bu adımlar, sosyal bir zorunluluk, sosyal hareketlilik amacı, toplumu bir araya getirerek daha uyumlu bir işbirliği ve gelişmeye açık piyasa ortamına sahipler. Stratejiler kupanın kendi içinde inşa edilir. Stratejik objeler aynı zamanda “uygulama ekolojileri” ile de bağlantılılar. Bunlar, nesnelerin parçası olduğu değerlere destek olup onları aktive eden uygulamaların koleksiyonlarıdır. Örneğin, eğer stratejik nesne bir giysiyse, uzun ömürlü olmalıdır. Bu objelerle bağlantılı olacak uygulamalar; terzilerden eğitmenlere, insanlara onarım ve tamir eğitimi verecek hizmetlerdir. Bu aynı zamanda; görünmez tamir, çevresel olarak sürdürülebilir çamaşırhane, hatta günlük etkinlikler ve kullanıcının destekleyici grup içinde yer aldığı hayran grupları gibi profesyonel hizmetleri de içerir. Bu paralelde uygulamalar sadece kağıt ürünleri olmaz, giysi ise tüm bu uygulamaları aktive eder hale gelir. Stratejik obje, sosyal doku boyunca seyahat ederek filozof Jonathan Wolff ve Avrer De-Shalit’in adlandırdığı “verimli işlev”i harekete geçirir. Bu yetenekler, birbirinin gücünü sosyal olarak artırarak sürece olumlu bir deneyim ekler. Yani böylelikle beceriler, araçlar ve malzemeler anlamında uzun vadeli yatırımlar yaratırlar. Bu şekilde stratejik objeler insanlarla arasında yakın bir bağ kurarlar. Bu bağlantılar daha fazla fikir, hayal gücü ve fikri gerçeğe dönüştürme sürecini aktive eder. Bu objeler aynı zamanda doğa üzerinde bir kontrol getirirken insanlar arasındaki yumuşak becerilerin farkına varılmasına yol açarak toplumun kendi geleceğine karar vermesini sağlayan özerk bir alan yaratırlar. Stratejik bir obje, her birleşenin diğeriyle bağ kurabileceği, tutarlı bir bütün oluşturup büyük bir sosyal hedefe yönelen yerel bir çevre yaratır. Sosyal uzun vadeli eforları içeren ana bileşenlere karşı hareketli bir bağ ve güven ortaya çıkarır. Stratejik obje, yerel bir jeneratör gibi toplumsal stratejik bir eylem için enerji üretir. Stratejik objelerin üretimi, el sanatları hakkındaki bazı temel fikirlerimizi değiştiriyor. Bazılarımız el sanatlarını bir hobi gibi, kendimiz için yaptığımız bir şey olarak görüyor. Ama el sanatlarına dair stratejik bir perspektifin ya da “verimli işlev”leri yaratan el sanatlarının ciddi sosyal etkileri olabilir. Zanaat ya da el sanatları artık sadece üretimi ya da tüketim nesnesini çağrıştırmıyor, bununla birlikte artık aynı zamanda “el yapımı” ya da “otantik” kelimeleriyle de bağ kuruyor, diğer yandan toplumsal bütünün refahı için ne yapılabileceğinin de bir tezahürü. Stratejik objeler üzerine odaklanarak el sanatları pratiği, toplumsal hayatın bütünü için bir hizmete dönüştürülebilir -toplumu geri besleyen vasıflı bir işgücü ile-. Sivil el sanatları, belki de kamusal


- Sivil el sanatları, tarihsel objelerden çok sosyal konular ve beceriler üzerine odaklanır. - Sivil el sanatları topluma hizmet eder. Örneğin bireyin kendini ifade etmekte kullandığı bir araç olmaktan öte, tamir ve bakım-onarım hizmetleri sunar. - Sivil el sanatları, tüketim toplumunun dışında kalan insanların satın alacağı daha fazla ürün üretmek yerine, hareketliliğe dair bir arena sunar. - Sivil el sanatları, üretim ve yaşam tarzı tüketiminin ötesinde, üretime ve toplumsal birlikteliğe dayalı, yeni sosyal biçimlerin yetiştirilmesi ve eğitimi için pratik bir platform oluşturur. - Sivil el sanatları, piyasa tarafından önerilen diğer sosyal değerleri (paylaşılan zaman, sosyal bağlılık, bellek ve yaratıcı kamusal protestolar gibi) destekler. - Sivil el sanatları stratejik nesneleri kullanarak sosyal varlıkları harekete geçirir ve kamusal endişeleri tanımlayıp katılımcılar arasındaki siyasallığı geliştiren uygulamaya yönelik ekolojileri oluşturur. Tasarımcılar olarak, toplumun piyasa tarafından yönlendirilen itaatkar tüketime dair bir sosyal arena olmadığını görmemiz gerekiyor. Güzel evler, şık aletler ve zengin bireyler için objeler tasarlamaktan öte, sosyal refah için bir şeyler yapmayı öğrenmeliyiz. Güzel objelerin dünyada önemli yerleri var, ve bu gayet iyi. Bizler tasarlamak için

eğitildik evet ama toplumdaki büyük ölçekli ve ivedi sorunların çözümünde tasarım ve el sanatlarından yararlanmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Tasarımcılar ve zanaatkarlar olarak hala bir şeyler yapabiliriz, ama bunlar stratejik şeyler olmalı. Bunlar, varlıkları vasıtasıyla sivil erdemlerimizin stratejik formasyonuyla bizim aramızda bağ kuran şeyler olmalı.

21 XXI - KASIM 2013

kaygıları öne çıkaran ve değişim dinamiklerini harekete geçiren bir şekil alabilir. Fakat bu noktaya ulaşmak için el sanatlarının kamusal yaşamla, vatandaşlarla, kamu kuruluşlarındaki günlük akışla ve gündelik hayatla bağlantı kurması gerekiyor. Bu paralelde sivil el sanatlarının karakteristiğine dair önerilerim:

KÜÇÜK MÜDAHALELER

en solda: Nabeel Hamdi'nin Housing Without Houses adlı kitabının kapağı solda: Jonathan Wolff ve Avner De-Shalit'in Disadvantage adlı kitabının kapağı


Bruno Taut: Bir Düşünme ve Tasarlama Ustası

KASIM 2013 - XXI 22

GÜNCEL

İTÜ TAŞKIŞLA’DA YER ALAN VE KÜRATÖRLÜĞÜNÜ WINFRIED BRENNE İLE ANGELIKA GÜNTER’İN YAPTIĞI “BRUNO TAUT - BERLİN ANKARA - İSTANBUL - İZMİR - TRABZON” SERGİSİ, TAUT’UN BERLİN’DE YAPTIĞI VE KORUMA ALTINDA OLAN KONUT PROJELERİNİN YANI SIRA TÜRKİYE’DE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ PROJELERİ DE İÇERİYOR.

Afife Batur* Bruno Taut, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında emeğini, zekasını ve mesleki birikimini bu inşa sürecine adayanlardan biri olarak saygı ve minnettarlıkla andığımız bir kişilik. Önce kısa bir yaşam öyküsü Bruno Taut, 04 Mayıs 1880’de Königsberg’de (günümüzde Kaliningrad) doğdu. 1897 yılında kentteki Baugewerkschule Königsberg’e (Yapı Sanat Okulu) devam etmiş, bir yandan da betonarme yapılarla uğraşan bir inşaat şirketinde duvarcı çırağı olarak çalışmıştı. Özel bir yetenek gösterip normalde altı dönem süren meslek okulunu üç dönem sonunda bitirdi. 1903 yılında Berlin’de başladığı meslek yaşamı özgün tasarımların ardı ardına gerçekleştiği bir çizgi izledi. 1913’te Berlin’de “Falkenberg” ve “Magdeburg”da “Reform” bahçe kentlerinin yapımını üstlendi. Aynı yıl, Leipzig Mimarlık Fuarı’nda demir endüstrisi için “Monument des Eisens” (Demir Anıtı) ve 1913 Temmuz’unun

sonunda ilk üyelerinden olduğu Deutscher Werkbund’un Köln’deki sergisi için Alman cam sanayinin pavyonu olarak ünlü Cam Ev’i tasarladı. Cam Ev (Glashaus, 1914 Köln) adlı pavyon, ona uluslararası bir tanınma ve düzey sağladı. 1919'da Moskova’ya ve Kowno’ya gitti. Bu yolculuk döneminde Ütopik Mimari kuramlarını geliştirdi. Ünlü 'Die Stadtkrone und Alpine Architektur' burada hazırlandı. Savaş sonrası ortamında ütopyaların düşünsel programlarını ve adeta sınırsız hayallerini aradığı bu evrede düşünür çizgisini yükselten çalışmalar yaptı. 1920’li yılların ikinci yarısında konut inşaat şirketi GEHAG’ın başmimarı oldu. Ve Berlin bölgesinde çok sayıda konut sitesinin inşaatına yoğunlaştı. Weimar Cumhuriyeti’nin konut reformu programına uyan gerçekten büyük, çok bileşenli ve önemli projelerdi. Konut tarihinin baş yapıtı olan siteler arasında Britz’deki “Hufeisensiedlung” (1925) ve Zehlendorf’taki “Onkel Toms Hütte”

(1926) adlı bu anıtsal yerleşmeler Temmuz 2008’de UNESCO dünya kültür mirası ilan edildi. Bruno Taut, 1930 yılında BerlinCharlottenburg Yüksek Teknik Okulu’na onursal profesör olarak atandı, ama bu görevi uzun sürmedi. Nasyonal Sosyalistlerin iktidara gelmesiyle 1933 yılında İsviçre üzerinden Rusya’ya oradan da Japonya’ya kaçmak zorunda kaldı. Japonya, Taut gibi avangarde bir mimar için ciddi deneyim fırsatları içeren bir ülkeydi. Görevlendirildiği El Sanatları Meslek Okulu’nda mobilya ve küçük eşya etütlerini geliştirdi, ama asıl düşünsel yazılarının ön çalışmalarını yaptı. TÜRKIYE’YE GELIŞ

Güzel Sanatlar Akademisi’ne profesör olarak da atanmış olan ünlü mimar Hans Poelzig, 14 Haziran 1936’da vefat etti. Öğretim görevlisi açığının acilen çözülmesi gerekiyordu. Martin Wagner’in arabuluculuğu ve Maarif Vekaleti Müsteşarı Cevad Dursunoğlu’nun aktif girişimi ile bu

göreve Bruno Taut getirildi. Taut, Türkiye’ye 10 Kasım 1936’da geldi. Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü başkanı ve öğretim üyesi ve aynı zamanda Nafia Vekaleti İnşaat Bürosu yöneticisi oldu. AKADEMI REFORMU

Bruno Taut, Japonya’da düşünce geliştirmeye adanmış üç buçuk yılın ardından Türkiye’de hızlı bir tempoda çalışmasını gerektiren bir iş ve görev yoğunluğu ile karşı karşıya kaldı. Akademi Reformu zor bir görevdi. Gerilimli, sancılı ve yorucu çalışmalarla gerçekleşti. Cevad Dursunoğlu’nun güçlü desteğini alan Taut, hem akademik kurgunun yeniden inşasını sağlamış ve eğitime bizzat katılmış hem de Bakanlık tarafından istenen projelerin tasarımını yapmıştır. Çoğunluğu resmi siparişler olan bu projeler genelde büyük öneri paketleridir. Birçoğu kabul edilmiş olsa da uygulanmamıştır. Uygulandığı bilinen beş resmi yapı ile bir sergi pavyonu ve kendisine yaptığı Ortaköy’deki konut,


karşı sayfada solda: Bruno Taut'un Boğaz'daki evi sağda: Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Cephesi, Ankara bu sayfada en solda: Konut, Tom Amca’nın Kulübesi solda: Konut, Bahçe şehir altta solda: Konut, Carl-Legien bahçe görünüşü altta ortada: Konut, Trierer sokak görünüşü altta: Konut, Carl-Legien

GÜNCEL 23 XXI - KASIM 2013

birer Taut üretimi olarak Türkiye'nin mimarlık literatürüne kayıtlıdır.

doğru kademeli olarak yükselen kitlelerin dışavurumcu (expressioniste) bir temsiliyeti vardır.

PROJELERI VE UYGULAMALARI

Bu proje ve uygulamalarında 1920’li yılların işlevselci ilkelerini özellikle plan çözümlerinde kullanırken dönemin öncü estetiğinin geliştirilmesini ve özellikle resmi yapılarda temsiliyet sorununun anlatımının öne çıkmasını sağlamıştır. İnşa edilmiş tasarımları arasında başyapıt niteliğine sahip olan Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakülteleri Binası, Taut'un özellikle önem verdiği bir çalışmasıdır ve bu yapıdaki amacı "simgesel nitelikte bir mimarlık” yaratmaktı: Yeni Türk kültürünün merkezini temsil eden bir mimarlık. Atatürk Lisesi projesinde de benzer bağlamsalcı detaylar ve seçimler yaptı. Trabzon Lisesi Projesi işlevsel ilkenin öne çıktığı, modern ancak detaylarında yerel ögelerin bulunduğu bir çalışmadır. Uygulanmış projeleri arasında yer alan ve Hillinger ve F. E. Grimm ile birlikte çalıştıkları Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu, Taut’un çok yönlü tasarım yeteneğinin bir gösterisi gibidir. Ortaya

Taut’un tasarım yeteneğinin en tipik örneği ise kendisi için yaptığı Ortaköy’deki konuttur. “Ağaç ev” olarak da anılan konut, 15 metre yüksekliğinde beton kolonların üzerinde ve Boğaziçi’nin yüzyıllar boyunca oluşmuş konut geleneğinde tek başına kendine özgülük yaratan bir tasarımdır.

meslektaşımızdır. Türk toplumu Atatürk’ün 10 Kasım 1938 günü hayata gözlerini kapamasını Büyük Ölüm olarak algıladı. Bu ölümün yarattığı acının verdiği duygu kanamasını betimlemek zor. Ama bu acıyı bir tasarıma, bir estetik anlatıma dönüştürmek daha da zor.

Taut, mimarlık üzerine düşünce ve yorumlarını hatta gerçekleştirmeye giriştiği eğitim reformunu bilindiği gibi Türkçeye Mimarlık Bilgisi adıyla çevrilmiş (çev. Adnan Kolatan) olan Arkitekturlehre’ de aktardı. Bu kitapla ve elbette diğer yayınları ile Taut, pek çok mimardan hatta Avrupalı meslektaşlarından ayrılır.

Bruno Taut, 10 Kasım sonrasında bu zor göreve çağrıldı. İki yıldır Türkiye’deydi ve Atatürk’ün Türk toplumu için anlamını biliyordu. Görevin ne denli onur verici olduğunu anladı. “Kader bana bu görevi verdi” demişti Cevad Dursunoğlu’na. Bundan daha kötü bir durumda olsaydı bile yapacağını söyledi. Çünkü hastaydı ve süre kısıtlıydı. Gece yarılarına kadar çalışarak senaryoyu planladı. Bir mühendis ve bir ila iki mimar yardımcı istedi. Cevad Bey gerekenleri sağlayacaktı. Kaldığı otel odasını atölyeye dönüştürdü. Ertesi sabah projenin ana fikri hazırdı.

Bizler, Türkiyeli mimarlar ve Türkiye insanları için ise Bruno Taut, bir başka nedenle ayrıcalıklı bir kimliktir: Atatürk’ün Katafalkı’nın tasarımını yapan ve gerçekleştiren ve hafızamızda onunla birlikte ölümsüz bir ad olarak anılacak bir

TBMM binasının önüne kurulan Katafalk 1,5 metreye 1,5 metre boyutlarında dört büyük kolonun belirlediği bir mekan çekirdeği olarak tasarlanmıştı. Arkasında kademeli açınımlarla onu çevreleyerek derinlik kazandıran ve arkadaki binaya

bağlayan kırık yüzeyler vardı. Bu kurgu, Büyük Ölüm’ün tragedyasını sunan bir sahne tasarımı idi: Yalın fakat görkemli. Taut, tüm mimari öğeleri taze yeşil bitkilerle bezeyerek bu etkileyici kurguya doğal bir zerafet katmıştı. Taut, bu çalışması için hiçbir ücret almadı. Cevad Beyin takdim ettiği ücreti geri çevirdi. Cevad Bey bir hediye sunma düşüncesini söylediğinde “bir teşekkür mektubunun kendisine şeref vereceğini” söyleyerek “çocuklarıma değerli bir miras olur” dedi. Taut, bir ay sonra 24 Aralık 1938’de kalp yetmezliğinden İstanbul’da vefat etti. Cenaze masraflarını karşılayacak hiçbir şey bırakmadığı için hocalık ettiği Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki dostlarının ve tabi Cevad Dursunoğlu’nun yardımıyla toprağa verildi. Ayrıcalıklı olarak Bakanlar Kurulu kararıyla Edirnekapı Şehitliği’ne gömüldü. Mezarı, mimar Arif Hikmet Holtay tarafından tasarlandı. Ülkemizde iz bırakan güzel insanlardan biriydi. * Prof. Dr., İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü


Camilerden Başlayarak Camilerden başlayarak otoriter kamusal işleyişi dönüştürmenin zamanı geldi. Dileğim her şeyden önce Başbakan’ın Çamlıca Camisi projesinden vazgeçmesi. Yalnızca bu projeye karşı olduğum için değil, Başbakan’ın kendi iyiliği için. Nasıl bir ortamda konuşulduğunu, kararlaştırıldığını bilmiyorum ama bu cami ve bunun gibi başka projeleri Başbakan’ın aklına sokanların ona kötülük yaptıklarını düşünüyorum. Bu cami inşa edilirse, o zaman konuşmamızın bir anlamı kalmayacak. Bu yapı da otoriter bir yönetimin belgesi olarak geleceğe taşınacak.

tarafın söylediklerini de dinlemektir, onu anlamaya çalışmaktır. Karşı taraf ne yaparsa yapsın, isterse hiç dinlemesin, konuşabilmeyi amaçlayan kişilerin karşı tarafın ne yapmayı amaçladığını, derdinin ne olduğunu bilmesi gerekir. Söz konusu iktidar ilişkileri ise, konuşabilmek zorlaşır. Çünkü her iki söylem ve algı hiyerarşik bir ilişki içinde üretilir. Bu nedenle demokrasi mücadelesi, bu hiyerarşik söylem düzeyinde paranteze alınması gereken bir eylemselliktir.

SORU İŞARETİ

KOPYA, SEÇIMI YAPAN KIŞININ KENDI FIKRINI DAYATMASIDIR

Başbakan’la bu konuyu konuşabilme imkanından mahrum durumdayız. Başbakan “inadım inat” diyor ve bizi dinlemiyor. Öyle tahmin ediyorum ki projelere itiraz edenler hakkında kafasında yerleşik bir düşünce var. Önyargıları olduğu için konuşmayı reddediyor. Ancak ben konuşabilmekten sadece Başbakan’la fiili olarak konuşabilmeyi anlamıyorum. Daha farklı eylemsellikleri de içeren bir pozisyondur bu. Konuşabilmek, iktidar alanındaki tekabüliyeti sorgulamak demektir. Çünkü iktidar karar gücü demektir, kamusal bir nitelik taşıması gerekir. Konuşabilmek, kararın sorgulanması demektir. Karşı çıkış ise iktidar alanındaki karşı bir tekabüliyet ilişkisini inşa edebilir. Örneğin senin verdiğin karar yanlış, benimki doğru dediğimizde çoğu zaman iki tekabüliyet biçiminin çarpışmasını öngörürüz. İktidarla konuşmak zordur, otoriter bir kamu düzeninde hiyerarşik bir işleyişe sahiptir. Proje safhası eğer ihale gibi bir sistem içinde gerçekleşiyorsa, iktidar eylemsel olarak inşa edilmiştir, karşı söylemlerle asimetrik bir ilişki içindedir.

Quatremère de Quincy “biçimleri tıpa tıp aynı olsa da tip ile ondan hareketle yapılan modelin aynı şey olmadığını, birbirinin tam zıddı olduğunu” söyler. Ona göre birincisi bir yeniden üretim, ikincisi kopya ya da basit tekrardır. Quincy’nin bu tespitini şöyle bir yorumlamayı deneyelim. Geleneksel dediğimiz üretim ilişkileri içinde yapma faaliyeti insanın kafasındaki imgenin (tip) yeniden üretimidir. Örneğin bir ev yapan usta daha önce gördüğü ve yaptığı evlerin imgesini tekrarlar. Bu nedenle yaptığı işe, üretmek yerine resmetmek fiilini kullanmak daha doğru olur. Model ise imgenin hiyerarşik bir biçimde, onun yerine geçen bir faaliyetle temsil edilmesidir. Üretici ile tasarlayıcı arasındaki asimetrik bir ilişkidir. Bu nedenle biçimleri aynı da olsa, tip ile model aynı şey değildir. Mimarların görev aldığı cami gibi büyük ölçekli inşa faaliyetlerinde mimarlığın nerede betimleme, nerede tasarım olduğunu söylemek zordur. Çünkü tasarım hem temsil aracılığıyla üretim pratikleriyle hiyerarşik bir ilişki kurar, hem de onları betimleyerek eklemler. Klasik dönem camileri örneğin bu nedenle melez bir yapıya sahiptir.

ÇAMLICA CAMISI’NI KONUŞABILMEK MÜMKÜN MÜ?

Olağan kullanımda, sivil hayatta imgeler arası ilişki hiyerarşik değildir. Örneğin marangoz, ahşaptan eşya yapan bir insan, sözgelimi bir sandalye yapıyorsa, kafasında kendi deneyimi ve içinde yer aldığı topluluk içindeki görgüsü ile oluşturduğu sandalye imgesini yeniden üretir. Bu imgenin üretimi resim yapma faaliyetine benzer. Sandalye yapan usta, sandalye imgesini ahşapla yeniden üretir. Mekan, doğal dil tarafından süreksizliğe uğratılan imgelerden oluşur, bir bütünün parçaları da öyle. Ancak göstergelerin ilişkisi çokludur. Benzeşimsel bir ilişki ile bir gösterge tanımlanabilir. Örneğin sandalye resmi, sandalye imgesinin yerine geçebilir. Tasarım bir imgenin resimsel olarak, bir “tekabüliyet” ilişkisiyle sabitlenmesidir. Tasarımcıları zanaatkarlardan ayırt eden de budur. Tasarım imgeyi tekrarlamak, taklit etmek anlamına geldiği gibi, “modern” adı verilen farkındalığın üretilmesi, üniversite eğitiminin ortaya çıktığı kopuş aşamasında temsillerle sorgulama faaliyeti halini alır. Bu sözleri camiler için de söyleyebiliriz: Mimar Sinan’ın yaptığı bir cami ile onu kopya etmeye çalışan taklidi birbirlerinin aynısı bile olsalar, birbirlerinin tam karşıtıdırlar. Neden? Çünkü kopya, sanıldığı gibi anonim bir örnek değil, bu seçimi yapan kişinin kendi fikrini dayatmasıdır.

KASIM 2013 - XXI 24

Sorun burada. Başbakan bu projeyi eleştirenleri siyasal hasımları olarak görüyor. Haksız da sayılmaz. Bu projeyi günümüzün mimarlığını yansıtmadığı, Mimar Sinan’ın eserlerinin kötü bir taklidi olduğu için eleştirenler de var. Bu kesim yalnızca bu tercih nedeniyle projeyi küçümsüyor ve bunun da mimari tartışma için yeterli olduğunu düşünüyorlar. Bu kesim modernliği yalnızca bir stil ya da yaşam biçimi olarak algılıyor ve Erdoğan’ın Çamlıca’ya yaptırdığı camiyi (ya da Taksim’e yapmak istediği Topçu Kışlası’nı) yalnızca “taklit” olduğu için eleştiriyorlar. Böylece zenginlerin modern mimarlığı ve sanatı desteklemesini, yoksulların, muhafazakarların anonim bir çevreye mahkum olmasını istiyorlar. Muhafazakarların bu tuzağa düştüğünü görüp, kıs kıs güldüklerini duyar gibiyim. Bağnazca, “taklit” olduğu için Çamlıca Camisi’ni küçümseyen, aşağılayan kesimlerle “inadım inat, ben bildiğim gibi yaparım” diyen iktidar arasında nasıl bir fark var? Sonuçta her iki kesim de aynı anonim düşünceler, dogmalar çerçevesinde hareket etmiyorlar mı?

KORHAN GÜMÜŞ

Konuşabilmek nedir? Konuşmaktan başka bir şeydir. Öncelikle karşı tarafla iletişim kurmak demektir. Karşı


SORU İŞARETİ

Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında Taksim Gezisi’nin üzerine çizilen çemberler kıyametin kopmasına neden olmuştu. Gazeteler “Taksim’e cami yapılıyor” başlığı ile haberi ön sayfalarından duyurmuşlardı. Oysa ortada henüz bir cami projesi falan yoktu. Yalnızca, ince çizgiyle, daha önce hazırlanmış Taksim projesinin üzerine incecik çizgilerle üç adet çember çizilmişti. O zamanlar uzmanlar bizim dikkat çekmeye çalıştığımız dalış rampalarını, tünelleri tartışmaya değer bulmuyorlardı. Ne de olsa meydandaki trafiği alta almak için yapılacak tüneller bilimsel bir konuydu. Sorun Taksim’e cami yapılması girişimiydi. Bu krizi iki şekilde okumak mümkündü: Birincisi, yapıldığı gibi “şeriatçılar geliyor ve kamusal alanımıza el koyuyor.” İkincisi, yapılmadığı gibi “kamusal alana müdahale böyle yapılmamalı.” Birincisi “kamusal alana kim hakim olacak” sorununu, ikincisi “kamusal alanla ilgili bir demokrasi” sorununu içeriyordu. Eğer bu ikinci yaklaşım geçerli olsaydı 28 Şubat süreci yaşanmaz, kentin kamusal alanı üzerindeki bir tartışmadan Türkiye için bir demokrasi dersi çıkabilirdi. Eğer bunu başarabilseydik, bugün Türkiye katılım ve müzakere alanını genişletmiş, sorunlarını çözmüş bir ülke olurdu. Kamusal alanı ele geçirilecek bir yer değil, farklılıkları kapsayıcı bir yer olarak görürdü. Ama olmadı.

Erdoğan kent yönetiminden iktidara yönelen kariyerini bu deneyim üzerinde gerçekleştirdi. Ancak geçmiş olsun. Mekanı da insani bir eylemle özgürce anlamlandırmayı amaçlamadı ve iddiasını kaybetti. Kamusal alanı inşaatla tanımlamak, kamusal alanı güç kullanarak yönlendirmektir. Oysa halkın temsilcisi olmak, onun yerine geçmek, onu güce tercüme etmek değildir. İnşa etme kararı kamusal alanı kendinin kılma sürecidir. Diğer taraftan Antikapitalist Müslümanlar bu ideale tam da kaynağındaki içeriği kazandırdılar. Camiyi bir simge olarak değil, tam da kamusal alanı tahakküm altına almadan, insani bir girişimle gerçekleştirdiler. 1969 yılından beri var olan “şeriatçılar gelecek, kamusal alanımıza el koyacak” korkusunu yok ettiler. Onlar Cuma namazı kılarken solcular sloganları kestiler, onların önceliklerine saygı gösterdiler. Bunun Gezi direnişindeki en önemli tarihi olay, iktidarın yaptığından çok daha radikal bir dönüşüm olduğunu düşünüyorum.

DAHA RADIKAL BIR IŞ YAPTILAR

Camiler yalnızca ibadet hizmetinin yerine getirildiği yerler değildir. Dünya meselelerinin, insani değerlerin yeniden üretildiği bağımsız mekanlardır. Camiler yalnızca fiziksel bir mekan da değildir. Ancak devletçilik, camileri yalnızca bürokratik bir işlev olarak ibadet ihtiyacının karşılanacağı boşluklara dönüştürdü. Mimarların çizdikleri Çamlıca Camisi gibi girişimler cami fikriyle çelişiyor çünkü onu bu içerikten mahrum bırakıyor, inşaatla simgelenen bir dayatma düzeyine indirgiyor.

Taksim’e cami yapmayı düşleyen Milli Görüş’ün hareket noktasında ne vardı? Bastırılmış, dışlanmış, yoksullaştırılmış olan Müslüman muhafazakarlık. Erdoğan’ın Opera’nın (AKM) karşısına inşa etmek istediği cami, bu idealin milli siyaset alanındaki temsiliydi. Milli Görüş içindeki birçok kişinin de olduğu gibi Erdoğan’ın rüyası Taksim Meydanı’na bir cami yapılmasıydı. Cami onun için bu memleketin asıl sahiplerini, milleti temsil ediyordu.

Bugün halka dayatılan anonim camilerden başlayarak kamusal alan düşüncesini dönüştürmenin, yeniden canlandırmanın zamanı geldi. Bunun için resmi ideoloji tarafından kontrol edilmeyen, yönlendirilmeyen, sivil toplumu zenginleştiren camilere ihtiyacımız var. Camiler özgürleştiğinde, sivil topluma geri döndüğünde Türkiye de değişecek.

ANTIKAPITALIST MÜSLÜMANLAR IKTIDARDAN

25 XXI - KASIM 2013

Çamlıca Cami'si yarışması sonucunda uygulanması planlanan yapı


KASIM 2013 - XXI 26

SİSTEMSEL DÜŞÜNME

Sistem Odaklı Tasarım Sistemsel düşünme, parça-bütün ilişkilerini okuma yöntemlerinden biri. Tasarım alanına bu kavramın dahil edilmesiyse ürün tasarımından hizmet tasarımına geçişin yaşandığı bugünlerde yeni bir araştırma alanına işaret ediyor. Sistem odaklı tasarım, mevcut organizasyon yapılarını yeniden düşünmemiz ve tasarlamamıza olanak tanıyabilecek kuramsal altyapı ve araçları üreterek alternatifleri çoğaltıyor. Oslo Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nde 9-11 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen Relating Systems Thinking and Design (Sistemsel Düşünme ile Tasarımı İlişkilendirmek) sempozyumunda, dünyanın farklı coğrafyalarından tasarımcılar, bu alternatifleri tartıştılar. Sistem odaklı tasarımın politik, sürdürülebilir, toplumsal, ekonomik meselelere yaklaşımda sunduğu yeni bakış açılarının Türkiye bağlamına tanıtılmasının uygun olacağını düşündük, tam da yeni kelimeler ve yeni anlamlar aradığımız bu dönemde. Sistem odaklı tasarım alanında çalışan Alex Ryan, Birger Sevaldson, Harold Nelson ve Peter Jones ile bu disiplinlerarası alanın tanımını, olası potansiyellerini ve sürdürülebilirlik kavrayışına getirebileceği yeni açılımları konuştuk. Hazırlayan: Hülya Ertaş

Hülya Ertaş: Sistemsel düşünmenin tanımıyla başlamak istiyorum. Türkiye’de hizmet tasarımı yeni yeni konuşulmaya başlanmışken, tasarımsal düşünme (design thinking) alanında kuramsal ve pratik çalışmalar neredeyse hiç yokken sistemsel düşünmeyi konuşuyor olacağız. Dolayısıyla öncelikle neyi konuştuğumuzu bilmekte yarar var. Peter Jones: Sistemsel düşünme, bütün bir sistemin ve onun parçalarının birbirleriyle ilişkilerini inceleyen alan. Sibernetikteki genel sistem kuramlarının ortaya çıktığı 1940’lardan beri var olan bir alan. Alex Ryan: Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Sistem, birbirine bağlı parçalar dizisidir ve bunlardan çoğunlukla bir amaca hizmet eden bir bütün ortaya çıkar. Öte yandan bütün, parçalardan biri olmadığı gibi, parçaların herhangi bir şekilde birleştirilmesi sonucunda da ortaya çıkmaz. Sibernetikteki genel sistem kuramlarına bakacak olursanız onların açık sistemleri ele aldıklarını görürsünüz. Bunlar akışkanlıklara, enerji değişimlerine, madde ve çevre etkileşimlerine açık sistemlerdir. Bu da onları kapalı sistemlerden ayıran şeydir. Kapalı sistem dengeye erişmek zorundadır, bu nedenle de zamanla bozulur ve düzensizleşirler. Açık sistemse dengeye varma hedefi gütmeksizin düzeni sürdürebilir, -kendi kendini organize etme de dahil olmak üzere- organizasyon örüntülerine odaklanarak kendi devamlılığını sağlar. Bırger Sevaldson: David Ing’in basitçe ortaya koyduğu tanımını seviyorum: Sistemsel düşünme parçalar, bütünler ve onlar arasındaki ilişkileri ele alan bir bakış açısıdır. Tanımın basitliği şurada yatıyor. Parça-parça, bütün-bütün ya da parça-bütün ilişkilerini kastediyor Ing. Ancak bu tanımı çeşitlendirmek adına ben de ekolojiyi kullanıyorum. Bence en muazzam örnek bu, ekoloji tek bir türle ilgili değildir; tavşan değildir konu, tavşanın bitkileri yemesi ve sonra tilki tarafından yenilmesidir. Birbiriyle etkileşim halinde bütün bir çevredir söz konusu olan. Ve ekoloji de disiplinlerarası bir çalışma alanıdır, biyoloji, iklimbilim ve birçok başka bilim dalını kapsar. Ve tabi ki onu simüle edebilirsiniz ama ekolojinin bir kısmını alıp da laboratuvarda izole bir şekilde deney yapamazsınız. Ekolojiden bazı parçaları eksilttiğinizde sonucun tam olarak ne olacağını kestiremezsiniz. İnsanlar da bu ekolojinin parçasıdır, doğaya karşı insan anlayışı değil sözünü ettiğim. Harold Nelson: Çağdaş sistemsel düşünmedeki filozoflardan biri olan C. West Churchman’den oldukça etkilendim. Churchman beşeri kültürün ta en başlarından itibaren sistemlerin var olduğuna beni ikna etti. En eski sistemsel düşünme kitapları I. Ching, Bhagavad Gita gibi insani koşulları ortaya koyan anlatılardır. Her şeyin nasıl bir arada birbirine uyduğunu gösteren bu anlatılar hep vardı. Ta ki Aydınlanma'ya kadar. Aydınlanma ile birlikte analiz devreye girdi ve şeyler parçalanmaya başladı. Şeylerin birbirine nasıl uyduğuyla değil, onları nasıl analiz edebileceğimizle ilgilenmeye başladık o noktadan sonra. Sistemsel düşünme insanların sandıklarından çok daha eskilere dayanıyor. Son zamanlarda bunun yeniden keşfedilmesi ve formüle edilmesiyse başka bir konu. Birçok kişi son dönemde yeniden gündeme gelen sistemsel düşünme kuramının İkinci Dünya Savaşı döneminde ortaya çıktığını öne sürüyor. Çünkü savaş çok karmaşık, çok teknik bir şey olduğundan operasyonel araştırma, sistem analizi ve sibernetiğin geliştirilmesi gerekti. Ama bu tabi ki sistemsel düşünmenin teknik kısmı, öte yandan bu hep vardı. Her zaman bir inanç sistemimiz, bazı efsanelerimiz ve bunlara benzer sistemlerimiz vardı. Sistemsel düşünmenin benim için en kolay akılda tutulabilir tanımıysa "şeyler arasında olan"dır. Bu da sistemsel düşünme bakış açısını yakalamak için çok kolay bir tanım. Çünkü Bırger’e ve Harold’a bakmaktansa Bırger ile Harold arasındaki ilişkiye bakmayı önerir. Bundan sonra hepimiz arasındaki ilişkiye bakmaya geçilebilir. Bir birey olarak tüm bu kişileri tanımaya çalışmak değil, aralarındakini anlamak üzerine kuruludur. Bırger Sevaldson: Sistemsel düşünme çok sayıda alanda mevcut, örneğin psikolojide. Önceleri psikoloji bireylerle ilgili bir alandı, Freud rüyalarını analiz ediyordu hastalarının; şimdiyse daha çok aile ya da çevre terapisine yönelinmiş durumda, işte psikolojide sistemsel yaklaşıma bir örnek. Bunun gibi daha birçok alan var, yaratıcılık araştırmaları gibi. Önceleri yaratıcılık yalnızca bireysel bir özellik olarak kabul ediliyordu, şimdiyse hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yaratıcılık ele alınıyor.


Harold Nelson: Bir tasarımcı bakış açısından benim için ilginç olan aslında hiç doğal sistemin var olmamasını fark etmemdi. Aslında sistem yok ama bizim sistem olarak adlandırdığımız şeyler var. Bizler bu masada oturan beş kişinin bir sistem oluşturup oluşturmadığına karar verenleriz. Bunlar doğal sistemler değil oysa ki. Mesela bir organizasyon nedir? Müşterileri mi, çalışanları mı, patronları mı? Bu, senin verdiğin karara bağlı. Yani bir sistem, senin sınırı çekmeye verdiğin kararın olduğu yerdir. Birbiriyle ilintili ve birbirine bağlı şeyler, ilişkiler var ama doğal bir sistem yok. Biz zihnen inceleyeceğimiz sistemlere, neyi içeride, neyi dışarıda bırakacağımıza karar veriyoruz.

SİSTEMSEL DÜŞÜNME

Hülya Ertaş: Yani sistem tasarlanan bir şey mi? Harold Nelson: Sistem bir tasarımcının inceleyeceği sınırları seçtiği bir şey. Peter Jones: Sistem, dille beyan edilen bir şey. Dili kullanarak insanların üzerinde mutabık olabileceği bir sistem imgesi yaratıyoruz ya da sistemi böylesi bir sunum içerisinde görüyor ve onun üzerinde mutabık kalarak bir arada tutuyoruz.

Hülya Ertaş: Bugün sistemsel düşünme ile tasarım arasındaki ilişki nasıl? Sistemsel düşünmenin tasarımdaki rolü ne? Harold Nelson: Benim için anlamı neyi incelediğine dikkat etmek. Mesele, neye karar verdiğimiz; neleri birleştirme, bağlama, bir araya getirme ve bir arada tutmaya karar verip de sistem olarak adlandırdığımız. Ben de bir mimarım ve mimarların genel olarak kaçırdığı noktanın mimarlığın tekillik olarak var olmadığı gerçeği olduğunu düşünüyorum. Mimarlık yalnızca strüktür ya da bina değil, etkinlikler de. Hiçbir etkinlik barındırmadığı için inşa edildikten kısa süre sonra terk edilen binalar var. Gerçek anlamda mimarlık, insanlarla yaşayan, bir barınaklar, geçişler ve etkinlikler derlemesi. Kent meydanında bilinen binalardan birini ele alacak olursan onun etrafındaki her şey üzerinde derin etkileri olduğunu görürsün. Onu ortadan kaldırırsan kentsel dokuda eksilme olur. Bugünlerde mimarlıkta nasıl göründüğünden öte enerji, güvenlik gibi bir sürü konuyu düşünmen gerekiyor. Artık şöyle ya da böyle bir formdan, şekilden söz etmiyoruz. Önceki zamanlarda, ben daha gençken ana konu buydu. Mimarlık bir tür konformalizme dönüşmüştü, birtakım formlarla uzaktan görülebilmesi zorunlu olan bir şeye. Bunun da insan etkinliklerine hiçbir etkisi olmuyordu, onu geliştirmiyordu. Bugün modern binalardan birine girerseniz 1960’lar ya da 70’lerde yapılmış binalarla aynı olduklarını görürsünüz. Belki ona sadece biraz bilgisayarda üretilen şekiller eklendiğini söyleyebiliriz. Uzaktan fotoğraflanmış hallerine bakıp da insanlar bunun iyi bir mimarlık olduğu kanaatine varabiliyorlar ama ben bu konuda biraz önyargılıyım. Peter Jones: Derginin okurları büyük ihtimalle sistemsel düşünme ve yaklaşım tarif ettikleri kadar basitse neden toplumumuzdaki, ya da hatta tasarım alanındaki sistemsel düşünürlerin sayısı bu kadar az diye merak edeceklerdir. Fark ettim ki sistemsel düşünme bir eğitim alınmasını gerektiriyor ki insanlar sistemik ilişkileri görebilsin ve kendi bakış açılarından bunun üzerine konuşabilsin. Basit ama bu basitliğe varmak bizim toplumumuzda pek de kolay değil. Bırger Sevaldson: Tıpkı mimarlar gibi nesne odaklı olan ve elimde tuttuğum yarısı su dolu plastik bardağı sadece nesne olarak ele alan tasarım öğrencilerine ders veriyorum. Onları bardağı bir dizi sürecin belirtisi olarak görmeye kaydırmaya çalışıyorum, yani petrolden plastiğin yapılması, kamunun finanse ettiği su sistemi süreçleri gibi konuları düşünmelerini istiyorum. Zihin yapısındaki bu kayma nesnelerin sistemik anlaşılmasının kapısını aralıyor. Birden yeni soru türleri üretmeye başlıyorsun ki onlar da doğal olarak sürdürülebilirlik, geri dönüşüm, kullanım ömrü, tüketim hızı gibi konuları beraberinde getiriyor.

kanada'daki alberta sakinlerinin çevresel ve sosyal sorumlulukları için cenrg sistemi ve ortamı, © Alex ryan

“Aslında hiçbir doğal sistem yok, bizim sistem olarak adlandırdığımız şeyler var.” Harold Nelson Harold Nelson: Bütüncül bir sistem, şeyin dışındaki bir noktadan tüm bağlantılara bakılmasına denir. Aklıma Shaker akımı geldi. İki yüzyıl önce Amerika’nın kuzeydoğusunda kurulan dini bir akımdı. Muhteşem güzellikte mobilyalar, binalar, yerleşimler tasarlamışlardı. Bugün o parçaların koleksiyonerleri var. Bir müzayedede içindeki bardaklarıyla birlikte bir vitrinli dolabı satılığa çıkarmış olan Shaker akımının hayattaki son kadın üyelerinden biriyle konuşma fırsatı yakaladık. Dedi ki: "Ben bir mimariyle ya da mobilyayla anılmak istemiyorum. Bir inanç sistemi olan ve elinden gelen en iyi şekilde hayatını yaşamış olan biri olarak anılmak istiyorum." Bu cümleyi çok seviyorum çünkü Shaker geleneğine, tüm yaptıklarına, bunları yapmak için kullandıkları aletlere bakacak olursanız, dünyada cenneti kopyalayabileceklerine inandıkları için öyle davrandıklarını görürsünüz. Belirli bir şekilde davranıyor ve tasarlıyorlardı çünkü derinde bir inanç sistemi mevcuttu. Derine indikçe, koleksiyonunu yaptığın bu ufacık şeyde temsil edilen ve taşınan derin değerler olduğunu görüyorsun. Çoğu zaman mimarlara ya da öğrencilere "Var ettiğin bu mimarlığınla neyi görünür kılıyorsun, hangi değer sistemini görünürleştiriyorsun, niyetlerin neler, şu anda dünyada görünmez olan neyi görünür kılıyorsun?" diye soruyorum. Bu bütüncül bir sistem yaklaşımı ve derinleşmeyi öneriyor. Şeylerin nasıl derinlemesine birbirlerine bağlandıklarını, bir inanç sistemiyle ya da çevresiyle ilişkilendiklerini görüyorsun, aynı zamanda zamansal olarak da bağlar kurabilirsin. Bizden öncekiler olduğu gibi bizden sonrakiler de var olacak. Öyleyse gelecek nesiller için tasarımını nasıl şekillendiriyorsun? Mimarların da içinde bulunduğu materyal tasarımcıları buna yeterince özen göstermiyor. Sistemsel dünyada yaşayan, şeyleri birbirine bağlayıp ilişkilendiren, tarihsel döngülerle bir ekosistem içinde yaşayan geleneksel kültürde özen gösteriyorlardı oysa. Bunu yitirmiştik, şimdi yeniden keşfetmeye çalışıyoruz. Hülya Ertaş: Sistemsel düşünme odaklı tasarım sürecinde eleştirel düşünce hangi noktada devreye giriyor? Peter Jones: Bence eleştirel düşünme doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bırger’in verdiği bardak örneğinde olduğu gibi insanlar birey olarak ilişkilerini, birbiriyle ilintili farklı etkinlik çerçevelerini tanımlamaya başlıyorlar. Başka ne gibi farklı etkinlikler temsil edilebilir: Hangi başka endüstriler, hangi farklı dağıtım ağları, olası kullanımlar gibi konular olabilecek başka alternatifleri sorgulamamıza yol açabilir? Bu

27 XXI - KASIM 2013

Bırger Sevaldson: Bunun için iyi bir örneğim var. Örneğin kütüphane dediğinde neyi kastediyorsun? Binayı mı, içindeki kitapları mı, orada çalışan insanları mı, onu kullanan topluluğu mu, barındırdığı bilgi birikimini mi, onu finanse eden sosyal kurumu mu, yoksa bunların tümünü mü? Buradan mimarlığa bir eleştiri yöneltecek olursak mimarların birçoğu mimarlığı bina olarak görüyor, canlı dinamik etkinlikler için bir çerçeve olarak değil. Bir binanın ne olduğuyla oynamaya başladığın an potansiyel olarak sistemsel düşünmeye de kaymaya başlıyorsun zaten.


“Mimarların birçoğu mimarlığı bina olarak görüyor, canlı dinamik etkinlikler için bir çerçeve olarak değil.” Bırger Sevaldson

davranırsanız bunları gizleyemezsiniz çünkü bu türden bir eleştirel diyalog kendiliğinden ortaya çıkıyor. Peter’ın da dediği gibi bir yandan tarafsız, dolayısıyla kötü niyetlerin varsa bunu kullanarak çok verimli bir şekilde onları gerçekleştirebilirsin. Hülya Ertaş: Sosyal yapılar üzerinde çalışırken sistemsel düşünmenin bir çeşit toplum mühendisliğine dönüşme riski var mı?

da özellikle tasarımcıların farklı değerlerle düşünülen alternatifleri değerlendirmelerini sağlayabilir. Bu aynı zamanda söylemde de yardımcı olur, öne çıkardığımız değerleri netleştirmemizi, bunları önermemizi ya da sistem olarak adlandırdığımız şeyin içinde barındırdığı değerlerin neler olduğunu anlamamızı sağlar. Mesela bir aile sistemi içinde bile aile söylemi içinde derinlerde saklı birtakım değerler vardır. İlişkiler, tekrar eden örüntüler, diller ve öne çıkan değerler görünür hale gelir. Eleştirel bir kuram uygulamak zorunda değilsiniz özel olarak, bu sistemsel düşünmenin en güzel yanlarından biri. Yalnızca ilişkileri inceleyerek eleştirel düşünmeye başlarsınız zaten. Alex Ryan: Sistemsel düşünme, öte yandan yalnızca ilişkilerle değil, aynı zamanda bakış açıları ve dünya görüşleri ile de ilgilidir. Sistemi genişletmeye başladığınızda ağ içindeki paydaşları tanımlarken çok farklı bakış açıları olduğunu görürsünüz ve amacın nesnenin kendisi olmadığını anlarsınız. Amaç farklı paydaşlar tarafından çizilen sınırlarla belirlenir ve paydaşların çok farklı amaçları olduğundan çok farklı sistem sınırları çizebilirler. Peki tasarımcı olarak bununla nasıl başa çıkabiliriz? Dahası eleştirellik buna nasıl eklenebilir? Bir sistemsel düşünür olarak bu farklı bakış açıları çevresinde çalışır, marjinelleştirilmiş ya da baskılanmış bakış açılarını fark edersiniz. Harold’un verdiği zaman örneğindeki gibi bu tasarım çabaları esnasında, şu anda söz sahibi olmayan gelecek nesiller ya da insan olmayan paydaşlar adına kim konuşacak? Bu bakış açılarını tanımlamaya başladıktan sonra sistemi onlardan yola çıkarak haritalandırıyorsun, bu da tasarıma eleştirellik veriyor.

KASIM 2013 - XXI 28

SİSTEMSEL DÜŞÜNME

Peter Jones: Bu sosyal sorumluluğa dayalı bir eleştirellik. Ama bu konuda zıt görüşlerde olan sistemsel düşünürler de var ve bunu kendi rekabetleri ya da politik avantajlar için kullanmakta çok iyiler. Çünkü sistemleri değerleri ortadan kaldırmak için de kullanabilirsiniz. Yine de bu hala eleştirel bir tutum, sistemsel düşünmenin dünya üzerindeki etkisine dair bir kavrayışları var, sadece farklı tipte bir eleştirellik onlarınki. Bırger Sevaldson: Eleştirelliği öğrencilerime nasıl öğrettiğim konusunda bir örnek vereceğim. İkea’dayken 16 parçalık bir porselen set gördüm, tümü elle boyanmıştı ve tarihi resimlerde gördüğümüz porselenin Çin’den Avrupa’ya taşınması için kullanılan silindir bambu kutular içindeydi. 16’sı da elle boyanmış ve üzerlerine İkea markası basılmıştı. Bunu alıp öğrencilere hediye olarak dağıttım ve ardından benim cüzdanım için endişelenmemeleri gerektiğini söyledim çünkü her biri için yaklaşık 10 dolar ödemiştim. Ardından bunun nasıl mümkün olabileceğini tahmin etmelerini istedim, gidip araştırma yapmalarını değil. Bambu kutuyu kim yapıyordu, kim elle boyuyordu, tüm ulaşım, perakende, depolama vs zincirini çıkarınca Vietnam’da bu iş üzerine çalışan işçilerin aldıkları ücret ne kadardı, küreselleşmenin etkisi, iyi ve kötü yönleri nelerdi? Bu soruları ortaya atınca sınıfta bir tür sosyal eleştirellik kendiliğinden oluşuverdi. Ama toplumsal değerleri umursamayan bir kişi aynı konuya tersinden de yaklaşabilirdi. Yine de dürüst

Harold Nelson: Yalnızca sistem değil de sistem tasarımı olarak ele alındığında tasarımın servisle ilişkili bir meslek olduğu fikriyle konuya yaklaşılması gerekir. Bilim insanları kendi ilgi alanlarında çalışırlar ve zaten sadece kendininkiler üzerine çalışmalıdırlar. Sanatçılar kendi hislerini ve tutkularını dışa vururlar. Bir tasarımcı olarak ise gereksinimlerine hizmet etmeye yardımcı olacağınız birilileriyle aranızda anlaşmalı bir ilişki yoksa var olamazsınız. Bu noktada da eleştirellik devreye girer, yani kime hizmet etmeyi seçtiğiniz. Genç tasarım öğrencileri "insanların davranışlarını değiştireceğiz, şunu ya da bunu yapmalarını sağlayacağız." dedikçe tüylerim diken diken oluyor. Bunu yapmanız için kim tuttu ki sizi? Hangi noktada kendinizde bunu hak olarak görüyorsunuz? Bu sorular bence eğitimdeki ana konular. San Francisco’dan bir kadın bir keresinde onarım, yardım ve hizmet etme arasındaki fark üzerine anlayışımı derinleştirdi. Bugünlerde herkes onarmaktan ve yardım etmekten söz ediyor. O demişti ki: "Onardığınızda o şeyin arızalı olduğunu varsayarsınız. Yardım ettiğinizde onun yardıma muhtaç olduğunu varsayarsınız. Hizmet ettiğinizdeyse eşit bir ilişki kurar ve karşınızdakinin sizinle eşit olduğunu varsayarsınız. "Bu tamamen farklı bir şey, bugün gördüğümüz Bill Gates Vakfı gibi tüm kurumlar insanlara ya arızalı ya da yardıma muhtaçlarmış gibi davranıyor. Tasarım bir meslek ve bence sözleşmeyle işlemesi gerekiyor. Gelecek nesillerle bir sözleşmeniz varsa onlara hizmet etmelisiniz. Bu demek oluyor ki kime hizmet edeceğimiz konusunda belirli yargılara varmalıyız. Tıpkı bir kiralık katil gibi en çok parayı vereni tercih eden çok sayıda tasarımcı ve mimar tanıyorum. Ya da bir topluluğa hizmet vermeyi seçebilir ve gelişmekte olan ülkelerde çalışabilirsiniz. Bunu yaparken de olası en iyi şeyi yaptığınızı düşünürken onları onarıyor ya da onlara yardım ediyor olursanız sizden gitmenizi rica edeceklerdir, çünkü bütün kaynağın ve gücün sizde olmasından bıkarlar bir noktadan sonra. Her ne kadar siz orada onlara yardımcı olmak için bulunduğunuzu, onların neye gereksindiklerini bildiğinizi düşünseniz de bir noktadan sonra sizi istemeyebilirler çünkü kendi bakış açınızdan konuya yaklaşıyorsunuz. Peter Jones: Tasarımda şu an ikna edici tasarım, oyunlaştırma gibi çok tutan yeni trendler var, bunlar mobil uygulamalar ve internet bağlamında çok daha aktif. Bir sistemsel düşünür olarak bunların umdukları gibi gitmediğini görmekse çok keyifli. Bunlar tasarıma bilimsel yönetim gibi yaklaşan pozitivist eğilimler ve davranışlara dahi uyguladıkları kontrol kuralları olduğu için yaptıklarının sistemik olduğunu sanıyorlar. Sistemsel bakış açısıyla bir adım geri çekilip bunun geri tepeceğini anlayabilirsiniz oysa. Onlarsa bu süreçlerin istendiği gibi işlemesi halinde dahi istenmeyen sonuçlara ya da başarısızlıklara yol açacağını bile göremiyorlar.

oslo'daki cinsel şiddetin durumunu gösteren giga haritalama, © manuela aguırre ve jan krıstıan strømsnes, bırger sevaldson'un stüdyosu


SİSTEMSEL DÜŞÜNME

peter jones'un desıgn for care adlı kitabından sağlık sektörü üzerine diyagramlar, © peter jones

Peter Jones: Sistem odaklı çalışan tasarımcılar için eğer müşteri kendi isteğiyle diyalog aracılığıyla düşünme kültürlerini değiştirmeye yanaşmazsa, arada bir duvar örülmüş gibi oluyor. Bu diyalogla ürün ve hizmetlere katkıları daha insani seviyelerde oluyor. Kötü adamlarla iş yaparak uzun vadede olumlu bir etki yaratmak da mümkün olabilir çünkü birilerinin onları değiştirmesi gerek. Onların oluşturmak istedikleri emirlere uymak istemiyorsak, bunu yapmalıyız. Bir kısmımız organizasyonların da yararına olacak şekilde onları değiştirme kapasitesine sahip ve bu rolü üstlenebilirler. Çok büyük sektörlerle çalışan ancak kendi toplumsal rollerinin farkında olmayan çok sayıda kişi var. Oysa ki bu sistemler ve hizmetler geliştirilebilir. Harold Nelson: İşin aslı, müşteriler çoğunlukla istediklerinin ne olduğunu söyleyemiyorlar. Onlarla diyaloğa girmeden ne istediklerini tahmin de edemezsiniz. Sorunun ne olduğunu, neyden nefret ettiklerini ya da korktuklarını kolayca dile getirebiliyorlar ama konu arzularına, iyi bir hayatın nasıl olabileceğine, hayatlarına nasıl bir katma değer katmak istediklerine gelince iş değişiyor. Bunu ortaya çıkarmaları için onlara yardımcı olmanız gerekiyor. Ancak değişmemekte ısrar edenler de olabiliyor, bu nedenle işi bıraktığım müşterilerim bile oldu çünkü yapmayacağımı söylediğim şeyleri yapmamı istemekten vazgeçmediler. Hülya Ertaş: Projeler üzerinde çalışırken dirençle karşılaşıyor musunuz? Mevcut geleneksel sistemi değiştirmeye kalkışınca bazı çıkar çatışmaları oluşuyor mu? Peter Jones: Bence kapsayıcı bir öneri yaratmak tasarımcının yetilerine bağlı. Müşterinin ya da sistemin kullanıcılarının, yeni durumun sunduğu değeri anlamalarını sağlamak tasarımcının elinde. Bu bir diyalog ve özellikle de sözleşmeye dayalı bir ilişki içindeyken bu yürümezse proje çok da ilerlemeden işi bırakmayı tercih ediyorsunuz. Bence müşteri için neyin mümkün olup olmadığını bilmek de, sistemsel tasarımın bir parçası. Proje tanımını oluşturmanın, farklı bir çerçeve yaratmanın, başka bir sistem dili oluşturmanın, sistemin sınırlarını değiştirmenin hep bizlerin elinde olduğuna inanıyoruz. Mimarların da bunu yapması gerek, müşterilerinin sorunlara yaklaşımı için yeni farklı sınırlar ve anlamlar üretmeliler. Çünkü sorun da aynen sistem gibi, üzerinde anlaşmaya varılabilen bir şey. Alex Ryan: Son beş yıldır askeri bağlamda sistemsel tasarım uygulamaları yapıyorum. Ve orduya yeni bir fikri kabul ettirmekten daha zoru, onun eskisinden vazgeçmesini sağlamak. Bence sistemsel yaklaşımın engelleri aşmak için başvurabileceği en iyi yöntem öncekilerin unutulması. Eğitimimizden ve Batılı analitik Kartezyen yaklaşımdan

“Sistemsel düşünmenin en güzel yanlarından biri eleştirelliğin kendiliğinden ortaya çıkması, yalnızca ilişkileri inceleyerek eleştirel düşünmeye başlarsınız zaten.” Peter Jones kaynaklanan çok eski ve sezgisel fikirlerimiz var. Sorunların ne olduğunu anlamaksızın üzerlerine analitik bir çerçeve kurmaktan vazgeçmemiz gerekiyor, öncekilerin unutulmasından kastım bu. Öncelikle sorunu dinlemeli ve o özel durumun kendisinden yola çıkarak ilişkileri kurmalıyız. Eğer insanlar bildikleri analitik araçlara sıkı sıkıya tutunuyorlarsa sistemsel düşünmeye açık olmuyorlar. Analitik araçları tamamen kenara koymak zorunda değilsiniz tabi ki, hala çok değerliler ama başka araçlara da açık olmalısınız. Harold Nelson: Mimarların da değişmesi gerek çünkü şu anda mimarlık ya da tasarım fakülteleri yok, çözüm fakülteleri var. Mimarlığın çözüm üretmek üzerine kurulu olduğunu düşünüyorlar. Ben mimar olarak çalışırken bana gelip de "Yeni bir eve ihtiyacım var çünkü evliliğim kötüye gidiyor" diyen müşterilerim vardı. Oysa onun yeni bir eve değil, aile terapisine ihtiyacı vardı. Ya da işinde yeni bir başlangıç yapmak istediği için bina tasarlamamı isteyen müşteriler oluyordu, oysa tek ihtiyaçları olan yeni bir işletme modeliydi. Bugün mimarlık ve tasarım okulları çözüm odaklı. Tasarımı materyal tasarım olarak düşünüyoruz oysa çok daha büyük bir şey. Organizasyonlar tasarlanıyor çünkü CEO’lar birer tasarımcıdırlar. Materyal tasarımcıları bu konumlarından vazgeçmeli ve ne yaptıklarını tekrar gözden geçirmeliler. Bence mimarlar ve geleneksel tasarımcıların birçoğu kendilerine bakıp şimdi ne yapmaları gerektiğini düşünmeliler ki eleştirel olabilsinler ve iyi işler yapabilsinler. Bu işler şu anda sahip olduğumuz geleneksel çerçeve dahilinde olmayabilirler. Bu sayede eğitim de değiştirilebilir. Hülya Ertaş: Sistemsel tasarımda insanların sürece dahil olması nasıl sağlanıyor? Mimar ve tasarımcının rollerinin çok tartışıldığı, sosyal tasarım ve katılımcı tasarımın çok konuşulduğu bu dönemde sistemsel düşünme odaklı çalışan tasarımcı, insanlarla nasıl ilişkileniyor? Peter Jones: Düşünme yollarını belirlemek için başvurulan farklı modeller ve kuramlar var. Mimar olmayan biri olarak "sistemsel düşünme odaklı tasarım"a tüm sorunların ötesinde sosyal bir sistem olarak yaklaşıyorum. Birbiriyle yarışan çok sayıda dünya görüşü, bunlara sahip paydaşların da farklı çıkarları var. Yaklaşımımız bu nedenle

29 XXI - KASIM 2013

Harold Nelson: Sistemsel tasarım bakış açısı ancak bunları görmelerini sağlayabilir. Çünkü eğer aslında yapmak istemediğin bir şeyi isteyen bir insanla ilişkide olduğunu fark edersen ne olacak? Bunu kabul edecek misin? Göz yumacak mısın, yummayacak mısın? Bugünlerde tasarımcıların kaçındığı çok sayıda zor karar var. Sistemin ne olduğuna, kime göz yumacağına karar vermen gerek.


için yapılan araştırma sürecinde daha hibrit ve sentez bir kavrayış gelişmesine yol açabilir. Harold Nelson: Bir mimarla ya da tasarımcıyla çalışmanızın ardında yatan tek neden, onların sürekli olarak doğru yargılara varıyor olmalıdır. Çünkü onlar rasyonel düşünürler falan değillerdir, bilgisayarlar zaten herkesin yapabileceği işleri yapıyorlar. Doğru yargıları yüzünden mimar ya da tasarımcıya para verirsiniz. Neyi dışarıda bırakmayı, neyi dahil etmeyi seçtikleri önemlidir. Tüm bu yargılama süreci kritiktir. Bilimadamları ya da enstitüler diğerlerine "o" olarak yaklaşır, ilişki de benle o arasında kurulur. İnsanlar birer numara ya da ağırlığa indirgenir. Mimar ya da tasarımcıların ne karşılarındakiyle ne de kendi ekipleriyle kurdukları ilişkiler böyle olmadığı için işverenler onlarla çalışmayı tercih ederler, toplum mühendisliğindeki gibi karşısındakine "o" olarak değil, "sen" olarak davrandıkları için. Hülya Ertaş: Sempozyum boyunca en çok konuşulan kavramlardan biri de sürdürülebilirlikti ve bütüncül olarak ekonomik, çevresel ve sosyal yönleriyle ele alındı. Sistemsel düşünme odaklı tasarımın sürdürülebilirlik tartışmalarına ne gibi bir katkıda bulunacağını öngörüyorsunuz?

yangın ve yangın korunumu ekolojisi, © phuc-tan nguyen, pıa fleng sandal, bırger sevaldson'un stüdyosu

SİSTEMSEL DÜŞÜNME

analitik değil, tüm bu görüşleri ayrı ayrı birer kutuya koyup çıkarsamalarda bulunmuyoruz. Bu dünya görüşlerini ortak konuşmalarla bir araya getiriyoruz ve diyalog yöntemiyle ya da farklı yorumlama yaklaşımlarıyla ilerliyoruz. Aslen insanların içinde yaşadıkları gerçekliklere dair farklı görüşleri karşılıklı paylaşılabilir. Bir duruma ya da soruna yaklaşıp bir çözüm ya da sonuç tasarlamak değil konu. Karmaşık sosyal sitemler için paydaşların doğrudan dahil olması gerekse de geleneksel sistemsel düşünmede bu çok da uygulanan bir şey değil. Sistemin modellenmesi, simüle edilmesi iyi bir şekilde yorumlanması ancak çok nadir yapılan bir iş, çünkü karmaşık, dağınık ve çok zaman alıyor.

KASIM 2013 - XXI 30

“Sistemsel düşünme ise çok yukarılardan kuşbakışı bir açıyla başlar. Araştırma aşaması böyle üstten bir bakışı gerektirir. Eylem ise tabandan başlar.” Alex Ryan

Alex Ryan: Söylediklerine katılıyorum. Tasarım ekibinin karşılaşacağı zorlukların tasarımı ve tasarımdaki zorluklar çoğunlukla es geçiliyor. Yapılan, çoğunlukla mevcudun bir şekilde bir araya getirilmesi oluyor. Oysa bu, yeni sistemsel tasarım yaklaşımının sınırlarını kısıtlıyor. Bu nedenle bir problem alanı tanımlamaya başlamadan önce "tasarım ekibinin tasarımını" düşünmeniz gerekiyor. Bu belki de dinamik bir ekip olacaktır, eldeki önkoşullarla bunu nasıl kuracağınız tasarımın nasıl gelişeceğinde belirleyici bir rol oynayabilir. Hülya Ertaş: Sunumunuzda araştırmanın tavandan tabana, eylemin tabandan tavana olduğunu söylediniz. Alex Ryan: Evet, genellikle tasarımcılar tabandan tavana bir yaklaşımla başlarlar, bunu araştırmayla sentezler ve en nihayetinde tavandan tabana çözümler öneriler. Sistemsel düşünme ise çok yukarılardan kuşbakışı bir açıyla başlar. Araştırma aşaması böyle üstten bir bakışı gerektirir. Eylem ise tabandan başlar; uyum sağlama, deneme-yanılma, evrim gibi aşamalarla gel-gitli bir süreçtir. Tasarım tabandan tavana başlayıp tavandan tabana bir çözümle sonlanırken sistemsel düşünme tersini yapar. Bu ikisini birlikte kullanarak tabandan tavana ve tavandan tabana yaklaşımlar arasında hem araştırma hem de eylem aşamalarında gel-gitli bir süreç yakalayabilirsiniz. Bu da eylem

Peter Jones: Sistemsel düşünme ve sürdürülebilirlik birbirinden ayrı konular değiller. Sistemsel bakış açısı olmaksızın ekoloji üzerine düşünemezsiniz. Hangi bölümden mezun olursanız olun, ekoloji hakkında ne düşünüyor olursanız olun karmaşık bir ekoloji içindeki ilişkileri incelemek zorundasınızdır. İnsan etkinlikleri de ekolojik bir sistemdir. Sistemler üzerine farklı yaklaşan okullar ekolojiye bakışta da çeşitlemelere yol açıyor. Ekolojist öncelikle yaşayan sistemleri inceleyecek ve buna insanların adaptasyonuna bakacaktır. Öte yandan beşeri ekolojist ya da sosyal sistemsel düşünür, insan etkinliklerinin diğer sistemlere entegrasyonu ve onlara etkisinin azaltılması üzerine kafa yorar. Her ikisi de buna ekolojik bir sistem olarak yaklaşır. Bu nedenle sistemsel düşünürler bu ikisi arasında bir fark olmadığını biliyorlar artık. Dünyadaki her doğal sistemin insan etkinlikleriyle etkilendiği bir çağda yaşıyoruz. Her şey özünde bir sosyal sistem. Harold Nelson: Sürdürülebilirliğe tasarım perspektifinden baktığımda onu estetik bulmuyorum. Bence estetik olmayan bir yaklaşım ve gittikçe daha az kabul edilir hale geliyor çünkü insanlara da hiç estetik gelmiyor. Size evliliğimi tarifleyecek olsaydım sürdürülebilir demezdim. Bu ne hayat ne de ilişkiler hakkında düşündüklerimle örtüşüyor. Sürdürülebilirlik belki gerekli ama tasarımın varacağı son nokta olamaz. Daha tam olarak ne demek olduğunu bile bilmiyoruz. Eğer insanların yaratıcı olduklarını reddederseniz ve olmasını arzu ettiğiniz sürdürülebilir insanların oluşmasını amaçlarsanız bu sürdürülebilir bir şey değildir. İnsanları insan olmaktan alıkoyamazsınız. Yeşil mimarlıkta olduğu gibi sürdürülebilirlik de tasarımcı olarak almak zorunda kaldığınız zor ve acil yargılar nedeniyle kısa devre yapmaya başladı. Birdenbire sürdürülebilirlik de çok mekanik bir hal alıyor ve tasarımcılar da; “Eğer bunu yaparsam bir sürü para kazanabilirim” diyebiliyor, tıpkı Kuzey Amerika’da yeşil mimarlık alanında yaşananlar gibi. Henüz sosyal yapılara dair herhangi bir şey üretilmiş değil ve tasarımcılar da bu tür mekanik çözümlere odaklanmış durumdalar, en iyi çözümün bu olduğunu düşünüyorlar. Oysa, sürdürülebilirlik sadece malzemeye dair süreçlerden ibaret değil. Alex Ryan: Sistem bilim açısından bakılacak olursa hiçbir açık sistem sürdürülebilir değil. Her açık sistem, yaşayan sistem, artifakt ve teknoloji büyük ölçekli tüketim yapıyor ve atık üretiyor. Yani organize bir hale geldiğimizde düşük entropili malzemeleri daha hızlı şekilde eritiyoruz. Eğer herhangi bir canlı sistemi dengeye kavuşturmak arzusunu güderseniz, sürdürülebilirliğin bu nosyonu bir anlamda erişilmez durumda. Yaşam döngülerine, kendini iyileştirmeye, adaptasyona ve orijinalliğe dair fikirler üretmemiz gerekiyor. Sürdürülebilirliğin kendisi açık bir sistem için erişilmesi olanaksız bir hedef. Yani biliyoruz ki sürdürülebilirlik imkansız. Ama etkileri ve sonuçlarını sınırlandırmak, gelişim ve yenilik fırsatlar yaratmak ve uyum sağlama aracılığıyla yeni alanlar açmak mümkün. Bu da büyük ihtimalle sistemsel bir yaklaşımla gerçekleşebilir. Yani bence, sürdürülebilirlik fikrinden çok mesela kendini iyileştirme konusu etrafında odaklanan sistemsel düşünürlerin artması gerek. Peter Jones: Biliyorsunuz yeni trendler zaten bu yönde. Estetik konusunda Harold’la aynı fikirdeyim, ama bu gerçekleşecek. Tıpkı ilk üretilen otomobillerin hiç estetik


olmaması fakat daha sonra yeniden ve yeniden tasarlanarak gelişmesi gibi. Muhtemelen insan gelişiminin her döngüsü, bu şekilde onaylanmış ya da yok olmuş fikirlerle dolu. Bence hala sürdürülebilirliğin ne olduğuna dair eksikler var. Bir vizyon ya da amacı gerçekleştirmede sürdürülebilirliğin iyi bir yöntem olduğunu düşünmüyorum. Bunun yerine ana amaç, insan gelişimi olmalı. Bu gelişim için neler gerekiyor? Sürdürülebilirlik bir anlamda bu sistemsel ilişkiyi nasıl geliştirebileceğimizi araştırıyor. Ve bu paralelde geliştirilen politikaların yeterli olduğundan emin değilim. Bence tasarım radikal gelişimler gösterebilir -eğer anlamlı kısıtlamalar ve değişiklikler, kurallar ve politikalar olursa. Radikal değişikliklere ihtiyacımız var ancak bu aynı şekilde insanlarla olabilecek bir şey değil.

bırger sevaldson Sevaldson Oslo Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nde profesör ve Ocean tasarım ve araştırma ağının bir üyesi. İç mimar ve mobilya tasarımı eğitimi aldıktan sonra mimarlık, iç mekan tasarımı, ürün tasarımı, sanat projeleri gibi çeşitli alanlarında çalıştı. Tasarımda yaratıcı bilgisayar kullanımı üzerine doktorasını yaptı ve sistem odaklı tasarımın gelişiminde büyük rol oynadı. Ana araştırma alanı, sistem odaklı tasarımı bir pratik olarak geliştirerek tasarımcıların küreselleşme ve sürdürülebilirlik meseleleriyle başa çıkmalarına yardımcı olmak. www.birger-sevaldson.no, www.systemsorienteddesign.net, www.systemicdesign.net, www.ocean-designresearch.net

Hülya Ertaş: Sistemsel odaklı tasarım alanında herkesin üzerinde mutabık olduğu araçlar var mı? Bırger Sevaldson: Yeni metotlar oluşturma konusuna gerçekten karşı çıkıyorum. Çünkü her süreç, iç içe geçmiş, özel bir tasarım sürecini gerektiriyor, siz de projenin sürecini tasarlıyorsunuz. Giga haritalama (gigamapping) üzerine dersler veriyorum, ama giga haritalamayı bir din gibi, illa uyulması gereken bir yöntemmiş gibi öğretmiyorum. Zamanında uydurduğum 300 sayısı var sadece kural olarak, haritanda en az 300 eleman olmak zorunda. Akışlar ya da kuvvetler gibi birçok farklı konu arasında zengin bir şekilde ilişki kurup büyük resmi oluşturuyorsunuz yani bu ilişkileri asıl çalıştığınız konuya yansıtıyorsunuz. Bunu yaparken aynı zamanda sınırlar arasında da bir denge kurmalıyız. Harold’un söylediği gibi sınırlar verilmemiş durumda, sizin onları oluşturmanız gerekiyor. Eğer meseleye bir sürecin semptomu olarak yaklaşırsanız hemen onun sınırlarına ulaşırsınız. Bu giga haritalamayı, konu edindiğimiz objenin sınırlarını çizene kadar kullanıyoruz. Objeye bakıp nerede bittiğini görmektense bunun ötesine geçerek süreci ileri geri ilerletiyor, çerçeveliyor ve sınırlarını esnetiyoruz. Yine de bence hepimiz belirli metotlara bağlı kalma ve onunla ilerleme konusunda isteksiziz çünkü düşünme ve tasarlamanın zanaat tarafı da var. Harold Nelson: Bu dörtlü bir yapı: bilgi seti, zihin yapısı, araç seti ve beceri seti. İnsanlar araç setlerini zihin yapısı, beceri ve bilgi setlerinden ayrı düşünerek hata yapıyorlar. Yanlış bir iş için yanlış araçları kullanabilirsin ya da araçları nasıl üreteceğini, ne yapmak istediğini bilmeyebilirsin. Bu dördünün bir arada düşünülmesi gerekiyor.

harold nelson Dr. Harold Nelson, Montana Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Fakültesi’nde konuk öğretim üyesi. Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden mimarlık doktora derecesi bulunan Nelson, Advanced Design Institute’un (İleri Tasarım Enstitüsü) kurucu yöneticisi ve başkanı ve Harold Nelson LLC, Organizational Design Competence’ın sahibi. Nelson danışman olarak kar amacı gütmeyen kuruluşlardan şirketlere, ulusal ajanslardan, uluslararası hükümetlere ve Birleşik Milletler’e dek çeşitli organizasyonlarla çalıştı. Tasarımsal düşünme ile sistem bilimini bir araya getirerek organizasyon ve inovasyon araştırmasına yönlendiren Nelson, sistem tasarımı alanında eğitimci, danışman ve araştırmacı olarak görev yapmakta.

peter jones Dr. Peter Jones Toronto’daki OCAD Üniversitesi’nde doçent ve aynı okulda bulunan Stratejik İnovasyon Laboratuvarı’nın yöneticisi (http://slab.ocad.ca). Jones 2001’de kurduğu Redesign adlı firması bünyesinde inovasyon araştırması danışmanlığı yapıyor. Sağlık sektörü, bilimsel ve hukuk organizasyonları için bilgi hizmetleri tasarlamakta ve hizmet tasarımı, inovasyon stratejisi ve organizasyonel gelişim kurumlarına danışmanlık vermekte. Jones, Design for Care: Innovating Healthcare Experience (Rosenfeld Media), We Tried to Warn You (Nimble Books, 2008) and Team Design (McGraw-Hill, 1998) adlı kitapların yazarı. http://designdialogues.com

31 XXI - KASIM 2013

alex ryan Dr. Alex Ryan bir sistem tasarımcısı, sistemsel düşünme ile tasarım arakesitinde uygulamalar üzerinden araştırma yapıyor. Danışmanlık firması Design Systemics’in kurucu ortağı ve son 15 yıldır sistemsel tasarımı bölgesel, ulusal ve küresel ölçeklerde uygulamakta. Ryan, Amerika İleri Askeri Araştırmalar Okulu’nda operasyonel ve stratejik tasarım dersleri veriyor. Kanada’nın Alberta Hükümeti için çevresel izleme, enerji çeşitliliği ve çocuk gelişimi gibi konular hakkında sistem tasarımının uygulanmasını üstlendi. Uygulamalı matematik alanındaki doktora tezi, karmaşık sistem tasarımına disiplinler arası bir yaklaşım kazandırdı.

Peter Jones: Sürdürülebilir konuşmalar cesaret ve çok güçlü bir hayal gücünü beraberinde getiriyor. Bence sistemsel düşünme de hayal gücünü etkilemeye yardımcı oluyor.

SİSTEMSEL DÜŞÜNME

Bırger Sevaldson: Eğer gerçekten sürdürülebilirlikle ilişki kurmak istiyorsanız, sistemsel düşünmeye ve sürdürülebilirliği oluşturan karmaşık katmanlara odaklanmanız gerekiyor. Sürdürülebilirlik bir anlamda tasarım için yapılan “malzeme ekonomisi düşüncesi” tarafından ele geçirilmiş halde. Oysa bu, davranış ya da tüketicilik odaklı bir değişim ve toplum mühendisliğine dönüşme riski taşıyor. Eğer bir durumun malzeme akışları, davranış, sosyal aktiviteler, fikirler, bilgi birikimi, alışkanlıklar vb gibi noktalardan oluştuğunu düşünürseniz, bir sürdürülebilirlik kavrayışı geliştirebilirsiniz. Bence tasarımcılar büyük bir sorumluluğa sahipler. Karar verme sisteminde genelde tasarımcılar aktif olmadıkları için tasarıma ihtiyaç duyan müşteriler bir anlamda hem onlara ödemeyi yapan taraf hem de kararı veren. Oysa tasarımcılar ve mimarlar karar vericilerle çok yakın ilişki içindeler ve bu paralelde onları ikna etmek ve iletişim kurmak adına güçlü araçlara sahipler. Neyin mümkün olduğunu öngörerek sentez yapabilir ve karar vericilerle aralarındaki sinerjiyle yeni fikirler üretebilirler. İlkinde olmasa da birkaç sefer sonrasında bunu gerçekleştirebilirler. Özellikle mimarlık alanında güce sahip olmadıkları için şikayet edenleri anlayamıyorum. Tasarımda bu durum biraz daha değişik, çünkü onda savunma durumu çok daha az. Mimarlarsa karar vericilerle diyalogları yönetmeye dair büyük bir güce sahipler ama bunun farkında değiller ya da bunu doğru şekilde kullanmıyorlar. Bunun sebebi de, birçok mimarın hala kendini heykeltıraş gibi varsayması. Bir sistem

odaklı tasarımcı olarak, müşterilerinizin işlerine bir ekoloji gibi eğilip geliştirmeyi amaçlamalısınız.


YAPI - DENEYSEL MİMARLIK - WUHAN KASIM 2013 - XXI 32

fotoğraflar: Li Xiao, Jiang Jiang

Mimarlığı Dikmek DENEYSEL BİR PROJE OLAN GÖKYÜZÜNDEKİ KENT, 39 ÖĞRENCİ VE AİLELERİNİN KATILIMIYLA GERÇEKLEŞEN ÜÇ AYLIK BİR ATÖLYE ÇALIŞMASI SONUCUNDA ORTAYA ÇIKIYOR. Wei Mu

GÖKYÜZÜNDEKI KENT

advanced archıtecture lab (aal)

Mimarlığın sınırlarını keşfettiğimiz "Gökyüzündeki Kent" (City in Sky) projesini bir ev ya da bir yapı olarak adlandırma konusunda kararsızız, aslında bu çalışmanın çocuklara ait bir kent olduğunu düşünüyoruz. Projenin belirli bir mimar tarafından tasarlandığını söylemek de tam olarak mümkün değil. Öğrenciler -küçük mimarlar- kafalarındaki tasarımları; modeller, eskizler ve şemalarla ortaya koydular. Bu sebeple ortaya çıkan ürünü tamamiyle yapay bir çevre olarak görmüyorum. Gökyüzündeki Kent projesi mimarlığın potansiyel olanaklarını ve olasılıklarını sorgularken bazı sorular ortaya koyarak bu konuları görünür kılmamıza imkan sağlıyor: - Malzeme ve yapı: Canlı bambu yapının bir parçası olabilir mi? - Kim tasarlayabilir?: Çocuklar mimari mekanı tanımlayıp bu paraleldeki fikirlerini gerçek kılma yeteneğine sahip mi?

- İnşaat yöntemi: Bir bina ekilerek inşa edilebilir mi? Yapısal elemanlar çocukların da uygulama sürecine katılabileceği kadar hafif mi? - Mimarlık ve doğa ilişkisi: Mimarlık üretimi sadece fiziksel bir yaratım mı? Ya da doğanın kendi sürecini de içine katan başka bir malzeme yaklaşımı olabilir mi? Çocukken ilk kez bir bambu ormanında bulunduğumda, ormanın ortasında yüzen, görünmez bir kent hayal etmiştim. Projenin yapısal sisteminde kullandığımız canlı bambu sayesinde bu yüzer kent büyüyor ve gelişiyor. Bu paralelde doğal bambuyu taşıyıcı yapısal bir eleman olarak kullandık. Ortadaki alanda yer alan 3x3x8 metre boyutlarındaki iki bambu grubunu oluştumak için canlı bambuları bu mekana diktik. Bambuların enine elemanlarla mesnetlenip sabitlenmesiyle ortaya çıkan birimler -açık teraslar ve oyun odaları- bütüncül mimari peyzajın da önemli bir parçasını oluşturdu. Bina, her biri üç metreye üç metre olan sekiz birimden oluşuyor. Tasarladığımız 90 m2'lik alan, yalnızca üç m2'lik temel alanına sahip. Temelin ters piramit şekli, çalışmaya havada


...Tecla'ya gelenler tahta parmaklıkların, çuval perdelerin, inşaat iskelelerinin, metal armatürlerin, iplerle asılmış ya da ayaklar üzerine kurulmuş tahta köprülerin, seyyar merdivenlerin, elektrik pilonlarının arkasında pek göremez kenti. “Tecla'nın yapımı neden bu kadar uzun sürüyor?” sorusuna kent sakinleri su çekmeye, çekül sallandırmaya, uzun fırçalarını bir aşağı bir yukarı kaydırmaya devam ederek “Yıkım başlamasın diye” cevabını verirler. İskele sökülür sökülmez kentin parça parça dökülmeye başlayarak yıkılmasından korkup korkmadıkları sorulduğunda telaşlı bir fısıltıyla eklerler: “Sadece kent değil.” Aldığı cevaplarla yetinmeyen biri, bir tahta perdenin çatlağına gözünü uydurup baktığında başka vinçleri yukarı çeken vinçler,

YAPI - DENEYSEL MİMARLIK - WUHAN

KENTLER VE GÖKYÜZÜ 3

başka iskeleleri örten iskeleler, başka kirişleri taşıyan kirişler görür. “Anlamı ne bu inşaatın?” diye sorar. “Kurulmakta olan bir kentin, kent olmaktan başka ne amacı olablilir? Uyguladığınız plan, proje nerede?” cevap verirler. Gün batımıyla birlikte durur iş. Gece çöker şantiyenin üzerine. Yıldızlı bir gece. “İşte proje bu” derler... Italo Calvino - Görünmez Kentler

33 XXI - KASIM 2013

“Gün biter bitmez gösteririz sana onu, şimdi ara veremeyiz” diye


giriş sayfasında Projenin bütünü ve çevre ilişkisi önceki sayfada üstteki ve ortadaki sırada: Yapım sürecine ilişkin kareler altta solda: Yapıyı zeminden koparan temel detayı alltta sağda: Yüzer kentin yapay çevrede konumlanışı

KASIM 2013 - XXI 34

YAPI - DENEYSEL MİMARLIK - WUHAN

bu sayfada sağda: Zeminle kurulan bağ altta: Alternatif oyun alanları altta sağda: Canlı bambu birimlerden göğe bakış en altta sağda ve solda: Oyun alanları, malzeme ve birleşim detayları

asılı kalmış, yüzer bir etki sağlıyor. “Ekilen” iki birim ise, havadaki şehirlerin mekansal prototipi olarak görülebilir. Her çocuk kendi evi üzerinde çalışabiliyor ve bambu evlerin bir araya gelmesiyle mahalle ve komşuluk anlayışlarının uzamsal bir karşılığı ortaya çıkıyor. 2012 yılında küresel ölçekteki beton üretiminin %60'ı Çin tarafından karşılanıyordu ve ülke aynı zamanda dünyadaki aluminyumun %42'sini tüketiyordu. Gittikçe daha az mimar beton ve çeliğin dışında farklı malzemelerle üretim yapabiliyor. Çin'in sınav odaklı eğitim anlayışı, kişilerin çocukluğunu müfredat dışı eğitimlerle dolduruyor. Mimarlığın temelindeki düşünce teması paralelinde, bu deneysel proje, çocukların doğayla iç içe bir mekanın inşasında yer almalarına olanak vererek doğayı, gereçleri, yapıları ve hatta yaşamın kendisini daha canlı ve yaşayan bir süreçle algılayıp deneyimlemelerini sağlıyor. Kısacası, projeyi en iyi anlatan cümle: “Evi suladın mı?”



Proje alanı

Bambunun dikimi

Yapı malzemesi

mimari tasarım: Advanced Architecture Lab (AaL) tasarım ekibi: Mu Wei, Sam Cho, Yu Hui proje yeri: Wuhan, Çin katılımcılar: 39 gönüllü öğrenci ve aileleri proje alanı: 100 m2 proje tarihi: 2013

Yapı

Platform

Bina

mu weı Mimarlık eğitimini İspanya ve Norveç'te tamamlayan Wei, Norveç Mimarlar Derneği üyesi, mesleki çalışmalarına 2010 yılından beri Çin'de devam ediyor, Huazhong University of Science and Technology Advanced Architecture Lab (AaL) yürütücülüğünü üstleniyor ve Advanced Construction Information Development (ACID) bölümünde yürütücü mimar olarak görev alıyor. advanced archıtecture lab (aaL) Mu Wei tarafından 2010 yılında kurulan AaL'a, Sam Cho (National University of Singapore), Qin Song (Southern California School of Architecture) ve Zhou Chao (Nan Zing University ) araştırma departmanı partnerleri olarak katıldılar. Parametrik tasarım metodolojisinin tasarımdaki uygulamaları üzerine araştırmalar yapan grubun çalışmaları, aynı zamanda yapıştırılmış bambunun prefabrike sistemlere entegre edilmesi üzerine odaklanıyor.

YAPI - DENEYSEL MİMARLIK - WUHAN

Bambunun büyümesiyle gelişen proje alanı

KASIM 2013 - XXI 36

eskizler

bambuların ekimi tasarım aşaması



BORAN EKİNCİ MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN MANİSA'DAKİ BAĞ EVİ, HİÇBİR YAPININ BULUNMADIĞI BİR ÇEVREDE, KÜTLELERİ ARASINDA İLİŞKİLER KURARAK KONUMLANIYOR.

KASIM 2013 - XXI 38

YAPI - KONUT - MANİSA

Rahat ve Sakin Şekilde Konumlanmak Sıcak bir iklime sahip olan Akhisar'da “gölgelik bir alanda yaşamak”tan yola çıkarak büyük bir saçak altında tasarlanan yapının tüm mekanlarını birleştirmek tasarımın çıkış noktası olmuş. Saçağın oluşturduğu mekanı tamamlayan duvar elemanları ise, bölgedeki hakim rüzgardan korunma işlevi için tasarlanmış.

AKHISAR BAĞ EVI

boran ekinci mimarlık

Bağ Evi; ana konut birimi, konuk evi ve yardımcı evi olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Konuk ve yardımcı evi bir kütle, ana ev ise ayrı bir kütle olarak bir saçak ve ara avlu formasyonuyla birleşiyorlar. Bina çevresinde ve kütlelerin aralarında yapılan bağımsız duvar parçacıkları ile çevreyle ve birbirleriyle olan ilişkileri kurgulanıyor. Eve üçüncü bir parça olarak ise, saçak formasyonuyla garaj yapısı ekleniyor. Tüm mekanlar yaşamlarını büyük camlarla bahçeye yönlendiriyorlar. Böylelikle etrafta hiç yapının

olmadığı bir bölgede bina, tek katlı, rahat ve sakin bir duruş sergiliyor. İki ana kütleden oluşan evin ilk kütlesinde; yaşama, çalışma, mutfak, yatak odası ve banyonun ortak kullanımı için WC ve tüm eve hizmet eden bir tesisat odası kurgulanmış. İkinci kütlede ise; misafir yatak odaları, yaşama alanı, mutfak ve banyolarıyla birlikte bunlardan bağımsız bir girişi olan müştemilat yer alıyor. Her iki kütledeki mekanlar bahçe cephesine bakacak şekilde tasarlanmış. Kuzey cephesinde korunaklı duvar ve cephelerle tasarlanmış olan bağ evi, bahçeye açılan cephesindeyse olabildiğince şeffaflaşıyor. Saçağın tamamı ve yuvarlak kolonlar brüt beton olarak bırakılırken cepheler ve duvarlar ise traverten kaplı. İç mekanda tavanlar brüt beton, yerler ahşap parke, duvarlar sıva ve boya, ıslak hacimlerin duvar ve tavanları ise travertenle kaplı. Yapının doğal ve sade duruşunu destekleyecek şekilde, çatıda toplanan yağmur suyu çörtenler ile zemine iniyor. Tüm yapıda, iç ve dış duvarlarda kullanılan traverten, terasta da devam ettirilerek iç-dış arasındaki devamlılık malzeme ile de destekleniyor.


karşı sayfada İç avludan bir kare

YAPI - KONUT - MANİSA

bu sayfada Bir saçak ve ara avlu formasyonuyla birleşen ana konut birimi ile konuk ve yardımcı evinden kareler

39 XXI - KASIM 2013


boran ekinci mimarlık 1991 yılında Ankara’da kurulan Boran Ekinci Mimarlık, 1996 yılında İstanbul’a taşındı. Marina, olimpiyat köyü ve AR-GE gibi farklı fonksiyonlarda projeler gerçekleştirmiş olmakla birlikte ağırlıklı olarak konut projeleri yapan ofis, ulusal ödüllerin yanı sıra, Mies van der Rohe Ödülü (2005) ve Aga Khan Mimarlık Ödülü (2007) gibi adaylıklara sahip. Şu anda Boran Ekinci Mimarlık’ ta sekiz mimar çalışıyor. Ofisin hiyerarşik bir yapısı olmadığından çalışma sistemi her mimara eşit sorumluluk veriyor. Her mimar en azından bir projeden sorumlu ve projenin başlangıcından bitişine kadar gelişen sürecin tamamının içinde yer alıyor. Bu yöntem özellikle genç mimarların kıdem düzeni olmadan hızlı bir deneyim kazanmasını sağlıyor.

proje adı: Akhisar Bağ Evi proje yeri: Akhisar, Manisa mimari tasarım: Boran Ekinci Mimarlık; Boran Ekinci mimari tasarım ekibi: Handenur Yazıcı, Sasan Sahafi yüklenici: Kemal Kantar proje tasarım tarihi: Nisan 2010 inşaat bitiş tarihi : Ocak 2011 inşaat alanı: 300 m2

zemin kat planı

KASIM 2013 - XXI 40

YAPI - KONUT - MANİSA

statik danışmanlık: Nodus Mühendislik elektrik projesi: Cuma Üzüm mekanik proje: Selçuk Kay

görünüşler



İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL KASIM 2013 - XXI 42

fotoğraflar: Net Mimarlık

Kabuk - Mekan - Işık YENİLİKÇİ BİR YAKLAŞIMLA NET MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN İTÜ ARI TEKNOKENT ARI ÇEKİRDEK OFİSİNDEKİ MEKANLAR, BİNA KABUĞUNUN FORMUNA GÖRE KONUMLANARAK GÜN IŞIĞINI EN YÜKSEK VERİMLE KULLANIYOR.

doğrusal şekiller ile dinamik bir hacim ortaya çıkıyor. Eğimli camlar ARI Çekirdek içinde bulunan beş adet kuluçka ofise geometrik formlar kazandırıyor. Son olarak, bütün bölümler kendi içinde farklı renkler ile tanımlanarak alana hareket kazandırarak çalışan motivasyonunu yükseltmek amaçlanıyor.

İTÜ Yerleşkesi ARI Teknokent’in içindeki ARI-3 yapısında konumlanan projede, ofisin hizmet vereceği genç girişimci profili paralelinde, geleceğin yeniliklerine atıfta bulunarak fütüristik tasarım ilkeleri izleniyor. Projenin tasarımcıları, genç girişimcilere ilham vermesi için yaratıcı ve yenilikçi bir ofis tasarımını amaçlıyor.

İTÜ ARI TEKNOKENT ARI ÇEKIRDEK OFIS

net mimarlık

Arı peteği formu soyutlaştırılarak projeye entegre ediliyor ve açık ofis alanında grup alanlarını belirlemek için kullanılıyor. Mekanlar bina kabuğunun formuna göre konumlandırılıp gün ışığı için bir sirkülasyon yaratılıyor ve bu en yüksek verimde kullanılıyor. Seminer alanı gün ışığına uzak olan çekirdekte konumlanırken böylelikle açılı ve

proje adı: İTÜ ARI Teknokent ARI Çekirdek Ofis proje yeri: Ayazağa, İstanbul işveren: İTÜ ARI Teknokent mimari tasarım: Net Mimarlık; Âli Doruk, Ozan Bayer mimari tasarım ekibi: Cemal Çobanoğlu, Aysun Adak proje tasarım tarihi: 2012 proje yapım tarihi: 2013


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL 43 XXI - KASIM 2013

aksonometrik perspektif


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

Âli doruk Özel Kalamış Lisesi’nden mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi , İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nde lisans eğitimine başladı. 1990 yılında Harvard University Graduate School of Design’da Mimari Tasarım programına katıldı. Eğitimine Parson’s School of Design, İç Mimarlık bölümünde devam etti, 1996 yılında mezun oldu. Çalışmalarına 1997 yılından beri Net Mimarlık’ın kurucu ortağı olarak devam ediyor.

kat planı

ozan bayer TED Ankara Koleji’nden mezun olduktan sonra lisans eğitimini 2006-2010 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nde tamamladı. 2011’den beri Net Mimarlık ekibinde bulunuyor.

KASIM 2013 - XXI 44

görünüşler

üç boyutlu çalışmalar



İÇ MEKAN - KONUT - İSTANBUL KASIM 2013 - XXI 46

fotoğraflar: Koray Erkaya, Semih Ural

Yüzeylerin Kullanımı OFİST TASARIMI KARAKÖY EVİ, YÜZEY-MALZEME-İŞLEV İLİŞKİSİNİ GÖZDEN GEÇİRMEMİZİ SAĞLARKEN EV ALGIMIZA YÖNELİK FARKLI BİR PRATİK SUNUYOR. Beste Sabır

KARAKÖY EVI

ofist

Ev: Kendini ifade ve temsil edebilme çabası. Bu paralelde seri üretimle sunulan değil, kişisel ve bireye özgü şekilde üretilenler karakter katıyor mekana. Kişisel bir mekanı kullanıcı ile birlikte tasarlamak ise, farklı iletişim metotlarını ve tasarım yöntemlerini beraberinde getiriyor. Tek başına yaşayan bir kullanıcı için tasarlanan Karaköy’deki konutun sahibi tasarım sürecini şu sözlerle özetliyor: “Evimi, yaşayacağım mekanın içerisinde kendi izlerim olmasına izin vererek tasarladılar.” İç mekanın ana tasarım kararları dört başlık altında ele alınıyor: 1. Mekandaki bir duvarın bütün yüzeyi, depolama

işlevini karşılayacak şekilde ele alınıyor. İki kata yayılan bu yüzey, bir bütün şeklinde mekanın içindeki farklı alanlara yaklaştıkça, o mekana ve kullanışa hizmet ediyor. Yani depolama işlevi kapalı bir hacimde çözülmektense bu kullanım duvar yüzeyine yayılıyor. Salon boyunca bir kitaplık olarak devam eden duvar, mutfağa yaklaştığı alanlarda kavanozlara, şömine yakınındaysa odunlara yer açıyor. Kısacası, mekansal sınırlar ortadan kalkıyor ve depolama görevi bu yüzeye devroluyor. 2. Cephede daha önce bulunan küçük ve parçalı pimapen pencereler birleştirilerek bir bütün şeklinde tüm salonu balkon hissiyatına kavuşturan kayar katlanır tek bir pencere sistemine dönüşüyor. Pencerelerin konumlandığı ahşap (iroko) yüzey iki kat boyunca bir bütün şeklinde devam ederek tavana kadar ulaşıyor. Normalde zemin düzleminde tercih


İÇ MEKAN - KONUT - İSTANBUL 47 XXI - KASIM 2013

edilen ahşap kaplama, pencerelere altlık oluşturarak üst katın çatısına kadar yayılıyor, pencerenin önündeki parapet ise, yerle birleştiği noktada oturmak için bir yüzey oluşturuyor. Malzeme ve yüzeylerdeki bu algısal oyun, gözü yormadan mekan içinde akışkan bir hal alıyor. Ahşap yüzeyin içinde iki paralel yarık şeklinde konumlanan pencereler mekanın doğal olarak aydınlanmasına olanak sağlarken, binanın yakınında konumlanan Getronagan Kilisesi’nin detaylarına ve ilerideki Galata Kulesi’ne bir çerçeve oluşturuyor. 3. Bu açık ve akışkan mekanın içinde demir konstrüksiyon karkaslı bir beton yüzey mutfak tezgahını oluşturuyor. Bu birimin altında mutfak ile ilgili depolama alanı ve bulaşık-çamaşır makinası gibi aletler yer alıyor. Konsol şeklinde devam eden beton yüzey, yemek masası haline gelip şömine için bir platform

oluşturarak sonlanıyor -tıpkı cümlenin sonuna konmuş bir nokta gibi. 4. Üst katta dolaşan kesintisiz çimento bazlı yüzeyler zeminden yükselerek yatağın bazasına, sonra kendiliğinden bir küvete yer açıyor. Üst kattaki bütün yüzeyler mobilyalaşarak yekpare bir şekilde mekanda konumlanıyor. Mekanda dik açılı köşelere, malzemelerin de bu köşelerle paralelliğine -yani bir anlamda "muntazam" ilişkisinealışkın olduğumuz klasik ev yaklaşımı çizgisinin dışına çıkan bir anlayışla 60X60 cm.’lik doğal zemin taş döşeme, yer düzlemini duvar akslarına paralel olmayan çizgilerle, farklı açılarda sarıyor. Mobilyalar ise neredeyse erimiş durumda mekanda: Taş zeminin üzerindeki sehpa kaybolup gitsin diye sehpa da taşla kaplı, yüzeyler ise çoğu zaman kendiliğinden bir mobilya oluşturuyor.

karşı sayfada Depolama amacıyla kullanılan yüzey ve tavana kadar uzanan ahşap kaplama diğer yüzey. bu sayfada en üstte solda: Çevre ile ilişki kuran pencere ve iç mekan en üstte sağda: Yukarı çıkan metal merdivenlerin arkasında mutfak bölümünü oluşturan ana eleman: Beton tezgah görünüyor. üstte solda: Mekanın girişinden kareler üstte: Üst kattan giriş kara bakış: Yer düzleminin duvarla paralel olmayan kaplamaları ve malzemenin mobilyalarla kurduğu ilişki


İÇ MEKAN - KONUT - İSTANBUL KASIM 2013 - XXI 48

bu sayfada en üstte solda: Mutfak olarak kullanılan bölüm, beton tezgah yüzeyi ve depolama görevi gören duvarın ilişkisi en üstte ortada: Üst kata çıkan merdivenler Malzeme detayları en üstte sağda: Üst katta bulunan banyo üstte: WC ve malzeme detayları üstte sağda: Yatak odasının tüm mekanla olan ilişkisi sağda: Banyo ve yatak odası mekanının ilişkisi


İÇ MEKAN - KONUT - İSTANBUL

alt kat planı

49 XXI - KASIM 2013

üst kat planı sabahattin emir 1992 yılında MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü'nden, 1997'de İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Yüksek Lisans Programı'ndan mezun oldu. 2004 yılından beri Yasemin Arpaç ile birlikte kurdukları ofist bünyesinde çalışmalarına devam ediyor. yasemin arpaç 1998 yılında Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü'nden mezun oldu. 2010'da ise Bilgi Üniversitesi Tasarım Kültürü ve Yönetimi programına katıldı. 2004 yılından beri ofist'in kurucu ortağı. mimari tasarım: Ofist; Yasemin Arpaç, Sabahattin Emir proje yeri: Karaköy, İstanbul elektrik projesi: Birtes Elektrik mekanik projesi: DSM Mühendislik ahşap işleri: Aren Dekorasyon demir işleri: Şen Yapı Metal taş işleri: Oktay Yeğin çimento bazlı işlemler: Hit Design, Doğu Kardeşler kalekim ve boya işleri: Ali Aksu

kesitler


YAPI - SATIŞ OFİSİ - ANKARA KASIM 2013 - XXI 50

fotoğraflar: Fethi Mağara

Şeffaflaşan Cephe MİMARİ VE İÇ MİMARİ TASARIMININ YANI SIRA, AYDINLATMA PROJESİ DE İKİ DERECE MİMARLIK TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN SATIŞ OFİSİ PROJESİ, ŞEFFAFLAŞAN CEPHESİYLE GÜNEŞİN MEKAN İÇİNDEKİ HAKİMİYETİNİ ORTAYA KOYUYOR. Uptown İncek Konutları Satış Ofisi bölgenin en yüksek kota sahip arazisi üzerinde konumlanıyor. Yatay ve dikey yaşam tarzlarının birbirine alternatif konseptler olarak düşünüldüğü günümüz konut mimarisinde, bu iki yaklaşım projede birbiri ile bütünleştiriliyor. Mimari ve iç mimari tasarımı İki Derece Mimarlık tarafından gerçekleştirilen proje, Oran Şehri, ODTÜ, TED Ankara Koleji ve Konya Yolu’nun batısında, Mogan Gölü ve Gölbaşı bölgesinin kuzeyinde konumlanıyor.

UPTOWN İNCEK KONUTLARI SATIŞ OFISI

iki derece mimarlık

Yapı prefabrik betonarmeden oluşturularak giriş katında ofis bölümleri, birinci ve ikinci katlarında ise örnek daireler yer alacak şekilde, üç katlı olarak tasarlanmış. 36 katlı bir kule ve yatay bir bloktan oluşan konut projesinde güneşin yönü göz önünde

bulundurularak, mekanda güneş kesintisiz olarak kullanılıyor. Bu nedenle, satış ofisinin ön ve arka cephelerindeki cam güneşin mekan içerisindeki hakimiyetini ziyaretçilere en iyi şekilde yansıtıyor. Cephelerin cam ile şeffaflaştırılmasının diğer bir nedeni de, yapının bakış açısını ve manzaraya hakimiyetini sergilemek. Gece olduğunda ise bu şeffaflık iç mekan aydınlatmaları ile bütünleşerek yapıyı bulunduğu alan içerisinde ön plana çıkarıyor. Satış ofisinin giriş katı, örnek dairelere oranla daha yüksek tavanlı olacak şekilde tasarlanarak yatay yapı içerisinde dikey bir etki ortaya çıkıyor. Aynı etki giriş bölümünde yer alan ahşap seperatörlerin tavanda bulunan yatay ışık hattı ile kesişmesiyle sürüyor ve bu etki altında ziyaretçilerin ilgisi, seperatörlerin ikiye böldüğü alanın arkasında yer alan proje maketine yöneliyor. Aynı zamanda, mekanın şeffaflığı ile sağlanan manzaraya olan hakimiyet, maketin derinlik hissini arttırıyor.


YAPI - SATIŞ OFİSİ - ANKARA 51 XXI - KASIM 2013

karşı sayfada Yapının cephesinden bir kare bu sayfada üstte solda: Dış cepheden yapının görünüşü ve konumu üstte sağda: Malzeme detayları üstte ortada: Dışarıdan yapının ve iç mekanın algılanışı üstte: İç mekan ve aydınlatma ilişkisi solda: Dış ve iç mekan arası ilişki kuran yapı


kesit

proje adı: Uptown İncek Konutları Satış Ofisi proje yeri: İncek, Ankara mimari ve iç mimari tasarım: İki Derece Mimarlık aydınlatma projesi: İki Derece Mimarlık işveren ve ana yüklenici: Lema İnşaat proje tasarım tarihi: 2012 proje yapım tarihi: 2013 toplam inşaat alanı: 1.200 m2

KASIM 2013 - XXI 52

YAPI - SATIŞ OFİSİ - ANKARA

erkan erarslan Tasarım ve sanat alanındaki ilk eğitimini 1999 yılında mezun olduğu Ankara Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi’nde aldı. 2003 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nden mezun oldu. 20052007 yılları arasında Oruçoğlu Holding bünyesinde mesleğini sürdürdü, aynı zamanda tekne tasarımı ve imalatında deneyim kazandı. 2013 yılından beri çalışmalarını Yaman Pamukcu ile birlikte kurdukları İki Derece Mimarlık bünyesinde sürdürüyor.

yaman pamukcu 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nden mezun oldu. Özellikle ahşap üretimi ve iç mimari proje konusunda tecrübe kazandı. 2007 yılında Erkan Erarslan ve iki meslektaşının da dahil olduğu bir ekip ile ilk ofisini kurdu. 2013 yılından itibaren mimari ve iç mimari çalışmalarına, Erkan Erarslan ile birlikte kurdukları İki Derece Mimarlık bünyesinde devam ediyor.

zemin kat planı



Yaşanabilir Ofis ÇALIŞANLAR ARASINDA HERHANGİ BİR MEKAN HİYERARŞİSİ OLMADAN VE ÇALIŞANI MOTİVE EDEN BİR İÇ MİMARİ KURGUYU HEDEFLEYEN OFİS, MİMARİSTUDİO TARAFINDAN TASARLANMIŞ.

KASIM 2013 - XXI 54

İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

fotoğraflar: Gürkan Akay

İstanbul Metrocity İş Merkezi’nde konumlanan projede; çalışan personelin şirket içi pozisyonundan ziyade şirket içi ihtiyaçların ön planda tutulduğu ve bu paralelde güncel ve gelecek ihtiyaçlara yanıt veren şirket performans ve dinamizmini öne çıkaran, tasarım çizgisi olarak ise kurumsal havada bir proje amaçlanıyor.

PHILIP MORRIS SEYAHAT PERAKENDE SATIŞ A.Ş. OFISI

mimaristudıo

Ofis, giriş holünün açıldığı bir fuaye alanı ve bu alandan çıkan iki ana dolaşım hattı boyunca tasarlanmış. Girişte, doğal taş ve mobilyadan özel olarak imal edilmiş bir banko yer alıyor, bankonun yönlendirdiği ilk mekan ise fuaye alanı. Bekleme ve dinlenme haricinde aynı zamanda bir toplantı alanı olarak tasarlanan bu alan ofisin ana damarı olarak da nitelendirilebilir. Mekan bu anlamda kullanılan malzeme, renk, servis imkanı ve aydınlatma konsepti ile ofis içinde çalışan ve gelen misafirlerin rahatlıkla kullanabileceği, yaşanabilir bir alan olarak tasarlanmış. Fuaye alanından başlayan ve genel hacmin üçgen

geometrisi nedeni ile arka servis çıkışında birleşen iki ayrı koridor, ofisi üç ayrı zona ayırıyor: İki kol, cephe ile direkt ilişkide olup ortada kalan alan bir çalışma adası niteliğinde. Özellikle tasarımda bu orta ada gerek renk, gerek malzeme, gerekse planlama olarak ofisin çekirdeği konumunda. Çalışma alanları içindeki tek renk vurgusu, grup çalışma alanlarını da içinde bulunduran bu alanda görülüyor. Aynı zamanda belirli noktalarda aydınlatma armatürüne dönüşen ve bu çalışma kapsülünü düzensiz boşluklar ile çevreleyen dikmeler, alanın vurgusunu güçlendiriyor. Farklı cephelere bakan iki farklı toplantı odasından büyük olanı 22 kişi kapasiteli ve malzeme ve dokularda daha yumuşak tonlar mekana hakim. 12 kişi kapasiteli küçük salon ise video konferans imkanı sağlıyor, tüm duvar elemanları ve toplantı masası konseptin bütünlüğü açısından mimaristudio tarafından tasarlanmış. Bağımsız çalışma birimleri ile grup çalışma alanları belirli tasarım kriteri ile ele alınırken direktör odası bu odalardan farklılaşıyor. Mekan, çalışma ve toplantı olmak üzere iki bölüme ayrılıyor, ince yapı malzeme seçimlerinde bu ayırım özellikle vurgulanıyor. Her bağımsız birimde olduğu gibi bu odada da bağımsız


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL 55 XXI - KASIM 2013

bir toplantı köşesi yer alırken, hareketli mobilyalar dışında tüm ahşap uygulamaları kullanıcıya özel olarak tasarlanmış. Büyük toplantı odası dışında ofis genelinde, kullanıcının talebi ile karo halı yer almıyor. Ana giriş ve sirkülasyon alanlarında özel kesim granit seramik, küçük toplantı odasında lamine parke kullanılırken, çalışma alanlarında karo PVC zemin kaplama malzemesi tercih edilmiş. Bütün mobilya işleri, mekanın konsepti ve ihtiyaçlarına göre mimaristudio tarafından özel olarak tasarlanıp projelendirilmiş. Çalışma mekanlarının ortak sorunu olan akustik ve ses yalıtımı konusu proje aşamasında özellikle irdelenerek bu çerçevede tüm bölme duvarlar, zemin ve tavan bağlantı noktalarından boşluksuz, ses izolasyonlu, farklı katmanlardan oluşan duvar panelleri olarak ele alınıyor. Ofisin tamamında aydınlatma tasarımı aşamasında Dark Aydınlatma’nın desteği alınarak tüm mekanların bağımsız aydınlık seviyelerinin hesaplanması sonucunda kritik alanlara müdahale edilmiş. Bu çalışma ile aydınlatma kurgusunu oluşturan ve genel aydınlatmayı sağlayan armatürler, belirli alanlarda dekoratif ürünlerle destekleniyor.


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL KASIM 2013 - XXI 56

proje adı: Philip Morris Seyahat Perakende Satış A.Ş. Ofisi proje yeri: Levent, İstanbul işveren: Philip Morris Seyahat Perakende Satış A.Ş. proje alanı: 550 m2

kat planı

proje tasarım ve inşaat tarihi: 2013 İç mimari tasarım: mimaristudio; Ayça Akkaya Kul, Önder Kul tasarım ekibi: Kürşad Hazer aydınlatma tasarımı: mimaristudio, Dark Aydınlatma inşaat yapım: Dilek Mimarlık elektrik proje ve yapım: Frekans Elektrik mekanik proje ve yapım: HMT İnşaat

mimaristudio Ayça Akkaya Kul 2000 yılında YTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra, İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Ana Bilim Dalı’nda lisansüstü eğitimini tamamladı. Önder Kul, 1997 yılında YTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitenin Mimarlık Ana Bilim Dalı Yapı Bölümü’nde lisansüstü eğitimini tamamladı. İkili 2006 yılında mimaristudio çatısı altında serbest mimarlık ve iç mimarlık çalışmalarına başladı. Ofisin gerçekleştirdiği proje ve uygulama çalışmaları arasında; Polimeks İnşaat Aşkabat İdari Binası, Turkcell Kurumsal Deneyim Merkezi, Turkcell İletilim Hizmetleri A.Ş. Levent Ofis ve Ümraniye Ofisleri, DHL Global Forwarding Merkez Ofisi yer alıyor.



AYŞE BİRSEL’İN FİLZFELT İÇİN "BOZ:YAP" YÖNTEMİ PARALELİNDE TASARLADIĞI KEÇE KOLEKSİYONU; FARKLI MEKANLARA VE KULLANIMLARA RAHATLIKLA UYUM SAĞLIYOR.

KASIM 2013 - XXI 58

ÜRÜN TASARIMI – KEÇE KOLEKSİYONU

Modern Yün Hissi Beste Sabır: Firma ile olan işbirliğinizden ve işveren tarafından sizden öncelikli olarak beklenen tasarım kriterlerinden bahsedebilir misiniz? Ayşe Birsel: Ayşe Birsel Collection, FilzFelt ile olan ilk ortak çalışmam. FilzFelt tanınmış mobilya firması ve benim ilk müşterim olan Knoll’un bir yan kuruluşu. Knoll için yıllar önce Pratt Institute’dan hocam Bruce Hannah ile Orchestra koleksiyonunu tasarlamıştım, 20 adet ofis aksesuarını içeren koleksiyon hala piyasada. Yıllar sonra firma ile tekrar bir araya geldik. FilzFelt iki mimarın (Kelly Smith ve Traci Roloff) kurduğu bir şirket ve keçeyi mimari ortamda kullanmaları ile tanınıyor. Ürünleri; Duvar Panelleri (Wall Panels), Asma Paneller (Hanging Panels) ve Yer Kaplamaları (Floor Coverings) olarak üç kategoriye ayrılıyor. FILZFELT IÇIN AYŞE BIRSEL KOLEKSIYONU

ayşe birsel

Beraber çalışmaya başlarken öncelikli istekleri; koleksiyonu kendi tasarım yöntemim olan

Deconstruction: Reconstruction (Boz: Yap) ile düşünüp onlara kullanıma hazır (ready made) bir keçe koleksiyonu tasarlamam oldu. %100 doğal Alman yününden yapılmış keçe kullanan firma, hep sipariş üzerinden ürün ürettiği için standart bir ürün gamına ihtiyaç duyuyordu. Keçeyi CNC ile otomatik makinalarda kesip biçerek şekillendirebiliyorsunuz, farklı kalınlıklarda ve en kesitlerinde çok geniş bir renk aralığına sahip. Ses izolasyonu için de ideal bir malzeme. Zemin kaplamaları, perdelik, asılı paneller ve masa aksesuarlarını içeren mimari uygulamalara cevap vermek üzere bu kriterlerden yola çıkarak öncelikle hazır üretim (ready made) ne demek onu belirleyerek başladım. bs: Tasarım sürecinde çıkış noktanız ne oldu? ab: Azla çoğu başarmak. Çıkış noktası firmanın kendine özgü tasarım dilini anlamak ve çözmekti. FilzFelt’i parçalara ayırdığınızda (deconstruct) şöyle bir dil ortaya çıkıyor: Bir amaca iyi cevap veren, minimalist, simetrik, doğal, kuvvetli ama yalın bir grafik dili olan ve farklı ölçeklerde tutarlı olarak uygulanabilen. Ben bu


özelliklere sadık kalarak sahip olduğum sistemci, azla çok yapabilen, kullanıcı odaklı tasarım kimliğimi bir araya getirmek çabasındaydım. Ortaya çıkan tasarımlar çağdaş Türk köklerimi de yansıtıyor.

bs: Ürün farklı objelerle tamamlanabiliyor, farklı mekan ve objelerle birlikte kullanılabiliyor. Koleksiyondaki bu farklılıklar paralelinde nasıl bir kurguyla bütünü ele aldınız? ab: Hazır üretim olarak ele aldığımız koleksiyon, Armani Couture ile Armani gibi FilzFelt Couture olarak sipariş ile çalışıyordu. Ben onların giyime hazır (readyto-wear) versiyonunu yaptım. Evet, Ayşe Birsel Koleksiyonu’nun hazır üretim olarak en önemli özelliği, standart ürünler olarak farklı fonksiyonlarda, farklı mekan ve objelerle birlikte kullanılabilmeleri. Bunu yaparken mimari ortama nasıl bir katma değer getirebileceğimizi düşündük. Keçe iyi bir duvar ve yer kaplama malzemesi, bir de çok iyi bir mekan ayırıcı. Mimari ortamlara ve mimarinin sert malzemelerine yumuşak ve renkli, sıcak, hem de doğal bir katma değer getiriyor keçe kullanımı. Asil bir malzeme. Birbirinden farklı ortamlara uyabilmek açısından da yalınlığı seçtik. bs: Üretim sürecine dair bilgi verebilir misiniz? Koleksiyon nasıl, nerede ve hangi yöntemlerle üretiliyor?

bs: Üretim sürecinde ve öncesinde hangi yöntemlerden yararlandınız? ab: Benim için herşey bir Boz:Yap süreci. Bir konuyu parçalarına ayırıp yeni bir gözle bakmak ve o yeni bakış açısı ile yeni bir yapılanmaya gitmek, oradan da tasarımı bir katma değer olarak ortaya çıkarmak. Önce parçalara ayırma (deconstruction) haritalarıyla başladım -her projede olduğu gibi. Keçey, FilzFelt’i ve mimari mekanları parçalara ayırdım, içeriklerini, özelliklerini, kesişen noktalarını anlamaya çalıştım. Oradan keçenin ve üretimin kısıtlarını nasıl kendi avantajıma dönüştürürüm diye düşündüm. Eskizleri de bu yönde geliştirdim. Karmaşadan uzak, kolay anlaşılabilir mimari bir dil aradım. Pek çok eleme yaptım, ikinci bir eleme de prototip aşamasında gerçekleşti. Firma sahipleriyle birlikte standart üretime uygun olan ürünleri seçerek koleksiyona son halini verdik. En önemlisi, koleksiyonu insanların tutkuyla sevmesi için tasarladım, sizin de seveceğinizi ümit ediyorum.

ayşe birsel ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü mezunu olan Ayşe Birsel, Fullbright Bursu ile Pratt Institute'de ürün tasarımı alanında yüksek lisans derecesini tamamladı. "Boz : Yap" tasarim metodu paralelinde SVA'da dersler veriyor. Çalışmaları MoMA ve Cooper Hewitt Ulusal Tasarım Müzesi'nin koleksiyonlarında yer alıyor. IDEA Gold, ID Dergisi Excellence gibi birçok ödül sahibi olan Birsel'in çalışmaları sadelik, empati ve sürdürülebilirlik kavramları odağında temelleniyor.

59 XXI - KASIM 2013

bs: Tasarım ve üretim sürecindeki malzeme, renk ve form arama yöntemlerinizden bahsedebilir misiniz? ab: Ben tasarımın kısıtlamalar içinde yeni tercihler, imkanlar yaratmak olduğuna inanıyorum. Doğal keçenin önemli bir kısıtlaması var, kesme-biçmedikme dışında fazla birşey yapamıyorsunuz doğal keçeye. Mesela sentetik keçelerde olduğu gibi kalıplayamıyorsunuz, üç boyutlu şekiller veremiyorsunuz. Bu kısıtlı üretim tekniklerinden esinlenerek, sadece daire ve dikdörtgen kullanarak ne elde edebilirim diye düşündüm ve yeni tasarımlar geliştirdim. Basit formlar ve onların tekrarından farklı ölçeklemelerle zengin bir desen dili oluşturdum ve bu dili mimari uygulamalara aktardım. Geleneksel objeleri hatırlatan ama modern, yalın ama yumuşak,

bs: Renk aralığı nasıl belirleniyor ve uygulanıyor? ab: Pantone Eşleştirme Sistemi (PMS) ile eşleştirilebilir renkler, tekstil boyaları ile doğal keçeleri boyayarak üretiliyor.

ab: Üretim dağlarla çevrili bir fabrikada, herkesin kar mevsimi, iş çıkışı kayak yaptığı bir yerde yapılıyor. Knoll’un keçe için kurduğu özel ama küçük bir üretim fabrikasında titizlikle üretiliyor. Prototipleri de orada yaptığımız için gidip görme ve son rötuşları yapma şansım oldu. Çok büyük makinalarda CNC kesim tekniği ile bilgisayarda üretilen çizimlerle kesilerek üretim gerçekleşiyor.

ÜRÜN TASARIMI – KEÇE KOLEKSİYONU

bs: Malzeme seçiminizden bahsedebilir misiniz? ab: Keçe harika bir malzeme. %100 koyun yünü, dayanıklı, boyayı çok güzel şekilde tutan, yangına dirençli ve ısı/ses yalıtımı çok kuvvetli. Ayrıca bu doğal elyaf, hızla yenilenebilir bir kaynak (FilzFelt’cilerin dediği gibi: Keçe geri büyür!) Tamamen biyolojik olarak doğaya dönebilen sempatik bir malzeme. Bizim kültürümüzde de yer alıyor ve bu sebeple bana yakın geldi.

hem mekanı hem insanı içine alan bir koleksiyon oldu.


AGT BLOCK KAPI Mobilya bileşenleri üreticisi AGT, iç mekanlar için modern alternatifler sunan kapı modellerini yeni ürünlerle artırmaya devam ediyor. Otel ve rezidans projeleri için özel olarak üretilen, yangın ve dumanı geçirmeyen yüksek güvenlikli yeni kapı modeli Block, ünlü tasarımcı Şule Koç imzası taşıyor. Modern bir tasarım anlayışına sahip olan ürün, 120 dakikaya kadar yangın ve dumanı geçirmeyerek otel ve rezidanslarda yangının çıktığı noktadan diğer yaşam alanlarına sıçramasına ve duman sızıntısına engel oluyor. AGT’nin 30, 60, 90 ve 120 dakikaya kadar yangın ve dumana dayanımlı olarak ürettiği Block’ta, yangın performansı IFC, Warrington ve Chiltren Fire gibi dünyanın önde gelen uluslararası akredite yangın laboratuvarlarından test onaylı Halspan Kapı Setleri kullanılıyor. Modern tasarımı ve dayanıklılığıyla otel ve rezidanslara farklılık katan ürün, yangın dayanımının yanı sıra akustik yalıtımıyla da öne çıkıyor. www.agt.com.tr

KASIM 2013 - XXI 60

YENİ - ÜRÜN

HP LATEX 3000 HP’nin ürün gamına kattığı Latex 3000 yazıcı, hem iç hem de dış mekan uygulamalarında hızlı ve sahip olduğu altı renk ile yüksek baskı kalitesi için 1200 dpi yerel çözünürlük sunuyor. Ürünün en önemli özellikleri arasında birçok ısı hassasiyetine sahip alt maddenin de dahil olduğu daha geniş ortam çeşitliliği sağlayan HP Latex İyileştirici yer alıyor. Bu yeni mürekkep çözümü, yüksek hızlarda istikrarlı

görüntü kalitesinin yanında düşük sıcaklıklarda verimli mürekkep korumasına da olanak tanıyor. Üçüncü nesil HP 881 Latex mürekkepler çiziklere karşı belirli maddeler üzerindeki sert solvent mürekkeplerle kıyaslanabilecek seviyede bir direnç sergiliyor, böylelikle perakende afişleri, dış mekan reklamcılığı, araç grafikleri ve iç mekan dekorasyonu gibi uygulamalar için ideal sonuçlar sağlıyor. www.hp.com

DIVOROLL PREMIUM WU Braas Çatı Sistemleri’nin çatıda su yalıtımını çözmeye yönelik en yeni ürünü Divoroll Premium WU, hem tam su geçirmezliği sağlayan hem de nefes alan bir kiremit altı örtüsü. Özellikle düşük eğimli çatılarda suya karşı ek güvenlik sağlayan ürün, kolay ve hızlı şekilde uygulanabilen ve böylece zamandan tasarruf sağlayan inovatif bir çözüm. Üç katmanlı yapıya sahip olan Divoroll

Premium WU, ortasında su itici bir katman barındırıyor. Kiremit altı havalandırmasına destek olarak ortamdaki nemin uzaklaştırılmasının yanı sıra bakteri ve küf oluşumunun azalmasına yardımcı oluyor, buhar geçişinin etkin bir şekilde gerçekleşmesini sağlıyor. www.braas.com.tr



ST. TROP

LUXURY MARBLES

Philippe Starck'ın Duravit için tasarladığı buhar duşu St. Trop, kare biçimli pürüzsüz gövdesiyle en çok bir metrekare alan kaplıyor. Lüks bir havai duşla tamamlanan Starck armatürleri günlük kullanım için donanımlı bir duş meydana getiriyor. 20 dakikaya ayarlı buhar banyosunda sıcaklık %100 nem ortamında 42 ila 50 dereceye yükseliyor. Aydınlatmanın üst taraftaki ışık şeridiyle sağlandığı St. Trop, Duravit mobilya serisinde kullanılan tüm renklerde sunuluyor.

Kalebodur’un geliştirdiği seramik serisi Luxury Marbles, mermerin doğal görünümünü en gerçekçi desenlerle buluşturuyor. 29x59, 44x89 ve 59x119 cm boyutlarında, parlak olarak sunulan seri otellerden saunalara, kamu binalarından konutlara kadar pek çok yapıda kullanılabiliyor. Luxury Marbles ayrıca iç mekanlarda antibakteriyel ve kolay temizlenen, dış cephelerde ise kendini temizleyebilen çevre dostu Kaleguard güvencesiyle sunuluyor.

www.duravit.com.tr

www.kale.com.tr

NOVELLA S SLIDER DIMMER

BAUMİT SIVA SİSTEMLERİ

Dokunmatik ve enerji tasarrufu sağlayan Viko Novella S Slider Dimmer, üzerinde yapılan parmak kaydırma hareketiyle ışığın istenilen seviyede ayarlanmasına imkan tanıyor. Anahtar üzerindeki LED’ler sayesinde ışık düzeyinin değişimi de izlenebiliyor. Ürün, anahtar için programlanabilen “gecikmeli anahtar” seçeneği, aynı anda iki ışık kaynağını

Baumit’in geliştirdiği makine ve el sıva sistemleri, hızlı ve kolay bir şekilde uygulanabiliyor. Gazbeton elemanlar için geliştirilen özel sıva sistemi MPA 35L, gazbeton üzerine doğrudan, ön serpme gerektirmeden uygulanabiliyor. Perlitli, hafif bir sıva olan MA 35L, tek seferde 10–25 mm uygulanabiliyor ve istendiğinde sıva tabakası uygulaması için gerekli şartlarda 50 mm’ye kadar

açıp kapatabilme, kaydırıcı üzerindeki LED’ler yardımıyla ışık seviyesi göstergesi, ışıklar kapalıyken aktif hale gelen LED aydınlatma, metalik, cam, ahşap, corian benzeri özel malzemeli çerçevelerle kombinasyon yapabilme ve zengin kapak rengi seçeneği özelliklerine sahip.

www.baumit.com.tr

KASIM 2013 - XXI 62

YENİ - ÜRÜN

www.viko.com.tr

çıkarılabiliyor. Tümüyle mineral esaslı Baumit ince sıvaları, zararlı madde içermeyen ve doğal alkali özellikleriyle küflerin barınamayacağı ortamlar yaratıyor. Beyaz çimento esaslı Baumit Glemma Brillant ise iç ve dış mekanlarda sıva üzeri uygulamalar için geliştirilen, saten dokulu bir ürün.

SOLID GROUND Villeroy&Boch’un yeni duvar ve zemin konsepti Solid Ground çok renkli taş dokulardan esinlenilerek tasarlandı. yalın ve modern dekorasyon fırsatları sunan seri, doğal renk nüansları ve dokulu yapısı karoya doğal taş hissi verirken, tasarım büyük kare ve dikdörtgen boyutlar ile vurgulanıyor. Bej, gri-bej, gri ve antrasit renklerindeki

karolar R9 kaymazlığa sahip. 30x60, 60x60 ve 45x90 cm olmak üzere üç farklı boyut içeren karoların kenarları rektifiye edilmiş biçimde sunuluyor. Seride ayrıca, 30x30 cm filelenmiş şekilde sunulan 6x6 cm boyutunda mozaikler yer alıyor. 7,5x60 cm süpürgelikleri ise serideki tüm renklerde bulmak mümkün. www.villeroy-boch.com



UYGULAMA – AYDINLATMA – NEVŞEHİR KASIM 2013 - XXI 64

Renk Çeşitliliğiyle Farklı Temalar PHILIPS’İN AYDINLATMA PROJESİNİ GERÇEKLEŞTİRDİĞİ CAPPADOCIA CAVE RESORT & SPA, KAPADOKYA’NIN ZİRVESİ UÇHİSAR’DA KONUMLANIYOR. Tarihi dokuyu ön plana çıkarmak üzere öncelikle otelin dış cephe aydınlatmasını gerçekleştiren Philips projede, dinamik aydınlatma kullanımıyla özel günlerde isteğe göre programlanabilen ve renk değişimi sağlayan LED’li aydınlatma üniteleri kullandı. Otelin dış cephesinde 300 adet Philips RGB ColorGraze Powercore aydınlatma ünitesi kullanılarak dış cephede LED teknolojisinin sağladığı esneklik ve kontrol sistemiyle birlikte milyonlarca farklı renk ve senaryo yaratma imkanı sağlandı. Uygulanan ürün, çok yakın mesafelerden 10 metrenin üzerinde

aydınlatma kapasitesine sahip. Powercore teknolojisi ise kolay montaj ve uzun süreli kullanım olanağı sağlıyor. Otelin iç mekanlarında yer alan eski ve verimsiz aydınlatmalar, Philips’in LED aydınlatma ürünleriyle değiştirildi. Kullanım alanlarına uygun olarak koridor ve merdivenlerde Ilti Luce ve Spa Merkezi’nde LED spotlar uygulandı. Otelin bar aydınlatmasında ise Philips CK ürün grubundan iColor Cove QLX tercih edildi. Oyuklar, abajurlu alanlar, tavanlar gibi gizli aydınlatma uygulaması gerektiren durumlarda ve diğer iç mekanlarda doygun renk ve dinamik efektler oluşturan kompakt lineer bir LED armatürü olan iColor Cove QLX, esnek montaj

ve konumlandırma seçenekleri armatürlerin istenen tüm alanlarda uygulanmasına imkan tanıyor. Philips’in konaklama sektörüne yönelik sunduğu çözümler, konukların evlerinde hissetmelerini sağlayacak doğal ve samimi bir ortam sunuyor. Enerji tasarrufu sağlama konusunda büyük bir potansiyele sahip olan konaklama endüstrisinde aydınlatma, bunun için en etkili yöntemlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Halihazırda enerji kullanımının %42’si aydınlatmadan kaynaklanıyor ve bunun %70’i verimsiz durumda. Philips, bu konuda konaklama sektörüne özel geliştirdiği çözümlerle hem karlılığı artırıyor hem de konukların konforunu iyileştirip kendilerini iyi hissetmelerini sağlıyor.



KALEKİM, YALITIM ZİRVESİ 2013’ÜN ANA SPONSORU OLDU

Kalekim, İZODER (Isı Su Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği) tarafından gerçekleştirilen ve ana teması “Kentsel Dönüşüm ve Su Yalıtımı” olan zirvenin ana sponsoru oldu. Zirvede yeni yapılacak binaların daha sağlam ve güvenli olması için su

yalıtımının önemi ve standartları ele alındı. Binalarda korozyona neden olan sorunların en başında su yalıtımının geldiğini vurgulayan Kalekim Genel Müdürü Altuğ Akbaş, Türkiye'de yalıtımsız bina sayısının çok yüksek olması nedeniyle Kalekim olarak su yalıtımının önemine dikkat çekmeyi görev edindiklerini belirtti.

KARTELL NİŞANTAŞI’NDA İtalyan tasarım mobilya ve aksesuar markası Kartell, Sihir Mobilya işbirliğiyle Nişantaşı’nda yeni konsept mağazasını açtı. Yüksek kaliteli plastik tasarım ürünlerinde 60 yılı aşkın tecrübeye sahip Kartell’in yeni mağazasında markanın tüm kült ürünleri sergileniyor. Philippe Starck, Ron Arad, Antonio Citterio, Ferruccio Laviani, Piero Lissoni, Patricia

Urquiola, Tokujin Yoshioka, Mario Bellini, Ronan ve Erwan Bouroullec, Alberto Meda, Patrick Jouin, Front, Nendo ve Rodolfo Dordoni gibi ünlü tasarımcıların işlerine sahip olan Kartell’in Nişantaşı mağazasında markanın aydınlatma ürünlerinden örnekler de yer alıyor. www.kartell.it

www.kalekim.com.tr

DOMOTEX MIDDLE EAST FUARI İSTANBUL’DA DÜZENLENİYOR

KASIM 2013 - XXI 66

FİRMA HABERLERİ

7-10 Kasım tarihleri arasında İstanbul Expo Center’da düzenlenecek olan Domotex Middle East Fuarı, tüm dünyadan gelen firmaların halı ve zemin kaplama ürünlerini ziyaretçilerin beğenisine sunmaya hazırlanıyor. Bu seneki fuarda el yapımı halı, kilim ve paspaslar, makine halısı, kilim ve

paspaslar, dokuma zemin kaplamaları, esnek yer döşemeleri, laminat, ahşap ve parkelerin yanı sıra doğal taş, mermer ve seramik yer karoları, yapay çim ve spor zeminler, elyaf, iplik ve dokuma kumaşlar sergilenecek. En son döşeme, temizleme ve uygulama teknolojileri, tekstil makine ve aksesuarları da fuarda yer alacak. www.domotex-middle-east.com

HÄFELE KALİTE NOKTALARI'NIN TEMASI "MUTLULUK" Dekorasyon konusuna ilgili kullanıcılarına hizmet veren Häfele Kalite Noktaları, firmanın Türkiye’deki 15 mağazasına bağlı iş ortakları. Firmanın 90 yıllık tecrübesiyle bir araya gelen kaliteli, alanında uzman mutfak ve banyo üreticilerinden oluşan Häfele Kalite Noktaları başta mutfak ve banyolar olmak üzere

ev dekorasyonu alanında hizmet veriyor. Tüm mutfaklar için işlevsel çözümlerin ve tüm kullanıcılar için farklı uygulamaların bulunacağı Kalite Noktaları, konfor ve şıklığın yanı sıra yenilikçi, işlevsel ürünler ve özel tasarım mutfaklar sunuyor. www.hafele.com.tr

DASSAULT SYSTÉMES, SOLIDWORKS 2014’Ü TANITTI

Dassault Systémes, Solidworks’ün verimlilik ve kullanılabilirlik açısından önemli kazanımlar sunduğu yeni 2014 sürümünü tanıttı. Yeni sürüm, ilave edilen Android ve iOS cihazları desteğiyle, 2,1 milyondan fazla Solidworks kullanıcısının yeni 3B tasarımlarından her zaman ve her yerde faydalanmasını mümkün kılıyor. İş akışı

ve mobilite geliştirmeleri kullanıcıların verileri daha dinamik bir şekilde tekrar kullanabilmelerini sağlarken, ürün geliştirme sürecinde birlikte çalışmayı hızlandırmak için tasarım verileri paylaşımını da kolaylaştırıyor. Solidworks 2014 ürün tasarımcılarına, 3B modellerle yaratıcı fikirlerin tasarım taslaklarına ve resimlere daha hızlı bir şekilde aktarılması anlamında yardımcı oluyor. www.3ds.com

VİTRA’YA EN İYİ TASARIM MARKASI ÖDÜLÜ

Plus X kapsamında, ürünleriyle ödül alan tüm markalar kendi kategorilerinin en büyük ödülünü almak için yarıştı. Ödüle layık görülen ürünlerde, tüketicilerin hayatına artı değer katma ve geleceğin yaşam beklentilerine uygun

çözümler sunma şartını arayan 130 kişilik uluslararası jüri, En İyi Tasarım Markası Ödülü’nü “sağlık” kategorisinde Vitra’ya verdi. Vitra Plus X’te System Infinit lavabo, Pentagon imzalı Nest Trendy armatür serisi ve NOA tasarımı Metropole kanalsız klozetle tasarım ve işlevsellik ödüllerini aldı. www.vitra.com.tr



UYGULAMA – AYDINLATMA – İSTANBUL KASIM 2013 - XXI 68

fotoğraflar: Studio Majo - Engin Gerçek & Aras Kazmaoğlu

Odağa Yönlendirmek TEPTA AYDINLATMA, ALİ SAMİ YEN STADYUMU ARAZİSİNDE İNŞAATI DEVAM EDEN TORUN CENTER’IN SATIŞ SHOWROOMU AYDINLATMASINI GERÇEKLEŞTİRDİ. Aslı Kenanoğlu

Torun Center, uzun yıllar boyunca Galatasaray’ın stadyumu olarak hizmet veren Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen arazisi üzerinde yükseliyor. 42 katlı iki rezidans ve 36 katlı bir ofis bloğundan oluşan projenin satış showroomu da hizmete girdi. Tarihe tanıklık etmiş olan bu geniş arazide artık mimar Emre Arolat tarafından tasarlanan Torun Center projesi gerçekleşiyor. Projenin 2015 yılının üçüncü çeyreğinde teslim edilmesi planlanıyor. Torun Center satış showroomunun tüm aydınlatmasını ise Tepta Aydınlatma üstlendi. Hem iç hem

de dış aydınlatmanın tamamı Tepta Aydınlatma tarafından projelendirildi, tasarlandı ve temin edildi. Showroomun giriş bölümünde bizleri cüsseli maketler karşılıyor. Duvar kenarlarında bulunan yerdeki gömme armatürler 12 cm çapında 3000 K beyaz ışık veren LED’li ürünler. Aynı armatürün mavi LED’li olanları da farklı mekanlara destek vermek için yine duvar kenarlarında kullanıldı. Devamlı ışık değiştiren RGB özellikli yere gömmeler ise kaideleri ve duvar kenarlarını aydınlatıyor. Merdiven basamaklarında yönlendirme için kullanılan yere gömme LED ürünler de Tepta üretimi. Bekleme salonu tavanında iGuzzini markasının Deep Minimal gömme armatürleri kullanıldı. 50 W’lık halojen ampulün olduğu, ışık kaynağı içeride ve hareketli olan

bu armatürün çerçevesi olmadığı için tavanda çok güzel bir hava yaratmış. Ana maketin bulunduğu alana giden koridorda tavanda Tepta üretimi 50 W halojen ampullü, ışık kaynağı içeride ve çerçevesiz beyaz renkli tavan aydınlatması, yerde ise mavi LED’li Tepta üretimi gömme ürünler sizi makete yönlendirmek için koridorun tam ortasında kullanıldı. Ana maket odasının etrafını yuvarlak formuyla çevreleyen cam karkasın içinde, özel profili ile birlikte RGB lineer sıva üstü armatür kullanıldı. Bu ışıklar sayesinde showroom dışarıdan da daha çarpıcı ve görülür bir bina haline geliyor. Ana maket odasının tavanlarında genel aydınlatma için Tepta üretimi 50 W halojen ampullü, ışık kaynağı içeride ve çerçevesiz beyaz renkli tavan aydınlatması tercih edildi.


UYGULAMA – AYDINLATMA – İSTANBUL 69 XXI - KASIM 2013

Mekana ayrı bir hava katan ise, maketlerin üstüne inen Tepta üretimi beyaz metal yuvarlak sarkıtlar oldu. İki çember halinde ve iki sıra döşenen beyaz uzun sarkıtlar, farklı yükseklikteki yerleşimi ile mekanda odaklanmayı kolaylaştırdı. Diğer koridorlarda ve çalışma mekanlarında ise destekleyici olarak iGuzzini raylar üzerinde gri renkte iGuzzini Tecnica ray spotlar uygulandı. Showroomun farklı bölgelerinde ise Simes, iGuzzini ve Tepta ürünleri kullanıldı. mimar: EAA-Emre Arolat Mimarlık aydınlatma projesi: Tepta Aydınlatma, Efrayim Güneş kullanılan ürünler: Simes / Microzip (yere gömme), iGuzzini / Ledplus (yere ve duvara gömme), Deep Minimal (tavana gömme), Deep Laser (tavana gömme), Tecnica (ray spot), Tepta imalat / Lineer LED profil armatürler, RGB ve beyaz LED armatürler (yere gömme), beyaz metal sarkıtlar, tavana gömme spotlar


DERİN DESIGN

KASIM 2013 - XXI 70

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

1971 yılında kurulan Derin Design, 2000 yılından bu yana çağdaş mobilya koleksiyonu oluşturuyor. Derin koleksiyonu her türlü ofis içi yaratıcı mekanlar ve ev ortamları için tasarlandı. İstanbul tabanlı firma, özgün sadeliği ile uluslararası düzeyde saygın bir üretici konumunda. Derin, gerek tasarım gerekse üretim süreçlerinde doğal uzun ömürlülük ilkesini benimsedi. Malzeme seçiminden kullanılan yapıştırıcıya, nakliyeden enerji tüketimine kadar çevreci bir stratejiye sahip olan Derin, tasarım odaklı, pür, dürüst, güvenilir ve tutarlı bir firma.

ağaoğlu maslak 1453 satış ofisi

odea bank

Derin koleksiyonunda; Arif Özden, Aziz Sarıyer, Bülend Özden, Defne Koz, Derin Sarıyer, Jale Kulin Akgün, Mehmet Ermiyagil, Nazar Sigaher, Tanju Özelgin, Andrew Foxall & Gregers Tang Thomsen gibi ünlü tasarımcıların ürünleri yer alıyor. Derin ayrıca, İstanbul Tasarım Haftası, Milan Tasarım Haftası, New York ICFF, Paris Maison&Objet ve Koln Messe fuarlarına katıldı. www.derindesign.com • Ağaoğlu Maslak 1453 Satış Ofisi, İstanbul • Ajans Medya, İstanbul • Borusan Avcılar Araç Teslim Salonu / 2bdezigned – Mimarlık ve İç Mimari Tasarım, İstanbul • Greenist Satış Ofisi / Metex Design Group, İstanbul • Odea Bank Güneşli / i-am associates İstanbul, İstanbul

borusan avcılar araç teslim salonu

greenıst satış ofisi

greenıst satış ofisi

ajans medya



DİYALOG OFİS Diyalog Ofis, 2000 yılından bu yana ofis mobilyasında Sedus, Kinnarps, Renz; genel alanda Lammhults, Italiana Divani; akustik çözümlerde Mooia, Abstracta; konferans koltuklarında Caloi; halıda Toucan-T; aydınlatmada &’Costa ve Saas gibi markaların temsilciliğini üstleniyor. Tüm bu markaların önderliğinde Diyalog Ofis modern, estetik ve teknolojik çözümleriyle, mimarlara bilgi birikimini aktarıp en yüksek seviyede destek sağlıyor. Firma misyonunu, ofis ve genel alanlarda, insan ve yaşadığı çevre faktörünü göz önüne alarak, verim, işlev, ergonomi ve estetiği harmanlayıp temsil ettiği ürünlerle mimarlara en doğru ürün ve çözümü sunmak olarak belirliyor.

atatürk havalimanı wıngs lounge

Avrupa kökenli ürünlere sahip, yeşil akımın öncülerinden olan Diyalog Ofis’in temsil ettiği ürünler sade ve yalın çizgisiyle, çalışma alanları, resepsiyon, konferans, oditoryum, seminer, toplantı salonları, fuaye ve cafe gibi mekanlarda ritim ve mimariyle ahenk yaratıyor.

KASIM 2013 - XXI 72

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

www.diyalogofis.com

nsm ofisi

anadolu grubu

• Anadolu Grubu, İstanbul, 2013 • DAP Yapı, İstanbul, 2013 • Ewe, İstanbul, 2013 • GL Events/The Seed, İstanbul, 2013 • Kahveci Avukatlık Ofisi, İstanbul, 2013 • Metin Sabancı Spastik Çocuklar Okulu, İstanbul, 2013 • Piri Reis Universitesi, İstanbul, 2013 • Atatürk Havalimanı Wings Lounge, İstanbul, 2012 • Lufthansa, İstanbul, 2012 • NSM Ofisi, İstanbul, 2012 • Armaggan, İstanbul, 2011 • Atatürk Havalimanı THY CIP Lounge, İstanbul, 2011 • Doğan Holding, İstanbul, 2011 • HP, Ankara-İstanbul, 2011 • Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Binası, İstanbul, 2011

anadolu grubu



DOXA OFİS MOBİLYALARI Çanakcılar Şirketler Grubu bünyesinde kurulan Doxa Ofis Mobilyaları, 50.000 m2’si kapalı, 80.000 m2’si açık olmak üzere toplam 130.000 m2 üretim alanı ve günlük 1200 modül üretim kapasitesi ile Türkiye’nin mobilya sektöründe yükselen markası konumunda. Türkiye genelinde 100’ü aşkın bayisi ve dünyanın 25 ülkesine yaptığı ihracat ile marka değerini her geçen gün yükseltiyor.

KASIM 2013 - XXI 74

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

Kaliteden ödün vermeden, estetik kaygıları göz önünde bulundurarak kullanışlı ve yaşanabilir iş ortamları yaratmayı amaçlayan Doxa Ofis Mobilyaları, “sorunların masa başında çözüldüğü” bir yaşam idealiyle kullanıcılarına konforlu, estetik ve modern ofis mobilyaları sunuyor. Doxa Ofis Mobilyaları’nın geniş ürün yelpazesinde her beğeniye ve iş mekanına uygun seçenekler yer alıyor. Dream, Vital, Prizma, Glory ve Boss ile VIP Serisi, işinden keyif alan yöneticiler için rahat bir kullanım ve şık ofis ortamları sunarken; Reward, Image, Class, Admin, Convex, Chrome, Fancy ve Orbital’in yer aldığı Makam Serisi ise estetik çizgileri asalet ve moderniteyle birleştiriyor. Bunun yanı sıra rahatlığı ve kullanışlı tasarımlarıyla Çalışma Serisi, Operasyonel Grup Serisi, Banko Serisi, Toplantı Masaları, TV Üniteleri ve New Line Dolap Serisi de; Doxa Ofis Mobilyaları’nın sunduğu seçenekler arasında. www.doxa.com.tr • Başakşehir Belediyesi, 2013 • Dap Yapı, 2013 • Erdemir A.Ş., 2013 • İklimSA, 2013 • 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, 2012 • Mevlana Üniversitesi, Konya, 2012 • Sağlık Bakanlığı, Ankara, 2012 • Samanyolu Koleji, Ankara, 2012 • Seramik Federasyonu, İstanbul, 2012 • Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İstanbul, 2011 • Karabük Demir Çelik Fabrikası, Karabük, 2011 • Karayolları Bölge Müdürlüğü, Van, 2011 • Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı, Zonguldak, 2010 • Batman Havaalanı, Batman, 2010 • Antalya Havaalanı Dış Hatlar Terminali, Antalya, 2009



KASIM 2013 - XXI 76

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

ERSA Güvenilirliği ve kalitesiyle Türkiye’de ofis mobilyası üreticileri arasında önemli bir yere sahip olan Ersa, sektöre adımını 1958 yılında attı. Çağdaş çalışma hayatının en önemli unsurları arasında yer alan verimliliğe motivasyonla ulaşılabileceğine inanan firma işlevsel, pratik, ergonomik ve kişiselleştirilebilen tasarımlarla çalışanların ofis ortamındaki mutluluğunu artırmayı hedefliyor. Ofis mobilyalarının yanı sıra koltuk ve kanepe gibi oturma elemanları da üreten Ersa, ürünlerini doğal malzemeler, aydınlatma üniteleri, teknoloji ürünlerini entegre eden parçalar gibi kullanıcılara kendini iyi hissettiren küçük ayrıntılarla destekliyor. Renkli, kimi zaman neşeli tasarımlarıyla, çalışma ortamının enerjisini yükseltiyor. Tasarımlarının odağına insanı koyan Ersa, modern çalışma ortamına rahatlık ve değer katan, pratik, kullanıcı dostu ürünler üretiyor. Çevre ve insan sağlığıyla dost hammadde ve aksesuarlar kullanarak; ergonomik, sıhhi, kullanıcıyı daha az yoran, geri dönüşümü mümkün mobilyalar tasarlıyor. Kendi tasarımlarını yaratan Ersa; Alexis Şanal, Aykut Erol, Boğaç Şimşir, Ece Selamoğlu Yalım, Erdem Akan, Murat Erciyas, Murat Şanal, Oğuz Yalım, Sezgin Akan, Tamer Nakışçı, Yalın Tan gibi Türk; Claudio Bellini, Paola De Francesco, João Ramos Silva gibi uluslararası tasarımcılarla çalışıyor. Ersa’nın ürünleri, aralarında Red Dot, IF, Design Turkey ve Good Design’ın da bulunduğu uluslararası prestijli tasarım yarışmalarında ödüle layık görüldü.

vefa prefabrik genel merkezi

denizbank operasyon binası

ıng kahramanmaraş operasyon merkezi

fleetcorp ofis binası

ıng bank

inci deri - flat ofis

www.ersaofis.com • Beymen Genel Müdürlük, İstanbul, 2013 • Dedeman Bostancı Hotel, İstanbul, 2013 • Fleetcorp Ofis Binası, İstanbul, 2013 • Hankook Trump Tower Ofisi, İstanbul, 2013 • Kaya Palazzo Belek Golf Resort, Antalya, 2013 • Radison Blu Tuzla Conference Hotel, İstanbul, 2013 • Residorm Yurtları, Muğla, Kırıkkale, 2013 • Vefa Prefabrik Genel Merkez, İstanbul, 2013 • Dhl - Enco Ofis Binası, İstanbul, 2012 • İnci Deri - Flat Ofis, İstanbul, 2012 • Kanal D Ofisleri, İstanbul, 2012 • Salt Araştırma Merkezi, İstanbul, 2012 • İş Bankası Tüm Bankacılık Şubeleri • Denizbank Şubeler ve Operasyon Binası • İng Bank Şubeler ve Kahramanmaraş Operasyon Merkezi

kanal d ofisleri



KOLEKSİYON MOBİLYA 1971 yılında mimar Faruk Malhan tarafından temelleri atılan Koleksiyon Mobilya, Tekirdağ'da 90 bin metrekarelik bir alana kurulu üretim tesisleriyle yurtiçi ve yurtdışı pazarlara yönelik üretim yapıyor. İstanbul Tarabya’daki merkezi ve diğer tüm yurtiçi satış noktaları yanında Londra, Darmstadt ve Kahire gibi dünyanın önemli merkezlerinde faaliyet gösteriyor. 2000'lerin başında Koleksiyon yeni düşünce, yeni standart ve yeni tasarım kavramlarını sentezleyen “yüksek kalitede mobilya tasarımı” anlayışıyla, endüstri ürünlerinden çok, düş ve düşüncelerin ürünlerini yaratmaya çalışan bir tasarım firması olarak büyük mağazacılık anlayışını ilk defa tüketiciyle tanıştırdı.

netaş

KASIM 2013 - XXI 78

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

Koleksiyon, bu sene için belirlediği “Ses İzi (Soundprint)” teması altında ofiste insan ve yeni çalışma kültürü üzerine odaklanırken, ev mobilyasında da “Bizim Evimiz” başlığıyla yeni bir yaşam alanı kurgusu oluşturuyor.

tbwa istanbul

eczacıbaşı vitra inovasyon merkezi

Ayrıca Tarabya’da yeni açılan tasarım mağazasında önemli tasarımcıların imzasını taşıyan mobilyalardan cam, porselen aksesuarlara, seramik objelerden takı ve giysilere kadar birçok özel çalışmaya ev sahipliği yapıyor. www.koleksiyon.com.tr • Anadolu Grubu, İstanbul, 2013 • CTHB Avukatlık Bürosu, İstanbul, 2013 • İŞGYO Genel Müdürlük, İstanbul, 2013 • Netaş, İstanbul, 2013 • Cummins, İzmir, 2012 • Sahibinden.com, İstanbul, 2012 • Yemek Sepeti, İstanbul, 2012 • BNP Paribas, Kahire, 2011 • Eczacıbaşı Vitra İnovasyon Merkezi, Bilecik, 2011 • Giza Systems, Kahire, 2011 • Johnson Wax, İstanbul, 2011 • Philips, Kahire, 2011 • TBWA İstanbul, İstanbul, 2011 • Toyota, İstanbul, 2010 • Türkiye Noterler Birliği, Ankara, 2009

cthb avukatlık bürosu

işgyo genel müdürlük

sahibinden.com

yemek sepeti



NURUS

KASIM 2013 - XXI 80

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

Mobilya sektöründe ÇEDBİK üyesi tek firma olan Nurus, kuruluşundan itibaren sürdürülebilirlik ve çevre bilincine dikkat çekiyor. Nurus, yandığı zaman zehirli gaz açığa çıkarmayan, su bazlı ve çevre dostu kimyasal kullanımı; kloroflorokarbon içermeyen ve geri dönüşüm oranı yüksek malzeme seçimleri; Avrupa normlarına uygun üretimi; %60’ı geri dönüşümlü kağıt ambalaj kullanımı, atıkların ruhsatlı tesislerce toplanarak geri dönüştürülmesi gibi çevreci uygulamaları; doğal ışık kullanımı, gelişmiş atmosfer ve akustik değerlerine sahip fabrikası ve sürdürülebilirlik prensibiyle imza attığı dünya çapında en üst segmentteki projeleriyle Türkiye’de yeşil ofislerin tercihi olmaya devam ediyor. Yeşil bina değerlendirme kriterlerine göre doğal malzeme kullanımı, enerji ve çevre duyarlı kaynak kullanımı ve iç mekan kalitesini karşılayan A sınıfı ofislerde Nurus ürünleri öne çıkıyor.

phılıps

unılever

Türkiye’nin en çok uluslararası tasarım ödülüne sahip en çevreci ofis mobilyası olan U TOO, masa, depolama çözümleri, koltuk, puf ve zengin aksesuar seçenekleriyle çalışma, dinlenme, sosyalleşme için tasarlanmış yalın, pratik ve çok yönlü bir sistem. Özel alüminyum döküm ayak yapısı ve farklı malzeme seçenekleriyle farklı mekanlarda yaşam alanları sunan U TOO, yeşil ofislerde de kullanıma uygun. Me Too, ofislerde yaşam kalitesini artırmak, sağlıklı bir ofis hayatı kurgulamak fikrinden yola çıkılarak Nurus Design Lab tarafından “Ergonomik bir ofis koltuğu, çalışanın sağlık sigortasıdır.” yaklaşımıyla tasarlandı. Avrupa normlarında üretilen, LGA ve GS güvenlik sertifikalarına sahip ürünün konsepti, ergonomisi ve %95 geri dönüşümlü olması en önemli uluslararası tasarım ödüllerini almasını sağladı. Me Too, senkron mekanizmasıyla oturma eğimi öne doğru dört derece, arkaya doğru 27 derece ayarlanabiliyor ve üç ayrı pozisyonda sabitlenebiliyor. Yükseklik ayarlı baş ve bel desteği, yükseklik ve yön ayarlı kolları, nefes alan file sırtı ve deri ya da kumaş kaplanabilen oturma fontu ve avrupa normlarına uygun tasarımıyla dünya çapında kullanıcısıyla buluşuyor.

unılever

www.nurus.com.tr • Philips, İstanbul • Ttnet, İstanbul • Unilever, İstanbul

phılıps

ttnet



TUNA OFİS

KASIM 2013 - XXI 82

REFERANS PROJE - OFİS MOBİLYASI

Yüksek standartlardaki ürün kalitesiyle 43 yıllık deneyimini bir araya getiren Tuna Ofis bugün ofis mobilyası sektöründeki öncü firmalardan. Türk mobilya sektöründeki yenilikçi kimliği, tasarım ve tasarımcıya verdiği önemle göz önünde olan Tuna Ofis; müşterilerine her zaman en iyi hizmeti vermeyi vizyonunun temel ilkelerinden biri olarak belirledi. Kapasite olarak Türkiye’nin önde gelen ofis mobilyası ve ofis koltuğu üreticisi olan Tuna Ofis, Silivri-Kınalı mevkiinde toplam 35.000 m2 kapalı alan üzerindeki fabrikasında sektörün en modern teknolojilerini kullanarak üretimini sürdürüyor. 124 yıllık tarihi ile köklü bir marka olan Girsberger Holding AG ile 1992 yılında ortak olarak, Tuna Girsberger A.Ş'yi kuran Tuna Ofis, bu marka altında sadece uzmanlık alanı olan ofis koltukları üretiyor. Dünya çapında, yüksek bir teknolojiyle üretim yapan fabrika, aynı zamanda Avrupa’daki sayılı tesislerden biri. Sadece Türkiye’de değil uluslararası alanda da adından söz ettiren bir isim haline gelen Tuna Ofis’in ürün kategorisinde şirket merkezleri için her türlü yönetici takımları, oturma grupları, misafir koltukları, çalışma masaları ve çok amaçlı dolap sistemleri gibi çok çeşitli ofis mobilyaları bulunuyor. Tasarımcı kimliğinin bir uzantısı olarak projelere özel ürün ve konsept geliştirme konusunda uzmanlaşmış olan firma bu alandaki başarısını özellikle Türkiye’nin önde gelen finans kurumlarının ve kurumsal şirketlerin genel müdürlüklerinin tedarikçisi olarak belgeliyor.

tt arena

ford bayi

yıldız entegre

thy teknik habom

thy teknik habom

www.tunaofis.com • Vakıf Bank Şubeleri, Tüm Türkiye • Albaraka Şubeleri, Tüm Türkiye • Ford Bayileri, Tüm Türkiye • Yapı Kredi Şubeleri, Tüm Türkiye • Acıbadem Üniversitesi, İstanbul, 2013 • Asan Xidmat-Azerbaycan Nüfus İşleri Bakanlığı, Bakü, 2013 • Zaman Gazetesi, Ankara, 2013 • THY Teknik A.Ş. (Havacılık Bakım Onarım Merkezi-HABOM), İstanbul, 2012-2013 • Yıldız Entegre, İstanbul, 2012-2013 • Alcon İlaç, İstanbul, 2012 • Concept Reklam Ajansı, İstanbul, 2011 • ING Emeklilik, İstanbul, 2011 • TT Arena, İstanbul, 2010-2011 • Yapı Kredi Operasyon Merkezi Gebze, İzmit, 2009

thy teknik habom



KASIM 2013 AJANDASI 5 Kasım

Salı Söyleşileri: Mehmet Kütükçüoğlu

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Kulübü’nün düzenlediği Salı Söyleşilerine Mehmet Kütükçüoğlu konuk oluyor.

7 Kasım

Norveç Mimarisinde Kentsel Dönüşüme Duyarlı Yaklaşımlar

Norveç’in yenilikçi projeleri üzerinden kentsel bağlamda yaşanan zorlukların aktarılacağı konferans, İstanbul’daki

MSGSÜ Fındıklı Kampüsü Video Konferans Salonu, İstanbul

www.msgsu.edu.tr

Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul

www.yem.net

Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Konya

www.engellilestirilenler.org

İTÜ, Taşkışla Kampüsü, İstanbul

tedxitu.com

Uludağ Üniversitesi Görükle Yerleşkesi, Nilüfer, Bursa

mimar.uludag.edu.tr

Venedik Sarayı, Taksim, İstanbul

pldturkiye.com

Salt Galata, Beyoğlu, İstanbul

yorumlama@saltonline.org

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanlık Holü, Beşiktaş, İstanbul

www.mmr.yildiz.edu.tr

Özyeğin Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Çekmeköy, İstanbul

www.becominglocalistanbul.org

Çukurova Üniversitesi, Adana

www.kongre2013.org

Şişli Kent Kültür Merkezi, İstanbul

www.istanbulkentsempozyumu.org

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Oditoryumu, Beşiktaş, İstanbul

www.mimsatu.yildiz.edu.tr

Armaggan Art&Design Gallery, Nuruosmaniye, istanbul

www.armaggangallery.com

profesyonel ortamla aktif bir diyaloğun geliştirilmesine aracı olmayı hedefliyor.

7 - 8 Kasım

I. Ulusal Engellileştirilenler 2013 Sempozyumu

Sempozyumun, engelli dernekleri, akademisyenler, öğrenciler ve kentliler için bir buluşma noktası ve çözüm platformu olması bekleniyor.

8 Kasım (son teslim)

TEDxITU Etkinliği Tasarım Önerileri Öğrenci Yarışması

Yarışma, 1 Aralık’ta “dönüm noktaları” temasıyla düzenlenecek olan etkinlik için konferans salonunun geçici olarak dönüştürülmesi için tasarım önerilerinin geliştirilmesini amaçlıyor.

8 Kasım (son teslim)

Uludağ Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Logo Tasarım Yarışması

Yarışmanın amacı; Uludağ Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin

13 Kasım

Mimaride Işık Vol 3: İşlevselliğin Ötesinde Aydınlatma Tasarımı

PLD Türkiye tarafından iGuzzini sponsorluğunda düzenlenen

Yüksek Yapılar Atölyesi

Salt Yorumlama tarafından lise öğrencileri için düzenlenen

16 Kasım, 29 Kasım

kurumsal kimliğini yansıtacak bir logo tasarlatmak.

etkinliğe aydınlatma tasarımcısı Dean Skria konuşmacı olarak katılıyor.

atölye, gökdelen yapımına odaklanıyor. Öğrencilerin farklı biçimlerde gökdelen modelleri üreteceği atölyenin yürütücülüğünü Ali Dur yapacak.

… - 22 Kasım

Kocaeli Üzerine Mimari ve İç Mimari Proje Sergisi

Sergideki projelerin ana teması Kocaeli için havaalanı, kayak merkezi, kültrü ve kongre merkezi, müze ve konut alanları gibi

KASIM 2013 - XXI 84

AJANDA

mimari ve iç mimari çözümleri kapsıyor.

20 - 23 Kasım

Yerel Olmak: Alternatif Kentsel Geleceklerin Hayali Olarak Kamusal Alan

Teknik gezi, panel ve atölyeden oluşan etkinlik, yerelleşme temasıyla kamusal alan ve kentsel kültür çalışmalarıyla ilgili uluslararası ve disiplinlerarası kritik ve güncel perspektifleri bir araya getirmeyi amaçlıyor.

21 - 24 Kasım

5. Peyzaj Mimarlığı Kongresi

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası’nın düzenlediği kongre, ülkesel ölçekte peyzaj ve tüm kamusal alanların hızlı dönüşümünün mekansal, sosyal, politik ve kültürel dinamiklerinin birlikte değerlendirilmesi, sorgulanması ve atılacak adımların ortaya konmasını amaçlıyor.

22 - 24 Kasım

III: İstanbul Kent Sempozyumu

Yaşanabilir bir İstanbul’un tartışılacağı sempozyum TMMOB tarafından düzenleniyor.

27 - 28 Kasım

… - 25 Aralık

Dünya Mimarlık ve Sanatında Türkler Uluslararası Sempozyumu

Sempozyum, Türklerin tarih boyunca mimarlık ve sanat

Mimardan Müzisyene Sınırsız Yaratıcılık

Yaratıcılığın mesleklerle sınırlandırılmasına eleştirel bir bakışla

alanında ürettikleri eserleri ele almayı, dünya mimarlık ve sanatına katkılarının ortaya konmasını amaçlıyor.

yaklaşan sergi, tasarımcı Derin Sarıyer, moda tasarımcısı Özlem Süer ve müzisyen Mercan Dede’nin içlerinde bulunduğu 13 isimle yaratıcı disiplinler arasında ilişki kuruyor.




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.