Zamandk317 eg

Page 1

Okurlarımıza duyuru

Habibin izinde kutlu Ramazan

Çok Değerli Okurlarımız, Yaz tatili münasebetiyle 11 Ağustos'a kadar gazetemiz basılmayacaktır. 12 Ağustos'da tekrar buluşmak ümidiyle şimdien hayır bayramlar ve tatiller... Zaman İskandinavya

AILEM'DE

www.zamaniskandinavya.dk

1 - 7 TEMMUZ 2015 • YIL : 7 • SAYI : 317 •  DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO

35

BIR RAM DAHA AZAN'A KAVUŞTU K

EKREM DUMANLI

KAMİL SUBAŞI

ALİ BULAÇ

ALİ ÜNAL

'İslamcı gazetecilik' bitti!

Ne güzel olurdu!

İki İslamcı model

Hep aynı şablon

4

34

34

Danimarka’da yeni hükümet kuruldu Danimarka’da 18 Haziran’da gerçekleştirilen genel seçimlerin akabinde başlayan hükümet kurma çalışmaları sona erdi. Başbakan Lars Lökke Rasmussen kurduğu azınlık hükümetini geçtiğimiz hafta sonu Kraliçe II. Margrethe’ye sundu. Liberal Parti tarafından kurulan hükümet Danimarka Halk Partisi ve Liberal Parti tarafından dışarıdan desteklenecek. HABERİ 8'DE

Sosyal Demokrat Parti’de Mette dönemi resmen başladı Sosyal Demokrat Parti geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen genel kongresinde yeni başkan seçilen Mette Frederiksen, ‘‘Daha adil bir Danimarka ve daha kapsamlı bir refah devleti’’ için çalışacağını söyledi. HABERİ 8'DE

Azınlığın azınlığı bir hükümet! HASAN CÜCÜK'ÜN ANALİZİ 9'DA


■ NORVEÇ

Oslo havalimanında geçici pasaport alınımı riske girdi Oslo Havayolları polisine geçici pasaport başvurularında aşırı artış yaşandığı için, birçok Norveçlinin tatili riske girdi. Konuyla ilgili açıklama yapan polis, sadece geçtiğimiz günlerde 65 kişinin geçici pasaport başvurusunda bulunduğunu kaydetti. Güvenlik birimlerine göre oran oldukça yüksek. Zira biriminde çalışan birçok polis memurunun da resmi tatile ayrılacağı belirtildi. Norveç uygulamalarına göre, normal pasaport başvuru süresi 2 hafta alıyorken, geçici pasaport başvuru işlemleri ise anında tamamlanıyor.

‘‘Bir azınlık hükümeti olduğumuzun ve işbirliği içerisinde çalışmak zorunda olduğumuzun kesinlikle farkındayız.’’ Lars Rökke Rasmussen Danimarka Başbakanı

■ NORVEÇ

Hamile Norveçli kadınlar yüksek promilli alkol alıyor Norveç’te birçok hamile kadının yüksek promilli alkol aldığı belirtildi. Astrid Alvik isimli bir Norveçli araştırmacı, bin 700 hamile Norveçli kadına alkol alıp-almadıklarını sordu. Bu göre, bu orandan yüzde 25’i hamilelik döneminde yüksek promilli alkol aldığı ortaya çıktı. Oranın 40’lık bir bölümü ise yüksek tahsilli Oslolu kadınlardan oluşuyor. Ayrıca Norveç genelinde her yıl yaklaşık 60 çocuk, annesi hamileyken aldığı alkolden dolayı bir çeşit beyin hastaşığı olan fetal alkol sendromuna (FAS) maruz kalıyor. Norveçli çocuk doktorları, bazı hamile kadınların hamilelik döneminde alkol almaya devam ettiğini kaydediyon.

■ NORVEÇ

Norveç inanç dernekleri, insan kaçakçılığına karşı kolları sıvadı

“Müzedeki tarihi binalardan birinde iki odayı Türklere ayırdılar. İki oda baştan aşağı, 1970’li yıllarda Danimarka’ya gelen Türklerin yaşadıkları evler gibi dayandı döşendi. Örneğin o zamanın radyosu, plak çaları, duvarda bir saz, halı ve kilimler, tahta bavullar gibi her şey düşünüldü."

Midtjylland bölgesindeki hastanelerde önümüzdeki yıllarda 800 iş pozisyonu ortadan kaldırılacak. Bölge konseyi tasarruf planı dahilinde geniş çoğunlukla bu karar alındı. 700 milyon kron tasarruf edilmesi bekleniyor ve Bölge Konseyi Başkanı Bent Hansen’a göre, bu durumda zorunlu işten çıkarmalar olacak. Tasarrufa gidilmesinin bir sebebi, pahalı ilaç fiyatlarının artması ve Herning ile Skejby’de yeni hastaneler için masraf yapılacak olması. 41 oy kullanandan 39’u tasarruf planına “evet” dedi. Yalnızca Birlik Liste’li (EL) iki üye karşı oy kullandı. EL bölge konseyi üyesi Henrik Qvist,“Çalışanların üzerinde daha fazla baskı kurulmasını kabul edemeyiz. Çalışanların strese girmesi hastane işleyişinin kalitesini de düşürecektir” dedi.

■ DANİMARKA

Öğretmenlerin çalışma saatleri azaltılacak İki yıl önce Danimarka Öğretmenler Sendikası ve Belediyeler Birliği’nin (KL) çalışma saatlerine ilişkin yaşadığı anlaşmazlık grev ve okulların kapanmasıyla sonuçlanmıştı. Jyllands-Posten tarafından yapılan bir araştırma, 50 belediyedeki öğretmenlerin Öğretmenler Sendikası’nın yerel şubesiyle sözleşme imzaladığını gösterdi. Sözleşmelerin çoğu, öğretmen anlaşmazlığının ardında öğretmenlerin çalışma saatlerine ilişkin yasanın temel bölümlerini kapsıyor. Öğretmenlerin çalışma saatlerine ilişkin sözleşmenin feshedilmesi, derslere hazırlanmak için kendilerine ekstra zaman tanınmadığı ve haftalık çalışma saatlerine yönelik bir tavanın belirlenmemiş olması anlamına geliyor. Pek çok belediye öğretmenlere derse hazırlanma süresi tanımak için çalışma saatlerinin azaltılmasını ve şu anda anlaşmazlıklardan öncekine kıyasla daha da artmış olan çalışma saatlerine yönelik tavan bir saat sayısı belirlenmesini kabul etti. Öğretmenler Derneği Başkanı Anders Bondo Christensen, gelecek yıllarda başka yerel anlaşmaların da imzalanmasını bekliyor. KL Toplu Sözleşme Komitesi Başkanı Michael Ziegler, belediyelere öğretmenlerle yaptıkları sözleşmelerde müdahale etmeyeceklerini belirtti.

■ DANİMARKA

Danimarka en barışçıl ikinci ülke Ekonomi ve Barış Enstitüsü’nin yıllık raporuna göre, İzlanda yaşanacak en barışçıl ülke. İkinci sıradaysa Danimarka geliyor. Suriye ise barışın en az hakim olduğu yer. Danimarka listede geriledi ve bu gerilemenin sebepleri Şubat ayında kültür merkezi ve Yahudi sinagoguna yönelik gerçekleşen saldırılar ve uluslararası operasyonlara askeri destek verilmesi. Benzer şekilde, Ocak ayında hiciv dergisi Charlie Hebdo’yu hedef alan saldırılar nedeniyle Fransa ve Belçika da geriledi. 162 ülkenin dahil edildiği sıralamada dikkate alınan kriterler, güvenlik, ülke içi ve uluslararası anlaşmazlıkların sayısı ve askeriyenin derecesi. Sıralama, geçen seneden beri 81 ülkenin daha huzurlu hale geldiğini, 78 ülkedeki da ortamın daha az barışçıl hale geldiğini ortaya koydu. Geçen yıl savaşlardan dolayı 180 bin kişi hayatını kaybederken, 2010’da bu sayı 49 bindi. En barışçıl 20 ülkeden 15’i Avrupa’da yer alırken, en sorunlu ülkeler Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da.

Sahibi/Publisher: Moving Media ApS Yönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer Vedat Oğuz

Kamil Subaşı k.subasi@zamaniskandinavya.dk

800 kişi işsiz kalacak

Hüseyin Araç Politikacı

Norveç’te 30 farklı Norveçli inanç derneği insan kaçakçılığı karşı bir araya gelecek. Organizeyi Get Focused isminde bir Norveçli gençlik derneği düzenleyecek. Dernekler, üyeleri ve halk 1 Ağustos’ta Oslo’da ki Bislett isimli stadyumda bir araya gelecek. Dernek yetkilileri, kiliseler olarak bu meselenin üzerine gidelmesi konusunda üzerlerine sorumluluk aldıklarını açıkladı.

Genel Yayın Müdürü Editor-in-Chief

■ DANİMARKA

Haber Merkezi Editorial Center Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya, Engin Tenekeci haber@zamaniskandinavya.dk

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552 IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Benim Ailem Editörü Süleyman Uysal Grafik Tasarım Sebahattin Çelebi Reklam / Advertising +45 71 51 43 85

CVR-nr. 25065557

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ • İsveç: Menaf Alıcı ..................................................................................................................................... • Norveç: Ömer Fevzi İpek .......................................................................................................................... • Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ................................................................................................................. • Aarhus: Rasim Atakan .............................................................................................................................. • İstanbul: Salih Beşir..................................................................................................................................

+46 72 336 35 54 + 47 47 23 03 91 + 358 46 63 44 686 + 45 42 20 66 16 + 90 5332 83 89 86

Reklam .........................................................yildirim@bahar.dk .................................................... +45 71 51 43 85 Okur Hattı: ...........................................info@moving-media.dk Abone: ..................................................info@moving-media.dk............................................+45 70 20 69 70 Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.

Moving Media ApS • Sluseholmen 2, 1 • 2450 København SV • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

■ ISVEÇ

İsveç’te geçtiğimiz yıl 70 bin bisiklet çalındı

İsveç’te geçtiğimiz yıl 70 binin üzerinde bisiklet çalındığı bildirildi. İsveç polisi özellikle yaz aylarında artan bisiklet hırsızlığına karşı alınması gereken önlemler konusunda Facebook’tan vatandaşı uyardı.lkede suç oranının çok düşük olmasına rağmen her yıl 10 binlerce bisikletin çalındığını vurgulayan polis, bisikletlerin nitelikli, güçlü kilitlerle sabit direk veya benzeri objelere bağlanması tavsiyesinde bulundu. İşte o tavsiyeler: “Bisikletinizi rast gele park etmeyin. Park yaparken ıssız yerleri değil, park alanlarını, insanların görebileceği açık mekanları tercih edin. Sarsıntıya duyarlı, basit ama etkili alarm cihazları oldukça güvenli koruma sağlayabilir. Kısa süreli dahi duraklama yaparsanız bisikletinizi kilitleyin. Bisikletinize bir işaret koyun. Bu, bir bisiklet bulduğumuzda, bize yaptığınız şikayette belirttiğiniz işaret varsa sizin olduğunuza karar vermemizi daha da kolaylaştıracaktır.”

■ ISVEÇ

Göteborg’a yapılacak yeni lojistik park 2 bin istihdam sağlayacak Göteborg’a yeni bir lojistik park yapılıyor. 1 milyon metre karelik alana yapılacak ve 2025’te bitirilmesi planlan parkın 2 bin kişiye istihdam sağlayacağı belirtildi. Göteborg Liman İşletmeleri ve diğer dört şirketin işbirliği ile Skandia Limanı’nın kuzeyinde yapılacak lojistik parkın Göteborg’un lojistik konumuna ve ekonomisine büyük katkı sağlayacağı kaydedildi.

■ ISVEÇ

Rusya, İsveç adalarını işgal etme tatbikatı yapmış

■ ISVEÇ

Rusya’nın Mart ayında İsveç’in doğu adalarını işgal etme tatbikatı yaptığı ileri sürüldü. İsveç resmi haber ajansı TT’ye göre geçtiğimiz 21-25 Mart tarihlerinde 33 bin Rus askeri, Baltık denizindeki İsveç’e ait Gotland, Ålandve Bornholm adalarını işgal etme tatbikatı yaptı. TT haberini, Amerika’da bulunan Avrupa Politika Analizi Merkezi’nde (CEPA) çalışan güvenlik uzmanı ve gazeteci Edward Lucas’ın “The Coming Storm” (Gelen Fırtına) isimli raporuna dayandırdı. Bu çalışmasında Nordik, Baltık bölgeleri ve Polonya’nın güvenlik durumunun analizini yapan Edward Lucas, Rusya’nın Mart ayında İsveç adaları yanı sıra Kuzey Norveç’in bir kısmını da ele geçirme tatbikatı yaptığını ifade ediyor.

Ericsson 1700 çalışanın işine son veriyor

İsveç merkezli telekomünikasyon şirketi Ericsson, bin 700 çalışanının işine son vereceğini açıkladı. Şirket 400 işçinin de yerinin değiştirileceğini duyurdu. Konuyla ilgili bugün bir açıklama yapan şirket sözcüsü Helena Norrman, tasarruf tedbirleri kapsamında yapılacak işten çıkarımlarla Ericsson’un 2017 yılına kadar toplam 9 milyar kron tasarruf etmeyi planladığını söyledi. En çok işçi atılımının, en çok işçinin çalıştığı Stockholm’deki şirkette olacağını belirten Helena Norrman, “ancak Katrineholm, Borås, Göteborg, Kumla, Linköping, ve Karlskrona kentlerindeki çalışanlar da bu tedbir kararlarından etkilenecek” dedi.

BABAS GULVCENTER

KİTAP ŞEHRİ HER CUMARTESİ

Ericsson başkanı Hans Vestberg

20.30

Yatak almadan bize muhakkak uğrayın. Bu sizin menfaatinize.

BİR YENİLİK! Baza yatak, ranza, mutfak köşeleri (mutfak grubu)

© Moving Media ApS

BABAS GULVCENTER’DEN

Duvardan duvara halı, muşamba ve türk halısı Sunuculuğunu İlker GÜLTEKİN’in üstlendiği Kitap Şehri'nde, okunmaya değer kitaplarn yazlş hikâyeleri, dikkat çekici içerikleri ve satr aralarndaki mesajlar bizzat yazar tarafndan samimi bir üslupla anlatlyor. www.irmaktv.com.tr twitter.com/irmaktv

youtube.com/irmaktv

facebook.com/irmaktv

instagram.com/irmak_tv

İş yerlerine muşamba ve halı döşenir. Camii halı siparişi alınır ve döşenir.

“Gönül Ekran” • D Smart Kanal 91 • Teledünya Kanal 115 • Digitürk Kanal 65 • Frekans 11096 Symbol Rate 30000 Fec 5/6 Vertical

Babas Gulvcenter • Østre Alle 36, 4200 Slagelse

Tlf.: (+45) 58 50 64 50 • Email: info@babastaepper.dk • www.babastaepper.dk Açılış saatleri: Pazartesi - Cuma 9:30 - 17:00 • Cumartesi 9:30 - 15:00


4 İSKANDİNAVYA

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Kamil Subaşı

Ne güzel olurdu! Hatasız insan yoktur. İnsanın olduğu yerde mutlaka bir hata kusur olur. 'Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.' buyuruyor Efendimiz (sav). Yoksa; ne güzel olurdu herkes, herşey hatasız, kusursuz olsa; ne güzel olurdu insanlık birbiri ile barış ve huzur içerisinde yaşayabilse; ne güzel olurdu farklı kültürlerin ve anlayışların olduğu dünyamızda herkes farklılıkların farkında olabilse, birbirine saygı duyabilse; ne güzel olurdu benlikler bir kenara bırakılıp başkası için yaşama duygusu etrafında buluşulabilse; ne güzel olurdu, ne güzel olurdu… Herkes ister, herşey dört dörtlük olsun, hatasız olsun, tüm insanlık iyi olsun, herkes birbiriyle barış ve huzur içerisinde yaşasın diye ama insanlığın olduğu yerde, 'ne güzel olurdu' diye arzuladığımız güzellikler de tam manasıyla yaşanamıyor malesef. Zira, kiminin derdi kendisi, kiminin derdi tüm insanlık; kimi aş-iş peşinde kimisi insanlığa hizmet peşinde; kimisi 'biz varsak varsınız, biz yoksak siz de yoksunuz' diyor, kimisi de biz sizin için, sizin yaşamanız için varız' diyor; kimisi 'ne güzel olurdu hülyaları' ile tüm kardeşleri ve insanlık için dertleniyor, kimisi de kendi kariyer planlaması ile kendini düşünüyor… Lahey’den Yusuf Avcu da 'Ne güzel olurdu' diye derdini dökmüş geçenlerde sosyal medyada. Dertli gönül Yusuf Avcu 'Ne güzel olurdu' diyerek paylaşmış derdini bir sahur vakti. Ben de sizlerle de paylaşsam 'ne güzel olurdu' dedim kendi kendime ve izin aarak yazının sahibinden aktarıyorum sizlere de 'ne güzel olurdu' yazısını: Ne güzel olurdu! İnsanlık için yollara düşmüş; nice erkekler, nice bayanlar... Muhabbete davet etseler insanları, kardeşliğe çağırsalar, muhabbetle karşılasalar ne güzel olurdu. Muhataplarının hangi halde bulunduğunu, neyle meşgul olduğunu bilmeden; sanki çok iş yapıyormuş edasıyla 'bak biz iş yapıyoruz, sen nerdesin' gibi bir tavırla ötekileştirmeseler muhabbete koşan gönülleri; ne güzel olurdu! Vazifeleri hüsnü zan iken sui zanna kapılıp insanlarla yitişerek, ya da imalı tavırlarıyla bunu gösterek, hakiki yapıp edeni unutmasalardı keşke. Başkalarının sergilediği, ama onların bilmediği nice fedakarlıkların ufacık bir benzerini yaşamayı bile kendilerine yediremezken, savcılığa soyunup bir çuval inciri mahvetmeselerdi, ne olurdu sanki! Başkasının mesaisini yargılamak yerine, kendi mesailerini nasıl dolduracaklarının derdine düşselerdi keşke! Mesela; ne kadarını işle, ne kadarını yeme içmeyle, ne kadarını boş sözle doldurup heba ettiklerini bir görüverselerdi. Hesaplasalardı el gibi, toplamda mesai saati dolmuş mu diye dert edinselerdi. Başkasını tartarak Allah'ın işine karışmak yerine, bilip söyledikleriyle yaşadıklarının tutarlılığını tartsalardı keşke. Eyup misali bir sabır, Yusuf misali bir tavır içinde olsalar; Ne güzel olurdu! Arkadaşlarının eksik zannettikleri yönlerini değil de, dert yükünü paylaşsalardı bir kerecik. Keşke yaşama yerine, başkasını yaşatmak için yaşasalardı. Keşke durması gereken yerde durup, vazife şuuruyla coşsalardı. Keşke yardıma ihtiyacı olana 'imdat' demeden koşsalardı. Su testisi kırıldıktan sonra kırıkları herkes toplar, keşke onlar dökülen su için dert yanıp, suya ihtiyacı olan yangınlara yağmur olup yağsalardı. Bir saatçik de kardeşleri için ağlasalardı. İlimleriyle ve konumlarıyla hava atarken, bir gün havasız kalacaklarını unutmasalardı. Keşke öz kardeşini akrep gibi sokma yerine; kardeşini koynundaki akrep için uyarsalardı. İnsanların boğuştukları tusunamilerden bi haber kalıp, meltem rüzgarlarıyla mücadele hikayelerini edebiyat klasiği gibi sunmasalardı keşke. 'Yapıp ettim' küfründen kurtulup yaptıklarını unutmak, nasihat için bile hatırlamamak zor iş. Keşke unuttuklarını da unutsalardı da her gün sıfırdan yeniden başlasalardı! Her günü yeni bir aşk ile karşılayıp, geçen günün tamiriyle uğraşsalardı. Keşke aynaya iyi baksalardı! Baksalar ama aynayı da çatlatmasalardı. Sadece can gözlerini değil, gönül gözlerini de açsalardı sonuna kadar. Açsalar da önlerindeki Zat'ların kim olduğuna baksalardı. Ne güzel olurdu! Melek gibi kardeşlerim olurdu. Günahsız ağızdan dua etselerdi, bu kardeşleri de onlar gibi olurdu. Aşık maşuğa kavuşur, inleyen ney sazlığı bulurdu. Belki de bu fakir kendini bulur, güzel bir kul olurdu. Sahi, ne güzel olurdu! Bunlar ne şikayettir ne sitem, ne ağıttır ne matem. Dizimizi değil, nefsimizi dövelim dostlar! Dertlerimiz olsun bize merhem! k.subasi@zamaniskandinavya.dk @kamilsubasi

Huzurum kalmadı şu fâni ülkede!

2015 Küresel Barış Endeksi’ne göre Türkiye 162 ülke içinde 135’İnci oldu. 2007’de 92’nci olan ülkemiz sürekli gerileDİ. 2010’da 126, 2014’te de 128’nci idiK. CEMAL A. KALYONCU

1mine göre Fatih Camii avlusunda bir parça Huzur kimine göre Merce-des’e binmek, ki-

pide, bir su, bir hurma ile iftarını açmakta. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçen yıl partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada, zamanın başbakanı için “Erdoğan üç gün sussa ülkeye huzur gelir.” demişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinden sonra dört gün sessiz kalınca sosyal medyada huzur vurgulu paylaşımlar da hemen dolaşıma girdi. Onlardan birinde “Yalnız, adam 2 gün konuşmadı, ülkeyi resmen bir huzur havası kapladı.” diyordu biri. Kimine göre de huzur buradaydı. Zaten sözlüklerimiz de ‘dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı’ olarak tanımlıyor huzuru. Şaka bir yana Avustralya merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü (IEP), son yıllarda ‘Küresel Barış Endeksi’ adını verdiği huzurlu ülkeler sıralaması yapıyor. 2015 yılı için hazırlanan listede ilk sırada İzlanda, ikinci sırada Danimarka var. Geçen yılki listede Danimarka ve Norveç ilk sıradaydı. 2007’den beri ilk on neredeyse bir iki değişiklik dışında aynı. Danimarka bu listede hep var mesela. İlk onda yer alan ülkeleri ilgili tabloda görmek mümkün. 162 ülke kriterlere tabi tutularak puanlama usulü yapılan hesaplamada Türkiye bu yıl listede 135. sırada yer aldı. Geçen yıl 128. durumdaydı. Türkiye’nin, geçen yılki gibi Avrupa ülkeleri arasında 36. ve son sırada yer aldığı tabloda Yunanistan 61. sıraya yükselmiş. En huzurlu 20 ülkenin 15’inin Avrupa’da yer

aldığı listede İngiltere 39, Fransa 45. durumda. ABD ise 94. sırada yer bulmuş. 162 ülkenin en sonunda geçen yıl olduğu gibi bu yıl da komşumuz Suriye var. Irak da sondan ikinci. İran’ın listedeki yeri ise 138... Küresel Barış Endeksi, yirminin üzerinde kritere göre hazırlanıyor. İç ve dış kaynaklı çatışma sayısı, komşu ülkelerle ilişkiler, siyasi istikrarsızlık, siyasi amaçlı terörün boyutu, ordu mensubu sayısı, hafif silahlara erişim kolaylığı bunlardan birkaçı. Bunların yanında 100 bin kişi başına düşen cinayet sayısı, ayrı ayrı olmak üzere iç ve dış kaynaklı organize çatışmalardaki ölü sayısı, askerî harcamaların gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı, toplumun suç oranı algısı, mülteci ve diğer göç etmek zorunda kalanların sayısı, terör faaliyetleri, şiddet suçlarının seviyesi, Birleşmiş Milletler Barışı Koruma misyonlarına verilen destek, 100 bin kişi başına düşen tutuklu ve hükümlü, iç güvenlik ve polis unsuru ve silah hacmi sayıları da puanlamada etken. Bu verilere bakarak en huzurlu ülkeler sıralaması anlam kazanmış oluyor. Türkiye ise yıldan yıla irtifa kaybediyor. 2007 verilerine göre Türkiye listede 92. sırada yer alırken, 2008’de 115, bir sonraki yıl 121, 2010’da da 126’ncılığa gerilemiş. 2011’deki yerimiz 127’ncilik. Bu da Türkiye’de bir şeylerin eskisi gibi gitmediğini gösteriyor aslında. İşin ilginç tarafı, bu kadar kritere rağmen Akşam gazetesinin olayın sebebini tek kalemde bulmuş olması: “Dijital Hürriyet’in bugünkü yayınlarına şöyle bir göz atınca ‘böyle bir medyaya sahip bir ülkede huzur kalır mı’ diyerek hemen nedenini bulmuş oluyoruz.”

İsveç hastanelerinde hemşire yetersizliğini, öğrenciler gideriyor ZAMAN STOCKHOLM

1rında uzman hemşirelerin tatile ayrılmasıyla bu

İsveç’te hemşire açığı sürekli büyüyor. Yaz ayla-

açık çok daha belirgin hale geliyor. Hastaneler bu yıl bu açığı bir nebze olsun kapabilmek için hemşirelik okuyan öğrencileri işe aldı. İsveç Radyosu’nun haberine göre, İsveç’in dokuz bölgesel hastanelerinden üçünün açığı gidermek için

öğrenci işe aldı. Konuyla ilgili radyoya konuşan Uzman Hemşire Emma Slidén, mesleki yeterliliğe sahip olmayan öğrencilerin çalıştırılmasının çeşitli sorunlar oluşturduğunu söyledi. Hastane yönetimleri ise, hem yaz aylarında hemşire açığını gidermek, hem de ileride mezun olacak bu öğrencileri hastanelerine çekebilmek için onları işe aldığını savunuyor.


5 İSKANDİNAVYA “İsveçliler ölümden korktukları için ölülerini İSVEÇ TELEVIZYONU: geç gömüyor” 1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Türkiye IŞİD’i destekliyor

İsveç’in en büyük cenaze bürosu IGNIS yöneticisi Lotta Henriksson, İsveçlilerin ölümden çok korktuğu için ölülerini geç gömdüğünü söyledi.

MENAF ALICI STOCKHOLM

gömüyorlardı. 2012 yılında değişen yasayla birlikte bu süre bir aya çekildi ancak bir çok İsveçli bu süreyi kısa buluyor. İsveçlilerin ölüm karşısında dehşete düştüğünü söyleyen Lotta Henriksson, “ölüm hakkında konuşmasak sanki o ölüm olmayacak diye düşünüyoruz; bu sebeple de defini geciktiriyoruz. Ancak kanun

1ramda Türkiye’nin terör örgütü IŞİD’e destek verdiği İsveç televizyon kanalı TV 4’te yayınlanan bir prog-

iddia edildi. Uzun yıllar Ortadoğu’da savaş muhabirliği yapan tecrübeli gazeteci Stefan Borg, Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı olarak IŞİD’e türlü askeri ve lojistik destek verdiğini ileri sürdü. İsveç’in en büyük özel televizyon kanalı TV 4’te sabah programına katılan savaş Stefan Borg, Türkiye’nin Suriye’de iç savaşın başlamasından sonra diğer demokratik devletlerle birlikte Esad rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’nu desteklediğini ancak zaman içinde fokusun IŞİD’e yöneldiğini ifade etti. Türkiye’nin son dönemlerde IŞİD saflarına katılımları engellemek için çeşitli önlemler aldığını ifade eden Borg, buna rağmen IŞİD saflarına adam kazanma çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Borg, “yaralanan IŞİD militanları Türkiye’de tedavi ediliyor. IŞİD’cılar Kürt gruplara saldırabilmek için Türkiye sınırlarından Suriye’ye geçebiliyor. Türkiye ile IŞID’cılar arasında işbirliği yapıldığını söyleyen çok sayıda tanık var. IŞİD militanları Suriye’den götürdükleri Türkiye’de pazarlıyor ve bundan büyük paralar kazanıyor. Erdoğan ve Türk hükümeti bu iddiaları kabul etmiyor ama ortaya çıkan silah dolu MİT TIR’ları Türkiye ile IŞİD arasında ciddi bağlantılar olduğunu gösteriyor” dedi.

ZAMAN STOCKHOLM

1dar iki ay içerisinde ölülerini

İsveçliler üç sene öncesine ka-

bize cenazeyi bir ay için gömmemizi emrediyor. Yakınımızın ölümünü düşünmeyerek sadece o an için acımızı rafa kaldırıyoruz. O acı bir yere gitmiyor. Definle her şeyin normale döneceğini düşünüyoruz Ancak insanlar asıl definden sonra çok, çok üzülüyor” dedi. İsveç Radyosu’na konuşan Yazar Lotta Möller, farklı ülkelerde defin adetleri ve kanunları işlediği ’Hejdå!’ (Güle Güle) isimli kitabında, dünyada neredeyse en geç İsveçlilerin ölülerini gömdüğünü belirterek, “Norveç’te iki

hafta, Danimarka’da 8 gün, Fransa’da 6 ve Hollanda’da 5 gün içinde defini yapmak mecburiyetindesiniz” dedi. Lotta Möller, İsveç’te ise yeni yasadan sonra bu sürenin ülke çapında ortalama 19.6 günü bulduğunu söyledi. Gecikmede kiliselerinde etkisinin olabildiğini söyleyen Möller, “bir çok kilise haftada sadece iki gün defin töreni düzenliyor. Hafta sonlarında kiliselerde düğün ve vaftiz törenleri yapılıyor. Hafta içinde de insanlar organizede sıkıntı yaşadığı için gecikmeler yaşanıyor” diye konuştu.


6 İSKANDİNAVYA

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

800 kilometrelik son yolculuk FOTO RÖPORTAJ - YÜKSEL PEÇENEK

1na'nın bir başka eksiği de Müslüman Avrupa'nın camisiz tek başkenti Ati-

mezarlığı. Şehirde sayıları 150 binin üzerinde olduğu tahmin edilen Müslümanlar için tek bir mezarlık bile yok. Bu nedenle Müslümanların ölen yakınlarını defnetmek üzere ya kendi ülkelerine ya da Batı Trakya'ya göndermeleri gerekiyor. Atina'daki bir mescidin imamı olan Abdelrahim Abdel-Sayed problemin boyutlarını, “Namazımı her yerde kılarım; evde, mescitte, yolda ama ölen bir Müslümanı, herhangi bir yere defnedemem.” sözleri ile gözler önüne seriyor. Hayata burada gözlerini yumanlar, 800 kilometrelik bir yolculuğa çıkıyor. Tabii bu masrafı karşılayacak imkanlara sahip bir yakınları varsa... “Cenazeyi Batı Trakya'daki Gümülcine'ye göndermek 1.400 Euro'ya mal oluyor. Buradaki Müslümanların çoğu zaten savaş bölgelerinden kaçmış yoksul insanlar. Çoğu kez biz aramızda para toplayıp gönderiyoruz.” diyen Abdelrahim sorunun ekonomik boyutuna da dikkat çekiyor. Atina'da yaşayan bir Müslüman'ın ölmesi halinde, gasilhane de olmadığı için, cenaze bir mescidin abdesthanesinde yıkanıyor. Cenaze namazı burada kılındıktan sonra uzun Gümülcine yolculuğu başlıyor. Hristiyan cenazelerinin de taşındığı cenaze arabasıyla yaklaşık sekiz saatlik yolculuğun son durağı Kahveci Mezarlığı. Gümülcine'deki müftülük çalışanları, “Müslüman göçmenleri burada gömüldükten sonra kimse sorup soruşturmuyor ama

yine de bazen yıllar sonra biri gelip yakınının mezarını sorabiliyor. Birçok kez sadece cenazeyi gönderiyorlar. Ölen kişinin ya bir yakını yok ya da paraları. Cenazede çoğu kez sadece biz müftülük personeli bulunuyoruz.” diyor.

Bazı Müslüman ülkelerin Atina büyükelçilikleri, vatandaşlarının cenazelerinin ülkelerine götürülmesine yardımcı oluyor ancak Pakistan, Bangladeş, Somali ve Suriyeli göçmenlerin çoğu Batı Trakya'da gömülüyor.

İmam Abdel-Sayed “Hiç olmazsa Atina'dan bir iki saat uzaklıkta bir yerde olsun. Bazen göçmenler daha Yunanistan'a varamadan denizde boğuluyor. Böylesi bir durumda 6-7 cenazeyi aynı anda hem hazırlamak gerekiyor hem de Gümülcine'ye göndermek. Abdesthanede yıkayıp bodrum katında namazlarını kılıyoruz. Bir de Gümülcine'ye göndermek zorunda kalıyoruz.” diyerek çektikleri zorlukları anlatıyor. Memleketlerinden binlerce kilometre uzağa savaştan, yoksulluktan, ölümden kaçmak için gelenlerin, hayata gözlerini yummuş bedenlerinin 800 kilometrelik bir yolculuğa daha çıkmaları gerekiyor. Çoğunluğu Hıristiyan bir ülkede ‘yabancı' olarak geçen bir ömür, çoğunluğu Müslüman olan bir coğrafyada yine ‘yabancı' olarak sonlanıyor. Yalnızlık da yabancılık gibi baki kalıyor. Binlerce Müslüman göçmen ailelerinden, dostlarından uzakta baş uçlarında okunacak

Paylaştıkça milyarder oldular DENİZ ERGÜREL

1ğiştiriyor. Genç internet girişimleri dev

Teknoloji ekonominin kurallarını de-

şirketlerle rekabet ediyor. Dünyanın en büyük taksi ağına dönüşen Uber uygulamasının piyasa değeri Türkiye'nin en büyük dört şirketine denk. Dünyanın en büyük taksi zincirinin arabası, konaklama zincirinin ise otel binası yok desem ne düşünürdünüz? Üstelik bu şirketlerin birçoğunun piyasa değeri onlarca milyar doları geçti. İnternet ve teknolojinin sunduğu fırsatları doğru okuyanların kazandığı bu yeni dünya ekonomisine hoş geldiniz. Alıcı ve satıcıyı önce sanal, sonra fiziki olarak bir araya getiren internet girişimleri sundukları hizmet karşılığında küçük bir komisyon alıyor. Paylaşım ekonomisi adı verilen bu yeni pazarda, alan da memnun satan da. Son birkaç yılda pazar

öylesine büyüdü ki dev şirketlerle yarışır hale geldi. Baş döndürücü biçimde büyüyen paylaşım ekonomisi şirketlerinin başında Uber gelmekte. Özel araç sahiplerini, taksi hizmeti almak isteyenlerle buluşturan servis 2009 yılında kuruldu. Bugünkü piyasa değeri 41.2 milyar dolar. 2015'te alacağı bazı yatırımlarla birlikte değerini 50 milyar dolara yükseltecek. Böylece Uber dünyanın en değerli startup şirketi unvanını kazanacak. Fakat bu maddi başarı hiç de kolay gelmedi. Uber'in sevenleri kadar nefret edenlerinin de sayısı bir hayli fazla. Londra, Paris gibi şehirlerdeki taksiciler, işlerine engel olduğu iddiasıyla Uber'e karşı protestolar düzenledi. Almanya Frankfurt'taki bir mahkeme ise geçtiğimiz mart ayında aldığı bir kararla uygulamanın taşımacılık kanunlarına aykırı olduğunu belirterek, yasaklanması kararını aldı.

Binası yok ama otel zinciri var

2008 yılında kurulan Airbnb oda veya ev kiralamak isteyenleri bir araya getiren bir servis. Otelden daha uygun fiyata, konaklama imkanı bulan Airbnb kullanıcıları, gittikleri şehirlerde yepyeni insanları da tanımış oluyor. Ev sahipleri ise yeni bir gelir kapısı elde ediyor. 2015 yılında almış olduğu yatırımlar sayesinde Airbnb'nin değeri 25.5 milyar dolara yükseldi. Uluslararası otel zinciri Hyatt Hotels Corporation'un piyasa değeri 8,2 milyar dolar. Piyasa değeri büyük otel zincirlerini sollayan Airbnb'nin bir otel binası bile yok ama 192 ülkede 550 binden fazla kiralık ev veya oda sunuyor. 2012 yılında Çin'de kurulan Kuaidi Dache ve Didi Dache uygulamaları Uber'i andırıyor. Birbirlerine rakip olan şirketler 2015 yılında birleşme kararı aldı. Çinli Tencent ve Alibaba tarafından desteklenen

şirketin piyasa değeri 8,8 milyar dolar olarak hesaplanıyor. 2010 yılında kurulan ABD'li girişim WeWork, ucuz yollu ofis arayan internet girişimcilerine yardımcı oluyor. Ofis mekanını başkalarıyla paylaştırıp, kişi başına düşen kira miktarını azaltan firmanın piyasa değeri 10 milyar dolar olarak hesaplanıyor.

Türkiye'nin 4 dev şirketi ancak bir Uber ediyor Forbes dergisinin her yıl yayınladığı listeye göre, 2014 yılında Türkiye'nin en değerli şirketleri listesinin başında 14,9 milyar dolarla Garanti Bankası, 13,2 milyar dolarla Akbank, 12,5 milyar dolarla Turkcell 10.6 milyar dolarla Koç Holding bulunuyor. Türkiye'nin bu en büyük dört şirketinin değeri piyasa değeri 50 milyar dolara ulaşan internet girişimi Uber'le ancak başa baş geliyor.



8 İSKANDİNAVYA Danimarka’da yeni hükümet kuruldu

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Danimarka’da 18 Haziran’da gerçekleştirilen genel seçimlerin akabinde başlayan hükümet kurma çalışmaları sona erdi. Başbakan Lars Lökke Rasmussen kurduğu azınlık hükümetini geçtiğimiz hafta sonu Kraliçe II. Margrethe’ye sundu. Liberal Parti tarafından kurulan hükümet Danimarka Halk Partisi ve Liberal Parti tarafından dışarıdan desteklenecek. ZAMAN KOPENHAG

1leştirilen genel seçimlerin akabinde Danimarka’da 18 Haziran’da gerçek-

başlayan hükümet kurma çalışmaları sona erdi. Liberal Parti Başkanı Lars Lökke Rasmussen bu sabah kurduğu azınlık hükümetini Kraliçe II. Margrethe’ye sundu. Erken seçim olmaması durumunda önümüzdeki 4 yıl boyunca Danimarka’yı Liberal Parti tarafından kurulan azınlık hükümeti yönetecek. Danimarka Halk Partisi ve Liberal Birlik Partisi ise Liberal Parti’yi dışarıdan destekleyecek. Danimarka’da 18 Haziran’da gerçekleştirilen genel seçimlerde sağ blok sandıktan zaferle çıkmış ve 2011 yılından bu yana ülkeyi yöneten sol blok partilerinin iktidarına son vermişti. Seçimde büyük bir çıkış yaparak Sosyal Demokrat Parti’nin ardından Danimarka’nın en büyük ikinci partisi olan aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi’nin hükümette yer alıp almayacağı ise merakla bekleniyordu. Gelinen noktada Danimarka Halk Partisi hükümeti dışarıdan desteklemeye karar verdi. Hükümet ise seçimlerden yüzde 7,2 oy kaybederek üçüncü parti olan Liberal Parti tarafından kuruldu.

Hjort Frederiksen, Adalet Bakanı Sören Pind, Kültür ve Kilise Bakanı Bertel Haarder, Vergi Bakanı Karsten Lauritzen, Ulasım Bakanı Hans Christian Schmidt, Çevre ve Tarım Bakanı Eva Kjer Hansen, İş ve Geliştirme Bakanı Troels Lund Poulsen, Sosyal İşler ve İçişleri Bakanı Karen Ellemann, Enerji ve İklim Bakanı Lars Christian Lilleholt, Eğitim Bakanı Ellen Trane Nörby, Sağlık Bakanı Sophie Löhde, Yüksek Öğrenim ve Araştırma Bakanı Esben Lunde Larsen, Savunma Bakanı Carl Holst, Çalışma Bakanı Jörn Neergaard Larsen.

Yeni kabine yeni isimler... Danimarka’da Başbakan Lars Lökke Rasmussen’in yeni kurduğu hükümeti bu sabah Kraliçe II. Margrethe’ye sunmasının akabinde önümüzdeki dönemde ülkeyi yönetecek 17 bakanın isimleri de belli oldu. Yeni kabinede en çok dikkat çeken isimlerden biri hiç şüphesiz Liberal Parti’nin önde gelen isimlerinden genç politikacı Kristian Jensen’in Dışişleri Bakanlığı görevine getirilmesi oldu. Jensen bakanlığının açıklanmasının akabinde yaptığı açıklamada, ‘‘Çok mutlu ve gururluyum. Diğer insanlara oranla daha az şaşırdım.’’ dedi. Jensen son dönemde en çok tartışılan konulardan biri olan sınır kontrolleriyle ilgili olarak ise; ‘‘Danimarka’da suç ve insan ticaretiyle mücadele konusunda gerekli adımları atması gerektiği kesin ancak bunu komşularımızla dialog içerisinde ve Shengen anlaşması kapsamında yapmamız gerekiyor.’’ dedi.

Inger Stöjberg Entegrasyon Bakanı 17 Bakan arasında en çok dikkat çe-

AB ayrıcalıkları referanduma götürülecek kenlerden biri hiç şüphesiz Inger Stöjberg oldu. Geçmişte göçmenlere ve Müslümanlara yönelik sert söylemleriyle hatırlanan Störjberg Entegrasyon Bakanlığı görevine getirildi. Stöjberg geçen yıl Berlingske Gazetesi’nde yer alan bir yazısında Danimarka’nın göçmen politikasının göçmenlerin inançları temel alınarak batı kökenli göçmenler ve batı kökenli olmayan göçmenler olarak ikiye

ayrılması gerektiğini savunmuştu. Stöjberg, ‘‘Herkes için ayrı kuralların geçerli olması gerekmiyor çünkü Hristiyan bir Amerikalıyı yada İsveçliyi topluma entegre etmek ile Müslüman bir Somaliliyi yada Pakistanlıyı topluma entegre etmek arasında büyük bir fark var’’yazmıştı. Yeni kabinede diğer bakanlar ise şu şekilde belirlendi: Maliye Bakanı Claus

Hükümeti Kralçe II. Margrethe’ye sunmasının akabinde bir açıklama yapan Başbakan Lars Lökke Rasmussen, Danimarka’nın AB ayrıcalıklarını önümüzdeki Noel bayramından önce referanduma götüreceklerini söyledi. Danimarka’da siyasi partiler seçim öncesinde bu konuda anlaşmıştı zaten. Ancak referandumun tarihi bilinmiyordu. Bu arada aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi, AB üyeliği konusunda sınır kontrolleri dahil birçok işbirliğine son vermeyi istiyor.

Sosyal Demokrat Parti’de Mette dönemi resmen başladı Sosyal Demokrat Parti geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen genel kongresinde yeni başkan seçilen Mette Frederiksen, ‘‘Daha adil bir Danimarka ve daha kapsamlı bir refah devleti’’ için çalışacağını söyledi. ZAMAN KOPENHAG

1pılan genel seçimlerde partisinin

Danimarka’da 18 Haziran’da ya-

oyunu arttırmasına rağmen iktidarı kaybettiği için istifa eden Helle Thorning Schmidt’in yerine Sosyal Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerinden Mette Frederiksen seçildi. Frederiksen geçtiğimiz haftasonu yapılan parti kongresinin akabinde görevi resmen devraldı. Frederiksen, başkan seçildikten sonra yaptığı

konuşmada, ‘‘Daha adil bir Danimarka, daha kapsamlı bir refah devleti’’ için çalışacağını söyledi. Helle Thorning Schmidt ise konuşmasında Mette Frederiksen’e inandığını vurguladı. Sosyal Demokrat Parti Başkanlığı’ndan istifa eden Helle Thorning Schmidt’in adı parlamento başkanlığı için geçiyor. Öte yandan aynı pozisyon için adı geçen diğer bir politikacı Danimarka Halk Partisi’nin eski lideri Pia Kjearsgaard. Göreve kimin getirileceği önümüzdeki günlerde belli olacak.


9 İSKANDİNAVYA

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

10 yıldır süren iftar dostluğu

10 yıldır Rosen Derneği ile Stefans Kilise’si Kopenhag’da ortaklaşa iftar programı düzenlemekte. Bu yılki iftar programına Danimarka TimeToHelp (Yardım Zamanı) Derneği de partner oldu. Kopenhag bölgesinden milletvekili seçilen Parlamento’daki tek Türkiye kökenli Milletvekili Yıldız Akdoğan iftar öncesi kısa bir teşekür konuşması yaparak birbirimize karşı daha saygılı olmamız gerektiğini belirtti. Programın ana sponsoru Tuncay Balaban da konuşmasında misafirlere hoşgeldiniz diyerek, "Danimarkalıların Ramazanı anlamaları ve birbiriz ile diyalog içinde olmamız adına bu programlar bir vesiledir." dedi. TimeToHelp Derneği Başkan Yardımcısı Arif Durmaz da dernek faliyetlerini, Afrika’da yapılan su kuyularını, yetimlere verilen bursları ve katarakt amaliyatlarını anlatan bir sunum yaptı. Kilise adına konuşan Papaz Tomas da, Müslümanlarla yapılan diyoloğun önemine vurgu yaptı. Programda ayrıca, Goldsmist Çocuk Korosu güzel şarkılarıyla misafirlere unutulmaz bir akşam yaşattı.

ZAMAN KOPENHAG

1Kilise’si Kopenhag’da ortaklaşa iftar 10 yıldır Rosen Derneği ile Stefans

programı düzenlemekte. Bu yılki iftar programında Danimarka TimeToHelp (Yardım Zamanı) Derneği de Stefans Kilisesi ve Rosen Derneği ile işbirliği yaparak, Afrikada temiz su kuyusu açmak için iftar programına partner oldu. Yıllardan beri devam ede gelen bu iftar geleneğini devam ettirerek Danimarkalılarla Müslümanları Ramazan'da bir araya getiren organizatörler, "Bu vesileyle Ramazan’ı Danimarkalılara da anlatma adına iyi bir gelenek ve her iki toplumun birbirlerini daha yakından tanıması ve diyalog adına da bir vesile oluyor." diyorlar. Programa, çoğunluğu Danimarkalılardan oluşan 200 civarında davetli katıldı.

Azınlığın azınlığı bir hükümet! HASAN CÜCÜK Seçimden üçüncü sırada HABER ANALİZ 34 milletvekili ile çıkmış Liberal (Venstre) Parti’nin hükümeti kurması garip gelebilir. Ancak blok siyasetinin uygulandığı yani, partilerin sağ ve sol diye iki bloka ayrıldığı Danimarka için gayet normal bir durum. Sağ blokun başbakan adayı Liberal Parti Başkanı Lars Lökke Rasmussen’di. Seçimden sağ blok önde çıkması halinde herhalükarda başbakan olacak isim belliydi. Belirsiz olan koalisyon yapısının nasıl olacağıydı. Yani hangi partilerin hükümette olup, hangilerinin dışardan destek vereceğiydi. Başbakanın kim olacağı kadar net olan bir başka konu ‘seçimin en büyğk kazananı’ Danimarka Halk Partisi’nin (DF) koalisyonda yer almayacağıydı. DF, içerde olmak yerine dışarda kalıp ‘ipi elinde tutma’ stratejisini tercih ediyordu. 2001-10 arasında aynı taktiği uygulayıp, her seçimde oyunu arttırmayı başarmıştı. ‘Fikrimiz iktidarda olsun, biz olmasakta olur’ tarzında özetlenecek bir durumdu. Tabi sadece fikri değil kendilerine bizzat hükümetin icraatına dahil oluyordu. Liberal Parti’nin 2001-10 arasında koalisyon ortağı Muhafazakar Parti’nin bu seçimden küçülerek çıkması ve Liberal İttifak’ın oyunu arttırıp ‘koalisyon için hazırım’ demesi Lars Lökke Rasmussen’in koalisyon alternatiflerini arttırıyordu. Rasmussen, DF’inde içinde olduğu çoğunluk koalisyon kurma denemesi daha seçimin ertesi günü ihtimal dışı kalıyordu. Koalisyonda son seçenek sadece Liberal Parti’nin olduğu azınlık hükümeti

fikri giderek kabul görmeye başlıyordu. Nitekim bu ihtimal gerçeğe dönüşüyordu. Hükümeti sadece Liberal Parti’nin kuracağının netleşmesinden sonra milletvekilleri parti başkanı Rasmussen’den gelecek ‘bakan oldun’ telefonu beklemeye başladı. Partinin neredeyse yarısı bakan oldu. (17 bakanın sadece 1’i dışardan atandı). Doğrusu Liberal Partili bir çok isim hayalinden bile geçmeyen bakanlığa çok kolay ulaşmış oldu. DF sağolsun demekten başka bir şey

düşmüyor o isimlere!. Bakanlar arasında ilginç isimler var. Örneğin Kültür ve Kilise Bakanı Bertel Haarder. Danimarka tarihinin en uzun süreli bakanlık yapan ikinci ismi olan Haarder’in bakan olması süpriz oldu çünkü adı kesin olarak Meclis başkanı isim olarak geçiyordu. Partisi umduğunu bulamayınca ve tek parti azınlık iktidarı olunca, Meclis başkanlığı koltuğunu DF eski lideri Pia Kjaersgaard’a verildi. Haarder ise bakan oldu. Diğer isim Inger Stöjberg.

Partinin yabancılar konusunda ’şahin’ kanadının temsilcisi olan Stöjberg tam aradığı bakanlığa geldi; Yabancılar – Entegrasyon ve Konut Bakanlığı. Stöjberg’in bu koltuğa gelmesinde DF’in ‘özel istediğinin’ olduğunu tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Önümüzdeki dönemde özellikle mültecilere yönelik sert tedbirler alındığını gördüğümüzde şaşırmayacağız. Sonuçta iktidar koltuğunda Liberal Parti oturacak ama idare DF’in hakimiyetinde olacak.


10 İSKANDİNAVYA

İsveç’te bir market “çirkin” sebze-meyve satışına başlıyor ZAMAN STOCKHOLM

1

Her yıl yüzbinlerce ton meyve ve sebze “çirkin” diye çöpe atılıyor. İsveç’in en büyük marketler zincirlerinden biri olan Coop, bu gıda savurganlığının önüne geçmek için şekilleri bozuk sebze-meyve ürünleri de satacağını duyurdu. Dagens Nyheter gazetesinde yer alan habere göre, bu ürünleri yüzde 15-30 arası daha ucuz satacağını duyuran Coop, bu çıkışıyla hem gıda israfını önleyecek hem de tüketiciye ucuz bir alternatif sağlayacak. Fransa’da geçen yıl yiyecek israfına karşı benzer bir çalışma yapmış ve marketler şekilsiz ürünler için özel standlar açmıştı. Yüzde 30 indirimli fiyatla satılan sebze ve meyveler, marketlerin cirosunu yüzde 24’e kadar artırmıştı. Her yıl dünya çapında 1.3 milyar ton sebze ve meyve sadece şekilsiz olduğu için çöpe atılıyor. Bu miktar, tüm dünya hasatının yaklaşık üçte birini oluşturuyor.

Deri kanseri melanomadan dolayı ölenlerin sayısı artışta ENGİN TENEKECİ OSLO

1maya yakalandığı ve hayatını kaybettiği kaydedildi. MeNorveç'te birçok kişinin bir çeşit deri kanseri olan melano-

lanoma kanserine yakalanların sayısında her yıl artış yaşanıyor. 2002'de bu hastalıktan dolayı ölen Norveçlilerin sayısı 2012 iken, 2013'te ise 327'ye yükseldi. Hastalıktan ölenlerin yaş gurubu ise, 30 ile 70 yaş arasında değişiyor. Erken teşhis ile hastalığın tedavisinin mümkün olduğunu söyleyen uzmanlar, bu tür hastalığa yakalananların ise tedavide geç hareket ettiği konusunda dert yakınıyor. Hastalığın tedavisine geç kalındığında ise, hastalığın tehlikeli bir şekilde vücudun diğer organlarına da yayıldığı kaydediliyor. Bazı Norveçli deri kanseri uzmanlarına göre Avustralya halkı da aynı hastalığa maruz kalıyor, ancak halk erken tedavi görüyor ve melanoma konusunda Norveçlilere göre daha bilinçli hareket ediyor. Deri kanserlerinin daha çok kişinin vücudunun göremediği yerlerde çıktığı ve bu tür hastalığa maruz kalanların en kısa zamanda doktora başvurması gerektiği hatırlatılıyor.

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Norveç halkını savaş endişesi sardı

Rusya'nın Ukranya'ya askeri müdahalesi, IŞİD terörü gibi faktörlerin, Norveç halkının savaş korkusuna kapılmasına neden olduğu kaydedildi. ENGİN TENEKECİ OSLO

1Savunma Bakanlığı için bir araştırma yaptı.

Ipsos MMI isimli bir araştırma şirketi, Norveç

Araştırmada 3 bin 126 Norveçliyle görüşüldü. Buna göre her 10 kişiden 6'sının Norveç'e olası bir saldırı ve Norveç'in savaşa gireceği konusunda endişeli olduğu kaydedildi. Savaş endişesi yaşayan yaş grubunun daha çok 18 ila 24 yaş arası olduğu belirtildi. Kadın ve çocuklar da bu kategoride yer alıyor. Oranda 2014'ten bu yana artış yaşandığı açıklandı. Aftenposten gazetesi ise, araştırmanın sonucuna ilişkin Norveç Savunma Bakanlığı'nda görevli bazı genç askerin görüşlerini

aldı. 20 yaşındaki genç Norveçli bayan asker Marita O, hiçbir zaman herhangi bir savaşa girmek istemediğini söyledi. Ancak askeri eğitim aldığını, olası herhangi bir savaşa hazır olduğunu hatırlattı. 22 yaşındaki bir başka Norveçli asker Bjørnar L. A. ise, daha çok demokrasi ve Norveç değerleri konusunda motive edildiğini kaydetti. Norveç Savunma Bakanlığı, araştırma sonucu hakkında bazı değerlendirmelerde bulundu. Norveç halkının savaş endişesine kapılma nedenlerine değinen bakanlık, "Rusya'nın Ukraya'ya askeri müdahelesi, IŞİD terörü ve bunların medyada sıkça lansedilmesi, halkın savaş endişesinin artmasına neden oldu." açıklamasında bulundu.

Oscar'a gençlik ve ‘renk' aşısı ALİ KOCA

1ve Bilimleri Akademisi, üyelerinin çok sesliliğini

Oscar ödüllerini düzenleyen Sinema Sanatları

ve çeşitliliğini artırmak için dünya çapında 322 isme davet mektubu gönderdi. Çoğunluğunu 40 yaş altında ve farklı ırklardan sinemacıların oluşturduğu yeni üyeler sayesinde Akademi, yaş ortalamasını düşürmeyi ve ‘beyaz' yapısını renklendirmeyi hedefliyor. Şubat ayında düzenlenen 87. Oscar Ödülleri'ndeki ‘beyaz' ağırlıklı aday listesi ile eleştirilen Akademi (Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi), radikal bir karar aldı. Yıllardır üyelerinin yaşlı, çoğunlukla da ‘beyaz' olduğu ve Oscar ödüllerinin bu üyelerin tercihlerine göre şekillendiği iddiasıyla eleştirilen Akademi, gençleştirme operasyonu başlattı. Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, üyelerinin çeşitliliğini artırmak için dünya çapında 322 isme davet mektubu gönderdi. Çoğunluğunu 40 yaş altı gençlerin oluşturduğu bu sinemacıların katılımı Akademi'nin yaş ortalamasını aşağıya çekmeyi amaçlıyor. Davet alanlar arasında Whiplash filmiyle Oscar'a aday olan 30 yaşındaki yönetmen Damien Chazelle, son olarak Birdman filminde oynayan 27 yaşındaki Emma Stone, Harry Potter serisiyle çocuk yaşta sinemaya adım atan 26 yaşındaki İngiliz oyuncu Daniel Radcliffe, Her Şeyin Teorisi filmiyle Oscar alan 33 yaşındaki oyuncu Eddie Redmayne ve aynı filmden rol arkadaşı Felicity Jones (32) da var.

HER RENKTEN, IRKTAN VE DİLDEN ÜYE Çoğunlukla gençlerden oluşan yeni üye adayları arasında Akademi'nin ‘beyaz' imajını kırmak için davet edilen farklı renk ve ırklardan isimler de dikkat çekiyor. Hatırlanacağı gibi, 87. Oscar Ödül-

leri'nde erkek, kadın, yardımcı erkek ve yardımcı kadın dallarındaki 20 oyuncunun da beyaz olması tartışmalara neden olmuştu. Sosyal medyada #OscarSoWhite (Oscar Çok Beyaz) etiketiyle Akademi hedef tahtasına oturtulmuştu. Selma filmindeki performansıyla Oscar'a aday gösterilmeyen İngiliz siyahi oyuncu David Oyelowo da Oscar ödüllerini seçmesi için davet gönderilen isimlerden biri. Sadece siyahi oyuncular değil, farklı etnik kökenden sinemacılar da Akademi'den davet aldı. 322 isim arasında Timbuktu filmiyle Oscar'a aday olan Moritanyalı yönetmen Abderrahmane Sissako, Güney Kore sinemasının yıldız yönetmenlerinden Bong Joon-ho, Hızlı ve Öfkeli serisinin Tayvanlı yönetmeni Justin Lin, Fransız yönetmen Francois Ozon, Ida filmiyle Oscar alan Polonyalı yönetmen Paweł Pawlikowski, Leviathan ile Oscar'a aday olan Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, Mandalinalar'ın Gürcü yönetmeni Zaza Urushadze, Asabiyim Ben filmiyle sürpriz bir şekilde Oscar'a aday gösterilen Arjantinli yönetmen Damián Szifron, Yapay Oyun filminin Norveçli yönetmeni Morten Tyldum, Oscar ödüllü Milyoner filmiyle parlayan Hintli oyuncu Dev Patel de var.

TÜRKİYE'DEN KİMSE YOK Davet edilen isimlere bakınca Akademi'nin ince bir denge hesabı güttüğü söylenebilir. Yaş, ten rengi, kadın-erkek oranı, etnik ve ırk farklılıkları gibi yıllardır Akademi'nin eleştiri konusu olduğu alanlar düşünülerek şekillenmiş bir liste söz konusu. Sadece ABD'de eleştirildiği cinsiyet ayrımı, yaş ve siyahilere ayrımcılık konularıyla yetinilmemiş, dünya sinemasının son yıllarda öne çıkan oyuncu, yönetmen ve yapımcıları da dikkate alınmış. Fakat 322 kişilik davet listesinde Türkiye'den kimse yok.


11 İSKANDİNAVYA

Norveç Pakistan Cemaat Ehli Sünnet Derneği, Pakistan’dan Somaliye, Norveç’ten Arabistan’a kadar birçok farklı milletlere iftar kapılarını açıyor.

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Kaya ailesi, gurbette Ramazanşalan örnek ailelerden. Ramazan boyunca ailecek oruçlarını aksatmıyorlar.

Beyaz geceler Norveç’te renkli Ramazan iftarları

Norveç’te beyaz geceler yaşandığından dolayı günler oldukça uzun oluyor. Oruç tutan inananlar iftar ve imsak arası tatlı bir koşuşturma yaşıyor. ENGİN TENEKECİ OSLO

1Norveç’te Razaman denince akla ilk 1Kuzey Avrupa’nın vikingler ülkesi

gelen şey, 20 ila 22 saatlik arası tutulan oruçlar gelir. Zira bilindiği gibi başta Norveç olmak üzere diğer İskandinav ülkelerinde de beyaz geceler yaşandığından dolayı haliyle iftar saatleri de uzuyor. İftar, imsak ve güneş arası bir koşuşturma başlıyor. Örneğin iftar vakti Norveç saatiyle 22.46’ya, imsak ise 02.46’ya denk geliyor. Ancak konuyla ilgili görüşlerini aldığımız herkes aynı ortak şeyi söylüyor: Ramazan’ın o insan benliğini saran kuşatıcı rahmet esintileri tüm bu koşuşturmaları, tutulan uzun oruç saatlerini unutturuyor. Yüce Yaratıcı oruçlu kuluna yardımcı oluyor. Norveç Pakistan Cemaat Ehli Sünnet Derneği, ülkenin en büyük inanç kuruluşu. 6 binin üzerinde üyesi var. Derneğin başkent Oslo’ya yaptırdığı cami ise, yine ülkenin en büyük camisi. Bu cami diğerlerinden ayıran özelliği, mihrabının Mescid-i Aksan’ın kopyası olması. Derneğin yöneticiliğini Pakistanlı

Munir Ahmed yapıyor. Zaman olarak camide verilen iftara davet edildik. İftar, Türkiye saatiyle 23.46’da veriilmesine rağmen katılım oldukça yüksek. İftar öncesi camiinin yan salonunda oruç için hurma ve su ikram ediliyor. Sonrasında akşam namazı eda ediliyor. Namaz biter bitmez caminin üst katına iftar yapılmaya geçiliyor. Cami cemaati oldukça farklı milletlerden oluşuyor. Pakistan›dan Somaliye, Norveç›ten Arabistan halkına kadar farklı ülkelerin insanı iftara iştirak ediyor. Pakistanlılar, diğer ülke insanlarına nazaran Ramazan›ı, ‹salwar kamiz› diye adlandırdıkları geleneksel kıyafetler ile karşılıyor. Daha çok Pakistan’a özgü ‘beryani’ ismindeki yemeği tercih ediyorlar. Başkan Munir Ahmed, kurum olarak Ramazan’a önceden hazırlık yaptıklarını söylüyor. Ramazan masrafları destekçileri ise, cami cemaati ve dernek üyelerinden oluşuyor. İftar için maddi infakta bulunmak isteyenlerin isimleri listeleniyor, kim ne kadar verdiyse kayıt altına alınıyor. ‘’İftar yardımı tamamen gönül işi.’’ diyen Pakistanlı yönetici, gönüllü

iftar infakına üye olan-olmayan herkesin katıldığını belirtiyor. Kendisi ve ailesi her yıl Ramazan’ı büyük bir heyecanla bekliyor. Oruçla iftar arası uzun olmasına rağmen zorlanmadıklarını, Pakistan’da da değil de, Norveç’te olmalarına rağmen Ramaz ayını hissettiklerini açıklıyor.

‘RAMAZAN’I NORVEÇ’TE DE HİSSEDİYORUM, ANCAK ADANA’DA DAHA GÜZEL’ Kaya ailesi ise gurbette Ramazan konusunda örnek bir çekirdek aile. Anne Nina Kaya, eşi Adanalı Tuncay Kaya ile yaklaşık 18 yıl evlenir ve ihtida eder. Norveç’te özel bir şirkette çalışıyor. 17 yaşında İbrahim Kaya, 15 yaşında Melek Kaya isimli iki çocukları var. Her ikisi de eğitim görüyor. Ailenin tüm fertleri orucunu aksatmıyor. Sıcak olmasına rağmen 2014 yılı Ramazan ayını tamamını Adana’da geçirmişler. Onlara göre Adana’da ki Ramazan atmosferi Norveç’e göre daha güzel. Ancak Kaya ailesi fertlerinin ortak görüşüne göre Ramazan kendisini Norveç’te de

hissettiriyor. Özellikle anne Nina Kaya ısrarla Ramazan’ı Adana’da geçirmeyi tercih ediyor. Zira Norveç’te iftar geç açıldığından dolayı, iftara fazla arkadaş çevresini davet edemiyor. Ona göre Adana’da ki Ramazan daha kalabalık, daha farklı b,r atmosfere sahip. Böylelikle Ramazan boyunca sıkılmadığını ifade ediyor. Nina Kaya, daha şimdiden önümüzdeki seneler tekrardan Ramazan’ı Adana’da geçirme planını yapıyor. Aşçılık yapan baba Tuncay Kaya ise, uzun olmasına rağmen Norveç’te oruç tutarken zorlanmadığını dile getiriyor: ‘’Allah, kişiye kaldıramayacağı yük yüklemez.’’ ayetini hatırlatan baba Kaya,o da, diğer aile fertleri gibi, Norveç’te de olsa Ramazan ayı kendisini her yönüyle hissetirdiğini kaydediyor. İbrahim Kaya ve kız kardeşi Melek Kaya’da oruç tuttan aile fertleri arasında. İkisi de oruçlarını aksatmıyor. Onlara göre de Norveç’te oruç tutmak zor değil. Her yıl Ramazan’ı heyecanla bekliyorlar. Ancak Ramazan’ı daha çok, tıpkı anneleri gibi daha çok Adana’da geçirmek istiyorlar.

Norveç polisi hayvanlara özel polis teşkilatı kuruyor Özgürlükler ülkesi Norveç polisi, hayvanlara uygulanan şiddeti önlemek için özel bir polis teşkilatı kuracağını duyurdu. Hayvanlara merhamet konusunda Avrupa'ya tıpkı ecdadımız gibi örnek olacağımız yerde, Avrupa bize örnek oluyor! ENGİN TENEKECİ OSLO

1çesinde komiser yardımcısı tarafından İzmir'in Çiğli ilçesinde karakol bah-

silahla vurulan köpek bir hayli gündem oldu. Vuralan kurt köpeği tedavi edilerek tekrar hayata döndürüldü. Birçok hayvansever olaya tepki gösterdi. Cihan'ın uzattığı mikrofona konuşan bazı hayvanseverler, yaşanan bu trajik hadiseyi insanlık dışı olarak niteledi ve köpeği vuran polisin görevden alınması gerektiğini dile getirdi. Müslümanlığın çoğunlukta olduğu bir ülkede bu tür olayların yaşanması oldukça üzücü bir şey. Bir dönemler, alemlere rahmet olarak gönderilen şefkat peygamberi

Hz. Muhammed'i (sav) kendisine örnek alan şefkatli ecdadımız, hayvanları koruma adına vakıflar kuruyor, yaralı hayvanlar için barınaklar inşaa ediyordu. Ancak bugün olaylar aksine cerayan ediyor. Halk ve her türlü canlının emniyetinden sorunlu bir komiser yardımcısı, hem de karakolda hiç acımadan zavallı bir köpeği tabancasıyla vurabiliyor. Nereden nereye! Ancak daha yakın zamanda, özgürülük ve demokrasinin eşiğiolarak bilinen Norveç polisi ise, tarihinde bir ilki gerçekleştirerek hayvanlara uygulanan şiddeti önlemek için özel bir polis teşkilatı açacağını duyuruyordu. Norveç Sør-Trøndelag Polis Teşkilatı, görevli üç polis memurunu, ‘hayvan polisliği’ görevine atadığını açıklıyordu.

Norveç Adalet Bakanlığı ve Norveç Tarım Bakanlığı kontrolü altında işleyecek sistem, hayvanlara uygulanan şiddeti önlemeyi amaçlıyor. Görevli polis memurları, hayvanlara uygulanan her türlü yasadışı faaliyete bulaşanları tespit edip, mahkemeye sevk edebilecek. Üç yıl süreceği belirtilen uygulama, eğer istenilen verime ulaşılırsa devam edecek. Bazı Norveçli kurumlarda ise iki kişiden oluşan uzman ekipler ile polis beraber çalışacak.

Norveç polisi, hayvanlara uygulanan şiddeti önlemek için özel bir polis teşkilatı kuracağının duyurdu. FOTOĞRAF: ZAMAN, ENGİN TENEKECİ


12 İSKANDİNAVYA Türkiye’ye araba ile gideceklerin dikkatine

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Avrupa’da okulların kapanmasıyla birlikte Türkiye kökenli göçmenler için de tatil sezonu başladı. Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da çok sayıda kişi Türkiye’y karayolu ile gitmeyi tercih ediyor. Ancak yola çıkmadan önce dikkat edilmesi gereken hususlar var ZAMAN KOPENHAG

Türkiye’ye gitmek için karayolunu tercih edecek olan vatandaşlarımızın sıla yolu güzergâhında en uzun seyahat edeceği ülkelerden olan Sırbistan’daki yeni bazı yasal düzenlemelere dikkat etmeleri gerekiyor.

1cih edecek olan vatandaşlarımızın sıla Türkiye’ye gitmek için karayolunu ter-

YORUM

yolu güzergâhında en uzun seyahat edeceği ülkelerden olan Sırbistan’daki yeni bazı yasal düzenlemelere dikkat etmeleri gerekiyor. Başkonsolosluklar tarafından yapılan duyuruda Sırbistan’daki yeni düzenlemelerle ilgili şu bilgiler yer alıyor: ‘Yabancıların Sırbistan’a girerken yanlarında bulundurdukları 10.000 Euro ve üzerindeki parayı sınır kapılarında beyan etmeleri gerekiyor. Sırbistan’a beraberinde şahsi kullanım fazlası olarak değerlendirilebilecek miktarda değerli takı, mücevher, elektronik eşya, tekstil ürünleri vb.. sokulması yasaktır. Söz konusu eşyaların nitelik ve miktarı, müsaade edilen malzemeler, yolcunun seyahati boyunca ihtiyaç duyabileceği nitelik ve miktarda, ticari niteliği bulunmayan malzemelerden ibarettir. Söz konusu eşyanın nitelik ve miktarı, yolcunun cinsiyeti, yaşı, mesleği, sağlık durumu, seyahat edilen mevsim ve diğer özel şartlar dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Sırbistan’a işlenmemiş saf veya külçe altın ve gümüş sokulması yasaktır. Sırbistan’a kuru sıkı, gazlı ve pompalı silahlar dahil olmak üzere her türlü silah ve mühimmat ile şahsi kullanım için dahi olsa uyuşturucu madde, zehir ve toksik niteliği olabilecek malzemelerin sokulması yasaktır. Sırbistan’ın gümrük mevzuatı uyarınca ülkeye sokulması yasak olan ve gümrük beyanına tabi nakit para ve /veya eşyanın sahibi hakkında gümrük soruşturması yapılmaktadır.

bilecektir. Daha ağır trafik suçlarında polis sürücüyü, suçun mahiyetine göre 6.000 Dinar’dan 20.000 Dinar’a, 15.000 Dinar’dan 30.000 Dinar’a, 100.000 Dinar’dan 120.000 Dinar’a kadar para cezası hükmetmeye yetkili hakim karşısına çıkartacaktır. Hakim, suçun derecesine göre 60 güne kadar hapis cezası kararı da verebilmektedir. Trafik polisi sadece, olay yerinde 1.500 Dinar ve 2.500 Dinar’ı aşmayan para cezaları ile 45 Dinar posta ücretini tahsil etmeye yetkilidir. Para cezaları polise sadece Dinar olarak ödenebilir. Bunun haricindeki yöntemlere başvurulması suç teşkil etmektedir.’

Türkiye gümrüğünden duyuru

Trafik cezaları

Trafik suçlarında, trafik polisi olay yerinde cezası 3.000 veya 5.000 Dinar tutarında suçlar için makbuz düzenleyebilmektedir. Sürücünün bu cezayı hemen banka veya postane aracılığı ile ödemesi gerekmektedir. Suçlunun söz konusu cezanın yarısına tekabül eden 1.500 veya 2.500 Dinar tutarındaki miktarı banka veya postane aracılığı ile ödemesi halinde cezanın tamamı ödenmiş kabul edilecektir. Olay gün ve saatinde banka ve postanelerin kapalı olması ya da olayın yerleşim yeri dışında meydana gelmesi durumunda trafik polisi 3.000 Dinar

tutarındaki cezayı 1.500 Dinar, 5.000 Dinar tutarındaki cezayı ise 2.500 Dinar olarak tahsil edebilmektedir. Cezanın olay yerinde ödenmesi durumunda, polise ayrıca 45 Dinar posta ücreti de ödenecektir. Suçlu para cezasını ödemez ise, mahkemeye çıkartılmayı talep ettiği kabul edilerek en yakın mahkemeye götürülür. Ancak suçlunun olay günü mahkemeye çıkartılması mümkün olmadığı takdirde, ilgili trafik polisinin önerisiyle suçla ilgili adli süreç tamamlanıncaya kadar, mahkeme suçlunun pasaport veya devlet sınırını terketmesine imkan tanıyacak seyahat belgesine el koya-

Avrupalı Türkleri bakanlık tarafından getirilen „et yasağı“ hakkında uyaran gümrük yetkilileri, salam, sosis ve sucuk gibi her türlü et ürünü ve yenilebilir sakatat türlerinin Türkiye’ye girişinin yasak olduğunu açıkladı. Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Müslüm Yalçın, sınır kapısından et girişinin bakanlık tarafından yasaklandığını hatırlatarak, ‘Her türlü et ve et ürünleri ile yenilebilir sakatat, süt ürünleri, etten, sakatattan veya kandan yapılmış sosis, salam ve kavurma gibi et ürünleri ve benzeri ürünlerin Türkiye’ye girişi yasaklanmıştır. Bahse konu ürünlerin hangi miktar veya ambalajlarda olursa olsun Türkiye’ye girişi mümkün olmayacaktır. Türk işçilerimizin yanlarında bu ürünleri getirmemelerini rica ediyoruz. Getirilen etlerin girişlerine izin veremeyeceğiz ve el koyacağız.“ dedi.

Kutlu zaman dilimi Ramazan ve Kadir gecesi Biz Müslümanlar olarak zamanın ve onun ölçüm birimi olan ay, hafta ve günün Allah’tan bize birer hediye olduğuna inanırız. Kendisi için tahayyül dışında olduğuna inandığımız mekân da aynen zaman gibi birer mahlûktur. Yaratılma amaçları da sonsuz ve sınırsız olan Allah’ı bu imkanlar içinde tecelli eden sıfat ve isimleri vasıtası ile tanımaktır. Bu yüzden her birimizin dünyaya gelmemizle başlayan bu nimete ne kadar şükretsek azdır. Kendisi bizim ibadetimize ihtiyacı olmayan Allah cc, bizi bu hediyelerle şerefyap ettikten sonra bizden yalnızca onu tanımamızı, emirlerine uymamızı ve yine kendimiz için lüzumlu olan ibadetleri yerine getirmemizi istemektedir. Zira Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ama bizim ise sonsuz ihtiyaçlarımız, bitmeyen arzularımız ve aynı oranda acziyetimiz ile Onun desteğine ihtiyacımız vardır. Allah (cc) Kuran-i Kerimde ve Peygamberlerinin dilinde bize verdiği nimetleri sıralamış, bunlara yapılacak şükrü de zaman ile sınırlandırmıştır. Bu sınırlar bütün emir ve yasaklar için geçerlidir. Namaz, oruç ve diğer ibadetler belirli zamanlara göre tanzim edilmiştir. Bu açıdan bakınca da Zamanın kıymeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu irfan bize Allah-kâinat ve insan arasındaki ilişkinin ne olduğunu anlamaya da kapı açacaktır.

Akademisyen Gözüyle M. Mustafa Akdağ

Böylece yaratılışın hakiki gayesi de idrak edilmiş olacaktır. Ruh ve beden ile birlikte yapılan namaz ve oruç gibi ibadetlerde de bu ilişkinin birçok boyutu ile ortaya çıktığını görmekteyiz. Örneğin kendisinde Kuranın indirildiği Ramazan ayı bu ilişkinin en özel boyutunu temsil eder. Bu ayın içerisinde bin aydan daha hayırlı Kadir gecesinin bulunması da insan hayatına bakan yönü ile çok ehemmiyetlidir. Zira bin ay yaklaşık olarak 80 yıla denk gelmektedir ki bu da zamanın kendi içinde açılan ve de büzülen bir yönüne işaret eder. Açıldığında zaman bize daha fazla imkân tanımaktadır, elbette bu o anları değerlendirebilme ile de alakalıdır. Allah (cc) Kadir gecesini anlatan surede : “Biz Kur’ân’ı indirdik kadir gecesi. Bilir misin nedir kadir gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır kadir gecesi! O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner... Artık o

gece bir esenliktir gider...Tâ tan ağarana kadar...” buyurarak farklı yönlerine de dikkat çekmiştir. Kuran ve sünnette bu gecenin tam olarak hangi zamana denk geldiği ise belirtilmemiştir. Ramazan ayı içinde olduğu kesin olmasına rağmen acaba neden günü net olarak belirtilmemiş diye biraz kafa yorunca ise belirli hikmetlerden bahsetmek yerinde olur. Hadislerde geçen son 10 gün kaydı da bu günleri dolu dolu geçirmeye bir teşvik olsa gerektir. Zira aslında ibadet sadece bir ana ait değil bir ömre yayılmış bir süreçtir. Halk arasında yayılan kanaat ise onun ramazanın 27. Gecesi olduğu noktasındadır. Doğrusunu ise Allah bilir. Bu gecenin nasıl değerlendirilmesi gerektiği ise ayrıca tartışılmıştır. Hz. Muhammed (SAV) eşlerine bu geceyi çokça tövbe ve istiğfar ile geçirmelerini, çokça ibadet etmelerini ve duada bulunmalarını tavsiye etmiştir. Özellikle „Allahumme inneke ‘afuwwun kerimun tuhibbul ‘afwa fa’fu ‘anni. (Allahım sen affedicisin, cömertsin, affetmeyi seversin, bizleri de affet) “ (Tirmizi) duasını çokça okumalarını tavsiye etmiştir. Efendimiz (SAV) ayrıca “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.” buyurmaktadır ki bu da hem samimi ibadete hem de

bahsedilen 80 yıla denk gelecek bir af ve mağfirete işaret etmektedir. “Her geceyi Kadir her geleni Hızır bileceksin” düsturunu kendi kültüründe yerleştirmiş olan milletimiz de hem Kadir gecesinin belirsiz olmasındaki espriye uygun davranmış, her vaktini ibadet ve taatle geçirmeyi bir ilke edinmiştir. Her gelenin Hızır bilinmesi ise insanlara karşı tavır ve tutumlarımızda herhangi bir önyargı gözetmeden eşit davranmamızı salık vermiştir. Politikacı, ilim adamı ve seçkin kimselere gösterilen alaka, fukara ve gurebaya da gösterilmelidir. Bütün bir ömrünü anlamsız ve boş işlerle geçirmiş de olsa bir kişi eğer bu geceyi yakalama şansına ererse toplam 80 yıla denk bir genişlik ve katma değer yaşayacağı için bütün kayıplarını telafi edecektir. Allah’ın rahmeti geniştir ve o affetmeyi sever. Bu yüzden akla uygun değil tarzı bir itiraz ile bu tür bir değer atfetmeyi anlamsız bulmak yerinde olmasa gerek. Özellikle zamanın tam isabet ettirilebildiği bu durumlarda eğer kul mekan olarak da kutsal kabul edilen bir noktada bulunmayı başarmışsa bu kazanç daha da artacaktır. Kabe vs. gibi bu kutsal mekanlar ise yine dini kaynaklarda belirtilmiştir. Allah (cc) her geceyi kadir, her geleni Hızır bilip ona göre davranabilen kullarından eylesin. Amin.


13 İSKANDİNAVYA

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Mehmet Toy

Çocuğunuzu kırık notlarından dolayı kırmayın Bir öğrencinin hayatında önemli günler vardır. Bu günlerden biride karne günüdür. Karnenin alındığı bu gün; bir kısım öğrenciler için sevinç ve gurur, bir kısım öğrenciler için ise üzüntü ve kaygı günüdür. Bu durum bir yönüyle anne babalar için de aynıdır. Bazı aileler çocuklarının karnesine bakarak çocuklarını takdir ve tebrik ederlerken, bazı aileler de “Neden zayıf getirdin?” şeklinde suçlamalarda bulunarak ceza verme yoluna giderler. Aslında suçlayıp ceza vermek faydadan ziyade zarar getirir. Bu nedenle karnedeki zayıf notlara ilişkin ifadeler özenle seçilmeli; suçlayıcı, rencide edici ifadelerden kaçınılmalıdır. Karne ele alındığında sadece zayıf notlar görülmemeli, aksine iyi notlar görülmeli ve bu hususta çocuğa teşekkür edilmelidir. Ayrıca karnedeki kötü notlardan dolayı anne-babalar, “Biz hangi vazifelerimizi aksattık ki, bu başarısızlık başımıza geldi.” diyerek özeleştiride bulunmalıdırlar. Her anne baba, çocuklarının karnesindeki zayıf notlarından dolayı üzülürler. Bu üzüntü ile bazen çocuklarına, “Sen ne kadar tembel bir çocuksun!” diyerek aşağılar, “Arkadaşın kadar bile olamadın!” diyerek kıyaslar, “Bu karneyle bizi herkese rezil ettin!”deyip kişiliğini zedeleme yoluna giderler. Hatta bazen de “Kötü karne getirirsen bu, senin için hiç iyi olmaz.” deyip tehdit ederler. Bu ifadeler karşısında zor durumda kalan çocuklar, belli etmeseler

bile, bu tür hitaplardan çok rahatsız olurlar. Hatta anne babaların istedikleri karneyi getiremediklerinden dolayı kendi içlerinde çok ciddi sorunlar yaşayabilirler; öfkelenme, yalan söyleme, evden kaçma, kendine zarar verme gibi yollara başvurabilirler. Bu tür tavırlar, çocuğun okuldan ve derslerden soğumasına neden olurken, daha sonraki okul hayatında da başarıyı azaltır. Karne ele alındığında genelde iyi notlar değil de, kötü notlar görülür. Hâlbuki bir karnede zayıf notlar olabileceği gibi, iyi notlarda olabilir. Bir üslup olarak “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” düsturundan yola çıkarak, öncelikle karnedeki iyi notlar görülmeli ve sonra takdir ve tebrik edilmelidir. Bu takdir ve tebrik, kötü notlarından dolayı üzülen çocukları birazcık da olsa rahatlatır ve kendilerine güven duymalarını sağlar. Çocukları tembelliklerinden dolayı suçlamak yerine, başarıyı engelleyen etkenler ortaya konulmalı ve bu konuda çözüm yolları aranmalıdır. Başarısızlığın okula, aileye, çocuğa ve çevreye bakan birçok yönleri vardır. Bu yönlerden bazılarını kısaca ele alacak olursak: Öğrenciler, belli dönemlerde okulda sorunlar yaşarlar. Bu sorunlar; okula alışamama, okulun eğitim seviyesinin çocuğun kapasitesinin üzerinde olması, çocuğun okuldaki arkadaşlarıyla sorunlar yaşaması ve öğretmenini yeterince

sevememesi gibi nedenler başarısızlığın okula bakan yönlerdir. Aileye bakan yönlere gelince: Ailede şiddetin hâkim olması, eşler arasındaki problemler, aile fertleri arasındaki iletişimsizlik, çocuğun okuluna ve derslerine karşı ailenin ilgisizliği, okul ihtiyaçlarının temin edilmemesi, sürekli başkalarıyla kıyaslama, evde ders çalışma ortamının uygun olmaması, çocuktan kapasitesinin üzerinde başarı beklentisi içerisine girilmesi, bedensel cezaların uygulanması, ders çalışma alışkanlığının kazandırılamaması gibi nedenler aileye bakan nedenlerdir. Bir de çocuktan kaynaklanan başarısızlıklar vardır. Bunlar; Çocuğun sürekli bedensel ve psikolojik rahatsızlıklar yaşaması, ihtiyaçlarına cevap verilememesi, özellikle çocuğun ergenlik çağında hızlı bir değişim yaşaması ve özellikle karşı cinse ilgi duyması derslere ilgiyi azaltmaktadır. Bu da beraberinde başarısızlığı getirmektedir. Karnelerindeki iyi notlarından dolayı çocuklar takdir ve tebrik edilmeli ve uygun bir ödülle ödüllendirilmelidirler. Bu ödüllendirme “karne hediyesi” şeklinde değil de “çalışma hediyesi” şeklinde yapılmalıdır. Çocuğa, “Sen bu dönem çok düzenli çalıştın ve neticede başarılı oldun, gayretinden dolayı, çok istediğin bu hediyeyi sana aldım.” denilmelidir. Karnede iyi notların aksine zayıf notlar varsa, bir anne baba olarak, “Acaba ben hangi vazifelerimi aksattım ki

çocuğum başarısız oldu.” şeklinde düşünüp, özeleştiri yapmalıdırlar. Öfkelenmenin, bağırıp çağırmanın, ceza vermenin bir fayda sağlamayacağı, aksine o an için daha çok zarar vereceği hesaba katılmalı ve anlayışlı davranılmalıdır. Ancak bu konuda kayıtsız da kalınmamalı, eğer üzüntü duyulmuşsa, bu üzüntü şu şekilde dile getirilmelidir: “Karnendeki bu kötü notlar, seni üzdüğü gibi beni de üzdü, eğer sen derslerine iyi çalışsaydın şimdi daha başarılı olurdun; hem sen sevinirdin, hem de beni sevindirirdin.” denilerek duygu ve düşünceler çocuğa aktarılmalıdır. Sonra zayıf olan derslerin, bir sonraki dönemde nasıl düzeltileceği çocukla konuşulmalı ve ona şöyle denilmelidir: “Bazen insan başarısız olabilir, eğer sen gayret edersen bu zayıf notlarını düzeltebilirsin, bu konuda ben sana güveniyorum.” Karnedeki zayıflardan dolayı çocuğun okulda başarılı olamayacağı ve bunun için okulunun değiştirilmesi (bir alt okul) istenebilir. Anne baba olarak, çocuğun öğretmeniyle görüşerek, “Çocuğum çeşitli nedenlerle şimdilik başarısız, ancak ben çocuğumun başarılı olacağına ve bu okulda eğitimini devam ettirebileceğine inanıyorum.” diyerek, kararlı olduğunuzu göstermeniz gerekir. Bunun için, çocuğun öğretmenin görüşünü de alarak, beraber bir plan yapılmalı ve bu plan uygulamaya konulmalıdır.

Hvor finder du svarene? Få hjælp hos RSM plus

Türkçe konu mak isteyen mü terilerimiz dilerlerse mü teri hizmetlerimizi arayarak türkçe konu an personelimizle görü ebilirler. Med over 200 medarbejdere er vi blandt Danmarks største indenfor branchen. Vi er en landsdækkende virksomhed med et globalt netværk og en lokal indsigt. Vi har egne specialafdelinger, herunder en skatteafdeling. Dermed dækker vi så godt som hele spektret inden for branchen, og kan servicere langt de fleste virksomheder indenfor revision og økonomisk rådgivning herunder

• Udarbejdelse af årsrapporter • Perioderegnskaber • Budgetlægning • Øvrige ad hoc-opgaver Som en speciel ydelse tilbyder vi teams, der med udgangspunkt i den enkelte virksomheds behov og situation udfører en stor del af de administrative, økonomiske opgaver – enten hos kunden eller hos RSM plus. Det kalder vi Administrativ Service.

Kontakt: • J an Stender: 33389916 (Skoler herunder private gymnasier mv.) • Lise Foss Nielsen: 33389814 (Fonde, foreninger og trossamfund) • O tto Sommer: 33389856 (Skat moms og Afgifter) • K im Larsen: 33389931 (International Contact Partner)

www.rsmplus.dk RSM plus har afdelinger i Ålborg, Holstebro, Aarhus, Kolding, Skærbæk, Odense, København og Vordingborg og med over 200 medarbejdere er vi blandt Danmarks største. RSM plus er en del af RSM International med mere end 32.000 medarbejdere i mere end 100 lande. Læs mere på www.rsmplus.dk

revision • skat • rådgivning


14 İSKANDİNAVYA

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

İlk kuşağın hayat hikayesi müzelik oldu ZAMAN ARHUS

1Türklerin ülkeye ilk gelişleri ve yaşaBir valizle Danimarka’nın yolunu tutan

dıkları artık bir müzede sergilenecek. Türklerin yoğun olarak yaşadığı Danimarka’nın 2. büyük şehri Arhus’ta kültürel miras müzesi ‘Den Gamle By’’de (Eski Şehir) Belediye Meclis üyesi Hüseyin Araç’ın girişimleri sonucunda, ilk kuşağın anıları ve hayat hikayesi yer alacak. Türklerin anılarının sergileneceği müzenin açılışını Kültür Bakanı Marianne Jelved, Arhus Belediye Başkanı Jakob Bundgaard ve Hüseyin Araç birlikte gerçekleştirdi. Bakan Jelved, Türklerin Danimarka’ya katkısından övgüyle bahsederken, Belediye Başkanı Bundgaard Arhus’un gelişiminde Türklerin önemli rol oynadığını ifade etti. Müzenin hayata geçmesinde büyük katkısı olan Hüseyin Araç konuşmasında özetle şunları söyledİ, ‘Bu şehrin,bu ülkenin gelişiminde birçok insanın katkısı olmuştur ve emeği geçmiştir. Bu insanların birçoğu bu ülkede doğanlar, ama ülkemiz ve şehrimizin

ekonomisine, sosyal yaşantısına ve kültürüne olumlu katkı yapan ve başka ülkelerden gelmiş insanlarda var. Hollanda’dan gelen çiftçiler, Almanya’dan gelen patates işçileri, Polonya’dan gelen şeker pancarı işçileri ve 1960’ların sonunda gelen misafir işçi diye

adlandırdığınız Türkiye’den gelen ilk emekçiler. Şehrin ve ülkenin ekonomisine, sosyal hayatına ve kültürüne çok olumlu katkılarda bulundular. Bu insanlara katkılarında ve emeklerinden dolayı huzurunuzda teşekkür ediyor ve hiçbir dil, din, ırk ayırımı yapmadan minnetle anıyorum. 1970’lerdeki yaşantımızı sergileyerek şimdiki ve gelecek kuşaklara büyüklerimizin hangi zor şartlar altında yaşadıklarını, çalıştıklarını anlatacağız, sergiliyeceğiz. Ben bugün çok onurlu ve gururluyum, bizler için herşey yapan büyüklerimize karşı görevimi yapmanın mutluluğu içindeyim. İlk kuşak yabancılar buraya kendilerine ve çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için geldiler. Kısa bir müddet çalışıp geri dönecektiler. Öyle plan yaptılar, öyle hayal kurdular. Plan

tutmadı, hayaller gerçekleşmedi maalesef, birçoğu aramızda ayrılıp rahmetli oldular. Babam ‘Oğul 2 sene çalışıp memlekete döneceğiz, orda okursun’ diyordu. Olmadı, olmadı ama, o ilk kuşağın çocukları torunları artık şehir idaresinde, ülke idaresinde söz sahibiler, bu sevindirici bir gelişme. Ben birkez daha ilk kuşaktaki büyüklerimizi huzurunuzda rahmetle, minnetle anıyorum. Onlar olmasaydı, yol göstermeseydi biz buralarda olmazdık.Onun için onların anısını yaşatmak hepimizin görevi, ben bunun rahatlığı huzuru içindeyim.’ Hüseyin Araç, tarihi müzede iki odanın Türkler için ayrıldığını belirterek “Müzedeki tarihi binalardan birinde iki odayı Türklere ayırdılar. İki oda baştan aşağı, 1970’li yıllarda Danimarka’ya gelen Türklerin yaşadıkları evler gibi dayandı döşendi. Örneğin o zamanın radyosu, plak çaları, duvarda bir saz, halı ve kilimler, tahta bavullar gibi her şey düşünüldü. Bu, Danimarka’da bir ilk. Farum şehrinde bir göçmen müzesi var. Orada tüm göçmenlerin yaşamları yani göç anlatılıyor. Burada ise sadece Türklerin yaşamları anlatılıyor” dedi.

Østerbro Østerbro I N T E R N AT I O N A L S C H O O L

I N T E R N AT I O N A L S C H O O L

As your child grows

We grow with them at Østerbro International School, where the individ- ual comes first. Our primary aim is to identify and appreciate the unique potential of each pupil and develop it to the full in a caring, comfortable and happy environment. Pupils receive an excellent, well-rounded educa- tion from dedicated and well-qualified teachers, developing qualities which will equip them to face life’s challenges with self-belief and optimism. Østerbro International School • Præstøgade 17 • 2100 Copenhagen Ø Tel.: +45 70 20 63 68 • Website: www.oeis.dk • E-mail: info@oeis.dk

Bygger bro til fremtiden Salix Skole • Høffdingsvej 18 • Valby • 2500 • 36176176


BIR RAMAZAN'A DAHA KAVUŞTUK


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Herkes ilk vazifesini yaptı mı? SÜHEYLA SANCAR AKBAYIR

1Efendisi’nin (aleyhissalatü vesselam)

Cebrail Aleyhisselam ile Efendiler

misali mukabele okuyuşumuz, meal ve tefsir deryasına dalmamız, sûre ezberleme gayretimiz, kutlu zaman dilimlerini İlahî Beyan’ı yudumlayarak tamamlayışımız hep vahyi hayatımıza nakşetmek için. Kur’an’la müşerref olduğumuz gibi çevremizdekilerin de aynı lezzeti tatmasını isteriz. Onlara mutlaka okumayı öğrenmeleri gerektiğini telkin ederiz. Bunu yapınca vazifemiz bitiyor zannetmeyin. Bediüzzaman Hazretleri Mektubat eserinde her birimizin ailemize öğretmen olmakla mesul olduğunu hatırlatıyor. Buradan Risale-i Nur talebesinin ilk vazifesinin Kur’an öğrenmek ve öğretmek olduğunu anlıyoruz. Dahası evlad u iyali olmayanlar da din kardeşlerinden sorumlu: “Her birimiz, evladı varsa lâekall bir veledine, yoksa müstait başka bir çocuğa Kur’an’ı öğretmeliyiz. Kendi öğretmese de öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeli.” Ramazan’ın bir diğer adı da Kur’an ayı. Kadir Gecesi’nde şereflendiğimiz vahiyle daha içli dışlı olmanın tam vakti. Gelin görün ki, mukabeleyi takip etmek yerine dinlemekle yetinmek zorunda olanlar var. Arapça lafzından okumak yerine mealiyle iktifa edenlerin sayısı da hiç az değil. Üstad Hazretleri bilhassa oruç mevsiminde Kur’an seferberliği yapılmasını öğütlüyor talebelerine. En büyük din hizmetinin İlahî Nur’u okumak ve anlamak olduğunu izah ediyor. Efendiler Efendisi’nin, “Kur’an’ı Arap makamlarıyla okuyun.” emri ayetleri Latin harfleriyle okumak şöyle dursun kıraatin bile ölçüsü olduğunun delili. Hakikat böyleyken teselliyi başka alfabelerde aramak ne derece doğru tartışılır.

Herkesbirbirinin öğretmeni olsa Kur’an ile elli yaşında tanışan Gönül Özbesler, daha önceleri İlahî Beyan’ın mealiyle yetindiği için müteessir. Aslını okuduktan sonra yaşadığı manevi haz bambaşka olmuş. Geçen senelerine hayıflanan Özbesler, bu Ramazan mukabeleye büyük heyecanla iştirak ediyor: “Yaklaşık on yıldır aklımdaydı Arap harfleriyle Kitabımı okumak. Ama tembellik ama vakit darlığı yapamıyordum. Şimdi herkesten önce rahleye oturup mukabele saatini bekliyorum.” Gönül Hanım yaş ilerleyince harfleri kavramanın zor olduğunu kabul etmiyor. Kendisi sadece bir ayda muradını yaşamış. “Ben yaptıysam herkes yapabilir. Yeter ki niyetine koysunlar.” diyor. Kendisi bilmeyenleri teşvik etmeyi de ihmal etmiyor. Kur’an kursuna tecvit öğrenmek için devam eden azimli talebe başkaları için de çırpınıyor. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” kutlu beyanından mülhem kendisine hedef koymuş. Her sene ömür vefa ederse iki kişiye öğretmenlik yapacak: “Ben de bildiğimi paylaşmak adına iki komşuma akşamları elif-ba öğretiyorum. Allah’ın izniyle onlar da okuduğu vakit ben kendimi tamamlanmış hissedeceğim. Müslüman olan herkesin kendisine inen emirleri okuyabilmesi gerekiyor. Kendini vererek severek bu tadı yaşamasını istiyorum.” Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘yeni nazil oluyormuş gibi okumak ve dinlemek’ dediği tam da bu olsa gerek. Bugüne kadar hangi sebeple olursa olsun vahyin hazinesinden mahrum kalanların ‘Ben öğrenemiyorum.’ diyerek saf dışı kalmalarına razı olmuyor Bediüzzaman. Hiç değilse dinlemelerini öğütlüyor. Ancak buradaki kulak kesilmenin zamanla okumaya yöneltmesi umuluyor. Ramazan’ı İslam âlemi için bir mescit olarak tasavvur ettiğinden orada toplanmak için bir an evvel talipler arasına karışmaması şart: “Evet,

Emirdağı Lahikası’ndaki muştu

her bir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nurani şecere-i tûba hükmüne geçiyor ki milyonlarla o bâki meyveleri, ramazan-ı şerifte mü’minlere

kazandırır. İşte gel; bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki bu hurufatın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasarette olduğunu anla!”

“Aziz, masum evlatlarım! Kur’an’ı öğrenmek için ders almaya çalışıyorsunuz. Sizin bildiğiniz yeni harfte noksanlar olduğu için mümkün oldukça yeni harften okunmamak lâzım gelir. Hem Kur’an’ı okumanın faydası, yalnız hâfız olmak ve dünyada onunla bir makam kazanmak, bir maaş almak değil belki her bir harfi, hiç olmazsa on hayrından tâ yüze, tâ binlere kadar cennet meyvelerini, âhiret faydalarını vermesini düşünüp ve ebedî hayatın rahatını ve saadetini temin etmek niyetiyle okumak lâzımdır. Evet, mekteplerde dünya maişeti ya rütbeleri için fenleri ders okumak, bu kısacık dünyevî hayatta derecesi, faydası bir ise ebedî hayatta Kur’an ve Kur’an’ın kudsî kelimelerini ve nurlu ve imanî manalarını öğrenmek, binler derece daha kıymetlidir. Onlar şişe hükmünde, bunlar elmas hükmündedir.”


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

‘Ben de Allah’a yakın olmak istiyorum!’

MESUT DEMIR

1nıma oturdu.Sanki benimle yarışıTelaşlı bir hali vardı. Şadırvanda ya-

yormuş gibi ne yapıyorsam taklit etmeye başladı. Suratına çarpan her su kütlesinden yanındakiler de nasibini alıyordu. Derken, bir çocuk kalbinin namaza iştirakine ilk olumsuz tepki burada geldi. Orta yaşlı bir amca “Çocuğum suyu neden israf ediyorsun? Bırak suyla oynamayı, kapat.” diye kızmaya başladı. Çocuğun yüzündeki tebessümü utanca dönüştüren bu adama cevap verme gereği duydum. “Siz” diye başlamıştım ki küçük çocuk sağ elini musluğa doğru uzattı ve yavaşça suyun akışını kesti. Ve ağzından şu ifadeler çıktı: “Ama amca, ben evde de babamın yanında böyle abdest alıyorum ve o bana kızmıyor. Aferin oğluma deyip başımı okşuyor.” Yüzümde beliren nedensiz bir gülümseme ile ona bakakaldım. Çocuğa çıkışan şahıs -beklemediği bir cevap olsa gerek- donup kaldı. Ve başında durduğu su boş yere akıp durdu. Artık sahne benimdir diyerek şu cümleyi muhatabına doğru salıverdim, bilmiş bir edayla: “Suyu neden israf ediyorsunuz bey amca? Yoksa oyuncak mı sandınız?” Yaşanmış bir olaydan yapılan bu kısa alıntı, haberimizin de konusu oluyor. Asr-ı Saadet’te çocuklar her zaman camiye gidebiliyordu. Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) camide safların tanzimi mevzuunda, erkeklerden sonra çocukları zikrediyor. Onlara da bu mevzuda öncelik veriyor. Bu şekilde çocukların, camide halkın namaz kılış şevkini, zevkini görüp duyması ve dinî yaşamaya alâkalarının artması isteniyor. Oysa günümüzde çocukları camiye götürmeyi cami adabına aykırı görüyoruz. Onlara yüz ekşitmek ve kaşlarımızı çatmakla caminin izzetini koruduğumuzu zannediyoruz. Çocuklara camileri sevdiremeyen bir toplum haline gelişimiz, onların isteksizliğinden değil, hataları kendimizde aramayışımızdan kaynaklanıyor. 11 yaşındaki Erkan’la yaptığımız cami ziyaretinde bu ruh halini hissetmemiz zor olmadı maalesef... En yakınımızdaki camiye doğru yola çıktığımızda çocuksu heyecanı yüzünden okunuyordu Erkan’ın. En güzel kıyafetlerini giymiş, cebine bir de takke iliştirmişti. “Namazda başımızda takke olması sünnetmiş.” diyerek açıklıyordu bize bu davranışını.

Camiye yaklaşırken aklında bir soru işareti vardı. “Büyükler neden çocukları camiden mahrum etmeye çalışıyor? Oysaki o çocuklar büyüdüğü zaman neden camiye gitmiyorlar diye kızıyorlar.” Beklemediğimizden olsa gerek, o küçük bedenden çıkan bu büyük cümlelere verebildiğimiz tek cevap “Haklısın” oldu… Ve nihayet camiye vardık. Abdest almak için şadırvana doğru yaklaştık. Paçalarını sıvayarak “Bismillah” dedi. Etrafta kendisi gibi birkaç çocuk daha vardı. Onlar da aynı heyecanla abdest almaya çalışıyordu. Tam o esnada “Kalkın o çeşmelerin başından. Abdest alacaklar var.” diye bir ses duyuldu. Derken bu cümlelerin sahibi şadırvana kadar geldi ve çocukları uzaklaştırmaya çalıştı. Neyse ki minikler oralı bile olmadı. Camiye doğru ilerlerken Erkan tam da 11 yaşındaki bir çocuk edasında tepkisini dile getiriyordu bize: “Önceden bize böyle kızdıklarında korkup kaçardık. Sonra cami onun babasının malı mı diyerek kaçmaktan vazgeçtik.” Haklıydı. Cami sadece Allah’a aitti ve orada ibadet 11 yaşındaki Erkan’ın da,

70 yaşındaki Hüseyin amcanın da hakkıydı. Camiye girdiğimizde Ezan-ı Muhammedi’nin okunmasına daha on dakika vardı. Erkan’ı takip ederek ön saflara kadar geldik. Neden bu kadar önlere geldiğini sorduğumuzda “Cemaatle ön saflarda namaz kılmak daha büyük sevapmış. Galiba Allah’a daha yakın oluyormuşsun arkadakilere göre.” dedi. Sonra yerden aldığı tesbihi parmaklarında hararetle çevirmeye başladı. “Bismillah, Elhamdülillah” diyordu. Şimdilik bunları öğrenmişti. Muhabbetimiz sırasında ezan okundu ve cemaat safları sıklaştırmaya başladı. Bu esnada arkadan saflardan 40’lı yaşlardaki biri Erkan’a seslendi: “Sen arkaya geç bakalım. Büyükler geçsin öne.” Hiç

itiraz etmeden arkaya geçti. İmamın “Allahu Ekber” tekbiriyle namaza durduk. Namaz sonrasında gözlerim Erkan’ın üzerindeydi. Gördüğümüz kadarıyla az önceki olayı hiç umursamamıştı. Yalnızca kendi kendine söyleniyordu: “Hep bizi önden alıp arkaya çekiyorlar. Çok arkadaşım böyle kızdıkları için artık gelmiyor. Cami onların değil ya. Biz de namaz kılıyoruz işte.” Cami cemaati dağıldığında bir kez daha fark ediyorduk. Çıkanlar neredeyse hep yaşını başını almış insanlardı. Çocukların sayısı ise bir elin parmakları kadardı. Gelenler de sessiz kalmaları için ya azar işitiyor ya da ön saflardan arka sıralara doğru itiliyordu. Ben bu düşüncelerle ayakkabılarımı giyerken Erkan boyundan büyük şu cümlelerle merdivenlerden aşağı yürüyordu: “Kendisi Allah’a yakın olacak diye beni arkaya gönderdi. Hep böyle oluyor. Onlar Allah’a yakın oluyor ben arkada kalıyorum. İnşallah Allah beni de görüyordur.” Bu koca yürekli ama küçük bedenli cami aşığına yalnızca: “Emin ol görüyordur. Hem de en çok seni görüyordur.” diyebildik ve Erkan’ı evine bırakmak için yeniden yola koyulduk…

KOPENHAG

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

GÖTEBORG

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

OSLO

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

01 02 03 04 05 06 07

03 07 04 25 13 20 17 49 22 04 03 08 04 26 13 21 17 49 22 03 03 08 04 27 13 21 17 49 22 03 03 09 04 28 13 21 17 48 22 02 03 10 04 29 13 21 17 48 22 02 03 11 04 30 13 21 17 48 22 01 03 11 04 31 13 22 17 48 22 00

01 02 03 04 05 06 07

02 56 04 11 13 23 17 55 02 57 04 12 13 23 17 55 02 58 04 13 13 23 17 55 02 59 04 14 13 23 17 55 03 00 04 15 13 24 17 55 03 00 04 16 13 24 17 55 03 01 04 17 13 24 17 55

01 02 03 04 05 06 07

02 52 02 53 02 54 02 55 02 56 02 57 02 58

23 12 23 11 23 11 23 11 23 10 23 10 23 09

ODENSEE

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

STOCKHOLM

İmsak Gün. Öğl.

01 02 03 04 05 06 07

03 17 04 36 13 29 17 57 03 18 04 37 13 29 17 57 03 18 04 38 13 30 17 57 03 19 04 39 13 30 17 57 03 20 04 39 13 30 17 57 03 21 04 41 13 30 17 56 03 22 04 42 13 30 17 56

01 02 03 04 05 06 07

02 21 03 32 02 22 03 33 02 23 03 34 02 24 03 35 02 25 03 36 02 26 03 37 02 27 03 39

22 10 23 19 22 10 23 19 22 09 23 19 22 09 23 18 22 08 23 18 22 08 23 17 22 07 23 17

22 22 23 27 22 22 23 27 22 21 23 26 22 20 23 26 22 20 23 25 22 19 23 25 22 18 23 24

İkindi Akşam Yatsı

12 59 17 35 12 59 17 35 12 59 17 35 12 59 17 35 12 59 17 35 13 00 17 34 13 00 17 34

22 13 23 14 22 13 23 13 22 12 23 13 22 11 23 12 22 10 23 12 22 09 23 11 22 08 23 10

03 55 13 28 18 05 22 48 23 41 03 56 13 28 18 05 22 48 23 41 03 57 13 28 18 05 22 47 23 40 03 58 13 28 18 05 22 46 23 40 03 59 13 28 18 05 22 45 23 39 04 01 13 29 18 05 22 44 23 38 04 02 13 29 18 05 22 43 23 38

HELSİNKİ

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

01 02 03 04 05 06 07

02 51 03 55 13 31 18 09 22 55 23 49 02 52 03 56 13 31 18 09 22 54 23 48 02 53 03 57 13 31 18 09 22 53 23 48 02 53 03 58 13 32 18 09 22 52 23 47 02 54 04 00 13 32 18 09 22 51 23 47 02 55 04 01 13 32 18 09 22 50 23 46 02 57 04 03 13 32 18 09 22 49 23 45

AARHUS

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

DRAMMEN

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

TAMPERE

İmsak Gün. Öğl. İkindi Akşam Yatsı

01 02 03 04 05 06 07

03 19 04 31 13 30 17 59 03 20 04 32 13 30 17 59 03 21 04 33 13 30 17 59 03 21 04 34 13 31 17 59 03 22 04 35 13 31 17 59 03 23 04 36 13 31 17 59 03 24 04 37 13 31 17 59

01 02 03 04 05 06 07

02 51 03 59 13 30 18 07 02 52 04 00 13 30 18 07 02 53 04 01 13 30 18 07 02 54 04 02 13 30 18 07 02 55 04 03 13 31 18 07 02 56 04 05 13 31 18 07 02 57 04 06 13 31 18 07

01 02 03 04 05 06 07

02 43 02 44 02 45 02 46 02 47 02 48 02 49

22 17 22 16 22 16 22 15 22 15 22 14 22 13

23 19 23 18 23 18 23 18 23 17 23 17 23 16

22 49 22 48 22 48 22 47 22 46 22 45 22 44

23 47 23 46 23 46 23 45 23 44 23 44 23 43

03 43 13 36 18 17 03 44 13 36 18 17 03 46 13 36 18 17 03 47 13 36 18 17 03 49 13 36 18 17 03 50 13 37 18 17 03 52 13 37 18 16

23 16 00 06 23 15 00 06 23 14 00 05 23 13 00 04 23 12 00 04 23 11 00 03 23 10 00 02


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

patavat

Efkan Ala, milletvekili yeminini iki kerede ancak okudu.

Dünyanın en büyük adliye sarayı olan Kartal Adliyesi’ni su bastı.

MAHALLEDEKİ BAKKALDA PARANIZIN ARASINDAN UZUN BİM FİŞİ ÇIKMASI: Hemen çizgi filmlerdeki utanmalı sırıtma efektini uygulayacaan. HİPHOPÇU: ‘Hiphop’ tamam hani bi yere kadar da, sonundaki “çu” olmuyor işte … İnsan bu “çu”dan önce çörek gibi bir kelime umuyor.

MECLİS’TE YEMİN TÖRENİ: – Hocam ant içmek oruca zarar verir mi? + Kimisininkine verir, kimisininkine vermez yiğenim.

Türkiye ve İsrail arasında Roma’da gizlice görüşme yapıldığı ortaya çıktı. Henüz yalanlama yok.

TELEYZON: Anadolu’da plazmanın, projektörün, televizyonun, LCD’nin, bilgisayar ekranının ortak adı… Teleyzon! Örnek: Teleyzonu aç! A ARHADAYANAMIYOSAN alTUı TM nuşuruz DAŞ: Fetvalı fetv gökore… “Sınaki bi’ de kafamızaela dutma.” vın varsa mes

FEYSTE KENDİ PAYLAŞTIĞIN ŞEYİ BEĞENMEK: Misafirliğe giderken götürdüğün baklavayı da ev sahibine överek, önündeki fiskos masasına gelmesini sağlıyon zaar? NABER LAN: Hal hatır mı soruyoon, hatırımıza mı değeyon belli deel. GÖRÜNMEZ ADAMI VURDUM DOSTUM: Gerçekten de bi kovboy filminde yanlışlıkla vuruluyordu görünmez adam, güleee güleee öldüydük...

KOVBOY FİLMİ: Filmin kahramanı Kızılderili de olsa, film ‘gooboy filmi’dir… Western mestern hak getire zaten… CÜNEYT ARKINLI FİLM: Al işte buyur… BİZDE SİNEMA NİYE GELİ DAYI?: …Hmmm “Bizde ŞMİYOR nema niye gelişmiyor”… Bilesitle bahalı yiğenim, ondan. r DURAN URUÇ

Saray’daki Diyanet iftarının çok ucuza mal olduğu açıklaması geldi.

Antalyaspor, Samuel Eto’o için dışişlerinin uçağını kullandı. Zira Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Antalyalı.


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

İP Y A AC TLAR L E L A NO GÖK

DEN

İZ

• Uzun yol otobüs yolculuklarında eskiden kola ve kek ikramı önemli bir şeydi. O kola verildiğinde mutlaka içilmeliydi. Hiç unutmam geceleyin uyuyan bir teyzeyi uyandırdı muavin. ‘Kalk teyze!’ dedi. ‘Ne var oğlum?’ dedi kadın şaşkın şaşkın. Muavin ‘Kolanı iç, öyle yat.” dedi yaa… • Ergenken çok utangaçtım. Kedilerin önünden geçerken bile yüzüm kızarırdı... Abarttım galiba. • ‘24 saat sıcak su’yun hâlâ pazarlamasını yapıyor oteller. Ya haftada bir duş alan bir milletiz zaten. O da pazar günleri akşam toplu banyo. Biz böyle alışmışız... • ‘Survivor Türkçesi’nden örnekler: “Beraberleşemedik biz”, “Çok hümenis birisi’”... • Bi gün kahvede arkadaşlarla Survivor izliyoruz. (Düşünün kahvelerde neler izleniyor artık.) Ordan birisi: ‘Ula memlekette o kadar aç var, şunların derdine bak!’ dedi... Belli ki konuyu bilmiyor... • Kahvehanede ‘Rosalinda’ diye bi dizi vardı onu izlerdik pür dikkat. Ama herkes izlerdi, o yaşlı amcalar bile izlerdi. Amcaları görseniz kahvede doğmuş, orda yatıp kalkıyor zannedersiniz. Onlar bile ekrana kilitlenirdi. Okey oynamak yasaktı, ses yapıyor diye... • Memlekette o kadar çok ‘zengin koca arayan kız’ var ki, biz iyi evlenmişiz bu fakirlikle... • Memnuniyetsiz müşteri, bankanın WC’sini kullanır. Çıkarken, “Bi alaturka helanız bile yok, nası pankasınız!” der... Dedi hatta... • Hayvanlar kendi aralarında bize ne diyorlardır acaba, hiç düşündünüz mü? Mesela belki ayılar kendi aralarında bize ‘ayı’ diyolardır, bilemeyiz… • ‘Metrobüste yer savaşları’ filmi yapılası bir konu. İleride mafyası bile çıkar. ‘Kışın 10 lira yazın 20 liraya yer satılır’ gibi misal... Al sana bir sektör daha.. • Yeni otobüslerde ‘geniş’ yolculara veya yaşlılara özel 1,5 kişilik koltuklar koymuşlar. İki-üç tane var her otobüste. Birinde o 1,5 porsiyon koltuklara iki iri adam nasıl oturdu ona şahit oldum… Ve insanoğlunun isterse neler yapabileceğini bir kez daha anladım. • Adam 350 dolar almış, ‘Dolar ne zaman yükselecek?’ diye her gün gelip soruyor, dua ediyor dolar artsın diye… ‘Abicim dolarını üçbuçuktan alayım, bi daha da sorma’ dedim. ‘350 dolar için memleketi krize sürükleme…’ • Bu Ramazan “Nihat Hatipoğlu ile Bodrum Geceleri Sahur Programı” yine dopdolu geçeceğe benziyor. Bence tüm reytingleri toplar... (Karıştırdım galiba... Hayırlı Ramazanlar...)


Elhamdülillah bir Ramazan’a daha kavuştuk… HEKİMOĞLU İSMAİL

1ihtiyaca göre haftalık, aylık, yıllık baFabrikaların, arabaların, makinelerin

kım zamanları vardır. Böylece arıza varsa giderilir, eskiyen parçalar değiştirilir, cihazların daha verimli çalışması sağlanır. Aynı şekilde Ramazan ayı da müminlerin yıllık bakımıdır. Ramazan ayında oruç tutan, namaz kılmaya, zekât vermeye, Kur’an-ı Kerim okumaya daha çok zaman ayıran şahıs imanda ve ibadette kendini yeniliyor, ahlakında bozulmalar varsa tamir ediyor. Yani hayatı veren, onun bakımını da yaptırıyor. Organlarımızı yaratan, yaşatan Allah, oruç tutmamızı emrediyor. Elbette ki bu emirde maddi faydalar da çok. Hayatım boyunca namazın, orucun maddi faydalarına bakmadım, Allah emrettiği için yaptım. Çünkü Ramazan ayında oruç tutan Müslüman, bulunduğu yeri şuurlu olarak seçtiğini de ifade etmiş olur: “Ben Müslüman’ım ve Allah emrettiği için oruç tutuyorum.” demiş olur. Bakınız, işte yerini tayin etti. Oruç, bir şeyden uzak durmak, insanın kendini tutması, engellemesi manasına gelir. Oruç tutmayan, haramlardan kendini uzaklaştıramayan İslamiyet’ten uzaklaşıyor demektir. Böylece İslamiyet’ten uzaklaşan insan Allah’ın rahmetinden de uzaklaşır. Mesela yağmur her yere yağar, toprak neşvü nema olur, otlar büyür, hayvanlar beslenir, çiçekler açar, gülistan olur, fakat taşlar bakar durur. Yıllar evvel bir lokantada iftara katıldım, içeride belki altmış kişi vardı. Herkes aç, herkesin parası var ama ye emri gelmediği için yemiyoruz. Vakit yaklaşınca çorbalar dağıtıldı, kaşıkları elimize aldık bekliyoruz, yeme emrine itaat ediyoruz. Diğer yandan, akşama kadar iyice acıkıyoruz. İftar saati önümüze kuru ekmek de gelse pirzola, köfte gibi lezzetli oluyor. Diğer vakitler yemek seçen midemiz, Ramazan’da mütevazileşiyor

ve ne bulursa, ‘Bismillah’, deyip şükrediyor. Böylece büyük küçük her nimetin önemini Ramazan’da daha iyi anlıyoruz. Kumandan savaşmayı emredince, ölme-

mizi de emretmiş oluyor. Ama biz ona bile “baş üstüne kumandanım.” diyoruz, itaat ediyoruz. Kumandana itaat edip Allah’a itaat etmemek olur mu? Aynı şekilde orucu tutarken, İslam sarayında Allah’a muhatap oluyoruz. O emir vermiş biz de “şartlar zor” demiyoruz, itaat ediyoruz. Her memur amirine itaat eder. Amir de onu sever, ücretini arttırır, Müslüman da Allah’a itaat ederse onun sevabı artar, Allah’ın rızasını kazanır, ebedi saadete nail olur. Özel hayatımızda ruhla bedenin mücadelesi hep devam eder. Beden canının istediği gibi yaşamak ister, “Ben içki içe-

ceğim.”der. Ruh hemen devreye girer ve der ki: “Hayır, ayran iç.” Bu mücadeleyi bilmeyen, hissetmeyen şeytana uyup perişan olur, kötü alışkanlıklarına esir olur. Yani şeytan, nefsimiz ile iş birliği yaparak bizi saptırır. Eğer biz nefsimize, kendimize sahip çıkabilirsek, şeytan bize bir şey yapamaz. Mademki Ramazan’ da otuz gün sigara içmemişsin, artık içme. İşte böylece oruç nefsi esir alır, ıslah eder, onu kötülüklerden geri çekip iyiliklere sevk eder. Yani ruhu bedene galip eder. Kadir Gecesi Ramazan ayının içine saklanmıştır, ta ki Müslümanlar her geceyi

Kadir bilsinler. Bu rahmet ayının her gecesini Kadir Gecesi bereketinde geçirsinler. Zekât, sadaka, fitre bu ayda dağıtılırsa daha sevaplı olur. Hem de zekât veren, verdiği zekâtın kıymetini anlar. Çünkü başka zaman olsa belki diyecek ki “Ben bu parayı kendi aklımla, gücümle kazandım, neden vereyim?” Ama Ramazan’da adamın gücü azalır, açlığın, fakirliğin ne olduğunun idrakine varır, o zaman anlar ki, sağlığı veren, rızkı veren Allah’tır. Yoksa herkesin aklı var, neden onlar zengin olamadı da sen zengin oldun? Sen bir fırsatı yakaladın, peki o fırsatı sana veren kim? Bediüzzaman Hazretleri, “Ramazan-ı Şerif’te mü’minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalp ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen onlar masumâne gülüyorlar.” buyurmuş. Mesela avam, orucu midesine tutturur. Derece yükseldikçe, midesine oruç tutturanlar, gözlerine, sözlerine, kulaklarına da tutturur. Hatta hayallerine, düşüncelerine... O zaman, sinirlendik mi, ağzımızı kapatalım, içimizden kendimize devamlı, “Ben oruçluyum, ben oruçluyum…” diyelim. O zaman, “Niyet ettim Allah rızası için oruç tutmaya” derken, ilmihal okumaya, camilerde namaz kılmaya, derslere gitmeye de niyet edeceğiz. Mademki mümin’in niyeti amelinden hayırlı; “Allah’ ım sen Rahman ve Rahimsin, niyet ettim rızana layık bir kul olmaya.” diyeceğiz.

Ramazan, Kur’an ayıdır, gufran ayıdır… Allah bizi insan yaratmış. İnsanlar içinde Müslüman olmak şerefine nail olmuşuz. Müslümanlar içinde şuurlanmışız, namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz. Bunlar şeref üstüne şeref, makam üstüne makamdır. Elhamdülillah bir Ramazan’a daha kavuştuk, ne büyük bir bahtiyarlıktır!

‘Geç tanıştığı bir dostu kolayca gözden çıkarabilir mi insan?’ Dinî hassasiyetlerin olmadığı bir ailede yetişmiş Eren Korkmaz. Haliyle namaz, oruç ve diğer ibadetlerle ilgili bilgisi yetersizmiş. İlk oruç deneyimini anneannesiyle birlikte on yaşlarındayken yaşamış. Ama ailesinin ısrarıyla öğleye kadar sürmüş bu serüven. O gün çok ağlamış orucu bozulduğu için. Bir daha da teşebbüs etmemiş böyle bir şeye. Ta ki okul arkadaşları vesilesiyle tekrar oruca niyetlenene kadar… Okulda bir sohbet esnasında arkadaşları sahura kaçta kalktığını sorar. “Bu soru üzerine çakılıp kaldım.” diyor Eren Bey. Zira o güne kadar hiç sahura kalkmadığını söylüyor. “Kelimeler boğazıma dizilmiş cevap verememiştim.” İşte bu haldeyken arkadaşlarından biri “Herkes gibi davulcular gelince kalkıyordur.” diyerek kurtarmış onu. Muhabbetin sonunda bu zamana kadar hiç oruç tutmadığını itiraf etmiş Eren Bey. O gün oruca dair bütün her şeyi öğrenir. Tamamını tutmak için de

niyetlenir. “Ramazan ayının gelmesiyle birlikte içim çocuklar gibi şendi.” diye ifade ediyor hislerini. Ailesinin oruç tutmuyor oluşu ciddi anlamda zorlamış onu. Kendisinin de tutmasını istememişler. Bu yüzden sahura kalmak, iftar yapmak en zor meseleymiş. Sahura kalktığı ve ilk günkü oruç heyecanını aynı zamanda yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor. “Gece 02.30’da uyandım. İçimde daha önce olmayan bir huzurla mutfağa koştum. Aklımca kendime bir şeyler hazırlayıp Ramazan’a ben de hoş geldin diyecektim. Ta ki babamı karşımda görene kadar... Soruları karşısında cevapsız kalınca sahura kalktığımı anladı. Ve bana kızarak odama gönderdi. O an orucu tutmaya karar verdim. Tek üzüntüm orucu sahursuz geçirecek olmamdı. Sabah erken-

den okula gittim. Oruçlu ilk günüm çok güzeldi. Yalnızca ailemin yemek yerken benim ezanı bekliyor olacağım düşüncesi saatler ilerledikçe tedirginliğimin artmasına sebep oluyordu. Bu düşüncelerle eve gittim. Sofra hazırlandı. Ben hariç herkes masaya oturdu. Seslendiler, uyuyor gibi yaptım. Annem geldi ve uyuduğumu görünce uyandırmak istemedi. Beş dakika sonra babam geldi. Ve tuttuğu gibi kolumdan beni masaya oturttu. Bütün kızmalarına ve attığı tokada rağmen yemek yemedim. Bekledim ezan okunana kadar. İnsanların suyla açtığı ilk Ramazan orucunu ben gözyaşlarıyla açmıştım. “Üzgün müsün?” diye sorarsanız, asla. O ilk oruç ve gözyaşım benim gençliğimin en büyük değeri.” Sonraki günlerde de zorluklar devam etmiş. Babasının ve

annesinin gözünde Ramazan’ın anlam ifade etmemesi bir nebze üzse de kendisi çok mutluymuş. Çünkü oruç onun için sadece açlığa dayanmak değil, kalbiyle vicdanıyla, diliyle barışmak ve Rabb’iyle buluşmakmış. “Dile kolay anneannemle tanıştığım oruç ile artık hemhal olabilmiş, kapıma kadar gelen bu misafiri ailem gibi kovmamış elime, dilime, gönlüme ve kulağımda, en önemlisi nefsimde, vicdanımda ve kalbimde ağırlamıştım.” diyor. Ramazan’ın sonlarına doğru ailesi özellikle de babası kabullenmiş durumu, kendi haline bırakmışlar Eren Bey’i. Yaşadığı zorlukların onu asla oruç tutmaktan alıkoymadığından bahsediyor ve oruca dair hislerini şu şöyle ifade ediyor: “Geç tanıştığı bir dostu kolayca gözden çıkarabilir mi insan? Hayır, çıkaramaz. İşte ben de önce kapımı sonra kalbimi çalarak dinimi, imanımı ve vicdanımı bedenime hapsetmeyen bu dostu asla bırakmayı düşünmedim.”


Abdullah Aymaz

Kâinat kitabından bir başka sayfa

Sahur ve iftarlarla sofraların şenlendiği, şahsi ibadetlerle Rabb’imizden af ve mağfiret dilendiğimiz, evlerden misafirlerin eksik olmadığı Ramazanları özleriz birçoğumuz. Şöyle bir, “ah!” çeker “Nerede o eski Ramazanlar!” diye iç geçiririz. Akrabaların bir araya geldiği, çocukların mutluluktan uçtuğu, büyüklerin de en az çocuklar kadar şen olduğu zaman dilimleridir nitekim. En çok da ailecek yapılan sahur ve iftarlardır bu vakitleri özel kılan ve aklımızdan çıkarmayan. Ramazan ayını gönüllerince yaşamış insanlar için bahis mevzuu olan bahsettiğimiz güzellikleri hayatı boyunca tatma fırsatı bulamamış insanlar da var. Kalabalıkla, paylaşımla taçlanan bu güzel günleri hem ruhen hem de bedenen yalnız geçirenlerin hikâyesine kulak vereceğiz bu hafta. Onlar hem kendi imkânlarıyla kutlu zaman dilimlerini idrak etmeye hem de bazı zorluklara yalnız başlarına göğüs germeye çalışıyor. Akşam yemeklerinde oruçlu olduğunu belli etmemek için uyuyor numarası yapmış kimi. Kimisi de arkadaş toplantılarına gitmemiş, orucuma bir söz gelmesin diye… Sahurda ise ya yalnız yemek düşmüş paylarına ya da alacakları tepkilerden korktuklarından bir bardak suyla niyet etmişler oruç tutmaya. Ancak ne kadar zorlansalar da hiçbir zaman pişmanlık duymamışlar verdikleri mücadeleden. Gençler, güzelliklerle dolu Ramazan atmosferini kendi çabalarıyla ve koşullarla savaşarak hissetmeye çalışıyor.

Cenab-ı Hak, inkâr ve ahlaksızlığın sardığı bir toplumu yok edip yerine yepyeni bir dünya düzeni kurdururcasına, Nuh Aleyhisselam zamanındaki tufan ile ilahî mesajlarla oluşacak yepyeni bir toplumu meydana getirdiği gibi, âhir zamanda, inkâr ve isyanın cihanı sardığı bir dönemi ıslah edip ter ü taze Kur'anî güzelliklerle gönülleri bezemeyi murat buyurunca, tedrîcilik ve hikmet kanunları ile bir icraatta bulundu… Bu rahîmâne ve hakîmâne tasarrufu anlatmadan önce, O'nun (cc) kâinat kitabından bir âyeti ve bir icraat-ı İlahiyesini sizlere ilim diliyle takdim etmek istiyorum: Bildiğimiz gibi göz retinasındaki konik hücreler üç ana rengi (kırmızıyeşil-mavi) (RGB) algılama özelliği ile yaratılmışlardır. Diğer bütün renkleri ve tonlarını görebilmek için bu ana renkleri algılamak yeterlidir. Retinadaki hücrelerden yüzde 64'ü kırmızı, yüzde 32'si yeşil, yüzde 3'ü de mavi renge hassastır. Bu yüzden dikkat çeken ikazlar, trafik lambaları gibi, kırmızıdır. Kuşların göz retinalarındaki hücreler de daha çok kırmızı ve siyah gibi koyu renklere daha duyarlıdır. Ama asıl ilginç olanı ise olgunlaşan meyvelerin bu renkleri almalarıdır. Olgunlaştıkça daha çok kuşların dikkatini çeken meyve kuş tarafından yenildikten sonra içindeki tohumlar etrafa Üstad Hazretleri, Mektubat taşınmış olur ve nev'ini daha fazla kitabında İlahî inayetleri anlatırken yayma imkânını elde eder. Daha da ilginç olan ise meyvelerin hepsinin şâhit olduğu bir “vâkıa-i sâdıka” anda olmamasıdır. Bir dalda bile bir “rüya-yı sâdıka” var: Ağrı Dağı aynı kuşların yutabileceği meyveler teker infilak ediyor. Dağlar gibi parçalarını teker olgunlaşır ve kuşlar bir defada dünyanın her tarafına dağıtıyor. yiyip bitirmek yerine daha sık aynı ağaca uğrarlar ve ağacın tohumları O sırada mühim bir zat (Hz. Ali daha geniş bir alana yayılır. Efendimiz) kendisine, “Kur'an'ın Herhalde bu marketing=pazarlama mucizeliğini beyan et!” diye stratejisini en iyi işletmeciler bile akıl emrediyor. edemezdi… Üstad Hazretleri, Mektubat kitabında İlahî inayetleri anlatırken şâhit olduğu bir “vâkıa-i sâdıka” bir “rüya-yı sâdıka” var: Ağrı Dağı infilak ediyor. Dağlar gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıtıyor. O sırada mühim bir zat (Hz. Ali Efendimiz) kendisine, “Kur'an'ın mucizeliğini beyan et!” diye emrediyor. Bu rüyadan daha 1900'ün başında “Kur'an'ın etrafındaki surların yıkılacağını ve Kur'an'ın mucizelik yönlerinin, çelikten bir zırh olacağını, Kur'an'ın kendi kendini müdafaa edeceğini anlıyor… Bu, dünya çapında bir gerçeğe işaret… Merkezi Anadolu olan bir makamdan, yani Anadolu'nun bağrından, dağlar gibi parçalarımız bütün cihana yayılacak. Ama nasıl? Ve ne zaman? Burası dünya… Yani âhiret değil. Yani dârü'l-kudret değil; dârü'l-hikmet… Cennette ağaçtan meyve koparılacak, hemen bir meyve yerine gelecek. Mevsim bekleme yok. Ama dünyada öyle değil… Yavaş, yavaş… Mevsimi gelince… Risaleler 1909'larda yazılmaya başlandı… Hemen dünyanın dikkatini çekti mi? Dikkatleri çekecek olgunluğa ulaşması için seneler gerekti...

Hasta olanlar oruç tutmasa olur mu? Orucun daha sonra tutulması veya oruç yerine fidye verilmesi için bazı özürler vardır. İşte bunlardan biri de hastalıktır. Eğer kişi hastalığının artmasından veya iyileşmenin gecikmesinden korkuyorsa, orucunu tutmayarak, iyileştiğinde tutamadığı günler sayısınca oruçlarını kaza edebilir. Fakat burada hastalığın şiddeti veya orucun bu hastalığa yapacağı tesir, kişinin kendisinin bileceği bir husus olmakla beraber, daha ziyade işinin ehli ve dindar bir doktorun vereceği karar önemlidir. Eğer

kişi, hiç iyileşme ümidi kalmayan bir hastalığa yakalandıysa veya oruca güç yetiremeyecek ölçüde yaşlandıysa, bu kimselerin, tutamadığı günler adedince fidye vermeleri gerekir. Bunun için bu gibi durumlarda güvenilir ve dini hassasiyetleri olan bir doktorla görüşülüp, onun tekliflerine göre hareket etmek daha doğru olacaktır. Çünkü hastalığa dair birtakım vehimlerden dolayı orucu kazaya bırakmak doğru olmadığı gibi, sağlığını tehlikeye atma pahasına oruç tutmak da doğru değildir.


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

40

BULMACA BU Hazrlayan: Ali Topdağ a.topdag@zaman.com.tr

L

L

M

Ü

N

Yolcu

S

A

T

E

E

L

M

D

Ü

L

İ

R

E

K

K

İ

L

D

A

D

B

A

E

R L

D

E

R E

U

M I B

N

E S

Kutulardaki her say bir harfin karşlğdr. Verilen ipuçlarn kullanarak diğer kutular doldurun ve hayatmza yön verecek prlanta tavsiyeyi tamamlayn.

İ

Ş

PARAGRAF TAMAMLAMA A

7

11

16

3

11

1

17

1

11

18

11

16

2

6

8

2

18

9

4

9

16

2

6

8

2

10

1

2

13

9

16

7

11

4

3

12

4

12

3

2

18

8

9

4

2

18

15

12

4

16

2

1

2

18

3

2

18

8

9

4

2

7

1

6

1

4

7

1

4

3

12

4

12

7

2

14

3

2

6

2

14

2

18

15

12

4

16

2

1

2

18

7

2

14

3

2

6

2

14

2

7

11

6

11

4

7

11

4

3

12

4

12

11

18

15

11

4

2

5

12

8

12

18

15

12

4

16

2

1

2

18

11

18

15

11

4

2

5

12

8

12

7

11

6

11

4

28 27 26 25 24 C 23 Ç 22 O 21 F 20 G 19 Ş 17 V 16 N

18 S

13 R 12 K 11 A 10 Ü 9 Z 8 I 7 Y 6 B 5 H 4 M 3 E

Z I Y I L A M A

29

15 L 14 T

A Y A I Z I M I R V A T I

A

K K

K A

Ü Y

R A

Ü B

L H

N A

A N

L O

Ü G

K A

K Ü

C

I Ç E D N İ L A H R O K R

I

A Z

Y I

I M

L A

I Ş

M Ç

R A

A K

K N

N A

I R

D N

A

İ B E S L İ R E V A R İ L

B A Y

A A

A R İ

H Z

2 İ

29

1 D

28

L

27

R

26

Ş

25

R

24

Ç

23

A

22

Ü

21

K

20

İ

19

B

18 N

Y

17 Ü

O

16 Z

15 H

Z

14

Z

13

N

12

İ

11

L

R

10

R

E

9

İ

İ

8

B

F

A

7 B

Ş

H

6

İ

A L

5

E

4

L

3

D

2

5

M

M

PARAGRAF TAMAMLAMA

A

1 M

Y

A

U

H

S

A

U

H

A

Allah'a hamdolsun

R

R

İ

A

F

İ

İ

Rivayet edilen

K

M

İ

N

Z

İ

L

L

E

E

D

N

Ü

Ö

Ü

D

M

Z

L

Ü

L

Y

K

Kur'an'daki sure says

U

H

İ

V

K

R

L

E

A

A

T

İ

E

Y

A

H

D

Kötülükten alkoyma

İ

R

F

N

H

O

L

S

M

T

İ

E

N

A

E

N

L

M

D

E

İzin, ruhsat

M

M

Haram, yasaklanmş

S

L

A

S

T

A

Allah'a içten anma

T

E

M

K

Efendimiz'in doğum gecesi

Ü

E

T

D

9 Hadis kitab

N

Ü

T

Allah'tan gelen ilim

U

İ

C

B

E

İ

M

S

Deli, divane, cezbeli

A

A

N

H

E

M

C

V

S

E

E

Namazn şartlarndan

İ

H

R

A

Belirlenmiş zamann sonu

A

U

M

ZİNCİR BULMACA

T

U

T

Z

L

M

Efendimiz'in sakal- şerifi

U

Y

L

Bütün mülkün sahibi

T

E

A

İ

Fayda, yarar

S

L

R

İ

İ

A

Z

K

A

K

H

Z

İ

A

M

B

T

Hakszlğa uğrayan

E

M

A

A

M

Z

K

D

İmann şartlaendan biri

N

Ş

A

R

K

E

D

R

M

E

L

A

I

I

İslam'n şartlarndan biri

H

N

T

İ

A

K

K

Kabirdeki sorgu melekleri

B

İ

E

L

C

İ

K

N

Kur'an'n inmeye başladğ gece

İ

Atasözü

B

Kuyuya atlan peygamber

E

I

S

S

İ

İ

5 Vakit namazn farz klndğ gece

A

K

A

A

A

R

D

A

Nezaket kurallar

M

K

E

Zekat miktar

N

I

K

R

A

G

T

E

İ

B

C

A

E

H

G

İlk hicret diyar

R

A

İ

İ

D

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ

T

Kutular doldurulmuş bulmaca aşağdaki gibidir. Sizden istediğimiz soru kutusundan çkp sadece yatay ve düşey ilerleyerek bütün kutular kullanp çözümü işaretlemek. Her harfi sadece bir kere kullanabilirsiniz.

R

ZİNCİR BULMACA

Allah faize haram demiş. Bir liraya bin lira verilse, biz ondan kaçmalyz. Yarn karşmza bir kor halinde çkacak olan büyük küçük günahlara karş tavrmz ayarlamalyz.


ÛŌƭěǓŌƭ bulmaca

ǎ0

69

ǎ1

18

38

68

65

36

14

15

16

20

19

39

59

28

8

9

10

5 6

ǎ

22 24 25

23

58

60

61

32 31

33

34

13

12

11

21

35

43

42

41

40

64

30 HAZİRAN 2015 SALI

4

1

5

2

Ȃĸěįě ŹěƖŭż żƈż ǁŎdžżƓ įżǁįżǁżƖżƖ ǓŌƭěǓŌƭ ěǰƖŌdžŌƸ

66

ƞƈǓěƊěǁŌ įżǁƊŎljǓżǁ

26

29

30

3

4

63 56

1

62

54

2

55

53

6

3

44

52

51

46

48

Ƨ ŃŎƖ įěljƊěǰěǁěƈ ǓǡƓ ƖƞƈǓěƊěǁŌ džŌǁěǰƊě įżǁƊŎljǓżǁżƖƲ

45

49 4ǎ

50

08-09 Bulmacalar

Simetri Boyama

2

30 HAZİRAN 2015 SALI

Tetromino

ƧƲ )ŎǶƓżěƊŎƓ ûěƊżŃŎ ÏǝƊǓěƖ +ěƓżż ǛƲ <ŎšǓŎǁŃěǁ +ěƓżż ǘƲ żŹǁżƓěŹ ÏǝƊǓěƖ +ěƓżż ūƲ _ěǓżŹ +ěƓżż ŨƲ lědžŎƈż +ěƓżż

ûŎǁżƊŎƖ ǎ ǓěƖŎ ǓŎǓǁƞƓżƖƞƖǝƖ ŹŎǁ įżǁżƖż ǓěƓ ƞƊěǁěƈ įżǁ ƈŎǶ ƈǝƊƊěƖěǁěƈŀ ǩŎǁżƊŎƖ ljŎƈƊż ƞƊǝljǓǝǁěƊŌƓƲ lŎǁ ǓŎǓǁƞƓżƖƞ ū įżǁżƓ ƈěǁŎƖżƖ įżǁƊŎljǓżǁżƊƓŎdžżǰƊŎ ƞƊǝljǝǁƲ )ěƈěƊŌƓ ǩŎǁżƊŎƖ ljŎƈƊż įǝ ǓŎǓǁƞƓżƖƞƊěǁŌ ƈǝƊƊěƖěǁěƈ ƞƊǝljǓǝǁěįżƊŎĸŎƈ ƓżdžżƖżǶƸ

ÏżǶŎ įżǁ ƖŎdžƖŎƖżƖŀ ljŎƈƊżƖ ǰěǁŌdžŌ ǩŎǁżƊƓżljǍ ěǰƖŌŀ ǰǡǶǡƖǡǶǡƖ żƈż ǰěǁŌdžŌƖŃěƖ įżǁż ŭżįżƲ <żŮŎǁ ǰěǁŌdžŌƖŌ Ńě įǝ ǰěǁŌ ŭżįż įƞǰěǰŌƖƲ )żǓǓż ƓżƲƲƸ ÇŎdžżƓŃŎ ƖŎ ŭƢǁǡǰƞǁdžǝƖǝǶƸ

Yeni Bahar Çocuk

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

ÇÖZMECE


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Yeni Bahar Çocuk

2

Ahmet Şahin

Sigara dumanı, suda serinleme, yemeğin tuzuna bakma orucu bozar mı? Ramazan'da tiryakinin sigara dumanı yutması orucu bozar mı sorusuna iki şekilde bakmak gerekiyor: Sigara dumanı ya kasti olarak yutulur, yahut da istemeyerek. İstemeyerek yutulursa orucu bozma söz konusu olmaz. Ama isteyerek ve kasten sigara dumanını kendine doğru çekip yutan kimsenin orucu bozulur. Bu sebeple tiryakilerin böyle dumanlı yerlerden uzak durmalarında mecburiyet derecesinde isabet vardır. -Oruçlunun sıcaklarda su ile serinleme çarelerine gelince: Siyerdeki kayıtlarda görüyoruz ki, Resûl-i Ekrem (sas) Efendimiz bir oruç gününde sıcakların şiddetlenmesinden dolayı başına su döktürmüş, maruz kaldığı şiddetli sıcağın tesirini azaltmayı mahzurlu görmemiştir. Hazreti Ömer Efendimiz'in oğlu Abdullah da başına ıslak mendil sarmış, yakıcı sıcakların meydana getirdiği şiddetli hararetin etkisini azaltmaya çalışmıştır. Bunlar da gösteriyor ki, sıcakların şiddetlendiği anlarda başa su dökmek yahut ıslak mendil sarmak ya da başı akan musluğun altına tutup serinlemek caizdir, hatta mekruh da değildir. Nitekim güneş altında ağır işlerde çalışan işçiler zorlandıkları anlarda başlarına su dökerler, ıslak şeyler sarınıp serinlemeye çalışır, dayanma gücü elde etmeye gayret ederler. Bu sırada su yutmak gibi bir hata meydana gelmedikçe bir mahzur da söz konusu olmaz. Ancak Ebû Hanîfe Hazretleri'nin bir uyarısı var burada. Şöyle demiştir: -Bu gibi serinleme tedbirlerinde oruçtan şikâyet mânâsı kastedilmediği takdirde mekruh dahi olmaz. Şayet oruçtan şikâyet gibi bir tavra girilirse bu görüntüler mekruh hale gelir. Ramazan'da iftar yemeği hazırlayan hanımların yemeğin tadına tuzuna dil ucuyla bakmaları orucu bozar mı? Bazı hassas hanımlar bu konuda şüpheye düşüp ‘orucumuza bir zarar geliyor mu acaba?' diye ısrarla sorma gereği duyuyorlar. Bu konuda kısaca denebilir ki, dil ucuyla yemeğin tadına tuzuna bakılması halinde, dil ucundaki bulaşığın ağız içine dağılmasına fırsat vermeden, hemen anında dışarıya tükürülerek atılması gerekir ki, orucu bozma tehlikesi meydana gelmesin. Demek oluyor ki, bu gibi dil ucuyla tada, tuza bakmalarda boğazdan aşağıya, mideye doğru bir kırıntı ve bulaşığının gitmemesi şarttır! Bununla beraber, iftar sofrasındakilerin yemeğin tadında, tuzunda bir eksiklik hissetmeleri halinde, bunu yemeği hazırlayanın oruçlu olmasının makul ve meşru bir sonucu olarak görmeleri gerekir, bir kusur saymamaları icap eder İslam terbiyesi gereğince. -Gündüz acıkmamak için sahurda ihtiyaçtan fazla yemek, tıka basa mideyi doldurmak da mekruh bir tedbir sayılmaz mı? Sayılır elbette. Çünkü orucun bir hikmeti de acıkmak, susamak, acıkanların, susayanların hâlini anlamaktır. Sahurda tıka basa yemek, gündüz de acıkma, susama gibi mahrumiyetlerden tümüyle kendini korumaya almak caiz olsa bile mekruh sayılır. Kaldı ki en sevaplı oruç, en çok acıkılıp susanılan oruçtur! -Tükürüğü ağzında biriktirip yutma alışkanlığına girmek doğru bir tedbir midir? Bunu devamlı yapmak da mekruh sayılmaz mı? -Evet, sayılır. Hatta sakız çiğnemek de aynı şekilde mekruhlardan sayılır. Ancak çiğnenen sakızdan boğazdan aşağıya parçacıklar kaçarsa, yahut sakızda var olan şeker ve diğer tat mideye akar da içeriye gıda gitmiş olursa, oruç mekruh olmakla kalmaz, bozulur. Demek ki, tadı olmayan, parçaya bölünmeyen sakızı çiğnemek mekrûh olur. Tadı olan, yahut bölünüp içeriye parçası, tadı giden sakızı çiğnemek ise orucu bozar. Çünkü boğazdan aşağıya oruç bozucu bir şeylerin gitmesi söz konusudur bu çiğnemede. -Bir mecburiyet olmadan oruca dayanma gücünü azaltacak derecede kan vermek, zor işlerde çalışmak da mekruhlardan sayılır. Çünkü kan aldırarak oruca dayanamayacak derecede zayıflamak, zor işlerde çalışarak oruca dayanıklılığı yok etmek de mekrûh işlerden sayılmıştır. Şayet mecburiyet yoksa tabii.

KÂĞIT HELVA

3

15

4

1

Malzemeler:

3 adet oynayan göz 2 3 parça renkli pelüş şönil 3 3 adet renkli ponpon 4 Yapıştırıcı 1

Şönilden balık yapalım

M

erhaba canım arkadaşlarım. Bu hafta oruçluyken sizleri yormayacak basit bir faaliyet hazırlamak istedim. Küçük kardeşlerimiz de bu faaliyetimizi rahatlıkla yapabilir. Hoşça kalın.

Önce ponponun çevresine şönili sıktırmadan sarın.

HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜN s.angun@zaman.com.tr

Şönilin uçlarını birbirine açılmaması için dolayın.

Oynayan gözü ponponun üzerine şekildeki gibi yapıştırın, kolay gelsin.

30 HAZİRAN 2015 SALI

İftara yakın enerjim bitiyor 20 yıldır orucumu hiçbir şekilde aksatmıyorum. Fakat havalardan dolayı son 3-4 yıldır çok zorlanıyorum. Enerjim, gücüm bitme noktasına geliyor. Metabolizmamı ve enerjimi nasıl hızlandırabilirim? CEVAP: Ramazanda oruç tutarken 5 kuralımız var. Bunu uygularsanız çok daha rahat edersiniz ve uzun oruç dönemlerini daha rahat geçirirsiniz. * Orucunuzu açarken 1 adet hurma, 1 bardak su, 2-3 zeytin, 1-2 badem veya cevizle açın. Daha sonra 5-10 dakika bekleyin. * iftar sofrasında çok su içerek iftar yemeğini yemeyin. Aralarda yudum yudum içebilirsiniz fakat çok

aşırıya kaçmayın. Su içmelerini, iftar sonrası sahura kadar devam ettirin ve en az 10 bardak için. * İftar yemeğinde çorbanızı en son için ve midenizi mühürleyin. İftar sofrasından kalktıktan sonra meyve veya atıştırmalık bir şeyler yemeyin. Yiyeceğiniz her şeyi iftar sofrasında yiyin. * İftar sonrası oturmayın. Mümkünse teravih namazı için uzak bir camiye gidin. * Sahura kalkmayı asla ihmal etmeyin. 1-2 lokma peynir, ceviz, pide gibi bir şeyler yiyin veya çok güzel bir kahvaltı yapıp su içmeyi unutmayın. Sahurda 1-2 hurma yersen çöl meyvesi olduğu için susuzluğunuzu azaltacaktır.

Oruçluyken sinir patlaması yaşıyorum Oruçlu olduğum vakit özellikle iftara yakın acayip bir sinir patlaması oluyor. Normalde sakin bir insanımdır fakat kendimi tanıyamaz hale geliyorum. Öfke kontrolümü nasıl yapmam gerekir? CEVAP: Bunun anlamı kan şekeriniz düşüyor ve beyin yeterince enerji alamadığı için agresif oluyorsunuz demektir. Bunu ancak belli kurallara uyarak oruç tutunca atlatabilirsiniz. Normal şartlarda sindirim sistemimiz 1-2 günlük açlıklar ile baş edecek kadar güçlü görev

yapar. Bunu güçlendirmek için aslında oruç tutmak en kolay yapabileceğimiz bir görevdir. Fakat iftar ve sahur sırasında kıtlıktan çıkmış gibi yemelere saldırır ve sahura kadar durmaksızın yemek yersek, sindirim sistemini güçlendirmek yerine daha da zayıflatır hatta hasta hale getirebiliriz. Bu nedenle bu öfkeden kurtulmak istiyorsanız önerdiğimiz şekilde iftar ve sahuru yapmanızda yarar var. Bu konuyla ilgili 17 Haziran Çarşamba günkü makalemi bir daha okumanızı tavsiye ederim.


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Habibullah’ın izinde

CUMA TARAS

1revi bir atmosferi var. O zamanları Her zaman diliminin kendi içinde uh-

değerli kılan ise içinde yapılan salih ameller. İşte Ramazan da o kutlu mevsimlerin başında geliyor. Onu ekim vakti olarak görenlere hasat zamanında hayırlar, hasenat ve daha birçok güzellik hediye eder. Peki bu kadar güzelliklere gebe bir ayı Fahr-i Kainat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl değerlendirirdi? Her anını ibadetle geçiren Allah Resûlü (aleyhissalatü vesselam) için neden bu kadar kıymetliydi Ramazan? Her konuda bize rehber olan Efendimiz’in mübarek ayından öğreneceğimiz çok şey var. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kürsüde vaaz verirken üç kişiye “Yazıklar olsun” buyurur. Sahabeler de “Ey Resulullah kendisine yazık eden bu üç kişi kim?” diye sorar. Peygamberimiz onlardan birinin Ramazan’a yetiştiği halde değerini bilmediğini ve hakkıyla ifa edemediğini onun için “Yazıklar olsun ona ki, Ramazan’a idrak etti de Allah’ın mağfiretine mazhar olmadı!” dediğini buyurdu. İşte böyle bir

akıbetten kurtulmak için her anını hayır ve hasenatla geçirmeye özen göstermek icap ediyor. Bir görüşe göre Ramazan kelimesi ‘ramadiyye’ yani yaz sonunda, güz mevsiminin başında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelir. Yağmurun yeryüzünü temizlediği gibi kutlu zaman dilimi de günahlardan temizleme mevsimdir. Zira Efendimiz “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” buyuruyor. Ramazan’ın bereketi isminde de kendini gösteriyor. Bir başka görüşe göre ‘ramida’ kelimesinden türeyen Ramazan, güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması manasına gelir. Böyle kızgın bir yerde yürüyen birisinin ayakları yanar, zahmet ve meşakkat çeker. Bunun için oruç tutan mümin de Ramazan’da açlık, susuzluk ve zorluklar yaşar. Kızgın yerin üzerinde yürüyenlerin ayaklarını yaktığı gibi Ramazan da müminlerin günahlarını yakar, yok eder. “Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonucu cehennem ateşinden kurtuluş.” olan aya Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) üç

aylardan başlayarak hazırlık yapardı. Ama oruç mevsimi geldiği zaman tamamen farklı bir atmosfere bürünürdü. Kur’an okumadan namaza, zikirden duaya gününü ihya ederdi. Bunları yaparken ashabına da bunları tavsiye ederdi. Efendimiz iftarda bol bol dua ederdi. Münacaatlarından bir tanesi ise şöyle: “Allah’ım her şeyi kaplayan rahmetinle beni bağışlamanı senden istiyorum. Allah’ım senin için oruç tuttum senin rızkınla orucumu açtım.” Biz de duaların kabule yakın olması nedeniyle himmetlerimizi âli tutarak dua etmeliyiz. Sonsuz rahmet sahibi Rabb’imize el kaldırırken isteklerimizi sınırlandırmamalı, bencil davranmak bize yakışmaz. Tüm mazlumları, haksızlığa uğrayanları lisanımız döndüğünce dualarımıza eklemek vazifemiz zaten. Ramazan’ın önemli bir şiarı da hiç şüphesiz teravih namazı. Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) “Kim Ramazan namazını (teravih) inanarak ve sevabını Allahtan umarak kılarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.” buyuruyor. Teravih namazını kılmak akıl baliği erkek ve kadın

her Müslüman için sünnet-i müekkede. “Ramazan ayı ki insanlara yol gösterici, hidayeti, doğruluğu ve yanlışı birbirinden ayırt edip açıklayıcı olan Kur’an o ayda inmiştir.” (Bakara, 185) Bunun için bu ayda Kur’an okumaya daha bir önem vermek lazım. Efendimiz’in Kur’an ile olan münasebeti yılın sair günlerine göre mukabele olması nedeniyle farklılık arz ediyordu. Biz de bir sene Kur’an az ya da çok uzak kalmışsak şimdi tam zamanı. Bu açığı gidermek için ayetleri bir susamışlık ve ciddiyet içinde okumak en doğrusu. Ayrıca içinde bulunduğumuz rahmet günlerinde Kur’an’la meşgul olmanın diğer zamanlara göre kat kat mükafatlandırılacağının müjdesini hatırda tutmakta fayda var. Camiye sürekli gitmiyorsak bile evimizde işyerimizde ‘mukabele’yi kaçırmamakla işe başlayabiliriz. İnsanların en cömerdi hiç şüphesiz Nebiler Nebisi Efendimiz’di (aleyhissalatü vesselam) “Yarım hurma bile olsa kendinizi ateşten koruyun.” buyuruyor. Ramazan’da Allah Resûlü insanlara rahmet getiren rüzgardan daha cömert olurdu. Yani elinde avucunda ne varsa dağıtırdı.


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Prof. Dr. Meryem Ayet Ahmed İbn Tufeyl Üniversitesi - FAS

Hocaefendi, basiret ve hikmetle Geleceğe yürüyor RÖPORTAJ: YAHYA SAVAŞ

1

Arap dünyasından baktığımızda bizi en çok etkileyen şey, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin söylemidir: “Hakk aşkıyla zirveye ulaşmak ancak halka hizmet aşkıyla yanıp tutuşmakla mümkün olacaktır.” Hizmet Hareketi aslında bundan ibarettir. Topluma hizmeti önceleyen bu hareket işe eğitim kurumlarını tesis etmekle başlamıştır. Toplumun farklı kesimlerinde sevgi barış ve hoşgörü atmosferini bu vesileyle oluşturmuştur. Birlikte yaşama kültürüne büyük katkılar sağlamıştır. Bu hareket dar kavmiyetçilik anlayışına asla kapılmamış, toplumun bütün kesimlerini, bütün renklerini kucaklayan bir eğitim modeli ortaya koymuştur. Türkiye’de okulları, öğrenci yurtlarını, öğrenci evlerini ziyaret etme imkanım oldu. Buralarda gördüm ki dindar olanlar da vardı dindar olmayanlar da. Bu durum Hizmet Hareketi’nin dar kalıplar içinde, belli bir zümreye

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin düşünceleriyle ilk kez tanıştığımda, bir arı gibi çiçeklerle bezeli rengarenk topraklar üzerinde kanatlanırken buldum kendimi. hitap etmediğini, evrensel değerlere sahip olduğunu göstermektedir. Yaşadığımız 21. yüzyılda bizler düşünce insanlarının, yenilikçi düşüncenin, yenilikçi projelerin neleri başardığını tartışıyoruz. Buradan baktığımızda Hocaefendi’nin basiretle ve hikmetle geleceğe yürüdüğünü görüyoruz. Zira toplumların kalkınması ancak marifetle ve insan onuruna saygıyla gerçekleşebilir. İnsanlığın onurunu korumazsak, İslam medeniyetinin değerlerini yansıtan medeniyet kalkınmasını, örnek bir kalkınma modelini gerçekleştiremeyiz.

Duvarlarınıza güzellik katın Hat sanatımızın eşsiz örnekleri ile duvarlarınızı hem süsleyin hem manevi bir hava katın. Danimarka ve İsveç‘e sevkiyatımız vardır.

DK + 45 89 88 84 00 S + 46 40 66 88 700 http://shop.exen.eu

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin düşünceleriyle ilk kez tanıştığımda, bir arı gibi çiçeklerle bezeli rengarenk topraklar üzerinde kanatlanırken buldum kendimi. Bu düşünce tarlasında ilim ve marifet bahçeleri vardı. Her bir kitap okuduğumda ufkum açılıyor, bir filozof olarak Hocaefendi’yi okuduğumda onun iyi bir filozof olduğunu görüyordum. Tasavvufi açıdan Hocaefendi’yi okuduğumda onun büyük bir tasavvuf insanı olduğunu fark ediyordum. Seni madde dünyasından alıp mana dünyasına, ruh dünyasına götüren, Allah

aşkına götüren, insan sevgisiyle dopdolu, kainatı çok iyi bir şekilde okuyan ve yorumlayan bir tasavvuf insanı… Onu düşünce zenginliği açısından okuduğumda büyük bir fikir adamı olduğunu gördüm. Gelecek perspektifi ve strateji bağlamında eserlerini okuduğumda bu alanda büyük bir ilim adamı olduğunu gördüm. Sistematik bir şekilde düşünceyi geliştiren ve aynı zamanda bu düşünceyi realize eden hayata geçiren bir alim olarak karşımda buldum. Bu yönüyle onun özlenen medeniyet kalkınmasına büyük katkılar sunacağına inanıyorum. Çünkü bütün bu birikimi bugün herhangi bir insanda görmeniz mümkün değildir. Ancak yenilikçi düşünceyi kavramış bir insanda bu özellikler görülür. Fethullah Gülen Hocaefendi bu açıdan çok değerli bir şahsiyettir. Dolayılsıyla onun fikirleri Türkiye ile sınırlı kalmamış Arap dünyasında farklı kesimlerce önemli ölçüde duyulmuş ve tanınmıştır.

İstediğiniz motifi duvar kağıdına basıyoruz.


1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

T E R M I N A T O R : YA R A T I L I Ş

Ben senin iyi olma ihtimalini sevdim! M. NEDIM HAZAR

1tıkanıklık olunca, müellifleri işin başına

Hep böyle olur; bir hikâyenin finalinde

dönüp, ‘mevzu nasıl başladı’ kısmına girişirler. Sanırım bu tıkanıklığı aşma yöntemi en çok bilim kurgu türünde işe yarıyor. Ve şüphesiz 1984 yılında sinemanın yaşayan dâhilerinden olan James Cameron’un sağlam bir şekilde köklerini yerleştirdiği Terminator bu iş için en şahane örneğimiz. Çekildiği sene sadece kullandığı görsel efekt teknolojiyle değil (ki serinin ikincisi en önemlisiydi) konusuyla da yaşayan bir karakter oldu tüm kahramanları. Hikâye ilerledi, değişik oyuncu ve yönetmenler ile farklı maceralara uğradı ama özü hiç değişmedi. O kadar ki, TV serisine döndüğünde bile Terminator ruhu yaşadı. Bir şey daha var; sanırım izleyicilerin de hoşuna gitmiş olacak ki, daha önce metaforik olarak kullanılan pek çok unsur bu tür seri filmlerde giderek yüzeye çıkıyor ve artık doğrudan veriliyor. Terminator: Yaratılış da bu çizgiden sapmıyor ve Kitab-ı Mukaddes’e sırtını yasladığını gizlemeye ihtiyaç duymadığı gibi, diyaloglara da açıktan açığa yediriyor. İsminden başlayarak yaptığı minik kelime oyunlarıyla Hıristiyan kültürüne atıf yapmaktan haz alıyor. Daha önceki Terminator’lerde çok fazla katman sıkıntısı çekmeyen yapımcılar özellikle son iki filmde ihmal ettikleri kısmı tamamlıyor ve bunu çok iyi görsellikle destekleyerek popüler sinema izleyicisi için iyi bir seyirlik ortaya çıkarırken, kalıcılığı da olabildiğince uzatıyorlar.

Filme geçecek olursak, başrol oyuncusu Arnold Schwarzenegger’in fiziksel yıpranmışlığını bile bir mizah unsuru olarak yedirmeyi başaran son Terminator “Genisys – Yaratılış” başlarda ‘eh bunları biliyorduk’ hissi veren ancak özellikle ikinci yarısının başından itibaren yeni şeyler söyleyen ve şaşırtmayı başaran bir yapıya sahip. Hikâyemiz şu: Yine gelecekteyiz, insanlar ve makinalar arasında amansız bir savaş yaşanmaktadır. İktidarı elinde tutan bilgisayar tıpkı Matrix’teki gibi insanların zaafından yararlanarak kendine hain de bulabilmektedir. Akabinde ve detayında İnsan direnişinin lideri John Connor emrindeki asker Kyle Reese’i annesini korumak için geçmişe yollar. Aslında bunun tam bir koruma amacı olma-

PEYGAMBERIN IZINDE

Koruyucu hekimlik Dr. Arslan Mayda’nın hazırladığı “Tıbb-ı Nebevî, Koruyucu Hekimlik” kitabında Peygamber Efendimizin sağlığın korunmasıyla ilgili sözleri gelişen tıp ışığında inceleniyor. Tıbb-ı Nebevî, Peygamber tıbbı anlamına geliyor; Hz. Peygamberin beden ve ruh sağlığı hakkında ortaya koyduğu uygulama ve tavsiyeler bu isim altında toplanıyor. Hz. Peygamberin (sas) tıp ile ilgili hadisleri başlangıçtan itibaren dikkati çekmiş, muhaddisler eserleri arasında Tıbb-ı Nebevî’ye müstakil bir kitap veya bölüm ayırmışlar. Dr. Arslan Mayda imzalı Tıbb-ı Nebevî’de Efendimizin hayatı ve hadisleri ele alınarak koruyucu hekimlik meselesi inceleniyor. Hz. Peygamberin (sav) tıpla ilgili hadislerinin pek çoğunun koruyucu hekimliğe dair olduğunu belirtiyor Mayda: “Peygamber Efendimiz hasta olan kişilere tedavi yollarını göstermiştir. Fakat asıl önemle üzerinde durduğu husus, hastalığın ortaya çıkmasını önleyen koruyucu hekimliktir. Kitapta koruyucu hekimlikle ilgili hadisleri; vücut temizliği, vücut sistemlerinin korunması, bulaşıcı hastalıklardan korunma başlıklarında açıklanıyor. Hz. Peygamberden tıp konusunda rivayet edilen haberlerin bir kısmının vahiyle kendisine bildirildiği, diğer bir kısmının ise

Arapların âdetlerinden ve farklı dönemlerde yaşamış hekimlerden tecrübe ile elde edilen bilgiler olduğu İslâm bilginlerinin birçoğu tarafından benimsenmiş. Dr. Arslan Mayda, “Cüzzamlı hasta ile arada iki mızrak boyu mesafe konulmasını buyurarak tıp tarihinde mesafe kavramını ilk tavsiye eden Efendimizdir.” diyor. Yine salgının bulunduğu yere girmemek ve bu yerde bulunuyorsa dışarı çıkmamak (karantina) ilk kez Efendimizin ifadeleriyle uygulanmaya başlamış. Vücut temizliği, dişlerin misvaklanması, yiyeceklerin ve içeceklerin temizliği hadislerde sıkça temas edilen konular. Şık bir baskıyla sunulan kitapta yer alan renkli fotoğraflar kitabı albenili kılıyor. Dr. Arslan Mayda’nın sözleriyle yazıyı noktalayalım: “Tıp tahsili gören ve Efendimizin (sav) koruyucu hekimlik adına söylediklerini inceleyen her hekim, ‘Bu sözler tıp tahsili görmeden asla söylenemez, eğer söyleniyor ise vahiy kaynaklı buyruklardır.’ demeden kendini alamaz. Efendimizin (sas) koruyucu hekimlik adına söyledikleri kıyamete kadar değerini koruyacaktır.”

dığını Çavuş Reese haricindeki cümle âlem de bilmektedir! Ancak zamanda yapılan bu seyahatler kaderde kırılmalar meydana getirir ve tamir etmek, aynı zamanda makinanın iktidarını engellemek için yılanın başını küçükken ezeceksin felsefesiyle günümüze sıçrama yapar kahramanlarımız. Bugün basit oyun, sosyal medya ve eğlence cihazları olarak herkese derisi kadar yakın olan cihazların ileride başımıza bela olacağını bildikleri için şeytanın kökünü daha güçlenmeden kurutmayı hedeflemektedirler. Ve tabii olaylar, olaylar... Başta da belirttiğimiz gibi, iyiler ve kötüleri alabildiğince kadim ve kavramsal karakterler üzerine oturtmayı başaran Yaratılış, görsel efektin de yardımıyla epey kafa karıştıran sürprizlerle ilerliyor. Ahir zaman çağında sabah iyi olarak uyanın biri akşam olmadan bir anda şeytanlaşabildiği gibi, şeytan zannettiklerimiz bir şekilde iyilerin safına geçiyor. Terminator: Yaratılış’ın en önemli özelliği bu; sürekli yer değiştiren, iyi ile kötü arasında salınıp duran robotlar ve insanlar. Mutlak tek kötü var: bilgisayarlar! Esas robot (artık dede olmuş ‘moruk’tur) saç sakal beyazlamış, hareket ve tavırlarıyla Cüneyt Arkın tadında bir koruyucu olmuştur. Yaşlıdır ama an-

tika değildir (Bu kendi ifadesidir). İçi çürümediği için (robottur zira) formundan pek bir şey kaybetmediği gibi, feragat ve fedakârlıkta insanlara örnek gösterilecek erdeme bile sahip olmuştur. Üstelik (zoraki TERMINATOR: GENISYS de olsa) sırı(TERMINATÖR: YARATILIŞ) tabilmektedir Yönetmen: Alan Taylor Sarah Oyuncular: Arnold Schwarzeneg- bile! ger, Emilia Clarke, J.K. Simmons, Cannor’un bir Lee Byung-hun, Matt Smith yerde dediği Tür: Bilim kurgu, aksiyon, gizem Süre: 135 dakika gibi kimi sevse 2015, ABD üç gün yaşamadığı için, insanlara mesafelidir ama gelecekteki direniş onun soyuna da bağlıdır. Bu sebeple işin romantik sosu da bulunmuştur ve gelecekteki çavuş ile geçmişteki Sarah arasında melodram tadında bir aşk da yaşanacaktır. Uzatmayayım; içine Mesih, peygamber, şeytan, melek gibi pek çok kadim kavramı fazla metafor bulamacına daldırmadan doğrudan enjekte etmeyi tercih eden Terminator: Yaratılış, başları kolaj tadı veren, gittikçe ilginçleşen bir yapıya sahip. Yine de insan izledikten sonra eve gelip Mahşer Günü’nü bilgisayardan izleme ihtiyacı hissediyor. Sonrasında fişleri çekmeyi unutmamak lazım!


28 GÜNDEM IŞİD ÇATIŞMALARI GÜNEYDOĞU’YA TAŞIYABİLİR

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Mehmet Galip Ensarioğlu yeni bir tehlikeye dikkat çekiyor. PKK ile Suriye’de çatışan Selefî örgütler, çatışmaları Güneydoğu’ya taşımak istiyor. Selefî geleneği bölgede kendine yer bulursa silahlı çatışma kaçınılmaz olur. “Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor. Egemen güçlerin ciddi müdahalesi var. Rusya, Almanya ve İran aktif olmak isterken, Amerika ve İngiltere ortaklığı farklı bir yapı oluşturmaya çalışıyor.”

HAŞİM SÖYLEMEZ

1AKP Diyarbakır Milletvekili Mehmet

Seçimlerde aday gösterilmeyen eski

Galip Ensarioğlu, parti olarak birçok sebepten dolayı bölgede kaybettiklerini söylüyor. Ensarioğlu bundan sonra fikirleriyle siyaset yürüteceğini, aynı zamanda gündelik siyasetten uzak kalmayacağını da belirtiyor. Ensarioğlu seçimleri ve son gelişmeleri değerlendirirken Güneydoğu’da yeni ortaya çıkan farklı bir tehlikeden daha söz ediyor: “PKK-Hizbullah arasındaki kavgaya üçüncü bir güç dâhil oluyor; Selefî örgütler El Kaide ve IŞİD, silahlı güce başvurabilir.” -Seçimden önce, “PKK’nın bir kanadı HDP’nin barajı aşmasını istemez.” diye bir iddianız vardı? Evet. HDP’nin barajı aşması ve yüzde 13 oy alması beklediğim bir sonuçtu. Birçok nedeni var; ama temelde bizim listelerimizin Türkiye genelinde kötü olmasından kaynaklandı. Bir de karşıtımız olan bütün güçler MHP veya CHP’ye oy verme yerine AKP’ye zarar vermek için HDP’ye oy verdiler. -Size göre bu karşıtlık nasıl oluştu? Uzun süre iktidarda kaldığınızda tabii bir karşıtlık oluşuyor. Bu muhalefet boyutunu aşıp düşmanlık derecesine ulaşıyor. Böyle olunca HDP’ye hiç oy vermeyecek olanlar da bu partiye oy verdi. Tabii burada bir de ikaz var. Halkın bize verdiği bir ikaz. Bundan ders çıkarmamız lazım. -HDP’nin oyları geçici mi sizce? Geçici ancak emanet oylar öyle kolay da geri alınamıyor. Oy veren insanlar bir

müddet sonra sahipleniyor. Size oy verenleri iyi analiz edip ona göre politikalar yaparsanız o oylar kalıcı hâle gelir. Türkiye’de son iki üç yılda siyaset çok gerildi. Sürdürülebilir bir durum değil bu. Zaten bu yüzden koalisyon için partiler bir araya gelemez gibi görünüyor. Çünkü çok sert karşıtlık oluştu. -Sizce kalıcı bir koalisyon ortaya çıkmaz mı? Kalıcı ve devamlı olacak koalisyon bu şartlarda kesinlikle çıkmaz. Sadece günü kurtarmaktır. Önümüzde her hâlükârda erken seçim var. Türkiye’nin önünde bekleyen acil meseleler var; çözüm süreci, yeni anayasa, ekonomik sorunlar... Bunları aşabilmenin yolu sağlıklı, uyumlu bir koalisyondan geçer. İyi bir koalisyon bu sorunları çözmede, milleti ikna etmede rol oynayabilir. Bazen tek başınıza yapacağınız şeyler toplumdan kabul görmeyebilir. AKP/CHP koalisyonu bu sorunları çözmede işe yarayabilir. Ama bu uzun ömürlü olmaz. Bu birliktelikte kim olumlu rol oynarsa seçim meydanlarında ona artı olarak yansır. -Çözüm süreci benim için başkanlıktan, her şeyden daha önemlidir, dediniz. Ama süreci başlatan Erdoğan daha sonra ‘Kürt sorunu yoktur’ çıkışını yaptı. Siz bir lafı çok iyi niyetli söyleyebilirsiniz ama önemli olan nasıl algılandığınızdır. Eminim ve inanıyorum Erdoğan, 2005’te ‘Kürt sorunu vardır’ dediğinden farklı bir noktada değildir. Kürt dili ve kültürü önündeki engeller bizim dönemimizde kaldırıldı. Sadece bazı yasal meseleler var, o da anayasa ile mümkün. Erdoğan, “Ben Kürt sorununu çözdüm, Kürt sorunu yoktur.

Herkesin olduğu gibi Kürt kardeşlerimizin sorunu vardır. Bunları da çözmemiz gerekir.” gibi ifadeler kullanıyordu. Ama meydandaki direkt ‘Kürt sorunu yoktur’ üslubu sorun oldu. Bu, HDP’nin işine yaradı. -AKP çözüm sürecinde samimi mi? Ben samimi olduğuna inanıyorum. İnanmazsam orada olmazdım. Ama bunu daha hızlı ve daha çabuk yapabilirdi. Yavaş gittiği için sorun oluşmuş olabilir. 2011’de Rojava yoktu, Suriye meselesi yoktu. PKK da elindeki silahı bırakmaya hazırdı. Ancak zamana yayıldı. Araya seçimler girdi ve çözüm zemini kaydı. Suriye iç savaşı ve Rojava’dan sonra PKK’nın silah bırakma arzusu ortadan kalktı. Farklı gerekçelerle silah bırakmadığını söylese de bu doğru değil. Asıl sebep Rojava ve Irak’taki gelişmelerdir. Silahlı varlığı ile buralarda elde ettiği statüdür. -Yani, PKK silah bırakmayacak mı? PKK bundan sonra silah bırakmayacaksa siz de Türkiye’deki silahsızlanmayı sağlamak için bir politika üretirsiniz. Dersiniz ki, o zaman Türkiye’deki silahlı varlığına son vereceksin ve Türkiye’ye karşı hiçbir silahlı tehdit oluşturmayacaksın. Bu çözümün olmazsa olmazı olarak ortaya konulur ve mesele çözülür. Sadece dağdakiler değil. YDG-H de şehirde yaptıklarını yapamaz. Her şey legal, siyasi, demokratik zeminde olmalı. Çözüm radikal, hızlı ve açık yürütülmeli. İzleme komisyonları çözümü kontrol etmeli. Bunları sağlamak şart. -Rojava’daki gelişmeler bölgeyi nasıl etkiliyor? Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor. Egemen güçlerin ciddi müdahalesi var.

Rusya, Almanya ve İran aktif olmak isterken, Amerika ve İngiliz ortaklığı farklı bir yapı oluşturmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Türkiye de bölgesinde etkin bir güç olmaya çalışıyor. Her olaya müdahale ediyor. Bu hem müttefiklerimizi hem de İran, Rusya ve Almanya’yı rahatsız ediyor. -İran’a ‘ikinci evimiz’ diyoruz, Rusya ile dostluk pozları veriyoruz. Burada bir yanlışlık yok mu? Dost olmaya çalışıyoruz. Türkiye’nin etkinliği yok denilemez ama karşınızdaki güçler hafife alınacak güçler değil. Türkiye bölgesindeki her gelişmeye müdahale ediyor. Zaten Batı’yı da bu müdahaleler rahatsız ediyor. -Mesela Türkiye ne yapıyor? Oradaki sorunlar sadece Türkiye’nin yanlış politikalarının bir sonucu olamaz. Batı güçlerinin oraya müdahalesi var. İhvan Suriye’de rejime karşı savaşırken Batı bunu benimsemeyince kucağında El Kaide’yi buldu. El Nusra ve IŞİD El Kaide’nin türevleridir. -MİT TIR’larıyla silah taşınması yanlış değil mi? Bir iktidarı veya devleti vuracaksanız yanlış yönden vurmayacaksınız. Her devletin bu tür operasyonları vardır. İddialı bir devletseniz bunları yapacaksınız. Bütün devletler bunu yapar. Şimdi eğer silahlar Bayır Bucak Türkmenlerine gidiyorsa durum farklı olur. Türkmenleri IŞİD veya rejimin zulmünden korumadığınız zaman bu da bir eleştiri konusudur. Rojava’da Kürtleri korumadığınız veya peşmergenin geçişini sağladığınız zaman da bu bir eleştiri konusudur. Eğer


29GÜNDEM

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

MAZLUM-DER BAŞKANI FARUK ÜNSAL:

İslamcılar iktidarda altın buzağı sendromu yaşıyor DOĞAN ERTUĞRUL

1likle dindar kesim için insan hakları Kurulduğu 1991 yılından beri özel-

iddia sahibiyseniz bu tür operasyonlarınız olacaktır. Bu bazıları için olumlu bazıları için olumsuzdur. Bayır Bucak Türkmenlerinden tutun da oradaki muhalif Araplara kadar Türkiye’nin müdahalesi olmuştur. Halkına zülüm edene karşı duran muhaliflerin sizden beklentileri olacaktır ve bunu vermelisiniz. Silah, gıda veya lojistik. -Bu durumda ‘Kobani düştü düşecek’ gibi bir cümle de kullanılmaması gerekmez miydi? Ben o konuşmanın tamamını okudum. ‘Kobani düştü düşecek’ cümlesinde durum tespiti var. Orada yardım etmede gecikmesinden dolayı Amerika’ya bir suçlama var. -HDP seçimlerde iyi bir sonuç aldı. Peki, bundan sonra PKK’ya rağmen sağlıklı bir siyaset yürütebilir mi? HDP büyük bir sorumluluk aldı. Farklı kesimleri içinde barındırdı. Umut yayarak bir propaganda yaptı. HDP’nin silahlı bir mücadeleden siyasi bir mücadeleye evrilen bir siyaset yürütmesi bana göre değerlidir. Kendini dayandığı o silahlı gücün hegemonyasından kurtarabilirse farklı bir siyasete yol açar. Çünkü PKK’nın sosyal tabanı üzerinde duruyor. Silahlı vesayetin etkisinde kalırsa ve silahlı gücün hedef gösterdiği noktaya giderse kaybeder. -Seçimden hemen sonra Kandil’den, Demirtaş’ın söylemleriyle çelişecek açıklamalar geldi? Tabii hemen evrilmesi kolay değildir. Bütün güç Kandil’in elindeyken bunu hemen Selahattin Demirtaş’a devretmesi kolay değil. Kandil’in alışması zor olacaktır. HDP’nin barajı aşmasıyla silahlı gücün meşruiyeti ortadan kalkmıştır. Bundan sonra PKK hangi gerekçeyle elinde silah bulunduracak? Ama Kandil’e de savaşçı kaynağının sağlanması lazım? Bu taktiksel çalışmalar devam edecek. Kandil hemen görev devretmeyecektir. Bunun için sancılar yaşanacaktır. Hatta Kandil’in HDP’yi siyasetin dışına atma riski de var. Ama HDP’nin göstereceği direnç çok önemli. -Hizbullah-PKK arasında bir gerilim var. Bu sorun nereye varır? HDP barajı aştıktan sonra PKK’nın silahlı meşruiyetinin kalmadığını söylüyoruz. Ama burada Hizbullah ile bu tür çatışmalara girip ona bir meşruiyet sağlayabilir. ‘Hizbullah sivil halkı tehdit ediyor, icabında silah kullanıyor. O yüzden de ben halkı korumak için öz savunma gücü olarak burada bulunuyorum’ diyecektir. Buna karşılık Hizbullah da ‘Bizi sürekli öldürüyorlar, sonra barışıyoruz. Artık biz de kendi karşı tedbirimizi alıyoruz’

diyerek silahlanıyor. Şu ana kadar siyasilerin ve sivil toplum kuruluşlarının devreye girmesiyle büyük bir facia ve katliam yaşanmadı. Ancak bu her zaman böyle olmaz. İki tarafta da hazırlık var, böyle devam ediyor. Ancak bölgede çok daha büyük bir tehlike var. O da Selefilik. -Bunu biraz açar mısınız? Aslında Selefiliğin en zayıf olduğu yer Türkiye ve Kürdistan coğrafyası. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada cemaatler ve tarikatlar var. Buralarda tasavvuf geleneği vardır. Bu zamana kadar burada karşılık bulamadılar. Radikal İslam Türkiye’de kendisini İran üzerinden ifade edebildi. O yüzden Hizbullah yer buldu ve gelişti. Bu İran destekliydi. Sünni olan bir yerde Şii İran’ın desteklediği bir yapının bu kadar etkili olması anlaşır bir durum değil ama böyle bir durum oluştu. Türkiye’de rejimin dindarlara bakış açışı ve onları dışlamasıyla Hizbullah, kendini ifade etmeye başladı. Ancak bu durum artık sürdürülebilir değil. Türkiye’de demokrasi geliştikçe örgütlenme hürriyeti de gelişiyor. Dolayısıyla Sünni gelenek kendi akımı içinde zemin bulabilir. Mesela Diyarbakır’da Hüdapar’ın (Hür Dava Partisi) yerel seçimlerde 33 bin olan oyu son seçimde 24 bine düştü. Bu Hüdapar’ın oy kaybı değildir. Bu Hizbullah geleneğinden bir kopuştur. Bu aynı zamanda Sünni Selefî geleneğine bir kayıştır. Gençler Selefî örgütlerine katılıyor. Bu akım Türkiye’de bundan sonra geniş bir zemin bulabilir. Hizbullah-PKK çatışmasından korkuluyor ama asıl risk Selefî geleneğinin bölgede zemin bulmasıdır. Bunun silahlı bir çatışmaya evirilmesi de mümkün. Silahlı çatışma ile birlikte daha da geniş bir alan bulur. -Yani El Kaide, IŞİD gibi Selefî örgütler bölgede veya Türkiye’de etkin mi olacak? Evet, öyle olacaktır. Bu bölge açısından daha riskli. Şu anda Suriye’de PKK’nin IŞİD ile çatışması IŞİD’in PKK’nın Kürt coğrafyasından elaman devşirdiğini ve tabanı olduğunu bildiği için kendisi de gelip burada yapılanmaya başlayacaktır. Bunun adımları da atılmış durumda. Yani Kürt bölgesinde PKK’nın tabanını kendisine çekmek isteyecektir. Türkiye’de bir hedefi olmadığı hâlde Selefî örgütler PKK ile olan çatışmadan dolayı Kürt coğrafyasını kullanmak isteyecektir. Kaynağında mücadele etme durumu var. IŞİD veya El Kaide türevi örgütler, çatışmaları Güneydoğu’ya çekmek istiyor. Böyle bir tehlike var ve bu bir an önce önlenmeli. Net bir şekilde söyleyebilirim, artık farklı bir tehlike var.

mücadelesi veren MazlumDer'in Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, Türkiye'de yaşanan mağduriyetler ve AK Parti iktidarıyla ilgili çarpıcı değerlendirmeler yaptı. AK Parti'nin ilk döneminde Diyarbakır milletvekilliği yapan Ünsal, dindarların yaşadığı mağduriyetlerin büyük ölçüde giderildiğini ancak Gezi'de, Kürt meselesinde veya Alevi kesimde olduğu gibi başka mağduriyetler yaşandığını belirtti. Onların hakkı için de mücadele ettiklerini vurguladı. “Başörtüsü sorunu çözüldü diye Türkiye'de dinî özgürlükler var diyemeyiz.” dedi. Basın özgürlüğü sorununun çok ciddi boyutlara ulaştığına işaret eden Ünsal, “Basın yeterince denetleyemezse, halk doğru bilgilenemiyor ve sandıkta iradesini ortaya koyamıyor. İktidardaki çürümeyi önlemenin yolu bu denge ve denetleme sistemlerini kurmaktır.” diye konuştu. Bir dönemin dindar mazlumlarının nasıl zalime dönüştüğünü anlatırken de Kur'an'da geçen İsrailoğulları'nın hikâyesini örnek gösterdi: “Çok büyük baskılar altında yaşadılar, köleleştirildiler, Hz. Musa'nın (as) önderliğinde Kızıl Deniz'i geçtiler ama Kızıl Deniz'in yaşı hâlâ üzerlerindeyken, Sina Yarımadası'nda altından bir buzağı yaptılar. Yaşadığımız da böyle bir süreç...” Dünün mazlumu neden zalim olur? 90'ların karanlık atmosferinde ‘Kim olursa olsun mazlumdan yana' mottosuyla kuruldu MAZLUMDER. Öncelikli hedefi, dindar insanların maruz kaldığı insan hakları ihlalleriyle mücadele etmekti. Başarılı da oldu. Mağdur dindar kitleler iktidar oldu ve Türkiye, irtica paranoyasının getirdiği yasakları aştı. Peki mağduriyetler bitti mi? Dünün mağduru iktidar, başka mağdurlara nasıl bakıyor, MAZLUMDER Başkanı Ahmet Faruk Ünsal ile konuştuk. Ünsal'ın İslamcı iktidar ile İsrailoğulları'nın kıssaları arasında kurduğu ilişki ürpertici. Vaktiniz varsa Chava Alberstein'in Had Gadia'sını dinleyerek okuyun... 13 yıldır iktidarda eskiden mağduriyetler yaşamış insanların kurduğu bir parti var? Türkiye'de mazlum kalmadı diyebilir miyiz? Öncelikle biz her şart altında mağdur ve mazlumdan yana olmayı ilke edindiğimiz için iktidarda kimin olduğu bizim için çok önemli değil. Evet, bir dönem başörtüsü yasağı ve katsayı meselesi gibi dindarlarla ilgili mağduriyetler vardı. Bunlar büyük ölçüde giderildi ama mesela Gezi Parkı'nda polisin gaz fişeğiyle öldürülen ya da Kürt dağlarında şehirlerinde hayatına son verilen başka politik bir atmosferin mensubu mazlumlar var ve biz onların hakları için mücadele ediyoruz. Bizim zalimimiz iyidir ya da bizim mazlumumuz başkasından daha mazlumdur,

anlayışı içinde değiliz. Bugün dini özgürlükler teminat altında mı sizce? Başörtüsü, katsayı engeli ya da bürokraside gözle görülmeyen ama dindar olduğunuz için yükselmenizi engelleyen camdan duvarlar ve tavanlar kalktı önemli oranda… En azında Sünni Müslümanlar açısından… Ama bu ülkede sadece Sünniler yok, Aleviler var. Onlar da Müslüman. Bu ülkenin vatandaşı, bu ülkenin çocuğu Hıristiyanlar var. Dolayısıyla başörtüsü sorunu çözüldü diye Türkiye'de dini özgürlükler var diyemeyiz. Türkiye'deki dindarların insan hakları duyarlılığının başörtüsüne indirgemesi başka hayati duyarlılıkları görmezden gelmiyor mu? Bu açıdan tehlikeli değil mi? Evet, kesinlikle tehlikeli… Öncelikle şekilden ibaret bir dindarlığı, bir kabuk Müslümanlığı çağrıştırıyor. Müslümanlığın tabii ki şekil şartları var ve bunlar çok önemli. Ama dindar insanların son günlerin moda konusu kamu kaynaklarının israfı, ihalelerin şeffaf olması, gelir dağılımdaki bozukluk, emeğin istismarı ve iş kazalarında hayatını kaybeden işçilerin hakları konusunda da İslami duyarlılık göstermesi gerekir. Ama yeterince hassasiyet gösterilmiyor. Resulûllah'ın (sas) buyurduğu gibi “Eğer kızım Fatıma da hırsızlık yapsaydı cezasını verirdim.” ilkesiyle hareket etmek zorundayız. Neredeyse ‘Mağdurken ne güzeldik' diyesi geliyor insanın… AKP iktidarında dini değerlerin çok örselendiğini düşünüyor musunuz? Yetki sahiplerinin siyaseti üzerine oturttuklarını söyledikleri değerleri tahrif etmesi, milletin nazarında da o değerleri örseler. Evet, kamu kaynaklarının israf derecesinde harcanması, kamu ihalelerinin şeffaf dağıtılmaması, mazlum insanlar arasında ayrım yapılması İslami değerler üzerinde siyaset yapanlara dair bir kuşku oluşturuyor. Dünün dindar mazlumları, mağdurları nasıl bu kadar kolay zalime dönüşebiliyor? Kategorik olarak iktidar, bozucu bir süreçtir. Resulûllah'ın (sas) vefatından hemen sonra Ümeyye oğullarıyla, İslam'ın ilk yıllarında başlayan bir süreç bu. Siz iktidarı, çok büyük bir kamu gücünü kullanırken, onu denetleyecek kurumları, yani özgür basını, tarafsız ve bağımsız yargıyı susturursanız, siyaset kurumunun şeffaf bir şekilde finanse edilmesini sağlayamazsanız, denge ve denetleme kurumlarını oturtamazsanız, iktidar o kitleleri çok kolay dönüştürüyor. Meseleye kurumsal olarak bakmak lazım… Bugün Türkiye'de çok ciddi bir basın özgürlüğü sorunu var. Bu son 1,52 yıl içinde çok net biçimde ortaya çıktı. Gazete manşetlerine, tel evizyonların alt yazılarına müdahale eden bir süreçten geçtik. Basın yeterince denetleyemezse, halk doğru bilgilenemiyor ve sandıkta özgürce iradesini ortaya koyamıyor.


30GÜNDEM Partilerde koalisyon kaygısı

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

7 Haziran seçimleri hiçbir partiyi iktidara taşımazken sandıktan koalisyon çıktı. Kiminin ilkeleri, kiminin talepleri derken koalisyon sancılı bir sürece girdi. Bu sancının ne doğuracağı şimdilik muamma. İbre sürekli oynuyor. NURSEL DİLEK MANAVBAŞI

ğinde düşüverecek bir başbakan olurdu.” sözleriyle özetliyor. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun önerdiği CHP-MHP-HDP koalisyonunun 6-7 ay sonra AKP’nin güçlü bir şekilde iktidara gelmesine yol açabileceğini düşünüyor. AKP-MHP ittifakının zorluğuna dikkat çeken Özdalga AKP-CHP ihtimali üzerinde duruyor. Üstelik ‘paralel yapıyla’ mücadele denilen antidemokratik uygulamalara partiden isimlerin destek vereceğine dikkat çekerek tezini güçlendiriyor: “AKP yüzde 5 civarında Kürt oyu aldı. MHP ile koalisyon kurarsa bu rakam yükselir. Geçen dönem AKP’nin ‘paralel yapıyla mücadele’ adını verdiği antidemokratik uygulamalara CHP çok itiraz etmedi. CHP grubu içinde şimdi, paralel yapı safsatası adı altında yürütülecek zulme destek verecek daha çok vekil var. Bütün bunlar bu ihtimali güçlendiriyor.” Peki, bu koalisyonun ne kadar şansı var? Ona göre mağlupların koalisyonunun başarılı ve uzun ömürlü olma şansı neredeyse yok. İlk seçimde yine ‘mağlup’ olacaklar diyor. Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun koltuklarını koruyamayacağına inanıyor.

1saplarına kilitlendi. CHP ve MHP araAnkara’nın gündemi koalisyon he-

sındaki uzlaşma beklentisi yerini koltuk tartışmasına bırakırken, gelinen süreç AKP’siz bir koalisyonu hayli zorluyor. Koalisyon trafiğinde son viraja giren AKP’nin önünde ise şimdilik iki seçenek var: “AKP- MHP ya da AKP-CHP.” Peki, hangi ihtimal daha güçlü? Seçim sonrası dillendirilen en yakın senaryo AKPMHP koalisyonuydu. Zira parti içerisinden birçok isim bu ittifakı destekliyordu. Ancak MHP lideri Bahçeli’nin çözüm süreci, Erdoğan’ın saraydan çıkması ve 17-25 Aralık dosyalarının açılması şartı AKP’yi zora soktu. Özellikle ‘Ver Bilal’i’ söylemi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve parti içerisindeki ‘Erdoğancıları’ ciddi şekilde rahatsız etti. Aslında MHP lideri Bahçeli, rengini 7 Haziran seçim gecesi belli etmişti. Bahçeli koalisyon konusunda ülkeyi istikrarsızlığa itmemek için bu koalisyonun önce uyumlu iki partide olması gerektiğiyle söze başlamıştı. Uyumdan kastı AKP ve HDP’ydi. AKP’nin uyumu ‘çözümde’ bulduğuna dikkat çekerek birinci koalisyonun AKP-HDP arasında olması gerektiğine işaret ediyordu. Aslında o akşamki konuşmasında Bahçeli’nin mesajı netti. Çözüm süreci ve HDP’nin olduğu yerde ‘Ben yokum’ demeye getiriyordu. Dışarıdan destekli bir HDP’ye kapılarını kapatırken Kılıçdaroğlu’nun “Gel başbakan ol!” teklifini de “Koltuk için ilkelerimizi satmayız.” diyerek elinin tersiyle itmişti. Kısacası Bahçeli liderlik istemediğini, ana muhalefet konumunda kalmak istediğini en başından söylemişti. AKP içerisinden çok fazla ses ‘en yakın MHP’yle olur’ görüşündeydi; ancak gelinen nokta bu tezi çürütmüş durumda. Siyaset bilimciler AKP-MHP ittifakının en zor seçenek olduğu görüşünde. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ortaya koyduğu şartların AK Parti’yi kilitlediği, bu yüzden MHP’yle koalisyon fikrinin şimdilik düşük bir ihtimal olarak masada beklediği düşünülüyor. AK Parti kurmayları da MHP’nin taleplerinin ‘elle tutulur’ bir yanı olmadığı görüşünde. Eski bir AKP’li vekil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1071 rakımlı Çankaya Köşkü’ne taşınma olasılığının zayıf olduğunu, çözüm sürecinin sona erdirilmesinin ise tüm Türkiye’yi zor durumda bırakacağını kaydediyor: “Çözüm sürecini rafa kaldırmak, şehit cenazelerine kapı aralamaktır. AKP başlattığı bu süreci kenara atmaz.” MHP-AKP koalisyonunun çıkmaza girdiğini gören AKP, ibreyi CHP’ye kaydırmış durumda. Elinde geriye kalan en güçlü seçenek olarak bunu görüyor. Uluslararası piyasalar ve TÜSİAD gibi iş dünyasının da bu ittifakı desteklediği düşünülürse şimdilik bu iki partinin koalisyon fikri daha yakın gibi görünüyor. Üstelik CHP’nin Deniz Baykal’ı Meclis Başkanlığına aday göstermesi bu tezi güçlendirmiş durumda.

Mağluplar koalisyonu CHP ve AKP’yi çok iyi bilen bir isim Haluk Özdalga. Siyasi geçmişi merhum Ecevit’in partisi DSP’ye uzanıyor. Partide kuruluşundan itibaren görev alan Özdalga son olarak genel başkan yardımcılığı yaptı. Sonrasında siyasi hayatına CHP’de devam eden milletvekili, parti teşkilatında yöneticilik, MKYK üyeliği görevlerinde bulundu. AKP’yle yolu ise 2002’de kesişiyor. Bizzat Erdoğan’dan milletvekilliği teklifi alıyor ancak bu teklife 2007 yılında gelen ikinci talep sonrasında

Erken seçim kime ne kazandırır?

cevap veriyor. 17 Aralık sonrası ve öncesinde yaşananlara kayıtsız kalmayarak istifa eden eski Ankara Milletvekili bu anlamda iki partinin içinden gelen bir isim. Hem CHP’nin hem AKP’nin şifrelerine hâkim. Eski vekil seçimin mağlubunun bu iki parti olduğu kanısında. O yüzden koalisyon olursa mağlupların koalisyon kuracağına dikkat çekiyor. Nedenlerini ise şöyle açıklıyor: “İktidarın son derece yıprandığı ve 9 puan kaybettiği bir seçimde ana muhalefet de bir puan kaybetti. Bu büyük bir yenilgi. CHP iktidara ortak olamazsa Kılıçdaroğlu’nun koltuğu sallanmaya başlayacak. Davutoğlu da koalisyon kurmak ve başbakan olmak is-

tiyor. Aksi takdirde her an başına kendi kontrolü dışında bir şeyler gelebilir. Ayrıca koalisyon hükümetiyle Erdoğan’a karşı bağımsızlık alanını genişletirim diye düşünüyor. Ama o konuda fazla şansı yok.” Eski vekil Özdalga’ya göre Bahçeli doğru ve net hareket eden liderlerden. Kılıçdaroğlu’nun Başbakanlık teklifini reddetmesinin ona puan kazandırdığı görüşünde. Bahçeli’nin teklifi kabul etmesi hâlinde düşeceği durumu “İpi İmralı’nın elinde, o ip çekildi-

7 Haziran gecesinden beri dillendirilen bir başka alternatif ise erken seçim ihtimali. Koalisyon senaryoları sürekli değişirken değişmeyen tek senaryo kasım ayında bir erken seçim ihtimali. Seçim sonuçlarının belli olduğu günden beri bu ihtimal Erdoğan’ın en güçlü seçeneği. Yüzde 50 ihtimal olarak duran erken seçim için bütün partiler teşkilatlarına ‘Hazır olun!” mesajını gönderdi. Tüm partiler tekrar yapılacak bir seçimden daha güçlü çıkacakları inancında. Burada en önemli soru erken seçimin AKP’nin oylarına nasıl yansıyacağı. Nitekim yüzde 40,8 alan parti birkaç puanlık oy artışıyla tek başına iktidar koltuğuna yeniden oturabilir. Peki, bu ne kadar mümkün? Seçim sonrası anketlerin bir kısmında AKP’nin oylarını 3 puan artırdığı söyleniyor. Özdalga tekrar seçim olursa AKP’den farklı bir sonuç beklemiyor. Kısa ve orta vadede HDP ve MHP’nin oylarını artırmaya devam edeceğini, hatta HDP’nin yüzde 20’lere çıkabileceğini belirtiyor. Tek şart Selahattin Demirtaş’ın elinin serbest kalmasına bağlı. Buna rağmen CHP’nin yerinde sayacağı hatta yüzde 25 bile alamayacağı kanısında. AKP’de düşüşün ise yeniden yükselişe geçmesinin söz konusu olamayacağı kanaatinde: “Sorunlar aynen devam ediyor. Uzaktan kumandayı içine sindirmiş bir genel başkan, seçim zaferi kazanamaz. Erdoğan sahaya inse bu sefer iki başlılık sorunu oluyor. AKP’nin avantajı, karşısında seçmene güven veren bir seçeneğinin olmaması. Zaten olsaydı oyları yüzde 30’nun altına düşerdi. Ciddi araştırmalar gösteriyor ki AKP oyları içinde yüzde 10-15 arası bir seçmen daha iyisi yok diye gönülsüzce o partiye oy veriyor.” Başkent kulislerinde son bir haftadır AK Parti-HDP koalisyonu da yüksek sesle dillendirilen bir başka seçenek. AK Parti ile MHP ve CHP’nin hükümet kuramaması hâlinde çözüm sürecinin iki tarafı olan partilerin beraber hareket edebileceği konuşuluyor.


31 GÜNDEM

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

AK PARTİ İÇ KOALİSYONUNU KURABİLECEK Mİ?

Türkiye koalisyon hükümeti formülleriyle meşgulken bunu mümkün kılacak ya da kılmayacak asıl unsur gözden KAÇIRILIYOR. AK PARTİ BİR SÜREDİR ÇOK FARKLI DÜNYA GÖRÜŞLERİNİ DİLLENDİREN PARÇALI GÜÇ MERKEZLERİNCE YÖNETİLİYOR. VE ONLAR HENÜZ BİR ‘KOALİSYON’ KURABİLMİŞ DEĞİL! MUHSIN ÖZTÜRK

1yon’. Pek çok seçenek gözükse de parGündemin en yoğun tartışması ‘koalis-

tilerin ‘kırmızı çizgileri’ ve aldıkları mevziler gereği birkaç ihtimalden söz edilebiliyor. O birkaç ihtimalin bile mümkün olabilmesi bir hayli zorlu süreçlere gebe. En önemli engel, 17-25 Aralık ve tabii ki Saray. Yolsuzluk iddialarının örtüldüğü bir koalisyon seçeneğinin hayat bulamayacağı açık. Muhalefet partileri dışında Ahmet Davutoğlu’nun da Yüce Divan seçeneğine kapalı olmadığı ilk deneyimden biliniyor. Yani bu durumda AK Parti ile diğer partiler koalisyon için ‘yolsuzlukları’ da kapsayan bir şekilde yol tutturabilirler. Ancak bunu zorlaştıran şey partiler arası gerilimlerden daha çok AK Parti içindeki iç denge ve kurulamayan ‘iç koalisyon.’ Erdoğan çevresinin açık ettiği ‘erken seçim’ eğilimi hiçbir koalisyonun güvenli bir liman olmaması fikrine dayanıyor. AK Parti’deki 9 puanlık gerilemeyle ilgili Parti içi ‘özeleştiriler’ diye dillendirilenlerin (bkz. Yeni Şafak) büyük bölümü Erdoğan’ın söylem ve tavırlarıyla ilgili. Saray, yolsuzlukların korunması, aşılan anayasal sınırlar, askıya alınan çözüm, temel atma mitingleri vs... Liste uzun. Bunun için bazı parti gazetelerini görmek yeterli. AK Parti’nin kurumsal kimliğinden dışa sızanlar da bu yönde. Bu yorumlara doğrudan Erdoğan’ın kontrolünde olan medya ve gazetelerinden (bkz. Star, Sabah) büyük tepki var. Erdoğan’a ‘fedai’ duygusuyla bağlı genç havuz kalemşorları üst üste ‘sağlam bir işaret’ almışçasına AK Partililer için “Erdoğan olmasa bir hiçsiniz.” yazıları yazıyorlar. Öte taraftan, seçim sonrası çıkan Ahmet Sever’in Abdullah Gül kitabı alttan alta var olan ayrılığı su yüzüne çıkardı. Gül, yolsuzlukların gereğinin yapılması gerektiğini ve Erdoğan’ın 2-3 yıldır tutturduğu siyasi yolun yanlışlığını şüphe bırakmayacak şekilde ortaya koydu. Gül’ün Davutoğlu’na yönelik eleştirileri, CHP Genel Başkanı’nın yaptığından aşağı kalır değil. Bülent Arınç’ın da seçim öncesi ve sonrası ‘yeni Türkiye siyaseti’ ile ilgili açık eleştirileri biliniyor. Defalarca istifanın eşiğinden Gül’ün çevirdiği de... Ak Partililer Erdoğan’ı eleştiriyor.

Bütün meslek kariyerini Erdoğan’la elde etmiş, sayıları ve görünürlükleri bir hayli fazla olan genç-yaşlı o medya ‘fedaileri’, Erdoğan’ın çizdiği istikamette yol almadığı için iktidarı kaybetmeyi AK Parti’ye, yani Davutoğlu’na fatura etmekle meşguller. Bu medya kaldıracı, sevapları Erdoğan’a, günahları her an başka birisine yazmaya hazır her daim devrede. Dün Geziciler ve cemaat, bugün Gül, ertesi gün Davutoğlu, bir başka kişi veya grup hedefte. Sadece bazı isimleri, hedefteki adresler değişiyor ama söylem ve yöntem değişmiyor. Onları bugünlerde koalisyon ihtimallerinin nasıl tehlikeler saçtığını anlatırken yakalayabilirsiniz. Tabii ki çare ‘tekrar seçim.’ Özetle; AK Parti’nin istediğini Erdoğan istemiyor, Erdoğan’ın istediğini ise Davutoğlu. Gül ise dönüşe yeşil ışık yaktığı bir anda ‘bu yol yol değil arkadaş’ diyor. Daha önceden DSP’de siyaset denemiş Erdoğan’a yakın bir AK Parti milletvekili, Gül için ‘git evinde torun büyüt’ diyebiliyor sözgelimi. Hilal Kaplan Davutoğlu’na ‘Bahçeli’yi nasıl alkışlarsın’ diye çıkışabiliyor. Hakeza Gül’e yakınlığı ile bilinen Fehmi Koru, Erdoğan’ın bir an önce Saray’ı terk etmesi gerektiğini söylüyor. Türkiye ‘koalisyon’ hesaplarına kilitlenmişken asıl mesele AK Parti’nin kendi iç koalisyonunu kurup kuramayacağı meselesi aslında. Kendi içinde sürekli çatışan ve ayrışan AK Parti hangi partiyle nasıl bir koalisyon kurabilir ki! Bir taraf zinhar koalisyon

olmaz, olacaksa da suya sabuna dokunmamak şartıyla MHP ile olsun derken, diğer taraf ‘yolsuzluklar’ ve ‘saray’ başa bela, bunlarla hesaplaşalım ve her partiyle de koalisyon kurabilelim eğiliminde. En dışarıdaki sakin ise ‘durun önce şu başarısızlığın gereğini yapın, koltuklarınızı gözden geçirin, mümkünse de terk edin’ mesajı veriyor. Abdullah Gül kitabının AK Parti’de nasıl bir dalga oluşturduğu henüz net değil ama kaçınılmaz sonuçları olacak. Bir kere Gül ile Erdoğan’ın yollarının ayrıldığı fotoğrafı çıktı ortaya. AK Parti büyük kongresi yaklaşırken parti içi gerilimler tetikleniyor ister istemez. MHP-HDP koalisyonu imkânsızlığı derecesinde bir uzlaşı zorluğu var eski iktidar sahiplerinde. 7 Haziran öncesi sahaya inen ama başarılı olamayan Erdoğan tarzı siyaset sürekli denemeyi gerektiriyor. Yol bitti ise yeni yollar yapılıyor! Ağır faturasına rağmen hâlâ ‘başkanlık’ propagandasına devam ediliyor mesela. “Başkanlık olsaydı bunlar olur muydu?” deniyor, denmesi isteniyor. Etyen Mahçupyan’ın ‘eski hal’ ile olmaz uyarısı karşılık bulmuyor bir türlü. Tekrar ‘erken’ seçim senaryosu, ders vermeye çalışalışan AK Partili seçmenin ayarı kaçırdığı ve derin bir pişmanlıkla partisine geri döneceği varsayımına dayanıyor. Erdoğan ‘erken seçim’in maliyetli olmayacağını, ona yakın araştırma şirketleri de yüzde 44-45 rakamlarını muştuluyor. Meclis çoğunluğunu ele geçiren yolsuzluk dosyaları raftan inmeden, bazı medya ve bürokrasi farklı tercihlere yönelmeden, eski defterler açılmadan, Gül henüz ‘kitapta’ iken bir erken ve tekrar seçim Erdoğan’ın tercihi gözüküyor. Umulan şey, AK Parti’nin tek başına hükümet kurduğu ve

Erdoğan’ın tek başına hükmedebildiği bir siyasi yapı. Bu senaryonun tıkır tıkır işlemesi hâlinde sorun yok ve tıkır tıkır işleyeceğinin garantisi de yok, hatta bir hayal. Seçimleri en yakın bilen Metropoll ve Andy-Ar araştırma şirketleri yeni bir seçimde sonuçların değişmeyeceğini duyurdular. Davutoğlu ve AK Partili önde gelenler, seçimde ağır bir fatura olarak önlerinde duran şeyin yine ağır faturalar üretmek üzere hareket hâlinde olduğunun pekâlâ farkında olmalılar. Ödül ayrışması! Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hazır bulunduğu bir toplantıda birisi Numan Kurtulmuş olmak üzere AK Partili iki bakan tarafından Rıza Zarrab’a ödül verilmesi önemli bir dönüm noktası. Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, ‘Oldu olacak heykelini dikin’ diye tepkisini gösterirken Başbakan Davutoğlu’nun bu durumdan çok üzüntü duyacağını yazdı. Bir Ankara gazetecisi, kesin bir bilgiye sahip olmadan bir başbakan için ‘üzüntü’ cümlesi kuramaz. Erdoğan’ın ‘kırmızı çizgisi’ne eğer Zarrab da dâhilse buradan bir koalisyon denkleminin çıkması hayli zor. Mümtaz’er Türköne’nin vurguladığı gibi bütün bunlar tam da 7 Haziran’ın AK Parti’yi de özgürleştirdiği zamanlara denk geliyor. ‘Ödül’ ve benzeri hamleler buna yeni bir bariyer örüyor. En tepeden yeni kırmızı çizgiler çekiliyor, bu ‘kırmızı çizgilerimiz yok’ açıklamasıyla karşılık buluyor. Numan Kurtulmuş’un ödülü Rıza Zarrab’a vermekten duyduğu rahatsızlığı izhar etmesi Erdoğan çevresinde kızgınlığa yol açmış görünüyor. Star gazetesinde kendisine hitaben ‘Kendini Kurtulmuş mu sanıyorsun!’ yazısı çıktı. Kurtulmuş’un rahatsızlığının açık bir AK Parti refleksine dönüşme potansiyeli de yok değil. Bu var olan ayrışmanın iyice su yüzüne çıkması demek. Eğer hâlâ çıkmayan bir şey kaldıysa tabii! Erdoğan, Davutoğlu, Gül, Arınç, 3 dönemlikler, ak sakallılar, genç-yaşı geçmiş fedailer… Yandaşlar ve yanaşmalar… Eskiler ve devşirmeler… Yolsuzluklar, Saray, AB, başkanlık, anayasal sınırlar, ayrıştırma siyaseti, yasaklar, özgürlükler, vicdan… Sahi AK Parti kendi iç koalisyonunu kurulabilecek mi?


32 GÜNDEM

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Selçuk Gültaşlı

Ne hayırsever komşumuzdun sen, Reza Zarrab! Aydınlanma, Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen, akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden azad etmeyi amaçlayan süreç olarak biliniyor. Sosyal bilimler disiplinlerinde Türk aydınlanması diye bir bahis vardır fakat tam olarak hangi dönemi kastettiği, hangi düşünürlerin bu büyük olduğu vehmedilen süreci tetiklediği konusunda akademik camia parçalanmış durumdadır. Kemalist devrimlerin Türk aydınlanması olduğunu savunan akademik kaliteleri tartışmalı mebzul miktarda neşriyat bulunmaktadır. Tam olarak hangi dönemin Türk aydınlanması olarak adlandırılacağı biraz genelleyerek söylersek meşkuktur. Bu nispeten kadim tartışmaya son zamanlarda ciddi katkılar sunulduğuna şahitlik ediyoruz. AKP bakanları, AKP medyası, AKP yazarları ve akademisyenleri için 7 Haziran tarihinin bir tür aydınlanmaya dönüştüğü görülüyor. Abdülkadir Selvi, Etyen Mahçupyan, Numan Kurtulmuş gibi aydınlananlar var. Bir de ‘7 Haziran'dan sonra insan içine çıkamayacak hale geleceksiniz' diyen Hüseyin Gülerce gibi kararanlar var. Aydınlanmanın en mühim unsuru olarak ise karşımızda Reza Zarrab bulunuyor. Hani dönemin Başbakanı Erdoğan'ın ‘hayırsever'

Zarrab'ın o zaman bile Türk aydınlanmasına katkı sağladığına dair bir güçlü bir hissiyatı da var, Erdoğan'ın. Egemen Bağış'a çantayla rüşvet götürdüğü iddiasını “AB ofisine çantayla girdi, çantasız çıktı. Eee belki kitap falan filan getirmiştir.” argümanıyla çürütüyor. Kitap taşıma ihtimali kuvvetli bu adamın hem aydınlanmacı hem de hırsız olmasını düşünmemek gerekiyor.

olarak andığı Zarrab. Erdoğan, 26 Aralık 2013'te gazetelere yansıyan beyanında Zarrab'a toz kondurmuyor: “Altın ihracatı yapan bir zat. Ülkeye katkısı olduğunu biliyorum. Hayır işlerine girdiğini biliyorum.” Zarrab'ın o zaman bile Türk aydınlan-

masına katkı sağladığına dair bir güçlü bir hissiyatı da var, Erdoğan'ın. Egemen Bağış'a çantayla rüşvet götürdüğü iddiasını “AB ofisine çantayla girdi, çantasız çıktı. Eee belki kitap falan filan getirmiştir.” argümanıyla çürütüyor. Kitap taşıma ihtimali kuvvetli bu adamın hem aydınlanmacı hem de hırsız olmasını düşünmemek gerekiyor. Erdoğan, Zarrab'ın nasıl tanımlanacağı konusunda ölçüyü koyduktan sonra AKP'den hiçbir çatlak ses çıkmıyor. 7 Haziran'a kadar, Zarrab hem hayırsever, hem ekonomiye katkı sağlayan saygın bir işadamı hem de Avrupa Birliği Bakanı'nın ofisine kitap taşıyarak aydınlanmaya katkı sağlayan bir münevver. AB Bakanı'nın ofisine kitap taşıma ihtimalinden hareketle Erdoğan'ın Zarrab'ı AB sürecimize de el atan bir demokrat olarak nitelendirmemiş olması eksiklik gibi duruyor. 7 Haziran'da aydınlanmaya başlayan AKP, 21 Haziran'da Zarrab'ın ödül alması ile önemli bir merhaleye ulaşıyor. Zarrab aslında o kadar da hayırsever değilmiş! Uğruna Türk hukuk sistemi çökertilen, AB yolunda son 10 yılın kazanımlarının tek tek geri alındığı, Hidayet Karaca'ların, Mehmet Baransu'ların hapishanelerde çürütüldüğü, darbeden mahkûm olanların salıverildiği, koca Hizmet camiasının iblisleştirildiği, kararlarından

dolayı hâkimlerin hapse tıkıldığı, sadece polis teşkilatında 260 bin tayinin yapıldığı Zarrab, aslında Erdoğan'ın iddia ettiği gibi hayırsever biri değilmiş, ‘hayırsever' sıfatını kirleten biriymiş. Aynı fotoğraf karesinde bulunmanın insanın haysiyet ve şerefini iki paralık edeceği bir şahsiyetmiş meğer. O fotoğraf üzerinden aydınlanan çok oldu ama ben Numan Kurtulmuş'un söyledikleri ile iktifa edeyim: “Eğer önceden bu isme ödül vereceğimi biliyor olsaydım o karenin içinde yer almazdım… Bize haber verilmeden bir mizansen hazırlanıyor. O törenin o şekilde yapılması büyük bir hataydı. Sonuçta geçti...” Kurtulmuş, hayırsever Zarrab'la aynı karede bulunmasını neredeyse hayatının en büyük hatası olarak ilan edecek. Tuzağa düşürüldüğünü ima ediyor. Burası anlaşılıyor. Benim anlamadığım ‘sonuçta geçti' ifadesi. Sonuçta geçen ne? Hidayet Karaca 198 gündür hapiste. Mehmet Baransu'nun babası, oğlunun hayatından endişe ediyor. Demokratik kurumlar çürümüş, yolsuzlukları ortaya çıkaranlar mahpus, hâkimler tutuklanmış, Kürt meselesi birden bire yok olmuş, ülkede “vatan haini”nden geçilmiyor. Sonuçta geçen ne, hakikaten? Kurtulmuş'un affedilme ihtimalinin belirmesi için bir de bunu izah etmesi gerekiyor.


Følg Opinionen på alle platforme! På Opinionen.dk finder du alle portræt-interview, analyser, debatter, temaer og opskrifter. Danmarks eneste tværkulturelle magasin med kant!

Følg os på: Opinionen opinionen.dk opinionendk


YORUM 34EKONOMÝ

EKİM 2010 MAN 1 - 76–12 TEMMUZ 2015 ZA­ ZAMAN

Ali Bulaç

Ali Ünal

Hep aynı şablon

İki İslamcı model

20'li yaşlarında, büyük merakı ve Devleti'ne karşı İngiltere destekli yerli bir araştırıcı ruhu sebebiyle, Alman Frankfur- isyan, buna karşı mücadele eden başka bir ter Zeitung gazetesinin muhabiri olarak Müslüman grup (Suudî‒Vahhabîler); Siyo1920'lerde “Orta Doğu”da dolaşan ve 1923 nizm karşıtlığını bayraklaştırarak kazanılan yazında Şerif Hüseyin'in oğlu, Ürdün'ün bir prestij ve parçalanan bir dünya. Daha ilk kralı (Emir) Abdullah'ı ziyaret eden sonraki yıllarda ise Abdullah, Siyonistlerle Leopold Weiss, Müslüman olduktan ilişkiye girmek ve BM'nin 1947'de Filistin'i sonraki ismiyle Muhammed Esed, İslâm'la Yahudi ve Arap devletleri olarak ikiye tanışmasını ve nasıl Müslüman olduğunu bölen kararına destek veren tek Arap lider anlattığı The Road to Makkah, ilk adıyla olmakla eleştirilecektir. Bölgemize bugün My Discovery of Islam baktığımızda neredeyse adlı gerçekten güzel ve aynı manzarayı görmüyor faydalı eserinde, dönemin muyuz? İşgal yaşamış Irak, bilhassa Orta Doğusu ile Madalyonun diğer yüzünde de iç savaş halinde Suriye, Suilgili çok önemli bilgiler yine bir başka tarihî tekerrürü riye ve Türkiye'de Kürdistan verir. yaşıyoruz. Mahut 31 Mart hedefli Kürt isyanı veya Onun yazdıkları, o hadisesi, o günden bu yana hareketi ve bu harekete gün de, bugün de böl- sözde İslâm ülkelerinde olup karşı gibi bir başka hareket: Her ikisi de, bölgenin gemizde olup bitenlere bitenleri, iktidarların bilhassa IŞİD. daha da parçalanmasına ciddî ışık tutuyor. Birinci darbelerle değişmesini hizmet ediyor. Ve kendisi Dünya Savaşı'ndaki anlamada bir anahtardır; parçalanmak tehlikesiyle mağlûbiyet, Osmanlı karşı karşıya, Suriye'de güya Devleti'nin sonu olmuş çünkü bir asırdır İslâm ve bu devletin toprakları ülkelerinde hep aynı şablon PYD (Kürtler) karşısında IŞİD kartına oynayan, parçalanmış, çok sayıda devreye konuyor. dolayısıyla bu ülkenin de yeni devlete, yeni ülkeye parçalanmasına hizmet zemin teşkil etmiştir. Orta eden ve bütün iç ve dıştaki Doğu'daki bölünme ve parçalanmada Şerif Hüseyin'in İngilizlerin başarısızlıklarını tersi pratiğe rağmen de kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti'ne karşı retorikte İsrail karşıtlığıyla örtmeye çalışan ayaklanması da belli bir rol oynamıştır. AKP Türkiyesi. Madalyonun diğer yüzünde de yine İngilizler, Şerif Hüseyin'e verdikleri sözde durmamış ve Arabistan'da kontrolü 1923 bir başka tarihî tekerrürü yaşıyoruz. Mayılında, 1,5 asırdır mücadele veren ve dinî hut 31 Mart hadisesi, o günden bu yana alanda Vahhabîlerle ittifak halindeki Suud sözde İslâm ülkelerinde olup bitenleri, Ailesi'nden Abdülaziz ibn es-Suûd ele iktidarların bilhassa darbelerle değişmesini geçirmiş ve bu zat, nihayet 1932 yılında anlamada bir anahtardır; çünkü bir asırdır bağımsız “Suudî Arabistan”ın ilk kralı İslâm ülkelerinde hep aynı şablon devreye olmuştur. Yani, Şerif Hüseyin'in isyanına konuyor. Önce kimlere, hangi kesime, karşı Arabistan'da Vahhabîler destekli gruba karşı operasyon yapılacaksa o grup Suudî mücadelesi söz konusudur. Bu bir şekilde yüzeye çıkarılıyor ve içlerinde yıllarda ayrı devletler olarak ortaya çıkan bazıları suça itiliyor. Sonra da suç işleyenIrak'ta Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal, Ür- leri cezalandırma adına operasyona maruz dün'de ise Abdullah tahta çıkarılmıştır. kesim veya grup, tenkil ediliyor. 31 Mart, Muhammed Esed'in verdiği bilgilere göre, Şeyh Said isyanı, İzmir Suikasti, Menemen, (Emir) Abdullah, o günlerde halk arasında bütün askerî darbeler öncesi yaşananlar hayli popülerdir. Şerif Hüseyin'in isyanını ve İhvan'ın kaçıncı defa tenkili, hep aynı Müslüman'ın Müslüman'ı kırması ve şablon üzerinde cereyan eden hadiseler. Müslümanlara ihanet olarak gören pek Fakat hadiste ifade buyrulduğu üzere, çok Arap Müslüman, Abdullah'ı bu isyan bakışımıza “Allah'ın nurunu kazandıran” hareketindeki rolü sebebiyle tenkit etse de, iman, dolayısıyla gerekli basiretten yoksun Abdullah'ın, Arap davasının Siyonizm kar- olduğumuz için, aynı şablonun sürekli şısında şampiyonluğunu yapması sebebiyle tekrarından kesinlikle ders ve ibret alamıaynı halk arasında büyük prestiji de vardır. yor ve hep aynı sonuçla karşılaşmaktan Kısaca, manzara şudur: Ortada Osmanlı kurtulamıyoruz.

Türkiye İslamcılığı ile Mısır merkezli Arap-İhvan İslamcılığı arasındaki mukayesenin üçüncü ve son yazısına gelmiş bulunuyoruz. İslam dünyasının beş büyük havzasındaki İslami akımların göstereceği performans bu dünyanın geleceğini tayin edecektir. Bunlar da Türkiye, Arap, İran, Hind yarımkıtası-Asya ve Endonezya-Malezya havzalarıdır. Altıncı (Batı: Avrupa-ABD) ve yedinci (Afrika) İslam havzalarının da teşekkül etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bölgenin geleceğini tayin edecek olan Türkiye, İran ve Mısır İslamcı akımlarıdır. Nasıl AB'nin üç çekirdek ülkesi Almanya, Fransa ve İngiltere ise, bu üç İslam ülkesi de İttihad-ı Anasır-ı İslam'ın üç çekirdek ve sürükleyici gücüdürler. Her üç ülkenin yakın modern tarihi birbirine çok benzer süreçleri takip etmektedir. Konumuz Türkiye-Mısır İhvan mukayesesi olduğundan şimdilik İran'ı dışarıda tutuyoruz. Mısır İhvanı'nın üç büyük avantajı söz konusudur: Biri İhvan, Kur'an ve Sünnet'ten beslenmektedir; ikincisi sosyal, siyasi ve fikri İslamcı üç versiyonu bünyesinde toplayabilmektedir; üçüncüsü Mısır Arap âlemini ve Orta Afrika'ya kadarki kuşağı mobilize edebilmektedir. Mısır İhvanı diğer ülke İhvan hareketlerini derinden etkilemiştir; Suriye İhvanının da ilham kaynağı Mısır'dır, ancak Suriye İhvanı –Mustafa es Sibai gibi seçkin zatları ve bu çizgidekileri istisna edecek olursak- bir miktar Arap milliyetçiliğine eğilimlidirler; Şii-Aleviliğe karşı aşırı tepkilidirler. Suriye-Lübnan yakın tarihte Arap milliyetçiliğinin neşvünema bulduğu yerdir. Zaman zaman Suriye İhvanı kendilerini Şii-Alevi karşıtlığı üzerinden tanımlamaktadırlar; bunun tipik örneği, iş Şiiliğe gelince zihni tutarlılığını kaybeden Said Havva'dır. Bu onları bir miktar çatışmacı kılmaktadır, bu yüzden 2011'de kolayca İslamcı kisvesine giren Türk ittihatçılarının telkinlerine kapılıp 1982 Hama olaylarından sonra ikinci defa ayaklanmışlardır. Türkiye İslamcılığı 2002'de tarihsel olarak durduruldu, şu anda yürümüyor. Durduranlar küresel güçlerin vaatlerine ve adaletsiz güç temerküzü olan iktidarın nimetlerine kapılan İslamcılardır. Artık bunlara ben “eski İslamcılar” derim, “üçüncü nesil İslamcı” olmayı başarama-

DAĞISTAN ÇETİNKAYA

dılar. Başlattığı yeni tartışmada Mümtaz'er Türköne'nin bu noktayı göz önünde bulunduracağını umarım. Türkiye İslamcılığının derin zaafları vardır, yaşadığımız acılı tecrübe bunu açığa vurdu. Söz konusu zaafları şöyle sıralayabilirim: 1) Türkiye İslamcıları “sosyal (cemaat ve tarikatlar)”, “siyasî” ve “fikrî İslam” olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır ki, her üç grup birbirlerine karşı sadece özerk değil, rakiptirler, aralarında anlaşamıyorlar, bazen gafilce aradaki içtihat, meşrep ve hizmet metodu farkını doku uyuşmazlığına dönüştürüyorlar. Bu da onları küresel güçlerin ve derin devletin manipüle etmesini kolaylaştırır. 10 sene işbirliği yaparak götürdükleri -ancak bizi ne kadar özgür, ahlaklı ve adil kılacağını sorgulamadıkları- iktidarı anlaşmazlığa düşerek tekrar derin yapılara, İttihatçılara, darbeci cuntacılara teslim ettiler. İhvan ise her üç İslamcı versiyonu bünyesinde toplayabilmektedir. Bu bazen dezavantaj gibi görünse de doğru kullanıldığında avantajdır. 2) Her üç grubun İslamî ilimler, tarihsel miras ve fikrî temelleri hayli zayıftır. Özellikle siyasi İslamcılık tarihe dönüktür, kendini geçmişe hapsetmiştir, hem İslami hem modern arkaplanı yok gibidir; sloganiktir, şairler, meczup ideologlar ve aktivist dernekler tarafından proveke edilmektedir. Cemaat ve tarikatlar ise aksiyon ve retorikle varlıklarını sürdürebilmektedirler. İhvan ise büyük alimler ve fikir adamları yetiştirmiştir. 3) Türkiye İslamcılığı Osmanlı'nın hayaletini üzerinden atamıyor, hâlâ imparatorluk döneminde yaşadığını düşleyerek bölge üzerinde askerî ve politik hakimiyet kurma peşinde koşuyor. Bölge konusunda ortaokul seviyesinde bilgilere sahip değil. Bu özünde Osmanlıcı-milliyetçi anakronizmin bugün Suriye ve Mısır'a felaket getirdiğini görüyoruz. Arap milliyetçiliği Mısır İhvanı'nı da boş bırakmıyor. 4) Türkiye'nin fikrî İslamcıları bir umuttu, İslamcı beş havzayı tercümeler yoluyla takip ediyorlardı; Osmanlıca gibi Arapça, Farsça ve diğer dillerden beslenen bir zenginliğe sahip olabilirlerdi. İktidar onların kahir ekseriyetini devşirdi, polemikçi siyasetçi ve strateji memuru olarak istihdam etti.

KRAL VE SOYTARI


35 YORUM EKONOMÝ

EKİM 2010 ZA­MAN 1 - 76–12 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Ekrem Dumanlı

'İslamcı gazetecilik' bitti! Yakın bir tarihte “Siyasal İslamcılık bitti mi?” tartışması yapıldı. Zihin açıcıydı. Çok sayıda düşünür o tartışmaya katıldı. Öyle ki çeşitli gazetelerde neşrolan yazıları toplayıp kitap haline getirdiler. İyi de oldu; kalıcı tesadüm-ü efkar bırakıldı geriye… Görünen o ki onca ciddi yazıya rağmen siyasal İslam'ın yaşayıp yaşamadığına dair daha çok yazı yazılması gerekiyor. Özellikle AK Parti'nin demokratik söylemlerle başlayıp feci bir otoriterliğe ve statükoya savrulmasından sonra… Siyasal İslamcılık bitti mi bitmedi mi; tartışılır. Peki İslamcı gazetecilik? Havuz medyasına bakarak net bir hüküm verebilirsiniz: İslâmcı gazetecilik bitti. Belki de hiç var olmamıştı. Hep bir taklidin, özentinin içinde debelenmişti. İslamcı medyanın yöneticileri büyük çoğunluğu itibariyle gazetecilik mesleğinin felsefî arka planını, geçirdiği tarihî değişimi bilmiyordu zaten. Merak da etmiyordu. Bu nedenle çıkardıkları gazete “merkez medya” diye allanıp pullanmasına rağmen uluslararası gazetecilik standartlarından hayli uzaktı. Problem, bir ideoloji sahibi olmaları değil; bir türlü terkip yapamıyor olmalarıydı. Gazeteciliğin arka planı ve felsefesi üzerine teorik tartışmaları ve somut gelişmeleri bilmedikleri uzun zaman hissedilmedi. Çünkü “siyasal İslam” çevrede konuşlanıp “merkez”i eleştiri bombardımanına tutuyor ve statükoyu -belli bir oranda- sarsıyordu. İslamcı medya da tam orada mevzilendi. Yani muhalif görünmesi, yeni fikirler üretmesine, sistem sorgulamasına, bireyin demokratik haklarını savunmasına yol açmıştı. Bu haliyle “ezilenler”in yanında duruyor, “müstekbirîn”e meydana okuyorlardı. Bu duruşu oluştururken kendilerine mahsus bir dil, üslup, tarz oluşturamadılar. Ne var ki her biri popüler gazetelerin kopyası gibi sırıtan mevkutelerin kendi ruh köklerinden uzak bir yerde konuşlanması pek de dikkat çekmedi. Türkiye'ye mahsus acayip ve garaip piyasa gazetelerinin benzerini yapıyorlar; evrensel gazetecilik tecrübelerini görmezden geliyor ve vaziyeti idare ediyorlardı. Sansasyonel başlıklar, iri kıyım puntolar, zemin atılan rengarenk patlaklıklar, çatlaklıklar, tek taraflı bilgilendirmeler, çapraz kontrolden geçirilmemiş, editör eli değmemiş; dolayısıyla rafine haline getirilmemiş haberler… Millet de “herhalde gazetecilik bu olsa gerek” deyip sesini çıkarmadı. Ne var ki editör seviyesindeki kişiler büyük vebal alarak gazetecilik mesleğinin tarihî süreçlerine, medya modellerinden ve ortaya çıkan sentezlere kafa yormadı… Ve beklenen felaket bir gün “İslamcı medya”nın kapısını çaldı. “Çevre”den “merkez”e doğru akın eden siyasal İslamcılar kısa süre içinde mal mülk edinmeye, servet içinde kibir gütmeye, halka “ırgat” gözüyle bakmaya başladı. Aslında İslamcıların tarihî serüveni tepetaklak olmuştu. İslamcılar vaktiyle devlete tağut diyor, birçok Müslümanı da “devletçi” olmakla suçluyorlardı. Oysa İslamcılara göre devlet cahiliye döneminde putperestlerin kendi elleriyle yaptığı putları acıkınca yemesi gibi bir şeydi. Devlet kavramına neredeyse “anarşist” düzeyde karşı çıkan siyasal İslamcılar, iktidara yürüyüp Ankara'nın sisli sokaklarında fenersiz yakalanınca “devlet”e secde edecek hale geldi.

Kırmızı Kitap ve MGK'nın arkasına sığınınca... Öyle trajik hadiseler yaşandı ki! Kırmızı Kitap'a sarılmalar, MGK kararıyla İslamî toplulukları recmetmeye

yeltenmeler, İç Güvenlik Yasası ile toplumun tamamına “makul şüpheli” nazarıyla bakmalar, İstiklal Mahkemeleri'ne öykünerek Sulh Ceza Hakimlikleri ihdas etmeler… Çarpıcı bir misal: Siyasal İslamcıların en nefret ettiği ve en çok eleştiri oklarını savurduğu; hatta tekfir edecek seviyede öfke duyduğu Diyanet, bir anda operasyonel bir güce; dolayısıyla da kutsanmayı hak eden bir kuruma dönüştü. YÖK de, MGK da vs. öyle olmadı mı? Nereden nereye… Mesela MİT! 10 yıl önce bir İslamcıya “MİT ajanı” dense adam bunalıma girer, kahrından öleyazardı. Şimdiki siyasal İslamcılığın türettiği yazarlar sırtını MİT'e dayıyor, onun “elemanı” olmayı medar-ı iftihar bir imtiyaz olarak görüyor ve siyasi öncülerin MİT sevdasına alkış tutuyor. Ömür boyu devletin bireyi ezmesi ihtimali karşısında özgürlükler safında mevzilenen siyasal İslamcı avukatların İç Güvenlik Yasası ve MİT Kanunu'na sıcak bakarken mazeret uydurması siyasal İslam'ın nasıl pasifize edildiğinin, güdükleştirildiğinin trajik misalidir. Kendi kendine sivil toplum deyip devlet buyruğuna giren yapıların düştüğü feci durum ortada… İslamcı medya iktidarın güç zehirlenmesi karşısında yerle bir oldu. Zaten köklü bir medya teorisi bilmiyor, pratikteki doğru-yanlış cetvelini çözümleyemiyorlardı. Muhalif olmanın mumdan kanatları da eriyince devletin yakıcı gücünü daha da derinden hissettiler. Ve statükonun bekçisi haline gelip eridiler. Açıkçası yararlandıkları iktidar nimetinin çarkları arasında canhıraş bir dönüşüm yaşadılar. “Türkiye'nin birikimi” gibi afilli lafları sadece değişik alanlarda temayüz etmiş köşe yazarlığı sananlar, zamanla o köşeleri de edilgen hale getirdi. Haberciliği de, yorumculuğu da statükonun emrine âmâde kılıp güdümlü yaşamayı, gücün emrine girip herkese karşı gaddar bir üslup takınmayı tercih ettiler…

İslamî hassasiyetler kaybolduğunda Konu sadece statükonun esaretine girmek, mala mülke tamah etmek, köklerini unutarak bu zulmün aracı haline gelmekten ibaret değil İslamcı medya için. En temel dinî hassasiyetlerini kaybettiler. Yıkılası bir ihtiras uğruna insanları kamplaştırma, toplumu bölme, ötekileştirme, nefret duyguları uyandırma ve bunların hepsini yaparken devletin hoyrat gücünü insanların üzerine sürme metodunu tercih ettiler. Şimdi hemen her haram “siyasal İslamcı medya” için mubah; hatta makbul/matlup bir vazife haline geldi. “Siyaseten yapılabilir” kalıbı içine onca haramı sıkıştırmak için sadece aklını değil vicdanını da kaybetmeleri gerekiyordu ve maalesef genel itibarıyla kaybettiler. Adam bin defa yalan yazıyor, bin defa yalanı yüzüne çarpılıyor ve yüzü bir kerecik

kızarmıyor. Bu utanmaz kişilerin gazetecilikle bir alakası olmadığı kesin. Ya İslam'la! Yalanı, gıybeti, suizannı, iftirayı kesinkes haram ilan ediyor İslam. İslamcı medyanın umurunda mı? Ramazan ayının nûraniyatı ve füyûzatı bile onları durduramıyor. Gözlerini iktidar hırsı bürümüş, her türlü hakareti yapmakta beis görmüyorlar. O kadar ki en küçük bir muhalefet görürse 40 yıllık ahbaplarına, arkadaşlarına, partidaşlarına bile en ağır ithamlarda bulunup medyatik linçin en aşağılık yollarını deniyorlar. Dava çilesi, tefekkür sancısı, terkip iştiyakı, tevhid sevdası çoktan rafa kalkmış durumda “İslamcı medya” için. Nezaket ve nezahetten koptukça yobazlaşıyor: Yobazlaştıkça kendine zararın ötesinde İslâm'a zarar veriyor. “İslamcı medya”nın reklam tamahkârlığına onca mukaddes değeri feda etmesi vahametin bir başka boyutu. Aslında “İslamcı medya” işlediği günahın farkında. Hırçınlığının bir sebebi de bu! Dünya nimetlerine karşı verdikleri sınavdan sınıfta kaldıklarını onlar da biliyor. Vicdanlarını “ama, lâkin” gibi laflarla bastırmaya çalışıyorlar. Ne var ki lüks purolarından yükselen dairevi helezonların gezindiği rehavet kokulu atmosfer içerisinde “Onca yokluk çektik geçmişte şimdiki durumu hak ettik canım” diyerek yüreklerini serinletmeye, vicdan azabından kurtulmaya gayret ediyorlar. Nafile! Vebalden kurtulabilirler mi? Asla! Açtıkları gıybet ve iftira kapısı onların bu dünyada da ahirette de başlarına bela olacak. Bir mümin nasıl olur da bile bile yalan konuşur, yalan yazar? Ahiret inancı taşıyan bir kişi hangi cüretle mümine en ağır iftirada bulunabilir? Ajan, sülük, virüs, haşhaşi, kıblesi şaşmış adamlar, hainler gibi en denî lafları masum insanlara art arda sıralayan ve bunları medyası vasıtasıyla çoğaltıp milyonlarca insanın kafasını yalan dolanla bulandıran insanların işlediği büyük günah hesapsız kalır mı hiç!

Otoriter ve totaliter medya modelini benimserseniz... “İslamcı medya”nın birilerine şiddetle karşı olmasını ve bu konuda yayın yapmasını anlayışla karşılayabilirim. Hatta bu kişiler, İslamî duyarlılığı olan zümrelere karşı bu muhalefeti yapıyor da olabilir. Ancak hiçbir şey, yalan haberi, iftira kampanyasını, çamur atma politikasını, tekfir etme cinnetini mubah kılmaz. Muhalefet yapmanın bir âdâbı, üslubu, dili, mahiyeti ve kriteri vardır. İslam dışı bir metotla yalan makinesine dönüşüp hâlâ “İslamcı”olduğunu savunmak zavallı bir ihtirasın, söndürülemez bir egoizmin yansıması değil de nedir? Dünya basın tarihi karşımıza (genel hatlarıyla özetlersek) üç türlü medya modeli çıkarıyor: Otoriteryan medya, liberal medya, sosyal sorumluluk taşıyan medya modeli. Bu modellerin kurucuları, yaratıcıları, uygulayıcıları var. Her biri önemli tecrübeye sahip ve biri bitip diğeri başlamıyor. Yani, kökleri yüzlerce kitaba, tartışmaya, eleştiriye dayalı bu modellerin günümüzde devam eden pratikleri var. İslamcı medya bu modellerden en ilkini ve ilkelini seçti: Otoriter ve totaliter medya teoremi. Niccolo Machiavelli, Thomas Hobbes gibi düşünürlerden esinlenen ve devleti kutsayarak her türlü gücü ve yetkiyi devletin en tepesindeki kişiye veren medya modelini tercih eden “İslamcılar” bu yanlış seçimle hem kendi mazilerini inkâr ettiler hem kendi hayat felsefelerini. Dünya 16. ve 17. yüzyıldaki monarşist egemenliği çoktan geride bıraktı. Vakıa, yakın komşularımızın pek çoğunda otoriter totaliter devlet düzeni sürdürülse ve onun gölgesinde bir medya düzeni kurulsa bile bu despot sistemin Türkiye'de tutmasına ve toplumu nefes alınamayacak bir atmosfere taşımasına imkân yok. İslâmcı medya kendi kendini imha etti. Yalana doymadı, iftiradan çekinmedi, nefret suçu işlemeyi alışkanlık haline getirdi. Keşke sadece kendine zarar verse; İslâm'ın ahlakî umrelerine de hiç gölge düşürmeseydiler... Not: İslamî hassasiyet içinde bir medya modeli oluşturulamaz mı? Gazetecilik mesleğinin asırlar boyu elde ettiği birikim ile İslâm'ın iletişim ahlakını mezcetmek tabii ki mümkün. İhtiyaç da var. Bunun ayrıntısını ileriki yazılara bırakalım müsaadenizle...


1 - 76–12 TEMMUZ 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

36BULMACA EKONOMÝ

Bir ilimiz

4

Küçük yeşil bitkiler

Peygamber aşğ (Veysel...) Bir dağmz

Tğ veya firkete ile yaplan ince dantel

Sahne düzenine ve müziğe dayal gösteri türü

2

Bilgi toplama, haber alma

Hazýrlayan: YALÇIN SABRÝOÐLU

Karş koyma, direnme Aşure ay

Bir meyve Dutun siyah olan

Bir ilimiz Elçi

Bir nota Kabiliyet

Liberya’nn uluslararas trafikteki remzi

Satan, satc Bazen, baz vakit

Duman kiri Kaln kumaş Ağr’nn eski ad

Ksa kesilmiş saç Sureleri oluşturan

İstek, dilek Gök gürültüsü

Bir şovmen (...Demirer) Gümüşün remzi

1

9

Tembih sözü

Japon çiçek yapma sanat

4

6

5

Sonsuza değin

8

9

5

7

Resimdeki güney ilimiz Osmanl padişah (...Mehmet) Bir bağlaç

3

1

4

9 7 8

En kalabalk ülke Bir nota

2

4

1

Başkalar Doğuma yardmc olan kadn

3

Bir tür hastalk

Afrika’nn kuzeyinde bir ülke

9 1 3 4 5 8 6 7 2 8 7 5 6 2 9 3 4 1 6 4 2 7 1 3 8 5 9

3 9 1 5 8 6 4 2 7 2 6 7 3 9 4 1 8 5 5 8 4 2 7 1 9 6 3

4 2 9 8 3 5 7 1 6 1 5 6 9 4 7 2 3 8 7 3 8 1 6 2 5 9 4

DÜNKÜ SUDOKU ÇÖZÜMÜ

5

3

3

9

6

4

2

9

SUDOKU BULMACA 6

2 1

3

9

3

8

2

7 8 1

1

Tablodaki tramlý kalýn çizgilerle belirlenmiþ 3’e 3’lük karelere, 1’den 9’a kadar rakamlarý birer kez kullanarak yerleþtirin. Öyle yerleþtirme yapmalýsýnýz ki, bütün 3 lükleri doldurduðunuzda tablonun bütün kutularý yukarýdan aþaðýya ve soldan saða 1’den 9’a kadar rakamlardan birer kez kullanýlmýþ olsun.

Özgü

Kuran’da 100. surenin ad

Þ ÝF RE K E LÝ ME:

Düzce’de bir akarsuyumuz Soluk

Baryumun remzi

Dağ krlangc Benlik

Emare, belirti GS’n kurucusu Özensiz

Sanma

Bir tür bulut

Bir içecek

Uygarlk

Kuran’da bir sure

Giysi kolu

İllet, dert

Su

5

Silisyumun remzi

Gerçek

Lityumun remzi

Hoş, yumuşak

Bir zaman dilimi Yasaklanarak korunan şey

Bir müzik aleti

Cüzi, ksmi

Tarla snr

Fiziksel

Para birimimiz

Rüzgar

Yoga’nn hecesi

Bir soru

Matbaada büyük baş harf Oburlar

Atn ayağna çaklr

Uçağn bir parças Bir peygamber

Bir tür toprak

Bir nota

Bir say

Bir et yemeği Bir tür bezelye

Bir ada ülkesi

Trnak boyas

En küçük askeri birlik

Resmi haber ajansmz Arnavutluk paras

6

Yazn, literatür

Bir nota Elektrik pili kaşifi

Bir işte baş çeken kimse

Bursa’da bir medrese

Ekin

Köpek yiyeceği

Kuru olmayan

Büyülü tapnma

6

Doktorluk

5

Tantaln remzi

Evlek

Görkem

Bir tür böcek

Odac

3

Katmanlar, tabakalar

4

1

Güçsüz kimse için söylenen bir deyim

y.sab rioglu@za man.com.tr

Nikelle kaplama

Söz, lakrd

Neonun remzi

BULMACALARIN CEVAPLARI 37'NCİ SAYFADA


NY

TA

İ

A

Ý

T

A

O

K

R

ÜZ

GU

C

L

E

G

A

ÐK

DR

E

D

Ý

M

A

ÖÝ

ST

U

Ý

H

E

K

Ğ

İ

T

Y

V

L

O

Ü

L

L

N

R

Ð

R

E

A

NK

T

YO

N

ZL

T

KI

P

E

A

R

Y

N

Ý

D H E A A Z VS IF

V R

A

L

T

K

Ý

L

Ç

M

SA

N

Ý

NS

A

Ü

AS

L

E

CY

S

İ

U

R

İY

V

H

Z

V

D

U

U ÜK E Z J ET U ON F

U

M

T

G

A

O

U

E

A

N

D İ E R U V H H T Z M V G D A UZ L K A Y Ý H K M A T A U FU M NÞ T İ E G EA A ÞA O ÜC U UE E ÜY A UO N OZ

F

3

Ý

Z

N

T

U

Þ

E

A

A

C

E

Y

ÞENER, C TRAVMA, Ý RUGANDA, L ÜVEYÝK, Ý VARAGELE, H B YONCA, E ZERDE. U

N

L

O

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz?

N

E U

Z

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? Aþaðýdaki kelimeleri tablonunDENİZLİ, içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? ARMUT, BAHTİYAR, CİMRİ, ÇANKIRI, ESPİYE, FAGOT, GALLER, HARMAN, ÝNTÝKAM, ÝSLAM, KİLER, LOKANTA, MERMER, NÝÐDE, OTUZUÇ, ÖLÇME, PEYNÝR, ROKET, SÝRKE,HAMSİ, ÞEYTAN, ALYANS, BELGESEL, CEVVAL, ÇARŞAF, DÜZÝNE, ENDERUN, FORMALİTE, GÜRGEN, TURNA, UZUNLUK, ÝLGEÇ, KANYON, KOMBÝ, LEKEN, MAHMUR,ÜRDÜN, NUBUK,VOKAL, OKLAVA,YOÐUN, ÖZGÜR,ZÝNCÝR. PRATÝK, RENCÝDE, SADRÝ,

Z ÜZ T LÝ Z EN J TC A İÝ Y LR Ý AL H MÝ K RH M OB A FE T RU A ÖL U ÜU

L LZ K PT Ý Ç EE Ý ÖN Ü

Ü

L

AA EÜ ÜK MT EÐ ÖÖ AU Ç H A Þ Ý K K

H E A U S B S K Y E Ç T Y S A R Ü H K Ý T R Ð Z Ö C UL

Ü

GH

A E G N O L M E D D V C A V Þ Ü A MR N C A N L A S Þ U I Ç R H I A K Þ N Ý A K Ç K

JA

Ý

L

M

2

RO BL RD AH T E KA Ö E C J İ V D Ü L E M H E Ý T N T M C E D R E ZP DE ŞY KN E Ý Ý R L K ÖÜ E D C E J L İ A VN DR ÜU L T E U M Ý A T H N R E R A Z N Y Üİ KL ÜS DT E Z LÇ AU ND RÝ UR T T U L A H İ G K A G Ý S Ð E O R İ P L J S E T İ ZF Ç R UÜ DÇ Ý Þ RE T TL ZR ÇP OJ NE Çİ Ý F DR NÜ EÇ F Þ VE İ E Z Ö N Ý Ð N M O M ÞV Eİ NE EZ RÖ TN NÝ TÐ NN L M UO ÜM Z K A R E V Ç Ü J E E Y Z K A R E V Ç Ü J E E G Ö V U P O U Ý A K Z K T Y Y Ý Ý Þ Þ N N D DK K L L V V R R Ü Ü T T A L J S Ý R Z Ð G R U Ü İ M MR R İ İ T T E E Ý Ý R R M ML L F F H H AĞ NT EC GC RM ÜR GÇ EE UÝ BL PA Þ E T C C M R Ç E Ý L A E KK NR DE MÇ DU LG RR KS UT FS ÐG YB R E Ç U G R S T S G B E L L A G O Ý N U Ð O Y R O Ð A Ü Ý A N Ý E Z Ö L Ö L R A E G MO R Ý U N Ð U H Ð MO T Y E S L Y A N S N T V N R E A RÖ C R NE A M Þ R I U RÐ I H KM NT AE Ç

ÐN

E

K O L I O KT A E L İ M E E O E K Ý O

N

E ÞO AS

R

R ÞÝ C N RE B Ü NR EÜ J K UJ Y A Y R S SE U N NC ÝA A U VT T Z Y A Y ER

Þ

Y

A

P

1

K E L İ ÞM E E LÝ ME:A V I ÝF RE K Bir tür böcek 6

Trnak boyas

? <

K E K G < P E

I

F C ; ? < 8

x

K

F

G

8

I

C

8

B

8

G

| B | ; < C 8 E I L K L

E

D

I

I

B

?

G

I

D =

|

L

D C

Q

B

E

;

D :

E

G

C

þ

Q :

J

J

<

L

J

Q

{ F

B

9

8

K

G

I

M

F ?

P þ

<

C

þ

J

;

D 8

I

þ

=

C

L 8

B

8

B

M

8

E

<

M

|

>

Q

I

9

B

8

|

G

þ

J D 8 þ

C

G 8 E < M | > Q I 9 B 8 G I

|

B B | D I C E ; I = L 8 8 M þ

<

7HCKJ"Ĕ87>JđO7H"Ĕ9đCHđ"Ĕw7DA?H?"Ĕ:;DđPBđ"Ĕ;IFđO;"Ĕ<7=EJ"Ĕ=7BB;H"Ĕ>7HC7D"Ĕ DJ A7C"Ĕ IB7C"ĔAđB;H"Ĕ BEA7DJ7"ĔC;HC;H"ĔD :;"ĔEJKPKw"ĔzBwC;"ĔF;OD H"ĔHEA;J"ĔI HA;"Ĕ ;OJ7D"ĔJKHD7"ĔKPKDBKA"Ĕ{H:{D"ĔĔ E > L E D A LEA7B"ĔOE KD"ĔP D9 H$ B I ; B ; G I

8 X [Xb` b\c`d\c\i` kXYcfele `û`e\ j\ig` k`i[`b% 9lecXi YlcXY`c`i d`j`e`q6 | I I G 8 þ : {CH7DđO;"ĔL P J;"ĔO;ďđC"ĔPđ=7D7$ E 8 D E 8

þ

D

I

|

7JEC"ĔĔ7Bđ8;O"Ĕ87JC7D"Ĕ9?C8?P"ĔwKFH7"Ĕ:{P9;"Ĕ;B:đL;D"Ĕ<H7F7D"Ĕ={L;D"Ĕ>7C: "Ĕ IC7đB"ĔAHED A"Ĕ B;PđP"ĔCK>7CC;:"ĔDKHI;B"ĔECKP"ĔzPA7D"ĔF;H=;B"ĔHđAA7J"ĔI ICđA"Ĕ 7H"ĔJEF7HB7A"ĔK KH"Ĕ

: D B I J C Q K ? J 9 C < 8 L E C E L Q Q < E 8 X [Xb` b\c`d\c\i` kXYcfele `û`e\ j\ig` k`i[`b% 9lecXi YlcXY`c`i d`j`e`q6

G

< G E : K J E J L L Q < B 8 9 8 K : G < M P ? F þ Q

E

C Q E K þ Q Q A : 8 < P J { ? F B 8 D 8 I K F 8 P L I

B x J E D | > 8 L L | = E D D M K A > > B I 8 I < F K L ; F < B E 8 ; < E G I

8 C A B | J I L | I C < G ; þ 8 : I þ = M : L ? ? Q E | M 8 D ; D K L I C E 8

: ? E 8 Q < J < M J þ P ; x D C P B < 8 J B | Q ? B K Q K J K C 8 { 8 G L E E

:

< | @ D 9 E L 8 E C J I L K x < ? 8 I < B E B

B J D 8 | M > I < K F E < A I 8 D I = : | E L 8 D C @ Q I B @ E B ; E D 8 : x

B < ; F 8 J A 9 { J I L M < C Q D ; < I : K L = < L ? ? F D | ; K D M < K I

K Q B I < x L > I J K J > 9 F D < L @ Q 9 < L Q E Q þ I > K 8 < E 8 C I B < E P I < C C 8 > F E L F P < : I E L < @ M þ C ; : C < B K ? ; Q I K I 8 G

A

8 L B ü ; K : 9 : D M I Q x < < K < C 8 F < ; M

D P A D J C | P 8 ; x ?

| I C L I P G < A 9 < þ C = 8 I K | I x I M < ; x K F G 8 I C 8 B 8 G E D A B I M ? þ ; < þ Q Ā { < E B = M E J D G F C D ; B D 8 A ; < D : 8 9 E L ; | I 8 { < : K > < B < L < P 8 P Q B 8 I < M x | A < < L P D < P 9 A D C 8 J K C I | I P M 8 ; I x J < K P E ; B C M I | K I ? F ; D þ L Ā Q < < B Q = Q M þ J > G 8 C E ; 8 G C E : þ < D I I L þ @ K < C : I D C K = ; ? I I 8 { < : K > < B < L <

E < B F D þ 8 C A J ; K < Q D x : L 8 ; 9 E I L K ; |

B < C þ D < 8 M @

;

I

8 C { B < < : C A þ þ D M < ; | 8 C M < @ D

P

8 K E 8 B F C @

B < C þ D < 8 M @

Dünkü bulmacalarn çözümleri

Dünkü bulmacalarn çözümleri

6

Dünkü bulmacalarn çözümleri

Bulmaca

Bulmaca

5

sembolü. 8) Tene yumuşaklk vermek Ad, şan, ün. 3) Keskin, ince ses.– Bir veya güneş, yağmur vb. dş etkilerden snrdan geçebilmek için verilen yazl korunmak için sürülen koyu kvaml izin. 4) Halk dilinde köpek.– İçten 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 madde.– 9) İçinekadar, soğan, sarmsak, (duyguSAĞA vb.).–1) Utanma, haya. 5) Yalnz bir ilçesi. 2)Yol. Sonsuza sürgit. SOLDAN Bir girişime işleyer.ay din@za man.com.tr maydanoz, havuç vb. katlarak adn veya ad ve soyadn baş har e3) Kendini beğendirmek amacyla bilmesi, gelişebilmesi için gereken 1 Refik Aydýn zeytinyağyla pişirilen ve soğuk yaplan davranş, cilve, eda.– Hacdaki para krediyi işi.– tiyatro riyleveatlan ksasağlama imza.– Otel, mekânlardan 4) İlmî10)birHücrenin konuda Baryumun sembolü. 2) El gün, olarak yenenbiri. yemek. vb. yerlerde girişe yakn geniş yer. 6) 2 derin bilgisi olan, bilgin.– ‘Hangi başkalar, herkes.– Yatsdan sonra yapbir taşlarndan saylankadar, DNA’ya Övme, takdir vb.1)duygular belirtmek ilçesi. 2) Sonsuza sürgit. SOLDAN SAĞA Bir girişime işleyer.ay din@za man.com.tr klnan kişi?’ kullanlan biramacyla söz. vacip gelişebilmesi namaz. 3) Lezzetli, tatl.– 3)manasnda Kendini içinkalpli, gereken benzer diğer beğendirmek madde.– Başnda ok içinbilmesi, söylenen söz.– Yumuşak Refik Aydýn 3 yaplanşey, davranş, cilve, eda.– Hacdaki para ve krediyiince sağlama 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 Adanlan adak.– Lityumun Afrika’nn doğusunda toplu bir tel demeti bulunan yumuşak yürekli; hisli.olarak 7)işi.– Değersiz, 5)biçiminde mekânlardan biri. 4) İlmî bir konuda Baryumun sembolü. 2) El sembolü. 6) Samaryumun sembolü.– yaplan vahşiAskerlik hayvan av. 4) Birgün, renk.– balkçl. Halkolan, dilinde tbbn sinir önemsiz.– çağna girenlerden 4 derin11) bilgisi bilgin.– ‘Hangi başkalar, herkes.– Yatsdan sonra 1 Hatrlama gücü, bellek, hafza. İçine Birson tüccarn, ticari durumunu, işinin dalna verilen ad.7)12) yoklamalarn yaptrarak askerliktatl.– hastalklar kişi?’ manasnda kullanlan bir söz. klnan vacip namaz. 3) Lezzetli, ok konulan torba veya kutu biçiminde genel sonucunu gösteren, belirli 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 5) Adanlan adak.–kaput Lityumun Afrika’nn doğusunda toplu olarak Pamuktan düzşey, dokuma, bezi. karar aldrdklar hâlde çağrldkla5 8) Kolaylkla kandrlabilen sembolü.– veya zamanlarda yaptğ hesap özeti.– Türk 6) Samaryumun yaplan vahşiveya hayvan av. Bir renk.– klf. sembolü. 2 rnda gelmeyen gelip de4)ktalarna 1 Hatrlama gücü, bellek, hafza. 7) İçine Bir tüccarn,kullanlan, ticari durumunu, işinin aldatlabilen, aptal, bön. 9) İzmir’in halk müziğinde ağz yass gitmeden toplandklar yerlerden 6 ok konulan torba veya kutu genel sonucunu gösteren, belirli 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 biçiminde 11 12 Kemalpaşa ilçesinin eski ad.– Torunu birayrlanlar. tür zurna.8)5)Veli, Açklayc nitelikte olan 3 2 evliya,hesap ermiş.– klf. 8) Kolaylkla kandrlabilen veya zamanlarda yaptğ özeti.– Türk 1 F İ N A N S M A N B A 10) Onarma onarm. 11) ikinci cümleyi birinciye bağlayan bir yass olan kadn. aldatlabilen, aptal,işi, bön. 9) İzmir’in halk müziğinde kullanlan, ağz Görünüşte, görünüşe göre. YUKARIDAN 7 2 E özgü L A L E M V İ T İ R Kendine nitelikleri yitirmeden söz.– Yavuz Sultan Selim’in kazandğ Kemalpaşa ilçesinin eski ad.– Torunu bir tür 5) Açklayc nitelikte olan 4 3 AŞAĞIYA 1) zurna. Metanetle, metin şekilde. 3 olan L Ekadn. Z tek İ 10) Z Onarma Sfert.– A işi, FNikelin A R İ 11) onarm. ikinci cümleyi bağlayan bir bölünemeyen varlk, zaferlerden biri. 6) birinciye Horoz, hindi 2) söz.– Ummaktan duygu, umut.– 4 Kendine özgü Yavuzdoğan Sultan Selim’in A L12) Eğreti M İnitelikleri Z A ödünç N yitirmeden Molarak. E Y sembolü. olarak, vb.nin tepesinde bulunan krmzkazandğ deri 5 84 Kadnlarn süs için kapaklarna zaferlerden biri.göz 6) Horoz, hindi 5 bölünemeyen H E M Rtek İ varlk, D A fert.– N İ Nikelin Y E uzants.– Aşağ görülen, değersiz. 7) sembolü. 12) Eğreti olarak, ödünç Tolarak. vb.nin tepesinde bulunan krmz deri sürdükleri çeşitli renkte boya. 3) Acele, 5 6 İ B İ K H A K İ R Eskimiş, zararl veya yetersiz saylan uzants.– Aşağ görülen, değersiz. 7) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 6 çabuk.– Eskiden kadnlarn sokakta 7 Y E N İ L İ K N A N E şeyleri yeni, yararl yeterli olanlaEskimiş, zararlve veya yetersiz saylan 1 A N 1 A 2 E 3 R 4 K 5 İ 6 L 7 8 S 9A 10F 11 12 6 8 E T A M İ N Ç E T İ N yüzlerine örttükleri ince siyah örtü, şeyleri yeni, yararl ve yeterli olanlaryla değiştirme, teceddüt.– Güzel 2 S 1 İ A R NK A E E RY K A İ B LA N S İ A F 7 ryla değiştirme, teceddüt.– 2 kokulu yapraklarndan esans eldeGüzel 7 3 A Z S İ İ L R KM E İ M Y İ AK B AL N İ kokulu yapraklarndan esans elde 3 A Z İ L M İ M İ K L edilen ve yemeklere konulan bir bitki. 4 B A F H A L E T K A edilen ve yemeklere konulan bir bitki. 4 B A F H A L E T K A 8 8 5 İ 5M İ MK A K B Aİ B L İ İ LY İ E YT E T 8) Pamuk, ketenketen veyaveya ipekten, seyrek 8) Pamuk, ipekten, seyrek dokunmuş deliklidelikli bir tür Zor, Zor, 6 Y 6 İ Y Y İ E Y C E E CK E KR A RT AE T E dokunmuş birkumaş.– tür kumaş.– müşkül, 7 E 7 Y E A Y L A E L T E T N İ NK İ E KL E L müşkül, güç. güç. 8 T E Ğ E T S A M A N İ YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Kayseri’nin 8 T E Ğ E T S A M A N İ YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) Kayseri’nin 4

37 BULMACA EKONOMÝ 1 - 76–12 TEMMUZ 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN


38 SPOR

1 - 7 TEMMUZ 2015 ZAMAN

Ev Sahipliği yaptığımız FIFA 2013 U20 Dünya Kupası’nda yer alan Türkiye, İspanya ve Fransa kadrolarının bugünkü piyasa değerini araştırdık. Gençlere şans verip değer katma açısından bu ülkelerle aramızda uçurumlar var. BEHRAM KILIÇ

1sürprize tanık oldu. FIFA 2015 U20

Dünya futbolu geçen hafta büyük bir

(20 Yaşaltı) Dünya Kupası finalinde Sırbistan, Brezilya’yı 2-1 yenerek şampiyon oldu. Yeni Zelanda’daki organizasyonu yüzlerce menajer ve teknik direktör takip ederek geleceğin yıldızlarını görme şansı yakaladı. Tıpkı 2013’teki turnuvada olduğu gibi. Evet, 2013 FIFA U20 Dünya Kupası Türkiye’de düzenlenmişti. 7 stadımızda 6 kıtadan 24 takım hünerlerini sergilemiş, 52 maçta futbolseverler 152 gol izlemişti. Kupa, Uruguay’ı penaltılarla 4-1 yenen Fransa’nın olmuştu. Türkiye’deki turnuvanın en büyük özelliklerinden biri de bugüne kadar yapılanlar içerisinde maç başına en az seyircinin takip ettiği şampiyona olmasıydı. Buna rağmen tribünleri dolduran, ekranları başından turnuvayı takip eden futbolseverler birçok yıldızı henüz taptaze çağında izleme imkânı bulmuştu. Özellikle de Fransa ve İspanya adına ter döken oyuncuları. Bugün bu iki takımın oyuncuları paha biçilemeyen fiyatlara ulaştı. Dünya starı olmayı başaran Paul Pogba, 50 milyon Euro’luk piyasa değeriyle göz kamaştırıyor. Türkiye’deki turnuvanın en değerli oyuncusu seçilen yıldız futbolcu Juventus’da forma giyiyor. Sadece o mu? Fransa takımında neredeyse her oyuncu fiyatını katladı. İspanya da öyle. Peki ya Türkiye? O günkü Türk Millî Takımı’nda yer alan oyuncularımız aradan geçen 2 yılda neler yaptı? Nerelere geldi? 2013’teki U20 Türk Millî Takımı’nın teknik direktörü Feyyaz Uçar’dı. 3’ü kaleci

TÜRKİYE 2013 U20 KADROSUNUN BUGÜNÜ Aykut Özer: Kaleci. Değeri 300 bin Euro. Almanya’da yetişti. Karabükspor’da oynuyor. Geçe yıl sadece 1 maçta forma giydi. Sadık Çiftpınar: Defans. Yeni Malatyaspor’da oynuyor. Geçen yıl 3. Lig’de 17, 2. Lig’de 7 maçta forma giydi. Piyasa değeri yok. İlkay Durmuş: Almanya’da yetişti. G.Birliği transfer etti. Halen Avusturya 2. Ligi takımı Floridsdorfer’de oynuyor. Değeri 150 bin Euro. Hakan Cinemre: F.Bahçe altyapısından yetişti. Buca ve Adana Demirspor’a kiralandı. Değeri 850 bin Euro. Geçen yıl 17 kez oynadı. Ahmet Çalık: G.Birliği’nde yetişti. Geçen yıl Süper Lig’de 29 kez forma giydi. Değeri 3.5 milyon Euro. Salih Uçan: Buca altyapısında yetişti. 2012’de 1,5 milyon Euro’ya F.Bahçe’ye satıldı. Fazla şans bulamadı. 2014’te 4,75 milyon Euro’ya Roma’ya kiralandı. Seri A’da 4 kez forma giydi. Piyasa değeri 5 milyon Euro. Taşkın Çalış: Almanya’da yetişti. 2011’de 650 bin Euro’ya G.Antepspor’a transfer oldu. 2013-

Feyyaz Uçar’ın çalıştırdığı U-20 Türk Milli Takımı, ülkemizde düzenlenen turnuvada varlık gösterememişti. toplam 21 oyuncunun 10’u 1993, 11’i ise 1994 doğumluydu. 21 genç yıldızın 15’i Türkiye’de başta Süper Lig olmak üzere profesyonel liglerde futbol yaşantısını sürdürürken, 6’sı Almanya, İngiltere, Hollanda ve Belçika’da

futbol oynuyordu. Kadroda yer alan oyunculardan Alperen Uysal, Taşkın Çalış, Artun Akçakın, Okay Yokuşlu ve Aykut Özer, 2010’daki U17 Avrupa Şampiyonası’na katılarak yarı finale kadar yükselen millî

2014 sezonunda Bursaspor’a gitti. Geçen yıl devre arası Akhisar’ın yolunu tuttu. Değeri 700 bin Euro. Okay Yokuşlu: Altay’da yetişti. 2011’de 1 milyon Euro karşılığında Kayserispor’a satıldı. Geçen yıl 31 maçta forma giydi. Önümüzdeki sezon Trabzonspor’da ter dökecek. Piyasa değeri 4 milyon Euro. Artun Akçakın: G.Birliği’nde yetişti. Geçen yılı Adana Demirspor’da kiralık geçirdi. 10 maçta, 4 gol attı. Piyasa değeri 700 bin Euro. Hakan Çalhanoğlu: Karlsruhe’de yetişti. Hamburg’da parladı. Geçen sezon 14,5 milyon Euro’ya Bayern Leverkusen’e satıldı. Değeri 18 milyon Euro. Bundesliga’da 33 maçta 8 gol, Şampiyonlar Ligi’nde 8 maçta 2 gol kaydetti. Halik Akpunar: Göztepe’de yetişti. Halen bu takımda. Geçen yıl 2. Lig’de 27 maçta 5 gol attı. Piyasa değeri 450 bin Euro. Alperen Uysal: Kaleci. G.Saray altyapısında yetişti. Halen bu takımda. A takım formasını hiç giymedi. Piyasa değeri 100 bin Euro. Cenk Şahin: Başakşehir’de yetişti. Geçen yıl Süper Lig’de 18 kez oynadı. Değeri 1,5 milyon Euro. Sinan Bakış: Almanya’da yetişti. 2013’te

Kayserispor’a transfer oldu. Geçen yıl sadece 4 Türkiye Kupası maçında forma giydi, 3 gol attı. Piyasa değeri 200 bin Euro. Cumali Bişi: Beşiktaş’ta yetişti. 2012’de 75 bin Euro’ya Rizespor’a satıldı. Geçtiğimiz yıl Adana Demir’de kiralıktı. 450 bin Euro. Alpaslan Öztürk: Birmingham’da yetişti. 2011’de Belçika ekibi Beerschot’a transfer oldu. 2013’te Standart Liege’e geçti. Ocak 2014’te Kasımpaşa’ya kiralandı. Piyasa değeri 2,2 milyon Euro. Ethem Pülgır: Piyasa değeri 550 bin Euro. Kartal’da yetişti. Bursaspor’a, oradan da Kayseri Erciyes’e transfer oldu. Geçen yıl Süper Lig’de 7 maçta forma giydi. Onurcan Piri: Kaleci. Ocak 2014’te Giresunspor’dan 130 bin Euro’ya Bursaspor’a transfer oldu. Geçtiğimiz yıl Süper Lig’de hiç oynamadı. Değeri 100 bin Euro. İbrahim Yılmaz: Başakşehir’in futbolcusu. Çeşitli takımlarda kiralık oynadı. Geçen yılı Şanlıurfa’da geçirdi. Değeri 450 bin Euro. Fatih Turan: Belçika’da yetişti. Halen Hollanda ekibi Fortuna Sittard’da oynuyor. 35 maçta forma giydi. Değeri 175 bin Euro. Kerim Frei Koyunlu: İngiltere’nin Fulham takı-

takımımızda da bulunuyordu. Kerim Frei Koyunlu ise ilk kez U20 Millî Takımı’nda yer alıyordu. 1993 doğumlu oyuncu, ay-yıldızlı forma ile turnuva öncesinde tanışmış, A Millî Takım’ın 14 Kasım

mının altyapısında yetişti. Türkiye’deki turnuvadan sonra 3,15 milyon Euro karşılığı Beşiktaş’a satıldı. Geçen yıl Süper Lig’de 29 maçta forma giydi. Piyasa değeri 4,5 milyon Euro. Feyyaz Uçar (Teknik Direktör): Turnuvadan sonra Altay ile anlaştı. Sadece 16 maç görevde kalabildi. Geçen yılın devre arası Yeni Malatyaspor’un teknik direktörlüğüne getirildi. Takımı 2. Lig’den 1. Lig’e çıkarttı.

İSPANYA 2013 U20 KADROSUNUN BUGÜNÜ

Jose Luis Gaya: Turnuva sırasında Valencia B takımındaydı. Şimdi A takımda. Geçtiğimiz sezon 35 kez forma giydi. 35 milyon Euro. Paco Alcacer: Valencia’da top koşturuyor. Turnuva öncesi piyasa değeri 2 milyon Euro’ydu. Şimdi 20 milyon Euro. Bu sezon La Liga’da 32 maçta forma giydi 11 gol attı. İspanya A Millî Takım formasını da 6 kez giydi ve 4 gol attı. Jose Campana: Piyasa değeri 1,5 milyon Euro. Turnuva sonrası Sevilla’dan İngiltere ekibi Crystal Palace’a transfer oldu. Ardından Almanya ve İtalya’nın yolunu tuttu. Şimdi Porto’nun oyuncusu. Ruben Pardo: Halen formasını giydiği Real So-


SPOR 39 EKONOMÝ

1 - 76–12 TEMMUZ 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

2013 yılı şampiyonu U20 Fransa Millî Takımı 2012’de Danimarka ile oynadığı maçta forma giymişti. Hakan Çalhanoğlu ise 2012-13 sezonunda formasını giydiği Karlsruhe ile Almanya 3. Ligi’nde şampiyonluk yaşarken, Cumali Bişi de takımı Çaykur Rizespor’un Süper Lig’e yükselmesinde pay sahibi olmuştu. Yani kadroda ilerleyen dönemde A Millî Takım’a çıkmalarını beklediğimiz, altyapılardan beri millî formayı terleten ve futbolumuzun geleceğine yön verecek oyuncular vardı. Peki, öyle mi oldu? El Salvador’u 3-0 geçtikten sonra Kolombiya’ya 1-0 yenilen, gruptaki son maçında Avustralya’yı 2-1 mağlup ederek ikinci tura yükselen, bu turda Fransa’ya 4-1 yenilerek turnuvaya erken veda eden Türkiye, geleceğine de çok büyük bir yatırım yapamadı. 21 oyuncumuz içerisinde sadece gurbetçi Hakan Çalhanoğlu büyük bir aşama kaydetti. Önce Hamburg’a, ardından Bayern Leverkusen’e transfer oldu. O tarihte 3 milyon olan piyasa değeri bugün 18 milyon Euro’ya yükseldi. Almanya’da özellikle frikikten attığı gollerle sezona damgasını vuran Hakan, A Millî Takım’da da ter dökmeye başladı. Yine kadromuzda yer alan Salih Uçan’dan da çok şeyler bek-

ciedad’da yetişti. Geçen yıl 2. Ligde 28 maçta oynadı. Piyasa değeri 5 milyon Euro. Jese Rodriguez Ruiz: Real Madrid altyapısından yetişti. Forvet. Piyasa değeri 15 milyon Euro. Geçen yıl 16 maçta 3 gol attı. Saul Niguez: Atletico Madrid altyapısından yetişti. Turnuva sonrası Roya Vallecano’ya kiralık gitti. 2014’te geri geldi. Değeri 9 milyon Euro. Geçen yıl 24 maçta 4 gol attı. Oliver Torres: Atletico Madrid’de yetişti. Önce Villarreal’e, geçen sene de Porto’ya kiraladı. Portekiz Ligi’nde 26 maçta 7 gol atan oyuncunun değeri 11 milyon Euro. Jonathan Castro Otto: Geçen yıl Celta Vigo formasıyla La Liga’da 36 maçta forma giydi. Sol bek. Piyasa değeri 3,5 milyon Euro. Denis Suarez: Manshester City oyuncuyu altyapısına aldı. Turnuva sonrası 1,5 milyon Euro’ya Barcelona’nın B takımına sattı. Barcelona da Sevilla’ya kiraladı. Piyasa değeri 12 milyon Euro. Jairo Samperio: 2013’te Rac-ing’den Sevilla’ya transfer oldu. Geçen sezon da 2,2 milyon Euro’ya Almanya’nın Mainz takımına. 22 maçta forma giydi. Piyasa değeri 2,75 milyon Euro. Gerard Deulofeu: Barcelona altyapısında yetiş-

ledik ama F.Bahçe’den Roma’ya transfer olan bu oyuncumuz Seri A’da geçen sezon sadece 4 maçta forma giyebildi. Kerim Frei ise geçtiğimiz yıl çoğu yedek olmak üzere 29 maçta Beşiktaş forması giymesine rağmen beklenen çıkışı bir türlü gerçekleştiremedi. 2013’teki kadroda yer alan 21 oyuncumuzun bugünkü piyasa değerine baktığımızda ise tablo daha net ortaya çıkıyor: 40 milyon 375 bin Euro. Piyasa değeri 18 milyon Euro olan Hakan Çalhanoğlu’nu çıkarttığımızda ise 20 oyuncunun toplam değeri sadece 22 milyon 375 bin Euro. Bu arada, “Hakan Çalhanoğlu Bundesliga’da değil de Süper Lig’de oynuyor olsaydı bu değere ulaşabilir miydi?” sorusunu da bir kenara not edelim. Fransa ve İspanya’ya baktığımızda ise gözlerimiz kamaşıyor. O gün Fransa adına top koşturan 21 futbolcunun bugünkü piyasa değeri 157,3 milyon Euro. Paul Pogba 50 milyon Euro ile zirvede. Daha geçen hafta Milan ile Inter arasında paylaşılamayan Kondogbia, İnter ile anlaştı. İnter oyuncunun bonservisi için Monaco’ya

ti. Turnuva sonrası Everton’a kiralandı. 2014’te ise Sevilla’ya... Değeri 12 milyon Euro. Juan Bernat: Valencia’da yetişti. 10 milyon Euro’ya Bayern Münih’e satıldı. Geçen sezon Bundesliga’da 31, Devler Ligi’nde 11 kez oynadı. 15 milyon Euro. Suso: Cadiz’de yetişti. 2010’da Liverpool altyapısına geçti. 2013-14 sezonunu Almeria’da kiralık geçirdi. Liverpool, piyasa değeri 6 milyon Euro olan oyuncuyu 1,3 milyon Euro’ya Milan’a sattı. Javier Manquillo: Atletico Mad-rid’de yetişti. Liverpool’a kiralık gitti. Değeri 6 milyon Euro olan oyuncu tekrar Madrid’e döndü. Teknik Direktör Julen Lopetegui: İspanya’nın hocası, 2014-15 sezonu başında Porto ile 2017’ye kadar sözleşme imzaladı. Porto geçtiğimiz yılı ikinci tamamladı.

FRANSA 2013 U20 KADROSUNUN BUGÜNÜ Alphonse Areola: Paris Saint Germain’de yetişti. Değeri 4 milyon Euro. 1.91 boyundaki kaleci geçtiğimiz yıl Bastia forması giydi. Dimitri Foulquier: Değeri 3 milyon Euro. Geçen yıl Granada’daydı.

U20 İspanya Millî Takımı (2013) 30 milyon Euro ödedi. Kondogbia, 5 yıllık sözleşme imzaladığı İnter’den yıllık net 4,5 milyon Euro alacak. 22 yaşındaki oyuncunun bugüne kadar oynadığı kulüplere tam 54 milyon Euro bonservis bedeli kazandırdığını da belirtelim. Takımda yer alan Sanogo, Digne, Thauvin gibi oyuncular da Arsenal, Bayern Münih gibi büyük takımlara transfer oldu. Türkiye’deki şampiyonada çeyrek finalde Uruguay’a elenen İspanya’nın bugünkü piyasa değeri ise tam 155 milyon 650 bin

Kurt Zouma: Saint Etienne’de yetişen oyuncu 31 Ocak 2014’te 14,6 milyon Euro’ya Chelsea’ye transfer oldu. Samuel Umtiti: O. Lyon’da yetişti ve halen bu takımda forma giyiyor. Piyasa değeri 12 milyon Euro. Geçen yıl 35 lig maçında oynadı. Geoffrey Kondogbia: Fransa’nın Lens takımından 2012’de 4 milyon Euro’ya Sevilla’ya gitti. 2013’te Sevilla onu 20 milyon Euro’ya Monaco’ya, Monaco da 30 milyon Euro’ya İnter’e sattı. Yaya Sanogo: Turnuva sonrası Auxerre’den Arsenal’e transfer oldu. Arsenal onu çeşitli takımlara kiraladı. Geçen yıl Crystal Palace’taydı. Değeri 1,5 milyon Euro. Axel Ngando: Piyasa değeri 1 milyon Euro. Gelecek yıl Rennes takımında oynayacak. Lucas Digne: Lille’de yetişti. 2013’te G.Saray da istedi ancak Digne’yi Paris Saint Germain kaptı. Değeri 10 milyon Euro. Mario Lemina: Gabon asıllı. Lorient’te yetişti. Turnuva bitiminde 4 milyon Euro’ya Marsilya’ya satıldı. Değeri 3 milyon Euro. Jordan Veretout: Nantes’ta yetişti. Halen bu takımda oynuyor. Piyasa değeri 8 milyon Euro. Florian Thauvin: Değeri 12 milyon Euro. Bu sezon Lille, Marsilya’ya 14,6 milyon Euro’ya sattı.

Euro. İspanyollar dünyanın çeşitli takımlarınca kapışıldı. Kendi liglerinde uzun süreler alan oyuncular, değerlerine değer kattı. Türk futbolcular içerisinde öyleleri vardı ki neredeyse oynadıkları takımlarda hiç forma giyemediler. Mesela, G.Saray’da yer alan 22 yaşındaki Alpaslan Uysal kalede hiç forma şansı bulamadı. Yurt içindeki oyuncularımızdan yurt dışına gitmeyi başaran da sadece Salih Uçan oldu. Turnuvadan sonra dışarıya oyuncu gönderemedik ama beğendiğimiz bazı yabancıları transfer ettik. Örneğin, 5 golle gol krallığında ikinci olan Portekizli Bruma 10 milyon Euro’ya G.Saray’a transfer oldu. Bruma geçen yıl G.Saray’ın 20 maçta formasını giydi. 1 gol attı. Çaykur Rizespor ise turnuvada Gana’ya yenilerek 4. olan Irak’tan Ali Adnan’ı 500 bin Euro karşılığında renklerine bağladı. Ali Adnan’ı 2,2 milyon Euro karşılığında da Udinese’ye sattı. Sonuç: 2002’de dünya üçüncüsü olan, FIFA sıralamasında 5. basamağa yükselen A Millî Takım, bugün 57. sırada ve 2018 Dünya Kupası elemelerine 4. Kategori’den katılacak. Yukarıdaki tabloya baktığımızda buna şaşırdık mı? Hayır. Bu haberimiz, Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim ve neredeyse tüm kulüplerin oy birliği ile Futbol Federasyonu başkanlığına yeniden seçilen Yıldırım Demirören’e ithaf olunur!

Maxime Dupe: Kaleci. Değeri 600 bin Euro. Nantes’ta oynuyor. Paul Charruau: Valenciennes’te oynuyor. Kaleci. 400 bin Euro. Pierre Yves Polomat: Geçen yıl 2. Lig’deki Laval’ın formasını giydi. Değeri 500 bin Euro. Paul Pogba: 17 yaşındayken La Havre’den Manchester United altyapısına transfer oldu. 3 yıl altyapıda yer aldıktan sonra Ağustos 2012’de serbest kaldı ve Juventus’un yolunu tuttu. Seri A’da 26 maçta 8 gol attı. Piyasa değeri 50 milyon Euro. 14 kez de Fransa millî formasını giydi. Thibaut Vion: Metz takımında oynuyor. 400 bin Euro. Jean Christophe Bahebeck: PSG’de yetişti. Çeşitli takımlarda kiralık oynadı. 2,5 milyon Euro. M. Naby Sarr: Lyon’dan Sporting Lizbon’a transfer oldu. Değeri 2,5 milyon Euro. Alexy Bosetti: Nizza’da (Fransa) oynuyor. Değeri 3 milyon Euro. Youssouf Sabaly: PSG’de yetişti. Geçtiğimiz yıl Evian’da kiralık oynadı. Değeri 2,5 milyon Euro Teknik Direktör Pierre Mankowski: 64 yaşında. 2000 yılında U16 ile başladığı milli takım çalıştırıcılığı, U20 ile hâlâ devam ediyor.



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.