Zamandk310 eg

Page 1

Özlem Çekiç: Hiç bir zaman geldiğim yeri unutmadım

Fatma Öktem: İşsizlik en önemli sorun

Özlem Çekiç, Danimarka’da adından en çok söz ettiren politikacılardan biri. 8 yıl önce Parlamento’ya ilk girdiği günden beri objektifler hep üzerinde. 38 yaşında 3 çocuk annesi olan Çekiç, bazen aşırı sağcı grupların bazen de radikal dinci grupların hedefi oldu. 6'DA

Danimarka’daki Türkiye kökenli milletvekillerinden Fatma Öktem, Danimarka’ya dışardan daha fazla mülteci getirmekten çok, halihazırda Danimarka’da bulunan mültecilerin sorunlarını düzeltmek için çalışmak gerektiğini düşünüyor. 10'DA

www.zamaniskandinavya.dk

13 - 19 MAYIS 2015 • YIL : 7 • SAYI : 310 •  DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO EKREM DUMANLI

KAMİL SUBAŞI

ALİ BULAÇ

ALI ÜNAL

‘Dava'yı ağzına alma artık

‘Dillerimi hakim bey bağlasan durmaz…’

HDP ve Medine sözleşmesi

Her gelecek yakındır/Asıl imtihan

35

4

34

34

Dil ve Kültür Festivali renklerin buluşmasına sahne oldu 1organizasyonuyla gerçekleşen DaniAnadolu Dil ve Kültür Merkezi’nin

marka Dil ve Kültür Festivali renkli görüntülere sahne oldu. Programın sunuculuğu aktör Rasmus Elton Danca ve Anadolu Dil ve Kültür Merkezi öğrencilerinden Josephine ise Türkçe sundu. Rasmus’un Danca sorularına, Josephine Türkçe cevaplar verirken, salonu dolduran yüzlerce kişiye eğlenceli dakikalar yaşattı. • 13'TE

Hidayet Karaca’nın mektubu Norveç’in en büyük gazetesinde 1

Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın mektubu, Norveç’in en çok satan, 250 bin tirajlı gazetesi Aftenposten’de, “Kendimi artık bir tutuklu gibi değil bir rehine gibi hissediyorum” başlığıyla yayımlandı. • 11'DE

‘DÖVIZ’ KAYNAĞINDAN ‘OY DEPOSU’NA AVRUPALI TÜRKLER

GURTBEÇISIN GURBETÇI KAL

Avrupalı Türkler, Türkiye’deki genel seçimler için ilk kez oy kullanıyor. Seçmen sayısının 2,5 milyon olması siyasi partilerin iştahını kabartıyor. Ekonomik vaatleri sıralayanlar, asıl sorunları görmezden gelmeye devam ediyor. HASAN CÜCÜK HABER KKTC’nin çiçeği burnundaki yeni CumhurbaşANALİZ kanı Mustafa Akıncı’nın seçildikten hemen sonra Türkiye ile ‘yavru vatan’ ilişkisinden vazgeçilmesi gerektiğini belirtip, “Kardeşlik ilişkisi istiyorum. Kendi evimizin efendisi biz olmalıyız.” açıklamasına Cumhurbaşkanı Recep

Tayyip Erdoğan sert tepki gösterip, “Sayın Cumhurbaşkanının ağzından çıkanı kulağının duyması lazım” demişti. Açıklamlarını devam ettiren Erdoğan, “Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a bakışı, evet yavru vatandır. Bundan sonra da yavru vatan olarak bakmaya devam edecektir. Bir ananın yavruya olan ilgisi, alakası neyse, bundan sonra da yine bu o ananın yavruya olan ilgisi aynen devam edecektir.” ifadelerini kullanmıştı. • DEVAMI 8'DE


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN ■ İSVEÇ

Anne olmak için en iyi ülkeler arasında İsveç 5’inci Uluslararası ‘Save The Children’ Sivil Toplum Örgütü’nün ‘Dünyada Annelerin Durumu”,raporunda, İsveç anneler için yaşanılabilir en iyi beşinci ülke oldu. Dünya çapında çocukların durumunu iyileştirmeye çalışan ve 50 ülkede faaliyet gösteren “Save The Children” Sivil Toplum Örgütü’nün “2015 Dünyanın Anneleri” raporunda, “gelişmiş, daha az gelişmiş ve en az gelişmiş” 179 ülkede annelerin sağlık durumları, eğitimleri ve ekonomik statülerinin incelenerek dünyada anne, kadın ve çocuk olmak için en iyi ülkeler belirlendi. Raporda, gelişmiş ülkeler sıralamasında anne olmak için en iyi ülkeler kuzey ülkeleri oldu. Sıralamada Norveç birinci, Finlandiya ikinci, İzlanda üçüncü ve Danimarka’dan sonra İsveç de beşinci oldu. Türkiye ise Çin, Ekvator, Umman ve Bahama’dan sonra 65. sırada yer aldı. Anneler için en kötü 5 ülkenin de Afrika’da olduğu belirtilen listede Somali en son sırada yer aldı.

■ İSVEÇ

10 bin kişi taksi şoförü olmak için başvuruda bulundu İsveç’te sübvansiyon desteğinin verildiği 2007 yılından bu yana 10 bini aşkın insanın taksi şoförü olmak için İş ve İşçi Bulma Kurumu’na (Arbetsförmedlingen) para desteği için başvuruda bulunduğu bildirildi. İsveç Radyosu’nda yer verilen bir habere göre, 16 bin 500 ticari taksinin olduğu ülkede, sadece geçtiğimiz yıl en az 2 bin 500 kişinin başlangıç desteği (start up) alarak taksi şoförü olduğu kaydedildi.

‘‘Eğitim, çok önemli bir konu. Göçmen kızlar güzel başarılar elde ediyor. Ama erkekler aynı seviyede değil. Geçmişte olduğu kadar çok vasıfsız işler yok artık Danimarka’da. İyi eğitim almak, kendini geliştirmek şart.’’ Fatma Öktem Milletvekili, Liberal Parti (V)

‘‘Müslümanların da üzerine büyük görevler düşüyor. Kendimiz de birşeyler yapmalıyız. Mesela Ramazan geliyor. Herkese sesleniyorum: Arkadaşlar evinizin kapısını açın. Müslüman olmayanlara açın özellikle. Bırakın sizi tanısınlar.’’ Özlem Çekiç Milletvekili, Sosyalist Halk Partisi (SF)

Kamil Subaşı k.subasi@zamaniskandinavya.dk

Haber Merkezi Editorial Center Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya, Engin Tenekeci haber@zamaniskandinavya.dk

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552 IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Danimarka’da oy verme işlemi başladı Türkiye’deki genel seçimler kapsamında yurtdışındaki temsilciliklerde oy verme işlemi bugün itibariyle başladı. Yüksek Seçim Kurulu verilerine göre 54 farkı ülkede bulunan toplam 2 milyon 867 bin 658 kayıtlı seçmen 31 Mayıs’a kadar oy vermeye devam edecek. Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Danimarka’da da oy verme işlemleri geçtiğimiz hafta Cuma günü sabah saat 10:00 itibariyle başladı. Kopenhag’daki Büyükelçilik binasında gerçekleştirilen oy verme işleminin her gün akşam saat 19:00’a kadar devam edeceği açıklandı.

Türkiye’nin Danimarka Büyükelçisi Mehmet Dönmez de oyunu ilk gün kullandı. Büyükelçi Dönmez, “Gördüğüm kadarıyla geçen yıla oranla daha iyi bir katılım var. Hafta sonu bu katılımın daha da artmasını bekliyoruz. Seçimin ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.” dedi. Oy vermenin bir hak olduğu kadar vatandaşlık görevi de olduğunu vurgulayan Büyükelçi Dönmez, yurtdışında yaşayan Türkiye kökenli herkesi oy kullanmaya davet etti.

■ İSVEÇ

‘Pis Türk’ hakareti Volvo’ya 100 binlerce Euro’ya mal oldu Belçika’nın Gent bölgesinde Volvo araçları için kokpit üreten SAS Otomotiv firmasında görevli bir kadın, Türk çalışana ‘Pis Türk’ diye hakaret etti. Bunun üzerine fabrika çalışanları işi bırakarak eylem yaptı. Eylem sebebiyle Volvo fabrikasında 600 aracın üretiminde gecikme oldu ve 100 binlerce Euro zarar edildi. Geçtiğimiz hafta yaşanan olayda, hakaret edilmesi üzerine Türk çalışanın yönetime şikayete gittiği ancak yönetimin konuyla ilgilenmediği öğrenildi. Bunun üzerine Türk çalışana destek amacıyla gece vardiyasında iş bırakıldı.

Sahibi/Publisher: Moving Media ApS Yönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer Vedat Oğuz Genel Yayın Müdürü Editor-in-Chief

■ DANIMARKA

Benim Ailem Editörü Süleyman Uysal Grafik Tasarım Sebahattin Çelebi Reklam / Advertising +45 71 51 43 85

CVR-nr. 25065557

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ • İsveç: Menaf Alıcı ..................................................................................................................................... • Norveç: Ömer Fevzi İpek .......................................................................................................................... • Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ................................................................................................................. • Aarhus: Rasim Atakan .............................................................................................................................. • İstanbul: Salih Beşir..................................................................................................................................

+46 72 336 35 54 + 47 47 23 03 91 + 358 46 63 44 686 + 45 42 20 66 16 + 90 5332 83 89 86

Reklam .........................................................yildirim@bahar.dk .................................................... +45 71 51 43 85 Okur Hattı: ...........................................info@moving-media.dk Abone: ..................................................info@moving-media.dk............................................+45 70 20 69 70 Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.

Moving Media ApS • Sluseholmen 2, 1 • 2450 København SV • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

■ ISVEÇ

Eski general cüzdan hırsızlığından göz altında Stockholm içi ulaşım hizmetlerini sağlayan SL firmasının patronu ve Waxholmsbolaget şirketinin CEO’su Anders Lindström, geçtiğimiz hafta Hong Kong’da hırsızlıktan göz altına alındı. Asker kökenli olan Anders Lindström, İsveç ordusunda korgeneral rütbesine kadar yükselmişti. Aftonbladet gazetesinde yer alan habere göre, yıllık 2 milyon kronun üzerinde geliri olan 60 yaşındaki Anders Lindström, iş gezisi için bulunduğu Hong Kong’dan dönüş için havaalanında uçağa binerken, hırsızlık şüphesi ile göz altına alındı. Konuyla ilgili gazeteye konuşan Lindström, “Eşime hediye almak için havaalanında bir mağazaya girdim. Bir cüzdan gördüm, gayri ihtiyari cebime koydum. Ama çıkarken ücretini ödemeyi unuttum.” dedi. Uçağa binerken polislerin kendisini durdurduğunu söyleyen Lindström, “Benim için korkunç bir deneyimdi. Hayatımda ilk kez bir suçlu gibi hissettim.” diye konuştu. Lindström’ün

■ NORVEÇ akıbeti bu hafta Hong Kong’da çıkacağı mahkemede belli olacak. Öte yandan, Stockholm İl Konseyi, Lindstrom’ün görevini bir sonraki açıklamaya kadar askıya aldığını duyurdu.

Drammen’de Kutlu Doğum programı Drammen Fjell-Bydelshuset’de Kutlu Doğum programı düzenlendi. Drammen Ebru Dialog ve Kadınlar Kültür Derneği’nin düzenlediği “Sonsuz Nur” programında katılımcılar Hz. Peygamberi (sav) yürekten andılar. Kur’an tilaveti ile başlayan program çocukların çaldığı enstrümanlar eşliğinde söylenen salavatlarla devam etti. Yetişkin-çocuk ilahi grupları programa renk katarken, 3 aylarla ilgili bilgilendirme konuşmasının ardından

davetliler arasında hatimler paylaştırıldı. Peygamberlik döneminin anlatıldığı piyesler yoğun ilgi görürken, bazı seyirciler gözyaşlarına hakim olamadı. Program süresince çocuklar için hazırlanan masalarda devam eden “Boyama Eğlencesi” sonucu,salon çıkışına mini bir sergi olusturuldu. Katılan tüm çocuklara süpriz hediyeler verilirken,yetişkinler de unutulmadı. Topluca okunan dualar ve ikram ardından program sona erdi.

■ DANİMARKA

Fyns Özel Okulu öğrencilerinden anlamlı hareket 1Danimarka’da yaşayan Türkiye kökenli girişimciler tarafından 2011 yılında Odense şehrinde açılan Fyns Privatskole (Fyns Özel Okulu) verdiği başarılı eğitimin yanı sıra öğrencilerinin gerçekleştirdikleri yardım kampanyaları ile de yerli yabancı herkesin takdirini kazanmayı başardı. Geçtiğimiz yıl Senegal’deki ihtiyaç sahipleri için yardım toplayan okul öğrencileri bu yıl Uganda’daki ihtiyaç sahipleri için seferber oldu. Danimarka’da faaliyet gösteren TimeToHelp (Yardım Zamanı) Derneği tarafından organize edilen ‘katarakt ameliyatı’ kampanyasına destek veren Fyns Özel Okulu öğrencileri 21 fakir Ugandalının yeniden gün ışığı ile buluşmasına vesile olacak. Okul öğretmenlerinden Sevil Koyuncu, öğrencilerin 21 katarakt ameliyatını gerçekleştirecek parayı toplamak için çok çalıştıklarını söyledi. Öğrencilerin öncelikle kendi harçlıklarından sonra ailelerinden en son da komşularından yardım topladıklarını söyledi. Öğrenciler ayrıca kendi yaptıkları bileklik, bilezik gibi ürünleri satarak elde ettikleri paraları da kampanyaya bağışladılar. Söz konusu yardım kampanyalarının öğrencilerdeki “merhamet” duygunun

gelişmesine katkıda bulunduğunun altını çizen Koyuncu, ailelerin de bu durumdan son derece memnun olduğunu ifade etti. Koyuncu, öğretmen olarak öğrencileriyle gurur duyduğunu söyledi.

Avrupa’da 15 dakikada yapılıyor ama… Uganda oldukça gibi fakir bir ülke. Aşağı yukarı 35 milyon insanın yaşadığı ülkede, kişi başına düşen yıllık gelir 500 Dolar civarında. Ortalama ömür erkeklerde 54 kadınlarda 57 sene. Ölümcül birçok hastalık var. Ebola bunlardan sadece biri. Kimi doğuştan kimi sonradan yüz binlerce görme engelli insan var ülkede. Avrupa’da 15 dakikada yapılan katarakt ameliyatı yapılamadığı için kör olan on binlerce insan var ülkede. Bu yüzden dünyanın değişik ülkelerindeki yardım kuruluşlarının öncelikli hedefi gerçekleştirdikleri katarakt ameliyatlarıyla görme yeteneğini tamamen yada kısmen kaybeden bu insanları yeniden gün ışığı ile buluşturmak. Danimarka’da faaliyet gösteren TimeToHelp Derneği de o yardım kuruluşlarından biri.

Røgelsesbrændere og rosenvandssprinklere fra den islamiske verden 20/3 – 6/9 2015

www.davidmus.dk


4 İSKANDİNAVYA Kamil Subaşı

‘Dillerimi hakim bey bağlasan durmaz…’

Sözleri Mehmet Erdem’e ait ‘Hakim Bey’ şarkısı geçen yılki 12. Türkçe Olimpiyatları’na (Dil ve Kültür Olimpiyatları) damga vurmuştu. O dönemde polislerle beraber hakimler ve savcılar da Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna sürülüyordu. Henüz daha hakim, savcı tutuklamaları başlamamıştı, ama bugünlerde onu da gördük malesef. Geçen yılki Türkçe Olimpiyatları’na damgasını vuran ‘Hakim Bey’ şarkısının sözlerini bir hatırlayalım isterseniz: “Şikayetim var cümle yasaktan / Dillerimi hakim bey bağlasan durmaz / Gelsin jandarma polis karakoldan / Fikrim firarda mapusa sığmaz eyvah / Gün olur yerle yeksan olurum / Gün olur şahım devri devranda, / Kanun üstüne kanun yapsalar, / Söz uçar yazı iki cihanda eyvah, / Sussan olmuyor susmasan olmaz, / Dil dursa hakim bey tende can durmaz, / Yazsan olmuyor yazmasan olmaz, / Kaleme tedbir koma tek durmaz” 11. Türkçe Olimpiyatları’na kadar tüm kadro ve kurumlarıyla Türkçe Olimpiayatları’na ve bu olimpiyatlar için her yıl dünyanın 160 kadar farklı ülkesinden Türkiye’ye gelen yüzlerce –toplamda da binlerce- çocuğa sahip çıkan devlet erkanı, geçen yıldan itibaren malum sürecin etkisiyle birden bu olimpiyatları yasaklayarak istenmeyenler, ya da sakıncalılar listesine ekleyiverdi. Kaldı ki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu TÜRGEV’e yakınlığıyla bilinen TÜGVA (Türkiye Gençlik Vakfı), Türkçe Olimpiyatları’na karşılık geçen hafta ‘Uluslararası Öğrenci Buluşması’nı organize etti. Ne diyelim; şarkı sözlerinde de geçtiği gibi ‘kanun üstüne kanun yapsalar, söz uçar yazı iki cihanda’. Ne yapılırsa yapılsın, sevgi dili Türkçenin olimpiyatlarının önüne geçilemez. Yapılan her bir engelleme çalışması, yeni açılımlara vesile oluyor. Dil ve Kültür Olimpiyatları bu yıl Afrika’dan, Almanya’ya; Amerika’dan, Romanya’ya ve Belçika’ya kadar 20’den fazla ülkede yapılıyor. Sevgi dili Türkçe, ‘Yeni Bir Dünya’ için dilden dile, gönülden gönüle, ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya yayılıyor, gönülleri fethediyor, 200’e yakın ülke sahip çıkıyor, manevi desteklerini bildiriyor… Bizler, kendimizi gurbette zannediyoruz ama asıl gurbet buralarda mı, yoksa Türkçe Olimpyatları’ndan mahrum kalan Türkiye’de mi; tartışılır… Olimpiyatların geçen yıl Almanya’daki kapanış programında Cezayirli kızımızın muhteşem bir şekilde seslendirdiği ‘Sıla mı, gurbet mi, adını sen koy’ şarkısı duygularımızı dışa yansıtıyor, işimizin ‘gönülleri birleştirmek’ olduğunu bir kez daha vurguluyordu ki geçen yıl, eğitim gönüllüsü öğretmenlerin rol aldığı Olimpiyatlar’ın reklam filminin konusu da şu şekildeydi: “Dediler ya iyi misin, Yemen’de ne yapacaksın, dil bilmezsin, iz bilmezsin? Özlem var tabi ama... Hayat her yerde aynı işte, Japonya’da da aynı akıyor... Çocuklar her yerde çocuk işte... Şimdi burda Bosna’da bir rüzgar aldı bizi diyoruz, Ruanda’da yapraklar oynuyor. Arjantin’de bir fıkra anlatıyorsun, Yemen’de gülüyoruz. Bir yerde Türkçe bahane, gönüller bir oluyor. Geçenlerde Olimpiyatlara katılan bir öğrenci mektup yazmış. Şey demiş; ‘Hocam mesafe de neymiş. Gönülden hızlı bir şey yok. Gönül ışık hızından hızlı.’ demiş...” Aynen dendiği gibi, gönüller ışık hızından da daha hızlı bir şekilde birleşiyor. Danimarka’da gönülleri birleştiren Anadolu Dil ve Kültür Merkezi, yıllardır Uluslararası Dil ve Kültür Olimpitayları’nın Danimarka elemelerini tertipliyor. Bu bağlamda, geçtiğimiz hafta sonu Portalen Konser Salonu’nda gerçekleştirilen 13. Dil ve Kültür Olimpiyatları’nın Danimarka Finali’nde farklı kültürler ve diller aynı duygu için buluştu. Bir yıllık bir çalışma sonrası, 800 kadar Danimarkalı çocuk arasından başarı elde eden 75’i sahnede performanslarını sergiledi. Yine hakeza Norveç, İsveç ve Estonya’da da benzer heyecen ve performans vardı geçtiğimiz haftalarda. Anadolu insanının gayretleriyle, Anadolu’dan yükselen hizmet türküsü ile saçılan sevgi tohumları ile büyüyen Dil ve Kültür Olimpiyatları 13. yılına ulaşırken, perdenin arkasındaki gizli kahramanlar iftiralara ve hakaretlere maruz kalarak, hatta terörist ilan edilirken; bu adanmış ruhların yeni bir dünya için sulh adacıkları oluşturma gayesi, 200’e yakın ülkede meyvelerini veriyor. Olimpiyatların Danimarka Finali’nde farklı kültürler ve diller aynı duygu için, aynı dilde buluştular. Farklı farklı kişiler evrensel değerler ekseninde insalık için el elele verdiler. “Gelin tanış olalım” çağrısına uyanlar, geldiler, şiir oldular kalplerimizin kilidini çözdüler, şarkı olup kulaklarımızın pasını sildiler, naat olup gözyaşlarımızı akıttılar. Programda, tüm çocuklar üstün bir performans sergiledi, hepsini dakikalarca ayakta alkışladık. Salondaki atmosfer anlatılamaz, yaşanır. Ne deniyordu ‘Hakim Bey’de: Şikayetim var cümle yasaktan / Dillerimi hakim bey bağlasan durmaz…

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

İsveç’te Sosyal Demokratlar halkın desteğini kaybediyor MENAF ALICI STOCKHOLM

1ratlar’a (S) olan halk desteği, 2012 yılından bu İsveç hükümetinin büyük ortağı Sosyal Demok-

yana en düşük seviyeye indi. Kamuoyu yoklama şirketi Novus’un yaptığı ankete göre hala İsveç’in en büyük partisi konumunda olan Sosyal Demokratlar’a destek yüzde 27.5 oranına geriledi. Sosyal Demokrat Parti geçtiğimiz Eylül ayında yapılan genel seçimlerde yüzde 31.2 oy oranı ile seçimin galibi olmuştu. Ankete göre bugün seçim olması durumunda, geçtiğimiz günlerde başına 28 yaşındaki Ebba Busch Thor’un getirildiği Hristiyan Demokratlar yüzde 4 olan barajın altında kalıyor. Novus’un çalışması, son dönemde kargaşa, anlaşmazlık ve buna bağlı olarak ayrılma ve ihraçların yaşandığı göçmen karşıtı İsveç Demokratları Partisi’nin rekor bir destek ile oylarını yüzde 14.7 oranına çıkardığını da ortaya koyuyor.

Sosyal Demokrat Parti Lideri Stefan Löfven

Göteborg’daki Türk akademisyenler buluştu ZAMAN GÖTEBORG

1SWETURK’e bağlı olarak Göteborg’da faali-

Stockholm merkezli İşadamları Federasyonu

yet gösteren Swedish-Turkish Business Cooperation (STBC), ildeki Türk akademisyenleri buluşturdu. Göteborg Üniversitesi ve Chalmers Teknoloji Üniversitesi’nde görev yapan akademisyenlerin katıldığı STBC Derneği programında bir konuşma yapan Dernek Eşbaşkanı Ercan Kargılı, bölgede çeşitli pozisyonlarda çalışan veya eğitimlerine devam eden akademisyenleri bir araya getirerek, onlarla tanışmak ve onların birbirleri ile tanışmalarına vesile olmak istediklerini söyledi. Aynı zamanda, Göteborg’da faaliyet gösteren, STBC dahil 7 derneğin çatı organizasyonu olan Plattformen’in Başkanı olarak Kargılı, İsveç’te toplumun her kesimi ile iç içe, ortak yaşama katkıda bulunmayı hedef edindiklerini, bu doğrultuda programa katılmış akademisyenlerle gelecekte fikir alış-verişinde bulunmaktan memnun olacaklarını dile

getirdi. Programda hem birbiriyle hem de STBC Derneği’nin ve Plattformen’in yetkilileriyle tanışma fırsatı bulan akademisyenler daha sonra da hazırlanan ikramlar eşliğinde sohbet etti.

Müslüman öğrenciyi domuz eti yemeye zorlayan okula tazminat cezası verildi ZAMAN KOPENHAG

1öğrenciyi domuz eti yemeye zorlayan okulu taz-

Danimarka Yüksek Mahkemesi, Müslüman bir

minat cezasına çarptırdı. Söz konusu okul Müslüman öğrenciye 40 bin kron tazminat ödeyecek. Herşey Danimarka’da değişik kurslar veren Holstebro Eğitim Merkezi’nin 2010 yılında Müslüman bir öğrenciyi domuz eti yemeye zorlamasıyla başladı. Libya kökenli olan ve aşçılık eğitimi alan öğrenci, domuz etinin tadına bakmaması halinde okuldan atılacağı bildirildi. 24 yaşında olduğu öğrenilen Müslüman öğrenci domuz eti yemeyi reddetti ve okulu bıraktı. Daha sonra ise Danimarka Eşitlik Kurulu’na başvurarak okulun kendisine ayrımcılık yaptığı şikayetinde bulundu. Danimarka Eşitlik Kurulu şikayeti değerlendirdikten sonra söz konusu okulu 75 bin kron tazminat cezasına çarptırdı. Ancak okul söz konusu kararı temyize götürdü. Yüksek Mahkeme temyiz davasıyla ilgili kararını dün açıkladı. Okula, Müslüman öğrenciyi domuz eti yemeye zorladığı için 40 bin kron tazminat cezası verildi. Danimarka’da daha önce de bir aşçılık okulu Türkiye kökenli İkram Korkmaz’ı domuz eti yemeye

zorlamış, Korkmaz bunu reddedince de olay büyümüştü. Daha sonra Eğitim Bakanlığı devreye girmiş ve söz konusu okul geri adım atmak zorunda kalmıştı.


5 İSKANDİNAVYA Movia’dan Filistinlileri üzen İsrail’i sevindiren karar

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Danimarka’da bir süre önce Danimarka Filistin Dostluk Derneği tarafından İsrail’in Batı Şeria Bölgesi’ndeki kanunsuz yerleşimlerine dikkat çekmek amacıyla Kopenhag’daki bazı otobüslere verdiği reklamlar İsrail karşıtı oldukları gerekçesiyle yayından kaldırıldı. ZAMAN KOPENHAG

1marka Filistin Dostluk Derneği tarafınDanimarka’da bir süre önce Dani-

dan İsrail’in Batı Şeria Bölgesi’ndeki kanunsuz yerleşimlerine dikkat çekmek amacıyla Kopenhag’daki bazı otobüslere verdiği reklamların İsrail karşıtı oldukları gerekçesiyle yayından kaldırılması tartışmalara neden oldu. Başta söz konusu reklamları hazırlayan Danimarka Filistin Dostluk Derneği olmak üzere ülkenin değişik bölgelerinde yaşayan çok sayıda Müslüman reklamları kaldırmaya karar veren Movia isimli toplu taşıma firmasına tepki gösterdi. Movia tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada ise, “Movia olarak söz konusu reklam kampanyasının gereksiz bir şekilde saldırgan olduğunu ve sosyal sorumluluktan uzak bir şekilde belirli bir milleti küçük düşürmeye yönelik olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla reklamları biran önce yayından kaldırmaya karar verdik.” denildi. Öte yandan söz konusu reklamda ise şu ifadeler yer alıyordu: “Bizim duruşumuz net: Ne İsrail’in yerleşimine destek veren ürünleri alıyoruz ne de yerleşim sanayisine yatırım yapıyoruz.” Bu ifadenin yanında ise İsrail’in geçmişte Filistin’e ait topraklara

rılmasının “kendilerinin ifade özgürlüğüne yönelik açık bir saldırı” olduğunu söyledi. El-Abed, “Reklam kampanyasında saldırgan, aşağılayıcı ayrımcılık yapan yada nefret söylemi sayılabilecek hiç birşey yoktu.” dedi. Çok sayıda politikacı da El-Abed’e destek veren açıklamalarda bulundu. Kırmızı-Yeşil Birlik Partisi milletvekillerinden Christian Juhl, Movia’nın reklamların kaldırılmasına yönelik kararının “utanç verici” olduğunu söyledi. Dışişleri Bakanı Martin Lidegaard konuyla ilgili bir açıklama yapmaya yanaşmazken anamuhaSöz konusu reklamda ise şu ifadeler yer alıyordu: “Bizim duruşumuz net: Ne İsrail’in yerleşimine destek veren ürünleri alıyoruz ne de lefetteki Liberal Parti’nin sözcülerinden Sören yerleşim sanayisine yatırım yapıyoruz.” Pind konuya müdahil olmak istemediklerini nasıl yerleştiğini gösteren dört farklı harita lenmesine neden oldu. Reklamı hazırlayan Movia firmasının yayımlanacak reklamlarla yer alıyordu. Söz konusu olay Danimarka’da Danimarka Filistin Dostluk Derneği Başkanı ilgili dilediği gibi hareket etme hakkının yeni bir ifade özgürlüğü tartışmasının alev- Fathi El-Abed, reklamların yayımdan kaldı- olduğunu söyledi.

ANADOLU’MUZUN MUTFAĞI İşyerlerine, düğünlere, doğum günlerine ve her türlü özel günlere...

Anadolu’muzun, sıcak ve soğuk yemeklerini servis yapmaktan mutluluk duyarız. Eksotiske Delikatesser A/S • Industrigrenen 21, 2635 Ishøj • Telefon: +45 7023 2808 www.delikate.dk • delikate@delikate.dk • Açılış saatleri: Pazartesi-Cuma 8-17 • Cumartesi 8-13

© Moving Media ApS

1250 m2’lik modern ve hijyenik mutfağımızla, 25.000 paket üretim kapasitemizle, ve 28 tecrübeli personelimizle...


6 İSKANDİNAVYA

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

ÖZLEM ÇEKIÇ:

Hiç bir zaman geldiğim yeri unutmadım

Özlem Çekiç, Danimarka’da adından en çok söz ettiren politikacılardan biri. 8 yıl önce Parlamento’ya ilk girdiği günden beri objektifler hep üzerinde. 38 yaşında 3 çocuk annesi olan Çekiç, bazen aşırı sağcı grupların bazen de radikal dinci grupların hedefi oldu. İnandığını söylemekten geri durmadı. Yeri geldi kendi partisine de ve bir dönem parçası olduğu hükümete de karşı açıklamalar yaptı. Hızla yaklaşan seçimler öncesinde kendisiyle Danimarka’yı konuştuk. Önemli tespitleri var... EMRE OĞUZ 8 yıldır Danimarka Parlamentosu’nda milletvekili olarak görev yapıyorsunuz? Kısaca anlatacak olursanız nasıl geçti bu iki dönem? Ömrümde hiç bu kadar çalışmadım. Son 8 yıl haftada 70 saat çalıştım. Ve emeğimin karşılığını aldığımı düşünüyorum. Çok güzel şeylere imza attım. Mesela ‘çifte vatandaşlık’, ‘psikolojik rahatsızlığı olan hastalara yeni imkanlar sağlamak’ gibi... Zordu yani... Evet, çünkü burada sistem Türkiye’deki gibi değil. Her milletvekili sadece 18 saat bir işçi çalıştırma hakkına sahip. Anlayacağınız çok emek verdim. Bu arada 4 tane kitap yazdım. Ayrıca ben bu 8 sene içinde çok şey öğrendim. Ne gibi mesela? Milletvekili olarak seçildiğiniz amacı unutmamak gerektiğini öğrendim. Ben, kendim için vekil olmadım halk için oldum. O yüzden zaman zaman kendi partime karşı da, hükümete karşı da oy kullandım. Ama inandığım şeylerden vazgeçmedim. Milletvekilliği gelip gidiyor. Aynada kendine güvenle bakabiliyorsan hala bence doğru bir insansın demektir. Hiç bir zaman geldiğim yeri unutmadım. Ben sonuçta bir işçi ailenin kızıyım. Bundan her zaman gurur duydum. Günümüze dönelim. Danimarka’nın en önemli 3 sorunu nedir? Birincisi Müslümanlara ve azınlıklara karşı olan antipati. Refah sistemindeki sorunlar var daha sonra mesela. İşsizlerin önemli sorunları var. Ruh ve sinir hastalıkları olan çocuklar ve gençlerle ilgili önemli sorunlar var. Neden Danimarka’da Müslümanlara karşı antipati var sizce? Sonuçta Danimarka’da toplumun değişik kesimlerini karşı karşıya getirmeye çalışan partiler var. Toplumda nefret tohumu eken partiler var. Bu beni ürpertiyor. Müslüman olmak antidemokratik olmak demek değil ki oysa. Irkçılık büyük bir sorun. Peki çözüm ne? Ne yapılmalı? Toplumdaki nefreti gidermenin tek çözümü diyalog. Barışın savaştan başka alternatifi yok. Birbirimize elimizi uzatmamız lazım. Onun için ben, yıllardır herkesle buluşuyorum. Tek amacım halkın arasında nefreti gidermek. Bunun tek çaresi diyalog. Birbirimizi tanımadığımız için bu kadar ön yargı var. Toplumdaki bütün kademelerde çalışmalar yapılmalı ve herkes önyargıları kırmak için uğraşmalı. Danimarka’da çifte standart var diyorsunuz? Tabiki çifte standart var. Bu yasada yok belki ama uygulamada var. Aylarca, senelerce gençlerimiz bir staj yeri için uğraşıyor ama adı Ahmet olduğu için bulamıyor, diskoteğin kapısından içeri alınmıyor veya kiralık ev bulamıyor. Bence bu çok büyük bir haksızlık. Bu çok berbat olan terör olayından sonra kaç kadın bana mail yazdı. Sokakta başörtüleri çekilmiş. Peki ya Müslümanlar… Onların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Müslümanların da üzerine büyük gö-

Özlem Çekiç: Ben, yıllardır herkesle buluşuyorum. Tek amacım halkın arasında nefreti gidermek. Bunun tek çaresi diyalog. Birbirimizi tanımadığımız için bu kadar ön yargı var. revler düşüyor. Kendimiz de birşeyler yapmalıyız. Mesela Ramazan geliyor. Herkese sesleniyorum: Arkadaşlar evinizin kapısını açın. Müslüman olmayanlara açın özellikle. Bırakın sizi tanısınlar! Partilere üye olun ve sesinizi duyurun. Son saldırıdan sonra Müslümanlar arasında çok anlamlı tepkiler verenler oldu. Bu tepkilerle ilgili fikriniz nedir?

Amerika’daki 11 Eylül’den sonra çok şey öğrendi Müslümanlar bence. Kopenhag’daki saldırıda ilk önce imamlar, dini adamlar öne çıkıp olanlara tepki gösterdi. Bence bu çok güzel birşey. Eğer biri Allah’ın adıyla başkasını öldürüyorsa din adamları bunun İslamiyet’le alakası olmadığını söylemek zorunda. Biz ne kadar söylersek söyleyelim imamın söylemesi çok farklı. Ben son

saldırıdan sonra çok güzel şeyler gördüm. Masum biri ölüyorsa bence dini önemli değil. Aynısı bizim caminin önünde de olabilirdi. Bu hak mı? Yüzlerce Müslümanın, Yahudisi, Hristiyanı ve Ateistiyle kolkola barış zinciri kurması çok harikaydı bence. Danimarka’da göçmenlerin sürekli gündemde olmasının nedeni ne sizce? Entegrasyon gerçekten bu kadar büyük bir sorun mu? Küçük bir belediyenin başkanından Kraliçe’ye kadar herkes göçmenleri konuşuyor. Neden? Gündemde olmak sorun değil. Neyle gündemde olduğun önemli bence. Her gün gazeteyi açtığımızda, radyoyu açtığımızda pozitif birşeyler duysak… Mesela, “Yabancılar olmasa Danimarka’da iş sistemi çöker, sağlık sistemi çöker...” gibi şeyler duysak sorun değil. Ama her gün özellikle sağ partiler ve maalesef bazen de Sosyal Demokratlar sürekli negatif şeyler anlatıyorlar. Bir geri zekalı bir yerde birşey yapınca biz hepimiz rehin alınıyoruz etnik kökenli olduğumuz için. Medyanın büyük bir rolü var bunda. Her gün medya bir tane pozitif haber yapsa, ben inanıyorum ki olur olmaz önyargıların çoğu kırılacak. Medyanın, dengeli anlattığına da inanmıyorum ayrıca... Gelelim Türkiye’ye… Son dönemde yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Dışarıdan baktığımızda çok ilginç şeyler oluyor. Hiç demokrasiyle alakası olmayan şeyler. Bu ülke, sorsan AB’ye girmek istiyor ama AB’ye girmek isteyen bir ülkede 16 yaşındaki bir çocuk başbakana hakaretten hapse atılır mı? Bu nasıl adalet, bu nasıl düşünce özgürlüğü? Tek suçu konuşma yapmak. Peki ya medyanın durumu? Basın özgürlüğüne bakarsanız Türkiye’deki basın özgürlüğü Çin ile aynı durumda. Türkiye’de düşünce özgürlüğü için hapiste yatan insanlar var. Elinde silah yok, kimseyi tehdit etmemiş. Sadece düşünmüş. Düşündüğü için hapiste yatan insanlar. Endişe verici sinyaller. Çok güzel şeyler de olmuştu oysa. Eski ile kıyaslanınca. Sosyal ve sağlık reformları, yapılan binlerce kilometre yollar, su ve elektriğin bütün köylere gitmesi gibi… Bunları unutmamak lazım. Son olarak seçim öncesinde seçmenlere mesajınız nedir? Oyunuzu kullanın. Ben her seferinde aynı şeyi söylüyorum. Türkiye’nin bazı yerlerinde oyunu götürüp sandığa atıyor, ama sonra bilinmiyor ne olduğu. Dünyanın birçok ülkesinde insanlar ölüm riskine rağmen sandığa gidiyor. Burası Danimarka. Burada hile ve oy alıp satma sorunları yok. Oyunuzu vermezseniz başkaları sizin için karar verecek. Yabancılar için özel yasalar çıkaracak sağ partiler ve Danimarka Halk Partisi (DF) iktidara gelsin istemiyorsanız oy verin. Çocuklarınızın diğer çocuklar gibi eşit eşit şartlarda yetişmesini istiyorlarsa SF’e oy versinler. Bana da oy vermelerini istiyorum açıkçası. 8 senedir çok çalışıyorum. Beni desteklesinler. Sadece seçimde gelip sizden oy isteyenlere değil seçimler arasında çalışanlara oy verin.


7 İSKANDİNAVYA Danimarka’da Norveçliler elektronik kreş ücretlerine kitabı tercih etmiyor

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

zam geliyor

Berlingske Gazetesi tarafından yayımlanan bir habere göre aileler önümüzdeki dönemde çocuklarının kreş eğitimi için daha fazla para ödemek zorunda kalacak. ZAMAN KOPENHAG

1kreş ücretleri artıyor. Berlingske Gazetesi tarafından ya-

Danimarka önümüzdeki dönemden itibaren birçok yerde

yımlanan bir habere göre aileler önümüzdeki dönemde çocuklarının kreş eğitimi için daha fazla para ödemek zorunda kalacak. Halihazırda Danimarka’da bulunan 98 belediyenin dörtte biri önümüzdeki yazdan itibaren kreş ücretlerine zam yapacak. Söz konusu artışın hükümet tarafından hayata geçirilen yeni eğitim reformunun bir neticesi olduğu ifade ediliyor. Ailelerin ödeyeceği ekstra paralarla kreşler yeni öğretmen istihdamında bulunabilecek. Ailelerden alınacak toplam paranın 500 milyon kron civarında olacağı tahmin ediliyor. Kimin ne kadar para ödeyeceği elbette ailelerin gelir durumuna ve yaşadıkları bölgeye göre değişiyor. Berlingke Gazetesine göre Allerød bölgesinde yaşayan ailleler çocukları için önümüzdeki Haziran ayından itibaren 39 kron daha fazla ödemek zorunda kalacak.

Dünyanın en zengin vatandaşları arasında yer alan Norveç halkı, elektronik kitaba sırtını döndü. Halk daha çok basılı kitap okuyor. ENGİN TENEKECİ OSLO

1arasında yer alan bir ülke. Ülkenin hemen hemen

Norveç, dünyada en çok kitap okunan ülkeler

her şehrinde yer alan toplu ulaşım taşıtlarında, parklarda, kafeteryalarda, duraklarda kitap okuyanları görmek mümkün. Norveç’te yapılan bir araştırma, ülke genelinde elektronik mi yoksa basılı kağıt tipi kitap mı daha çok okunuyor, sorusunun da cevabını verdi. Zira 2011’de birçok yayın evi e-kitap satmak için milyon kronlar harcamış, bu durum eleştirilere neden olmuştu. Rambøll Management Consulting’in Norveç Kültür Konseyi için yaptığı bir araştırmaya göre, 2013’te edebiyat endüstrisi geliri 6,19 milyar kron. Gelirin çoğunluğunu, ülke kitapçılarından alınan (kağıt) kitaplar oluşturuyor. Yine 2013’te dijital edebiyatın yıllık getirisi ise 227 milyon kron. Elektronik kitaplardan (e-kitap) elde edilen gelir ise sadece 24 milyon kron. ‘Kağıt kitap, elektronik kitabı kırıyor’ şeklinde nitelendirilen çalışma, Norveçlilerin kağıt kitaba olan ilgisini bir kez daha gözler önüne serdi. Araştırmayı değerlendiren bazı Norveçli uzamanlar, e-kitaba olan rağbetsizliği, bu sektörün Norveç’te henüz olgunlaşmamasına bağladı. Medya araştırmacılarından Prof. Tore Slaatta, daha önce de birçok kitap evinin eleştiri oklarına maruz kaldığını söylüyor. Slaatta’ya göre, araştırma sonucu, kağıt kitap basan yayın evlerinin hala zirvede olduğunun açık bir göstergesi. Bu tür yayın

Norveçli okurların neredeyse çoğunluğu, elektronik kitap yerine, basılı kağıt türü kitapları okuyor. FOTOĞRAF: ZAMAN, ENGİN evlerinin kağıt kitap sattığı gerekçesiyle kırbaçlanmalarına son verilmesi gerektiğini dile getirdi. Norveç’te tanınmış bir e-kitap satıcılığının direktörlüğünü yapan Elizabeth Sellevold ise, elektronik kitabın, Norveçlilerin algı dünyasında tam olgunlaşmadığını düşünüyor. Ancak, e-kitaplara olan ilginin eskiye göre daha da arttığını belirtiyor. Satılan e-kitapların yüzde 70’inin daha çok yabancı dillere sahip olduğunu vurguluyor. Ayrıca elektronik kitaplara uygulanan vergi de satışı etkiliyor. Sellevold, kağıt kitaplarınsa 1970’den bu yana vergiden muhaf tutulduğunu hatırlatıyor. E-kitaba uygulanan vergi yaptırımının sona ermesi konusunda çaba harcadıklarını açıklıyor.

Sürprizli Ramazan Takvimi

Özellikleri: » Ramazanın 30 günü için her cebe eğitici yazı ve küçük bir hediye veya (büyükse) hediyenin yerinin belirtildiği bir pusula konulabilir. » Bir defa alınıp güzel muhafaza edildigi sürece yıllarca her Ramazan ayında kullanmak mümkündür. » Aynı anda birden fazla çocuğa (kız/erkek) kullanılabilir. » Çok hafif (335gr) ve katlanır olduğu için rahatlıkla izin/seyehatlerinizde yanınıza alabilme kolaylığı. » Takvim polysterden üretilmiş olup 82x81cm’dir. Her cep 10x10 cm’dir ve alındığında birşey içermez (boştur).

Süprizli Ramazan Takviminizi hemen gönderelim Çocuklarınız eğitici ve eğlenceli bir Ramazan geçirsin

Herkesin alabilmesi için

Satın almak/daha fazla bilgi edinmek için

249,95 DKK

adresini ziyaret edebilirsiniz

sadece

(+ gönderme ücreti)

www.ramadan4kids.dk

(Avrupa’ya 33,99 euro + gönderme ücreti).

© Moving Media ApS

Sürprizli Ramazan Takvimi ile çocuklarınızında Ramazana dair anlatabileceği güzel hatıraları olsun!

» » »

Sayfamızdan siparişinizi verip ödemenizi yapın


8 İSKANDİNAVYA

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

‘ D Ö V I Z ’ K AY N A Ğ I N D A N ‘ O Y D E P O S U ’ N A A V R U P A L I T Ü R K L E R

Gurtbeçisin gurbetçi kal

Avrupalı Türkler, Türkiye’deki genel seçimler için ilk kez oy kullanıyor. Seçmen sayısının 2,5 milyon olması siyasi partilerin iştahını kabartıyor. Ekonomik vaatleri sıralayanlar, asıl sorunları görmezden gelmeye devam ediyor.

BİRİNCİ SAYFADAN DEVAM Erdoğan’ın bu açıklaması, Türkiye’nin ‘dışarda’ olan Türklere olan bakışını ortaya koyuyordu. Her ne kadar Erdoğan, Türkiye’nin bakışını ‘ana’ olarak tanımlasa da bu uygulama çoğunlukla ‘baba’ olarak tezahür ediyor. KKTC’nin yaşadığı bu durumu 50 yıldır Avrupa’da yaşayan Türkler de yaşıyor. Yıllarca onlar (bizler) ‘döviz’ kaynağı olarak görüldü. Anadolu’nun fakir illerinden bilmedikleri, tanımadıkları ülkelere gidip, zor şartlarda çalışan ‘garibanlar’ kazandıkları paraları ‘sılada’ bıraktıkları yakınlarına gönderdiler, yatırımlarını ‘anavatana’ yaptılar. Sirkeci’den gözyaşlarıyla sevdiklerini bırakanlar, uzun yıllar ‘devletlerinin’ sıcak nefesini enselerinde hissetmediler. Türkiye’de ‘gurbetçi’ veya ‘Alamancı’, Avrupa’da ‘yabancı’ olan Türkler, bulundukları ülkelerde kalıcı konuma geçtikten sonra kimsenin desteğine ihtiyaç duymadan ayakları üzerinde durmaya başladı. Türkiye, her fırsatta ‘Arkanızda devletiniz var.’ dedi ama en ihtiyaç duyulan zamanlarda devletin varlığını hiç yanlarında göremediler. Sayısı 5 milyonu bulan kendi vatandaşlarına Türkiye’nin götürdüğü bazı hizmetler birer lütuf olarak sunuldu. Örneğin Türkiye’nin, Avrupa’ya imam göndermesini ‘devlet vatandaşının asilime olmasını istemiyor’ olarak sunuldu. Oysa madalyonun diğer yüzü farklıydı. Dinini ve inancını korumak isteyen ve çocuklarının asimile olmasını istemeyen Türkler dişinden, tırnağından arttırdığı paralarla camiler satın alıp, tapusunu Diyanet’e teslim ettikten sonra Türkiye imam gönderdi. AKP iktidarı döneminde Avrupalı Türklere ‘sahipsiz değilsiniz’ mesajı, kurulan Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları

Başkanlığı (YTB) ile verildi. Sık sık bu kurumdan heyetler Avrupa’ya geldi, sorunları dinledi, not etti, bol bol hamaset nutukları attı ve Ankara’ya dönünce herşeyi unuttu. Hakkını yemeyelim, YTB ‘kınama’ konusunda çok iyi bir performans gösterdi. Avrupalı Türklere olan her saldırıyı ‘ırkçılık’ olarak görüp ‘şiddetli bir şekilde’ kınadı. Türkiye, sayıları 5 milyonu bulan Avrupa’daki vatandaşlarını hala ‘gurbetçi’ olarak tanımlamaya devam etsin, bugün büyük çoğunluk kendini ‘Avrupalı Türk’ olarak görüyor. Bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçip, bulundukları ülkede siyasette, sanatta, sporda, ticarette ve eğitimde üst kadamelerde temsil ediliyorlar. Aralarında parti başkanı, bakan, milletvekili çıkaran Avrupalı Türkler’in kıymeti Türkiye nezdinde son yıllarda tekrar artmaya başladı. Sebebi; yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının bulundukları ülkede Türkiye’deki seçimler için oy kullanma hakkının verilmesi. Şimdilik sadece ‘seçme hakkı’ olan Avrupalı Türkler’in sayısının 2,5 milyon olması Türkiye’deki siyasi partilerin iştahını kabartıyor. İlk kez Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanan Avrupalı Türkler, 7 Haziran seçimleri için 8 Mayıs’tan itibaren bulundukları ülkelerde ya konsolosluklarda ya da büyükelçiliklerin kiraladığı mekanlarda 31 Mayıs’a kadar oy kullanacak. Hemen belirtelim, kullanılan oylar bulundukları yerde değil Ankara’da YSK’da sayılacak. 31 Mayıs’ta oy kullanma işlemleri bittikten sonra 2 Haziran’da Yüksek Seçim Kurulu’nun Türk Hava Yolları’ndan kiraladığı uçakla oylar toplanacak. Sandık müşahitleri, oyların uçağa teslimine kadar eşlik edecek. Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaz tatiline denk gelmesi ve oy kullanmak için randevu şartından dolayı Avrupalı Türkler’in sandığı olan ilgisi çok düşük kalmıştı. 7 Haziran’daki

seçim için oy kullanma süresi 24 gün olurken, randevu şartı da bulunmuyor. Yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı her Türk vatandaşı oyunu bulunduğu ülkede kullanma hakkına sahip. 2,5 milyonluk seçmen kitlesi doğal olarak Türkiye’deki siyasi partilerin iştahını kabarttı. ‘Oyun hatırına’ liderler birer birer Avrupa’ya çıkarma yaptı. Başbakan Ahmet Davutoplu, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Lideri Devlet Bahçeli ve HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, İzmir kadar bir oy potansiyeli olan Avrupa’ya geldiler. Avrupalı Türkler’in oyuna talip olan partilerin vaat yarışında açık ara şampiyon AKP oldu. 13 yıldır iktidarda olan AKP’nin vaatlerinde dikkat çeken nokta ‘cüzdan’la ilgili olması. Garip olan ise, AKP döneminde değiştirilen bazı uygulamaları AKP’nin yeniden değiştirmeyi vaat etmesi. 3 Mayıs’ta AKP’nin Avrupa’daki ‘arka bahçesi’ Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) organizasyonuyla Dortmund’da konuşan Davutoğlu, Türkiye’de işçi ve memura çok gördüğü ekonomik vaatleri peş peşe sıraladı. Konuşmasına “53 yıl önce ellerinde tahta bavullarıyla, göğüslerinde kocaman yürekle Anadolu’nun her köşesinden, Trakya’dan Avrupa’ya yürüyen yiğitlere selam olsun.” hamaset cümlesiyle başlayan Davutoğlu, AKP iktidarı döneminde önce 10 bin Euro’ya çıkartılan gelen tepkilerden sonra 6 bin Euro’ya indirilen ‘dövizle askerlik’ için müjdesi ise bin Euro oldu. AKP iktidarının 217 Euro’ya çıkarttığı pasaport harcı 100 Euro’ya düşürülmeyi vaat edilirken, salondakiler muhtemel, pasaportun harcını CHP’nin yükselttiği sanıp, bol bol alkışladı. Yurtdışından getirilen telefonlara kayıt şartı getiren AKP, telefonların Türkiye’de kayıt edilmeden kullanma süresini iki katına çıkartılması, THY’den bilet alan 3 kişişik ailelere yüzde 20 indirim, doğum yapan her

anneye doğum hediyesi olarak ilk çocuğuna çeyrek altın karşılığı 300 Türk Lirası, ikinci çocuğa 400 Türk Lirası, üçüncü çocuğa da tam altın 600 Türk Lirası vermeyi taahhüt etti. Belki Türkiye için bir anlam ifade eden bu rakamın Avrupa için anlamının olmadığını hatırlatalım. Tüm Avrupa’da 18 yaşına kadar ailelere çocuk parası zaten veriliyor. Davutoğlu’nun bu vaadi, alınan aylık çocuk parasının yanında devede kulak mesabesinde. “Her eve bir Al bayrak, bir Kur’an-ı Kerim ve bir Türkçe sözlük” kampanyası ise ekonomik vaatlerin üzerine çekilen hamaset kreması oluyordu. Oysa, Davutoğlu hükümetin uzun süredir söz verdiği Türk okulu, ailelerinden alınan çocuklar için sevgi evleri, binlerce Türk öğrencinin yaşadığı başkentlere on yıldır atanamayan eğitim müşavirleri, hala yolu gözlenen aile müşavirleri gibi konuları gündeme bir türlü getirmiyordu. AKP ’ekonomik’ vaatlerle oy isterken, CHP, MHP ve HDP liderleri Türkiye’de iktidara yönelttikleri eleştileri burada da devam ettirdi. AKP’nin ekonomik vaatlerinin altında yatan sebep özellikle hala Türk vatandaşı olan 1. ve 2. nesil Avrupalı Türkler’in yaşadığı ekonomik sıkıntılar oldu. Zaten asıl oy kitlesini de bunlar oluşturuyor. Elbette AKP’nin vaatleri kulağa hoş geliyor. Ancak 13 yıldır iktidarda olan AKP’nin bu vaatlerini Avrupalı Türkler’e seçme hakkının verilmesinden sonra hatırlaması sorgulanması gerekiyor. Yine Avrupa’da CHP, MHP ve HDP’nin kemikleşmiş bir seçmen kitlesi bulunuyor. AKP, cüzdandan vurarak seçmen tabanı bulmak istiyor. Avrupalı Türkler cephesinden değişen bir şey yok, yıllarca ‘döviz’ gözüyle, şimdi ‘oy deposu’ olarak görülüyorlar. Verilen vaatlerin ne kadar tutulacağını test etmek ise oldukça kolay. Türkiye’de neleri vaat edip, neleri yaptıklarını görmek bu konuda yeterli fikir veriyor.


9 İSKANDİNAVYA Merkel’i sarsan istihbarat skandalı

Almanya’da Dış İstihbarat Teşkilatı BND’nin Fransa ve Avusturya gibi AB üyesi ülkeleri dinlediği ve elde ettiği bilgileri ABD ile paylaştığının ortaya çıkması Başbakan Angela Merkel’i zor durumda bıraktı. EMRE OĞUZ

1istihbaratının 2009 yılından bu yana Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Alman

Türkiye’yi dinlediğini ortaya çıkarınca bu, beklenenin aksine, Almanya’da çok büyük bir olay olmadı. Başbakan Angela Merkel çıktığı bir televizyon programında, “Artan tehditler ışığında, istihbarat teşkilatlarının faaliyetlerine ihtiyacımız sürecek. Herkesin bunu anlayacağına inanıyorum.” diyerek konuyu kapattı. Söz konusu dinleme skandalının mağduru konumundaki Ankara yönetimi de her nedense olayın üzerine fazla gitmedi. Aksine bazı yetkililer Alman istihbaratı tarafından dinlenmenin aslında ne kadar da normal birşey olduğunu Türkiye kamuoyuna anlatmaya çalıştı. Oysa Almanya ve Türkiye esasen çok uzun bir geçmişe sahip iki dost ve müttefik ülkeydi. Ve Amerika Birleşik Devletleri İstihbarat Dairesi NSA’in kendisini dinlediği ortaya çıktığında Merkel’in söylediği gibi, “Dostlar arasında casusluk kabul edilemezdi.” Almanya şimdilerde yeni bir istihbarat skandalı ile sarsılıyor. Ancak bu sefer durum oldukça farklı. Öyle ki bazı üst düzey istihbarat yöneticilerinin yanı sıra bakanların hatta 10 yıldır Almanya’nın lideri konumunda olan Angela Merkel’in siyasi kariyerinin bile risk altında olduğu söyleniyor. Herşey, Der Spiegel Dergisi’nin Dış İstihbarat Teşkilatı BDN’nin uzun süreden beri Fransa ve Avusturya gibi bazı AB üyesi ülkelerinin yanı sıra Avrupa Komisyonu’nu da dinlediği, bununla da kalmayıp dinlemeler sayesinde elde ettiği verileri ABD istihbarat servisi NSA ile paylaştığını ortaya çıkarmasıyla başladı. Alman medyası hafta boyunca skandalın farklı bir yönünü gözler önüne seren haberler yayımladı. Bazı haberlerde BND’nin çeşitli özel firmalar hakkında da casusluk yaptığı belirtildi. Adı geçen firmalar arasında Avrupa’da savunma ve havacılık sanayinde stratejik öneme sahip olan Fransa merkezli Airbus firması da var. Söz konusu skandal, herşeyden önce Almanya’nın üyesi olduğu AB nezdindeki güveninin ciddi oranda sarsılmasına neden oldu. AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker, hafta içi yaptığı açıklamayla konuya müdahil oldu ve Almanya’dan iddialara bir an önce açıklık getirmesini istedi. Aslen Alman olan Avrupa Parlamentosu (AP)

Başkanı Martin Schulz ise çok şaşırdığını ve “iddiaların doğru çıkması halinde Almanya’nın kabul edilemez bir durumla karşı karşıya kalacağını” söyledi. Berlin yönetimi konunun aydınlığa kavuşturulabilmesi için Federal Meclis bünyesinde özel bir “NSA Araştırma Komisyonu” kurdu. Şimdilerde herkes bu komisyonun kararını bekliyor. Zira bu karar BND Başkanı Gerhard Schindler başta olmak üzere aralarında bakanların da olduğu bazı üst düzey yöneticilerin kariyerinin sonu olabilir. Muhalefet ısrarla BND Başkanı Schindler’in istifasını isterken söz konusu skandal hükümet ortağı partiler arasında da tartışmalara neden oluyor. Koalisyonun küçük ortağı durumunda olan Hristiyan Sosyal Birlik Partisi halihazırda Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan Sosyal Demokrat Partili Frank-Walter Steinmeier’in meclis araştırma komisyonu tarafından sorgulanmasını istedi. Steinmeier BND ile NSA arasındaki işbirliği anlaşması imzalandığında başbakanlık müşavirliği görevinde bulunuyordu. Koalisyonun büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Merkel’in başkanı olduğu Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) arasındaki görüş ayrılığı ise daha da derin gibi gözüküyor. Zira SPD Başkan Yardımcısı Ralf Stegner, siyasi sorumluğu taşıyanın Başbakan Angela Merkel olduğunu ve “gerekli görülmesi halinde [meclis komisyonu tarafından] dinlenebileceğini” söyledi. Ancak Başbakan Merkel’i zor durumda bırakan asıl açıklamalar halihazırda Başbakan Yardımcılığı ve Ekonomi Bakanlığı görevlerini yürüten SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel’den geldi. Söz konusu casusluk iddialarını “büyük bir depreme yol açabilecek bir gizli servis skandalı” olarak değerlendiren Gabriel, bunu daha önce Başbakan Merkel’e 2 kez sorduğunu ve ikisinde de olumsuz cevap aldığını söyledi. Gabriel’in bu açıklaması Merkel’in siyasi geleceği açısından büyük bir önem taşıyor. Zira Meclis Araştırma Komisyonu’nun söz konusu iddiaları doğrulayan bir karar vermesi halinde Merkel, sadece koalisyon ortağına değil aynı zamanda Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanına onun şahsında da bütün kamuoyuna yanlış bilgi vermiş olacak. Hatırlanacağı üzere Almanya’da geçmişte çok daha önemsiz konularda bile kamuoyuna yanlış bilgi veren siyasetçiler istifa etmek zorunda kalmıştı.

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

STOPPET NÆSE? BIHULEBETÆNDELSE? POLLENALLERGI? Næseskylning anbefales af øre-, næse- og halsspecialister.

Køb dit Næsehorn på nærmeste apotek. Brugsanvisning og måleske til salt medfølger.

Salt og kropstempereret vand

Skyl næsen og tør efter

• Næseskylning er et sundt og naturligt alternativ til næsespray produkter • Næseskylning skader ikke dine slimhinder • Miljøvenligt plastprodukt (PEHD) • Vejl. pris 70 kr.

Se mere på www.yogaprosess.com Produceret af YOGAPROSESS AS, Norge Tlf +47 90 51 55 58


10 İSKANDİNAVYA

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

FAT M A Ö K T E M :

İşsizlik en önemli sorun

Danimarka’daki Türkiye kökenli milletvekillerinden Fatma Öktem, Danimarka’ya dışardan daha fazla mülteci getirmekten çok, halihazırda Danimarka’da bulunan mültecilerin sorunlarını düzeltmek için çalışmak gerektiğini düşünüyor. Bu yüzden hükümeti göçmen yasasını yumuşattığı için eleştiriyor. Muhalefetteki Liberal Parti’nin üyesi olan Öktem ile Danimarka’da son dönemde yaşananları ve önümüzdeki dönemde gerçekleştirilecek seçimleri konuştuk. Fatma Öktem: İnsanları çalışmaya teşvik eden bir sistem getirmek gerekiyor. Biz bunun için sosyal yardım politikasında ve vergi sisteminde değişiklikler yapmak istiyoruz. Düşük maaşlı insanların daha az vergi ödeyecekleri bir sistem getirmek istiyoruz.

EMRE OĞUZ Partiniz uzun süre hükümetteydi ancak son dönemde muhalefettesiniz. Neler oldu bu sürede Danimarka’da? Öncelikle şunu söylemem gerekiyor. Şu anki hükümetin seçimde vadettikleri ile gerçekleştirdikleri birbirine zıt. Vaatlerinden kaçan bir hükümet var Danimarka’da. Onun yerine bizim gündeme getirdiğimiz reformları hayata geçirdiler. Biz hükümetteyken destek vermemişlerdi oysa. Siz destek verdiniz ama bu reformlara... Biz, çok sorumlu bir muhalefet yaptık. Ülke için hayırlı olduğuna inandığımız bütün reformlara destek verdik, onayladık. Seçim yaklaştıkça en çok konuşulan konulardan biri yabancılar oluyor. Danimarka’nın başka sorunu yok mu? Mevcut hükümet yabancılar yasasını çok yumuşattı. 31 farklı alanda Danimarka’ya mültecilerin gelmesi kolaylaştı. Bunun sorun olduğunu düşünüyorum. Bence öncelikle buradaki insanlar için birşeyler yapılmalı. Zaten bir sürü sorun var. Ne gibi sorunlar mesela? İlk öğretim okulunu bitirdiği halde hala doğru düzgün okuma-yazma bilmeyen gençlerimiz var mesela. İşsizlik çok yüksek. Sosyal yardımlarla geçinenlerin oranı çok yüksek. Ne yapmak gerekiyor bu sorunları düzeltmek için?

İnsanları çalışmaya teşvik eden bir sistem getirmek gerekiyor. Biz bunun için sosyal yardım politikasında ve vergi sisteminde değişiklikler yapmak istiyoruz. Düşük maaşlı insanların daha az vergi ödeyecekleri bir sistem getirmek istiyoruz. Şu anki sosyal yardım sistemi insanları çalışmaya teşvik etmiyor. Böyle ne kadar devam edebiliriz bilmiyorum. Bu şekilde devam ederse gelecekte aynı burs miktarıyla eğitim verebilir miyiz, aynı sağlık sistemini sağlayabilir miyiz emin değilim. Sizce göçmenlerin en önemli sorunu nedir? İşsizlik en önemli sorun bence. Neden işsizlik bu kadar yoğun göçmenler arasında? Bu kuşaktan kuşağa aktarılan derin bir sorun. Ayrıca insanları çalışmaya teşvik edecek bir sisteme ihtiyacımız var. Peki ya eğitim? Eğitim elbette çok önemli bir konu. Göçmen kızlar güzel başarılar elde ediyor. Ama erkekler aynı seviyede değil. Geçmişte olduğu kadar çok vasıfsız işler yok artık Danimarka’da. İyi eğitim almak, kendini geliştirmek şart. Ailenin eğitimdeki sorumluluğu unutuluyor. Bence her çocuk öncelikle anne-babasının sorumluluğundadır. Göçmen kökenli bir çocuğun eğitim sisteminde kaybolması iyi birşey değil. Bizim böyle bir lüksümüz yok. Hepimizin sorumluluğu bu. Bir nesli değiştirebilirsek ondan sonraki de onu izleyecektir.

Sizce gelecek seçimin en önemli gündemi ne olmalı? Ekonomi. Herşeyi etkiliyor çünkü. Kopenhag’da gerçekleştirilen terör saldırılarından sonra Müslümanların tepkisini nasıl buldunuz? Saldırıdan sonra ben kendimi “İnşaallah Müslüman değildir” diye dua ederken yakaladım. Bu çok acı birşey ama… Bence en büyük saldırı İslam’a yapılıyor. Bazı insanların İslam’ı rehin alması beni çok rahatsız ediyor. Empati yapmalı Müslümanlar, özeleştiri yapmalı. Bazı şeyler çok kolay elde edildiği için kıymeti bilinmiyor. Eğer size ait birşey saldırıya uğradığında önce siz savunmazsanız başkalarından da bunu bekleyemezsiniz. Danimarka medyasının göçmenlerle ilgili tutumunu nasıl buluyorsunuz? Saldırgana destek veren arkadaşlarıyla ilgili birçok haber okuduk ama saldırıyı kınayan Müslümanlarla ilgili o kadar haber göremedik. Ben, Danimarka medyasını göçmenlerle ilgili pozitif şeyleri daha fazla ön plana çıkarmadığı için eleştiriyorum zaman zaman. Göçmenlerden bahsederken sanki tamamı aynıymış gibi konuşuluyor. Oysa istatistikler mesela Türkiye kökenli göçmenlerin Orta Doğu kökenli göçmenlerden birçok konuda daha iyi olduğunu gösteriyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ben, bir politikacı olarak insanlar

arasında ayrım yapamam elbette. Ancak bu durum beni elbette mutlu ediyor. Türklerin temelinde bir çalışkanlık ve eğitime yatkınlık olduğunu görüyorum. Seviniyorum. Türkiye ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Son dönemde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’deki gelişmeler beni çok mutsuz ediyor. Yanlış yöne adım atıyor Türkiye. Bu söylediklerim belki bazı insanları kızdıracak ama siyaset cesaret istiyor. Türkiye’nin AB’ye üye olmasını çok istiyorum. Tam üye olmasını isterim. Ancak, Türkiye kendisinden beklenen şeyleri kendine bir saldırı olarak görüyor. Türkiye’nin kendisiyle hem fikir olmayanları düşman gibi görmesi verimli ve sağlıklı bir tutum değil. Seçimler öncesinde Türkiye kökenli seçmenlere mesajınız nedir? Bence sadece göçmen siyasetiyle ilgilenmesinler. Eğitim sistemini, ekonomiyi önemsesinler. Siyasetçilere iş piyasasını geliştirmek için ne yapacaklarını sorsunlar mesela. Çoğunun gündelik hayatını etkiliyor bu çünkü. Şunu söylemek istiyorum. Oy kullanmayan insanlar, daha sonra kendileri hakkında verilecek kararı eleştirme hakkına sahip değildir. Bence oy kullanma böyle birşey. Herkesin oy kullanmasını tavsiye ediyorum. Siyaset herşeydir. Uzak kalmasınlar. Hayatlarında ne önemliyse onu sorup, siyasetçilerden çözümlerini istesinler.


11 İSKANDİNAVYA Hidayet Karaca’nın mektubu Norveç’in en büyük gazetesinde

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın mektubu, Norveç’in en çok satan, 250 bin tirajlı gazetesi Aftenposten’de, “Kendimi artık bir tutuklu gibi değil bir rehine gibi hissediyorum” başlığıyla yayımlandı. ENGİN TENEKECİ OSLO 1Daha önce benzerleri dünyaca ünlü İngiliz The Guardian, Fransız Le Monde, Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung ve Arap Şarku’l Avsat gazetelerinde yayımlanan Hidayet Karaca’nın bir mektubu da, Norveç’in en çok satan gazetesi Aftenposten’de yayınlandı. Aftenposten gazetesinin, “Kendimi artık bir tutuklu gibi değil bir rehine gibi hissediyorum” başlığıyla verdiği Hidayet Karaca’nın mektubunda şu ifadeler yer aldı: “22 yıllık geçmişe sahip, bünyesinde 14 TV kanalı barındıran uluslararası bir medya grubunun başkanı olarak bu satırları sizlere Türkiye’de bir hapishane hücresinden yazıyorum. ‘Medya grubu yöneticisi bir gazetecinin hapiste ne işi var?’ diye sorabilirsiniz. 14 Aralık 2014’te, kanallarımızın birinde, beş yıl önce yayınlanan bir dizi film gerekçe gösterilerek onlarca kişi gözaltına alındı. Kendim de dahil olmak üzere, kanalın üst düzey yöneticisinden dizi senaristlerine, yapımcılara kadar pek çok isim, günler boyu tek soru sorulmadan gözaltında tutuldu, özgürlükleri ellerinden alındı. El Kaide ile irtibatlı olduğu iddiasıyla yargılanan ‘Tahşiye’ adlı bir grubu polise hedef göstermekle suçlanıyorduk. Bunu da bir dizi filmde bu grubun adını geçirerek yapmışız. Kendi kaleminden çıkmayan iki makale ve bir haber sebebiyle gözaltına aldıkları Zaman

Gazetesi’nin Genel hâlâ yazılmayı bekliyor. Bu yüzYayın Yönetmeni den kendimi artık bir tutuklu gibi Ekrem Dumanlı’yı ise değil bir rehine gibi hissediyorum. tutuksuz yargılamak Türkiye’yi otoriter bir rejimle üzere serbest bıraktıyönetmek isteyen mevcut siyasi iktidar adım adım ülkemizi delar. Tahşiye grubunun lideri benim tutukmokratik evrensel değerlerden ve uluslararası toplumdan koparıyor. lanmamın ardından Bütün bunlara rağmen özgürlüğe, bir televizyon progrademokrasiye olan inancımızı mında açıkça ‘Usame yitirmiş değiliz. Avrupa ParlaBin Ladin’i sevdiğini’ söyledi. Bu kişinin mentosu’nun kınama kararı, ABD itibarını zedelemekle Temsilciler Meclisi’nden 88 milletitham ediliyoruz. vekili, ABD Senatosu’nun 73 senaHakkımda gözaltı törünün ABD Dışişleri Bakanı John kararı veren hakim, Kerry’ye yazdığı mektup, Freedom sosyal medyada siyasi House’un raporu, dünyaya mesaiktidarın liderine jımı aktaran Le Monde, FAZ, The methiyeler dizmekten Guardian gibi muteber gazetelerin çekinmeyen bir isim. özgür basın talebi, inancımı artırdı. Mahkemede hakime Özgürlüklere uzanan bu yolda ‘bir dizi film dolayıyalnız olmadığımızı biliyorum. sıyla sanatçılar ve TV Daha önce benzerleri dünyaca ünlü İngiliz The Guardian, Fransız Le Monde, Alman Frankfurter Biz bir bedel ödüyoruz; barışın, çalışanları gözaltına Allgemeine Zeitung ve Arap Şarku’l Avsat gazetelerinde yayımlanan Hidayet Karaca’nın bir hoşgörünün, özgürlüğün ve dealınıp teröristlikle mektubu da, Norveç’in en çok satan gazetesi Aftenposten’de yayınlandı. mokrasinin bedeli… Demokratik suçlanıyorsa bunun hukuk devleti ve AB demokrasi hayali bir dava olduğunu’ söyledim. Mah- gündür kaldığım hapishaneden çıkmaya standartlarına ulaşmada bir vatandaş ve bir kemede yapılan hukuksuzlukları haykırdım hazırlanırken, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde medya kurumu yöneticisi olarak üzerimize ve hakime sordum: ‘Örgüt kurmakla suçlu- ilk kez savcılık, mahkemenin emirlerin uygu- düşeni yapmaya devam edeceğiz. Hidayet Karaca yorsunuz; örgüt nerede? Silahlar nerede?’ lamayı reddetti. Serbest kalmama karar veren Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hakim cevap veremedi. hakim, alelacele görevinden uzaklaştırıldı. Bu 6 Nolu Ceza İnfaz Kurumu Çok yakın zamanda, mahkeme serbest benim ülkemdeki hukuk kurallarının şu anki Silivri Cezaevi” kalmam lehine karar verdi, fakat ben 135 durumudur. Bizim davamızın iddianamesi

Hvor finder du svarene? Få hjælp hos RSM plus

Türkçe konu mak isteyen mü terilerimiz dilerlerse mü teri hizmetlerimizi arayarak türkçe konu an personelimizle görü ebilirler. Med over 200 medarbejdere er vi blandt Danmarks største indenfor branchen. Vi er en landsdækkende virksomhed med et globalt netværk og en lokal indsigt. Vi har egne specialafdelinger, herunder en skatteafdeling. Dermed dækker vi så godt som hele spektret inden for branchen, og kan servicere langt de fleste virksomheder indenfor revision og økonomisk rådgivning herunder

• Udarbejdelse af årsrapporter • Perioderegnskaber • Budgetlægning • Øvrige ad hoc-opgaver Som en speciel ydelse tilbyder vi teams, der med udgangspunkt i den enkelte virksomheds behov og situation udfører en stor del af de administrative, økonomiske opgaver – enten hos kunden eller hos RSM plus. Det kalder vi Administrativ Service.

Kontakt: • J an Stender: 33389916 (Skoler herunder private gymnasier mv.) • Lise Foss Nielsen: 33389814 (Fonde, foreninger og trossamfund) • O tto Sommer: 33389856 (Skat moms og Afgifter) • K im Larsen: 33389931 (International Contact Partner)

www.rsmplus.dk RSM plus har afdelinger i Ålborg, Holstebro, Aarhus, Kolding, Skærbæk, Odense, København og Vordingborg og med over 200 medarbejdere er vi blandt Danmarks største. RSM plus er en del af RSM International med mere end 32.000 medarbejdere i mere end 100 lande. Læs mere på www.rsmplus.dk

revision • skat • rådgivning


12 İSKANDİNAVYA Terör saldırısında polis görevini tam yapmadı

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Şubat ayında Kopenhag’da gerçekleşen terör saldırısıyla ilgili Emniyet Teşkilatı’nın hazırladığı 143 sayfalık değerlendirme raporunda, polis ve istihbarat teşkilatının saldırıyı önlemede yetersiz kalması eleştirildi.

HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1ayında Kopenhag’da gerçekleştirilen Danimarka Emniyet Teşkilatı, şubat

terör saldırısıyla ilgili hazırladığı 143 sayfalık raporu Adalet Bakanlığı’na gönderdi. Adalet Bakanı Mette Frederiksen tarafından kamuoyuna açıklanan raporda, Belçika ve Fransa’daki terör saldırısından sonra Danimarka’nında terör tehdidinde olduğundan dolayı eylemin ne polisi ne de istihbarat teşkilatını şaşırtmadığı belirtilirken, terör tehdidi gerçeğe dönüştüğü zaman polisin saldırıya en iyi şekilde yanıt vermemesi eleştirildi. Danimarka topraklarında gerçekleşen ilk terör eylemiyle ilgili hazırlanan değerlendirme raporunu kamuoyuna açıklayan Adalet Bakanı Mette Frederiksen, İstihbarat Teşkilatı PET’in hükümete yanlış bilgi verdiğini söyleyerek, ilk terör saldırısının hemen ardından sinagoga polis korumasının verildiği haberinin doğru

olmadığının anlaşıldığının ortaya çıktığını söyledi. Raporda, Başbakan Helle ThorningSchmidt’in terör saldırılarından birkaç gün sonra meclise ve kamuoyuna ‘terörist Omar El-Hussein’in Krudttönden adlı kültür kafesinde gerçekleştirdiği ilk terör saldırısından hemen sonra Kopenhag şehir merkezinde bulunan sinagoga polis koruması verildiği” açıklamasının aksine ilk polis devriyesinin 4 saat sonra geldiğinin ortaya çıktığı belirtiliyor. Raporda Omar El-Hussein’a polis, hem Krudttönden’de hem de sinagogda sayıca üstünlük sağlamasına rağmen, teröristin kurşunlara hedef olmadan her iki yere de saldırıda bulunmayı başarması eleştilen bir başka nokta oldu. Rapora ve polisin açıklamalarına göre, saldırganın ağır silahlı olması ve polisin saldırganı etkisiz hale getirememesi üzerine, emniyet teşkilatı gelecekte güvenliği sağlama adına ve büyük soruşturmalarda kullanılacak konsept ve metotları inceleyecek. Terörist saldırılardan 4 ay önce, saldırgan Omar El-Hussein gözetim altında olmasına karşılık, hakkında

hapishanede radikalleştiğine dair şüpheler olmasına rağmen, yeterince sıkı gözetime tabi tutulmadı. Adalet Bakanı Frederiksen Krudttönden’deki saldırının ardından sinagog için polisin 3 saat sonra çağırılmasını doğru bulmadığını beirterek, “Bu süre çok uzun. Özellikle de PET Danimarka’daki Yahudi azınlığa ilişkin terör tehdidi değerlendirmesinde bulunmuşken.” açıklamasında bulundu. Adalet Bakanı Mette Frederiksen’in Kopenhag’daki terör saldırısıyla ilgili hazırlanan raporu kamuoyuna açıklamasından bir kaç saat önce ajanslar flaş haber olarak PET Başkanı Jens Madsen’in 1 Haziran tarihi itibariyle görevinden ayrılacağını açıkladığını geçti. Basının, PET Başkanı Madsen’in rapor açıklanmadan birkaç saat önce istifa etmesiyle ilgili ısrarlı sorularına tam cevap vermek istemeyen Adalet Bakanı Frederiksen, “Bugün çok açıkça söylediğim gibi bu raporda kritik noktalar vardır. Hükümete ve kamuoyuna gösterilen tablonun doğru

olmadığı görülmüştür. Bundan başka bişey daha söylemek istemiyorum.” demekle yetindi. Bakan Frederiksen ayrıca, Madsen’in Adalet Bakanı müşteşarını arayarak ‘başka görev alanında görev almak istediğini’ belirterek bunu dikkate alacağını ve daha fazla yorum yapmayacağını sözlerine ekledi. Kopenhag Üniversitesi istihbarat araştırmacısı Flemming Splidsboel, polisi terör saldırısında yeterli olmamakla eleştirdi. Splidsboel, silahlı saldırganın olay yerinden uzaklaştığı öğrenilir öğrenilmez sinagogun bulunduğu Krystalgade’nin kapatılması gerektiğini söyledi. Terörist saldırılara ilişkin değerlendirmelerin ardından akıllarda yer eden sorulardan biri de Danimarka polisinin yeterince iyi eğitim alıp almadığı. Flemming Splidsboel Hansen’in bu soruya cevabı çok açık: “Yeterince iyi eğitimli olmadıklarını fark ettik. Ayrıca yeterli donanıma da sahip değillerdi. Her an tetikte olmaları için sık sık eğitime gönderilmeleri şart.”


13 İSKANDİNAVYA

FOTOĞRAFLAR : EMRE OĞUZ, HASAN AKYÜZ

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Dil ve Kültür Festivali renklerin buluşmasına sahne oldu ZAMAN KOPENHAG

1organizasyonuyla gerçekleşen

Anadolu Dil ve Kültür Merkezi’nin

Danimarka Dil ve Kültür Festivali renkli görüntülere sahne oldu. Programın sunuculuğu aktör Rasmus Elton Danca ve Anadolu Dil ve Kültür Merkezi öğrencilerinden Josephine ise Türkçe sundu. Rasmus’un Danca sorularına, Josephine Türkçe cevaplar verirken, salonu

dolduran yüzlerce kişiye eğlenceli dakikalar yaşattı. Dil ve Kültür Festivali’nde sahneye ilk olarak ‘Danimarka’nın Renkleri’ adlı parçayı seslendiren Mile ve Katerina çıktı. Türk müziğinin eskimeyen parçası ‘Sev Kardeşim’i Alexandra büyük bir ustalıkla icra ederken, salondakiler alkışlarıyla tempo tuttu. Sofia, ‘Kız sen İstanbul’un neresindesin’ parçasıyla, Kopenhag – İstanbul arasında köprü kurarken, kendi

bestesiyle Mille “Glemmer dig aldrig” (Ben seni asla unutmam) şarkısını söyledi. Fusion Studio, Rus halk danslarıyla sahne alırken, Taylandlı çocuklar kendi ülkelerinin sevgisini, kardeşliğini ve hoşgörüsünü getirdiler. Arap asıllı Blendi ‘Kalbimin Tek Sahibine’ adlı şarkıyı ustalıkla söylerken, Katerine ise çok eski ve popüler bir şarkı olan Sunny ile salondakileri coşturdu. Rana kemanıyla ustalıkla çaldığı ‘Çayeli’nden öteye’ parçasıyla salonda Karadeniz rüzgarı

estirdi. Arnavut öğrencilerinin ülkelerinin müziği ve halk oyunlarını icrası bol bol alkış aldı. Falster Efterskole kız öğrencilerinin folklor grubu ise Anadolu’nun değişik yörelerine ait halk oyunları gösterisiyle salondakilerin memleket hasretini dindirdi. 850 öğrenci arasında yapılan yarışmayla 75 öğrencinin sahne almayı hak ettiği Danimarka Dil ve Kültür Festivali, tüm öğrencilerin birlikte seslendirdiği ‘Yeni bir dünya’ adlı eserle sona erdi.


14 İSKANDİNAVYA Eğitimini zamanında bitirmeyenlere ekonomik ceza uygulanacak

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Norveç’te yüksek eğitim gören öğrencilerin yarıdan fazlası, eğitimlerini zamanında bitirmiyor. Eğitim Bakanlığı, konuyla iligili yeni yasa tasarısı için kolları sıvadı. ENGİN TENEKECİ OSLO

ödemek için çalışmak zorunda kalmayacak. Konuyla ilgli bazı öğrencilerin görüşlerine de yer verildi. Sigrid S. isimli yüksek lisans öğrencisi, siyasette oldukça aktif olduğundan dolayı tezini zamanında bitirememiş. “Başkalarına da bu konuda iyi bir örnek değilim.” diyen Sigrid S., öğrencinin eğitim değişikliği meselesinde herhangi sorun oluşturulmaması, seçimin öğrenciye bırakılması gerektiğini dile getirdi. Hemşirelik okuyan Anton E. isimli öğrenci ise, daha şimdiden okulu tam vaktinde bitirip-bitiremiyeceği konusunda emin değil. Ona göre, maddi sıkıntılar yüzünden üniversiteyi zamanında bitirmek zor. Öğrencilerin bir yıl ara vermesinin, kendilerini eğitime yeniden motive etmesine yardımcı olacağını kaydetti. Ayrıca Norveç’te son 10 yıl içerisinde öğrenci başvuru oranında yüzde 20 artış yaşandığı belirtildi. Yeni yapılan bir araştırmaya göre, 2030 yılında ülke genelinde 50 bin ekonomisyen hazır bulunacak. Bu durumun öğrenciler arasında rekabet meydana getireceği tahmin ediliyor. Ancak Eğitim Bakanlığı, bunun herhangi bir sorun oluşturmayacağı düşüncesini taşıdığını açıkladı.

1öğrencinin eğitimlerini normal sürede Yüksek eğitim gören birçok Norveçli

tamamlamadığı kaydedildi. Norveç Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı bir rapora göre, ülke genelinde yüksek eğitim gören öğrencilerin yüzde 60’ı, eğitimlerini normal sürede bitirmeyip, uzatıyor. ‘Durum raporu’ olarak adlandırılan çalışmayı değerlendiren Eğitim Bakanı Torbjørn Røe Isaksen, “Bu çok kötü bir durum.” dedi. “Belli ki bu, toplum için bir kayıp.” ifadelerini kullanan Isaksen, acilen öğrencilere teşvik olacak, konuyla ilgili yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğunu söyledi. Torbjørn Røe Isaksen, zamanında eğitimini bitirmeyen öğrenciler hakkında neler yapılması gerektiği konusuna da değindi. Ona göre, normal zaman diliminde eğitimlerini tamamlamayan öğrencilere ekonomik cezalar uygulanmalı. Öğrencilerin okulu bitirmekle ödüllendirildiğini açıklayan Bakan Isaksen, eğitimlerini zamanında tamamlayan öğrencinin borçlarının bir kısmının bursa çevrildiğini belirtti. Bu sistemin, diğer eğitim dereceleri için de değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Bakanlık konuyla ilgili bazı önergeleri de gündeme taşıdı. Önümüzdeki yıl hayata geçirilmesi planlana yasa tasarısı, vaktinde eğitimini tamamlayan üniversite ve yüksek okul öğrencilerini ödüllendirecek yeni bir finans modelini içeriyor. Daha fazla öğrenci evleri inşa edilecek. Böylelikle öğrenciler kira

Eğitim Bakanı Torbjørn Røe Isaksen, yüksek okul öğrencilerini ödüllendirecek yeni bir finans modelinin ihtiyaç olduğunu söyledi. FOTOĞRAF: ZAMAN, ENGİN TENEKECİ

Mehmet Toy Aile Uzmanı

Evlilik hayatı ilgiyle yeşerir İlgi, değerli ve özel olduğumuzu hissettiren bir yaklaşım tarzıdır. İlgide, “Seni düşünüyorum, seni önemsiyorum, benim için sen değerlisin, ihtiyaçlarına duyarlıyım…” mesajı vardır. Yerine göre küçük ve kimi zaman da basit gözüken davranışlar evlilik için bir yaşam kaynağıdır. Her nedense sevdiklerini elde edenler, evlendikten sonra birbirlerine yeterli ilgiyi göstermiyorlar. Oysaki evliliğin ilk günlerinde gösterilen ilgi ve alaka bir ömür boyu devam ettirilebilse yuvada huzur eksik olmayacaktır. Evlilik, narin ve nazenin güllere benzer. Nasıl ki bir bahçede güllerin solmaması ve kurumaması adına her gün bakıma ihtiyaç vardır. Aynen öyle de eşler, evlilik bahçesinde yetişen güller gibidirler. Evlilik bahçesini soldurmamak için birbirlerinin ilgi ve alakasına muhtaçtırlar. İlgi, evliliğin bakımını yapan, onu onaran kısacası ebediyete beraber yürüyen eşlerin gönüllerini tamir eden bir duygu, bir yaklaşımdır. Bazen çok küçük ve önemsiz gibi gözüken bir tebessüm, kapıdan uğurlama, kapıda karşılama, güler yüzle “hoş geldin” deme, yapılan gayretleri görüp teşekkür ve takdir etme, anlatılanları sabırla dinleyebilme, duygulara tercüman olabilme, arada bir güzel söz söyleme, özel günleri hatırlayıp bir hediye alma,

beraber vakit geçirme, sevinçleri, üzüntüleri ve sıkıntıları paylaşma, elinden tutarak yanında olduğunu gösterme… Bütün bunlar küçük birer davranış olarak görülse de, aslında bunlar gönül bağını kuvvetlendiren kılcallar gibidir; evliliği yeşertir, ona hayatiyet kazandırır. Dünyanın cazibedar güzelliklerine kapılan eşler, dikkatlerini sağda solda o kadar dağıttılar ki adeta birbirlerine bakamaz, birbirlerini göremez, duyamaz, hissedemez hatta “gözbebeğim“ dediği eşinin gözlerinden hislerini okuyamaz hale geldiler. Yuvada mutluluğun devamı adına, eşlerin birbirlerine biraz daha fazla ilgi ve alaka göstermeleri ve özellikle göz göze gelerek birbirlerinin hislerine tercüman olmaları çok önemlidir. Zira ilgi, sevginin oksijen deposudur. Hz. Eyyub(as) malum hastalığa yakalanmış, bütün vücudu yaralar içerisinde kalmıştı. Yıllar sonra bu elim hastalıktan kurtulmuş, genç görünümlü bir insan hüviyetine kavuşmuştu. Hanımı hastalığı esnasında O‘nu zaman zaman ziyaret eder, ihtiyaçlarını karşılardı. Yine bir gelişinde, o yaralar içerisinde olan kocasını bulamaz. O esnada orada bir genç bulunmaktadır, ona sorar: “Burada vücudu yaralarla kaplı

bir ihtiyar vardı, onu gördün mü?“ der. O da: “Aradığın kişi yanında, karşında, hele bir bak gözlerine! “ der. Bunun üzerine hanımı ona bakar ve onu gözbebeklerinden tanır. Evet, gözler yalan söylemez. Ruhun derinliklerine bu pencereden bakılır. Ruhun ve ruha bağlı hislerin ihtiyaçları buradan görülür, buradan okunur ve bu ihtiyaçlara buradan cevap verilir. İlgilenmek gözlere dikkatlice bakabilmektir. Eşler, birbirlerinin gözlerine dikkatlice bakabilmeli fakat bu bakış “Yılan bakışı” şeklinde olmamalıdır. Eşlerin vazifelerinden biri de birbirlerine karşı ilgi ve alaka göstermeleri ve baş başa vakit geçirmeleridir. Allah Resûlü (sas) buna özen göstermiş, bütün yoğunluğuna rağmen eşlerini ihmal etmemiş, gün içerisinde mutlaka aile fertleriyle bir arada bulunmaya özen göstermiştir. Ne yorgunluğu ne ibadeti ne de insanlara karşı vazifeleri buna mani olmadı. O(sas), ailesi ile birlikte olduğunda onlarla sohbet eder, onların hal ve hatırlarını sorar, faziletlerini söyler, duygularına tercüman olur,onlara latife yapar, dahası sıkıntısını ve mutluluğunu onlarla paylaşırdı. Allah Resûlü (sas), kadınların her yönden beklediği ilgiyi gösterirdi. “Erkeğin hanımına harcadığı her şey sadakadır.” derdi. Sadece nafakası ile ilgilenmez, duygu dünyasıyla da

ilgilenirdi. Onlara, özel seçilmiş kelimelerle hitap ederdi. Onları sevdiğine dair sevgi sözcüklerini kullanmaktan kaçınmazdı. Hz. Aişe’ye (r.aha) özel bir sevgi sözcüğü vardı. O da ‘’Gözbebeğim.’’ idi. Evet, eşleri O’nun için gözbebeğiydi. Eşinin konuşmasını isteyen ve eşinin konuşmasından dolayı gönlü ferahlayan bir eşti. O, gözbebeklerini hiç kırmadı. Peygamberliğin ağır yükünü hissettiği zamanlarda Aişe’nin elini tutar ‘’Ferahlat ya Aişe’’ der, bazen de ‘’Konuş, konuş ki gönlümüz açılsın!›› derdi. Allah Resûlü(sas) eşlerine sürekli güler yüzle, hassas, şefkatli, ilgili, her gün hal hatır soran bir tarzda davranır; bir üslup olarak eşine ”Ayşecik” diye hitap ederdi. O (sas) buyurdu: “Ahlakı en güzel olanınız, eşlerine en iyi davrananızdır. En hayırlınız, ailesi için hayırlı olandır. Bana gelince, ben aileme karşı en hayırlı olanınızım.” derdi. Yine O (sas) eşiyle beraber, eşinin yakınlarına da ilgi alaka gösterirdi. Hz. Hatice’nin (r.aha) vefatından sonra bir vefa olarak onun arkadaşlarıyla ilgilenir, onlara hürmet ederdi. Evet, O (sas) örnek timsali bir eşti ve bir eşle nasıl ilgilenmesi gerektiğini tüm dünyaya öğreten bir rehberdi. Ne kadar yoğun olursanız olun eşinizi asla ihmal etmeyen bir yoldaş olun!


GERÇEK ZENGİNLİK


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

“Ne olacak ki...” dememeli, haramı küçümsememeli ALI DEMIREL

1vurdumduymazlığa, ‘Adam sen de’ciliğe tahammülü olmayan nadide yapılar... Her insan âdeta kristalden bir saray. Kıymetli, lâkin nazik saraylar... Hoyratlığa,

“Ne olacak ki”ler ise onun en büyük düşmanı. Koca bir yıllık mahsulün bulunduğu harmanı, bir kibrit çöpüyle ateşe vermek gibi; ‘ne olacak ki’ demekle ufak görülen bir günah neticesinde bütün bir hayatın mahsulünden olma ihtimali var. Bir düşünelim beden sıhhatimiz söz konusu olduğunda hiç; “Ne olacak ki; küçücük bir mikrop veya virüs. Bana ne yapabilir?” diyebiliyor muyuz? Zira hepimiz çok iyi biliyoruz, öyle mikroplar ve virüsler var ki kanımıza bir karıştı mı, vücudumuza bir yerleşti mi, kurtuluşumuz neredeyse mümkün değil. İsmi ölümle birlikte anılan pek çok mikrop ve virüs mevcut. Bu tür öldürücü mikrop ve virüslere karşı en etkili savaş yöntemi, şüphesiz onları vücut sınırımızdan içeri hiç sokmamak. Hatta sıhhatimizi korumak adına, bu tür virüslerin olabileceği yerlerden mümkün olduğunca uzak durmak mühim bir esas olsa gerek.

Kalbimizi karartan virüslere dikkat!

Peki, manevî vücudumuz, kalbimiz, ruhumuz hatta nefsimiz için zararlı, felç edici hatta öldürücü olan virüsleri tanıyor muyuz? Kalbimizi karartan, ruhumuzu solduran virüslere karşı ne kadar duyarlıyız? Ehemmiyet verilmez, tedavi edilmez, hastalığa sebep olan koşullar aynen devam ettirilirse, en ufak bir nezlenin gribe, gribin zatüreye, zatürenin ölüme yol açması gibi; küçük gördüğümüz, tövbe edip temizlenme yoluna girmediğimiz günahların da bizi manen yere sermesi hatta öldürmesi mümkün. Her hastalıkta ölüme açılan bir yol olabileceği gibi, her günahta da küfre giden bir yol vardır. Toplum içinde işleyemeyeceği bir günahı yalnızken işleyen bir insan, başkalarının o günahı görmesinden hâsıl olan sıkıntıdan dolayı (o günahtan hemen tövbe etmezse) muhtemeldir ki, onu gören meleklerin aslında olmadığına inanmak isteyecektir. Belki imanın şartlarından olan böyle bir rüknün inkârına kadar varacaktır. Sinekten korkup, yılanın ağzına düşmek gibi, küçük bir günahta ısrarın neticesinde (Allah korusun) imansızlığa kadar yol açılabilecektir.

Hiçbir günahı küçük görmemeli, yani asla “ne olacak ki” dememeli. Mayınlı tarlada yürüdüğünü bilerek hareket etmeli insan.

Tövbe kapısı ardına kadar açık

Hatta günah işleyen kişi belki hesap günü dahi olmasını isteyecektir. Belki daha da ileri gidecek o utanılacak hâllerinde her an onu gören bir Rabbin bulunmamasını dileyecektir. Yahut günahta da ısrar ettikçe, yaptığının günah olmasının ona ağır gelmesinden dolayı, haramı haram saymamaya başlayacak, haram eden emrin inkârına varacak, pek tehlikeli bir yola girecektir. Görüldüğü gibi bir tek günahta, eğer tövbe ile çabuk temizlenilmezse insanı küfre götürebilecek pek çok yol mevcuttur. Aslında ona o günahı işleten şeytanın asıl amacı da budur. Tövbe kapısını kapalı göstermekle, önce ibadetsizliğe sonra inkâra kadar giden yolu açmak. Yoksa tövbe edilip, pişman olunmakla Rabbe yüz dönülen bir günah, şeytan için ilk golü attıktan sonra üç gol yenilen bir maça benzer. Ve şeytan için elde edilmiş bir netice yoktur.

Günahla araya mesafeler koymalı

Bu noktada akıldan çıkarılmaması gereken, Rahmet’in kıyısız bir okyanus olduğudur. Her günah bin kere de işlenilse o okyanusta temizlenebilecektir. Hâşâ, Rahmet bir kap su değildir ki bizi bir kere temizlemekle kirlenmiş olsun. Ancak şeytan günah işleyen adama kırk kapılı bir sarayın açık olan otuz dokuz rahmet kapısını değil, kitli görünen tek bir kapısını göstermekle buraya giriş yoktur der. Ve böylelikle kendisine ebedi helaket yolunda bir yoldaş daha edinmeye çalışır. Ne yazık ki insan çok kez aldanır. O yüzden hiçbir günahı küçük görmemeli, yani asla “ne olacak ki” dememeli. Mayınlı tarlada yürüdüğünü bilerek hareket etmeli. Kalben arzu edilmeyen o günah işlenilse de hemen tövbe etmeli, günaha devam etmemeli, devam edilse de ümitsizliğe kapılmamalı. Ve aynı hataya düşmemek için uyanık kalmak, günahla araya mesafeler koymalı ve onunla bizi buluşturan yolları kesmeli.


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Çocuklara nasıl örnek olabiliriz - 2 Bir önceki yazımızda genel hatları ile çocuklarımızı yetiştirmede nasıl davranmamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. Şimdi de müşahhas misallerle konuya açıklık getireyim. SÜLEYMAN UYSAL OSLO

1Efendimizi (s.a.v)

Mesela, çocuklarımızın Allah’ı (c.c), sevmelerini istiyorsak, biz de adları anıldığında, samimi ve içten bir şekilde onlara hürmet ettiğimizi tavırlarımızla göstermeliyiz. Gerektiğinde çocuklarımız bize, “neden böyle yaptığımızı” sormalı, anlayacakları şekilde meseleyi izah etmeliyiz. Bakın, bu ibadetlerin ifasındaki samimi yaşayışın çocuklar üzerindeki etkisine dair iki misali sizlerle paylaşayım: Bir Allah (c.c) dostu ve gönül insanı, bu ibadetlerde kazandığı mana ve şuurda, kimlerin derin izler bıraktığını ve ciddi etkili olduğunu anlatırken şöyle diyor: “Bir gün yatsı namazını kılmadan yatağa uzanmıştım, anneciğim başımın ucuna gelerek uyandırmaya çalıştı; kalkmayınca, “Allah’ım namaz kılmayan bir evladım olacağına, sabaha yatakta ölüsünü bulurum” diyerek beni uyarmıştı. Bu yakarış ve içten ısrar, ömrüm boyunca namaza karşı göstermem gereken hassasiyetin hareket noktası oldu, diyor.” Bir başka zaman da, “nenesinin yanında Kuran okuduğunda yaşadığı atmosferin, “Allah (c.c)” isminin anılmasında ağlayıp heyecanlanmasının kendi üzerinde çok büyük ve unutulmaz etkiler bıraktığını” söylüyor. Yaşanmış iki olay, büyük bir âlimin yetişmesinde bu manada etkili olduğuna göre, aynı dikkat ve samimiyet, biz anne ve babalar için de çok büyük manalar ifade etmektedir. Bir anne ve baba olarak çocuklarımızın Kuran okumasını mı istiyoruz? O halde günün belli günlerinde, belli saatlerinde mutlaka Kuran okuma saatimiz olmalıdır. Daha küçük yaşlardayken onları yanımıza alalım ve bizi dinlemelerini sağlayalım. Günümüzde yaygın olan elektronik imkânları da kullanarak internette ya da televizyon ekranlarından beraberce Kuran dinleyelim.

Çocuklarımızın namaz kılmalarını mı istiyoruz? Yorulmadan, sıkılmadan ellerinden tutalım ve beraberce abdest alalım. Sonra da seccademizi alıp onları da yanımıza oturtarak, -ilk zamanlarda ve öğrenirken yanlış okumalarına, hata yapmalarına aldırmadan- onlarla beraber namazlarımızı kılalım. Sonra da aynı öğretme yöntemlerimizi cami ve benzeri manevi atmosferlerin soluklandığı yerlerde devam ettirelim. Oruç tutmalarını mı istiyoruz? Onbir ayın sultanı Ramazan’ı günler öncesinden konuşalım. Ramazan’ın soluklandığı günlere hazırlık anlamında, Efendimizin (a.s.v) yaptığı gibi bazı (Pazartesi-Perşembe) günlerde nafile oruç tutalım. Henüz küçük olan çocuklarımız “neden yemek yemediğimiz?” bizlere sorsunlar. Biz de -yaşlarına göre- onlara “oruç tuttuğumuzu, Allah (c.c) için aç kaldığımızı, bu yolla nefsimizi terbiye ettiğimizi, Rabbimizin rıza ve hoşnutluğunu aldığımızı” anlatalım. Onların tertemiz dünyalarına bu ibadetlerin şuur ve anlamını, yaşayan bir anne ve baba olarak bu şekilde yerleştirelim. Çocuklarımızın yardımsever olmalarını mı istiyoruz? İmkanımız el verdiğince başkalarına yardıma koşalım. Yapacağımız maddi-manevi yardımların bir kısmını onlar görecek şekilde yapalım. Sonra da sorduklarında, iyilik yapmanın önemini, sadaka vermenin güzelliğini, yolda kalmış, mağdur olmuş kimselere el uzatmanın kazandıracağı güzel neticeleri onlara anlatalım. Allah’ın (c.c) zengin ve cömert olduğunu, cömert olanları sevdiğini usulüne uygun izah edelim ki onlar da cömert ve mert bir gönülle yetişsinler. Demek, içten gelerek, samimi duygularla yapacağımız her amel yetişen yavrularımız üzerinde çok güzel neticeler ortaya çıkaracaktır. (Devam edecek)

KOPENHAG

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

GÖTEBORG

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

OSLO

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:28 04:58 13:13 03:27 04:57 13:13 03:25 04:55 13:13 03:23 04:53 13:13 03:21 04:51 13:13 03:19 04:49 13:13 03:18 04:48 13:13

17:27 17:27 17:28 17:29 17:29 17:30 17:31

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:20 04:50 13:15 03:18 04:48 13:15 03:16 04:46 13:15 03:14 04:44 13:15 03:12 04:42 13:15 03:10 04:40 13:15 03:09 04:38 13:15

17:32 17:33 17:33 17:34 17:35 17:36 17:37

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:18 04:41 13:20 03:16 04:39 13:20 03:15 04:36 13:20 03:13 04:34 13:20 03:12 04:32 13:20 03:10 04:29 13:20 03:09 04:27 13:20

17:40 17:41 17:42 17:43 17:43 17:44 17:45

ODENSE

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

STOCKHOLM

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

HELSİNKİ

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:39 05:09 13:22 03:37 05:07 13:22 03:35 05:05 13:22 03:33 05:03 13:22 03:31 05:01 13:22 03:30 05:00 13:22 03:28 04:58 13:22

17:35 17:36 17:36 17:37 17:38 17:39 17:39

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

02:46 04:16 12:51 02:44 04:13 12:51 02:43 04:11 12:51 02:41 04:09 12:51 02:40 04:07 12:51 02:38 04:05 12:51 02:37 04:02 12:51

17:10 17:11 17:12 17:13 17:13 17:14 17:15

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:17 04:42 13:24 03:16 04:40 13:24 03:14 04:38 13:24 03:13 04:35 13:24 03:11 04:33 13:24 03:10 04:31 13:24 03:08 04:28 13:24

17:44 17:44 17:45 17:46 17:47 17:48 17:49

AARHUS

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

DRAMMEN

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

TAMPERE

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:37 05:06 13:23 03:36 05:04 13:23 03:35 05:02 13:23 03:33 05:00 13:23 03:32 04:58 13:23 03:31 04:56 13:23 03:30 04:55 13:23

17:37 17:38 17:38 17:39 17:40 17:41 17:41

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:17 04:44 13:23 03:15 04:42 13:23 03:13 04:40 13:23 03:12 04:37 13:23 03:10 04:35 13:23 03:09 04:33 13:23 03:08 04:31 13:23

17:42 17:43 17:44 17:45 17:45 17:46 17:47

13.05.2015 14.05.2015 15.05.2015 16.05.2015 17.05.2015 18.05.2015 19.05.2015

03:14 04:37 13:28 03:12 04:35 13:28 03:10 04:32 13:28 03:09 04:29 13:28 03:07 04:27 13:28 03:05 04:24 13:28 03:04 04:22 13:28

17:50 17:51 17:52 17:53 17:54 17:55 17:56

21:16 22:36 21:17 22:37 21:19 22:39 21:21 22:41 21:23 22:43 21:25 22:45 21:27 22:47

21:23 22:43 21:25 22:45 21:27 22:47 21:28 22:48 21:30 22:50 21:32 22:52 21:34 22:54

21:28 22:46 21:29 22:47 21:31 22:48 21:33 22:50 21:35 22:51 21:37 22:52 21:39 22:53

21:29 22:49 21:31 22:51 21:33 22:53 21:35 22:55 21:37 22:57 21:39 22:58 21:41 22:59

21:14 22:34 21:17 22:36 21:19 22:38 21:21 22:39 21:24 22:41 21:26 22:42 21:28 22:44

21:49 23:06 21:51 23:08 21:53 23:09 21:56 23:11 21:58 23:12 22:00 23:14 22:02 23:15

21:47 23:01 21:50 23:02 21:52 23:04 21:55 23:05 21:57 23:07 21:59 23:08 22:01 23:10

21:53 23:07 21:55 23:09 21:57 23:11 22:00 23:12 22:02 23:14 22:04 23:15 22:07 23:17

22:07 23:20 22:10 23:22 22:12 23:24 22:15 23:26 22:18 23:27 22:20 23:29 22:23 23:31


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN


kur­su@za­man.com.tr

BU SAY­FA, M. FET­HUL­LAH GÜ­LEN HO­CA­EFEN­DI’NIN SOH­BET VE YA­ZI­LA­RI ESAS ALI­NA­RAK HAZIRLANMAKTADIR.

İkindi Sohbetleri

Mazeretler arkasına sığınmayan

altın nesil

Soru: Müslümanlığı hakkıyla yaşayamayışımızda “Ne yapalım ki hak ve hakikatle geç tanıştık, kötü bir atmosferde neşet ettik.” türünden mazeretlerin bir haklılık payı var mıdır?

Cevap: Hususiyle şuuraltı müktesebatının oluştuğu zaman diliminde yetişme şartları çok önemlidir. Bu dönemle alâkalı kesin bir yaş sınırı belirlemek mümkün olmasa da genelde “sıfır-beş” veya “sıfır-yedi” yaş aralığı olarak ifade edilmektedir. Ancak onun izafî olarak on beş yaşına kadar devam ettiği de söylenebilir. İşte insan bu dönemde, gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyden; etrafında cereyan eden hâdiselerin hemen hepsinden ciddi manada tesir altında kalır, belli bir anlayışa sahip olur ve o istikamette bir şahsiyet kazanır. Dolayısıyla dinî hayatın gerçek derinliğiyle yaşanmadığı; çirkin ve yanlış davranışların yadırganıp olumsuz davranışlara karşı içten içe bir tiksinti, bir geri durup kaçınma duygusunun bulunmadığı; imrenilecek amellere karşı da ciddi bir imrendirmenin yapılmayıp salih amellere karşı iştihaların kabartılmadığı ve bütün bunları hayatlarına hayat kılıp hüsn-ü misal teşkil edecek âbide şahsiyetlerin olmadığı bir ortamda neşet eden kimseler bir yönüyle bu mazeretlerinde haklı sayılabilirler. Fakat asla unutulmamalı ki, hakiki bir mü’min, Kur’an ve Sünnet’in beyan buyurduğu ve selef-i salihînin hâlisane temsilleriyle ortaya koydukları ideal hayat tarzını araştırır, bulur, öğrenir; öğrenir ve içinde bulunduğu ortamla, yaşamış olduğu hayat tarzıyla mukayesesini yapıp kendi durumunu sorgular. Yani mü’min, yemede, içmede, yatmada, kalkmada, Müslümanların derdiyle derdmend olmada; hâsılı hayatın her anı ve her safhasında Kur’an ve Sünnet yolunu araştırmak, selef-i salihîn çizgisini yakalamakla kendini mükellef bilmelidir. Bu gayeye hizmet etmesi yönüyle selef-i salihînin hayatlarının anlatıldığı tabakat kitapları çok önemlidir. O büyük zatların hakiki Müslümanlığı nasıl ve hangi çerçevede yaşadıklarını öğrenip anlamaya, anlayıp benliğimize mal etmeye çalışmalıyız. Bu istikamette atalarımız ve seleflerimiz olan Osmanlı’nın da bizim için çok önemli bir kaynak olduğu unutulmamalıdır. Sahabiler, İradelerinin Hakkını Vermişti Sahabe-i kiram efendilerimiz her türlü kötülük ve çirkinliğin hükümferma olduğu, insanların gırtlaklarına kadar fısk u fücura gömüldüğü bir dönemde neşet etmişlerdi. Şu an huzurunuzda o dönemin levsiyatını dile getirerek zihinleri bulandırmak istemiyorum. Ancak o altın neslin, nasıl kapkaranlık bir atmosferden sıyrılıp apaydınlık bir ufka ulaştıklarını anlama adına, müsaadenizle biriki hususu hatırlatayım. O karanlık devirde

ahlâksızlık, cemiyeti öyle sarmıştı ki bazı evlerin kapılarına bayraklar asılıyor, oralarda bohemce bir hayat yaşanıyor ve bu durum normal karşılanıyordu. Toplum bünyesinde nesebi karışmış, babasının kim olduğu bilinmeyen bir hayli insan vardı. İffet öylesine ayaklar altına alınmıştı ki, bazı insanlar üryan bir şekilde Kâbe’yi tavaf edebiliyorlardı. İçki ve kumar hiç de ayıp sayılan şeyler değildi. Yalan, aldatma ve hile; marifet ve akıllılık sayılıyordu. Sözün özü, bütün insanî değerler tersyüz edilmiş, faziletler ayıp; ayıp ve kusurlar ise birer fazilet gibi itibar görmeye başlamıştı. İşte böyle bir toplum içinde neşet eden o insanlar, Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtü vesselâm) insanlığa sunduğu güzellikleri gördüklerinde hemen o ışık kaynağının etrafında kümelenmiş ve bütün o çirkinlikleri, pislikleri ellerinin tersiyle iterek akılları talim, nefisleri tezkiye, kalpleri tasfiye eden birer medeniyet muallimi hâline gelmişlerdir. Demek ki onlar, “Ne yapalım, içinde yaşadığımız toplumun hâli buydu!” diyerek mazeret üretme gibi bir yanlışlığın içine girmemiş; girmemiş ve iradelerinin hakkını vererek cahiliye bataklıklarını birer Asr-ı Saadet gülistanına çevirmesini bilmişlerdir. O zaman bizim de, “Ne yapalım, hayata uyandığımızda kendimizi bir levsiyat bataklığı içinde bulduk. Ahlâksızlık, çarşı-pazar, ev-sokak her tarafta kol geziyordu. Anne-babamız da ümmiydi. Bizi dinimizden soğutmuşlardı. İslamî terbiye alamadığımızdan biz de din ve diyanet adına birer terbiyezede olarak yetiştik.” deyip başkalarına atf-ı cürümde bulunma, eksik ve kusurlarımızı başkalarına fatura etme ve bu suretle işin içinden sıyrılmaya çalışma gibi bir yanlışlığın içinde olmamamız gerekir. Kabir Kapısı Kapanmıyor Hz. Pir, Sözler’de bu hakikati ne güzel ifade eder. Hatırlayacağınız üzere Ondördüncü Söz’ün hâtimesinde o, şöyle der: “Ey nefsim! Deme, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur.” Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalb olup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor. Hem deme, “Ben de herkes gibiyim.” Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise kabrin öbür tarafında pek esassızdır.” Evet, “zaman değişmiş, asır başkalaşmış” gibi bahaneler insanın kendi kendini aldatmasından başka b i r şey değildir. Hem böyle bir aldanış –Allah korusun– ebedî bir hüsrana sebebiy e t verebilir.


HAFTANIN DUASI

SÖZÜN ÖZÜ

Allah’ım! Bendeni, hatalarını itiraf edip pişmanlıkla kıvranan, herhangi bir inhiraftan sonra yeniden toparlanıp dergâhına yönelen, büyük-küçük her gaflet karşısında himmet ka¬nat¬larını açıp Senin inâyetine sığınan “tevvâbîn” unvanlı kullarının arasına kat. Bu perişan kulunu bilhassa seher vakitlerinde istiğfara sarılarak Senin mağfiretini dileyen Hak erlerinin safına dâhil et; beni günahlardan, ayıplardan, isyanlardan, kusurlardan ve hakka muhalefet etme tehlikelerinden arındır.

Müslüman kişi bir hakka ulaşmak istiyorsa, o hakka ulaşma istikametinde kullanacağı argümanların üzerinde mutlaka “caizdir” veya “meşrudur” mührünün bulunması gerekir. Yoksa “Nasıl olsa benim ikame etmeye çalıştığım bir hak abidesidir, bu mevzuda bazı bâtıl yolları da kullanabilirim.” düşüncesine Kur’an ve Sünnet asla cevaz vermez. Dolayısıyla denilebilir ki eğer Müslümanlar bugün bir kısım mağlubiyetler yaşıyorlarsa bunun arka planında, hakkı doğru anlayıp doğru temsil edip-edemediklerinin muhasebesinin yapılması gerekir.

fasıldan fasıla Annelerin yüksek fazileti nne, bir milleti yetiştiren ailenin en önemli unsurudur. O, İslâm nazarında o kadar mukaddestir ki, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Cennet, annelerin ayakları altındadır.” (İbn Mâce) buyurur. Öyledir zira anne, bir milleti yoğuran mukaddes bir el ve toplumun ilk hücresini teşkil eden yuvanın da kurucusudur; içinde cıvıl cıvıl çocukların etrafa saadet ve neş’e aksettirdikleri bir yuvanın kurucusu... Bu yönüyle İslâm, anneye öyle yüce bir pâye verir ki, bunun ötesinde ona yeni pâyeler vermeye kalkışmak, o mukaddes varlığı hoyratlaştırmak, onun başındaki zeberced kakmalı tacı alıp yerine cam parçalarıyla süslenmeye çalışılmış bir külah geçirmek gibi olur. Kadını ve erkeği yaratan Allah (cc), onların kâmet-i kıymetlerine göre onları teçhiz buyurmuş ve istidatları (yetenekleri) açısından da verdiğini vermiştir. Kadın, maddeten zayıf ve nahiftir. Kadın, hadiselerden daha çabuk etkilenir. İşte bu tabiattaki birini, yaratılışına mülâyim gelen işlerden uzaklaştırarak onun incelik, zarafet ve saygınlığıyla telif edilemeyen işlerde istihdam etmek açıktan açığa ona bir zulümdür. Aslında kadın dediğimiz bu nazik varlık öyle şeylerle teçhiz edilmiştir ki, bu yönüyle o, erkeğin fersah fersah önündedir. O, bir şefkat kahramanıdır; evlâtları uğrunda öyle titrer ki bu konuda erkek onunla yarışamaz. Bu durum sadece insanlık âlemine mahsus da değildir; tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı olduğu hâlde, yavrusunu köpeğin ağzından kurtarmak için çok defa kendini feda eder. İşte, bütün canlılarda yavrularına karşı Allah tarafından verilen bu engin şefkat duygusu, anneler için öyle muallâ bir sermayedir ki, bunu onun elinden alıp da ona hangi pâyeyi verirseniz veriniz, Allah’ın verdiğinin yanında çok sönük kalacaktır.

his dünyası

Ufuk

İnsana, insan denmez kendini bulmayınca, Gönül bir viranedir, sevgiyle dolmayınca. Öze dön bırak teni, sever isen kendini, Yolda kalırsın inan, Allah’la olmayınca. Nefsine uymuşsan tam, işin câm üstüne câm, Bir yere varamazsın, Hakk’a bağlanmayınca. Allah mâşûk, Allah yâr, gayrısı sînede bâr. Eremezsin huzura, aşkıyla yanmayınca. M. Fethullah Gülen

Abdullah Aymaz

Ne var ise âlemde... Bu seferki Milano gezimizde üç konferans verme imkânımız da oldu… Birincisi, “İnsanın Önemi”, ikincisi, “Kutsala Saygı” üçüncüsü de “İslâm Çatışma ve Terör” üzerine idi. İkisi üniversitelerde, bir tanesi de bir belediyede gerçekleşti. Konuşmaları özetlemeye çalışacağım: Hz. Adem’in yaradılışına karşı, ya Levh-i Mahfuz’da gördükleri için veya insanın fıtratından çıkardıkları mânadan dolayı veyahut dünya ateş halinde iken ateşten yaratılan ve nefis taşıyan cinlerin yaptıklarını bildikleri için melekler hikmetini öğrenmek maksadıyla “Ya Rabbi yerde, kan dökecek ve fesat çıkaracak insanı mı yaratıyorsun?” diye sordular. Cenab-ı Hak, hikmetini göstermek için onlara eşyanın isimlerini sordu, bilemediler. Hz. Âdem bildi… Bu isimler elbette sadece varlıkların isimlerinden ibaret değildi… Eşya ve varlıklarda tecelli eden ve onların vücut bulmasına vesile olan Esma-i Hüsnâ idi… Melekler Samed isminin aynası olduklarından dolayı yemez-içmez, Cenab-ı Hakk’ın bunlarla ilgili insanlara lutfettiği sayısız nimetleri de derinliğince tadamazlar. İnsanlar tadıp, tanıyıp, takdir edip çok geniş şükür ve hamd etme imkânına sahip olduklarından bazen onlardan üstün konum ve pozisyon kazanabilirler. Ayrıca analiz ve sentez gücüne sahip olan insanlar, Allah’ın gizli İsrâ Sûresi’nde insanın şerefli sanatlarını ilmî-fennî çalışmalarla yaratıldığı (17/70) ifade edilirken ortaya koydukları için kıyameti Tîn Sûresi’nde de insanın ahsen-i kopartacak hata ve kusurlarına rağmen mühlete ve bir nevi himayeye takvimde en güzel biçimde ve kıvamda yaratıldığı, incire, zeytine, mazhar oluyorlar. İsrâ Sûresi’nde insanın şerefli Tûr-i Sina’ya ve emin belde yaratıldığı (17/70) ifade edilirken Tîn Mekke’ye yemin edilerek anlatılıyor. Sûresi’nde de insanın ahsen-i takvimde en güzel biçimde ve kıvamda yaratıldığı, incire, zeytine, Tûr-i Sina’ya ve emin belde Mekke’ye yemin edilerek anlatılıyor. Mâide Sûresi’nde de “Kimseyi öldürmemiş, arzda fesad çıkarmamış masum bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüş gibidir. Bir insanı ihyâ eden de bütün insanları ihya etmiş gibidir.” (5/32) buyuruluyor. Niye? Hz. Ali Efendimiz’in dediği gibi: “Ey insan, sen kendini küçük bir cirim mi zannediyorsun, halbuki senin içinde bütün âlemler dürülmüştür.” Bizim ifademizle: “Ne var ise âlemde âdemdedir âdemde yani insan oğlunda.” On sekiz veya yirmi sekiz bin âlemden bir numune insan derununa yerleştirilmiştir. İnsan, minyatür kâinattır. Hamd, ibadet ve takva ile o numuneler inkişafa başlar. O âlemlerden nurlar tecelli etmekle, o küçücük vücuda sahip olan insan bir saray, bir şehir, bir cihan gibi pırıl pırıl ışıldar; her halinden ışınlar yansır. Siz zaten öyle büyük zatların huzurunda manyetik bir alana, başka bir dünya ve güzel bir âleme girmiş gibi bu güzelliğin hazzını yaşamaya başlarsınız. Aslında bu durum potansiyel olarak her insana bahşedilmiştir… Hem zaten insan, kainat ağacının meyvesi olarak o ağacın çekirdeğini taşımaktadır. Eğer o çekirdek, İslamiyet suyu ile sulansa, imanın ziyası ile ubudiyet toprağı altında terbiye edilse, Kur’an’ın emirlerine uyularak, mânevî cihazları hakiki gayelerine yöneltilse, bâkî bir ağaç olacaktır. Dünyanın bin sene lezzetli hayatı bir saatine denk gelmeyen Cennet’te ebedî meyvelerini verecek, parlak, nuranî bir vaziyette tezâhür edecektir. İşte İslamiyet’e göre insan, böyle önemli ve değerli bir varlıktır…


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

40

BULMACA BU Hazrlayan: Ali Topdağ a.topdag@zaman.com.tr

R

A

A

A

H

Allah'n ordusu

N

E

B

C

I

M

E

N

İ

A

L

P

L

L

U

D

İ

A

C İ

T E

K

Z

E

İ

R İ

T E

R

N A

2

9

7

1

22

16

23

7

24

3

1

11

9

7

9

3

11

3

4

3

22

5

11

3

2

1

11

1

14

4

1

2

9

7

1

22

16

23

7

24

3

16

3

4

1

15

3

11

1

22

2

1

14

3

10

3

6

8

7

3

11

12

8

7

16

3

13

17

11

13

9

11

9

7

1

18

3

19

8

6

8

4

16

1

7

11

9

7

16

1

4

12

9

7

20

5

7

14

3

24

5

11

21

7

3

16

9

25

3

22

9

16

9

7

2

1

14

24

5

11

6

21

7

21

7

15

3

11

1

7

9

2

9

7

19

9

14

15

3

16

1

20

1

27

9

14

1

26

A

Kutulardaki her say bir harfin karşlğdr. Verilen ipuçlarn kullanarak diğer kutular doldurun ve hayatmza yön verecek prlanta tavsiyeyi tamamlayn.

N

E

PARAGRAF TAMAMLAMA A

H

M

A

A

T

T

E

E

Y

T

İ

C

N

Müslümanlarn ilk savaş

A

D

N

U

İ

C

V

H

İ

A

R

T

E

İ

B

K

İ

İmann şartlaendan biri

L

R

V

T

L

U

A

H

D

A

İ

R

S

İ

İ

K

R

A

S

L

E

Huy, seciye

A

Ğ

B

A

Bencillik, egoizm

V

E

E

T

İ

İ

S

T

S

Ş

Bir hac çeşidi

Ş

A

Ü

L

Sezgi, his, feraset

İ

N

L

A

U

L

R

R

A

E

Y

İ

Yabanc, masiva

M

V

T

T

Ü

F

N

Gençlik kahramanlk

Allah'n yaratlmşlara benzememe sfat

E

E

F

L

İ

T

T

A

E

Kur'an hükümleri

H

A

R

R

Y

A

E

E

Z

Cennetle müjdelenenler

15 günde İbranice öğrenen sahabi

E

Ü

R

T

E

Ü

F

Kur'an' tefsie eden

E

M

U

Ü

M

A

E

Z

Muhacirleri ağrlayan Medineliler

R

ZİNCİR BULMACA

H

A

A

A

R

D

K

Hayvanlarla konuşan peygamber

H

Z

A

R

M

Y

L

E

Ü

İ

K

A

U

D

S

Dördüncü halife

Ş

H

Camilerdeki abdest alma yeri

A

A

C

A

D

Ş

D

M

B

E

H

A

A

L

E

Kur'an sehpas

H

Günün son namaz

Efendimiz'in sakal- şerifi

A

S

A

A

H

E

H

T

E

D

N

H

S

E

A

İ

R

Hadis evi

Besmelesiz sure

İ

T

N

E

S

V

T

B

I

Y

L

E

N

A

A

Hz. Yahya'nn babas

M

A

V

H

E

I

Kabe'deki mübarek taş

R

R

D

S

Z

T

A

İ

E

B

N

A

Z

İ

Efendimiz'in ilk eşi

S

Secdesiz namaz

Ü

R

L

T

E

E

Y

H

S

Z

E

V

L

C

Ü

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ

I

Kutular doldurulmuş bulmaca aşağdaki gibidir. Sizden istediğimiz soru kutusundan çkp sadece yatay ve düşey ilerleyerek bütün kutular kullanp çözümü işaretlemek. Her harfi sadece bir kere kullanabilirsiniz.

Z

ZİNCİR BULMACA

15 I 13 Ç

28

29

29 26 C

11 K A

A

D

25 V 24 D 23 F 22 O 21 Y 20 S 19 B 18 Ö

N

B

N

İ

17 M

27

16 İ

26

2 A

25

1 N

24 Y

D

23

K

22

E

21

Ş

20

L

19

A

18

E

17

A

16 D

15 H

Ü

14

L

13

N

12

İ

11 L

T

10

E

9

G

8

K

7 N

E

3 Z

L

B

R

E

E

İ

İ

R

4 Ü

E

İ

V

C

İ

R

N

Ç

5 L

R

M

A

E

F

İ

O

E

6 E

Y

E

R

Ğ

A

N

K

K

7 Ğ

O

Z

D

İ

D

8 U

L

I

9 R

L

10 Ş

A

K R

Y Ö

E

A

M U

S

L

U

Z A

Ğ O

N I

Y E

N

6

N

A

5

İ

4

M

3 A

R

2

İ

1

27

12 G

L E

İ

E L

E V

I

G A

N

T Ş E

A

L R

L N

A

5

28

14 T

E D

A B O

N A M

Z A F İ

N

E R

Ö G

Y A

N

A

L İ R İ

Z

R A

Ü A

Ş

E

PARAGRAF TAMAMLAMA

Üç aylar, insann, Allah’a en yakn olabileceği, O’nun engin rahmetine liyakat kesbedebileceği; günahlarndan syrlp kalp ve ruh ufkuna seyahat edebileceği bir zaman dilimidir.


~ljƊŎƓƊż ĻŎƖŭŎƊ

Fark Bulmaca įǝƊƓěĸě

aŎĻŎƖ ŹěšǓěƖŌƖ ĻƢǶǡƓǡ

12 MAYIS 2015 SALI

ÏżǶŎ ƈŎƊżƓŎƊŎǁżƖ ǓěƖŌƓƊěǁŌƖŌ ƓěǓŎƓěǓżƈdžŎƊ żljƊŎƓ ƞƊěǁěƈ ǩŎǁŃżƓƲ ³ƖĸŎ ŹŎǁ įżǁ ƓěǓŎƓěǓżƈdžŎƊ żljƊŎƓżƖ džƞƖǝĸǝƖǝ įǝƊƓěƊŌdžŌƖŌǶƲ ÏƞƖǁě Ńě džƞƖǝĻƊěǁŌ żšěŃŎ ŎŃŎƖ įǝ ƈŎƊżƓŎƊŎǁż džƞƊŃěƖ džěŮě ǰě Ńě ǰǝƈěǁŌŃěƖ ěljěŮŌǰě ƞƈǝƖěĸěƈ ljŎƈżƊŃŎŀ ǩŎǁѿٿƓ ǓěįƊƞǰě ǰŎǁƊŎljǓżǁƓŎƊżdžżƖżǶƲ

ûŎǁżƊŎƖ żƈż ǁŎdžżƓ įżǁįżǁżƖżƖ ěǰƖŌdžŌǰŃŌƲ ȂƓě ƈƞƭǰěƊěƓě ŎdžƖědžŌƖŃě ĻżǶŎǁ įěǶŌ ljŎǰƊŎǁż šěǁƈƊŌ ĻżǶŃżƲ Ȃĸěįě įǝ 10 šěǁƈŌ įǝƊěň įżƊżǁ ƓżdžżƖżǶƸ

08-09 Bulmacalar

1

3

ěƖǓŌƈƊŌ ǁŎdžżƓƊż ĻŎƖŭŎƊ

* Ƨ ƖǝƓěǁěƊŌ džěǓŌǁě ǰŎǁƊŎljŎƖ ƈŎƊżƓŎƖżƖ įěĸěƈƊěǁŌ ǩěǁƲ * Ǜ ƖǝƓěǁěƊŌ džǡǓǝƖě ǰŎǁƊŎljŎƖ ƈŎƊżƓŎ ÇěƓěǶěƖ ŌƖ džżƓŭŎƊŎǁżƖŃŎƖƲ * ǘ ƖǝƓěǁěƊŌ džěǓŌǁě ǰŎǁƊŎljŎƖ ƈŎƊżƓŎǰŎ ĻżĻŎƈ ŃżƈŎƓŎǶdžżƖżǶƲ

2

ûŎǁżƊŎƖ ǁŎdžżƓƊŎǁżƖ ŹŎƭdžż Ũ ŹěǁũżƲ ÇŎdžżƓƊŎǁż ǓŎƓdžżƊ ŎŃŎƖ ƈŎƊżƓŎƊŎǁż įǝƊǝƖŀ džƞƖǁě żƭǝĻƊěǁŌƖŌƖ Ńě ǰěǁŃŌƓŌǰƊě įǝ ƈŎƊżƓŎƊŎǁż džƞƊŃěƖ džěŮě ǰě Ńě ǰǝƈěǁŌŃěƖ ěljěŮŌǰě ŃƞŮǁǝ ƞƈǝƖěĸěƈ ljŎƈżƊŃŎ ǓěįƊƞǰě ǰŎǁƊŎljǓżǁżƖƲ ÏƞƖ įżǁ ŹěǓŌǁƊěǓƓěŀ ƈŎƊżƓŎƊŎǁŃŎƖ įżǁ ǓěƖŎdžż ƈǝƊƊěƖŌƊƓěǰěĸěƈƲ

Yeni Bahar Çocuk

Y O R U M

12 MAYIS 2015 SALI

Ƨ ŃŎƖ įěljƊěǰěǁěƈ ǓǡƓ ƖƞƈǓěƊěǁŌ džŌǁěǰƊě įżǁƊŎljǓżǁżƖƲ

G Ü Ç

S O M U T

ƞƈǓěƊěǁŌ įżǁƊŎljǓżǁ

GÜZEL

GERÇEK ALLAH DEÐER HAK

ÛŎƈżƊ ƈŎƊżƓŎƊŎǁ

ƞƈǓěƊěǁŌ įżǁƊŎljǓżǁ

V Ý NÇ A K P Y E L P A Z E U D A R S P A T U L A P U N Y E L L A T Ç A D I R Ç Ý L E K K O N

ÇŎdžżƓƊż ĻŎƖŭŎƊ

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

ÇÖZMECE


26 MART - 1 NİSAN 2014 Yeni Bahar Çocuk

3

Ahmet Şahin

Müslüman, kendisi gibi düşünmeyeni cezalandıramaz? Soru: Müslüman, kendisi gibi düşünmeyen kimseyi suçlu kabul edip bu suçun cezasını da kendisi vermeye kalkışabilir mi? İslam, bir şahsın tek başına suç tespit edip cezasını da kendisi vermesine izin verir mi? Yoksa bir suçu tespit edip cezalandırmak İslam’da şahsın değil, adaletin görevi midir? İhtiyaç duyulan bu konuya birazcık açıklık getirebilir misiniz? Cevap: İslam’da insan hayatı doğuştan koruma altına alınmıştır, ölümüne kadar da bu koruması devam etmektedir. Kimse kimseye suç isnat edip de ceza verme hakkına sahip değildir. İnsanın hayatında doğuştan sahip olduğu bu dokunulmazlık üç madde halinde şöyle ifade edilmektedir. Madde bir: İslam’da her insan doğuştan masumdur. Dokunulmazlığa sahiptir! Bu masumiyet ve dokunulmazlığı ömür boyu devam eder. Kimse bu masum insanın canına, malına, namusuna kast etme hakkına sahip olamaz! Şayet doğuştan dokunulmazlığa sahip bu masum insan, hayatının bir devresinde dokunulacak suç işlerse, bu suçun tespiti ve tecziyesi, ona kızan şahsa değil, adalete düşer. Adalet buna karar verip cezasını adalet tayin ve tespit eder. Bu sebeple, herhangi bir kimse hem savcı, hem hakim hem de infaz görevlisi gibi davranıp da kendisi gibi düşünmeyen kızdığı insana suç isnat edip, o suçun cezasını da kendi tespit edip kendisi ceza vermeye kalkışamaz. Kendinde böyle bir salahiyet bulamaz. Bulmaya kalkarsa ne olur? O zaman karşısındakine de aynı hak ve salahiyet söz konusu olur. O da aynı anlayış içinde mukabele etme hakkını kendinde görür. Bu durumda toplumda can, mal, namus emniyeti yok olur. Herkes kızdığı kimseye suç isnat edip cezalandırmaya kalkar. Bu durumda fitne (anarşi) devri başlar. Toplumda böyle fitne başlatan için ise Allah Resulü, açık ikazını yapmıştır: - Fitne (anarşi) uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin! Zaten kendi başına hareket eden terörist de işte bu fitneyi uyandırmakta, kendine göre suçlar tespit edip yine kendine göre cezalar vermekte, kendini hem savcı, hem hakim hem de infaz görevlisi olarak görmektedir. İslam, böylesine hesapsız kitapsız, mahkemesiz cezalandırma cüretini kimseye vermez. Madde iki: Müslüman bu tür cezalandırma cinayetlerine fiilen teşebbüs etmek şöyle dursun, fikren dahi taraftar olamaz, kalben bile meyilde bulunamaz. Bunlar ferdi cinayetlerdir, mühim değildir diyemez. Çünkü Maide Sûresi’ndeki ayetin ikazı açıktır. Tek insanı öldürmek tüm insanları öldürmek kadar vebali ve günahı muciptir İslam’da. Şöyle ikaz etmektedir insan hayatını koruyan ayet: - Kim ki haksız yere bir insanı öldürürse, sanki tüm insanları öldürmüş gibi vebale girmiş olur. Kim de suçsuz bir insanın hayatını kurtarırsa tüm insanları kurtarmış gibi mükafata layık görülür! Bu itibarla, tek insanın hayatı da tüm insanlık gibi korunmaya, saygı duyulmaya layıktır. Hiçbir bahane ile tek insandır denip de sahipsiz insan anarşiye feda edilemez. Şahsi cinayetlerdir denilerek müsamaha ile bakılamaz. Tek insanın hayatı da tüm insanlar gibi dokunulmazlığa sahiptir, korumadadır. Madde üç: Barış zamanında insan hayatına böyle doğuştan dokunulmazlık getiren ve koruyan İslam, savaş zamanında da insan hayatını koruyucu kurallar koymuş, bunu da fiilen uygulayarak insanlığa baştan örnek olmuştur. Nitekim savaş için Medine’den yola çıkmış askerlerine Allah Resulü’nün ilk halifesi Hazreti Ebu Bekir (ra) şu tarihi tembihte bulunmuştur: - Ey İslam mücahitleri! Dikkat ediniz, düşman topraklarında her şeyi yapma, her insanı öldürme hakkına sahip olduğunuzu sanmayasınız. Düşmanın yaşlılarına, kadınlarına, çocuklarına, hasta ve mabetlerdeki din adamlarına dokunmayınız. Hayvanlarını telef etmeyiniz, bağ, bahçe gibi yeşilliklerine zarar vermeyiniz. Sizin düşmanınızın cephede sizinle savaşanlar olduğunu unutmayınız!” İşte İslam’ın insan hayatına doğuştan getirdiği dokunulmazlık hakları ve savaşta bile koruma örnekleri. - Fatebiru ya ülil ebsar! Düşünün ey basiret sahipleri!

4

5

KÂĞIT HELVA 2 1

Kâğıt tabaktan şaşkın hayalet yapalım

6 8 7

15

Malzemeler:

Siyah evadan şekildeki gibi kesilmiş parçalar 2 2 adet daire kâğıt 3 Beyaz peçete 4 Yapıştırıcı 5 Beyaz kâğıttan şekildeki gibi kesilmiş 2 adet kol 6 Keçeli kalem 7 Makas 8 Kâğıt tabak 1

M

erhaba canım arkadaşlarım. İzlediğim bir çizgi filmden sonra size şaşkın bir hayalet yapmaya karar verdim. Bu hayaletle eve gelen misafirlere şaka yaparak on gülümseteceğiniz kesin :) Hoşça kalın. HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜN s.angun@zaman.com.tr

Önce kâğıt tabağı ters çevirin ve evadan kestiğiniz siyah parçaları şekildeki gibi yapıştırın. 2 adet daire kâğıdı da evanın üzerine yapıştırıp ortalarına keçeli kalem ile siyah noktalar yapın.

Yanaklarına kırmızı keçeli kalem ile çizikler atın. Peçeteyi 3 parmak kalınlığında şeritler halinde kesip açın. Kollardan başlayarak ortaya doğru yandaki şekildeki gibi yapıştırın, kolay gelsin.

12 MAYIS 2015 SALI

İmam Ca’fer-i Sâdık’a (ra) ait sıkıntı ve darlık hallerinde okunacak dua Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla... Ey dar zamanlarımda dayanağım, muzdarip hallerimde sığınağım olan Allah’ım! Uyku gibi ârizî hallerden münezzeh görüp gözetmenle beni de gözet. Yıkılıp yok olması söz konusu olmayan desteğinle beni de koruyup kolla. Hakkımdaki tasarruf sadece Sana aittir; bana rahmetinle muamele eyle. Allah’ım! Ümit kaynağım Sen iken, nasıl helake maruz kalırım ben? Büyük Sen, kadri yüce yine Sensin.

Benim korkup çekindiğim şeylerin hepsinin dizginleri Senin yed-i kudretindedir. Ancak Senin kudretine dayanarak düşmanlık besleyenleri def edebilirim. Onların şerrinden Sana sığınıyorum Allah’ım! Ey merhameti merhametlerin en üstünü olan Allah’ ım! Rahmetine dehâlet ediyorum; beni bahtiyar olarak yaşat ve şehit olarak öldür!


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Anne sitemi kurtuluş vesilesi MESUT DEMIR

1şelerde hayatını kaybeden yüzlerce Uyuşturucu illeti yüzünden kuytu kö-

gencin acı haberlerine şahit oluyoruz. Gençliğin kâbusu haline gelen bu maddelerin çeşitleri de, kullanıcıları da artarken, bu doğrultuda alınan tedbirler ise yok denecek kadar az. Hal böyle olunca uyuşturucu kullanıcıları, zehir tacirlerinin eline terk ediliyor. Oysa bu illetten kurtulmanın öncelikli çaresi, kötü çevrenin etkisinden kendini sıyırabilmekten geçiyor. Hataylı Mustafa T.’nin hayatı ilkokul çağında iken uyuşturucu illeti ile kararmış. 8 yaşında iken İstanbul’a gelen Mustafa, daha o gün bu şehirden korkmaya başladığını söylüyor. Çünkü ailesinin aksine içine girdiği yeni çevre, oldukça kötü alışkanlıklara sahip insanlarla doluymuş. Kimi hırsız, kimi alkol düşkünü, kimi ise uyuşturucu batağında... Zamanla çevresindeki insanlardan dolayı kalbindeki merhamet ve acıma duygularının köreldiğini fark etmiş. Ve 13 yaşında içine düştüğü boşluğun ve arkadaşlarının etkisiyle uyuşturucu ile tanışmış. Bir süre sonra ayık kafa ile gezemez hale gelmiş. Beyaz zehri alabilmek için bir süre cami önlerine gidip ayakkabı boyacılığı bile yapmış. 16 yaşına geldiğinde aldığı uyuşturucu ile sadece kendisine değil, çevresindeki insanlara da zarar verir hale gelmiş. Kiminin telefonunu gasp etmiş, kimini ise yolda sıkıştırıp zorla parasını almış. “19 yaşında artık kendimi içinden çıkılmaz bir çukurun içine hapsetmeye başladım.” diyerek bahsettiği o günlerde artık ailesine sıkıntı olmaya başlamış Mustafa Bey. Sürekli yapılan ‘çalış’ baskısı sonuç vermiş ve bir erkek kuaföründe işe başlamış. Ancak uyuşturucuya olan bağlılığı yüzünden çalıştığı yerin kasasından da para çalar hale gelmiş. 8 ayın sonunda dükkândan eksilen paraları aldığı anlaşılınca işten çıkarılmış ve sonra da soluğu askerde almış. Askerlik süreci de genç adamın uyuşturucudan uzaklaşmasına engel olamamış ne yazık ki. Çarşı izinlerinde ne yapmış etmiş, bir şekilde zehrini temin etmiş mesela. Ancak bir gün, komutanlarından biri uyuşturucu kullanırken yakalamış onu. Ve bundan dolayı çok ağır bir dayak yemiş. Ama yediği dayak, ne uyuşturucuyu bırakmasına ne de ondan uzaklaşmasına bir katkı sağlamış. Askerliği bitirip İstanbul’a döndüğünde, ailenin tüm fertleri ev almak için çalışırken, onun tek düşüncesi, uyuşturucu kullanmak, yemek, içmek ve uyumaktan öteye gitmemiş. Bununla da yetinmemiş, ailesinin biriktirmeye çalıştığı ev parasına da göz dikmiş. Anne, baba ve kardeşlerinin alın teri dökerek kazandığı paradan bir miktar alan Mustafa’nın ilk işi, yine gençliğini elinden alan o uyuşturucuya koşmak olmuş. Yaklaşık üç ay boyunca bu birikimi harcamış. Ta ki aile bu durumu fark edinceye kadar. Babası, elini kolunu bağlayıp hortumla döverek cezalandırmış onu. Ama vücudunun her yerine yayılan o zehir, kendisinden başka hiçbir şeyi, hiçbir duyguyu hissettirmemiş ona. Zamanla kullandığı maddenin dozu arttıkça, ailesine yansıması da farklı olmuş. Uyuşturucunun etkisiyle, annesinin boğazına sarılıp ölümle tehdit eder hale gelmiş. “Bir evladın, annesinin gözünde düşebileceği en derin çukurlardaydım artık.” diyor Mustafa, o günleri anlatırken. Annesinin “Sen nasıl bir evlatsın? Allah rızası için bizi rahat bırak.” sitemi Mustafa için dönüm noktası olmuş. Zira uyuşturucuyu bırakmaya karar vermiştir artık. ‘AMELLER NİYETLERE GÖREDİR’ İçinde bulunduğu bataklıktan çıkmak için önce çevresinden uzaklaşması gerektiğini anlayan Mustafa, bir süre memleketi Hatay’a

gitmeye karar vermiş. Ancak bunun için bir miktar paraya ihtiyacı vardır. Bir süre bir erkek kuaförünün yanında işe başlamış. Bu sırada hiç tanımadığı ve daha önce görmediği bir müşteri onun madde bağımlısı olduğunu anlamış. Ve ona, “Uyuşturucudan kurtulmak istiyorsan Mısır’a git” tavsiyesinde bulunmuş. Ancak Mustafa, bunu çok umursamamış ve bir miktar parayı denkleştirip Hatay’ın yolunu tutmuş. Niyetinde, oradan işçi olarak Suudi Arabistan’a gitmek varmış. Bunun için görüştüğü isimler olmuş. Ancak Hatay’da umduğunu bulamayınca tekrar İstanbul’a dönmeye karar vermiş. Dönüş yolundayken bir telefon gelmiş ve iş için Tebük’e gitmesi istenmiş. Mustafa için Tebük yolculuğu, bir nevi arınma yolculuğu böylece başlamış. Ancak uyuşturucu illeti Tebük’te de peşini bırakmamış, gizli gizli kullanmaya devam etmiş. İstanbul’da yaşadığı bir sahnenin aynısı burada da cereyan etmiş. Abu Mişel adında bir zat, onun madde bağımlısı olduğunu anlamış. Mişel’ de çözüm için ona Mısır’ı gösterir. Mustafa bu defa kararını vermiştir. Kendisine ikinci kez

sunulan bu öneriyi dikkate alıp Mısır’ın yolunu tutmuş. Arınma yolunda dilinden kalbine aktığını söylediği bir sözü vardır Mustafa’nın: “Ameller, niyetlere göredir.” Hatay Araplarından olan Mustafa’nın, Arapçayı bildiği için Abu Mişel’in eline tutuşturduğu kâğıtta yazan adresi bulması kolay olmuş. Ve çok geçmeden aradığı şahsı Kahire’de bulmuş. Kendisini Abu Mişel’in gönderdiğini söyledikten sonra hiçbir sual sorulmadan Mustafa için tedavi süreci başlamış. İlk aylarda zorluk yaşasa da zamanla vücudu kendini toparlamaya ve daha sağlıklı olmaya başlamış. Bu, onun şevkini artırmış ve tedaviye daha sıkı sarılmış. Tedavi sürecinde kendisini ailesinden kimse aramasa da Abu Mişel yalnız bırakmamış. Belirli aralıklarla onu ziyaret etmiş ve ‘senin burada annen de, baban da benim’ diyerek ona destek vermiş. Bir yıl süren tedavi sürecinde kendisinden hiç para alınmamış. Mustafa “Kim bilir, belki de varlıklı bir insan olan Abu Mişel karşıladı

tüm masraflarımı.” diyor. Tedavi sürecinin sonunda artık bambaşka bir insan çıkmıştır ortaya. Allah’ın lütfu ve inayetiyle değiştiğini söyleyerek, manevi arınma için bu sefer yönünü Mekke’ye çevirmiş. Suudi Arabistan’a döner dönmez, umre yapmak için Mescid-i Haram’a giden Mustafa, niyetinin neticesine ulaşmıştır artık. İstanbul’a madden ve manen temiz bir şekilde dönmeye hazırdır artık. Yaşadığı süreçte kendisini arayıp sormayan ailesine kızgın olsa da, on sene boyunca onlara yaşattıkları bu duygularını değiştirmiş. Ailesi, ilk zamanlarda evlatlarının düzelmiş olabileceğine inanmamış. Namazlarını kılmaya çalışan, anne ve babasına saygılı bir Mustafa görünce yaşanan değişimin farkına varmışlar. Geriye sadece, Yüce Allah’ın evlatlarına açtığı yeni sayfada temiz olarak kalması için gayretine destek vermek kalmış. Şimdi 30 yaşında evli ve 5 yaşında bir kız çocuk babası olan Mustafa, madde bağımlılığı için çözümün kalpleri çevirecek olan Allah’a yönelmede olduğunu söylüyor, bir tavsiyede bulunuyor: “İnanıyorsanız, ümidiniz var demektir. Ümidiniz olduğu sürece de Allah’ın sizi hiçbir zaman terk etmeyeceğini bilirsiniz. Sizi terk etmeyeni, siz de terk etmeyin.”


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

iz insanlar çoğu zaman doyumsuz oluruz. Özellikle maddi imkânlar yönüyle yiyecekten giyeceğe varıncaya kadar her şeyin daha fazlasını isteriz. Bir ayakkabı yetmez bir tane daha... Bir sürü elbisemiz olur, “Giyecek hiçbir şeyimiz yok.” diye yakınırız. Hiç ihtiyacımız olmadığı halde sırf indirim var diye gardırobumuzu yenileriz. Hâsılı belki de manevi yönden kendimizi geliştirecek doyumsuzlukları bir kenara bırakıp sadece dünyalık şeylerin yokluğundan endişe ederiz. En kötüsü de bazen bunları elde etmek için haramlara dahi bulaşırız ne yazık ki. Oysa Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi-i şerifte zenginliğin mal çokluğuyla değil bilakis göz tokluğuyla olduğunu bildiriyor ümmetine. Ebû Hureyre’den (radıyallahu anh) rivayet edilen Allah Resûlü’nün ashabına anlattığı ‘Arazide bulunan altın dolusu küp’ hikâyesi bu meseleyle alakalı ibretlik dersler veriyor bizlere. Kanaat etmenin ne büyük bir zenginlik olduğunu, arada çıkan anlaşmazlıkların

en uygun şekilde çözüme kavuşabileceğini bunun için kavgaya gürültüye gerek duyulmadığını görüyoruz adeta. Vaktiyle bir adam bir başkasından arsa satın alır. Satın alan kişi tarlasında altınla dolu bir küp bulur. Hiç vakit kaybetmeden arsayı kendisine satan adama giderek tarlasında bir küp dolusu altın bulduğunu söyler. Ve altınları iade etmek istediğini zira kendisinin onları değil sadece araziyi satın aldığını ifade eder. Arsayı satan adam bir hayli şaşırır. Şaşkınlığı biraz geçtikten sonra “Ben sana orayı içindekilerle beraber sattım.” der ve altınları kabul etmez. Her ikisi de altınların kendisine ait olmadığında ısrarcı olunca aralarındaki anlaşmazlığı halletmesi için bir adama başvururlar. Zira mesele ancak bu şekilde çözüme kavuşacaktır. Uyuşmazlığı halletmek için tayin edilen hakem bu kişilere çocuklarının olup olmadığını sorar. Biri, “Benim bir oğlum var.” diye cevap verir. Diğeri ise, “Benim de bir kızım var.” der. Hakem bir süre düşündükten sonra

her ikisinin de hoşnut olacağı bir karara varır: “Oğlanla kızı evlendirin. O altınların bir kısmını on­lara verin, bir kısmını da siz harcayın.” şeklinde konuşur. Günümüzde belki de birbirimize gireceğimiz bir mesele böylece çözüme kavuşmuş olur. Bu menkıbeden kendimize çıkaracağımız ne çok şey var aslında. Zira bunu görebilmek için kendimizi bu kişilerin yerine koymamız yeterli olacak gibi. Bizler de hikâyede geçen şahıslar gibi satın aldığımız tarlada altın dolusu bir küp bulsaydık ne yapardık acaba? Bunların bize ait olmadığını düşünüp elimizdekiyle mi yetinirdik? Yoksa o altınların kendi hakkımız olduğunu savunup, ne pahasına olursa olsun onlara kavuşmak için elimizden geleni mi yapardık? Yirmibirinci yüzyılda hala sırf tarlada sınır meselelerinden birbirlerini bile öldürmekten çekinmeyenlerin varlığını müşahade etmek cevabımızın da ne olduğunu gösteriyor ne yazık ki.


13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN S E Ç M E L E R

KAYITSIZLIK ŞENLIĞI Milan Kundera Çeviri: Ayça Sezen Can Yayınları, 108 sayfa 212 252 56 75

YAZ ÜÇGENI Güven Turan

GÜLE GÜLE ZEKI USTA

Yapı Kredi Yayınları, 213 Sayfa 212 252 47 00

ALTINCI PARMAK Muhittin Şimşek Alfa Yayınları, 309 sayfa 212 511 53 03

FANFARLO Charles Baudelaire Çeviri: Engin Süren Palto Kitap, 61 Sayfa 212 458 00 34

Türkiye, büyük güldürü ustalarından birini kaybetti. Karaciğer hastalığı sebebiyle 22 Nisan 2015 tarihinden beri Koç Üniversitesi Hastanesi’nde tedavisi devam eden tiyatrocu Zeki Alasya, cuma günü vefat etti. Sanatçı, geçtiğimiz ay aniden rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmış, kısa süren bir tedavinin ardından taburcu edilmişti. Babasının diyabet hastası olduğunu söyleyen Zeynep Alasya, “Önceki gün doğum gününü kutladık. Aniden rahatsızlandı. Ancak durumu iyi.” demişti. Zeki Alasya, özellikle Metin Akpınar ile yaptığı Zeki-Metin filmleri ile Türk sinemaseverlerinin gönlünde taht kurmuştu. Ölümünün ardından Metin Akpınar duygularını gözyaşları içinde anlattı: “Zeki Alasya benim yarımdı. Yarım gitti, canım gitti. Herkes için büyük kayıp.” Tiyatrocu, sinemacı ve yönetmen Zeki Alasya, tam adıyla Zeki Şenol Alasya, 18 Nisan 1943 tarihinde İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya geldi.

Sanat hayatına 1959’da MTTB (Millî Türk Talebe Birliği) tiyatrosunda amatör olarak başladı. 1967’de Haldun Taner, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan ile birlikte Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer aldı. Bu topluluğun tüm oyunlarında oyuncu, yazar, yönetmen olarak çalıştı. Film çekmeye 1973’ten sonra başladı. Metin Akpınar ile birlikte Türk sinemasında yeni bir ikili oluşturdular. 37 yıl boyunca birçok filmde beraber yer aldılar. 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire, Güler misin Ağlar mısın, Nereye Bakıyor Bu Adamlar, Hasip ile Nasip gibi filmleriyle eşleştirilmiş bir komedyen olarak ün kazandı. Birçok dizide boy gösterdi. Akasya Durağı dizisinde Nuri Baba karakterini canlandırdı. En son geçen yıl yayımlanan Küçük Ağa dizisinde Mehmet Ağa rolüyle izlemiştik.

Niyazi Gül, TV tadında NEDIM HAZAR

1deyle, beyazperde ile beyazcamın araSinema ile televizyonun, klasik ifa-

sında sayısız farklılıktan bahsetmek mümkün. Bunlardan en önemlisi şüphesiz ebat ve ortam olsa gerek. Televizyonun kendine göre bir estetik anlayışı ve algı aroması var. Gerçi uzun yıllar boyu süren genişlik ölçülerimiz yeni nesil ekranlar ile epey büyüdü; 55 ekran yerine artık minimum 100 cm’lik ekranlarda izliyoruz yayınları ama bu durum çok fazla değiştirmiyor gerçeği. Evinizde istediğimiz an yerinizden kalkacağınız, çay getiren annenizin önünüzden geçeceği, çalan telefondan bilmem neye kadar binbir türlü dış etkenin konsantrasyon bozuculuğu düşünülerek kurgulanıyor TV yayınları. Sinema öyle değil oysa. Parasını ödeyip girdiğimiz salonda 50 metrekarelik devasa perdede, karanlık ve sessiz ortamda, çok kolay terk etmeyeceğiniz şartlar altında izliyoruz filmleri. Çok farklı formatlar anlayacağınız. Ancak birbirinden büsbütün bağımsız da değiller şüphesiz. Özellikle bu alanda rekabetin çoğalması, özel sektörün TV yayıncılık işine girmesiyle çok ciddi bir ‘eğlence’ platformu ekranlar. Sinema ise şüphesiz bu yönü de olan ama öncelikli olarak ‘sanat’ kabul edilen

bir alan. İşbu nedenle TV’den sinemaya bir aktarım yapacağınız zaman öncelikli olarak bu format, ortam ve alan farklılıklarını hesaplamanız lazım. Ekranda sizi beğenen, izleyen ve hatta bağımlınız olan bir kitle olabilir ancak bu durum sinemada başarının garantisi sayılamaz şüphesiz. Pek çok karakter sayabiliriz ekrandan perdeye transfer olan; Recep İvedik, Sabit Kanca, Hüseyin Badem, Ayhan Kaplan, Polat Alemdar vs…

Bunlardan biriydi Veteriner Niyazi Gül. Stand-up ustası Ata Demirer’in özgün karakterlerinden biri olan Niyazi Gül, kendi formatı içinde epey tutarlıydı ki bu yüzden izleyici karakteri çok sevmişti. Niyazi Gül de ekrandan perdeye transfer olan karakter olarak çıkıyor karşımıza. Üstelik yazar kadrosunda sağlam mizahçılar var. Ancak filmi izleyince bir kez daha acı gerçeği anlıyoruz; TV ve sinema çok ayrı formlar. Ne kadar sağlam gözlemci ya da mizahçı olursanız olun mesele sanat olunca ‘olmamış’ durumları ortaya çıkabiliyor. Şunu da ilave edelim hemen; sinema anlamında ‘olmamış’ demek gişe bağlamında başarısızlık anlamına da gelmemeli. Muhtemelen biliyorsunuz ama hikâyeyi özetleyecek olursak; veteriner hekim Profesör Niyazi Gül kendince sakin bir hayat sürmektedir. Bir yandan üniversitede veterinerlik dersleri verirken, bir yandan da yardımcısı Hediye’nin desteğiyle dededen kalma mucizevi formülün eksik maddesini arar. Belalı âşıklar Sultan ve Rıza atlarını yarıştırmaya karar verip bir de Niyazi’nin hayvanlara güç veren formülünü duyunca işler karışır. Bir anda heyecan dolu olayların ortasına düşen Niyazi, formülün eksik maddesini ararken sürpriz

maceralarla karşılaşacaktır. Seyirci biliyor diye neredeyse Niyazi karakteriyle ilgili hiçbir derinleştirici özellik işlenmemiş. Böyle olunca diğer karakterler kimi sahnelerde ezip geçiyor ana karakteri. Bunun dışında uç uca eklenmiş (ki burada bile bir tıkanıklık söz konusu) esprilerden oluşuyor film. Farkındayım; bu tür eğlencelik seyirler için ‘üçe beşe’ bakılmaz ve epey toleranslı olmak gerekir. Lakin bu ülkede mizah yapan önemli isimlerin (Belki Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan bu gruptan ayrılabilir) sinemayı televizyon gibi görmeleri ve meseleye sadece ‘gişe’ bağlamında bakmaları ve bunda ısrarcı olmaları hayal kırıcı bir şey. İvedik serisi, Kanca maceraları, Eyvah Eyvah filan derken sinema çıtasının yukarıdan ziyade hep bir ‘tık’ aşağı çekilmesi en hafifinden üzüntü verici. Niyazi Gül’ü perdede görmek şüphesiz heyecan verici bir deneyim. Ancak film için aynı şeyi söylemek ne yazık ki zor. En çok da mizahçıların heba olmasına üzülüyor insan. Elhasıl; Niyazi Gül dörtnala koşuyor belki gişede de öyle olacak, en azından Eyvah Eyvah kadar gişe yapacak ama Türk mizahı sinema alanında maalesef nal toplamaya devam ediyor!


28 GÜNDEM İSLÂM’A HİÇ KİMSE BU KADAR ZARAR VEREMEZDİ

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Eski devlet bakanlarından Gürcan Dağdaş, ülkeye yavaş yavaş bir Baas zihniyetinin hâkim olduğuna inanıyor. Ona göre, AKP küçülürse Tayyip Erdoğan’dan özgürleşir. HDP büyürse Kandil’den… IDRIS GÜRSOY

1günler kaldı. Liderler meydan mey7 Haziran genel seçimlerine artık sayılı

dan geziyor, arka arkaya seçim anketleri yayımlanıyor. Koalisyon ihtimalleri ciddi ciddi konuşulmaya başlandı. 13 yıllık tek parti iktidarı bitecek mi? Koalisyon felaket olur mu? Abdullah Gül siyasete girer mi? 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilen ve Necmettin Erbakan’ın başbakan olduğu 54. Refahyol hükümetinde devlet bakanı olarak görev yapan Gürcan Dağdaş ile siyasetin sıcak konularını konuştuk. Eski bakan, “Erdoğan’ın ‘dediğim dedik’ siyaset anlayışı AKP’yi bölünme noktasına getirebilir. AKP küçülürse Erdoğan’dan, HDP büyürse Kandil’den özgürleşir.” diyor. -Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen bir ülke. Ancak son zamanlarda AB’den uzaklaşıyor. Peki, nereye yaklaşıyor? Bağdat hattına doğru, Baas hattına doğru evriliyor. Bu çok can sıkıcı. Uzun süre demokrasi ile ilgili kendi içerisinde ağır bedeller ödemiş bir toplumun, böyle katı tek adam yönetimi ve herkesi düşmanlaştıran, hukuku, yargıyı ortadan kaldıran bir iklime doğru evrilmesi üzücü. -Yeni Türkiye’yi nasıl adlandırıyorsunuz? Diktatoryal bir yapıya doğru evrildiğini söylemek mümkün. Monarşik bir yapıyı demokrasi içerisinde ambalajlamış bir fotoğraf olarak adlandırmak mümkün. -Güvenlik ve istihbarata verilen yetkiler Türkiye’yi bir baskıcı rejim hâline getiriyor. Buradan nasıl çıkabiliriz? Karamsar olmamak gerekir. İranlıların bir atasözü var: “Duvar ne kadar yüksek olursa olsun, gökyüzü ondan daha yüksektir.” Bu sözü çok önemserim. Türkiye, bu karanlık dönemle ilgili 7 Haziran’da bir karar noktasına geliyor. AKP, 13 yıldır taşımış olduğu sandık skorundan geriye düştüğü, rakamların aşağıya çekildiği bir sonuçla karşı karşıya kalacak. İşte orada biz bu Baas zihniyetinin sandık iddiasında ne kadar samimi olduğunu da öğreneceğiz. -AK Parti oylarının düşeceğini düşünüyorsunuz yani? Belirgin bir düşüş olacak. Kaldı ki istatistik denilen bir bilim var, bu kamuoyu araştırma şirketlerinin önemli bir kısmı maalesef bilim namusu üzerinden meseleye bakmıyor. İktidar ilişkisi, ekonomik ilişkiler içerisinde bir algı dünyası oluşturmaya çalışıyorlar. Ama ben size bugün bizzat devletin bir kuruluşunun rakamları üzerinden muhtemel 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarına yakın bir tahminde bulunabilirim. -Devlet kuruluşu derken? Evet. TÜİK’in tüketici güven andeksi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu kadar kızgın oluşunun, koalisyon öcüdür, ölümdür, kötüdür gibi nitelendirmelerinin, agresifleşmesinin altında yatan en önemli verinin bu olduğu kanaatindeyim. Bu veri bize şöyle bir sonuç çıkarıyor: 2007’de güven endeksi 94 civarında. Aynı yıl yapılan seçimde AKP 46,6 oy almış. 2009’da il genel meclisi seçim sonuçlarına baktığımızda güven endeksi 79’a, AKP’nin oyu 38’e düşmüş. 2011’de güven endeksi 92’ye çıkmış, AKP’nin oyu 49. 2014’te yapılan mahalli idareler ve 30 büyükşehirdeki belediye meclisinin seçim sonuçlarına baktığımızda, 2014’te güven endeksi 72, AKP’nin oyu 43. -2015’te güven endeksi nasıl?

2015’in ilk 4 ayının güven endeksi ortalaması 65. Tüketici güven endeksi tüketicilerin kişisel mali durumları ve genel ekonomiye ilişkin mevcut durum değerlendirmeleri ve gelecek dönem beklentileri ile yakın gelecekte harcama ve tasarruf eğilimlerini ölçmeyi amaçlayan bir gösterge. Şimdi bu ekonomik realitenin üzerine ekstradan şunu da koyacağız; HDP parti olarak seçime katılıyor, yani bir miktar AKP’nin dün beraber yolculuk yaptığı Kürt kökenli seçmenin farklılaşmasını gerektiren bir siyasal tercihe doğru evrildiği bir parti var önümüzde. Bunun ortaya çıkardığı, HDP’deki büyüme. Tez-antitez niteliğinde baktığımızda bu tarafta da MHP’de bir büyümeyi kaçınılmaz olarak önümüze getirir. Ve bu 2 partinin de beslendiği adres AKP. Türkiye 7 Haziran’da tek parti iktidarını kapatmış olacaktır. Yani MHP’yi siz 17’ye, 18’e taşıdığınızda MHP’nin 13’ünün üzerine aldığı 4-5 puan direkt AKP seçmenidir. Kaldı ki o dün MHP’nin seçmeniydi zaten. -Ama Erdoğan milliyetçi oyları alabilmek için çözüm sürecini askıya aldı. Operasyonlar baş-

lattı. Bunların hiçbir karşılığı yoktur. Yani bu illüzyonist siyaset tarzının gına getirdiği bir hâl var. Bunun da bir limiti var, geldik o limite. -İnsanların gözü açıldı mı yani? Ekonomik olarak, ekranda sunulan pembe tabloya algı noktasında yakalanmış olan insanlar, zaman içerisinde ellerini ceplerine attıklarında gerçekle buluşuyorlar. Kamu bankalarının verdiği otomobil ve konut kredilerinin tahsilatında ciddi sıkıntılar oluştu. Yüzde 60’lar gibi bir rakamdan bahsediyoruz. Meseleye buralardan da baktığınızda, AKP’nin kaçınılmaz olarak asgari 8-9 puanlık bir kaybı vardır. Bence şu anda AKP bu kaybı geriye getirmekten ziyade daha fazla zayiat vermemek için çırpınıyor. -Siz MHP’de de siyaset yaptınız. Milliyetçiler kanar mı? İç Anadolu, Karadeniz ve İç Ege’de MHP’de hareketlenmeler görülüyor. Partinin ana nüvesi İç Anadolu’dur. O alan 13 yıldır AKP’nin elinde. Daha yeni, Kırıkkale’de AKP’den aday olmuş bir arkadaşımın yaptır-

dığı bir anketin sonucunu öğrendim. 2011’de yüzde 62 almış AKP. Anket bu oranın yüzde 48’e düştüğünü söylüyor. Burası Kırıkkale. -Cumhurbaşkanı koalisyonu kriz gibi sunuyor. Bence tam tersi. 7 Haziran’da tek parti hükümetini sonlandıran bir Türkiye ile karşılaşırsak; siyaset, cepheleşmiş hatta bölünmüş ülke fotoğrafını normalleştirme adına önemli bir fırsat yakalamış olacaktır. Bunu doğru anlayabilir ve yeniden konuşabilen bir Türkiye fotoğrafını realize edebilirse; siyaset, bizi daha ileri kırılganlıklardan sakınmış olur. - Toplumsal fay hatlarından, ülkenin kaosa sürükleneceğinden bahsediliyor. Bu kadar çok ileriye gideceklerini zannetmiyorum ama seçim sonuçlarını tartışmalı hâle getirmenin yolunu arayacaklardır. Öyle gözüküyor. Bunu nerede gördük, mesela Ağrı’daki son hadisede gördük. Ondan önce nerede gördük? Ege Üniversitesi’nde bir ülkücü-PKK’lı çatışması körüklendi. Gördük bunu. Oyunun farkında olanlar adına ciddi bir soğukkanlılık gerekiyor. Bence 7 Haziran akşamı tek parti dönemini sonlandırmış bir Türkiye ile yüz yüze geleceğiz. 7 Haziran


29GÜNDEM 40’ın altında bir AKP çıkarır bizim karşımıza, bu tek parti iktidarının sonu demektir. -HDP barajı aşar mı? Bence 12-13 gibi bir sonuçla karşımıza çıkabilir. HDP yetkilileri engellemek istese bile… Ben bunu sahada çok net görüyorum. Eğer 10’u aşacaksa bu 10,5 olmaz zaten, ya 12 olur ya da 13; öyle yarım puanla falan aşılmaz. Bu tek parti iktidarının sonudur. -Nasıl bir koalisyon çıkar? Kimle kim bir araya gelirse ülkenin karanlık dönemi daha erken, daha az maliyetle

sonlandırılmış olur? CHP ile AKP’yi yan yana getirirseniz Alevi - Sünni bir siyasal ortaklık kurdurursunuz. Türkiye dış politikada savruluyor, bu manada baktığımızda CHP’nin içinde olduğu bir hükümet modeli dış politikaya ciddi balans ayarı yapar. Türkiye yaklaşık 3-4 yıldır Avrupa Birliği’nden koptu, CHP’nin içinde olduğu bir hükümet modeli Türkiye’nin yeniden Avrupa Birliği ile temasını sağlar. Bu hükümet modeli Sayın Cumhurbaşkanı’nın hareket alanını daraltır. Parlamenter rejim güçlenir. Koalisyon doğal olarak parlamentodaki yasa faaliyetlerinin murakabe noktasında bir dengeye oturmasına fırsat verir. AKP-MHP olur mu, AKPHDP olur mu? Bu tür şeyler, bu arayışlar da söz konusu olabilir ama makulün üzerinden bakmalıyız. -Karşılıklı suçlamalar kan davasına doğru gidiyor? Tecrübemden yola çıkarak söylüyorum, 95’te beş partili bir Meclis’in içine girdim. Seçim oldu ve hiç unutmam ertesi gün Türkiye’nin en büyük gazetesi manşet attı: Bu parlamentodan hükümet çıkmaz, erken

seçim olur, diye. Oysaki o parlamentodan dört tane hükümet modeli çıktı. Anayol çıktı, Refahyol çıktı, ANAP, DSP DTP hükümeti ve DSP azınlık hükümeti çıktı. Hatırlayın 95’i, Tansu Çiller meydanları Refah’ın yolunu kesmek için dolaştı ve iddiası oydu. Anayol oldu, Tansu Hanım’la Mesut Bey bir araya geldi. Refahyol oldu, Refah’la Doğruyol bir araya geldi. Refah-Doğruyol hükümet müzakerelerinde beni Sayın Erbakan görevlendirdiğinde, seçim meydanlarındaki atmosferi ve seçim dönemini dikkate alarak bunun işlemeyeceğini ssöyledim. Rahmetli Erbakan, ‘Devletin ve milletin ali menfaatleri için bir miktar unutkanlık kıymetli şeydir’ demişti bana, bunu çok önemsiyorum. -Yeni aktörler, yeni siyasi partiler, yeni oluşumlar olabilir mi? Mevcut, klasik siyasi parti yapılanmamızın sonuna geldik. 7 Haziran son seçimdir. Türk siyaseti kendini yeniden tanımlayacak. Büyüyen partilerimizi de küçülen partilerimizi de ciddi bir vakuma sürükleyecek bir iklim oluşacak. Şöyle düşünün: Ülke olarak değişim-dönüşüm iddiasında olacağız ve her kapıya değişimin dalgası gelecek, siyasete gelmeyecek. Böyle bir şey yok. CHP ya kronik hastalıklarının tamamını dışarıda bırakacak veya süreçten çürüyerek çıkacak, kendisini imha edecek. AKP küçülürse Tayyip Erdoğan’dan özgürleşir, HDP büyürse Kandil’den özgürleşir. Biz belki HDP’yi Almanya’daki Yeşiller Partisi gibi göreceğiz. AKP’ye oy veren insanlarımızın tercihlerine saygı duymak zorundayız ama AKP’nin de normalleşmesi lazım. Sayın Cumhurbaşkanı’nın elini AKP’den uzaklaştırırsanız AKP’nin normalleşmesinin yolunu açmış olursunuz. -Koalisyon hükümeti olursa Cumhurbaşkanı anayasal sınırlarına çekilir mi? Bir AKP-CHP hükümeti kurulursa, Cumhurbaşkanı ‘Dediğim dedik çaldığım düdük’ söylemine devam edemez. Eğer ederse önünde tek seçenek var, oradan inip yeniden siyasete girmek. Bu olur mu? Olur. Turgut Özal yaşamış olsaydı; aşağıya iniyordu. Cumhurbaşkanı “Ben varsam AKP var, ben olmazsam hiçbir şey yok.” diyor. “Bu seçmen benim sermayemdir.” diyor. Cumhurbaşkanı’nın bugüne kadar verdiği fotoğraf bir teenni fotoğrafı değil. Kızgınlık, nefret ve kin fotoğrafı. Öyle olunca kendi ipini çeken siyasetçi durumuna doğru evrilebilir. -Abdullah Gül yeniden aktör olabilir mi? Bence yarına dair AKP’nin zemininde Abdullah Gül’ün bir anlamı olmaya devam edecektir. Ama aktif siyasete fiilen gireceği kanaatinde değilim. -Eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri önemli bir aktördü. Bu süreçte askerlerin olaylara etkisi olabilir mi? Silahlı kuvvetler siyasetin doğal bir aktörüdür. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Mesela İngiltere’de de silahlı kuvvetler siyasetin doğal bir aktörüdür ama müdahale gibi, anayasayı koruma-kollama gibi bir iddia içerisinde vesayet oluşturamaz. Ekranda genelkurmay başkanını göremezsiniz, subay göremezsiniz ama İngiltere’nin devlet politikasında kaçınılmaz bir söz hakkına sahiptirler. -Türkiye’de de bu misyon var ve devam ediyor mu? Dünden taşıdığımız hatıralarımız üzerinden meseleye baktığımızda yeniden önümüze çıkıp çıkmayacağının bir garantisi olmadığını görüyoruz. Keşke olsa. Türkiye’deki yönetenler; sivil unsurlar işin içinden çıkılmaz bir hâle doğru Türkiye’yi evirirlerse Baas zihniyeti TSK’yı da silahlı gücü haline dönüştürmek gibi bir yol ayrımına doğru yol alırsa bunun ağır kanamaları olur. -Baas rejimine TSK’nın tepkisi olur mu? Bence TSK buna direnir. Siyasetin bu tür arzularının bir parçası hâline gelmez. Fakat bizim işimiz TSK siyasete dirensin veya TSK siyasetin emrine girsin noktasında bir değerlendirme olmamalı. Bizim işimiz

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Necmettin Erbakan, RP-DYP koalisyonunun başbakanı oldu. Görüşmeleri Dağdaş yürüttü.

Tayyip Erdoğan elini partiden çekmezse AKP bölünebilir. siyaset kendi göbeğini kendi kesmeli, halk kendi göbeğini kendi kesmeli. Bu olgunluğa ulaştık bence. Bu 13 yıl bize çok şey öğretti. -Son yaşananları siz de Cemaat-AK Parti çatışması olarak mı algılıyorsunuz? Yoksa başka bir şeyler mi oluyor? Demokratmış gibi davranılan bizim gibi ülkelerde demokrasiyi sadece sandıkla ilintilendirdiğimizde şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: Sandık açılıyor, sandıktan tek adam çıkıyor. Birinci dönem. Sağına soluna bakıyor, kim yanında duracak kim ayağına dolaşacak, bunu tespit ediyor. İkinci dönem sandık açılıyor sandıktan çıkıyor. Yanında duranların yardımıyla, ayağına dolaşacakları tasfiye ediyor. Üçüncü dönem. Yanında duranları tasfiye etme süreci başlıyor. Çünkü diktatörlük gittikçe içselleşmiştir artık. O, tek adam. Dün tasfiye ettikleriyle bugün çıkarının gereği yeniden el sıkışabilir. Yeni müttefikler, yeni partnerler oluşturabilir. Sürekli ama sürekli öğütür. Yani bir üst basamak için ihtiyaç duyduğunun üstüne basar. Dördüncü dönem ise bir kıyıdan diğer kıyıya yüzmekte olan bir diktatör fotoğrafıdır. -Erdoğan kaçıncı dönemde? Dördüncü dönemdedir, demokrasi, çoğulculuk bu tür iddiaları geride bırakmıştır ve kıyıdan çok uzaklaşmıştır. Karşı kıyıya yüzmekten başka şansı kalmamıştır. İçselleşmiş bir diktatörlük ve bir diktatör var karşımızda. Diktatörlerin kendi toplumlarına ödettikleri ağır bir maliyet vardır. Şu anda bu maliyeti asgariye indirmek gibi toplumsal bir görevimiz var. Bu çılgınlığı 7 Haziran’da durdurmalıyız. -CHP lideri, MİT’te bir dairenin, siyaseti dizayn etmek için çalıştığını iddia etti. Perinçek, muhalefetin kasetleri var dedi. Ergenekon gibi derin yapıları da hesaba kattığımızda siyasete müdahale planları yapanlar olabilir mi? Bence, o derin yapıları uzakta aramayalım. Derin artık Sayın Cumhurbaşkanı ve ekibi. Derin olan onlar. Bu tür speküle edilen konuların tamamı bizim için garipsenecek durumlar değil; olabilir. Çünkü

oldu. Ama ben burada başka bir şeyin altını çizmek istiyorum. 17-25 Aralık’la ilgili. Sayın Cumhurbaşkanı’nın fatura etmek istediği adres bu işin birincili değildir. Bunu nereden çıkarıyorum? Ağrı Valisi ile Efkan Ala’nın konuşma kayıtları düştü basına. Buna paralel diyemezsiniz. Paralel bunu yaptı diyemezsiniz. -Neden? Paralel dediğinizi temizledik diye övünüyorsunuz. İnlerine girdik diye övünüyorsunuz. 17 ve 25 Aralık’ı önleyememiş bir istihbarat kurumunuz varsa ve aklımın yarısı, sır küpüm dediğiniz bir müsteşar varsa orada... İki tane soru var önünüzde: 1- Bu adam sizin düşündüğünüz gibi yetenekli bir adam değil ki 17 ve 25 Aralık operasyonlarını durduramadı, yeteneksiz bir insan. 2-​Dün Demirel’e yapılan darbeyi haber vermeyen MIT müsteşarı nereye bağlıysa sizin sır küpünüz de oraya bağlıdır. Yani ya yeterli olmayan bir bürokratınız var ya da sır küpünüz sizin değil başka bir adresin sır küpüdür. -17-25’in üzerinin örtülmesi nasıl bir zarara yol açtı? Haddimi aşmak istemem ama ahiretlerine ağır bir maliyet çıkardılar. Dün her şeye rağmen “Bu adam Müslüman… Bu adam hacı... Ondan zarar gelmez” dediğimiz bir Türkiye’deydik. Aynı kıbleye dönen insanları tefrik ettiler. Hiç kimse İslam’a bu kadar zarar veremezdi. Camileri ayırdılar. Cemaati ayırdılar. Bunu İslam karşıtı olduğunu ifade eden birileri yapmadı. Acı olan bu... İnsanoğlunun kıyamete kadar yerine koyamayacağı icadı paradır. Doğal olarak para tapıncı diye bir din var. Ve bu din mensupları Müslüman maskeli de olabilir. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı, insanlar zengin olmalı diyor. Elhak doğru, olmalı ama bu zenginliği sadece cüzdan olarak görürseniz bu başka bir şeydir. Müslüman zengin olmalı lafını şöyle anlamalıyız. Ahlakı zengin olacak, adamlığı zengin olacak. Cüzdanı zenginleşen ama vicdanı zedelenen bir Müslümanlık var ortada, bunun vebali büyüktür.


30GÜNDEM 'Paralel' safsatasıyla gizlenen gerçekler

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ortaya attığı ‘paralel’ safsatası ile Türkiye’deki birçok başarısızlığın üzeri örtülüyor. İktidar ve yandaş medyanın diline pelesenk ettiği bu paranoya sayesinde sadece Cumhuriyet tarihinin en büyük soruşturmaları değil, ekonomiden asayişe, eğitimden dış politikaya kadar çok sayıda acı gerçek halktan gizlenmeye çalışılıyor. Saray, israfın sembolü oldu Başbakanlık binası olarak inşasına başlanan ancak Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olunca Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilen Beştepe’deki Saray, kamuda lüksün ve israfın sembolü oldu. TOKİ, ‘Maliyeti açıklanırsa kişi ve kurumlar zarar görür’ diyerek rakam vermezken Maliye Bakanı, Saray’ın maliyetini 1 milyar 370 milyon lira olarak açıkladı. En son bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 milyar dolar yani 2 milyar 700 milyon lira gibi bir rakam telaffuz etti. Ancak uzmanlara göre şu ana kadar harcanan paranın miktarı 5 milyar TL’yi geçti. Projenin tamamının ise 20 milyar lirayı bulacağı öne sürülüyor. Mimarlar Odası, sadece peyzaj masrafının 2,5 milyar TL olduğunu açıkladı. Altın varaklı kadehlerin tanesi bin lira. Dev kapılar, pencereler ABD’den ithal. Cumhurbaşkanlığı konutuna metrekaresi 3 bin Euro olan İtalyan mozaiği döşendi. Saray’ın üç aylık elektrik faturası 4 bin asgari ücretlinin aylık maaşına denk geliyor. Aralık-mart ayları arasında Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın elektrik faturası 3 milyon 614 bin 684 TL geldi. Günlük elektrik masrafı 40 bin liranın üzerinde olan Saray’ın yıllık elektrik gideri ise 14 milyon lirayı geçiyor.

Keyfî uygulamalarla eğitim dibe vurdu ‘Paralel’ paranoyasının gizlediği gerçeklerin başında eğitim sistemi geliyor. Yaz-boz tahtasına dönen eğitimin mevcut durumunu son 15 yılda değişen bakan ve sınav sayısı özetliyor. Son 15 yılda 7 bakan 20 sınav sistemi değişti. 228 bin derslik açığı ise okulların fiziki altyapı eksikliğini ortaya koyuyor. 300 bin öğretmen adayı atanmayı beklerken okullardaki öğretmen açığı 70 bin ücretli öğretmenle giderilmeye çalışılıyor. Yine son 5 yılın Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçlarının analizi, eğitim kalitesindeki dramatik düşüşü gözler önüne seriyor. Sınavda sıfır çeken aday sayısı her geçen yıl artıyor. Okullarda liyakat yerine siyasi ve sendikal etkiler ağır basmaya başladı. Geçtiğimiz yıl haziran ayında 16 bin okul müdürü görevinden alındı ve yerlerine yandaş sendikaya bağlı müdürler getirildi.

Benzindeki artış sürücüleri üzdü, Maliye’yi sevindirdi Türkiye akaryakıt fiyatlarının da en pahalı olduğu ülkelerden biri. Geçtiğimiz aylarda dünyadaki petrol fiyatlarında yaşanan sert düşüşün Türkiye’de benzin fiyatlarına etkisi çok zayıf kaldı. 2015 Ocak’ta dünyada petrolün varili yüzde 58 düşerken, Türkiye’de ise benzin ve motorindeki ucuzlama yüzde 18-19 civarında kaldı. Yüksek vergi, ucuzluğun önündeki en büyük engel. İstasyonda aracının 55 litrelik deposunu dolduran bir sürücü, benzine 65 lira verirken Maliye’ye 156 lira vergi ödüyor. Motorinin ise 66 lirası ürüne, 119 lirası Maliye’ye gidiyor. Sürücüler son zamla istasyonda 1 litre motorine 4 lira öderken benzinin fiyatı da yeniden 5 liraya dayandı.

Kamu, lüks makam aracında sınır tanımıyor Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e alınan ve piyasa değeri 1 milyon liralık Mercedes kamudaki lüks araç israfını

Nusra gibi radikal terör örgütleri Türkiye’nin komşusu oldu. Irak’ta gücünü artıran IŞİD, Türkiye’nin Musul Başkonsolosu ile beraberindeki 48 kişiyi geçen yıl Irak’ta kaçırdı. Rehineler 101 gün sonra serbest kaldı.

Türkiye’nin Kahire Büyükelçisi ‘istenmeyen adam’ ilan edildi Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden Mısır’da askeri darbe ile Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesinin ardından Kahire ile ilişkiler gerildi. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, meydanlarda rabia işaret yaparken, yönetime el koyan Sisi’ye ağır hakaretlerde bulundu. Yeni yönetim, gerginlik nedeniyle Türkiye’nin Kahire Büyükelçisi’ni ‘persona non grata (istenmeyen adam)’ ilan etti. Mısır yönetiminin Türk elçiyi göndermesinin ardından, Ankara da yerine yeni büyükelçi ataması yapmadı. Şu anda Mısır’da Türkiye büyükelçisi bulunmuyor. da gözler önüne serdi. Vatandaşın ödediği vergilerle bu sene 2’si Cumhurbaşkanlığı’na, 20’si Başbakanlık’a olmak üzere 50 lüks makam aracı daha alınacak. Öte yandan kamu idarelerinin elindeki araç sayısı giderek artıyor. Belediyeler hariç 2006’da 78 bin 50 olan araç sayısı 2014 sonunda 96 bin 501’e yükseldi. Bu yıl 2 bin 178’i binek toplam 8 bin 417 yeni araç alımı yapılacak. Taşıt kiralama giderleri ise 2010’un 9 aylık döneminde 39,4 milyon lira iken geçen yıl, 171,6 milyona yükseldi. Öte yandan lüks bina kiralama giderleri de her yıl katlanarak artıyor. 2010 yılı Ocak-Ağustos döneminde 260,9 milyon lira olan kiralama giderleri, geçen yılın aynı döneminde 467,3 milyona çıktı.

Sağlıkta alarm, hastane kuyruklarına geri dönüş Vatandaşın cebinde sağlık için çıkan para son 4 yılda yaklaşık 3,5 kat arttı. Sosyal Güvenlik Bakanlığı (SGK) verilerine göre, 2011 yılında vatandaşın cebinden 1 milyar 785 milyon lira katkı payı ve reçete parası alınırken bu rakam yüzde 215 artarak 2014 yılında 5 milyar 600 milyon liraya çıktı. Sağlık için sigorta primi kesilen vatandaştan ayrıca doktor muayenesinden sonra her muayene başına 5 ile 15 lira arası muayene katkı payı, reçete yazılan her ilaç için ilave 1 lira, 10 gün içinde ikinci kez aynı branşa doktora gitmek zorunda kalan vatandaştan ekstra 5 lira alınıyor. Özellikle devlet hastanelerinde ameliyatlar yapılamıyor. Geri gelen kuyruklar hastaları bezdirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘hayalim’ dediği şehir hastaneleri hayal oldu. 2013 yılında temeli atılan şehir hastanelerinde hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Birçok hasta yüksek ücretler ödeyerek özel hastanelere gitmek zorunda kalıyor.

Fiyatlar cep yakıyor, vatandaş pazardan eli boş dönüyor Dünya gıda fiyatları Nisan ayında beş yılın en düşük seviyesine geriledi. Yıllık düşüş yüzde 19’u buldu. Türkiye’de ise sebze-meyve ortalama yüzde 26, gıda yüzde 14 arttı. Patates gibi bazı temel ürünlere göre 2-3 misli zam geldi. Kırmızı etten zeytinyağına, taze sebzeden süt ürünlerine, bakliyata, kuru meyveden sıvı yağa, salçadan

çaya kadar birçok ürünün fiyatı yüzde 10 ila 164 oranında pahalandı. Aileler, bütçede önemli yer tutan gıda pahalandıkça giyim, eğitim gibi harcamalarını kısmak zorunda kalıyor. Birçok temel gıda maddesinde yüzde 100’leri bulan artışlar yaşandı. Mercimek 6, fasulye 7 liraya yükseldi. En temel besin maddelerinden biri olan patatesin fiyatı son 4 ayda yüzde 80 arttı. Süt ürünleri de zamdan nasibini aldı; son bir yılda ortalama yüzde 26 arttı. Çiğ süt 1,15 TL’ye satılırken market raflarında litresi 3,5 TL’yi geçiyor. Fiyat artışının en çok hissedildiği gıda ürünlerinin başında kırmızı et geliyor. Geçen yıl ocak ayında kilosu 27 lira olan dana kuşbaşı, 36 liraya çıktı. Önceki sezon üretici çıkış fiyatı 7 lira olan sızma zeytinyağı, 12 liraya çıktı. Zeytinyağının market fiyatı ise 20 lirayı buluyor.

Dış politikada hezimet; sıfır sorundan sıfır komşuya Türkiye’nin ilk 8 yılındaki başarılı dış politikası son dört yılda adeta iflasın eşiğine geldi. Sıfır sorun siyasetiyle yola çıkan AKP iktidarı, AB ile ilişkileri buzdolabına aldı. Suriye, Mısır ve Irak gibi komşularıyla köprüleri attı. Dramatik tabloya, büyük ölçüde 2011’de başlayan Arap Baharı’nı doğru okuyamamadan kaynaklandı. Yanlış politikalar, sıfır sorundan sıfır komşuya kapı aralarken ihracatçı için mal satacak pazar da bırakmadı.

Suriye’de 191 bin insan hayatını kaybetti, 7,6 milyon insan evinden oldu Mart 2011’de başlayan iç savaştan Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i sorumlu tutan Türkiye iç savaşa, doğrudan müdahil oldu. AKP hükümetinin beklentilerinin aksine, 5 yılda Suriye’de Esed rejimi yıkılmadı. Son olarak gerçekleştirilen ‘Şah Fırat’ operasyonu ile Türkiye’nin yurtdışındaki tek toprağı bir bilinmeze terk edildi. Komşu ülkede bugüne kadar 191 binden fazla insan hayatını kaybetti. 7,6 milyon insan evinden yurdundan oldu.

Musul başkonsolosu ve 48 vatandaşımız IŞİD tarafından 101 gün rehin alındı Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan IŞİD, El

Libya hükümeti, Türk şirketlerini kovma kararı aldı Türkiye’nin Ortadoğu’da diplomatik ilişkilerde yaşadığı başarısızlıklar bu kez de Türkiyeli şirketleri vurdu. Libya hükümeti Türk şirketlerini ülkesinden kovma kararı aldı. Türkiye’nin Libya’da halen bir büyükelçisi bulunmuyor.

Beyaz Saray tarihinde ilk defa bir başbakanı yalanladı Geçen yıl dönemin başbakanı Erdoğan, Obama ile görüştüğünü söyleyerek Fethullah Gülen Hocaefendi’nin iadesini istediği ve Obama’nın da buna olumlu cevap verdiğini söylemişti. Ancak Beyaz Saray’dan üst düzey bir yetkili “Başkan Obama’ya Sayın Gülen ile alakalı atfedilen cevap gerçeği yansıtmıyor.” diye açıklama yaptı. Erdoğan 2013’te “Kosova Türkiye’dir, Türkiye Kosova’dır.” dedi; Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, Türkiye ve Bosna-Hersek’le devam eden üçlü liderler zirvesine artık katılmayacağını açıkladı. Nikoliç, ‘skandal sebebiyle Türk hükümetinden özür beklediklerini’ ifade etti.

İhracat geriledi, işsizlik zirvede Ekonomideki son aylardaki büyük daralma en ciddi etkiyi istihdam cephesinde gösteriyor. Türkiye ekonomisi 2014 yılının son çeyreğinde yüzde 2,6 büyüdü. Düşük büyümenin, 2015’in ilk çeyreğinde de süreceği tahmin ediliyor. Ekonominin en önemli göstergelerinden biri olan ihracat cephesinde de negatif tablo büyüyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin verilerine göre nisan ayında ihracat geçen yılın aynı ayına göre yüzde 9,8 geriledi. Yılın ilk 4 ayında toplam ihracat ise yüzde 8,1 gerilemeyle 48 milyar 951 milyon dolar olarak gerçekleşti. Son 12 aylık ihracat geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,6 azaldı. Ekonomideki bu daralma, işsizliği zirveye çıkardı. TÜİK’in ocak ayı verilerine göre işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 454 bin kişi artarak 3 milyon 259 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 1 puanlık artış ile yüzde 11,3’e yükseldi. Genç işsizlerde bu oran yüzde 20 olarak gerçekleşti. Öte yandan ‘son bir ayda iş aramadığı için’ TÜİK’in işsiz saymadığı 2,5 milyon işsiz de eklenince toplamda 5,8 milyon kişi işsiz durumda.


13 - 19 MAYIS 2015

“50 yıllık hukukçuluk hayatımda hâkimlerin kararlarından dolayı tutuklandığını ilk defa görüyorum. Adaletin yüz karası.”

MEHMET TURAL Emekli hâkim

SOSYAL MOBBİNGDE ‘PİLOT İL’ MANİSA

Manisa’daki ‘makul şüphe’ saçmalığı; işadamı ve kültür-yardımlaşma dernekleri derken okuma salonları ve yardım kuruluşlarına (Kimse Yok mu) da sıçratıldı. Manisa, İzmir’in bir iki adım berisi. Ege’nin lokomotiflerinden. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın memleketi. 2006’dan beri ilde faaliyet gösteren Aktif Eğitimciler Derneği’ni bizzat elleriyle açmıştı. Sessizliği vilayetteki gönül erlerini derinden üzerken nihayet 6 Mayıs’ta konuştu Arınç: “Manisa’da son günlerde bir şeyler oluyor. STK örgütlerine baskın yapılıyor. İşadamları örgütü var, aktif öğretmen derneğiydi galiba (bravo hatırlayabiliyor!), eğitimciler derneğiydi. Giriyorlar dosyalarına bakacaklar ama polisler geliyor güpegündüz. Acaba bunlar ne arıyorlar? Bunlar masum STK’lar. Bunların bir terör evi gibi basılıp deşifre edilmesi, o insanlar için çok hayati derecede önemli.” Yaşananları “ayıptır, günahtır” ifadeleriyle eleştirse de gerekçesi hiç de şık değildi: “Şimdi Manisa’ya oy verin diyeceğim, dedim de zaten. Bana demezler mi biz seni tanıyoruz, seviyoruz. Ama sen bizim sevdiğimiz adamları basıyorsun. Örgütçü gibi, emniyet müdürü şöyle yapıyor, böyle yapıyor dese ne diyeceğim?” Bunlar Manisa değil de Sivas’ta meydana gelse ve yakında seçim olmasa susacaktı demek ki! Tıpkı Antalya’da Kur’an-ı Kerim öğreten merkezin Diyanet tarafından polis zoruyla binadan çıkarılmasındaki gibi…

“Gelinen noktada yargı, yürütme tarafından baskı altına alınmış ve cezaevinde rehin durumda.”

MAHMUT TANAL CHP İstanbul Milletvekili

“Gelecek yıl ya da ne zaman olacağını bilemem ama (bağımsızlık) kesinlikle geliyor.”

MESUT BARZANİ Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı

“İmanımı ancak Allah sorgular. Zannedersiniz elinde bir iman ölçer var, herkesin notunu veriyor!”

SELAHATTİN DEMİRTAŞ HDP Eş Genel Başkanı

BALYOZ’DA BERAATE SIKIYÖNETİM GEREKÇESİ, SIRA ERGENEKON’DA Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ‘hak ihlali’ hükmü sonrası Balyoz davasını yeniden gören İstanbul Anadolu 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin (236 sanık için) beraat kararı kadar 750 sayfalık gerekçesi de tartışmaya açık. Başta iki önemli bilginin altını çizelim. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, temyiz aşamasındaki Ergenekon davasının da esastan bozulmasını isteyerek dosyayı 16’ncı Ceza Dairesi’ne gönderdi. 254 sanığa beraat yolu açıldı. AYM bu davada uzun tutuklulukları hak ihlali saymıştı. Hemen hatırlatalım ki, iktidar Yargıtay’ın yapısına da dokunmuştu. Üye ve daire sayısı, dairelerin hangi konulara eğileceği değişmişti. İkinci bilgi Balyoz’a dair: İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz süresi biterken 4’üncü Ağır Ceza’nın kararına itiraz etti. Sebep sarih: Gelişmeler doğrultusunda top yeniden Yargıtay’a iletilebilsin! Hukukla satranç gibi oynanıyor, iş şansa bırakılmıyor! Birileri arasındaki ‘kutsal ittifak’ masa altı restleşme teatileriyle sürdürülebiliyor. 4’üncü Ağır Ceza gerekçesinde, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile

Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın önceki ifadelerini es geçiyor. Heyet nezdinde ortada darbeye teşebbüs yok: “Daha ileri aşamaya geçilmesi, en azından bir araya gelinerek darbe yapılması konusunda maddi olgularla desteklenecek şekilde bir anlaşmaya varılması gerekmektedir.” O meşhur ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’ ise “Türkiye’nin irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerinin oluşturduğu iç tehdit ve dış tehdidin bir araya gelmesi.” imiş. Pardon, 2003 ve 2004’te yürütme AKP’de değil miydi? Yine mahkemeye göre, Şükrü Sarıışık’ın “İstanbul’un üzerine çökerim. Belediye başkanıymış, savcıymış, hâkimmiş, kaymamakmış.” açıklaması da ‘Sıkıyönetim çerçevesinde’ değerlendirilmeliymiş! Şu ifadeler de gerekçeden: “Her ne kadar seminerlerde isim belirtilmemesi gerekiyor ise de, bunu belirtmiş olmasının sanıkların darbe yapma hazırlığında olduklarını göstermeyeceği düşünülmüştür.” Biz de soralım: Evvelki iddianame ve Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi’nin onaması yalansa, gazeteci-yazar Mehmet Baransu neden hâlâ içeride?

Süleyman Bağrıyanık, Aziz Takçı ve Özcan Şişman

TIR’LARI DURDURAN SAVCILAR VE ALBAYA DA TUTUKLAMA

Kurmay Albay Özkan Çokay ve Ahmet Karaca

İhbar gereği 2014 yılı Ocak ayının 1’inde Hatay, 19’unda da Adana’daki -sonradan MİT’e ait olduğu öğrenilenTIR’ları durdurarak arama yapan 4 cumhuriyet savcısı ile jandarma alay komutanı (hükümeti devirmeye teşebbüsten) tutuklandı. Öncesinde de Silivri Cezaevi’nde tutulan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile polis müdürlerini tahliye eden İstanbul 29 (Metin Özçelik) ve 32’nci (Mustafa Başer) Asliye Ceza Mahkemeleri hâkimleri de aynı akıbete uğramıştı. Yargıda iktidarın arzulamadığı kararları alanlara gözdağı veriliyor. Anayasa ve kanunlar askıda. İleri sürüldüğüne göre, Tarsus 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki sorguda, olayın vukuunun Adana Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık’a “Bakanın talimatını yerine getirmeniz gerekirken Bekir Bozdağ hakkında neden tutanak tuttunuz?” suali

NEO ‘27 MAYIS ZİHNİYETİ’ HUKUKTA SINIR TANIMIYOR yöneltildi. Bağrıyanık ilkin, “Bu soruyu sorduğunuz şekilde zapta geçin ondan sonra cevaplayayım”; talebinin kabul edilişinin ardındansa “Öncelikle arayanın bakan olduğunu nereden bilelim? Bakan beyin böyle bir talebi varsa bana yazılı olarak bunu iletmesi gerekirdi. Bakanın bana soruşturma ile ilgili emir verme yetkisi var mı?” diye konuştu. Vekili Ahmet Karaca, birlikte çalıştığı savcılar Aziz Takçı ve Özcan Şişman ile kurmay Albay Özkan Çokay’ı tutuklayan hâkim yüzlerine bakamadan hızla salondan ayrıldı. Başta Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, pek çok demokrat hukukçu şokta. Hürriyet’in hukuk kökenli yazarı Taha Akyol (henüz sadece 2 hâkim tutuklanmışken) bu gidişatla hukukun guguk olmasına ramak kaldığını vurguladı. Hâkim, savcı güvencesi ve bağımsızlığı ayaklar altında.


32 DÜNYA TÜRKİYE KÜRESEL MASADAN DÜŞTÜ

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

‘OTORİTER YÖNETİM’ TERCİHİ TÜRKİYE’Yİ KÜRESEL PLATFORMlarDA YALNIZLAŞTIRIYOR. OYSA ‘SIFIR SORUN’ VİZYONU İLE GÜÇLENDİRİLMİŞ DIŞ POLİTİKA ANKARA’YI BATI-DOĞU EKSENİNDE ÖNE ÇIKARMIŞTI. bugün bm ve ab’de kaybettiğimiz itibar bile önümüzdeki faturayı göstermeye yetiyor.

Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, 31 Ekim 2014’te ülkesini ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Elysee Sarayı’nın bahçesinde, ayaküstü ağırlaması diplomatik mesaj olarak algılanmıştı.

MESUT ÇEVIKALP

1rafı sıcak çatışma alanlarıyla çevrili TürÜzerinde ısrarla durduğum nokta, et-

kiye’nin askerî değil siyasî çözümler üretebilen, siyasî ihtilafların silahla değil müzakere yolu ile hallini sağlayabilen etkili, muktedir ve basiretli bir devlet olduğu imajının sarsılmaması gereğidir. Türkiye bu imajı kaybeder ve etrafındaki her çatışmanın içinde taraf olarak yer alırsa tahmin edilemeyecek kadar yıpranır. Dış politikada güvenilirliğini, iç politikada itibarını kaybetmiş bir Türkiye sadece bölgesel güç olma şansını, 400 senede bir önüne çıkan dünyanın en büyük devletlerinden biri olma fırsatını kaçırmakla kalmaz, Allah korusun parçalanma eşiğine gelebilir.” 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a ait bu sözler. 1992’de Türkiye Günlüğü dergisinde yayımlanan uzun mülakattan. Mustafa Çalık’ın imzasıyla yayımlanan röportaj “Türkiye’nin önüne hacet kapıları açılmıştır” başlığını taşıyor. ‘Hacet kapısı’ söylemini siyasete 1990’larda Özal kazandırdı. ‘Dua ve dileklerin kabul edildiği kapı’ya işaret eden bu tabiri ‘tarihî fırsat’ anlamında kullandı. Mülakatta Özal, Soğuk Savaş’ın sona ermesini, Sovyetler’in dağılmasını, Türki cumhuriyetlerin ortaya çıkmasını, Balkanlar’daki rejim değişikliklerini Türkiye’nin uluslararası sistemde yükselişi için tarihî fırsat görüyordu: “Türkiye’nin önünde ancak asırlar içinde bir kez gelecek hacet kapıları

açılmıştır.” Özal’ın penceresinden bakıldığında Ankara’nın son dönemde açılan bir fırsat kapısını daha değerlendiremediği görülüyor! 2010’da Tunuslu seyyar satıcının tutuşturduğu Arap Baharı ateşi kısa sürede bölgeye yayıldı. Asırlık diktatörlükler yıkılırken AKP hükümeti muğlak sürecin yürütücülüğüne soyundu, ülkelerdeki cephelerden birinin tarafına geçti. ABD-Avrupa ekseninin mesafeli durduğu; Rusya, İran ve Çin kanadının karşı çıktığı Arap Baharı sürecini hâliyle dizginleyemediği gibi altında kaldı. Mısır ve Suriye ile diplomatik ilişkileri son buldu. İran, Irak ve Rusya ile karşı karşıya geldi. Suriye, Mısır ve Yemen elçiliklerini kapattı. Suriye, Mısır, Yemen ve Tunus’ta kaybeden taraf oldu. Tarihî bağlarını, nüfuzunu sıfırladı. Yanlış hesaplamayla ‘100 bin’ olarak belirlenen mülteci kotası 2 milyonu aştı. Sınırda açılan kampların ekonomik-sosyal maliyeti altında ezildi, eziliyor. Buna karşılık, sürecin başında Arap Baharı’na karşı ‘temkinli bekleme’ moduna geçen ülkeler masasında faturayla karşılaşmadı. Tarihi, süreci ve yönelişi doğru okuyamayan Ankara ise kaybetti. Hâlbuki AKP işin başında ‘Arap Baharı sürecini yönettiğini’ dillendiriyordu. Meclis çatısı altında ‘Ortadoğu’nun hamisi ve hadimi olmaya’ soyunduklarını vurgulamakta beis görmüyordu. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ‘Ortadoğu’da bizden

habersiz yaprak kıpırdamaz’ diyordu. Birkaç yıl önce sarmaş dolaş olunan Suriye rejimi ile köprüler atılıp savaşın eşiğine gelindiğinde “Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyenler de oldu! Netice ortada! Türk hükümeti Şam’a girmek şöyle dursun, Halep yolu üzerindeki vatan toprağı Süleyman Şah’ı koruyamadı. 38 kilometre içerideki mezar ile askerî karakolu bir gece operasyonu ile sınıra taşıdı! Bu hamle AKP’nin Arap Baharı ve Suriye politikalarının çöküşü olarak değerlendirildi.

IŞİD HESABI DA TUTMADI ‘Süleyman Şah çekilmesi’ aynı zamanda hükümetin IŞİD okumasının da iflası anlamına geliyor. Zira AKP, Irak-Suriye ekseninde 2011’den bu yana gün gün büyüyen IŞİD tehdidini görmezden geldi. Önceliğini Esed rejiminin yıkılması olarak belirledi. Bu doğrultuda Suriye muhalefetini Türkiye’de konuşlandırdı, Özgür Suriye Ordusu ile bazı gruplara destek verdi. Ancak Haziran 2014’teki Musul Konsolosluğu baskını Ankara’nın denklemini tersyüz etti. IŞİD’in sınıra dayanması, yüksek perdeden Ankara’yı hedef alması AKP’nin bir kez daha yanlış hesap yaptığını gün yüzüne çıkardı. Hâlbuki dünya, örgütü, kendini göstermeye başladığı 2012’den itibaren mercek altına alıp terör örgütü ilan etti. Hatta IŞİD tehdidi karşısında Esed’e karşı uyguladığı baskıyı hafifletti. Rejimin çökmesi hâlinde Suriye’nin IŞİD gibi radikal Selefî grupların eline geçe-

bileceğini gördü. IŞİD, adıyla da (Irak Şam İslam Devleti) kendine böyle bir misyon yüklüyor zaten. Washington yönetimi riski ortadan kaldırmak için yeni bir oyun kurguladı. IŞİD karşıtı koalisyonla sahadaki denklemi değiştirmeye soyundu. 60 kadar ülkenin destek verdiği koalisyon bir yandan hava bombardımanlarıyla IŞİD’i zayıflatırken diğer taraftan ılımlı muhalifleri eğitip donatmaya başladı. IŞİD/Suriye krizinde yanlış kartları oynadığını fark eden Türkiye de eğit-donat projesini destekleyeceğini duyurdu. Ancak süreç Washington-Ankara arasında çok yavaş ve sancılı ilerledi. Müzakerelerin uzamasına dikkat çeken ABD medyası, Ankara’yı IŞİD konusunda ayak diremekle itham etti! Suriyeli radikallerin silah, patlayıcı ihtiyaçlarını Türkiye’den tedarik ettiklerini dünya gündemine taşıdı. Bu noktada öne çıkan soru: Hükümet küresel meseleleri neden doğru okuyamıyor? Birinci ve ikinci AKP iktidarları (2002, 2007) doğru bir kararla dış dünyaya açıldı, aktif diplomasi yürütmeye soyundu. Sıcak söylemlerle canlandırdığı AB üyelik süreci üzerinden Batı’da; temasa girdiği Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı vasıtasıyla Doğu’da rol kapmaya çalıştı. Bunda kısmen başarılı da oldu. Zira Batı dünyasının çatışma ve krizlerle örülü Ortadoğu’da Türkiye gibi modern bir arabulucuya ihtiyacı vardı. Ankara, İran nükleer krizinin diplomasi masasına


33 DÜNYA

13 - 19 MAYIS 2015 ZAMAN

çekilmesinde, donmuş Karabağ sorununun çözülmesinde önemli roller oynadı. Ancak üçüncü dönemde (2011) yaşadığı güç zehirlenmesi AKP’nin iç ve dış denklemini altüst etti. Kapasiteyi aşan özgüveni, kabiliyetle örtüşmeyen söylemi önce Batı ile ilişkilerini bozdu. AB sürecinin kilitlenmesine sebep oldu. Dahası Brüksel’in ‘Kopenhag Kriterleri’ne dön’ çağrılarına kulak tıkayıp 50 yıldır dâhil olmaya çalıştığı birliği ‘mahalle kahvesine’ benzetti! Brüksel, iletişim hattını koparmasa da ilerleme raporları ve insan hakları, basın özgürlüğü açıklamaları ile AKP hükümeti değişene kadar Türkiye ile yolları ayırdıklarını hissettirdi.

‘ORTADOĞULU TÜRKİYE’DEN HAZZEDİLMİYOR! Madalyonun diğer yüzü de var. Doğu’da da ülkenin imajı aynı hızla dibe vurdu! İktidar zehirlenmesinin yol açtığı kibir ve özgüven patlamasıyla, AKP daha ilk düzlükte attan düştü! Arap komşularıyla 3-4 yıl önce ilişkileri sınırsızlaştırmaya yönelen Ankara, tepeden bakan, buyurgan tavrıyla ve art arda yaptığı yanlış hamlelerle kendi sınırları içine hapsoldu. AKP’nin Ortadoğu’daki ‘arabuluculuk’ rolünü basit görüp ‘adalet sağlayıcı’ ülke olmaya yönelmesi sahada ciddi reaksiyona sebep oldu. Takındığı ‘Pan-İslamcılığa’ kayan ‘Neo-Osmanlıcı’ söylemi Arap dünyasındaki şuuraltı ‘Osmanlı karşıtlığını’ tetikledi. Filistin de bile ikiyi bölünmüş yapıda hakem olacağına Hamas’a hamiliği tercih etti. Arap İhvan’ını da maceraya sürükleyen desteği hem onlara zarar verdi, hem de bölgesel nüfuzunu yaraladı. İsrail, Mısır, Suriye ve Yemen’den elçilerini çekti; Irak ve Libya ile diplomatik ilişkileri kopma noktasına getirdi. AB ile giriştiği sürtüşme, Batı dünyasıyla ayrışma hâli Arap sokağındaki model ülke imajını yerle bir etti. Zira Doğu, ‘Müslüman’ demokrasisiyle övündüğü Avrupalı Türkiye’yi model alıyordu! Ortadoğulu Türkiye’nin bölgeye kazandırabileceği bir değer de yoktu. Hayatının büyük bölümünü Ortadoğu başkentlerinde geçiren uluslararası ilişkiler uzmanı Kerim Balcı, Türk hükümetinin Ortadoğu’da sıkışmasını, kapasite ve kabiliyetini aşan işlere soyunmasına bağlıyor. Geçen asrın büyük bölümünü kendi iç dünyasında, dışa kapalı yaşayan Ankara’nın küresel ve bölgesel gelişmeleri analiz edemediğini, sahadaki hakikati göremediği için de yanlış kararlara imza attığını söylüyor. Dış dünyaya açılımı 10 yıl önce başlasa da hükümetin hâlâ sahada uzman, aktif diplomat sıkıntısı yaşadığına dikkat çekiyor. Bölgesel kılcal damarları bilmeden siyaset ürettiğine, eski okumalarla yol almaya çalıştığına işaret ediyor: “AKP’nin üçüncü döneminde ortaya koyduğu Ortadoğu siyasetinin elle tutulur tarafı yok! Libya’daki Türk vatandaşlarını tahliye kararı yanlıştı. Bugün Türk işadamları, vatandaşlar geriye dönemedikleri gibi hak edişlerini de alamıyor. Keza Süleyman Şah operasyonu da yanlıştı. Türkiye kendi isteğiyle Suriye’deki ön karakolunu terk etti. Bu hamle Esed rejimini rahatlatmıştır. Mısır’da İhvan’a, Filistin’de Hamas’a sınırsız/şartsız destek Ankara’nın bölgedeki çok taraflı arabuluculuk kimliğini yaraladı. Hâlbuki Türkiye’ye 2003-2010 arasında küresel ve bölgesel anlamda değer katan da çok yönlü kimliğiydi. Şimdi AKP, ülkenin 10 yıllık diplomasi kazanımlarını kendi eliyle sıfırlamaya çalışıyor! Ne acıdır ki Türkiye’nin geri çekilerek boşalttığı alanları rakibi İran dolduruyor. Washington-Tahran arasındaki yakınlaşma da bu zaviyeden okunabilir!” ABD-Türkiye arasındaki uzaklaşma, Washington-Tahran yakınlaşması öncesi başladı. Başkan Obama, İsrail, Suriye ve Irak krizlerinde ayrı düştüğü Erdoğan ve Türk hükümeti ile ilişkilerini ‘mecburiyet’ seviyesine çekti. Zorunlu haller dışında telefona çıkmadı. Beyaz Saray hiç olmadık şekilde Türkiye’den gelen tutarsız iddiaları

Erdoğan’ın ülkelerin içişlerine müdahil tavrı yer yer sert tepkilerle karşılanıyor.

AKP’NİN HAMASET DİPLOMASİSİ FİLİSTİN’E ZARAR VERDİ “AKP’nin Filistin sorununa 2004 yılından itibaren yükselen ilgisi, manevi saiklerin yanında, Ortadoğu’da lider ülke olma hedefinden kaynaklanıyordu. Bu, siyaseten meşru bir hedeftir. Nitekim Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasındaki barış girişimine aracılık etmesi alkışlanacak diplomasi örneğiydi. Ancak, Filistin konusu etrafında izlenen siyaset, artık Filistin davasına zarar vermeye başlarsa, işte bu noktada eleştiriler de başlar. Türkiye gibi bir ülke hamaset üzerinden siyaset yapmamalı. Araplarda hamaset zaten fazlasıyla var ve bu yol Filistin davasına hiçbir şey kazandırmadı. Arapların hamasete değil, rasyonaliteye ihtiyaçları var. AKP liderleri de bazen duygularının, bazen liderlik hırslaYrd. Doç. Dr. Erkan rının esiri oldu. Mavi Marmara sonrasında hazırlanan Palmer Raporu, Ertosun, Ortadoğu Gazze’ye uygulanan ablukayı “meşru bir güvenlik önlemi” olarak taUzmanı, Turgut Özal Üniversitesi nımladı. Ablukayı kaldırma hedefiyle çıkılan yolda, bir BM raporu maÖğretim Üyesi rifetiyle ablukaya meşruiyet kazandırılmasına vesile olundu maalesef. Türkiye Başbakanı’nın defalarca “Gazze’ye gideceğim” dediği hâlde gidememesi, Türkiye’nin pozisyonunun ne kadar zayıfladığını gösteriyor. Türkiye, 2006’da Hamas’ı Ankara’da misafir ederken gerekçesi Hamas liderlerine ‘itidal’ tavsiye etmekti. Türkiye, ‘itidal’ tavsiyesine muhtaç hâle geldi. Uluslararası politikada ne kadar çok bağırdığınız değil, siyasî süreçleri ne ölçüde etkilediğiniz, yönlendirdiğiniz önemli. ‘Slogancı’ ve ‘çatışmacı’ hamaset dili, Türkiye’nin elindeki tüm kozları aldı. Hangi gelişmede fikrimiz alınıyor? Hiç. O kadar çok bağırmışız ki sesimiz kısıldı, suspus olduk. Acı ama Ortadoğu’da Türk hükümetinin hiçbir ağırlığı kalamadı!”

anında yalanladı. Son iki yılda Başbakan Ahmet Davutoğlu dâhil Türk yetkililerin ABD ziyaretlerine itibar etmedi, üst düzey randevular vermedi. Atlantik’in tavrı tez zamanda yansıdı Avrupa’ya! Brüksel, otoriterleşmeye yönelen Ankara’yı açık, sert dille uyardı. AB üyelik sürecin çıkmaza girdiğini ilan etti. Türk yetkililerle temasa geçmeme, randevu vermeme dönemi başladı. Bunda Ankara’nın basına uyguladığı akreditasyonu özgürlüklerin beşiği Avrupa’da uygulamaya çalışması büyük rol oynadı! Türk hükümetine karşı duyulan hayal kırıklığı BM’ye de yansıdı. 2015-16 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine aday olan Türkiye, 193 üye ülkeden sadece 60’ının desteğini alabildiği için elendi. Oysa aynı koltuk için 2008’de girdiği seçimde 151 gibi rekor oyla ilk turda birinci gelerek diplomatik zafere imza atmıştı. Maalesef Ankara, ikaz hükmündeki bu mevzi kaybından ders çıkarmak yerine durumu ‘dış güçler’ safsatasına bağlayıp otoriterleşme yönelişinden geri adım atmıyor. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarına hedef olan iktidar bu dönemde dünyadan soyutlanmayı, ‘yalnızlığı’ çıkarına görüyor.

DIŞ GÜÇLER MASALI Son döneminde dış siyasette yenilgi üstüne yenilgi yaşayan hükümet, başarısızlığını kamuoyundan kaçırmak için ‘kapalı’

rejimlerden mülhem ‘dış güçler’ söylemine yöneldi. AKP’nin 7 Haziran öncesi hız verdiği dış güç/iç maşa söylemi yandaş medya üzerinden, komplocu senaryolarla köpürtülüyor. ‘Türk hükümetinin hedefe konduğu’, ‘başarısının önlendiği’, ‘liderliğinin dışlandığı’ dillendiriliyor. Hâlbuki Mavi Marmara, Türk jetinin vurulması, Musul Konsolosluğu baskını, Süleyman Şah Türbesi’ni boşaltma ve Erivan’ın protokolleri geri çekmesi gibi son dönemde yaşanan başarısızlıkların üzerinde ‘komploya’ yol açacak herhangi bir gizem yok! Yaşanan her olayın başlangıç, gelişme ve sonucu apaçık ortaydayken iç kamuoyuna servis edilen ‘dış güçler’, ‘iç işbirlikçiler’ senaryolarına itibar edilmedi. Zira AKP de bu tavrında samimi olmadığını hissettirdi. ‘Gezi’ ve ‘17-25 Aralık’ ile ilgili yayınlarından ötürü ‘dış güçler’ safına koyduğu küresel medyayı, Davutoğlu ve Erdoğan’a yönelik pozitif haber yayımladığında kutsadı. Üçüncü döneminde AKP salt komşularla ilişkileri sıfırlamadı! Ülkenin uzak coğrafyalardaki itibarını da yaraladı. Yolsuzluk ve rüşvet skandalı üzerine hükümetçe üretilen ‘Hizmet Hareketi’ düşmanlığı, camianın sınır ötesindeki müesseselerini kapattırma girişimleri hem AKP’yi hem de ülkeyi olumsuz etkiledi. Bazı ülkelere çeşitli vaatlerle giden heyetler eli boş döndü. Zira başkentler,

Türk hükümetinin diplomatik teamüllere uymayan, hukuki zemini bulunmayan bu dayatmayı iç işlerine müdahale olarak algıladı. Günün sonunda AKP umduğunu alamadığı gibi imajını, itibarını kendi eliyle yıprattı.

DIŞ POLİTİKANIN ÇÖKÜŞÜ EKONOMİYİ VURDU AKP ilk iki döneminde, Davutoğlu’nun girişimiyle entegre dış politika vizyonunu benimsedi. Özal’ın başbakanlığı döneminde ortaya attığı bu sistem, özellikle komşu ülkelere yönelik dış siyasetin ekonomi, su, güvenlik gibi yan konularla birlikte ele alınmasının daha verimli olacağını öngörüyordu. Davutoğlu, bakanlığı döneminde Suriye, Irak, İran gibi yakın komşulara yönelik dış politikayı bazı ekonomik-kültürel işbirlikleri ve su paylaşımı gibi unsurlarla besledi. Suriye ve Irak’la ‘sınırsız/vizesiz’ ilişkiler dönemini başlattı. İlgili ülkelerle ortak bakanlar kurulu toplantıları yaptı. Özal’ın da öngördüğü üzere uluslararası ilişkilerin yanında ekonomi, kültür paylaşımları da arttı. Ancak komşularla 2010’dan itibaren başlayan diplomatik krizler ekonomik, kültürel ve sosyal işbirliklerini de vurdu. Entegre edilmiş dış politikada yaşanan kriz Türkiye’ye ekonomik-sosyal çöküş olarak döndü. Arap sokağında itibarı hasar gören Türkiye’nin sınır ötesi ticareti dibe vurdu. İpek Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gökhan Bacık, uluslararası ilişkilerde tabiatı gereği yavaş işleyen dış politika çarkındaki durmanın görece daha hızlı işleyen ekonomiyi, sosyal çarkları da frenlediğini aktarıyor. AKP’nin Ortadoğu coğrafyasında ilk iki döneminde kurduğu sosyo-ekonomik zemini üçüncü döneminde kendi eliyle bozduğunu vurguluyor: “Cumhuriyet yıllarında içine kapanan, dış dünya ile temas etmeyen, dış ziyaretleri asgari seviyede tutan çekingen bir Türkiye vardı. Şeflik, kendini dünyadan tecrit edip kapalı bir toplum ve ekonomi modeli kurgulamıştı. Türkiye’de son dönemde yaşananlar o dönemi hatırlatıyor. Ancak Türkiye uzun vadede yabancı yatırım çıkışına, küresel dünyadan ayrı düşmeye dayanamaz. Petrol, doğalgaz zenginliği yok zira. Araplar bile öngörülmeyen ülkelere yatırımda bulunmaz. Dolayısıyla Türk hükümetinin ağır ekonomik krizlerden tek çıkış yolu olan yabancı yatırımları, fonları kaçırmamak için otoriter yönelişinden geri dönmesi gerekiyor. Aksi hâlde ülke yaklaşmakta olan mali krizden sıyrılamaz. Dolardaki fahiş artış bu gidişatın somut göstergesi!”


YORUM 34EKONOMÝ

EKİM 2010 MAN 13 6–12 - 19 MAYIS 2015 ZA­ ZAMAN

Ali Bulaç

Ali Ünal

Her gelecek yakındır/Asıl imtihan

HDP ve Medine Sözleşmesi

İçinde yaşadığımız süreçte en çok eler. (3) Hz. Bediüzzaman (r.a.), müsbet sorulan soru, “Bu süreç ne zaman bitecek?” ve menfî ibadetten bahseder. Müsbet Bu din, ülke ve millet adına bir ızdırabın ibadet, ibadet adına yapılması gerekenleri sordurduğu bir soru ise çok kıymet ifade yapmak, yasaklardan kaçınmaktır. Hiçbir eder; fakat şahsî bazı mülâhazalardan kay- insan, buna bütünüyle muvaffak olamaz. naklanıyorsa bir değer ifade etmez; hattâ İbadetin bir de menfî olanı vardır ki, bu “Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma!” da, belâlar, musibetler, hastalıklar şeklinde ikaz ve tembihini hak eder. Sorulan bir diğer gelen çilelere şükür içinde sabretmektir. soru da şu: “Hocaefendi sürecin bitimine az Bu menfî ibadetle Allah, müsbet ibadetteki kaldığını ifade buyuruyor; bazıları ise, ‘Hoca boşlukları kapatır. Hizmetin de aynı şekilde müsbet ve menfî olanı vardır. cemaatini tutmak için Müsbet olanı, hizmet adına böyle yapıyor’ diyorlar. gerekenleri ihlâsla yapmaktır. Hocaefendi’nin müjdesini nasıl değerlendirmek Yaşadığımız sürecin üç Buna da hiç kimse ve hiçbir bütünüyle muvaffak lâzım?” O bazıları, ancak önemli hikmeti var: (1) cemaat olamaz. Bu defa Allah, ihanetin vicdanlarını çüDin’e hizmet iddiasıyla müsbet hizmetteki boşlukları rüttüğü kimseler olabilir. Manevî âlemde verilen milyonlarca insan yollara doldurmak için hizmet insandökülebilir. Fakat Allah larına, cemaatlerine belâlar, bir hükmün bizim âlemimusibetler verir. Müsbet mizde kazası zaman alır. bunlar içinde kimler Fakat şu da bir gerçektir gerçekten samimî, kimler hizmetteki boşluk nisbetinde menfî ibadet, yani belâ ve ki, “Küllü âtin garîb (Her sabır ve sebat sahibi, musibetler ağır olur.Gerçek gelecek yakındır). Kur’ân, “Sabah yakın değil mi?” kimler yalancı, münafık ve hizmet insanlarının, Hizmet sabırsız ortaya çıkarmak için Cemaati’nin asıl zorlu imtibuyuruyor. Yaşadığımız sürecin hizmet müddeîlerini böyle hanı, sabır ve sebat isteyen üç önemli hikmeti var: süreçlerden geçirir; elması böyle süreçlerden sonra (1) Din’e hizmet iddia- kömürden, altını posadan başlar. Hizmet şartlarının rasıyla milyonlarca insan hatlaması, imtihanın en çetin yollara dökülebilir. Fakat ayırmak için onları hadiseler, zaman ve zeminidir. Kur’ân, imtihanlar kazanında Allah bunlar içinde kimler bu konuda şunu nakleder: (Figerçekten samimî, kimler kaynatır. (2) Hizmet yolunun ravun’un işkencelerine maruz sabır ve sebat sahibi, bulunan kavmi, şikâyet dolu) merhaleleri vardır. kimler yalancı, münafık ve sızlanıyordu: “(Ey Musa!) sabırsız ortaya çıkarmak Biz, sen gelmeden önce de için hizmet müddeîlerini işkenceye maruzduk, şimdi böyle süreçlerden geçirir; elması kömür- sen geldikten sonra da maruzuz.” Musa ise, den, altını posadan ayırmak için onları (onları hem teselli, hem ikaz ederek, şöyle) hadiseler, imtihanlar kazanında kaynatır. diyordu: “Ne biliyorsunuz ki, bakarsınız (2) Hizmet yolunun merhaleleri vardır. Rabb’iniz düşmanınızı helâk eder de, onBir merhale 12 kırat insanlarla veya 12 ların yerine size de aynı imkânı verir. Verir kırat insan olabilmekle aşılır; bir merhale de, o zaman nasıl davranacaksınız, bir de 14 kırat, bir merhale 18 kırat, bir merhale ona bakar.” (7: 129) Önceki dönemlere göre 22 kırat insanlar isterken, bir merhale de kat kat sevap kazandıran bu süreçten sonra gelir ki, 24 kırat insan ister. İşte, gerçekten başlıyor Hizmet’in asıl imtihanı. Asıl yiğitsamimî ve sabır‒sebat sahibi olamayanlar, ler, o zaman kendini belli eder. AKP’nin ihlâs yorgunları, yalancı ve münafıklar, düştüğü çukura düşmeme, her taraftan yolun bu merhalelerinde dökülürler. Çünkü hücum edecek “şehvetler”e kapılmama, Tebuk Seferi’ne katılmamak için mazeret sabır zamanlarının tevazu, mahviyet, sadebeyan eden ve katılmayan münafıklar lik, gayret ve samimiyetini sürdürebilme. için Kur’ân’da buyrulduğu gibi (9:46‒7), Sabır dönemlerinde hizmette en önde bile böyleleri en kritik merhale ve kavşaklarda bulunsa, ücret zamanı en geride olma. bozgunculuğa yol açar; dolayısıyla Allah Âhiret’e yönelik hizmetlerin feyzini bu (c.c.), onların bozgunculuk yapmasına dünyada hiç ama hiç tüketmeme... Ufuktaki meydan vermemek için böylelerini yol boyu asıl ve en çetin imtihan bu!

Batman’da yayınlanan Çağdaş Gazetesi’nin (29 Nisan) verdiği habere göre basın mensuplarıyla sabah kahvaltısında bir araya gelen Batman HDP adayları şehrin sorunlarını konuşurken toplantıda söz alan 3. sıra adayı avukat Ayşe Acar Başaran birinci sıra adayı Atalan’a yönelik eleştirilerle ilgili şunları söylemiş: “Batman’da bazı kesimler bizi hedefe alıyorlar. Batman halkı muhafazakâr ama din konusunda bilgili insanlardır. Medine Sözleşmesi’ni kendimize şiar edinmişiz. Ama bir kesim kasıtlı olarak Ali Atalan’ın Ezidi olmasını ön plana çıkarıyor. Marjinal kesimlerin bunun üzerinden saldırdığını biliyoruz. Batman halkı, İslamiyet’i o kesimlerden çok daha iyi biliyor.” Geçen sene mayıs ayında da Demokratik Toplum Kongresi’nin Diyarbakır’da düzenlediği uluslararası sempozyumda bu konu gündeme geldi. Ben de Medine Vesikası’nı etraflıca ele alan bir tebliğ sunmuştum. Müşahede ettiğim şu ki, Vesika katılımcılar arasında büyük bir ilgi görüyor. Gerek Türkiye’den gerek çevre ülkelerden veya başka yerlerden gelen katılımcılar heyecanla Vesika’ya atıfta bulunuyorlardı. Yıllarca üzerinde çalıştığım, Türkiye’de gündeme taşıdığım ve bugünkü kaos ve çatışma ortamında en uygun çıkış metni olarak gördüğüm Medine Sözleşmesi’nin özellikle Kürt aydınları ve siyasetçileri tarafından rağbet görmesi hem sevindirici, hem umut verici. Vesika’ya ihtiyacımız olduğu açık. Her büyük beşeri havzanın ortak paydası olacak temel bir referansa ihtiyacı var. Batı’da 900 sene süren çatışmalardan sonra demokratik düzenin çatısı altında çok partili sistem, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, rekabet ederek iktidara gelme hakkı ve en önemlisi devletin tabi olduğu hukukun üstünlüğü ilkesi ile kuvvetler ayrılığı prensiplerinin referansı 1215’te imzalanmış bulunan Magna Carta’dır. Elbette söz konusu basit metnin imzalanması üzerinden epey zaman geçti. Ama siyaseti çatışmadan, husumet ve imhacı saldırılardan koruyan gelişmenin ilk adımı Magna Carta ile atılmıştır. Daha sonra ortaya çıkacak olan metinler -mesela BM İnsan Hakları Sözleşmesi,

DAĞISTAN ÇETİNKAYA

Paris Şartı, Helsinki, Kopenhag vd.- ilhamlarını Magna Carta’dan alırlar. Müslüman dünya tabii ki Magna Carta dahil olmak üzere Batı’da siyasete ilişkin ortaya çıkan metinlerden, siyasi ve hukuki müktesebattan olabildiğince yararlanacaktır. Hatta sadece Batı’dan değil, Hint ve Çin gibi Uzakdoğu havzalarında yaşanan tecrübeden yararlanmalıdır. Fakat yine de Müslüman dünyanın altına imza atacağı bir metne ihtiyacı var. Kendi kaynaklarımızdan habersiz olmamız büyük talihsizlik, Batı’dan herhangi bir filtreden geçirmeden iktibas ettiğimiz modeller bizim tarihsel ve toplumsal şartlarımızın ürünü olmadığından çözüm olamıyorlar. HDP’nin bir Ezidi’yi, 2011 seçimlerinde bir Süryani’yi aday göstermesi önemli. Kökeni itibarıyla bu AK Parti’den beklenirken, bu konuyu diline dolaması siyasi bir rekabet saikinden kaynaklanıyor. Tepki siyasidir çünkü AK Parti de bazı yerlerde ilk sıralarda ateist aday göstermiş bulunuyor, şu anda aklıma gelen üç isim var. “Bakara-makara” deyip Kur’an’la dalga geçen şahıs hâlâ büyük itibar görüyor. Önemli olan HDP’nin bir Ezidi ve Süryani’yi niçin aday gösterdiğini anlatmaya çalışırken Medine Sözleşmesi’ne referans vermesidir. Diğer husus, Kürt hareketi dört ülkede de belli bir noktaya gelmiş bulunuyor. Kürt aydınları ve belli bazı siyasetçileri denenmiş olanı denemenin zaman ve kaynak kaybı olacağını, bu yüzden bölgenin tamamını içine alacak yeni bir toplumsal ve siyasi örgütlenme modeli geliştirilmesi gerektiğini düşünüyor ve bunu dile getiriyorlar. Türklerin, Arapların ve Farsların yaşadığı acı tecrübeyi Kürtler de yaşadıktan sonra aynı noktaya geleceklerse, bu acı meyveyi yemenin anlamı yok. Kesin olan şu ki 7 Haziran seçimlerinin anahtar partisi olan HDP’nin alacağı sonuç Kürt hareketi yanında Türkiye ve Ortadoğu siyasetini de etkileyecektir. Görünen vitrini, kamuoyuna yansıyan yüzü ve söylemleriyle karşımızda farklı bir Kürt partisi var ki, bu sefer parti bütün Türkiye’ye sesleniyor, Medine Sözleşmesi’ne atıflarda bulunuyor. Bu yeni HDP ve Kürt siyasi yaklaşımı, gördüğü teveccüh belki bir yönüyle “çözüm süreci”nden çok daha önemli, daha umut vericidir.

KRAL VE SOYTARI


35 YORUM EKONOMÝ

EKİM 2010 ZA­MAN 13 -6–12 19 MAYIS 2015 ZAMAN

Ekrem Dumanlı

‘Dava'yı ağzına alma artık Ya “dava adamı” olursun; yahut heva adamı. İkisi birden olunmaz! Onca yalanı, yanlışı, iftirayı, ihtikarı “dava” tezleri ile örtbas edemezsin. Aklın sıra günü kurtarsan bile “Dava”ya yazık olur! Zulmünden dolayı inandırıcılığını kaybedersin. Ve ne yazık ki temsil iddiasında bulunduğun davanın saffetine, ismetine zarar verirsin. Bir “dava”nın özü şefkate, merhamete, adalete, muhabbete dayanırken; kimin haddine düşmüş ki o kavramları hiddete, şiddete, zulme dönüştürülebilsin. “Dava”nın ana mesajı herkesi kucaklamaya, gönüller kazanmaya, toplumsal barışa çağırıyorsa ve siz tam ters istikamete giderek insanları kamplaşmaya, ötekileştirmeye, nefretleşmeye itiyorsanız hangi cüretle “dava”dan bahsedebilirsiniz. Vaziyet vahim! Yüzyıllık “dava çilesi”yle elde edilen kazanımlar, gamsız ve arsız bir ekibin hovardaca yaptığı işler yüzünden çarçur ediliyor. Şımarıkça tavırlar sade insanları muhafazakar kesimlerden uzaklaştırmakla kalmıyor; dinden soğutuyor, imandan kaçırıyor… Oysa en mukaddes davanın en muhteşem timsali ne buyuruyor: “Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız; sevdiriniz nefret ettirmeyiniz.” “Dava adamı” yatlar, katlar, villalar, saraylar, tahtlar, arabalar vs. peşinde koşmaz. O, turnikeye nasıl girdiyse; çatlayıp son nefesini verdiği anda da öyle kalmakla mükelleftir. Mesela “Dava” deyip yola çıktığında basit bir gecekonduda yaşıyorsa, o ferdin son nefesini saray revakları altında vermesi düşünülemez. Zar zor geçinip sağdan soldan bulunan burslarla mektep okuyan insanlar, iktidar yüzünü gördüğünde gemiler, filolar, devasa şirketlere sahip oluyorsa artık “dava şuuru”ndan bahsedilemez. Malvarlığı beyanına ihtiyaç var “İslami kesimler”de. On yıl önceki mali durumları ile bugünkü ihtişamları arasında derin uçuruma sahip olanlar, bu mal varlığına hangi yollarla ulaştığını izah etmeli. Etmeli ki “dava”ya leke sürülmesin. Dün, ödeyeceği kirayı bulamadığı için kıvrım kıvrım kıvrananlar, bugün yazlığı ayrı, kışlığı ayrı lüks mekanlarda yaşıyorsa ortada feci bir durum var demektir. Baş döndüren servete nasıl ulaştıkları bilinmeyen kişilerin yoksul halk umurunda mı? Kendine menfaat ve avantajlar sağlarken araya bir kısım hayır-hasenat işlerini sıkıştırmak, dava iddiasını

canlı tutmaya yetmez. Boşuna aldatmayın kendinizi. Devlet imkanları kullanılarak “dava aşkı” yaşatılamaz. Dava gönüllerde yükselir, fedakarlık üzerine bina edilir; devlet baskısı üzerine değil. Gönüllülük ve beklentisizlik meselenin ruhudur; o olmayınca yapılan her iş “çakma cemaat” komedisine dönüşür. Zoraki yaptırılan cami bile olsa ondan hayır gelmez. İnsanlar devlet baskısı altında kalarak Kur’an kursu bile açsa o işte bereket olmaz. Ve yazık edilir o güzelim “dava”ya... Dava adamını kurşun öldürmez; ama dünya nimetlerinin altında ezilmek onu delik deşik eder. Ve maalesef bugün bir çürümüşlük, bir kokuşmuşluk hali söz konusudur. Dün “dava uğruna” alkışlanan insanlar, bugün küplerini doldurmanın derdine düşmüş; yapılan itirazlara pişkince “Ne var bunda; hazır nehir akarken maşrapanı doldurmayıp da ne yapacaksın” deme arsızlığına kapılmışlardır. Yıllar boyu Üstat Necip Fazıl’dan “Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük” mısralarını okur, “Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya” derdik. Bununla dıştan gelen tehacüm kastedilirdi. “Dava ruhu” için şu mısraları ezberledi eskiler: “İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal/Hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal/Yalnız acı bir lokma zehirle pişmiş aştan/Ve ayrılık; anadan,

vatandan, arkadaştan.” Ey koca şair! Kemiklerin sızlıyor olmalı kabrinde. Şu üç günlük dünya “dava adamları”nı esir aldı; “zehirle pişmiş aş” yerine saltanat şaşaasının zebûnu oldu niceleri. Ey dava adamı olduğunu iddia edenler! Ey yalan yanlış icraatlarına davayı kalkan yapanlar! Hakikaten “dava” diye bir derdiniz varsa kini, nefreti, kibri, zulmü bırakın artık! Mekke fethi sırasında ürküp kenara çekilmiş bir adama Resulullah ne demişti: “Korkma ben kral değilim. Kureyşli, kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum!” İşte tevazu, işte mahviyet, işte muhabbet! Onun tahtı yoktu; hasırda yatıyordu. “Devlet-i İslami’nin izzeti için” bile olsa saraylar kurdurmuyor, lüks içinde yaşamıyor, israfa boyun eğmiyordu… Ondan daha büyük bir dava adamı mı var!

Hani ‘insanî yardım’ taşınmıştı! İlk günden beri şu “MİT TIR’ları” konusunda bir tuhaflık var. Oysa mesele gayet basit: Malum TIR’lar ile ilgili ihbar geliyor ve savcılık harekete geçiyor. İddialara göre TIR’a eskortluk yapan araçlardan MİT mensubu insanlar çıkıyor ve TIR’ların aranmamasını istiyor. Arama yapmak isteyen devlet görevlileri bu talebin tutanak altına alınmasını, sorumluluğun yazılı olarak üstlenilmesini istiyor. Olay duyulur duyulmaz kıyamet koptu; zira TIR’larda silah olduğu ve bunların bazı “radikal örgütler” vasıtasıyla Suriye’ye götürüldüğü iddia ediliyordu. Hükümet kanadı ilk başta bunların “insanî yardım” olduğunu, “Türkmenlere götürüldüğü”nü savundu. Açıktan

açığa böyle beyanat veren yetkililer oldu. Ne var ki zamanla insani yardım tezleri çürüdü ve arama talebine karşı takınılan tavır iyice sertleşti, konu “vatan hainliği” suçlamasına kadar götürüldü. Ve nihayet savcıların ve bir Kurmay Albay’ın tutuklanmasına kadar vardırıldı gerginlik. Kamuoyu MİT TIR’ları ile ilgili ayrıntıyı bilmiyor. Aslında hiçbirimiz bu konuda somut bilgilere ulaşamıyoruz. Konu ne zaman açılsa, hırçın bir

dille ihanet suçlamaları artık art arda sıralanıyor. Tutuklanan savcılardan biri: “Beni ve meslektaşlarımı hedef alanların yaptıklarını milletimiz bilseydi onları tükürüğe boğardı.” demiş. Savcıların ifade verirken çok büyük bir iddiada bulunduğu da medyaya yansıdı: “TIR’lara eskortluk eden MİT’çilerin kullandığı araç El Kaide üyesine ait.” Kafalar karışık; çünkü konunun etraflıca araştırılmasına, somut veriler üzerinden yayın yapılmasına müsaade edilmiyor; davalar açılıyor, ihanet suçlamaları art arda sıralanıyor. Hal böyle olunca da insanlar merak ediyor: Madem TIR’larda insanî yardım vardı; bunları niçin MİT taşıyordu ve neden ihbar hakkında işlem yapan insanlar hukukun sınırları zorlanarak tutuklandı. Panik havası ve hırçınlık, kuşkuları artırıyor maalesef ve durduk yerde “Siz nelere karıştınız ki bu kadar endişe duyuyorsunuz?” şeklinde özetleyebileceğim kocaman bir soru işareti yerleşiyor zihinlere. “İnsanî yardım” tezi doğruysa etraf niye bu kadar toz duman…

Sakın minderden kaçma Vatandaş kızgın, dargın, yorgun. Devleti yönetenler aslî işlerini bırakmış bir paranoya üzerinden toplum mühendisliği yapıyor. Birkaç seçimdir bu taktik üzerinden oy devşirildi. Güvenlik sendromu oluşturuldu, “paralel” cinneti üzerinden “hain” yaftası kullanıldı, “iç tehdit” söylemi ile kitleler avlandı… Oysa bugün durum çok farklı. Vatandaşın derdi başından aşkın. İşte Türkiye gerçeğini bütün çıplaklığı ile resmeden birkaç taze hadise. Tayyip Erdoğan’ın damadı milletvekili olabilmek için partili seçmenleri ile yüz yüze gelmiş. Bir partili söz alıp “AKP’yi hırsızlıklar yüzünden savunamıyoruz.” diyor ve acı bir gerçeği haykırıyor Damat Bey’in yüzüne. Enerji Bakanı Taner Yıldız Yozgat’a gitmiş, vatandaşın dertlerini dinliyor. AK Partili bir kişi “Kılıçdaroğlu mazotu 1,50 TL’ye veriyor, siz neden vermiyorsunuz?” deyiveriyor. Adam haklı. Mazot, fâhiş fiyat yüzünden vatandaşın canını yakıyor… Yer yine Yozgat. AK Parti milletvekili adayı esnaf ziyaretinde bulunuyor. O dakikaya kadar her şey tıkırında. Fakat, üç dönemdir AK Parti’ye oy verdiğini söyleyen esnaf mertçe bir cümle kuruyor ve itirazlara aldırmaksızın ısrar ediyor: “Yüksekokul sözü vermiştiniz buraya hiçbir icraat olmadı.” Bu seçim, 10 yıldır yapılanlardan hiçbirine benzemiyor. Daha önce sokağın nabzını tutar, halka umut dağıtırdı AK Parti. Şimdi halkın arasına karışmakta zorluk çekiyorlar. İşsizlik tavan yaptı, dolardaki yükseliş mutfakları vurdu, milli eğitim tel tel dökülüyor… Madalyonun bir de öbür yüzü var: İktidar yanlısı kişilerde mal mülk edinme arzusu sınır tanımıyor. Saray’daki aşırı lüksten bürokrasideki israfa kadar her şey debdebeyi, şaşaayı gösteriyor. Halk sorunlarının bir an önce çözülmesini beklerken, iktidar “paralel” palavrası üzerinden aslî problemleri perdeliyor, öteliyor. Siyasetin minderi, halkın temel sorunlarını çözmeyi gerektirir. Her kim kendi sorumluluk alanının dışına çıkıyor ve yalancı pehlivanlık yapıyorsa bilin ki toplum mühendisliğine soyunuyor. Her vatandaşın bu yalın gerçeği iyi bilmesi ve “Minderden kaçma; benim sorunlarımı çözeceğine yel değirmenleri üzerine kâbus senaryoları yazma” deyip Donkişotları ve Sanço Pançoları uyarması gerekiyor. İşte o zaman siyaset de normalleşir Türkiye de...


13 -6–12 19 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

36BULMACA EKONOMÝ

Suyosunu Birinci

5

Güvence Resimdeki oyuncu (Altan...)

Matem

Bir bitki Bir tür msr unu yemeği

Fas’ta bir şehir Tatl bir besin

6 4

3 7

9

Ezan okuyan kimse

6

8

4

5

9

2

1 4 7

3

Geçmiş gün Eski dilde su

1

8

3 5

4

5

4 6 9

8

Bir suikast silah Hayvani bir gda

9

1 6

3

4

1 2

3

6 5

Limondan yaplan bir içecek

Zorla, zoraki Bitki bilimi

Bir bayan ismi Geçende ölen bir sanatç (...Sönmez)

Bir otoyolumuz Ağaç kolu

Açk olmayan

Ksaca kalsiyum

9 3 4 7 8 5 2 9 1 1 5 9 2 6 4 3 8 7 8 7 2 1 9 3 4 5 6

Zengin, varlkl

Değerli bir taş

Su

Eserler

Çanakkale ilçesi Bir Avrupa halk

4 9 5 3 7 2 6 1 8 2 1 8 6 4 9 7 3 5 3 6 7 8 5 1 9 2 4

DÜNKÜ SUDOKU ÇÖZÜMÜ

2

9

8

SUDOKU BULMACA

Macaristan trafik kodu Ksaca kiloamper

2 3

5 6 4

1 Tablodaki tramlý kalýn çizgilerle belirlenmiþ 3’e 3’lük karelere, 1’den 9’a kadar rakamlarý birer kez kullanarak yerleþtirin. Öyle yerleþtirme yapmalýsýnýz ki, bütün 3 lükleri doldurduðunuzda tablonun bütün kutularý yukarýdan aþaðýya ve soldan saða 1’den 9’a kadar rakamlardan bi rer kez kul la nýl mýþ ol sun.

Öldürme

Yabanc

7 2 6 5 3 8 1 4 9 9 8 1 4 2 6 5 7 3 5 4 3 9 1 7 8 6 2

Tövbe etme Gaye

Bir kş giysisi

Bayndr

4

Þ ÝF RE K E LÝ ME:

Verme, ödeme Bir tür pamuk

İmkan

1

Roma rakamyla bin Tekin olmayan

Unsurlar, ögeler Bir bitki

2

İlk müezzin Sayg gösterme

Politika Başkent

Kumaş üzerindeki düğüm

3

İndeks, fihrist Bayağ, sradan

Cilve Yemen’in başkenti

Kuran’da bir sure Komşu bir ülke

3

Geçmiş Nikelin remzi

Cömert Saha, meydan

Bir bağlaç Ksaca numara

4

Askeri bir silah Egzama

Tantaln remzi Çanak

5

Kocaman ağr kütle

Üzüm şekeri

Avrupa’da bir yarmada

Adaletli

Cet

Az tavl toprak

Sonsuza değin Bir tür şekerleme

GS kurucusu (... ... Yen)

Yüksekokul

Söz

Posta paketi

Almaç

Kafka’nn bir eseri Alay

Haya

Kaza eseri olan

2

Bir tür üzüm

Eski

6

İstanbul’u fetheden Düzenli işleyen

Bir tür parlak bez Ksaca halinyum

Yapt

Japonya’da bir şehir

Yerine koyma

Bir harfin okunuşu

Sknt verme

Sradan

Mali’nin trafki remzi

Şart eki

Ksaca sodyum

Bakşm

Beyaz

Duygu

Lityumun remzi

İddia, sav

1

Bir aktör (Kartal....) Tarihte kadn bir casus

Çanakkale ilçesi

Mezhep kuran kimse

Toplumun çekirdeğini oluşturan kurum

Kolay çözülemeyen biçimde düğümlenmiş

6

BULMACALARIN CEVAPLARI 37'NCİ SAYFADA


İ

E

O

Y

B

G

Ü

OE

Ü

H

O

K

Y

R

Ý

R

L

R

Þ

E

K

N

C

O

Ç

S

AK

L

İ

F

U

R

N

G

V

E

Ý

R

Ý

1

M

L

T

N

V

H

U

E

H

A

R

G

K

Z

G

N

M

Ý

I

K

I

S

A

G

Y

E

K Ö Ð H U M E N T R

U N

Ü

SM AH RR Ý M ÜE E N P T R R R M S Ý R L O R

Z

Z

Ü

Y

Z

H

A

T

H

A

G

R

E

Z

Ü

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz?

T

G

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? AKSAN, BAHAMA, CERRAH, ÇAKMA, DEVİNİM, EKABİR, FÝRKETE, GÜZERGAH, HAYBER, M E BESLEME, R CEVÝZ, A ÇAYELÝ, H VDESTAN,T EZKAR, Ç FORUM, L GOFRET, U AHİMMET,H ÝKRAM, K ASADOLU, ÝSKAN, KIRSAL, LASER, MUMYA, NEHÝR, OFSAYT, ÖNSEZÝ, PERVARİ, RAMSES, SÝMSAR, ÞAHIS, KURAN, LÝVAR, MERMER, NURETTİN, OYLAT, ÖZVERİ, PÜSKÜL, RAKÝP, SUZİNAK, ÞAHÝN, TARÝF, USTURA, ÜRKMEZ, VOLKANİK, YAHYA, ZEMBÝL. TETKİK, UYUZ, ÜNLEM, VESÝKA, YOLCULUK, ZİGOT.

Ü T Z H A T H A G R E Z Ü G I T A Z M O Ý A A Ü R T D E A M D E L L A S K E V B AI

R

M

J

A

Ü

VE LÝGME: I İ Ü ÝFA T KO Þ RE

N A I Ü A R ME Ý S A G R V D A A G D U L K A A K E V Ü A M ÜY B YM K ÜE R ÞR O AA R RH T SV E LT G OÇ MDL I VU S P A Y Þ H NH K

Ý

C

A

R

E

K

İ

K

İ

N

A

K

L

O

V

A

R

N

S

K E E V L Z İ Ö MÝ EA

R

L F E A SK M E Ý L S İ K MB E U J A U V O HI K L E Ç L A Ü T M U Ý L Ö D N M H N T Þ A L O F S A Y T OR RA ZS RM JÝ PS J K MB EU OJ AU Ç O T H E K O R D A H G N Ý Ý T Þ N N A M H N T Þ A L O F D E A K Ü Þ Ð Ü J R Ý S EA S Y J T V L O Y R Z D A A K H T G L NZ Ý R Ý U T Y Þ V N S N A B İ S A N A O A L M B Z İ OJ L Ý YM Z R AK K S T E LZ Z B RR US YI VÜ S S K K F V R S H Ö M A E B U L H J A Ý B MA R T K S S Ý E T Z F B A R H S F I H Ü AK ÜH ÝA NB AA RT US KÝ Ý T T F GA Ý H R F Z H E Z R M N R Z E K A B Ý R A E Z R M N R Z E K A B Ý L R H S J T R H Ð N T M O ÞR M T K Ö E Ý E S Ş N D U Y N M T K Ö E Ý E S Ş N D U Y A R V K E Ü M K İ K T E T K İ I I R R E E L L M MZ Z E E B B E E A A S S N N P P R E A R S V D L Ğ Z H L D Ð K L L A A M MK K A A Ç Ç Ý Ý Þ Þ Y Y F F S S E E D D Ðİ ÜA FZ KÝ EF ÐR ÜE EÇ Ý S AÝ Ý A NR E H N L A Z Ý F R E Ç S Ý A R H L SK OS JB KA Ý O ÞÖ YÝ VE SÝ C E AV ÜH Y Ý Ý K S B A O Ö Ý E Ý E V H Ý K E R A L Y D S F A A Y Þ R Ü G A F U L P E O K T O J K T R R I A ML G Y Ý D M S F F H A R A A Y Y Þ H R A Ü Y N G Y Z E C M A N Ö A A R T AI KM E G İ Ý AM OF UH İ R T A Ý Y F H NA T Y Ç OC UO DH UR YN GF ÜR AM BS TÝ NR NL J O E R K E İ A O U İ T Ý F N T Ç

U

Tatl bir besin

6

5

4

8 8

7 7

6

58

4 73

3 62

2 51

14

3 1

2

1

2

2

3

4

1

2

4

2

3

4

�� �� �� �� �� �� �� �� ��

��

�� �� �� �� ��

��

��

��

��

��

�� ��

��

��

�

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

�

��

��

��

��

��

��

��

��

�

��

��

��

��

��

�� ��

��

��

��

�� ��

���

��

�� ��

��

��

��

��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� ��� �� �� �� �� �� �� �� �

��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

��

������������������������������������������������������������������������������������������� �� �� �� ������������������������� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �������������������������������������������������������������������������������������� ��� �� �� �� �� ����������������������������� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

��

��

��

��

ASMOLEN, BAGAJ, CEMAL, ÇADIR, DÝNAZOR, ERAMÝL, FORUM, GEGEÇ, HEVENK, ÝRADE, KAHHAR, �İ������������������������������������������İ�����������İ���������������������������������� ����������������������������������������������������������������������������

�� �� �� ����� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��� �� �� ���� ���� ������������������������������������������������������������������������������

��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� ��

��

��

�� ���� ���� �� �� ���� ���� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� �� ��

�� ��� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ����� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��� ���� ���� ���� �� ��

�� ���� ���� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� ���� �� �� ���� ���� �� �� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� �� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��� ���� ���� �� �� �� �� ���� ���� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� �� �� �� �� ���� ���� �� �� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� ���� ���� � � ���� ���� ���� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� �� �� ���� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��

��

�� �� ��

� ������������� ����� ����� ����� ����� ����� ��� �� �� �� ���� ��

��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

� � � İ � � � � � �

�� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �� �� ��

� � � İ � � � � � �

Dünkü bulmacalarn çözümleri

Dünkü bulmacalarn çözümleri

5

6

Uzun kulakl binek ve hizmet hayvan, kullanlan en geniş oda. 5) İtalya’da merkep, karakaçan.– Pembeye çalan bir şehir. 6) Opali andran camdan 6 7 8 9 10 11 12 beyaz tüylü, alt gagasnda deriden yaplmş vazo, kupa vb. 7) Çürümekte SOLDAN SAĞAolan 1) Dşirigörünüş hususiAzerbaycan snrnda yaşayan,çkan, İran bir kesesi kuş, kaşkç kuşu. 3) olan karbonlu maddelerden yetlerini edinenbir eser. 2) Çarşolan topluluğun 5) Kur’an konu alfabesinde harf.– Sandallar soyundan Refik Aydýn r.aydin@zaman.com.tr havada sar birbiralevle yanan,ad. renksiz larda veyayarayan alşverişve bölgelerinde ayn Halk dilinde köpek.– Yeniçeri Ocağ asmaya gemilerin bordabir gaz, bataklk gaz.– Bir nota. 8) işilarnda yapan bulunan esnafn bir arada4)bulunduğu defterine 6) Söz, lakrd.– dikme. Bir binek Ek, ilave,kaytl zeyl. 9)isimler. Her türlü maddeyi bölüm.– Batman’da bir veya petrol bölgesi. Sonuçsuz, başarsz. İçinde diri balk SOLDAN SAĞA 1) Dş görünüş hususiAzerbaycan snrnda yaşayan, İran hayvan.– Savunmak saldrmak oluşturan çok ince ve7)uzun parça.– r.ay din@za man.com.tr 3) Çocuk, yetlerini konu edinen eser. Çarşsoyundan olan bir topluluğun ad. Refik Aydýn yavru, küçük.– Keten saklanan, denizden ayrlmş havuz. 8) 5) amacyla kullanlan araç.– Yükve2)hayvanErkek ördek. 10) Bilgisayarda kullan6 7 8 9 10 11 12 larda veya alşveriş bölgelerinde Halk Kurban dilinde köpek.– Yeniçeri yünden dokunan kumaş. 4) Peygamber Bayram’nn arifeOcağ günü larnn trnaklarna çaklan demir ayn Haclarn lacak herhangi bir program simgeişi yapan esnafn bir arada bulunduğu defterine kaytl isimler. 6) Söz, lakrd.– Efendimiz (sas)’in annesinin ad.– Hastatoplandklar Mekke’nin doğusundaki parças. 5) Bir tür yağmur kuşu, su leyen küçük resim.– Eski dilde kap. 11)balk bölüm.– Batman’da bir petrol bölgesi. Sonuçsuz, başarsz. 7) İçinde diri lktan iyileşme, tepe. 9)Anadolu’da Azerbaycan ve Türkmenistan 3)kalkma, Çocuk, küçük.– Keten ve tavuğu.– Bir yavru, bağlaç. 6)kurtulma, Samsun’da saklanan, denizden ayrlmş Doğu büyük bir barajhavuz. gölü. 8) 5 6 7 8 9 10 11 12 onma. yünden dokunan kumaş. 4) Peygamber Haclarn Kurban arife günü 5)birİyi, hoş.– Gümüş üstüne para birimi.– Helyumun sembolü. antik kale.– Kaba, biçimsiz. 7)özel Sinir 12) Çözümleyici, tahlilî,Bayram’nn tahlil edici.10) Efendimiz (sas)’inişlenen annesinin ad.– Hasta-Ankara’da toplandklar Mekke’nin birsisteminin biçimde kurşunla kara bir semt.– Yabancdoğusundaki paralarn uyary iletmekle görevli 1 2 9) 3 Azerbaycan 4 5 6 7 ve 8 9 10 11 12 lktan kalkma, iyileşme, kurtulma, nakş.– Uzaklk işareti. 6) Toprağn nemi, ulusaltepe. para cinsinden değeri.Türkmenistan 11) Sultan anatomik veİyi, işlevsel Endüstri. onma. 5) hoş.–birimi.– Gümüş üstüne özel 1 para Ş E birimi.– M A İ Helyumun L N A Msembolü. E M 10) tav.– Güç, kuvvet, derman.– Herhangi II. 2Abdülhamid’in Selanik’te sürgünde için kara 8) İnsanlarn yaşayabilmek bir biçimde kurşunla işlenen Ankara’da bir semt.– Yabanc A R A S T A R A M Aparalarn N birüretme, şeyin veya vücudun üzerinde oluşan,nemi,kaldğ köşk.para 12) Manganezin sembolü.– nakş.– Uzaklk işareti. 6) Toprağn ulusal cinsinden değeri. 11) Sultan ürettiklerini bölüşme biçimle3 B A L A F L A N E L tav.– Güç,7)kuvvet, derman.– II. Abdülhamid’in sürgünde biriken pislik. Onarma, onarm.– Bir Bir4 olayn gününü, aynSelanik’te ve yln bildiren rinin ve bu faaliyetlerden doğanHerhangi ilişkiA M İ N E İ F A K A T bir şeyin veya vücudun üzerinde oluşan, kaldğ köşk. 12) Manganezin sembolü.– svy ağz dar bir kaba aktarmak için söz5 veya N İ gün. K S A V A T T A lerin bütünü, iktisat.– Çocuk onarm.– oyunlabiriken pislik. 7) Onarma, Bir Bir olayn gününü, ayn ve yln bildiren kullanlan koni biçimindeki araç. 8) 6 Ö L T A K A T K İ R rnda say, kama. YUKARIDAN AŞAĞIYAiçin svy ağz dar bir kaba aktarmak söz veya gün. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 sonucuaraç. yeni8) Belirli faaliyet ve işlemler 7 Z T A M İ R H U N İ kullanlan koni biçimindeki 1) Mevlevi tekkelerinde dervişlerin 1 S birsema mal veya hizmet meydana getirme, sonucu yeni Belirli faaliyet ve işlemler 8 Ü İ R 1 TE 2 OT 3 L İ 4 OM5 J 6 İM7 E 8 AR 9 L İ10GH 11 12 yaptklar özel bölüm. 2) Müsavi.– bir mal veya olan hizmet meydana getirme, 2 A 1 T S A İ M T A O N L O C J A İ H İ AL L G istihsal.– Güneş’e uzaklğ, yerin istihsal.– Güneş’e olan uzaklğ, 3 R 2 İ A T T A K MU AR N A L C A F H İ İ L Güneş’e olan uzaklğndan daha çok yerin 3 R İ T K U R A L F İ Güneş’e olan uzaklğndan daha çok 4 A Z K A R A B A Ş S olan olan dş gezegenlerin ilki olan kzl 4 A Z K A R A B A Ş S dş gezegenlerin ilki olan kzl 5 C 5 A C N A İ N P İ PK E K B EA BB AE B E gezegen, Mars.Mars. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1) 1) gezegen, YUKARIDAN AŞAĞIYA 6 İ 6 R İ A R T A T M A M T A A TD AO DR O R Çankr’nn bir ilçesi. Dul ve muhtaç Çankr’nn bir ilçesi. 2) Dul2)ve muhtaç 7 Y 7 Y S İ S T İ E TM E MM A ML A İ L İ kadnlar. 3) Sahip, Bircetvel. tür cetvel. kadnlar. 3) Sahip, iye.– iye.– Bir tür 8 E M A N E T 8 E M A N E T K A KN AU NN U N 4) Kolay.– Hazar Denizi kysnda, İran 4) Kolay.– Hazar Denizi kysnda, İran

5

Dünkü bulmacalarn çözümleri

Bulmaca 3 4 5

Bulmaca

1

3

6

37 BULMACA EKONOMÝ 13 -6–12 19 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN


SPOR 38 EKONOMÝ FENERBAHÇE’YE TAM SAHA PRES!

13 -6–12 19 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

Millî Eğitim Bakanlığı ile protokol yapılmasına rağmen Kenan Evren Lisesi arazisi verilmiyor. Kulübün banka ve üniversite kurmasına izin çıkmıyor. Topuk Yaylası’ndaki tesisler geri alınmaya çalışılıyor. Sponsorlar engelleniyor. BEHRAM KILIÇ

1ortalığı ayağa kaldıran Fenerbahçe

Kulübe yapılan en ufak haksızlıkta

Başkanı Aziz Yıldırım’ın tarihte eşi benzeri görülmemiş silahlı saldırı sonrası suskunluğu şaşkınlık vericiydi. Bu olayın hemen ardından Kenan Evren Lisesi arazisinin kulübe devredilmesine dair Millî Eğitim Bakanlığı’yla bir görüşme gerçekleşti. Fenerbahçe’nin tuttuğunu koparan başkanı, belki de saldırıyla kamuoyu nezdinde mağdur duruma düşen kulübünün menfaatleri için susmuştu. Zira son görüşmeden olumlu netice almayı bekliyordu. İsteseydi her zamankinden daha gür bir şekilde ortalığı ayağa kaldırabilir, bugüne kadar saldırganlara dair en ufak bir ipucu bulamayan hükümetin emrindeki emniyeti, camiasını da arkasına alarak köşeye sıkıştırabilirdi. Ama gördük ki 3 Temmuz şike davasından sonra iktidar partisiyle bir türlü yıldızı barışmayan Aziz Yıldırım’ın susması da bir işe yaramadı. Millî Eğitim Bakanlığı okul arazisini Fenerbahçe Spor Kulübü’ne vermedi. AKP’nin bir türlü diş geçiremediği Fenerbahçe’ye bu araziyi vermemesi, Yıldırım’ın canını hiç olmadığı kadar çok sıktı. Açıkladığı projeler bizzat ülkenin cumhurbaşkanı tarafından eleştirilen başkan, kurmaylarıyla bir basın toplantısı düzenleyerek bakanlığı eleştirdi. Şükrü Saracoğlu Stadı’nın yanındaki Kenan Evren Lisesi arazisinin kulübe devriyle ilgili ilk protokol, 11 Kasım 2002’de düzenlendi. 49 yıllığına arazinin üst kullanım hakkı sarı-lacivertli kulübe verilecek, devlet buradan kira alacaktı. Kanarya ayrıca 3 yeni okul, bir spor salonu yapacaktı. Bunun karşılığında 26 bin metrekarelik araziye otel, AVM ve rezidans içeren bir kompleks inşa edecekti. Aziz Yıldırım arazinin değerinin farkındaydı ama burası yıllar geçtikçe âdeta kupon araziye dönüşecekti. Evet, 2002’den bu yana köprünün altından çok sular akmış ve Türkiye kupon arazilerin nasıl kullanacağını bilenlerin usta olduğu bir ülke hâline dönüşmüştü. Bu yüzden olsa gerek hükümet, sürekli oyalama taktiği izledi. Araziyle ilgili tam 4 kez protokol düzenlendi. En son yapılan görüşmede Millî Eğitim Bakanlığı arazi karşılığı Fenerbahçe’den 345 milyon TL istedi. Oysa Fenerbahçe, önceki protokollere uymuş, yapması gereken 3 okulu ve spor salonunu yapmış, bunlar için 60 milyon TL harcamıştı (Aziz Yıldırım basın toplantısında bu rakamın 98 milyon TL olduğunu söyledi). Bakanlık Fenerbahçe’ye son görüşmede 3 yol sundu: “Ya 345 milyon TL ver, araziyi sana verelim, ya biz 18 milyon TL verelim sen hakkından vazgeç ya da yükümlülüklerini yerine getirmediğini söyleriz, mahkemeye gider kazanırız, sen de hiçbir şey alamazsın!” Bakanlık, arazinin kıymetli olduğunu, sadece 3 okul ve bir salon yapan Fenerbahçe’ye kıyak yapamayacağını deklare ediyordu. Ama verilmiş sözlerin değeri yok muydu? Hem 2002’de bu arazi bu kadar değerli miydi ki? O zamanlar burası 18 milyon lirayı geçmiyordu. Ama iş inada binince bakanlık işi daha da yokuşa sürerek Fenerbahçe Spor Kulübü’nün protokolde öngörülen eğitim birimlerini süresi içinde ve mevzuata uygun formda inşa edip teslim etmediğini açıklayacaktı. Protokoller kapsamında Fenerbahçe Kulübü’nce Sancaktepe’de 24, Üsküdar’da 32 derslikli ilkokul, Ataşehir’de 40 derslikli Anadolu Lisesi, Ataşehir Mevlana Anadolu Lisesi bahçesine spor ve konferans salonu yapılması öngörülüyordu. Millî Eğitim Bakanlığı söz konusu açıklamasında bu eğitim

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ünitelerinin toplam maliyetinin 18 milyon 480 bin 200 lira olduğunu da iddia ederek talep edilen taşınmazların değerlerinin ise toplam 345 milyon 726 bin 200 lira olduğunu belirtiyordu. Kulüp lehine ciddi bir kamu desteği olmasına rağmen kulüp yetkililerinin bakanlığı itham ettiği ve kamuoyunu yanlış yönlendirdiği açıklanıyordu. Fenerbahçe bu açıklamaya belgelerle cevap verdi. Belgelerin birinde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in imzası vardı ve imzanın üstünde “Fenerbahçe taahhütlerini yerine getirmiştir.” yazıyordu. Fenerbahçe de haklı olarak soruyor: “2013’te her şey tamam dediniz, son 2 yıldır ne değişti?” İşin aslı kurdun kuzuyu yeme hikâyesiydi. Bakanlık her edimin kusursuz yerine getirildiği bir ülkeymişiz gibi davranırken komik oluyordu. Bu yüzden inandırıcı olamıyorlar. Keşke hassasiyet 301 madencinin vefat ettiği Soma’da gösterilseydi, ya da Ali Sami Yen arazisine çok çok yasal yollarla gökdelenleri diken ve 11 işçinin ölümüne sebep olan firma hakkında işlem yapılabilseydi. Yaklaşık bir senedir Fenerbahçe Spor Kulübü’ne randevu vermeyen Bakan Nabi

Avcı’nın bu araziyi artık sarı-lacivertlilere vereceği ihtimal dâhilinde değil. ‘Devlette devamlılık esastır’ derler ama bu durum şu olay için geçerliliğini yitirmiş durumda. İş öyle bir hâl aldı ki Aziz Yıldırım’ın, bakanlıktan ayrılırken sinirinden hoş olmayan kelimeler kullandığı gibi bel altı iddialara kadar vardı. Eğer doğruysa Yıldırım bir soruşturma geçirecek. Yıldırım’ı duydukları söylenen bazı bakanlık görevlileri, bu durumu tutanak altına almış. Millî Eğitim Bakanlığı’nın da, tutanakla birlikte Yıldırım hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduğu konuşuluyor. Fenerbahçe’nin engellenen tek projesi bu değil. İnternete düşen ses kayıtları eğer doğruysa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fenerbahçe’nin başında Aziz Yıldırım’ı görmek istediğini sanmıyoruz. Ses kayıtlarında, 3 Kasım 2013’teki Fenerbahçe olağanüstü kongresi öncesi oğlu Bilal’e, Fenerbahçe Başkanlığı’na aday olan Mehmet Ali Aydınlar’a ne yapması gerektiğine dair verdiği taktikler dile getiriliyordu. Bilal Erdoğan olduğu iddia edilen kişi, Aziz Yıldırım için de ‘namussuz’ ifadesini kullanıyordu.

1 Kasım 2013 tarihinde seçim çalışmaları kapsamında delegelere AVM, marina, Fenerbahçe Üniversitesi ve banka kurma sözü veren Aziz Yıldırım’a cevap 4 Kasım günü dönemin başbakanı Erdoğan’dan gelmişti. Erdoğan, ‘Fenerbank’ projesini gerçekçi bulmadığını söyleyecekti: “Beş yüz milyon dolar borcun var, banka kuracaksın. Bunun için izin verecek kurumlar belli. Ayrıca sanki Çevre Bakanı elindeymiş, her izin elindeymiş gibi söz veriyor. ‘Şuraya şunu yapacağım, AVM yapacağım’ demek doğru değil.” Hükümetin Fenerbahçe’ye yaklaşımı sponsorlara baskıya da yol açtı. 26 Nisan 2014’teki Divan Kurulu’nda konuşan Aziz Yıldırım, üyelere bu durumu şöyle açıkladı: “Forma reklam arayışları devam ediyor. Bazıları bize uygun gelmiyor, bazıları da her şeyde olduğu gibi bazı baskılarla önlenmeye çalışılıyor. Ve önleniyor da. Açık ve net.” 20 yıllığına kiralanan Ataşehir’deki kolej arazisinin kiralama süresi sona erdikten sonra Fenerbahçe’ye tekrar verilmemesi için de türlü numaralar yapılıyor. Maliye önce araziye 50 milyon fiyat biçiyor, bu rakama ihaleye çıkacağını söylüyor, ama son anda vazgeçerek okul arazisini 70 milyona ihaleye çıkartarak Fenerbahçe’ye satıyor. Aziz Yıldırım bu durumu da ‘emir büyük yerden’ diyerek eleştirmişti. İddialara göre Maliye Bakanlığı da Fenerbahçe’ye karşılıksız tahsis edilen Topuk Yaylası’ndaki tesisi geri almak için harekete geçti. Gerekçe olarak, burasının spor dışında birtakım faaliyetlerde kullanılması gösteriliyor. Ayrıca tüm amatör ve profesyonel şubelerini Pendik’e taşımak isteyen kulüp, buraya yapacağı tesisler için de onay bekliyor. 12 Şubat 2014’te Aziz Yıldırım, Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Rıdvan Dilmen’in “Başbakan’ın Fenerbahçe’ye yaptığı hizmetleri Aziz Yıldırım çok iyi bilir, bu konuda Yıldırım’ın açıklama yapmasını bekliyorum.” sözlerini eleştirmiş, “Rıdvan, Başbakan’ın yaptıkları konusunda çok biliyorsa kendisi çıksın anlatsın.” cevabını vermişti. Galiba tüm bu olan bitenlerden sonra, Rıdvan Dilmen’in bir açıklama yapması şart oldu!


SPOR 39 EKONOMÝ ÇİN’İN EL ATMADIĞI BİR FUTBOL KALMIŞTI

13 -6–12 19 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

Yeşil sahalarda ismini şike ve bahis skandallarıyla duyuran Çin, futbolda çok büyük hedefler belirledi. 2017’ye kadar 20 bin okul futbol okuluna dönüştürülecek. Hedef, dünya KUPASI şampiyonluğu.

HASAN CÜCÜK

1mesine karşılık, tarihte ilk futbol oynaFutbolun ‘beşiği’ İngiltere kabul edil-

yan milletin Çinliler olduğu ifade edilir. Fakat bu sporda başarılı oldukları söylenemez. Çin, futboldaki kara talihini yenmek için Şi Cinping’in devlet başkanı olmasıyla harekete geçti. Şimdi hedef, Dünya Kupası. Peki, tarihinde sadece bir kez Dünya Kupası’na katılan Çin’in bu hedefi ne kadar gerçekçi? Kasım 2012’de Çin Devlet Başkanı olan Şi Cinping, fanatik futbol taraftarı. Cinping, göreve gelir gelmez futbolda ülkesi için 3 hedef koydu: Millî takım Dünya Kupası finallerine katılacak, Dünya Kupası’na ev sahipliği yapılacak ve Dünya Kupası havaya kaldırılacak. Devlet başkanının futbola olan ‘sevgisi’ otomatik olarak tüm ülkeye yayıldı. Hükümetin oluşturduğu çalışma grubu, devlet başkanının verdiği hedefi gerçekleştirmek için derhâl çalışmaya başladı. İlk olarak 20 bin okulun 2017’den önce futbol okuluna dönüştürülmesine karar verildi. Bu sürede 100 bin yetenekli genç tespit edilecek. Futbola ilginin daha da artırılması için önümüzdeki yıllarda en az 35 millî yabancı oyuncunun Çin Ligi’nde oynaması sağlanacak. Hollanda, İspanya ve Almanya’ya teknik adamlar gönderilerek hem bu ülkelerin altyapıları incelenecek hem de tecrübe kazanılacak. Kâğıt üzerinde bu hedefler güzel. Peki, ne kadar gerçekçi? Bunun için Çin futbolu-

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping nun bugününe bakmak gerekiyor. ‘Çin’ ve ‘futbol’ kelimeleri yan yana geldiğinde akla ilk bahis (şike) geliyor. Bu konuda ünleri ülke sınırlarını çoktan aşmış durumda. Nerede bir bahis skandalı patlak verse, mutlaka bir Çin bağlantısı ortaya çıkıyor. Çin’de son 10 yılda şike ve bahis skandallarına karıştıkları için çok sayıda oyuncuya, federasyon yöneticisine, hakeme, kulübe para, hapis, küme düşürme ve şampiyonluğu geri alma gibi cezalar verildi.

Çin Ligi birkaç yıl öncesine kadar ‘emeklilik dönemi’ gelen yıldızları ağırladı. Türk futbolseverlerin yakından tanıdığı Drogba ve Anelka Çin’de top koşturdu. Ancak her ikisi de ‘para’ için gittikleri Çin’de aradıkları kaliteyi bulamayınca kısa sürede geri döndü. Piyasa değeri 168 milyon Euro olan Çin Ligi’nin en kıymetli oyuncusu 11 milyon Euro’luk Brezilyalı Ricardo Goulart. Bursaspor’dan hatırladığımız Uruguaylı Pablo Batalla şu sıralar Beijing Guoan için ter

döküyor. Çin Ligi’nde top koşturan yabancı oyuncular pek duyulmamış isimlerden oluşuyor. Çin Millî Takımı, 2014 yılını FIFA sıralamasında 97. sırada bitirdi. Karayipler’in küçük ülkeleri Antigua ve Barbuda’nın bile gerisinde kalan Çin, 49 bin nüfuslu Fareo Adaları’nı ise geride bırakmayı başardı! Son FIFA sıralamasında 82. sırada yer alan Çin, tarihinde bir kez Dünya Kupası finallerinde mücadele etti. 2002’de Türkiye ile aynı grupta yer alan Çin, kupaya gol atamadan veda etti. Brezilya, Kosta Rika ve Türkiye’ye yenilen Çin, kalesinde toplam 9 gol gördü. Çin’de her türlü gösteri yasak. Çin Millî Takımı yenildiğinde ise yasağa rağmen gösteriler yapılır. Çin’in 2013’te Tayland’a yenilmesiyle çıkan olaylarda 100 kişi yaralanmıştı. Her yenilgi sonrası değişmeyen ritüellerden biri de futbolcuların ve teknik heyetin halktan özür dilemesi. Katı disiplinle bireysel sporlarda oldukça başarılı olan ve 2008 Pekin Olimpiyatları’nda altın madalya rekoru kıran Çin, bu yıl yapılan Asya Kupası’nda 3 maçını kazanıp adını çeyrek finale yazdırınca ülkede âdeta hayat durdu. Devlet haber ajansı Xinhua futboldaki bu başarıyı ‘rüya’ olarak verirken, oyuncular ‘kahraman’ ilan edildi. Komünist Parti’nin önde gelen isimleri başarıyı sahiplenmek için sahneye çıkarken, Şi Cinping başarıda aslan payını kendine çıkarıp “Uyguladığım politikanın sonucu.” dedi. Bakalım Asya Kupası’ndaki çeyrek finali büyük başarı sayan Çin, koyduğu hedeflere ulaşabilecek mi?



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.