Zamandk308 eg

Page 1

NEPAL’DE SON 80 YILIN EN BÜYÜK DEPREMI

ıl Nimetleri asen sahibinind lelim ıl bi Nimetleri asen sahibinind bilelim

1 33'TE

www.zamaniskandinavya.dk

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 • YIL : 7 • SAYI : 308 •  DANİMARKA 25 DKK • İSVEÇ 30 SEK • NORVEÇ 35 NKR • FİNLANDİYA 3,5 EURO EKREM DUMANLI

KAMİL SUBAŞI

ALİ BULAÇ

ABDULLAH AYMAZ

Savcılar, Hakimler, Zalimler

Bazı dost bildiklerimizin dost olmadığının anlaşıldığı şu günlerde…

Fas'tan Türkiye'ye bakmak

Şeytanın ayağını öperler

35

11

34

21

Ş A H I N A L P A Y:

AK Parti hayal kırıklığı oldu

Akademisyen ve köşe yazarı Şahin Alpay AK Parti’nin Ergenekon ve Balyoz sanıklarını serbest bırakarak askere siyasetin kapısını açtığını söyledi. Şahin, ‘‘Ordu ilerde halkın rahatsız olduğunu görürse harekete geçebilir. Bu sadece AK Parti için değil Türkiye için de çok kötü olur.’’ dedi. 1 12'DE

SAVCILARIN MAHKEME KARARINI SORGULAMA YETKISI YOK

SUÇ İŞLİYORLAR

POLİSLERİN AVUKATLARINDAN ESEN ÇETİN (ORTADA), TAHLİYE KARARININ UYGULANMAMASINI, “ŞU AN ANAYASA YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMIŞ VAZİYETTE.” DİYE YORUMLADI. 1 13'TE

Kopenhag

Türk

Film Festivali

7 - 13 Mayıs 2015

E YFİ A1413'T’DE ILAI RBSİLAG YYRRIN INTTIL AA


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN ■ İSVEÇ

IŞİD için savaşan 40 İsveçli öldürüldü

İsveç güvenlik servisi SÄPO, Suriye ve Irak’ta şu ana kadar IŞİD adına savaşan 40 İsveçlinin öldüğünü bildirdi. Konuyla ilgili İsveç resmi haber ajansı TT’ye konuşan SÄPO basın sözcüsü Fredrik Milder, söz konusu bu rakamın teyit edildiğini belirterek, ancak teyit edilmeyen ölümlerin de olabileceğini ifade etti. Sözcü Fredrik Milder, “teyit edilen rakamları almak zor, bazen de imkansız” dedi.

■ İSVEÇ

‘‘Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hizmet Hareketi’ne tahammül edemiyor çünkü Hizmet Hareketi sivil toplumu temsil ediyor. Muhalif olan hiç birşeye tahammülü yok.’’ Şahin Alpay Akademisyen, Zaman ve Todays Zaman yazarı

İlk mahsul çilekler satıldı

İsveç’in sezonun ilk çilek hasadı geçtiğimiz hafta içerisinde yapıldı. Toplanan ilk yarım litrelik çilek sepeti açık artırmayla 894 krona satıldı. İsveç’te her yıl yapılan ‘İlk Çileği Yetiştirme Yarışması’nı yine Lars Jacobsen kazandı. Ülkenin güney bölgesi Skåne’de çiftçilik yapan Jacobsen, ürettiği yılın ilk mahsulü ile 9 yıl üst üste birinci oldu. İsveç haber ajansı TT’ye konuşan çiftçi Jacobsen, sahibi olduğu üç serasının ısı ayarlarını şubat ayından itibaren yavaş yavaş artırarak istenen sonuca ulaştığını söyledi.

■ DANIMARKA

Suça meyilli gençler işe yerleştiriliyor

■ İSVEÇ

Büyükelçi Türkmen, koltuğunu çocuklara devretti ‘‘Norveç’in başta Suriye ve diğer bölge ülkelere yaptığı insani yardımları, yine bölgede değerlendirilmeli. ’’ Erna Solberg Sağ Parti (H) Başkanı ve Norveç Başbakanı

Yeni “okul sonrası tasarısı” ile 18 yaşın altında olan ve suça karışma riski bulunan gençler, sokaklardan alınıp bir işe yerleştiriliyor. Okul sonrası tasarısı, hükümetin birkaç gün içerisinde tamamen açıklayacağı çocuk suçlarına ilişkin teklifinin bir parçası. Sosyal İşler Bakanı Manu Sareen, “Çocuk ve gençlerin suça karışmalarını engellemek için elimizden gelen bütün çabayı göstermeliyiz.” şeklinde konuştu. Hükümet 2016-2019 yılları arasındaki dönemde 13-17 yaşları arasında suça karışma riski taşıyan gençlere yönelik iş piyasasında okul sonrası iş için yıllık 2 milyon kron ayıracak. 6 belediyede bu konuya ilişkin düzenlemeler yapılacak. Sosyal İşler Bakanı, tasarının gençlere başarılı deneyimler, sosyal beceriler ve suça alternatif bir hayat sağlayacağını söyledi. Manu Sareen Ramboll 2009 çalışmasının boş zamanı olan gençlerin daha geç çalışmaya başladığını gösterdiğini, mezun olduktan sonra gençlerin hayatlarını yaşama eğiliminde olduklarını söyledi. Hükümet teklifinde, Kopenhag’da Dansk Supermarked ve Tiger Mağazaları’nın sahibi Zebra A/S’de uygulanan “eğitim sonrası bir mentorlu iş” projesinden ilham aldı.

Kamil Subaşı k.subasi@zamaniskandinavya.dk

Haber Merkezi Editorial Center Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya, Engin Tenekeci haber@zamaniskandinavya.dk

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552 IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Türkmen’i makamında ziyaret etti. Öğrencilerle teker teker ilgilenen Büyükelçi Türkmen, 23 Nisanlarda uygulanan gelenek gereği koltuğunu bir süreliğine küçük elçilere devretti. Büyükelçi Türkmen’in koltuğuna oturan öğrenciler çeşitli mesajlar verdi.

■ İSVEÇ

İsveçlilerin yarısı dilenciliğin yasaklanmasını istiyor Aftonbladet gazetesinin yaptığı kamuoyu yoklamasına göre, halkın yüzde 50’si İsveç’te dilenciliğin yasaklanmasını istiyor. Ancak hükümet yasakla sorunun çözülemeyeceğini düşünüyor. Stefan Löfven liderliğindeki hükümetin sorunun çözümü ile ilgili atadığı Koordinatör Martin Valfridsson, son dönemlerde özellikle Romanya’dan gelen dilencilerin akışını ancak Romanya’da yapılacak bir çalışma

ile durdurulabileceğini söylüyor. Martin Valfridsson, bunun için Romanya hükümeti ile yerelde çalışmaya devam edeceklerini kaydediyor. Stockholm Belediyesi Sosyal Birimi’nden yapılan bir açıklamaya göre, Stockholm’de AB ülkelerinden gelen 1500 ila 2000 arasında evsiz dilenci yaşıyor. Bu rakamın iki yıl öncesine oranla ikiye katlandığı belirtiliyor.

■ DANIMARKA

Okullarda sorunlar devam ediyor 470 bin öğrenciyi kapsayan ilkokullara yönelik ilk ulusal mutluluk değerlendirmesi sonuçlandı. Mutluluk araştırması, öğrencilerin genellikle okullarında iyi hissettiklerini ancak mutluluğun birinci öncelik olması için hala üzerinde durulması gereken bazı konular olduğunu ortaya koydu. Örneğin, tuvaletler hala rutubetli ve bazı sınıflarda hala sorunlar

Sahibi/Publisher: Moving Media ApS Yönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer Vedat Oğuz Genel Yayın Müdürü Editor-in-Chief

İsveç’in çeşitli illerinde hafta sonu toplu programlarla kutlanılan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği’nde de kutlanıldı. İsveç okullarında okuyan bir grup Türkiye kökenli ilköğretim öğrencisi, Türkçe anadil öğretmenleri ile birlikte Büyükelçi Kaya

Benim Ailem Editörü Süleyman Uysal Grafik Tasarım Sebahattin Çelebi Reklam / Advertising +45 71 51 43 85

CVR-nr. 25065557

var. Okul Müdürleri Derneği Başkanı Claus Hjortdal, “Araştırmanın bu şekilde sonuçlanmasını bekliyorduk. Bu sorunlara geçtiğimiz birkaç sene içerisinde değinilmişti. Karşılaştığımız sonuçlar hiç şaşırtıcı değil.” dedi. Yapılan ölçümler Claus Hjortdal’ı şaşırtmamış olmasına ve elde edilen sayıların ilerleyen yıllarda önem kazanacak olmasına rağmen, yapılan ölçümler oldukça faydalı.

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ • İsveç: Menaf Alıcı ..................................................................................................................................... • Norveç: Ömer Fevzi İpek .......................................................................................................................... • Finlandiya: Fahrettin Çalışkan ................................................................................................................. • Aarhus: Rasim Atakan .............................................................................................................................. • İstanbul: Salih Beşir..................................................................................................................................

+46 72 336 35 54 + 47 47 23 03 91 + 358 46 63 44 686 + 45 42 20 66 16 + 90 5332 83 89 86

Reklam .........................................................yildirim@bahar.dk .................................................... +45 71 51 43 85 Okur Hattı: ...........................................info@moving-media.dk Abone: ..................................................info@moving-media.dk............................................+45 70 20 69 70 Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir.

Moving Media ApS • Sluseholmen 2, 1 • 2450 København SV • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

■ NORVEÇ

Yüksek eğitime rekor sayıda başvuru Norveç genelinde yüksek eğitim kurumlarına kayıt başvurusunda bulunanların sayısının yeni rekor kırdığı açıklandı. Norveç Öğrenci Yerleştirme Kurumu’nun (Samordna Opptak) verilerine göre, önümüzdeki eğitim yılı için 127 bin 900 kişinin yüksek eğitim kurumlarına başvurdu. Sayıda, geçen seneye göre yaklaşık 8 bin artış yaşandı. En çok başvurulan bölümler sağlık, öğretmenlik ve fen bilimleri. Uz-

manlar, başvuru sayısında artış görülen bu bölümlerin ileride en çok ihtiyaç duyulacak iş gurupları olduğunu söyledi. Yüksek eğitime başvuran yeni neslin, kariyer seçimini toplumun gelecekteki ihtacına göre yaptığına dikkat çekti. Gelişmelerin üzerine Devlet Televizyonu’na konuşan geçici Eğitim Bakanı Elisabeth Aspaker, hükümetin bu bölümlere olan ilginin yüksek olmasından dolayı oldukça memnun olduğunu ifade etti.

■ NORVEÇ

Çalışma yaşı sınırı tamamen kaldırılabilir Norveç hükümeti, önümüzdeki aydan itibaren 70’ten 72’ye çıkarılan çalışma yaşı sınırının tamamen kaldırmak istiyor. İktidar Sağ Partisi (H), geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği bir kongrede, çalışma yaşı sınırının tamamen kaldırılması gerektiğine karar verdi. Parti, emniyet güçleri ve itfaiye çalışanları gibi özel çalışma yaşı sınırı bulunan mesleklerin de yaş sınırının yükseltilmesine karar verdi. Başbakan ve Sağ Parti Başkanı Erna Solberg, Norveç

Haber Ajansı’na (NTB) yaptığı açıklamada, “İdeal olarak, çalışmak için bir yaş sınırı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ancak (belirli bir yaştan sonra) çalışma hakkı, kişinin çalışabiliyor olmasına bağlı olacak.” dedi. Öte yandan, kararı destekleyen Meclis Çalışma ve Sosyal Komitesi Başkanı Arve Kambo ise, yaş sınırının hemen kaldırılmaması, önce önümüzdeki aydan itibaren 72’ye çıkarılan yaş sınırının etkilerinin görülmesi gerektiğini hatırlattı.

■ DANIMARKA

Yüzbinlerce kişinin hiç birikimi yok Danimarkalılar emeklilik için para biriktirmekte zorlanıyor. TNS Gallup tarafından Nordea için gerçekleştirilen bir araştırma bu sonucu göre; 2009 ile kıyaslandığında, özel bir emeklilik fonuna yatırım yapıp para biriktirmek daha da zorlaştı. Araştırma 600 bin yetişkin Danimarkalının herhangi bir birikimi olmadığını gösterdi. Katılımcılar arasında yaşlılardan çok gençler, kadınlardan çok erkekler ve yüksek maaş alanlardan çok düşük maaş alanlar bulunuyor. Araştırma, 18-65 yaş arası 3,5 milyon Danimarkalı arasında gerçekleştirildi. Başka bir deyişle, Danimarkalıların yüzde 17’sinin hiç birikimi bulunmuyor. Birikim yapanlar arasında 1,8 milyon Danimarkalı sadece bankada birikim yapmakla kalmıyor, ayrıca özel emeklilik fonu veya menkul kıymetler yatırımı yapıyor.

■ NORVEÇ

Nepal depremine 30 milyon kron yardım Norveç Hükümeti’nin, Nepal’deki depremzedelere ilk etapta 30 milyon kron yardım göndereceği açıklandı. Dışişleri Bakanı Børge Brende, yardımın Birleşmiş Milletler (BM) ve gönüllü yardım kuruluşları aracılığla ulaştırılacağını söyledi. Dünya toplumunu Nepal’e yardım etmeye davet eden Brende, depremin bilançosunun bir an önce belirlenip, gereken yardım ihtiyacının hesaplanması gerektiğine işaret etti. Bakan

Brende, depremin bilançosunun ortaya çıkmasının ardından Norveç’in ek yardımda bulunabileceği sözü verdi. Depremde hayatını kaybedenlerinin sayısını korkunç olarak nitelendiren Başbakan Erna Solberg ise, Nepal’deki yoksulluk nedeniyle ölü sayısının yükselebileceğinin altını çizdi. Öte yandan, 7,8 şiddetindeki depremde Nepal’de bulunan 150 Norveç vatandaşı arasında ölen ya da yaralanın olmadığı açıklandı.

■ DANIMARKA

Hastalar özel hastanelere sevk ediliyor

Genel olarak, yalnızca bir banka hesabında para biriktiren Danimarkalıların sayısı 2009 yılından itibaren artarak ikiye katlandı. Her 10 Danimarkalıdan 3’ünün bir mevduat hesabı bulunuyor.

Röntgen çektirme veya göz ameliyatı gibi işlemler devlet hastanelerinden ziyade özel hastanelerde yapılıyor. Berlingske gazetesi, Danimarka Bölgelerini kapsayan yeni bir rapora göre geçen sene 100 bin hastanın tedavi için özel kliniklere gönderildiğini yazdı. Geçen yıla kıyasla bu önemli bir artış ve devlet hastanelerinden özel hastanelere doğru artan trafik, 2000’li yılların sonunda bir yılda 110 bin hastanın süreçleri hızlandırmak ve bekleme sıralarını azaltmak için özel hastanelere sevk edildiği rekor seviyeye

ulaştı. Danimarka Bölgeleri Sağlık Komitesi Başkanı Ulla Astman,“Devlet hastanelerinin yetersiz kapasitede olmasının pek çok sebebi var. Hastalar bu alandaki haklarının farkındalar ve devlet hastanelerindeki bekleme sıraları çok uzun olduğunda, işbirliği için özel hastanelerle anlaşma yapmak mantıklı.” dedi. Özel hastanelere sevk edilen hastaların sayısındaki artış, hastaların rahatsızlıklarını öğrenmek için birkaç ay beklemesini engellemek amacıyla geçen yıl alınan “eş zamanlılık” kararının ardından gerçekleşti.

Østerbro Østerbro I N T E R N AT I O N A L S C H O O L

I N T E R N AT I O N A L S C H O O L

As your child grows

We grow with them at Østerbro International School, where the individ- ual comes first. Our primary aim is to identify and appreciate the unique potential of each pupil and develop it to the full in a caring, comfortable and happy environment. Pupils receive an excellent, well-rounded educa- tion from dedicated and well-qualified teachers, developing qualities which will equip them to face life’s challenges with self-belief and optimism. Østerbro International School • Præstøgade 17 • 2100 Copenhagen Ø Tel.: +45 70 20 63 68 • Website: www.oeis.dk • E-mail: info@oeis.dk

Bygger bro til fremtiden


4 İSKANDİNAVYA ‘Eroinle tedavi’ yasa teklifi yolda

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

İşçi Partisi (Ap), Meclis’e, eroin bağımlılarını eroinle tedavi etmeğe yönelik bir yasa teklifi sunmayı planlıyor. ENGİN TENEKECİ OSLO

1teki İşçi Partisi (Ap), kendi içerisinde

Norveç’in en büyük ve anamuhalefet-

tarihi bir yasa tasarısını onadı. Partinin yakın zamanda Norveç Meclisi’nin onayına süreceği ‘eroin yasası’ isimli kanun teklifi, ağır eroin bağımlı hastalarını eroinle tedaviyi içeriyor. Yasa teklifini, Norveç Sosyalist Sol Partisi (SV) ve Norveç Sol Partisi de (Vp) destekliyor. Yasa tasarısının öncülüğünü İşçi Partili Norveç’in eski Başbakanı ve şimdiki NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in babası Thorvald Stoltenberg yapıyor. Yakın zamanda eroin bağımlısı kızı Nini Stoltenberg’i aşırı dozdan kaybeden Stoltenberg, parti onayını tarihi bir karar olarak niteledi. ‘’Şu anda kızım Nini’yi hissediyorum. Eminim ki (karardan dolayı) oldukça mutlu.’’ diyen acılı baba, partinin onayladığı yasa teklifinin ülkenin uyuşturucu politikasını değiştireceği umudunda olduğunu söyledi. Yaklaşık 20 yıldır kanun tasarısının parti içinde onaylaması için çaba harcadığını söyleyen Thorvald Stoltenberg, 84 yaşında olduğunu, bu konu hakkında asla pesetmediğini belirtti. Stoltenberg, bundan sonra da işin ucunu bırakmayacağı sözünü verdi. Oldukça mutlu olduğunu dile getirdi. Kanun teklifinin devamlı tartışılarak gündeme getirilmesi gerektiğini savundu. Ancak yasa teklifine karşı çıkan İşçi Partililer de oldu. Partili bazı emekli belediye ve bölge başkanları, doktorların

Thorvald Stoltenberg, 20 yıldır kanun tasarısının parti içinde onaylaması için çaba harcadığını söyledi. FOTOĞRAF:AP

ağır bağımlılar için uygulayacağı bu tür tedavinin, eroine bağımlılığı artıracağını savundu. Onlara göre, kanun gereği eroin

bağımlılarının devlet kontrolü altında eroinle tedavi görmesi, dışarıda uyuşturucu ticaretinin artışını tetikleyebilir.

Norveç genelinde 5 bin kişi eroin tedavisi görüyor. Bunlardan her yıl yaklaşık 256’sı hayatını kaybediyor.

BAŞBAKAN SOLBERG:

Mültecilere kendi bölgelerinde yardım edilmeli Anamuhalefetteki İşçi Partisi (Ap), mülteci kotasını 10 bine çıkartmak için yasa teklifi hazırladı. Ancak anamuhalefetin kanun teklifine başta iktidar ve koalisyon partileri olmak üzere, valilik ve bölge başkanları da karşı çıktı. ENGİN TENEKECİ OSLO

1ladığı, ‘ Norveç, 10 bin mülteci almalı’ yasa Anamuhalefetteki İşçi Partisi’nin (Ap) hazır-

teklifine, iktidar sıcak bakmadı. Kanun tasarısına ilişkin, partisinin yıllık toplantısında konuşan İşçi Partisi (Ap) Başkanı Jonas Gahr Støre, Norveç’in 2015’te 5 bin, 2016 ise 5 bin olmak üzere toplam 10 bin sığınmacı alması gerektiğini açıkladı. Ancak koalisyondaki İlerleme Partisi (Frp) kanun teklifine karşı çıkarken iktidardaki Sağ Parti (H) Başkanı ve Başbakan Erna Solberg ise, Norveç’in başta Suriye ve diğer bölge ülkelere yaptığı insani yardımların, yine bölgede değerlendirilmesi gerektiğine işaret etti. Libya, Irak ve Suriye’de 4 milyonun üzerinde sığınmacı mevcut. İşçi Partisi (Ap) Başkanı Jonas Gahr Støre, dünyanın 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana böyle kötü bir görüntüye tanıklık etmediğini söyledi. Bölgeye ekstra insani yardım yapmaya müsait ülkelerin, bunu bir an önce hayata geçirmesi gerektiğini hatırlattı. Støre, Norveç olarak bölgelere yapılacak insani yardımları güçlendireceklerini belirterek, ‘’Dayanışma ve merhametimizi göstererek, bölegede acil ihtayacı olanlara yardım etmeliyiz.’’ dedi. İşçi Partisi, diğer partilerin de desteğini alarak

yasayı Meclis onayından geçirmek istiyor. Ancak, 10 binlik mülteci kabulü yasasına neredeyse Norveç’in tüm valilikleri karşı. Norveç gazetelerinden Dagsavisen, konuyla ilgili ülke genelinde 19 valilikten 16’sıyla görüştü. Gazete, 15 valiliğin kanun tasarısına ‘hayır’ dediğini aktardı. Bir valiliğin ise karasız kaldığını belirtti. ‘Norveç’in kapasitesi, 10 bin Suriyeli mülteci için yeterli değil’ İktidardaki Sağ Parti bölge başkanları da İşçi Partisi’nin kanun teklifine karşı. Birçok bölge başkanı, rakamın oldukça yüksek olduğunu bildirdi. Buskerud Bölge Başkanlığı\na göre, 10 bin kişiyi bir anda ülkeye getirmek anormal birşey. ‘’Kaldı ki hükümet, Norveç’e sığınan hali hazırdaki sığınmacı meselesini dahi halletmiş değil.’’ diyen başkanlık, şu anki sığınmacı politikalarının dahi oturmadığına göndermelerde bulundu. Nord-Trøndelag Bölge Başkanı Elin Agdestein ise, 10 bin sığınmacının üllke kapasitesi için oldukça fazla olduğunu kaydetti. Norveç’in en büyük bölgelerinden biri olan Hordaland’ın valiliğini yapan Liv Kari Eskeland da yer darlığından dert yakındı. Kendi bölgesinin yılda sadece 30 ila 60 sığınmacı alabildiğini hatırlattı. Eskeland şunları dedi: ‘’10 bin sığınmacı almamız, bunlara iyi bir yaşam sağlama sorumluluğu yüklenmemiz anlamına da geliyor. Şu an zaten 6 bin sığınmacı işlemlerinin tamamlanmasını bekliyor.’’

Başbakan Solberg, Suriye ve diğer bölge ülkelere yapılan insani yardımların, yine bölgede değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.


5 İSKANDİNAVYA

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

28 yaşında parti başkanı oldu MENAF ALICI STOCKHOLM

1si’nin liderliğine, 28 yaşındaki Ebba İsveç Hıristiyan Demokratlar Parti-

Oktay Usta hem yarıştırdı; hem eğlendirdi ZAMAN STOCKHOLM

1Usta, Stockholm’deki gurbetçilerle bir

Yeşil Elma programıyla tanınan Oktay

araya geldi. Gurbetçilerin yoğun ilgi gösterdiği yemek yarışmalı programda renkli görüntüler yaşandı. Merkezi Stockholm’de bulunan İsveç-Türk Dernekleri Federasyonu (FEDESTA) çatısı altında faaliyet gösteren Tulpan Kadın Derneği’nin davetlisi olarak İsveç’e gelen Türkiye’nin ünlü aşçısı Oktay Usta, gurbetçi bayanları yemeklerle yarıştırırken, aynı zamanda hoş sohbetiyle eğlendirdi. Sabah saatlerinde Rinkebyskolan’da, öğleden sonra da Vårbyskolan’da iki ayrı kermes programına katılan Oktay Usta,

görsel şovları ve yemek yarışmasının yanı sıra yanında getirdiği 20 kadar önlüğünü de açık artırma usulü sattı. İlgiden oldukça memnun olan Oktay Usta, buradan elde edilen gelirin ihtiyaç sahibi öğrencilere bağışlandığını duyurdu. Program bünyesindeki yarışmalara bayanların yanı sıra erkekler de ilgi gösterdi. Oktay Usta bayanları çeşitli yemeklerle yarıştırırken, erkekleri de soğan doğratarak yarıştırdı. Vårbyskolan’da yapılan yarışmada hamurişi kategorisinde Sevgi Gül, Filiz Uzel ve Nurten Akpınar dereceye girerken, Pasta/tatlı kategorisinde Elmas Yıldırım, Özlem/Fatma Kanat ve Sultan Unsal kazandı. Yarışmalarda dereceye girenlere çeşitli ödüller verildi.

Busch Thor seçildi. Ebba Busch Thor, parlamentodaki en genç parti başkanı ve partisinin de ilk kadın lideri oldu. Muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Parti’nin 2004 yılından bu yana parti başkanlığını yapan Göran Hägglund’un istifa etmesinden ardından, yapılan parti kongresinde yeni lideri belirlendi. Seçime tek aday olarak giren Ebba Busch Thor, seçildiğinin ilanından sonra yaptığı konuşmada “Gelecek zamanlar, en güzel zamanlarımız olacak” dedi. Thor seçim öncesi de, “Partinin geleneksel muhafazakar değerlerini savunmaya ve ailelerin hakları için mücadele etmeye devam edeceğim.” demişti. Uppsala Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde ‘barış ve çatışma çalışmaları alanında’ eğitim gören Thor, 2006 yılında Hıristiyan Demokrat Parti’ye üye olmuştu. Hıristiyan Demokatlar’da 2004 yılından beri liderlik koltuğunda oturan 55 yaşındaki Göran Hägglund geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleştirilen genel seçimlerdeki başarısızlık sebebiyle istifa etmişti. Hıristiyan Demokrat Parti’nin 349 sandalyeli İsveç Parlamentosu’nda (Riksdag) 16 milletvekili, Avrupa Parlamentosu’nda ise 1 milletvekili bulunuyor. 1964 yılında kurulan Hıristiyan Demokrat Parti ilk kez 1985 yılında barajı aşmış ve parlamentoya girebilmişti.

ANADOLU’MUZUN MUTFAĞI İşyerlerine, düğünlere, doğum günlerine ve her türlü özel günlere...

Anadolu’muzun, sıcak ve soğuk yemeklerini servis yapmaktan mutluluk duyarız. Eksotiske Delikatesser A/S • Industrigrenen 21, 2635 Ishøj • Telefon: +45 7023 2808 www.delikate.dk • delikate@delikate.dk • Açılış saatleri: Pazartesi-Cuma 8-17 • Cumartesi 8-13

© Moving Media ApS

1250 m2’lik modern ve hijyenik mutfağımızla, 25.000 paket üretim kapasitemizle, ve 28 tecrübeli personelimizle...


6 İSKANDİNAVYA Vicdanlara batan tekneler

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Savaş ve yoksulluktan kaçan göçmenlerin umutları bindikleri teknenin batmasıyla Akdeniz’e gömülürken; son facialar sonrası Avrupa cüzdandan önce vicdanın sesine kulak vermeye başladı. HASAN CÜCÜK KOPENHAG

1düğü ‘anavatanlarını’ terk edip Av-

Savaşın ve yoksulluğun hüküm sür-

rupa’ya ulaşmanın hayalini kuran binlerce kaçak göçmenin umutları Akdeniz’in serin sularına gömülüyor. Baharın gelmesiyle birlikte iptidai teknelerle Libya’dan İtalya’ya ulaşmaya çalışan mültecilerle ilgili ölüm haberleri peş peşe gelmeye başladı. Öyle ki geçtiğimiz günlerde sadece iki teknenin batması sonucu ölenlerin sayısı 1100. Bu yıl toplamda ölenlerin sayısı ise 1500’ü aştı. Ölenlerin çoğunluğu savaş ve iç karışıklığın devam ettiği Suriye, Eritre ve Afganistan vatandaşlarından oluşuyor. Libya’dan Avrupa’ya geçmek için bekleyen 1 milyon mültecinin olması Avrupa Birliği (AB) ülkelerini çaresiz bırakıyor. Ölü sayısının artmasının en önemli nedeni ise İtalyan Deniz Kuvvetleri’nin yürüttüğü kurtarma operasyonlarını, AB’den yeterli maddi destek gelmemesi sebebiyle Kasım 2014’te sonlandırılması. AB ülkeleri mülteciler konusunda ‘cüzdan ile vicdan’ arasında kaldı. Ölümlerden dolayı vicdani rahatsızlık duyan ülkeler, iş sorunların çözümü için ‘cüzdana’ geldiğinde yan çiziyor. Mülteci akınının hedef ülkeleri olan İtalya, İspanya ve Yunanistan, diğer AB ülkelerinden gerekli destek görmemekten şikayetçi. 2013’te yaşanan mülteci teknesi kazalarından sonra İtalyan Deniz Kuvvetleri, Mare Nostrum (Bizim Denizimiz) adı verilen arama-kurtarma misyonunu hayata geçirdi. Libya ve Tunus kıyılarına kadar devriye gezen İtalyanlar, Ekim 2013-Kasım 2014 arasında 170 bin mülteciyi kurtardı. Mare Nostrum’un yıllık maliyeti İtalya’ya 150 milyon Euro civarındaydı. Ülkede başgösteren ekonomik krizden dolayı AB’den maddi destek isteğine hayır cevabı alınca Mare Nostrum misyonuna son verdi. Kasım 2014’te AB sınır koruma teşkilatı Frontex koordinasyonuyla Triton adlı arama-kurtarma misyonu başladı. 21 AB ülkesinin destek verdiği Triton, Mare Nostrum’a göre hem daha az bütçeli hem de sadece İtalya ve Malta açıklarında 30 millik bir alanda faaliyet gösteriyordu. Mare Nostrum, mültecilerin kurtarılmasını, Triton ise sınırların korunmasını misyon ediniyordu. Ölümcül tekne kazaları açıklarda gerçekleşirken, Triton’un alanı dışında gerçekleşen kazalara zamanında müdahale etmek imkansız oluyordu. Mare Nostrum döneminde her 50 mülteci gemisinden biri batarken, Triton döneminde her 23 tekneden biri Akdeniz’in serin sularına gömüldü. Mare Nostrum misyonuyla 170 bin mültecinin kurtarılması, bir başka tartışmayı başlatıyordu. ‘Nasıl olsa bizi boğulmadan kurtarırlar’ diyenler Avrupa’ya akın ediyordu. Rakamlar AB ükelerini haklı çıkarıyordu. 2013’te 60 bin kaçak Avrupa ülkelerine geçerken, Mare Nostrum’un başladığı 2014’te bu rakam 219 bine çıkıyordu. Son facialardan sonra AB, mülteci tekneleriyle ilgili Avustralya’nın uyguladığı ‘katı sistemi’ ciddi ciddi tartışmaya başladı. Avustralya Başbakanı Tony Abbot, AB liderlerine seslenerek “Bizim gibi yapın, mülteci teknelerini geri döndürün.” çağrısında bulundu. Kulağa hoş gelen bu çözüm Avrupa’nın kendi değerleriyle çelişmesi anlamına geliyor. Bugün Avrupa’nın yaşadığı kaçak göçmen sorununun benzerini Avustralya da uzun yıllar yaşadı. 1,5 yıl öncesine kadar her gün yüzlerce göçmen kaçak olarak Avustralya sahillerinden karaya çıkıyordu. Abbot, iktidara gelince Kuzey Avustralya sahillerinde devriye kuvvetlerini artırdı. Avustralya kara sularına giren tekneler, sahil güvenlik tarafından zorla geri döndürüldü.

Kamboçya ve Papua Yeni Gine’de mülteci kampları kuran Avustralya hükümeti, geriye döndürülen kaçak göçmenleri bu kamplara yönlendirdi. Böylece hem insan kayıplarının önüne geçildi hem de ülkeye giren kaçaklara engel olundu. Mülteci kamplarının giderleri Avustralya hükümeti tarafından karşılanıyor. Tony Abbot, bu sistemle aynı zamanda ‘gerçek mültecilerin’ ortaya çıktığını savunarak “Kamplarda toplananlar iltica başvurusunda bulunuyor. Yapılan incelemelerde başvurusu kabul edilenler Avustralya’ya geliyor.” diyor. Avustralya modeline benzeye uygulamayı 2003’te zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair teklif etmişti. Blair, Libya ve Tunus’ta ‘mülteci kabul merkezi’ kurulmasını önermişti. Avrupa’ya geçmek isteyen ‘gerçek mülteciler’ bu kamplara gelerek iltica başvurusu yapacaktı. Blair’in bu teklifi o yıllarda kabul görmezken, şimdi ise Kaddafi sonrası oluşan kaostan dolayı Libya’da böyle bir merkezin kurulması imkânsız oldu. Akdeniz’in adını ‘Ölüm Denizi’ne çıka-

ran mülteci ölümleri birilerinin umutlarını söndürürken, insan tacirleri için kazanç kapısı olmaya devam ediyor. İnsan tacirleri arasındaki ‘iletişim’, AB ülkeleri arasındaki iletişimden daha profesyonel olduğu için mücadele yeterince etkin olmuyor. Afrika’dan Avrupa’ya kaçak göçmen taşıyan tacirlerin yıllık kazancının milyonlarca Euro olduğu belirtiliyor. Önceki hafta Libya açıklarında boğulan 700 mülteciden tacirlerin kazancının 3,5 milyon Euro olduğu tahmin ediliyor. Libya-İtalya arası yaklaşık 120 deniz mili. Bu en az 5-6 saatlik bir yolculuk anlamına geliyor. Libya sahillerinden mülteci teknelerini uğurlayan ‘insan tacirleri’ birkaç saat sonra İtalyan yetkilileri arayıp ‘yeni bir teknenin yolda’ olduğunu ihbar ediyor. Bu sayede mültecilerin boğulmadan kurtarılması sağlanıyor. Tacirler bunu ‘mültecileri sevdiğinden’ değil, boğulma vakalarının artmasıyla kaybedecekleri ‘yeni müşterilerin’ hatrına yapıyor. İtalya’nın Lampedusa Adası’nda Frontex görevlisi olarak 3 ay çalışan

Danimarkalı polis memuru Kitt Hald, havaların ısınmasıyla mülteci akınının başladığını söylüyor. Hald, Libya’da Avrupa’ya geçmek için bekleyen 1 milyon kişinin varlığından dolayı “Önümüzdeki günlerde daha fazla tekne kazaları olacak.” uyarısında bulunuyor. Bu yıl Akdeniz’de ölenlerin sayısının şimdiden bin 500 geçmesiyle 47 Avrupa ülkesinin parlamenterlerinden oluşan Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi (AKPM) adına Fransız parlamenter Thierry Mariani bir rapor hazırladı. “Akdeniz’de İnsan Trajedisi: Acil Eylem Gerekli” başlıklı rapor ve beraberindeki karar tasarısı Strasbourg’da yapılan oylamada 1’e karşı 88 oyla kabul edildi. Raportör Mariani, genel kurulda yaptığı konuşmada “Akdeniz artık Ebola’dan daha fazla öldürüyor.” ifadesini kullandı. AKPM; AB ülkelerine, Akdeniz üzerinden göç akımı konusunda ortak bir tutum belirleme, tüm AB ülkelerinin katkılarıyla arama ve kurtarma operasyonlarını yoğunlaştırma, insan ticareti yapanlarla ortak mücadele, alternatif yasal göçü kolaylaştırma, göçmenlerin geldiği ve transit geçtiği ülkelerde insani yardım ve kalkınma projelerini artırma, bu ülkelerle idari ve hukuki işbirliğini genişletme ve uluslararası korumaya muhtaç kişilere iltica hakkı tanıma çağrısında bulundu. AB liderleri, art arda yaşanan mülteci tekne kazalarından sonra Brüksel’de acil toplanan zirvede buluştu. Liderler, 10 maddelik eylem planında yer alan AB’nin arama-kurtarma operasyonu Triton’a aktarılan finansal kaynakların güçlendirilmesi, kaçakçılara ilişkin deniz araçlarının yok edilmesi, veri (bilgi) ve istihbarat paylaşımının genişlemesi, sığınma başvurularının düşünme sürelerinin kısaltılması ve Libya gibi göç veren ülkelerle işbirliğinin güçlendirilmesi konularında görüş birliğine vardı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, 700’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği facia sonrası “Dehşete düştük. İnsan kaçakçılarını durdurmak için elimizden geleni yapmalıyız, yapacağız.” demişti. “Akdeniz’de her gün bir trajedi yaşanıyor.” diyen İtalya Başbakanı Matteo Renzi de Avrupa’nın ‘sistematik bir katliama’ tanıklık ettiğini söylemişti.



8 İSKANDİNAVYA

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Elçilik önünde Mehter marşlı nöbet MENAF ALICI STOCKHOLM

1dolayısıyla gösteri düzenleyen bir grup Stockholm’de, 1915 olaylarının 100. yılı

‘Yaş farkı’ gerekçesiyle Konyalı eşi M. Sakar’ı Norveç’e getiremeyen Norveçli A. K. Langhus, İsveç’e taşınma kararı aldığını açıkladı. FOTOĞRAF: ÖZEL

Ermeni, Türk Büyükelçiliği’ne yürüdü. İsveç Ermeni Dernekler Birliği’nin organizasyonu ile Stockholm şehir merkezinde toplanan bin kadar Ermeni; bayraklar, döviz ve pankartlar taşıyarak, marşlar eşliğinde Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği’ne doğru harekete geçti. İsveç polisi, grubu elçilik binasının yanına yaklaştırmadı. Göstericiler, elçiliğe 50

metre mesafeden sloganlar attı. Elçilik binasının önünde toplanan araların İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu Başkanı Hasan Dölek ve İsveç Azeri Federasyonu Başkanı Settar Sevigin’in de bulunduğu sayıları 30-40 kadar olan Türk ve Azerbaycanlı da karşı gösteride bulundu. Türkiye ve Azerbaycan bayrakları taşıyan grup, “Ne mutlu Türküm diyene”, “Soykırım, uluslararası yalandır” şeklinde sloganlar attı ve Mehter marşları çaldı.

Aile birleşimine yaş farkı engeli Norveç Yabancılar Dairesi (UDI), M. Sakar’a, Norveçli eşi A. K. Langhus (55) ile sahte evlilik yaptığı gerekçesiyle oturum izni vermedi. ENGİN TENEKECİ OSLO

1Sakar’ın, Norveçli eşi A. K. Langhus

Norveç hükümeti, Konya doğumlu M.

(55) ile aile birleşimi için oturum hakkı talebini ‘yaş farkı’ gerekçesiyle reddetti. Kurum, M. Sakar’ın Konyalı olduğunu, daha önce de Konyalı birçok kişinin Norveç oturumu için Norveçli kadınlarla evlilik yaptığını ve bunu tespit ettiklerini bildirdi. Kurum yetkilileri ısrarla bu konuda tecrübelerinin olduğunu savundu. Aftenposten’e konuşan ve 7 yıldır hukuksal mücadele verdikerini belirten A. K. Langhus, ülke genelinde birçok sahte

evliliklerin yaşandığını onayladığını, ancak Norveç hükümetinin kendi evlilikleri meselesinde ‘paranoyakça’ davrandığını ve eşitlik haklarının uygulandığı Norveç’te kadın düşmanlığına maruz kaldığını açıkladı. Langhus, bu konuda gözü kapalı bir şekilde Norveç’in insan hakları kanunları ve demokrasisine güvendiğini söyledi. Langhus, ısrarla eşi Sakar ile evliliklerinin tamamen gerçekçi olduğunu iddia etti. M.Sakar ise, Konya’da doğduğunu ancak iki yaşından sonra Alanya’ya yerleştiğini söyledi. Sakar, doğum yerinin Konya olması sebebiyle alınan bu kararın kendisini hayal kırıklığına uğrattığını belirtti.

Mehmet Toy Aile Uzmanı

Çocuğun muhtaç olduğu dönemde siz problem olmayın! Evlenecek olan kişiler birbirlerinin gönüllerini kazanmak için kendilerini farklı tanıtarak, olduklarından farklı görünmeye çalışırlar. Yer yer yalana başvurarak kendi kusurlarını gizlemeye çalışırlar. Hoşlarına gitmeyen yönlerini gördükleri halde çok şeylere göz yumar ve görmemeye çalışırlar. His ve hevesin hakim olduğu evlilik öncesi dönemde adaylar, birbirlerini yeterince tanıyamadan evliliklerini gerçekleştirmiş olurlar. Evlilik gerçekleştiğinde maskeler yavaş yavaş düşmeye başlar; evlilik öncesinde katlanılan zahmetlere artık pek rastlanmaz, gerçek kişilikler yavaş yavaş ortaya çıkar ve tavır takınmalar boy gösterir. Eşlerin birbirlerine karşı gerçek kişiliklerini sergilemeye başladıkları ve birbirilerine tahammül edememeden dolayı sıkıntıların boy gösterip, arzu ve beklentilerin azalmaya başladığı bu dönem çok tehlikeli bir dönemdir. Eşler arasında ayrılıkların en çok yaşandığı dönem, evliliklerin ilk beş yılı ile ikinci beş yılıdır. Yani ilk on yıl içerisinden yaşanan ayrılıklar diğer yıllara oranla daha fazladır ve bu ayrılıklardan da en çok zararı çocuklar görmektedir. Bu iki dönem göz önünde bulundurulduğunda normal

şartlarda eşlerin 0-6 yaş gurubuna sahip çocuklarının olduğu görülmektedir. Eşlerin kendi uyum sorunlarıyla uğraştığı-uyumlu aileleri tenzih ederiz-bu dönemde, çocuklara yeterince ilgi ve alakanın gösterilmemesi, onların sağlıksız bir birey olarak yetişmesine neden olmaktadır. Evlilik hayatında ilk beş yıl ve buna bağlı olarak 0-3 yaş dönemi çok önemlidir. Evlilikleri, ilk beş yıl ve sonraki beş yıl olarak ele aldığımız zaman görürüz ki, evliliklerin ilk beş yılı eşler açısından buhranlı bir dönemdir. En çok ayrılmaların gerçekleştiği bu dönemde, sahip olunan çocukların yaşı 0-3 yaş grubudur. 0-3 yaş dönemi, çocuğun anne baba sevgisine ve şefkatine en çok ihtiyaç duyduğu, birebir ilişkiyi arzuladığı, güven duygularının oluştuğu kısacası çocuğun büyük bir oranda şekillendiği bir dönemdir. İnsan yaşamının hiçbir 3 yılı, 0–3 yaş dönemi kadar kişiliğin şekillenmesinde önemli değildir. Çocuğa karşı başta anne baba olmak üzere, aile fertlerinin yanlış tutum ve davranışları ve çevrenin olumsuz tesirleri onda derin yaralar meydana getirmektedir. Dahası çocukta oluşan bu sorunların telafisi üç yaşından sonra oldukça zordur.

Evliliklerin ilk on yılı ve 0-6 yaş dönemi, ilk döneme oranla daha az hasarlı bir dönemdir, ancak çocuklar açısından yine de çok dikkat edilmesi gerekmektedir. 0-3 yaş dönemi başta olmak üzere, 0–6 yaş grubuna sahip olan çocuklar, gördükleri her şeyi hafızalarına kaydederler. Kaydedilen bu bilgi ve görüntüler hayat boyu çocuğun beyinde bir virüs gibi işlev yapar. Örneğin sürekli kavga ortamında büyüyen bir çocuğun şuuraltına “kavgalı bir yaşam” düşüncesi yerleşir ve böylece çocuğun hayatında kavga hakim olur. Şuuraltı beslenmenin en yoğun olduğu bu dönemde çocuklar, başta anne baba olmak üzere etraftaki kişileri taklit ederler ve onlara benzemeye çalışırlar. Çocuklar açısından sevilme, beğenilme, ilgi ve değer görme gibi duygular çok önemlidir. Bu duygular bir çocuk için bir ihtiyaçtır ve en çokta 0-6 yaş döneminde gereklidir. Böyle hassas bir dönemde anne babaların aralarındaki anlaşmazlıkları; sık sık kavga etmeleri, birbirlerine kaba kuvvet kullanmaları ya da aşağılamları, çocukları korku ve endişeye itmektedir. Üstelik çocukta anne babanın ayrılma korkusu, çocuğun ruhunda çok karmaşık ve kabullenmesi çok zor yıkımlar meydana

getirmektedir. Evliliklerin ilk on yılı ve bu dönemde sahip olunan 0-6 yaş grubu çocukların yetiştirilmesi için başta anne babaların aralarında uyumlu olmaları gerekmektedir. Bu uyum mutluluğa kapılar açmalı, en önemlisi de çocuklara olumlu manada sirayet etmelidir. Çocuk; annem dünyanın en güzel annesi, babam da dünyanın en iyi babası diyebilmelidir. Çocuğu böyle bir düşünceye sevk etmenin yolu, anne babanın çocuklarına karşı vazifelerini en güzel bir biçimde yerine getirmeleri, kendi aralarında münakaşa ve kavgalara meydan vermemeleriyle mümkün olacaktır. Çocuklarınızın ilgi ve alakaya, sevgi ve şefkate, güven ve huzura muhtaç olduğu bir dönemde -çok önemli bir gerekçeniz yoksabirbirinizle uğraşarak, işin sonunu ayrılığa kadar götürüp evlatlarınızı mağdur etmeyin! Çocuğunuzun kendinize ve insanlığa düşman olarak yetişmesini istemiyorsanız, eşinizle aranızdaki problemleri halledin veya en asgariye indirin! Ne olur o masum yavrularınızın hatırı için ayrılmayı düşünmeyin! Ebedi beraberlik için evlilik sözleşmesine attığınız o imzanızın arkasında sonuna kadar durun!


9 İSKANDİNAVYA

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Dünya havacılık tarihinde bir ilk ZAMAN STOCKHOLM

Fyns Privatskole’yi teftiş eden Odense Belediyesi görevlisi Erik Rønn: Okul sadece 4 sene gibi kısa bir sürede böyle ilerlediyse, çok yakında daha da iyi olabilir.

1Dünya havacılık tarihinde geçtiğimiz hafta bir ilk gerçekleşti. İsveç’in kuzey doğu bölgesinde yer alan Örnsköldsvik havaalanına bir yolcu uçağının, 180 km mesafedeki Sundsvall havaalanının hava trafik kulesinden yönlendirilerek inişi gerçekleştirildi. 50 yolcusuyla Saab 2000 uçağı, dünyada ilk kez uzaktan bir operasyonla piste indirildi. İsveç’te sekiz yıl önce başlanan proje geçen hayata geçti. Örnsköldsvik hava trafik kulesinde çalışanların yerini, pisti 360 derece gören kameralar, uçağın sesini algılayan mikrofonlar, sensörler ve antenler aldı. Burada elde edilen bilgiler Örnsköldsvik’in 180 km güneyinde yer alan Sundsvall havaalanında, bundan sonra Örnsköldsvik hava trafiğini yönlendirecek hava trafik kontrolörlerinin televizyon ekranlarına yansıtıldı. Uzaktan Kumandalı Kule Sistemi (Remote Tower System) ismi verilen sitem, İsveç devlet hava nevigasyonu servisi sağlayıcısı LFV ve Saab şirketi tarafından oluşturuldu. Sistemin İsveç Ulaşım Ajansı’nın bütün güvenlik testlerini geçtiği kaydedildi Konuyla ilgili bir açıklama yapan LFV, sitemin standart bir kulenin sağlayacağı servisten daha güvenli olduğunu duyurdu. Bu sitemin önümüzdeki dönemlerde maliyetleri düşürmek için İsveç’in bütün küçük havaalanlarında devreye sokulacağı belirtiliyor. İsveç radyosuna konuşan LFV iletişim direktörü Elisabeth Lindgren, sisteme sadece İsveç’ten değil dünya havacılık endüstrisinden de büyük ilgi olduğunu kaydetti.

ODENSE BELEDIYESI GÖREVLISI ERIK RØNN:

‘Okulunuza sahip çıkın’ BAHAR KIRICI ODENSE

1vatskole’yi teftiş eden Odense

Bir süredir Odense’deki Fyns Pri-

Belediyesi görevlisi Erik Rønn, raporunu okul velilere sundu. Öncelikle bir okul açmak hiç te kolay birşey değil diyen Rønn sözlerine şöyle devam etti: “Okula öğrenci bulursun, öğretmen kadronu hazırlarsın ve birde pek kimsenin bilmediği sahne arkası var; bir okul aynı zamanda bir medeniyetin yetiştiği yerdir. Ben bu okulu açıldığı ilk günden beri, çok yakından takip ediyorum ve itiraf etmeliyim ki, her sene okul daha da iyi oluyor. Öğrencilerin ders ortalamalarına baktığımda diye bilirim ki, devlet okullarıyla kıyasladığımızda çocuklarınız iyi hatta belkide daha iyiler. Özellikle okulunuzda bulunan kitap okuma saatleri

çok güzel. Çocuklar bu şekilde kitap okuma alışkanlığı kazanmış oluyor ve ilerde üniversitede daha başarılı olurlar. Siz velilere diyebilirim ki, gece yatarken çok rahat bir uyku uyuyabilirsiniz, öğretmenlerin çocuklarla olan diyalogları çok iyi, sanki hepsi kardeş. Yani öyle bir saygı ve sevgi. Hangi gün geldiysem okulunuza öğrenciler hep öğretmenleri ile birlikte – hiç boş olduklarını yada dersin boş geçtiğini görmedim. Demokrasi, Danimarka’da halk olarak çok önem verdiğimiz bir değer ve ben diyebilirim ki, bu okulda çocuklar hiçbir baskı altında kalmadan okul yetkilileri ve öğretmenleri ile çok rahat her konuda konuşabiliyor. Okulun arazisi küçük, fakat okulun Fodboldfabrikken’le yapmış olduğu anlaşma çok güzel, çocuklar kaliteli beden eğitimi alıyor. Odense’de sayılı

okul, transport için Fynbus ile özel anlaşma yapıyor ve siz bunlardan birisiniz. Bu çok güzel bir fırsat, çünkü bu şekilde okul herzaman transport ücretini düşünmeden Odensede ve Fyn’de yer alan birçok müze ve aktivite yerlerini gezebilir. Son olarak siz velilere diyebilirim ki, siz okulunuza destek oldukça, çocuklarınızı eğitime motive ettikçe, bu okul daha da güzel olacak. Samimi bir şekilde söylüyorum, okul sadece 4 sene gibi kısa bir sürede böyle ilerlediyse, çok yakında daha da iyi olabilir. Bu sene ilk mezun vermenin heycanı var okulda, öğretmenler rahatlayabilir, çocuklarınıza güzel bir eğitim verdiniz. Bu, elbette sınavda da belli olur. Başarılarınızın devamını diliyorum.” Program okulun velilere sunduğu ikramlar ile son buldu.

Rusya’ya karşı savunma birlikleri güçlendiriliyor Rusya ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki gerginliğin artmasının ardından, Norveç’in askeri birliklerini güçlendirmek için oldukça büyük harcamalarda bulunacağı açıklandı. YASİR ÖZKAN OSLO

Nberg’ten, iktidarda bulundukları sürece Norveç Başbakanı Başkanı Erna Sol-

ülkedeki savunma birliklerine ayrılan bütçenin artırılacağı sözü geldi. Solberg, dışarıdan gelecek muhtemel tehlikelere karşı daha hazırlıklı olunması için savunma blrliklerine ilişkin yatırımlar yapılacağını söyledi. Özellikle, Rusya sınırlarına yakın olan kuzeydeki savunma birliklerini, bu desteğin yapılacağı bölgeler arasında gösterdi. Başbakan Solberg, katıldığı parti kongresinde Rusya’yı sert bir dille eleştirdi. Rusya’nın dünya tarihinde gurur duyulması gereken birçok dalda başarısı bulunduğunu, ancak günümzdeki siyasi duruşu sebebiyle gurur duyulacak birşeyin kalmadığına dikkat çekti. Solberg, Rusya’yı, dünyaya oldukça katkıda bulunmuş bir ülke olarak niteleyerek, olumsuz yanlarına da değindi. “Rusya’da demokrasi ve ifade özgürlüğü yoğun baskı altındadır.” diyen Başbakan Solberg, Rusya’nın insan haklarını çiğnediğini, Ukrayna’yı sahiplenerek istikrarsızlaştırdığını belirtti. Gelecekte nasıl bir Rusya ile karşı

karşıya kalınacağının bilinmediğine işaret eden Solberg, Norveç’in askeri birliklerini güçlendirecek yatırımlarda bulunmasıyla birlikte Rusya’ya açıkca bir mesaj gönderdiğini belirtti. Norveç’in bir NATO ülkesi olduğunu hatırlatan Solberg, sert bir dil ile eleştirdiği Rusya’nın, Norveç’in gerektiğinde kendi güvenliğini sağlayabileceği mesajını vermek istediğini ifade etti. Verdiği mesajın oldukça açık olduğunu söyleyen Solberg, “Kimse, bizi sıkıştırabileceğini düşünmemeli.’’ dedi. Öte yandan, geçtiğimiz haftalarda Norveç, İşveç, Danimarka, Finlandiya ve İzlandalı bakanlar, başta Rusya olmak üzere dişarıdan gelecek tehlikelere karşı daha hazırlıklı olunması için bu ülkeler arasında daha çok ortak askeri işbirliği sağlanacağını duyurmuştu. Aftenposten gazetesinde ortak bir metin yayımlayan bakanlar, ülkeleri arasında daha çok askeri istihbarat paylaşacaklarını ve askeri tatbikatlarını daha sıklıkla ortaklaşa gerçekleştireceklerini aktarmıştı. Bazı uzmanlar, Kuzey Avrupa ülkelerinin bu hamlesini, NATO ülkesi olmayan İsveç’in NATO üyeliğine doğru bir adımı olarak nitelendirmişti.


10 İSKANDİNAVYA İşte Avrupa’nın mülteci karnesi

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

ZAMAN KOPENHAG

İŞTE AB’DE 2014’DE EN FAZLA MÜLTECI KABUL EDEN ILK 10 ÜLKE VE MÜLTECI SAYILARI: Almanya: 202.645 İsveç: 81.180 İtalya: 64.625 Fransa: 62.735 Macaristan: 42.775 İngiltere: 32.745 Avusturya: 28.035 Hollanda: 26.210 Belçika: 22.710 Danimarka: 16.680

1

Avrupa’ya iltica etmek için yola çıkan 800 mültecinin Libya açıklarında batan gemiyle birlikte sulara gömülmesi Avrupa’nın mülteci politikasına yönelik tartışmaları alevlendirdi. AB liderleri konuyu görüşmek için Brüksel’de bir araya geldi. Eurostad tarafından yayımlanan mülteci sayıları incelendiğinde AB üyesi ülkelerin mülteciler konusunda ortak bir şekilde hareket etmediği ve mülteci yükünün eşit bir şekilde paylaşılmadığı ortaya çıkıyor. Nüfusu birçok AB üyesi ülkeden az olan İsveç’in halihazırda AB üyeleri arasında en yüksek oranda mülteci kabul eden ülke olması bunun en basit delili. İsveç rakamsal olarak da Almanya’dan sonra en çok sayıda mülteciyi kabul eden ikinci ülke durumunda.

NÜFUS ORANINA GÖRE: İsveç: % 8,4 Macaristan: % 4,3 Avusturya: % 3,3 Malta: % 3,2 Danimarka: % 2,6 Almanya: % 2,5 Belçika: % 2,1 Lüksemburg: % 2,1 Kıbrıs: % 2,0 Hollanda: % 1,6

Çanakkale, Danimarka’da unutulmadı ZAMAN KOPENHAG

1sebetiyle Kopenhag Kastellet Askeri Çanakkale Savaşı’nın 100. yılı müna-

Kışlası’nda bir anma töreni düzenlendi. Veliaht Prens Frederik’in eşi Prenses Mary’nin de katıldığı anma törenine, Türkiye’nin Kopenhag Büyükelçisi Mehmet Dönmez, Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda, Almanya, İsrail, ABD, İrlanda ve Hindistan gibi ülkelerin büyükelçi ve temsilcileriyle bazı askeri ataşeler katıldı. Büyükelçi Mehmet Dönmez, Kastellet Askeri Kışlası’nın içinde bulunan Citedal Kilisesi’nde yapılan bu yılki anma töreninde, ilk kez Prenses Mary’nin katılmasıyla Danimarka’nın vermiş olduğu önem düzeyinin arttığının görülmüş olduğunu söyledi. Törende bir konuşma yapan Büyükelçi Dönmez, Çanakkale savaşlarının Türk tarihi açısından önemine vurgu yaparak, bu savaşlarla Türkiye’nin yurdunun işgal edilmesine karşılık gösterdiği büyük bir direnişle Çanakkale’nin geçilmez olduğunu bütün dünyaya ilan ettiğini ve bunun ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı’yla modern Türkiye

Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ifade etti. Dönmez konuşmasında, Atatürk’ün 1934 yılında Çanakkale’de evlatlarını kaybeden yabancı annelere gönderdiği, “Müsterih olun, burada savaşan askerler artık bizim de evladımız sayılırlar, Johannes’lerin Mehmet’lerden farkı yoktur. Onlar, dost ülkenin toprağında Türk askerleriyle birlikte yanyana huzur içinde uyumaktadırlar.” şeklindeki mesajını da okudu. Kilisedeki törenin ardından kışla içerisinde bulunan Danimarkalı ve müttefik askerler anısına yapılan anıta başta Prenses Mary olmak üzere, büyükelçi Mehmet Dönmez ve diğer ülkelerin büyükelçilerinin çelenk koymasıyla tören sona erdi.

Gazetemizin yeni ofisini ‘resmen’ açtık Gazetemizin de bünyesinde bulunduğu Moving Media’nın yeni ofisinin açılışı geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleştirildi. ZAMAN KOPENHAG

1Moving Media’nın yeni ofisinin açılışı

Gazetemizin de bünyesinde bulunduğu

geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleştirildi. Türkiye’den akademisyen ve yazar Şahin Alpay’ın yanı sıra gazetemizin Brüksel temsilcisi ve köşe yazarı Selçuk Gültaşlı’nın seminer verdiği açılışa Danimarka’daki Türkiye kökenli toplumun önde gelenlerinin yanı sıra akamisyenler, politikacılar, değişik etnik kökenden insanlar ve bazı ülkelerin büyükelçileri katıldı. Katılımcılar arasında; Sosyalist Halk Partili milletvekili Özlem Çekiç’in yanısıra Belçika Büyükelçisi Pol De Witte, Arna-

vutluk Büyükelçisi Lea Kallogjeri, Bosna Hersek Büyükelçisi Kemal Muftic, Makedonya Büyükelçisi Naim Memeti, Yunanistan Büyükelçiliği’nden Takis Papafilippopoulos ve Danimarka Uluslararası Araştırma Merkezi’nden Jacob Lindgaard de vardı. Temsili olarak gerçekleştirilen kurdele kesimiyle başlayan programda daha sonra Şahin Alpay ve Selçuk Gültaşlı’nın son dönemde Türkiye’de yaşananlarla ilgili seminerleri oldu.


11 İSKANDİNAVYA

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Kamil Subaşı

Bazı dost bildiklerimizin dost olmadığının anlaşıldığı şu günlerde… Türkiye kökenli pizzacılar sosyal paylaşım sitesi Facebook üzerinden kurdukları bir sayfa ile de tepkilerini dile getirmeye çalışıyor.

Türkiye kökenli pizzacılar rahatsız Danimarka’nın değişik bölgelerinde dükkanı bulunan Türkiye kökenli pizzacılar online sipariş verme imkanı sağlayan Just Eat firmasından rahatsız. ZAMAN KOPENHAG

Dkiye kökenli pizzacılar internet üzeriDanimarka’da dükkanı bulunan Tür-

nden sipariş verme imkanı sunan ‘Just Eat’ firmasından rahatsız. Just Eat firmasının kendileri üzerinden haksız yere fazla para kazandığını iddia eden pizzacılar bir süreden beri bir araya gelip soruna çözüm arıyor. İlk olarak Ishoj semtinde bulunan bir düğün salonunda bir araya gelen pizzacılar sorunu

masaya yatırdı. Söz konusu toplantıya 300 kadar pizzacının katıldığı belirtildi. Öte yandan Türkiye kökenli pizzacılar sosyal paylaşım sitesi Facebook üzerinden kurdukları bir sayfa ile de tepkilerini dile getirmeye çalışıyor. Konu hafta içerisinde Danimarka medyasında da çeşitli yönleriyle gündeme getirildi. Danimarka medyasına açıklamalarda bulunan pizzacılar amaçlarının Just Eat’i boykot etmek olduğunu söyledi.

Danimarka artık dünyanın en mutlu ülkesi değil Geçtiğimiz yıllarda üstüste dünyanın en mutlu ülkesi seçilen Danimarka bu yıl liderliği İsviçre’ye kaptırdı. Öte yandan Dünya Mutluluk Endeksi 2015’te İzlanda da Danimarka’yı geride bıraktı. ZAMAN KOPENHAG

1Mutluluk Endeksi 2015 Newyork’ta

Her yıl düzenli olarak açıklanan Dünya

açıklandı. Rapora göre dünyanın en mutlu ülkesi İsviçre. Geçtiğimiz yıl en mutlu ülke seçilen Danimarka ise bu yıl 3. sırada yer alıyor. Rapora göre dünyanın en mutlu ilk 10 ülkesi: İsviçre, İzlanda, Danimarka, Norveç, Kanada, Finlandiya, Hollanda, İsveç, Yeni Zelanda ve Avustralya. Listenin en son sıralarında yer alan ülkeler ise şöyle: Ruanda (154), Benin (155), Suriye (156), Burundi (157) ve Togo (158). İlk 10 ülkenin 6 tanesinin Avrupa’da olması Avrupa’yı tartışmasız olarak dünyanın en mutlu kıtası haline getirdi. Birleşmiş Milletler (BM) adına hazırlanan raporda 158 ülke inceleniyor. Dünyanın en mutlu ülkesini seçmek için çalışan araştırmacılar ülkelerdeki gelir seviyesi, yaşam beklentisi, sosyal yaşam, özgürlük algısı ve benzeri çok sayıda değişik parametreyi dikkate alıyor. Kolombiya Üniversitesi tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye 158 ülke arasında

76. sırada yer alıyor. Raporda Cezayir (69), Türkmenistan (70), Kosova (70) ve Endonezya (74) ve Vietnam (74) Türkiye’den daha mutlu ülkeler olarak dikkat çekiyor.

Geçtiğimiz cuma günü Moving Media grubu olarak yeni ofisimizin açılış resepsiyonunu gerçekleştirdik. Türkiye’den Zaman ve Todays Zaman yazarı ve akademisyen Şahin Alpay ve Brüksel’den Zaman Brüksel Temsilcisi Selçuk Gültaşlı ile beraber, büyükelçiler, akademisyen, politikacı, işadamları, basın mensupları, abonelerimiz ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden oluşan yaklaşık 150 kişilik bir topluluğun katılımı ile gerçekleştirilen program renkli görüntülere sahne oldu. Kopenhag’daki Sluseholmen 2 numaralı yeni yerimizde gerçekleştirilen resepsiyonun akabinde ben de medya grubumuz hakkında kısa bir sunum yaptım. Moving Media, medya grubumuz bünyesinde 2007’den itibaren haftalık olarak Danimarka merkezli İskandinav ülkelerine yönelik yayınlanan gazetemiz Zaman İskandinavya (-ki bunun öncesinde Zaman Avrupa versiyonu da Danimarka’da yaklaşık olarak 13 yıl dağıtıldı), 17 yıldır Danimarka’da yayınlanan aylık üçertsiz haber ve reklam gazetemiz Bahar, yine Aralık 2011’den itibaren aylık olarak Danca basılan Opinionen gazetesi ve 2012’de yayın hayatına başlayan internet haber portalımız Danimarkahaber.dk’yı bünyesinde barındırmakta. Medya grubumuz hakkında yaptığım kısa sunumun sonrasında ise, Zaman ve Todays Zaman yazarı Şahin Alpay ve Zaman Brüksel Temsilcisi Selçuk Gültaşlı’nın sunduğu ‘What does the elections on June 7 mean to Turkey? / 7 Haziran seçimeleri Türkiye için ne ifade ediyor?’ başlıklı bir seminer oldu. Şahin Bey, seçimler ve -özellikle- son 1,5 yıldır Türkiye’de yaşanan süreç hakkındaki görüşlerini Türkiye açısından değerlendirirken Selçuk Bey ise, Brüksel’den Türkiye gündemine bakışı değerlendirdi. Resepsiyon ve akabindeki seminer haricinde Şahin Alpay ve Selçuk Gültaşlı abonelerimizle de ayrıca biraraya gelerek, Türkiye gündemini değerlendiren bir seminer gerçekleştirdi. AKP iktidarının yaptıkarını ve yapamadıklarını değerlendiren Şahin Alpay, Türkiye’deki son 1,5 yıllık sürecin de yaşanan bir cinnet eseri görüntüsü verdiğini belirtti. 7 Haziran seçimlerinde ise HDP’nin barajı geçip meclise girip girememesinin dengeleri değiştireceğine değindi. Selçuk Gültaşlı da Brüksel’deki AB parlamenterlerinin Türkiye meselelerine ve yaşanan sürece bakış açısını anlattı, Avrupalı parlamenterlerin son yıllarda Türkiye’de yaşananlara anlam veremediklerini, yapılan hukuksuzlukları ve insan haklarının ayaklar altına alındığını gördüklerini ama neticede Türkiye gibi güçlü bir pazar ile olan ticari ilişkileri de kaybetmek istemedikleri için ilişkileri çok da germek istemediklerini belirtti. Seminer akabinde abonelerimizin sorularına da cevap verildi. Benzer bir sunum da İngilizce olarak medya grubumuzun yeni ofisinin açılış resepsiyonunun akabinde yapılan seminerde de yapıldı. Seminerde ve sonrasında özellikle Milletvekili (SF) Özlem Sara Çekiç, Danimarka Dış İlişkiler Enstitüsü’nün Türkiye uzmanlarından Jakob Lindegaard, Belçika’nın Danimarka Büyükelçisi Pol De Witte ve Somali’nin Jubbaland Eyaleti Valisi (-ki kendisi Danimarka’da yaşamaktaydı, vali seçilince Soamlı’ye gidip gelmekte, zamanının çoğu Jubbaland’da geçmekte) Dr. Ahmed F. Dualeh sordukları sorular ile Türkiye ile ilgili meseleleri çok yakından takip ettiklerini göstermiş oldular. Türkiye’de yaşanan basın özürlüğü sorunlarına da değinilen programda yakın zamanda Türkiye’de GSM şirketi AVEA’nın programında yaka paça dışarı atılan CİHAN muhabirinin görüntüsü de izlendi. Seminer akabinde ofislerimizi ziyaret eden katılımcıların gösterdikleri ilgi memnuniyet vericiydi. Resepsiyonumuza gelip bizleri sevindiren, gelemeyip mazeretlerini bildiren ve bizlere tebriklerini ileten herkese teşekkür ediyorum. Seminer salonumuzn en fazla 150 kişilik bir kapasitede olmasından dolayı davet edemediğimiz pek çok siz değerli abonelerimizin de bizleri anlayışla karşılayacağınızı umuyorum. Bazı dost bildiklerimizin dost olmadığının anlaşıldığı şu günlerde bizleri yanlız bırakmayan siz değerli Zaman sevdalısı dostlarımıza da şükranlarımızı sunuyoruz. İleri de başka seminerlerde ve programlarda görüşmek dileğiyle, sağlıcakla kalın… ***

Danca ilmihaller yolda…

Dünyanın en mutlu ilk 10 ülkesi: İsviçre, İzlanda, Danimarka, Norveç, Kanada, Finlandiya, Hollanda, İsveç, Yeni Zelanda ve Avustralya.

Sizlere söz verdiğimiz Danca ilmihaller Türkiye’de basıldı ve bize ulaştı. Herhangi bir teknik sorun çıkmaz ise önümüzdeki 1-2 hafta içerisinde siz değerli abonelerimize ulaştırılacaktır. Yalnız borçlu abonelerimize malesef kitapları gönderemiyoruz. Eğer kitabı ulaşmayan olursa veya aboneliği ve borç durumu hakkında hafta içi saat 10-16 arası 70206970’i arayıp abone servisimizden bilgi alabilir.


12 İSKANDİNAVYA

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Ş A H I N A L P A Y:

AK Parti hayal kırıklığı oldu

Akademisyen ve köşe yazarı Şahin Alpay AK Parti’nin Ergenekon ve Balyoz sanıklarını serbest bırakarak askere siyasetin kapısını açtığını söyledi. Şahin, ‘‘Ordu ilerde halkın rahatsız olduğunu görürse harekete geçebilir. Bu sadece AK Parti için değil Türkiye için de çok kötü olur.’’ dedi.

ZAMAN KOPENHAG

1Kopenhag’a gelen Şahin Alpay ve Sel-

Gazetemizin yeni ofisinin açılışı için

çuk Gültaşlı gerçekleştirdikleri seminerlerde son dönemde Türkiye’de yaşananlarla ilgili önemli tespitlerde bulundu. İki günlük ziyaretleri boyunca önce okuyucularımızla buluşan Alpay ve Gültaşlı daha sonra gerçekleştirilen açılış resepsiyonunda da Danimarka toplumunun değişik kesimlerinden gelen katılımcılara Türkiye ile ilgili bilgiler verdiler. Önümüzdeki 7 Haziran tarihinde Türkiye’de gerçekleştirilecek genel seçimlerin ehemmiyetine dikkat çeken Şahin Alpay, seçimlerle ilgili en çok merak edilen sorunun Halkların Demokrasi Partisi HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği olduğunu vurguladı. Türkiye’de halihazırda uygulanmakta olan yüzde 10’luk seçim barajının demokratik olmadığını vurgulayan Alpay, HDP’nin bu barajın altında kalması halinde Türkiye’yi çok büyük bir kaosun beklediğini söyledi. Alpay, ‘‘7 Haziran seçimlerinde AK Parti dizginlenemezse Türkiye’yi çok karanlık bir dönem bekliyor demektir.’’ dedi.

AK Parti hayal kırıklığı oldu İlk iki döneminde yaptığı reformlarla Müslüman ülkelere örnek gösterilen AK Parti’nin son birkaç yıl içerisinde yaptığı anti demokratik uygulamalar yüzünden dünyada büyük bir hayal kırıklığına neden

olduğunu söyledi. AK Parti’nin Hizmet Hareketi’ne olan düşmanca tutumuna de değinen Alpay, ‘‘Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hizmet Hareketi’ne tahammül edemiyor çünkü Hizmet Hareketi sivil toplumu temsil ediyor. Muhalif olan hiç birşeye tahammülü yok.’’ dedi. Alpay, “Hizmet Hareketi bir Anadolu mucizesidir.’’ dedi. Türkiye’de darbe tehlikesinin tamamen

tarihe karıştığına inanmadığını belirten Şahin Alpay, ‘‘AK Parti, Ergenekon ve Balyoz Davası sanıklarını serbest bırakarak asker için siyasetin kapısını yeniden açtı. Ordu ilerde halkın rahatsız olduğunu görürse harekete geçebilir. Bu sadece AK Parti için değil Türkiye için de çok kötü olur. Yeniden asker gelebilir, ben bunun ciddi bir tehlike olduğunu düşünüyorum.’’ dedi.

Selçuk Gültaşlı: Avrupalılar yaşananları anlayamıyor Zaman Brüksel temsilcisi Selçuk Gültaşlı ise son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmelerin Avrupalı yetkilileri derinden endişelendirdiğini söyledi. Türkiye’nin hukuk devleti ilkesinden hızla uzaklaştığını belirten Gültaşlı, basın özgürlüğü konusunda ciddi sıkıntılar yaşandığını söyledi. Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda 180 ülke arasında 154. olduğunu belirten Gültaşlı, iktidarın muhalif düşünen gazetecilere baskı

yaptığını söyledi. Türkiye’nin 2010 yılına kadar yaptığı reformlar ile AB’de birçok kesimin takdirini kazandığını ve kendisi dahil birçok kişinin AK Parti hükümetlerine destek verdiğini belirten Gültaşlı, ‘‘2010 yılından sonra yaşanan dönemde daha önce hayata geçirilen bütün reformlar tersine çevrildi. Elde edilen kazanımlar bir bir kaybedildi. Şimdi karşımızda hızla otoriterleşen bir yönetim var.’’ dedi.


13 İSKANDİNAVYA

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

S AVC I L A R I N M A H K E M E K A R A R I N I S O R G U L A M A Y E T K I S I YO K

SUÇ İŞLİYORLAR

POLİSLERİN AVUKATLARINDAN ESEN ÇETİN (ORTADA), TAHLİYE KARARININ UYGULANMAMASINI, “ŞU AN ANAYASA YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMIŞ VAZİYETTE.” DİYE YORUMLADI. yönetimiyle irtibata geçildi, ‘faks bozuk’ bahanesiyle karşılaşıldı. Avukatlar tahliye müzekkeresini elden alarak nöbetçi infaz savcısına götürdü. Ancak savcı odasında bulunamadı. Avukatlar, telefonla ulaşıp durumu bildirdi. Savcı ise ‘müsait değilim’ diyerek telefonu kapattı. Çağlayan’da tahliye kararının uygulanması için hukuk mücadelesi veren avukatlar, sabah saatlerinde kararın cezaevine iletilmesi için yeni gelen Nöbetçi İnfaz Savcısı Orhan Güldiker’e gitti. Uzun bir süre yaşanan beklemenin ardından Güldiker, tahliye kararını işlemeye koymadı. Kararı, 32. Asliye Ceza Mahkemesi’ne iade etti. Bu skandal kararla birlikte Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir infaz savcısı mahkemenin kararını uygulamamış oldu.

YAKUP ÇETİN - MÜRSEL GENÇ İSTANBUL

1hakkındaki tahliye kararının uyguHidayet Karaca ve tutuklu polisler

lanmaması için Çağlayan’da bir dizi hukuk skandalları yaşandı. Başsavcı kararı durdurmak için ‘acil’ toplantı yaptı. UYAP kapatıldı, faks arızalandı. Nöbetçi infaz savcısı kararı mahkemeye iade etti. Karaca’nın avukatı Gültekin Avcı, “Alenen suç işliyorlar.” dedi. 32. Asliye Ceza Mahkemesi, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ve 62 polis hakkında Tahliye kararı verdi. Ancak hukuk tarihinde görülmeyen bir skandal sahnelendi. Tahliye, Anayasa hiçe sayılarak engellendi. Tahliyeye giden süreç ise şöyle yaşandı: Tutuklu polis memurlarından Yunus Emer Uzunoğlu, ocak ayında 3. Sulh Ceza Hakimi İslam Çiçek’e dilekçe yollayarak ‘bütün sulh ceza hakimleri hakkında reddihakim’ talebinde bulundu. Çiçek ise bu talebin mahkemelere yapılacağını belirterek Asliye Ceza Mahkemeleri’ni işaret etti. Polis avukatları bunun üzerine İslam Çiçek’in cevabıyla birlikte şubat ayında Asliye Ceza’ya başvurdu. O dönem 2 Asliye Ceza Mahkemesi arasında usul yönünden uyuşmazlık çıktı. Yazışmalar devam ederken, İstanbul’a 4 yeni sulh ceza hakimi atandı. Bunun üzerinde 32. Asliye Ceza Mahkemesi, yeni hakimlerin daha önce polislerle ilgili herhangi bir dosyaya bakmadıkları gerekçesiyle reddihakim talebini reddetti. Aradan geçen 2 ayda avukatlar yeni açılan 4 sulh ceza hakimliğine tutukluluk incelemeleriyle ilgili itirazda bulundu. Talepler, yeni mahkemeler tarafından da kabul görmedi. Polis avukatları, bu defa nöbetçi İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi’ne başvurap bütün

HSYK resmen siyasete girdi

sulh ceza hakimleri hakkında reddihakim talebinde bulundu. Mahkeme, CMK’nın 27. maddesi gereğince reddihakim talebini kabul etti. Sulh ceza hakimlerinin tarafsızlığını yitirdiğini belirten 29. Asliye Ceza, tahliye taleplerinin değerlendirilmesi için ise dosyaları 32. Asliye Ceza’ya gönderdi. Bu mahkeme Karaca ve 62 polisin tahliye edilmesine hükmetti. 32. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanı’nın tahliye müzekkerelerini yazması aşama-

sında ise büyük hukuk skandalları yaşandı. İstanbul Başsavcısı Hadi Salihoğlu, Adalet Komisyonu Başkanı ve Başsavcı Vekili Orhan Kapıcı, önceki gece Çağlayan’a gelerek kararın yazılmasını engellemeye çalıştı. HSYK müfettişi, tahliye kararı veren hakimin kâtiplerini sorguya alarak kararın yazılmasını geciktirdi. Kararın işleme konulmaması için UYAP da kapatıldı. Yaşanan bu hukuksuzluğun ardından tahliye müzekkeresinin Silivri Cezaevi’ne faksla iletilmesi için cezaevi

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), tahliye kararıyla ilgili siyasi bir açıklamaya imza attı. Adalet Bakanı ve HSYK Başkanı Kenan İpek imzalı açıklamada tahliye kararı 'kaos yaratma' diye nitelendirilip "Bu son gelişme, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca yargıdaki paralel yapılanmayla ilgili alınan inceleme kararının isabetini göstermektedir.” ifadelerine yer verildi. Hatırlanacağı üzere Aydınlık gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar, Adalet Bakanlığı'nda görüştüğü üst düzey bir bürokratın kendisine, "Birkaç aydır MİT ile geceli gündüzlü çalışıyoruz. Yargıda bulunan bütün Cemaat mensuplarını belirledik." diyerek, fişlemeyi itiraf etmişti. Öte yandan 29 ve 32. Asliye Ceza Mahkemesi hakimleriyle ilgili soruşturma başlatıldığını duyuran HSYK Başkanı, bu açıklamasıyla birçok hakimle ilgili ihsas-ı reyde bulunmuş oldu.


Atlas btriuom 96

Kopenhag Türk Filmleri Festivali

Cen Rødovre dovre 2610 Rø

7 - 13 Mayıs 2015

7 MAYIS PERŞEMBE 19:00

10 MAYIS PAZAR 19:00

8 MAYIS CUMA 19:00

11 MAYIS PAZARTESİ 19:00

9 MAYIS CUMARTESİ 19:00

12 MAYIS SALI 19:00

13 MAYIS ÇARŞAMBA 19:00

13 Mayıs’ta Öğrenci İşleri filminin oyuncularının katılımı ile saat 18:de galası yapılacaktır.

Bilgi ve Bilet: www.atlasbio.dk katkılarıyla...


Nimetleri as覺l sahibininden bilelim


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN MELEK ÖZDEN

1sahabe efendilerimiz. Zira o kadar

Geçmişten bizlere en güzel örneklerdir

güzel bir hayat yaşamışlar ki melekler bile kıskanmıştır onları. İşte Hazreti Osman da muazzam bir ömür geçirmişti. Bunun sonucunda Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) hem dünya hem de ahiret dostu olma payesine erişmiştir. Bu ne güzel bir payedir ki Nebiler Serveri iki mübarek kızını da Hazreti Osman’a nikâhlamıştı. Hem de ‘On kızım olsaydı, onları birer birer Osman’a nikâhlardım’ dedirtecek kadar Muhammedü’l-Emin’in itimadını kazanmıştı. Hicretten kırk yedi yıl önce dünyaya gelmişti. Kureyş’in en asil ailesine mensup olan Hazreti Osman, Allah Resûlü’yle de akrabaydı. Annesi, Resûlullah’ın halasının kızıdır. Orta boylu, güzel yüzlü fıtraten nazik biri olan Hazreti Osman gençliğinde ticaretle meşgul olmuştu. Ticari ahlâka sahip biriydi o. Kendisi gibi dürüst bir tüccar olan Hz. Ebubekir’le de çok yakın arkadaştı. Sıddık-ı Ekber sonsuzluk yoluna ayak basınca arkadaşı Osman’ı da İslamiyet’e davet etmişti. Bu vesileyle Müslümanlığa adım atmıştı. Öte yandan Hazreti Osman, Efendimiz’e de damat olmuştu. Peygamberimiz’in kızları Ümmü Gülsüm ve Rukiye validemizle evlendiğinden dolayı ‘İki nur sahibi’ manasına gelen Zinnureyn lakabıyla anılmıştı. Hazreti Osman denildiğinde akla ilk gelen özelliklerden biri onun engin cömertliğiydi. Zira o, İslamiyet’i kabulünden ölünceye kadar inandığı dava uğruna neyi var neyi yoksa vermişti. Bir gün Allah Resûlü, (aleyhissalatü vesselam) Tebük Savaşı’nı ilan etmişti. Kâinatın Efendisi ilk defa açıktan bir çağrı yapıyordu. Orduya yardım yapılmasını istiyordu Nebiler Serveri. Bunu duyan inananların hiçbirisi kayıtsız kalmadı, kalamazdı. Malları olan mallarından vermiş, bir şeyi olmayanlar ise bir avuç hurmayla bu çağrıya cevap vermişti. İşte böyle bir ortamda Hazreti Osman da üç yüz deveyi üzerlerindeki mallarla beraber Allah Resûlü’ne teslim etmekle birlikte elli at ve bin altın daha ilave etmişti. Mübarek sahabinin yaptığı bu fedakârlık karşısında Nebiler Serveri, bir rivayette “Allah’ım ben Osman’dan razıyım, Sen de ondan razı ol.” Bir diğer rivayette ise “Bu amelinden sonra Osman’a hiçbir şey zarar veremez.” buyurmuşlardı. Ayrıca şanlı sahabinin belki de İslam tarihi içinde ilk olma şerefine nail olduğu ayrı bir cömertliği daha vardı. Medine’ye hicretten sonra Rûme kuyusunu satın almış, Müslümanların istifadesine sunmuştu. Bu vesilesiyle o, ilk ‘sebil’ anlayışı ve uygulamasının da öncüsü olmuştu. Yine bir gün kutlu sahabi mü’minlerin annelerinin açlıktan renklerinin solduğunu görmüştü. Biraz olsun sıkıntılarını gidermek için bir semiz koyun, bir miktar bal ve bir çuval un hazırladı. Hazreti Aişe’nin evine götürdü. Ve “Ey mü’minlerin annesi! Allah Resûlü’nün bunları zevceleri arasında taksim edeceğini tahmin ediyorum. Diğerlerine de aynılarından gönderdim, bunları paylaştırmasına lüzum yok.” dedi. Kâinatın Efendisi, Hazreti Osman’ın bu hediyesini görünce, “Ya Rabbi! Osman’ın geçmiş gelecek, gizli aşikâr bütün günahlarını bağışla! Ey Allah’ım O’nu sırattan geçir.” diye dua etti. Yamalı gömlek giyen halife Edep ve hayâsıyla melekleri bile kendisine hayran bırakmıştı Osman bin Affan. Onun eşsiz edebini Aişe validemiz şöyle anlatacaktı. “Bir gün Resûlullah dizi açık bir şekilde oturuyordu. Hazreti Ebubekir girmek için izin istemiş, Efendiler Efendisi ona izin vermişti. Sonra Hazreti Ömer girmek için müsaade istemişti. Allah Resûlü onu da buyur etmişti, halini değiştirmemişti. Sonra Hazreti Osman içeri girmek için izin istemişti. Kâinatın Efendisi bu sefer dizinin üzerine elbisesini sarkıttı. Onlar kalktıklarında ben dedim ki: ‘Ya Resûlallah! Ebu Bekir ve Ömer Senden izin istedi, Sen aynı

*Hz. Osman

Efendimiz’in

haldeyken o ikisine izin verdin. Osman izin istediğinde ise elbiseni üzerine sarkıttın ve dizini örttün.’ Bunun üzerine Peygamber

sallallahu aleyhi ve sellem

cennet dostu

Efendimiz şöyle buyurdu: “Ya Aişe, vallahi meleklerin kendisinden utandığı adamdan utanmayayım mı?” İşte böyle bir hayâ

abidesiydi Hazreti Osman. Belini doğrultmasına mani olan hayâsı dillere destandı. Kapalı kapılar ardında bile elbiselerini


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN çıkarmaktan çekinirdi. Hazreti Osman, zühd ve tevazuuyla da örnek bir şahsiyetti. Gönüller Sultanı’nın, “Herkesin cennette bir dostu vardır. Benim cennetteki dostum da Osman’dır.” iltifatına mazhar olmuştu. Böylesine güzel bir övgüye layık olmak kolay değildi elbette. Zira Hazreti Osman hayatı boyunca istikamet üzere olmaya gayret etmişti. Kâinatın Efendisi’ni her halinde örnek almıştı. Halifeliği döneminde hem şahsî hem devlete ait birçok imkâna sahip olmasına rağmen bazen mescitte uyumuş, taşlar vücudunda iz bırakmıştı. Bunu gören insanlar onun bu engin tevazuu karşısında “İşte mü’minlerin emiri!” demekten kendilerini alamamışlardı. Devlet hazinesinin temizliğini kendisi yapmış, kalbinin huşu içinde olması için yamalı gömlek giymişti. Evinde başkalarına ziyafet vermiş, fakat kendisi sadece sirke ve zeytinyağı yemişti. Geceleri abdest suyunu eliyle hazırlayan “Hizmetçilerinden birine emretsen de o getirse!” diyenlere, “Hayır gece onların istirahat vaktidir.” mukabelesinde bulunmuş, çalışanlarının hakkını gözetmişti. Her davranışında hassas olan mübarek sahabi ibadet hayatında da bir o kadar duyarlıydı. Genellikle gündüzlerini oruçla, gecelerini de ibadetle geçirmişti. Tam anlamıyla bir Kur’an âşığıydı o. Bazı rivayetlerde bir rekâtta Kur’an-ı Kerim’i hatmettiği veya gecenin hepsini Kur’an okuyarak ihya ettiği ifade edilir. Belki de Kur’an-ı Kerim’e duyduğu bu sevgi nedeniyle onu çoğaltma hizmeti Hazreti Osman’a nasip oldu. Hazreti Ebubekir döneminde cem edilen Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılmasını sağladı.

‘Peygamber komşularını sıkıntıya sokamam’ Resûl-i Ekrem’in her daim yanında olmuş, vahiy kâtipliğini yapmıştı. O’nun vefatından sonra da çok önemli vazifelerde bulunmuştu. Hem Hazreti Ebubekir zamanında onun kâtiplik ve müşavirlik görevini ifa etmiş hem de Hazreti Ömer’in danışmanları arasında yer almıştı. Hazreti Ömer’in vefatından sonra uzun müzakereler ve istişareler sonucunda Hazreti Osman hilafet makamına getirildi. Bir sabah namazından sonra Allah’ın kitabına, Resûlünün sünnetine, kendisinden önceki iki halifenin davranışlarına göre amel edeceğine söz vermişti. On iki yıllık halifelik sürecinde devletin sınırları çok genişlemişti. İdare sağlam esaslar üzerine kurulduğundan her yerde intizam ve asayiş hâkimdi. Ancak fitne odakları rahat durmuyordu. Münafıklar her yolu deneyerek Müslümanların umumi havasını bozmayı başarmıştı ne yazık ki. Her daim eşsiz ahlakını gördüğümüz Hazreti Osman hiçbir zaman kan akması, insanların sıkıntı yaşaması taraftarı olmamıştı. Bu süreçte herkese itidal çağrısında bulunmuştu. Zira isyanların en yoğun olduğu bir dönemde Şam’dan kendisini koruyacak asker getirilmesi teklifini, “Peygamber komşularını sıkıntıya sokamam.” diyerek reddetmişti. Derken İslam’ın özünü kavrayamayan bir grup insan Peygamber şehri Medine’ye dayandı. Halifeyi öldürmekten başka niyetleri olmayan isyancılar, evini kuşatmış, dışarıya çıkmasına bile izin vermiyorlardı. Medine’ye ilk geldiklerinde tek tatlı su kaynağı olan Rûme kuyusunu satın alıp Müslümanların sıkıntısını gideren Hazreti Osman’a içme suyunu bile çok görüyorlardı. Gözü dönmüş asilere hiçbir konuşma tesir etmiyordu. Hazreti Osman’ın “Benim hakkımda Allah Resûlü’nün hüsn-i şehadetine dair olan hadisleri işitmediniz mi?” sözü bile tesir etmemişti. Ümmü Habibe annemizi bile tartaklamaya kalkanlardan ne beklenebilir di ki zaten. Evinin duvarlarını aşan asiler, o gün oruçlu bulunan ve Kur’an okuyan Hazreti Osman’ı evinde şehit etmişti. Bununla da yetinmediler. Peygamber’in Halifesinin defnedilmesini bile engellediler. Eşi Naile’nin gayretleriyle ancak akşam ile yatsı arasında gizlice toprağa verildi Cennetü’l-baki’ye. İslam dünyasında Hazreti Osman büyük bir isyan sonucu şehit edilen ilk halifeydi. Ancak ne acıdır ki günümüzde hâlâ fitne odakları iş başında ve insanları birbirine kırdırmaya devam ediyor.

Şefkatte de rehber

Hz.Peygamber EMEL TEMIZAY

1lem) ümmeti için yüreğinin titrediğini anlatan Efendiler Efendisi’nin (sallallahu aleyhi ve sel-

onlarca hadis mevcut. O’nun dünyayı teşrifinden hemen sonra ümmeti için mübarek gözyaşlarını döktüğü de rivayet edilir. İşte Âlemlere Rahmet Peygamberi’nin bizlere düşkünlüğünü anlatan bir ayet-i kerime de şöyle: “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız O’na ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, mü’minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” Tevbe Sûresi’nde geçen bu ayet O’nun bizler için nasıl endişelendiğini, sıkıntılarımıza dayanamadığını, bunların kendisine pek ağır geldiğini, bizlere şefkatini ve merhametini en açık biçimde beyan ediyor. Allah Resûlü’nün (aleyhissalatü vesselam) din kardeşlerini çok sevdiğine şahit olan sahabiler de var elbette. Onlardan biri de amcasının oğlu Abdullah b. Abbas Hazretleri. İki Cihan Güneşi’nin merhametini şöyle dile döker: “O’nun rahmeti iman edenleri de etmeyenleri de içine alır. İman edenlerin dünyada da âhirette de o rahmetten nasipleri var. İman etmeyenlere gelince, onlar da inkârları yüzünden hak ettikleri, ‘kökünden helâk olma’ azabının sonraya kalması ile bu rahmetten faydalanamazlar.” O’nun (aleyhissalatü vesselam) ilgi ve alakası sadece dönemindeki insanları değil, kıyamete kadar gelecek bütün ümmetini kapsıyor. Kendisine en büyük kötülükleri yapanların bile başına belaların inmesine razı olmuyor. Yine harp meydanında dişi kırılıp, miğferinin vücuduna saplandığı ve yüzünden dökülen kanın yere düşeceği esnada, hemen ellerini kaldırarak “Allah’ım kavmime hidayet et, çünkü onlar (beni) bilmiyorlar.” niyazıyla kâfirlerin başına gelmesi muhtemel bir belayı önlüyor.

Ümmetin derdi O’nu ihtiyarlattı Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) en yakın arkadaşlarından Hazreti Ebûbekir bir gün Sevgili Peygamberimiz’in yüzüne bakarak: “Ey Allah’ın Resûlü, ihtiyarladın!” der. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme Yetesâelûn, İzeşsemsü Küvvirat sûrelerinin kendisini ihtiyarlattığını söyler. Bununla ilgili İslâm âlimlerinin ortak kanaati ise şöyle: “Bu sûrelerde diğer bazı konular yanında ahirette cereyan edecek şeylere dair bilgiler yer almaktadır. Resûlullah’ın canına bir şey olacak değil! Fakat O, bize bizden daha şefkatli olduğundan, başımıza gelecekleri ve ümmetinin o sûrelerde tasvir olunan olaylar içindeki yerini düşünüyordu, saçlarının ağarıp ihtiyarlaması bundandır.” Rehber-i Ekmel Efendimiz (aleyhi ekmelütte-hâyâ) tüm insanlığa örnek olan şefkati, merhameti ve mü-

minlere olan düşkünlüğü, çocuklara olan tavrında da çok yoğun olarak görülüyor. O hem kendi çocukları ve torunları hem de ashabının çocukları ile çok yakından ilgileniyordu. Doğumlarından isimlerinin konulmasına, sağlıklarından ilimlerinin artmasına kadar her şeyleriyle yakından alakadar oluyordu. Hatta onların giyimlerinden oynadıkları oyunlara kadar tavsiyelerde bulunuyordu. Hazreti Enes şöyle rivayet ediyor: “Aile efradına karşı Peygamber’den daha müşfik hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’in Medine’nin kenar mahallerinde oturan bir sütannesi vardı. Sütannenin kocası bir demirci idi. Resûlullah, sık sık bu aileyi ziyarete giderdi. Eve varınca demircinin izhirle dumanlanmış evine girer, çocuğu kucaklar, öper koklar ve bir müddet sonra dönerdi.” Hazreti Enes sözlerine O’nun tevazusunu da ekler. Çünkü Efendimiz, alışkın olduğumuz muktedirlere asla benzemiyordu: “Bunu yaptığı zaman da kendisi Arap yarımadasının hemen tamamının yöneticisiydi. Yani Bizans İmparatorluğu’nun güney sınırlarına uzanan Medine devletinin tartışmasız yöneticisiydi.” Ümmetinin şehitlerinin arkada bıraktıklarına da sahip çıkıyordu Fahr-i Kâinat Efendimiz. Mesela Uhud’da şehid düşen Abdullah İbn-i Cahş’ın oğlu Muhammed’e kol kanat germişti. Onlar adına mahzun oluyor ve dua dua yalvarıyordu. Ümmetinin tamamının elinden tutabilmek için şefaati tercih ediyordu Kutlu Nebi. Her peygamber Allah Teâlâ’nın reddetmeyeceği duasını dünyada yaparken O (aleyhi ekmelüttehâyâ) bu duayı, mahşer günü ümmetine şefaat etmek için ahirete saklamayı tercih etmişti. Peygamber Efendimiz ümmetine zorluk gelmemesi için ibadetlerde de kolay olanı tercih ediyor. Ashabına hitap ederek imkanı yerinde olanların hac ibadetini yapmalarının farz olduğunu bildiriyor. Ve hac farizasını yerine getirmelerini istiyor. Orada bulunanlardan biri “Her sene mi hac yapacağız? diye soruyor. Allah Resûlü, sükût buyuruyor. Bunun üzerine soru soran kimse üç kere sorusunu tekrar ediyor. Sonunda Peygamber-i Zîşan Efendimiz, “Eğer evet deseydim her sene hac yapmanız farz olacaktı ve siz de buna güç yetiremeyecektiniz.” buyurarak ümmetinin altından kalkamayacağı bir hükmün farz kılınmasını istemiyor. Allah Resûlü, birkaç gece mescidde ashabına teravih namazını kıldırmış, daha sonra cemaat halinde kıldırmayıp odasında tek başına kılmıştı. Ashab, Merhamet Peygamberi’nin çıkıp kendilerine teravih namazını kıldırmalarını arzu etmişlerdi. Fakat Efendimiz, (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) teravih namazının ümmetine farz kılınabileceğini öngörmüştü. Zaten farz kılındığında da ümmetinin bunu yerine getirmekten aciz kalacağını ifade buyurması da şefkatinden değil miydi? İki Cihan Güneşi her yerde şefkatin zirvesiydi. Ve ümmetine her daim böyle olmalarını tavsiye ederdi.

KOPENHAG

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

GÖTEBORG

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

OSLO

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:58 05:28 13:14 03:56 05:26 13:14 03:53 05:23 13:14 03:51 05:21 13:14 03:49 05:19 13:14 03:47 05:17 13:14 03:45 05:15 13:14

17:15 17:16 17:17 17:18 17:19 17:19 17:20

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:52 05:22 13:17 03:50 05:20 13:16 03:47 05:17 13:16 03:45 05:15 13:16 03:42 05:12 13:16 03:40 05:10 13:16 03:38 05:08 13:16

17:19 17:20 17:21 17:22 17:23 17:24 17:25

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:47 05:17 13:21 03:45 05:15 13:21 03:42 05:12 13:21 03:39 05:09 13:21 03:36 05:06 13:21 03:34 05:04 13:21 03:32 05:01 13:21

17:26 17:27 17:28 17:29 17:30 17:31 17:32

ODENSE

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

STOCKHOLM

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

HELSİNKİ

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

04:08 05:38 13:23 04:06 05:36 13:23 04:03 05:33 13:23 04:01 05:31 13:23 03:59 05:29 13:22 03:57 05:27 13:22 03:55 05:25 13:22

17:24 17:25 17:25 17:26 17:27 17:28 17:29

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:21 04:51 12:52 03:18 04:48 12:52 03:16 04:46 12:52 03:13 04:43 12:52 03:10 04:40 12:52 03:08 04:38 12:52 03:05 04:35 12:52

16:56 16:57 16:58 16:59 17:00 17:01 17:02

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:49 05:19 13:25 03:47 05:17 13:25 03:44 05:14 13:24 03:41 05:11 13:24 03:38 05:08 13:24 03:36 05:06 13:24 03:33 05:03 13:24

17:29 17:30 17:31 17:32 17:34 17:35 17:36

AARHUS

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

DRAMMEN

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

TAMPERE

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

04:06 05:36 13:24 04:03 05:33 13:24 04:01 05:31 13:24 03:59 05:29 13:23 03:57 05:27 13:23 03:54 05:24 13:23 03:52 05:22 13:23

17:25 17:26 17:27 17:28 17:29 17:29 17:30

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:50 05:20 13:24 03:48 05:18 13:24 03:45 05:15 13:23 03:42 05:12 13:23 03:40 05:10 13:23 03:37 05:07 13:23 03:34 05:04 13:23

17:28 17:29 17:30 17:31 17:32 17:33 17:34

29.04.2015 30.04.2015 01.05.2015 02.05.2015 03.05.2015 04.05.2015 05.05.2015

03:47 05:17 13:29 03:44 05:14 13:29 03:41 05:11 13:29 03:38 05:08 13:29 03:35 05:05 13:29 03:32 05:02 13:29 03:30 05:00 13:29

17:35 17:36 17:37 17:39 17:40 17:41 17:42

20:48 22:08 20:50 22:10 20:52 22:12 20:54 22:14 20:56 22:16 20:58 22:18 21:00 22:20

20:56 22:16 20:58 22:18 21:00 22:20 21:02 22:22 21:04 22:24 21:06 22:26 21:08 22:28

21:00 22:20 21:02 22:22 21:04 22:24 21:06 22:26 21:08 22:28 21:10 22:30 21:12 22:32

20:59 22:19 21:01 22:21 21:03 22:23 21:05 22:25 21:07 22:27 21:09 22:29 21:12 22:32

20:41 22:01 20:44 22:04 20:46 22:06 20:49 22:09 20:51 22:11 20:53 22:13 20:56 22:16

21:15 22:35 21:17 22:37 21:20 22:40 21:22 22:42 21:25 22:45 21:27 22:47 21:29 22:49

(SAS)

21:13 21:16 21:18 21:21 21:23 21:26 21:28

22:33 22:36 22:38 22:41 22:43 22:46 22:48

21:18 22:38 21:20 22:40 21:23 22:43 21:25 22:45 21:28 22:48 21:30 22:50 21:33 22:53

21:29 22:49 21:32 22:52 21:35 22:55 21:38 22:58 21:40 23:00 21:43 23:03 21:46 23:06


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

KIRMIZI ŞAPKALI KURT

Dağıstan Çetinkaya


kur­su@za­man.com.tr

BU SAY­FA, M. FET­HUL­LAH GÜ­LEN HO­CA­EFEN­DI’NIN SOH­BET VE YA­ZI­LA­RI ESAS ALI­NA­RAK HAZIRLANMAKTADIR.

İkindi Sohbetleri

Sadakatten yüksek paye yoktur! İnanan bir gönül, hiçbir zaman hamasete girmemeli, aşk derecesinde sevdiği, ciddî manada saygı duyduğu insanlar hakkında bile asla mübalağalı ifadeler kullanmamalıdır. Hele ifade edilecek bu hususlar, doğrudan doğruya dinin ruhuyla alakalı değil de detaya ait talî meselelerse ve bunlar ifade edildiği takdirde ihtilafa düşme söz konusuysa, bu tür mevzulara girmeme konusunda azami derecede hassasiyet gösterilmelidir.

Şahıslar Fâni Mefkûre Bâkidir Esasında önemli olan, şahısları göklere çıkarmak değil, o şahısların hayatlarını ortaya koyarak mayalamaya çalıştıkları mefkûreye sadakattir. Zira şahıslar fâni; mefkûre ise bâkidir. Hem sadakatten daha yüksek bir paye yoktur. Bir âyet-i kerimede işaret edildiği üzere sadakat; şehitlik ve veliliğin bile üstündedir. (Bkz; Nisa, 4/69) Peygamberlerden sonra en büyük insan olarak kabul edilen Hazreti Ebû Bekir Efendimiz, Sıddîk-i Ekber unvanıyla serfirazdır. Bu itibarla asıl mârifet; sevip saygı duyduğunuz insanlar hakkında “Mehdi”, “Mesih” gibi abartılı ifadeler kullanmak değil; elden geldiğince o insanların gittiği yolda, adım adım onları takip edebilmektir. Hem, bir zata karşı aşk derecesinde alaka ve sevgisi bulunduğunu iddia eden birisi, şayet o zatı hatırladığı zaman burnunun kemikleri sızlamıyor, birkaç dakika gözyaşı dökmüyor; gece yüz rekât namaz kıldıktan sonra ellerini açıp, “Allah’ım beni onunla haşret!” diye dua etmiyor ve en önemlisi onun yürüdüğü yolda varını-yoğunu feda etmiyorsa, bana göre bu kişi iddia ettiği mevzuda çok samimî değil demektir. Elbette ki söylediğimiz bu ölçü, şahsın kendi iç muhasebesinde kendini kritiğe tâbi tutarken riayet etmesi gereken bir ölçüdür. Yoksa biz hiç kimseyi samimiyetsizlikle itham edemeyiz/etmemeliyiz. Ayrıca şunun da bilinmesi gerekir ki, şayet siz birini hamasî destanlarla anlatmaya durursanız, hiç farkına varmaksızın başkalarını tahrik etmiş ve o zat hakkında elli farklı cephenin oluşumuna sebebiyet vermiş olursunuz. Hatta sizin abartılı söz, tavır ve davranışlarınız sadece din düşmanı kesimleri tahrik etmekle kalmaz, ehl-i iman arasında da şu veya bu seviyede tahriklere sebebiyet verebilir. Evet, meseleyi şahıslara indirgeyip daralttığınız zaman, din-i mübin-i İslâm’a hizmet eden insanları dahi rekabete sevk etmiş ve belki de haset günahıyla onların mahvolmalarına sebebiyet vermiş olursunuz. Bu itibarla, bir kez daha ifade edelim ki, önemli olan şu ad veya bu unvanla sevdiğiniz zatları yâd etmek değil, onların davalarına karşı fevkalâde sadık olmaktır.

Zarar Veren Mübalağalar Hem ortaya konulan güzelliklerin sadece önde görünen insanlara nispet edilmesi ve bundan dolayı onlar hakkında mübalağalı ifadelere girilmesi apaçık bir haksızlık ve zulümdür. Zira ortada bir muvaffakiyet ve zafer varsa, o muvaffakiyet ve zafer birlik ve beraberlik ruhuna Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği bir lütuftur. Dolayısıyla, yapılan hizmetleri sadece önde görünen şahıslara mal etmek, hem Allah’a karşı şirke varabilecek bir saygısızlık, hem de o iş için didinip duran insanların ceht ve gayretlerine yapılmış bir zulüm ve haksızlıktır. Önde görünme meselesine gelince; öncelikle hepimizin kardeş olduğu unutulmamalıdır. Bazıları cebr-i lutfî olarak elinde olmadan turnikeye daha önce girmiş olabilir. Yani Allah (celle celâluhû) kader planında evvelâ onun dünyaya gelmesini murat buyurmuştur. Belli bir tarihte doğmak kimsenin elinde değildir; dolayısıyla turnikeye önce veya sonra girme meselesi mutlak bir değer ölçüsü olamaz. Elbette biz, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Küçüklerimize şefkat etmeyen, büyüklerimize saygı duymayan bizden değildir!” (Tirmizî) beyanı gereğince her zaman büyüklerimize saygı duyarız. Fakat bu, onlara taşıyamayacakları payeler yükleme ve mübalağalı ifadelerle onları başkalarına anlatmaya çalışma demek değildir. Mesela iman hakikatlerini kendileri vesilesiyle tanımış olanlar, bir Hulusî Efendi’yi, bir Tahirî Mutlu’yu (makamları Cennet olsun) kutup gibi görebilirler. Fakat onlar bu hissiyatlarını sağda solda hamasî destanlarla anlatma yolunu tercih ederlerse, esasında yaptıkları bu işle, o büyük zatların mefkûresine ihanet etmiş olurlar. Günümüzde de, yeryüzünün değişik coğrafyalarına göç edip giden hicret kahramanları arasında çok önemli işler başarmış arkadaşlarınız olabilir. Fakat birilerinin kalkıp da safiyane düşüncelerle dahi olsa falan zata, filan kişiye değişik namlar, nişanlar takması, onlara farklı payeler yüklemesi, Gönüllüler Hareketi’ne yapılmış bir ihanet sayılır. Çünkü bu, yeni yeni hazımsızlık cephelerinin oluşumuna sebebiyet verme demektir. Sizin ölçülerinizden haberdar olmayan insanlar, bu mevzuda bâlâ-pervâzâne iddialarda bulunabilirler. Bu durum karşısında sizin kalkıp el âlemin ağzına fermuar vuracak hâliniz yok! Fakat siz iradenizle, kendi ağzınızı mübalağalı ifadelerden, kendi dilinizi hamasî destanlardan koruyabilirsiniz. Bu mevzu, Gönüllüler Hareketi’nin geleceği adına bana çok önemli geliyor. Bu sebeple, umumî mânâda bu mevzuda sürekli tahşidat yapılması gerektiğine inanıyorum. Siz isterseniz buna bir “hizmet vecibesi” olarak da bakabilirsiniz.

fasıldan fasıla

Kalpteki lekeler, llah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanlarına göre her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. (Buhâri) Esasen insanın yükümlü kılındığı mükellefiyetlerdeki temel espri de doğuştan insana verilen bu aslî fıtratı korumaktır. Yani insan, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği fıtrat-ı asliyeyi vefat edinceye kadar korumakla mükelleftir. Zaten münciyât (insanı sahil-i selâmete ulaştıracak ameller) kategorisinde ele alınabilecek bütün emirler fıtrat-ı asliyeyi korumaya matuf olduğu gibi, mühlikât (helâk eden, felâkete sürükleyen hususlar) olarak isimlendirilen bütün haramlar da fıtrat-ı asliyeyi bozmaya sebeptir. O hâlde insan bir taraftan helâk edici günahlara karşı sağlam seralar oluştururken diğer taraftan da sürekli, sâlih amellerin peşinden koşmalı; fıtrat-ı asliyesini, kirletmeden ve deformasyona maruz bırakmadan, muhafaza etmenin yollarını aramalıdır. İşlenen her bir günah insan tabiatı açısından bir deformasyondur. Böyle bir deformasyon yaşayan insanın yeniden formuna girebilmesi yani tabiat-ı asliyesine dönebilmesi ise ancak


HAFTANIN DUASI

SÖZÜN ÖZÜ

Allah’ım! Hakkındaki hüsn-ü zannıma göre bana muamele ve mukabelede bulun; bağışla beni. Ey yegâne merhamet sahibi Rahman ü Rahîm ve ey tevbeye koşan günahkârları mağfiret buyuran Gaffâr u Settâr! Bendeni rahmetinle yarlığa. Dünyada ve ukbada Sensin, dostluğuna güvenilen Yüce Mevlâ ve Sensin, kendisine ümit bağlanan Mürtecâ. Rabb’im! Sineme inşirah salmanı, yolumu, peygamberan-ı izamın, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu eylemeni istirham ediyorum. Dualarımı kabul buyur, Rabb’im!

Hakiki bir mümin, medihten hoşlanmadığı gibi, methedene karşı da içinde bir burukluk hisseden; bir manada yergiden memnun olan ve kendisini yeren kimseye hiddet etmek şöyle dursun onu, yardıma koşmuş bir dost olarak gören insandır. O, övülmenin, gönül dünyası için zararlı bir fitne olduğunu bilir. Gıybet, iftira ve bühtana girmeden, “müspet tenkit” diyebileceğimiz bir üslupla kendisini zemmedeni ise, kusurlarını hatırlatıp onlardan kurtulmasına vesile olduğu için memnuniyetle karşılar.

his dünyası

Gönül gözüyle yarınlar Farklı dönüyor çark, zamanda bir fısıltı var, Dağ-bayır, ova-oba her yanda gizli şölen.. Mevsim değişiyor artık ufukta nevbahar, Tıpkı ilk Işık Çağı, az ilerde görülen. Yeryüzü bitevî yağmur duasına durmuş, Yasla kıvranan o kupkuru çölde inşirah; Âdeta dünyaya ötelerin rengi vurmuş, Bin büyüyle ağarıyor ağarınca sabah… Tıpkı eşref saate bağlanmış gibi zaman, Her yanda ışık meş’alesi o Sonsuz Nur’dan Tülleniyor bir bir O’nun inayeti, ayan.. Çarpıyor ruhlarımıza o sırlı fağfurdan. Bir bayram sevinci içinde bütün gariban, Yol hazırlığıyla meşgul o meş’um ızdırap; Tekmil değişiyor bir baştan bir başa cihan, Nur Çağı’ndan renklerle doğuyor doğan mehtap… M. Fethullah Gülen

istiğfarla silinir istiğfarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle, günahlar insan mahiyetinde olumsuz bir kısım değişiklikler meydana getirir. Öyle ki, günah ile kirlenen bir kalp zamanla kendi fonksiyonunu dahi eda edemez hâle gelebilir. Ayrıca her bir günah, insanı Allah’tan uzaklaştırır ve onu küfre yaklaştırır. İşte insanı küfre yaklaştıracak günahlardan kurtulma ve kalpte oluşan lekeleri silme ancak istiğfarla mümkün olur. Esasında insan daha baştan günahın en küçüğüne bile adım atmama mevzuunda kararlı bir duruş sergilemelidir. Bu istikamette o, günaha düşmeyeceği temiz ve nezih ortam oluşturma gayreti içinde olmalı ve kendisini günaha sürükleyebilecek zeminlerden yılandan çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır. Bu ise ancak her günahta Cehennem’e yuvarlanıyor olma hissini vicdanında derinden derine duyan mü’min bir gönle müyesser olacaktır. Zaten günaha karşı kalpte bir tiksinti hâsıl olmuyorsa, o kalbin ölmüş olduğuna hükmedilebilir.

Abdullah Aymaz

Şeytanın ayağını öperler Üstad Hazretleri On İkinci Söz’ün İkinci Esası’nda Kur’an-ı Hakim’in hikmetinin şahsî hayata verdiği ahlâkî terbiye ile felsefe hikmetinin verdiği dersin mukayesesini şöyle yapıyor: “Felsefenin hâlis bir talebesi, bir Firavundur. Fakat menfaati için en hasis (en değersiz) şeye tapan zelil bir firavundur. Her menfaatli şeyi kendine Rab tanır. Hem o dinsiz talebe mütemerrid (dikbaşlı, kaypak) ve muanniddir (inatçıdır). Şeytan gibi şahısların, değersiz bir menfaat ve küçük bir çıkar için ayağını öpmekle zillet gösteren alçak, rezil bir muanniddir. Hem o dinsiz talebe, cebbar bir mağrurdur (gururla büyüklük taslar.) Fakat kalbinde dayanma noktası bulmadığı için zatında gayet acz ile âciz bir cebbar-ı hodfuruştur (kendini beğendirmeye çalışan, övüngen bir zorbadır). Hem Evet “Ahirete inanmalarına rağmen o talebe, menfaatperest (çıkarcı) bir egoisttir ki; bütün gayreti, nefis, bile bile dünyayı âhirete tercih mide ve şehvetinin arzularını tatmin ederler. İnsanları Allah yolundan ve şahsî çıkarlarını, bazı kavmî çevirir de o yolu eğri büğrü (millî) menfaatler içinde arayan, sinsi, hilekâr, entrikacı, dessas bir göstermek isterler. İşte onlar, egoisttir…” haktan, doğru yoldan çok uzak Üstad Hazretleri, bu tesbitleriyle bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim menfaat üzere çarkları kurulmuş Sûresi, 14/3) buyurulan bu âyetin dünya siyasetinin temsilcisi izahında, Birinci Şua’da Üstad şahısların psikolojik yapılarını Hazretleri şöyle demektedir: “O isabetle anlatmaktadır. Bir dönem bedbahtlar, bazı müminleri imanları ülkemizi yöneten ve dünya beraber olduğu halde ve bir kısım çapındaki siyasetin piyonları olanların iç yüzlerini bu ifadelerle ehl-i ilim (din adamının) âhireti deşifre etmiştir. Ama o dönemde tam bildikleri halde, onlara iltihak maalesef “Zulmetten Nura” diye etmeleriyle, bilerek ve severek İslamiyet için güzel görüşler beyan eden bazı dindar görünümlüler dünya hayatını dine ahirete yani bile “zulmet” dedikleri o gayyaya elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek menfaat ve makam tutkusu ile batıp gitmişlerdir. İmanları bile olduğu gibi, sefih hayatı, dînî hissiyata halde, bilerek ve severek dinlerini inadına tercih ve iftihar ederler. Bu bir tarafa atıp dünyayı tercih eden cümlenin bu asra bir hususiyeti var. bu bedbahtlar bazı âyetler imâlı, remzî ve cifri mânaları ile işaret etmektedirler… Evet “Ahirete inanmalarına rağmen bile bile dünyayı âhirete tercih ederler. İnsanları Allah yolundan çevirir de o yolu eğri büğrü göstermek isterler. İşte onlar, haktan, doğru yoldan çok uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim Sûresi, 14/3) buyurulan bu âyetin izahında, Birinci Şua’da Üstad Hazretleri şöyle demektedir: “O bedbahtlar, bazı müminleri imanları beraber olduğu halde ve bir kısım ehl-i ilim (din adamının) âhireti tam bildikleri halde, onlara iltihak etmeleriyle, bilerek ve severek dünya hayatını dine ahirete yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi, sefih hayatı, dînî hissiyata inadına tercih ve iftihar ederler. Bu cümlenin bu asra bir hususiyeti var. Çünkü hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş. Diğer asırlarda o ehl-i dalâlet, âhireti bilmediğinden inkâr ediyordu. Elması, elmas bilmiyordu, dünyayı tercih ediyordu.” Maalesef günümüzde daha dehşetlisini yaşıyoruz. Bazı din âlimlerimiz haksızlığın, yolsuzluğun, hırsızlığın yanında yer alır oldular. Everest tepesi gibi kibir ve enaniyetlerini tasavvufun derin ve harika terbiyesine rağmen öldürmeyen bazıları da bu zulümlere, haksızlık ve yolsuzluklara zımnî olarak kabul göstererek mağdurları da ellerindeki imkanlarla ezme hatta yok etme cihetini tercih ettiler. Allah’a sığınmaktan başka çaremiz yok…


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

40

BULMACA BU Hazrlayan: Ali Topdağ a.topdag@zaman.com.tr

A

İ

U

H

U

D

A

N

H

R

H

İ

A

M

A

D A

Y

N İ

E

Y

B

T

A

E

R

PARAGRAF TAMAMLAMA A

A T R M H

Z

I

İstanbul’un en büyük camii

K

N

I

R

F

A

R

İ

A

U

R

Z

E

İ

T

A

İ

D İ

L

M

E

İ

R

K

V

A

A

H

H

Yaşayarak elde edilen bilgi

Allah'n bir olma sfat

D

P

Son öğle namaz

A

Felak ve Nas sureleri

E

I

A

U

S

K

I

A

Ş

F

L

Ü

Z

A

H

L

Ç

E

A

L

A

Ü

R

B

Yunuz Emre'nin şiirlerinde Allah

H

Her ayetinde "Allah" geçen sure

İ

V

Hac kyafeti

V

İ

A

E

U

Y

M

İ

H

B

A

K

Uhud şehitleri

H

T

Yalnzca Allah'a ait olan sfatlar

E

R

R

A

E

S

Y

S

N

U

M

L

İ

T

Z

T

E

Z

M

Haccn farzlarndan biri

E

L

A

A

L

İ

E

S

T

A

R

V

V

Medineli ilk müslümanlar

A

E

M

N

E

U

Ü

İslam Hukuk Metodolojisi

C

U

N

N

T

A

İ

Tekbir

L

A

L

L

Y

N

S

İ

Ü

T

İ

Ü

A

ZİNCİR BULMACA

L

N

K

A

E

Z

M

Ramazan namaz

Mescid-i Haram'n blunduğu şehir

A

R

Y

İ

E

V

H

O

A

S

L

M

A

A

Namazn şartlarndan

R

L

A

U

M

S

V

İ

E

M

T

E

E

T

K

D

E

E

İmann Efendimiz'in Emredici şartlarndan sütannesi nefis biri

D

A

A

K

B

İ

Namaz temizliği

M

A

A

K

A

F

Y

K

Sema yapan

F

S

A

E

İ

R

T

L

H

N

E

S

A

İ

Z

M

R

A

Y

N

Efendimiz'in Kur'an dş aldğ vahiy

E

Kur'an'da bir sure

Miraç'ta hediye edilen aşr

Üçüncü halife

R

A

E

H

H

Namaz dosdoğru klmak

İ

T

V

S

A

K

E

A

E

N

F

M

E

A

M

I

R

C

E

Peygamberlere vahiy getiren melek

N

L

E

İ

R

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ

G

Kutular doldurulmuş bulmaca aşağdaki gibidir. Sizden istediğimiz soru kutusundan çkp sadece yatay ve düşey ilerleyerek bütün kutular kullanp çözümü işaretlemek. Her harfi sadece bir kere kullanabilirsiniz.

Y

ZİNCİR BULMACA

Kutulardaki her say bir harfin karşlğdr. Verilen ipuçlarn kullanarak diğer kutular doldurun ve hayatmza yön verecek prlanta tavsiyeyi tamamlayn. 21

2

18

2

21

15

7

14

1

6

15

6

2

3

18

17

5

3

2

4

21

2

2

8

13

22

15

22

9

7

4

10

7

8

14

7

8

3

6

18

11

2

5

2

21

2

9

22

9

18

22

15

22

14

7

16

2

4

7

19

7

8

7

15

9

3

6

18

1

6

20

6

5

7

11

3

7

8

6

4

15

2

4

17

13

22

3

21

7

20

23

11

22

4

7

24

25

6

8

7

26

7

18

14

7

23

4

3

2

8

2

21

7

11

3

7

9

9

6

8

7

26

7

18

2

3

3

2

16

17

4

20

7

3

2

15

17

14

6

8

12

15

3

7

8

25

6

8

28 27 26 25 24 G 23 V 22 Ş 21 H 20 Y 19 Ü 18 K

13 C 12 T 11 M 10 L 9 A 8 E 7 0 6 N 5 S 4 I 3 D

29

15 R 14 U

U L O E

A M

N Z

R I

U R

D Z

O Y

A İ

I N

Z İ

S E N İ T E Y İ H U L U I

G R E D N İ N E S N A D N

E

C U

S K

N O

E C

S R

E Y

İ B

E L

İ B

K Ü

İ G

R Ü

A L K I R A M I Ş E V A

L H A T S Ü K İ Z İ B R E

I

17 Z

29

16 İ

28

2 Ğ

27

1 B

26

Ğ

25

B

24

R

23

I

22 U

H

21

A

20

U

19

B

18 K

E

A

17

M

16

15 S

S

14

Ş

13

A

12

M

M

11

İ

İ N

Ş

10

N

A

9

U

L

8

B

R Ğ B

T

7

Z

A

6

U

E

5

M

E

4

U

İ

3 L

Ğ

B A R

2 A

D

A

L

Y

O

1

5

U

L

PARAGRAF TAMAMLAMA

Üç aylar, insann, Allah’a en yakn olabileceği, O’nun engin rahmetine liyakat kesbedebileceği; günahlarndan syrlp kalp ve ruh ufkuna seyahat edebileceği bir zaman dilimidir.


28 NİSAN 2015 SALI

iljlem karala

Fark Bulmaca bulmaca

SELEN

Geçen haftanŌn çözümü

7 / 7 - 3 0 = 7 9 - 5

7 + 5 1 8 + 7 = 3 + 2

2 9 / 2 9 = 4 6 / 6 7

1 x 1 + 2 = 5 4 2 / 4

Õu anda matematiksel denklemlerde eljitliŮin iki tarafŌ denk deŮil. Her denklemde, eljitliŮin iki tarafŌnŌn da denk olmasŌ için iki tane hücreyi karalayŌn. UnutmayŌn, eljittiri karalayamazsŌnŌz.

Verilen iki resim birbirinin aynŌsŌydŌ. Ama kopyalama esnasŌnda çizer bazŌ ljeyleri farklŌ çizdi. Acaba bu 10 farkŌ bulabilir misiniz?

08-09 Bulmacalar

NoktalarŌ birleljtir

Verilen 7 tane tetrominonun her birini tam olarak bir kez kullanarak, verilen ljekli oluljturalŌm. Her tetromino 4 birim karenin birleljtirilmesiyle oluljur. BakalŌm verilen ljekli bu tetrominolarŌ kullanarak oluljturabilecek misiniz?

Her renk için, sŌrayla noktalarŌ birleljtirin. YŌldŌzlar, o renk için çizeceŮiniz çizginin en son noktasŌdŌr.

Yeni Bahar Çocuk

Tetromino

BALIK-OLTA ÇÖL-DEVE ÇADIR-KIZILDER~L~ G~TAR-NOTA DAKT~LO-KAcIT FIRÇA-D~Õ BEÕ~KTAÕ

Eljsiz kelime

Y~RM~ ÜÇ N~SAN ÇOCUKLARIN BAYRAMI

Kelime avŌ

EŮlenceli matematik

ÇÖZMECE 28 NİSAN 2015 SALI

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN


26 MARTYeni- 1Bahar NİSAN 2014 Faaliyet Çocuk

15

KÂĞIT HELVA

Ahmet Şahin

Malzemeler:

1

1

2 2

Bediüzzaman’dan ‘müspet hareket etme’ uyarıları!

‘Şahdamar Yayınları’, Dr. Mahir Şahin’in hazırladığı ‘Bediuzzaman’a Göre Eğitim ve Öğretmen’ kitabını yayımlayarak özellikle gençlere ve öğretmenlere fevkalade önemli bir bilgilendirme hizmetinde bulunmuştur. 245 sayfalık kitapta baştan sona Risale-i Nur kaynaklı orijinal sayılabilecek şevk verici, istikamet gösterici, başarı sağlayıcı birçok tespitler yapılmıştır. Bu orijinal tespitlerden sadece ‘müspet hareket etme’ tespitine kısaca bir göz atalım isterseniz. Diğer önemli tespitler kitaptan incelenecektir elbette. ****** “Emirdağ Lahikası 2’de, Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor: - “Aziz kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahî’ye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır; vazife-i İlahiye’ye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz!..” Eğitim açısından ele aldığımızda bu manada müspet hareket, etrafta olup biten olumsuzluklara değil; kendisinin yapması gereken olumlu hizmetlere bakarak gereksiz şeylerle meşgul olmamaktır. Bir fert olarak eğitimci, en önemli vazifenin, nefislerin ıslahı olduğuna inanması lazımdır! Bunun için de, kendisine düşen vazifenin nefislerin ıslahı olduğu düşüncesinden hareketle, başka şeylere dikkatini dağıtmadan kendi vazifesiyle meşgul olmalıdır. Başka insanların eksik ve gedikleriyle ilgilenmeme, yanlışa yanlışla cevap vermeme, en olumsuz durumlarda bile konumunu kaybetmeme, müspet hareketin gereklerindendir. Bediüzzaman’ın iman hizmetine başladığı yıllar aynı zamanda Türkiye’de Batılılaşmanın ve modernleşmenin herkesi inkâra sürüklediği yıllardır. O dönemde iman hizmeti diye bahsedilen şey, bir köydeki üç-beş insanın kalbine iman hakikatlerinin duyurulmasıdır. O, dışarıdaki yangının büyüklüğüne bakarak ümitsizliğe kapılmamış, kendisine düşen vazifeyle meşgul olmuştur. O, çevresindeki üç-beş insanla hizmete başlamış ve zaman gelmiş, Allah’ın inayetiyle davası milyonlara ulaşmıştır. Onun hayatına bakılacak olursa müspet hareketten hiç ayrılmadığı ve talebelerine de hep bu müspet hareketi tavsiye ettiği görülecektir. Zaten talebelerine son dersi de müspet hareket olmuştur.. O’nun tarihe geçen bir müspet hareket örneği. Bir gün resmî elbiseli, iri yarı, heybetli bir adam geldi Bediüzzaman’ın huzuruna. Selam verip elini öperek oturdu yanına. -Efendim, arkadaşları dışarı çıkarın sizinle gizli bir şey görüşmek istiyorum, dedi. Bediüzzaman adama dönerek; - Ne söyleyeceksen söyle onlar yabancı değiller, dedi. Kör Hüseyin Paşa, aşiret reisiydi ve Bediüzzaman’la görüşmek için Patnos’tan kalkmış gelmişti. Kemerinden iki kese altın çıkardı. - Efendim bu benim malımın zekâtıdır, talebelerinle afiyetle harcarsın, dedi. Bediüzzaman cevaben; -Paşa, sen bilmez misin zekâtın başka yere taşınması dinen caiz değildir!. - Efendim çevremdeki fakirlere zekâtımı dağıttım, bu sizin içindir. -Benim zekâta ihtiyacım yok, hem ben zekât ve hediye kabul etmiyorum!. Kör Hüseyin Paşa, mahcup bir şekilde altınları tekrar kemerine soktu ve şöyle söyledi: -Efendim, sizden bir ricam olacak. Ben bu devletle savaşmak istiyorum!. Beş bin askerimle Van’ın etrafını kuşatmaya aldım, emir verdiğin anda hemen vuracağım!. Bediüzzaman celallendi, yerinden doğruldu, kaşlarını çattı: -Paşa! Aklını başına al! Kimi kime vurduracaksın? Hasan’ı Hüseyin’e, Ahmed’i Mehmed’e mi kırdıracaksın? Paşa: -Efendim ben bu konuda kararlıyım. Sizden fetva bekliyorum!. Paşa! Eğer Müslüman kanının dökülmesine sebep olursan, Allah’ın huzurunda sorumlu olursun. Düşündüğün şeyden vazgeç!.. Paşa, Bediüzzaman’a adeta yalvararak: -Seyda, ben bu kadar hazırlık yaptım, şimdi askerime ne cevap vereceğim? Bediüzzaman: Aşiretine ve askerine mahcup ol ama yarın Allah’ın huzurunda rezil olma!. Kör Hüseyin Paşa, dizüstü oturduğu yerden kalktı, elini dizine vurarak, ‘Seyda sen benim evimi yıktın, sen benim evimi yıktın!’ diye söylene söylene gitti.. Van’dan asker, top, tüfek neyi getirmişse hepsini de alıp uzaklaştı!.” Bediüzzaman’ın bu tavrı da bir müspet hareket örneği olarak tarihe geçti. -Fa’tebirû yâ üli’l-ebsâr! Düşünün ey basiret sahipleri!

3

3

Dikdörtgen kalın fon kâğıdı Renkli keçeli kalemler Makas

Kâğıttan ayraç yapalım

C

anım arkadaşlarım, bu hafta sizlere hayvanlı ayraçlar hazırladım. Kitap okumayı sevmeyen arkadaşlarınız varsa ayraçlardan birini ona hediye edebilirsiniz, hoşçakalın.

HAZIRLAYAN: SEÇİL İLGÜN ANGÜN s.angun@zaman.com.tr

Önce yukarıdaki şekli kalın kâğıda yapıştırın ve kenarlarından düzgünce kesin, kolay gelsin.

28 NİSAN 2015 SALI

Çocukta uyku saplantılarını, yaşıtlarıyla aşın AİLE SAĞLIK SERVİSİ

1iletişimlerini anneleri ile kurar. Emzirmesi, Bebekler doğdukları andan itibaren ilk

kucağına alması, altını temizlemesi, uyutması derken anne ile bebek arasında etkileşme ve bağlanma oluşuyor. Bazen bu bağlanmalar, anneleri zor durumda bırakabiliyor. Tıpkı 26 yaşındaki Sevde Altın gibi. Sevde Hanım, 16 aylık bebeğinin doğduğu andan itibaren saçını tutarak uykuya daldığını aktarıyor. İlk zamanlar bir sıkıntı çekmediğini ifade eden Altın, artık bebeğin beşiğinde uyuduğu halde gözü kapalı bir eli havada saç araması karşısında da şaşkınlığını gizleyemiyor. Annesiyle kaygılı yapıda bağlanma kuran Çocukların geceleri annesiyle temas sağlayarak (saçını tutma, elini tutma gibi) uyuma paternini geliştirdiğini aktaran Fatih Üniversitesi Hastanesi’nden Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Ceyhun Caferov, aşırı bağlanma gösteren çocuklarda ileriki yaşlarda özgüven eksikliği,

okul reddi, özgül fobiler gibi çeşitli sorunların görülebileceğini kaydediyor. Uzman psikiyatrist, böyle bir bağımlılığın oluşmaması için ailenin zaman zaman çocuktan izole yaşaması gerektiğini belirterek, “Çocuk, başka insanlarla (bunlar kendi yaşıtları da olabilir, akrabalar da) vakit geçirmeli. Tabii bu 1 yaşından sonraki zaman için geçerli. Tamamen değil, zaman zaman çocuğa başkalarıyla oynama fırsatı verilmeli. Annenin fazla kaygılı, korumacı ve sahiplenici olması böyle bağlanmaya yol açabilir. O yüzden annenin de kaygısını azaltması gerekir.” diyor. 3-4 yaşlarından itibaren ise çocukların çevresiyle daha çok iletişim kurması ve yeni şeyler keşfetmesinin sağlanması gerektiğini belirten uzman, özellikle kendi yaşıtlarıyla vakit geçirmesinin faydalı olabileceğini kaydediyor. Caferov, “Eğer bu alışkanlıklar ileri yaşlara kadar devam ediyorsa, çocuğun veya ailenin hayatında olumsuzluğa neden oluyorsa, mutlaka bir uzmana danışılmalı ve yardım alınılmalı.” diyor.


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Nimetleri asıl sahibininden bilelim

MELEK ÖZDEN

1ğımızı Yüce Rabb’imiz Mübarek KitaDünyada çeşitli imtihanlara tabi olaca-

bı’nda bildiriyor. Bazen Allah’ın bizlere nasip ettiği evlatlarımızla bazen malımızla kimi zamanda makam ve mevkiyle... Ne yazık ki böyle olduğu halde başımıza gelen nice olayları bu çerçevede değerlendirmekten aciz kalabiliyoruz. Zira çoğu zaman farkında olmadan bu nimetlerin asıl sahibinden yüz çevirip inkar yolunu seçebiliyoruz. İmtihanı kaybettiğimiz kırılma noktası da bu oluyor maalesef. Kainatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) anlatmış olduğu şu kıssa bizlere bu konuda çok güzel dersler veriyor. Ebu Hûreyre’den (r.a) aktarılan bir rivayette Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kör, kel ve alaca hastalığına yakalanmış, İsrailoğullarından üç kişiyi Allah Teâlâ imtihan etmeyi murad eder ve onlara bir melek gönderir.” Melek, önce alacanın yanına gelerek ona en çok neyi istediğini sorar. Adam güzel bir cilt, güzel bir renk ile insanların kendisinden tiksinmelerine sebep olan halinin giderilmesini

Günümüzde

adamın gözleri açılır. ister. Melek onun bebirçoğumuz Melek bu defa o adamın denini sıvazlar, alacalığı en çok neyi sevdiğini yok olur ve güzel bir için mallarımız öğrenmek ister. Kör cilde erişir. Melek yine şükür vesilesi adam koyun olduğunu ona, mallarından en söyler. Allah tarafından çok hangisini sevdiğini olması gerekirona da doğurgan bir sorar. Adamın cevabı ken imtihan koyun verilir. Bunlar deve olur. Allah ona peş peşe doğurur ve her on aylık yüklü bir deve sebebi oluyor. türden vadiler dolusu verir. Melek de “Deve hayvan meydana gelir. senin için hayırlı ve müSonra melek insan barek olsun.” diyerek şeklinde ve kılığında, kelin yanına gelir. Bu sefer kele aynı soruyu yöneltir. Kel adam, alaca hastalığı olan adamın yanına gelerek, “Güzel bir saç ve insanları benden uzak- “Ben fakir biriyim, beni evime gidebilecek laştıran kelliğimin yok olmasını” diye cevap imkanım yok. Yurduma ulaşabilmem için verir. Melek başını sıvazlamasıyla kelliği Allah’ın ve senin yardımın gerekiyor. Sana gider ve kendisine Allah tarafından güzel bir şu güzel rengi, teni ve malı veren Allah saç verilir. Sonra melek ona, mallardan en için senden, yoluma devam edebilmem ve çok hangisini sevdiğini sorar. Adam, inek yerime ulaşabilmem için bir deve istiyorum.” cevabını verir. Allah’tan ona da yüklü bir inek der. Adam, hak sahiplerinin çok olduğunu verilir. Melek, ona da hayır temennisinde ve veremeyeceğini ifade eder. Melek, “Seni tanır gibiyim, sen insanların hoşlanmayıp bulunur. Melek sonra köre gelir aynı soruyu tek- kaçtığı, sonradan Allah’ın lütfedip zengin rarlar. Amâ, “Allah’ın gözlerimi iade etme- yaptığı fakir Abraş değil misin?” der. Adam sini ve insanları görmeyi”, diye cevap verir. ise, malların dededen babaya intikal suretiyle Melek adamın gözlerini sıvazlar sıvazlamaz miras olarak sahip olduğunu söyler. Melek,

“Eğer sözünde yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin.” diyerek kel adamın yanına gelir. Abraş’a dediğinin aynını ona da anlatır. Kel de Abraş gibi cevap verir. Melek “Yalancı isen, Allah seni eski haline çevirsin” der. Daha sonra aynı kılık ve görünüşte köre gelir ve yolda kaldığını ancak kendisinin yardımıyla eve ulaşabileceğini söyler ve “Sana gözlerini geri veren Allah için yolda faydalanmak üzere senden bir koyun ol istiyorum.” der. Kör; “Ben kör bir adam idim, Allah da bana gözlerimi geri verdi. İşte sürü istediğini al, istediğini bırak. Allah’a yemin ederim ki yüce ve güçlü olan Allah hakkı için, alacağın hiçbir maldan dolayı sana güçlük çıkaracak de­ğilim.” der. Melek malının onda kalmasını ve kendilerinin imtihana tabi tutulduklarını söyler ve “Allah senden razı oldu arkadaşlarından ise hoşnut olmadı.” der. Dönüp kendimize şöyle bir baktığımızda biz insanoğlu acaba Allah’ın bizlere nasip ettiği hangi nimetlerini bencilliğimize kurban ettik. Asıl vereni yok sayıp, kendi malımız gibi övündük. Ve bu imtihan meydanında rıza-ı ilahiye ulaşanlardan değil, kaybedenlerden olduk.

Yara tedavisinde bal kimyasal ilaçlardan daha etkili EŞREF AKGÜN MALATYA

fyola çıkan bilim insanları, balın yara, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden

yanık ve mikrobik rahatsızlıkları tedavi ettiğini ortaya çıkardı. Malezya’da kronik yarası olan 102 hasta ile yapılan bal sargısı uygulamasıyla balın, kimyasal ilaçlara oranla daha iyi sonuç verdiği gözlemlendi. Küresel Doktorlar Malatya Derneği’nin Malatya’da düzenlediği ‘Tıbb-ı Nebevi’de bal’ konulu konferansta Canik Başarı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Bekdemir, bu alanda yapılan çalışmalarla ilgili bilgiler verdi. Balın antibakteriyel özelliği ile birçok hastalığa iyi geldiğini anlatan Prof. Bekdemir, şu bilgileri veriyor: “Ağır enfeksiyon nedeniyle kronik yaraların iyileşmesi zordur. Bal öncelikle enfeksiyonlu yaradaki tüm

bakterileri birkaç gün içerisinde öldürerek yarayı steril hale getiriyor. Daha sonra ölü hücrelerin ve mikrobiyel artıkların temizlenmesini sağlar. Sonrasında, hücre gelişimi için gerekli tüm mikro besinleri (vitaminler, mineraller, aminoasitler) içeren bal, yeni hücre oluşumunu teşvik edebilir. Bunların yanında bal, yeni kan damarlarının oluşumunu ve doku yenilenmesini destekler.” Malezya’daki Malaya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ülser ile kronik yarası olan 102 hasta üzerinde denendiğini kaydeden Bekdemir, bal pansumanının iyileştirici etkisinin ilk kez ortaya konulduğunu ifade etti. 4 haftalık deney süresince yaraların ballı su ile temizlendiğini, bal sürülerek sarıldığını aktaran Bekdemir, hastaların çoğunluğunun 3 hafta sonunda taburcu edildiğini vurguladı.

65 YAŞINDAKİ HASTAYA YAPILAN UYGULAMA OLUMLU Canik Başarı Üniversitesi’nde Türki-ye’de ilk kez Bal Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni kurduklarını belirten Bekdemir, bu merkezde de Malezya’daki araştırmanın benzeri bir karşılaştırma yöntemiyle balın yaraları iyileştirici etkisini araştırdıklarını ve gayet başarılı sonuçlar elde ettiklerini açıkladı. 65 yaşındaki iki hastanın yaralarına bal ve normal kimyasal ilaçlarla sargı uyguladıklarını aktaran Bekdemir, bal ile yapılan tedavinin olumlu sonuç verdiğini bildirdi. Türkiye’nin 80 bin tonla dünyanın ikinci büyük bal üreticisi olmasına karşın yeterli çalışma olmadığını vurgulayan Prof. Bekdemir, kurdukları merkezde 1988’den beri bal ile ilgili çalışmalar yapan Prof. Dr. Kamaruddin Mohd Yusoff’un görev yaptığını anlattı.


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

TUVALETİM GELDİ

SEVİM ŞENTÜRK

1de, herhalde altlarına bağlanan bezdir. Bebekleri sevimli yapan şeylerden biri

Fakat, hiçbir anne-baba bu sevimli hal için çocuğunun bezli olma sürecinin uzamasını istemez. Vakti geldiğinde bebek, kakasını tuvalete yapabilmeli. Ama çocuklara bunu öğretebilmek için doğru zamanı seçmek ve eğitim yöntemine dikkat etmek gerekiyor. Aksi takdirde çocuğun ömür boyu taşıyacağı psikolojik sorunlara zemin hazırlanmış oluyor. Tıpkı emeklemek, yürümek gibi çocuğun tuvalete gitme ihtiyacı da doğal sürecinde gerçekleşiyor. Uzman psikolojik danışman Selçuk Öztürk, “Tuvalet eğitimine başlamak için ilk olarak bebeğin buna hazır olması yani fiziksel gelişimini tamamlaması gerekiyor. Öncelikle bebeklerin mesane kaslarının yeteri kadar gelişmesi lazım. Kaslar gelişmediğinde çocuk tuvaletini tutamaz, dolayısıyla da verilen eğitim uygulanamaz.” diyor. Danışman Öztürk, 18 aylıktan itibaren bir çocukta bağırsak ve mesane için gerekli olan kas kontrolünün kazanıldığını söylüyor. Yani, ebeveynler 18 aydan itibaren yavaş yavaş çocuklarına tuvalet eğitimi vermeye başlayabilir. Fakat ideal olan 2 yaşı beklemek! Çünkü, 2 yaştan önce tuvalet eğitimine başlamak bazen ters tepebiliyor. Böyle bir durumda çocuğun, tuvalet alışkanlığını kazanma süresi uzuyor yahut ileriki yaşlarda alt ıslatma görülebiliyor. Aynı sonuç, tuvalet eğitiminin gecikmesi durumunda da söz konusu oluyor. Yalnız burada es geçilmemesi gereken önemli bir nokta var. Her çocuğun gelişimi farklı olduğundan zaman dilimi değişkenlik gösterebilir. Tuvalet eğitimine çocukların gelişimine göre karar verilirse daha iyi bir sonuç alınır. Anneler burada şöyle bir soru ile yüz yüze geliyor: “Çocuğumuzun tuvalete gitmeye hazır olduğunu nasıl anlayacağız?” Öztürk’ün cevabı şöyle: “Çocuk; yürüyebiliyorsa, basit emirleri yerine getirebiliyorsa, altı ıslandığında rahatsızlığını hissettiriyorsa, iki-üç saat altı kuru kalıyorsa, kakasını yapacağını anlıyorsanız ve kıyafetlerini kendi çıkarma eğilimini gösteriyorsa tuvalet alışkanlığını kazanmak için hazır demektir.” Fakat bunların dışında başka bir ayrıntı daha var. O da cinsiyetin eğitime başlama ve eğitimi tamamlama sürelerindeki etkisi. Mesela kız ve erkek çocuklarının eğitime başlama ve eğitimi tamamlama vakitleri farklı. Kız çocukları 2,5 yaşına geldiklerinde bezden tamamen kurtulabiliyor ama erkek çocuklarında bu süre çoğu zaman 3 yaşına kadar uzuyor. Tüm bu etkenler göz önünde bulundurulduğunda, ebeveynlere düşen, acele etmeden kendi çocuklarının gelişim durumlarına göre tuvalet eğitimine başlamak. Zaten, bir çocuğun bez serüvenine son vermeden önce sadece pedagojik ilerlemeye göre hareket etmemek gerekiyor. Öztürk, çevresel faktörlerin de önemli olduğuna değiniyor. Ev taşıma, kardeş doğumu, ailede ölüm, ayrılık gibi stresli dönemlerde böyle bir eğitime başlamamak lazım. Öztürk, tuvalet alışkanlığı kazanma süreci için mevsimlere de dikkat çekiyor. “Mümkünse yaz ayları bezden kurtulmak için daha sağlıklı.” diyor. Çünkü bebekler kışın çabuk üşüyor üşüdükleri için de tuvalete gitmek istemeyebiliyor.

İlk adım lazımlık edinmek olmalı! Tuvalet eğitimi oldukça ayrıntılı bir konu. Sadece doğru zamanı tayin etmek yetmiyor, ebeveynin çocuğu tuvalete alıştırma esnasında izlediği yol da oldukça önemli. Bilimsel verilere takılıp çocukları zorla tuvalete götürmek doğru değil. Psikolojik danışman Öztürk’e göre, bazı ebeveynler, 24- 36 ay kuralına çok takılıyor ve bu sürede eğitimi tamamlamak için çocuğunu kakasını tuvalete yapması için zorluyor. Anne-babalar unutmamalı ki baskı hiçbir şeyi çözmez. Anlayışlı ve sabırlı olmayı tercih etmeliler. Çocuk kakasını

ANNE! Bebekleri tuvalete alıştırmak için en uygun fizyolojik dönem 24-36 ay arası. Fakat bu süre kimi zaman uzayabiliyor!

Geceleri ne olacak? Çocuklara tuvalet alışkanlığı kazandırırken, bir süre sonra eğitime geceleri de dâhil etmek gerekiyor. Bir çocuk, 4 yaşına kadar gündüz idrar kontrolünü tam anlamıyla sağlayabiliyor. Geceleri ise aynı şeyi yakalayabilmek için birkaç ay belki de bir yıl kadar daha zamana ihtiyaç olabiliyor. Ama bunun için de tıpkı gündüz olduğu gibi gece de çocuğa eğitim vermek gerekiyor. Uzman psikolojik danışman Selçuk Öztürk, annelere şöyle bir yol izlemelerini tavsiye ediyor: “Eğer çocuğunuz gündüzleri bez kullanmayı tamamen bıraktıysa, geceleri de altına bez bağlamayın. İki saatte bir tuvaletini yapması için onu uyandırın. Gece çişini tutmayı öğrenene kadar bu uygulamaya devam edin.”

yapamadığında, “Olsun başka zaman yaparsın!” nevinden cümleler kurmalılar. Bu, ebeveynler için tuvalet eğitiminin ilk kuralı olmalı. Sonrasında yapılması gerekense sadece bir lazımlık edinmek. Zira

lazımlık, çocuğun tuvaletini ilk yapacağı yer olduğu için önemli bir aparat. Bu yüzden, bu aparata alışması gerekiyor. Alışması için de evde bir lazımlık olması ve çocuğun onunla oynaması, üzerine oturup kalk-

ması gerekiyor. Öztürk, “Böylece çocuk kakasını oraya yapacağı zaman korkmaz ve tuvalet eğitimi süreci kolaylaşır.” diyor ve tavsiyelerine şunları ekliyor: “Eğitime başlandığında ise yemeklerden sonra, yatmadan önce, sabah kalkınca çocuğu lazımlığa oturtup kakası ya da çişini yapması söylenebilir. Çocuk dışkılama ihtiyacı geldiğinde bez yerine tuvalete gitmesi gerektiğini bu şekilde rahatlıkla öğrenir.” Fakat, anne-baba çocuğu tuvaletini yaparken asla yalnız bırakmamalı, yanında durup ona güvende olduğunu hissettirmeli. Diğer bir husus da, çocuğa, kakasını yaptığında ‘Ay ne pis, çok kötü koktu.’ gibi menfi cümleler söylememek gerektiği. Bu menfi sözler karşısında utanıp, bir daha lazımlığa hiç oturmak istemeyebiliyorlar çünkü. Öztürk, anne-babalara “Çocuğunuz kakasını ya da çişini yaptığında, onu tebrik edin, ufak bir ödülle kutlayın.” önerisini sunuyor. Tüm bu hususlara dikkat edildiği takdirde çocuğun tuvalete alışmaması için hiçbir sebep yok. Zamanla kendisini ifade etmeye başladığında da zaten süreç daha da kolaylaşacak ve tuvaleti geldiğinde annesine söyleyebilecek.


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN S E Ç M E L E R

YAŞAM VE ÖLÜM YORGUNU Mo Yan Çeviri: Erdem Kurtuldu Can Yayınları 933 sayfa 02122525675

EZIDILER Birgül Açıkyıldız Şengül Çeviri: Zülal Kılıç Alfa Yayınları 295 sayfa 02126749723

Cake Yönetmen: Daniel Barnz Oyuncular: Jennifer Aniston, Sam Worthington, Anna Kendrick, Britt Robertson, Felicity Huffman Tür: Dram, komedi Süre: 92 dakika 2014, ABD

Cake: Yaralıyız M. NEDIM HAZAR

1ca’sı içerdiği bambaşka tasvir ve görselRisale-i Nur’da 26. Lem’a’nın 10. Ri-

ŞAIR SÛFÎLER Ekrem Demirli Sufi Kitap 267 sayfa 02125112424

BABAM HAZRETI MUHAMMED Nuriye Çeleğen Nesil Yayınları 272 sayfa 02125513225

ŞIIRDEN ŞIIRE Kibar Ayaydın Sütun Yayınları 93 sayfa 02165221144

liğin yanı sıra muazzam bir telkin ve tedavi edici hükmündedir. Bediüzzaman esaret yıllarından sonra yorgun ve gündelik hayatın boğuculuğundan bıkmış bir şekilde yaptığı kaçışlardan birini hikmet penceresiyle resmeder 10. Rica’da. Ve bir anda görünen tablo ters yüz olur. Kalabalıklara bakarak yürüyen ölüler görür Hazret-i Üstad. Ve mezarlıklar ise ayağa kalkmayı bekleyen ölülerdir. Gurbet, hasret ve dostluk kavramları çerçevesinde tüm külliyatın her satırına sinen yönlendirmeyi yapar; fâniler için gerçek vatanı ve Sahib-i Asli’sine çevirir istikameti. Hastalık ve yaşlılık, sadece dünyevi parametrelerle aşılmaya çalışıldığında muazzam bir karamsarlık ve acıya dönüşür. Kültürü, inancı, sosyal sınıfı ne olursa olsun insanın, bu böyledir. Bediüzzaman, tedavinin tek boyutluluğunu elinin tersiyle iter, öncelenmesi gerekenleri hatırlatır modern insana. Bu vizörle bakıldığında Hastalar ve İhtiyarlar risaleleri her şeyden önce bir teskin ve tedavi edici iksire döner. Yönetmenliğini Daniel Barnz’ın yaptığı Cake, günümüz insanının kendini çıkışsız ve sıkışmış gördüğü anlarda yaşadığı nihayetsiz çırpınışları anlatan sade bir film. Bugüne değin daha çok fiziksel özelliği

ve ilişkileriyle bir ‘Celebrity’ ikonu olarak kullanılan Jennifer Aniston, fiziksel avantajlarını tepeleyerek girmiş rolünün içine. Filmde sadece bedeninde değil, ruhunda da yaraları olan tükenmiş orta yaşlı bir kadını canlandırıyor. Hikâye şu: Claire (J. Aniston) acılar içindedir. Fiziksel acısı vücudundaki yara izlerinden ve hareket ediş şeklinden bellidir; bu acı her adım atma girişiminde kendini gösterir. Öte yandan bedenindeki hasarın ruhunda açtığı yara çok daha büyüktür. Üstelik duygusal acısını da saklamakta iyi değildir. Hakaret derecesinde açık sözlü davranan kadının öfkesi hemen hemen her etkileşiminde su yüzüne çıkar. Kocasını ve arkadaşlarını kendinden uzaklaştırmış, çareyi kendisi gibi acı çekenlerin katıldığı destek grubunda aramaktadır. Bir dolu acılı ve yaralı başka insan… Öte yandan zindana dönüşmüş hayatında yanında bir tek kişi kalmıştır; bakıcısı Silvana. Onun da tahammül eşiğine yaklaşılmaktadır. Claire’in ilaç ve alkol destekli yaşadığı hayat öylesi bir hal alır ki, ölüm artık onun için bir kurtuluş gibi görünmeye başlar... Bir kaza sonucu bedenen alınan yaralar mı insana çok hasar verir yoksa sevdiklerinin terk etmesi mi? Cake, bu tür kadim bir sorgulamayı üstlenmeye soyunmadığı gibi, kabuğu sert bir cevizi ağza alıp kırmadan gevelemek gibi habire çevirdikçe çeviriyor.

Çünkü hikâye, hayata tek boyutlu bir pencereden bakınca dünya dağdağalı bir zindandan başka bir şeye dönüşmüyor yaralı insanlar için. Yönetmen Barnz, hikâyenin koyuluğuna koşut bir kasvet ile estetiğe müdahalesiz pasifliği tercih etmiş. Böyle olunca tüm yük iki oyuncunun sırtına binmiş Cake’de. Sürprizsiz bir şekilde akan hikâye, sonunda diyecek sözü olamayan bir nâtık gibi kısır şekilde varıyor son virajına. Belki sadece yer yer rüyalar ile renklendirilmeye çalışılıyor bu karanlık tablo, o kadar. Filmin senaryosu sadece tek boyut defosu taşımıyor. Karakterlerin birbiriyle kurması gereken bağı da yeterince güçlü kuramadığı için, kahramanın içine değil önüne doğru çeviriyor kadrajı ve seyirciyi bu koridorda yürütmeyi tercih ediyor. Film bir pokerci, matematikçi ve lokantacı olan Patrick Robin’in kısa öyküsünden senaryolaştırılmış. İnsan en çok da bu tür filmleri izlerken üzülüyor. Iskalanan hakikat kadar, bir yanda hiç el değmemiş atlas kumaşların çürümeye terk edilmesine, diğer yanda ehil terzilerin paçavralardan iyi elbise çıkarma çabasına... Cake filmi, tek boyutlu modern insanın çok basit bir dokunuşla her yarayı bir geçiş üstünlüğüne çevirebilecekken, insanı derinlere çeken sıklete nasıl dönüşebileceğini gösteren ibretli bir film olarak giriyor kişisel arşivimize.

Hayko Bağdat, Gollik’te Ermeni olma hâllerini mizahi bir dille anlatıyor. Yazılarda Ermenilik, Türklük, “siz-biz” birbirine karışıyor.

1ekranlardan evlerimize misafir oluyor.

Hayko Bağdat, neredeyse her gün

Siyaset konuşuyor, günceli tartışıyor. Öyle ağır abi pozları yok. “Uzman” bir kişilik de sergilemiyor. Yüzünde hep muzip bir gülümseme… Dersine iyi çalıştığından mı, içtenliğinden mi bilinmez, izleyicinin sevdiği bir konuşmacı. İkinci kitabından sonra onun için sevilen “meşhur” yazar ifadesini de kullanabiliriz. İlk kitabı Salyangoz uzun süre çok satanlar listesinde yer aldı. Yeni kitabı “Gollik” aynı üslupla kaleme alınmış; eğlenceli, muzip… Kitap, Hayko Bağdat’ı daha yakından tanımamıza imkân veren yazılardan oluşuyor. Gollik, sözlüklerde “Kuyruksuz ya da kısa kuyruklu tavuk ve benzeri hayvanlar”

GOLLIK’E

anlamına geliyor. Yine kısa boylular için Anadolu’da gollik ifadesi kullanılıyor. Kitaba nasıl ad olduğunu yazarı şöyle ifade ediyor. “Biz çocuklar ‘golliğe bak’ derdik aramızda. Öyle anlar olur ve sen öyle bir duruma düşersin ki… Yüzün, ifaden, duruşun, hâlin… Gollik gibi kalırsın ortalıkta. O an için dünyanın sonu geldi sanırsın. Sonrasında hayatında en çok güldüğün hatıran oluverir.” İşte Hayko Bağdat hayatındaki gollikleri mizahi bir dille hikâyeleştirerek anlatıyor. Kitabın giriş yazısında yer alan şu alıntı ‘gollik’e dair soruya daha net cevap veriyor: “Biz Kemal Sunal’la bütün Şabanları sevdik. Şaban’la gollik aynı mahallenin çocukları.” Hayko Bağdat, reis-i cumhurumuzun diliyle söylersek “Afederseniz Ermeni”. İstanbul’da yaşıyor, askerliğini Tunceli’de bando onbaşı olarak yapmış, bir Türk kızıyla evli, iki çocuk babası. Taraf Gazetesi’nde

yazıyor. Kitabın sayfalarında gezinmeye başladıkça onu daha yakından tanıyoruz. Anlattığı hikâyelerin öznesinde kendisi var. Bir Türk ailenin kızı olan eşi Belma’yı isteme töreninde yaşananları gülümseyerek okuyoruz, askerlik anılarını dinliyoruz. Patrik Mesrop Mutafyan’la eğlenceli mülakatına şahitlik ediyoruz. Kitapta yaşanmış birçok hikâye var. Bağdat, aslında muzip bir dille “Başlarım Ermenisinden de Türkünden de Kürdünden de! Başka bir şey anlatacağım size. Ama bana sorarsanız bütün bunlar hikâye.” diyerek insanlık hâllerimize ayna tutuyor, iyi de ediyor. “Ermeni soykırımı mı diyeceğiz, Ermeni tehciri mi?” tartışmaları sürerken, taraflar birbiriyle acılarını yarıştırıp büyük büyük laflar ederken Gollik’i okumak size iyi gelecek.


28 GÜNDEM 2004 AÇIK DARBE GİRİŞİMİYDİ

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

“Hürriyet, müesses nizamın temsilcisi.” diyen gazetenin eski genel yayın yönetmeni, yeni CHP milletvekili adayı Enis Berberoğlu, medyanın nasıl hükümet kurup yıktığından 27 Nisan e-muhtırasına, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine destek veren Cemaat’in nasıl not edildiğine kadar önemli açıklamalar yapıyor. CEMAL KALYONCU - MUHSİN ÖZTÜRK

1kısmını Hürriyet’te geçiren Enis BerbeGazetecilik meslek hayatının büyük

roğlu, Ertuğrul Özkök’ün 20 yıl yaptığı genel yayın yönetmenliğini ‘şartlar olgunlaştığı için’ ancak beş yıl sürdürebildi! Kendisini Ankara gazetecisi olarak tanımlayan Kadri Enis Berberoğlu, ‘Mesleğimi yapılamaz hâle getirenlerle anladıkları dilden konuşmak istedim’ diyerek 2014 yılında CHP’ye katıldı. Şimdi genel başkan yardımcısı. Hürriyet Gazetesi’ni ‘müesses nizamın’ gazetesi şeklinde tanımlayan Berberoğlu, basının nasıl hükümet kurup-yıkan pozisyona geldiğini de anlattı. Sözünü sakınmadığı için her söylediği bir başlık niteliğinde. 2007’deki 27 Nisan e-muhtırasından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine, AKP-Cemaat gerginliğinin başlangıcına kadar söyledikleri için sözü fazla uzatmadan buyurun… -CHP ilk defa ekonomi ağırlıklı bir program açıkladı. Ve karşılık buldu. Neyi hedefliyor tam olarak? İktidar olmayı. Öncelikleri sosyal demokrasiye göre çizilmiş tek başına iktidar olma amacını taşıyor, koalisyon bile değil. CHP Meclis’te temsil edilen ana muhalefet partisi. Biz bilerek ‘kriz’ demiyoruz. Bizim uyarılarımıza rağmen ekonomide kötü gidiş varsa onu düzeltme görevi bize düşer. Ve bugün iktidar dili kullanmamızın gerekçesi de bu. 7 Haziran’a kadar yapacaklarımızı anlatacağız. Emeklilik gibi. Kürt sorununu çözeceğimizi söylüyoruz. Yoksullukla mücadele edeceğiz, iş bulacağız, aile sigortasıyla insanların asgari gelirini belirli bir rakamın altına indirmeyeceğiz. -Bunda nasıl karar kılındı? Bugün hangi kamuoyu şirketine giderseniz gidin halkın çözüm beklediği en önemli sorun ekonomi ve işsizlik çıkıyor. Dolayısıyla iktidar olmak isteyen partinin karşısında en büyük sorun kimlik siyaseti ya da terör değil, ekonomi. Gazeteci gündem alanından kazanır, siyasetçi de öyle. Gündemde olan sorunu alacak, çözümünü ortaya koyacak, insanları ikna ederek oy alacaksınız. -2015 için rejim kaygıları da taşıyan ‘son seçim’ denilirken soğukkanlı bir ekonomi programı önermek zor bir seçenek olsa gerek? Evet, ama sokakta konuşsan bunu dinleyecek kimse yok. 6 milyon 200 bin iş bulma umudu olan kayıtlı kişi var. Umudu olmayanlar bu sayıya dâhil değil. Tanıdık tanımadık kimle karşılaşsam sokakta iş istiyor. Siyaset resmen İş-Kur gibi çalışmaya başlamış. Karşı taraf Tayyip Bey’i, başkanlığı oylatmak istiyor. Bu sefer istediğini oylatmak istemiyoruz. Allah selamet versin, o onun meselesi, benim meselem değil. -Ne zaman CHP’li oldunuz? Gazeteciyken de söyledim, ben hep CHP seçmeniydim zaten. -2010 öncesi CHP’ye nasıl bakarsınız? Her CHP’linin memnun olduğu CHP’yi söyleyeyim mi? 1974 ve 77 seçimlerindeki Ecevit CHP’si. Niye? Başarılı çünkü. Eğer başarılı olursak üçüncü dönem Kemal Kılıçdaroğlu dönemi olacak. Bir de, hakkını yemeyeyim, Erdal İnönü zamanında 89 yerel seçimleri de gidişatı değiştirmişti. Limon kampanyasıyla İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini kazandı, o rüzgârla 91’de koalisyon ortağı oldu. -CHP ile ilgili geçmişten gelen bir tavır var, bunu nasıl aşmayı planlıyorsunuz? İnsanların haksız ön yargıları var. 30 yaş altı yüzde 50’si bu memleketin. Kimlik ve etnik siyaseti yapan rakiplerimiz var

TÜRKIYE’DE SERVET PAYLAŞIMI SON 10 YIL IÇINDE INANILMAZ ÖLÇÜDE BOZULDU. YÜZDE 1’I SERVETIN YÜZDE 39’UNA SAHIPTI ZATEN. FAIZLER DÜŞÜYOR, KUR DAHA KONTROL ALTINDA GIDIYOR; BUNLAR SERVET TRANSFERINE FAYDA SAĞLAYAN ŞEYLER DIYE BAKIYORSUNUZ. TAM TERSI OLDU. BUGÜN ITIBARIYLE NÜFUSUN YÜZDE 1’I SERVETIN YÜZDE 52’SINE SAHIP. ve benim girmek istediğim alan bu alan değil. Ben sosyal demokrat bir parti olarak ülke kaynaklarını bu uğurda harcayacağım, üstyapının da kendi kendine şekillenmesini bekleyeceğim. Din insanın çok özel alanıdır. Ben bu alanı düzenleyemem. Dışarıdayım. -Yeni CHP böyle! Çok uzun zamandan beri. Benim anladığım laiklik, herkesin din ve vicdan hürriyetine saygı duymaktır. Hıristiyan ve Musevi azınlığın da Müslüman çoğunluğun da kendi din ve ibadet özgürlüklerini kendi istedikleri ölçüde istedikleri şekilde yapabilmeleri. Bu siyasetin düzenleyeceği bir alan değil. -CHP’deki kısa siyasi deneyim size ne öğretti? Siyaset bir kere meslek olarak seçilecek bir şey değil, onu öğrendim. Siyaset benim kafamda bir sosyal sorumluluk projesi gibiydi, öyle yaklaştığımda rahat oldu. -Karar vermek zor oldu mu peki? Yok. Anlatayım. Bir gün sahilde koşuyorum, ter içindeyim. Kahveci beni tanıdı geçerken. “Hadi gel sana kahve ısmarlayayım.” dedi. Bakırköy teşkilatındanmış. Laf lafı açtı, “Gel seni partiye alalım.” dedi. Gırgırını yaptık, ayrıldım. Herhâlde bir yerleri aradı. Bu kez genel merkezden beni aradılar. Derken sayın genel başkan lütfetti, beni bir kahvaltıya davet etti İstanbul’da. Görüştük, hiçbir taahhütte bulunmadı. Bir gün telefon geldi, “PM listesindesin.” diye. Maceram böyle başladı. -İlginç. Bu kadar kolay kabul etmeniz psikolojik hazırlığınızla ilgili olmalı? Medyaya bir daha geri dönmek istemiyordum. ‘Onlar benim mesleğimi yapamaz hâle getirdilerse siyasette onların anladığı dilden konuşayım’ demiş olabilirim. Ben siyasetin ancak siyasetin içinden değiştirilebileceğini düşünüyorum. Ama siyaset asla meslek olarak yapılmamalı. Çünkü amaç bir tur daha seçilmek, kendi tabanını oluşturmak falan gibi meselelere dönünce çirkinleşiyor.

-Uzun süre kalmayacak mısınız yani siyasette? Kastım o değil. Burada da işe yaramazsam bırakır giderim. Ayrılmamın sebebi de Hürriyet’e, çalışanlarına ve okurlarına artık bir katkımın olamayacağına inanmamdı. -“Bu ülkede gazetecilik yapılmaz” türü bir şey mi? Aynen öyle. Benim farkım artık 60 yaşına geldim ve Hürriyet’i de 5 senedir yönetiyordum. Yani Hürriyet’te bir fâni olarak yapabileceğimi yaptığıma inanıyorum. Daha fazlası olayın sermaye yapısına aykırı. Orası bir patron müessesesi ve patron herkesin ortasında açıkça ‘beğenmiyorum gazeteyi’ diyor. Bir sebep göstermek zorunda değil. Ya öyle devam edecek ya da ayrılacaksınız; ben ayrılmayı tercih ettim. -Erdoğan baskısının etkisi oldu mu? Erdoğan baskısına en az boyun eğen yine Aydın Doğan’dır. Ertuğrul çalıştı, ben çalıştım, şimdi Sedat çalışıyor; Hürriyet’in kulvarındaki gazetelere baktığınız zaman hakkını teslim etmek gerekiyor. -Aslında patrondan ziyade iktidarla ilgili olabilir mi? İktidarla papaz olmamızın sebebi Gezi’dir. Hem Ertuğrul’un döneminde hem de benim dönemimde Hürriyet’te Recep Tayyip Erdoğan’ın öne çıkmasının sebebi popülaritesiydi. 34’le geldi, 47 ile devam etti, 51’le seçim başarısını sürdürdü. Benim gazetemin sütunları bu adama kapalı olamazdı. Bizim Hürriyet’te varlık sebebimiz popüler olmak. Yazarlarımızı ona göre seçiyoruz, fotoğraflarımızı ona göre seçiyoruz. Bizim tek stratejimiz var; popüler mal üretmek, daha fazla satmak, daha fazla ilan almak. Tayyip Bey bence bunu yanlış okudu. Havuz medyası olduk sandı. Hâlbuki biz popüler olma içgüdüsünü kaybettiğimiz an kaybederiz. Benim mahallemden iki çarpı popüler Gezi çıkınca ben döndüm Gezi’ye. Tayyip Bey’den üç çarpı daha popüler 17-25 Aralık çıkınca

döndüm oraya. Vermezsem bitmiştim zaten. O iki olay Tayyip Bey’le bizim aramızı açtı. -Gazeteciliğinizin anayasası mı bu? Evet, başka ne yapabilirim ki hocam. Hürriyet’in başına getirdiler, bir çıta koydular. Bu kadar tiraj, bu kadar reklam, bu kadar da personel gideri. Gidip de banka soyacak hâlim yok bazı arkadaşlar gibi. Tiraj artacak, ilan geliri düşmeyecek, personel gideri çok artmayacak. Senin oynayacağın üçgen bu. -Erdoğan hep kazanıyordu, peki Erdoğan sizce neden kaybedecek? Kibir’den. Üç kitapta da en büyük günah. Cezasız kalmaz. Bu kadar kendisine oy verenleri ve vermeyenleri -eskiden sadece vermeyenlereydi- bu kadar dışlayarak, ötekileştirerek, asabıyla oynayarak, hakaret ederek, zulmederek iktidar olunmaz. Olunsa da kalınmaz. Kibir. Başka hiç kelime aramıyorum. -Sizin 2006’da gitmeniz ve Ankara temsilcisi olmanızla beraber büyük krizler başlamış gibi görünüyor (gülüşmeler). Ne dersiniz? Ayağımı sürer sürmez… Ben 2006 Mayıs’ında gittim, iki üç hafta sonra Danıştay saldırısı oldu. -Ergenekon ve Balyoz davaları görülürken bugünlerde yine Danıştay türü olaylar olmaya başladı, Savcı’nın öldürülmesi, saldırılar vs... Ne dersiniz? Dışarı çıktılar, olaylar başladı diyorsunuz? -Bilmiyoruz, sizin yorumunuzu merak ediyoruz. Ergenekon davasına ilk günden son güne kadar ben karşı çıktım. Benim kafamdaki iddianame tarzı Deniz Feneri iddianamesi gibidir. Alman savcı 30 sayfada Deniz Feneri’ni takır takır anlatmış. Bizdeki savcılar Deniz Feneri’ni 2 bin sayfada zor anlatıyorlar. Ergenekon’da ilk iddianame çıktığında ben suçun ne olduğunu anlamadım. O kadar yaygın ve o kadar uzun tarihî anlatım var ki. Ve o tür torba yasa gibi iddianameler


29GÜNDEM CEMAAT’LE İPLER 2007’DE GERİLMEYE BAŞLADI

-AK Parti-Cemaat olayını siz nasıl izlediniz bu süreçte peki? İktidar ortaklığından yavaş yavaş rahatsız oluyorlardı. 22 Nisan’da Abdullah Gül’ün çıkışı AKP’de çok istenen bir şey değildi. Size çok net bir şey söyleyeyim. Açın 23 Nisan 2007 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne bakın. 1. sayfasında Vecdi Gönül ve Beşir Atalay’ın isimleri vardır. Bu isimler başbakana en yakın isim tarafından Hürriyet’e aktarılmıştır. Ama akşam saatlerinde ibre tamamen tersine, Abdullah Bey’e dönüyor.

-Ne oluyor? Abdullah Bey iyi oynadı oyunu. Abdullah Bey’in bu şekilde aday gösterildikten sonra 367 gibi bence abes bir işle durdurulması, 27 Nisan’daki o Latin Amerika usulü garip muhtıra bozuntusu vs. AKP’nin elini çok güçlendirdi. 22 Temmuz’da o seçim

sonuçlarından sonra ben Abdullah Gül’ün, AKP’nin cumhurbaşkanı adayı olacağı kanaatinde değildim. Bu kanaatimi de besleyen yine başbakanlıktı. İntibalar, açık bilgiler. Hatta eski bakanlardan biri, yine hükümete çok yakın bir spor adamı ve bir işadamı heyet hâlinde İstanbul’a gelip tek tek büyük patronların hepsini dolaşarak, Abdullah Gül’ü ikna edip adaylıktan çekilmesi konusunda yardım istemişti. Bu arada MHP lideri Devlet Bahçeli çok ani bir tavır değişikliği ile Gül’e oy vereceğini değil, Meclis’e gireceğini açıkladı. 367 çoğunluk sağlandığı için Abdullah Bey’in de önünde kimse duramadı. Abdullah Bey’in stratejik hamlesi de hemen seçimden iki gün sonra adaylığının devam ettiğini açıklamak oldu. Buna rağmen, gazeteci olarak bakın AKP MKYK’sının o dönemdeki kadar şeffaf olduğu başka bir dönem var mı? Gece saat 12’de bitiyor, yarımda bütün gazetelere Abdullah Gül’e kim muhalefet etmiş ismen yazılıyordu.

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN Ama orada başka bir çatlak doğdu. O tarihte hükümetin vasıflı insan kaynağı diyebileceğimiz Cemaat’in Abdullah Gül’ün yanında yer aldığını ben teşhis ettim. Gözlem. Bu da dikkatle not edildi bir tarafa. Yani demek ki kırılma noktasında sadakat kime konusunda şüphe belirdi. Açık konuşalım. Yani orada adayın kimliğinden çok adaylıktan geri çekilmesinin yaratacağı sonuç itibariyle itiraz ettiler. O, Tayyip Bey’in çok işine gelmedi. Benim gördüğüm, AKP ile Cemaat arasındaki ipler 2007’den itibaren gerilmeye başladı. Ama zoraki bir birliktelik vardı. Biraz işte Ergenekon-Balyoz süreçleri sebebiyle, biraz, onların kendilerine Cemaat kadar iyi ve vasıflı bir iş gücü bulamaması... Abdullah Gül olayı iyi ve anlamlı bir kırılma. Danıştay olayında birebir örtüşen çıkarlar 3-4 ay sonra Abdullah Gül konusunda bayağı bayağı farklılaştı… AKP tarzı siyaset uygun değildi. AKP kendi içindeki koalis-

yonlardan, evvelemirden rahatsız olmuş 4 liderden bahsettik, tek tek tasfiye olan. Abdullah Gül, sondan bir öncesi idi. Böyle baktığınız zaman kendi içindeki koalisyonları yaşatırmış gibi yapıp, önce altını boşaltıp, anlamsızlaştırıp, karşılığına bırakmayan birtakım stratejilerle tek adamlığa doğru hızla yürüyen bir partiden söz ediyoruz.

-Abdullah Gül meselesi önemli. Seçimlerden sonra tekrar bir aktör olarak döneceği konusunda yaygın kanaat var. Şehir efsanesi denen şey en fazla Ankara’ya hastır. Ama AKP’yi yakından gözleyen, bünyemdeki siyasetçi sıfatıyla şunu söyleyebilirim. AKP içinde yapılabilecek en yanlış hesap muhtaç durumda kurtarıcı olarak o partiye dönmek meselesidir. Yani o adamlar çok uzun zamandır kibirden boğuluyorlar. Bu adamlara ‘sen çaresiz duruma düşeceksin’ dediğin zaman birden panikleyip kenetleniyorlar.

TÜRKIYE’DE HERKES DERSINI ÇIKARDI. O KADAR KALABALIĞIZ KI SIZIN TARAF DA BIZIM TARAF DA... YAPILAN HATALARDAN DOLAYI BIR ARAYA GELIP HANI KAFA KAFAYA VERIP EL ÇAKA EL ÇAKA ÖZÜR DILEMEK MÜMKÜN DEĞIL. ONU BEKLEMESIN KIMSE. BIR DAHA 28 ŞUBAT OLURSA AYNI TEPKIYI VERMEZ TÜRK MEDYASI. BUNU SÖYLEYEBILIRIM. BIR DAHA 27 NISAN OLURSA AYNI TEPKIYI VERMEZ TÜRK SIYASETI. bütün suçları bir çatı altında toplama kaygısı davayı siyasallaştırıyor. Bizim mahallede çok yakın zamana kadar çok beğenilen 27 Mayıs davası gibi. Delil unutulmuş, şu unutulmuş, bu unutulmuş amaç hâsıl olmuş ve insanlar asılmış! Burada da amaç hâsıl olmuş bir sürü kişi bilmem kaç sene yatmış. Bu suç varit olsa da aşağı yukarı yatacağı süreyi bir dolusu yattı çıktı. -2003-2004 süreçleri için ne dersiniz? 2004’te bir girişim olmuş. O belli, bariz. 2004’te ordu içinden birilerinin kalkıştığı yine ordu içinde birilerinin durdurduğu belli. Bunu ayrı ayrı dava olarak koy, şapkamı çıkartayım. Hiç kimse bir laf etmez. İşte bunu torbanın içine koyduğunuzda, yan unsurlarla oraya buraya götürdüğünüzde zorlarsınız Türkiye’de. Türkiye’de hukuk zemini olmaması da adli kolluğun olmaması da önemli bir eksiklik. Yıllarca polis muhabirliği yaptım. Hangi savcı gidip de delil topluyor? Polis getiriyor, dinlemeleri, şunu, bunu koyuyor önüne, ‘Hadi fezlekeyi yaz, ben gideyim şunları alayım’ diyor. Burada polisin MHP’li, CHP’li, Cemaat’ten vs. olması ya da Türk, Alman, Yeni Zelandalı olması fark etmiyor. Kendini hâkim-savcı yerine koyma alışkanlığı var. Askerî vesayetin siyah-beyazı ‘dost-düşman’dır, polisin ise ‘suçlu-suçsuz’. 17-25 Aralık’ı biraz deşersen bunu çok daha iyi anlarsın. Kendine çok yakın olan bir siyasi partiyi para çalmaktan dolayı suçlu gördüğü için gözünü kırpmadan operasyon yaptı. Kendisine yakın bir parti Güneydoğu’da siyasi bir süreç yürütüyor, onun için şunu kullanıyor, bunu kullanıyor; suçlu mu suçlu, yakaladı mı yakaladı. Dava bitti. 7 Şubat krizi nasıl çıktı? Böyle. Polisten bahsediyoruz. Bu polisin siyasi kimliği bence ikinci kimliktir. Üst kimlik suçlu-suçsuz diye olaylara bakması. Bir de şu var: Polis İçişleri’nin emrinde. Yargı bağımsız gibi gözüküyor ama dolaylı olarak İçişleri’ne bağlı; çünkü adli kolluk yok. Ergenekon’da şurada burada bir adli kolluk olsaydı hepimizin saygı duyduğu, İçişleri Bakanlığı’ndan ayrı, yürütmeden ayrı, Ergenekon’u oturup da inceleseler, delillendirseler sonuçları çok farklı olurdu. -‘Savcısıyım’ diyen iktidarın bu davalarda rolü ne oldu sizce? Danıştay olayı bence 17-25 Aralık refleksinin ilk provası. Danıştay olayını yeterince incelemeye bile gerek duymadan siyaseten kendisine yarayacak bir şekilde ele aldı. -Bakanlar camide protesto edilmişti Dolayısıyla iktidarın Ergenekon meselesine samimiyetle ne kadar inandığını ben hep şüpheyle karşıladım. Danıştay’la başlayan süreç şu; Erdoğan bir algı operasyonu yürütebileceğini, insanları algılarla

yönetebileceğini bence 2006’da keşfetti. Kendisine bir algı operasyonu yapıldığını düşündü. Gezi’ye ‘Ukrayna devrimi’ diyor. İnsaf derler. Ama kendi inanınca milleti de inandırmayı bir şekilde beceriyor. 17-25 Aralık hükümete karşı bir darbe olarak satıldı bu ülkede. 2006’daki Danıştay saldırısı da onun bir örneğidir. -Siz nasıl bakıyorsunuz Danıştay’a? 2006, 2004’te yarım kalan o işlerin devamı gibi mi? Ben iki üç tane kitap yazdım. Akın Birdal suikastına baktığınız zaman, zamanın ruhu içinde durumdan vazife çıkarmak isteyen adamları görürsünüz. Zamanın ruhunu birileri kurguluyor. -Kendiliğinden olmuyor yani? Olmuyor tabii. Kutuplaştırmayı birisi çıkarıyor. Kutuplaşmada birisinin suçu var. Birden fazla yapının belki. Neticede ama bundan faydalanmak isteyen çıkıyor. Ne diyor Akın Birdal’ı yaralayan şahıs: “Devlet bize adres verdi.” “Bu adam devlet düşmanı, gidelim gereğini yapalım.” diyor. Şimdi bu güdüye sahip insanlar var bir tarafta, bir tarafta da bu güdüyü yönlendirme imkânı olan insanlar var. Bir tarafta da bunların daha makro koşulları var. Makro koşullar, niyet ve imkân bir araya geldiği zaman Danıştay oluyor. Açıkçası son tetiği çekenin kim olduğunun hiçbir önemi yok.

-Aydın Bey “Hürriyet devlet gazetesi” demişti. Yerleşik düzen aslında. Devlet gazetesi demeyelim. -Müesses düzen mi? Müesses düzen. Ben öyle algıladım. Hürriyet için. -Müesses düzen pek olumlu kullanım değil ama… Hürriyet yöneten bir gazete. Medya mahallesinin iktidarı ve biz o iktidar dilini kullanırız. Ve biz anayasal müesses nizamın devamı için çalışırız. Üzerinde yazıyor, Türkiye Türklerindir. Atatürk portresi. Böyle bir iddia arkasında hiçbir değerler manzumesi olmadan durmaz orda. Sırıtır düşer. -Anayasa bir şekilde askıya alındığına göre artık müesses nizamın gazetesi değil o hâlde? Unutmayalım, ben orada değilim. Söylediğin sebeplerden biri benim orada olmama sebebimin birinci sırasında yazıyor. Çünkü ben şunu yediremem kendime. Ben PKK’ya karşı çıkarken, şeriata karşı çıkarken, DHKP-C’ye karşı çıkarken, uyuşturucuya, yolsuzluğa karşı çıkarken o müesses düzenin devamını savunduğumu düşünerek yaptım, meşruiyetimi orada buldum. Şimdi bir kişi çıkıp da anayasayla oynarken ‘Ya bu adamlar çok güçlü’ dendiği zaman ‘vazo kırılır, kimya bozulur’ diye düşündüm. Bir şahıs anayasayı alır, üzerinde tepinirse ne yapacağım ben?

PKK’ya davrandığım, DHKP-C’ye davrandığım gibi davranmam lazım. Çifte standart olmaz ki. -Müesses nizamla ilgili şöyle bir algı var. Anayasa dediğimiz bir yerde 12 Eylül anayasası. Değişene kadar benim anayasam ne yapayım. Anayasal vatandaşlığı getir, ben de kaldırayım Türkiye Türklerindir ifadesini. Biz bunu deklare ettik. Hürriyet tiraj payının üç katı reklam alıyorsa çok etkin bir gazetedir. Bu etkinliğinin arkasında bir gizli güç olması lazım. Birikmiş, ilk bakışta çok görülmeyen ama parmağımla ittiğim zaman ölçülemeyen bir etkisi olan bir reaksiyondan bahsediyoruz. Hürriyet’in bir manşeti 6 milyar dolardır (Doğan’a vergi cezası). Bir de böyle düşün. -Yani amiral gemisi de olsa iklimi üreten, zamanın ruhunu inşa edene çok ters düşemiyor… Bugüne kadar o iklime teslim olmadı, bundan sonra da teslim olmasını tavsiye etmem. Tek söylediğim bu. -Teslim olması için bayağı uğraşıldı galiba değil mi? Evet. Ya böyle konuşulunca sanılıyor ki gizli kapaklı, üç aldım, beş verdim, değil. Gezi olayı oluyor. 17/25 Aralık ve Soma’yı manşet yapıyorsun, adamların bir dövmediği kalıyor. Her olayı, kendi istediği gibi ve oy kaybını önleyecek şekilde yazılsın, algı yaratılsın istiyor.


30GÜNDEM

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

‘24 NİSAN’ HASARI BÜYÜDÜ

Türkiye, 1915 olaylarının 100. yıl dönümünde ağır hasar aldı. Obama’nın Türkiye’yi hedefe koyan ağır taziyesi, Putin ve Gauck’un ‘soykırımı’ tanıması 1915 denklemini Erivan lehine değiştirdi. MESUT ÇEVİKALP

1sancılı geçmesi öngörülüyordu. Ancak 1915 olaylarının 100. yıl dönümünün

bu denli hasara yol açacağı beklenmiyordu. Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis’in 12 Nisan’da Vatikan’daki ayinde ‘soykırım’ demesi küresel domino etkisi oluşturdu. Sonrası çorap söküğü gibi geldi… İtalya, Papa’nın çıkışına destek verdi. Avrupa Parlamentosu (AP), Türkiye’ye ‘soykırımı tanı’ çağırısında bulundu. Avusturya Meclisi yayımladığı deklarasyonla 1915’te yaşananları ‘soykırım’ olarak niteledi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ‘soykırımı’ kabul etti. Dünyanın dört bir tarafında ‘soykırım’ iddialarının aynı anda kabul görmesi hâliyle terletti Türk hükümetini… Ankara’nın Washington nezdindeki mevzii de yara aldı son süreçte. ABD Başkanı Obama, bu yıl da ‘soykırım’ demedi. Ermenice ‘Büyük Felaket’ anlamına gelen ‘Meds Yeghern’ ifadesini kullandı. Ancak 23 Nisan akşamı yaptığı açıklamadaki sözleri ‘soykırım’ kelimesini aratmayacak kadar ağırdı: “1915’ten başlayarak Ermeni halkı

sürgün edildi, katledildi ve ölüme yürütüldü. Tarihî anayurtlarındaki kültür ve mirasları silindi. Tüm tarafları acılara maruz bırakan korkunç şiddet sırasında 1,5 milyon Ermeni hayatını kaybetti.” Senatörlük yıllarında 1915’i ‘soykırım’ olarak niteleyen Obama, son mesajında Ankara’ya âdeta ‘bu iş seneye kalmasın, çöz’ sinyali verdi. Beyaz Saray, ‘Meds Yeghern’ statükosunu daha fazla sürdüremeyeceğini Ermeni temsilcilere de aktardı. Obama’nın isteği üzerine 21 Nisan’da Beyaz Saray’da ağırlanan Amerika Ermeni Asamblesi ve Ermeni Ulusal Komitesi temsilcilerine ABD yönetiminin güvenlik gerekçeleriyle ‘soykırım’ ifadesini kullanamayacağı ifade edildi. Ermeni temsilcilerle görüşen Beyaz Saray Genel Sekreteri Denis McDonough, IŞİD’e karşı savaş verildiği kritik bir dönemde Ankara’ya ihtiyaç duyulduğu’, ‘Türkiye’deki Amerikan askerlerinin güvenliklerini tehlikeye atmamak için’ ‘soykırım’ ifadesini tercih etmediği vurgulandı. Beyaz Saray’ın Ermeni lobilerine yaptığı izahatın basına sızdırılması Washington yönetiminin dolaylı olarak ‘soykırım’ tezini desteklediği hissiyatı oluşturdu. Türk hükümetinin tezlerini en

yakın müttefikine bile kabul ettiremediğini açık etti. Sınır ötesinde oluşan yeni ‘1915 denklemi’ni Aksiyon’a değerlendiren bir yetkili, Ermenilerin 100. yıl dönümünü altın fırsata çevirdiğini söylüyor: “Ermeniler 1960’larda sarıldıkları ‘soykırım’ kartını geçen yarım asırda kararlı adımlarla büyüttüler. İddialarını kitaplara, sinema perdelerine, tiyatro sahnelerine taşıdılar. BM, NATO, AB gibi küresel çatılar altında yetkililere bire bir markaj uyguladılar. Davalarını dünyaya mal ettiler. Maalesef Türk hükümeti haklılığını sınır ötesinde aynı kararlıkla savunamadı.” Ankara cephesine bakıldığında, 100 yıllık meselede gereken 10 yıllık istikrarlı küresel mücadelenin verilemediği görülüyor. Hükümet gündeme aldığı film projesini bizzat kendisi akim bıraktı. Sınır ötesinde yol verilen İsrail lobisinin yerine ‘millî’ lobi oluşturulamadı. Yine bu hükümet tarafından ortaya atılan bağımsız tarihçiler komisyonu kurulamadı... Bunun yanında 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 24 Nisan’da kutlanması, TSK arşivlerinden yola çıkarak kaleme alınan ‘biz katletmedik, Ermeniler bizi kesti’ haberleri ve ‘soykırım’ iddialarını tanıyan ülkelerdeki elçilerin Ankara’ya çekilmesi gibi

palyatif hamleler Ankara’nın elini zayıflattı! Ermeni meselesini bir dönem İngiltere’de takip eden bir kaynak, Ermeni tarafının 2015 itibariyle küresel doyuma ulaştığını, yeni dönemde oyunlarını sadece ‘ABD’yi elde etme’ üzerine kurgulayacaklarına işaret ediyor. Washington’un ‘soykırım’ ifadesini kullanması durumunda Erivan’ın mal ve toprak tazminatlarıyla süreci ikinci aşamaya taşımayı planladığını vurguluyor: “Ermeniler, iddialarını, insan hakları ve evrensel değerler konusunda hassas olan Avrupa üzerinden dünyaya mal etme stratejisi izledi. Bunda başarılı da oldular. Önlerinde aşmaları gereken tek kale ABD kaldı. Eğer Obama Nisan 2016’da, Beyaz Saray’dan giderayak ‘soykırım’ derse Erivan küresel platformda meseleye son noktayı koymuş olacak. Türk hükümetinin o noktadan sonra sergilediği agresif tavır sorunu çözmeyeceği gibi Ankara’nın küresel imajına zarar verecek. Süreci tersine çevirmenin tek yolu Türkiye’nin akim kalan protokolleri yeniden canlandırıp Erivan ile sorunu diplomasi masasında çözmesi. Bu noktadan sonra tarihî belge ile, sinema filmi ile haklılığını ispatlaması pek mümkün gözükmüyor.”


29 NİSAN - 5 MAYIS 2015

Umut Kılıç

“(Mahkeme başkanına) Onlar (sanıklar) hiç evlatlarının cansız bedenlerini kucaklarına aldılar mı?

ELMAS KAYA Soma’daki maden faciasında ölen 301 işçi arasındaki Kader Yıldırım’ın annesi

MESLEKTAŞLARININ TUTUKLANMASINA TEPKILER ÇIĞ GIBI

AVUKATLAR AYAKTA!

Hâkimlik mülakatına girerken büyük ölçüde akıbeti kestiriyordu Afyonkarahisar Barosu avukatlardan Umut Kılıç. Belirli kriterleri haizler (!) geçebilecekti bu aşamayı. Mesleki bilgi ve icra kabiliyeti aranmayacak; iktidarla uyuma bakılacaktı. Geçen yıl yazılıdan 85 gibi gayet iyi bir not almasına karşın mülakatta elenmişti. Bu senekine tepkisini dile getirmek için iştirak edecekti. Diyaloglar tansiyonu yükseltti. Kan beynine sıçradı. O sırada “Faşist Erdoğan’ın adamlarısınız.” dediği ileri sürüldü ve Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklandı. Oysa ‘isnat edilen suçun kovuşturulması’ dahi izne tabiydi. Ama şimdilerde hangi hukuki kurala uyuluyor ki… Avukatlar ayakta! “Olay bizi öfkelendirmiştir. Öfkemiz, kararlılığa dönüşmüştür. 87 bin avukat ve savunduğumuz on milyonlarca vatandaş tek yumruğuz.” diyor, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu. Ve şu suali yöneltiyor Ankara 4’üncü Sulh Ceza Hakimliği’ne: “Olayın tek delilinin tutanak olduğunu yazmışsın kararında; bu tutanak dosyada değil mi? Nasıl oldu da ‘tutuklanmazsa delilleri karartabilir’ diyebildin?” Hukuk ve Hayat Derneği Başkanı Mehmet Kasap da şunları söylüyor: “Meslektaşımızın tutuklanması, otoriterliğin, devlet kademesinde göreve başlamadaki kayırmacılığın ve parti devletinin zirve noktaya ulaştığının sembolüdür.”

“ (Binlerce müdürü emekli ederek) Oslo’da verilen sözlerini tuttular, Emniyet’e darbe yaptılar.”

ÖMER ALTIPARMAK Emniyet İstihbarat Dairesi’nin eski Başkanı

“Hakan Fidan’ın, Seçim Kanunu’na göre (adaylık istifasından sonra MİT’e yeniden) müsteşar olabilmesi mümkün değil.”

ERSAN ŞEN Ceza hukuku profesörü, avukat

“Kimse Yok mu’ya ‘terör örgütü’ demek abes. Buna hiç kimse inanmaz.”

NASUH MAHRUKİ AKUT Başkanı

STV’NİN YAYIN POLİTİKASI SEBEBİYLE TUTUKLULUĞUN DEVAMINA... İstanbul 8’inci Sulh Ceza Hâkimi Attila Öztürk de, 14 Aralık 2014’ten beri özgürlüğü elinden alınan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın ve 8 eski emniyet müdürünün tutukluluk halinin sürmesine hükmetti. Avukatı Gültekin Avcı’nın manifesto niteliğindeki ve duruşma salonunda okuduğu 38 sayfalık savunması, zaten baştan belli olduğu öngörülen kararı değiştirtemedi. Savunma metninin son bölümü şöyle: “Şimdi ayrılıyorum. Kararınızı, size adil bir hâkim olarak bakan siyasete bildirin. Sizin adaletinize inanmayan hukukçulara ve bana değil.” İnanılması çok zor ama Öztürk kararına, Samanyolu Televizyonu’nun yayınlarını gerekçe gösterdi.

MEMUR KADROLARI PARSEL PARSEL… KPSS’ye giren 3,5 milyon kişi memur olabilmek için uğraşıyor. CHP’nin açıkladığı VIP torpil listeleriyle ortaya döküldü ki, AKP’deki yetkili yakınları ilgili kanunun istisnai maddeleri suiistimal edilerek kadroya alındı. Taraf Gazetesi’nin gündeme getirdiği ‘artık işin ticareti yapılıyor’ iddiası daha da vahim. 20 ile 90 bin lira arasındaki rüşvet parasını gözden çıkarabilen ya da bulabilen sıradan vatandaşların da sınav By-Pass edilerek kamuya yerleştirildikleri ileri sürülüyor.

RUS PROFESÖR ROSTISLAV RIBAKOV

GÜLEN, BARIŞ ELÇİSİ 60 ülkede 2 bini aşkın Türk Okulu faaliyet gösteriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mevkidaşlarından kapatılmalarını istiyor. 17-27 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarından beri Hizmet Hareketi’ne ve kurumlarına atılan iftiranın haddi hesabı yok. Ancak bir tanesi var ki, önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tabiriyle ‘insanı gerçekten hayret ettiriyor’. CIA ajanları cirit atıyormuş bu okullarda! Ankara’daki yabancı misyon şeflerinin yüzlerine bile dile getirilebildi gayrimantıki iddia. Birbirinden ideoloji, rejim, etnik yapı, kültür, coğrafya ve inanç açısından çok farklı devletlerin istihbarat servisleri armut mu topluyor? Kim kimdir, neden oradadır, amaçları nedir, neyi icra etmekteler hiç bilmezler mi? Fayda görülmese izin verilir mi? Hele hele Rusya ve hâlâ himayesindeki eski parçaları buna göz yumabilir mi? Avrupa Birliği üyeleri yolgeçen hanı mı? Prof. Rostislav Ribakov, Rusya’da etkin Ortadoğu çalışmalarına imza atan Şarkiyat Enstitüsü’nün 1994-2009 arasındaki başkanı. Anlattıkları kafalardaki bütün sorulara cevap: “Ben Gülen’in Kur’an

LİSEDE DÜNYA ŞAMPİYONU, A MİLLİ’DE HÜSRAN Okul Sporları Futbol Dünya Şampiyonluğu kupası ikinci defa Türkiye’de. Başarının yeşerdiği yer yine Trabzon. Şehirdeki Erdoğdu Anadolu Lisesi 12-20 Nisan’da Guatemla’da yapılan turnuvada oynadığı 9 maçın sadece birinde sahadan beraberlikle ayrıldı. Finalde Brezilya temsilcisini 2-1 yenerek zirveye ulaştı. Aynı başarıyı yıllar önce Trabzon Lisesi yakalamış ve ildeki futbolseverleri mutlu etmişti. Umarız yabancı sınırını kaldıran TFF ile yerli oyunculara sırtını dönen Trabzonspor bir ders çıkarır.

SANATÇILARA BERKİN ELVAN SORUŞTURMASI Haziran 2013’te meydana gelen Gezi Parkı çıkışlı olaylarda polisin attığı gaz kapsülünün başına isabet etmesiyle komaya giren ve 9 ay sonra (11 Mart 2014’te) henüz 15 yaşındayken ölen Berkin Elvan üzerinden yürütülen psikolojik harp vites yükseltiyor. “Berkin için 11 Mart’ta hayatı durdur” sloganıyla çekilen ve internette yayımlanan klipte rol alan sanatçılar hakkında ‘suç işlemeye teşvik’ iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Zuhal Olcay, Cahit Berkay ve Şevval Sam sadece birkaçı...

ve İslamiyet’le olan bağlantısına bakmıyorum. Beni en çok, onun arkasından giden insanlar ilgilendiriyor. Barış içinde yaşamak için yeni bir nesil yetiştirmek gerekiyor. İnsanı eğitmek ve ona nasıl öğreneceğini öğretmek. Günümüzde bilgiye bilgisayarda ulaşmak mümkün. Ancak iyilik ve kötülüğü göstermek ve etik değerleri kazanmak kolay değil. Gülen, bizim aklımıza gelmeyen bir şeyi uygulamaya koydu. Çağdaş dünya insanı yetiştiriyor. Bu, çatışmalarla yorulan dünyada bir ışık…”, “Türkiye fanatiği olsun ısrarında değiller. Başka millet ve dinden insanlarla birlikte yaşayabilme kültürü var. İyiliği ve kötülüğü ayır edebiliyor. Çalmıyor, öldürmüyor ve savaşmıyor. 21’inci Yüzyıl’da yeni bir insan modeli ortaya çıkıyor.” Fethullah Gülen Hocaefedi’nin (1 Eylül 2004, Kuzey Osetya) Beslan’daki terör saldırısına ilk tepki gösteren Müslümanlardan olduğunu da vurguluyor Rus akademisyen: “O anda Beslan’daydım. Her zaman teröre karşı duran bir isim. Gülen, barış elçisi. ‘Müslüman terörist olamaz, terörist de Müslüman olamaz’ sözü ona ait.”


32 DÜNYA LOZAN KİME YARADI?

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

İran rejimi, Lozan’da P5+1 ile imzaladığı çerçeve anlaşmasını diplomatik manivelaya çevirdi. Ön anlaşmayı ‘nihai’ gibi pazarlayıp sınır ötesinde imzaladığı anlaşmalarla ambargoları deldi, ticaretini geliştirdi, kendi ömrünü uzattı. MESUT ÇEVİKALP

1bakılırsa her iki taraf da kazandı! P5+1

Lozan’da kim kazandı? Beyanatlara

grubu ‘tarihî zafer’ şeklinde sundu ‘çerçeve’ anlaşmasını. ‘Mollalara diz çöktürdük’, ‘Nükleer tehdidi bertaraf ettik’ algısı oluşturdu Batı başkentlerinde… İran cephesinde de benzer bir ‘zafer’ havası hâkimdi. Rejim, nükleer programını kısıtlamaya matuf ön mutabakatı ‘engellerin bertaraf’ edilmesi şeklinde sundu. İç kamuoyunda ‘küresel ambargoların sona erdiği’, ‘ülkenin dünya sahnesine taşındığı’ hissiyatı oluşturuldu. İltisaklı medyada hiçbir anlaşmanın İran’ı nükleer enerjiden mahrum edemeyeceği işlendi itinayla… Beyanlardan sıyrılıp sahaya yansıyan analiz edildiğinde, masada büyük kazananın İran olduğu görülüyor. Rejim, çerçeve anlaşmasının imzalandığı 2 Nisan’dan bu yana sınır içi ve dışında önemli kazanımlar elde etti. Yazım müzakeresi süren mutabakatı ‘nihai’ anlaşma gibi sunup bir dizi kritik anlaşmaya imza attı. ‘Kıvrak’ diplomasisiyle oluşturduğu ‘de facto’ zemin sayesinde ambargoları esnetti, ticaretini ve küresel kabulünü artırdı. Hem de son imzayı atmadan! Rejim, ‘Lozan havasını’ ilk Ankara üzerinde test etti. İsviçre dönüşü Türkiye’yi Tahran’da ağırlayan (7 Nisan) Mollalar, Ankara ile 8 önemli anlaşmayı hayata geçirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve 6 bakanla düzenlediği günübirlik ziyarette imzalanan anlaşma ve mutabakatların ambargo altındaki İran’a sınır ötesinde manevra imkânı tanıdığı gözlendi. Lozan’daki anlaşmanın hemen sonrasında İran’ın Türkiye ile bir oturuşta hayata geçirdiği anlaşmaların ekonomiden sağlığa, diplomasiden ulaşıma kadar çok yönlü ve boyutlu oluşu da dikkat çekti.

İlk anlaşma Türkiye ile O anlaşma ve mutabakat zabıtları şöyle: Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi ile İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na bağlı uluslararası ilişkiler okulu arasında işbirliği, sağlık ve tıp alanlarında işbirliği, çevre alanında işbirliği, demiryolları alanında niyet beyanı, KOSGEB ile İran Küçük Ölçekli Sanayi İşletmeleri ve Sanayi Bölgeleri Kurumu (ISIPO) arasında mutabakat zaptı, Türk Patent Enstitüsü ile İran icra ve mülkiyet kaydı için devlet kuruluşunun fikrî mülkiyet merkezi arasında işbirliği, kadın ve aile faaliyetleri arasında niyet beyanı, taşıtların ve eşyanın uluslararası dolaşımına dair elektronik veri değişimi mutabakatı. Gergin geçmesi beklenen günübirlik ziyarette Türk tarafının tam 8 anlaşmaya imza atması şaşkınlık oluşturdu. Zira Erdoğan, ziyaretin hemen öncesinde (26 Mart) Fransız haber kanalı France 24’e verdiği özel röportajda ‘İkinci Evi’ni yerden yere vurmuş, İranlıları Yemen, Suriye ve Irak başta olmak üzere bölge politikalarında samimi davranmamakla suçlamıştı: “İran’ın bölgedeki rolünden kaygı duyuyoruz. İran yaptığı girişimlerle tüm bölgeyi hâkimiyeti altına almaya çalışıyor. Suriye ve Irak’taki durumu görüyorsunuz, fakat maalesef İranlılarla konuştuğumuzda beklediğimiz anlamda bir yaklaşım sergilemiyorlar. İran’ın politikaları samimi değil. Söylemleri mezhepçi. DAEŞ’in (IŞİD) bölgede yol açtığı boşluğu kendileri doldurmak istiyor.” Erdoğan’ın bu beyandan 12 gün sonra ‘beklediği yaklaşımı sergilemeyen’ İran ile 8 anlaşma ve mutabakatı hangi saikle imzaladığı merak konusu oldu! İşin bir boyutu, tuttuğunu koparan Acem diplomasisi olsa gerek…

Lozan S-300 kilidini de çözdü Tahran’ın ikinci hamlesi çerçeve anlaşmasının 15. gününde (16 Nisan) geldi. Moskova’ya giden İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan iki hayati anlaşmaya imza attı. İlk anlaşmada, Moskova İran’dan alacağı petrol karşılığında Tahran’a teknoloji ve inşaat malzemeleri ile buğday verecek. İkinci anlaşma Tahran açısından daha mühim. Rusya, İran’ın 2007’de 800 milyon dolar ödeyerek satın aldığı, ancak uluslararası yaptırımlar sebebiyle sevkiyatı askıya alınan 5 adet S-300 füze sistemini Tahran’a teslim etmeyi kabul etti. İran tarafı füze sistemlerinin kısa sürede ülkeye geleceğini duyurdu. Böylece Tahran, Lozan’ın rüzgârıyla hem Rusya’daki S-300’lerin kilidini çözdü hem de ambargolar nedeniyle temininde sorun yaşadığı gerekli teknik araç, askerî ekipman ve yedek parçalara ulaştı. Dolayısıyla yeni anlaşmalar İran-Rusya işbirliğini stratejik ortaklığa çevirdi. Gazi Üniversitesi’nden Ortadoğu uzmanı Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, İran’ın Türkiye ve Rusya ile bir çırpıda imzaladığı anlaşmaları Tahran açısından çok hayati buluyor: “Lozan’da P5+1 ile varılan ön mutabakattan sonra İran, S-300’lerini elde ederek, Irak ve Yemen krizlerinde aktivizmini artırarak iki ana adrese mesaj gönderiyor. İçeride, nükleer anlaşmasının İran’ı jeopolitik açıdan güçlendireceği düşüncesini canlı tutuyor. Dışarıda da masadan kalkan İran’ın çıkarabileceği sorunları ilgili taraflara hatırlatıyor.” Rejim ön anlaşmayı iç siyasette lehine kullandı. Lozan’ı halka zafer gibi sunup toplumda ağır ambargolardan ötürü biriken rejim karşıtı enerjiyi boşalttı. Yine ön imzayla ülkeye yönelik askerî müdahale baskısını öteledi. Ülke küresel platforma çıktı. Böylece rejimin halk nazarındaki popülaritesi arttı. Bunda dinî lider Ali Hamaney’in çerçeve anlaşmasının rejime, ülkeye ve nükleer programa zarar veremeyeceğini beyan etmesi rol oynadı. Bir İsrail uzmanı, İran’ın çerçeve anlaşması üzerinden sınır ötesinde aceleyle yol alma hâlini, nükleer anlaşması sürecinin Mollalar eliyle akim bırakılma ihtimaline

7 Nisan’daki ziyarette Türkiye ile İran arasında 8 önemli anlaşma imzalandı. bağlıyor: “Tahran, çerçeve anlaşmasını büyük bir ustalıkla diplomatik manivelaya çevirdi. Küresel ambargolardan dolayı zarar gören iç ve dış nüfuzunu yeni anlaşmalarla telafi etmeye soyundu. Bu bizde ‘Mollaların bir aşamadan sonra nükleer anlaşması sürecinden geri çekilebileceğini’ hissettiriyor.”

Anlaşmazlıklar sürüyor İsrail uzmanını haklı çıkaracak doneler de var ortada. Dinî lider Hamaney, henüz imzalar kurumadan “Daha nihai anlaşma olmadı. Henüz kimseyle anlaşmadık. Amerikalılara güvenmem.” diyerek sürecin geri kalan kısmının daha çetrefilli geçeceğine işaret etti. Başmüzakereci Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de “Ambargolar kalkmadan nihai imzayı atmayacağız.” diyerek Hamaney’e destek verdi. Ayrıca rejim, ne müzakere sürecinde ne de çerçeve anlaşması metninde ‘nükleer çalışmalarını tamamen bırakacağını’ vadetti. Sadece sınırlandırmayı kabul edeceğini vadetti! Lozan’da atılan imzalara rağmen taraflar arasında tam anlaşma da sağlanmış değil. İran, yaptırımların hemen kaldırılmasını isterken; P5+1 grubu, ambargoların ancak

rejimin anlaşmaya uyduğunu kanıtlamasından sonra kaldırılacağını söylüyor. Ayrıca P5+1 İran’da askerî üsler dâhil tüm nükleer tesislerin denetlemeye açılmasında ısrar ederken, Tahran istediği tesisleri gözetime açacağını belirtiyor. Daha da önemlisi İran’ın anlaşmaya uymaması durumunda yaptırımların yeniden nasıl konulacağı hâlâ net değil. İran’ın elindeki nükleer yakıt stokunu nerede tutacağı, nasıl yok edeceği de henüz netleştirilemedi. Son tahlilde, Tahran’ın, Lozan’ı kazanca çeviren taraf olduğu söylenebilir! Hem de Yemen, Suriye ve Irak gibi ağır yüklerine rağmen! İran, Lozan rüzgârı ve diplomatik kıvraklığıyla küresel platformda hızla yol alırken, Ankara’nın geçen 10 yılda inşa edip son 3 yılda kaderine terk ettiği ‘bölgesel aktörlük’ zemini altından kayıyor. Dinî lider Hamaney’in, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Ankara’ya uğurladıktan sonra attığı tweet dünyaya açılan İran’ın ‘Turan’ mücadelesinden vazgeçmediğini ortaya koyuyor: “Az gelişmiş bir ülke, ‘Eğer İran (uranyum) zenginleştirme yapabiliyorsa biz de isteriz’ diyor. Yapabiliyorsanız hiç durmayın!”


33 DÜNYA Nepal’de son 80 yılın en büyük depremi

29 NİSAN - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

KATMANDU CİHAN

haritadan silindiği öne sürülüyor. Manglung köyü sakinlerinden Vim Tamang, köylerindeki her şeyin yerle bir olduğunu söylüyor. Evlerin çoğunun ya yıkıldığını ya da toprak kayması nedeniyle toprağa gömüldüğünü anlatıyor. Depremin meydana gelmesinden dakikalar sonra hastaneler dolmaya başladı. Pek çok kişi, başkent Katmandu’daki hastanelere akın etti. Pushpa Das, onlardan biri. Depremi hisseder hissetmez kaçtığını; ancak kolundan yaralandığını belirtiyor. Yaşadıklarını ‘çok korkunçtu’ diye özetleyen Das, tıka basa dolu olan hastanede tedavi görmek için beklediğini aktarıyor. Öte yandan meteoroloji yetkilileri, bugün Nepal’de gök gürültülü sağanak yağış bekliyor.

1gelen depremin merkezi, Katman-

Yerin iki kilometre altında meydana

du’nun 77 kilometre kuzeybatısı. İlk belirlemelere göre ölü sayısı birkaç kişiyle sınırlıydı. Ne var ki vakit ilerledikçe bilanço da ağırlaştı.

7,9 ŞİDDETİNDE VURDU Nepal’in doğusundaki Pokhara bölgesinde dün sabah 7,9 büyüklüğünde bir Deprem meydana geldi. Felaket sonucu binlerce kişi hayatını kaybetti. Bu, ülke tarihindeki son 80 yılın en büyük depremi olarak görülüyor. Dünya çapında ise 1900 yılından beri bu kadar büyüklükte deprem yaşanmadı. İlk belirlemelere göre ölü sayısı birkaç kişiyle sınırlıydı. Ne var ki vakit ilerledikçe bilanço da ağırlaştı. ABD Jeolojik Araştırma Merkezi (USGS), yerin iki kilometre altında meydana gelen depremin merkezinin, Katmandu’nun 77 kilometre kuzeybatısı olduğunu açıkladı. Deprem, Hindistan’ın kuzeyindeki Yeni Delhi ve Pune şehirlerinde de hissedildi. Buralardaki bazı binaların hasar gördüğü belirtiliyor. Hindistan’ı da vuran depremde 20, Bangladeş’te 2, Çin’in Tibet eyaletinde ise 6 kişi öldü. Hindistan Başbakanı Narendra Modi, hükümet yetkilileriyle acil toplanma kararı aldı. Modi, felaketin ardından Nepalli

Everest’e tırmanan dağcılar da deprem kurbanı

mevkidaşı Sushil Koirala ve Cumhurbaşkanı Ram Baran Yadav’ı arayarak elinden gelen tüm yardımı gösterebileceğini iletti. Depremin ardından, en büyüğü 6,6

olmak üzere çok sayıda artçı deprem gerçekleşti. Başkent Katmandu’da çok sayıda bina yerle bir olurken, köylerin ise deprem ya da ardından gelen toprak kaymaları sebebiyle

Nepal‘de 7,9 şiddetinde deprem

3 binden fazla insan öldü. Binlerce yaralı

YARDIMLARINIZ İÇİN Hesap numarası: Danske bank Reg nr.: 0440 Konto nr.:11289045 Mobilepay:50397005

Adres: Sluseholmen 2 2450 København SV tel:50397005 www.timetohelp.dk

Deprem, dünyanın en yüksek dağı Everest’i de vurdu. Bu sırada çok sayıda dağcı, tırmanıştaydı. Depremin etkisiyle çığ düştü ve 10 dağcı hayatını kaybetti. 30 kişi de yaralandı. Dağ turizmi, fakir bir ülke olan Nepal’in en önemli gelir kaynaklarından. Yaşanan deprem nedeniyle bu turizmin büyük darbe alabileceği öngörülüyor. Bu arada depremin ardından Katmandu’nun tarihi bir binası da yıkıldı. 50 kişinin de çöken tarihi binanın altında kaldığı bildirildi.


YORUM 34EKONOMÝ

EKİM 2010 MAN 29 NİSAN6–12 - 5 MAYIS 2015 ZA­ ZAMAN

Ali Bulaç

Ali Ünal

Cennet de cehennem de sâkinlerini bekliyor Ali Bulaç teoride savunmaya devam etse de, müsbet pratiği olmayan bir akım, teoride ne kadar müstakim, çoğu meyveleri çürük çıkan bir ağaç içten ne ölçüde sağlam olabilir? Haricîler’in, hattâ başka bütün itikad ve ferdî yaşayışları İslâmî dahi olsa, bir âyeti dalâletlerine âlet ve Hz. Ali’nin kuduz hastalığına benzettiği kalbi kör eden siyasî-klikçi tutumları gibi, “Hakimiyet Allah’ındır; İslâm devleti; devleti ele geçirerek Şeriat’ı ilan” iddialarıyla yola çıktılar. Fakat devleti kılcallarına kadar ele geçirince Din’in, Şeriat’ın doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet, adalet, hukuka ve insan haklarına riayet gibi en aslî düsturlarına belki tarihte görülmedik biçimde ve ölçülerde muhalefet ediyorlar. Sadece muhalefet etmekle kalmıyor, masiyette kula itaat edilmeyeceği Din’in en aslî prensiplerinden iken, AKP kontenjanından devlette mevki sahibi olmak, mevkilerini korumak, vekil olmak, yani Din’e muhalefet etmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Evet, bilhassa AKP’den milletvekili olmak, “saray sâkini”ne şartsız itaat etmekten, bir zamanların hızlı İslâmcısı Metiner’in “biatsa biat” teslimiyetinden başka ne manâya geliyor? Polis raporları ve savcılık fezlekelerinde ortaya çıkan, hiçbiri ret ve inkâr edilemeyen tapelerde ortalığa saçılan tarihte emsali olmayan veya pek az yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının adı olarak kalan “17-25 Aralık”tan önce kara dediğine artık ak, ak dediğine kara, güzel dediğine çirkin, çirkin dediğine güzel demenin kula kulluktan başka manâsı var mıdır? Oysa Kur’ân, Allah’ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını haram kılanlara kesin zorlama olmadan itaati onları Allah’ın yerine rabler edinmek (9:31); Allah Rasûlü bir meselede hükmünü verdiğinde kalbde zerre kadar sıkıntı duymadan teslim olamamayı gerçekten iman etmemiş olarak (4:65) nitelemektedir. Din adına da gerçek bu iken, Meclis’te yukarıdan gelen bir emirle inanmadığı, doğru bulmadığı

DAĞISTAN ÇETİNKAYA

konularda da parmak kaldırıp parmak indirmekten daha onursuz ve haysiyetsiz bir davranış bulunabilir mi? “Vekiller içinde iki doktor tanıdığım var; milletvekili maaşından çok daha fazlasını kazanıyorlardı. Böyleyken ve söz konusu gerçek karşısında bir insan AKP’den neden milletvekili olmak ister?” diye bir dost meclisinde sordum. Bir arkadaş şöyle cevap verdi: “Onların milletvekilliğinde gelirleri sadece maaşlarından ibaret olmuyor ki!” Çok doğruydu; yakından tanıdığım AKP’li bir milletvekili emeklisinin, çocuklarına ve bazı yakınlarına sağladığı VİP torpil ve emekli maaşının yanı sıra bir bankanın yönetim kurulu üyesi olarak 2 şubesinden daha maaş aldığını öğrendim. Kur’an’da zikredildiği üzere, dünyayı Âhiret’e tercih, çağımızın en önemli hastalığı. Bir tarafta Yasama cephesinde bunlar olur ve Yargı cephesinde adalet tevzii gibi en şerefli bir mevki yürütenlerin keyfî kararlarına âlet edilmekle en dehşetli bir zulüm işlenirken, diğer yanda, Hidayet Karaca Bey ve Silivri’de tutuklu “Yusuflar” hakkında tahliye kararı verebilme onur ve kahramanlığını gösteren Hâkim Sayın Başer hakkında da bir paragraf açmak gerekiyor: Medine’de dehşetli bir kıtlık senesinde Hz. Osman’ın (r.a.) Suriye’den 700 deve yükü ile malları gelir. Hz. Osman (r.a.), 1’e 10 kâr verilmesi karşısında dahi mallarını satmaz ve hakkındaki şikâyet karşısında Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) şöyle der: “1’e 700, 1000, 10.000... veren varken, malımı 1’e 10 kâr karşısında niçin satayım?” Hz. Osman, malının tamamını tasadduk etmiştir ve Efendimiz, şöyle buyururlar: “Osman, bundan sonra hangi günahı işlerse işlesin ona zarar vermez.” Yani Hz. Osman, onu Cehennem’e mahkûm edecek günah işlemekten İlâhî korunma altına alınmıştır. Dehşetli adalet kıtlığı mevsiminde âdil davrandığı için sayın hâkim de inşaallah aynı muameleyi görür. Cennet de, Cehennem de sâkinlerini bekliyor; ikisi de dolacak.

Fas’tan Türkiye’ye bakmak! V. Muhammed Tiyatro salonundan çıkarken, biraz da çocukların okuduğu Kaside-i Bürde’nin etkisinde içimden Necip Fazıl’ın şu mısraları geçiyordu: “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Tam o sırada 70 yaşlarında bir zat kalabalıkta elimden tuttu ve “Seni burada görmek çok güzel. Hanımla çok dua ediyoruz!” dedi. Bir yandan konuşuyor, diğer yandan ağlıyordu. Teşekkür ettikten sonra “Hayrola, niye ağlıyorsun?” diye sorunca “Oğlumuz Cezayir’de öğretmen. Festival’e geldik, onu, gelinimizi, torunlarımızı gördük. Yarın torunlarımızdan ayrılacağız diye ağlıyoruz. Yılda ancak bir kere görebiliyoruz!” İçimden “Ya Rabbim!” dedim; “Bu dünyanın dört bir köşesinde asgari şartlarda geçinerek hizmet veren bu çocuklar ve aileleri ne yüce ruhlu insanlar!” Hiç beklemediğim halde, bana törene katılan Fas Sivil Toplum Kuruluşu Bakanı’na ödül vereceğim anons edildiğinde sahneye gidinceye kadar söyleyeceğim iki cümleyi düşündüm. “Ben dünyanın dört bucağında hizmet veren bu fedakâr abi ve ablaların çektiği sıkıntıları müşahede ederken kendimden utanıyorum” demek aklımdan geçti. Bunu söyledim! Bu sene Rabat’ta 15 ülkeden öğrencinin katılımıyla gerçekleşen “Dil ve Kültür Festivali”ne katılmam bana iyi geldi. Belli ki cinnet hali geçirdiğimiz ülkenin bunaltıcı havasında “Sabır!” tesbihi çekerken Mustafa Ünal’ın “Fas’a gelir misin?” sorusuna tereddütsüz evet dedim. İyi ki “Evet!” demişim! Çoğu kimse Türkçe Olimpiyatları’nın Türkiye’de yasaklanmasına üzülmüştür. Ben de üzüldüm ama şer gördüğümüz şeyde hayır da oluyor. Anadolu’dan dünyaya yayılan çocuklar küresel bir perspektif kazanıyor. Düşünebiliyor musunuz, 160’a yakın ülkedeki Türk okullarında görev yapan öğretmenler hizmet verdikleri ülkelerin dilini, geleneklerini, sosyo-politik sistemlerini gayet iyi tanıyor, yapılarına saygı gösteriyor, iyi insan yetiştirmeye çalışıyorlar. Okullar tabii ki hizmet verdikleri ülkelerin denetimi altında. 20 sene faaliyetine devam eden bir okulu siyasi gücünüzü kullanarak kapatın dediğinizde, o ülkenin yöneticileri sizi hiç ikna edici bulmuyor, sadece geçiştiriyorlar. Fas hükümetinin Dil ve Kültür Fes-

tivali’ne en yüksek düzeyde iki bakan, milletvekili ve yetkiliyle katılması aynı zamanda Türkiye’ye nazikçe bir mesajdı! Irak Kürdistanı’ndan gelen bir arkadaşın anlattığı benzer şeyler: “Irak’ta 21 senedir faaliyetteyiz. IŞİD, Erbil’e girmek üzereyken herkes görev yerini terk etti, Türk okullarındaki öğretmenler izinde olmalarına rağmen okullarına döndüler. Bizzat Barzani ‘-Bu dikkatimizden kaçmadı, herkes bizi terk ederken siz bizi terk etmediniz’ dedi ve teşekkür etti. Her sene olduğu gibi bu sene de üst düzeydeki bürokratlar çocuklarını Türk okullarına vermek için bazen araya hatırlı adamlar koyuyorlar!” Kısaca dünyada kimse, bizimkilerin okulların kapatılması taleplerine itibar etmiyor. Bu arada Arap dünyasının Türkiye’ye bakışını da yakinen öğrenmiş olduk. Özetle Araplar, Türkiye’nin bugün geldiği noktaya acıyorlar, üzülüyorlar ve içerliyorlar. Fas Adalet ve Kalkınma Partisi’nden 16 bölgeden sorumlu bir zat –ki aynı zamanda iyi bir akademisyen-, AK Parti’nin: 1) Yüz yıllık İslami bir mücadelenin mirasını heba ettiğini, güç ve zenginlik elde etme yolunda araçsallaştırdığını, 2) Dindarlık görüntüsünü ve retoriğini çokça kullanmasına rağmen, sağlam bir İslami temele sahip olmadığının açığa çıktığını, 3) Osmanlı’nın güzel hatırasını da ‘Yeni Osmanlıcılık’la gölge düşürdüğünü, 4) Meğer Arap âlemine, bölge üzerinde tahakküm kurmak kastıyla yaklaştığını, asıl niyetinin bir tür emperyalizm olduğunun anlaşıldığını, 5) El attığı her işi berbat ettiğini, Suriye’de iç savaş çıkartarak harabeye çevirdiğini, 6) Büyük umutlarla karşılanırken, bugün Türkiye’nin yalnız kaldığını, tecrid edildiğini, 7) Büyük bir bölgesel entegrasyon kurma imkânı varken, Türkler bunu kim bilir kaç sene öteye attığını söyledi. Özellikle hiç kimse AK Parti’yi Suriye politikasından dolayı affetmiyor, Mısır ve Libya’daki gelişmelerden sorumlu tutuyor. Suriyeli mülteciler Fas’a kadar gitmiş! Bunları anlatırken hepimiz yutkunduk! NOT: Bu arada 5 gün boyunca bizi sabırla gezdiren Enes Çelik’e çok teşekkür ederim.

KRAL VE SOYTARI


35 YORUM EKONOMÝ

EKİM 2010 ZA­MAN 29 NİSAN6–12 - 5 MAYIS 2015 ZAMAN

Ekrem Dumanlı

Savcılar, Hakimler, Zalimler Önceki gün Türkiye’deki adalet sistemi çok ciddi bir imtihana tabi tutuldu. Sulh ceza hakimlerinin tamamına yapılan itiraz yolu tükenince avukatlar, asliye ceza mahkemelerine başvurdu. Reddihakim talebinin kabulünden sonra işleyen tabii ve hukuki süreç sonunda mahkeme, aylardır haksız bir şekilde hapishanede tutulan insanların tahliyesine karar verdi. Zaten sulh ceza hakimliklerinin üzerine siyasetin gölgesi heyula gibi çökmüştü. Siyasilerin, ‘Taşları döşüyoruz’ demesi, evrensel hukukun ‘tabii hakimlik’ ilkesini yerle bir etmişti. Yani? Evrensel hukuk ve anayasanın öngördüğü kural şuydu: Herhangi bir kişi ya da kitle ile ilgili bir suçlama varsa, o insanlar devam edegelen yargı süreci içinde yargılanırlar. Özel bir mahkeme, özel bir amaçla kurulursa buna proje mahkeme denir ve verilen kararlar egemen güçlerin elinde oyuncak haline getirilmiş bir yargı imajına yol açar. Sulh ceza hakimlikleri hakkındaki kuşku tam da budur. Her neyse... Önceki gece ‘proje mahkemeler’in kimyasını bozan bir gelişme ortaya çıktı. Sulh ceza hakimlikleri sonradan ihdas edilmiş, seçilen bazı savcı ve hakimler oralarda görevlendirilmiş, karara itiraz yolları da bir üst mahkemenin elinden alınarak -ki bu evrensel hukuka da, Anayasamıza da aykırıdır- zanlılar, aynı hakimlere itiraz yapmak mecburiyetinde bırakılmıştı. Kapalı itiraz çemberi önceki gün delindi; çünkü sulh ceza hakimlerinin tamamına itiraz edilmiş, bütün hakimler avukat itirazlarının gerekçesine bakmaksızın ret cevabı vermişti. Bu kadar anlamsız ret cevabı verirsin de aylardır tutuklu bulunan zanlılara reddihakim talebi doğmaz mı? Nitekim reddihakim talebi kabul edilip dosya tabii hakimlik ilkesine uygun bir şekilde mahkemede huzura çıkarıldı. Aralarında polis şeflerinin de bulunduğu 62 kişi ve STV Genel Koordinatörü Hidayet Karaca’nın tahliyesine karar verildi. Olması gereken de buydu; zira özel bir amaca binaen kurulmuş dava dosyası, özel talimatlarla çalıştığına dair ciddi endişe ve emareler olan sulh ceza hakimliklerinin kapalı devre çemberinden çıkınca hukukun evrensel ilkeleri er geç işleyecekti. Ve sistem normale döndü. Tahliye kararları bir hukuk manifestosu eşliğinde gerekçeli bir şekilde verildi. Peki ya sonra!.. Güçlü söylentilere göre Çağlayan başsavcısı Hadi Salihoğlu başkanlığında kriz masası kurulmuş. Niye? Mahkeme kararını uygulamamak için! Savcılığın böyle bir görevi mi var? Hayır! Ne zamandan beri savcılar mahkemenin verdiği tahliye kararının müzekkeresini cezaevine ulaştırmamak için olağanüstü toplantılar yapmakta! Resmen suçtur yapılan... Gecenin ilerleyen saatlerinde yeni bir hamle yaptı Çağlayan ‘kriz masası’. Sulh ceza hakimliği, asliye ceza mahkemesinin verdiği tahliye kararını geçersiz sayıp yok hükmünde kabul etmişmiş. İyi de sulh ceza hakimliği bu davanın bir üst mahkemesi değil ki! Bir üst merci durumundaki mahkemenin verdiği kararı ne zamandan beri bir alt mahkeme bile olmayan hakimlik ‘yok hükmünde’ sayabiliyor? Peki neden oluyor bunca hukuk garabeti? Uzun bir zamandan beri yargı, siyasetin oyuncağı haline getirildi. Beyefendiler ne derse hakim ve savcılar “hazır ol” şeklinde kabul ediyor ve emredilen icraatları tek tek yerine getiriyor. Hal böyle olunca adalet beyefendilerin ya da hanımefendilerin iki dudağı arasına mahkûm ediliyor. Bu durumda hakim ve savcıların itibarı kalabilir mi? Zanlı kişiler siyasette bir yere gelmiş birinin oğlu/ kızı/akrabası olunca akan sular duruyor ve onca somut delile rağmen adaletin içinden adaletsizlik devşiriliyor. Zanlı kişiler egemen gücün sevmediği, hatta her gün yalan ve iftira ile linç ettiği kişilerden oluşuyorsa adalet mekanizması işletilmiyor. Üstelik bu haksızlık, göstere

göstere yapılarak hırsızlarla polislerin, gerçek gazetecilerle istihbarat maaşlı şaklabanların yeri değiştiriliyor. Önceki gece verilen tahliye kararlarına karşı yetkisini aşarak adaleti geciktiren herkes suç işlemektedir. Bugün askıya alınan yasalar, anayasanın beyzadelerin keyfine göre uygulandığı bir döneme işaret ediyor. Ne var ki bu hukuksuzluk ve zulüm sonsuza kadar süremez. Ancak olağanüstü ve karanlık dönemlerde hukuk askıya alınır. Mesela Stalin’in de bir savcısı vardı: Vişinski. Başsavcılık görevini ifa ederken kanun nizam tanımadı. Onun tek ölçüsü vardı: Stalin’in buyrukları. Stalin’e göre devlet bünyesinde görev yapan herkes troçkistti ve bu gizli kimlikler tek tek bulunup ihanetle suçlanmalıydı. Onlara hain demek ve casuslukla suçlamak için somut bir delile gerek yoktu; zanlıların ailelerine işkence yapılacak, o işkenceye dayanamayanların itirafı sağlanacak ve bu deli saçması suçlama ispat edilmiş olacaktı. Vişinski, haysiyet cellatlığına o kadar kendini kaptırmış ve firavununa o kadar âşık olmuştu ki kendi konuşma metinlerini bile bizzat Stalin düzeltiyor; o da kendini o koltuğa oturtan zalim karşısında yerlere

paspas oluyordu. Ya adalet?.. Bütün zalimlerin baş arzusu kukla bir yargının oluşmasıdır. Hitler de öyleydi. Savcıları, hakimleri vardı Führer’in. O ‘yüce lider’in emrinden bir kerecik bile çıksa o mahkemeler kapatılır, yargıçlar dağıtılırdı. Mesela Reichstag yangını toplumun bir bölümü üzerine yıkılmak istenmiş, yüzlerce aydın, ‘komünist’ yaftası vurularak tutuklanmıştı. Büyük yangını Gestapo rejiminin inşasına vesile kılan Hitler, özel yasalar çıkardı, özel mahkemeler kurdu, özel savcı ve hakimler tayin etti ve onlara olağanüstü yetkiler verdi. Sonuç? O güç zehirlenmesi, bir ülkenin felaketine, bir milletin hacaletine dönüştü. Hâlâ o utançla yaşıyor koca Almanya ve Avrupa... Bizde de olağanüstü dönemlerde hak hukuk tanımayan savcılar, hakimler vardı. Salim Başol, Menderes ve arkadaşlarına ‘Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor’ derken hakimin nasıl alçak bir kişiliğe dönüştüğünü, adaleti hakka göre değil, devleti ele geçiren eşkıyalara göre dağıttığını itiraf ediyordu. 80 Darbesi’nin, 28 Şubat Dönemi’nin tek işi ceberutların ayaklarını öpmek olan savcı ve hakimlerini burada tek tek saymaya yerim müsaade etmiyor... Bugün de benzer bir risk var hakim ve savcılar için. Onlara şu gerçeği hatırlatmak boynumuzun borcu: Adalet ancak evrensel hukuk ve anayasanın ruhuna uygun bir şekilde tesis edilir. Birilerinin keyfine göre karar vermek zulümdür ve tarih hiçbir zalimi affetmez. Zalimlere göre değil, kanunlara göre hareket etmeyen evladının da yüzüne bakamayacak, torunlarının da...

Ey ‘kinim dinimdir’ diyen kişi! Bazı tarihçilere göre Hüseyin Avni Paşa, aynen şöyle demişti: “Kinim, dinimdir.” Sultan Abdülaziz’i şehit etmeye azmetmiş bir adamın hayat felsefesiydi

bu. Aslında küçük düşünen bir adamın, kendi kibir ve ihtirasına esir olmasının azgın bir yansımasıydı bu söz. Suçüstü yakalanmıştı Hüseyin Avni. Üstelik bir kereye mahsus bir cürm-ü meşhut da değildi yaşanan. Saray’a kadar gelmiş, makam-mevki sahibi olmuştu. Ne var ki tabiatındaki ahlaksızlık nüksetmiş, yanlış işlere bulaşmıştı. İhaleye fesat karıştırıp rüşvet aldığı, silah alımı sırasında yolsuzluk yaptığı ve devlet imkânlarını kişisel menfaati için kullandığı ortaya çıkmıştı. Ahlaksızlıkla da suçlanmıştı ayrıca. Paşa, kendi günahlarını, suçlarını itiraf edip istiğfar edeceğine; suçüstü yakalayanları hedef aldı daima. Ne yapıp edip kendisini fâş edenleri (Sultan Abdülaziz başta olmak üzere) cezalandırmalıydı. Fırsatını kolluyordu. İnce hesaplar yapıyor, ittifaklar kuruyordu. Nitekim müttefiklerini bulmuş, onlarla sinsi bir plan yapmıştı. Bazı tarihçilere göre İngilizlerle irtibat kurmuş, mason localarıyla ilişkiye girmiş, hariciye ve basına yalan yanlış bilgiler sunmuştu. Müttefiklerinin bir kısmı Avni Paşa’nın maksadını tam bilemiyor; öfkesini çocukça (hatta cahilce ve kabadayıca) buluyordu. Zira o müttefiklerden bir kısım meseleyi meşrutiyetin ilanı olarak görüyor; daha özgür bir toplum, daha eşitlikçi bir sistemin ortaya çıkacağını sanıyordu. Avni’nin ne meşruiyet umurundaydı; ne meşrutiyet. Onun kini, dininin önüne geçmişti. O kin için her kutsal değer feda edilebilirdi. O deve kini yüzünden Osmanlı topraklarında zincirleme trajediler yaşandı. O iflah olmaz nefret yüzünden ordunun içine fitne ateşi düştü. “Muhteşem donanma” kilitlendi ve devlet-i âliye’nin geleceğe yönelik hamleleri akim kaldı. Devletin şu veya bu şekilde yönetenlerin (yönetmeye talip olanların) ibret dersi alacağı bir hadisedir bu. Her kim kinini, dininden daha fazla önemserse topluma, devlete hatta en nihayet kendine büyük zarar verir ve kıyamete kadar hayırla yâd edilmez. Ayrıca gerçek şu ki: Kindar, dindar olamaz; tıpkı dindarın kindar olmadığı gibi…

‘SOYKIRIM’ GÖSTERE GÖSTERE Soykırım mı değil mi tartışmasının 2015’te alevleneceği tâ yıllar öncesinden belliydi. Hadisenin 100. yılı için hazırlıklar yapılıyordu. Yalnız, dünya devletleri ve halklarından bu kadar ağır bir darbe beklenmiyordu. Şimdi Türkiye korkunç bir baskı ve kuşatma ile karşı karşıya. En temel sebeplerinden biri hiç kuşkusuz bu ülkenin birkaç senedir yaşadığı süreç ve devleti yönetenlerin bıraktığı imaj. Daha yakın zamana kadar demokratik adımlar atan, reformlar yapan, geçmişteki hatalarla yüzleşen Türkiye fotoğrafının yerini, yolsuzluklara bulaşmış, anayasa ve yasaları askıya almış, insan haklarını ihlal etmiş, düşünce ve ifade özgürlüğünü rafa kaldırmış bir ülke görüntüsü aldı. Birkaç yıl önceki demokratik devlet intibaı yaşatılıyor olsaydı bu kadar ağır baskı olur muydu? Kesinlikle hayır. Türkiye, yanlış dış politikaları yüzünden yalnızlaştı. İç politikada çizilen despotizm havası, bu ülkeyi per perişan etti. Şimdilerde hiç kimse Türkiye yöneticilerine güvenmiyor. Hayli feci durum bu. Neden konuyla ilgili devlet birimleri 100. yıl için hazırlık yapmadı ve bu kuşatma göstere göstere geldi? Devletin iç enerjisi paralel paranoyasına feda edildi, ediliyor. Devlet görevlileri aslî işlerini bırakıp yasaları çiğneme pahasına hayalî suçlara odaklanır ve bütün imkânlarını bir kurguya feda ederse, olacağı budur. Üstelik dışardan bakanlar, “Bir devlet kendi vatandaşına bile 2015’te bunu yaparsa kim bilir 1915’te neler yapmıştır” gibi bir izlenime kapılabiliyor. Ne diyelim: Ey devlet yöneticileri ve onun memurları! Artık aslî işinize dönseniz...


29 NİSAN6–12 - 5 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

36BULMACA EKONOMÝ

Bir süs bitkisi Üst resimdeki yerel bir çalg

Suç, kusur

Amirce

Beyaz

Koyun keçi sürüsü

Dal, bölüm Harp

Tüysüz, ince yün kumaş İlçe

Ayrnt, teferruat Sene

Bir deyim Bir soru eki

Ksaca Ankara Kütahya’nn Sanayi Odas bir ilçesi İmamlk

Evrenpulu

1

Hava basnc birimi

Kağnda tekerleri bağlayan dingil

Bir parazit Sağ resimdeki scaklk ölçer

Osmanl’da bir rütbe Memnu

Altn

En popüler spor dal

3

Damla, katre

Dini tören Bir yldz kümesi

Romen rakamyla bin says

9

1 5

8 3 2 7

Komşu bir ülke

2

Katl yatak Bir seslenme nidas

6

7

8

4

5

2

Tasdik Telefon sözü

1

8

Eğreti yap Scak, yakc

Gerçekten

Bir kürk hayvan Çeşitli şeyle yaplan engel

Kanun

Dönem sonu snav Efendimiz’in bir kz

5

Bir tür kara taşt

Selenyumun remzi

Artrma

Kulağn duyduğu

Tören Dünyann en yüksek gölü

Metal renginde olan

Göğüs

Parça, ksm

Metal olmayan Harcanan güç, enerji

Bir bayan ad

İlkel silah

Dokunma, değme

Maden

3

4

Bir bağlaç

Konya’da bir baraj Ünlü piyanist (...Biret)

Buyruk

Yürüme organ

Bir Arap harfi

Kraliçe

Balgam söktürücü bir bitki, altnkökü

Namaz kldran

Cüzi, ksmi

Ayak giysisi

Kuzu sesi Dşarda kalmş ağaç kökü

Kuran’ Kerim’de bir sure

2

Maden Tetkik Arama

Yere paralel olan

Yama

Müzik harfleri

Tablodaki tramlý kalýn çizgilerle belirlenmiþ 3’e 3’lük karelere, 1’den 9’a kadar rakamlarý birer kez kul la na rak yer leþ ti rin. Öyle yerleþtirme yapmalýsýnýz ki, bütün 3 lükleri doldurduðunuzda tablonun bütün kutularý yukarýdan aþaðýya ve soldan sa ða 1’den 9’a ka dar rakamlardan birer kez kullanýlmýþ olsun. 5 2 7 8 3 6 9 4 1 1 9 3 5 7 4 2 8 6 4 8 6 9 1 2 7 3 5

Toslamak işi

Yanardağ ifrazat

Yl

3

6

6 1 8 2 4 3 5 7 9 2 4 5 7 9 1 3 6 8 7 3 9 6 5 8 1 2 4

Hoş kokulu bir bitki

Þ ÝF RE K E LÝ ME:

Akarsu yatağ

Şevinç, neşe

Hristiyan mabedi Güneşten önceki şma

İstanbul’da bir semt

Ateşli

Sar, kalpak

Feza

1

Son harf

7 2 8

6

5

1

3

5

8

9 2

6

3

2

8

3

5

SUDOKU BULMACA 5 8

3

2 5

4

4

3 7 4 1 6 9 8 5 2 9 5 2 4 8 7 6 1 3 8 6 1 3 2 5 4 9 7

Pelte

Ölümlü Bir teknik adam (...Kafkas)

Uzaklk ifadesi

7

Sivas’ta yaklan otel

5

Bir bask tekniği türü

6

Gözleri görmeyen

6

Mantar ve suyosunu ile oluşan ortak yaşam

Karalar çalmak

7

BULMACALARIN CEVAPLARI 37'NCİ SAYFADA


E

J

L

A

M

E

C

K E L İ M E

O

Þ

O

Ý

A V I P

L

G

V

I

G

Ç

T

A

N

Z

İ

M

A

T

Ü

Ş

O

V

Z

Y

O

Ğ

Ğ

A

N

T

H

A

Ü

Ý

C

C

O

I

F

I

G

E

A

A

1

FU

E

N

K

U

S

AN

U

Ð

S

J

S

J

Ş

S

R

A

Z V

R

M

A

A

S

E D

A

L

S

D

E

L R

D

Y

E

V

U

ÜS

V

K

U

A

A

TK

A

U

A

Ç

T

EJ

Ç

R

T

O

I

HI

O

A

I

M

T

RL

M

H

T

P

E

TS

P

H

E

F

A

PU

F

A

A

M

O

IO

M

K

O

V

AN

NA

L

Þ

Ü

O

U

Z

B

Ý

Ğ

J

A

N M

K R

Ý

Ğ

M

R

N

R MA J Ç N KO K E T E M A

J

S

M R

DJ

Þ

Ü

E

Y

E

N

N

İK

G A

Y

E

I

L

O

A GÜ V Hİ AK M E Y İ G L

S

A

O A

P A

M

R

A

B

D

A

B Ü

O K

B

R

D

A

G

Y

K AN Ç P B ÜR L Y B U A Þ

A

L

K E

E Ü

I

L

Ü

T

İ

IO

Ü

L

T

G

M

Y

O ET P DÝ A Ü Ö S B U E H

Þ

N

SR

ÖN

A

Z

G

O

UO

ÐS

D

V N

O

A

Ð

RD

ÝO

N

F

O

E

M

P

ÝL

UB

E

Ç

M

K

R

A

B YÝ U Z O Ç D GL Ý T F H Ç U R Ö A C O P Y S

D

K

D

K

HS OO P

C

RT

G

R

M

T

V

Ý

S

Ü

PT

K

M

R

E

Y

İ

B

U

B

U

R

Ö

A

C

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz?

T

T

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? ASMOLEN, BAGAJ,CİLBAP, CEMAL,ÇAVDAR, ÇADIR, DÝNAZOR, FORUM, GEGEÇ, HEVENK, ÝRADE, BOSTON, DOĞMAK,ERAMÝL, ESKÝÞEHÝR, GÖRMÜŞ, Ç ALYANS, KKAYGAN, H LETAFET, A MUTFAK, PNUSRET, ÜNUBUK, D OFSAYT, A ÖZERK, Z FÝLÝKA, ÇREVANİ, G SÖYLEMEK, Ý HAVRAN, Ý ÞÜKÜR, KAHHAR, LİTERATÜR, MUÞAMBA, OKLAVA, ÖNSÖZ, PİSTON, ÝSTÝKRAR, PÝLOT, RUBUBİYET, SOFYA, ÞALGAM, TANZİMAT, UZMANLIK, ÜTOPÝ, VAKKAS, TERFÝ, UÐURLU, ÜSERA, VOLAN, YANKI,YOĞURT, ZÜMER. ZANLI.

N MD Ý A ZM Ş U M S

L

I

K

I

D KU OH J U NA NZ O K AA YL İ Ç Y A DÝ AS PR A E O G V I R B U E D A R Ý E

F DA UB HV UD A R Z S K K AJ L I Ç L A S Ý U S O R R T S O A R R Ş Ü F Þ E H Y

E

K

M ML L E E O O K K E E G G Ğ Ğ H H Ü Ü V V S S N N D D M U Ü Ý A Z D O A Ö Ş U Y N

7 7 8 8

6

E EL F FZ F FS Ý ÝR A AN Ý EÝ R LR V OV S M S A SA K AK K ÇK A OA V AV

5

4

6

58

47 3

36 2

25

14

2

3

4

4

1

2 2

3

4

5

�� �� �

��

��

��

��

�

��

�� ��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

�� ��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

�� ��

�� ��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

�

��

��

��

�� ��

��

��

�� ��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

��

�

��

��

��

��

�� ��

��

��

�� �� ��

��

��

��

��

��

��

�� ��� ��

�� ��

�����������������������������������������������������������������������������������������

�� ���������������������������������������������������������������������������� �� ������������������������������������������������������������������������������ �� �� �� �� �� Ş� �� �� �� �� ���İ�����������������İ����������Ş���������������������İ�İ�����Şİ������������İ�İ�İ����������� �����������������İ���������������������������������������������������������������������������

�� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �

�� �� �� �� �� �� �� �� ��� ��

��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �� �� �

�������������������������������������������������������������������������������������������� �� �� �� �� ����������������������������� �� � ��������������� �� �� �� �� �� �

��

���� �� �� ���� ���� ��� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��� �� �� � �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �

��

���� ���� ���� �� �� ���� ���� ���� � �� ���� ���� ���� ���� ���� ���

��

���� ���� ���������� �� ������ ������ ����� ������ ������ ������ ������ ������ ������ ������ �� ��

���� � ����������� ������� ��� �� ������ ������ ����� ��� ���� ������ ������ ������ ������ �� �

�� �� ���������������� ������ ������ ������ ������������� ������ ������ ���� ������ ����� �� ��

�� ��

�� �� ��

��

���� �� �� ���� � �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ����

��

��

���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ����

��

���� ���������� ��� ��������� ����� ������ ����� ����� ������ ������ ������ ������ ������ ��

���� ���������������������� ������ ������ ������ ����� ������ ������ ������ ������ ����� �� �

���� ��������������� ������ ����� ������ ������ ������ ������ ������ ������ ������ ������ �� ��

��

���� �� �� ���� � �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��

�� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ����

�� �� �� �� ������ ����������� ������ ���� �� ������ ������ ������ ������ ������ ������ ������ �� ��

���� �� �� ������ ��� �� ������ ����� ������ ������ ������ ������ ������ ������ ������ ������ �� ��

��

�� �� ���� ���� �� �� ���� ���� ���� ��� ���� ���� ���� ���� ���� ����

��

�� �� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��� ���� ���� ���� ���� ���� ���� ��

�� � �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ���� ���� ���� �� ��

� � � İ � � � � � �

�� ���� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� �� �� �� ���� �� ��

�� �� �� �� ��� ��� � �� İ ����� ��� � �� � �� � �� � ��

�� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �� �� �� �� �� �� ��

�� �� �� �� �� �� � �� �� �� �� ��

�� �� �� ��

� � � İ � � � � � �

Dünkü bulmacalarn çözümleri

Dünkü bulmacalarn çözümleri

lerin toparlak ucu.– 5Eklem bacakllarn 1 2 3 4 6 karşk tapnma, ayin.– Bir sanata, ve kabuklularn örteneğini oluşturan, 6 7 8 9 10 11 12 bir bilime, bir düşünce ve davranş baz mantar ve likenlerde de rastlanan, sistemine temel olan, yön veren ilke, dayankl ve esnek organik madde. 5) SOLDAN SAĞA 1) Nafaka ile fakirleri taalluk. 4) Büyük, ulu.– Hallacn pamuk nizam.– Bilinmeyen eski bir tarihi Sonradan taklan veya yakştrlan ad.– geçindirme, nafakalandrma.– Birinin veya yünü atmak için tokmak yardRefik Aydýn r.aydin@zaman.com.tr anlatan söz. 4) Yetersiz.– BallbabagilBir türkullandğ cetvel. 6)araç. Şeref,5)haysiyet.– Ksa geçindirmekle yükümlü bulunduğu myla Saç dökülmüş lerden, çiçekleri mavi veya menekşe işaretleri. değnek parças. Saylarn kimselere, mahkeme kararyla olan (kimse).– Dişi7)cin. 6) (Argoda) renginde başakçklar durumunda olan 8) Davete gitme, uyma. 9) ABD’de bir bağlanan aylk. 2) 1)Ayn düzeyde Sevgili. 7) Yüz4)örtüsü, Bir nota. SOLDAN SAĞA Nafaka ile fakirleri taalluk. Büyük,peçe.– ulu.– Hallacn pamuk güzel kokulu bir bitki. 5) Yan, taraf, eyalet. 10) Beddua, ilenme.– Keyi r.ay din@za man.com.tr geçindirme, nafakalandrma.– Birinin veya yünü atmak için tokmak yardRefik Aydýn olan.– Havada beyaz ve haf billurlar 8) En ksa zaman parças.– Allah (cc)i, cihet.– Lülenin dibinde kalan tütün.3) neşeli, sevinçli. 11) Doku Bir geçindirmekle yükümlü myla kullandğ araç.teli.– 5) Saç dökülmüş 6 7 8 9 10 11 12 biçiminde donarak yağan su bulunduğu buhar. tarafndan mükâfatlandrlacak iyiilimiz. kimselere, mahkeme kararyla olan maddelerden, (kimse).– Dişi cin. 6) (Argoda) 6) Kiraya verilen mülkün getirdiği 12) Yağl sabunlaştrma Nazi bağlanan polis örgütü.– bir sure.– ve hayrl il.7)9)Yüz Kur’an’da sure.Bir nota. aylk.Kur’an’da 2) Ayn Sevgili. örtüsü,bir peçe.– gelir.– Boğa güreşçisi. 7) Birdüzeyde kimseye, yoluyla çkarlan, renksiz, tatl şurup Yelkenleri için verilen komut. daha çok sesin bir arada olan.–açtrmak Havada beyaz ve ha f billurlar 10) Üç8)veya En ksa zaman parças.– Allah (cc) bir hareketin veya söylediği kvamndaki sv. 5 6 7 8 9 10 11 12 4)yaptğ biçiminde donarak yağan su buhar. 3) tnlamas.– tarafndan mükâfatlandrlacak Durma, dinlenme, konaklama.– Bir bilim alannn içinde iyi sözün alnganlk, krgnlkbir sure.– yer alan Naziüzüntü, polis örgütü.– Kur’an’da ve hayrl il. 9) Kur’an’da bir sure. Hristiyanlar, Nasraniler. 5) Msr’da 1 ana 2 3 bilim 4 5 dalnda 6 7 8 alt9 alan. 10 11 11) 12 Yelkenleri açtrmak için öfkelenverilen komut. 10) Üç veya daha çok sesin bir arada vb. duygular uyandrdğn bir nehir.– Sv içecekleri bardak veya Namlusu 1 İ Ngenellikle F A K yivli, N ksa A F veA ha K fA 4) Durma, dinlenme, konaklama.– tnlamas.– Bir bilim alannn içinde meden belirtme.– Afrika’da bir ülke. şişeden kolayca içmek için kullaayran bir 2tüfek. H alan E 12)M İki Z şeyi Ebilim Mbirbirinden İdalnda N Kalt Aalan. R Hristiyanlar, Nasraniler. 5) Msr’da yer ana 11) şey, 8) Güvenilen birine braklan 3 Namlusu S açklk, S A aralk, L A boşluk, K yivli,F ksa O RveAhaf nlan ince, plastik Olumsuzluk mesafe.– bir nehir.– Svboru.– içecekleri bardak veya uzaklk, genellikle inam, vedia.– biçiminde, 4 bir A tüfek. R snanmadan A M12) İkiNşeyi A benimsenen, S A R A ayran şişeden kolayca içmek için kullabirbirinden manas veren birDikdörtgen ön ek. 6) İyilik, Doğruluğu 5 uzaklk, nlan ince, plastik boru.– Olumsuzluk açklk, aralk, boşluk, bir köşesi kesik, yass bir sandk N İ L P İ P E T temeli B mesafe.– İ kayra, atfet, ihsan, lütuf.– Osmanl bir öğretinin veya ideolojinin manas veren tellerden bir ön ek.oluşan, 6) İyilik, 6 Doğruluğu İ N A Y snanmadan E T V İbenimsenen, D İ N üzerine gerilmiş İmparatorluğu’nun, günümüzde yaplan sav, nas, dogma. atfet, ihsan, lütuf.– Osmanl 7 bir Y öğretinin K A Rveya A Lideolojinin A H A Ntemeli A incekayra, saz çalgs. YUKARIDAN AŞAĞIYA Bulgaristan’da kalan bir eyaleti. 7) 1) İmparatorluğu’nun, günümüzde yaplan sav, nas, dogma. 8 1 E 2N 3 A 4Y 5 İ 6 7A 8P 9A 10L 11A 12 K Deri, muşamba vb.nden bavul, çanta Özellikle Karadenizli halkmzn çok Bulgaristan’da kalan bir eyaleti. 7) 1 O S 1 C 2 A 3 R 4 5 S 6 A 7M 8 İ 9M 10İ 11 12 Özellikle Karadenizli halkmzn sevdiği bir sebze türü. 8) Aptal, bön, çok 2 S 1 A O L S L C A A P RA T S İ A MU İN M İ sevdiği bir sebze türü. 8) Aptal, 2 avanak.– Tombul, gürbüz, iri (bebek bön, 3 M A S A E L S L İ AR P A Z TA İ R A U N avanak.– Tombul, gürbüz, iri (bebek 3 M A E S İ R Z A R A veyaveya küçükküçük çocuk). YUKARIDAN AŞAĞIYA çocuk). YUKARIDAN AŞAĞIYA 4 A 4D A A DM A MY A Y T AA TL AA LK A K 1) Afyonkarahisar’n bir ilçesi. 2) ‘Yaban 1) Afyonkarahisar’n bir ilçesi. 2) ‘Yaban 5 N 5E N F E F D A DY AA YN AA NK A K manasna bir bayan gülü’gülü’ manasna gelengelen bir bayan ismi.ismi. 3) 3) 6 E 6T E İ T K İ E K T E T K A KÇ AA ÇK A K 7 L 7 L L A L V AA VB AO B OA B AA B A Fermiyumun sembolü.– İki şey arasnda Fermiyumun sembolü.– İki şey arasnda bulunan herhangi bir bağllk, ilişki, ilgi, 8 İ 8T İ İ T L İ A L AA Z AA ZM AE MT E T bulunan herhangi bir bağllk, ilişki, ilgi,

Þ ÝF RE K E LÝ ME:görmemiş, okumamş. 3) Büyüyle

Dünkü bulmacalarn çözümleri

Bulmaca 3 4 5

Bulmaca

1

Pelte

3 1

2

1

Ü Üİ Y YR U UO P PR A AT B G L ÝL İ M C ÝC L KL G OG Ý AÝ I PI G YG B İ

A TÝ YJ ÜC UG E Y U T F Ý S Z L D B A Ý Þ D L E P Ç A Ý J C G Y T Ý Z D A Þ L P

L

O E Ş Ö L S Ý MC R C T O Ü I Ý F Ü I Z G T E I A U A Ş

Ç

K A F T U M U A E Ý Ü T Ç RR Ü M HV E Z D Y O O U Ğ Ý Ğ N A E N V T H H R A T Ü A

R TA M RK K RR A NG F EÝ T K N U ZA M SC U O F A ÜR E M Ð Ý GR Ü UG T AD

T T R OR A N J E N N N A N C Ü F A R T Ð O R E G B D E K Ö E L Ý Ü Y E R U T A L Ü

R

K Ü Ö ME N L E Ý A Ü Ö Y A E N R Ý U K T S A M L Þ Ü V

R R G Ý VKV I EK G L N Þ Z EA İ AV M İ AI E T O H Ç Ýİ T M L A ZE

T

Sağ resimdeki scaklk ölçer 7

37 BULMACA EKONOMÝ 29 NİSAN6–12 - 5 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN


SPOR 38 EKONOMÝ

29 NİSAN6–12 - 5 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

PSG'nin tribün terörüyle imtihanı

Løgin lideri olarak yoluna devam eden Paris Saint Germain’in (PSG) yeni sahipleri Katarlı Al-Thani ailesinin asıl mücadele ettiği alan tribün terörü. HASAN CÜCÜK

1Paris Saint Germain (PSG), uzun yıllar Fransa ligini son yıllarda domine eden

ligin zirvesinden uzaktaydı. PSG'nin kaderi 2011 yılında kulübün Qatar Sports Investment (QSI) tarafından satın alınmasıyla değişti. Cebinin dibi olmayan yeni sahipleri parayı su gibi harcarken PSG, 2013 ve 14 yıllarını şampiyon olarak tamamladı. Bu yılda ligde lider olan PSG, Zlatan İbrahimoviç, Thiago Silva, David Luiz, Edinson Cavani, Thiago Motta, Javier Pastor ve Marco Verratti gibi yıldızlarıyla mutlu sona en yakın takım olarak gözüküyor. Ancak PSG'nin yeni sahiplerinin asıl mücadele ettiği alan tribün törürü. Kulübün Katarlı sahipleri, şiddet ve ırkçılığın hakim olduğu tribün terörünü ortadan kaldırmayı 'şeref meselesi' olarak görüyor. Çocukların ve

kadınların stada gelmesinin önünü açarken, bilet fiyatlarını yükselterek 'holigan ve ırkçı' grupların stada girmesine engel olmaya çalıştı. Güvenlik kameralarına ilave olarak PSG'nin maçlarında 50 gönüllü ellerinde kameralarla tribünlerde olan hareketlenmeleri ve ırkçı sloganları kayıt altına almaya başladı. PSG'nin tribünlerini esir alan şiddet, 1970'li yılların sonunda başladı. Liverpool'un kale arkası tribünü 'Kop'tan ilham alınarak, Boulogne tribününü oluşturuldu. Ucuz biletli bu kale arkası tribün, şiddet yanlısı gençlerin buluşma noktası oldu. 1980'li yılların ortalarında Boulogne tribününde hakimiyeti ırkçılar ve aşırı sağcılar ele geçirdi. 1990'lı yılların başlangıcında PSG yönetimi diğer kale arkası tribünü de 'ucuz bilete' açt. 'Auteuil tribünü' adı verilen bölümde hakimiyeti göçmenler ve militan sol gruplar ele geçirdi. Yönetim yanlış yaptığını kısa sürede anlasa

da iş işten geçmişti. Eskiden rakip taraftarla kavga eden PSG'nin şiddet yanlısı taraftarı, bu kez renkdaşlarıyla kavgaya tutuştu. 2006'da PSG holiganlarıyla misafir takım Hapoel Tel-Aviv taraftarı arasında kavga çıktığında 'sivil polis' biber gazıyla kavgayı ayırmak isteyince holiganların önde gelen ismi Julien Quemener hayatını kaybetti. Fransız futbol tarihinde ikinci kez bir taraftar çıkan olaylarda hayatını kaybetmişti. Ülkede oluşan infial nedeniyle aynı yıl Auteuil tribününün taraftar grubu Tigris Mystic ve birkaç yıl sonra Boulogne tribününün grubu Boulogne Boys, kendilerini lağvetti. Durumu fırsat bilen yönetim bu gruplara üye olanların stada girmesine yasak getirdi. PSG tribünlerindeki ırkçı söylem ve şiddet yüzde 85 oranında azaldı. 2010 yılına gelindiğinde bazı 'küçük grupların' stada girmesine izin çıkması yeniden eski gün-

lere mi dönülecek endişesini beraberinde getirdi. QSI, bu endişeyi boşa çıkarmak için bilet fiyatlarını artırıp, sıkı kontrol uyguladı. QSI, PSG'nin tıpkı Chelsea gibi olmasını istiyordu. Batı Londra'nın 'yerel kulübü' imajını Roman Abramovich'in kulübü satın almasıyla değiştiren Chelsea gibi PSG de tribünlerinde ailelerin, VIP kişilerin ve orta sınıfın hakim olduğu bir tribün hayal ediyordu. Bu arzusuna ulaşırken geçtiğimiz haftalarda Milan–PSG arasında oynanan U-10 yaş grubunun maçında tribünde oturan 'asilzade ve zengin' PSG taraftarının Milan'lı siyahi oyunculara top geldiğinde yaptıkları ırkçı tezahüratlar kulübün imajına darbe vurdu. Bu olay sonrasında kulübün sahipleri Al-Thani ailesi PSG tribünlerinden ırkçı söylemi atmak için harakete geçerken, bu konuda daha alacakları çok yol olduğunu farketti.


SPOR 39 EKONOMÝ

29 NİSAN6–12 - 5 MAYIS 2015 ZAMAN EKİM 2010 ZA­MAN

Sezonun hikâyesini derbide yazacağız MEHMET TUFAN İSTANBUL

1Köybaşı, taraftarın yüreğine su serpti. Beşiktaş’ın yetenekli futbolcusu İsmail

Şu ana kadarki 5 derbiyi de kazanamadıklarını hatırlatan başarılı sol bek, 33’üncü haftadaki Galatasaray karşılaşmasını işaret etti. Çek stoper Tomas Sivok gibi formasını yeniden almak isteyen 25 yaşındaki tecrübeli sol bek, birçok konudaki sorumuza içten cevaplar verdi. Beşiktaş’ın başarılı futbolcusu İsmail Köybaşı, yapılanların özel bir değer kazanması için içerisinde güzel öyküleri barındırması gerektiğini söyledi. Bu sezon hiç derbi kazanamadıklarını, bunun da ayrı hikâye olduğunu belirten tecrübeli isim, “Anlamlı olması, Galatasaray maçını galip tamamlamamız ve şampiyonluğa bağlı.” dedi. 2009-10’da kamuoyunun fazla şans tanımadığı Bursaspor’un zirveye çıktığını

hatırlatan Köybaşı, “Geriden gelip ipi göğüslediler. Biz de başarabiliriz.” ifadelerini kullandı. Alman teknik adam Bernd Schuster döneminde, 2010-11’e 17’de 17 parolasıyla girdiklerini bildiren 1989 doğumlu kabiliyet, “Zor kazanıyorduk. Çünkü herkes bize karşı farklılardı. Berabere kaldığımız takımlar sonraki karşılaşmasında 4-5 yiyordu. Yani futbolda psikoloji ehemmiyetli.” şeklinde konuştu.

GOL ATARSAM İBRAHİM ÜZÜLMEZ HEDİYE ALACAK Yenilgiyi antrenmanlarda dahi hazmedemediklerine dikkati çeken İsmail Köybaşı şunları kaydetti: “Hiçbir rakibi küçümsemiyoruz ama bazen konsantrasyon eksikliği olabiliyor. Bunu minimum düzeyde tutmalıyız. Hata lüksümüz yok. Avrupa’ya gelince; apayrı bir platformdu. Tribünler doluyordu. Bence her mücadelede aynısı olmalı.” Yaşadığı birçok sakatlıktan ötürü sıkıntılı günler

geçiren Köybaşı şöyle devam etti: “Kolay değildi. Kaderim öyleymiş. Benimle benzer sağlık derdinden muzdarip olanların çoğu geri bile dönemedi. Sağ olsun, yöneticilerimizden her daim destek gördüm. Çalıştım ve bu seneye güzel başladım. Mevkim dışında ter dökmeme rağmen başarılıydım. Israr edilseydi şu an daha değişik olabilirdi. Halihazırda gayet iyiyim. Millî takıma yeniden seçildim. Kazakistan müsabakasında da Fatih (Terim) hocam tarafından Ay-Yıldızlı ekibe çağrılmayı bekliyorum. İnanıyorum ki parlak günler yakın.” 25 yaşına girmesine rağmen donanımlı olduğunu düşünmeyen kabiliyetli oyuncu, “Başımdan geçenler bana katkı sağladı. Büyüdüm ve olgunlaştım. Ben Allah’a hep tedavisi olan şeyler vermesi için dua ettim. 2013-14’te 8 mücadelede ter döktüm, şimdi 25. 2011-12’de formdaydım. Sürekli kadrodaydım. Sürekliliği yakalayamazsanız sıkıntı oluşuyor. Ramon Motta istikrarlı; ama aynı Tomas Sivok gibi formamı

alacağım.” Siyah-Beyazlıların efsane sol beki İbrahim Üzülmez ile iddiaya girdiklerini aktaran İsmail Köybaşı, fileleri havalandırması halinde Üzülmez’in kendisini ödüllendireceğini dile getirdi. Methettiği Gökhan Töre’nin meziyetlerini geliştirdiğini anlatan Köybaşı, arkadaşlarından Senegalli forvet Demba Ba’ya ayrı paragraf açtı: “Birlikte oynadığım golcülerin en verimlisi o. Golü kokluyor. Ceza sahasında büyük efor sarf ediyor.” İspanyol Real Madrid’in Galli yıldızı Gareth Bale ile Brezilyalısı Marcelo Vieira’yı beğenen Köybaşı, Federasyon’un yeni yabancı uygulamasına da değindi: “Kanımca 14 yabancı transferini sadece 1-2 kulüp gerçekleştirebilir.” Beden eğitimi ve spor yüksekokulu öğrencisi olan Köybaşı sözlerini şöyle tamamladı: “Antrenörlük okuyorum. Böylece diğer meslekleri tanıyorum. İngilizcem akıcı. İspanyolca derslerini aksattım.”



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.