ZAMAN DK 199

Page 1

10

İsvEç TİCArET BAkANı EwA BjörLıNg:

Göçmen iş gücüne ihtiyacımız var

38

Avrupa’nın unutulan kulüpleri Bir zamanlar Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olan Ajax, PSV Eindhoven, Rosenborg, Göteborg, Deportivo ve Monaco, epeydir Avrupa’nın en büyük ligine ya katılamıyor ya da birinci turdan ileriye gidemiyor.

İsveç Ticaret Bakanı Ewa Björling, İsveç’in büyüyen işgücü talebini karşılamak için göçmen işgücüne ihtiyacının olduğunu söyledi.

www.zamaniskandinavya.dk

23 - 29 OCAk 2013• YıL : 5 • sAYı : 199 • DANMArk 25 Dkk • svErıgE 30 sEk • NOrgE 35 Nkr • FıNLAND 3,5 EUrO

Haftalık A4 dergisi Danimarka’daki bin 682 özel ve devlet okullarını mercek altına alarak, velilerin gelir ve eğitim durumunu inceledi. Araştırmada ilk dikkat çeken sonuç, özel okullara çocuklarını gönderen velilerin gelir durumunun daha yüksek olması oldu.

MEZARA KADAR GAZETECİ 28 Şubat’ta andıçlanan, yazılarına ve 32. Gün programına son verilen Mehmet Ali Birand, hiçbir zaman gazetecilik aşkından vazgeçmedi. Vefat ettiği ameliyattan hemen önce Posta’ya yazısını gönderen duayen gazeteci, Paris’te öldürülen PKK’lı kadınların cenazetörenini izlemek için Diyarbakır’a bilet bile almıştı. 1 HABERİ 16. SAYFADA

Din adamlarının evlendirme yetkisi sınırlandırılıyor Norveç İnanç-Etik

Cemiyeti’nin

hazırladığı yeni yasa teklifine, ülke genelinden tepki yağdı. Bazı medya mensupları ve siyasiler, kilisedeki evliliği Norveç kültürünün değişmez bir parçası olarak tanımladı. 1 12.

Okullar zengin – fakir ayrımına göre sınıflanıyor Danimarka’da benzer ekonomik durumları olan ve ebeveynlerinin eğitim durumu birbirine benzeyen öğrenciler aynı sınıfları paylaşmaya başladı. Bu durumun okullarda bir gelir uçurumuna neden olmasının yanı sıra sınıflarda öğrencilerin örnek alabileceği pozitif bir modelin olmamasına da neden olmasından korkuluyor. 1 HABERİ 5. SAYFADA

Yazar Lars Olsen:

Danimarka’da sınıf farkının olduğunu belgelemeye çalıştık Danimarkalılar yıllık ortalama 281 bin kron gelire sahipken göçmenler yıllık ortalama 189 bin kronluk gelire sahip. Göçmenlerin sadece yüzde 10,4’ü kendi işyerine sahip. 1 HABERİ 8’DE

ZAMAN ’ DA BU H A F TA Amerika’da ZAMAN

1 KAMİL SUBAŞI • 4

Nefis muhasabesi için yol haritası

1 32’DE

Büyüyor, akıllanıyor, pahalanıyorlar

Peygamberimiz den gerilimi düşürme örneği!

1 31’DE

1 33’DE


2 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Başbakan Helle Thorning-Schmidt:

Alkol reklamlarını yasaklayalım

Başbakan Helle Thorning-Schmidt haftalık basın toplantısında, alkol ve uyuşturucuya alternatifler geliştirmek ve alkolle ilgili sağlık sorunlarında gençleri desteklemek için, alkol reklamlarına sınırlamalar getirmek için çalışma başlattıklarını belirtti. ERDAL ÇOLAK KOPENHAG Geçen hafta yaptığı haftalık basın top-

1lantısında alkol reklamlarına değinen

Başbakan Helle Thorning-Schmidt, “Çocuklarımızın genç yaşta alkole bağımlı olmalarını istemiyorsak bu konuda çalışma yapmamız gerekiyor” dedi. Yeni bir yapılanmaya gittiklerini dile getiren Schmidt şunları söyledi: “Bu yapılanma içinde kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri yer alacak. Avrupa Alkol Politikaları Birliği ile ortak çalışmalar yapılacak. Ancak bu şekilde uluslararası bir sözleşmeyi dayanak göstererek alkol reklamlarının sınırlanmasına ilişkin düzenleme yapılabilir.” “Hükümet bu çalışmanın başarıya ulaşabilmasi için, alkol promosyonları, reklam, sponsorluk gibi faaliyetler aracılığıyla, gençlerin üzerindeki alkol kullanma baskılarını minimize etmelidir-” diyen Başbakan Helle Thorning-Schmidt, “Hiç şüphesiz sosyal sorumluluk temelinde halk sağlığına verilmesi gereken önem ve hassasiyet başta gelmektedir. Alkollü içki tüketiminin gençlerin sağlığının zararına olduğu kesindir. Gençlerin eğitim ve öğretim imkanlarını artırmak ve alkol ve uyuşturucuya alternatifler geliştirmek, özellikle alkolle ilgili sağlık sorunlarında gençleri desteklemek için, alkol reklamlarına sınırlamalar getirme çalışmalarını başlatmış bulunmaktayız.” dedi. Blå Kors Başkanı Danmark Christian Bjerre ise konuyla ilgili, “Hükümeti övmek istiyorum. Bu doğru yönde atılmış bir adımdır; ama çok küçük bir adım. Alkol bağımlılığının yol açtığı

zararlar sağlık problemleri ile sınırlı kalmayıp, sosyal hayatın çeşitli alanlarına da yayılarak; gerek ulusal gerekse global refahı, her nevi sağlık sorunu, suç işleme ve intihar oranları gibi nedenlerle olumsuz şekilde etkilemektedir.” dedi. Bjerre, “18 yaşın altındaki gençlere alkol reklam yasağı ile çok büyük bir etki ya-

pamazsınız. Danimarka televiyonları ve radyo istasyonları alkol reklamlarını bol bol verecekler. Alkol reklamları bizim futbol stadyumlarında gösterilmeye devam edecek. Gençler bu reklamları izlerken hükümet onları alkolden nasıl uzak tutacak merak ediyorum” diyor. Kamu sağlığı yararına, Dani-

marka medyasında alkol reklamlarına bir yasak konulmasını öneren Bjerre, bu yasak için çalışacağını vaat edenlerin sadace Sosyal Demokratlar (A) ve Sosyalist Halk Partisi (SF) olduğunu belirtti. Mevcut kanunlar çerçevesinde alkollü içkilerin reklam ve satış geliştirme uygulamalarına yönelik bir çalışma yapılmalıdır.

Mevlid Kandili ve Rahmet Peygamberi CUMA ALİ KARAMAN Çarşambayı perşebeye bağlayan gece

1mevlid kandili olarak Kainatın Efendisi

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) mübarek doğum günüdür. Allah (c.c) Peygamberimiz’in (s.a.v) gönderiliş gayesi olarak, ‘Ve Biz Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik’ (Enbiya, 107) buyurmaktadır. ‘O size karşı çok merhametli ve çok şefkatlidir.’ (Tevbe, 128), ‘Yemin olsun, Allah Resulü’nde sizin için, Allah ve ahiret gününü arzu edenlerle Allah’ı çok ananlara güzel bir örnek vardır.’ (Ahzab, 21), ‘Ve gerçekten Sen, en büyük ve yüce bir ahlak üzerindesin.’ (68/4), ‘Senin için kesintisiz bir ecir (mükafat) vardır.’ (68/3) gibi ayetlerde Peygamberimiz (s.a.v) yüce şahsiyeti en mükemmel şekilde ifade buyrulmuştur. Kur’an-ı Kerim Peygamberimizi malı, mülkü, gücü, kuvveti ile değil ahlaki üstünlüğü ile övmektedir. Yine Kuran, Peygamberimiz’in (s.a.v) sıdkından, fetanetinden, tebliğdeki sebatından, emin, ısmet sahibi, yumşak huylu, halim, selim, şefkat ve merhametli oluşundan bahseder. Kısaca O’nun hayatının her bir safhası yönü uzun araştırmalar konusu ve üzerinde düşünülmesi gereken çok yönlü örnek bir şahsiyettir. Efendimiz (s.a.v) bir esnasf ve tüccar, öğretmen ve öğrenci, hatib ve cemaat, kumandan ve asker olarak, çocuklar

ve gençler, olgun ve yaşlılar, zengin ve fakirler, sıhhatl-ı ve hastalar, aile ve toplum darda ve genişlikte herkes için en güzel bir örnektir. O, hayatın her safhasında herkes için en güzel örnektir. Başkaları O’na benzedikleri ve O’nu örnek aldıkları takdirde örnek olabilir ve alınabilirler. Birçok isim, sıfat ve lakab o zatın temsil ettiği mualla şahsiyetini ve bıraktığı yüce eserleri ifade etmeye kafi gelmediklerini az insafla mübarek hayatlarına bakanlar görebilirler. Çünkü Peygamberimiz’in (s.a.v) risaleti mekanlar ve zamanlarla asla sınırlı değildir. Buna en güzel delil ve örnek onun sunduğu ilahi mesajın cihanşümül (evrensel) olup yaşadığı hayatın herkese örnek ve kuşatıcı olmasındadır. Zaten O’nun sevgisi sadece bir bölgeyi bir ülkeyi değil bütün cihanı kapsamaktadır. Yine O’nun merhameti sadece canlılara değil aynı zamanda bütün cansız varlıklaradır. O, bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiş rahmet peygamberidir. Bazı ünvanlar sınırlı beli zaman mekan millet ve şahısları tarif edebilir. Fakat bu yüce Zatın icratlarını ifade etmeleri mümkün değildir. Bir millet için kahraman ve lider olan bir zat, başka bir millet ve ulus için olmayabilir. Fakat Hz. Muhammed (s.a.v) bütün kainata rahmet peygamberi olarak gönderilmiştir. Çünkü O, sadece bir milleti bir ulusu yüceltmek için değil bütün insanlığı yüceltmek için gönderilmiştir. Hedefi bütün insanlık

olan yeryüzünde başka bir şahsiyeti tarih göstermedi ve gösteremez de. O, tarihin oluşturduğu şahsiyet değil, bizzatihi tarih oluşturmuş tek şahsiyettir. ‘Gözler asla sen den daha güzel bir kimseyi görmedi Hiç bir kadın da sen den daha güzelini doğurmadı Her türlü ayıptan müberra ve uzak olarak yaratıldın Sanki sen nasıl istiyorsan öyle yaratıldın’ (Sonsuz Nur, Hasan b.Sabit) Mevlid Kandili kutlamaları asırlar boyu yapıla gelmiş, inşallah bundan sonra da kıyamete kadar devam eder. Önemli olan mevlid kandillerinde Efendimiz’in mübarek ruhaniyetinin öne çıkmasıdır. Malesef diyorum çünkü bazı kutlamalarda O, yüce Ruhun fert ve toplum hayatında makes bulmasından ziyade o işi icra edenlerin eda ve sedalarından ibaret kalmakta sadece bu insanlar öne çıkmaktadır. Peygamberimiz’in (s.a.v) gönderiliş gayesi üzerinde fazla durulmamakta. Veya mevlid kutlamaları müminlerin Efendimiz’e olan sevgilerinin çok gerisinde kalmaktadır. Peygamberimiz’in (s.a.v) şefkat ve merhameti öyle engin ve derindir ki canlı ve cansız bütün varlıkları kuşatmıştır. Bütün varlıklar bu engin ve derin şefkat ve merhametinden istifade etmişlerdir. Zaten gönderiliş gayesi O’nun bütün alemlere rahmeti... Peygamberimiz (s.a.v) bitkilere, ağaçlara, hayvanlara ve insanlara olan o derin sevgi, şefkat ve merhametini her zaman ve özelde ise mevlid kandillerinde idrak etmek bizim idealimiz olmalı. Gönüllerimizde O’na olan

sevgimizi tazeleme adına kandiller önemli zaman dilimleridir. Bunun için fert, aile ve toplum olarak kutlamaları tertip edebiliriz. O’nun sevgisinin nesillerimizin kalbinde yer etmesi adına farklı yol ve yöntemlerle programlar tertib etmeliyiz. İşe önce kendimizden başlayarak sevginin çoğalması adına başta çokça salvat-ı şerifeler getirmeliyiz. Mübarek siyer-i (hayatlarını) okumak ve en önemlisi de sünneti senniyyeye tabi olmak, yani söz ve davranışlarımızla O’nu temsil etmektir. Efendimiz’i (s.a.v) tanımamız ve tanıtmamız için önce hayatını bilmemiz gerekir. Tanıtma ve sevdirme adına ailemize çocuklarımıza kısaca çevremize hediyeler takdim edebileceğimiz gibi, ikram ve ihsanda da bulunabiliriz. Kandilleri gönüllere girmek için önemli fırsat günleri olarak bilelim. Bu kandilde Peygamberimiz’in (s.a.v) sevmediği en az bir fiili terk etmek ve sevdiği bir fiili de kendimizde hayata geçirmek, O’nu yaşama ve yaşatma adına çok önemli olsa gerek. Yine tanıma ve tanıtma adına Efendimiz (s.a.v) hakkında yazılmış meşhur şiir, naat, kaside ve ilahileri okumak dinlemek, O’nu anlatan ayetlerden bazılarını ezberlemeye çalışmak, alimlerin, aşıkların ve bilginlerin Efendimiz hakkındaki senakar ve takdirkar sözlerini okumamız gerek. Bu vesileyle 23 Ocak Çarşamba günü Foreningen Duen’in organize ettiği ‘Naat Gecesi’ programında buluşmak dileğiyle, Cenab-ı Allah’tan Mevlid Kandili’nin hakımızda bais-i rahmet ve sebeb-i mağfiret olmasını niyaz eder, daha nice hayırlı kandiller dilerim...


3 İSKANDİNAVYA İsveçliler en çok neden korkuyor? EMRE OĞUZ İleri demokrasi, sosyal adalet anlayışı ve refah devleti denildiğinde akla gelen ilk örneklerden biri olan İsveç’te; son dönemde yükselişe geçen aşırı sağ örgütler, ülke güvenliğini tehdit ediyor.

İleri demokrasi, sosyal adalet anlayışı ve refah devleti denildiğinde akla gelen ilk örneklerden biri olan İsveç’te; son dönemde yükselişe geçen aşırı sağ örgütler, ülke güvenliğini tehdit ediyor. Buldukları her fırsatta göçmenlere ve Müslümanlara saldıran aşırı sağcılar; İsveç’in uluslararası arenadaki saygın imajına da gölge düşürüyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde ülkenin kuzeyindeki Sälen şehrinde gerçekleştirilen ‘‘Toplum ve Savunma’’ konferansında bu konu masaya yatırıldı. İsveç siyasetinin önde gelen birçok isminin yanı sıra savunma sanayinin temsilcilerinin de katıldığı konferansta daha güvenli bir toplum için yapılması gerekenler tartışıldı. Üç gün süren konferansın ilk gününde bir konuşma yapan Avrupa Birliği İçişleri Komiseri Cecila Malmström, önemli açıklamalarda bulundu. Yabancı karşıtı aşırı sağ partilerin ikinci dünya savaşından bu yana hiç bir zaman şimdiki kadar güçlü olmadığını vurgulayan Malmström, ‘‘Avrupa’nın liderleri yabancı karşıtlığı ve hoşgörüsüzlüğe karşı biran evvel ayağa kalkmalı.’’ dedi. Konferansta konuşan İsveç Parlamentosu Savunma Komisyonu Başkanı Peter Hultqvist ise; toplum güvenliği açısından risk teşkil eden grupların başında aşırı sağcıların geldiğini ifade etti. Hultqvist, ‘‘Son yıllarda toplum güvenliği açısından riskli gördüğümüz grupların sayısı artıyor. Bunların büyük bir bölümü aşırı sağ kökenli. Bence bu konuda yapabileceğimiz en önemli şey işsizliği azaltmak. Çünkü yapılan araştırmalar, radikalizmin düzenli bir işi ve geliri olan insanlar arasında giderek azaldığını gösteriyor.’’ dedi.

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

İsveç Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan bir anket İsveçlilerin en büyük korkularını gözler önüne serdi. Sälen şehrinde gerçekleştirilen ‘‘Toplum ve Savunma’’ konferansında bu konu masaya yatırıldı.

HABER YORUM

Aşırı sağcılar geçmişe göre daha organize Bu arada yapılan araştırmalar aşırı

Not

Defteri :BG: DýJO

sağ kökenli örgütlerin son yıllarda daha organize bir şekilde çalıştıklarını gösteriyor. Geçmişte aralarındaki fikir ayrılıkları yüzünden değişik fraksiyonlara ayrılan aşırı sağcılar şimdilerde birlikte hareket ediyor. Bunun ilk örneği geçtiğimiz Nisan ayında yaşandı. Dünyanın farklı ülkelerinde bulunan aşırı sağcılar; İsveç’te faaliyet gösteren aşırı sağcıların ev sahipliğinde Stockholm’de bir araya geldi. Öte yandan aşırı sağcı İsveç Demokratları Partisi’nin (Sverigedemokraterna)

ülkenin en büyük 3. partisi konumuna gelmesi aşırı sağcıların sadece sosyal hayatta değil siyasi hayatta da ne kadar organize hareket ettiğini gösteriyor.

İsveçliler uluslararası terör örgütlerinden endişe ediyor Dünyanın en güvenli ülkelerinden biri olan İsveç’te; halkın büyük bir bölümü uluslararası terör örgütlerinden endişe ediyor. İsveç Sivil Araştırmalar Ajansı tarafından hazırlanan ankete göre;

her 4 İsveçliden 3’ü uluslararası terör örgütlerinin ülkelerine saldırmasından endişe ediyor. İsveçlileri en çok korkutan ikinci şey ise; Orta Doğu’daki gelişmeler. Anket sonuçları her 100 İsveçliden 65’inin Orta Doğu’da yaşanan olaylardan korktuğunu ifade ediyor. Göçmenler de İsveçlileri en çok korkutan nedenler arasında. Anket sonuçları her 100 İsveçliden 56’sının göçmenlerden korktuğunu gösteriyor.

Sakal-ı Şerif ziyaretçi akınına uğradı SALİH SEVGİCAN HELSİNKİ

Finlandiya’ya getirilen Peygamberimiz’in Sakal-ı Şerifi zi-

1yaretçi akınına uğradı. Helsinki, Lahti ve Tampere şehirle-

rinde yoğun izdihamın yaşandığı programlarda, oldukça duygusal anlar yaşandı. İstanbul Beyazıd Camii İmam Hatibi Suat Gözütok Hocaefendi’nin deruni sesiyle seslendirdiği Kur’an dinletisi katılımcıları oldukça duygulandırdı. Programda Finlandiya, Rusya, Özbekistan, Arnavutluk, Kosova, Doğu Türkistan, Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Arabistan ve Somalili Müslümanlar, ortak değer Peygamberimiz aleyhisselamın Sakal-ı Şerifi görmek için biraraya geldi. Uudenmaan İslam ve Kültür Derneği öğrencilerinden oluşan minikler grubu henüz okuma yazma bilmedikleri halde Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrenerek programda takdim edildi. Taç giyme töreniyle miniklere hediyelerini Finlandiya Diyanet Derneği İmam Hatibi Adem Ünsal verdi. Katılımcılar, salavatlar eşliğinde ve gözyaşları içerisinde Sakal-ı Şerifi ziyaret ettiler. Ziyaret sırasında bayılanların olduğu görüldü.


4 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Kamil Subaşı

Amerika’da ZAMAN Geçen hafta bir vesile ile 4 günlüğüne yınlarımızı da geliştirmeye çalışıyoruz. Basılı Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunma fır- gazetemizin sebepler çerçevesinde devam satı elde ettim. Malunumunuz onca ekono- edebilmesi için sizlerin de desteğine ihtiyamik ve küresel krize rağmen Amerika bugün cımız var. Sevdiklerinizle, dotlarınızla, akrade hala dünyanın süper gücü konumunda. balarınızla gazetenizi paylaşmanız, bir kişiyi Büyük olma hissi herşeylerine işlemiş. Ölçü daha Zaman Ailesi’ne kazandırmanız bizim birimleri bile tamamen farklı; santigrat yerine sizlerden beklentimiz... Biliyorsunuz dert fahrenhayt, kilometre yerine mil ve litre ye- paylaşıldıkça azalır, gazeteniz Zaman da paylaşıldıkça çoğalır. rine galon kullanılıyor… Herşeyin (arabalar, evler, eşyalar Uganda’da Zaman okuru ve de insanlar) ‘extra large’ olduğu bu ülkede bunu rahatYazımıza Zaman Avlıkla hissedebiliyorsunuz hatta rupa’dan değerli gazeteci Dünyanın 30’dan fazla öyle ki100 kiloluk bir insanın ülkesinde dağıtılan ve 14 Mahmut Çebi’nin bir Zaman kendini ‘zayıf’ hissedebileceği okuru ile alakalı paylaştığı şu farklı dilde basılan bir ülke burası… hikaye ile bitirelim isterseniz: Zaman, Amerika’da da Amerika Birleşik Devletleri okuyucuları ile buluşuyor. “Zaman’da o haberi okuduelli tane eyalet ve bir federal ğumda ‘İşte Zaman’ın misYakın zamana kadar bölgeden oluşan bir ülke. günlük olarak basılan ve yonu bu!’ demiştim içimden. 1492’de Avrupalılar (!) taraabonelerine ulaştırılan İlkokul mezunu bir Karadenizli fından keşfedilmiş Amerika Zaman Amerika, 9 milyon esnaf taa Uganda’ya gitmiş ve Kıtası. 4 Temmuz 1776’da res- kilometrekarelik ülkenin orada bir araba yıkama firması men kurulan Amerika Birleşik coğrafi şartlarından ve kurmuştu. Daha önce hiçbir Devletleri, Alaska ve Hawaii’yi gazetenin okuru olmayan esartan dijital medya de içine alan 9 milyon kilo- trendinden dolayı yeni bir naf abi Zaman gönüllülerinin metrekareden fazla bir yüzölbiraz da zorlamasıyla Zaman yapılanmaya giderek çümüne sahip. Hawaii, Amehaftalık İngilizce olarak ailesine katılır. Abone olarak rika Birleşik Devletleri’nden 3 önce o Zaman’ın elinden tutbasılmaya başlamış. bin 200 kilometre uzaklıkta muş ve Zaman’ı Trabzon’da Büyük Okyanus’ta yer alıyor. sahipsiz bırakmayanlardan biri ABD’nin 50 eyaletinden olmuştur. Esnaf abi zeki biridir biri olan New York yaklaşık 19 ve abone olduğu gazeteyi okumilyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık mayı da ihmal etmez. Okunan Zaman etkimetropolitanları arasında. Bir göçmen kenti sini göstermeye başlar. Esnaf abi bir süre olan New York’ta her üç kişiden biri ABD dı- sonra durumun değiştiğini ve bu kez Zaşında bir ülke doğumlu ve yaklaşık 170 ayrı man’ın adeta onu elinden tuttuğunu ve bir dil konuşulmakta. İngilizce’nin yanı sıra İs- başka dünyalara doğru yelken açtırmaya panyolca da yoğun konuşulmakta. Ayrıca, başladığını farkeder. Zamanla kazandığı Little Italy (Küçük İtalya) semtinde İtal- yeni bilgiler ve gazetenin ufkunu açması sonyanca, China Town’da (Çin mahallesi) Çince rası o daha hızlı bir şekilde Zaman okuru olkonuşuluyormuş. New York’ta yer alan muştur. Sonrasında Zaman’da okuduğu bir Manhattan adası Amerika yerlilerinden 1626 Uganda haberi ve sohbetlerde dinlediği yılında bugünün parasıyla 1000 dolara satın Uganda hikayeleri ile kendi kendini ikna edip alınmış. Amerika her ne kadar süper güç ol- Uganda’ya gitmeye karar verir. O bir işlevi de maya devam etse de trafik sorunu her yerde eğitim olan Zaman gazetesinin, adeta hızaynı. Akşam saatlerinde ziyaret etmeye ça- landırılmış bir eğitimle uluslararası işadamı lıştığımız adaya gidebilmek için geçmemiz haline getirip mezun ettiği okurlarından biri gereken tünele 1 saatte giremedik. Normalde olmuştur. Damarlarındaki asil kanda gezinip 5 dakika sürmesi gereken tüneli 1 saatte ge- duran Laz cesareti onun itici gücü, abiler ise çemedik. Bir kaç saat ziyaret etme fırsatı elde yeni yürüyüşündeki rehberi olacaktır. Buettiğimiz Manhattan adası görkemli yüksek güne kadar kimseyi aldatmayan rehberlerine ve ışıklı binalardan oluştuğu için ilk etapta in- itimadı ve Zaman’a olan güveni ile yola çısana ‘yok artık’ dedirtebiliyor ama binalar kar. Trabzon’dan önce İstanbul’a uçar. Oraarasında, sokakalarda dolaştıkça ilk başta ya- dan Fas’a geçer. Oradan da Uganda’ya yani şanan şoku atlatıp ‘rüyalar ülkesi Amerika bu gönüllü hicret bölgesine ulaşır. Firmasını muymuş’ demekten kendinizi alamıyorsu- kurar, işletmeye başlar. İşleri de niyeti gibi benuz. Bir güzel tarafı sokaklar numaralı olduğu reketli olur. Firması küçük olsa da hikayesi ve için kaybolma ihtimaliniz olmuyor. sergilediği örnek tavır çok çok büyüktür.” Dünyanın 30’dan fazla ülkesinde dağıtıBugün Zaman’ın Türkiye’deki tirajı 1 lan ve 14 farklı dilde basılan Zaman, Ame- milyon 100 bin civarında. Almanya’da ise 30 rika’da da okuyucuları ile buluşuyor. Yakın bin civarında abonesi mevcut. Avrupa gezamana kadar günlük olarak basılan ve abo- nelinde ise 60 binin üzerinde bir okura sahip. nelerine ulaştırılan Zaman Amerika, 9 mil- Bunların çogunluğu Zaman sayesinde gazete yon kilometrekarelik ülkenin coğrafi şartla- dünyasıyla tanışmış kişiler. Zaman Abone rından ve artan dijital medya trendinden do- Kampanyaları olmasa bu kişilerin gazete ile layı yeni bir yapılanmaya giderek haftalık İn- tanışmaları veya bir gazete okuru olmaları gilizce olarak basılmaya başlamış. Günlük imkansız gibidir. Bugün İskandinavya Zaolarak ta internet üzerinden okuyucularına man’ın yaklaşık 5 bin abonesi var. Bunun saulaşıyor. ‘Önceleri 3-4 bin kadar satışmız var- dece yüzde 30’unun iyi bir gazete okuru olken dijital yayına geçince 11-12 bin civarı duğunu düşünsek bile bu bin beş yüz kişi okuyucumuz oldu’ diyor Zaman Ame- eder ki, İskandinavya’daki toplumumuz için rika’dan Sıtkı Bey. Kendilerine başarılarının bu rakam müthiş bir kültürel zenginliktir. artarak devam etme temennisinde bulunu‘Benim Ailem’ abone kampanyamızın yor, yeni bir kampanya içerisinde olduğumuz yepyeni simalarla şenlenmesi ve bir gün İskandinavya’da da gazetemizin trajının ar- ‘okur yazar olmakla övüneceğine inandığızulananın üzerine çıkmasını umuyoruz. Bi- mız toplumumuzun’ gurur duyacağı tirajzim şimdilik basılı gazeteyi durdurma gibi bir larda buluşmak dileğiyle… niyetimiz yok ama bununla birlikte dijital yak.subasi@zamaniskandinavya.dk

Danimarka Savunma Bakanı, Türkiye’nin Suriye’de yaşanan gelişmelerden dolayı kendini savunma hakkı bulunduğunu ve Danimarka’nın NATO üyesi olarak Türkiye’ye destek verdiğini ifade etti.

Türkiye-Suriye sınırını Danimarkalı askerler de koruyacak

NATO tarafından Türkiye’nin Suriye sınırını korumak için bölgeye gönderilecek askerler arasında 10 tane Danimarkalı iletişim uzmanı da yer alacak. EMRE OĞUZ KOPENHAG Danimarka hükümeti Türkiye’nin Su-

1riye sınırında görev yapmak üzere 10

Danimarkalı askerin bölgeye gönderilmesine onay verdi. Söz konusu askerler; NATO tarafından bölgeye yerleştirilecek olan Patriot füzelerinden sorumlu olacak ekipte yer alacak. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Danimarka Savunma Bakanı Nick Hækkerup, Türkiye’nin Suriye’de yaşanan gelişmelerden dolayı kendini savunma hakkı bulunduğunu ve Danimarka’nın NATO üyesi olarak Türkiye’ye destek verdiğini ifade etti. Söz konusu askerlerin iletişim uzmanı olduğunu belirten Bakan Hækkerup, “NATO üyesi olan Türkiye, müttefiklerinden Suriye sınırının korunması konusunda yardım talep etti. Suriye’den Türkiye’ye gelebilecek ve sivil halkı tehdit eden füzeler en büyük endişe. Buna karşılık NATO, bölgeye Patriot füzelerinin yerleştirilmesine karar vermişti. Danimarkalı askerler bu kapsamda görev yapacak.” dedi. Danimarkalı askerlerin söz konusu görev

kapsamında bir süre önce Almanya’ya gittiği ve oradaki ana birlikte eğitim aldığı öğrenildi. Askerler 20 Ocak günü yola çıkacak ve ilk aşamada Nisan ayındaki görev değişimine kadar bölgede görev yapacak. Toplamda 13 bin kişilik bir ordusu bulunan Danimarka, NATO Barış Gücü kapsamında dünyanın farklı ülkelerine asker gönderdi. Halihazırda Afganistan’da 750 kadar Danimarkalı asker görev yapıyor. Suriye’de uzun süreden beri devam eden olaylar bölgede bulunan birçok ülkeyi endişelendiriyor. Uluslararası kamuoyu tarafından yapılan bütün uyarılara rağmen yönetimden ayrılmaya yanaşmayan Beşar Esed’e bağlı güçler ve muhalifler arasındaki savaş zaman zaman komşu ülkelere de sıçrıyor. En son geçtiğimiz Ekim ayında Suriye’den atılan bir bomba Türkiye’ye bağlı Akçakale ilçesine düşmüş ve 5 Türk vatandaşının hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Saldırıya derhal karşılık veren Türkiye daha sonra NATO’ya başvurarak sınıra Patriot füzelerinin yerleştirilmesini talep etmişti.

İsveç’te süper kemik yapıştırıcısı geliştirildi

Ayak veya kol kırığı nedeniyle haftalarca yatakta yatmaya son. ATİLA ALTUNTAŞ STOCKHOLM İsveçli bilim adamları kemik kırıkla-

1rını 2-3 günde kaynaştıracak süper

bir yapıştırıcı geliştirdi. İsveç Kraliyet Teknoloji Enstitüsü’nde geliştirilen yapıştırıcı sayesinde, kırıklar lokal anesteziyle onarılacak ve hasta 2-3 gün içinde normal yaşamına dönebilecek. 14 yıllık bir çalışma-

nın eseri olarak icat edilen süper yapıştırıcı, kemik kaynadıktan sonra eriyerek kendini yok ediyor. Yapıştırıcı sayesinde kemikleri birleştirmek için kullanılan metal plakların da tarihe karışacağını belirten bilim adamları, bulunan yapıştırıcının toksiloji test sonuçlarının olumlu çıkması neticesinde hayvanlar üzerinde denenmeye başlanacağını kaydetti.


5 İSKANDİNAVYA Okullar zengin – fakir ayrımına göre sınıflanıyor

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Danimarka’da benzer ekonomik durumları olan ve ebeveynlerinin eğitim durumu birbirine benzeyen öğrenciler aynı sınıfları paylaşmaya başladı. Bu durumun okullarda bir gelir uçurumuna neden olmasının yanı sıra sınıflarda öğrencilerin örnek alabileceği pozitif bir modelin olmamasına da neden olmasından korkuluyor. HASAN CÜCÜK KOPENHAG Zengin – fakir ayrımın en az ol-

1duğu ülkelerden biri olan Dani-

Haftalık A4 dergisi Danimarka’daki bin 682 özel ve devlet okullarını mercek altına alarak, velilerin gelir ve eğitim durumunu inceledi. Araştırmada ilk dikkat çeken sonuç, özel okullara çocuklarını gönderen velilerin gelir durumunun daha yüksek olması oldu.

marka, ‘sosyal devlet’ olarak öne çıkma özelliğini giderek kaybedince, gelir dağılımında önemli farklar oluşmaya başladı. Danimarka’da benzer ekonomik durumları olan ve ebeveynlerinin eğitim durumu birbirine benzeyen öğrenciler aynı sınıfları paylaşmaya başladı. Bu durumun okullarda bir gelir uçurumuna neden olmasının yanı sıra sınıflarda öğrencilerin örnek alabileceği pozitif bir modelin olmamasına da neden olmasından korkuluyor. Haftalık A4 dergisi Danimarka’daki bin 682 özel ve devlet okullarını mercek altına alarak, velilerin gelir ve eğitim durumunu inceledi. Araştırmada ilk dikkat çeken sonuç, özel okullara çocuklarını gönderen velilerin gelir durumunun daha yüksek olması oldu. A4 dergisi, çocuğunu devlet okuluna gönderen ve yıllık geliri 653 bin kron olan aile ile çocuğunu özel okula gönderen ve yıllık geliri 737 bin kron olan ailenin durumunu kıyasladı. Eğitim ve ekonomik durumu farklı olan ailelerin çocuklarının aynı okula gitmesinin çok önemli olduğuna işaret eden Arhus Üniversitesi’nden Niels Egelund, ‘Doğrusu ben çocuklarımın yakınında zenginlerin gittiği bir okul varken, fakirlerin gittiği bir okula gitmesini istemezdim. Çocuğumun eziklik yaşamasını arzu etmezdim. Okulların belirli kriterlere göre ayrılması yerine bir profesörün ve bir müdürün oğlunun eğitim almamış kişilerin çocuklarıyla aynı okula gitmesi, toplumda uyumu sağlayabilir’ dedi. Aalborg Üniversitesi’nden Martin Munk, öğrencilerin eğitimdeki başarısının gelir durumuyla doğrudan ilişkisinin olduğunu belirterek, ‘Örneğin Gentofte sınırları içindeki okulların başarılı olması, verilen eğitimden ziyade ailelerin ekonomik ve eğitim durumlarıyla doğrudan ilişkili. Bu bir yarış gibi. Yarışa iyi başlayan bitişi daha erken görüyor’ açıklamasını yaptı. Gentofte’de bulunan özel katolik okulu Sct. Joseph Söstrenes’e giden öğrencilerin ailelerinin yıllık geliri ortalama 1,5 milyon kronla Sct. Joseph Söstrenes, Danimarka’nın en yüksek gelirli ailelerinin çocuklarının okulu oldu. Tybjerg özel okuluna çocuklarını gönderen ailelerin yıllık ortalama 80 bin kron olarak tespit edilirken, bu okul ülkenin gelir düzeyi en düşük ailelerin çocuklarının gittiği eğitim kurumu oldu. Danimarka genelinde ise okula giden öğrencilerin velilerinin geliri yıllık 666 bin 246 kron olarak tespit edildi. Randers’teki devlet okulu Hadsundvejens, zengin öğrencilerin ayrıldığı okullardan bir tanesi. Bunun nedeni zengin ebeveynlerin çocuklarını yalnızca bir kaç yüz metre mesafedeki özel okul Randers Realskole’a göndermesinden kaynaklanıyor. A4 dergisinin

Gelir düzeyi yüksek velilerin çocuklarının gittiği okullar 1,54 milyon kron ....................................................................................Sct. Joseph Söstrenes Skole, Gentofte (özel okul) 1,48 milyon kron ..............................................................................................Skovgaardsskolen, Gentofte (devlet okulu) 1,47 milyon kron ..................................................................................Rungsted Private Realskole, Hörsholm (özel okul) 1,47 milyon kron ............................................................................................Maglegaardsskolen, Gentofte (devlet okulu) 1,35 milyon kron ......................................................................................Dronninggaardskolen, Rudersdal (devlet okulu) 1,35 milyon kron ..............................................................................................Tranegaardskolen, Gentofte (devlet okulu) 1,34 milyon kron ................................................................................................Rungsted Skole, Hörsholm (devlet okulu) 1,32 milyon kron ................................................................................................Vangeboskolen, Rudersdal (devlet okulu) 1,32 milyon kron ..........................................................................................................Krebs’ Skole, Köbenhavn (özel okul) 1,31 milyon kron ..............................................................................................Skovshoved Skole, Gentofte (devlet okulu)

Gelir düzeyi düşük velilerin çocuklarının gittiği okullar 79 bin kron ..........................................................................................................Tybjerg Özel Okulu, Næstved (özel okul) 107 bin kron ..........................................................................Havregården Lille - Kost og Dagskole, Gribskov (özel okul) 164 bin kron ........................................................................................................Dannevirkeskolen, Haderslev (özel okul) 250 bin kron ..............................................................................................................Tovshöjskolen, Aarhus (devlet okulu) 252 bin kron .................................................................................................. Slotsvaenget Skole, Fredensborg (özel okul) 257 bin kron ................................................................................................................Al-Salam Skolen, Odense (özel okul) 266 bin kron ........................................................................................Den moderne kulturelle Skole, Aarhus (özel okul) 266 bin kron ........................................................................................................................Roser Skole, Odense (özel okul) 267 bin kron ........................................................................................................Abildgaardskolen, Odense (devlet okulu) 270 bin kron ..................................................................................Ringe Kost- og Realskole, Faaborg-Midtfyn (özel okul) araştırması Hadsundvejens Skole’daki öğrencilerin ebeveynlerinin yıllık gelirinin ortalama 390 bin 903 kron olduğunu ve buna karşın Randers Realskole’daki ebeveynlerin yıllık gelir ortalamalarının 815 bin 190 kron olduğunu ortaya koydu. Hadsundvejens Okulu Müdürü Thomas Kold, öğrencilerinin

Randers Realskole’daki öğrencilerin kazanamayacakları kazanımları elde edeceklerini düşündüğünü söyledi. Thomas Kold ‘Oradaki öğrencilerin bizimkilere göre çok daha tekdüze olduklarını düşünüyorum. Çünkü bizim bir çok çevreden öğrencimiz var. Ama bu yalnızca fakir öğrencilerimiz ol-

duğu anlamına gelmez. Bir çok ülkeden ve bir çok sosyal katmandan öğrencimiz var. Randers Realskole’ya giden öğrencilerin bu tür olanakları yaşama imkanı bulunmuyor. Çünkü oradaki çocuklar genelde aynı sosyal sınıftan, orta sınıf ve üstünden geliyor’ dedi.


6 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Helsinki’de MATKA 2013 fuarına büyük ilgi

HALİS YILDIRIM HELSİNKİ EXPO 2020’nin Türkiye’de yapı-

1labilmesi için ciddi tanıtım ve su-

numların yapıldığı MATKA 2013 Fuarı oldukça yoğun bir ilgiyle karşılandı. Türkiye’den sektörün farklı bögelerindeki temsilcileri Fuar’da olukça yoğun ilgi gördü. Yaklaşık 80 bin kişinin ziyaret ettiği Fuar, Finlilerin soğuk havalardan sıcak iklimlere tercihini de belirliyor. Bugüne kadar Fin turistinin Alanya ve İspanya’yı daha çok tercih ettiği belirtiliyor. Bu çerçevede Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği (ETİK), Fin turistini kendi bölgesine çekmeye çalışıyor. Aynı zamanda EXPO 2020’nin aday şehirlerinden İzmir’in de büyük tanıtımının yapıldığı belirtildi. Makta Turizm Fuarı’na Türkiye’nin Helsinki Büyükelçisi H. Selah Korutürk, Türkiye’nin Tallin Büyükelçisi Ayşenur Alparslan da katıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Helsinki Müşaviri Ahmet Kaplan, en iyi şekilde tüm sektör temsilcileri ile Türkiye’nin tanıtımı adına eksiksiz biçimde çalıştıklarını belirtti. MATKA 2013 Turizm Fuarı, İskandinavya’nın en büyük turizm fuarları ara-

Demokrasi merdivenlerinde hızla ilerleyen Mısırı’ın standı da oldukça ilgi gördü. Eski ve yeni Mısır’a ait geleneksel kıyafetli Mısırlı turizmciler yoğun ilgiyle karşılandılar. Mısır halk dansları ise Finliler tarafından büyük alkış aldı.

sında yer alıyor. Türkiye, Fin turistinin ilgi duyduğu Golf Turizmi’nde de çok etkili tanıtımlarda bulundu. Portatif bir şekilde hazırlanan golf alanında Fin insanına golf alanlarımıza dair bilgiler verildi. Finlandiya’da konserler düzenleyen sufi müzik grubu NEFES, birbirinden güzel Türk müziklerini Finliler için icra etti. Ege ve Akdeniz’de faaliyet gösteren Artev Global, FİTİAD yetkililerini de ağırladığı standda ilgiyle karşılandı. Komşu ülkemiz Yunanistan ile Türkiye standları fuarda da yine komşu idi. Türk müziklerine Yunanlılar da iştirak etti. Demokrasi merdivenlerinde hızla ilerleyen Mısırı’ın standı da oldukça ilgi gördü. Eski ve yeni Mısır’a ait geleneksel kıyafetli Mısırlı turizmciler yoğun ilgiyle karşılandılar. Mısır halk dansları ise Finliler tarafından büyük alkış aldı. Finlandiya kış turizmi adına Salla, Rovaniemi gibi şehirlerle çok ciddi tanıtım yaptı. Sibirya köpekleri ile safari, geyiklerle safari, sauna, donmuş göllerde balıkçılık, dağ evleri ve kayak sporlarının her çeşidi ile Finlandiya dünyada oldukça ilgi gören bir yer olduğunu gösterdi.

2013'te hedef 500 bin Danimarkalı turist

Kopenhag’daki Bella Center’da gerçekleştirilen turizm fuarında Türkiye en çok ilgi gören ülkelerden biri oldu.

ZAMAN KOPENHAG Kopenhag’daki Bella Center fuar ve

1konferans merkezinde düzenlenen ulus-

lar arası turizm fuarında en çok ilgi çeken ülkelerden biri Türkiye oldu. Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türk Hava Yolları olmak üzere; Alanya ve Bodrum Belediyeleri tarafından kurulan tanıtım stantları çok sayıda Danimarkalı tarafından ziyaret edildi. Kopenhag’da her yıl turizm sektörünün temsilcileri ile tatilcileri bir araya getiren turizm fuarı geçtiğimiz hafta sonu Bella Center’da gerçekleştirildi. Binlerce Danimarkalının ziyaret ettiği fuara Türkiye, Danimarka Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşavirliği tarafından kurulan gösterişli stantla göz doldurdu. Türkiye’nin Danimarka Büyükelçisi Berki Dibek ve eşi Ceyda Dibek de fuarı ziyaret edenler arasındaydı. Türkiye’nin standını gezen ve gazetecilerle sohbet eden Büyükelçi Dibek, “Türkiye artık dünyanın önemli turizm bölgelerinden birisi. Geçen yıl 400 bini aşkın turist Türkiye’ye geldi. Bu yıl bu rakamın 500 binin üzerine çıkmasını arzu ediyoruz. Türkiye sadece plaj ve deniz destinasyonu olmaktan çıkarak kış turizmi ve kültür turizmi alanlarında da saygın bir yere geldi. Önümüzdeki yıllarda ülkemizin dünyanın en önemli ilk 5 turizm merkezlerinden biri haline gelmesini istiyoruz.’’ dedi. Danimarka Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşaviri Hasan Sarıtepeci ise; Zaman’a yaptığı açıklamada, “Geçen yıllarda olduğu gibi bu yılda Danimarka’nın en önemli turizm fuarlarına katılarak ülkemizin tanıtımını en iyi şekilde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Amacımız ülkemize gelen Danimarkalı turist sayısını arttırmak. Bizim için son derece verimli bir fuar oldu. Danimarkalıların ilgisinden memnunuz’’ dedi.

Fuara Danimarka’da faaliyet gösteren çok sayıda turizm firması katıldı. Önümüzdeki tatil sezonu için çalışmalarını tanıtan turizm firmaları zaman zaman düzenledikleri çekiliş-

lerle tatilcilere ücretsiz tatil fırsatı verdi. Fuarda son yıllarda gerçekleştirdiği atılımla Danimarka’nın en büyük tur operatörleri arasına giren Tyrkiet Eksperten tarafından kurulan ta-

nıtım standı da büyük ilgi gördü. Çok sayıda Danimarkalı Tykiet Eksperten’in fuara özel fırsatlarından istifade etmek için standı ziyaret etti.


'$1ú0$5.$1,1 (1 %h<h. (1 02'(51 (1 +ú-(1,. (1 +(6$3/, 087)$ø,

s

DljkX]X |jk e TLF 20462808

6(59ú6ú0ú= (1 $= .úûú/ú. .ú6ú %$û, .5

s

(9/(5( úû<(5/(5,1( 'høh1/(5( <(0(. 6(59ú6ú <$3,/,5

s

ÿÿYiX_`d Bêcê YiX_`d Bêcê TLF 60646744

<<bjfk`jb ;\c`bXk\jj\i 8&J @e[ljki`^i\e\e )( )-*, @j_µa nnn% bjfk`jb ;\c`bXk\jj\i 8&J @e[ljki`^i\e\e )( )-*, @j_µa nnn%[\\c`bXk\% c`bXk\%[bb .' )* )/ '/ .' )* )/ '/


8 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Yazar Lars Olsen:

Danimarka’da sınıf farkının olduğunu belgelemeye çalıştık

Danimarkalılar yıllık ortalama 281 bin kron gelire sahipken göçmenler yıllık ortalama 189 bin kronluk gelire sahip. Göçmenlerin sadece yüzde 10,4’ü kendi işyerine sahip. ERDAL ÇOLAK KOPENHAG

Lars Olsen ve arkadaşlarının birlikte yazdığı ‘Danimarka’da sosyal sınıf ve sosyal tabakalaşma’ adlı kitap Danimarka medyasının büyük ilgisini çekti. Önde gelen gazeteler kitabı manşetlerine taşıdı. Yazar Lars Olsen, “Bu kitapta biz Danimarka’da sınıf farkının olduğunu belgelemeye çalıştık.” diyor.

İnsanlık tarihi boyunca, her dö-

1nem de insanlar bilinçli ya da bi-

linçsiz sınıflara ayrılmışlardır. İlk başlarda bunu farkında olamadan yapmışlar, ancak zamanla bilinçli olarak, en küçük gruptan en büyüğüne kadar hepsinde bireyler konumlarına, ayrıcalıklarına, saygınlıklarına, otoritelerine, statülerine göre bir süreç içinde tabakalara ayrılmışlardır. Bir toplumun tabakalaşma biçim ve özelliklerine göre toplumun yapısı hakkında yorum yapabiliriz. İşte bu konuya tam olarak parmak basmaya çalışan Lars Olsen, Lars Nielsen, Niels Ploug ve Jonas Schytz Juul yaptıkları araştırma ve yazdıkları bilimsel makalelerle ‘Det Danske Klassesamfundet: Et Social Denmarksportræt’ adlı bir kitap yayınladılar. Lars Olsen ve arkadaşlarının birlikte yazdığı ‘Danimarka’da sosyal sınıf ve sosyal tabakalaşma’ adlı kitap Danimarka medyasının büyük ilgisini çekti. Önde gelen gazeteler kitabı manşetlerine taşıdı. Lars Olsen ve arkadaşlarının birlikte yazdığı kitap içindeki bilgiler oldukça ilginç ve bir o kadarda şaşırtıcıydı: Danimarka hâlâ sınıflı bir toplumdur. Yaşam koşulları, güç ve fırsatlarda büyük farkların olduğu bir ülke Danimarka. Yazar Lars Olsen, “Bu kitapta biz Danimarka’da sınıf farkının olduğunu belgelemeye çalıştık.” diyor. “Giderek kendi gerçekliğini yaşayan elit bir üst sınıf, Danimarka refah modelinin büyük bir basıncı altındadır. Sınıflar arasındaki gelir farklılıkları büyüyor. Sosyal hareketlilik gittikçe azalıyor.” diye ifade ediliyor kitapta. Yazarlar, 1985 yılını baz alarak günümüze kadar Danimarka’nın toplumsal kalkınmasını; yeni istatistiksel analizlere dayanarak, sosyal sınıflar ve onların yaşam koşullarını sağlayan günlük ihtiyaçlarını ve vazgeçilemez ihtiyaçlarını günlük hikayeler eşliğinde istatistikler vererek yo-

rumluyorlar. Yazar Olsen kitapta, “Toplum başkalarının bakış açısıyla eşit sosyal konuma sahip insanlar kümesidir. Başka bir anlatımla, kişinin yada ailenin, toplum tarafından değer verilen kriterlere dayanarak oluşturulan sosyal sıralamadaki konumunu ifade eder. Bireylerin, toplumun diğer bireyleri tarafından saygınlık ve prestij sıralamasına sokularak gruplandırılmasıdır”. diye ifade ediyor toplum kavramını. Toplumlarda ekonomik gelişmişlik düzeyine ve siyasal sisteme bakılmaksızın sosyal tabakalaşmanın olduğu görülecektir. Bu farklılık başta işyerlerinde, kentler arasında, kentlerin farklı bölgelerinde mahallelerde, evlerde, eğitim kurumlarında, eğ-

lence yerlerinde göze çarpar. Helsingør, Nordsjælland semtleri ile Lolland-Falster, Vestsjælland bölgeleri arasındaki farkı örnek olarak gösterebiliriz. Helsingør, Nordsjælland son derece gelişmiş, ev, işyerleri ve eğlence yerleriyle lüks bir yaşam olanakları sunarken, Lolland-Falster, Vestsjælland düşük yaşam koşulları ile fakirliğin zor koşularını ortaya koymaktadır. Birçok göçmen malesef bugün Vestsjælland’de yaşamaktadır. Danimarkalılar yıllık ortalama 281 bin kron gelire sahipken göçmenler yıllık ortalama 189 bin kronluk gelire sahip. Göçmenlerin sadece yüzde 10,4’ü kendi işyerine sahip ve genelde restaron, pizza, temizlik firmaları, taksi şoförlüğü gibi hizmet sektörlerinde göç-

menler çalışmakta. Kitapta ayrıca şöyle belirtiliyor: “Danimarka toplumu her gün daha bölünmüş hale geliyor. Getto bölgeleri oluşmuş. Zengin fakir ayrımının artığı aşikar. Geçtiğimiz on yıl içinde, Danimarka’da sınıf ayrımları arttı. Danimarka’nın sınıflı toplum haritasına bakıldığında; üst sınıf, yüksek orta sınıf, orta sınıf, işçi sınıfı ve alt sınıf olarak beş ayrı gruba ayrılıyor.” Kitapta, insanlar arasında yemekten içmeye, giyinmeden barınmaya, eğitimden çalışmaya, iş yeri çalışma koşulları, suç işleme, sağlık, eş, aile geliri ve düşünmeye kadar her alanda temel farklılıklar olduğu ve insanların farklı sınıflara ayrılmasında bu kriterlerin baz alındığını ifade ediliyor.

Artev Global yetkilileri FİTİAD’ı ziyaret etti HALİS YILDIRIM HELSİNKİ Ege ve Akdeniz’in en büyük turizm ve

1inşaat şirketlerinden Artev Global yet-

kilileri Finlandiya Türkiye İşadamları Derneği’ni (FİTİAD) ziyaret ederek turizm alanında bilgilendirmede bulundular. İkili temaslar neticesi, FİTİAD’ı temsilen turizm ve inşaat sektörüne ilgi duyan bir grup işadamının önümüzdeki günlerde Artev Global tatil köylerini inceleme amaçlı davet edildikleri belirtildi. Artev Global özellikle Muğla ve Bodrum gibi şehirlere Finli turistleri ve genel olarak ta Kuzey Avrupa bölgesini çekmeyi amaçlıyor. Bu kapsamda Helsinki Fuarı’na iştirak eden grubun daha sonra Stokholm Fuarı’na katılacağı bildirildi.


9 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Türkiye’nin Oslo Büyükelçiliği yetkilileri:

Vatandaşlarımız, haklarından habersiz Türkiye’nin Oslo Büyükelçiliği’nin düzenlediği programda, Türkiye-Norveç arasındaki sosyal güvenlik sözleşmeleri hakkında Norveç’te yaşayan birçok vatandaşın haklarından habersiz olduğu vurgulandı. ENGİN TENEKECİ OSLO Türkiye’nin Oslo Büyükelçiliği, Tür-

1kiye-Norveç arasındaki sosyal güvenlik

sözleşmeleri hakkında bir program düzenledi. Büyükelçilik binasında düzenlenen toplantıya başta Büyükelçi Şanıvar Olgun olmak üzere, elçilik yetkilileri, dernek ve federasyon yöneticileri ve bazı hukukçular da katıldı. Programda, Norveç’te yaşayan birçok Türkiye kökenli vatandaşın Norveç’teki haklarından habersiz olduğu vurgulandı. Toplantının ana maddesini, Türkiye Cumhuriyeti ile Norveç Krallığı arasında 1978 yılında imzalanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesi’nin yeniden gözden geçirilmesi oluşturdu. Programda, konuyla ilgili her iki ülke arasında daha önce imzalanan anlaşma maddelerinin Norveç’te hayata geçirilmediği belirtilerek, bu kanunların her iki ülkede de nasıl işlevsel

hale getirilebileceği masaya yatırıldı. Diğer taraftan program boyunca, aile birleşimi vizesi başvurularında karşılaşan sorunlar, iki ülke arasındaki emeklilik ve sağlık kanunları arasında yaşanan problemlerin giderilmesi, ikamet izinleri hakkındaki probler, gençlik dairelerininin küçüklere ilişkin aldığı tedbirlerle ilgili sıkıntılar, vatandaşlarımızca ayrımcılık olarak algılanabilen diğer uygulamalar ve bunlardan kaynaklanan sorunlar da görüşüldü. Katılımcıların, program boyunca SosyalGüvenlik Sözleşmesi’ne ilişkin ele aldığı şikayet ve önerileri, büyükelçiliğin konuyla ilgili 12 Şubat’ta düzenleyeceği toplantıda ele alınacak. Diğer taraftan büyükelçilik, programın önemine binaen, toplantıya katılamayan vatandaşların konuyla ilgili her türlü şikayet ve önerilerinin elçiliğe bildirmesini istedi.

2011 yılında Rockwool Vakfı tarafından yapılan hesaplamalarda göçmenlerin Danimarka’ya yük olmadığı bilakis yıllık 1,7 milyar kron katkıda bulunduğu ortaya çıkmıştı.

Maliyet hesaplarına son

Sosyal İşler ve Entegrasyon Bakanı Karen Haekkerup, göçmenlerin topluma maliyetini bulmak için yapılan hesaplamalarla ilgili olarak, “Bu tür matematik hesaplarının Danimarka için gerçekten önemli olduğuna katılmıyorum.” dedi.

EMRE OĞUZ Danimarka’da hükümet, göçmenlerin ülkeye maliyetinin ne kadar olduğunu tespit etmek amacıyla yapılan hesaplamalara son verdi. Geçmişte aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi’nin (DF) baskılarıyla gündeme gelen ve kamuoyunda tartışmalara neden olan hesaplamalar bu yıldan itibaren yapılmayacak. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Sosyal İşler ve Entegrasyon Bakanı Karen Haekkerup, “Bu tür matematik hesaplarının Danimarka için gerçekten önemli olduğuna katılmıyorum.” dedi. Başta Danimarka Halk Partisi olmak üzere muhalefet partileri ise; söz konusu hesaplamaların Danimarka ekonomisi için ‘şart’ olduğunu savunuyor. Dünyanın en sert göçmen yasalarından birine sahip olan Danimarka’da, göçmenlerle ilgili tartışmalar bir türlü bitmek bilmiyor. Ekonomik durumları, suç oranları ve dini yaşantılarıyla sürekli ülke gündeminde olan göçmenler ise; söz konusu tartışmalarda söz sahibi olamamaktan şikayetçi. Geçtiğimiz haftanın tartışma konusu göçmenlerin ülkeye maliyetiyle ilgili. Buldukları her fırsatta göçmenlere saldıran aşırı sağcı kesimler, hükümetin söz konusu maliyet hesaplamalarını yapmaktan vazgeçmesini eleştiriyor. Hatırlanacağı üzere 2011’de CEPOS tarafından benzer bir hesaplama yapılmış ve göçmenlerin Danimarka’ya 16 milyar krona mal olduğu iddia edilmişti. Hesaplamalardan sonra göçmenlerin Danimarka için ‘yük’ olduğunu düşünen birçok kişi hükümeti göreve çağırarak göçmenlerin ülkeye maliyetinin azaltılmasını istemişti. Tartışmalar uzun süre Danimarka medyasını meşgul etmiş ve göçmenler adeta Danimarka’nın en HABER YORUM

Türkiye’nin Oslo Büyükelçiliği’nin Türkiye-Norveç arasındaki sosyal güvenlik sözleşmeleri hakkında düzenlediği programa, Büyükelçi Şanıvar Olgun, elçilik yetkilileri, dernek ve federasyon yöneticileri ve bazı hukukçular katıldı.

İsveç’te yabancı karşıtı parti yeniden yükselişe geçti

İki ay önce yaşanan çeşitli skandallar sonrası oy kaybederek yüzde 7’lere düşen yabancı karşıtı parti hızla yeniden yükselmeye başladı. ZAMAN STOCKHOLM İsveç’te son dönemde yaşanan skan-

1dallar nedeniyle oy kaybeden yabancı

karşıtı İsveç Demokratları Partisi’nin (Sveriges Demokraterna-SD) yeniden yükselişe geçtiği belirtiliyor. Metro gazetesi ve Yougovs şirketinin ortaklaşa yaptığı kamuoyu araştırmasında yabancı karşıtı parti (SD) yüzde 12,5 oranını yakalayarak yeniden ülkenin 3. büyük partisi oldu. iğer taraftan şu anda iktidarda bulunan sağ blok partileri Moderat Parti, Folk Parti, Merkez Parti ve Hıristiyan Demokrat Partisi’nin oyları ise yüzde 41,3 oranına geriledi. Muhalefet partileri Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti ve Yeşillerin oluşturduğu bloğun oyları da yüzde 45,8 oranına geriledi.

büyük sorunu gibi gösterilmişti. Ancak kısa bir süre Rockwool Vakfı’na bağlı bir araştırma kuruluşu söz konusu hesaplamaların gerçeği yansıtmadığını ortaya çıkarmıştı. CEPOS araştırmasında göçmenler ve mülteciler aynı kefeye koyularak mültecilerin maliyeti de göçmenlerin üzerine eklenmişti. Buda yetmemiş göçmenlerin okul çağındaki çocuklarının ülkeye maliyeti de hesaba katılmış böylece 16 milyar krona ulaşılmıştı. Rockwool Vakfı tarafından yapılan hesaplamalarda ise göçmenlerin Danimarka’ya yük olmadığı bilakis yıllık 1,7 milyar kron katkıda bulunduğu ortaya çıkmıştı. Benzer tartışmaların önümüzdeki dönemde de devam etmemesi için hükümet söz konusu hesaplamaların yapılmasına son verdi. Sosyal İşler ve Entegrasyon Bakanı Karen Haekkerup, söz konusu maliyet tartışmalarının ‘faydasız’ olduğuna inanıyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde Information Gazetesi’ne konuşan Haekkerup, “Enerjimi bu tür maliyet hesaplamaları yapmak yerine, sorunu çözmeye harcamayı tercih ederim. Zaten bu yüzden hükümet olarak, erken emeklilik, vergi ve sosyal güvenlik konularında bir çok reformu hayata geçirdik.” dedi. Aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi (DF) ise; Danimarkalıların, göçmenlerin ülkeye maliyetini bilmeye hakkı olduğunu savunuyor. Hükümeti sorumsuz davranmakla suçlayan DF, göçmenlerin maliyetinin hesaplanması ve bu maliyet üzerinden yeni önlemler alınmasını istiyor. Toplam nüfusu 5,5 milyon olan Danimarka’da yaklaşık 500 bin göçmen yaşıyor. Göçmenlerin 350 bin kadarı doğu kökenli ülkelerden geliyor. Geri kalanı ise; başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinden.


10 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

İsveç Ticaret Bakanı Ewa Björling:

Göçmen iş gücüne ihtiyacımız var İsveç Ticaret Bakanı Ewa Björling, İsveç’in büyüyen işgücü talebini karşılamak için göçmen işgücüne ihtiyacının olduğunu söyledi. çerçevesinde İsveç Başkonsolosluğu Ticaret Merkezi (Export Rådet) ve Kadir Has Üniversitesi’nin işbirliğiyle Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilen İsveç Sürdürülebilir İş Lansmanı’nın ( Swedish Sustainable Bussines ) açılışını yaptı. Ve burada “İsveç’te Kurumsal Sosyal Sorumluluk Uygulamaları’ konulu bir sunum yapan İsveçli Bakan konuşmasında sosyal sorumluluk almanın şirketlerin marka değerini nasıl artırdığına vurgu yaparak, şirketleri sosyal sorumluluk almaya teşvik etti. Bakan Björling, İsveç’in İstanbul Başkonsolosluğu ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) arasında imzalanan ‘İş Vizesi Başvuruları Anlaşması’ programına da katıldı. Bu anlaşma ile belirli kriterlere sahip bulunan ve İsveç ile mevcut ya da potansiyel iş ilişkileri olan İTO üyesi işadamlarına İTO, “tanıma mektubu” verecek. Bu mektup sayesinde söz konusu kişilerin “dolaşım vizesi” olarak adlandırılan 5 yıla kadar uzun süreli vizeye sahip olması sağlanacak. Bakan Björling, Atlas Copco, Ericsson, Puls Trading, Sandvik, Securitas, SKF, SNA Europe, TeliaSonera ve Volvo Group gibi büyük İsveç firmalarının bazı yöneticileri ile birlikte, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile de görüştü. İki bakan iki ülke arasındaki ticari ilişkileri masaya yatırdı.

MENAF ALICI STOCKHOLM İsveç Ticaret Bakanı Ewa Björling,

1İsveç’in büyüyen işgücü talebini

karşılamak için çok ciddi anlamda göçmen işgücüne ihtiyacının olduğunu söyledi. Türkiye’ye iki günlük bir ziyaret gerçekleştiren İsveç Ticaret Bakanı Ewa Björling, seyahat öncesi makamında Zaman’a özel mülakat verdi. İsveç’in büyüyen işgücü talebini karşılamak için çok ciddi anlamda göçmen işgücüne ihtiyacının olduğunun altını çizen Björling, ‘Aslında başta İsveç olmak üzere bütün Avrupa’nın göçmen işçi göçüne ihtiyacı var. Çünkü gelecekte yaşlı sayımız daha çok artacaktır. Buna paralel çalışabilecek insan sayısında azalma yaşanacak. Bundan dolayı gerçekten çok ciddi anlamda göçmen işçi gücüne ihtiyacımız var. Diğer Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında biz bu konuda ilk sıradayız” şeklinde ifadelerde bulundu. İsveç’te yaşayan yaklaşık 120 bin civarındaki Türkiyeli nüfusa işaret eden Björling, Türk kökenli bu İsveçli topluluğun da doğal olarak iki ülke arasındaki ekonomik bağlantıların önemli gelişme kaydetmesine vesile olduğunu vurguladı. İsveç’te yaşayan dünyanın değişik coğrafyalarından yabancı kökenli girişimcilerin bir araya getirilmesi ile ‘Kozmopolit’ olarak adlandırılan bir network oluşturduklarını bildiren Bakan Björling, aralarında Türklerin de olduğu bu ağın İsveç dış ticaretinin büyümesinde önemli bir rol oynadığını vurguladı. Bir önceki Türkiye seyahatinde heyetine bu Network’tan Türkiye kökenli iki işadamını da aldığını dile getiren Ticaret Bakanı, “Bunlar iki ülkenin hem dilini, hem de kültürünü biliyor. Size yeni olan bir ülkede yaşayacağınız sorunları onlar yaşamıyorlar. Bundan dolayı, Türkiye’de iş yapan İsveçli şirketlerin büyük çoğunluğu bünyelerinde Türkiye kökenli İsveçli çalıştırıyor. Veya şirketlerinin yönetimini onlara teslim ediyorlar. Bu da kozmopolit bir toplum olmanın önemine işaret ediyor” diye konuştu. Türkiye’nin İsveç için önemli bir ülke olduğunu dile getiren Björling, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye büyük

bir ülke ve gelişiyor. AB’ye en yakın olan komşularımızdan biri. Merak uyandıran farklı bir kültürü var. Avrupa değerlerine de sahip. Dolayısıyla ortak bir kültür söz konusu. Bu da İsveçli yatırımcılar için büyük bir avantaj oluşturuyor.”

“Türkiye’nin ‘yerli oto projesi’ne katkı sağlayabiliriz” İsveçli Bakan Ewa Björling, Türkiye’nin yakın dönem hedefleri arasında zikredilen ‘yerli oto’ markasını üretmesi konusunda İsveç’in tecrübelerini paylaşabileceğini söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ocak 2011’de dile getirdiği ve hükümetin 2023 programı içindeki en önemli hedeflerinden biri olan ‘yerli oto projesi’ konusunda katkı sağlayabileceklerini belirten Bakan Ewa Björling, yatırım yapılabilir bir diğer alan

olarak cleantech (temiz teknoloji) sektörünü gösterdi. İsveç’in olduğu gibi, dünyanın birçok ülkesinin bugün ortak isteğinin çevre dostu alternatifler geliştirmek olduğunu kaydeden Bakan Björling, Türk işadamlarını bu alanda İsveç’te yatırım yapmaya çağırdı. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin son yıllarda büyük bir ivme kazanmasına rağmen hala ticaret hacminin istenen noktada olmadığına dikkat çeken Bakan Björling, Türkiye’yi ziyaret etmesinin sebeplerinden birisinin de bu olduğunu ifade etti. Björling, karşılıklı yapılan ziyaretlerle ikili ticari ilişkilerin arzu edilen seviyeye ulaşacağına inandığını söyledi.

İsveç’ten vize kolaylığı Bakan Björling, yarı resmi bir ziyaret şeklinde nitelendirdiği temasları

İsveç Ticaret Bakanı Ewa Björling, İsveç’in göçmen işgücüne ihtiyacının olduğunu söyledi.

Volvo V60 Plug-In Hybrid modelini ilk kez İstanbul’da test etti Pistlerde araç kullanacak kadar otomobillere düşkün olduğunu belirten İsveç Ticaret Bakanı Dr. Ewa Björling, iki gün süren Türkiye ziyareti sırasında kendisine makam aracı olarak tahsis edilen Volvo’nun V60 Plug-in Hybrid modeli ile test sürüşü yaptı. Volvo’nun V60 Plug-in Hybrid modelini ilk defa İstanbul’da gören ve çok beğendiğini söyleyen bakan, kameralar önünde bir test sürüşü yaparak deneyimini paylaştı ve “Otomotiv sektörü benim özel ilgi alanım, yarış pistinde araç kullanacak derece otomobile düşkünüm. Volvo özellikle İsveç’in değerlerinden çevrecilik, tasarım, modernizmi ve teknolojiyi içinde barındıran çok değerli bir marka” açıklamasında bulundu.

NORVEÇ HABER TURU geleneksel yýllýk toplantýsý düzenledi. Programda, Radyo Ýnter FM’in geleceði ve günümüz dijital radyosu gibi meseleler görüþüldü. 1985’te kurulan Radyo Ýnter FM’in genel yayýn yönetmenliðini 25 yýllýk tecrübeye sahip Doðan Gürsel yürütüyor. 3 dil ile yayýn hayatýna baþlayan Radyo Ýnter FM, þu an Türkçe, Afganca, Azerice, Farsça,Tamilce, Ürdüce, Arnavutça ve Somalice olmak üzere toplam 8 farklý dilde Norveç gündemini aktarýyor. Ayrýca Radyo Ýnter FM’de yayýn yapan her ülke kendi yayýn editörüne sahip.

Radyo Ýnter FM, gönüllü çalýþanlarý ile bir araya geldi slo’da 8 farklý dilde yayýn yapan Radyo Ýnter FM (International FM), gönüllü çalýþanlarýyla beraber,Oslo’da bir restoranta

O

Türkiye’de doðum tarihi deðiþen yaþlý çift Norveç’te maðdur oldu ürkiye’deki kimliðinde boþ býrakýlan

Tdoðum tarihi kýsmý otomatikman 1 Tem-

muz olarak belirlenen vatandaþlar Norveç’te maðdur oldu. 82 yaþýndaki Ý. Vurucu ve eþine,

doðum tarihleri 1 Ocak olarak kabul edildiði için buna uygun verilen vatandaþlýk numarasý, yeni doðum tarihi belirlenince kimlikleriyle tutarsýz kaldý. Norveç’te kamu hizmetlerinden yararlanamayan yaþlý çift; saðlýk hizmeti alýrken ve ülkeye giriþ çýkýþ yaparken sorun yaþýyor. Doðum tarihi deðiþikliði için kendilerinden yaþlý 2 þahit bulmakta zorlanan gurbetçi çift, yetkililerden yardým beklediklerini dile getirdi.

Birçok çocuk, uyuþturucu baðýmlýsý orveç Uyuþturucu Ulusal Enstitüsü’nün

N(SIRUS) yaptýðý bir araþtýrma sonucunda,

küçük yaþtaki çocuklarýn uyuþturucu baðýmlýsý olma nedeni, çocuklarýn çevrelerindeki uyuþturucu kullananlardan etkilenmesi ve toplumda meydana gelen büyük psikolojik-

sosyal sorunlarýn ortaya çýkmasý þeklinde açýklandý. Halk Saðlýk Enstitüsü’nün yaptýðý bir baþka araþtýrma verisine göre ise, ülkede yetiþen 135 bin çocuðun anne-babasýndan en az 1’i alkolik. Norveç Çocuk-Eþitlik ve Sosyal Ýçerme Bakanlýðý ise, olaya müdahale konusunda bazý adýmlar atacaðýný kaydetti. Bakanlýk, konuyla ilgili, eðitimcilere verilen bilginin çýtasýnýn yükseleceðini, çocuk kurumlarýnda çalýþan yetkililerin çocuklara, þiddet ve saldýrganlýðýn olumsuz etkilerine karþý tahþidatlarda bulunacaðýný belirtti. Norveç Çocuk-Eþitlik ve Sosyal Ýçerme Bakanlýðý Inga Marte Thorkildsen, çocuk yaþta uyuþturucu baðýmlýsý olanlarýn birçok maddi-manevi (þiddet, tecavüz, travmatik bir yaþam gibi) hastalýklara kapýlma riskinin daha yüksek olduðunu söyledi. Bundan dolayý bakan, bu tür problemlerin çözümüne yönelik acilen bir þeyler yapýlmasý gerektiðini ifade etti.


11 İSKANDİNAVYA Cephe, askerleri hasta ediyor

23 - 29 OCAk 2013 ZAmAn

Sağlık uzmanlarının irak ve Afganistan’da cephede kalan her 6 askerden biri üzerinde yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre, askerlerin yüzde 17’sinde strese bağımlı düzensizlikler ve psikolojik sorunlar görülüyor.

irak, Afganistan ve Balkanlar’da misyonunu yaralı veya sağ olarak tamamlayan Danimarkalı askerler hakkında Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü (SFI) bir rapor açıkladı. 3 bin 198 asker ile yapılan telefon görüşmelerinde askerlere aile ilişkileri, iş tecrübeleri, sosyal yaşama uyum ile ilgili sorular soruldu. ErDAl ÇOlAk KOPENHAG Danimarka Merkez Komutan-

1lığı’nın verilerine göre, 2001’den

beri Afganistan’daki şiddet olayları, çatışmalar ve kazalarda ölen NATO ve koalisyon güçlerinin kaybı bihayli yüksek. Danimarka’nın kayıpları işe şöyle: 2002 yılından beri Afganistan ve Irak’ta uluslararası operasyonlar sırasında 51 Danimarka askeri hayatını kaybetti. 8’i Irak’ta ölen Danimarka askerlerinin 43’ü ise Afganistan’da öldürüldü.121 asker de aldığı ağır yaralardan dolayı sakat veya yardıma muhtaç şekilde hayatlarını sürdürmekte. İşgale katılan NATO askerleri arasında görülen binlerce vakanın büyük kısmını psikolojik rahatsızlıklar oluşturuyor. Savaştan dönen askerler ya intihar ediyor, ya depresyon veya stres yaşıyor ya da aile içi şiddete başvurarak eşlerine çeşitli işkenceler yapıyor. Üst düzey komutanların hafife alıp görmezden gelmeye çalışmasına karşın bu rahatsızlıklar neticesinde askerler işi, eşlerini öldürmeye kadar vardırıyor. Bu durumdan en çok rahatsız olan ülkelerden biri de Danimarka. Irak, Afganistan ve Balkanlar’da misyonunu yaralı veya sağ olarak tamamlayan Danimarkalı askerler hakkında Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü (SFI) bir rapor açıkladı. Danimarka askerleri üzerinde yapılan bilimsel araştırma çarpıcı bilgiler içeriyor. Rapora göre Danimarka hükümetleri her geçen yıl daha fazla askeri uluslararası askeri operasyonlar için yurtdışına göndermiş. 1992 ve 2009 yılları arasında, Danimarka 35 ülkede uluslararası askeri misyonlara katılmış. SFI’nın yaptığı araştırmanın sonuçlarında, uzun süre cephede kalan askerlerde psikolojik rahatsızlıklar gö-

rüldüğü belirtiliyor. Sağlık uzmanlarının Irak ve Afganistan’da cephede kalan her 6 askerden biri üzerinde yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre, askerlerin yüzde 17’sinde strese bağımlı düzensizlikler ve psikolojik sorunlar görülüyor. Raporda ayrıca psikolojik rahatsızlık belirtilerinin yanı sıra askerlerin evlerine döndüklerinde, evliliklerinde ciddi

sorunlar ve ciddi alkol problemlerinin de ortaya çıktığı belirtiliyor. 3 bin 198 asker ile yapılan telefon görüşmelerinde askerlere aile ilişkileri, iş tecrübeleri, sosyal yaşama uyum ile ilgili sorular soruldu. Askerler savaştan döndükten sonra aileleri ile ciddi sorunlar yaşıyor ve genellikle sokaklarda yaşamayı aileleri ile yaşamaya tercih

ediyor. Bu arada psikolojik bunalımlar eski askerleri intihara kadar bile götürüyor ve yine boşanma vakaları eski askerlerin ailelerinde yaygın bir şekilde göze çarpıyor. Eski Yugoslavya’da SFI’nın yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, uzun süre görev almış askerlerde psikolojik rahatsızlıklar 20 yıl sonra ortaya çıkıyor.

AvrupA Birliği (AB) BAkAni EgEmEn BAğiş:

AB’nin Türkiye’ye daha çok ihtiyacı var

İki günlük bir ziyaret kapsamında İsveç’e gelen Avrupa Birliği (AB) Bakan ve Başmüzakereci Egemen Bağış “AB yolunda en büyük destekçimiz İsveç’i takdir ediyoruz” dedi. İBrAHİm kAYA STOCKHOLM İsveç’e iki günlük bir ziyaret gerçekleştiren

1Avrupa Birliği (AB) Bakan ve Başmüza-

kereci Egemen Bağış, AB yolunda en büyük desteği veren ülkelerden İsveç’in bu desteğini önemli buluyoruz ve takdir ediyoruz” şeklinde konuştu. AB Bakanı Bağış, ziyaretinin ilk gününde ülkenin en büyük üniversitesi Stockholm Üniversitesi’nde bir konferans verdi. ‘TürkiyeAB ilişkilerinin geleceği – Zorluklar ve Fırsatlar’ başlıklı konferans öncesi Stockholm Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Astrid Söderbergh Widding bir konuşma yaptı. Rektör Söderbergh Widding Türkiye’nin dinamik genç nüfusu, yükselen ekonomisi ile İsveç için önemli bir ülke olduğuna değindi. Daha sonra kürsüye gelen Bakan Bağış yaklaşık 45 dakika süren bir sunum yaptı. Türkiye-İsveç ilişkilerinin tarihsel gelişimini anlatarak başladığı konuşmasında Bakan Bağış, Türkiye’nin son 10 yılda gerçekleştirdiği ekonomik ve demokratik gelişmeleri anlattı. Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde en büyük desteği veren İsveç’i takdir ettiklerini belirten Bağış, İsveç’in Türkiye’yi ve argümanlarını iyi an-

ladığını söyledi. AB’yi dünyanın en büyük barış projesi olarak niteleyen Bakan Bağış, AB’ye ilk başvurusunu 1959 yılında yapan Türkiye’nin, AB üyeliği hedefini ısrarlı ve kararlı bir şekilde takip ettiğini vurguladı. Türkiye’nin AB üyeliğinin AB’yi güçlendireceğinin altını çizen Bağış, “Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olduğu doğru. Ama AB’nin Türkiye’ye daha çok ihtiyacı var” diye konuştu. Sunum sonrası katılımcıların sorularını cevaplandıran Bakan Bağış, Kıbrıs sorunundan, terör sorununa kadar birçok konuya değindi. Bakan Bağış, program sonunda ise 34 kişilik bir grubun protestosu ile karşılaştı. Daha sonra İsveç Parlamentosu’nda AB, Dışişleri Komisyonları ve İsveç-Türk Parlamenterler ile bir araya gelen Bağış, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile de görüştü. Görüşme sonunda yapılan basın toplantısında Bildt ve Bağış, iki ülke ilişkilerinin mükemmel olduğunun ve İsveç’in Türkiye’nin AB üyeliğine desteğinin devam edeceğinin altını çizdiler. Bakan Bağış daha sonra büyükelçilik konutunda Türkiye kökenli toplum temsilcileri ile bir araya geldi. Vatandaşların talep ve önerilerini dinleyen Bağış, soruları da cevaplandırdı.

Stockholm Üniversitesi’nde bir konferans veren AB Bakanı Egemen Bağış, “İsveç’in AB desteğini takdir ediyoruz” diye konuştu.


12 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

DANİMARKA HABER TURU Rüzgar tribünleri belediyelerin arasını açtı Norveç İnanç-Etik Cemiyeti’nin, Kültür Bakanlığı’na sunduğu önerge, din adamlarının evlendirme yetkisini sınırlandırıyor.

Din adamlarının evlendirme yetkisi sınırlandırılmak isteniyor Norveç İnanç-Etik Cemiyeti’nin hazırladığı yeni yasa teklifine, ülke genelinden tepki yağdı. Bazı medya mensupları ve siyasiler, kilisedeki evliliği Norveç kültürünün değişmez bir parçası olarak tanımladı. ENGİN TENEKECİ OSLO Norveç İnanç-Etik Cemiyeti’nin, Kültür Bakanlı-

1ğı’na, dini müesselerde yapılan evliliğe ilişkin

sunduğu önergeye halktan ve yetkililerden tepki yağdı. Meclis, yeni yasa teklifini kabul ettiği taktirde, Norveç Çocuk-Eşitlik ve Sosyal İçerme Bakanlığı’nın dini liderlere ve cemiyetlere verdiği yetki kısıtlanacak. Her hangi bir dini kurumda (kilise, cami, sinagog gibi) evlenmek isteyen çiftler, önce resmi nikah kıymak zorunda kalacak. Birçok siyasetçi, medya mensubu ve halk, önergenin kabulüne sıcak bakmıyor. Konuyla ilgili Zaman’a bazı açıklamalarda bulunan Kültür Bakanlığı, önergenin meclise sunulmadan önce, bakanlık bünyesinde bazı kriterleden geçirileceğini, birçok kurum, kuruluş ve halkın düşüncelerine yazılı ve sözlü olarak müracaatta bulunacaklarını kaydetti. Ayrıca bakanlık, önergeye, farklı kesimlerin farklı tepkilerde bulunduğunu belirtti. Önergeye ilk tepki, Hıristiyan Parti Başkanı Knut Arild Hareide’den geldi. Hareide, konuyla ilgili yerel medyaya yaptığı açıklamalarda, yeni yasa teklifinin, Norveç’in gelenekleri ve tarihi değerleri ile bağdaşmadığını öne sürdü. Ona göre kiliseler, insanların buluştuğu önemli yerler ve bu özelliğini kaybetmemeli. Hıristiyan Parti Başkanı şöyle devam etti: ‘’Kileselerde evlilik, bizim en önde gelen geleneklerimiz arasında yer alıyor. Kilise bu yetkiye hala sahip. Bu tarihi gerçeğin, bugünkü evlilik haklarıyla olan bağını asla utmammalıyız. Bana göre kiliseler bu yetkiyi yitirmemeli. Kiliseden bu yetkilerin, kilesenin rızası dışanda alınması bence oldukça anormal. Bu durum, kiliselerde evlilik yapmak isteyen insanları endişeye sevk edebilir.’’

Norveç İnanç-Etik Cemiyeti Başkanı Sturla Stålsett, önergeyi hazırlayan kişiler arasında yer alan isim. Stålsett, aynı zamanda bir papaz ve Şehir Kiliseleri Misyonu Kurumu’nun genel sekreterliği görevini yürütüyor. Önerge hakkında Norveç Devlet Televizyonu’na konuşan Stålsett, kiliselerin birçok kişi için önemli bir konuma sahip olduğunu, her ne kadar dini ve resmi evlilik bir birinden ayrılmış olsa da, netice itibariyle çiftlerin kilisede evlilik yapabileceklerine vurguda bulundu. Norveç İnanç-Etik Cemiyeti Başkanı Sturla Stålsett, önergenin hazırlanış nedenini, ‘resmi evlilik ile dini evliliklerin nerede yapılacağı konusunu açığa çıkartmak’ olarak açıkladı. ‘’Farklı inançların yaşadığı bir toplumda yaşam sürdüğümüzün farkında olmak çok önemli.’’ diyen Stålsett, aynı zamanda bu tür düşüncenin, farklı evlilikleri yorumlama konusunda, kimlerin nerede evlenmek istedikleri husunda mantıklı hareket edilmesine yardımcı olacağının altını çizdi. Baş Piskopos Ole Christian Kvarme ise, böyle bir önergenin kabulünün beraberinde, inanç özgürlüğünün hakim olduğu bir ülkede birçok ‘rızasız tutumu’ meydana getireceğine parmak bastı. Baş Piskopos Kvarme bunun belli başlı sebeplerini ise şu şekilde açıkladı: ‘’Ülkemizin sahip olduğu bu gelenek tüm imkanların seferber edilmesiyle koruma altına alınmalı. Bu sadece kiliselerin vazifesi değil, aynı zamanda diğer farklı inanca sahip tolulukların da görevidir.’’ Danimarka ve İsveç’te ise, devletin yetki verdiği din adamları, görev aldığı kurumlarda nikah kıyabiliyor. Ancak Danimarka’da, her hangi bir imamım nikah kıyması için bulunduğu derneğin veya caminin inanç topluluğu olarak kabul edilmiş olması gerekiyor.

Azerbeycan şehitleri Finlandiya’da anıldı HALİS YILDIRIM HELSİNKİ Finlandiya Azerbeycan Birliği’nin (FAA) Helsinki ‘’Caisa’’ merkezinde 20 Ocak 1990’da Azerbeycan halkına yapılan katliamın yıldönümü dolayısıyla anma programı düzenlendi. Anma etkinliğinde Finlandiya Azerbeycanlılar Birliği’nin (FAA) Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Azerbeycanlı Kadınlar Cemiyeti Başkanı Arzu Oktay yaptığı açıklamada, 1990 yılının Ocak ayının 19’unu 20’sine bağlayan gecesinde, Ermenistan’ı destekleyen Sovyet Ordusu’nun Azerbeycan halkına yaptığı katliam ve Ermeni teröristlerinin Azerbeycan halkına yaptığı haince saldırılar hakkında bilgi verdi. Vaasa Üniversitesi’nden Elhan Kahramalı ve Zakir Bey ise işgalcilik siyasetine dair açıklamalarda bulundular. Katılımcılara, 20 Ocak katliamına dair çeşitli belgeler,muhtelif dilde kitaplar ve videolar izletildi.

1

elediyeler rüzgar tribünleri konusunda birbirine

Bsavaş açtı. Vatandaşlardan gelen şikayetlerin

yanı sıra belediyelerin sınırlarına yakın yerlere yüksek sayıda rüzgar tribünü yerleştirilmesi planları komşu belediyelerden de tepki görüyor. Rüzgar tribünlerinin koyulacağı yerlerinin belirlenmesi konusunda son olarak Hvidovre ve Kopenhag belediyeleri anlaşmazlık yaşadı. İki belediye arasında Kalvebod rüzgar tribünlerinin yerleştirilmesi konusunda anlaşmazlık çıktı. Söz konusu dört rüzgar tribünü Kopenhag Belediyesi sınırları içerisinde yer alıyor ancak konumunun doğal ortama ve kuş cenneti bölgesine yakın olması nedeniyle Hvidovre’lilarin bu durumdan rahatsız olacağı düşünülüyor. Kopenhag Büyükşehir Belediyesi’nin Çevre ve Teknik İşlerden sorumlu Başkanı Ayfer Baykal, ‘Bu rüzgar tribünlerini vatandaşları rahatsız etmek için inşa etmedik. Tam tersine doğaya ve iklime katkı sağlamak için kurduk’ dedi.

İşsizlik parası alan gençler arttı şsizlik parası alan gençlerin sayısı giderek artıyor.

İSol koalisyon hükümeti göreve geldiği Ekim

2011’den sonra 30 yaş altında işsizlik parası alan kişilerin sayısı 4 bin 828 kişi artarak 53 bin 124 oldu. Çalışma Bakanı Mette Frederiksen, ‘İşsizlik parası konusunda yaşananlardan dolayı oldukça endişeliyim. İşsizlik parası alan gençlerin çoğunun eğitimleri yok. Bu yüzden bu konuda bir şeyler yaparak onların geleceğine katkı sağlamaya çalışmak zorundayız” dedi. 2011 seçim programında Sosyal Demokrat Parti ve Sosyalist Halk Parti, dönemin hükümetini işsizlik sorununa bir çözüm bulamamakla suçlamıştı. İki parti, seçimi kazanmaları halinde işsizlik parası alan gençlerin sayısını yarıya indirecekleri sözünü vermişti. Çalışma Bakanı Mette Frederiksen hedefi gerçekleştirmek konusunda başarısız olduklarını ifade ederek, ‘Kriz dönemlerinde yapısal değişiklikler yapmak zordur. Bunun için hem iş piyasasında hem de Danimarka ekonomisinde gelişme yaşanması gerekiyor’ dedi. Liberal Parti’nin iş piyasası sözcüsü Ulla Törnaes, hükümeti işsizlik konusunda yeterince çalışmamakla suçlayıp, ‘İşsizlik arttığında, genç işsizlilerin sayısının artması da normaldir. Ancak hükümetin hatası, yeni iş kurmayı daha pahalı hale getirmesi oldu’ dedi.

Ev sahiplerine ek faizler yolda erkez Bankası faizleri düzenlemeye başladığı

Miçin, eski ipotek işlemlerini güncelleyecek ya da

yenileyecek olan ev sahipleri daha fazla faiz ödeyecek. Spar Nord’un analistleri, mart ayında konut sahiplerinin toplamda 228 milyar kronluk dönüştürülmüş kredisi olacağını ve faizlerin geçen yılın aralık ayına göre daha yüksek olacağını belirtti. Faizlerin yükselmesi sinyali yalnızca Merkez Bankası’ndan gelmedi. Danimarka menkul değerlerine ilginin azalması da yüksek faizlerin nedeni olarak gösterildi. Spar Nord’un şef analisti Martin Lundholm, ‘Aralık ayında ev sahipleri bir yıllık faiz uyarlamalı kredi olan bir yıllık esnek kredi alabilmişti. Faiz oranı yalnızca yüzde 0,36 idi. Ancak anlaşılan bu oran yükselecek” dedi. Lundholm, faiz oranı normalleşmesini yaşadığımız bu süreçte düşük faiz sorununun çözüleceğini düşündüğünü belirtti.

Demir yolu intiharları geçen yıl arttı on yıllarda yaklaşan trenlerin önüne atlayarak

Sintihar eden Danimarkalıların sayısı belirgin

bir biçimde artmış durumda. Danimarka Demir Yolları (DSB) yetkilileri, geçtiğimiz yıl toplam 43 Danimarkalı bu şekilde intihar ederken, 2010 ve 2011 yıllarında bu sayının 23 ve 26 olduğunu açıkladı. Kristeligt Dagblad, son iki yılda bu sayının arttığını ve DSB’nin yerel demir yollarında meydana gelen intiharlar kaydedilmediği için bu rakamın daha da yüksek olabileceğini yazdı. DSB’nin Tren İşletmeciliği Müdür Yardımcısı Anette Haugaard, her bir intiharın bile çok fazla olduğunu düşünüyor.


13 İSKANDİNAVYA

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Oslo Eyalet Meclis Üyesi Mertefe Bartınlıoğlu, Norveç’in 22 Temmuz katliam sürecinde takındığı tavrı, Avrupa’ya örnek gösterdi.

Oslo Eyalet Meclis Üyesi Mertefe Bartınlıoğlu:

Avrupa, Breivik katliamı vesilesiyle kendi muhasebesini yapmalı

Son günlerde Norveç medyasında sıkça gündeme gelen ‘aşırı islamcılar ve İslam korkusu’ meselelerinin her zaman olacağını belirten Bartınlıoğlu, yanlışa yanlışlıkla; kötüye kötülükle; zulme zulümle karşılık vermeyi doğru bulmadığını ve bunun bir çözüm olmadığını ifade ediyor. ENGİN TENEKECİ OSLO Breivik’in 22 Temmuz 2011’de düzen-

1lediği katliam, aynı zamanda Avrupa’da

ilerleyen ırkçılığın bir sonucu olarak gösterildi. Katilin sıkça gündeme gelmesi, birçok medya mensubu, halk ve yetkililer tarafından da eleştirildi. Nedeni ise; 77 kişinin katili Breivik’in, özellikle Avrupa’daki yandaşlarını (ırkçıları) tahrik ettiği şeklinde gösterildi. Oslo Eyalet Meclis Üyesi Mertefe Bartınlıoğlu ile, ‘Avrupa’nın, 22 Temmuz sürecinde Norveç’ten öğreneceği şeyler, Avrupa’da çok kültürlülük, Norveç’te sıkça gündeme getirilen İslam korkusu, aşırı islamcılar ve Norveç katliamının Avrupa’ya bakan yüzü’ gibi konuları masaya yatırdık. Oslo Eyalet Meclis Üyesi Mertefe Bartınlıoğlu, Strasbourg, Viyana ve Varşova gibi Avrupa’nın merkezi şehirlerinde düzenlenen konferanslara, partisinden bağımsız, gönüllü olarak, Breivik katliamının Norveç’teki süreci hakkında konuşmalar yapan bir isim. Ayrıca Bartınlıoğlu, davet edildiği programlarda, Breivik katliamı vesilesiyle Avrupa’nın kendi muhasebesini yapması ve bunu yeniden değerlendirmesi gerektiği gibi konulara da değindiğini belirtiyor. Bartınlıoğlu, katıldığı programlardan sonra, gönüllü olarak 4 veya 5 önemli kişiden oluşan, bünyesinde 3 tane avukatın görev alacağı bir kurum oluşturma kararı aldığını kaydediyor. Oslo Eyalet Meclis Üyesi Mertefe

Bartınlıoğlu, kurumun başkanlığını kendisinin yürüteceğini, kurumun önemli bulduğu projeleri mesela, yeni ve çok kültürlü Avrupa sürecini, İslam korkusu çözümü meselelerini ele alacağını aktarıyor. Bartınlıoğlu, son günlerde Norveç medyasında sıkça gündeme gelen ‘aşırı islamcılar ve İslam korkusu’ meselelerinin her zaman olacağını; yanlışa yanlışlıkla; kötüye kötülükle; zulme zulümle karşılık vermeyi doğru bulmadığını ve bunun bir çözüm olmadığını ifade ediyor. ‘’Bu tür propagandalara aynı ölçüde ve daha uç bir şekilde karşılık vermek, meseleyi daha da körükleyecektir.’’ diyen Bartınlıoğlu, konuyla ilgili sözlerine ‘’Ancak bu, bizim, bunun böyle olmadığı konusunda yapacağımız işlerimizi, gayretlerimizi kamçılamalı.’’ şeklinde devam ediyor. Bartınlıoğlu, Norveç siyaseti ile beraber, Avrupa’nın yeni gelişim süreciyle yakından ilgilendiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Avrupa belli bir süreçten geçiyor. Bu zaman zarfı içinde bizi de meşgul edecek çok önemli şeyler mevcut. Mesela, Avrupa’nın krizden sonra yaşadığı buhranlar, bu krizin neden olduğu ırkçılık, Avupa’nın çok kültürlülüğe karşı snıfta kalması gibi hususlardır. Teknik ve teknolojinin hızlı gelişimi, dünyanın globalleşmesi; dünyadaki gelişmeleri Batı’dan Doğu’ya doğru kaydırdı. Bu süreç aynı zamanda, insanlara, beraber nasıl yaşanılması gerektiğini de öğretti. Ancak Avrupa, bu ko-

nuda sınıfta kaldı. Homojen yapısını bozamadı. Çok kültürlülük yaşamı içerisine girmesine rağmen, bunu iyi yönetemedi. Neredeyse dünya birlikte yaşamayı öğrendi. Beraber yaşamanın tek yolu ise; başkasının konumuna, inancına, kültürüne, dini ve milli değerlerine saygı duymaktan geçer. Bu realitelerin global anlamda, dünya çapında hayata mal edilmesi lazım. Ancak yukuradı da dediğim gibi Avrupa’nın bu konuda karnesi oldukça zayıf.” Mertefe Bartınlıoğlu ifadelerinde dikkatleri, Avurapa’nın siyasi arenasında konuşulması gereken iki önemli mesele olan; ırkçılık ve İslam karşıtı konularına çekiyor. Breivik katliamının, Avrupa’da ilerleyen ırkçılık ko-

nusunda net bir örnek olduğuna parmak basan Bartınlıoğlu, Avrupa’nın, Norveç’te 77 kişinin ölümü ile sonuçlanan katliam sürecinden sonra hükümetin çok kültürlülüğe kucak açması gibi konuları kendisine örnek alması gerektiğine işaret ediyor. Bartınlıoğlu Avrupa’nın ayakta kalmasını; bünyesinde var olan ırkçılık problemini çözmesine ve çok kültürlülüğü hayata geçirmesine bağlıyor. NorveçTürkiye ilişkilerinin yakın zamanda çok iyi yerlere geleceğine inandığını belirten Bartınlıoğlu, Norveç’i, Avrupa’da kriz sonrası güçlü bir şekilde ayakta kalmış tek ülke olarak nitelendiriyor ve Avrupa’nın çok kültürlülüğe yelken açması konusunda, Türkiye’yi Avrupa’ya örnek ülke olarak gösteriyor.

İLAN YALVAÇ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDEN Dosya No:2011/225 Esas Davacý Veli Özkan tarafýndan davalý Poola Langkjaer aleyhine mahkememize açýlan boþanma davasýnda davalý Poola Langkjaer'e tebligat yapýlamamasý ve tüm aramalara raðmen bulunamamasý ve açýk adresinin tespit edilememesi sebebiyle ilanen tebligat yapýlmasýna karar verilmekle; Davalý, Danimarka Uyruklu Paola Erik Chiristianson ve Karen Lanaklar Christiansen kýzý, 22/06/1974 doðumlu POOLA LANGKJAER'in duruþma tarihi olan 29/01/2013 günü saat 09:10' da bizzat duruþmada hazýr bulunmasý veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesi, davalý duruþmada hazýr bulunmadýðý ya da duruþmada kendisini bir vekil ile temsil ettirmediði takdirde tahkikata ve yargýlamaya yokluðunda devam edileceði ve yokluðunda hüküm verileceði hususu dava dilekçesi yerine kain olmak üzere davalýya ilanen duyurulur. B: 3462


14 GÜNDEM

İDRİS GÜRSOY Hak ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR)

1Genel Başkanı Kemal Burkay, 1993’te

Turgut Özal’ın terörü bitirme çabaları sırasında Bekaa’daydı. Yurtiçinde ve yurtdışındaki bazı etkili odakların süreci nasıl baltaladığına bizzat şahit oldu. Özal’ın ölümünü duyunca ilk defa ‘zehirlenerek öldürüldü’ diyenlerden biriydi. 31 yıl sonra sürgünden Türkiye’ye dönerken yeni bir fırsat yakalandığına inanıyordu. Sorunun çözümüne katkıda bulunabilmek için geldi. Yargı vesayetini bitiren 2010’daki anayasa referandumuna destek verdi. Ergenekon davalarının önemini her fırsatta vurguladı. Oslo’dan sonra İmralı’da silahı bıraktırma görüşmelerinin sürdüğü bir sırada Paris’ten gelen üç suikast haberinin hemen ardından sorularımızı cevapladı. Yeni süreçte çıkabilecek engelleri anlattı. 76 yaşındaki Burkay, önemli Kürt aydın ve politikacılarından. PKK ile ayrışıyor. Şiddet ve teröre karşı. Kürt sorununun çözümüne ilişkin başından beri savunduğu fikirler var. Türkiye’ye gelişi bazı Kürt ve Türk çevreleri rahatsız etmiş. “PKK’nın silahları bırakması daha çok Kürtlerin üzerindeki baskıların kalkması için önemlidir.” diyor. -Özal’ın girişimleri ile 1993’te PKK silahları bırakıyor muydu? Bekaa’da neler yaşandı? Ben Bekaa’ya gittiğimde anlaşma sağlanmıştı. Celal Talabani’nin evinde Öcalan’la görüştük. Bir protokol imzalandı ertesi gün. Protokolde ateşkesin olumlu olduğu belirtiliyor, silahların susması için yapılması gerekenler sıralanıyordu. Kürt sorununun çözümü için yapılması gereken şeyler benim imzam ve Öcalan’ın imzası ile kamuoyuna yansıtıldı. Sonra ateşkesi uzatmak için yapılan ikinci basın toplantısı var nisanda. Birinci ateşkesten 1 ay sonra yine basın toplantısı yapıldı. Ahmet Türk ve Celal Talabani, çok sayıda gazeteci katıldı. Toplantıdan kısa süre sonra Özal öldürüldü. -Siz haberi ilk aldığınızda ‘zehirlenerek öldürüldü’ diyorsunuz. Benim de Celal Talabani’nin de tahminimiz oydu, zehirlenerek öldürüldü. Öcalan’la daha sonra telefonla görüştüğümüzde, ‘Adamı götürdüler’ dedi. O da öldürüldüğüne inanıyordu. Zaten Özal’ı öldürmek istiyorlardı. Belli ki derin devlet Özal’dan memnun değildi. Ama bardağı asıl taşıran Kürt sorunu konusundaki çıkışlarıydı. -Özal ne yaptı da bardağı taşırdı? Celal Talabani ve Mesut Barzani ile görüştü. Bir bakıma onlara diplomasinin yolunu açtı. Özal, PKK ile devam eden çatışmanın sürüp gitmeyeceğini, bunun çözüm olmadığını ilk fark eden devlet adamıydı. 90’lı yıllardaki siyasi cinayetlere, provokasyonlara rağmen siyasi bir çözüm arayışı vardı. Demirel, Çiller ve Yılmaz da sorunu siyasi adımlarla çözmek istedi; ancak onlar geri adım atmak zorunda kaldı. ‘Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ demişti Yılmaz ama sürdüremedi. Ordu baskındı, Kürt sorununda politikaları belirleyiciydi. Medyada Kürtlerle ilgili çıkacak haberler bile Genelkurmay’ın süzgecinden geçiyordu. Ama Özal daha cesurdu. Ve o, sorunun çözümü için adımlar atmaya cesaret etti. Özal’ın çatışmayı sona erdirmek, barışı getirmek için kafasında bir proje vardı. Çevresine

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

PKK’nın silah bırakması Kürtler için de çok gerekli

Barış için en çok çaba gösteren Kürt siyasetçilerden Kemal Burkay, son süreçten ümitli. Fakat hem devlet organlarına hem de örgüt tarafına önemli uyarıları var.

hissettirdi. Güneydeki Kürt liderlerle temas, Öcalan’la görüşme bu projenin parçasıydı. Talabani’ye ‘Bu adama söyleyin silahları bıraksın, bana bir fırsat versin, belli adımlar atacağım bu sorunu çözmek için’ demişti. Talabani de Öcalan’la iyi ilişkileri olan biriydi. Talabani Şam’da Öcalan’la konuştu ve onu ikna etti. Ateşkese cesaret etti. Öcalan orada Suriye denetimindeydi. Öcalan’ın yürüttüğü çatışma Suriye’nin çıkarınaydı. Suriye, Türkiye’ye karşı koz olarak kullanıyordu, pazarlık unsuru olarak kullanıyordu PKK’yı. Suriye’ye rağmen çatışmadan vazgeçmesi zordu ama Talabani bir şekilde ikna etti Öcalan’ı. Sonra ben Suriye’nin rahatsız olduğunu fark ettim. -Nasıl? Talabani’ye sordum ateşkesten sonra, ‘Suriye buna razı oldu mu?’ Bana verdiği cevap şuydu: ‘Acaba oldu mu?’ Suriye ne bekleyebilirdi? Kürtlerle Türk devleti arasındaki bu çatışma Suriye’nin sorunu Türkiye-Suriye arasında gerginlik sebebiydi. Dolayısıyla Suriye, PKK’nın silahları bırakmasını istemezdi. Basın toplantısından sonra Cemil Esed yemeğe davet etmişti. Talabani, Öcalan ve ben gittik. O akşam görüşemedik, ertesi güne kaldı. Ertesi gün ben ve Öcalan yemeğe kaldık. Cemil Esed ‘Bu iş ateşle barutla olur, barışla olmaz’ diye nutuk çekti. Anladım ki ateşkesten rahatsızlar. Cemil Esed, cumhurbaşkanının kardeşiydi. -İçeride bu süreçten rahatsız olanlar kimlerdi? Bence hükümet bile hazır değildi. Demirel hazır değildi. Nitekim sıkıştı hükümet. ‘Kürt sorunu çözülecek’ umutları çok yükseldi.

Türkiye’nin Avrupalı dostları da teşvik etti. ‘Bu sorunu çözün’ dediler, hükümet buna hazır değil, hangi adımları atacak, nasıl çözecek, dolayısıyla sıkıştı. Ve 33 asker olayı gerçekleşti. Daha çok militarist güçlerin, savaşa koşullanmış olanların işiydi. Militarizm öyle bir şeydir ki, dörtnala gidiyordu o dönemde. Dörtnala giden bir atın aniden dizginlerini çekerseniz, o at rahatsız olur. Üstündekini atar.

sürecini yaşadık. Ama bu derin yapı bir bakıma o yönü ile hâlâ temizlenmiş değil. Ameliyat yaparsınız ama içeride parça kalır, onun gibi bir şey hatta daha fazla. Derin devlet dediğimiz şey, uyuyan hücreleri ile devam ediyor. Ama darbe girişimlerinin boşa çıkartılması o kesimi zayıflattı, provokasyonlar yapmak kolay değil ama buna rağmen yapılabilir. Hâlâ korudukları mevziler vardır.

-33 er olayı ile Paris’teki suikastların benzer yönü var mı? Var tabii. 93’ten sonra da, ne zaman yumuşama oldu, diyalog kapıları aralandıysa, hükümetler ne zaman demokratik adımlar atmaya kalktıysa hemen arkasından bu tür provokatif eylemler geldi. Hatta AB üyelik sürecinde eylemler oldu. Belli ki barış karşıtı, demokrasi karşıtı olan statükocu güçler her zaman süreci baltalamak için provokatif eylemlere başvuruyor. Bunu o kadar çok yapmışlar ki, siyasetlerini bunun üstüne kurmuşlar.

-Nerede bu mevziler? Yurtdışında olabilir, yurtiçinde olabilir, Kandil’de olabilir. Derin devletin darbe ve provokasyon yapma gücü azaldı ama ‘tümden bitti’ diyemeyiz. Derin devletin PKK içindeki gücünü biliyoruz. Onları dağdan, Kandil’den alıp Silivri’ye koyamazsınız. Onlar eylemler yapabilir. Silvan’la başlayıp devam eden eylemler bir bakıma Ergenekoncular için umuda dönüştü. Ortalık gerilir, karışır, yangın yerine döner ve hükümet yıkılır, diye beklediler.

-Terör, çatışmaların sürdürülmesi bir siyaset diyorsunuz? 12 Mart, 12 Eylül gibi darbeler kontrgerilla, Ergenekon ve JİTEM gibi örgütlerin ortam hazırlamasıyla gerçekleşti. Bu örgütler sağdan soldan her tarafa sızdı, paravan örgütler kurdu. İşin kolayını bulmuşlar; bombalar atacaksın, provokasyonlar yapacaksın ortalık karışacak, ondan sonra o adımı önleyeceksin, korkutarak hükümete geri adım attıracak veya hükümeti devireceksin. 1960’tan beri bunu yaşadık. Neyse ki son yıllarda askerî darbe girişimleri önlendi, ordunun yasal sınırları içine çekilmesi

-KCK’ya bazı Ergenekoncu çevrelerin verdiği destek bu amaca mı yönelikti? KCK’dan bekledikleri rol de buydu. PKK silahlı eylemler yapacak, KCK bir yandan şehirlerde eylem yapacak hükümetten kurtulmak mümkün olacak. Karşı devrim diye görüyorlardı, kendileri için felaket olarak gördükleri AK Parti’den kurtulmak böyle mümkün olacaktı. -Siz Ergenekon ve derin yapılara dikkat çekiyorsunuz. BDP ve diğer bazı aydınlar bu örgütler ve eylemleri yokmuş gibi hareket ediyor? BDP’dekiler politika belirlemekte rahat


16 GÜNDEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

MEZARA KADAR GAZETECİ 28 Şubat’ta andıçlanan, yazılarına ve 32. Gün programına son verilen Mehmet Ali Birand, hiçbir zaman gazetecilik aşkından vazgeçmedi. Vefat ettiği ameliyattan hemen önce Posta’ya yazısını gönderen duayen gazeteci, Paris’te öldürülen PKK’lı kadınların cenazetörenini izlemek için Diyarbakır’a bilet bile almıştı. CEMAL A. KALYONCU Bir insanın hayatı bu kadar mı inişli çı-

1kışlı olabilirdi? Kaderi, sıkıntılı geçen bir

sürecin ardından onu zirveye taşıyor, o tepelerde çok geçmeden yine yerlerde süründürüyordu. Özellikle 90’lardaki sıkıntılı süreç, Türkiye’nin olduğu kadar Mehmet Ali Birand’ın hayatından da takip edilebilirdi. Gazetelerde yazıyor, ekranlarda programlar yapıyor, belgesellere imza atıyordu; ama Birand, 72 yıllık ömrünü, ona bu muameleyi reva görenler ile yakın çevresinin bilebileceği gelgitler arasında geçirmiş bir gazeteciydi. Can Dündar, “Birand-Bir Ömür, Ardına Bakmadan…” kitabında onun bu yıllarını “Davalar, mahkemeler, cezalar, tehditler, ölümler, ona heyecan veren ödülleri gölgede bırakmıştı.” diye kayıt altına almıştı. 1986’da “Emret Komutanım” kitabını basması ve 1988’de Abdullah Öcalan ile Bekaa’da görüşüp bunu Milliyet’te dizi halinde yayımlaması, onun için ‘çizik’ yediği sürecin başlangıcıydı. 28 Şubat’ın o kasvetli günlerinde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi 32. Gün programında ağırlaması, kendisini liberal demokrat tabir eden Birand’ın nefes almasını zorlaştıracak girişimler olarak algılanmıştı belirli çevrelerde. Belki de kalemi kırılmıştı. O hava Dündar’ın kitabına bakın nasıl sinmişti: “Bu kitap için görüştüğüm Mehmet Eymür’e göre, bahsi geçen sivil tetikçiler, o dönem resmi kişiler tarafından kullanılıyordu.”

Dündar soruyor: “Yani?” “Birand’ın öldürülmesi devlet katında alınmış bir karardı.” Yine Dündar’ın kaleminden aktaralım: “Mehmet Ağar da daha sonra, ‘Ölüm emrini kim verdi, kim durdurttu?’ diye soran Birand’a, ‘Bir gün anlatırım ama şunu bil ki hayatını bana borçlusun.’ cevabını verecekti.” Aslında kendisi de yıllar önce bunlara bir anlam veremediğini söylemişti bizlere: “Şu kadarını söyleyeyim. Hayatta kimsenin ayağına basmadım. Kimsenin pozisyonunu almadım. Kimsenin yerine geçmeye çalışmadım. Fakat sürekli olarak hep insanlar üstüme geldi. Siyasi otoriteler geldi... Sonra askerle anlaşmazlığım çıktı. Neden olduğunu, niçin olduğunu anlayamadım. Anlayamadım, çünkü benim söylediklerim, yaptıklarım son derece normal şeylerdi. Ben liberal bir demokrat insanım.” Peki, 17 Ocak günü saat 18.29’da bu dünyadan ayrılan gazeteci Mehmet Ali Birand’ı toplum nasıl olmuştu da böylesi geniş bir ilgiyle bağrına basmıştı. Her daim gülen yüzünden mi, korkmadan yaptığı gaflarından mı, yoksa kendisi olmaktan mı kaynaklanıyordu bu sahiplenme? Son dönemdeki çıkışları ile belki de darbelere karşı olan halkın vicdanına seslenmiş, onları gönülden fethetmişti. Ne mi demişti Birand? Büyük bir kesimin genlerinde darbecilik olduğunu, o kesim adına itiraf etmişti: “Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi. Komutanların üstünlüğünü sorgusuz kabul ederdik. Üniformaların pırıltısını yarı hayranlık, yarı korkuyla izlerdik. (…) Bütün darbeleri anlayışla karşıladık. Yardımcı olduk.” Birand, içinde ukde kalmış bir duyguyu dışa vurma ihtiyacı hissetmişti, yıllar sonra. İlk yazısına gelen tepkiler üzerine yeni bir yazı daha kaleme almış, orada da “Askeri darbeye iten, zorlayan daima laik kesim olmuştur.” de-

mişti. Laik kesim ayrımını yaptıktan sonra da yine bir itirafta bulunmuştu: “Hepimizin ortak bir hedefi vardı: Kendi kurduğumuz bir sistemi paylaşmamak.” Birand, devamında, “Demokrasi adına darbecilere ince ayar yaptırdık.” diyordu. Beklenen olmuş, bu yazılar üzerine ihanetle suçlanmış, yandaş damgasını yemişti. Ama “Bildiğim, içinde yaşadığım doğruları yazıyorum.” diyerek söylediklerinin arkasındaydı. “Böyle yetiştirildik.” diyor ve “Yalan mı bunlar?” diye de soruyordu. Söyledikleri önemliydi. Ömrünün son gününe kadar ‘merkez medyada’ hem de uzun yıllar gazetecilik yapmış birisiydi o. Mehmet Ali Birand ile 19 Aralık 1999 tarihinde görüşüp kendi anlatımından hayat hikâyesini Aksiyon için derlemiştik. Bin yıl süreceği varsayılan 28 Şubat’ın daha ikinci yılı olduğundan mı, yoksa andıçlanıp Sabah’tan kovulması ve üzerindeki baskıların devam ediyor olmasından mıydı bilemiyoruz, bizlere ailesinin Kürtlüğü ile ilgili bilgi vermemişti. Muhtemelen, zamanı gelmediğini düşünüyordu. Yıllar sonra bu bilgiyi de paylaşmaktan kaçınmamıştı. Peki, kimdi Birand?

Anne tarafı Kürt II. Abdülhamid’in Posta Nazırı İzzet Efendi, Arapkirli bir aileden Zehra Hanım’la evlenmiş; fakat çocukları olmamıştı. Zehra Hanım, çocuk hasretini gidermek için de kız kardeşinin kızı Fevziye’yi evlat edinmişti. Aile, Fevziye’ye Fransızca, ut vesaire dersleri aldırmak için de Mehmet Ali adında bir gençten talepte bulunmuştu. Manastır’da doğup altı yaşındayken ailesi Sırp komitacılar tarafından katledilmiş Mehmet Ali, komşusunun yardımıyla Selanik’e, oradan da İstanbul Darüşşafaka’ya teslim edilmiş, yıllar sonra Posta Telgraf İdaresi’nde memur olabilmişti. İşte bu Mehmet Ali, Fevziye ile evlendirilmiş, Posta Nazırı İzzet Efendi de sonraki yıllarda, Birand’ın çocukluğunun geçeceği Erenköy’deki konağı genç çifte hediye etmişti. Mehmet Ali-Fevziye çifti, doğan ilk çocuklarına bu yüzden İzzet ismini vermişti. Mehmet Ali Birand’ın da babası olan İzzet’in, daha sonra Fikret ve Vildan (Uzel) adlarında iki kardeşi daha olacaktı. Bugünkü adıyla Maliye ve Gümrük Bakanlığı diyebileceğimiz teşkilatın kaçakçılık şubesinin başında bulunan İzzet Birand, evlilik çağı geldiğinde de Mürüvvet (günlük hayatta Mürvet) Hanım’la birleştirmişti hayatını. Mürüvvet Hanım, aslında Kürt kökenli bir aileye mensuptu. Mehmet Ali Birand’ın dedesi Şerif Bey, şimdilerde Elazığ’a, o zamanlar ise Diyarbakır’a bağlı olan Palulu bir ailenin ferdiydi. Şerif Bey, askerliğini yaparken komutanı olan Enis Paşa tarafından Karadeniz Ereğlisi’ne getirilmiş, burada zengin bir ağa olan Mahmud Bey’in kızı Seniye Hanım’la evlenmişti. Bu evlilikten 1899’da Seyfettin, ondan yedi sene sonra Mürüvvet, aile İstanbul’a taşındıktan sonra da Şerefnur ve diplomat, büyükelçi, Barış Derneği Başkanlığı yaptığı için tutuklanacak olan Mahmut Dikerdem dünyaya gelmişti. Şerif Bey, İstanbul’da önce Kadıköy’de, sonra da Pera’da ikamet etmişti. Pera’da bir restoran açmış, sonra Mengenli Abdullah Efendi’yi işine ortak edip ardından da işi bütünüyle ona devretmişti. Meşhur Hacı Abdullah Lokantası böyle kurulmuştu. Eğlenmeye meraklı olan Şerif Bey, kalp krizinden vefat etmiş, ardından da ailenin sahip olduğu madenler az paraya devletleştirilmişti. Bu, aile için sıkıntılı sürecin başlaması

demekti. Mürüvvet Hanım, işte böyle bir ailenin ferdiydi. 1926’da evlenen Mürüvvet-İzzet çiftinin, 1934’te doğan Ural’dan sonra 9 Aralık 1941’de de adını Mehmet Ali verdikleri çocukları dünyaya gelmişti. İzzet Bey de kayınpederi gibi eğlenceye düşkündü. Bu yüzden Erenköy’deki konağın ağaçlar içindeki bahçesi Vasfı Rıza Zobu, Adile Naşit gibi tiyatrocuların her hafta toplanıp yemek yiyip eğlendiği bir yer gibiydi. Ama bu yıllar fazla sürmeyecekti. Babası 1943 senesinde 43 yaşındayken vefat ettiğinde, Mehmet Ali Birand, henüz iki yaşında bile değildi. Ailenin yükü, Birand’ın dayısı Mahmut Dikerdem’in gözetiminde annesi Mürüvvet Hanım’ın omuzlarındaydı artık. ‘İzzet Bey vazife başında öldü’ denerek Mürüvvet Hanım’a yüksek meblağdan emekli maaşı bağlanmıştı. Birand’ın çocukluğu da, kışın soba ile ısıtılan, zamanın şartlarında şehre uzak bu köşkte geçecekti. Fakat henüz yürümeye başladığı sırada, 1943 yılında ayağını kaynar suyun içine sokmasıyla onun için ızdıraplı yıllar başlayacaktı. Ameliyat üstüne ameliyat olması gerekmişti. Bundan önce de yine aynı sene içinde, Adapazarı’nda, akrabalarının yanında iken vuku bulan depremden son anda kurtarılmıştı küçük Mehmet Ali. Daha hayatının başında iki büyük tehlike atlatmıştı. Derken 1948’de Erenköy Zihnipaşa İlkokulu’na başladı. 1953 senesinde de dayısı Mahmut Dikerdem’in sayesinde, hayatının bundan sonraki döneminde hep etkisi olacak bir okula, Galatasaray Lisesi’ne kaydoldu. Hazırlık eğitimi dahil, 1957’de orta kısmı, bir yıl tekrarlarak da 1962 yılında liseyi bitirdi. Burada Semih Sohtorik, Asaf Savaş Akat, tiyatro sanatçısı ‘Atkafa’ Şevket (Altuğ), avukat Hüseyin Derin Yarsuvat, eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, diplomat Uluç Özülker, Mehmet Ulusoy, Barış Manço gibi pek çok arkadaşı olmuştu.

Galatasaray’dan Bâbıâli’ye O, Galatasaray’da öğrenci iken 27 Mayıs 1960 darbesine zemin hazırlanıyordu. Birand da, daha sonra ‘utanç’ duyacağı bir eylemin içinde, ‘Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?’ diyerek yürüyenlerin arasında yerini almıştı: “O gün yaptığım o bilinçsiz hareketten utandım. Ondan duyduğum utancı da Demikkırat Belgeseli’nin kapanış bölümünde söyledim.” 12 Mart 1971’de Süleyman Demirel Hükümeti’ne verilen muhtıra sürecinde yurtdışında olduğu için etkilenmeyen Birand, 12 Eylül 1980’de ise Barış Derneği Başkanı olan dayısı Mahmut Dikerdem’in hapse atılmasıyla karşılaşmıştı. 28 Şubat (1997) sürecinde ise ‘irticacı’ olmamasına rağmen ‘Postmodern Darbe’nin hedeflerinden biri olacaktı. Galatasaray Lisesi’nde ders dışı faaliyetlerde çok aktif olan Mehmet Ali, artık ne olmak istediğini de belirlemişti kafasında. Gazetecilikten başka bir şey düşünmüyordu: “Neden, niye bilmiyorum. Başkaları gibi olmak istemiyorum duygusu vardı bende. Hep farklı olmak, farklı bir şey yapmak istedim.” İlerleyen dönemlerinde bunu başaracaktı da Birand. Fotoğrafçılık, tiyatro, kültür sanat ve nihayet okulun dergisini de çıkaran Neşriyat Kulübü’ne girdi. Galatasaray’ın dergisini çıkarmaya başlayınca ‘Baba’ lakabının yanında, arkadaşlarına iş verdiği için ‘patron’ olarak da anılır olmuştu. O dergi Birand’ın Bâbıâli’ye girişini kolaylaştıran bir basamaktı

aslında. Dergi sayesinde Milliyet’le, dolayısıyla kendisi de Galatasaray mezunu olan Abdi İpekçi ile tanışmıştı. Liseden sonra sınavsız ve en kolay girildiği için İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi Bölümü’ne girer. Burada, sonradan solun en azılı gençlik liderlerinin de çıkacağı Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT)’na dahil olur. Onu davet eden, teşkilatın dış ilişkiler komisyonundaki okul arkadaşı Rıza Türmen’dir. Bu şekilde yurtdışına çıkma imkânları da elde eder. Fakat parasızlık burada da karşısına çıkar. Annesinin parası yetmeyince üniversite eğitimini bırakmak zorunda kalır. Ama bu kararından hiçbir zaman pişmanlık duymayacaktır.

Koç’tan ‘Lastik pazarla’ teklifi Birand, hayatı boyunca birkaç kişinin çok yardımını görür. Aile dostları Kenan İnal, Vehbi Koç, Abdi İpekçi, Mahmut Dikerdem bunların başında gelmektedir. Ford’un ithalat biriminin başında olan İnal, Birand’ın para kazanması gerektiği bu dönemde Vehbi Koç’a gider. Durumu anlatır. Koç Grubu da 1963’te, Uniroyal lastiklerinin Türkiye pazarına satışına hazırlandığından satış elemanı aramaktadır: “Vehbi Bey bana ‘Lastik satar mısın?’ dedi. Lastik satmak deyince benim aklımda sırtına lastik alıp hamal gibi satmak düşüncesi var. Hiç aklımdan geçmediği için ‘Hayır’ dedim. ‘Peki, bugün bir iş yapmak istersen ne yaparsın?’ dedi. ‘Gazetecilik’ dedim. ‘Peki, sana gazetecilik teklif eden var mı?’ ‘Abdi İpekçi ile konuşuyorum. İpekçi gel bizde çalış diyor.’ dedim. ‘Hı, çok mu istiyorsun?’ dedi. ‘Evet’ dedim, ‘Ama mecburum, sizde çalışmayı çok istiyorum.’ ‘İyi, peki.’ dedi, ‘Sen git, ben bir düşüneyim.” İnal, önceden durumu anlatmıştır Vehbi Bey’e. Dolayısıyla ayağından ameliyat olması ve İngilizceyi öğrenmesi için Londra’ya göndermeye karar verir onu Vehbi Koç. Ama Birand, gitmeden önce, İpekçi’ye de uğrar. Londra’dan haber isteyip istemediğini sorar. İsteği kabul görmüştür. Londra’dan mektupla gazeteye ulaştırdığı haberlerin bir kısmı yayımlanmaya başlayınca Birand’ın heyecanı daha da artar. 1964’te Londra macerasını tamamlayıp yurda dönünce önce İpekçi, ardından Koç’la görüşür. Vehbi Bey de gazetecilik aşkını gözlerinden okumuş olacak ki onu ‘Sen al, gazeteciliği istiyor.’ diyerek Abdi İpekçi’ye yönlendirir: “Ben Uniroyal’e girseydim zengin olurdum. Düşünüyorum da kaçmış en büyük fırsatlarımdan biridir bu!” Milliyet’te Adnan Tahir’in yanında, o ayrılınca da Yener Süsoy’la bir yıl kadar sanat servisinde sayfa sekreterliği ile başlar işe. Ama ‘sekiz sütunluk sayfaya oniki sütunluk başlıklar’ verince alaya alınır serviste. İpekçi, ‘Yapamıyorsun’ diyerek gazetenin halkla ilişkiler bölümünde görevlendirir onu. Orası da tatmin etmemektedir onu. İpekçi, ümidi kesmek üzere iken son bir şans daha, Sami Kohen’in başında bulunduğu, Milliyet’in Dış Haberler bölümünde görev verir ona. Birand, Kohen’in yanında ‘kendini bulacaktır.’ -Vehbi Koç’a borcunuzu ödediniz mi daha sonra? “Sonra dostluğumla çok ödedim. Söylemiştir de Vehbi Bey. ‘İyi ki seni almadım.’ dedi, ‘Çünkü gazetecilikte o kadar ilerledin ki. Senin yazdığın yazılar, zaman zaman ziyaret edip benimle yaptığın konuşmalar, bana, senin, Uuniroyal’e vereceğin hizmetten çok daha fazla yarar sağladı.”


15 GÜNDEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

-Görüşmeleri MİT yapıyor? Geçmişe oranla bu hükümetin MİT’e denetimi var, MİT bir parça sivilleşti. İkincisi askerî vesayet geriletildi, darbe girişimleri boşa çıkarıldı. Öcalan daha önce askerî bürokrasinin etkisindeydi, ama sonra oradan uzaklaştı. Yani sivil otorite güç kazandıkça Öcalan da hesaplarını yeniledi, görüş açısını değiştirdi. Öcalan’ın 2011’den sonra silaha gerek yok demesi bir rastlantı değil, bu güçler dengesindeki değişimin sonucuydu. Son tavrı da bunu gösteriyor. Hükümetle çözebileceğini sanıyor. -İmralı sürecinde yöntemi nasıl buluyorsunuz? Müthiş bir bilgi bombardımanı var? Nelere dikkat edilmeli? Hükümet de el yordamı ile yürüyor. Oslo’da gizli götürdü görüşmeleri, deşifre olunca bu sefer kamuoyu önünde yapıyor. Kamuoyunu bilgilendirmeleri yanlış değil, kamuoyunu hazırlamaları lazım. Ama şu anda kamuoyuna verilmiş bilgi yok. Kulaklara fısıldanan şeyler var. Biz PKK’ya silah bıraktırmaya çalışıyoruz, diyorlar. CHP ve MHP’den sert eleştiri gelince geri adım atıyorlar. PKK silahları bırakacaksa, neden bıraksın? Dağdakiler gelip hapse girecekse neden gelsinler? PKK silah bırakacaksa bu çok önemlidir. Dönüm noktası demektir, böyle bir aşamada af da çıkarırsınız. Türkiye barışa ve demokrasiye ulaşacaktır. PKK’nın bunu yapması için ona göre dil kullanacak ve ikna edeceksiniz. Silahı bırak sana bir şey yok derseniz, silahı bırakmaz bu kadar açık. Güven verici adımlar kadar Kürt ve Türk kamuoyunun da kazanılması önemli. Türkler şuna ikna olmalı, bu soruna çözüm bulmamız lazım; Kürtler ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarılmalı, eşit vatandaş olduklarına inanmalılar. Yöntemi belli, dünyanın her yerinde var.

değil. Genellikle Öcalan’ın direktiflerine göre yürüyorlar. “İrademiz Öcalan’dır” dediler, bu yanlış. BDP legal bir parti gibi davranmalı, yasal kitlesel bir parti, politikalarını kendisi belirlemeli. PKK’nın silahlı gücü vesayetin başlıca nedenidir. Silahlar susmadıkça, PKK silah bırakmadıkça BDP’nin hatta diğer Kürt hareketlerinin özgürce politika yapması güçtür. Bizzat BDP’nin özgürce siyaset yapması güçtür. Hükümet partisi bile o bölgede rahat değil. Yöneticiler kaçırılıyor, bizim örgütlenmemiz rahat değil. Ben geldiğimde PKK neden linç kampanyası açtı? -Neden? Çünkü kendisinin dışında farklı bir ses istemiyor. Tâbi olacaksınız onlara, direktiflere evet diyeceksiniz, kim olursanız olun parti başkanı, il başkanı... Böyle demokrasi olmaz, siyasi çalışma olmaz. PKK’nın silah bırakması Kürtler için de çok gerekli, Kürt hareketinin siyasallaşması için çok önemli. Mevcut siyasi partilerin rahat çalışması için önemli. Silahta ısrar etmenin ne Kürt ne de Türk halkına bir yararı var; ama bunu bazıları istiyor. -Kim istiyor? Ergenekoncular, statükocular derin güçler... Onlar silahlar olsun, çatışma olsun, bombalar patlasın belki bundan bize ekmek çıkar diye düşünüyorlar. -‘93’te PKK’nın silah bırakmasından Suriye

rahatsızdı’ dediniz. Bugünkü süreçten rahatsız olan ülkeler var mı? PKK’ya karşı süreç içinde Suriye ve İran’ın tutumları değişebiliyor. Bir dönem geldi PKK’yı himaye eden Suriye, Öcalan ve PKK’yı sınır dışı etti. İran’ın ilişkileri PKK ile koptu, PJAK’la savaşmaya başladı. Suriye’de durum değişince PDY’yi çağırdı, inisiyatifler verdi. İran’la PKK anlaştı, PJAK çekildi. PKK bu sefer İran’dan destek görmeye başladı. Dün savaşıyordu, bugün destek veriyor. Ortadoğu böyle bir yer, dostlar bir anda düşman hâline geliyor. Burada siyaset kolay bir iş değil. Türkiye her şeye rağmen kendi sorununu çözüp Kürtlerle barışmalıdır. -PKK kurucularından Sakine Cansız’ın öldürülmesinde mesaj kimeydi? Sakine’yi tanıyorum, ama son tavrı neydi bilmiyorum. Daha çok Öcalan yanlısı çizgide olduğu söyleniyor, bir iç infaz mı, barış karşıtlarının işi mi bilemiyorum. Yalnız şu denebilir, belli ki, bu süreci engellemek isteyenler faal. Bu eylem, PKK içinde ve dışında diyalogdan kim rahatsız oluyorsa onların eseridir. -PKK içinde görüş ayrılığı iç çatışmaya dönüşür mü? Bir kısmı belki silahların susmasını destekliyor bir kısmı desteklemiyor, çünkü bazıları daha baştan ‘bizi kandırmak istiyorlar’ dedi. Duran Kalkan, ‘Silahları bırakınca ne olacak?’ dedi. Şimdi

daha Öcalan’ın ne yapmak istediği tam anlaşılmadan onun mesajı kendisine tam ulaşmadan bu tavır çok ilginç. Daha işin başında yolu kapama girişimidir bu. Silah bırakmaya karşı kapıları kapama çabasıdır. PKK’nın içinde başkaları da olabilir. Fehman Hüseyin’in Suriye’nin adamı olduğu söyleniyor. Suriye yönetimi ile sıkı bağları varsa o da yapmak ister bunu. PKK’nın içinde herkes aynı şekilde düşünmüyor, öyle anlaşılıyor. -Tek muhatap olarak Öcalan’ın alınması örgüt içinde rahatsızlığa mı sebep oldu? Oslo başarısız olunca Öcalan’a yöneldi hükümet. Kandil’dekiler süreci sabote etti. Örgüt üzerinde en etkili isim Öcalan. Kimse örgüt üzerinde onun kadar etkili değil; ama herkes Öcalan gibi düşünüyor diyemeyiz. Herkesin gönül rahatlığı ile bu süreci kabul ettiği anlamına gelmez. Mesela yine PKK içinden bazıları, ‘başkanımız oradan çıksın’ diyor. Bunun hemen olamayacağını bilir insanlar. Bu suyu yokuşa sürmektir. Süreç işler, hükümet güvendirici adımlar atar, PKK silah bırakırsa Öcalan’ın durumu da, siyasi af da gündeme gelir. O zaman doğal olarak yeni bir sayfa açılır ama bir anda olmaz. Yani bir girişime karşı yapılacak şey hemen ‘bizi kandırmak istiyorlar’ veya ‘Öcalan özgürlüğe kavuşsun’ gibi toptancı tutumlar olmamalıdır. Eğer gerçekten çözüm istiyorsanız siz de kendi önerilerinizi getirirsiniz, makul şekilde tabii.

-Nasıl? Bir yandan PKK’ya silah bıraktırmak diğer taraftan Kürt sorununu çözmek gerekir. Amaç silahların bıraktırılması ise silahlar PKK’nın elinde, doğal olarak PKK ile görüşülür ama Kürt sorunu ile PKK aynı şey değil. Kürt sorunu PKK’dan önce de vardı. Kürt sorunu çözülmezse PKK’sız devam edecek. Sorun çözülecekse silahların da susması lazım. PKK da Kürt sorununun bir parçasına dönüştü. Kürt sorunu PKK’yı oluşturdu. Halk yoruldu, Türkler ve Kürtler silahların susmasını ve Kürt sorununun çözülmesini istiyor. Farkında olan politikacılar da var, farkında olmayanlar da. Mesela MHP’ye göre Kürt sorunu yok. CHP, Kürt sorunu var dese de yarım ağız söylüyor, projesi yok. AK Parti belli söylemler geliştirdi ama onun da kapsamlı bir projesi yok. Silahlar sorunun çözümüne engeldir. Silahlar bırakılınca çözüm için gerçekçi, kapsamlı projelere ihtiyaç var, işin bu tarafına gelince toplum hâlâ bunu aşamıyor. Ne yapsak da Kürtleri ikna etsek? Eşitlik temelli bir çözüm olmalı. Ben federatif çözüm diyorum, iki devletli demiyorum. Palyatif tedbirlerle çözmeye çalışmaktan kurtulmak lazım. -Fethullah Gülen’in ‘sulhta hayır vardır’ mesajını nasıl yorumladınız? Son derece olumlu buluyorum. Hem Türkler hem de Kürtler eski ezberlerden kurtulmalı. Önyargıları kırmakta bize görev düşüyor. Ortak yol bulmalıyız, birlikte eşit ilkelerle yaşamalıyız. Kardeşçe yaşamı birlikte örgütlemeliyiz. Her iki halk barış içinde yaşar, Türkiye hızla gelişir, tahmin edemeyeceğimiz kadar bir sinerji ortaya çıkar.

Yurtdışında olabilir, yurtiçinde olabilir, Kandil’de olabilir. Derin devletin darbe ve provokasyon yapma gücü azaldı ama ‘tümden bitti’ diyemeyiz. Derin devletin PKK içindeki gücünü biliyoruz. Onları dağdan, Kandil’den alıp Silivri’ye koyamazsınız.


23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN F O TO : S EBA HA T T İ N Ç EL EBİ

17 GÜNDEM

O, Galatasaray’da öğrenci iken 27 Mayıs 1960 darbesine zemin hazırlanıyordu. Birand da, daha sonra ‘utanç’ duyacağı bir eylemin içinde, ‘Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?’ diyerek yürüyenlerin arasında yerini almıştı: “O gün yaptığım o bilinçsiz hareketten utandım. Ondan duyduğum utancı da Demikkırat Belgeseli’nin kapanış bölümünde söyledim.”


18 GÜNDEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Krizler hep ona yaradı Detaylarına giremediğimiz başka hadiseler de başına gelir Birand’ın. Hayatında bir yıl her şey iyi giderken sonraki yıl birden kötüleştiği hadiseler yaşar o ana kadar ve ondan sonraki yıllarında: “Milliyet Dış Haberler’de her şey gayet iyi gitmeye başladı. Benim için dönüm noktası… NATO genç gazetecileri davet ederdi, brifingler vermek için. Yunanistan ile meşhur 67 krizi çıkmıştı. Akşam gideceğim, Abdi Bey’le tam yazı işlerinin önünde karşılaştım. ‘Hayrola ne yapıyorsun?’ dedi. ‘Brüksel’e gidiyorum, NATO’ya’ dedim. ‘Bu krizin ortasında Brüksel’e gidilir mi?’ dedi. ‘Ne yapayım?’ dedim. ‘Atina’ya git.’ dedi. O karşılaşma benim hayatımı değiştirdi. Atina’ya gittim. Oradan ‘müttthişşş’ iyi haberler geçtim. Şansım vardı. Bana Atina çok yaramıştır.” Birand, artık pek çok manşet çıkarır. Abdi İpekçi, gazetedeki Durum köşesinde ondan bahseder. Birand, hayatında ikinci bir şansı 1974’teki Kıbrıs krizinde yakalar. Bir iş için geldiği sırada kazara yazı işlerinde iken Ada’ya çıkarma başlar. Birand da kalıp yazı işlerine yardım eder. Kriz bitince Cenevre Konferansı başlar. İpekçi yine onu gönderir. Birand orada da çok iyi bir performans gösterir. Uluslararası kriz dönemleri ona yarar hep. Bu dönemlerde olay mahalline gider. Çok iyi işler çıkarır. İlk günkü gibi bir heyecanla haberler yapar: “Abdi İpekçi’nin bana tanıdığı şansla geldim buralara.” Birand, 1971 senesine gelindiğinde, kendisi için önemli bir karara daha imza atar; Milliyet’in o zamanlar patronu olan Ercüment Karacan’ın üvey kızı (Cemile Garan’ın Ferit Güngören ile evliliğinden) Cemre Güngören ile evlenir. Nikah şahitlerinden biri, yanlışlıkla da olsa 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün olur. Aslında bu evliliğin zamanlaması pek iyi değildir. Zira o zamanlar Cemile Hanım’dan kavgalı bir şekilde ayrılmış olan Ercüment Karacan eski eşi ile ilişkisi bulunan herkesten nefret etmektedir: “Benim de kızı ile evlenme aşamasına geldiğimi duyunca benden de nefret etmeye başladı.” Birand’ın imdadına yine İpekçi yetişir. Onu, Brüksel bürosunun kurulması için Avrupa’ya gönderir. Böylece, 1977 yılında Umur adını verecekleri bir çocukları olan CemreMehmet Ali çiftinin Türkiye’den uzak Brüksel macerası başlar. Yeteri kadar övmeyince… Brüksel’de iken zaman zaman geldiği Türkiye’de İpekçi’nin görevlendirmeleri ile yıldızını parlatacak haberlere imza atar. Birand, doğru zamanda doğru yerde bulunmasının faydalarını görür. Yakından izlediği olayları, üzerinden fazla geçmeden kitaba da dönüştürür. 1976’da çıkan ve Rumcaya da çevrilen “30 Sıcak Gün”, Kıbrıs Harekâtı’nın perde arkasını anlatır. “Diyet” ile ise Türkiye’nin harekat sonrasında dış ilişkilerini ele almaktadır. 1978’de çıkardığı “Bir Pazar Hikayesi” ile Birand, bugün adı Avrupa Birliği olan süreci ele alır. “12 Eylül 04.00” ile “Apo ve PKK” kitaplarına da imza atar. Birand’ın asıl gürültü koparan kitabı “Emret Komutanım” olur. 1986’da çıkardığı kitap, askeri eleştiren değil, yeteri kadar övmeyen bir kitaptır. Aslında askerlerle de Brüksel’de başlayan sıcak bir ilişkisi vardır onun: “NATO’da askerî konularla ilgilenen tek bendim. Hepsi tanıdığım, sevdiğim insanlardı. Bütün gürültü ‘Emret Komutanım’ kitabından sonra koptu. Emret Komutanım, o güne kadar alışılmış övme kitabı olarak beklenirken, yeteri kadar övmeyen bir kitap olarak çıkmıştı.” Küçükken ayağını kaynar suyun içine daldırması sonucu dizi bükülmediğinden askerliğini yapamayan Birand, tanınmaya başladığı dönemde de askerlerin şimşeklerini üzerine çekecektir böylece. Gerçek şu ki Birand, bu kitapla ‘uyandığını’ itiraf edecektir seneler sonra: “Asker’in siyaset dışına çıkması gerektiğini söylediğim yazılara o zaman başladım ve başıma gelmeyen kalmadı.” Birand gazetecilik okulu! Televizyon bu işi daha da hızlandırır. 1985’te başladığı 32. Gün ve belgeseller işin

tuzu biberi olur. Kendisine belgesel konuları olarak 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi darbe süreçlerini seçer öncelikle. Aslında televizyon Birand’ın kafasında Brüksel’e gittiği 1971’den itibaren vardır. Ama tek kanallı Türkiye’de onun ekranla buluşması 1985 yılını bulacaktır. Daha önce Avrupa’da iken BBC radyosuna yaptığı yorum ve haberler, onun komplike olayları basitleştirerek anlatma yönünü kuvvetlendirmiştir. Bu yönüyle yanında çalıştırdığı Can Dündar’dan Cüneyt Özdemir’e, Mithat Bereket’ten Deniz Arman’a kadar pek çok kişiyi etkiler. Özellikle 32. Gün, Türk televizyonculuk tarihinde bir ekol olarak yerini alır. Buna rağmen Birand, yanında çalışanların anlattığına göre, eleştiriye gerçek manada açık bir kişilik sergilemiştir her daim. Bunun içindir ki “Birlikte çalıştığım insanlara belki bir-

çok şeyler verdim ama onlar bana daha çok şey verdiler.” diyebilmiştir. 32. Gün’de, o güne kadar Türk halkının alışık olmadığı konuları, isimleri ekrana taşır. François Mitterand’dan Ürdün Kralı Hüseyin’e, eski Irak lideri Saddam Hüseyin’den Rusya Federasyonu eski başkanı Gorbachov ve Yeltsin’e kadar sayısız dünya liderini Türk halkının evlerine getirmeyi başarır. Televizyon Birand’ı Türkiye’ye mal eder. Birand, programı Brüksel’den gelip giderek yaparken, 20 yılın sonunda, 1991’de, Türkiye’ye dönme kararı alır. Ancak yakın çevresi, sonraki süreçlerde başına gelecekler konusunda kendisini uyarmıştır: “Ne diye kendini o iğneli fıçının içine atacaksın dendi. Ama benim için ideal, Avrupa’da yaşamak değildi. Ya bütün hayatım boyunca dışarıda kalacaktım ya da malımı sattığım kendi ülkeme gelip yeni bir

başlangıç yapacaktım. Bütün riskleri göze alıp geldim.” 1990’lı yıllar böylece başlamış olur onun için de. Birand, Türkiye’ye döndüğünde hayatında hızlı değişimler olur. Önce uzun yıllar yazdığı Milliyet’ten ayrılıp Sabah’a geçer. 32. Gün’ü de yeni kurulmakta olan Show TV’ye taşır. Bundan sonraki gelişmeler, yakınlarının haklı çıkacağına işaret eden gelişmelerdir. 1988’deki Öcalan röportajı sebebiyle zaten mimlenmiştir. Ancak devletin bugün geldiği noktaya Birand 1987’deki yazısıyla işaret etmiştir: “Kürt sorununu askerî harekatla çözemeyiz.” 28 Şubat’ta andıçlandı Mehmet Ali Birand, Kürt meselesinde resmî ideoloji ve söyleme karşı çıkması nedeniyle hedefe konduğu düşüncesindeydi. Çünkü Birand’ın söylemi ve yazılarında işlediği, 1990’lı yıllardaki güvenlik politikalarının tam zıddıydı. Bunu da kendini anlattığı bir yazısında şöyle not etmişti: “Hem o dönemlerdeki PKK terörünün artması nedeniyle esen fırtınaların arasında kaldım hem de devlet politikalarına muhalif yaklaşımım bana pahalıya mal oldu. Yıllar sonra farkına vardım ki TRT’de açılan davalarda dahi asker parmağı varmış. Yıllarca, ardı ardına gelen mahkemelerle mücadele ettim. Çok yorucu ve üzücü dönemlerden geçtim.” ‘Haso Yahudi dönmeliğinden’ Ermeniliğe kadar çeşitli isnatlara maruz kalan Birand, “Bana Ermeni p... de dediler. Aile ağacımda bildiğim kadarı ile Ermeni yok.” diyeceği süreçler de geçirir. 1997’de meşhur andıç olayı, Cengiz Çandar ile birlikte kendisine karşı yapılır. PKK’nın iki numaralı adamı Şemdin Sakık güya ifadesinde, Cengiz Çandar ile Birand’ı PKK’nın ‘gönüllü destekçileri’ arasında saymış, bu olay başta kendi gazetesi Sabah olmak üzere Birand’ın aleyhine kullanılmıştı: “Bir gün kendi gazetemi açıp okuduğum zaman dehşete düştüm.” Sürecin sonunda Sabah Genel Yayın Yönetmeni, “Kusura bakma, artık seni taşıyamıyoruz.” diyecek, Shov TV’deki programı da durdurulacaktı. Birand, bu yüzden yaşadıklarını bir yazısında şöyle dile getirmişti: “Asker, Kürt sorunuyla ilgili tutumumdan dolayı beni cezalandırmıştı. Hayatımda hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim.” Birand, 28 Şubat sürecinde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ekrana çıkararak da dikkatleri üzerine çekmişti. Daha sonraki süreçlerde Türk okulları ile Türkçe Olimpiyatları’na da önyargısız yaklaşan bir isim olacaktı. Aslında Birand, “Yaptıklarım normal şeylerdi.” demesine rağmen, bunları başka birisine yaptırmayacaklarının da farkındaydı. Geçmişteki başarıları yüzünden ‘tolere’ edildiğini düşünüyordu nedense. Ona göre Brüksel’den dönüş yapmasa idi ‘yolunu kaybetmiş zavallı bir demokrat’ olarak görülecek, fakat bütün bunları yaşamayacaktı. Diyarbakır’a gidecekti Aydın Doğan, 28 Şubat sürecinde CNN Türk’ün kuruluşunda ona destek verdi, Posta’da da yazmasının yolunu açtı. Uğur Dündar yönetiminde andıçlandığı Kanal D’nin gün geldi başına geçti. Çevik Bir’le CNN Türk’te yaptığı röportajı, 28 Şubat’la hesaplaşması için yeterli gördü: “Ben şunu yapmadım: ‘Ey Çevik Bir, deniyor ki sen bana şey yapmışsın, şimdi ben sana ödeteceğim!’ Çevik Bir gelip yarım saat karşımda dikildi, yeterdi zaten.” CHP’den ve Turgut Özal’dan siyasete girmesi teklifi alan, haber uğruna ailesiyle ilgilenememesi içinde ukde kalan, bu açığını torunu Umberto Ali’ye yoğunlaşarak kapatmaya çalışan Birand, yakalandığı amansız hastalığı atlattıktan sonra da herkesten dua isteyen birisiydi. Ağaçlar ayakta ölür misali, son güne kadar gazetecilik yapan, ameliyata girmeden önce Posta’ya yazısını gönderen, Paris’te öldürülen PKK’lı kadınların cenaze törenini izlemek için Diyarbakır’a bilet alan Mehmet Ali Birand, hırsı, çalışkanlığı, girişkenliği ve yeteneğini mezcettiği bir gazetecilik hayatı ile de önemli bir miras bıraktı Türk basınına.


19 GÜNDEM Cuntanın mahkûmiyet delilleri

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Balyoz darbe planı davasında söz yüksek yargıda. Karar hakkındaki dezenformasyon faaliyetleri hız kesmiyor. Oysa sanıkların kabul ettiği deliller bile mahkûmiyet için yetecek nitelikte. Seminere katılan 162 askerden 47’si sanık olmuştu.

BÜŞRA ERDAL Balyoz darbe planı davasında ilk

1perde, mahkemenin gerekçeli ka-

Gölcük belgeleri bir noktayı daha aydınlattı. Bu geniş bir plandı ve aşamaları vardı. 11 no.lu CD’de bulunan Oraj planının devamı Gölcük’te çıkmıştı. Yine Gölcük’te çıkan bir belgede, ‘İhtimal belgeleri üzerinde çalışmaya devam edildiği’ yazıyordu.

rarını açıklamasıyla kapandı. Bundan sonrası yüksek yargının işi. İlk olarak Yargıtay Başsavcılığı, Balyoz dosyasını inceleyip temyiz doğrultusunda bozulması ya da bozulmaması konusunda görüş bildirecek. Daha sonra örgütlü ve devletin güvenliğine ilişkin suçlara bakan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 325 sanık hakkında mahkûmiyet verilen Balyoz darbe planı davasıyla ilgili kararını verecek. Önümüzdeki aylar içinde yaşanacak bu gelişmeleri beklerken en önemli aşamalardan biri gerçekleşti yani mahkeme gerekçeli kararını açıkladı. Bu kararda, yargı sürecinde gündeme gelen tüm tartışmalar hukuk açısından değerlendiriliyor, delillere ilişkin önemli tespitlerde bulunuluyor. 20 Ocak 2010’da Taraf’ın yayımladığı Balyoz darbe planı, Gölcük Donanma Komutanlığı’nda çıkan belgeler ve Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen planlar bir bütünlük içinde değerlendiriliyor. Seminer kayıtları, asılları Genelkurmay’da bulunan Gölcük ve Eskişehir belgeleri, sanıkların mahkemedeki tutumu, savunma çelişkileri, sahte dijital belge iddiaları tek tek anlatılmış. 3 ayrı iddianamenin birleşmesi ile oluşan 365 sanıklı dava dosyası yeni baştan yazılmış âdeta. Balyoz darbe planı, 20 Ocak 2010’da Taraf gazetesinin haberiyle ortaya çıktı. O dönem sivil toplum kuruluşlarının suç duyurusu ve İstanbul özel yetkili savcılarının harekete geçmesiyle Balyoz soruşturması başladı. Emekli Orgeneral Çetin Doğan başta olmak üzere 365 kişi hakkında 3 ayrı iddianame hazırlandı. Sanıklar hakkında, eski 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 147’nci maddesine göre, ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ortadan kaldırmak’ suçuna teşebbüsten iddianame hazırlandı. İddianamede suç yeri, ‘1. Ordu Komutanlığı merkezli Türkiye geneli’ şeklinde yazıldı. Silivri’deki 21 aylık yargılama sonucunda 21 Eylül 2012’de karar çıktı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 365 sanığa 13 ile 20 yıl arasında çeşitli hapis cezaları verdi. Bundan yaklaşık 3,5 ay sonra da Balyoz davasının gerekçeli kararı açıklandı. Kararda en çok merak edilen delillere ilişkin yapılacak değerlendirme idi. Aslında genel olarak, sanıkların mahkûmiyet gerekçeleri. Mahkeme, bu konuya yaklaşık 100 sayfalık bir bölüm ayırdı. Burada davaya ilişkin soru işaretleri ve niçin mahkûmiyet cezası verildiği ayrıntılarıyla ve delilleriyle anlatılıyor. Delillerin hukuki boyutu irdeleniyor, Ama öncelikle Balyoz’u planlayanlar kimler ve hangi amaçla bu plana girişildi sorusunun cevabı: BALYOZ’U PLANLAYAN DOĞAN CUNTASI: Mahkeme ilk olarak, darbe planlayan yapının adını koymakla işe başlıyor: Çetin Doğan liderliğindeki cunta. Gerekçeli karara göre, b u

cunta, 2002 yılında Türkiye’de oluşan politik yapı dolayısıyla ve 3 Kasım 2002 seçimiyle AK Parti’nin iktidara geleceği belli olunca harekete geçiyor. Seçimler öncesinden başlanarak, demokratik usullerle iş başına gelen yürütme organını idareden uzaklaştırma amacıyla sanık Çetin Doğan liderliğinde, 1. Ordu merkezli bir cunta yapılanması kuruluyor. Plana göre, darbenin jandarma kuvvetleri vasıtası ile tüm yurdu kapsaması sağlanacak. Ankara’daki kuvvet komutanlıklarının ve harekâta karşı olanların kontrol altına alınması için planlar yapılıyor. Düşünce aşamasından çıkıp icraya başlanıyor, hazırlıklar yapılıyor. Cunta yapılanması darbeyi gerçekleştirebilecek elverişliliğe ulaşıyor. Suçun icrası için elverişli araç gereç ve personelle icra hareketlerini gerçekleştirmeye başlıyor. Ancak Çetin Doğan’ın önce kalp ameliyatı olması ve ardından Ağustos 2003’te emekliye sevk edilmesi ve yine aynı ay bazı sanıkların görev yerlerinin değişmesiyle darbe yapılamıyor. Dönemin Genelkurmay Karargâhı da darbeyi engellemek için çaba gösteriyor. SANIKLARI MAHKÛM ETTIREN DELILLER: Gerekçeli karar, temel olarak ilk önce 19 CD ve 2 bin 229 sayfalık Balyoz darbe planı ve eklerini delil kabul ediyor. Bunlar arasında 11, 16 ve 17 no.lu CD’lerde Balyoz harekât planı, Oraj ve Suga harekât planları ile Çarşaf ve Sakal eylem planları var. Ayrıca, darbe sırasında görevlendirilecek subaylara, tutuklanacak kişilere dair fişlemeler, el konulacak yerlerin listeleri de bulunuyor. Sanıklar, bu 3 CD’nin sahte olduğunu iddia edip diğer 16’sının doğru olduğunu kabul etti. Bu CD’lere dair sahteliği ise belgelerdeki ‘zamanlama çelişkileri ve 2003’ten sonraki güncel Windows yazılımı ile kaydedilmiş’ olmakla açıkladılar. Mahkeme ise, sanıkların kabul ettiği 16 CD’nin de suç delili olduğunu ve diğer 3 delildeki planları, belgeleri doğruladığını, tamamladığını söylüyor. GÖLCÜK’TE ÇIKAN DOKÜMANLAR TEYIT ETTI: Gerekçeli kararda vurgulanan konulardan biri Balyoz’un süreklilik arz eden, çeşitli aşamalardan oluşan bir darbe planı olduğu. Buna göre, gazeteci Mehmet Baransu’nun valizle savcılığa teslim ettiği belgeler ana darbe planı

kısmıydı. Bununla soruşturma başladı ve ilk iddianame hazırlandı. Ancak tamamı bu değildi. Daha sonra ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Karşı Koyma Birimi’nin zemininde torbalar içinde yeni belgeler bulundu. Buradan 5 no.lu hard disk ve 1 no.lu CD çıktı. 1 no.lu CD, daha önce savcılığa ulaşan ve içinde Balyoz belgeleri bulunan 11 no.lu CD ile aynı idi. 1 no.lu CD’de, 11 no.lu CD’den farklı olarak ‘Sayın Komutana Arz’ isimli, sanıklardan Süha Tanyeri tarafından hazırlandığı anlaşılan belge de bulunuyordu. Bu belge içerik itibarıyla Balyoz darbe planı çalışmaları ile birebir uyumlu. Gölcük belgeleri bir noktayı daha aydınlattı. Bu geniş bir plandı ve aşamaları vardı. 11 no.lu CD’de bulunan Oraj planının devamı Gölcük’te çıkmıştı. Yine Gölcük’te çıkan bir belgede, ‘İhtimal belgeleri üzerinde çalışmaya devam edildiği’ yazıyordu. Ve daha sonra Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün evinden çıkan belgeler içinde de darbe sonrası darbecilere hukuki koruma zırhı sağlayacak uygulamaların yer aldığı ‘İhtimalat planı’ bulundu. Gerekçeli kararda, ‘Gölcük’te ele geçen belgelerde Balyoz, Oraj, Suga, Sakal ve Çarşaf planları ile ilgili istihbari faaliyetleri doğrudan ilgilendiren ve mevcut bilgileri teyit eden veriler olduğu, Oraj hava harekat planına ilişkin daha önce elde edilen belgelerin bir kısmının yanı sıra, bu belgelerle paralellik ve birlikte incelendiğinde bütünlük arz eden delillerin bulunduğu…’ anlatıldı. Yanı sıra, “Tekirdağ, Kocaeli ve Edirne illerine ilişkin yeni belgelerin olduğu, Sakal, Çarşaf eylem planları ile ilgili olarak, eylem planlarının yanı sıra bu planların oluşturulması öncesine ait gözlem ve keşif çalışmalarının bulunduğu, mevcut belgelerin birbirini teyit ettiği anlaşılmıştır.” denildi. PLANA IŞTIRAK EDENLER SUÇLU: Davayla ilgili önemli tartışmalardan biri, 5-7 Mart 2003 tarihli seminere katılan herkesin sanık olmaması sebebiyle seminerin suç eylemi olmadığı yönündeydi. Hakikaten seminere 162 asker katılmış ancak 47’si sanık olmuştu. Kararda, seminerde görüşülen konular, sinevizyon ile gösterilen çalışmaların suç delili olduğu ve Balyoz planını teyit ettiği kaydedildi. Ancak plan yapılırken, ‘bilinmesi gereken’ prensibine göre hareket esas alındığı için sadece darbeye iştirak edecek olan askerlerin bunu bildiği, diğer katılımcıların ise görev icabı orada bulunduğu vurgulandı. Seminerin, darbe planının üstü örtülü olarak görüşüldüğü bir ortam ol-

duğu, bu eyleme kasıtlı olarak dâhil olanların suç işlediği tespitinde bulunuldu. Öte yandan, Ek A listesi gibi, ismi sadece listelerde yer aldığı için hapis cezası alan sanıklara ilişkin de değerlendirme var. Cezalandırma kriterinin sadece listeye göre belirlenmediği, bu listelerin diğer delillerle birlikte değerlendirilip mahkûmiyet verildiği belirtildi. İsmi listede olduğu hâlde beraat eden sanıklar bulunduğunun da altı çizildi. Özellikle ‘Bu onurlu görevi kabul edenler’ yazan Ek A listesindekilerin darbe planına bilerek ve isteyerek dâhil oldukları ifade edildi. EL YAZILI DELILLER DE VAR: Dava süresince ‘sahte dijital delil’ tartışması o kadar çok yapıldı ki, sanki bütün dava delilleri CD’den oluşuyormuş gibi bir algı oluşturuldu. Hâlbuki, seminer katılımcısı generallerin bizzat el yazılarıyla aldığı ve daha sonra kabul ettikleri darbe notları da var. Bunların başında emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri’nin seminerde aldığı el yazısı notlar geliyor. Bunun yanında, sanık Oktay Faruk Memioğlu’nun ajandasındaki şu notlar da darbe planına ışık tutuyor: (1 Ocak 2003) Her şey yasal ve kitabına uygun ancak hukuki olduğunu söylemek mümkün değil. (5-6-7 Mart 2003): MİT’in başında asker kişi olmalı, halkı karşımıza alarak değil kazanarak yapacağız, savaşan düşman…” ‘AK PARTIYENIIKTIDARA GELMIŞTI’ SAVUNMASI ÇÖKTÜ: Balyoz’daki iddialardan biri de, ‘Daha AK Parti yeni iktidara geldi, hemen nasıl kadrolaşma iddiaları öne sürülebilir ki’ şeklindeydi. Mahkeme, bunu, ıslak imzalı belge ile çürütüyor. ORAJ’da, “İrtica 2002 seçimleri ile beraber cesaret kazanmıştır. AKP hükümeti 28 Şubat ile şekillendirilen ortamın bozulmasına neden olmuştur.” deniyor. SUGA planında ise, “İslamcı unsurların devlet organlarını sinsice ele geçirmelerini… Türkiye 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber anti-laik ve irticai unsurların etkisine girmeye başlamış, özellikle ılımlı İslam devleti oluşturulması yönündeki çabalar artmıştır.” ifadeleri geçiyor. Gerekçeli kararda, bu tespitlerin İzzet Ocak imzalı durum değerlendirmesi konulu belge içeriği ile birebir uyumlu olduğu anlatılıyor. Belgedeki imzanın İzzet Ocak’ın elinden çıktığının da kriminal laboratuar raporu ile sabit olduğu vurgulanıyor. Zaten Çetin Doğan, 20 Aralık 2002 tarihli aylık karargâh koordinasyon toplantısında yaptığı konuşmada, “Dışarıda içimizde şimdiye kadar barınmayanlar meclise taşınmıştır”, “Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli almamız gereken iç tehdidi öne alıyoruz.” demişti. Bu da Balyoz planına dair ciddi bir işaret. Yine Ergin Saygun, seminerde, “Konunun hassasiyeti ve bilgilerin kişiye özel yüksek gizlilik derecesinde olması nedeniyle takdime dâhil edilmemiştir. Ancak dosyada bu bilgilerimiz mevcuttur, güncelleştirme faaliyetleri devam etmektedir.” diyor. Bu beyan, hem Balyoz planının gizliliğini hem de plan üzerindeki güncelleme iddialarını doğruluyor.


HABER TURU

20 GĂœNDEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAn

Pentagon’da siber yapĹlanma

Mahkeme baĹ&#x;kanÄąnÄą tehdit eden Zirve YayÄąnevi cinayeti sanÄąklarÄąndan Varol BĂźlent Aral.

ABD BaĹ&#x;kanÄą Barack Obama’nÄąn savunma bakanÄą

1adaylarÄąndan Chuck Hagel ya da sĂźrpriz bir isim o

koltuÄ&#x;a geçer geçmez mutlaka ilkin siber savunma sistemlerine odaklanacak. ÇßnkĂź siber; kara, hava ve denizin ardÄąndan dĂśrdĂźncĂź savaĹ&#x; tĂźrĂź. Amerika ßç yÄąl kadar Ăśnce bu alanda komutanlÄąk (US CYBERCOM) kurmuĹ&#x;tu. Yeni bakan bunu baÄ&#x;ÄąmsÄąz ve muharip bir niteliÄ&#x;e yĂźkseltecek mi? Zaman Gazetesi yazarÄą Fikret Ertan, Hagel’in konuya hiç de uzak olmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą belirtiyor: “İletiĹ&#x;im ve biliĹ&#x;im sahalarÄąyla yÄąllardÄąr ilgileniyor. Zaten kendisi geçmiĹ&#x;te Vanguard Cellular adlÄą GSM Ĺ&#x;irketini kurmuĹ&#x;, bu iĹ&#x;ten çok para kazanmÄąĹ&#x; ve baĹ&#x;arÄąlÄą olduÄ&#x;u için bu Ĺ&#x;irketi Amerika’nÄąn dev iletiĹ&#x;im Ĺ&#x;irketlerinden AT&T’ye satmÄąĹ&#x;tÄą. Siber âlem konularÄąnda bilgili sayÄąlÄąr.â€? ABD, Stratejik KomutanlÄąk çatÄąsÄąnda konuĹ&#x;landÄąrdÄąÄ&#x;Äą Siber KomutanlÄąk’Ĺ 21 MayÄąs 2010’da operasyonel hale getirmiĹ&#x;ti. Kara, hava, deniz ve deniz piyadedeki siber birlikleri tek merkezde toplamÄąĹ&#x;tÄą. Siber saldÄąrÄą ve savaĹ&#x;larda askeri sorumluluk buradaydÄą. Ancak sivil kÄąsmÄą İç GĂźvenlik BakanlÄąÄ&#x;Ĺ’nda. Askeri siber, Orgeneral Keith Alexander komutasÄąnda bugĂźn. GĂśreviyse: “Pentagon’un iletiĹ&#x;imhaberleĹ&#x;me aÄ&#x;larÄą ve Ĺ&#x;ebekelerini yĂśnetmek, savunmak ve gerektiÄ&#x;inde siber âlemde askeri operasyonlar yapmak.â€? 2011 Libya mĂźdahalesinde yeterince hazÄąrlanÄąlamamasÄą ve bazÄą hukuki mĂźlahazalar sebebiyle ABD’nin siber saldÄąrÄąyÄą devreye sokmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą anlatÄąyor Ertan: “Bunun dÄąĹ&#x;Äąnda komutanlÄąk baĹ&#x;ka saldÄąrÄą planlarÄąna sahip mi, bunlarÄą uyguluyor mu bilinmez. Zaten bunlar da açĹklanmaz.â€? Ĺžimdiki Savunma BakanÄą Leon Panetta’ya gĂśre siber savaĹ&#x;, en az 11 EylĂźl kadar yÄąkÄącÄą olabilir. Rusya, Çin ve Ä°ran potansiyel hasÄąmlarÄą. Yine Ertan’dan aktarÄąyoruz: “Panetta siber savaĹ&#x;la baĹ&#x; etme becerisi skalasÄąnda Amerika’nÄąn 10 Ăźzerinden 8’inci sÄąrada olduÄ&#x;unu da açĹklamÄąĹ&#x;tÄą.â€? Ankara da -muhakkak ki- geliĹ&#x;meleri yakÄąndan takip ediyordur.

1,5 milyar MJSBMÄšL FLNFL Ä°tinAYlA gĂźVen sArsilir Ve dArBeYe ZeMin hAZirlAnir çÜpe‌

Ă–zel provokasyon #BĂŤCBLBO 3FDFQ 5BZZJQ kuvvetleri &SEPĂŹBO TĂ”ZMĂ™ZPS i EF HĂ™OEF NJMZPO FLNFL JTSBG FEJZPSEVL EF NJMZP‘AsÄąl amacÄąm kurumu yÄąpratmak deÄ&#x;il, bilakis TSK’nÄąn OB őLU‘ w 5PQSBL .BITVMMFSJ arkasÄąna sÄąÄ&#x;Äąnarak ona ihanet etmek isteyen vatan hain0mTJ OF EBZBOE‘SBSBL EJMF lerinin deĹ&#x;ifre edilerek faaliyetlerinin engellenmesi gerektiÄ&#x;ini dĂźĹ&#x;Ăźnmekteyim.’HFUJSEJĂŹJ CJMHJMFSJO Ă”[FUJ JTF diyor, bir Ă–zel Kuvvetler KoĂŤĂ”ZMF (Ă™OEF Ă™MLFNJ[EF mutanlÄąÄ&#x;Äą (Ă–KK) elamanÄą, MÄ°T’e gĂśnderdiÄ&#x;i isimsiz ve taCJO UPO Z‘MEBZTB rihsiz ihbar mektubunda. SĂśz konusu askeri birimin, â€˜ĂźlNJMZPO UPO FLNFL Ă™SFUJkeyi yÄąkma niyetindeki gßçlere hizmet verme gafletindeMJZPS HSBNM‘L BϑSM‘L kilerin’ oyuncaÄ&#x;Äą haline geldiÄ&#x;ini sĂśylĂźyor: “Bu kimseler FTBT BM‘OE‘Ï‘OEB AHĂ™OEF Ă–KK içinde gayri yasal gizli bir yapÄąlanmaya girmiĹ&#x; olup NJMZPO Z‘MEB EB yaptÄąklarÄą, ‘vatan elden gidiyor’ Ĺ&#x;eklindeki menfi propagandalarla subaylarÄąmÄązÄąnNJMZBS Ă™SĂ™O EFNFL CV beyinlerini yÄąkayarak Ĺ&#x;ahsi menfaatleri doÄ&#x;rultusunda.BMJ LBS͑M‘Ï‘ NJMZBS MJSB kullanmaktadÄąrlar.â€? Ä°Ĺ&#x;birlikçilerin bir kÄąsmÄąnÄą ‘rĂźtbe ve 5Ă™LFUJNF HFMJODF HĂ™OEF makam heveslisi’ diÄ&#x;er bĂślĂź CJO UPO Z‘MEB NJMZPO mĂźnĂź de ‘maddi çĹkarcĹ’ diye niteliyor: “Bu hainler, kenUPO FLNFL ZJZPSV[ "EFU dileriyle aynÄą çizgide olan bazÄą Ăźst dĂźzey komutanlara bilgi (psikolojik harekât) desteÄ&#x;iDJOTJOF EĂ”OÙÍUĂ™SĂ™SLFO saÄ&#x;layarak Ăźlke genelindeki NJMZPO WF NJMZBS TBZ‘T‘OB faaliyetleri yĂśnlendirmektedir.â€? MÄ°T’in TBMM Darbeleri AraĹ&#x;tÄąrma Komisyonu’ylaVMB͑ZPSV[ #VOVO QBSBTBM paylaĹ&#x;tÄąÄ&#x;Äą kendisine ulaĹ&#x;an EFĂŹFSJ EF NJMZBS MJSB mektuplardan sadece biri bu. AK Parti iktidar koltuÄ&#x;una "OMB͑M‘ZPS LJ HĂ™OEF UPO oturur oturmaz baĹ&#x;lÄąyor kaynama. Ä°llegal yapÄąlanmanÄąn TFOFEF CJO UPO oHĂ™OEF 2007’de sahneye koymayÄą planladÄąklarÄąnÄą 26 maddede sÄąralÄąyor ihbarcÄą. Kimisi akla NJMZPO Z‘MEB NJMZBS FLziyan, neler dĂźĹ&#x;ĂźnmĂźĹ&#x;ler neNFĂŹJ Ă…Ă”QF BU‘ZPSV[ :‘MEB ler! Onlardan birkaçĹ‌ Toplumda infial uyandÄąracak NJMZBS MJSBZ‘ ZBOJy i olaylar tezgahlanarak, sokaÄ&#x;a dĂśkĂźlen kalabalÄąklar NJMZBS MJSB JMF CJO BTHBSJ EMASYA birlikleriyle dizginlenecekmiĹ&#x;. FiilĂŽ durum oluĹ&#x;Ă™DSFUMJZF NBBĂŤ Ă”EFOFCJMJS turularak, tabiri caizse hĂźkĂźmet ‘açĹÄ&#x;a alÄąnacakmÄąĹ&#x;’. Ä°s PLVM WFZB ZVSU WFZB tanbul BoÄ&#x;azĹ’ndaki kĂśprĂźler, Bolu DaÄ&#x;Äą TĂźneli, Yalova Fe LJMPNFUSF CĂ”MĂ™ONÙÍ ZPM ribotu ve Karadeniz Sahilyolu gibi saatler içinde yĂźzbinZBQ‘MBCJMJS w EJZPS &SEPlerce insanÄąn seyrettiÄ&#x;i gĂźzergahlar bombalanacakmÄąĹ&#x;. BĂśylelikle iktidar ve devleteĂŹBO &LNFĂŹJO JĂ…FSJĂŹJOF EF gĂźven sarsÄąlacakmÄąĹ&#x;. SeviyeEJLLBUMFSJ Ă…FLJZPS BZS‘DB sine bakÄąlmaksÄązÄąn eylemlere sÄącak yaklaĹ&#x;mayan TSK i"SU‘L IBT CVĂŹEBZ VOVOEBO personeli resmi veya ‘gayriresmi’ metotlarla iknaya zorlaFLNFL Ă™SFUFMJN #VOVO nacakmÄąĹ&#x;. Aksi takdirde gĂśzleri korkutulacakmÄąĹ&#x;. Metinde ZBO‘OEB LFQFL PSBO‘ ZĂ™LTFL kimi televizyon ve gazetelerin kumpasa nasÄąl ortak kÄąlÄąnacaklarÄą da yazÄąlÄą. OnlarÄąFLNFĂŹJ TPGSBMBS‘N‘[B HFUJSFbilen biliyor zaten. Bu arada MJN %FEFMFSJNJ[ OJOFMFSJNJ[ Meclis komisyonu, Genelkurmay’dan â€˜Ă–zel Harp Dairesi, Seferberlik Tetkik Kurulu, CFZB[ FLNFĂŹJ NJ ZJZPSEV Ă–KK ve kontragerilla hakkÄąn5BN BLTJOF CVĂŹEBZ‘ EFdaki mevcut bilgi ve belgeleri de talep ediyor. Karargâh yalĂŹJSNFOEF ÔÏÙUĂ™ZPS P VOMB nÄązca tarihçeyi yolluyor. BatÄą ÇalÄąĹ&#x;ma Grubu’na aitler için FLNFĂŹJ Ă™SFUJZPSEV w de ‘asÄąllarÄą mahkemede’ deniyor. 21 - 27 OCAK / 2013

"NFMJZBU CBěĚOB Z YargĹyaÔDSFUJO GBUVSBTĚ tehditler

BNBOmEBO Â&#x;BĂżMBS "WDĂŞmOĂŞO IBCFSJOEFLJ Ä V JTUBUJTUJLMFS QFSGPSNBOT TJTUFNJOEFLJ BSĂŞ[BZĂŞ JZJDF PSUB ZFSF TFSJZPS ZĂŞMĂŞOEB 5Ă”SLJZFmEFLJ IBTUBOFMFSJO UĂ”NĂ”OEF NJMZPO CJO BNFMJZBU HFSÂżFLMFÄ UJSJMNJÄ UJ 4BZĂŞ mEF NJMZPOB UĂŞSNBOEĂŞ BSBTĂŞOEBLJ UPQMBN NJLUBSTB UBN NJMBĂźlent Aral; Zirve YayÄąnevi cinayetini iĹ&#x;- kara Cumhuriyet SavcÄąsÄą DoÄ&#x;an Ă–z, bilgilendirmeZPO Varol 5FEBWJ WF UFÄ IJT NFSLF[leyenleri ‘azmettirmekle’ MFSJOF CBÄ WVSBO IFS CJO LJÄ JEFO suçlanÄąyor. Davaya den iki ay sonra -24 Mart 1978’de- evinin ĂśnĂźnde bakan Malatya AÄ&#x;Äąr Ceza Mahkemesi BaĹ&#x;- uÄ&#x;radÄąÄ&#x;Äą silahlÄą saldÄąrÄąda vefat etmiĹ&#x;ti. Yeniden Zirve CĂŞÂżBL 3’ßncĂź BMUĂŞOB ZBUUêÿê mTJOJO kanÄą Hayrettin KÄąsa’yÄą duruĹ&#x;mada “Bunun hesabÄą so- olayÄąndayÄąz. Kimdir Aral? Ä°stihbarat gĂśrevliliÄ&#x;ine iliĹ&#x;CJMHJTJOJ EF FLMFZFMJN %BUBMBS rulacak. Kafana sÄąkacaÄ&#x;Äąm.â€? ifadeleriyle tehdit et- kin belge doÄ&#x;ru mu? Ergenekon tutuklu sanÄąklarÄąn4BĂżMĂŞL #BLBOMêÿêmOĂŞO JMHJMJ HFmekten kaçĹnmÄąyor. Bu ne cĂźret! OFM NĂ”EĂ”SMÔÿÔOEFO DFS- ArtÄąk baĹ&#x;ka çare dan Veli Kßçßk’ß niçin ĂśvĂźyor? SĂźrekli milliyetçi kalmadÄą da iĹ&#x; deliliÄ&#x;e mĂ” mi vuruluyor; SBIJ NĂ”EBIBMFOJO LBNV yoksa bir yerlere muhafazakar kimliÄ&#x;inden dem vuruyor. Ne garipmi gĂźveniliyor? AynÄą tabloyla Ergenekon ve baÄ&#x;- tir ki, 1995’teki bir DHKP-C eyleminde o ĂśrgĂźtten mĂ”ZTF ĂŽ[FM IBTUBOFMFSJOEF gĂśzaltÄąna alÄąnÄąyor. ‘YakÄąn lantÄąlÄą davalarÄąnZBQĂŞMNĂŞÄ yargÄąlama mJOJO ekibi de karĹ&#x;Äą karĹ&#x;Äąya. Hâ- ĹžengĂźl Akkurt’la IBTUBOFMFSEF (B[J ´OJWFSTJUFTJmOEFO 1SPG beraber MJZBU TBZĂŞTĂŞ EB ZĂ”[EF BSUUĂŞ arkadaĹ&#x;lÄąÄ&#x;ÄąnĹ’ kabul ettiÄ&#x;i bu zat, 2008’de eski Adakimler ve SavcÄąlar YĂźksek Kurulu (HSYK) İçiĹ&#x;leri BaBESFTJ EF Ă”OJWFSTJUFMFS 4BĂż%S %JMBWFS 5FOHJMJNPĂżMVmOVO )BTUB )BLMBSĂŞ "LUJWJTUMFSJ %FSlet BakanÄą Hikmet Sami TĂźrk’e yankanlÄąÄ&#x;Ĺ’ndan boĹ&#x;u boĹ&#x;una gĂźvenliÄ&#x;in artÄąrÄąlmasÄąnÄą isMĂŞL )J[NFUMFSJ (FOFM .Ă”EĂ”SĂ” BOMBUUĂŞLMBSĂŞ GBSLMĂŞ CJS IBLJLBUF OFĂżJ #BÄ LBOĂŞ saldÄąracakken 0SIBO %FNJSmJO ĂślĂźyor. temiyor. DoÄ&#x;ubeyazÄąt SavcÄąsÄą HakanJÄ BSFU FEJZPS BNB n ZĂŞMĂŞOKÄąlĹç ile Ova- lÄąĹ&#x;lÄąkla patlattÄąÄ&#x;Äą bombayla ăSGBO Ä‚FODBOmB HĂŽSF 1SPG %S JTF Mahkeme NFUPEVO BaĹ&#x;kanÄą OFUJTĂŽZMFEJLMFSJ yollarÄąnÄąnÄąn nasÄąl kesiĹ&#x;tiÄ&#x;iniâ€? socÄąk SavcÄąsÄą Uzun’un geçen yÄąlEB CBÄ MBOBO QFSGPSNBOTB EBZBĂśldĂźrĂźldĂźÄ&#x;Ăź KÄąsa, “DHKP-C ileDFZF BSUĂŞÄ HBZFU Murat OPSNBM n7BUBOEBÄ OBTĂŞM ZBOTĂŞEêÿêOB JMJÄ LJO runca, “Bir ara ĂźlkĂźcĂźlerle aram açĹldÄą. DHKP-C’ligerçeÄ&#x;i apaçĹk ortada. Cezaevinden kaçan Mikail Zor BSUĂŞL JNLBOTĂŞ[MBSEBO EPMBZĂŞ BZMĂŞ FL ĂŽEFNF TJTUFNJ JMF CJSMJLUF n)FLJNMFS IFEFGJ UVUUVSNBL lerle takÄąlmaya diyen Aral gibiler son deisimli Ĺ&#x;ahÄąs Ä°stanbul 12 ve 13’ßncĂź Ceza CBÄ ĂŞOB Mah- EĂ”Ä FO MBS TPOSBTĂŞOĂŞ CFLMFNJZPS )BT- AÄ&#x;Äąr BZBLUB baĹ&#x;ladÄąm.â€? JÂżJO EBIB ÂżPL BNFMJZBU ZBQĂŞZPS EPLUPS an herEVSVNMBSEB Ĺ&#x;eyi yapabilmeleri kemesi hâkim ve Ăźyelerine ĂślĂźm tehditleri savur- rece tehlikeli. Her#B[ĂŞ UBMêÿêO TPO EĂŽOFNJOEF EPLUPSB UFEBWJ TBZĂŞTĂŞ ZĂ”[EF ZBUBO NBEEJ ihtimal LBdahilinde. Sonraki duruĹ&#x;mada, hâkim KÄąsa’dan makta. ki, dĂśnemin BĂźlent TĂ”SFDJ PSUBEBO LBMLUĂŞ o baĹ&#x;bakanÄą HJUNF UnutulmamalÄą IBTUB TBZĂŞTĂŞ ZĂ”[EF DFS[BOÂżMBS EB EFWSFZF HJSJODF BSUĂŞÄ â€˜tĂźkĂźrdĂźÄ&#x;ĂźnĂź yaladĹ’ diye yaEcevit’e sunduÄ&#x;u raporda “Kontr-gerilla, Genel- ĂśzĂźr dilemesi, basÄąnÄąn #V LPOVEB SBQPS IB[ĂŞSMBZBO SBIJ IFLJN CBÄ ĂŞOB EĂ”Ä FO BNFLB¿êOĂŞMNB[ PMVZPS o

Zirve noktada 1

kurmay Ă–zel Harp Dairesi’ne baÄ&#x;lÄądÄąr.â€? diyen An-

zabileceÄ&#x;ini belirtmesi de tuhaf...

4":*-"3*/ %Ä—-Ä—

1000

5Ă”SLJZFmEFLJ ÂżBMĂŞÄ BO NFNVS TBZĂŞTĂŞ NJMZPO CJO FNFLMJZF BZSĂŞMNĂŞÄ MBSĂŞZTB NJMZPO CJO 4PTZBM (Ă”WFOMJL ,VSVNV 4(, NFNVSJZFUF EĂŽOFOMFSEFO ZBLMBÄ ĂŞL CJOJOJO FNFLMJMJL NBBÄ ĂŞOĂŞ LFTUJSNFEJĂżJOJ CFMJSMFEJ Â&#x;JGUF NBBÄ MĂŞMBSMB JMHJMJ BSBÄ UĂŞSNB TĂ”SĂ”ZPS

ÂŽ4:.mOJO B¿êLMBEêÿê CJMHJEFLJ EFUBZ ÂżPL NĂ”IJN mUFLJ TĂŞOBW JÂżJO CBÄ WVSBO NJMZPO CJO LJÄ JOJO CJO mĂ” ZBOJ ZĂ”[EF mF ZBLĂŞOĂŞ IÂşMJIB[ĂŞSEB CJS ZĂ”LTFLĂŽĂżSFUJN QSPHSBNĂŞOB LBZĂŞUMĂŞ :(4 .BSU TBCBIĂŞ HFSÂżFLMFÄ FDFL

2,5 milyon

ăOÄ BTĂŞOB mEB CBÄ MBOBO "WSVQBmOĂŞO Ô¿ÔODĂ” CĂ”ZĂ”L LPOUFZOFS MJNBOĂŞ 5FLJSEBĂż "TZBQPSUmB JML HFNJ &LJN UBSJIJOEF ZBOBÄ BDBL mEB UBN LBQBTJUF ZĂŞMEB NJMZPO BEFU ZĂ”LMFNF CPÄ BMUNB LVMMBOĂŞNĂŞOB HFÂżFDFL MJNBOĂŞO ZBUĂŞSĂŞN UVUBSĂŞ NJMZPO EPMBS

)ÂşLJN WF 4BWDĂŞMBS :Ă”LTFL ,VSVMV )4:, mĂ”ODĂ” %BJSFTJmOF ZĂŞMĂŞOEB NFTMFLUBÄ MBSĂŞ BMFZIJOF CJO Ä JLÂşZFU CJMEJSJMJZPS CJO EJMFLÂżFZJ JÄ MFNF EBIJ LPZNBZBO EBJSF JODFMFNFZF EFĂżFS CVMEVLMBSĂŞOEBO mĂ”OF TPSVÄ UVSNB J[OJ WFSJZPS 7


KÜNYE

21 GÜNDEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Sahibi/Publisher: Moving Media ApS Yönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer Vedat Oğuz Genel Yayın Müdürü Editor-in-Chief Kamil Subaşı k.subasi@zamaniskandinavya.dk

Haber Merkezi Redaktion Center Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya, Engin Tenekeci, Gürcan Sevgican, Erdal Çolak haber@zamaniskandinavya.dk

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552 IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Grafik Tasarım Sebahattin Çelebi Reklam Advertising +45 71 51 43 85 reklam@zamaniskandinavya.dk

CVR-nr. 25065557

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ • İsveç: İbrahim Kaya .......................................................................................... + 46 76 160 46 03 • Norveç: Ömer Fevzi İpek .................................................................................. + 47 21 39 54 57 • Finlandiya: Fahrettin Çalışkan .......................................................................... + 358 505 48 03 33 • Grönland, İzlanda: Mehmet Bayhan ................................................................ + 45 52783966 • Aarhus: Rasim Atakan ...................................................................................... + 45 42 78 93 64 • İstanbul: Salih Beşir .......................................................................................... + 90 5332 83 89 86

Reklam ............................reklam@zamaniskandinavya.dk ................................+45715 14 385 Haber: ..............................haber@zamaniskandinavya.dk Okur Hattı: ..................okurhatti@zamaniskandinavya.dk Abone: ..............................abone@zamaniskandinavya.dk ................................+4570206970 Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir. Moving Media ApS • Holsbjergvej 41 B • 2620 Albertslund • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892

danimarkahaber.dk

ࠒ࠯࠼࠷࠻࠯ࡀ࠹࠯࠶࠯࠰࠳ࡀ߼࠲࠹

ࠒ࠯࠼࠷࠻࠯ࡀ࠹࠯࠶࠯࠰࠳ࡀ

ࠢ࠯࠹࠷࠾ ࠓ࠲࠷࠼ ࠒ࠯࠼࠷࠻࠯ࡀ࠹࠯˽࠲࠯࠼ ࠖ࠯࠰࠳ࡀ࠷࠼࠷ࡈ ࠝ࠺ࡁࡃ࠼߯


22 DÜNYA

ESİN KAYA Yıl 2004, yer Hollanda. Çoğunluğu Faslı

1ve Türklerden müteşekkil, 4 milyon

göçmen nüfusun yaşadığı ‘özgürlükler ülkesi’ bir cinayetle çalkalandı. Ünlü ressam Vincent Van Gogh’un ailesinden yönetmen Theo Van Gogh, İslam’da kadının yerini anlattığı, Kur’an ayetlerinin ve hadislerin çarpıtıldığı, Müslümanların küçük düşürüldüğü ‘Teslimiyet’ adlı kısa film yapmıştı. Çok geçmeden Muhammed Bouyeri isimli Faslı genç, Van Gogh’u Amsterdam’da sokak ortasında vurdu. Yönetmen hayatını kaybetti, genç adam müebbet hapse mahkûm edildi. Gelelim ‘Teslimiyet’ filmine. Senaryo ‘Kâfir’ adlı biyografisiyle tüm dünyada tanınan, Somali asıllı Hollandalı eski politikacı Ayaan Hırsi Ali’ye ait. 2005’te Time onu ‘dünyada en etkili 100 insan’ arasında gösterdi. Tartışmalı Hz. Muhammed (sas) karikatürleriyle tanınan Jyllands-Posten gazetesi ifade özgürlüğü, İsveç Liberal Partisi de demokrasi ödülü verdi. Hırsi, (daha sonra Ali soyadını taşımaktan vazgeçti) cinayetin ardından tehdit edildiğini açıkladı, baskılar üzerine bir süre ortadan kayboldu ve sonrasında Amerika’ya yerleşti. Geçen aylarda olaylı bir şekilde ortaya çıktı. Hatırlarsınız; geçtiğimiz Eylül’deAmerika’da Hz. Peygamber’e (sas) hakaret içeren ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı bir film çekilmişti. Ardından Libya’da marjinal gruplar ayaklanmış, Amerika Büyükelçisi’ni hunharca öldürmüştü. İşte, dünya genelinde protestolara sebep olan olayları kapağına taşıyan Newsweek’in dosyası Hırsi’nin imzasını taşıyordu. Haberin başlığı ‘Müslüman Öfkesi’ydi. Fotoğrafta sakallı, sarıklı bir grup erkek bir bayrağa yapışmış, bağırıyordu. Haberin içeriği ‘Müslümanlar bu aşırı tepkileri hep gösteriyor’dan öteye gitmiyordu. İslam’ın şiddeti meşru gördüğü, kaynağını da farz kıldığı ‘cihat’ kavramından aldığı ileri sürülüyordu.

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

İslamofobi endüstrisinin lejyonerleri

İslamofobi endüstrisinin beslenmesinde ‘eski’ veya ‘reformist’ medyatik Müslümanların payı büyük. ‘Korku tacirleri’nin sırtını sıvazladığı bu simalar, karşımıza gazeteci, yazar, politikacı, aktivist olarak çıkabiliyor. Muhakkak ki, haberde Ayaan Hırsi imzasının bulunması tesadüf değil. İslam’ı kötüleyen ve ateist olduğunu sıkça dillendiren Hırsi, bu sayede ilgi görüyor, sırtı sıvazlanıyordu. Bunu gören Hırsi de konuştukça konuşuyordu. Öyle ki, 2011’de terör eylemiyle Norveç’i kana bulayan Anders Breivik’i savunacak kadar. Hırsi, siyonist taraftarlığıyla tanınan, dünyanın en büyük medya şirketlerinden Axel Springer Akademisi’nden ‘onur’ ödülü aldığı törende Breivik’in İslam’la mücadele ettiğini ve yalnız kaldığını savunuyordu. Ona göre, eylemin sorumluluğu Breivik’te değil, kurbanlarında ve onu bu eylemi gerçekleştirmeye iten kişilerdeydi. Batı’dan yükselen İslam düşmanlığı/korkusunun (İslamofobi), Müslümanları Batı medeniyetinden sürme planının bir parçası sayılabilir. İslam geleneğinde yetişip daha sonra redd-i miras yapan bu kimlikler, pompalanan korku ve inançsızlığın hem Batılılar hem de aynı köklere sahip şark toplumları arasında sahicilik kazanması yolunda özenle seçiliyor. Baskı gördüğü gerekçesiyle Doğu’dan Batı’ya göç edip edebiyatçı, gazeteci, politikacı sıfatıyla nefret söylemi geliştiren, karmaşaya yol açan Hırsi gibi benzer amacı güden farklı isimler var. Şüphesiz konuyla alakalı akla ilk gelen sima Hint asıllı İngiliz romancı Salman Ruşdi. Ödüllü yazar, eserlerinde çoğu zaman ülkesini

konu eder ve geleneğe dair eleştirileri dikkat çeker. Meselâ 2005’te piyasaya çıkan ‘Utanç’ isimli kitabı Hindistan ve Pakistan’da yasaklanmıştı. Rüşdi’ye asıl şöhret kazandıran süreç Nikaragua anılarını anlattığı ‘Jaguar’ın Gülüşü’ (1987) ile başlıyor. Bir yıl sonra raflara çıkan ‘Şeytan Ayetleri’ ile Whitbread ödülünü kazanır; fakat İslam’a hakaret ettiği gerekçesiyle kitap önce ülkesinde, sonra Güney Afrika, Suudi Arabistan, Mısır, Malezya, Katar’da yasaklanır. İran Dini Lideri Humeyni’nin, hakkında verdiği ölüm fetvası ve başına koyduğu 3 milyon dolar ödül hayatında dönüm noktası olur. Bundan sonra Müslümanlarca ne kadar yok sayılırsa o kadar Batı’nın göz bebeği olur. Foreign Policy dergisi onu ‘Dünyanın ilk 100 entelektüeli’ listesinde 10. sırada gösterdi, İngiltere Lordlar Kamarası ‘şövalye’ unvanı verdi. Kitap, Kur’an-ı Kerim ayetlerini referans alarak, kelamını çarpıtmış ve asılsız iddialar çevresinde, fitneye sebep olacak bir teori üzerine kurmuştu. Salman Rüşdi, yeni kitap ve röportajlarıyla İslam karşıtı nefret söylemini beslemeye devam ediyor. Ama biraz da yazdıkları ve konuştuklarıyla en az onun kadar dikkat çeken ve ‘Etekli Salman Rüşdi’ diye anılan Bangladeşli yazar Teslima Nesrin’den bahsetmek gerekiyor. Yazar, 1994’ten bu yana sürgünde yaşıyor. ‘Feminist’ titriyle anılan eski fizikçi ve jinekoloğun edebiyat çevrele-

rindeki bilinirliği romanlarında Müslüman toplumlarında kadın meselesini işlemesiyle ve İslam eleştirisiyle gerçekleşir. Asıl çıkışını Müslümanlardan eziyet gören Hindu bir ailenin hikâyesini anlattığı ‘Utanç’ ile yakalar. Hemen sonra ‘ateist’ olduğunu açıklayan Nesrin hakkında ‘İslam Askerleri Konseyi’ adlı küçük aşırı dinci bir grup ölüm fermanı çıkarır. The Statements adlı dergiye verdiği röportajdaki Kur’an’ın ‘demode’ hâle geldiğine, revizyona ihtiyaç duyduğuna dair ifadelerinin ardından ülkede aleyhine gösteriler düzenlenir. Memleketinde hakkındaki algı, ‘emperyal güçlerin zoruyla İslam’ı karalayan, dinden dönen bir kişi’dir artık. Bir süre saklandıktan sonra Pen Yazarlar Sendikası yardımıyla İsveç’e kaçırılan Nesrin, 2004’e kadar Batı’da yaşar. Aynı yıl Kalkuta’ya yerleşir ama Hindistanlı Müslümanlar da onu ülkelerinde istemez, yeniden ayrılmak zorunda kalır Benzer durumlarda olduğu gibi bu süreçte Fransız edebiyatçılar ve aktivistler en büyük destekçisi olur. Hatta Simone de Beauvoir ödülüne layık görülür. Fakat önceleri Nesrin’e destek çıkan ünlü düşünür Jean Edern Hallier, daha sonra onu ‘yalancı’ ilan eder. Ünlü yazar Guy Sorman ise Nesrin’i bir grup medyanın şişirdiğini, Batı’nın onu kullanarak Hindistan’da İslam cephesine karşı Hinduları desteklemek için bir yol seçtiğini söyler.


23 DÜNYA Yukarıda bahsi geçen isimler bireysel serüvenlerinin benzerliği dışında yetiştikleri dünya atmosferi itibarıyla da yakınlık taşıyor. 27 yaşındaki İran asıllı Hollandalı politikacı Ehsan Jami’nin hikâyesi ise farklı. İran Devrimi’nin ardından doktor babası, Hıristiyanlığı seçen annesi ve kardeşiyle birlikte Hollanda’ya sığınırlar. 11 Eylül saldırılarından sonra Kur’an ve Hadis okumaya başlayan Jami, dininden döner. Hz. Muhammed’i (sas) ‘suçlu’ olarak görmeye başlar. Yirmili yaşların başında Leidschendam-Voorburg’da İşçi Partisi’nden (PvdA) şehir meclisi üyeliğine seçilir. 2007’de Fas asıllı liberal politikacı Loubna Berrada ile ‘İslam’dan Dönenler Heyeti’ni kurar. Fikirdaşı Berrada, Jami’nin fikirlerinin giderek saldırganlaştığını düşündüğü için, niyetinin İslam’ı kötülemek olmadığını söyleyip heyetten ayrılır. İslam karşıtı söylemleriyle ülkedeki Müslümanların tepkisini toplayan Jami, evinin önünde saldırıya uğrar. Genç politikacı artık korumalarla gezmeye başlar. Bu süreçten sonra Jami, “Nazi faşizmi ne ise bugünkü İslamiyet de odur”, “Geçen yüzyılda dünya Nazilerden ne çektiyse şimdi de İslamiyet’ten aynı şeyi çekiyor” gibi açıklamalarda bulunur. Bunun üzerine İşçi Partisi’nden ihraç edilir. Hollandalı ateist ve aşırı sağ siyasetçi Geert Wilders onu sahiplenir ve Partij voor de Vrijheid (PVV) bünyesine alır. Daha sonra İslam hakkında animasyon kısa film projesi üzerinde çalıştığını duyurur. Filmin gösterimi tam da Jyllands-Posten gazetesinin Peygamber’e (sas) hakaret karikatürlerinin yayımlandığı günlere denk gelir. Fakat Hollanda Adalet Bakanı’nın uyarıları ile projeye ara verir. Bir yıl sonra filme devam eden Jami’nin çalışması yayımlanınca Avrupalı Müslüman sivil toplum kuruluşları Hollanda’ya tepki gösterir. Ülke malları boykot edilir. Bunun üzerine Başbakan Jan Peter Balkenende, Jami’nin filmi için kamuoyundan özür diler. Jami de tıpkı Ayaan Hırsi gibi Anders Breivik’in makalelerinden alıntılar yapmaya devam ediyor. İslam karşıtı eski Müslümanların hepsi kendilerini ‘ateist’ diye tanımlıyor. İnanan ama hemen ardından Kur’an ayetlerinden şüphe duyduğunu ifade eden Irshad Manji’nin farklı olup olmadığına siz karar verin. 44 yaşında, Uganda asıllı bir Kanadalı. Manji, henüz 4 yaşındayken anne ve babasıyla, Ugandalı diktatör İdi Amin’in zulmünden kaçarak Kanada’ya yerleşmiş. ‘İslam’la Hesaplaşma’ adlı kitabıyla İslomofobi endüstrisinin takdirini toplayan fakat Müslümanların tepkisini çeken Manji, kendini ‘lezbiyen ve refusenik (reddeden) Müslüman’ olarak niteliyor. New York Üniversitesi’nde ‘Ahlaki Cesaret Projesi’nin başında bulunan Manji, bir yardım organizasyonu olan Ijtihad’ın kurucusu ve başkanlığını yapıyor. Sayısız ödülü var. Dünyanın en prestijli gazetelerinde makaleleri çıkıyor. 2006 Dünya Ekonomi Forumu’nda ‘yılın genç lideri’ seçildi. Uluslararası etkinliklerin konuşmacıları arasında. Hatta ‘reformist’ Müslümanların sözcüsü olarak görülüyor. 2011 ‘Allah, Liberty and Love (Allah, Özgürlük ve Aşk)’ adlı kitabında İslam’da küs olduğunu iddia ettiği iki kavramla ilgili ‘iman ve hürriyeti nasıl barıştırırız’ sorusunu yöneltiyor okuyucuya. Kur’an’ı defalarca okuduğunu ve dünyanın farklı yerlerinde Müslümanlarla konuştuğunu söylüyor. İslam’ın ilerici bir yönü olduğunu kabul etse de bunun ancak teoride kaldığını savunuyor. Ona göre İslam ‘Müslümanların yaptıkları’ndan ibaret. Manji lezbiyen kimliğini açıkladıktan sonra Müslümanların nefretini kazandığını ifade ediyor. Müslümanlara tavsiyesi; “Kur’an mükemmel olmayabilir mi acaba? Kur’an’da ne kadar önyargı var?” gibi suallerden kaçınmamaları. Çünkü dünyanın soru soran Müslümanlara ihtiyacı var. Irshad Manji arada ‘Allah, Özgürlük ve aşk’ kitabında yer alan “Ilımlı Müslümanlar Batı kolonyalizmine o kadar kafayı takmışlar ki İslam’ın içindeki emperyalistlerle uğraşamıyorlar.” gibi ‘manidar’ cümleler kuruyor. Kur’an-ı Kerim’e ve Müslümanlara dair eleştirileri de yalnızca ‘Korku tacirleri’nde karşılık buluyor.

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Uzakdoğu'da gerginlik tırmanıyor

Japonya'dan Çin'e sert uyarı: Ateş açarız CİHAN

Dünyanın en büyük ikinci ve üçüncü ekonomisi ara-

1sında ada gerginliği tırmanıyor. Japonya, Doğu Çin De-

nizi'nde yer alan takımadalar üzerinde hak iddia eden Çin'e sert çıktı. Tokyo, egemenliğini ihlal eden uçaklara ateş açabileceği ya da başka adımlara atabileceği uyarısında bulundu. İki ülke arasında it dalaşı geçtiğimiz hafta başlamıştı. Çin'in keşif gemilerinin, ada yakınlarında uçması üzerinde Japonya, F-15 savaş uçakları ile karşılık vermişti. Bunun üzerinde Çin de J-10 tipi savaş uçaklarını, Japonya'nın savaş uçaklarının peşine takmıştı. Bu gerginlik üzerine Japon yetkililer, Çin'in uçaklarına uyarı ateşi açabilecekleri uyarısında bulundu. Savunma Bakanı İtsunori Onodera da Çin uçaklarına ateş açılıp açılmayacağına yönelik bir soruya, "Uyarılara rağmen egemenliğin ihlal edildiği durumlarda her ülkenin kendine göre atacağı adımlar vardır. Uluslararası standart çerçevesinde atacağımız adımlar hazır." diye konuştu. Onodera, ülkenin savunma politikaları ve uluslararası kurallar etrafında uyarı ateşi açılabileceğine işaret etti. Japonya, en son 1987'de Sovyet uçaklarına uyarı ateşi açmıştı. Uzakdoğu'nun iki devi arasındaki gerginlik, Tokyo'nun geçtiğimiz ekim ayında Senkaku Adaları'nı kamulaştırmasıyla alevlendi. Adaları "Diaoyu" diye isimlendiren Pekin yönetimi, bu adıma sert tepki gösterdi. Çin'de yaşanan gösterilerde Japon mağazaları ateşe verilmişti. 16 Aralık seçimleriyle iktidara gelen Şinzo Abe yönetimi ise bu saldırıların uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirterek egemenliğin müzakere edilmeyeceğini belirtmişti. Ayrıca Çin'e karşı tavizsiz bir tavır takınılması emrini vermişti.

Joost Lagendijk

Nevi şahsına münhasır bir kişi: Mehmet Ali Birand Mehmet Ali Birand, Türk gazeteciliğinin taçsız kralıydı. Onunla çalışma ayrıcalığına sahip olmuş herkes için aşikar olan bir şey vardı: Birand’ın sunduğu onca referansa sahip başka bir Türk gazeteci daha yoktu ve hâlâ yok. Birand tüm dünyayı gezdi, en üst düzey yetkililer ve en kudretli kişiliklerle tanıştı ve hem küresel işler hem de Avrupa politikalarıyla ilgili derinlemesine bilgi edindi. Türkiye’de en tanınan ve en saygı duyulan haber programcısı ve sunucusuydu, başına kaydadeğer miktarda kişisel ve mesleki sorun açsa da, demokrasi ve adalete dair sağlam inancından asla vazgeçmedi. İlaveten, adabı muaşeret kadar nüktedanlıkta da eline su dökülmeyen bir centilmendi. 2002’de Avrupa Parlamentosu’ndaki Türkiye heyetinin başkanı olmamın ardından, kendisiyle Brüksel ve İstanbul’da pek çok kez karşılaştım. Elbette o buralarda benden çok daha eskiydi, kariyerine 40 yıl önce Milliyet’in Avrupa muhabiri olarak Brüksel’de başlamıştı. Birand, 1980 ve 90’larda Türkiye-AB ilişkilerinde pek az çıkış ve pek çok inişe tanıklık etmesine rağmen, Türkiye’nin geleceğinin AB’de olması gerektiğine dair güçlü kanaatini korudu. Bu hayalinden bahsettiğinde, karşı konulamaz bir mantıkla tutkulu bir kararlılığı birleştirirdi. Aralık 2004’te AB’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatıp başlatmama kararını vermesinin gerektiği o soğuk ve yağmurlu geceyi asla unutmayacağım. Birand, tüm dünyadan yüzlerce gazetecinin o sıra dışı zirveyi takip ettiği ana binanın dışında küçük bir yer bulmuştu kendine. Son dakika başarısızlığı olacağına dair saatler süren tartışma ve dedikodulardan sonra, en nihayetinde müzakerelerin başlayacağı işareti geldi. Derhal televizyonda canlı yayına bağlanarak, bunun, her ikimiz için de güçlü duyguları sel gibi akıtan büyük bir tarihi olay olduğuna dair yorumlar yaptık. Kısa bir süre sonra, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Hürriyet’in locasından Fenerbahçe-Galatasaray maçını birlikte izlerken, Birand’ın bir başka yönüne tanıklık ettim. Fener taraftarları, iflah olmaz Galatasaraylı Birand’ın statta olduğunu fark edince, genelde

dostça takılma şeklinde olsa da bize bağırmaya başladı. Bir an için işlerin kontrolden çıkacağından korktum, ama Birand sözlü sataşmayı tümüyle kontrolüne aldı, şakayla karışık şık biçimde yanıtlar verdi, belli ki, meşhur ve bazen de tartışılan bir Türk olma statüsü hoşuna gidiyordu. Başka vesilelerle insanlar onu sokakta ya da restoranda tanıdığında, buna, asla küstahlık ve kibir göstermeden profesyonellik ve empatinin bir karışımıyla karşılık verme tarzına hep hayran kaldım. Birand, dost ilişkilerinde bile, gizli tutulmuş hikâyeleri ortaya çıkarma ve televizyonda ilginç bir tartışma açmaya can atan bir gazeteci olmayı sürdürdü. 2006’nın ilk aylarında, bugün Ergenekon davasının baş şüphelilerinden biri olan aşırı milliyetçi avukat Kemal Kerinçsiz, Türk ordusuna hakaret ettiğim gerekçesiyle bana karşı bir savcıyı dava açmaya ikna etmeye çalışmıştı. Sonuçta bu girişim başarısızlığa uğradı, ama ben gündeme gelmesinden kısa süre sonra Türkiye’ye döndüğümde, Birand meşhur 32. Gün programına katılmamı rica etti. Orduya yönelik eleştirilerimin ne kadar yerinde olduğunu Kerinçsiz ve dönemin Radikal Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan ile tartışmamı istiyordu. Bunun Kerinçsiz gibi bir aşırılıkçı ile bağrışma maçına döneceğini düşündüğümden çekiniyordum, ama sonunda Birand, iki karşıt görüş arasında açık bir kapışmanın televizyondan yayınlanmasının, Türkiye’nin demokrasisini daha ileri götürmek açısından iyi olacağına beni ikna etti. Tabii, pek çok habere vesile olacak bu düellonun, programının izlenirlik oranları açısından iyi olacağını da hesap etmişti. Her şey olup bittikten sonra, bana sorarsanız, Kerinçsiz ile aramdaki görüş alışverişinin kimseye pek faydası dokunmadı. Ama Birand’ın ısrarı, bir TV gazetecisi olarak, hep heyecan verici bir içeriği eğlenceli bir tarzda sunmaya çalıştığını gösterdi. Onun görüşlerini, esprilerini ve kahkahalarını daha çok uzun zaman özleyeceğimizden eminim. Birand’ın anısını ve mirasını onurlandırmamızın en iyi yolu, Türkiye’de demokrasiyi, Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’nin AB üyeliğini savunmaya devam etmek olacak. j.lagendijk@zaman.com.tr


Aladdin Tæpp pper

Oba Mar a ket Bellaa Milano ISHØJ

Can Auto Görkem e Etliekmek

KONYA KEBAB TAASTRUP

Alberstlund Grillbar ÖZ URFA NØRREBRO


25 YORUM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Ahmet Turan Alkan

Hamdullah Öztürk

Çarpı

Kaderin dili

“Ben bu hikâyeyi bir yerden hatırlayaca- mamış, “Eylem gürültüye gitmesin; belki ğım ama...” dedirten olaylar, bir sene önce halkımız anlamaz” diye aynı minval üzere başladı. Kimliği bilinmeyen birileri, gece ya- bildiriler de dağıtmışlardı. Kışkırtıcı amatör rısı bazı evlerin kapısına boya ile çarpı işareti ressamlardan birinde meslek ahlâkı hayli yüksek derecelerde tezahür etmiş olmalı ki koyuyorlardı. Aynı sokaktaki evlerden bazılarına işa- kendi evini de bu anlamlı sanat eserinden retlenirken diğerlerinde görülmemesi kom- mahrum bırakmamış, “İroninin dibi” bâşular arasında tedirginliğe sebep oluyor, bında bir çarpı da kendi kapısına kondur“Çarpı konulan evlerin ortak özelliği nedir?” muştu. Polisin yaptığı aramada, aynı özelsorusunu hatıra getiriyordu. Cevap kısa za- likleri taşıyan boya ve spreyler de bulundu. manla ortaya çıktı: Çarpı konulan evler Alevî Mahalle sâkinlerine göre bu hadise, Gültevatandaşlara aitti. Alevîler, Cumhuriyet’in te- pe’ye yapılması düşünülen cami inşaatını endirgin çocukları; düne kadar, kalabalık yer- gellemeye yönelikti. Haber, bir yıl içinde çelerde sahip çıkamadıkları inanç kimliklerini şitli şehirlerde 20 civarındaki işaretleme olatam da rahatça ifade edeli henüz beri birkaç yında bütün faillerin yakayı ele verdiğini yıl olmuşken kapılarına çizilen çarpılar, haklı gösteriyor. Polis dediğin, devlet dediğin aslî görevini bir öfke ve huzursuzluğa sebep oldu. Tertipli bir kışkırtmadan, hatta muhtemel bir kıyım- yerine getirmeli. Şahsî tezim şudur: 93’ün 2 dan endişelendiler. Tepkilerini dile getirdiler Temmuz’unda olup bitenleri, tecrübeli ve dirayetli bir vali ve bir manga ve devletten bu işi kimin polis bile engelleyebilirdi; halyaptığını bulmasını istedibuki bizim devlet yapılanmaler; hatta bu konu Meclis’te mız kâbus gibi korku filmi soru önergesine bile konu Aynı sokaktaki evlerden gibi bir şey; ordusunu halkına oldu, önemliydi. Devlet bu bazılarına işaretlenirken karşı mevzilendiren, farklı defa devlet olmanın icâdiğerlerinde görülmemesi bını yerine getirir miydi komşular arasında tedirginliğe inanca sahip toplum önderacaba? 70’li yılların sonuna sebep oluyor, “Çarpı konulan lerini sırtından vurduran, bodoğru Çorum ve Kahra- evlerin ortak özelliği nedir?” ğazını kestiren, faili meçhul manmaraş’ta olup bitensorusunu hatıra getiriyordu. dosyalarını (Bu arada meselâ emvâl-i metrûke komisyonu lere hâlâ akıl erdiremeyen, defterlerini de!) hokus-po93’te Sivas’taki ağır çekim kusla kaybeden hukuksuz bir provokasyonu sadece seycebir ve tagallüp cihazından retmekle yetinen (Bkz. Kobahsediyoruz. Bu mânâda nuyla ilgili Zaman: “Asker Madımak’ı sadece izledi”. Bkz. Şahsi fikrim: Cumhuriyet tarihimizin en majör hadisesi, Vilayet ve polis de izledi!), devlet bu defa on devletin ağır çekim hareketlerle hukuk devparalık sprey boya veya fırça ile Alevî toplu- leti doğrultusunda evrilmesidir. İşte bu yüzluğunu huzursuz edenleri derdest edecek den devletimiz bu defa kışkırtıcıları iş üzemiydi? Şaşıracaksınız ama devlet bu defa rinde iken yakaladı diye bayağı duygulandım üzerine düşeni yaptı; çarpıların amatör res- desem yeridir. Başta imâ ettiğim hikâyeyi hatırladım samlarını buldu ve üç kişiyi yakaladı. Cumartesi günü Star gazetesi bu haberi çok şimdi, geç oldu ama olsun: Ali Baba, haraimâlı ama galiba çok doğru bir başlıkla ya- mîlerin altın sakladığı mağaranın yerini öğrenir, fakat haramiler mağaraya birilerinin yınladı: “Eski Türkiye Tipi Provokasyon” Ayrıntılar şaşırtıcı ve öğretici: İstanbul girdiğini fark ederek Ali Baba’nın evini bulur Gültepe’de on evin işaretlenmesi üzerine ve kapıya çarpı koyarlar. İşareti fark eden Ali başlayan soruşturmada polis, ikisi bir Alevî Baba, hemen o gece bütün evlerin kapısına derneği üyesi, biri cinayet ve şiddet eylemle- çarpı koyarak haramilerin planını suya dürinde siparişle iş tutan taşeron Marksist ör- şürür! Darısı, kozmik odalarda saklanan gütlerden birinin üyesi çıktı. Habere göre kış- öteki devlet sırlarının başına diyelim mi? kırtıcılar sadece kapılara çarpı çekmekle kalt.alkan@zaman.com.tr

“Hak dostu” aleyhinde onlarca yazı doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olyazan birinin, sonunda “Hak dostuna dil mayan bir ilimden, bu dört şeyden Sana sıuzatmanın kötülüğünü” anlatması kaderin ğınırım.” diye dua ederlerdi. Eğitim açısından Efendimiz’in ifade bubir cilvesidir. Kader, anlayana kendi kalemiyle ders yurdukları bu dört şeyin birbiri ile irtibatının verir bazen. Ama ne yazık ki bizler, anlayış en iyi bilindiği yer tasavvufi ortamlar olsa gerek. Ve o ortamlarda bulunanlar, gönül konusunda talihsiz bir nesiliz. Okulların duvarlarını “Hayatta en hakiki dünyamızın canlı örnekleri olarak aramızda mürşit ilimdir” sözüyle donatıp, sonra eği- bulunsalar, sadece varlıkları bile toplum tim ile öğretimi özenle ayırarak, talebenin hayatımıza çok şey katar. Amerika’nın Philadelphia şehrinde seseğitimden mahrum edildiği bir dönemin çocuklarıyız zira. İçindeki malzeme zarar gö- sizce yaşayan bir Uzakdoğulu dervişten geriye kalanlar, bunun en rür diye laboratuvarları güzel örneklerinden birisini kullandırılmayan okullarKötü bir dönemin çocukları dan mezun olduk. olmak, bütün faturayı zamana oluşturuyor. Hikâye kısaca Eğitimsiz öğretim, ez- kesmeyi gerektirmez elbette. şöyle: Dervişin hali zaman berletilen bilgilerin unutu- Ama o şartları aşarak kendisini içinde mahalle halkına tesir lup gitmesinin ardından yetiştirebilen insan da çok az eder. Birer ikişer ziyarete gelmeye başlarlar. Sonra onun “Ben bilirim. Ben falan yerçıkabiliyor ne yazık ki. İşte den mezunum.” havasını tasavvuf ve velayet gibi en köklü yaptıklarını yapma eğilimi hediye etmekle yetindi bir- müesseselerimiz ve onlara ait gösterirler. O namaza kalkınca onlar da namaz hareçoğumuza. ıstılahlar bile “seninki mi ketleri yaparlar birlikte. O Eğitimle alakalı forbenimki mi” gibi futbol masyon derslerinde sayısız fanatizmine eş bir tarafgirlik yemekten içmekten kesildiği zaman onlar da oruç teori okuduk. ABD görüzerinden tartışılıyor. olduğunu bilmeden aç ve müş hocalarımızdan, orasusuz dururlar. Emr-i hakkın lara gidebilme başarıları ve vaki olacağını sezen derviş, İngilizce kelimelerin telaffuz inceliklerine dair sayısız “maharet” din- evine gelenlere yavaş yavaş açar gönül ledik. Ama ilahiyat fakültesinde, din eğitim dünyasını. İslam’ı, namaz ve orucu anlatır. ve öğretimi vermek üzere yetiştirildiğimiz Onlar da tereddüt etmeden Müslüman halde, cehalet ve kabalığın zirvesindeki bir olurlar. Kendi mescitlerini kurup, ibadetletoplumu yirmi üç sene içinde yoğurarak, rini orada yapmaya başlarlar. Dış cephemedeni insanlar haline getiren Hz. Pey- sinde el-esmaü’l-hüsna ile süslenmiş bemgamber’in eğitim metodunu öğrenemedik. beyaz bir mescit ve ibadetlerini yerine geBatılı eğitim teorilerini anlamaya çalışırken, tiren beyaz Amerikalılar kalmış dervişten örnekleme sadedinde, Efendimiz’in bazı geriye. Sessiz bir tebliğ ve derin bir tesir! Kendi uygulamalarını gördük sadece. Kötü bir dönemin çocukları olmak, bü- sessizliği içinde yaşarken, etrafındakilerin tün faturayı zamana kesmeyi gerektirmez halini düşünmediği, onlar için dertlenip, hielbette. Ama o şartları aşarak kendisini ye- dayetleri için dua etmediğini düşünebilir tiştirebilen insan da çok az çıkabiliyor ne ya- miyiz o dervişin? Neticeye bakılırsa mümzık ki. İşte tasavvuf ve velayet gibi en köklü kün değil. Demek ki, gürültü çıkarmakta, tamüesseselerimiz ve onlara ait ıstılahlar bile rafgirlikle Hak dostlarına dil uzatmakta de“seninki mi benimki mi” gibi futbol fana- ğilmiş marifet. Marifet kalbini Allah’a rabt tizmine eş bir tarafgirlik üzerinden tartışılı- edip, ihsan şuuru ile insanlar arasında buyor. Tirmizi ve Nesai’nin süneninde rivayet lunmaktaymış. Diyeceğini de, isteyeceğini edilen şu hadisi dikkatlice okuyalım. Resû- de ancak Allah’ın verebileceğini başkalarılullah aleyhissalâtu vesselâm, “Allah’ım, nın bu konuda bir behresinin olmadığını huşû duymaz bir kalbten Sana sığınırım, iliklerine kadar hissederek demekteymiş. dinlenmeyen bir duadan Sana sığınırım, h.ozturk@zaman.com.tr

Olgunlaşma ETYEN MAHÇUPYAN

Bugüne dek Hrant'la ilgili yazdığım her yazıdan sonra kendimi tükenmiş hissettim. Söyleyeceğim her şeyi çoktan söylediğim, artık dağarcığımda hiçbir şey kalmadığı duygusuyla bıraktım kalemi. Hatırlanacak veya hatırlansa da başkalarına iletilecek bir konu yoktu. Bana yüzeysel ve hamasi gelen yüzlerce yazıyla karşılaşmaktan sıkılmıştım ve hâlâ da sıkılıyorum. Bir insanın yüceltiliyor gibi yapılırken, zihninin ve yüreğinin boşaltılması, onun yerine olumlu olduğu düşünülen klişelerin konması bana uzun zaman kötü niyet örnekleri gibi gözüktü. Sanki öldükten sonra içi doldurulan bir tür nadide av hayvanıymış gibi, Hrant'ı şekle indirgeyenleri, onu kendi hayatlarının manevi süsü haline getirenleri gördükçe rahatsız oldum. Hele bazılarının onun hatırasını kendileriyle ilişkilendirip, allayıp pullayıp bir tür kariyer rantına dönüştürmeleri, birer parazit gibi o içi doldurulmuş nesneye yapışmaları utanç vericiydi… Bu alanda kötü niyetin, kişiliksizliğin, ah-

laki zafiyetin azaldığını hiç düşünmüyorum. Ama arada geçen zamanda ben de olgunlaştım. Hrant'ın algılanma ve ‘kullanılma' biçimine daha esnek yaklaşmaya başladım. Bu yapaylığın ardında bir çaresizliğin, onun da ardında ufak bir trajedinin yattığını hissettim. Beni öfkelendiren, Hrant'ı gerçekte tanımayan, hatta bu konuda kendi hayal güçleri ve önyargıları dışında fazla bir bilgiye sahip olmayan birçok kişinin kendilerince Hrant ‘güzellemesi' yapmaya soyunmasıydı. Burada tersine bir ilişki vardı sanki: Güzelleme yapmaya karar verilmiş ve ona uygun bir Hrant aranmış gibiydi… Oysa Hrant için güzelleme gerekmezdi. Sadece yaptıklarını, zaaflarını, birbirini hiç bırakmayan hüznünü ve neşesini basitçe resmetseniz yeterdi. Hrant sade, basit, sıradan biriydi… Sade, basit, sıradan birinin yapması gerekenleri kendisini hayata açarak yaptı. Ve buradan da güzelleme ihtiyacı olmayan bir güzellik çıktı… Ölümünün ardından birçok kişi Hrant'ı keşfederken, onu böyle sade, basit ve sıradan biri olarak tahayyül dahi edemediler. Çünkü ne kendimiz öylesine sahiciyiz ne de öyle olunabileceğine dair ipuçlarına sahibiz. Hrant gibi insanların özelliği, onlarla yakın olduğunuzda ‘sade, basit ve sıradan' olmanın size bir mezi-

yet gibi görünmesini sağlaması, ama insan olabilmenin de doğal şartı olduğunu hatırlatmasıdır. Bu tür insanları tanımamış iseniz onları sonradan tanımanız da çok zordur, çünkü bu hayali tanışıklığın referansı kendiniz olamazsınız. Hrant, kendisiyle ilişkide olan insanları kendi gözlerinde değiştiren ve bundan büyük keyif alan biriydi. Bunu bir büyüklük duygusu içinde değil, hayatın kıvrımları içinde sörf yapmanın hazzıyla yaşardı. Onun dünyası çoğumuzun yadırgayacağı, ancak nüfuz ettiğinde varlığına şaşırmayacağı bir dünyaydı. Şaşırmazdınız, çünkü gördüğünüz insanlığın ‘kendi' haliydi... Bu dünyayı Hrant özelinde tanımayan on binlerce kişi onu ölümünden sonra ‘bilmeye' çalıştı. Ancak kendilerinin de farkında olmadıkları bir çaresizliğin içindeydiler... Büyük bir iyi niyetle de olsa, yeni bir Hrant yaratmaya teşne oldular ve kendi anlam dünyalarında onu diğer kayıplarına benzetmekten başka bir yol bulamadılar. Bu kaçınılmaz yüzeyselleşmenin ardında bir trajedi yatıyor. On binlerce insan, Hrant ancak öldürüldükten sonra onu daha önce tanımış olmaları gerektiğini idrak etti. Kamusal alanda olan biriydi, küçük de olsa bir haftalık gazete çıkarıyor, sık sık televizyon ekranlarında

görülüyordu. Ama Hrant'ın kendine özgü sesi ve duruşunun kafamızdaki ideolojik kalıpları sarstığını, onun içinde çatlaklar açtığını az insan gördü. Büyük çoğunluk için Ermeni meselesinin içinde anlam kazanan ve kimliğine göre konuşuyor olması gereken biriydi sadece. Onun ölümü herkese kendi zihinlerinin ve yüreklerinin daha önce ölü olduğunu hatırlattı. Böylece o ölüm birçoğumuzun yüreğini yeniden canlandıran bir hayat öpücüğü gibi oldu. İnsanlar kaçırdıkları o geçmişi yakalamak, Hrant'ı sanki hâlâ yaşıyormuşçasına bağırlarına basmak istediler. Ama onu tanımıyorlardı... Onu ancak kendi geçmiş anlayışsızlıklarının veya farkındasızlıklarının telafisi olarak, yeniden yaratarak ‘cisimleştirme' imkânları vardı. Öyle de yaptılar… Hrant yüceltildi ama aynı zamanda kaçınılmaz olarak yüzeyselleşti. Adı, tüm yaşanmışlığın yerine geçti. Ama artık buna çok fazla öfkelenmiyorum... Ben de olgunlaştım biraz. Belki de trajedinin herkesi kuşatan gölgesi genel vasatlığımızı kabullenmeme bir nebze vesile oldu... Mehmet Ali Birand benim için özel biriydi… İyi bir insan, has adamdı… Özlenmeyi hak eden biriydi. Allah rahmet eylesin… e.mahcupyan@zaman.com.tr


26 YORUM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Şiddet ve terörün önlenmesinde Said Nursi’nin teklifleri-2 M. MUSTAFA AKDAĞ Bir önceki yazımızda Bediüzzaman Said

1Nursi’nin şiddet ve teröre karşı önemli

tahliller yaptığından bahsetmiştik. 20. yüzyıl’ın hemen başında, insanların bugün hunharca katledildiği Suriye topraklarında, 100 yıl sonrası yani günümüz problemlerine de ışık tutacak nitelikte irat edilen Hutbe-i Şamiye isimli eseri de bunların başında gelir. Üstad’ın aktif fikir mücadelesi içinde olduğu, o günün şartlarında siyasetle içli dışlı bulunduğu bir dönemin zirve ürünü sayılan bu eser, mesajı itibari ile sadece İslam birliği vs. gibi siyasi yaklaşımlar ile sınırlandırılmamalıdır. Özellikle de bugünlerde ciddi bir bela olarak insanlığın başında olan ulusal ve uluslararası şiddet ve terörün her türlüsünü önleme adına da ciddi mesajlar taşımaktadır. O’nun 100 yıl öncesinden bugünleri okuyabilmesini bir çeşit keramet olarak algılanması bir yana bu eserin muhtevasının rasyonel ve bilimsel bir sosyolojik, sosyo-politik, sosyo-ekonomik bir tahlile de ihtiyacı olduğu da açıktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu eserde Bediüzzaman İslam dünyasını veya Müslüman toplumlarını asırlardır meşgul eden, geri kalmasına sebep olan problemleri ele alırken metodolojik açıdan dışlayıcı ve suçlayıcı bir yöntem değil, dikkatli, yapıcı ve bilimsel bir yaklaşım getirmiştir. Bu yöntem dört basamaktan oluşmaktadır: 1-Semptomların belirlenmesi. 2- Hastalığın teşhis ve tespiti. 3- Tedavi yöntemlerinin belirlenip hastanın moral motivasyonun temini. 4- İlaçların belirlenip temini ve tedaviye başlama. (Michel, 2010) Ayrıca belirtmek gerekir ki O, diğer eserlerinde de sıkça vurguladığı üzere, ırkçılık, anarşi ve baskıcı politika gibi önemli problemlere makul ve uygulanabilir çözümler getirmiştir. Genel manada da fiziksel bir mücadeleden çok fiziksel olmayan yani ahlaki ve centilmen bir mücadeleyi tavsiye etmiştir. (Harb, 2010) Yine altını çizmek gerekir ki bu iddialarını desteklerken kullanmış olduğu örnekler, O’nun batılıların da kullandıkları münazara yöntemlerini iyi bildiği ve kullandığını göstermektedir. Genel manada Müslümanların maddî yönden yeniçağa ayak uyduramayıp orta çağda kalakalmalarına sebep olarak Hutbe-i Şamiye’de altı hastalık belirtilmiştir: 1. Ye’s ve ümitsizlik. 2. Doğruluğun toplumsal hayatta ve özellikle de politik arenada kaybolması 3. Adavete muhabbet. 4. Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek. 5. Çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat (baskı). 6. Şahsi menfaatlere yoğunlaşmak. Üstad yaşanan son iki asrın da geniş bir tahlilini sunduktan sonra, Müslümanların başına gelen felaketlerin sebebini öncelikle ken-

DAĞISTAN ÇETİNKAYA

dilerinde görmektedir ve bu yönüyle ciddi bir özeleştiri yapmıştır. Zira birçok savaş yüzünden şiddete ve zulme uğramaları, baskı rejimlerine maruz kalmaları ve bu durumdan kurtulamayıp ümidini yitirmeleri Müslümanlara yakışmayan bir durumdur. Diğer taraftan her şeyde olduğu gibi bu işte de bir hikmet vardır ve bu yaşanan dehşetli olaylar beşerin uyanmasına ve silkinmesine vesile olmuştur ve olmaya devam edecektir. Nursi’ye göre diğer dinlerin aksine Müslümanlar tarih boyunca ne zaman Hakikat-ı İslamiyet’in kuvveti nispetinde hareket etseler terakki edip medenileşmişler ve ne zaman dinde zafiyet gösterip uzaklaşmışlarsa o zaman da vahşete ve tedenniye düşmüşler ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere maruz kalmışlardır. Müslümanların düştükleri bu sıkıntılı durumdan kurtulabilmek için bu altı hastalıktan kurtulma yollarını aramalar gerekir. O’nun bu konudaki teklifi veya reçetesi ise sırası ile şöyle özetlenebilir: 1. Ye’s ve ümitsizlik için önerdiği Ümit. Zira ümit imandan gelmektedir. Hem Allah cc. İstikbalde Müslümanlara parlak bir gelecek vadetmiştir. Tarihte de Müslümanlar pek çok kez ümit sayesinde tekrar doğrulmuşlardır. İnsan psikolojisi de ümitli olmaya meyillidir. Eğitim ise bu bağlamda ümidin hayata geçmiş halidir. Üstad’ın burada ısrarla ulusçuluk ve milliyetçiliğin tehlikesine dikkat çekmekte, onun yerine din kardeşliğinin önemine

vurgu yapmaktadır. 2. Sıdkın toplumsal hayatta ve özellikle de politik arenada kaybolmasının önüne de doğruluk ve dürüstlükle geçilebilir. İkiyüzlülük, riyakârlık ve dalkavukluk toplumsal, kişisel ve özellikle de politik hayattan bir an önce kaldırılmalıdır ve şeffaflık esas olmalıdır. 3. Düşmanlığın karşısına ise sevgi ve kardeşlik ile çıkılmalıdır. Dünya savaşları ve mezhep çatışmaları göstermiştir ki düşmanlık çok zararlı bir hastalıktır. Düşmana düşmanca davranmak da çözüm değildir. Kötülüğe iyilikle mukabele esastır ve sevgi, şefkat ve kardeşlik en temel prensiplerdir. 4. Müslümanlar arasında ayrılığa sebep olan adaletsizlik ve bunun özellikle de adalet perdesi altında yapılması ve art niyetli, zalimce ve tarafgirlikle davranan akım, mezhep ve örgütler bu problemin kaynağıdırlar. Nursi çözümü şöyle ifade etmektedir: “Gerçek adaletin temini için insanlık çabucak aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaik-i İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edeceklerdir.” (Nursi, H. Şamiye, S. 79) Ayrıca İttihad-ı İslâm farz bir vazifedir. Nursi nasıl bir birlikten bahsettiğini ise şöyle açıklamaktadır: „Şarktan garba kuzeyden güneye uzanan, Kâbe merkezli, tevhid-i İlahîde buluşan, yemini iman olan, nizamnamesi Sünnet-i Ahmediye (s.a.v) olan, kanunnamesi dinin emir

ve nehiyleri olan, kalp ve azaları umum medreseler, mescitler ve tekkeler olan, ayrıca bütün Müslümanların ortak malı olan Kur’an ve tefsirleri başta olmak üzere dini neşriyat ve Müslümanların fikirlerini neşredecek ve i’lâ-yı kelimetullahı hedefleyen basın, yayın ve haberleşme kanalları olan bir birliktir.” (Nursi, H. Şamiye, S. 94) 5. Despotluk ve baskıcılığın her türlüsüne karşı çözüm ise İslami onur ve şerefi muhafaza ederek dik durabilmektir. Nursi, sömürgeciliğin ve diktatörlüğün kötülüğüne ve nasıl keyfi şiddetlere yol açtığına işaret etmektedir. Politikayı da çözüm olarak görmeyen Nursi burada günlük hayatta uygulanacak ve eğitim esaslı onurlu ve gerçek bir Müslümanlık tavsiye etmektedir. Diplomatik yolların sonuna kadar zorlanması ve müspet hareket en başta gelen tedbirdir. Zira Arendt’in de dediği gibi savaşların olma sebebi savaş yerine sahnede başka bir nihai hakemin ortaya çıkmamış olmasındandır. (Arendt, 1997) Nursi’ye göre bizi bu kadar düşüren diğer sebepler cahillik, şeriata muhalefet, fakirlik, su-i ahlak, nifak ve tefrikadır. Bunların önüne de ancak eğitim, kalkınma ve birlik ve beraberlik ile karşı gelinebilir. Bu hastalıkların tedavisini güçleştirip yavaşlatacak olan kin, nefret ve gıybet gibi kötü hasletlerin de önüne geçilmelidir. 6. Son olarak da ferdiyetçi ve şahsi menfaatlerini öne çıkarma hastalığının önüne istişare ile geçilmelidir.

KRAL VE SOYTARI


27 YORUM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Ekrem Dumanlı

Ölüm ah ölüm Her ölüm haberinde akla şöyle bir soru gelir: Acaba merhum, hayata tutunabilseydi şimdi ne yapıyor olacaktı? Öbür âleme yürüyüp gidenler hakkında böyle bir sual sorabildiğimiz gibi “Onun yerinde ben olsaydım şimdi orada nasıl bir durumla karşı karşıya kalacaktım?” diye çoğaltabiliriz. Ve çoğu kez bin bir telaşla takip ettiğimiz gündemin ne kadar yavan, ne kadar boş olduğunu görür, oradan hayatın gerçek anlamı üzerine dersler çıkarırız. Mehmet Ali Birand'ın vefat haberinde de yüreğim sızladı. Geride kalanları düşündüm. Yakınları, dostları, akrabaları, meslektaşları… Ateş düştüğü yeri yakar derler; doğrudur. Hiçbir üzüntü, vefat edenin en yakınındaki hicran kadar keskin olamaz… Bir zaman sonra “Hayat devam ediyor” tesellisiyle yürüyeceğimize göre şöyle bir soru yöneltebilir miyim: "Şayet o duayen, perşembe günü hayat ile memat arasında gidip gelmeseydi neler yapıyor olacaktı?" Modern zamanlarda insanlar önce sanal âlemde ölüyor. Birand da öyle oldu. Önce ‘vefat etti' dediler; oğlu hastaneden ‘Hayır babam yaşıyor' deyince herkes pür dikkat hastaneden gelecek haberi beklemeye başladı. Ve akşamüstü acı haber geldi: Mehmet Ali Birand vefat etmişti. Farz edin ki merhum, hastanenin kapısından -daha önce olduğu gibi- elini kolunu sallayarak çıktı, aramıza karıştı; onu nasıl görecektik? Bunu tahmin etmek hiç de zor değil. Eşi, “Akşama balık yiyelim...” dediğini naklediyor. Soluğu televizyonda alacağı aşikâr. Program yapacağı belli. Yakın arkadaşlarından Cengiz Çandar o yüzden

“Programa kimi konuk alacağımızı konuşmuştuk.” diyor. Çandar'ın anlattığına göre Birand, hayatta olsaydı ölüm üzerine bir program yapacaktı. Paris'in göbeğinde esrarengiz bir şekilde öldürülen üç PKK'lı üzerine yapılacak programı izleyecektik. O programda tetiği kimin çekmiş olacağı üzerine kafa yorulacak, tetikçinin arkasındaki heyûla üzerine karanlık senaryolar dile getirilecek, oradan aydınlık bir Türkiye umudu diri tutulmaya çalışılacaktı. Tabii ki mesele Paris ile sınırlı kalmayacaktı; çünkü o program yapıldığında cenazeler önce İstanbul'a getirilmiş, sonra da Diyarbakır'a nakledilmiş olacaktı. Birand bu; sormadan, sorgulamadan edemez ki! Muhtemel programda şöyle sorular yöneltmesi kaçınılmazdı: Bu cinayetle kim kime mesaj vermişti, İmralı sürecinin devamı için mi yoksa bu sürecin baltalanması için mi bu korkunç cinayet işlenmişti, bölgede tasarruf hakkını terör eylemlerine borçlu güçler meselenin çözümünü PKK-devlet arasındaki görüşmelere terk eder mi?.. Sorular uzayıp gidecek, programı seyredenler yeni bir zihin fırtınası yaşayacaktı. Hatta programda sarf edilen bazı sözlerden dolayı bazı seyirciler konuklara; hatta çok defa olduğu gibi Birand'a ağır ithamlarda bulunacak; dahası, çok defa olduğu gibi ihanetle suçlayacaklardı. Soğukkanlı izleyiciler ise merhum ile ilgili internet sitelerinin hafiye gibi bekleştiği ‘Birand'dan gaf' haberlerini rutin gündemleri haline getireceklerdi. O programda zikredilen bazı düşünceler üzerine hazırlop yazılar kaleme alınacak, tokuşturmalar ve çatışmalar düzenlenecekti. Merhum, yıllardır yaptığı gibi çoğu ‘deli saçması' olan itirazların geneline gülüp geçecek, cuma akşamı oynanan Kasımpaşa-Galatasaray maçından Galatasaray'ın mağlup ayrılmasına üzüle-

cek, ancak Cim Bom'un Şampiyonlar Ligi maçlarında sergilediği başarılı grafiğin devamı için yüreği güm güm atacaktı. Bunların hiçbiri olmadı. Yaşıyor olsaydı 6 yıl önce kalleş bir kurşunla öldürülen Hrant Dink'in anma töreninde olacaktı. Belki önceki gün vefat eden Prof. Dr. Toktamış Ateş'le ilgili bir yazı yazacaktı. Toktamış Hoca'nın demokrasi mücadelesinden, diyaloğa açık bir bilim adamı oluşundan dem vuracaktı. Oysa aynı gün Birand'ın cenazesi Teşvikiye Camii'nden uğurlanıyordu. Ansızın gelen bir ölüm, ölümü konuşacak adamı aldı götürdü. ‘En hayatî gündem maddeleri'nin her biri merhum için anlamsız hale geliverdi birden. Artık tek sermayesi geride bıraktıkları. Aldığı dualar, insanlığın hayrına yaptığı icraatlar... Aslında hepimizin akıbeti aynı. Bir gün aniden verdiğimiz son nefes ile hayatımız, bir film şeridi gibi geçip gidecek gözlerimizin önünden. Kızgınlıklar, kırgınlıklar, dargınlıklar bir bir anlamsızlaşacak. Ölüm kapımızı çaldığında hayatın manası daha bir anlaşılır hale gelecek ve göreceğiz ki aslında dış gündemlerden önemli olan kalp ve ruh hayatımızın ‘hesaba çekilmeden önce' kendini hesaba çekmesi... ‘Gündem'in hiçbir önemi yok demiyorum; lâkin sıcak gündem maddelerinin paralelinde her bireyi doğrudan ilgilendiren bir büyük gündem olduğunu hatırlatmak istiyorum. Her ölüm bir ders-i ibret, bir ders-i hikmettir. Birand'ın ölümü üzerine bir kez daha düşünmeliyiz ki arkada bıraktığımız güzel işlerle öbür âleme gidiyoruz ve buradan götürdüklerimizle orada yeni bir dünya inşa ediyoruz.

HANGİSİ KOYUN HANGİSİ KURT? Hafta içinde birbirinden ilginç hadiseler yaşandı; ancak sık sık değişen gündem nedeniyle o olaylar gözden kaçtı. Umarım burada birkaçını hatırlatmak, bu ülkede dönen dolapların anlaşılmasına yardımcı olur. Birkaç yıldır Alevi vatandaşlarımızın evleri işaretleniyor. Bir Alevi-Sünni çatışmasının temelini atmak isteyenler Alevi evlerini işaretliyor; sonra da medyada haber yaptırıyordu. Yapılan soruşturmada o işaretleri kapılara yazanların Alevi olduğu ortaya çıkmıştı. Şimdi yeni bir bilgiyle karşı karşıyayız. Meğer çocukların kendi evlerine bile çarpı işareti attıranlar DHKP-C adlı örgütmüş. Sabıkası bir hayli kabarık olan bu örgütün nihai hedefini anlamamak için çok saf olmak gerekiyor herhalde. Bir başka koyun-kurt hikâyesi Zirve Katliamı'ndan çıktı. Kendini milliyetçi muhafazakâr olarak tanıtan ve misyonerlerin öldürüldüğü o korkunç cinayette azmettirici olmakla suçlanan zanlı Varol Bülent Aral'ın 1995'te DHKP-C adına yapılan eylemde gözaltına alındığı öğrenildi. “Yakın arkadaşım” dediği Şengül Akkurt, 2008'de eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'e saldırı hazırlığı içindeyken yanlışlıkla bombayı patlatmış ve bu yüzden ölmüştü. İstanbul'da büyük bir operasyon yapıldı ve aralarında çok sayıda avukatın da bulunduğu kişiler gözaltına alındı. Bizim kadim medya olayı, “Avukatları gözaltına aldılar” diye veriyor; ancak olay hiç de öyle gözükmüyor. 6 silahlı saldırı eylemi gerçekleştirmek, 3 polisi şehit etmek, 6 vatandaşı yaralamak gibi bir kısım ağır ithamlar var. DHKPC örgütünün kozmik odasına girildiği, yeni liderinin gözaltına alındığı gelen bilgiler arasında. Tabii ki mahkeme safhasına gelmemiş bir dosya ile karşı karşıyayız. O yüzden toplam 50'den fazla kişinin gözaltına alındığı bir soruşturmada zanlıları suçlu ilan etmek de, aklayıp paklamak da doğru değil. Belki merakla beklemek, somut deliller eşliğinde karşımıza çıkacak manzaraya bakmak gerekiyor. Çünkü bu ülkede koyun postuna bürünmüş çok kurt var ve o kurtların ini çoğu kez örgütlerin dehlizine çıkıyor.


kursu@zaman.com.tr

BU SAY FA, M. FET HUL LAH GÜ LEN HO CA EFEN DI’NIN SOH BET VE YA ZI LA RI ESAS ALI NA RAK HAZIRLANMAKTADIR.

Ahlakı güzel olanın her yanı güzeldir İnsanın öfkeleneceği, dolup taşacağı anlar da mutlaka olur. yine de her fırsatta sadece sözle de olsa nefislerimize rağmen deşlik mevzuu iradîdir ve sağlam bir uhuvvetin gerçekleşmesi O esnada insanın öfkesini yutması, dince çok önemli bir vasıf bu kabul ve takdiri söyler, zamanla yalancı çıkmamak, kendi için herkesin irade, azim ve gayretine ihtiyaç vardır. İnsan kendi sayılmaktadır. Bir taraftan insanların kusurunu affetme, bir ta- kendimizle çelişki yaşamamak için kendimize de kabul ettiri- nefsinde bin tane kurt taşıdığı mülahazasıyla kendi elini-kolunu, dilini-dudağını bağlamalıdır ki başkalarına zarar vermeraftan da öfkelenip köpüreceği yerde dahi köpürmeme, sabırlı riz. Bir mümin, kardeşindeki bir fazilete karşı belki gıpta ede- sin. İnsan, kurttan daha yırtıcı bir nefis taşıdığını hesaba katve mülâyim davranma bir mümin sıfatıdır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Mü- bilir; ama hased ve gıybetlere götürecek bir kıskançlığa asla düş- malı.. kardeşi hakkında az önce misalleri verildiği gibi tahşidât minlerin en kamil ve olgunu ahlak bakımından en güzel olan, mez. Bu durumda yapılması gereken şey, az önce de ifade edil- yapmalı, el, dil, onur, haysiyet ve şerefini bağlamalı, ipotek etbaşkalarıyla en iyi geçinendir.” buyurmuş ve bize, affetmeyi de diği gibi, “Allah keşke beni de o arkadaşım gibi yapsa..” diye- melidir. Siz biri hakkında elli defa “Mükemmel bir dost, çok güzel konuşuyor, iyi yazıyor, oldukça başarılı ve dahası ihtiva eden güzel ahlaklı olma yolunu göstermiştir. Evet, rek takdirimizi bir dua şeklinde ortaya koymaktır. Bu takdirin çok muhlis.” demişseniz; bir süre sonra “O bizzat o arka“Ahlak iledir kemâli âdem, ahlak iledir nizamı âlem.” gayet aciz, beGüzel ahlakla donanmış bir sîne, ihtimal, cehenneme cekonulsa bile tavrını değiştirmez. Orada da hilm ü silm çizgisinde yaşar, zebanilerle hasbihal eder, başına gelenleri geniş bir yürekle karşılar. Güzel ahlaka açık bir gönül geniş bir mekâna benzer ki, dünya kadar gaile dolsa da o, yine öfkesini, şiddetini gömebilecek bir yer bulabilir. Huyu kötü, sinesi de dar kimselere gelince onlar, daşımıza kargadan bile aptal öyle “Kâbil”lerdir ki, karşı ya koskocaman arzda bile kötü duygularını, hiddet ve nefretlerini gömebilecek bir mezar bulamazlar. Huyu güzel olanın her yanı güzeldir. Fakat huy güzelliği, huysuzlukla test edilmeden ispatlanmış olmaz. Bir insan huysuzluk karşısında da tavır değiştirmiyorsa, yani çevresindekiler akrep ve kobra bile olsa, onlara da adab ve erkân öğretmeye çalışıyorsa, o güzel huyludur. Mümin, taşıdığı yüksek karakteri ve yüce ahlakıyla çıyanların bulunduğu yere konulsa dahi onlara da insanî adab ve erkân öğretmeye gayret etmelidir. İyi insanlarla geçinmek kolaydır. Maharet en kötü insanla veya kötü gördüğümüz insanla da daima iyi münasebetler içinde bulunmaktır. İşte, cennetin kapılarını açan sırlı anahtar da budur. Bir diğer önemli husus da, Uhuvvet ve İhlas risalelerinde üzerinde durulan “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar et2- Güzel ahlakla donanmış bir sîne, ihtimal, cehenneme konulsa bile tavrını değiştirmez. Orada da bamek.” düsturudur. Arkadaşların mezişına gelenleri geniş bir yürekle karşılar. yetleriyle şâkirâne övünme, yani birinin ortaya koyduğu başarıyı önce “Elham3- Kardeşliğin tesisi mevzuu iradîdir ve sağlam bir uhuvvetin gerçekleşmesi için herkesin irade, azim dülillah..” diyerek Allah’a verme, daha ve gayretine ihtiyaç vardır. sonra da o başarı kendi eliyle gerçekleşmiş gibi sevinme bir ihlas emaresidir. Mesela; bir arkadaşımız güzel yazıyor, diğeri güzel konuşuyor.. bir başkası da hem güzel konuşuyor, hem güzel yazıyor olabilir.. Cenâb-ı Hak hem konuşma vermiş rikona, hem kalem vermiş; duygularını, düşünsiz, zacelerini oturup irticalen anlatırken de güzel anlavallı, yüz tıyor, kaleme dökerken de kusursuz döküyor. Bu dukarasının tekirumda bize düşen, o arkadaşımız adına sevinmek, sevidir...” şeklinde nasıl konip takdir ettiğimizi söylemektir. İcabında hem de kulağına ginuşabilirsiniz? Size demezler mi, “Şimdi sen yüz karası bir indecek şekilde söylemek gerekir. Gıybet etmeyiz, Allah (cc) için da gıyabında olsa da ona ulaşacak şe- san oldun. Senin hangi sözüne güvenelim ki?” Evet, insan bağsöyleriz; onun hakkında bir takdir ifadesi olarak dile getiririz. kilde söylenmesi de önemlidir. Çünkü bir sahabî “Ben falan ar- lamalı kendini. O mevzuda aksine fikir beyan edemeyecek şeŞâkirâne şükretmeye zorlarız kendimizi ve aynı zamanda nef- kadaşımı seviyorum Ya Resûlallah!” deyince Resûl-i Ekrem kilde nefsini ipotek etmeli. Sözünün rehini olmalı. simizi başkalarının başarı, kabiliyet ve istidatlarını kabule alış- (sallallahu aleyhi ve sellem) “Git, ona sevdiğini söyle.” buyurtırırız. 1- Bir taraftan insanların kusurunu affetme, bir taraftan da muştur. Bizden o arkadaşımız hakkında hep olumlu şeyler sadır olunca, o da bize karşı ters davranmayacaktır. Bir, iki, üç, öfkelenip köpüreceği yerde dahi sabırlı ve mülâyim davSözünün rehini olma dört, beş.. gizli-açık, bizden hep takdir ve kabul görünce, o da ranma bir mümin sıfatıdır. Bu bir tür rehabilitasyondur. Bu kabulümüzü bir defa söy- nihayet bize gönlünü açacaktır. Bu sözlerimle yapmacık hal ve davranışlara girmeye teşvik leriz, bir başka fırsatta yine söyleriz. Belki başlangıçta nefislerimizin tepkileri olur, takdir hissi içimizden gelmeyebilir; fakat ettiğim kat’iyen zannedilmesin. Başta da ifade ettiğim gibi kar-


HAFTANIN DUASI

SÖZÜN ÖZÜ

Hazinelerinden bizlere lütfettiğin bütün nimetler, kalplerimizi donattığın tüm zînetler ve ruhlarımıza sevdirdiğin topyekûn güzellikler için biz de Sana hamd ve şükranlarımızı arz ediyoruz. Bahtına düştük, halimize merhamet eyle ve lütfen bu kadar ikram ü i’zaz ve ihsanda bulunduktan sonra bunları geri almak suretiyle bizi ikab etme...

Bu duygu ve düşüncede olan bir insan, iman, mârifet, muhasebe ve murakabe kanatlarıyla her lâhza âdeta Cenâb-ı Hakk’ın müşahedesi altında bulunuyor gibidir. İmanın diriltici atmosferinde derinleşen her fert, bu duyguyu, bütün canlılık ve enginliğiyle vicdanında duyabilir.

Merhum Yaşar Hoca ve Hizmet’te İlâhî Sevk Sevgili Dostlar,Cenâb-ı Hak, kendi yolunda istihdam edilmeyi ihlasla isteyen bir insanı asla zayi etmez ve onun önüne her mevsim bambaşka meyveler derme imkanları çıkarır. Zaman zaman insan karşısındaki muvakkat kara bulutlara bakıp endişeler yaşasa da Allah’a itimadı tam ve istimdadı yalnız O’ndan ise, Hazreti Raûf onu mutlaka yine güzelliklerle buluşturur. Hatta, böyle samimi bir gönül yer yer mazisine bakar ve “Kaderimi ben belirleseydim asla bu neticeleri elde edemezdim!” der; ilahî sevkler karşısında hamd ü sena hisleriyle dolar. Bu mülahazaları daha derinden ve sahih bir şekilde duyan muhterem Hocamız, yer yer “Yeniden dünyaya gelseydim ve tercih hakkı bana bırakılsaydı, yine Korucuk gibi küçük bir köyde doğmak, Râmiz Hocanın ve Refia Hanımın oğlu olmak.. yine Kurşunlu Cami’nin izbe gibi dershanelerinde, bazen kulübe gibi bir yerde talebelik yapmak.. yine kimi zaman bir hafta ekmek bulamadan yaşamak.. yine bu güzel hizmet arkadaşlarımla beraber olmak.. ve yine bu yolda bulunup mahrumiyetlerine katlanmak isterdim.” der. Hep şu hususa dikkat çeker: “İster dünya çapında isterse de belli beldelerde diyalog ve eğitim hizmetlerindeki başarılara dikkatlice bakılırsa, onların verâsında binlerce sebebin biraraya geldiği ve bunu Allah’tan başkasının yapamayacağı anlaşılır. Sevk-i ilahiyi ve

Allah’ın inayetini görmezden gelmek ve muvaffakiyetleri sebeplere ve bazı şahıslara vermek ancak gafillerin işi olabilir.” Evet, M. Fethullah Gülen Hocaefendi, ehl-i dünyanın ancak mucize diyerek ifade edebileceği ve bizim de ikrâm-ı ilahî sözüyle adlandırabileceğimiz bu büyük hizmetler ne zaman söz konusu olsa hemen “sevk-i ilahi”yi nazara veriyor. Şayet adanmış ruhlar çizgilerini muhafaza ederlerse, küçük bir ev açmaya sevk ettiği günlerden şimdiye kadar, her dönemde şartlara ve konjonktüre göre ayrı bir hizmet imkanı lutfeden Cenâb-ı Allah’ın, onları daha büyük muvaffakiyetlere de ulaştıracağını vurguluyor. İşte bu esasları şerh ettirebilmek için bu haftanın Bamteli sohbeti olmak üzere muhterem Hocaefendi’ye “takdir-i ilâhîye rıza” ile ilgili birkaç soru sorduk ve gerçekten çok güzel cevaplar aldık. İnşaAllah bu sohbeti pazartesi günü bütün olarak neşredeceğiz. Bu arada, dershanesinin kapanmasından endişe eden öğretmen ve öğrencilerin de bu hasbihalde kendilerine dair çok önemli ölçüler bulabileceklerini haber verelim. Bu nağmede sözünü ettiğimiz sohbetten çok hoş, latif bir hatırayı ve muhterem Hocamızın kendi hakkındaki ilahî takdirlere/sevklere bakışını 08:55 dakikalık sesli ve görüntülü dosyalar halinde arz ediyoruz. Dualarınıza vesile olması istirhamıyla…

Mavi Rüya Renk renktir gurûb tâ ilk günden beri, Gök kuşağına inat bütün sema. Tül tül büyülüdür karanlık amâ, Rüyadaki Cennetlerin benzeri...

İnsan sayılır mı gafletle yatan! Burası, yolculara bir ilk durak.. Eşya O’nun mührü ağaç, taş, toprak, O’nu tanımazsan kendinden utan!

Varlık binler mesaj o Bilinmez’den, Ötesi hep masal üstüne masal.. Sinede azap başkasıyla visal, Koş Dost vuslatına içten ve özden.

Uğradığın gibi çık git buradan, Bak seni bekliyor ötede gözler; Ayın on dördü gibi gökçek yüzler, Dahası visal ufkunda Yaradan!.. M. Fethullah Gülen

Abdullah Aymaz

Köylü Hayri Bey Tam Ankara İlâhiyat Fakültesi’ne veye gidip beklemeye koyuluyor. Tam o sırada bizimki gelip yine dertli gireceği sırada bir yol açıldı. Avustralya’ya gitti. Sevdikleri dertli anlatmaya başlıyor… O da saydıkları ona “İyi olur, hizmet olur, beklerken dinliyor. Konuşma bitiyor, git!.. ” dediler. Orada sosyoloji tah- bu kasketli köylü Hayri Bey onun yasili yapmaya başladı… Bir de baktı nına yaklaşıyor “Evladım senin deryaşadığı şehrin bulunduğu mahalle din ne? Sen ne yapmak istiyorsun?” göçmenlerle dolu, bunların yüzde diyor. O da “Dedim ya amca, gençkırkı da Türkiye’den gelmiş. Ama suç ler!.. Yarın bunlar birer canavar olaoranı en çok bizimkilerde yoğunla- cak evlerin içinde; şimdi bunların elşıyor. Gençlerimiz perişan, büyük- lerinden tutmak lazım.” diyor. Hayri lerimiz kahve köşelerinde, kumar- Bey gözleri dolarak “Benim bir oğhanelerde ve diğer batakhane- lum da uyuşturucu müptelası oldu, ne yaptıksa kurtaramıyoruz. Senin lerde… Önce kahvehanelere gitti ve on- yanında ben de varım.” diyor. Hep lara Bediüzzaman Hazretleri’nin De- yanında oluyor. Bir gece “Kuyruk nizli hapishanesinde yazdığı Meyve kesmeye gidelim” diyor ve esas o Risalesi’nden bilhassa Dördüncü büyük kumarbazların yanına götüMesele’den bahsetti. “İnsanda dai- rüyor. “Konuş!.. ” diyor. Bir müddet reler vardır… Kalb dairesi, mide dai- sonra bazılarının gözleri yaşarıyor. resi, vücut dairesi, hane dairesi, ma- “Biz bittik… Seneler var Allah adı duymadık. Kendihalle, şehir, ülke ve mizi buralarda avudünya daireleri… İntuyoruz. Biz de vasanın bütün bu dairerız.” diyorlar. lerle alakası ve vazifeGençlerin ellerinleri vardır. En küçük den tutuyorlar. daire kalb dairesidir O bölgede bir de Adanalı Spor, moral dersi ama en büyük vazife Hayri var. Oraların en büyük derken 150 genç bir o daire ile ilgilidir. En ve en usta kumarcısı… Onlar araya geliyor. büyük daire dünya gece ikiden sonra en rafine, Avustralya polisi bir dairesidir ama en az iş en büyük kumarhanelerde bakıyor, o mahalve ara sıra vazife o en büyük paralarla kumar lede suç oranları daire ile ilgilidir. Her oynuyorlar. Kumarhane düşmeye başlamış. nedense insanlar kensahipleri onun gelmesi için Arkasında da bu dileriyle alakaları olkırmızı halılar döşüyorlar. faaliyetler var. Bunmayan işlerle en çok Çünkü geleceği yere, para lara ödül veriyormeşgul olur vakitlerini babaları geliyor… Onu lar. Belediye salonöldürürler. Kalb daigündüzleri pek gören yok… ları, arabalar tahsis resi eğer iman, iz’an ediyorlar... ile süslenmemiş ise, Bir gün gençlibütün dünya sizin ğin problemleriyle olsa ne faydası var? ilgilenen bir görevli İmansız, ibadetsiz giden bir insan ebedî hayatını mahve- geliyor. “Sen asker misin? Bu gençder… Gençlerimiz nerelerde, bunlar ler ele avuca sığmazken, böyle sizin ne olacak? Bunlara sahip çıkmamız bir dediğinizi iki etmiyorlar?” diyor. gerekmiyor mu? Bunların midelerini O da “Hayır… Siz bizim dünyamızı düşünüyoruz ama kalblerini düşün- tanımıyorsunuz? Yanlış müdahale müyoruz… Bu iş nereye varacak? En ediyorsunuz, onun için muvaffak çok suç işleyen bizim gençler… Bir olamıyorsunuz. Biz insanımızı, onun çare düşünelim…” meâlinde ve iç dünyasını biliyoruz oralardan yakbenzeri sözler söylüyor, mesuliyet- laşıyoruz. Bizimki gönül pazarı… lerini hatırlatıyor… Hep böyle kahve Hiç zorlama yapıyor muyuz? Niye? Çünkü bunlara zorla bir şey yaptırakahve dolaşıyor… O bölgede bir de Adanalı Hayri mazsınız ama gönüllerine girerseniz var. Oraların en büyük ve en usta ku- en uysal, en güzel insanlar olurlar.” marcısı… Onlar gece ikiden sonra en diyor. Bu sefer “Peki siz gelin, birafine, en büyük kumarhanelerde en zimkilere seminerler verin, ne yapbüyük paralarla kumar oynuyorlar. mamız gerektiğini öğretin.” diyor… Kumarhane sahipleri onun gelmesi Öyle de oluyor… 1990 yazında Avustralya’ya gitiçin kırmızı halılar döşüyorlar. Çünkü geleceği yere, para babaları geli- tiğimde bu gençlerle bir spor sahayor… Onu gündüzleri pek gören sında görüşmüştüm… O zamandan 23-24 sene sonra Niyagara Şelâleyok… Zira gündüzleri uyuyup geceleri si’ne doğru giderken Orhan Bey’le kumara çıkıyor. Bir gün, mühim bir bu hatıraları beraber arabanın içinde kumarbaz ile sözleşmek için bir kah- yâd ediyorduk…


30 AİLEM Şifayı taştan çıkarıyor

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

MERVE TUNÇEL

lışmak oldu.” diyor Kocabaş.

Hasan Kocabaş tam 20 yıldır taşlarla ilgileniyor. ‘Taşlarla Şifa’ adlı bir kitap da kaleme alan Kocabaş, taşların migrenden kansere çeşitli hastalıkların tedavisinde etkili olduğunu savunuyor. Hasan Kocabaş’ın hayli renkli bir kariyeri var. Önce edebiyat öğretmenliği, ardından serbest avukatlık, Pendik Belediyesi’nde başkan danışmanlığı ve yardımcılığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Emlak İstimlak Daire Başkanlığı... Ancak tüm bu alanlarla yetinmeyen Kocabaş, bir de taşlarla ilgileniyor. Üstelik öyle geçici bir heves değil, tam 20 yıldır süren bir hobi. Onu bu alana yöneltense başından geçen bir olay. Geçtiğimiz haftalarda Hayy Kitap’tan bir de ‘Taşlarla Şifa’ adlı kitabı çıkan Hasan Kocabaş, tıbbî tedavinin yanında olmak kaydıyla taşların birçok hastalığı iyileştirebileceği görüşünde.

Avrupa’dan taş almak için geliyorlar

1

Birkaç başarılı deneyimden sonra etrafında gördüğü farklı hastalıklara, farklı mineral değerlerine sahip taşları tavsiye etmeye başlamış, Hasan Kocabaş. İlk zamanlar dağlardan, derelerden taşlar toplayan Kocabaş, bunları işlemesi mümkün olmadığı için toptan taş ticareti ile uğraşanlardan seçerek almaya başlamış taşları. “Gerek Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden gerekse Avrupa, ABD, Avustralya, Azerbaycan, İran gibi ülkelerden bizzat gelenler de oluyor, internet üzerinden e-mail gönderenler de. Bir günlüğüne Fransa’dan sadece benimle görüşmek ve hastalıklarına taş almak için ge-

‘Şifasına inanmadan taşları araştırıyordum’ Hasan Kocabaş’ın taşlara olan merakı burçlarla ilgilenmesiyle başlamış. 1992 yılında hayli ilgisini çeken burçlarla alâkalı araştırma yaptığında her burcun kendine özgü taşları olduğu bilgisi onu harekete geçirmiş. “Dergilerden, ansiklopedilerden, o zamanlar çok az sayıda olan taş dükkânlarından, atasözü ve deyimler kitaplarından, taşlar ve şifaları hakkında bilgi toplamaya başladım. Söylenenlere, yazılanlara inanmıyordum ama yine de topluyor ve bilgisayarıma kaydediyordum. İnternette bir tek adet taş satış sitesi vardı. Yani pek kaynak da yoktu elimde.” diyor Kocabaş. Ancak bu durum onu yıldırmamış, etkisine inanmasa da taşlarla ilgili her bilgiyi toplamaya başlamış 2001 yılında geçirdiği kalp krizine kadar.

lenler oldu.” diyor. Multipl Skleroz (MS), çeşitli kanserler polinöropati (omurilikten çıkan çevresel sinirlerin yaygın bir hastalığı), migren, epilepsi, göz tembelliği, guatr ve daha bir sürü hastaya önerdiği çeşitli taşlardan oldukça başarılı sonuçlar aldığını anlatıyor Kocabaş ve ekliyor: “Hastalıklar konusunda teşhis koymak benim işim değil. Taşla tedavi uygulamam için konulmuş bir doktor teşhisi gerekiyor.”

Taşlar nasıl kullanılmalı?

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 02 6 01 5 59 5 58 5 57 5 56 5 54

14 07 14 09 14 10 14 12 14 14 14 15 14 17

8 14 8 12 8 11 8 09 8 08 8 06 8 04

12 29 12 29 12 29 12 29 12 29 12 30 12 30

16 31 16 33 16 35 16 37 16 39 16 41 16 43

17 51 17 53 17 55 17 57 17 59 18 01 18 03

ve Antik Mısır’dan kalma bilgiler… Bıkmadan yaptığım araştırmalar sonucunda geldiğim nokta, taşların mineral değerlerini esas alarak hastalıkların sebebini ortadan kaldırmaya ça-

GÖTEBURG

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

OSLO

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 06 6 05 6 04 6 02 6 01 6 00 5 58

14 00 14 01 14 03 14 05 14 06 14 08 14 10

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 13 6 12 6 11 6 09 6 08 6 06 6 04

13 53 13 55 13 56 13 58 14 00 14 02 14 04

HELSİNKİ

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 17 6 16 6 14 6 13 6 11 6 10 6 08

13 55 13 56 13 58 14 00 14 02 14 04 14 06

TAMPERE

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 23 6 22 6 20 6 19 6 17 6 15 6 14

13 51 13 53 13 55 13 57 13 59 14 01 14 03

8 27 8 25 8 23 8 22 8 20 8 18 8 16

12 31 12 31 12 31 12 32 12 32 12 32 12 32

16 22 16 25 16 27 16 29 16 31 16 34 16 36

17 42 17 45 17 47 17 49 17 51 17 54 17 56

ODENSE

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

STOCKHOLM

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 10 6 09 6 08 6 07 6 06 6 04 6 03

14 17 14 19 14 20 14 22 14 24 14 25 14 27

18 01 18 03 18 05 18 07 18 09 18 11 18 13

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

5 44 5 42 5 41 5 40 5 38 5 37 5 35

13 27 13 29 13 30 13 32 13 34 13 36 13 38

AARHUS

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

DRAMMEN

İmsak Gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 12 6 11 6 09 6 08 6 07 6 06 6 04

14 15 14 16 14 18 14 19 14 21 14 23 14 24

23.01.2013 24.01.2013 25.01.2013 26.01.2013 27.01.2013 28.01.2013 29.01.2013

6 16 6 14 6 13 6 11 6 10 6 08 6 07

13 56 13 58 14 00 14 01 14 03 14 05 14 07

8 21 8 20 8 18 8 17 8 15 8 13 8 12

8 26 8 24 8 23 8 21 8 19 8 18 8 16

12 37 12 38 12 38 12 38 12 38 12 38 12 39

12 38 12 38 12 39 12 39 12 39 12 39 12 39

16 41 16 43 16 45 16 47 16 49 16 51 16 53

16 38 16 40 16 42 16 44 16 47 16 49 16 51

17 58 18 00 18 02 18 04 18 07 18 09 18 11

8 12 8 10 8 08 8 06 8 04 8 02 8 00

8 46 8 44 8 42 8 40 8 38 8 36 8 34

Bulunduğunuz şehrin namaz vakitleri için: http://www.zaman.com.tr/namaz.do

12 07 12 07 12 07 12 07 12 08 12 08 12 08

12 38 12 38 12 38 12 39 12 39 12 39 12 39

15 49 15 51 15 54 15 56 15 58 16 01 16 03

16 17 16 20 16 22 16 25 16 27 16 30 16 32

17 09 17 11 17 14 17 16 17 18 17 21 17 23

17 37 17 40 17 42 17 45 17 47 17 50 17 52

FİNLANDİYA

KOPENHAG

İSVEÇ

rısına iyi gelen Kaplangözü taşını tavsiye etmiş. Bu taştan yapılmış bir kolyeyle ağrıları diniyor Özlem Hanım’ın. “Eski eserler, ansiklopediler, Yunan-Türk-Kızılderili destanları, Sümer

NORVEÇ

DANİMARKA

İstanbul’da geçirdiği kalp krizi neticesinde yoğun bakıma alınan Hasan Kocabaş, taburcu edildiğinde düşük tansiyon sorunu yaşamış. 5’e 4 olan tansiyonu doktorların uzun uğraşlarıyla 7’ye, 5’e çıkmış. Temiz hava almak için geçici olarak Şile’de bir otele yerleşen Kocabaş merakla notlarını karıştırırken kırmızı akikin tansiyonu düzenlediğini görmüş. Derhal çarşıya inip kırmızı akikli bir yüzük almış “Bir hafta sonra tansiyonum 12’ye 8’e sabitlendi. Arada birkaç saat takmayı unuttuğumda tekrar düşüyor, takınca dengeleniyordu tansiyonum.” diyor Kocabaş. Derken otelin resepsiyon görevlisi olan ve sürekli baş ağrısından yakınan Özlem hanıma da baş ağ-

8 45 8 43 8 41 8 39 8 37 8 35 8 33

8 50 8 48 8 46 8 44 8 42 8 40 8 37

9 05 9 02 9 00 8 58 8 55 8 53 8 51

12 36 12 36 12 36 12 36 12 37 12 37 12 37

12 39 12 39 12 39 12 40 12 40 12 40 12 40

12 44 12 44 12 44 12 44 12 45 12 45 12 45

16 14 16 17 16 19 16 22 16 24 16 27 16 29

16 16 16 18 16 21 16 23 16 26 16 28 16 31

16 11 16 13 16 16 16 19 16 22 16 25 16 27

17 34 17 37 17 39 17 42 17 44 17 47 17 49

17 36 17 38 17 41 17 43 17 46 17 48 17 51

17 31 17 33 17 36 17 39 17 42 17 45 17 47

NAMAZ VAKİTLERİ

Düşmeyen tansiyonu akikle düzeldi

Hasan Kocabaş’ın verdiği bilgilere göre kişinin cinsiyetine ve yaşına göre kullanılacak taşlar değişiyor. Örneğin bir takıda inci veya sedef kullanılması gerekiyorsa, bayanlarda inci, erkeklerde sedef kullanmak daha fazla yarar sağlıyor. Zihinsel ve psikolojik rahatsızlıklarda kişinin doğum tarihi yani burcu önem kazanıyor. Hangi taşın hangi bölgede, hangi takı şeklinde kullanılacağı da önemli bir faktör. Taşlar, hastalıklı organa en yakın yerde kullanılmalı. Örneğin epilepsi, tansiyon veya migrene iyi gelen taşlar, beyni, sinir sistemini ve kan dolaşım sistemini ilgilendirdiğinden kolye veya gerdanlık şeklinde kullanılmalı. Reflü hastalığı boğaz ve mideyle ilişkili olduğundan taşların, kolye şeklinde boyunda ve kemer şeklinde karın bölgesine paylaştırılması gerekiyor.


31 AİLEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Büyüyor, akıllanıyor ve pahalanıyorlar AYDIN ÖZCANBAZ Las Vegas’ta bugün sona eren teknoloji fuarı ‘CES 2013’te yeni ürünler görücüye çıktı. Akıllı telefonlar, bükülen tv ekranları bir yana fuarın en ilginç ürünü fazla yemek yediğinizde titreyerek sizi uyaran çatal. Dünyanın en büyük teknoloji vitrinlerinden biri olan ‘CES 2013’ fuarında yeni nesil ürünlerle birlikte gelecekte çığır açacak teknolojiler büyük ilgi gördü. 3 binden fazla teknoloji devinin katıldığı fuarda, yeni akıllı telefonlardan eskisine göre daha da akıllanan televizyonlara, yeni nesil bilgisayarlar ve donanımlarından kendi kendine giden otomobillere, kişisel sağlık ürünlerinden teknolojik ev ürünlerine kadar birçok yeni ürün ön plana çıktı. Fuarda özellikle ultra HD televizyonlar ilgi çekti. Ultra HDTV’ler normal yüksek çözünürlüklü televizyonlardan 4 kat daha iyi çözünürlüğe sahip. Başta Sony, Panasonic, LG, Westinghouse gibi birçok marka büyük düz panel televizyonlarıyla fuardaydı. Samsung UN85S9 ultra HDTV’ler ise Samsung smart view özelliği diğer Samsung mobil cihazları ile bağlanabilecek. Ayrıca çamaşır makinesi ya da klima gibi cihazlarınızı bu televizyon ekranından kontrol edebileceksiniz. Tabii aynı zamanda 60 inçlik devasa boyutlara sahip olan bu televizyonlar şu anda cebinizi bir hayli yakacak gibi görünüyor. Cep telefonları ise biraz daha büyüyerek cebinize sığmayacak bir hale geliyor. Samsung’un geçtiğimiz aylarda piyasaya sürdüğü 5,5 inçlik Galaxy Note II’nin ardından Çinli üretici Huawei’nin Las Vegas’ta tanıtımını yaptığı 6.1 inçlik Ascend Mate ise bunun bir kanıtı. Ele avuca sığmayan bir tablet büyük-

lüğündeki bu telefonu idare etmek ve kulaklık kullanmadan konuşmak zor. Güney Koreli teknoloji devi Samsung ise tanıtımını yaptığı Youm adlı bükülebilir ekran teknolojisi ile büyük sükse yaptı. James Bond filmi sayesinde tarihinin en iyi reklamlarından birini yapan Sony Ericsson ise oldukça sağlam ve su geçirmeyen Xperia Z ile adından söz ettirdi. Telefon aynı zamanda süper yüksek çözünürlüklü 5 inçlik HD ekranı ve 7,9 mm’lik ince tasarımı loş ortamlarda bile çekim yapabilen 13 MP’lik kamerasıyla birliktle iddialı.

Kendi kendine giden otomobil Geçen yıl, sıkışık trafikte sürücünün aracın kontrolünü bırakarak otomobilin kendi kendine hareket edebilmesini sağlayacakları bir sistem geliştireceklerini açıklayan Audi, fuarda bu otomobilin tanıtımını yaptı. Firmanın tanıtımını yaptığı A7 Sedan prototipi LIDAR, radar ve ultrasonik sensörlerle donatılarak kendi kendine sıkışık trafikte gidebilirken saatte 60 kilometre hıza kadar çıkabiliyor, diğer park asistanlarından farklı olarak dar yerlere de park edebiliyor. CES’te öne çıkan diğer ürünler En gelişmiş kompakt fotoğraf makinesi Yeni duyurulan modeller arasında olan LUMIX TZ40, Panasonic’in şimdiye kadar ürettiği en gelişmiş hibrit kompakt fotoğraf makinesi. Diğer modeller arasında ise suya, toza ve darbeye dayanıklı LUMIX FT5; yeni yüksek güçlü süper zoom fotoğraf makinesi LUMIX LZ30; ince ve şık LUMIX XS1 ve zarif hatlarının altında güçlü bir zoom sunan yeni LUMIX SZ9 bulunuyor. Luminae cam klavye Fuarın en şık ürünlerinden biri olan cam

klavye tasarımı ve görüntüsü ile kendini fark ettiriyor. Klavyenin çalışma prensibi ise çok ilginç. Cam katmanın içinde ince bir ışık borusu, infrared ve görünmez LED’ler sinyalleri besliyor. Parmaklarınız ışıklı klavyenin tuşlarına dokunduğunda klavyenin altına yerleştirilen 3 optik kamera hangi tuşlara dokunduğunuzu hissediyor. İsteğe bağlı olarak kırmızı, mor ve beyaz renklerde parlayan klavyenin fiyatı ise 500 dolar. Onu sadece bir saat olarak görmeyin Casio g-shock bluetooth saati fuarın ilk gününde sergilendi. 180 dolardan satılan saat

iPhone 4S ile 5’te sunulan bluetooth 4 ile senkronize olabiliyor. Gelen maillerinizi, SMS mesajları ile telefon çağrılarını bildiriyor. Bu saat ayrıca cep telefonunuzu buluyor ve telefonunuz ile saatiniz belirli bir mesafedeyse telefondan uzaklaştığınızı belirtiyor. Tablette oyun çağ atladı Razer firmasının piyasaya sunduğu Edge Oyun tablet, Windows 8 işletim sistemini kullanıyor ve Intel Core i5 ve i7 işlemciye ve Nvidia GeForce GT640M grafik kartına sahip. Fiyatı 999 dolar ile 1299 arasında değişiyor. Lokmalarınızı sayan çatal Japon HAPILABS, fuarın en ilginç ürünlerinden birinin tanıtımını yaptı. Firmanın HAPifork adını verdiği çatal, kullanıcısının ne kadar ve nasıl yemek yediğini ölçüyor. Elektronik çatal belli bir miktardan fazla veya hızlı bir şekilde yemek yenildiğinde titreşim ve ışıkla uyarıda bulunuyor. Oyunun kurallarını değiştiriyor! Masa bilgisayarı başta olmak üzere en yeni modellerini sergileyen Lenovo, mobil oyunun kurallarını değiştirecek. Firma “IdeaCentre Horizon Tablet PC” ile fuarda öne çıkıyor. Pazardaki en geniş ekrana sahip ilk “kişilerarası bilgisayar” olan Horizon, çoklu kullanıcı özelliği ve dokunmatik desteğiyle ev kullanıcılarının yanı sıra oyun tutkunları ve profesyonelleri de hedefliyor. Bir masa bilgisayarı olan Horizon aynı zamanda herhangi bir zemin üzerine düz olarak yatırılabiliyor. Böylece iki ya da daha fazla kişinin, ekranı aynı anda kullanmaları mümkün olurken, interaktif oyunlar da çok sayıda oyuncu tarafından dokunmatik olarak oynanabiliyor. Aynı zamanda, güçlü bir masaüstü bilgisayara da dönüştürülebilen Horizon, 27 inçlik ekranıyla kullanıcılarına sıra dışı oyun deneyimleri de sunuyor.


32 AİLEM

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Nefis muhasebesi için

YOL HARİTASI

TUĞBA KAPLAN Bize ihsan edilen hayatın her saf-

1hasının, dakikasının hesabını ve-

receğimize göre, imtihanın bir gereği olarak manevî bir muhasebe yapma vakti artık gelmedi mi? İnsanoğlu şu hayatta ne kadar da çok hesap yapıyor. Ev kirası, elektrik, doğalgaz ve dahi ay sonu nasıl gelir hesapları. Üstüne işyerindeki performans, amirle, iş arkadaşlarıyla olan diyalogların hesabı ekleniyor. Öğrenciyseniz zaten o hesapların sonu hiç gelmiyor. Vizeler, finaller derken içten içe bir muhasebe devri başlıyor. Yaklaşık dört satırda sıralananlara bakınca, ne kadar da küçük ve geçici hesaplar peşinde olduğumuz görülüyor. Ama gelin görün, insan asıl hesaba çekilmesi gerekenin kendisi, nefsi olduğunu unutuveriyor. Günlük ve maddi hesapların arasında sıkışıp kalırken, manevi hesaplar göz ardı edilebiliyor. Peki, manevi dinamikleri zinde tutacak bir muhasebe için ne yapmalı? Öncelikle farkında olmadan sıkça kullandığımız bu kavramın tam anlamını bilmekte fayda var. Muhasebe, hesap görme, hesaplaşma manalarına geliyor. İlk anda sanki mali gelir-gider dengesini takip etmek gibi algılansa da, esas itibarıyla insanın kendini sürekli olarak manen sorgulamasının adı muhasebe. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Kalbin Zümrüt Tepeleri adlı eserinde, ideal muhasebeyi “Mü’minin, her gün, her saat, iyi-kötü, yanlışdoğru, günah-sevap yaptığı şeyleri gözden geçirip, hayırları, güzellikleri şükürle karşılaması; inhirafları, günahları istiğfarla gidermeye çalışması; yanlışlıkları, kötülükleri de tevbe ve nedâmetle düzeltmeye gayret göstermesi adına çok önemli bir cehd ve insanın kendini isbat etmesi mevzuunda da ciddi bir teşebbüs” olarak anlatıyor.

“Nefsinizi Allah’tan satın almaya bakın” Gülen, bir başka eseri olan ‘Kendi İklimimiz’ kitabında ise derin bir muhasebe insanı olan İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) murakabe şuurunu anlatıyor. Ümmeti için en güzel örnek olan Allah Resûlü’nün (sas), “Bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.” yani “Yataklara girip yatamaz, ağzınıza koyduğunuz lokmayı yutamaz ve bir yudum su içemezdiniz.” duyurduğunu belirtiyor. Nebiler Serveri şahsî hayatının her ânını, muhasebe duygu ve düşüncesine bağlı yaşadığı gibi bu çizgide, başta yakın çevresi olmak üzere tüm insanlığa bu konuda belli ihtarlarda bulunuyor. Nitekim bir gün O (sallallâhu aleyhi ve sellem), en uzak daireden başlayıp, en yakın daireye kadar, bütün yakınlarını çağırır. Sonra, “Ey Kâ’b b. Mürreoğulları, Ey Abdimenafoğulları, Ey Abdülmuttalipoğulları!” diyerek onlara ayrı ayrı seslenir ve “Nefsinizi Allah’tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam!” buyurur. Tam da bu noktada “Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Her nefis yarın için ne hazırladı ona baksın.” (Haşr, 59/18) âyeti ile Hz. Ömer (as)’e nispet edilen “Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin. Tartılmadan önce nefsinizi tartın.” ifadesi akıllara geliyor. Her biri hayatlarıyla bizlere örnek olan ve günümüze ışık tutan sahabi efendilerimizle ilgili anlatılan misaller de ortada. Amr b. Âs’ın (ra) ölümüne yakın günlerde geçmişin muhâsebesinin ve hâlin murâkabesinin ağırlığı altında kimseyle görüşmeyerek günlerce ağlaması ve bu şekilde Hakk’ın huzuruna çıkması ders alınacak bir örnek.

Nefis muhasebesine giden yol… İmam Gazali Hazretleri’nin “Kişi nefsini, alıp vermiş olduğu nefeslerden, her an kalbi ve uzuvlarıyla yapmış olduğu günahlardan dolayı hesaba çek-

melidir.” sözü ise iç muhasebe konusunda başka bir perspektif. Bu noktada insanoğluna düşen, günlük, maddi hesapların içinden bir an olsun sıyrılıp, iç dünyasına çekilmesi, muhasebe ile kendi fethini gerçekleştirmesi. Gerçek insanî değerlerin ortaya çıkarılması, bu değerlere esas teşkil eden duyguların geliştirilmesi, korunması adına bir ruh cehdi ve düşünce sancısı çekmenin zamanı gelmedi mi? İnsan bu sancı ile dünü, bugünü ve yarınıyla alâkalı hayrı-şerri, güzeli-çirkini, faydalı-zararlı şeyleri birbirinden ayırıp gönül istikametini koruyabilir. Şimdi, kalkılmayan sabah namazlarını, ‘gece kalkıp kılarım’ denilen yatsı namazlarını, aceleyle ve hakkını vermeden yapılan bütün ibadetleri, sorumsuz ve şuursuzca işlenen günahları telafi etme zamanı. Nasıl günlük hayatta aylık ödeme, gelir-gider hesabı yapılıyorsa, işyerinde durum değerlendirmesi yapıp ona göre yol alınıyorsa, Cenab-ı Hakk’a yakışır bir kul olabilmek adına maneviyata ve ruh dünyalarına dair günlük, haftalık, aylık hesaplar yapma vakti geldi de geçiyor.

Başkalarını değil, kendini hesaba çekme Nefis muhasebesi elbette sadece bunları yapmakla kalmıyor. Çoğumuz hâlâ başkalarında kusur arayıp, onları kusurlarından dolayı sorgulayabiliyoruz. Oysa asıl sorgulanması gereken kendi kusurlarımız olduğu halde. Biri gırtlağına kadar çamura batsa, bizim ise çamur sadece topuğumuza bulaşsa yine de karşımızdakini sorgulayıp “Bu kadar çamur da ne?” demeye hakkımız olmadığını unutuyoruz. Üstelik “Neden ben topuğumu kirlettim?” deyip kendimizi sorgulamak dururken. İslam Hukuku Profesörü Hayrettin Karaman’a göre, insan önce kendini eleştirmeli, dünya ve ahirette işe yarar amelleri (yapıp ettikleri) için sevinmeli, Allah’a şü-

Nefis muhasebesi elbette sadece bunları yapmakla kalmıyor. Çoğumuz hâlâ başkalarında kusur arayıp, onları kusurlarından dolayı sorgulayabiliyoruz. Oysa asıl sorgulanması gereken kendi kusurlarımız olduğu halde.

kretmeli, kötü amelleri için ise kendini levmetmeli, kınamalı, sıkıştırmalı, pişmanlık duymalı ve rotasını düzeltmeye çalışmalı. Özünü eleştirmek ferdî olabileceği gibi topluluğa ait de olabilir; ailenin, grubun, ümmetin durumu gözden geçirilmeli. Sonucunda ise olabildiğince tarafsız değerlendirmeler yapıp, ortaya çıkacak karne notlarına göre durumdan vazife çıkarılması gerekir. Bu konuda Allah katında mahcup olmamak için evvelâ insanın, kendi muhasebesini çok iyi yapıp, günde birkaç defa Rabb’isiyle olan münasebetini mutlaka gözden geçirmesi gerekiyor. “O hâlde bizler, zirvelere tırmanan dağcılar gibi, ayağımızı attığımız ve atacağımız yeri çok iyi kontrol etmeliyiz. Urganımızın ucundaki kancayı çok sağlam bir zemine tutturmalıyız; zira yapacağımız en küçük bir yanlışlık, hayatımıza mâl olabilir.”

Muhasebe için yol haritası Pek çok kaynakta nefis muhasebesi adına atılabilecek ilk adımın, ibadetleri bir ritüel halinden çıkarmak olduğu söyleniyor. Bu konuda eğer bir yol haritası gerekiyorsa şöyle bir çizgi izlenebilir: İbadetleri samimi olarak yapma... Allah’a karşı yaptığı ibadetlerin en şuurlusunu bile eksik bulma... İnsanlar karşısında kendisini hor ve hakir görme; hem o kadar hor ve hakir görme ki, sadece kâfir olmadığından dolayı oturup kalkıp Allah’a şükredebilme.... Burada bir parantez açmakta fayda var. Zira Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, “Mecmuatü’l-Ahzab”da büyük zatlara ait “En şaki kulum” ifadelerini “Senin lütfun olmazsa” şeklinde düzeltiyor. Bu husus, büyük zatların nefis muhasebesini gösterme açısından önemli bir misal teşkil ediyor. “Tefekkür gafleti izale eder.” cihetiyle yapılan her işte, söylenen her sözde gaflete düşmemek adına inceden bir tefekkür halinde olma...


33 AİLEM Ayrı kalınca içiniz mi daralıyor?

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

akıllı telefonların handikaplarından. Burkovik, genelde kişinin bağımlı olduğunu fark etmediğini ancak zayıflayan sosyal ilişkileri nedeniyle psikologlara anne-babası ya da eşi tarafından götürüldüğünü söylüyor.

MERVE TUNÇEL Yemek masasında elinden telefonu

1düşürmeyenler, tuvalete bile cebinde

telefonla girenler… Cep telefonsuz kalma korkusu ‘nomofobi’ günümüz insanının en büyük hastalığı. Bebeklikten beri telefonla haşır neşir çocuklar datehdit altında. “Anahtarlar tamam, cüzdan burada, kimliğimi de almışım almasına da bir şey eksik gibi. Cep telefonum? Şuralarda bir yerde olacak. Aman Allah’ım olamaz, unutmuşum! Geri dönsem mi? İşyerine de geldim sayılır ama… Şimdi git-gel nereden baksan iki saat. Ama ya arayan soran olursa? Ondan geçtim, başıma bir şey gelse… Yok, yok en iyisi ben geri döneyim. Cep telefonsuz ne yaparım? Hem de bütün gün…” Bu iç konuşma size de tanıdık geldiyse nomofobikler kervanına hoş geldiniz. “O da ne ola ki?” derseniz, kendisi tıp literatürüne yeni ancak bir o kadar da hızlı giren bir kavram. İngilizce ‘no mobile phone’dan üretilmiş, Türkçesi cep telefonsuz kalma korkusu.

Çocuklar için daha tehlikeli Aile terapisti Zühre Çelen, henüz bebeklikten itibaren cep telefonuyla tanışmaları sebebiyle durumun yeni nesil açısından daha vahim olduğu görüşünde. Bunun temelindeyse özellikle çalışan anne-babaların çocuklarıyla birlikte geçiremedikleri zamanı onlara pahalı hediyeler alarak telafi etmesi yatıyor. Gençlerdeyse kimliği ‘pahalı cep telefonu’ belirliyor adeta. Tüm bunların üstüne çocuk evde annebabasını da telefona neredeyse yapışmış halde görmeye alışınca bağımlılığın kapısı da aralanmış oluyor.

Nomofobiden kurtulmanın yolları

Akıllı telefonlar körüklüyor Son yıllarda teknolojinin neredeyse takip edilemeyecek hızda ilerledikçe cep telefonları da hayati ihtiyaçlarımız (!) arasına girdi. Eskiden sadece aile reisinin, biraz daha hallice ailelerde annelerin de elinde görmeye alıştığımız cep telefonları çoktan ayağa düştü bile. İşi abartıp anaokulundaki çocuğuna cep telefonu alan bile var. Hal böyle olunca bilinçsiz kullanım tıpkı madde bağımlılığı yapar gibi cep telefonu bağımlılığına sebebiyet verdi. Akıllı telefonlar ise tuz biber ekti bu duruma. Yüz yüze iletişimden kaçan özgüven yoksunu gençlerin sosyal ağlar yetişti imdadına. Bir de yediğini içtiğini, sağda solda gördüğü her kareyi fotoğraflamak için de cep telefonları biçilmiş kaftandı. İş icabı gelen elektronik postalarımız otomatik olarak düşüyordu, pek akıllı telefonlarımıza. Mutlu mesut (!) yaşayıp giderken bir baktık ki etraf yemek masasına ailecek bir elinde çatal bir elinde telefonla otu-

ranlarla doluvermiş. Önceleri pek umursamasak da, tuvalete giderken bile telefonunu cebinde götürenler yaklaşan tehlikenin açık sinyaliydi: Nomofobi!..

Tedavisi sigarayı bırakmak gibi Nomofobi yalnızca cep telefonsuz kalmayı kapsamıyor. Batarya veya kontörün bitmesi hatta kapsama alanı dışında kalma düşüncesi bile yetiyor nomofobikleri huzursuz etmeye. Bu düşünce gerçekleştiğindeyse tedirginlik, kaygı hatta bazı durumlarda acı hissediyorlar. Yani bir tarafları eksikmiş gibi… Uzmanlara göre aşırı kontrolcü, mükemmeliyetçi ya da aksine özgüven eksiği olan kişilik yapıları nomofobiyi tetikliyor. Çaresiyse tıpkı sigara bı-

rakmak gibi, azaltarak işe başlamak.

Kişi bağımlı olduğunu anlamıyor Özellikle çalışanların yaşadığı ‘Bana ulaşamazlarsa ne yaparlar?’ kaygısı psikolog Yıldız Burkovik’e göre sorunun asıl kaynağı. Burkovik çözüm üretmek için karşınızdakilere de şans vermeniz gerektiğini söylüyor. Size ulaşılamazsa da işler bir şekilde yürüyebilir. Nomofobiyi tetikleyen ikinci etken de “Ya başıma bir şey gelirse?” korkusu. Özellikle haber bültenleri ve sabah programları bu korkuyu tetikliyor. Ancak bu da yersiz bir korku. Zira başınıza bir şey gelse bile cep telefonuyla birine haber verebilmek için hayatta kalabilmeniz gerekir. Sosyal ağlara olan bağımlılık da

Cep telefonsuzkalmanın dünyanın sonu anlamına gelmediğini hatırlayın. Ankesörlü telefonlar işe yarayabilir. Sürekli cep telefonunuzu unutup unutmadığınızı kontrol etmekten vazgeçin. Bir kere çantanıza koyduysanız, biri almadıysa, mutlaka oradadır. Akşam bellibir saatten sonra gelen telefonları açmayın. Arayanlar ev telefonunuzdan da ulaşabilir. Akşamları yemekmasasına telefonla oturmayın. Çok önemli bir telefon bekliyorsanız, duyabileceğiniz kadar uzağınızda tutun. Çok hayatibir telefon beklemiyorsanız geceleri telefonunuzu mutlaka kapalı tutun. İşiniz olmadığızamanlarda sürekli telefonunuzu kurcalamak yerine çantanıza koyun. Telefonunuzu unuttuğunuzdasürekli başınıza kötü şeyler geleceğini düşünmekten vazgeçin. Hatırlayın, bundan yıllar evvel, insanlar can korkusu olmadan telefonsuz dolaşabiliyor hatta birbirleriyle buluşabiliyorlardı. Küçük yaştaki çocuğunuza sevginizi ona cep telefonu alarak değil, birlikte keyif alacağı şeyleri yaparak gösterin.

Ahmet Şahin

Peygamberimiz’den gerilimi düşürme örneği!.. Bazen toplumda gerilimler gelişmekte, bir kesim diğer kesime karşı hasmane duygu ve düşüncelere girmekteler. Bu gibi sorumlusu pek netleşmeyen gerilimler saadet asrında da yaşanmış, ancak meydana gelen gerilimleri düşürme tedbirleri alınmakta geç kalınmamıştır. Günümüze de mesaj veren bu gerilimi önleme örneklerinden birini, bir daha hatırlamakta fayda mülahaza etmekteyim. Birlikte okuyoruz Peygamberimiz’in, mağduriyetlerin diyetini bizzat ödeyerek verdiği gerilimi düşürme örneğini. Medineli Abdullah ile Muhayyıs, çalışmak için gittikleri Hayber’de iş bulmuşlardı. Abdullah, Hayber’in Şık mahallesindeki bir evde kalıyor, Muhayyıs ise biraz uzaktaki hurma bahçesinde çalışıyordu. Muhayyıs, bir ara arkadaşından haber alamayınca aramaya başladı. Soruşturmayı derinleştirdiği sırada bir çocuk “Mahallemizdeki kuyuda bir ceset var, belki sen onu arıyorsun.” dedi. Muhayyıs, heyecanla gelip kuyuya baktığında Abdullah’ın başı üzerine düşerek, yahut da düşürülerek boynu kırılmış halde cesedini gördü. Fevkalade üzüldü bu olaya. Çevresindeki Yahudilere:

Medineli Abdullah ile Muhayyıs, çalışmak için gittikleri Hayber’de iş bulmuşlardı. Abdullah, Hayber’in Şık mahallesindeki bir evde kalıyor, Muhayyıs ise biraz uzaktaki hurma bahçesinde çalışıyordu. Muhayyıs, bir ara arkadaşından haber alamayınca aramaya başladı. - Abdullah’ı siz öldürdünüz, diyetini ödemelisiniz, kanı yerde kalmamalı, geride perişan ailesi var, dedi. Yahudiler, hep birlikte, “Biz ne öldürdük ne de öldüreni gördük, bize suç yükleme boşuna.” diye karşılık verdiler. Muhayyıs, cenazeyi çıkarıp usulüne uygun şekilde defnettikten sonra doğruca Medine’nin yolunu tutup Efendimiz’e olayı aynen anlattı. Efendimiz (sas), Hayberlilerden, Abdullah’ın ailesine diyetini ödemelerini istedi. Hayber halkı ise “Biz öldürmedik de, öldüreni görmedik de...” şeklinde karşılık vermekte ısrar ettiler. Bu durumda iddia sahibi Müslümanlara, Abdullah’ı Yahudilerin öldürdüklerini ispat etmek düşüyordu. Ya olayı gören şahitlerle ispat edecekler ya da Yahudilerin öldürmüş olacağına kendileri yemin edeceklerdi.

Müslümanlar, olayı gören şahit bulamadıkları gibi, kendileri yemin yapmaya da cesaret edemediler. Çünkü olayı gözüyle gören biri çıkmamıştı ortaya. Ancak Abdullah’ın onların mahallesindeki kuyularında tepesi üzerine atılmış halde ölüsü bulunduğu da bir gerçekti. Sonuç böyle faili meçhul kalınca Medine’deki Müslümanlar ile Hayber halkı arasında ciddi bir gerginlik başladı. Medine halkı Hayberlilere Abdullah’ın katilleri olarak bakıyor, diyetini ödemeleri gerektiğini, Abdullah’ın geride kimsesiz kalan yoksul ailesinin de bir ölçüde perişanlıktan kurtulup böylece teselli olacağını söylüyorlardı. Hayber halkı ise kendilerini suçlu bulmuyor, diyet ödemeye razı olmuyor, ‘kim öldürmüşse o diyetini ödesin’ diyorlardı... Böylece ölüm olayının ortada kalışı, iki toplum arasında ciddi bir gerginliğin başlamasına sebep oldu. Ortada mağdur olmuş perişan bir aile bekliyordu. Peygamberimiz (sas), bir yönetici olarak toplumun bir kesiminin ötekine karşı gergin şekilde bakmasını uygun bulmuyor, bu mağduriyetin giderilip gerilimin düşürülmesi gerektiğini düşünüyordu. Bundan do-

layı aldığı kararını şöyle açıkladı: - Abdullah’ın diyetini ben ödüyorum ailesine. Hazinenin kırda otlayan develerinden yüz deve getirin, mağdurun ailesine diyet olarak ödeyin. Kanı yerde kaldı denerek toplumun düşmanlık duyguları içinde cepheleşmesini önlemeli, böylece maruz kalınan mağduriyeti giderip gerilimi düşürmeliyiz. Bu karardan sonra hazine develerinden seçilip getirilen yüz deve, mağdurun ailesine teslim edilmiş, onlar da diyetlerinin ödendiğini düşünerek olayın etkisinden bir ölçüde kurtulmuş, toplumdaki mağdur ailenin faili meçhule kurban gitme gerginliği de böylece sona ermiştir... İlahiyatçı yazar Mehmet Dikmen’in “Peygamberimizin İnsan Kazanma Metodu” kitabında, bu olayın toplumdaki gerginliği giderme yanına dikkat çekilirken şöyle yorumlar yapılmıştır: - Peygamberimiz, ölenin ortada kalan diyetini bir yönetici olarak hazineden kendisi ödeyerek toplumda ortaya çıkan gerginliği giderme örneği vermiş, barış ve huzuru sağlamak için ilk adımı da bir yönetici olarak yine bizzat kendisi atmış, ümmetine de mesajını böyle vermiştir. Yeter ki ümmeti de bu mesajı alabilsin, toplumda oluşan mağduriyetleri karşılayıp gerginliği gidermede ihmale düşmesin.


enim . A B O N E

K A M P A N Y A S I

O6B6C YVb c_if`VfçbV WĀf VmfçXV`ç_0 7ZbĀa 6Ā`Za Z_Ā ]Zf ]V[hV gĀn jZ VĀ`ZbĀn Ā Āb ]Za WĀ`\Ā! ]Za _ `h f! ]Za YZ Zþ`ZbXZ _VmbVþç c`VXV_#

9c`i Yc`i &' gVm[V 7ZbĀa 6Ā`Za Z_Ā

ABONE HATTI DANİMARKA İSVEÇ NORVEÇ FİNLANDİYA

+ 45 70 20 69 70 + 46 76 160 46 03 + 47 21 39 54 57 + 358 505 48 03 33

www.zamaniskandinavya.dk

h @ fg gVm[V`Vfç h ucXi_ ZþĀhĀaĀ _cbigibYV bZa`Ā Ādi `Vfç h 6Ā`Z ]VmVhçbV YVĀf mVnç jZ mcfia`Vf h HVþ`ç_`ç mVýVa jZ VfVýhçfaV ]VWZf`ZfĀ h IZ_bc`c^Ā ]VWZf`ZfĀ h Bih[Vþçbçn Ā Āb dfVhĀ_ WĀ`\Ā`Zf h 7i`aVXV`Vf


F

E

þ

J

A

O

L

N

ü

N

E

Z

Þ

A

M

þ

L

B

L

K

E

J

F

N

A

S

I

A

Ý

Ç

R

N

K

N

N

N

Ç

O

E

U

I

G

Ā

Ü

J

A

R

ü

A

T

B

K

E

L

Ç

E

M

A

Y

C

N

R

D

A

E

þ

R

S

R

N

U

S

T

Z

P

U

þ

Y

F

L

S

E

L

F

D

Z

R

A

E

Ý

O

M

E

þ

Ö

D

E

A

A

Ç

Ð

A

R

N

Ý

E

I

L

V

N

J

D

F

B

Ý

F

E

R

þ

M

P

R

E

V

S

G

Ü

R

E

Ý

E

Ö

N

G

E

Z

G

C

A

K

Ā

E

H

þ

R

E

Ð

A

S

B

A

D

N

R

þ

N

þ

R

Ý

R

Ý

A

F

L

Ç

R

P

Z

K

V

L

A

H

E

S

V

D

Ü

J

G

E

S

R

G

T

U

Z

E

þ

N

Ü

E

A

I

Ç

K

Ý

þ

R

Ð

O

Ý

A

K

A

Y

Ð

O

R

B

N

L

B

R

Z

R

A

R

R

T

A

S

M

B

M

Y

E

V

D

V

V

Y

L

Ý

Y

I

U

L

þ

Z

Ð

V

M

H

K

U

R

B

A

N

A

U

ü

A

Ý

E

F

E

A

Ð

D

S

A V I

Þ

A

Ý

A

B

E

N

Y

T

R

R

K

U

H

E

S

Z

Y

D

E

R

M

N

C

E

Ð

T

R

R

T

þ

U

P

O

T

O

R

N

A

V

þ

D

A

E

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? AKďEHđR, BENDđR, CENGAVER, ÇđLEK, DEREKE, EVREďE, FđSTAN, GAYRET, HAYBER, đMRALI, KURBAĒA, LEBLEBđ, MARDđN, NESRđN, OSMAN, ÖZENÇ, PERVARđ, REFREF, SOMYA, ďAFT, TORNAVđDA, ULEMA, ÜNSAL, VARđS, YALAK, ZEVAL.

E

S

K E L þ M E

8

7

6

5

4

3

2

1

1

2

3

Bulmaca 4

5

6

7

8

Refik Aydýn 9 10 11 12

r.ay din@za man.com.tr

SOLDAN SAĀA 1) Antropolojinin insanın fizik yapısı ile ilgilenen dalı, vücut bilim. 2) Eski eserler ilmi, arkeoloji.– Boyacılıkta kullanılan, kırmız böceþinin üst deri bezlerinin salgıladıþı madde. 3) Kalın baþırsak iltihabı.– Geçmiý yer bilimi zamanlarına iliýkin hayvanların ve bitkilerin, yer kabuþu kayaçları içindeki kalıntıları veya izleri, müstehase, taýıl. 4) Eski dilde su.– Eýeþe verilen bir baýka ad. 5) Yanardaþların püskürttüþü madde.– Nazlanan, nazlı.– Olumsuzluk manası veren bir ön ek. 6) Diýi sıþır.– Ballıbabagillerden güzel kokulu bir bitki. 7) ‘Ama, fakat’ manasına gelen bir söz.– Delik ve yırtıþı uygun bir parça ile onarma, kapatma. 8) ûçindeki katı madde erimiý bulunan sıvı, mahlul, solüsyon.– Gümüýhane’nin bir ilçesi. YUKARIDAN AþAĀIYA 1) Endülüs Emevilerinin Slav kölelere verdikleri ad. 2) Hızlı bir trafik akımı saþlamak amacıyla yapılan, çok ýeritli, çift yönlü geniý yol. 3) Selin sürükleyip getirdiþi çok küçük taneli çamurlaýmıý kum ve toprak karıýımı.– Evliya, ermiý. 4) Kalseduan R

E

O R

7 8

<

ÿ Y

F

6

4

Z

A

K A

U N

R A

A D

F

L

ÿ

T

6

7

Y

A

B

K E

Y

A N

K A

T

A

D

Z

A R A

M

5

9

T

L

E

A E

S T

R A

ÿ

Q

C

;

<

A

B

I

Q

E

J

E

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ

Ĕ

Ĕ Ĕ Ĕ

Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ

Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ

Ĕ

7Aď;>đH"Ĕ8;D:đH"Ĕ9;D=7L;H"ĔwđB;A"Ĕ:;H;A;"Ĕ;LH;ď;"Ĕ<đIJ7D"Ĕ=7OH;J"Ĕ>7O8;H"ĔđCH7B?"ĔAKH87Ē7"Ĕ B;8B;8đ"ĔC7H:đD"ĔD;IHđD"ĔEIC7D"ĔzP;Dw"ĔF;HL7Hđ"ĔH;<H;<"ĔIECO7"Ĕď7<J"ĔJEHD7Lđ:7"ĔKB;C7"Ĕ {DI7B"ĔL7HđI"ĔO7B7A"ĔP;L7B$

A?H87w"ĔB;OB;A"ĔCK>7Bđ<"ĔD;AJ7H"ĔEAJ7O"ĔzĒH;D9đ"ĔF;O=7C8;H"ĔHđ97B"ĔI;CJ"Ĕď7HA"ĔJKHF"ĔKĒKH"Ĕ 8 X [Xb` b\c`d\c\i` kXYcfele `û`e\ j\ig` k`i[`b% 9lecXi YlcXY`c`i d`j`e`q6 LđH:"ĔO;H=đ"ĔP{BA7HD;OD$

:

<

K

I

I

K

þ

L

G

F

K

F

I

E

8

M

þ

;

8

D <

E

I K

s ÿ R

T

B < C þ D < 8 M @ 8

T E T A B

B

10 11 12

B A H A R

A R

R

E

B A

8

B < C þ D < 8 M @

O R

5

3

M D

P < A D = E ; ; E @ I < 8 8 B ? C x | 8 Q þ = ; I < I x = F < þ I = C < I Q 9 F 8 9 @ D I F C C < I E < 9 8 F E P B < C P < C E þ E C | J C 8 Q L 8 ; x Q 9 D G ; J < : F Q 8 { { 8 A : < E > 8 M < I @ < P I < E : þ K I 8 Q P < x { ü J 8 P J I J B | 9 P = Q = F M @ P < > x ü C > = 8 ; @ F 8 C 8 M < Q E C < J þ < 8 B D L 8 I 8 J Q þ K Q 8 C D = < I G þ E C < M K B I 8 Ā C Ā < B G Ā B L E < P x I þ I < 9 P 8 ? 8 M L ; 8 M < = G B D ; F = x þ ü ü x P 9 þ ? 8 ? G K ? E x I Q 9 I K M 8 ü < L 8 I L E I C C K L þ 8 K D 8 < C L L ? F A M L L B B I þ I E I < K < G < : þ I Ā L = K K 8 ; ; I 8 I < K D > B Q B Q K ; þ I I B þ 8 D > J P 8 M B E | I 9 < E < > 9 K : { P < I 8 F C I B 8 C < F 8 = K D M < L 8 J 9 E < = I > P 8 E 8 K J þ = : I J B P 9 P J : C L D L Q F 9 ü 8 9 A > E D 8 L < > < 8 D I E E E M 8 ? I Q P < B þ ü P x þ ü E D 9 Q I > 9 L < < ; I = L D K D A @ = G < | F C I I F = < þ A F D B 9 C B I D J I G I E ; G I < 9 8 J ; > E | J ? 8 8 ü M K Q : D L ? 8 C þ = L C A I < A E þ ; I 8 D 8 < 8 < 8 C < J 8 L E L I @ ? B E | þ 8 E { I M þ K M 8 A I ; I þ M B D G ; > < 8 X [Xb` b\c`d\c\i` kXYcfele `û`e\ j\ig` k`i[`b% 9lecXi YlcXY`c`i d`j`e`q6 Ā < I M < E J I 7B7ď;>đH"Ĕ87Ē8EPKCK"Ĕ9đ8KJđ"Ĕw7AC7A"Ĕ:7B=7A?H7D"Ĕ;ĒB;D9;"Ĕ<EHKC"Ĕ=7B;J7"Ĕ>KHC7"ĔđCI7A"Ĕ

J

K

D

3 4

E

S

ÿ

2

2

H A

1

1

kuvarsının bir türü olan, yüzük taýı, mühür vb. yapmakta kullanılan, türlü renklerde, yarı saydam, parlak ve deþerli bir taý.– Kusma, istifra. 5) Satürn’ün en büyük uydusu.– Bir baþlaç. 6) Rey.– Yumuýak kalpli, ince hisli. 7) Çok konuýan, çok laf eden, geveze. 8) Toplu geziler için yapılmıý büyük otobüs. 9) Ham maddeleri iýlemek, enerji kaynaklarını yaratmak için kullanılan yöntemlerin ve araçların bütünü, endüstri. 10) Erzincan’ın bir ilçesi.– Erzurum yöresine has bir halk oyunu. 11) ABD’de bir eyalet. 12) ûlave.– Hedefi vurmak için silah, ok vb.ne gerekli doþrultuyu verme.

35 BULMACA 23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN


23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

36BULMACA

Boz renk Kas

Yemek

Bir tür küçük zurna

Öbür dünya

Ad

Akarsu yataþı Tok deþil Bir ýeyin elden ele geçmesi

Devam ettirme

Cenini anneye baþlar

Engel

Yuvarlak susamlı hamur

Bahçe duvarı

Gürültü

Silisyumun remzi

Deniz taýıtı

Anlam

Dilsiz

Ölümlü

Bekleme süresi, ek gün

3

6

9

Tarihte bir devlet

5

Kısaca numara

7

8

Hamle

Kısaca alüminyum

Bir diýimiz

Radyumun remzi

Ötücü bir kuý

5

7

2

4

3

8

4

5

2

1

2

Efendimiz’in annesi

5

8

Çocuk kurbanı

Kulak iltihabı

3

9

4

Bir Japon ýehri

Yama

Anayasayla ilgili

9

6

SUDOKU BULMACA

Belge

4

Boyun eþme

6

Bir nota

Baryumun remzi

Doruk, zirve

Çeýitli ýeylerle yapılan engel Bir sünnet Bayan adı

Kötü, fena ûtmekten emir

Bir tür müzik

Allah’ın yarattıþı en güzel canlı

Galyumun remzi

Kırmızı

Etken

3

9

4

1

Fakat

8

Tesirli

Duman yolu

Adıyaman ilçesi

1

4

Ölçüt

Suç

Yaramaz çocuk

Üst resimdeki (Murat ...)

Kiýisel

Aþaç kolu

Dirhem

Þ ÝF RE K E LÝ ME:

2

Peygamberlik

Sıkıntı verme

Einstein’in bir teoremi

Lityumun remzi

Bir yazar (... Cilasun)

Kaza eseri

Erzurum’da medrese

Aylık ödenti

Ünlü bir Tv yapımcısı

Tahlil

Lihteyýteyn’in trafik remzi Yavru

1

Platon’un Osmanlı’daki adı

Bir renk

Bir harfin okunuýu

Halk dilinde köpek

A V I

Ürün kalıntısı

Bir ilimiz

Rütbesiz askerler

19 BULMACA

Rezillikler

Sinirli

Hazýrlayan: YALÇIN SABRÝOÐLU ûzmir’in bir ilçesi

3

Ege’nin incisi il

Radyumun remzi Kralın evi

ûzmir’de tarihi eser

Bir ilimiz

Fiyat yaftası

Kısaca baryum

Bir baþlaç

Lezzet

Doku teli

Sembolü Sn olan element Zorba, tiran

Trakya’da uzaklık ifadesi

K E L þ M E

Tablodaki tramlý kalýn çizgilerle belirlenmiþ 3’e 3’lük karelere, 1’den 9’a kadar rakamlarý birer kez kullanarak yerleþtirin. Öyle yerleþtirme yapmalýsýnýz ki, bütün 3 lükleri doldurduðunuzda tablonun bütün kutularý yukarýdan aþaðýya ve soldan sa ða 1’den 9’a ka dar rakamlardan birer kez kullanýlmýþ olsun.

5 2 7 1 6 8 4 9 3 4 8 1 2 9 3 7 6 5 3 6 9 7 5 4 8 2 1

9 1 8 5 3 2 6 4 7 6 4 3 9 1 7 5 8 2 7 5 2 4 8 6 3 1 9

7

Saþlamlık, metanet

7

y.sab rioglu@za man.com.tr

ûzmir’in ünlü çarýısı

Bir ülke

2 9 6 3 4 5 1 7 8 1 3 4 8 7 9 2 5 6 8 7 5 6 2 1 9 3 4

Mevzu

Duman kiri

Yüce

Onaylı

2

6

Kısaca azot

Eski bir diktatör

Cet

ûýaret

5

BULMACALARIN CEVAPLARI SAYFA 35’TE


37 SPOR

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

DİYARBATIŞSPOR ORHAN KARANFİL Bir zamanlar yeşil sahalarda fırtınalar es-

1tiren Yeşil-Kırmızılı ekip, zor günler ya-

şıyor. ‘Diyarbakırspor neden bu hale geldi?’ sorusunun cevabı, herkese ders olacak ibret dolu ayrıntılar içeriyor. Doğu ve Güneydoğu’nun ‘birinci lig’e çıkan ilk takımı Diyarbakırspor, sıkıntılı günler yaşıyor. Bir zamanlar yeşil sahalarda fırtınalar estiren Yeşil-Kırmızılı ekip, adeta kuru ekmeğe muhtaç hale düştü. 23 milyon TL’lik borcu sebebiyle transfer yapamayan kulüp, PTT 3. Lig 3. Grup ilk yarıyı sondan ikinci sırada tamamladı, artık küme düşmeyi bekliyor. Deplasmana gidecek otobüs bulamayan, antrenmandan sonra duş alamayan, evden getirdiği sefer tasıyla karnını doyuran futbolcular, büyük bir çaresizlik yaşıyor. Kaptan Hasan İnce, takımın halini şu sözlerle anlatıyor: “Çoğu arkadaşımız öğrenci, 20 yaş ve altı kategoride. Kimsenin cebinde bir yol parası dahi yok. Doğru düzgün duş alamıyoruz. Yemek bile çıkmıyor.” ‘Diyarbakırspor neden bu hale geldi?’ sorusunun cevabı, ibret dolu ayrıntılar içeriyor. Bugüne kadar 5 kez Süper Lig’e çıkan YeşilKırmızılı takım, yönetici kurbanı. Kendi şirketlerini başarıyla yöneten, işlerini sürekli büyütüp küçük bir dükkândan kocaman holdinge dönüştüren yöneticiler, nedense Diyarbakırspor’da başarılı olamamış. Kulübün gelirleri sürekli eriyip gitmiş. Kasada para kalmayınca yüzler devlete dönmüş. ‘Birlik, beraberlik, kardeşlik’ söylemleri her dönemde nakite dönüşmüş. Kulübün eski Basın Sözcüsü Suat Önen, sadece 20012009 yılları arasında Diyarbakırspor’a 103 Milyon TL aktarıldığını vurguluyor. Önen, “Takım rant kapısına döndü. Büyük bölümü valilik üzerinden aktarılan milyonlarca lirayı kulübün içindeki çeteler kullandı. Valilik parayı kesince de kimsenin takımla işi kalmadı.” diyor. Tefecilerin eline düşen Diyarbakırspor’un bugün yönetimi yok. Kulüp defterlerini inceleyen müfettişlerin hazırladığı 6 bin sayfalık rapor, savcılığın önünde. Sahte futbolcu transferinden usulsüz borçlandırmaya kadar onlarca iddia aydınlatılmayı bekliyor. Kulübe eski parayla 500 milyar borç veren bir yöneticinin, parayı 6 milyon TL olarak tahsil ettiği, futbolcu

transferlerinde ‘hortumlama’ yapıldığı, masrafların şişirildiği, Federasyon’dan gelen paraların şahsi hesaplara aktarıldığı gibi iddialar dilden dile dolaşıyor.

44 yıllık serüven Diyarbakırspor, iki ezeli rakip Diclespor ile Yıldızspor kulüplerinin 1968’de birleşmeleriyle kuruldu. Yeşilini Dicle’den, kırmızısını Yıldız’dan aldı. Ambleminde ise kentle özdeşleşen kale surları ve karpuz var. Kulübün ilk başkanlığını dönemin Belediye Başkanı Nejat Cemiloğlu yaptı. Yaklaşık 7 yıl 3. Lig’de mücadele eden Diyarbakırspor, 1975-76 sezonunda 2. Lig’e, ertesi sene 1. Lig’e yükseldi. Diyarbakırspor, 2 yıl içerisinde 3. Lig’den 1. Lig’e yükselen Türkiye’nin ilk, dünyanın ikinci takımı oldu. Uzun süre inişler çıkışlar yaşayan ekip, 20002001 sezonunda şehit Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın vasiyetini yerine getirdi ve 14 yıl sonra yeniden 1. Lig’e ‘merhaba’ dedi. Diyarbakırspor, 2009 yılındaki olaylı Bursaspor maçından sonra hızla düşüşe geçti. 2009-2010 sezonunda Bank Asya 1. Lig’e, ardından 2. Lig’e ve son olarak PTT 3. Lig’e düştü. Yükseliş gibi çöküş de hızlı oldu. 17 haftalık lig mücadelesinde 2 galibiyet, 3 beraberlik ve 12 mağlubiyet alan Diyarbakırspor, şu anda sondan ikinci sırada. Taraftarları, ekibin Bölgesel Amatör Lig’e düşmemesi için dua ediyor. Deplasmana bile gitmekte zorlanan Diyarbakırspor Kulübü, şimdi kapanma tehlikesiyle karşı karşıya.

TEK SORUMLU, RANT ÇETELERİ Suat Önen (Eski Basın Sözcüsü): “Diyarbakırspor’un düzenli bir gelir kaynağı yoktu. Takımı valilik destekliyordu. Bu durum, hazır para peşinde koşma alışkanlığı oluşturdu. Tabii bu para belli bir çevrenin hoşuna gitti. Kulübü rant kapısı olarak gördüler. Bir dönem, düzenli gelir getirsin diye kulübe dolmuş hat-

ları verildi. Bu dolmuşlardan her ay 500 bin lira para gelirdi. Ancak o hatları satarak para kazandılar. Kulüp düzenli gelirini kaybetti. Diyarbakırspor’a 2001’den 2009’a kadar 103 milyon TL aktarıldı. Bunun yüzde 90’ı valilikten geldi. Kimse denetim yapmayınca orada bir çark oluştu. Valilik paranın takibini yapmadı. Şimdi para musluğu kesilince herkes elini ayağını kesti.” Coşkun Demirbakan (Eski Teknik Direktör): “Göreve 2008’deki Kartepe kampında başladım. Kulübün kadrosu yoktu. Yeni bir yapılanmaya gittik. İlk yarı bitince birçok futbolcu ile yollar ayrıldı. Mecburen yeni bir takım kurduk. Yani bir sezonda 2 takım kurduk. Kulübün bugünkü halinden yöneticiler sorumludur. Mesela yabancı topçu aldılar, kulüp ekonomik olarak zorlandı. Bunları planlayıp programlayacak bir yönetici yoktu. Futbolcuların verdiği emeği bazı insanlar lekelemek istedi.” İsmet Marsil (Diyarbakırspor Mali Sorumlusu): “Yıllardır yapılan yanlışlar vardı. 2009 yılında Bursaspor maçında yaşanan olaylarla çöküntü başladı. Yöneticiler kendi şirketlerini yönettiği gibi Diyarbakırspor’u yönetseydi kulübümüz bu durumda olmazdı. Takımın şu anda yaklaşık olarak 23 milyon TL lira borcu var. Yönetici borçları futbolcu transferine engel değil. Ama sporcu ve hocaların alacakları sebebiyle Federasyon transferi yasakladı. 3 milyon TL nakit parayla transfer engeli aşılır.”

EKMEĞE MUHTAÇ KALDIK Fehmi Çağlar (Teknik Direktör): “Futbolcular ellerinden geleni yapıyor. Maddi problemler çözülse iyi olur. Yönetim problemi çözülseydi daha iyi geleceğe hazırlanılırdı. Maltepespor maçına gidemedik. Geriye kaldı bir hakkımız. Bir maça daha gidemezsek alt kümeye düşeceğiz.” Ali Yıldırım (Takım Kaptanı): “Bu durumun sebebi, yanlış yapılan transferlerde boş yere para harcanması. Bir yönetim yok. Birisinin bu takıma sahip çıkmasını istiyoruz. Bu takım sadece Diyarbakır’ın değil, tüm Güneydoğu’nun takımı.” Hasan İnce (Futbolcu): “Gidişat küme düşeceğimizi gösteriyor. Bunun sebebi geçmişten kalma borçlar. Süper Lig’e çıkmak sonun başlangıcı oldu. Yaklaşık 40-50 Milyon TL borç oluştu. Yanlış transferler ve yöneticilerin politikası durumu bu hale getirdi. Gelen fayda amaçlı gelmemiş, yeme amaçlı gelmiş. Şimdi başımızda bir yönetim yok. Yemek çıkmıyor, doğru düzgün duş alamıyoruz. Bu memleketin ayıbıdır. Para almadan oynuyoruz. Bu forma için mücadele ediyoruz. Çoğu arkadaşımız öğrenci zaten, 20 yaş ve altı kategoride. Kimsenin cebinde yol parası yok. Takımda kaos var.”


38 SPOR Avrupa’nın unutulan kulüpleri

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

Bir zamanlar Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olan Ajax, PSV Eindhoven, Rosenborg, Göteborg, Deportivo ve Monaco, epeydir Avrupa’nın en büyük ligine ya katılamıyor ya da birinci turdan ileriye gidemiyor. Ajax

Rosenborg

HASAN CÜCÜK KOPENHAG 12 Şubat’ta ikinci turu başlayacak olan

1Şampiyonlar Ligi’nde grup maçları so-

nunda ilk iki sırayı alan 16 takım ağırlıklı olarak Alman, İspanyol ve İngiliz kulüplerinden oluşuyor. Avrupa’nın bir numaralı kupasında görmeye alışkın olduğumuz birçok takım ya gruptan çıkamadı ya da Devler Ligi’ne adını yazdıramadı. Avrupa futbolunun önemli kilometre taşlarından Ajax, PSV Eindhoven, Göteborg, Deportivo ve Monaco gibi takımların son yıllarda Şampiyonlar Ligi’nde esamisi dahi okunmuyor. Ligin gediklilerinden Rosenborg da eski günlerinden oldukça uzak. Bu takımlara kısaca bir göz atalım isterseniz: AJAX: Barcelona’nın rakiplerine sahayı dar eden 4-3-3 sisteminin mucidi Hollanda’nın bir numaralı takımı Ajax, milenyumla birlikte Avrupa’da adeta sessizliğe büründü. Ulusal ligde son 10 yılda 4 şampiyonluk yaşayan Ajax, Şampiyonlar Ligi’nde sıradan bir görüntü çizdi. 2002-03’te Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kadar yükselen Ajax’ın yarı final hayaline kupayı müzesine götürecek olan Milan darbe vurmuştu. O tarihten sonra Ajax için Avrupa’da kara günler başladı. 2006-2010 arasında adını Şampiyonlar Ligi’ne dahi yazdıramayan Ajax, son 3 yıldır mücadele ettiği bu ligde gruptan çıkma başarısını dahi gösteremedi. Ajax’ın bu hallere düşmesinde en önemli etken hiç şüphesiz Hollanda futbolunun içinde düştüğü mali kriz. Şampiyon Kulüpler ve Şampiyonlar Ligi kupasını 4 kez kazanan Ajax’ın toplam değeri 96 milyon Euro. Bu rakam Hollanda kulübünün içine düştüğü başarısız tablonun en iyi göstergesi gibi. Bir zamanların altyapısı ile ünlü takımı eskisi gibi yıldız oyuncu da yetiştiremiyor. PSV EİNDHOVEN: Ajax’la birlikte Hollanda futbolunun lokomotiflerinden olan PSV Eindhoven da eski günlerinden uzak. Son 10 yılda ligi 5 kez zirvede tamamlayan PSV, sıra Avrupa’ya gelince sessizliğe büründü. 20022009 arasında her sezon Şampiyonlar Ligi’nde boy gösteren PSV, 2004-05 ve 2006-07 sezonunda çeyrek final oynadı. PSV için Avrupa’da kara yıllar 2009’da başladı. O tarihten sonra PSV bir daha adını Avrupa’nın bir numaralı ligine yazdıramadı. Aslında PSV’nin düşüşü sadece Avrupa’da olmadı. Son 10 yılda kazandığı 5 şampiyonluğu 2002-2008 arasına sığdıran PSV, son 4 yıldır Hollanda Ligi’nde de zirveyi unuttu. Romario, Ronaldo, Gullit, Van Nistelrooy, Robben gibi yıldızları yetiştiren PSV, 1988’de Şampiyon Kulüpler Kupası’nı, 1978’de ise UEFA Kupası’nı müzesine götürmüştü. DEPORTİVO: 1999-2000 sezonunda La Liga’yı şampiyon tamamlayan Deportivo, Şampiyonlar Ligi’nde aldığı başarılı skorlarla adından söz ettiren takımlardandı. 2003-04’te Milan’ı eleyerek Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale yükselen Deportivo’nun final hevesine Mourinho yönetimindeki Porto son vermişti. 2000-2005 arasında aralıksız 5 yıl Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eden Deportivo, 200001’de 2. tur grup maçlarında temsilcimiz Galatasaray’la aynı grupta mücadele etmişti. 5 yıllık Şampiyonlar Ligi macerasında iki çeyrek, bir de yarı final başarısı yaşayan Depotivo, 2005’ten itibaren düşüşe geçti. Ligde ilk 6’ya giremeyen Deportivo, 2010-11 sezonunun son maçında Valencia’ya 2-0 yenilerek küme

Göteborg

düşmüştü. Bir yıl aradan sonra yeniden La Liga’ya dönen Deportivo’nun Avrupa’daki başarılı günleri artık bir nostaljiden ibaret. GÖTEBORG: 1982 ve 87’de UEFA Kupası’nı kazanarak adını tüm Avrupa’ya duyuran İsveç’in Göteborg takımı da eski günlerini hasretle anıyor. 1990-1997 yılları arasına 6 lig şampiyonluğu sığdıran Göteborg, bu tarihten sonra adeta sessizliğe büründü. Şampiyonlar Ligi’nde temsilcilerimiz Beşiktaş ve Galatasaray’la birer kez aynı grupta yer alan İsveç takımı, 1997’de kazandığı lig şampiyonluğundan sonra 10 yıl mutlu sona ulaşamadı. Uzun bir aradan sonra 2008-09 sezonunda bir kez daha Şampiyonlar Ligi’ne katılma şansı bulan Göteborg, elemelerde Basel’e kaybetmiş ve bu fırsatı değerlendirememişti. İsveç takımı ligde de son 6 yıldır şampiyon olamıyor. MONACO: Fransa Ligi denince akla ilk gelen takımlardan Monaco’nun başarı hanesinde 7 lig ve 5 kupa şampiyonluğu bulunuyor. Son şampiyonluğunu 2000 yılında yaşayan Monaco, 2001-2005 arasında Fransızların efsane ismi Didier Deschamps yönetiminde farklı bir kimliğe büründü. 2004’te Şampiyonlar Ligi’nde Monaco’yu finale taşıyan Deschamps, tarihî başarıya imzasını atan futbolcuları yönetimin birer birer satmasıyla, kolu kanadı kırılmış bir teknik adam olarak yoluna devam etti. “Her takım için en büyük tehlike, futboldan anlamayanların karar verme mercii olmasıdır.” diyen Deschamps, Şampiyonlar Ligi’nde final oynadıkları 2004’ten itibaren takımın maddi krize girmesine tanık oldu. “Şampiyonlar Ligi finalistinin maddi kriz yaşaması inanılır gibi değildi. Finalin ertesinde yapılan ilk teklif, ücretlerimizde tenzilat yapılması oldu.” diyerek takımın içine düştüğü durumu özetliyordu. İş bilmez yöneticilerin yıldan yıla erittiği Monaco, 2010-11 sezonu sonunda yıllarca mücadele ettiği Ligue 1’e veda ederek Ligue 2’ye düştü. Futbol dünyası Monaco’nun lig düşmesiyle hayal kırıklığı yaşarken, oyuncuların birer birer terk etmesiyle Fransız ekibinin ‘eski güzel günlere’ dönmesi imkansız gözüküyor. ROSENBORG: 1917’de kurulan ve Norveç Ligi’nin tartışılmaz en büyük takımı unvanını elinde bulunduran Rosenborg, 1992’ye kadar ulusal ligde 7 kez şampiyonluğa ulaşmıştı. O tarihten sonra ise 13 yıl üst üste ligi 1. sırada tamamlayarak kırılması imkansız bir rekora imza atmışlardı. Ligdeki başarısını Şampiyonlar Ligi’ne de taşıyan Rosenborg, 1995-96 sezonundan itibaren üst üste 8 sezon Devler Ligi’nde mücadele etti. 1997’de çeyrek finale kadar yükselen Rosenborg, Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid, Milan, Borossia Dortmund, Valencia gibi devleri yenmeyi başardı. Son yıllarda elemeleri geçip Şampiyonlar Ligi’ne katılamayan Rosenborg, en son 2007-08 sezonunda Avrupa’nın bir numaralı kupasında mücadele etmişti.


39 SPOR

23 - 29 OCAK 2013 ZAMAN

HASAN CÜCÜK HABER “Real Madrid’in Sneijder’i satPORTRE masını anlamakta zorluk çeki-

yorum.” diyordu Hollandalı yıldızı kadrosuna katan İnter’in teknik patronu Jose Mourinho. 1.70 cm boyundaki Sneijder için Mourinho İnter’in oyun sisteminde değişikliğe giderken, 4-3-1-2 sisteminde Hollandalı oyuncuyu ofansif ortasaha olarak forvetin arkasına monte etmişti. Her iki ayağını da iyi kullanan Sneijder, rakibi yıpratan, hava toplarında etkili bir oyuncu değildi ama forvette ölümcül gol pası verebilen, serbest vuruşlarda gol yüzdesi oldukça yüksek iyi bir 10 numaraydı. Futbol yeteneği tartışılmayan Sneijder’in en büyük sorunu takım arkadaşlarıyla arasının sık sık limoni olması ve yedek kaldığında da çok çabuk demoralize bir hal almasıydı. Hollanda milli takımında da bu nedenle ‘problem çocuk’ olarak adlandırılıyordu. Ajax’ın ünlü futbol akademisinden içeri adımını attığında henüz 7 yaşında olan Wesley Sneijder, futbola yabancı olmayan bir aileden geliyor. Babası futbolcu olduğu gibi kardeşleri Jeffrey ve Rodney de profesyonel olarak top koşturuyor. Ajax’ın yetiştirdiği son yıldızlar arasında gösterilen Sneijder, 2002 yılından itibaren A takımın formasını giymeye başladı. Üst düzey teknik kapasitesiyle dikkatleri çekti. Fiziki zayıflığını saha içinde sürekli hareket ederek avantaja çevirdi. Hollanda’da 2004’te yılın yeteneği, 2007’de yılın futbolcusu seçilen Sneijder, 2007’de geldiği Real Madrid’de ilk sezon başarılı olmasına karşılık, ikinci sezonu sakatlık ve form düşüklüğünden dolayı oldukça sönük geçti. Real Madrid, iki sezon sonunda 27 milyon Euro bonservis ödeyip aldığı Sneijder’i 17 milyon Euro’ya İnter’e satarken, Mourinho sayesinde Hollandalı yıldız tekrar yükselişe geldi. İnter, Serie A ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu yaşarken başrolde Sneijder vardı. 2010 Dünya Kupası’nda Hollanda finale yükselirken, Sneijder’in katkısı büyüktü. Kupanın kaybedilmesiyle Sneijder’in de düşüşü başladı. Mourinho’nun Real Madrid’e gitmesiyle Sneijder kendini anlayan hocasını da kaybetti. Birçok maça yedek başladı. 2012-13 sezonu Sneijder için İnter’li günlerin sona yaklaştığının resmi oldu. Mourinho sonrası İnter’i çalıştıran 4 hoca ile de kimyası bir türlü uyuşmadı. Aynı sıkıntıyı Real Madrid’de Pellegrini ile yaşamıştı. Sneijder’in en büyük sorunu takım arkadaşlarıyla sık sık tartışması. Vatandaşı Rafael Van Der Vaart ile Real Madrid’de forma numarasında yaşadığı problem milli takımada taşınmıştı. Real Madrid’de 23 numaralı formayı giyen Sneijder, Robinho’nun ayrılmasıyla 10 numarayı sırtına geçirdi. Ancak daimi tercihi 23 numaralı formanın vatandaşı Van Der Vaart’a verilmesiyle problem çıkardı. İskoçya maçında Rafael van der Vaart’ın ilk 11’de, kendisinin de yedekte olmasını hazmedeyip maç sonunda takımdan ayrı taksiyle gitmesi büyük tepki topladı. Milli takım kampında sürekli arkadaşlarının aldığı ücreti sorması, hoş karşılanmayan huyları arasında yer aldı.

Wesley Sneijder hocasıyla kimyası tutunca yıldız oluyor



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.