ZAMAN DK 196

Page 1

14

HAT VE BAKIR SANATI USTASI YAşAR SUBHİ:

Kraliçe II. Margrethe yaptığım portresini çok beğendi

24

Dört mevsim Bosna Bosna’nın başşehri Saraybosna, insan yüzlü şehirlerden… Zaman, bu coğrafyaya has dinginliği içinde geçiyor. Sokaklarında yer yer fesli amcaların dolaştığı Bosna, kartpostallarda kalan Osmanlı şehirlerinin yaşayan hali. Genelde bahar ve yaz aylarında tercih edilen bu coğrafya, kışın da çok güzel…

Sanatçı Yaşar Subhi, Danimarka’da yeni nesillere dersleri veriyor. ‘Amacım, sanatı yalnızca üretmek değil, öğreterek dünyaya taşımak’ diyen Yaşar Subhi, bakır üzerine resim çizme sanatını icra eden dünyadaki ender sanatçılardan.

www.zamaniskandinavya.dk

2 - 8 OCAK 2013• YIL : 5 • SAYI : 196 • DANMARK 25 DKK • SVERIGE 30 SEK • NORGE 35 NKR • FINLAND 3,5 EURO

DANİMARKA

2012’yi hükümet sıkıntılı, muhalefet rahat geçirdi 2012’nin sonunda görülen siyasi manzara kısaca; hükümet için zor günler devam edecek, muhalefet ise ellerini ovuşturup iktidarı devralacağı günleri bekleyecek. 2012’de, SF’te Villy Sövndal koltuğu şartların zorlamasıyla Annette Vilhelmsen’e bırakırken, Danimarka Halk Partisi’nin kurucu genel başkanı Pia Kjaersgaard da 17 yıllık koltuğunu Kristian Thulesen Dahl bıraktı. Ufukta ise Muhafazakar Parti’de başkanlık değişikliği görülüyor. 1 11’DE

İskandinavya’da 2012 böyle geçti 1 SAYFA 8-12

Ellingsrud Kilisesi Papazı Klara Vogl:

JOOST LAGENDİJK • NİYE TÜRKLER KENDİ DİSKOLARINI AÇIYOR

23

Kilisede Kur’an okuduğum için çevremden tebrikler yağdı Zaman’a konuşan Norveçli Papaz Klara Vogl, çalıştığı kilisede, Kur’an’daki Hz. İsa’nın doğumunu konu alan ayetleri okuduğundan dolayı kendisine yapılan eleştirilere karşı, “Pişman değilim.’’ dedi. 1 7’DE

TÜRK HALK MÜZİĞİ SANATÇISI

:

SEHER DİLOVAN

Dağda kardeşini bile eli silahlı görsen, selam vermeyeceksin

Türk halk müziği sanatçısı Seher Dilovan, şimdilerde çok farklı bir telaş içinde. Eşinin senaryosunu yazdığı, kendisinin de yönetmen koltuğunda oturacağı, JİTEM’i konu alan filmi çekmek için gün sayıyor. Dilovan, Alevi ve Kürt bir sanatçı olarak gündeme dair düşüncelerini paylaştı.

1 HABERİ 16. SAYFADA

İSHAK ALATON:

‘Ötekileştirilenlerin başında Hocaefendi var’ En büyük hüsranlarımın başında çağdaş, liberal, sosyal demokrasiyi Türkiye'de bütün uğraşılarıma rağmen anlatamamam geliyor. Ben bir tezgâh açtım, gelin sosyal demokrasiyi satın alın dedim, alıcı çıkmadı. 1 18’DE

ZAMAN ’ DA BU H A F TA

Benim Ailem

1 KAMİL SUBAŞI • 4

Bu çocuklar ana babalarını nasıl öldürebiliyorlar

1 32’DE

Kendimize söylediğimiz en büyük yalan

Microsoft’tan ortaya karışık sosyal ağ

1 34’TE

1 31’DE


2 İSKANDİNAVYA Katliamdan kurtuldu, yeni doğan bebeğiyle hayata tutundu

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

‘22 Temmuz’da keşke annem beni doğurmasaydı.’ diyen Regitze Schäffer Botnen, kızının doğumuyla hayata, umutla baktığını belirtiyor. ENGİN TENEKECİ OSLO Norveçli cani Anders Behring Brei-

1vik’in 69 kişiyi acımasızca katlettiği

Ütöya adasından sağ kurtulan 18 yaşındaki Regitze Schäffer Botnen, hayata, dünyaya yeni getirdiği bebeği ile tutunuyor. Aşırı sağcı Breivik, geçen yıl 22 Temmmuz’da Ütöya adasında kamp yapan İşçi partili gençlere silahlı saldırı düzenlemiş, toplam 69 genci acımasızca katletmişti. Adada kamp yapan birçok genç, saldırıda hayatını kurtarmayı başarmış, aynı zamanda içlerinden birçoğu da yaralanmıştı. 18 yaşındaki Regitze Schäffer Botnen, Breivik saldırısında hayatını kurtaran gençler arasında yer alıyor. Botnen, saldırıdan yaklaşık 1 yıl sonra Iben isminde bir kız çocuğu dünyaya getirdi. ‘’22 Temmuz’da keşke annem beni doğurmasaydı.’’ diyen Regitze Schäffer Botnen, kızının doğumuyla hayata, umutla baktığını ve bu konuda kendisinin oldukça şanslı olduğunu belirtiyor. Breivik’i, Ütöya saldırısında görmediğini kaydeden Botnen, ancak mahkeme sırasında, caninin sesini tanıdığını ifade etti. Breivik’ten asla korkmadığını kaydeden hüzünlü genç anne, ‘’Breivik bana asla bir şey yapamaz, yapamayacak.’’ şeklinde konuştu. Diğer taraftan Regitze Schäffer Botnen, saldırı sonrası insanlara şüpheci baktığını, çevresindekilere güven duyamadığı anlattı. Botnen, bu sorunlarının hala devam ettiğini dile getirdi.

Ütöya adası saldırısından sağ kurtulan 18 yaşındaki Regitze Schäffer Botnen, hayata, dünyaya yeni getirdiği bebeği ile tutunuyor.

Yeni yıl yeni insan CUMA ALİ KARAMAN Yeni yıla maddi ve manevi bünyesi yenilenmiş yeni bir insan olarak girmek bizim en önemli gayemiz ve idealimiz olmalı. Her yönüyle kendini yenilemiş, hayatında yeni bir beyaz sayfa açmış olarak geçen yıla ait yapamadıklarını önem sırasına göre kayıt altına almış ve yapacaklarını da derecesine göre sıralamış, bütün çabasını bunların tahakkuku istikametinde harcamaya amade biri olarak zamanı, yani ömür nimetini en iyi şekilde kullanma gayret ve şuuruyla hareket etmek, yeni yıla yeni insan olarak girmemizin ilk ve tek şartı olsa gerek. Hatalarını eksiklerini görmek telafi etmek önemli bir erdemliktir. Fakat bundan daha önemlisi hatalara noksanlıklara düşmemek ve meydan vermemektir. Yeni yılın kapısının eşiğinden girdiğimiz bu günlerde bizler önce geçen yıla ait güzellikleri kalbimizde ve kafamızda yaşayarak geleceğe taşımak, kötü ve çirkin olanları da bir daha dönmemek ve görmemek üzere silmiş olarak girmek. Evet yeni yıl planımıza neleri aldıklarımıza dikkatle bakmamız gerek. Geçen yılın iyi muhasebesini yapmayanların bu yeni yılı geçen yıldan daha iyi geçireceklerine ve değerlendireceklerine kani değilim. Geçiş sürecinde bulunduğumuz bu ilk günler çok önemli günlerdir. Neden derseniz? Çünkü bu günler bizim için karar

verme günleridir. Kararların alındığı ve verildiği bu günleri sefahata dalarak ve aklı ve mantığı atıl bırakarak yeni yıla girmek; akıl ve mantığa ters olduğunu azacık aklı, mantığı ve insafı olanlar bilirler. Yeni doğana sevindiğimiz kadar ölene de üzülmek gerek. Tabiki geleceğin neşesi kadar geçenin hüznü de önemlidir. Hayat sayfamızdan bir yıl daha düştü diye kayıplarına üzülen bir insan olmak. Bazı nimetleri kaybettiğimize çok üzülürüz de malesef aynı üzüntüyü ömür nimetinin kaybı karşısında tam gösterdiğimizi söyleyemiyoruz. Bir baba ve anne için hayatları kadar gençlerin kaybı ve millet olarak nesillerimizin kaybı karşımızda dururken bilmem hangi yeni yıla içten huzur dolu bir kalple merhaba diyebiliyoruz. Bu, daha yitiğimizi bulmadan cenaze evinde cenaze kalkmadan düğün yapmaya benzer. Yeni yıla şu hadisi şerifi hayatımıza

serlevha yaparak ve geleceğimize ayna tutarak girmeye çalışalım: “Peygamberimiz (s.a.v) buyurdular: Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet ve fırsat bil! 1-İhtiyarlık gelmeden önce gençliğini 2-Hastalık gelmeden önce sıhhatini 3-Meşguliyet gelmeden önce vaktini 4-Fakirlik gelmeden önce zenginliğini 5-Ölüm gelmeden önce hayatını fırsat, ganimet ve en büyük zenginlik bil.” (Tenbihül Ğafilin, 22 Sahihül Camii 1077) Ne mutlu hadiste geçen bu beş şeyi ganimet ve fırsat bilip değerlendirenlere… Gençlik: Gençlik nimeti insana bir defaya mahsus verilen çok önemli bir nimettir. Kişi bunu meşru dairede yaşamakla onu ebedi daimi bir gençliğe dönüştürebilir. Sıhhat: Sağlık, sıhhatlı olan insanların başındaki altın taçdır. Fakat çoğu zaman onu yalnız hasta olanlar görür. Zaman: Eğer insan saniyelerin ve dakikaların hayatındaki önemini anlamış olsaydı, bir tek saati dahi boşa geçirmez ve harcamazdı. Zenginlik ve Fakirlik: Asıl zenginliği ve fakirliği hiç düşündük mü? Bunu maddi ve manevi olarak iyi düşünmek gerekir. Hayat ve Ölüm: Ey hayatı bir tek nefesten ibaret olan insan düşün! Ala külli hal öleceksin... Yeni yıla yeni ve hayırlı bir başlangıç yaparak, hepinize ve hepimize Allah’tan sağlık, sıhhat, afiyet, huzur ve mutluluk dolu saadet-i dareyni niyaz ederim. Daha nice hayırlı yıllara en içten dilek ve temennilerimle...

Beyin jimnastiği, vücut jimnastiği kadar önemli Beyin jimnastiğinin vücut jimnastiği kadar önemli olduğu ortaya çıktı. RAMAZAN KERPETEN GÖTEBORG İsveç’te yayınlanan Aftonbladet isimli yüksek tirajlı gazete,

1Amerika’da yapılmış dikkat çekici bir araştırmaya yer

verdi. Bu haberde yer alan araştırmaya göre; beyin jimnastiği, vücut jimnastiği kadar önemli ve gerekli. Bu araştırmaya göre; akıl oyunları oynayan, okuyan ya da beynini her hangi şekilde jimnastik yaptıran ve çalıştıran kişilerin beyni, bir genç beyni kadar çalışıyor. Dolayısıyla uzmanlar, özellikle yaşlı bir yakına verilecek en güzel hediyenin bir puzzle oyunu ya da bir kitap olduğunu ifade ediyorlar. Yapılan birçok araştırmada beyine yapılan entelektüel uyarımın, yaşlandığımızda beynimizi çalışır halde tuttuğu gözlenirken, bunun somut sebebinin ne olduğunun halen tam olarak anlaşılamadığı kaydediliyor. Benzer araştırmalarda da beynini okumak gibi değişik aktivitelerle çalıştıranların daha geç bunadığı ortaya konmuştu. Bu deney için Chicago’da Rush Üniversitesi Medikal Merkezi’deki 152 yaşlı denek üzerinde araştırma yapıldı. Bu deneklerin ortalama yaşı 81 idi ve bir manyetik kamera ile beyinlerindeki suyun nasıl hareket ettiğine bakıp beyin sıvının akım değerleri ölçüldü. Araştırmadan önce bu yaşlı denekler üzerinde bir anket araştırması yapılarak onlara; hangi sıklıkla kitap okudukları, mektup yazdıkları ve kâğıt oyunları oynadıkları soruldu. Yaptıkları mental aktiviteye göre beyindeki su akımının daha akışkan olduğu gözlendi. Deney sonrası yapılan açıklamada, bu yaşlı insanların beyin akımı, zihinsel aktivitede bulundukları sürece bir genç beyni kadar aktif halde idi. Bu araştırma; sadece fiziksek jimnastiğin değil, beyinsel jimnastiğin de bir o kadar önemli olduğunu ortaya koymuş oldu.


3 İSKANDİNAVYA Aydınlarımızdan Danimarka’ya 1 demokrasi dersi (!)

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

HASAN CÜCÜK kopenhAg

Ermeni tarafı hazırlıklarını tamamlayıp 6 Kasım’da Kraliyet Kütüphanesi’nde ‘Ermeni Soykırımı ve İskandinavya Tepkisi’ sergisini açtı. Sergi deyince hafızanızda gezmeyle bitmeyen yüzlerce belge ve fotoğraf şekillenmesin. Kütüphanenin bir duvarından ibaret bir sergiydi.

Her şey Danimarka’nın saygın kurumlarından Kraliyet Kütüphanesi’ne, Ermenistan’ın Kopenhag Büyükelçisi Hrachya Aghajanhan’ın müracaatıyla başladı. Danimarka, yıllarca ısrarla ‘Tarihî olaylar parlamentolarda yargılanamaz’ deyip sözde soykırımı kabul etmeye yanaşmıyordu. Sözde soykırımda Danimarka kamuoyunun desteğini almak isteyen Aghajanhan, bulduğu her fırsatı değerlendirmek istiyordu. Kraliyet Kütüphanesi Müdürü Erland Kolding Nielsen’le bir araya gelen Ermeni büyükelçi, kütüphanede ‘Ermeni Soykırımı ve İskandinavya Tepkisi’ (Armenian Genocide and Scandinavian Response) sergisini açmak istediklerini söyledi. Teklife hemen ‘evet’ demeyen müdür, mevzunun hassas olduğunu bildiği için Danimarka Dışişleri Bakanlığı’na konuyla ilgili görüşünü sordu. Bakanlık konunun netameli olduğunu ancak kararı kendisine bıraktığını belirtince, müdür, Aghajanhan’ı arayarak sergiyi düzenleyebileceklerini söyledi. Derhal hazırlıklara başlayan Ermeni büyükelçi, serginin geniş kitleler tarafından bilinmesi için gazetelere ilan verdi. Konu böylece Türkiye’nin gündemine de geldi. Bu kez harekete geçen Türkiye’nin Kopenhag Büyükelçisi Berki Dibek’ti. Kraliyet Kütüphanesi Müdürü Nielsen ile görüşen Dibek, Türkiye’nin konuyla ilgili görüşlerini dile getirdi. Karşılıklı fikir teatisi şeklindeki görüşmenin sonunda Nielsen, “İsterseniz siz de Türkiye’nin görüşlerini yansıtan bir sergi açabilirsiniz.” teklifinde bulundu. Büyükelçi Dibek, müdürün bu teklifiyle mutlu olurken sergi için hazırlıklara başladı. Ermeni tarafı hazırlıklarını tamamlayıp 6 Kasım’da Kraliyet Kütüphanesi’nde ‘Ermeni Soykırımı ve İskandinavya Tepkisi’ sergisini açtı. Sergi deyince hafızanızda gezmeyle bitmeyen yüzlerce belge ve fotoğraf şekillenmesin. Kütüphanenin bir duvarından ibaret bir sergiydi. Ermeniler, Danimarka kamuoyunu etkilemenin yolunu bulduklarına sevinedursun; aralık ayının başında Berlingske Tidende gazetesinin, Türkiye’nin alternatif sergi girişimini “Kraliyet Kütüphanesi, Türkiye’nin baskısına boyun eğdi” başlığıyla vermesiyle konu 3 ülke arasında diplomatik bir sorun hâline getirilmeye çalışılıyordu. Gazetenin haberinden sonra pusuda bekleyen ‘soykırım muhibleri’ birer birer arz-ı endam ediyordu. Nasıl olur da saygın bir kurum olan Kraliyet Kütüphanesi, ‘herkesin kabul ettiği bir soykırım olayında’ Türkiye’nin baskısına boyun eğip ‘Sözde Ermeni Soykırımı’ başlıklı bir serginin açılmasına izin verirdi. Aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi Milletvekili Sören Espersen, Türkiye’nin alternatif sergisine izin verilmesini ‘kabul edilemez’ olarak tanımlarken, babası Türkiyeli olan Sosyal Demokrat Partili Kopenhag Belediye Meclis Üyesi Aslan Rasmussen, Türkiye’nin açacağını serginin ‘soykırım mağdurlarının kemiklerini sızlatacağını’ söyledi. Ama Danimarka’da herkes Espersen ve Rasmussen gibi değildi elbette. Yıllarca dışişleri bakanlığı yapan Per Stig Möller, her iki tarafın da görüşlerini beyan etmesini iyi bir demokratik gelenek olarak tanımlarken, karar hakkının

Her şey bitti denildiği bir ortamda Berlingke Tidende gazetesinde Danimarka kamuoyuna hitap eden bir mektubun yayımlanmasıyla konu tekrar ısıtıldı. Mektup Türkiye’den geliyordu. Altında Türkiye’nin yakından tanıdığı 37 ‘entelektüelin’ imzası olan mektup, sert cümleler içeriyor ve Türkiye’yi yerden yere vuruyordu.

kütüphane müdüründe olduğunu ifade ediyordu. Sosyal Demokrat Parti’nin kültür sözcüsü Mogens Jensen ise bir konunun değişik bakış açılarıyla ele alınmasının olumlu olduğunu ilan ederek partidaşı Aslan Rasmussen’in sesini bastırıyordu. Ermenistan’ın Kopenhag Büyükelçisi Hrachya Aghajanyan da Kraliyet Kütüphanesi’nden, Türkiye tarafından açılacak sergiyi iptal etmesini is-

teyip “Yetkililerin konuyu yeniden değerlendirmesini bekliyoruz. Kraliyet Kütüphanesi Türkiye’nin baskılarına boyun eğmemeli.” diyordu. Ortalık toz duman olmuştu. Herkes bir şeyler söylerken Kraliyet Kütüphanesi Müdürü Nielsen de baskının söz konusu olmadığını dile getiriyordu: “Türkiye tarafından asla bir baskı olmadı. Böyle bir baskı da olamaz. Biz sa-

dece tartışmalı bir konu hakkında Türkiye’nin de kendi görüşlerini yansıtan bir sergi açmasına izin verdik.” Türkiye’nin Kopenhag Büyükelçisi Berki Dibek de baskı iddialarını kesin bir dille reddediyordu. Danimarka, Ermeni soykırımını resmen kabul etmiş bir ülke olmadığı için Kraliyet Kütüphanesi Müdürü Nielsen, gayet demokratik bir karar vererek her iki ülkenin de kendini anlatmasına imkân veriyordu. Yasalar buna engel olmadığı gibi, Danimarka’nın demokratik geleneği de Nielsen kararının doğruluğuna işaret ediyordu. ‘Ermeni Soykırımı ve İskandinavya Tepkisi’ sergisi 6 Kasım-15 Aralık tarihleri arasında Kraliyet Kütüphanesi’nde halkla buluşmuştu. Her şey bitti denildiği bir ortamda Berlingke Tidende gazetesinde Danimarka kamuoyuna hitap eden bir mektubun yayımlanmasıyla konu tekrar ısıtıldı. Mektup Türkiye’den geliyordu. Şikâyet edilen Ermenistan Büyükelçiliği’nin sergisi değil, Türkiye’nin tezlerine izin verilmesiydi. Başlık “Kraliyet Kütüphanesi’nin demokrasi karşıtlığı”ydı, adresi de Kütüphane Müdürü Erland Kolding Nielsen’di. Altında Türkiye’nin yakından tanıdığı 37 ‘entelektüelin’ imzası olan mektup, sert cümleler içeriyor ve Türkiye’yi yerden yere vuruyordu. Türk hükümetlerinin 90 yıl boyunca soykırımı inkâr ettiği ve bu görüşe karşı olanların baskı altında tutulduğu ifade edilen mektupta, 1915’te yaşananlara iki farklı açıdan bakılması görüşünün doğru olmadığı, bir milyonun üzerinde Osmanlı vatandaşı Ermeni’nin zorla ülkeden sürüldüğü ve devlet eliyle imha edildiği iddia ediliyordu. İnkâr politikasının hâlâ sürdüğü, sistematik baskı ve utanç politikasının devam ettiği savunulup bunun son kurbanının 2007’de öldürülen Hrant Dink olduğu belirtiliyordu. Söz konusu sergiyle Türkiye’nin baskı ve yıldırma politikalarının destekleneceği öne sürülen mektupta, “Tarihi ve gerçekleri inkâra dayanan bu rejime vereceğiniz destek, apartheid rejimine verilen destekle aynıdır. Türkiye’ye vereceğiniz bu destekle ülkedeki demokratikleşme çabalarına engel olduğunuzu hatırlatmak istiyoruz.” deniliyordu. “Ortadoğu’da barış, demokrasi ve istikrar, rejimlerin tarihle dürüstçe yüzleşmesiyle gerçekleşir. Türkiye inkâr politikalarıyla bunu engellemektedir. Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren biz aydınlar, ‘alternatif sergi’ teklifinizi tekrar gözden geçirmenizi istiyoruz.” diyen 37 ‘entelektüel’, alternatif sergi izninin derhal iptal edilmesini ve Danimarka’nın kendileriyle aynı safta buluşmasını istiyordu.


4 İSKANDİNAVYA

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Kamil Subaşı

Benim Ailem Zaman ailesi olarak yaptığımız işin eğitici şanırken, 8’i evliliklerini sürdürdürmekte. yönünü ve toplumsal bazı öne çıkan mese- Türkiye’de durum bu iken varın siz Avrupa ve leleri de göz önünde bulundurarak aile ve eği- dünya genelini hesap edin. Avrupa’da her ikinci çiften biri boşanıyor. tim konularına sayfalarımızda olabildiğince yer vermeye çalışıyoruz. Bu haftaki gazete- Ayrılan çiftlerin bir çoğu farklı ülke vatannizde yer alan Ahmet Şahin’in ‘Ana baba ile daşları ve yılda ayrılan çiftlerin 170 bininin, mazlumun duasına dikkat edin!’ yazısı da yani yüzde 16’sının eşlerinden biri yabancı. bunlardan biri. Yazıda Ahmet Şahin, ana Avrupa Birliği’ne bağlı ülkelerin toplamında baba ile mazlumun duasını almaya özel bir yılda 1 milyon 62 bin 500 boşanma gerçekledikkat göstermeye ve onların bedduasına uğ- şiyor ve yılda 2 milyon 125 bin çiftte de boşanma konuşuluramaktan da yine yor. Ve yine, yeni özel bir dikkatle kanesil göçmenler çınmamız gerektiarasındaki boğine değiniyor ve haşanma oranlarının dislere dayanarak ekAvrupalıları geçtiği liyor: “Çünkü bu iki varsayımı da bir didua, yani ana baba ile ğer üzücü nokta. mazlumun duası Boşanma nedenredde uğramaz.” Bir leri arasında ağırdiğer yazıda ise ise lıklı olarak “geçimAslıhan Köşşekoğlu, sizlik” gösteril‘Bu çocuklar, ana-bamekte. Halbuki basını nasıl öldürezamanın gençleri, biliyor?’ sorusunu evlenirken çoğu yöneltiyor bizlere. zaman ailelerine Yazıda, kültürel ve bile danışma gedinî değerlerimizle reği hissetmiyor, bir arada düşünül‘severek’ evlenidüğünde daha da yorlar!.. korkunç bir boyut Yitirmeye başkazanan bir mevzu ladığımız değerler haline gelen annearasında olan ‘aile’, baba cinayetlerine üzerine önemle ve değiniliyor ve eskiye acilen eğinilmesi nazaran artması ve gereken önemli bir buna neden olan kurum. Aile müciddi psikolojik soAvrupa’da her ikinci çiften biri boşanıyor. Ve runlar sorgulanıyor. yine, yeni nesil göçmenler arasındaki boşanma essesini, tekrar olÜlkemizin ve oranlarının Avrupalıları geçtiği varsayımı da bir ması gerektiği gibi dünyanın son za- diğer üzücü nokta. Boşanma nedenleri arasında teşekkül ettirebilme, onu muhamanlarda dert yanağırlıklı olarak “geçimsizlik” gösterilmekte. faza edebilme, dığı meselelerden biri Halbuki zamanın gençleri, evlenirken çoğu yeni-sağlam nesilaile sorunları. İyi bir zaman ailelerine bile danışma gereği ler oluşturabilme aile yapısı oluşturahissetmiyor, ‘severek’ evleniyorlar!.. adına yapılacak, mamaktan, çocuk sahibi olamamaktan, nüfusun yaşlanmasın- yapılması gereken çok şeyler var. Evlilik öndan, artan aile içi şiddeten dert yanar oldu cesi ‘Aile okulları’, aile içi iletişim seminerleri, tüm dünya hep bir ağızdan koro halinde… sağlam ve bilinçli aileler oluşturma adına fayİşin acı tarafı sağlam bir aile yapısına sahip ol- dalı olacaktır. Nesillere sahip çıkabilmek için makla övünen İslam dünyası da bu koroya oluşturulacak ortamlar da, gençleri kötü alışdahil olanlardan. Yıllar boyu Avrupa’da ya- kanlıklardan uzak tutma ve kendi değerlerini şayan bizler de aslında kendi kültürümüzü, hatırlatma ve sahip çıkma adına mutlaka faydeğerlerimizi koruyabilmeyi bu sağlam aile dalı olacaktır –ki bunu kendi imkanları ile yayapımıza borçluyduk ama, çoğu 50 yıl önce pan dernekler de yok değil, ama yeterli de degelmeye başlayan kayda değer göçmen nü- ğil. Kaldı ki çoğu Avrupa ülkesinde, oluştufusuna sahip pek çok Avrupa ülkesinde öneli rulan gençlik merkezlerinde de bir takım sosbir soru haline geldi ailelerin nasıl muhafaza yal aktivite imkanları sunularak, gençler bir edilebileceği, çocuklara nasıl sahip çıkılabile- takım kötü alışkanlıklardan ve ortamlardan uzak tutulmaya çalışılıyor. Biz de Zaman Aiceği mevzusu… Anne, baba ve onların çocuklarından lesi olarak, kendi imkanlarımız çerçevesinde oluşan en küçük toplumsal kurumdur aile. yayınlarımızda aile müessesi ve sağlıklı neToplumun en küçük yapı taşını oluşturan ai- siller yetiştirme üzerine eğilmeye çalışıyoruz. ledeki sıkıntılar topluma, toplumdaki sıkıntı- Bunun için ayırdığımız sayfaların da yeterli ollar da aileye yansır. Sağlıklı toplumu, sağlıklı madığının farkındayız. Zira daha önce okuraileler oluşturur. Aile kurumu iyi oluşturula- larımız arasında yaptığımız ‘Zaman Okur Anmaz ve muhafaza edilemzse toplumda da çü- keti’ne verilen cevaplar da bunu teyit eder nirümeler, dökülmeler başlar ki son zamanla- telikteydi. Biz de yeni bir yılda yeni bir başrın ana sorunlarından birini teşkil eden bir langıç olması düşüncesi ile, aile müessesine meseledir bu. Süper güç konumundaki ül- ve aile içi iletişim meselerine daha fazla dekeler, mevcut düzenlerini devam ettirebilecek ğinebilme adına 12 sayfalık ‘Benim Ailem’ bir nesil oluşturamamaktan dert yanıp dur- ekini hazırlamaya karar verdik. Ocak ayında makta… Zira dünya genelinde aile içi şiddet başlayan gazetemizin yeni kampanya döneoranları hızla yukarı doğru tırmanırken, bo- minin sonunda hazır hale gelecek olan 12 şanma oranları da büyük bir artışta. Aile ku- sayfalık ‘Benim Ailem’ eki, en azından okurumunun en sağlam olduğu ülkelerden Tür- yucularımızın bu ihtiyacını bir nebze olsun gikiye’de bile 2010 yılında, boşanma sayısının derebilir diye umuyoruz. evlenen sayısının yüde 20’sine ulaştığı gök.subasi@zamaniskandinavya.dk rülmekte. Yani evlenen her 10 çiftten 2’si bo-

İsveç otobüs duraklarında ışık tedavisi başlattı

İsveç’in Umeå şehrinde gün ışığı eksikliğinden kaynaklanan kış depresyonuyla mücadele etmek için otobüs duraklarında ışık tedavisi uygulamasına geçildi. ZAMAN STOCKHOLM İsveç’in Umeå şehrinde otobüs durak-

1larında ışık tedavisi uygulaması baş-

ladı. Uzun süredir üzerinde çalışılan proje Umeå şehrinde hayata geçti. Projenin asıl amacı, gün ışığı eksikliğinden kaynaklanan kış depresyonuyla mücadele etmek. Umeå şehri İsveç’in kuzey kutup dairesi içinde kaldığı için kış aylarında günde sadece 4 saat güneş ışığı alıyor. Bu nedenle bölge özellikle kış aylarında depresyon yaşayan insanların sayısının arttığını düşünen uzmanlar, otobüs duraklarında bekleyen vatandaşların ışık tedavisi ile depresyondan uzak tutulmalarını hedefliyor. İnsan sağlığı için gün ışığının önemine dikkat çeken uzmanlar, bu eksikliğin bağışıklık sistemini, uyku düzenini olumsuz etkilediğini söylüyor. Şehir belediyesi bu rahatsızlıkla

mücadele amacıyla ışık tedavisi adı altında farklı bir proje geliştirdi: Otobüs duraklarına gün ışığı yayan paneller yerleştirilen bölgede insanların durağa gelmesiyle birlikte hareket sensorları panelleri çalıştırıyor ve panelden gün ışığı yayılmaya başlıyor. Yayılan ışık ile birlikte durakta bekleyen insanlar soğuk havaya rağmen güneş altında duruyormuş gibi hissediyor. Doğal güneşten farklı olarak bu ışık zararlı mor ötesi ışınlar içermiyor. Özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde yaygın olan kış depresyonunun tedavisinde beyin kimyasallarının salgılanmasını sağlayan ışık terapisinin yaygın olarak kullanıldığı bir çok insan tarafından biliniyor. Uzun çalışmalar sonrasında Umeå bölgesinde hayata geçilen projenin insanlar üzerindeki etkisi izlenerek diğer bölgelere de yayılması bekleniyor.

İSVEÇ HABER TURU İsveç’te çelik üretimi azalıyor sveçli Çelik Üreticileri Derneği (Jernkontoret) tarafından açıklanan son verilere göre, bu yılın kasım ayında İsveç’in ham çelik üretimi 2011 yılı kasım ayına göre yüzde 0,3, aylık ise yüzde 3,75 düşüş kaydederek 344 bin 300 mt seviyesinde gerçekleşti. İsveç’in ham çelik üretiminde 2011 yılı haziran ayından beri yıllık bazda düşüş kaydediliyor. 2012 yılının ilk on bir ayında ise İsveç’in ham çelik üretimi, 2011 yılının aynı dönemine göre yüzde10,7 düşüşle 4 milyon mt’a geriledi. Bununla birlikte, yılın ilk dokuz aylık döneminde İsveçli çelik üreticilerinin kütük ve blum da dâhil olacak şekilde nihai mamul ihracatı 2011 yılı aynı dönemine göre yüzde 9 düşüşle 2,7 milyon mt seviyesinde yer alırken, İsveç’in nihai mamul ithalatı ilk dokuz ayda 2,67 milyon mt olarak gerçekleşerek, yıllık yüzde 8 düşüş kaydetti.

İ

Suriye’de çarpışan İsveçliler tehdit edildi uriye rejiminin kontrolündeki devlet tel-

Sevizyon kanalı Syria News, birçok İsveçli-

nin rejim karşıtı muhaliflerin yanında, Suriye

ordusu ile savaştığı uyarısında bulundu. Haberin devamında muhaliflerin yanında çatışmalara katılan İsveçliler, rejim yanlıları tarafından tehdit edilerek, İsveç’e geri dönmeleri istendi. Çatışmalara devam ettikleri takdirde, sonlarının çok kötü olacağı uyarısında bulunuldu.

İsveçli Aktris Greta Garbo’nun eşyaları açık arttırmada ir zamanlar Holy-

Bwood’un en çok

konuşulan İsveçli Aktris’in eşyaları açık artırmada satıldı. Pasaportundan el çantalarına Greta Garbo’nun tüm kişisel eşyaları açık artırmada 1,6 milyon dolara satıldı. Holywood’un sessiz film döneminde ikonlaşan İsveçli aktris, Greta Garbo ölümünden 12 yıl sonra hala Hollywood’un gizem kaynağı olmaya devam ediyor.




7 İSKANDİNAVYA

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Ellingsrud Kilisesi Papazı Klara Vogl:

Kilisede Kur’an okuduğum için çevremden tebrikler yağdı Zaman’a konuşan Norveçli Papaz Klara Vogl, çalıştığı kilisede, Kur’an’daki Hz. İsa’nın doğumunu konu alan ayetleri okuduğundan dolayı kendisine yapılan eleştirilere karşı, “Pişman değilim.’’ dedi.

Norveçli Papaz Klara Vogl, daha önce Noel’de, Oslo’da görev aldığı Ellingsrud Kilisesi’ni ziyarete gelen ögrencilere Kur’an’dan Hz. İsa’nın doğumu hakkında bazı ayetler okumuş, bu nedenle de ülke gündeminin birinci sırasında yer almıştı.

ENGİN TENEKECİ OSLO Norveçli Papaz Klara Vogl, daha

1önce Noel’de, Oslo’da görev aldığı

Ellingsrud Kilisesi’ni ziyarete gelen ögrencilere Kur’an’dan Hz. İsa’nın doğumu hakkında bazı ayetler okumuş, bu nedenle de ülke gündeminin birinci sırasında yer almıştı. Hıristiyan din adamlarından okul velilerine, parti liderlerinden eğitim bakanlığına kadar pek kişi olaya tepki göstermişti. Norveçli papaz, Kur’an’daki Hz. İsa’nın doğumunu anlatan ayetlerin oldukça etkileyici ve güzel olduğunu belirtmiş; ancak bunun, bu kadar büyük problemler doğuracağını tahmin etmediğini söylemişti. Vogl, kilisede, Kur’an’dan okuduğu ayetlerin, ne gibi sıkıntılara neden olduğunun da sonradan farkına vardığını ifade etmişti. Bazı öğrenci velileri ise, çocuklarının İslam hakkında herhangi bir şey öğrenmelerine karşı olmadıklarını açıklamış; fakat, konuyla ilgili kendilerinin haberdar edilmemelerinden dert yakınmışlardı. Ayrıca veliler, Müslüman camianın,

Norveçli papaz, konuyla ilgili kendisine yapılan eleştiriler hakkında Zaman’a açıklamalarda bulundu.

kendi dini bayramlarında İncil’den herhangi bir şey okuyacaklarını da tahmin etmediklerini aktarmıştı. Norveç Eğitim Bakanlığı ise, kilisede Kur’an okumada her hangi bir problemin olmadığını, konuyla ilgili Norveçli ailelerin daha önceden haberdar edilmesi gerektiğini bildirmişti. Norveç Radyo-Televizyon Kanalı’na konuşan Baş Piskopos Öle Christian Kvarme ise, kilisede Kur’an okumanın

doğal bir şey olmadığını iddia etmişti.

“Pişman değilim’ Zaman olarak Norveçli Papaz Klara Vogl’u çalıştığı kilisede ziyaret ettik. Konuyla ilgili gazetemize konuşan Vogl, çalıştığı kilisede, Kur’an’da Hz. İsa’nın doğumunu konu alan ayetleri okuduğundan dolayı kendisine yapılan eleştirilere karşı, “Yaptığım bu hareketten dolayı piş-

man değilim.’’ dedi. Genel sorunun, konuyla ilgili velilerin daha önceden haberdar edilmediğinden kaynakladığını dile getiren Papaz Vogl, “Bu konuda özeleştirede bulundum; ancak her ne kadar ülke genelinde eleştiri oklarına maruz kalsam da, yakın çevremden bana, kilisede okuduğum Kur’an nedeniyle tebrikler yağdı. Hz. İsa’nın Kur’an’da yer aldığını bilmek iyi birşey.’’ şeklinde konuştu. Yaşadığı çevrede daha çok göçmenlerin yaşadığını söyleyen Klara Vogl, “Bir gün beni bir çocuk durdurdu ve bana, ‘Kilisede Kur’an okuyan sen miydin?’ diye sordu. Ben de ‘Evet, bendim.’ cevabını verdikten hemen sonra, bana, yaptığım şeyin çok güzel bir hareket olduğunu söyledi ve beni tabrik etti.” dedi. Papaz Vogl ayrıca, Hıristiyanlığın ve İslam’ın en bariz ortak noktasını, her iki dinin de bir ve aynı Yaratıcı’ya inanması şeklinde açıklayarak, “Bir olan Yaratan’a inanmak, maddecilikten ve sekülerizmden çok daha üstün bir şeydir.” şeklinde konuştu. Vogl, ifadelerinde, Müslümanlarla diyaloğun önemine de atıfta bulundu.


8 İSKANDİNAVYA

NİSAN

Ermeni iddiaları Norveç Parlamentosu’na getirilmeye çalışılıyor Norveç’te Ermeni asıllı bir grup vatandaş, soykırım iddialarının parlamentoya taşınması için imza topladı. Ülkenin güneyindeki Vegårshei Belediyesi’ne yapılan başvurunun ardından Norveç Dışişleri Bakanlığı’ndan konuyla ilgili görüş istendi. Bakanlık ise soykırımın cezalandırılmasına dair BM kararının 1948 yılında alındığını hatırlatarak, bu tarihten önceki olayların ‘soykırım’ diye ele alınmasının uygun bulunmadığı cevabını verdi. HAZİRAN Norveç Savunma Bakanı Espen Barth Eide:

22 Temmuz, dünyadaki ferdiyetçi terör faaliyetleri için bir ders oldu

Temmuz terör hadisesinden sonra ülkede yaşanan pozitif gelişmelere de atıfta bulunan Norveç Savunma Bakanı Eide, “Kişisel olarak tanıdığım birçok yabancının bana, ‘22 Temmuz’dan sonra kendimizi Norveç’te daha kabul edilmiş hissediyoruz demeleri’ benim için oldukça gurur verici bir olaydı.” dedi. Zaman’a verdiği özel mülakatta, dikkatleri Norveçli terörist Anders Behring Breikvik’in 77 kişiyi katlettiği 22 Temmuz terör saldırısı sonrasına çeken Bakan Eide, “Terör olayının hemen sonrasında, Norveç’in bir bütün olarak hoş görü, şeffafiyet ve demokratik değerler etrafında kenetlenmesi, beni oldukça gururlandırdı.” dedi. TEMMUZ

Katliamın yıldönümünde Norveçliler tek yürek oldu Norveç’te savaşlar dışında tarihin en kanlı siyasi katliamlarından biri olan ve aşırı sağcı, cani Anders Behring Breivik tarafından gerçekleştirilen katliamın yıldönümünde ölenlerin yakınları ve halk, başkent Oslo ve katliamın yaşandığı Ütoya adasında kurbanları andı. Ölenler arasında Türk asıllı Gizem Doğan isimli genç kız da bulunuyordu.Törenler, Başbakan Jens Stoltenberg ve Kral V. Harald’in, Oslo’da bombalı saldırının düzenlendiği yere çelenk koymasıyla başladı. Stoltenberg, saldırıya kadar kendi çalışma ofisinin de bulunduğu binanın önünde yaptığı konuşmada, saldırganın hedefine ulaşamadığını belirtti. Başbakan, “Bombasıyla mermileriyle Norveç’i değiştirmek istiyordu. Ancak Norveç halkı, kendi değerlerine sahip çıkarak ona cevap verdi.” diye konuştu. Katliamdan kurtulanlar ve kurban yakınları da anma için Ütoya adasında toplandı. Ülke çapında kurbanları anmak için ayinler düzenlendi. Breivik’in saldırısıyla ölen Türk kızı Gizem Doğan için memleketi Gaziantep’te, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Gizem Doğan Yaşayarak Öğrenme Merkezi’nde de bir anma töreni düzenlendi.

EKİM

ARALIK

AĞUSTOS Mahkeme, Norveç’i kana bulayan Breivik ile ilgili kararını verdi:

Norveç Sağ Parti Başkanı Erna Solberg:

Norveç’in başkenti Oslo’da bombalı saldırı düzenleyen, ardından Ütoya adasında gençleri katleden Anders Behring Breivik sadece 21 yıl ceza aldı. 77 kişiyi öldüren Breivik, bu süre sonunda topluma zararlı görülmezse serbest kalacak. Katliamda kızı öldürülen Ünni Espeland Marcussen, “Aslında öldürdüğü her bir kişi için 21 yıl hapis yatmalı.” diyerek karara tepki gösterdi.

Oslo’da Radisson Blu Scandinavia Hotel’in konferans salonunda gerçekleşen toplantıya başta Sağ Parti Genel Başakanı Erna Solberg, Oslo Belediye Başkanı Fabian Stang ile partiye mensup birçok belediye başkanı, politikacı ve medya mensubu katıldı. Toplantı sonrası Zaman’a bazı önemli açıklamalarda bulunan Başkan, askeri darbelerin Türkiye’nin istikrarına engel olduğunu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ni desteklediklerini ifade etti. Öte yandan Erna, Türkiye’de hali hazırdaki iktidarın, çoğunluğun haklarının yanında azınlıkların da haklarını vermesi gerektiğini savundu. Başkan Solberg ayrıca, Türkiye’deki mevcut eğitim sistemindeki eşitliğin, Norveç’in üzerinde olduğunu, Norveç’in eğitim alanında Türkiye’den alacağı çok şey olduğunu aktardı.

77 kişinin katiline 21 yıl hapis

Norveç ordusundan ‘tesettüre’ izin

Norveç Savunma Bakanlığı, Müslüman personelin tesettüre uygun üniforma giyebileceğini açıkladı. Norveç Radyo Televizyon Kurulu’nun (NRK) internet sitesinde yer alan bir habere göre, bakanlık bünyesinde görev alan Müslüman kadınlar, istedikleri takdirde üniformalarına uyumlu başörtüsü takabilecek. Norveç ordusunda Sihler türban, Yahudiler de kıpa kullanabilecek. Askerlerin dini sembolleri kol bandı olarak taşıması da serbest bırakıldı. Karara aşırı sağcı İlerlemeci Partisi tepki gösterdi. Norveç Meclisi daha önce anaokulu çalışanlarının başörtüsü takmasını yasaklayan tasarıyı reddetmişti. EYLÜL

Norveç’te kabineye ilk kez Müslümanbir bakan atandı Geçen yıl, aşırı sağcı terörist Anders B. Breivik’in çok kültürlülüğün temsilcisi olarak gördüğü İşçi Partili gençlere saldırarak 77 kişiyi öldürdüğü Norveç, Breivik’e Pakistan asıllı Müslüman Hadia Tajık’ı Kültür Bakanı olarak atayarak cevap verdi. İşçi Partili Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg’in kabinede yaptığı revizyonla göreve atanan 29 yaşındaki Tajık, ülkenin ilk Müslüman ve en genç bakanı oldu. Revizyon sonucunda Savunma Bakanı Espen Barth-Eide Dışişleri Bakanlığı’na, Kültür Bakanı Anniken Huitfeldt Çalışma Bakanlığı’na, Dışişleri Bakanı Jonas Gahr Støre ise Sağlık Bakanlığı’na getirildi. EKİM

Norveç polisine silah izni çıktı Norveç polisi, atış talimlerinde başarılı olamamasına rağmen silah taşıyabilecek. Ülkede 11 bin polis memurunun yüzde 50’sinin atış talimlerinde başarılı olamadığı için silah taşıyamadığı ortaya çıkmıştı. Norveç Ortak Polis Derneği’nin aldığı yeni karara göre, Norveç polisi silah taşıyabilecek. Kararın, derneğin düzenlediği yıllık toplantısında alındığı, 71 polis yetkilisinin alınan karara ‘evet’, 53’ününse ‘hayır’ dediği aktarıldı. Norveç polisi, aşırı sağcı Anders Behring Breivik’in başkent Oslo’da düzenlediği saldırılara müdahaledeki yetersizliği sebebiyle eleştirilerin hedefi olmuştu.

Norveç’in eğitim alanında Türkiye’den alacağı çok şey var

KASIM

Norveç’ten Filistin’e tam destek Oslo yönetimi, ‘üye olmayan gözlemci devlet’ statüsü için Birleşmiş Milletler’e resmi başvuru yapan Filistin’e tam destek verdi. Norveç Dışişleri Bakanı Espen Barth Eide, ‘’Uzun zamandan beri, Filistin’in bağımsız bir devlet olmasını istiyoruz.’’ dedi. Bu arada Norveç’te yaşayan binlerce Filistinli, ülkelerinin BM’de tanınma çabasına destek vermek için sokaklara dökülerek, Abbas’ın posterlerinin yanı sıra ‘Norveç, bu davayı destekliyor’ yazılı pankartlar açtı.

Norveç Krallığı’nın kaldırılması için meclise önerge verildi Sol Parti (V) Başkanı Trine Skei Grande, monarşi sisteminin halk tarafından getirildiği, kaldırılması istenildiğinde de yine halkın seçimine baş vurulması gerektiğini ifade etti. Norveç meclisinin açılış gününün hemen ardından gündeme, iktidardaki İşçi Partili (Ap) 4 milletvekilinin, monarşinin kaldırılmasına ilişkin hazırladığı yeni önerge tasarısı geldi. İşçi Partili politikacıların, monarşinin kaldırılması adına attıkları bu adım, İşçi Partisi tarihinde bir ilk. Krallığın kaldırılması adına Başbakan Jens Stoltenberg kanadından gelen cevapsa; hem bakanlığın monarşiliği kabullendiğini, hem de İşçi Partili arkadaşlarının önergesine sıcak bakmadığını gösteriyordu. Buna göre Stoltenberg, Norveç Krallığı’nı, hükümetin uzun bir zaman zarfından sonra kazandığı mükemmel bir form olarak görüyor, monarşiliğin ülkede devamiyeti konusunda oldukça emin olduğunun altını çiziyordu.

Norveç 2012

EYLÜL

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN


9 İSKANDİNAVYA NİSAN

OCAK

NİSAN

Finlandiya’da Diyanet Camisi açıldı

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan FİTİAD yetkilileri ile görüştü

Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği Sosyal İşler Müşavirliği ve Helsinki Büyükelçiliği yetkililerinin destekleriyle faaliyetlerine başlayan Finlandiya Diyanet Derneği’nin 225 m2’lik yeni alanda hizmetlerine devam edeceği bildirildi.

Sofi Oksanen’in romanı Araf, artık Türkçe

Bir dizi ziyaretler kapsamında Finlandiya’ya gelen Ali Babacan, Finlandiya’da faaliyet gösteren FinlandiyaTürkiye İşadamları Derneği (FİTİAD) yetkilileri ve farklı alanlarda sektörlerinde kendilerinden söz ettiren Türk işadamları ile görüştü. Türk işadamları özellikle Türkiye’de yabancılara emlak satışı ve oturum vizesi ve iki ülke arasında para transferlerinde daha çok kolaylık istediklerini belirttiler.

ŞUBAT

Lahti’de cami açılışında hoşgörü örneği sergilendi

Finlandiyalı dünyaca ünlü yazar Sofi Oksanen’in 35 dile çevrilen ödüllü romanı Araf’ın (Purge), ilerleyen yıllarda Nobel’e aday olacağı düşünülüyor. Türkiye’de Pegasus yayınları tarafından Türkçe olarak hazırlanan roman, Türk okuru ile de buluştu.

Finlandiya’nın 12. Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö oldu Finlandiya’nın 12. Cumhurbaşkanı olan Ulusal Koalisyon Partisi adayı Sauli Niinistö toplam oyların yüzde 62.6’sının sahibi oldu. Birinci tur seçimlerinde sürpriz yaparak ikinci tura kalan rakibi Yeşiller Partisi adayı Pekka Haavisto ancak yüzde 37.4 oranında oy alabildi.

2012 Dünya Tasarım Başkenti: Helsinki

The Griffing Dergisi’nin haberine göre 2012 Dünya Tasarım Başkenti seçilen beş kentten biri olan Helsinki, Finlandiya’nın geleneksel yapı malzemesi ahşabı ön plana çıkarmaya hazırlanıyor. İngiliz yaşam stili dergisi Monocle, Haziran 2011 sayısında Helsinki’yi en yaşanabilir şehirler listesinin başında sıraladı. Helsinki ayrıca, dünyanın en küçük metropolü olarak da tanımlanıyor. 2012 Dünya Tasarım Başkenti kapsamında seçilen diğer şehirler ise Espoo, Vantaa, Kaunlainen ve Lahti. MART

Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto görevine başladı 11.Cumhurbaşkanı ve Finlandiya tarihinin tek bayan Cumhurbaşkanı Tarja Halonen, yeni Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö‘ye törenle ülkenin bir numaralı koltuğunu teslim etti. Yeni Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, Finlandiya Parlementosu’nun tümünün katılımıyla gerçekleşen yemin töreniyle görevine başladı.

Finlandiya YLE TV’de Türkiye tanıtımı

Finlandiya’da YLE TV’de iki genç hanım, Ayla Albayrak ve Melis Arı, Türkiye’nin tanıtımına büyük destekte bulundular. Türkiye kültür gezisi, 5 hafta artarda değişik bölümlerle ve Türkiye’nin birbirinden farklı güzellikleriyle YLE TV’de gösterileceği belirtildi. Program tamamıyla Türkçe olup Fince altyazıyla izleyiciye sunuluyor.

Lahti şehrinde hizmet veren İslam Bilgilendirme Merkezi, 1920’den 1970’lere kadar kilise olarak kullanılmış ve son yıllarda da resim atölyesi olarak kullanılan 280 metrekarelik bir binayı satın alarak cami ve kültür merkezine çevirdi. Açılışa Belediye yetkilileri ve çeşitli dinlerin temsilcileri bizzat katıldı.

Katainen Türkiye’de temaslarda bulundu

Finlandiya Başbakanı Jyrki Katainen, çeşitli temaslarda bulunmak üzere Türkiye’deydi. İkili görüşmelerin mükemmel olduğunu söyleyen Katainen, Türkiye’nin dış politikada süper güç olması açısından kendileri için önemli olduğunu vurguladı. MAYIS

Finlandiya, Dil ve Kültür Festivali ile coştu

Finlandiya Diyalog Derneği ve Finlandiya Yunusemre Platformu’nun ortaklaşa ilkkez düzenlediği Dil ve Kültür Festivali Finlandiya’da çoşku ile karşılandı ve büyük ilgi gördü. Turizm ve Kültür Müşaviri Ahmet Kaplan ödül töreninde yaptığı konuşmasında ‘’Böyle keyifli kültürel bir etkinlikten dolayı Diyalog Derneği yetkililerine ve tüm emeği geçenlere çok teşekkür ediyorum.’’ dedi. HAZİRAN

Avrupa Parlamentosu’nda Finlandiya’daki yatırım imkanları konuşuldu Avrupa Türk İş Dünyası Konfederasyonu (UNITEE), “girişimciler elçiliklerle buluşuyor” programları kapsamında 5. organizasyona imza attı. Bu kez Finlandiya’nın ele alındığı program Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleşirken, Finlandiya’dan FİTİAD ve Belçika’dan BETİAD’a üye işadamları programa katıldı.

ARALIK

AĞUSTOS

“Şeker Vergisi” geliyor

Hükümet tarafından hazırlanan şeker vergisinin en erken 2014 yılına kadar etkili olacağı bildirildi. Maliye Bakanlığı’nda kıdemli danışman Hanne-Riikka Nalli’ye göre, şeker vergisi, şekerleme ve çikolata yanı sıra, dondurma ve alkolsüz içecekler için geçerli olacak. EYLÜL

Finlandiya Meclis binası önünde açlık grevi Afganistanlı 3 mülteci , 100 kadar Afganistanlının iltica başvurularının kabul edilmemesi nedeniyle Meclis binası önünde açlık grevine başladı. Afganistan’da siyasi bir geçmişe sahip Abdullahi Gulamsediq ve arkadaşları “Afganistan’da hayatımız tehlikede. Ülkemize geri dönemeyiz. Finlandiya Göçmen Bürosu’nun aldığı ret kararını insanlık dışı buluyoruz. Bu sebeple açlık grevine başladık.” dediler. KASIM

Gerçek Finliler Partisi oylarını yüzde 7 artırdı

2012 Finlandiya yerel seçimlerinde, Kokoomus Partisi (Muhafazakar Birlik Partisi) seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Sosyal Demokratlar (SDP) ikinci ve Keskusta (Merkez Parti) ise üçüncü oldu. ARALIK

Dinçer Özer: Mevlana bugünün dünyasının en büyük ihtiyacı Finlandiya’da faaliyet gösteren Finlandiya Dialog Derneği Fin toplumunda yaşam ve entegrasyon üzerine etkinlik düzenledi. Dinçer Özer, Finlandiya’nın birlikte yaşam adına dünya ülkelerine güzel ve örnek model ülke olabileceğini, Mevlana felsefesinin bugünün dünyasının en büyük ihtiyacı olduğunu ve herkesle birlikte yaşanabilecek bir dünya oluşturulması gerektiğini ifade etti.

Din hizmeti adına yapılan her hizmeti tebrik ediyororuz Diyanet İşleri Başkanlığı Avrupa’dan sorumlu Dış İlişkiler Müşaviri Prof. Dr. Halife Keskin ve Belçika Diyanet Vakfı Basın Sözcüsü Coşkun Beyazgül, Finlandiya Diyanet Derneği’ni ziyaret etti.

Davutoğlu Finlandiya’daydı

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, Başbakan Jyrki Katainen, Avrupa İşleri ve Dış Ticaret Bakanı Alexander Stubb, Finlandiya Meclis Başkanı Eero Heinäluoma ve Meclis Dışişleri Heyet Başkanı Timo Soini ile resmi temaslarda bulundu. Buna ek olarak, Bakan Davutoğlu Paasikivi Derneği’nde “Türkiye’nin son gelişmeler bağlamında barış inşasındaki rolü ve bunun Avrupa’daki yansıması.” başlıklı bir konuşma yaptı. Davutoğlu’nun elçilik rezidansında rezidansınta Türk dernekleri ve Finlandiya’nın ön planda ki insanları ile buluşması renkli geçti.

Finlandiya 2012

ŞUBAT

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN


10 İSKANDİNAVYA KASIM

EYLÜL

OCAK

MAYIS

KASIM

Sosyal Demokrat Parti’de başkan değişti

Anadolu kültür festivali büyüledi

İsveç Başbakanı Reinfeldt’in konutunda esrarengiz ölüm

Håkan Juholt’un istifa etmesinin ardından yeni lider arayışına giren Sosyal Demokrat Parti, IF Metall Sendikası Başkanı Stefan Löfven’de karar kıldı. Pragmatist bir kişilik olduğu belirtilen 55 yaşındaki Löfven, 2006 yılından beri ülkenin en büyük ikinci sendikası IF Metall’i yönetiyordu. Partisini 2013 yılında yapılacak ulusal kongreye taşıyacak olan Löfven liderliği için parti delegelerinden de destek alması halinde 2014 yılı genel seçimlerine partisinin başında girecek. ŞUBAT

İsveçli ünlü operacı Türk vatandaşı oldu

Dünyanın ve İsveç’in en önemli Opera yönetmelerinden biri olan Bengt Wilhelm Carlsson Stockholm Büyükelçiliği’nde düzenlenen sade bir törenle Türk vatandaşı oldu. Başta eşi Deniz Karabuda ve kızı Efi Carlsson olmak seçkin bir davetli grubunun katıldığı törende Türk nüfus cüzdanını alan Wilhelm Carlsson, Türk vatandaşı olmaktan dolayı mutlu ve gururlu olduğunu söyledi.

Dialog Slussen tarafından bu sene ilki gerçekleştirilen Anadolu Kültür Festivali Stockholm’de önemli bir misyonu daha icra etti. Çok sayıda davetlinin katıldığı festivalde üç kentin en önemli mimari eserleri ile kültürel figürleri şehir meydanına taşındı. Kraliyet meydanında neredeyse mini bir Anadolu’nun kurulduğu festivalde ayrıca ünlü konuklar İsveçlilerle buluştu. AĞUSTOS

Stockholm’de “Dünya Su Haftası” düzenlendi

İsveç’in başkenti Stockholm’de 1991 yılından bu yana, Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü (SIWI) tarafından ‘Dünya Su Konferansı’ düzenleniyor. Bu yıl Stockholm Fuar Merkezi’nde yapılan ve bir hafta süren Su Konferansı’nın bu yılki temasını ‘Su ve Gıda Güvenliği’ oluşturdu. 100’e yakın ülkeden aralarında çok sayıda devlet bakanının da olduğu etkinlikte; iş sektöründen, bilim dünyasından, sivil toplum örgütleri ile uluslararası kuruluş temsilcilerinden oluşan 2 bini aşkın katılımcı; düzenlenen workshop, panel ve konferanslarda su sorununu masaya yatırdı.

MART

Silah fabrikası skandalı İsveç Savunma Bakanı’nı koltuğundan etti İsveç Savunma Bakanı Sten Tolgfors, Suudi Arabistan’da silah fabrikası kurulması planlarının basına sızmasının ardından istifa etti. Liberal Partili Sten Tolgfors, 2007 yılından beri Savunma Bakanlığı koltuğunda oturuyordu. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Tolgfors, “Silahlı kuvvetlerin bir parçası olmaktan her zaman gurur duydum. Ancak çalışma enerjim giderek azalıyor. Son birkaç haftadır medyanın bana gösterdiği bu kararı almamda son damla oldu.” dedi. İsveç Devlet Televizyonu ay başında yaptığı bir haberde bir devlet kuruluşu olan Totalförsvarets Research’in (FOI) Suudi Arabistan’da bir silah fabrikası kurmayı planladığını ortaya çıkarmıştı. NİSAN

Stockholm’de Peygamber aşıklarına Kur’an ziyafeti Stockholm’de Peygamber âşıkları dünyanın en ünlü ve kralların hafızı denilen Mısır’dan Dr. Ahmet Naina’nın sesinden dinledikleri Kur’an tilavetiyle huzur buldu. Altı saat süren ve 700 kişinin katıldığı programa dünyaca ünlü hafızlar Mısır’dan Dr. Ahmet Naina, Ahmet Younes, Türkiye’den Süleyman Özer ve İran’dan dünya Kur’an okuma birincisi Hasan Sadiki katıldı.

EYLÜL

İsveç’in yeni madeni paraları tanıtıldı

İsveç Merkez Bankası, (Riksbanken) 2015 yılının Eylül ayında tedavüle çıkacak yeni İsveç Kronu madeni paraların tanıtımı için bir toplantı düzenledi. Madeni paralardan 5 kron değişikliğe uğrarken, yeni 2 kronlarda piyasaya sürülecek. Diğer madeni paralarda bir değişiklik olmazken, Kral Carl Gustaf’ın resimleri de eskiden olduğu gibi paraların üzerinde yerini alacak.

İsveç’te minareden ezan okunmasına yeşil ışık

Avrupa genelinde İslamofobi yükselirken İsveç’te din özgürlüğü ve hoşgörü adına büyük bir adım atıldı. Başkenti Stockholm’de göçmen kökenli insanların yoğun olarak yaşadığı banliyölerden Fittja’da bulunan, ülkenin tek minareli camisi Fittja Camii’nde açıktan ezan okunmasına belediyeden izin çıktı.

İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt’in Stockholm merkezde bulunan resmi konutu Sager Sarayı’nda esrarengiz bir ölüm gerçekleşti. Resmi konutta bir kişi açıklığa kavuşturulamayan bir şekilde vurularak hayatını kaybetti. Polis Sözcüsü Tove Hagg, yaptığı açıklamada olayla ilgili fazla bilgi vermedi ancak suç unsuru teşkil eden bir durum olmadığını söyledi. Hagg, “Bu olayı bir intihar ya da bir iş kazası olarak değerlendiriyoruz” dedi. ARALIK

Nobel Ödülleri sahiplerini buldu Her yıl merakla beklenen ve dünyanın en prestijli ödülleri arasında gösterilen Nobel Ödülleri bu yılda sahiplerini buldu. Barış Ödülü, şimdilerde ciddi bir finans krizi ile karşı karşıya kalan ve aşırı sağ terörün yükselişte olduğu Avrupa Birliği’ne verilirken, edebiyat ödülü Çin’in son dönemde adından en çok söz ettiren yazarı olan Mo Yan’a, kimya ödülü, Amerikalı bilim insanları Robert Lefkowitz (69) ve Brian Kobilka’a (57) Fizik Ödülü ise Fransız bilim insanı Serge Haroche (68) ve Amerikalı bilim insanı David Wineland’a (68) Tıp Ödülü ise; İngiliz bilim insanı John B. Gurdon ve Japon bilim insanı Shinya Yamanaka’ya verildi. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yılda barış ve edebiyat ödülleri tartışmalara neden olurken, fizik ve Kimya Ödülü ikişer bilim insanı arasında paylaştırıldı. Fizik Ödülü, kuantumun öneminin yeniden anlaşılmasına neden olurken kimya ödülü, ilaçların yan etkilerini azaltan bilim insanlarına verildi. Edebiyat ödülüne gelince; Nobel Ödülleri’nin verilmeye başlandığı 1901 yılından bu yana ilk kez Çinli bir edebiyatçı Nobel Ödülü’nü kazandı. Mo Yan Çin’in Edebiyat Ödülü kazanan ilk yazarı oldu.

Hayrettin Karaca, Alternatif Nobel Ödülü aldı İsveç’te alternatif Nobel ödülü olarak da adlandırılan ’Doğru Yaşam Ödülleri’ (The Right Livelihood Award) İsveç Parlamentosu’nda düzenlenen bir törenle sahiplerine verildi. Günümüz dünyasında karşı karşıya olduğumuz en acil sorunlara uygulanabilir ve örnek oluşturacak çözümleri sunanları onurlandırmak ve desteklemek için ‘The Right Livelihood Vakfı’ tarafından verilen ödüllere bu yıl Türkiye’den Hayrettin Karaca, Afganistan’dan Sima Samar, ABD’den Gene Sharp ve İngiltere’den CAAT adlı silah ticareti karşıtı bir kuruluş layık görüldü. Karaca’nın ödülünü, çetin hava şartları nedeniyle İsveç’e gelemeyen Karaca adına torunu Kerem Brera ve TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Deniz Ataç birlikte aldı. Törende Hayrettin Karaca’nın mesajını ise onun adına Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Deniz Ataç katılımcılara okudu.

İsveç 2012

AĞUSTOS

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN


11 İSKANDİNAVYA 2012’yi hükümet sıkıntılı, muhalefet rahat geçirdi

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

2012’nin sonunda görülen siyasi manzara kısaca; hükümet için zor günler devam edecek, muhalefet ise ellerini ovuşturup iktidarı devralacağı günleri bekleyecek.

HABER YORUM

HASAN CÜCÜK kopenhag Sosyal Demokrat Parti liderliğindeki sol koalisyonun 2012 performansı, sonraki yılların da habercisi olacaktı. 10 yıllık iktidar özlemi sona eren sol için, iktidar koltuğu hiçte sağlam değildi. Pamuk ipliği ile koltuğa bağlıydı adeta. Oy farkının 8 bin 400 olması en küçük bir sarsıntıda tüm dengelerin değişmesi demekti. Seçmen, koltuğun sağlamlı-

dağıtmanın mümkün olmadığını göstermişti. Hazine boş olunca verilen sözler de mecburen unutulmak zorunda kalıyordu. Mali sıkıntılara hükümet partilerinden Sosyal Demokrat ve SosyalistHalk Parti’de (SF) yaşanan ‘aile içi’ sıkıntılar ekleniyordu. Sosyal Demokrat Parti’de PET’in Henrik Sass Larsen’in bakanlığına izin vermesine Başbakan Thorning- Schmidt’in eşinin vergi davası ekleniyordu. SF’te huzursuzluk daha büyüktü.

mana ulaştırması beklenir. Gözler bu durumda doğal olarak Başbakan Thorning- Schmidt’e çevrildi. Ancak başbakan kendinden beklenen liderliği bir türlü ortaya koyamadı. Hükümeti ayakta tutan isim olarak Radikal Parti lideri Margrethe Vestager önplana çıktı. Vestager, ülke ve dünya şartlarını dikkate alan, ayakları yere basan icraatlara imza atarak, hükümetin daha fazla prestij kaybetmesini önledi. Hakkını teslim etmek lazım, Sosyal Demokrat

kümet iktidar yapar’ dercesine hiç birşey yapmadan oylarını arttırıyordu. Liberal Parti’nin birşey yapmasına gerek yoktu. Hükümetin başarısız icraatlarından dolayı oyların adresi Liberal Parti olurken, parti tarihinin en yüksek oy oranına ulaşıyordu. Muhalefetten işlerin iyi gitmediği tek parti Muhafazakar Parti oluyordu. Lene Espersen sonrası başkanlık koltuğuna oturan Lars Barfoed, partiyi toparlamakta sıkıntı yaşamıştı. Zaten seçmen, seçimlerde

Parti başkanı Villy Sövndal’a karşı alttan alta ‘isyan’ başlıyordu. Sövndal’a yöneltilen en büyük eleştiri, seçim öncesi parti tabanına verilen sözlerin ‘hiçbirinin’ icraata dökülememesiydi. Sövndal’ın sık sık yurtdışına çıkması gereken dışişleri bakanlığı koltuğuna oturması da partiye tam hakim olmasını önlüyordu. SF, herkesin kendine göre çalıp söylediği bir koro gibiydi. Sosyal Demokrat Parti ve Radikal Parti’nin öncülüğünde, sağın da desteğiyle meclisten geçen Vergi Reformu, SF’teki huzursuzluğun zirve yaptığı noktaydı. Parti ‘dar gelirli tabanının’ sesine bu reformla kulak tıkamış oluyordu. Ama bu mecburi bir durumdu. Şartlar değişmişti. Sövndal, bu durumu anlatma zorluğu çekince, koltuğu yavaş yavaş altından çekiliyordu. Dalgalı denizlerde gözler kaptana çevrilir. Kaptandan gemiyi salimen li-

Parti de Birlik Listesi’nin ‘gazına ve şantajına’ aldırış etmeden popülüst davranmayıp, ülkenin gelecek yıllarını düşünen kararlar aldı.

cezayı keserek ciddi oy kaybıyla çıkmasını sağlamıştı. Danimarka Halk Partisi ise yıllarca ülkeyi ‘gizli hükümet’ gibi yönetmeye kendini alıştırdığından muhalefete uzun süre alışamadı. Ama oy kaybı da yaşamadı. 2012’nin sonunda görülen siyasi manzara kısaca; hükümet için zor günler devam edecek, muhalefet ise ellerini ovuşturup iktidarı devralacağı günleri bekleyecek. SF’te Villy Sövndal koltuğu şartların zorlamasıyla Annette Vilhelmsen’e bırakırken, Danimarka Halk Partisi’nin kurucu genel başkanı Pia Kjaersgaard da 17 yıllık koltuğunu Kristian Thulesen Dahl bıraktı. Ufukta ise Muhafazakar Parti’de başkanlık değişikliği görülüyor. 2013’te gözler 19 Kasım’da yapılacak yerel seçimlerde olacak. Sol partilerin oy kaybı yerel seçimlerde devam ederse, sandığın gelmesi fazla sürmeyecek demektir.

2012’de, SF’te Villy Sövndal koltuğu şartların zorlamasıyla Annette Vilhelmsen’e bırakırken, Danimarka Halk Partisi’nin kurucu genel başkanı Pia Kjaersgaard da 17 yıllık koltuğunu Kristian Thulesen Dahl bıraktı. Ufukta ise Muhafazakar Parti’de başkanlık değişikliği görülüyor. 2013’te gözler 19 Kasım’da yapılacak yerel seçimlerde olacak. Sol partilerin oy kaybı yerel seçimlerde devam ederse, sandığın gelmesi fazla sürmeyecek demektir.

ğından ziyade verilen sözlere bakıyordu. Hükümet, bir taraftan küresel mali kriz diğer taraftan da seçmenin beklentileri arasında sıkışıp kalıyordu. Seçmen ‘ferman’ dinlemezdi. Beklentisi sağ koalisyon zamanında ayarı bozulan ‘sosyal devlet’in yeniden akord yapılıp, tıkır tıkır işlemesiydi. Yoksa ‘oy’unu sakınmadan geri alırdı.

Bol keseden atmak mümkün değildi Hükümet kanadında stres hakimdi. Oy farkının azlığına ‘bakanlar’ın tecrübesizliği de eklenmişti. Kabinede daha önce bakanlık yapan sadece bir ismin olması Başbakan Helle Thorning – Schmidt’in işinin ne kadar zor olduğunu gösteriyordu. Seçim öncesi bol keseden verilen sözlerin uygulanabilme şansı da yoktu. Bereketli yılların yerini kurak yıllara bıraktığı bir dönemde devralınan iktidar koltuğu bol keseden

SF’nin zor yılı ‘Nazlı seçmen’ ise cezayı kesmekte gecikmedi. Formülü basitti; ne kadar köfte o kadar oy. Yoksa; yoksası yoktu bunun. Nitekim daha ilk aylardan itibaren hükümet kanadından oy kaçısı başladı. Büyük ortak Sosyal Demokrat Parti ve SF’te düşüş çok sert oluyordu. Sosyal Demokrat Parti, 100 yılı aşan tarihlerinde en düşük halk desteğine düşüyordu. Villy Sövndal ile yüzde 19’lar bandına kadar yükselen SF, düştüğü tek rakamlı oranda bile tutanmakta zorlanıyordu. Muhalefet ise tarihinin en keyifli yılını geçiriyordu. Anamuhalefet Liberal Parti, ‘kötü komşu ev sahibi, kötü hü-


12 İSKANDİNAVYA OCAK

NİSAN

OCAK

NİSAN

Danimarka yeni yıla Avrupa Birliği’nin dönem başkanı olarak girdi. Başkanlığı Polonya’dan devralan Danimarka’yı Avrupa Birliği üzerindeki etkisini her geçen gün biraz daha arttıran ekonomik sorunlar bekliyordu. Danimarka en son 2002 yılında Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığı görevini üstlenmişti. Para birimi olarka Euro’nun yeni tedavüle girdiği o yıllarda AB, büyük bir genişleme dalgasına hazırlanıyordu. Danimarka Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığı görevini 6 ay boyunca yürüttükten sonra Temmuz ayının başındaKıbrıs Rum Kesimi’ne devretti.

Danimarka’da Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in katılımıyla düzenlenen kutlu doğum programı büyük bir ilgi gördü. Başkent Kopenhag’ın en büyük salonunda düzenlenen programa 10 bine yakın Peygamber (SAV) sevdalısı katıldı. Danimarka Türk Diyanet Vakfı, Danimarka İslam Toplumu, Danimarka Türk İşadamları Derneği, İslam Kültür Merkezi, Danimarka Semerkand Vakfı, Danimarka Türk Federasyonu, Işıder Derneği ve Zaman İskandinavya gazetesinin bir araya gelmesiyle kurulan Danimarka Kutlu Doğum Platformu tarafından organize edilen program bir çok anlamda Danimarka’da bir ilk oldu.

Danimarka yeni yıla dönem Peygamber sevgisi salona başkanı olarak girdi sığmadı

Roj TV davası karara bağlandı

Danimarka’da uzun süreden beri devam eden Roj TV davası Ocak ayı içerisinde karara bağlandı. Kopenhag Şehir Mahkemesi’nde görülen davada hakim; yayınlarıyla terör örgütü PKK’nın propagandasını yapan Roj TV’ye para cezası verdi. Söz konusu karar; Roj TV yönetimi ve PKK sempatizanları tarafından tepkiyle karşılanırken Türkiye’nin Kopenhag Büyükelçiliği tarafından da hoş karşılanmadı. Kararın hemen akabinde açıklama yapan Büyükelçi Berki Dibek, ‘Hayal kırıklığına uğradım’ dedi. Bu arada Eutelsat, kararın akabinde harekete geçerek Roj TV’nin yayınını kesti ŞUBAT

Cem Aydın toprağa verildi

Kopenhag’ın merkezindeki evinin önünde 19 Ocak akşamı kimliği belirsiz kişiler tarafından dövülerek öldürülen 21 yaşındaki Türk genci Cem Aydın toprağa verildi. Cem’in cenazesine ailesi ve arkadaşlarından oluşan büyük bir kalabalık katıldı. Cem Aydın’ın saldırıya uğradığı yerden konvoy halinde Müslüman mezarlığına giden sevenleri, acılı aileye destek oldu. Cem Aydın’ın babası Haşim Aydın, cenaze esnasında metanetini korumaya çalışırken annesi ve kız kardeşi zor anlar yaşadı. MART

Siviller için genel kurmay başkanı olma şansı Danimarka’da daha önce gazetelere ilan vererek genel kurmay başkanı aramaya başlayan Savunma Bakanlığı, umduğu sonucu bulamayınca sivillere yöneldi. Gazeteye verdiği ilanda rütbesine bakılmaksızın ‘liderlik vasfı’ olan herkesin genel kurmay başkanı olmak için başvurabileceğini ifade eden Savunma Bakanlığı sivillerin de aday olmasını sağlamak için bazı iş adamlarına başvuru formu gönderdi. Bakanlığın bu tavrı Danimarka’da uzun süren tartışmalara neden oldu.

AB maliye bakanları Kopenhag’daydı

Ekonomik kriz nedeniyle zor bir dönem geçirmekte olan Avro Bölgesi, kurtarma paketlerini güçlendirmeye karar verdi. Yunanistan’ın ardından Portekiz ve İrlanda’nın yaşadığı mali sıkıntılar bu kararda etkili oldu. Avro Bölgesi’nde paraya yön veren isimler olan maliye bakanları, kriz anında kullanılacak kurtarma paketlerini görüşmek için Danimarka’daydı. Kopenhag’da bir araya gelen Avro Bölgesi maliye bakanları, birliğin kalıcı ve geçici kurtarma fonlarının toplamda 700 milyar Avro’ya yükseltilmesi konusunda anlaşmaya vardı.

DATİFED’in yeni merkezi hizmete açıldı

Danimarka Türkiye İş Dünyası Federasyonu’nun (DATİFED) yeni merkezi düzenlenen bir resepsiyonla hizmete açıldı. Türkiye Cumhuriyeti Danimarka Büyükelçiliği Ticaret Başmüşaviri Mehmet Bayram, Turizm ve Tanıtım Müşaviri Hasan Sarıtepeci, Çalışma Bakanlığı Müşaviri A. Rıza Onay’ın yanı sıra Merkez Valisi Enver Salihoğlu, Merkez Valisi Selim Cebiroğlu, Eyüp Kaymakamı Osman Kaymak’ın katıldığı resepsiyonda birlik ve beraberlik mesajları verildi.

Danimarka’nın efsane denizcisi Moller-Maersk hayatını kaybetti

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

HAZİRAN

Hedehusene Camii Temeli atıldı Danimarka’da sıfırdan inşa edilecek ilk cami olan Hedehusene Camii’nin temeli düzenlenen bir törenle atıldı. Tören, Köge Camii Din Görevlisi Zaim Işık’ın Kuran-ı Kerim tilavetiyle başladı. Daha sonra bir konuşma yapan Hedehusene Türk Kültür Derneği Başkanı Ömer Doğan, cami projesine destek veren herkese teşekkür ettikten sonra, ‘‘İnşaallah 6 ay sonra hep birlikte açılışı yaparız.’’ dedi. HAZİRAN

Moody’s 9 Danimarka bankasının notunu düşürdü Danimarka’nın en büyük bankası olan Danske Bank’ın kredi notunu A2’den Baa1’e indiriren Moody’s , bankanın genel görünümünü ise; Negatif’ten Durağan’a yükseltti. Moody’s Jyske Bank ve Sydbank, ikişer kademe düşürülerek Baa1’e, Spar Nord Bank bir kademe indirilerek Baa3’e, Ringkjobing Landobank bir kademe indirilerek Baa1’e düşürdü. Türkiye’yi ziyaret eden Schmidt:

‘‘Roj TV’ye yayın lisansı vermemeliydik’’ Bir günlük resmi bir ziyaret gerçekleştirmek için Türkiye’ye giden Danimarka Başbakanı Helle Thorning Schmidt, ziyaret sonrasında önemli açıkmalarda bulundu. Schmidt, “PKK terör örgütü olduğuna göre Roj TV’ye yayın izni vermemeliydik” dedi.

Dünyanın en büyük konteyner gemi filosunun sahibi Danimarka merkezli Moller-Maersk A/S şirketinin patronu Arnold Maersk Mc-Kinney Moller 98 yaşında hayatını kaybetti. Babasından devraldığı küçük bir taşımacılık firmasını görevde bulunduğu süre içerisinde dünyanın bir numarası haline getiren Arnold Maersk Mc-Kinney Moller hayatının son dönemlerine kadar iş hayatının içinde oldu. Ölümü Danimarka’da büyük bir üzüntüye neden oldu. MAYIS

Cimber Sterling iflas etti

Danimarka merkezli ucuz hava yolu şirketi Cimber Sterling iflas etti. 1950 yılından beri başta Danimarka olmak üzere Kuzey Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde seferler düzenleyen Cimber Sterling son dönemde ciddi ekonomik sorunlar yaşıyordu. Firma en son İzlanda’da patlayan Eyyafyallayöküll yanardağı dolayısıyla büyük zarar etmişti.

Aşırı sağcılar Arhus’u savaş alanına çevirdi

Danimarka’nın Arhus şehri Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen aşırı sağcı ve aşırı solcu örgütlerin gösterilerine ev sahipliği yaptı. Geniş güvenlik önlemleri altında gerçekleştirilen gösterilerde olaylar çıktı. Danimarka polisi iki grubu birbirinden uzak tutabilmek için şehrin farkı sokaklarında güvenlik barikatları kurdu. Arhus Polis Teşkilatı yetkililerinden Mogens Brøndum çıkan olaylar sonrasında 20’den fazla kişi gözaltına alındığını açıkladı.

TEMMUZ

Hippi diyarı Christiania resmen satıldı Hippi ülkesi olarak dünya genelinde büyük bir şöhrete sahip olan Christiania ile Danimarka arasında uzun süreden beri devam eden pazarlıklar sona erdi. Ortaklaşa oluşturdukları ‘Christiania Özgür Devlet Fonu’ ile Danimarka’ya yaklaşık 70 milyon Kron ödemeyi kabul eden bölge halkı yüz ölçümü 34 hektar olan Christiania’yı satın aldı. AĞUSTOS

Oruç, İslam’a ve Müslümanlara bakışını değiştirdi Danimarka’da iş yerindeki Müslüman arkadaşıyla girdiği iddianın ardından Ramazan’ın ilk gününden itibaren oruç tutmaya başlayan John Høy, bir anda ülkenin en çok konuşulan ismi oldu. Sosyal paylaşım sitesi Facebook’da açtığı Ramazan’ın 30 günü (30 days of Ramadan) isimli sayfa ile ilk günden itibaren edindiği deneyimleri Danimarkalılarla paylaşan Høy’u kısa sürede binlerce kişi takip etmeye başladı.


EYLÜL

Vollsmose’de 70 kişi hastane bastı, Danimarka karıştı Danimarka’nın Odense şehrinde eli sopalı yetmiş kişinin devlet hastanesini basması ülkeyi ayağa kaldırdı. Birçok kişi olayı sert bir dille kınarken Başbakan Helle Thorning Schmidt, söz konusu olayın kendilerinden önce hayata geçirilen yanlış entegrasyon politikalarının sonucu olduğunu savundu. EYLÜL

Vestas’ta işçi kıyımı

Dünyanın en büyük rüzgar türbini üreticisi olarak bilinen Vestas 2009 yılına kadar 23 bin seviyelerinde olan çalışan sayısını 2013 yılına kadar 19 binin altına düşürmeyi hedeflediğini açıkladı. EKİM Başbakan Schmidt Parlamento açılışında konuştu:

‘‘En önemli görevimiz Danimarka’yı krizden çıkarmak’’

Danimarka’da Danimarka Parlamento’nun açılış töreninde bir konuşma yapan Başbakan Helle Thorning Schmidt, önemli açıklamalarda bulundu. Ekonomik krizin hala ülke ekonomisini tehdit ettiğinin altını çizen Başbakan Schmidt, “İki yıl önce göreve geldiğimizde hükümetimizin en önemli görevi Danimarka’yı krizden güvenli bir şekilde çıkarmaktı. Bugün de en önemli görevimiz bu” dedi.

Danimarka 2012

13 İSKANDİNAVYA

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

İsveç Parlamentosu’nda ikinci Türk asıllı milletvekili ATİLA ALTUNTAŞ STOCKHOLM İsveç’te Liberal Parti (Moderat) milletvekille-

1rinden birinin istifa etmesi ile yedek listede bek-

leyen Türk asıllı siyasetçi Sedat Doğru milletvekili seçildi. Yeşiller Partisi Milletvekili Mehmet Kaplan’dan sonra Türk asıllı milletvekili olarak Parlamento’ya girmeyi başaran Sedat Doğru, sağ koalisyon hükümetinin en büyük partisi Liberal (Moderat) Parti mil-

letvekili olarak 2014 yılı seçimlerine kadar görev yapacak.1971 yılında Yozgat’ta doğan Sedat Doğru, 1 yaşında göçmen bir ailenin çocuğu olarak İsveç’e yerleşti. 2010 seçimlerde Liberal Parti’de Parlamento’ya milletvekili adayı gösterilen Doğru, Parlamento’ya seçilememiş ve yedek listede yer almıştı. Doğru, Liberal Parti’de bir milletvekilinin istifa etmesinden sonra, istifa eden milletvekilinin boşalttığı koltuğa yedek listeden atanarak Parlamento’ya girmeyi başardı.

SF’in yeni başkanı Anette Vilhelmsen

Danimarka’da hükümet ortağı Sosyalist Halk Partisi’nin yeni başkanı Anette Vilhelmsen oldu. Seçimlerde Sağlık Bakanı Astrig Krag ile yarışan Vilhelmsen, beklenmedik bir başarı göstererek rakibine büyük bir fark attı. KASIM

Danimarka’dan Filistin’e destek Danimarka ‘üye olmayan gözlemci devlet’ statüsü için Birleşmiş Milletler’e resmi başvuru yapan Filistin’e destek verdi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Danimarka Dışişleri Bakanı Villy Sövndal, “Filistin’in üyeliği konusunda Danimarka’nın olumlu oy kullandığını bildirmekten büyük bir mutluluk duyuyorum.” dedi. ARALIK

Yolsuzluğun en az olduğu ülke Danimarka Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International) tarafından açıklanan Yolsuzluk Algılama Barometresinde (Corruption Perception Index - CPI) Danimarka dünyada yolsuzluğun en az olduğu ülke oldu. Danimarka’yı Finlandiya ve Yeni Zelanda takip etti.

Makedonya Büyükelçisi’nden Zaman’a ziyaret ZAMAN KOPENHAG Makedonya Cumhuriyeti’nin Kopenhag Büyük-

1elçisi Asaf Ademi gazetemize nezaket ziyareti ger-

çekleştirdi. Gazetemiz Genel Yayın Müdürü Kamil Subaşı ile sohbet gerçekleştiren Ademi, Danimarka-Makedonya ilişkilerine değinerek, Danmarka’daki Makedon toplumunun faaliyetlerinden de bahsetti. Ademi, ziyaret defterine yazdığı notunda, yabancı kökenlileri Danimarkalılara bilgilendirmde Zaman gazetesinin birinci sırada olduğunu ve aynı şekilde gazetede Makedonya’ya da yer verildiği için teşekkür ettiğini belirtti. Ziyaret sonunda Kamil Subaşı, Büyükelçi Asaf Ademi’ye, ziyaret anısı olarak bir hediye takdim etti.


14 İSKANDİNAVYA

2 - 8 OCaK 2013 ZaMan

Hat ve bakır sanatı ustası Yaşar Subhi: “Bakır levhayı ısıtarak renk veriyorum. Yani bu sitem değil ama bakır sanatı çok pahalı bir sanattır. Her ressamın kendine özgü bir tarzı vardır. Bakır ustası şekillendirdiği, bir sanat şaheseri halinde ortaya koyduğu eserinin uygun bir yerine imzasını da tarihle birlikte kaydeder.”

Hat ve BaKIr SanatI uStaSI Yaşar SuBHİ:

Kraliçe II. Margrethe yaptığım portresini çok beğendi

Sanatçı Yaşar Subhi, Danimarka’da yeni nesillere dersleri veriyor. ‘Amacım, sanatı yalnızca üretmek değil, öğreterek dünyaya taşımak’ diyen Yaşar Subhi, bakır üzerine resim çizme sanatını icra eden dünyadaki ender sanatçılardan. erDaL ÇOLaK KOPENHAG Yaşar Subhi, geleneksel Türk el sanatlarından olan ağaç oymacılığı ve nakkaş sanatını Kerkük’te yaşatmaya çalışmış mobilyacı, nakkaş, Mehmet Usta’nın oğludur. Babası Mehmet Subhi, Irak, Kuveyt ve Arap yarımadasının meşhur nakkaş ve ağaç oyma sanatı ustasıydı. 1958 Irak Kerkük doğumlu olan Yaşar Subhi, ilk, orta ve lise tahsilini Kerkük’te tamamlar. Çocuk yaşlardan itibaren resim ve hat sanatıyla ilgilenmeye başlar. Bir çok karma kişisel sanat faaliyetlerinde bulunur. Hat sanatına merakı küçük yaşlarda başlayan ve “Babamın esnaf komşusu Hattat Mehmet İzzet’ten gördüğüm yazılar beni kendisini mıknatıs gibi çekerdi. Küçük yaşlardan itibaren okuldan arta kalan saatlerinde işlediğim yerel motifler yanında, geleneksel elsanatının güzel örneklerini de vermeye çalıştım.” diyen Subhi, daha sonraları Hattat Mehmet İzzet’ten icazet alır. Bağdat Üniversitesi Güzel Sanatlar Akedemisi kabul sınavını başarıyla geçmesine rağmen o dönemin siyasi şartları icabı Baas Partisi Öğrenci Birliği üyesi olma mecburiyetini kabul etmediği için başvurusu iptal edilir. 1983’de Süleymaniye Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun olur. 1985’te İstanbul’da Arapça yayınlanan ‘Al Misak’ ve türkçe yayınla-

1

Sanatçı Yaşar Subhi: “Kraliçe II. Margrethe’nin 60. doğum günü için, bakır üzerine büyük bir portresini yapıp kendisine hediye ettim. Çok sevindi, çok mutlu oldu. Kraliçe II. Margrethe’nin resmi yaklaşık 20 gün sürdü.”

nan ‘And’ gazetesini Mehmet Ali Birand’la beraber çıkarır. “Al Misak Gazetesi daha çok Arap turislere yönelik bir gazeteydi.” diyen Yaşar Subhi, gazetecilik deneyiminden sonra İslam Konferansı tercümanlığı ve daha sonraki yıllarda da Ankara’da Arap sefaretlerinde Tükçe-Arapça çevirmenlik yapar. Türkiye’de bulunduğu süre içersinde bir çok Türk ve Arap devlet erkanlarının portresini kendine öz bir üslupla büyük ebatlarda bakır levhalar üzerine çizen Yaşar Subhi, “Yaptığım eserler çok beğeniyle karşılandı. Ankara’da maddi ve manevi yönden çok iyiydi.” diyor. Danimarka’ya arkadaş ve dost tavsiyesi üzerine geldiğini belirten Yaşar Subhi kendisi ve ailesi ile alakalı şöyle devam ediyor: “1996 yılında ailemle birlikte Danimarka’ya yerleştim. Holbæk Seminarıum’da iki yıl okudum. Daha sonra dil sorunum olacağı düşüncesi ile öğretmenlik yapmadım. 2001 yılından itibaren bir dizayn firmasında profesyonel sanat hayatıma devam ettim. Evli iki erkek çocuk babasıyım, çocuklarımdan Yousif Subhi tıp fakültesi 5.sınıf, Yunus Subhi ise lise son sınıfta okuyor. Eşim Nurcan Hanım İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiremeden ayrıldı. Kendisi, 1960 yılında Irak’tan Türkiye’ye yerleşmiş Türkmen kökenli bir aileden geliyor. Danca, türkçe, arapça tercüman olarak bir tercüme bürosunda çalışıyor. Dani-


15 İSKANDİNAVYA marka şartlarını çocuklarım iyi kullanarak eğitim aldıklarından dolayı çok memnunum. Türkiye’deki arkadaş ve dost meclisi ilişkileri maalesef burada yok.”

DANİMARKA HABER

‘Kraliçe II. Margrethe’nin bakır üzerine portresi yaklaşık 20 gün sürdü’

Meslek sahiplerinin çocukları daha çok okuyor

Danimarka’da kaldığı süre içerisinde Türk geleneksel bakır sanatını devam ettiren Yaşar Subhi, yepyeni bir renklendirme ve grafik üslubuyla Danimarka’da resim yapmakta. Resim sergileri ve yarışmalara katılarak kendisini tanıtmaya çalışan Yaşar Şubhi, zamanla kendisini bu alanda geliştirdiğini, Danimarka’da sergiler açtığını belirtiyor. “Danimarka içinde yağlı boya ve bakır portre üzerine dört kişisel sergi açtım. İlk sergiyi Holbæk’te Sanat Okulu Müdürü Ressam Erik Reiff’in galerisinde açtım. Çok iyi bir dostluğum oldu. Eşi de Erik gibi ressamdı. Erik Reiff, benim bakır el sanatı çalışmalarımı görüp çok beğenir. ‘Eğer bu yeteneğini kullanırsam dünyaca meşhur bir sanatçı olabileceğimi’ söyler. Erik Bey, Kraliçe II. Margrethe için ressam demişti. Çünkü kendisinin Kraliçe II. Margrethe ile iyi bir dostluğu vardı. Ben de bunu fırsat bilerek Kraliçe II. Margrethe’nin 60. doğum günü için, bakır üzerine büyük bir portresini yapıp kendisine hediye ettim. Çok sevindi, çok mutlu oldu. Yaptığım Kraliçe II. Margrethe’nin resmi yaklaşık 20 gün sürdü. Kraliçe II. Margrethe’den teşekkür mektubu almak güzel birşey. Çalışmalarının değerlendirilmesi her sanatçı için onur ve gurur verici bir durum. Ben özellikle Danimarka’da yaşayan insanımız adına sevindim. Böyle gündemde iyi işlerle olmak çok güzel. Hediye ettiğim portrenin Kraliçe II. Margrethe’nin sarayında sergilenmesi benim adıma çok sevindirici.” diyen Yaşar Bey, bir ressam olarak Danimarka’da başarılı olamadıgını belirtiyor ve bunun sebebini de farklı kültürel sanat anlayışına bağlıyor. Danimarkalılara bir çok bakır portre yapan Yaşar Subhi, “Sanatımı hiçbir zaman pazarlık konusu yapmıyorlar. İstediğim ücreti pazarlıksız veriyorlar. Holbæk Sanat Okulu’ndan bakır sanatı üzerine ders vermemi istediler. Ama dil sorunum yüzünden öğretemiyorum.” diyor. Yaptığı sanatın incelikleri hakkında da bilgi veren Yaşar Subhi, işlenecek eserin önce birebir çiziminin yapılması gerektiğini kaydediyor. Bu nedenle iyi bir resim bilgisine sahip olmanın, çizgi kullanmanın ve detayları işleyebilmenin önemini vurgulayan Yaşar Subhi, şöyle devam ediyor: “Portresi yapılacak kişiyi tanımazsanız, portresini yaptığınız insanın sadece fotoğrafını yapmış olursunuz. Resim düşüncedir. Duygu olmazsa resim hiçbir şeye benzemez sadece portre olur duygudan yoksun...”

“O para bana nasip değilmiş” Portre eserlerindeki hatasız benzetme oranı nedeniyle talep üzerine birçok tanınmış simanın portre çalışmasını yapan Yaşar Bey bir hatırasını paylaşıyor bizimle: “En ilginci rahmetli Ürdün Kralı Hüseyin’in portresini yapmıştım Türkiye’de iken. Portreye imzamı atmayı unutmuşum. Çerçeveyi yapan kişi sanki portreyi kendisi yapmış gibi imzasını atmış. Ürdün Kralı Hüseyin, resmi çok beğendiği için benim yerime portrenin çerçevesini yapan kişiyi bir miktar para ile ödüllendirdi. O para bana nasip değilmiş.” Yaptığı eserlerde insanının çilesini, derdini, umudunu, beklentisini gündelik yaşam içinde anlatmaya çalışan Yaşar Subhi bakır sanatının zorluklarına da değiniyor: “Bakır sanatını kendi geliştirdiğim, uçları çelik kalemlerle bakır levhayı kazıma yolu ile çizerek yapıyorum. Bu portreleri tornavidaya benzeyen ve adına kalem denilen aletlerle işliyorum. Bunu yaparken dikkat çok önemli. Elin sağa sola hareketiyle yürüyen bu aletler bakır levhada izler açarak yürür ve portreler şekillendirilir. Bakır levhayı ısıtarak renk veriyorum. Yani bu sitem değil ama bakır sanatı çok pahalı bir sanattır. Her ressamın kendine özgü bir tarzı vardır. Bakır ustası şekillendirdiği, bir sanat şaheseri halinde ortaya koyduğu eserinin uygun bir yerine imzasını da tarihle birlikte kaydeder.” Yaşar Subhi yasama tarzı günümüz standartlarında, fakat hayata bakışı ‘kültür mirası’ düzeyinde olduğu için toplumun değer yargılarını üst düzeyde tutan çalışmalar üretmekte. “Çalışmalarımın temel felsefesi, insan ve yaşamı üzerine kurulmuş geniş bir dünyadır. Amacım, sanatı yalnızca üretmek değil, öğreterek dünyaya taşımak.” diyen sanatçı, yeni nesillere hat dersleri veriyor. Halen kendi evindeki atölyesinde faaliyetlerini sürdürmeye devam eden Yaşar Subhi, dünyada sadece 4-5 kişinin yapabildiği, ‘parmakla iPad üzerinde resim yapma’ üzerine yoğunlaşmış bu günlerde...

beveynlerin eğitimli olması, çocukların eğitim almak için

Edaha istekli olacağı anlamına gelmediği gibi, durum genelde

bunun tersine işaret ediyor. Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre mesleki eğitim alan ya da kısa süreli eğitimlerden geçmiş olan ebeveynlerin çocukları okumak için daha fazla çaba gösteriyor. Dolayısıyla bu ebeveynlerin çocukları, yüksek eğitim almaya başladıklarında akademik eğitim alan ebeveynlerin çocuklarına göre okullarını daha kısa sürede bitiriyorlar. Ebeveynleri akademik eğitim almış olan çocukların yüzde 59’u beş yıllık eğitimi en az altı yılda bitirirken, mesleki eğitim alan kişilerin çocuklarının yüzde 49 ‘unda bu eğilim görülüyor. Yüksek Eğitim Bakanı Morten Östergaard, hükümetin SU’da yaptığı değişiklikle, gençlerin üniversiteleri daha hızlı bitirmesini sağlamaya çalışarak iki milyon kron tasarruf etmek istediğini açıkladı. Eğitim Bakanı yaptığı açıklamada, “Ortaya çıkan rakamlar, reformun ebeveynleri iyi eğitim aldığı için iyi birer eğitim hayatı olacağını düşündüğümüz çocuklara yönelik olduğunu gösteriyor” dedi.

İyi okuyamasalar da başarılılar irçok Danimarkalı öğrencinin iyi okuma becerisine sahip ol-

Bmaması siyasetçileri ve uzmanları endişelendirdi. Ancak

Jyllands-Posten’ın haberine göre, Arhus Üniversitesi’nin yapmış olduğu araştırma sonucunda iyi okuyamayan çocukların her şeye rağmen iyi bir şekilde idare ettikleri belirtildi. Yapılan araştırmaya göre, PİSA anketinde en düşük notları alan öğrenciler, okulu bıraktıktan üç yıl sonra gençlik eğitimlerini tamamlamış durumdalar ya da tamamlama aşamasındalar. Gençlik eğitim kurumları, iyi okuyamayan öğrencilere yüksek okul sınavı ya da çıraklık eğitimi için yardımcı olunabileceğini açıkladı. Lise Müdürleri Başkanı Jens Boe Nielsen yaptığı açıklamada, “Üniversite öğrencisi olmak istemeleri durumunda kendilerine yardım edebileceğimizi anlatmak istiyoruz” dedi. Nielsen’e bir destek de Meslek Okulları Müdürleri Başkanı Peter Amstrup’den geldi. Amstrup Jyllands-Posten’a yaptığı açıklamada, “Yaptığımız çalışmalara göre, birçok öğrencinin farklı bir çevrede çalıştığında örneğin staj yaptığında, kendilerini geliştirdiğine şahit olduk. Çoğu iyi birer ustaya dönüşüyor” dedi.

Euro’ya geçiş çok zor gözüküyor anske Bank’ın yaptığı bir anket sonucunda, Danimarkalı-

Dların 1999 yılında ortak para birimi olan Euro’ya güven-

medikleri ortaya çıktı. Anket sonuçlarına göre, Danimarka’da bugün Euro için bir oylama yapılsa vatandaşların oyu “hayır” olacak. Ankete katılanların yüzde 57,5’i hayır, yüzde 12,3’ü ise evet oyu kullanacağı söyledi. Bu oran, 1999 yılından beri, Euro’ya verilen en düşük destek olarak nitelendirildi. Katılımcıların yüzde 15,7’si Danimarka’nın Euro ortak para birimine katılması gerektiğini düşünürken yüzde 12,3’ü kabul etmemesi ge-

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

rektiğini düşünüyor. Bu oranlar Euro’ya kuşkuyla yaklaşanların oranını yüzde 41,8’e yükseltti. Danske Bank Ekonomi Şefi Steen Bocian konu hakkında, “Anket Aralık ayının ilk iki haftasında yapıldı. Asıl şaşırtıcı olan Avrupa’daki krizin durulmasına karşın Danimarkalıların Euro’ya bakış aşısının değişmemiş olmasıdır. Aralık ayında ankete katılanların yalnızca sekizde biri Euro’nun kabul edilmesine “evet” dedi, bu oran 1999 yılından beri elde edilen en düşük rakam,” dedi. Bocian, Danimarkalıların Euro’ya bu kadar karşı çıkmalarının bir nedeninin de, Danimarka’daki düşük faizler olduğunu düşünüyor.

Doktorlar yeni yasadan memnun abipler Birliği, hastaların hastanede 30 gün tedavi olmalarını

Tgaranti eden yeni yasa teklifinin parlamento tarafından onay-

lanacak olmasından memnun. Tabipler Birliği Başkanı Mads Koch Hansen, “Bu yasanın kabul edilmesiyle birlikte hastalar, semptomlarıyla ilgili olarak tüm tetkiklerini yaptırabilme olanağına sahip olacaklar. Bu da hastalıklara, bugün olduğundan daha erken müdahale edilebilmesi anlamına geliyor. Bu son derece önemli bir gelişme. Bu yasa, ciddi rahatsızlığı bulunan hastaların tedavi için en fazla dört hafta beklemesi, daha az ciddi hastalığı bulunan kişilerin de tedavi için en fazla sekiz hafta beklemesi anlamına geliyor. Bu gerçekleşirse, doktorlar mevcut imkanlardan daha fazla yararlanabilecekler” dedi. Buna rağmen Hansen bu yasanın yalnızca fiziksel rahatsızlığı bulunan kişileri kapsayacak olmasından ve psikolojik hastaları kapsamayacak olmasından dolayı hayal kırıklığına uğradığını da belirtterek: “Yasanın onları kapsamıyor olması son derece üzücü. Hükümetin bu konuda en kısa zamanda bir adım atacağını ve bu yasanın herkesi sevindireceğini umuyorum” açıklamasını yaptı.

Okullarda saldırıya karşı önlem yok risteligt Dagblad, Danimarka’da ani bir durum ya da silahlı

Ksaldırıya karşı önleme sahip olan okulların sayısının henüz

bilinmediğini yazdı. Eğitim Bakanlığı 2009 yılında eğitim kurumlarında güvenlik ve kriz hazırlığı başlıklı bir çalışma yapmıştı, ancak o tarihten sonra bu konuda daha ileri bir çalışma yapılmadığı tahmin ediliyor. Yerel Yönetimler Birliği basın şefi Jonas Heltberg konu hakkında yaptığı açıklamada, “Okulların güvenliğini sağlamak, bulundukları ilin belediyelerinin görevidir. Biz bu konuda yetkili değiliz, buna karışmamız mümkün değil” dedi. Geçtiğimiz yaz yapılan pek çok farklı araştırmaya göre, yalnızca dört devlet okulundan birinde ve liselerin yalnızca yarısında silahlı saldırı ve benzer durumlar için bir eylem planı olduğu açıklandı. Bu araştırmalardan sonra, dönemin Eğitim Bakanı Troels Lund Poulsen tüm eğitim kurumlarına, bir eylem planı oluşturmanın önemini anlatan bir yazı göndermişti. Ancak bu gereğin karşılanıp karşılanmadığına dair bir açıklama yapılmadı.


16 GÜNDEM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

TÜRK HALK MÜZİĞİ SANATÇISI SEHER DİLOVAN:

Dağda kardeşini bile eli silahlı görsen, selam vermeyeceksin TUĞBA KAPLAN

ralamıştı, kime ne demişti? Sadece bu ülkenin huzura kavuşması için çözüm önerilerinde bulunuyordu. Nitekim eline silah almayanların çözüm önerileri dikkate alınmadığı için, şimdi eli silahlıların çözüm önerileri dikkate alınıyor. Zamanında yazarlar, akil adamlar hiç dikkate alınmadı.

Türk halk müziği sanatçısı Seher Dilovan, şimdilerde çok farklı bir telaş içinde. Eşinin senaryosunu yazdığı, kendisinin de yönetmen koltuğunda oturacağı, JİTEM’i konu alan filmi çekmek için gün sayıyor. Dilovan, Alevi ve Kürt bir sanatçı olarak gündeme dair düşüncelerini paylaştı. Türk halk müziği sanatçısı Seher Dilovan, yeni projesi ile sevenlerini şaşırtacak. Eşinin senaryosunu yazdığı filmde yönetmenlik yapacak olan Dilovan, türkülerle anlatamadıklarını film vesilesiyle anlatacağını söylüyor. Filmde Güneydoğulu bir gencin, başına büyük işler açan JİTEM elemanıyla yıllar sonra İsviçre’de karşılaşma hikâyesi işlenecek. Kemal Burkay’ın yeğeni olan sanatçı, Kürt sorununun çözümü için her iki tarafın da istismara son vermesi gerektiğini düşünüyor. “BDP ve sivil örgütlenme imkânı varken KCK gibi illegal yapılara gerek yok.” diyen Dilovan, legal duruşu olanların şiddete prim vermemesi gerektiğini söylüyor.

1

YETERİNCE AŞK FİLMİ ÇEKİLDİ Yeni bir film çalışmanız var. Yönetmen olarak ilk filminiz olacak. Film çekme fikri nasıl oluştu? Eğer siz kendi içinizde bir öz görüyorsanız farklı şeyler yapmamalı, onu içinizde saklamamalısınız. Film şöyle olur böyle olur diye bomba iddialar ortaya atma gibi bir niyetimiz yok. Türkülerimle anlatamadığım şeyleri filmle anlatma ihtiyacı duydum. Konu olarak JİTEM’i tercih etmenizdeki sebep ne? Yeterince aşk filmi çekildiğini düşünüyorum. Hem Hollywood’da hem de Türkiye’de. Eşime ait bir hikâye. Ona katkıda bulunuyorum. O yazarken, içerik olarak destek veriyorum.

Biyografinizde bale eğitimi aldığınız bilgisi var. Halk müziği ve bale biraz farklı kulvarlar değil mi? Annemin vesilesiyle oldu. Klasik müzik ve sanata ilgiliydi. Hiçbir eğitim almadan direkt seçmelere gittim. 11 yaşımdaydım. ‘İçinizden geldiği gibi dans edin’ dendi. Ve elemeleri geçtim. 1 yıl devam edip bıraktım. Çünkü özverili olmak, psikolojik ve fiziksel olarak ciddi disiplin isteyen bir alanda çalışmak zordu. Ben de o küçük yaşta bunu devam ettiremeyince yarım kaldı.

Film Nerede geçecek? Hem İsviçre’de hem Türkiye’de çekilecek. İsviçre Kültür Bakanlığı destekliyor. Güneydoğu’da köydeki bir çocuğun hikâyesi. Daha sonra biz onu İsviçre’de göreceğiz. Başına büyük dertler açan JİTEM elemanıyla karşılaşmasını anlatıyoruz. Sizin ailenizde de JİTEM’den dolayı mağdur olanlar var mı? 1990’lardaki faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, boşaltmalar... Bunları bizzat yaşamadıysak bile çok yakınımızda yaşayanlar oldu. O bölgeli olup da bunları yaşamamış insan olması mümkün değil.

İlginç bir eğitim serüveniniz var. Öyle. Ankara Radyosu’nun sınavlarına başvurdum, kız kardeşimin de desteğiyle. O kazanamadı, ben kazandım. Avukat olmak isterken kendimi Ankara Radyosu’nda buldum. Hem sahne sanatçısı olmak hem de radyo atmosferinde yetişmek herkese nasip olmaz. Bütün bunları yaparken lise sonrasında Gazi Üniversitesi Tarih bölümünü kazandım. Aslında bunların hepsi sadece bir şeyi gösteriyor. Benim çıkış yolu aradığımı. Hiç unutmuyorum, daha 9 yaşındayken “Ben bu dünyadan böyle göçüp gitmeyeceğim, iz bırakacağım” sözlerimi.

ULUDERE İÇİN ÖZÜR YETMEZ AMA HATAYI KABUL ETME, DEVLET OLMA EMARESİDİR Kürt Sorunu’nun çözümü için bir süredir mücadele ediliyor. Fakat karşılıklı istismarlar oluyor. Evet, mesela BDP’li milletvekillerinin dağda kucaklaşma seremonisi öyleydi. Legalle illegal çorba yapılırsa çözümsüzlüğe mahkûm olunur. Legal bir oluşum niye illegal bir yönteme başvurur ki? Israr ve inatla biz birlikteyiz mesajının verilmesi yanlıştı. Bunu hiçbir mantık almaz. Bu hareketle ‘Beni böyle kabul edeceksin’ mesajı veriliyor. Ama karşı taraf da hassasiyetlerini vurguluyor. Zaten toplum bir dönem acılar yaşamış. Bir dönem medya, halkları birbirine düşürmüş. Barıştan bile söz eden hain olarak görülüyor. Bu durumda olması gereken, kardeşini bile dağda eli silahlı görsen, görmezden geleceksin. Hele de legal bir duruşun varsa. Dayım da bunları söylüyor.

ALEVİ’YİM AMA EŞİME SAHUR HAZIRLAMAK BENİM İÇİN ZEVK Eşinizin Sünni Kürt, sizin de Alevi Kürt olduğunuzu biliyoruz. Bu, evliliğinizde sorun teşkil ediyor mu? Bu, bizim için hiç sorun olmadı. Takım tutar gibi mezhep tutulmaz ki. Dünyaya evrensel insan hakları bazında bakarsanız her şey değişiyor. Evlilik, bu toplumun küçük bir birimi. Biz bu sorunları en küçük birim içinde halledersek topluma da sirayet eder. Dolayısıyla o da ben de birbirimize ve arkadaşlarımıza ‘Senin mezhebin şu, sen şu millettensin, ben buradanım.’ demiyoruz. Ayrıştıran, ötekileştiren üslup kullanmıyoruz. Eşim bugün kalkıp yanımızdaki camiye namaz kılmaya gitse, başım gözüm üstüne. Namazını kılabilir, orucunu tutabilir. Büyük bir zevkle kalkıp ona sahurunu hazırlarım. Bundan da hiç gocunmam. Ama benim babam evimize geldiğinde 12 imamlar orucunu tutarken eşim de yadırgamaz. Bunlar bizi Anadolu insanı kılan

değerler. Hep yedi cihana hükmedildiğinden bahsedilir ya, bu işte birbirini kabullenerek olmuştur. Kemal Burkay’ın yeğenisiniz. Bu durumu çok gündeme getirmeseniz de size ilk gelen soruların ba-

şında geliyordur herhalde. Onun kimliğine sığınabileceğim bir durum yok. Dayım yurtdışına gittiğinde 11 yaşındaydım. Hâlâ gittiği günü hatırlıyorum. O gün gidip de 31 yıl gelmeyeceğini kimse düşünmemişti. Gidiş o gidiş. Kimi öldürmüştü, ya-

Nasıl?.. Dayım, “Zaten BDP var, zaten sivil örgütlenmeleriniz kadın gençlik kollarınız var. Neden KCK gibi bir yapılanmaya gittiniz?” diye soruyor. Sebep neydi? Bizim insanımız dışarıda daha güzel çalışmalar yapabilecekken, yan komşusu Türk bir aileyi “Biz barış istiyoruz, aslında görünen ve anlatılanlardaki gibi değiliz” diye ikna edebilecekken, neden KCK gibi bir yapılanmaya gidilir ki? O gencecik kız-


17 GÜNDEM

lar, çocuklar neden böyle bir çıkmaz için harcansınlar? Uludere hâlâ kanayan bir yara. Siz ne düşünüyorsunuz? Orada çok yanlış bir yol izlendi. Ülkenin bir tarafında tarla, bağ, bahçe, sanayi yok. Üstelik bu bölgede sürekli savaş ve olağanüstü bir hal var. Bu çocuklar o şartlarda doğmuşsa, o bölgenin hayat şartlarına göre yaşamlarını sürdürüyorlar. Neymiş, onlar kaçakçıymış. Başka şans tanınmadıysa ne yapsın? İkincisi oradaki görevli subay ve astsubaylar, “Bizim haberimiz vardı, nereye gittiklerini biliyorduk.” dediler. Telefonlara, bütün haberleşmelere rağmen bir değil iki sorti haline sürekli bomba yağdırılmış olması hiç normal değil. Bazı devletler sizi yanılttı mı, yanlış bilgi mi verildi, bir kasıt mı oldu devletinize, ordunuza karşı, en azından bu kabul edilsin. Çünkü hatayı kabul etme, büyük devlet olma emaresidir. Bu konuda hâlâ insanlar özür bekliyor. Peki, özür dilenmesi kâfi mi? Elbette ki yeterli değil ama ‘Verdik haklarını. Tazminat ödedik.’ denmesinden daha iyidir. Kim kime hakkını veriyor? Allah’ın verdiği hakkı bir başkası nasıl verebilir? Zamanında darbecilerin, çetecilerin yasakladığı, aldığı hakları verme gibi bir durum söz konusu değil. Kimsenin haddine değil hak vermek. Allah bilmiyor muydu tek bir din, dil, ırk, cins, millet yaratmayı. Hâşâ! Allah’a şirk koşmaktır bu. Sonuç olarak biz burada da Dersim’de duyduğumuz özrün aynısını duymak istiyoruz. Bu hâlâ ciğerleri yakıyor, vicdanları sızlatıyor. 34 gencecik bedenin etleri katırların etlerine karıştı. Bu cesetleri yine o çocukların anne-babaları topladı. Bu kadar imkân varken, bir helikopter gidip de toplamadı. Evladınızın parçalarını ellerinizle topladığınızı düşünün. “Tüm bölgenin sorunu yatırım yapılmamış olması” diyorsunuz… Cumhuriyet tarihinden beri bütün yatırımlar Marmara’ya, Ege’ye yapılmış. Artık topraklar fabrikaya doymuş. Sınır baştan çizilmiş ve bir süre sonra kimse gitmemiş, Devlet gidip ‘Ben geldim buradayım, dinliyorum’ deyip kucaklamamış. Eli silahlılar da bu kez gelip, ‘Gördünüz mü dayandığınız devlet nerede; hiçbir hakkınız yok, ser sefilsiniz. Sizin haklarınızı biz alacağız’ diyor. Bundan sonrası için ne yapılmalı sizce? Bu, hükümetin ya da Kürtlerin tek başına aldiği kararlarla çözebileceği bir sorun değil. Ancak taraflarıyla beraber çözülür. Bu sorunun çözümünde medyanın dili de önemli. ‘Şu kadar terörist öldürdük, bu kadar şehidimizi vurdu hainler’ vs. bu dil olmamalı. Dil, barış uğruna değiştirilmeli. Her iki tarafı da çok yaralıyor bu ifadeler. Bence bu sorunun çözümü için birçok platformda başta medya olmak üzere, silahı ve şiddeti savunmayıp, barış ve demokratik yollarla bu işin çözülmesini isteyen insanlar ön planda olmalı. Şiddet ve terör lanse edilmemeli.

Türk halk müziği sanatçısı Seher Dilovan, yeni projesi ile sevenlerini şaşırtacak. Eşinin senaryosunu yazdığı filmde yönetmenlik yapacak olan Dilovan, türkülerle anlatamadıklarını film vesilesiyle anlatacağını söylüyor.

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN


18 GÜNDEM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

İSHAK ALATON:

"Ötekileştirilenlerin başında Hocaefendi var" İBRAHİM TÜRKMEN, AYŞENUR PARILDAK İSTANBUL İş dünyasının en renkli simaların-

1dan İshak Alaton, gündeme dair

En büyük hüsranlarımın başında çağdaş, liberal, sosyal demokrasiyi Türkiye'de bütün uğraşılarıma rağmen anlatamamam geliyor. Ben bir tezgâh açtım, gelin sosyal demokrasiyi satın alın dedim, alıcı çıkmadı. Türkiye'nin solcu geçinenleri Türkiye'nin nasıl gelişeceği konusunda fikir yürütemiyorlar.

önemli açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin zenginleşmesinin önündeki en büyük iki engelin darbeler ve fikirlerini günümüz şartlarına göre değiştiremeyen solcular olduğunu söyledi. İshak Alaton, iş dünyasının en renkli simalarından biri. İlerleyen yaşına rağmen, hayatını adadığı demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesi yolundaki mücadelesini hâlâ sürdürüyor. Geçen yıl Mehmet Gündem'in kaleminden okuyucu ile buluşan ‘Lüzumlu Adam: İshak Alaton' adlı kitabının devamı niteliğindeki ‘Lüzumsuz Adam: İshak Alaton' Kasım 2012'de piyasaya çıktı ve sadece bir ayda 5 baskı yaptı. Alaton ile kitabı üzerine başlayan sohbetimiz sadece kitabın içeriğiyle sınırlı kalmadı. Türkiye Ekonomik ve Siyasi Etütler Vakfı’nı (TESEV) ve Açık Toplum Enstitüsü’nü kuran ve bu kurumlar aracılığıyla Türkiye’nin siyasi ve sosyal hayatına dair etkili analizlerini kamuoyuna ileten işadamının, gündeme dair de söyleyeceği çok şeyi vardı. Kitabının bir bölümünü Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ve onun vaaz ve nasihatleri çerçevesinde eğitim ve diyalog faaliyetleri ile bütün dünyada aktif Hizmet Hareketi’ne ayıran Alaton, röportajda da hareketten sitayişle bahsetti. Alaton’a göre ‘ötekilerin’ belki de en başında Hocaefendi geliyor.

En büyük başarısızlığınız olarak neyi görüyorsunuz? En büyük hüsranlarımın başında çağdaş, liberal, sosyal demokrasiyi Türkiye'de bütün uğraşılarıma rağmen anlatamamam geliyor. Ben bir tezgâh açtım, gelin sosyal demokrasiyi satın alın dedim, alıcı çıkmadı. Türkiye'nin solcu geçinenleri Türkiye'nin nasıl gelişeceği konusunda fikir yürütemiyorlar. Partilerde bir ekonomik atılım programı yok. Sorarsanız çok afakî, çok genel bir iki laf söylerler size. Dünde kalmış programlarını önünüze koyarlar. Toplumun gelişmesi için gerekli programları özümseyemediler. Bunlar düşünce tembeli, düşüncelerini bugünkü gerçeklere göre değiştirmeyi göze alamayacak kadar tembeller. Sosyalizmi hâlâ ayakta tutmaya çalışan bir zihniyet var bugün ülkede. Türkiye'nin hızlı bir şekilde zenginleşmesi mümkün ama neden zenginleşemiyoruz? İki sebep buldum; birincisi askerî darbeler. Çünkü hep baştan başlattı, ekonomiyi tarumar etti. İkinci sebep de sosyal demokrat geçinen solcu takımın fikirlerini geliştirememiş olması. Yani hep dünün dogmalarında ve dünün öğretilerinde yola devam eden sol takımın bu çabaya destek vermemiş olması. Türkiye’de bürokratik oligarşi etkinliğini yitirdi mi? Hayır, devam ediyor bence. Bütün bu davalara rağmen. En çok yargıda görüyoruz. Yargının çok gaddar bir tavrı var. Bunun önlenmesi mümkün ama

belki de bugünkü hükümet bunun devam etmesini istiyor olabilir. “Darbelerde bir lobi desteği, bir işadamı desteği bir de medya desteği vardır.” diyorsunuz kitabınızda… 1997 yılının TÜSİAD Genel Kurulu darbeden birkaç ay sonra yapıldı ve biz darbeden önce TÜSİAD’ın Yönetim Kurulu’nun aldığı bir kararla ‘Demokratikleşme Perspektifleri’ adıyla Prof. Bülent Tanör’e bir rapor hazırlattık. Can Paker, Bülent Tanör ve ben birlikte yürüttük. Rapor 500 adet dağıtılacaktı. Dağıtılmadan önce sahneye arka arkaya insanlar çıktılar. Raporu okumadan bu insanlar raporu reddettiler. Utanç verici bir durumdu. Demokrasinin gelişmesini reddeden bir iş dünyası vardı. TÜSİAD düzelir mi? 2010’da Anayasa referandumunu ortada bıraktılar, sahip çıkmadılar. TÜSİAD bir rapor hazırladı. Sonra Genel Kurul’da Cem Boyner, sahneye çıkıp 13

sene önceki o rapor rezaletini hatırlatarak, “Siz bu raporu kabul ediyor musunuz? Arkasında duracak mısınız?” dedi. Ben de kalkıp adamı öptüm. Üç gün sonra basın bülteni yayınlayarak bu raporun arkasında olmadıklarını söylediler. Aynı rezilliği yaşadık. Burjuvazinin hedefi zenginleşmek, onlar zenginleşirken etrafı da zenginleşir. Tüm standartların yükselmesi burjuvazinin özgür şartlarda gelişmesi demektir. Türkiye’nin burjuvazisi ya aynı prensibi okumadı ya da görevini idrak edemedi. Ben TÜSİAD Türkiye’nin burjuvazisidir diyemiyorum, TUSKON veya MÜSİAD diyorum.

Muhalefet eksikliği tehlikeli bir sorun İktidarın gücünü sınırlayacak güçlü bir muhalefetin bulunması gerektiğini vurguluyorsunuz. İktidar için tek ve alternatifsiz olmak onun için en büyük tehlikedir. Bugün yaşanan bu değil mi? Evet. Ve kendileri farkında olmadık-

ları kadar tehlike içindeler, çünkü bulutlarda yaşıyorlar, doğru düzgün bir muhalefet yok. Akıllı ve nereye gitmek istediğini bilen bir muhalefetimiz olsa, iktidar da kendine çekidüzen verecek, daha doğru hareket edecek ve belki de barışın yolunu açacak. Şimdi belki de barışın yolu belirsiz hale geldi. Ağırlığı anormal artınca, iktidar kendi problemini hazırlar duruma geldi. Bugün iktidar ve muhalefetin hatası ne oldu? Kırılma noktası yüzde 49,5 oy oranı ile üçüncü defa seçilmenin yarattığı özgüven. O güne kadar takip edilmiş çizgi, ki onun için de AB müzakereleri, demokrasiyi geliştirmen, hepsinin de üstünde nihai barışı yakalama çabası. (…) Fakat üçüncü seçimden sonraki tavır değişikliği Türkiye’yi bugünkü, çıkmaza yakın duruma getirmiştir. Çünkü ufukta kuvvetli bir işaret göremiyorum. Hem barışı yakalayacağız, tekrar Avrupa’nın standartlarına döneceğiz, hem Ortado-


19 GÜNDEM ğu’daki sorunların üzerinden gelebileceğiz… Bütün bunların karşısında Türkiye’nin yanlış politikası tehlikeli bir tavır çiziyor. Hükümet bu provokasyona rağmen çizgisinden ayrılmadan, ‘evet buna rağmen ben barışı yakalayacağım’ demeliydi, demedi. O da tongaya düştü. ‘Mademki toplum tekrar savaş istiyor, ben de savaşa gideceğim’ dedi. Savaş işte o zaman tekrar başladı. Bütün mesele insanları bir araya getirip barışı sağlayacak adımı atmakta. İşte o adım atılmıyor nedense. Daha derin se-

bepler olsa gerek diyorum. Siyasî bedel ödeme göze alınamıyor olabilir mi? Bu da izah edilemiyor. Akşamları TV programlarını seyredebiliyorum. Görüyorum ki barışa kapalı birkaç bağnaz insan kaldı. Mesela eski bir bürokrat diyor ki: “Kürtlere eşit haklar vermeye kalkarsanız, Türklerin dörtte üçü karşı koyar.” Nerden biliyorsun karşı koyacaklarını? Bir mektup yazarak, ‘Bu senin düşüncen ve Nazi düşüncesi gibi.’ dedim. Çünkü ‘Kürtler birkaç hakla yetinsinler’ düşüncesi aynen Nazilerin Yahudilere tatbik ettiği sistem. Bunun bir adım daha ilerisi gaz odaları. En son söyleyeceğini en başta söyleyerek barış yolunu kesiyor.

‘Ötekileştirilen kişilerin başında Hocaefendi geliyor’ Kitabınızda bir bölümü tamamen Fethullah Gülen’e ve Hizmet Hareketi’ne ayırmışsınız. Olumlu referanslar var. Ne türlü tepkiler aldınız? Ben bildiklerimi aktardım. Olumlu diyebilirsin, gerçektir. Reaksiyonların yüzde 90’ı

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

tebrik edenler. Neden? En olmayacak adam, en olmayacak düşünceleri ifade etti. Şimdi bakın, ben bir ‘ötekiyim’. Ben Ankara’da Çankaya Köşkü’ne gittim. 600 kişiye ilk kitabımı anlattım ve konferanstan ve imzalardan sonra Hayrünnisa Gül Hanım da ayakta bekleyenler içindeydi. Enteresan bir gündü. “Alkış alıyorum ama ben bir ötekiyim.” dedim Hayrünnisa Hanım’a. O da “Siz yanılıyorsunuz, asıl öteki olan benim. Ben bu Köşk’e taşındıktan sonra başörtümden dolayı insan içine çıkamadım 2 sene.” dedi. Herkes ‘öteki’. Öteki olmayanlar 2 defa düşünsünler; bu toplum neden bu kadar ayrıldı? Çünkü beni attın, o kadını da eşi zirveye çıktığı halde attın. Hepimizi ‘öteki’ konumuna düşürdün. ‘Biz ayıp ediyoruz’ diye düşünmüyorlar mı? Biz bir köprü üstündeyiz. Daha karşıya geçmedik. Galiba bu durumu aşmak çok zaman alacak. Galiba bir kuşak değişecek. Yoksa bugün hâlâ o kavganın içindeyiz. Ötekileştirme, öncelikle Kürtlere… Türkiye’nin en büyük öteki kitlesi, Yahudiler değil, Hıristiyanlar değil. Şimdi görünen haliyle Kürtler. Kitapta, Hizmet Hareketi’nin yeni insan tipi ortaya koyduğunu anlatıyorsunuz. Bu yeni insan, ‘ötekileştirme’ mekanizmasına deva olacak mı? Olacak mı değil, olacaktır. Hizmet Hareketi’nin beni en çok heyecanlandıran yönü yurtdışındaki okullardır. Yalnız Amerika’da 200’e yakın okul var, Güney Afrika’daki okulları gördüm. Moskova’daki okulun arsasını biz temin ettik, belediyeden parasız aldık, verdik. Okul inşa edildi ve çalışıyor. Dünyanın 4 tarafında okullarda bugün yüz binlerce öğrenci var. Diplomat çocukları… O okullar, bulundukları ülkelerin en iyi okulları. Orta vadeli olarak bu okulların en önemli yönü, dünyaya Türkiye’nin pozitif yönünün gösterilmesi. Kaliteli eğitim veren birtakım insanlar. (…) 17. ve 18. asırda Rusya’da ve Polonya’da eziyetler yapılıyordu Yahudilere. (Pogronlar) Bunlar kalkıp Amerika’ya göç ettiler. Bunlar kimdi, çiftçiler, ayakkabıcılar. Yani ameleler. Ama ne yaptılar ABD’ye gelince? Çocuklarını iyi okullara gönderdiler. Onlar da çocuklarını daha iyi okullara gönderdiler. 4-5 kuşak sonra dünyanın en elit, en üretken ve en ön planda, ağırlığı hissedilen insanları Yahudiler oldu. Bugün Amerika’nın Yahudi lobisi, Türkiye’nin bile dikkate aldığı ve kavga etmek istemediği bir olaydır. Onu herkes biliyor. Ben de bunun idrakindeyim ve onları sıcak tutmaya çalışırım. Sizin orada verdiğiniz bir figür var. 14 milyon dünyadaki toplam Yahudi nüfusu. 7 milyar dünya nüfusu. Binde 2’lik bir nispete rağmen diğerlerinden daha tesirli. İsrail’i ayakta tutan da Amerika’daki Yahudi lobisi. Nobel kazananların yüzde 32’si Yahudi. Bütün bunları yan yana koyduğunuz zaman bu hareketin eğitime verdiği ağırlık çok iyi alınmış bir mesaj. Peki Yahudilerin, cemaatin eğitim faaliyetlerine bakışı nasıl? Wall Street Journal’da Hizmet aleyhine bir aptal yazı çıktı. Amerika’daki Yahudi lobisinin en önde gelen isimlerinden birini buldum Alon Ben Meir. Türkiye’ye çok gider gelir, ona rica ettim. Yazıyı yazanı yazısının yanlışlığı konusunda ikna etti. O da bir yazı daha yazdı bir hafta sonra. “Ben hata etmişim.” dedi. Yani Amerika’daki o problemi de Yahudi lobisi halletti. Neden? Çünkü hedefler aynı. Hedef, eğitmek. Dünyayı bekleyen en büyük tehlike cehalettir. Cemaatin hedefi de insanları eğitmek ve onlara kaliteli eğitim vermektir. Biz de bu yoldayız. Dünyaya eğitim hizmeti veren bir unsurun kendini ispat etme platformu oluyor bu Türkçe Olimpiyatları. Hocaefendi’nin yanlış tanıtıldığını söylüyorsunuz… ‘Öteki’lerin belki de en başında Hocaefendi geliyor. Evet Hocaefendi ötekileştirildi. Neden? O malum bir sebep. Çünkü Kemalizm rakip istemedi, rakipsiz kalmak istedi. Zaten her yerde bir tehlike görüyor…

AK Parti Grup Başkan Vekili Ahmet Aydın

Derin devlet bitmedi, Ergenekon ve Balyoz buzdağının görünen yüzü İHA ADIYAMAN AK Parti Grup Başkan Vekili Ahmet

1Aydın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın,

çalışma ofisinde bulunan dinleme cihazlarını değerlendirirken kullandığı “Derin devlet tamamen bitmedi.” ifadesine açıklık getirdi. Ülkenin Başbakan’ının çalışma ofisinde ‘böcek’ bulunmasının Türkiye’deki derin yapılanmanın ulaştığı yeri göstermesi açısından son derece önemli olduğunu belirten Aydın, AK Parti iktidarının cesaret ve kararlılıkla bütün antidemokratik yapılanmaların üstüne gitmeye devam edeceğini söyledi. Aydın, şöyle konuştu: “Ergenekon’la, Balyoz’la, diğer uzantılarıyla, darbe planlayıcılarıyla da mücadele ediyoruz. Bugün gelinen noktada zaten özellikle bu ülkede darbe yaparak cumhurbaşkanlığına kadar çıkan insanlar yargılanabiliyorsa, sorgulanabiliyorsa, darbe planlarına kalkışanlarla ilgili dava açılabiliyorsa bu sevindiricidir. Ülkedeki derin yapılanma ilk gündeki gibi değil. Yani çok ciddi başarılar

elde ettik ve bunları su yüzüne çıkardık. Ama bunlar buz dağının görünen yüzüdür. Hâlâ bitti mi derseniz? Halen bittiğine kanaat getirmiyorum. Artık bu ülkede hükümet gerçek manada hüküm etmeye başladı. Birtakım derin yapılanmaların esareti altında değil artık. Kararlı bir şekilde dik duruşuyla, bütün bunlarla mücadele etmeye devam ediyoruz. Gelinen noktayı önemsiyoruz. Bu yapılanmalara ilişkin elek altı kalmış uzantıları vardır. Ama biz kararlılıkla normalleşme sürecini devam ettiriyoruz. Demokratik adımlar atmaya devam ediyoruz.” Başbakan’ın kuvvetler ayrılığı konusundaki sözlerini de değerlendiren Ahmet Aydın, bütün kuvvetlerin yerli yerinde asli görevine dönmesi gerektiğini savunduklarını vurguladı. Aydın, “Kuvvetler birbirini baskı altına almamalıdır. Tabii ki bir eşgüdüm, işbirliği olacak ama herkes kendi görevini yapacak. Anayasa Mahkemesi tarafından ‘367 kararı’yla bir müdahale oldu. Yürütmenin görevine bir müdahale oluyor mu? Zaman zaman oluyor.” dedi.


20 GÜNDEM Kirli planların izi hard 1 disklerde çıktı

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

ALİ AKKUŞ

KÜNYE

Bilgisayarınızın başında oturmuş, internette dolaştığınızı dü şü nü n. Karşınıza irtica.org diye bir site çıkıyor. Alabildiğine tahrik edici bir ü slup içinde, ne dininiz kalıyor ne de sevdiğiniz din adamı. Bir başka siteye gidiyorsunuz, orada da aynı ü slupla etnik kökeninizden girip atalarınızdan çıkılıyor. Can sıkıntısı içinde ilgili sitelerin okur platformuna benzer ü slupla bir şeyler gönderiyorsunuz. O da ne? Kısa sü re sonra polisler kapınızı çalıyor. Hakkınızda adli takip varmış, savcılıkta ifade vermeniz gerekiyormuş. ‘Bu kadar da olmaz!’ demeyin. 5 yıl önce herkesin başına gelmesi muhtemel bir olaydan bahsediyoruz. Genelkurmay’ın Ergenekon davasını yü rü ten mahkemeye gönderdiği internet andıcı ile ilgili hard disklerde yer alan belgelerden hareketle yazıyoruz bunları. Mahkeme, sanık avukatlarının beyanlarından yola çıkarak, hü kü meti yıkmak için harekete geçirilen kara propaganda sitelerinin belgelerini istemiş Genelkurmay’dan. Gönderilen belgelerin ‘gizli olduğu ve devlet sırrı içerdiği’ cevabından sonra kozmik oda soruşturmasında olduğu gibi, bir hâkim görevlendirilmiş. Hâkim kendisine gelen 600 bini şifreli 3 milyonu aşan belge ü zerinde kısmi bir inceleme yaparak ön rapor hazırlamış. Geçen hafta gü ndeme bomba gibi dü şen bu belgeler internet andıççılarının kozmik odasını deşifre eder nitelikteydi. 2007 yılından sonra TSK’da karargâha hâkim olan bazı komutanların AK Parti hü kü metini yıkmak için millete karşı kirli bir propaganda çalışmasına başladığı görü lü yor. ‘Başlamak’ belki doğru bir ifade olmayabilir. Çü nkü AK Parti iktidarını yıkmak için 2003 yılında daha seçimden çıkar çıkmaz darbe çalışması yapanlar vardı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek darbe gü nlü klerinde “Bundan sonra artık bahriye işlerini bırakıp siyasetle uğraşacağız.” diyordu mesela. Balyoz davasında mahkûm olanlar da AK Parti iktidarını yıkmak ü zere plan aşamasında yakalanmıştı. 2007 yılında farklı yöntemlerle aynı zihniyeti devam ettirdiği görü lü yor. Peki, nasıl ve hangi yöntemleri kullanıyorlar? Bugü ne kadar internet andıcı ile ilgili davada çok fazla belge gü ndeme geldi. Ama hâkimin Genelkurmay’dan gelen hard disklerden elde ettiği belgeler, belki de hepsine bedel nitelikte. Bundan 5 yıl önce herkesin sanal ortamda gördü ğü kimi siteler meğer Genelkurmay tarafından işletiliyormuş. Mahkeme

Ergenekon soruşturmaları önemli bir aşamaya geldi. Genelkurmay Başkanlığı’nın mahkemeye gönderdiği bilgisayar hafızalarından çıkanlar ürpertici. Kullanılan metodlar kadar yakın zamana kadar kullanılması da dikkat çekici.

askerler tarafından işletilen 10 sitenin aylık izleyici sayılarına kadar her şeyi tespit etmiş. Sitelere karargâhın belirlediği kişiler tarafından binlerce belge yü klenmiş. Sorumluları her gü n hesap veriyormuş ilgili komutanlara. Burada çalışacak kişilerin de bir belirlenme şekli varmış. Bunu da yazıp kayıt altına almışlar. Şu cü mleye dikkat: “Gri ve kara yöntemleri kullanabilecek nitelikte sivil sanal ağ siteleri kurularak çalışmalıdır. İnternet siteleri ‘gü venilir kişiler’ ü zerinden ‘uygun personel’ tarafından kurulup çalıştırılarak, kurum riske edilmeyecektir.” 2007 tarihinde hazırlanmış bir belgede yer alan bu ifade, yapılanların yasalara pek uymadığını gösteriyor bize. Yasal olmayan bir yapılanmanın eylem planları da elbette yasalara uygun olmuyor. Her ne kadar silerek yok etmeye çalışsalar da askerler yaptıkları her işi kayıt altına almış. 30 Ağustos 2007’de Harekat Başkanlığı için hazırlanan bir bilgi notunda “AK Parti hü kü metine silahlı ya da silahsız mü dahalenin şartları henü z oluşmadı.” deniyor. Planın ayrıntılarında şartları olgunlaştırmak için yapılması gerekenler kalem kalem anlatılıyor. Hedefe ulaşmada internet siteleri ve Genelkurmay’a yakın bulunan gazeteciler ü zerine yoğunlaşıyor bu ekip. Hâkimin hazırladığı ön raporda ‘Bazı basın kuruluşlarına haber yaptırılması ve köşe yazısı yazdırılması’ diye bir başlık açılmış. Burada yazılanlara bakınca şü pheye yer kalmıyor. Mesela karargâhta hazırlanan bilgiler sanal bir isim ve eposta adresi kullanılarak köşe yazarları başta olmak ü zere gazetelerin önemli isimlerine gönderiliyormuş. Hâkimin tespitine göre Hü rriyet Gazetesi’nden Yalçın Bayer’e gönderilen belge Bayer tarafından başlığı ve gönderilen kişi değiştirilerek aynen yayımlanmış. Belgelerde isimleri geçen gazetecilere de ‘Sosyolog Merve Gü mü ş, Ankara’ imzasıyla başörtü sü karşıtı bir yazı gönderilmiş. Fakat bu gazetecilerin yazıyı kullanıp kullanmadığı ile

Sahibi/Publisher: Moving Media ApS Yönetim Kurulu Başkanı/Chief Executive Officer Vedat Oğuz Genel Yayın Müdürü Editor-in-Chief Kamil Subaşı k.subasi@zamaniskandinavya.dk

Haber Merkezi Redaktion Center Hasan Cücük, Emre Oğuz, Menaf Alıcı, İbrahim Kaya, Engin Tenekeci, Gürcan Sevgican, Erdal Çolak haber@zamaniskandinavya.dk

Banka bilgileri: Danske Bank: Reg nr. 3129 Kontonr. 16922552 IBAN: DK57 30000016922552 • SWIFT-BIC: DABADKKK

Grafik Tasarım Sebahattin Çelebi Reklam Advertising +45 71 51 43 85 reklam@zamaniskandinavya.dk

CVR-nr. 25065557

ÜLKE VE BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ • İsveç: İbrahim Kaya .......................................................................................... + 46 76 160 46 03 • Norveç: Ömer Fevzi İpek .................................................................................. + 47 21 39 54 57 • Finlandiya: Fahrettin Çalışkan .......................................................................... + 358 505 48 03 33 • Grönland, İzlanda: Mehmet Bayhan ................................................................ + 45 52783966 • Aarhus: Rasim Atakan ...................................................................................... + 45 42 78 93 64 • İstanbul: Salih Beşir .......................................................................................... + 90 5332 83 89 86

Reklam ............................reklam@zamaniskandinavya.dk ................................+45715 14 385 Haber: ..............................haber@zamaniskandinavya.dk Okur Hattı: ..................okurhatti@zamaniskandinavya.dk Abone: ..............................abone@zamaniskandinavya.dk ................................+4570206970 Gazetemizde yayınlanan yazı ve haberlerin yayın hakları Moving Media ApS’ye aittir. Yazı ve haberler referans gösterilerek kullanılabilir. Yayınlanan reklamların içeriğinden gazetemiz sorumlu değildir. Moving Media ApS • Holsbjergvej 41 B • 2620 Albertslund • Tlf: + 45 70 20 69 70 İnternet: www.zamaniskandinavya.dk • Baskı: OTM AVISTRYK IKAST | ISSN: 1903 6892

ilgili bir bilgi yer almıyor hâkimin ön raporunda. Rapor, sanık avukatlarında ve dolayısıyla adliyede muhabiri bulunan bü tü n gazetelerde var. Her sayfası bir manşet değerinde olan belgeler bazı gazetelerde haber olarak yer almadı. Bunun nedeni bilinmez ama bilinen bir şey var ki Genelkurmay’ın işlettiği sitelerde yer alan haberlerin bir kısmı söz konusu gazetelerin 2007 yılında yazdığı irtica haberleri ile dolu. AK Parti’yi kapatmak için Google’dan bilgi toplayan dönemin Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya bile bu sitelerden haber koymuştu dosyasına. Şu anda kapatıldığı için o sitelere ulaşmak mü mkü n değil. Ama çalıştıkları dönemde ‘vatandaşların dilek, şikâyet ve çeşitli uygulamalarına yönelik’ aktif görevler yapıyormuş siteler. Hard disklerde çıkan 1523 numaralı bilgi notuna göre, vatandaştan gelen iletiler şöyle değerlendiriliyormuş: “Alınan bu iletilerden bilgi destek faaliyetlerinde kullanılması uygun olanlar çalışmalarda kullanılmakta, adli takibi gerektiği değerlendirilenler Adli Mü şavirliğe yazı ile gönderilmektedir.” Halktan gelen kimi iletileri bir yazı ile Adli Mü şavirliğe göndermek, askerî ya da sivil savcıları harekete geçirmek şeklinde tezahü r ediyor tabii. Gelen mesajların uygun bulunanları internet sitelerinde değerlendirilirken Genelkurmay Başkanlığı’na gelen şikâyetler de tek tek toplanmış. Şikâyetlere göre gü ya halk Mart 2008’de 3 konuda rahatsızmış. Halkın AK Parti’yi ikinci kez iktidara taşıdığı gü nlerde oluyormuş bunlar. İşte proje subayı Topçu Albay Şü krü Kartal’ın adrese teslim şikâyet incelemesi: a) Vatandaşlar siyasi iktidarın faaliyetlerine dikkat çekerek, rejime yönelik endişelerini dile getirmektedirler. b) Tü rk Silahlı Kuvvetleri’nin harekete geçme zamanının geldiğini ifade etmektedirler. c) Fethullah Gü len Cemeati’nin artan çalışmalarından rahatsız olduklarını belirtmektedirler. Her biri diğerinin kötü bir kopyası olduğu görü len şikâyet mektuplarında iki gazeteci hakkında da ihbar var. Bunlardan biri gazeteci yazar Taha Akyol. Şikâyet mesajında, Akyol’un Tü rkiye’nin bir daha darbe görmeyeceğine ilişkin makalesi kaynak gösterilerek bu cesareti nereden aldığı eleştirilerine yer veriliyor.

Hakkında şikâyet olan diğer gazeteci ise bir dönem Yeni Şafak gazetesinde yazan Hakan Albayrak. Onun siyasi iktidarı devirmek için bü rokrasinin izlediği stratejilere yer veren makalesi kaynak gösterilerek, yazar ve gazetesinin siyasi iktidarın işbirlikçisi olduğu belirtiliyor. Özellikle yazarın ‘27 Mayıs İhtilali’ni yapanlara karşı ü slubu, sert şekilde eleştiriliyor. İşin ilginç yanı her biri saçma iddialarla dolu bu şikâyetleri içeren bilgi notunun altında, iki albay ve bir tü mgeneral ismi var. 3 milyonu aşkın belgede daha neler çıkacağını tahmin etmek zor. Ancak kısmen incelemeyle deşifre olanlar arasında insanın aklına gelmeyecek ‘hainlikler’ var. İktidarın toplumla olan ilişkisini kesmek için hedefe koydukları kişi ve grupları itibarsızlaştırmak adına her tü rlü planı yapmışlar. Mesela 2007 yılında aynen şunu yazıyorlar: “Hedef olarak alınan kitle içerisinden ayrılan veya tasfiye edilen ve kamuoyu yaratma özelliklerine sahip bulunan kişiler çeşitli şekillerde desteklenerek aktif hâle getirilebilirler. Bu suretle kamuoyu çok yönlü olarak yönlendirilebilir. Örneğin irticai unsurlardan ayrılmış ü st dü zey teorik bilgiye sahip kişi çeşitli medya organlarında programa çıkartılabilir. Kitap yazdırılabilir, yazdığı kitaplar satın alınmak ü zere desteklenebilir.” Bu tü r kitaplara proje kitaplar deniyor. Ergenekon sanığı Ergun Poyraz bu kitapların başyazarıydı. Yazdığı kitaplarda yer alan bilgilerin askerler tarafından hazırlandığını bilmeyen kalmadı. Fakat daha sonra gü ndeme gelen ve hâlâ tartışmaları sü ren kitapları da unutmamak gerekiyor.

MHP’yi yönlendirmede kullanılacak general AK Parti’ye karşı yapılacak psikolojik harekat planında alınacak tedbirler ve yapılacak olanlar ayrıntıları ile anlatılmış. Planda MHP’yi de unutmamışlar. İşte bu parti ile ilgili yazdıkları: “TSK’nın savunduğu görüşleri AKP dışındaki partilerin de savunması için bu partilerin karar verme mekanizmalarına etki edecek dolaylı ilişkiler tesis edilmelidir. (Örneğin MHP’nin yönlendirilmesinde Adana Milletvekili E.Tuğg. K.A. kullanılabilir.) Bu kapsamda anılan partilerin uyguladığı politikalar medya önünde eleştirilmemeli ve karşıt diyaloglara girilmemeli. Üst düzeyde ayrıca planlanmalı.”


21 GÜNDEM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Kumrular: “Müslüman evlerinin ahşaptan ve topraktan yapılmasını bile İslam’la karşılaştırıyorlar. Müslümanların, “Topraktan geldik toprağa gideceğiz” anlayışına bağlıyorlar. Sosyal hayattaki farklar onları çok rahatsız ediyor. Mesela bir seyyah için masada oturup yemek yiyememek çok güç bir durum. Geri döndüklerinde nahoş şeyler anlatıyorlar. “

‘Avrupa’nın kolektif hafızasında İslâm korkusu var’

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Kumrular, yeni kitabında Avrupa’daki Türk korkusundan sonra bu kez de İslam korkusunu anlatıyor. Kumrular’a göre, Avrupalıların Müslümanlarla yaşamaktan pek hoşlandığı söylenemez. SAMET ALTINTAŞ Batı, sadece silahlı değil, kültürel

1İslam’dan da rahatsız. Bizdeki ‘ga-

vur’ imgesinin hastalıklı olmadığına dikkat çeken Kumrular, “Avrupa’nın öteki algısı daha sert.” diyor. İslam korkusu ilk ne zaman başladı? Arapların İspanya’dan çekilmesi ile başladı. Sicilya’daki 9. yüzyıldaki Arap istilasından günümüze kalan kronikler, İslam korkusunun ilk ciddi örnekleri. Yükselen bir grafik ile de arttı bu korku. Türklerin Avrupa’da görünmesi ise korkuyu derinleştirdi. Şövalye romanslarındaki Müslüman figürünün yüzyıllar içinde geçirdiği evreyi izlersek, İslam korkusunun ivmesini de yakından takip edebiliriz. Müslüman=Türk mü Avrupa’nın zihninde? O kavram aslında çok karışık. Haçlı Seferleri’nin başlamasıyla bir Serazen kavramı oluşuyor. Bu nosyonun içine Türkler de giriyor belli bir dönem. 13. 14. ve 15. yüzyılda zaman ilerledikçe Türk ve Müslüman aynı anlamda kullanılmaya başlıyor. “Türk olmak” (Turn Turk, tornarse turco) diye bir tanım var Batı literatüründe. Aslında Türk olmak, Müslüman olmak demek. Avrupa, Türkleri gerçekten tanıyor mu peki? O dönemde Avrupa ne Türkleri ne de Müslümanları tanıyor. Bunun en güzel örneğini de Erasmus veriyor. Türkler üzerine yazdıklarını okursanız dehşete düşersiniz. İslam ve Türkler üzerine yanlış bilgileri ve kavram kargaşası var. Avrupa’da hümanizmanın en parlak figürlerinden biri olan Erasmus’un Müs-

lümanlar hakkında hiçbir şey bilmediğini görüyorsunuz. İslam algısı nasıl Hıristiyan Batı’nın? Korkunç… Türkler, onların zihninde Martin Luther’in deyişiyle Tanrı’nın cezası. Tüm Hıristiyanlık bölümlerinde Müslümanların Tanrı’nın cezası olduğu savını görürüz. “Kibirli düşmanlar” olarak adlandırılıyor Türkler… Bu, Araplar değil daha çok Türkler için kullanılan bir tanım. Haçlı Seferleri ile yayılan bir anlayış, bir korku var Avrupalının zihninde. Kibir, aslında Osmanlı’nın diplomatik alanda geliştirdiği bir kavram, hayli de başarılı. Avrupalı seyyahlar bilhassa İstanbul’a geliyorlar. Algılarında bir değişme söz konusu mu? Değil. Müslüman evlerinin ahşaptan ve topraktan yapılmasını bile İslam’la karşılaştırıyorlar. Müslümanların, “Topraktan geldik toprağa gideceğiz” anlayışına bağlıyorlar. Sosyal hayattaki farklar onları çok rahatsız ediyor. Mesela bir seyyah için masada oturup yemek yiyememek çok güç bir durum. Geri döndüklerinde nahoş şeyler anlatıyorlar. Avrupa’nın şu anki bakışı nasıl, İslam korkusu devam ediyor mu? Maalesef ediyor. Ve biz Müslümanlar bunu provoke ediyoruz. Türklerin ve Müslümanların yaşadığı ülkelerde ister

istemez gerginlik oluyor. İbadet şekillerimiz onları rahatsız ediyor. Mesela İspanya’da yaşadığım sürede Türkiye ile ilgili hep kötü haberler geliyordu. Dezenformasyon değildi; ama olumsuz haberler yansıtılıyordu.

daha sert. Üstün olduğumuz dönemlerde ‘kefere’yi, küffâr’ı keskinleştirmedik. Avrupa’nın arşivlerinde, edebî türlerinde Müslümanlar hep kötü. Bir örnek olarak Balkanlar’ı alırsak Kosova’da yaşadıkları hezimetin hafızalarını çok etkilemiş olduğunu görürüz.

İslam karşıtlığının en yüksek olduğu ülke hangisi? Danimarka şu an. Karikatür krizinden doğan bir tepki. Ufak ufak patlamaya hazır kıvılcımları olaya dönüştürüyor, her iki taraf da.

Batı İslam’dan her zaman korktu mu? İslam korkusu ilk olarak Bizans topraklarında başladı. Önce Suriye topraklarında, daha sonra da Cebelitarık ve Kuzey Afrika’ya sıçrayan Araplarla devam etti. Kesin bir yüzyıl vermek gerekirse 8. yüzyıl diyebiliriz. Bugün Fransa içinde Tours şehrinden Müslüman Arapların İber yarımadasına doğru geri püskürtülmeleri ile başlayan gerginlik sürekli devam etti. İber yarımadası sakinleri İslam’dan hep korktular. Üç dinin mutluluk içinde yaşadığı romantik bir görüş. Sadece birkaç kitap okuyarak konunun derinlerine inmeyenlerin uydurdukları genel söylemler bunlar. Romanslardan, atasözlerinden, şiirlerden, kahramanlık destanlarından örneklere göz atsalar yeter.

‘Anadolu İslamı’nın İslamiyet’in bir karşılığı var mı zihinlerde? Batı, sadece silahlı değil kültürel İslam’dan da korkuyor. Müslümanlarla beraber yaşamaktan çok hoşlandıklarını söyleyemem. İslam’la birlikte gelecek kültüre de hazır değiller. Avrupa kadına, topluma, hayata kendileri gibi bakmayan kültürlerle birlikte yaşamanın doyma noktasına gelmiş durumda. Patlamalar ve çatlaklar başladı. Bunun en güzel örneği İspanya.

Batının ‘öteki’ algısı daha sert Müslümanların, ‘gâvur’ anlayışı hastalıklı değil mi? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Saldırgan bir kâfir imgesi bizim hafızamızda çok uzun bir süre yaşamıyor. Gâvurdan çok hoşlanmıyoruz; ama kötü de davranmıyoruz. Batı’nın öteki algısı

Kitapta da yer alan Kosova-İstanbul-Mısır bu yüzden mi önemli? Evet…

Peki, siz hiç korkuttunuz mu Avrupalıları? Benden hiç korkmadılar. Tam tersi Türk olduğum için muhabbetle karşılaştım. Çok şanslıyım. Onların dillerini bildiğim ve her kültürde kendimi evimde hissettiğim için her zaman saygı ve akıl almaz bir şefkatle karşılaştım. Onların da güdüsü yok olmak üzere. Dolayısıyla bir Müslüman olarak değil, bir Türk olarak bakıyorlar.


22 DÜNYA Demokrasi… Bukra inşallah!

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Diktatörleri devirip baskıcı rejimleri hizaya çekse de Arap Baharı demokrasi inşasında bekleneni veremedi. Mısır ve Tunus’ta bile dönüşüm dinamiğini yitiren süreç, devrim içinde evrilse de ümitlendirmiyor. MESUT ÇEVİKALP Tunuslu diktatör Zeynel Abidin

1bin Ali, olacakları öngörebilse sey-

yar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasına göz yumar mıydı? Ya Hüsnü Mübarek… Tahrir’de toplananlar için sarf ettiği “Bunlar birkaç çapulcu!” sözünün arkasında mıdır hâlâ? Libya’nın demir yumruğu Muammer Kaddafi, gizlendiği çukurda yakalandığında “Ben size ne yaptım!” diyebilmişti. Yıllarca sorgusuz infaz emri veren Kaddafi, son ana kadar linç edileceğine ihtimal vermemişti… Yemenli aşiretleri birbirine kırdırarak 33 yıl iktidarda kalan Ali Abdullah Salih koltuğunu bırakır mıydı bombalı saldırıya uğramasaydı? Tunuslu bir seyyar satıcının iki yıl önce kendini yakarak ateşlediği isyan ateşi, dört diktatörü devirmekle kalmadı, domino etkisiyle önce Kuzey Afrika, ardından Arap Yarımadası’na ulaşarak onlarca rejimi etkiledi… Mart 2011’de ulaştığı Suriye’de de rejimi devirmek üzere. Halkın demokrasi taleplerini babası Hafız Esed gibi silahla bastırma yolunu seçen, 40 bin sivili katleden Beşşar Esed’in günleri de sayılı artık… Afrika ve Arap coğrafyasında daha fazla özgürlük, iş ve aş isteyen milyonları sokağa çeken Arap Baharı inisiyatifi üçüncü yılına girdi. Geçen iki yılda 40 bini Suriye’de, yaklaşık 50 bin insan yaşamını yitirdi. Sadece Tunus, Mısır ve Libya’da 150 milyar dolarlık maddi kayba yol açtı. Ne Avrupa’daki kanlı ihtilallere ne de Orta Asya’daki devrimlere benzeyen, her ülkede farklı dinamiklerle ilerleyen Arap Baharı bilinmezliklerle örülü. Cezayir, Ürdün, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn’i sarsan; İran, Arnavutluk ve Ermenistan’ı etkileyen sürecin Suriye’nin ardından ne yöne ilerleyeceği meçhul mesela. İki yıl zarfında inisiyatifin kaynağı da netleştirilemedi. İç dinamikler çerçevesinde, asırlardır ezilen halkların demokrasi mücadelesi görenlerin yanında, yaşananları ‘Batılı güçlerin eskimiş Ortadoğu-Afrika vitrinini değiştirme’ operasyonu olarak değerlendiren de var. Libya, Mısır, Tunus ve Yemen’de seçimle koltuğa oturan liderlere rağmen normalleşmenin yaşanmaması, hatta ekonomik ve siyasi istikrarın geriye gitmesi, sürece haricî gözle bakanların elini güçlendirmiyor da değil. Ne Tunus ne Mısır ne Yemen ne de Libya’daki muhalifler memnun gidişattan. İki yıl önce diktatörlüklere karşı canları pahasına meydanlara çıkan kitleler, siyasi ve toplumsal hayatı derinden etkileyen sürecin meyvelerinin gecikmesini kabullenemiyor. İkinci yıl dönümünde, Tunuslu muhalifler, seçimle gelen Cumhurbaşkanı Munsif Marzuki’yi devrimin doğum yeri Sidi Buzid’de taşlarken; Mübarek’in devrildiği Tahrir’de toplanan Mısırlılar da askeri yeni yetkilerle donatan, yeni anayasayı kendince yorumlayan, vadettiği istikrarı sağlayamayan Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi yuhalıyorlardı. Yemen ve Libya’daki muhalifler vesayetçi kanatla çatışmayı bırakıp geçiş sürecine giremediler bile! Meydanlarda ilk günlerde duyulan demokrasi heyecanı yok artık. Her geçen gün de Arap Baharı’na dönük hayal kırıklığı ve şüphe artıyor. Verilen onca kurbana karşın iş ve aşa ulaşamayan kitleler, ‘devrimcileri devirme’ sin-

yalleri veriyor. Yeni liderler de halkın taleplerine kulak kapamış durumda. Daha fazla demokrasi, daha fazla iş ve aş isteyenlere verdikleri cevap bir: “Bukra inşallah (yarın inşallah)”… Arap sokağı ‘bukra inşallah’ın olumsuz anlamını iyi biliyor elbette. Türkçeye çevirirsek, ‘Bugün git, yarın gel’… Yani, demokrasi mi istiyorsun? Bugün gelemez, belki yarın! Wikileaks kriptoları Türk hükümeti açısından Arap Baharı ve sonrasında yaşanan sancılı devrimler, tarihin normalleşmesi bir bakıma. Ancak kapalı kapılar arkasında konuştuğunuzda “Yolun sonunu hâlâ göremiyoruz.” değerlendirmesiyle karşılaşıyorsunuz. Çünkü Ankara, bahara, devrimlere ve dahi bozulan denklemelere hazır değildi. Amerikalı diplomatlar gibi çalışmamıştı Arapça bilmeyen elçilerimiz. Ajanlarımız Batılı ajanlar gibi açık değildi tabandan gelen sinyallere. Wikileaks kriptolu diplomatik mesajları yayınlamasa Washington’un da uyuduğunu düşünebilirdik. Ancak onlar biliyordu. İngilizler de… 2 yıl önceden çalışmaya başlamışlardı gelmekte olan krizi. Alternatif isimleri Batı başkentlerine taşıyıp eğittiklerini de okuyoruz bugünlerde… Sürecin öngörülen çerçevede ilerlemediği, kendi mecrasında yol aldığı tartışma götürmez bir gerçek. Mısır’da sandıktan Batı’nın arzuladığı liberal aday Muhammed El Baradey değil, tam tersine Müslüman Kardeşler’in desteklediği Muhammed Mursi çıktı. Gerçi bu durum Mursi’nin Amerika’da yaşadığını, California Üniversitesi’ndeki hocalığını, orada kurduğu dostlukları ortadan kaldırmıyor. Yemen’de de durum farksız. Ali Salih koltuğunu Batı’nın da onayıyla bıraktı yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’ye… O günden bu yana Yemen de ciddi bir dönüşüm sürecine giremedi elbette. Tunus, Libya ve Cezayir’de de eski vesayetçi yapıya set çekilemedi. Normalleşme süreci bu yapıların direnişinden ötürü ilerleyemiyor hâliyle. Arap Baharı’yla gelen kısmi değişim de önemli elbette. Eski diktatörlüklerin iki yılda Avrupa standartlarında demokrasi ve refaha ulaşmalarını beklemek hayalcilik olur. Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiği düşünüldüğünde söz konusu devletlerin onlarca yıla ihtiyaç duyduğu görülebilir. Ülkelerin yönlerini demokrasiye çevirmeleri, şaibeli de olsa düzenlenen seçimler yadsınamaz değerde. Ancak devrilen vesayetçilerin oluşturduğu boşluğu Selefilerin dolduruyor ol-

ması, dönüşüm sürecinin bizzat devrimcilerin eliyle riske sokulması anlamına geliyor. Yeni temelin oturmadan üzerine yapılacak ulus-devlet inşasının ‘suni depremlere’ dayanamayacağı da ortada. Durum, sokaktaki Arap’ın dediği gibi: “Hurriyyah (Özgürlük)? Bukra inşallah!” Peki, Arap Baharı ile rejimi değişen ülkelerde ne değişti? TUNUS Zeynel Abidin bin Ali’nin 23 yıllık iktidarından vazgeçerek Suudi Arabistan’a kaçmasının ardından (14 Ocak 2010) başlayan dönüşüm süreci yavaş ilerliyor. Eski rejimin geçici hükümette rol alması değişim arayışlarını kesti. 23 Ekim’deki seçimlerde yüzde 41 oy oranıyla iktidara gelen muhafazakâr EnNahda Partisi, laik ve liberal kesimlerle orta yolda bulaşamadı. Demokratik parlamentosunu ve hükümetini seçen, cumhurbaşkanını atayan Tunuslu devrimciler anayasada tıkandı. Ülkede etkilerini artıran Selefiler yeni anayasayı radikalleştirme çabasında. İkinci yılına giren hükümet vadettiği ekonomik, sosyal reformları hayata geçiremedi. İşsizlik hâlâ had safhada. Mecliste kadın vekillerin sayısı artsa da bu oran bakanlılara yansımadı. MISIR 30 yıllık Hüsnü Mübarek döneminin 12 Şubat’ta sona ermesinin ardından iktidarın askerden sivillere geçmesi bir hayli zaman aldı. Tahrir’de göstericilere destek veren Yüksek Askerî Konsey, iktidarı sivillere kolayca bırakmadı. 28 Kasım’daki seçimleri kazanan Müslüman Kardeşler, askere karşı durarak oturdular koltuğa. Ancak devrimcilere karşı vesayet yanlılarının karşıt gösterileri hiç dinmedi. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi istikrarı sağlayabilmek için önce kendini, olmayınca askeri özel yetkilerle donattı. Selefilerin de etkisiyle anayasayı halk tabanında tartışılmadan referanduma götürdü. Halkın çoğunluğu onay verdi değişime. Ancak ülkedeki Hıristiyan, Kıpti ve liberallerle kurulan devrim bağları koptu. Ülke kutuplara ayrıldı. Gözler şimdi Mursi’nin parlamento seçimleri konusunda atacağı adımlara çevrildi. Bu aradan yeni Mısır ekonomik açıdan da kötüye gidiyor. İşsizlik hâlâ çok, sokakların güvenliği de sağlanamadı. LİBYA 40 yıllık rejim, Muammer Kaddafi’nin Sirte’de linç edilmesiyle (20 Ekim 2011) son buldu. Diğerlerinden farklı olarak uluslararası toplum Libya’daki devrime müdahil oldu. BM Güvenlik Konseyi’nden 17 Mart’ta çıkan kararla önce Fransa, ardından NATO

koalisyonu Kaddafi güçlerini bombaladı ve muhaliflerin iktidarı ele almalarını sağladı. Ancak Kaddafi sonrası muhalifler kendi aralarında rant savaşına girdi. Geçici hükümet 4 ayda güçlükle kurulabildi. Kaddafi sonrasında devlet yapısı, askerî ve ekonomik kapasitesi çöken ülkeyi yeniden inşa etme süreci oldukça yavaş ilerliyor. Ülkedeki silahlı Selefi gruplar her geçen gün güçleniyor. Bunu Bingazi ABD Konsolosluğu’na düzenledikleri kanlı baskınla gösterdiler. Halkın silahlı olması, kabilecilik anlayışının varlığını koruması, aşılması gereken diğer sorunların başında geliyor. Zengin yer altı kaynakları ile verimli araziler, Libyalı devrimcilerin dönüşüm için ellerindeki en büyük şans. YEMEN 33 yıllık dönem, 3 Haziran 2011’de hayatına kasteden bombalı saldırının ardından Ali Abdullah Salih’in Suudi Arabistan’a gidişiyle son buldu. Bir müddetAmerika’da yaşayan Salih, Şubat 2012’de yapılan seçimlerin ardından Yemen’e dönüp görevini yardımcısı Abdurrabu Mansur El Hadi’ye devretti. Amerika’nın yeşil ışık yaktığı bu devirteslim muhalifleri memnun etmedi. Zira Salih’e sadakatiyle bilinen Hadi’nin ülkeyi reform sürecine sokması beklenmiyor. Bunun yanında, Salih’in de katkısıyla aşiretler arası çatışmalar ile El Kaide tehdidi artıyor. Ülke üzerinde İran-Suudi Arabistan kapışması da sürüyor. 25 milyonluk ülkenin, boşalan hazinesiyle, artan terör saldırıları gölgesinde dönüşüme girmesi pek öngörülmüyor. BAHREYN İsyan dalgası Körfez ülkesi Bahreyn’e 2011 başında ulaştı. Sünni hanedanlığın altında ezilen Şii çoğunluk rejim karşıtı protestolar düzenledi. Taşkınlığın kendine ulaşacağını hesap eden Suudi Arabistan yönetimi Sünni yönetime destek için asker gönderdi. Muhalefet şiddetli çatışmalarla bastırıldı. Şimdilik devrim başka ‘bahara’ tehir edildi. CEZAYİR Aralık 2010’da 8 muhalifin ölümüyle başlayan gösteriler Devlet Başkanı Abdulaziz Buteflika’nın etkili taktikleriyle yayılmadan dindi. Buteflika, 19 yıllık olağanüstü hâli kaldırsa da bunun dışında herhangi bir reforma girişmedi. Gösterilerin ardından düzenlenen seçimlerde, muhafazakâr partiler oy oranlarını artırsa da sandıktan ülkeyi 50 yıldır yöneten Ulusal Bağımsızlık Cephesi’nin çıkması muhaliflerin direncini kırdı. İşsizlik, yolsuzluk ve enflasyona rağmen Arap Baharı Cezayir’i ‘es’ geçti. SURİYE Arap Baha-rı’nın en sancılı yaşandığı ülke Suriye oldu. Mart 2011’de başlayan ve henüz devam eden süreçte en az 40 bin kişi yaşamını yitirdi. Suriyelilerin değişim çıkışını kaba güçle bastırma yoluna giden Beşşar Esed ülkeyi harabeye çevirdi. Reform söylemi de asılsız çıktı. Göstermelik anayasal değişiklikler ve 40 yıl sonra düzenlenen suni seçimler de halkı tatmin etmedi. Rusya ve Çin’in karşı duruşu, İran’ın desteğiyle uluslararası müdahale çabalarının akim kaldığı ülkede yaşanan iç savaş Suriye’nin tüm altyapısını harap etti. Yaklaşık 500 bin Suriyeli başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığındı. Kasımda Katar’da kurulan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ülkenin meşru tek temsilcisi olarak tanındı. Ordu ile istihbaratı dağılan Esed rejiminin 2013 ortalarına kadar devrilmesi öngörülüyor.

Sürecin öngörülen çerçevede ilerlemediği, kendi mecrasında yol aldığı tartışma götürmez bir gerçek. Mısır’da sandıktan Batı’nın arzuladığı liberal aday Muhammed El Baradey değil, tam tersine Müslüman Kardeşler’in desteklediği Muhammed Mursi çıktı.


23 DÜNYA

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Joost Lagendijk

Niye Türkler kendi diskolarını açıyor?

Almanya'nın önde gelen yardım kuruluşundan Der Paritaetische Başkanı Dr. Ulrich Schneider

Kriz Almanya'yı da vurdu, yoksulluk rekor seviyeye yükseldi CİHAN BERLİN Almanya'nın önde gelen yardım kuruluşundan Başkanı Dr. Ulrich Schneider, "Kriz Almanya'ya ulaştı. Yoksulluk rekor seviyede." dedi. Dederal basın evinde 'Yoksulluk Raporu 2012'yi tanıtan Schneider, Almanya'nın dünyanın en zengin 5 ülkesinden biri olduğuna dikkat çekti ve yoksulluğu önlemek için hemen adımlar atılmasını talep etti. Dr. Ulrich Schneider, asgari ücret, işsizlik parası Hartz IV'ün yükseltilmesi ve geliri dar vatandaşlara yapılan kira yardımıyla ilgili yasanın reforme edilmesini istedi. Almanya'da yoksulluk oranının ilk kez yüzde 15 oranını geçtiğini söyleyen Schneider, yaklaşık 12,4 milyon kişinin yoksulluğa maruz kaldığına dikkat çekti. Araştırmayı mutat olarak yaptıklarını ifade eden Schneider, 2006 yılından bu yana yoksulluk oranının giderek arttığını ifade etti. Eyaletler düzeyinde bakıldığında Almanya'nın yoksulluk haritası üçe bölünmüş durumda. Güneyde Baden-

1Der Paritaetische

Württemberg ve Bavyera eyaletlerinde yoksulluk oranı yüzde 11'lerdeyken, Saksonya-Anhalt, Berlin, Mecklenburg-Vorpommern ve Bremen'de bu oran yüzde 20'yi geçmiş durumda. Ülkedeki 390 bin hane üzerinde yapılan araştırmaya göre, Ruhr havzası ile Berlin'deki gelişmeler kaygı veriyor. Almanya'nın en kalabalık nüfuslarına sahip olan bu yerleşim yerlerinde yoksulluk her yıl en az yüzde 1,5 oranında artıyor. Almanya'nın daha fazla zaman kaybetme lüksü olmadığını vurgulayan Schneider, işsizlik oranının azalmasına, Gayrı Safi Milli Hasıla'nın artmasına, insanların iş-güç sahibi olmasına rağmen yoksulluk sorunun arttığına dikkat çekti. Asgari ücret ve işsizlik parasının artırılması gibi önlemler alınması gerektiğini söyleyen Schneider, "Bunlar hemen yapılması gerekenler. Bu önlemler ilk başta 10-20 milyar Euro'ya mal olacak. Bu çok para, ama bu para bizde var." dedi. Almanya'nın dünyanın en zengin 5 ülkeden biri olduğunu ifade eden Schneider, adil gelir paylaşımı ve zenginlere daha fazla vergi talep etti.

AB’den Türklere vize muafiyeti Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'ndan Türklere kısmi vize

1muafiyeti geldi. Komisyon, hizmet sunan Türk vatandaş-

larına sadece Almanya, Hollanda ve Danimarka'ya vizesiz girebilmesine karar verdi. Uzun süredir Türk tarafın talebi olan AB'den vize muafiyeti konusunda olumlu bir gelişme yaşandı. AB Komisyonu, hizmet sunan Türk vatandaşlarının Almanya, Hollanda ve Danimarka'ya vizesiz girebileceğini bildirdi. Bu çerçevede Schengen sınır kapılarının uyarıldığı kaydedildi. Hizmet sunmak için vizesiz seyahat etme hakkı elde eden Türk vatandaşlarının Almanya'da 2 ay kalmasına izin verilirken, Hollanda ve Danimarka'da 3 ay kalabilecek. Schengen ülkelerinden sadece Almanya, Hollanda ve Danimarka'yı kapsayan kısmi vize muafiyeti ticari taşıt sürücülerini, satılan bir mal ya da imzalanan bir sözleşme nedeniyle kurulum, bakım ya da onarım yapacak şirket çalışanlarını, ücret karşılığında sanatsal, bilimsel ve sportif faaliyetlerde bulunanları kapsadığı kaydedildi. Öte yandan hizmet sunmak için bu ülkelere karayolu ile gelecek Türk vatandaşların transit geçecekleri ülkelerden vize almaları gerektiği uyarısı yapıldı. AB Komisyonu ayrıca Almanya, Hollanda ve Danimarka'nın Türkiye'deki konsolosluklarına vize başvurusu için gelenlerden hizmet sunumunda bulunanlara vize vermek yerine vizesiz seyahat hakları konusunda bilgi verilmesini istedi. Belirli bir hizmet sunmak için Avrupa Birliği'ne gelen Türk vatandaşlarının vizeden muaf tutulması farklı anlaşma ve mahkeme kararları ile kayıt altına alınmasına rağmen bugüne kadar çeşitli sebepler ileri sürülerek vize muafiyeti hayata geçirilmemişti. CİHAN

Çoğu 50 yıl önce gelmeye başlayan kayda değer göçmen nüfusuna sahip pek çok Avrupa ülkesinde hâlâ önemini koruyan bir soru var: Bunca yıldan sonra, Hollandalı ya da Alman doğanlar ile Türkiye gibi ülkelerden gelen göçmenler, toplumsal ve kültürel açıdan yakınlaşarak birlikte büyüyebiliyor mu? Yanıt evetse, ekonomik açıdan zor zamanlardan geçen toplumların istikrarı ve birlikberaberliği için iyi haber. Eğer değilse, aynı devletler, etnik veya kültürel fay hatlarıyla bölünmüş olarak, 21’inci yüzyılın güçlükleriyle baş etmekte zorlanacak. Geçen hafta hükümet politikalarının her alandaki toplumsal yansımalarını araştıran bir hükümet kurumu olan Hollanda Toplumsal Araştırma Enstitüsü (SCP), ‘Birlikte daha yakın?’ başlıklı bir rapor yayımladı. Rapor Hollanda’daki Batılı olmayan göçmenlerin sosyo-kültürel konumunu ele alıyor. İncelenen başlıklar arasında toplumsal temaslar, din, Hollanda ile bağlar, kadınların konumuyla ilgili görüşler ve kürtaj ya da ötanazi gibi etik meselelere bakış açıları var. Entegrasyonun toplumsal bağlamı da mercek altına alınıyor: Göçmenler kabul gördüklerini hissediyor mu ve ayrımcılığa uğrama tecrübesinden geçiyor mu? Varılan temel sonuçları özetleyeyim: Hollanda’nın yerlileri kendi içlerine, sadece kendilerine bakmayı ve hep göçmenlerle aralarındaki farklılıklara odaklanmayı kesmeli. Göçmenler de kendi cemaatlerine ‘kapanma’ yönünde giderek artan eğilimlerini bırakmalı. Hollanda’daki dört büyük göçmen grubu (köken ülkeleri Türkiye, Fas, Surinam ve Antiller olanlar) içinde, rapora göre, “Türkler güçlü iç birliği olan görece kapalı bir grup oluşturuyor. KendiFaslılar ile Türkiyelilerin maruz kaldıkları önyargılar lerini köken gruplarıyla güçlü bive hoşgörüsüzlüğe genelde çimde özdeşleştiriyorlar ve çoğu farklı tarzda tepki vermeleri Türkiye’deki aileleri, dostlarıyla süde ilginç. Klasik örnek, genç rekli teması koruyor. Son yıllarda Hollanda diline daha hakim hale erkek göçmenlerin gelseler de, Faslı gruba kıyasla Holkendilerini içeri almak istemeyen diskolarda kötü landacada daha az yetkinler. Pek çok Türkiyeli göçmen, Hollanmuamele görmesi. Bu da’daki toplumsal iklim konusunda durumda Faslıların çoğu karamsar. Din önemli ama Türkiyeli şikâyet eder ve bazen de kavga çıkarmaya çalışırken, Müslümanlar Faslı Müslümanlar kadar katı kuralcı ve dinî davranışTürkler kendi diskolarını larla meşgul değil. Kadının konumu kurma yoluna gidiyor. konusunda Faslı muadillerine kıyasla genelde Türkiyeli göçmenlerin daha modern görüşleri var.” Araştırmanın yazarlarından biri, ‘entegrasyon paradoksu’ dediği bir fenomeni aktarıyor: İkinci ve üçüncü kuşaklar kesinlikle daha iyi entegre olmuş durumda, yani Hollanda toplumundaki göç ve entegrasyon tartışmalarını anne-babalarından, büyükanne-babalarından daha iyi takip ediyorlar. Hollanda toplumunun önemli kesiminde süregiden ayrımcılığı gören ve hisseden gençler, bundan rahatsızlık duyup hayal kırıklığına uğrayarak, ikinci ya da üçüncü kuşak göçmenlerden beklenenden çok daha fazla kendilerini Türk ya da Faslı hissetmeye başlıyor. Faslılar ile Türkiyelilerin maruz kaldıkları önyargılar ve hoşgörüsüzlüğe genelde farklı tarzda tepki vermeleri de ilginç. Klasik örnek, genç erkek göçmenlerin kendilerini içeri almak istemeyen diskolarda kötü muamele görmesi. Bu durumda Faslıların çoğu şikâyet eder ve bazen de kavga çıkarmaya çalışırken, Türkler kendi diskolarını kurma yoluna gidiyor. Geniş çaplı araştırmayı okurken, anlıyorsunuz ki, göçmenlerin Avrupa toplumlarına entegrasyonu meselesi kolay kolay ortadan kalkmayacak. Tüm göçmenler için geçerli kolay bir çözüm yok. Görmüş geçirmiş eski Amsterdam şehir meclisi üyesi ve şimdi de Hollanda’nın entegrasyondan sorumlu bakanı Lodewijk Asscher, göçmen toplulukları arasındaki muazzam farklılıkların altını çiziyor. Bir yandan bireysel başarı öyküleri var, mesela 15 yaşındayken Fas’tan Hollanda’ya gelen Ahmed Aboutaleb bugün Rotterdam Belediye başkanı. Diğer yandan Türkiyelilerle Faslıların büyük kısmı, hâlâ kendilerini evlerinde hissetmiyor ve halihazırdaki ekonomik krizin etnik topluluklar arasındaki ilişkileri daha da gereceğinden korkuyor. Tamam, göçmenlere kendi içinde uyumlu tek bir grup muamelesi yapmak yanlış. Ama yerlilerin çoğu herkesi bir araya getiren bağlara değil, birbirinden ayıran farklılıklara odaklanmayı sürdürdüğü müddetçe, Türkiyeli ve Faslı bireylerin çoğunluğunun kendilerine sunulan fırsatları değerlendirmelerine ve kendilerini toplumun saygı gören bir parçası olarak hissetmeleri zaman alacak, hem de çok zaman. j.lagendijk@zaman.com.tr


24KÜLTÜR

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Bosna-Hersek’te üç cumhurbaşkanı, 98 parti ve 3 bin milletvekili bulunuyor. Çok uluslu bir yönetim tarafından idare edilen Bosna topraklarındaki etnik serpiştirmeler, rehberimizin dediğine göre, yeni patlamalara sebebiyet verebilirmiş. Hersek bölgesinin ana kenti Mostar da bu kıvılcımların tutuşacağı yerlerden biri.

SAMET ALTINTAŞ Tabiri bugün de devam eden bir

1rüyanın peşinden giriyoruz Bos-

Bu coğrafyanın Avrupa’da ikinci bir Endülüs’ü yaşadığı çok belli. Sırpların vandalizmi, sokakların suskun çehresine sinmiş gibi. Buna rağmen genelde bahar ve yaz aylarında gezilmesi tercih edilen BosnaHersek, kışın da bir hayli davetkâr görünüyor.

alıyor. Başta kıymalısı olmak üzere peynirli, ıspanaklı ve yoğurtlu börekler, bizim genelde kebap yaparken kullandığımız ocakta pişiyor. Afiyetle yenilen yemek sonrası Moriç Han’da Türk kahvesi içmeyi de ihmal etmeyin. Ferhadiye Caddesi Avrupaî tarzda inşa edilmiş mağazalar ve kafelerle dolu. Genelde kadınların oturduğu pastaneler ise çok şık dekore edilmiş.

na’ya. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmed, Bosna’yı fethetmeden yahut buraya geldiği zaman rüyasında başta Peygamber Efendimiz olmak üzere Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi görür. Fatih’in ‘Zamanımızın Ebu Hanife’si’ dediği Molla Hüsrev, sabah tabirde bulunur. Buna göre; Boşnakların Ebubekir Efendimiz gibi sadık, Osman Efendimiz gibi edepli ve Ali Efendimiz gibi de cesur olacaklarını söyler. Rüyada, Hz. Ömer’in görülmemesini ise şöyle açıklar: “Bu topraklara adalet hiçbir zaman gelmeyecek.” Nüans Tur’un tertip ettiği gezi vesilesiyle gittiğimiz Bosna-Hersek’te dikkatimizi birkaç şey çekiyor ilk bakışta: Savaştan çıkmış bir ülke olmalarına rağmen toparlanmaları, katliamın izlerinin bazı binalarda ibret için bırakılması ve ezanların hüzünlü bir seste okunması. Bu coğrafyanın Avrupa’da ikinci bir Endülüs’ü yaşadığı çok belli. Sırpların vandalizmi, sokakların suskun çehresine sinmiş gibi. Buna rağmen genelde bahar ve yaz aylarında gezilmesi tercih edilen Bosna-Hersek, kışın da bir hayli davetkâr görünüyor. Ve İspanyol şair Juan Goytisolo’nun “Bosna trajedisi insanın yapabilecekleri hakkında en iyiyi ve en kötüyü gösteren eşsiz bir bilgi.” sözleri anlam kazanıyor burayı gördükçe. Saraybosna, rehberlerimiz Akın Yavaş ve Mirza Ömerhodzic’in aktardığına göre halk dilinde ‘Küçük Bursa’ olarak da anılıyormuş. Başşehrin kalbi olan Başçarşı’nın Kapalıçarşı’dan farkı olmaması bunun en bariz örneklerinden. Kanunî Sultan Süleyman’ın damadı Rüstempaşa’nın şehrin merkezine yaptırdığı Bursa Hanı’nın da bu tanımlamada yeri var kuşkusuz. Saraybosna, Avrupa’da II. Dünya Savaşı sonrası işgal edilen ilk başkent; ama hâlâ Osmanlı kokuyor.

Başçarşı’da ezanlar hâlâ çıplak sesle okunuyor Osmanlı Devleti’nin 1878 yılında başlayan geri çekilmesi Boşnaklarda şok etkisi meydana getirmiş. Rehberimiz Mirza da, Boşnakların o zamanlar, “Padişah Bosna’yı vereceğine, İstanbul’u versin.” dediğini anlatıyor. Buna rağmen Türklerin yeniden geleceği ümidini de her zaman diri tutmuşlar. Bosnalılar, kendilerini Osmanlı olarak görüyorlar. Öyle ki Başçarşı’daki camilerde ezanlar, hâlâ çıplak sesle okunuyor. Gazi Hüsrev, Hünkâr, Ferhat Paşa ve Baki camilerinin minarelerinde şahit oluyoruz bu hale. Gazi Hüsrev Camii’nin genç imamı Salih Haliloviç ile konuşuyoruz. Gazi Hüsrev’de mikrofon uygulamasına geçileceğini; ancak yaşlıların muhalefet ettiğini söylüyor. “Diğer camilerde çıplak sesle ezan devam edecek, bunu söylüyoruz ama yine de kabul etmiyorlar.” diyen Salih Hoca, bu tutumun sebebini ise şöyle açıklıyor: “Eskilerin geleneğe büyük saygıları var. Ezan minareden okunur, Osmanlı böyle yapmış diyorlar.”

Neretva, Mostar’da hüzünlü akıyor

Gazi Hüsrev’in ruhu için her gün hatim indiriliyor Öncelikle Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in kabrini ziyaret ediyoruz. “Kahramanlar şehit oldu. Bizim gibi şanssızlar da lider.” diyen Aliya, özgür Bosna’nın kurucusu. İzzetbegoviç’in bugün askerleri ile beraber yattığı Şehitlik, hilal şeklinde. Aliya da bu hilalin yıldızı misali tam ortada yatıyor. Yeri gelmişken hatırlatalım: Bosna’da beş büyük şahsiyet çok seviliyormuş: Murad-ı Hüdavendigâr, Fatih, Gazi Hüsrev, İsa Bey ve Aliya… Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev tarafından 1531 yılında Mimar Sinan’ın inşa ettiği bu cami, bugün dinî ve kültürel hayatın merkezlerinden. Her vakit namazı sonrası yaşlı dedelerle medresede eğitim gören talebeler, Gazi Hüsrev’in ruhu için Kur’an-ı Kerim okuyup; hatim indiriyorlar. Cemaate çok riayet ediliyor. Ezan saati, dükkânlar terk edilip; camiye gidiliyor çoğunlukla. Vakte yetişemeyenler ise kendileri cemaat yapıyor ki savaş zamanları kılınan toplu namaz şuurunun devam ettiğini gösteriyor. Başçarşı’da gün, alelade seyri içinde akıyor. Dillere destan olan Boşnak böreği ise ‘yapmadan dönme’ kurallarının başında yer

Dört mevsim

Bosna-Hersek’te üç cumhurbaşkanı, 98 parti ve 3 bin milletvekili bulunuyor. Çok uluslu bir yönetim tarafından idare edilen Bosna topraklarındaki etnik serpiştirmeler, rehberimizin dediğine göre, yeni patlamalara sebebiyet verebilirmiş. Hersek bölgesinin ana kenti Mostar da bu kıvılcımların tutuşacağı yerlerden biri. Neretva Nehri’nin ikiye böldüğü şehrin doğusunda Müslümanlar, batısında Hırvatlar yaşıyor. Savaş sırasında şehirden ayrılan Sırplar ise bir daha geri dönmemiş. Mimar Sinan’ın talebesi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilen köprü, Kasım 1993’te Hırvat milisler tarafından bombalandı. 23 Temmuz 2004’te ise yeniden inşası tamamlandı. Şehre bakarken kulağımıza Bulutsuzluk Özlemi’nin “Mostar Köprüsü çökmüş, Neretva ne kadar üzgün kimbilir” şarkısı çalınıyor. Bugün Dünya Miras Listesi’ne alınan Mostar, her faninin görmesi gereken bir yeryüzü güzelliği.

Vezirler şehri: Travnik

Bosna’nın başşehri Saraybosna, insan yüzlü şehirlerden… Zaman, bu coğrafyaya has dinginliği içinde geçiyor. Sokaklarında yer yer fesli amcaların dolaştığı Bosna, kartpostallarda kalan Osmanlı şehirlerinin yaşayan hali. Genelde bahar ve yaz aylarında tercih edilen bu coğrafya, kışın da çok güzel…

Saraybosna’ya 90 km uzaklıkta bulunan Travnik, karlı bir günde karşılıyor bizi. Osmanlı’ya yetiştirdiği devlet adamları ile meşhur olmuş olan bu belde, ‘vezirler şehri’ diye anılıyor. İvo Andriç’in de memleketi olan şehir, Elçi İbrahim Medresesi başta olmak üzere cami ve türbelerle müzeyyen. Osmanlı şehrinin kartpostallarda kalmadığını görmek isteyenler behemehâl burayı ziyaret etsin.


25 YORUM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Ahmet Turan Alkan

Şahin Alpay

Paşanın yanılgısı

Erdoğan I’den II’ye geçiş nasıl açıklanabilir?

Herkesin  üç  aşağı  beş  yukarı  bilip malarda  bulunan  safderûnlar  mevkîine sezdiği bir şeyi Başbakan’ın ağzından duy- düşmüş oluyoruz biraz fakat ar değildir, ne manın tadı bir başka oluyor. Diyor ki Baş- yapalım, işimiz bu! Gündem belirleme iktidarının ara sıra, bakan, “Eğer bu tartışmalar olmasa başbaartık râyici ve seyircisi kalmamış birtakım kan olamam zaten. Öyle bir başlık ortaya koymalısınız ki bu erbâb-ı sanat tarafından taklid edilmesine gündemi oluşturmalı. Gündem birilerinin artık şaşırmıyoruz. Mekanizma çözülmüşelinde kalırsa, siz başbakan olarak onun pe- tür arkadaşlar; şöyle oluyor: Müşteri kesatşine takılırsınız. Ben peşine takılmamalıyım. lığından canı yanan, biraz ortalığı karıştıBir şeyi yaparken, bunun enine boyuna tar- rarak reklâm yüzünü tazelemek isteyen satışmasını yapmışsam, en yakın çevremdeki natçı, “Falanca da adam mıdır be; buradan bazı  arkadaşlarımla  bunun  görüşmesini gıyâben yüzüne tükürüyorum” veya, “Bunalıyorum ayol, Türkiye’yi terk yapmışsam, onlar bile buedeceğim” veya, “Arabesk dinnun zamanlamasını bilmeleyen vatan hainidir” veya “Ey yebilir,  bir  zamanı  gelir  ki Kılıçdaroğlu madem bu geceye onu  gündeme  oturturum, geldin, bekleyeceksin, öyle eroturtmam lazım. Bu kabiliBir rahatladım, bir kenden  kaytarmak  yok”  şekyeti sergileyemezsem o zarahatladım; içimizden man  böyle  bir  neticeyi  de birilerinin ağzından çıkanı linde ucu sivriltilmiş malayânî elde edemezsiniz.” önceden hesap ediyor olması lâflar  savuruyor;  ardından  leşi çıkmış  bayat  medya  ağzıyla İleride başbakan olmayı bana itminan verdi, “Twitter sarsılıyor”, “Facebook düşünenler varsa bu sözleri sâkinleştim. çatırdıyor”, onun ardından “Yakesip  cüzdanlarında  taşırabbi bıktım bu işten; her gün yarak gün aşırı okuyup ezekrana  çıkmaya  kimleri  razı berlemeliler. Başbakan’ımızın, en yakın çevresiyle bile yârenlik eder- edip de birbirleriyle ağız dalaşı yaptıracaken dalga geçmeyip, önemli bir konu ya- ğım” diye sinir krizleri geçiren tatlı dilli asiskaladığında “ben vakti gelince bu malze- tan hanımlar harekete geçerek bir dizi tarmeyle gündem oluşturur, basını ve bilu- tışma programı düzenliyorlar. “Aydınlar” mum sosyal dedikoducuları en az üç gün ekranlara çıkıyor, sabahlara kadar, “hakâvâre ederek suya götürüp susuz getiririm” lıydı, haksızdı” türünden incir çekirdeği doldiye meseleyi defterine not ettiğini anlıyo- durmaz tezlerle konuşuluyor, “ortalık yıkıruz böylece. Ben bu işi, etrafındaki danış- lıyor”. Neticede  sanatçı  abimiz  ablamız  bemanların kotardığını sanıyordum; pek öyle değilmiş, bizzat kendisi ilgileniyormuş gün- dava tarafından güzelce reklamını yaptırmış demin neyle belirleneceği meselesiyle. Böy- oluyor;  “Adamı  çok  incitmişiz,  bari  bir lece, şu meşhur kuvvetler ayrılığı mesele- konser teklif edelim, müsameresini seyresindeki  sürç-i  lisan  zannettiğimiz  ifâde delim”cilerden  iş  teklifleri  geliyor.  Gelzaafının bile önceden tasarlanmış, hesaplı mese bile yüksek sanatçı egosu, odakta bukitaplı bir taktika olduğunu anlamış bulu- lunmanın verdiği hazla kendi içine yumunuyoruz;  yani  öyle,  “sinirlendi,  kendini luyor, kendine yeniden âşık oluyor, pilleri tutamadı, bilinç altını fâş etti!” kabilinden yaşama gücüyle doluyor. Elâleme de konuşacak mevzu çıkıyor. bir durum söz konusu değildir. Ziya Paşa vaktiyle mevzûbahs ettiğimiz Bir rahatladım, bir rahatladım; içimizden birilerinin ağzından çıkanı önceden he- mesele hakkında şöyle demişti: “En umsap ediyor olması bana itminan verdi, sâ- madığın keşfeder esrâr-ı derûnun/ Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sakinleştim. Ya aksi olaydı? Bu durumda bilumum medya leşkeri olarak bizler, Baş- nırsın?” Paşa haksızmış!   bakan’ın  bilerek  yere  döktüğü  leblebileri t.alkan@zaman.com.tr kapışan ve üzerinde derin felsefî çıkarsa-

Geçen gün genç bir akademisyen dos- venden  kaynaklandığına;  otoritesini  yerleştirdiğine inandıktan sonra keyfiliğe yötumla sohbet ediyoruz. Söz dönüp dolaşıyor ve Başbakan Er- nelebileceği vehmine kapıldığına dair teodoğan’ın siyasi profilinin nasıl olup da son rinin tam zıddı: yani, mesele “özgüven” degenel seçimlerden bu yana böylesine köklü ğil “güvensizlik”. Dostuma şu gerekçelerle bir şekilde değiştiğine geliyor. Nasıl oluyor itiraz  ettim:  Diyelim  ki  Başbakan  kendini da ülkenin yalnız zenginleşmesine değil de- (“derin yapılara” karşı) güvende hissetmimokratikleşmesine de bu denli büyük katkı yor; rasyonel olarak yapması gereken kenyapmış olan “Erdoğan I”in yerini; demo- disine  verilen  toplumsal  desteği  olabildikratikleşme reformlarına fren yapan; gide- ğince genişletmek için çaba harcamak derek belirgin bir şekilde keyfileşme, Putin- ğil midir? Ama görünen o ki, beklentilerine leşme işaretleri veren “Erdoğan II” alıyor. tam ters bir çizgi izleyerek, toplumu kutuplaştırarak,  bugüne  kadar Özetle: Erdoğan I’den II’ye kendisine güçlü destek vergeçiş  nasıl  açıklanabilir? miş olan muhafazakâr-müDostum, bu soruya cetedeyyin  kesimlerin,  Kürtvaben bugüne kadar duyYoklamalar, Abdullah Gül madığım  bir  “teori”  ileri yeniden aday olsa, Erdoğan’ın lerin,  özgürlük  yanlısı  aysürdü.  Buna  göre,  Başba- cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini dınların en azından bir bölümünü  dahi  kendisinden kan Erdoğan kendisini güsöylüyor. Erdoğan’ın MHP vende hissetmiyor ve bu- oylarını tarafına çekme stratejisi uzaklaştırıyor. Diyelim  ki  “Türk–tipi nun için statükoyla/kurulu izlediği söyleniyor, ama bu gidişle düzenle giderek daha bü- oylar tersine, AKP’den MHP’ye başkanlık  sistemi”,  kendisini  güvende  hissetmediği yük ölçüde uzlaşıyor, “devkaymayacak mı? için geliştirildi.  Peki, bu sisletleşiyor.” Dostum bunun tem  demokratik  denge  ve çeşitli  işaretlerini  saydıkdenetim  mekanizmalarını tan sonra,  geçen gün Başbertaraf  ederek  askerî  mübakan’ın verdiği televizyon dahalelere  kapı  aralamaz mülakatında  “devletteki derin yapının tamamen temizlenmediği”ni mı? Bu sisteme desteğin ancak % 30 oldusöylemesine ve çalışma ofislerine yerleştiri- ğunu kendi yardımcısı açıkladı. Yoklamalar, len  böcekleri  ilk  kez  kamuoyuyla  paylaş- Abdullah  Gül  yeniden  aday  olsa,  Erdoğan’ın  cumhurbaşkanı  seçilemeyeceğini masına dikkat çekti. İlginçtir, Sayın Başbakan bu son konuyu söylüyor. Erdoğan’ın MHP oylarını tarafına geçen günkü basın toplantısında daha ay- çekme stratejisi izlediği söyleniyor, ama bu rıntılı olarak işledi: “Bunu tamamen sildik, gidişle oylar tersine, AKP’den MHP’ye kaybitirdik, yok ettik, böyle bir iddianın içinde mayacak mı? Sonunda  dostumla  Başbakan’ın  son olmam  mümkün  değil.  Çünkü  dünyada hiçbir ülkenin, devletin, derin devleti kendi genel seçimlerden bu yana izlediği çizginin bünyesinde bitirdiğine, temizlediğine bir si- akılcı olmadığında anlaştık. Sohbeti şöyle yasetçi olarak ben inanmıyorum. Her ülke- noktaladım: ABD anayasasının başkanlara nin kendi içinde derin devleti vardır, bunu niçin en çok iki kez seçilme hakkı tanıdığını onlar öyle kazıyıp, temizlemek gibi bir du- şimdi daha iyi anlıyorum. Britanya’da parruma ulaşamazlar. O bir virüs gibidir. Uy- tisine ve ülkesine çok büyük hizmetler vegun fırsatı bulduğu anda, zemini bulduğu ren  Tony  Blair’in  neden  başbakanlıkta anda o virüs ortaya çıkar ve yapmak istedi- üçüncü dönemi tamamlayamadan istifa etmek zorunda kaldığını da... Böylesine ağır ğini orada yapmaya çalışır.” Genç akademisyen dostumun ileri sür- sorumluluklar taşımak kolay değil ve  yıpdüğü teori, benim bugüne kadar itibar et- ratıyor. Bunu anlıyorum ama sonuçlarına tiğim teorinin, yani Sayın Başbakan’daki 180 katlanmak zorunda değiliz.  derecelik  değişimin  aşırı,  şişirilmiş  özgüs.alpay@zaman.com.tr

Hazımsızlık ETYEN MAHÇUPYAN

Adı bir baraja verilen Cemil Çiçek, devlet adına yıllardır yürüttüğü ‘siyasi baraj' olma işlevine geçen hafta bir örnek daha ekledi. CHP milletvekili Hüseyin Aygün'ün  Meclis'te  cemevi açılması talebi karşılanmamış ve olay mahkemelik olmuştu. Meclis Başkanlığı'nın mahkemeye  gönderdiği  savunma, cemevi  açılmaması  kararına sahip  çıkıyor  ve  bunu  kendince gerekçelendiriyor. Söz konusu savunmaya göre cemevi açmamanın dört nedeni bulunuyor: 1) Anayasa'ya göre Diyanet İşleri Başkanlığı  İslam  dininin  bütün  yorumlarını kapsayan bir kurum ve bu kuruma göre cemevi ibadethane değil. 2) Alevilik Hz. Ali'ye bağlılık, Hz. Ali de bir İslam halifesi olduğuna göre Alevilik  İslam  dışı  olamaz  ve  dolayısıyla  da cami ve mescit dışında bir ibadethane önerilemez. 3) Atatürk'ün devrim kanunları arasında  yer  alan  Tekke  ve  Zaviyeler  Kanunu'nda Müslümanların ibadet yerleri olarak sadece cami ve mescitler sayılmaktadır. 4) Aleviliğin en önemli temsilcilerinden Hacı Bek-

taş-ı Veli de camide ibadet ederdi. Böylece şu ‘kaçınılmaz' sonuca ulaşmak mümkün oluyor: Alevilik  İslam'ın  bir  alt  yorumu  olduğuna göre İslam'ın ortak ibadet yeri olan cami ve mescitler dışında ‘cemevi' adıyla ayrı bir ibadethanenin olması caiz değildir…     Yukarıdaki muhakemenin Sünni İslam'ın takipçileri  arasında  son  derece  mantıklı  ve makbul bulunacağı konusunda bir şüphe yok. Ancak ne yazık ki bu muhakeme hem sosyolojik hem de dinsel açıdan son derece kusurlu. Toplumsal  değişimi  anlamayan,  dindarlığın toplumsal  dinamik  içinde  her  gün  yeniden inşa edildiğini fark etmeyen, basit insan aklıyla hiçbir  zaman  tümüyle  kavrayamayacağı  bir ilahi iradenin tercihine ilişkin hüküm verme cesaretini gösteren bir had bilmezlik örneği… Yukardaki argümanı sırasıyla ele alalım: 1)  Diyanet'in  görev  alanının  anayasaya göre yapılması ancak devlet içi yapılanma açısından işlevseldir. Bu kurumun dinsel otoritesini belirleyemez. Kendi imamının ardında namaz  kılma  özgürlüğüne  sahip  bir  dinin müminlerinin, devlet tarafından saptanan bir bürokratik kurumu ‘imam' bellemeye zorlanmaları dindarlığa hakarettir. Öte yandan Diyanet kendisini tüm Müslümanları temsil ediyor sanabilir, ama Müslümanların en azından

bir bölümü bu kurumun temsil yeteneğini kabul etmiyorsa gerçek budur. O nedenle yetkisi meşruiyet zaafı içeren bir kurumun sözüyle dindarlar için neyin ibadethane olduğu saptanamaz. 2) Hz. Ali üzerinden giderek Aleviliğin İslam dışı olmadığını söylemek cemevi meselesiyle doğrudan ilgili değildir. Nitekim Aleviler de Aleviliğin İslam dışı olduğunu söylemiyorlar. Soru İslam'ın tek bir ibadethaneye sahip olması gerekip gerekmediğidir ve bunun dinden kaynaklanan bir yanıtı bulunmuyor. Camiler dindarların doğal olarak buluşup toplu ibadet ettiği yerin adı. Dolayısıyla önce cami sonra dindar yok! Önce dindar sonra cami var ve ‘cami' olan mekanın tercihi dindarlara ait. Dindar ise sosyal değişime tabi bir özne… Yani bugünün dindarının dünküne benzemesi gerekmiyor ve zaten hiçbir zaman da öyle olmuyor. Eğer İslamiyet, bu dine inanan her türden mezhepten insanın ille de aynı ve tek bir mimari mekan içerisinde ibadet yapmasını zorunlu  kılan  bir  yaptırımı  şart  koşmamışsa, bunun  bir  mezhebin  müminleri  tarafından zorlanmasının da meşruiyeti olamaz. 3) Dindarlığı horlamış olan bir rejimin çıkardığı kanuna dayanarak dindarlığın nasıl yaşanması gerektiğini söylemeye kalkmak utanç

verici  bir  tutumdur.  Herhalde  Türkiye'nin inanç sahipleri nasıl ve nerede ibadet edeceklerini devrim kanunlarına bakarak saptamak durumunda değiller. Ayrıca o kanunda cemevi adının zikredilmemesinin de açık bir nedeni var: Çünkü o tarihte cemevi diye bir kurum yoktu. Cemevi ihtiyacı camilerin Sünnileştirilmesi sürecine paralel olarak ortaya çıktı ve o nedenle de bugün Alevileri camiye davet etmenin bir anlamı kalmadı. 4) Hacı Bektaş-ı Veli zamanında camilerin Aleviler tarafından ibadet yeri olarak kullanılması bugünkü Alevilerin nerede ibadet edeceklerini belirlemez. Tabii eğer Hacı Bektaş-ı Veli'ye bir ‘sünnet' atfedilip körü körüne takip edilmiyorsa. Mesele günümüzün Alevilerinin ibadet ihtiyacının sağlanmasıdır ve camilerin devre  dışı  kalmış  olmasının  sorumlusu  da Sünni duyarlılığın geçmişte ayrımcı bir noktaya varan tutumudur.   Kimse kendi din anlayışının başkasınca aynen paylaşılmasını talep edemez. Kimse aynı peygamberden hareketle aynı inancın yaşanmasını  garantileyemez.  Alevilik  ve  Sünnilik aynı peygamberin takipçisi ama büyük ölçüde farklılaşmış inançlar. Gerçek bu… Cemevlerini engellemek sadece bir hazımsızlık. e.mahacupyan@zaman.com.tr


26 YORUM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

AK Parti’nin 10 yılı ve bir gelecek perspektifi TAMER ÇETIN* AK Parti iktidarının 10 yıllık performansına ilişkin analizlerde bir önemli unsurun iktisadi başarısı olduğu genellikle kabul görmektedir. Bu görece yüksek iktisadi performansın temelinde ise politik kurumsal yapıdaki dönüşüm yatmaktadır. Tek tek karşılaştırırsak, 1980'ler ve 1990'lardaki siyasi ve sosyal çevremizi şekillendiren en belirgin kurumlardan biri yargıdır. Yargının kendi içindeki ayrımında önemli pay, 1982 Anayasası'na aittir. 82 Anayasası, özellikle 1990'larda yüksek yargının aktörleri olarak Anayasa Mahkemesi ve Danıştay tarafından, katı bir kamu yararı görüşünü baz alarak, devletçiliği öne alacak şekilde yorumlandı. Bu durum, değişen teknolojik ve iktisadi konjonktüre bağlı olarak özelleştirmeler ve liberalleşme konusunda siyasi iktidarlar tarafından alınan inisiyatiflerin önünde önemli bir hukuki direnç tesis etmeyi başararak, 1990'ların siyasetini politikasızlaştırdı. 2002 sonrası AK Parti iktidarı bu anlamda 2000'lerin ilk yarısında önemli bir dirençle karşılaşmış olsa da özellikle altyapı endüstrilerine ilişkin özelleştirme kararları gibi reformist iktisat politikaları, hukuk kanadından 1990'lar benzeri keskin bir dirençle karşılaşmadı. Bu durum, Türkiye'de bir bütün olarak yargının, değişen iktisadi ve teknolojik koşullara uygun bir dönüşüm sergilediği anlamına gelmemektedir. Ancak özellikle yüksek yargının, anayasal arka plan aynı şekliyle duruyor olduğu halde iktisadi ve teknolojik dinamizme paralel bir pozisyon almaya başlamış olması, 2002 sonrası iktisadi başarının en önemli unsurlarından birini oluşturmuştur. Bunun dışında yargı kurumlarındaki hukuk nosyonunun Türkiye'nin bütününde, iktisadi dinamizme ayak uydurduğunu söylemek için henüz çok erken. 2002 sonrası başarının kurumsal temellerinin bir önemli unsuru, bizatihi siyasi yapının kendisi olmuştur. 80'lerde umut verici bir gelişme olarak yeşeren ANAP çizgisi, 90'larla birlikte henüz daha çok erken döneminde çizgisini, sistemin güdümüne bırakmıştır. Adalet Partisi geleneği, DYP ile birlikte yine 90'larda rant dağıtma mekanizmasının koalisyon ortaklarından biri olarak politika yapmayı seçmiştir. Milliyetçi çizginin temsilcisi MHP, Türkiye'de zaten bir cumhuriyet projesi olarak, ampirik karşılığı aşırı bir siyasi sağ kimlikten ziyade ılımlı ve dolayısıyla sistemle uyumlu bir milliyetçiliğe karşılık gelen bir gelenek oluşturmakla, sistemin siyasi koalisyon içindeki yerini almayı başarmıştı. Aynı tespit, sol kanat anlamında CHP için geçerlidir. İlgili dönemin sonuna doğru 2002 öncesinin en aykırı partisi olarak

DAĞISTAN ÇETİNKAYA

2002 sonrası başarının kurumsal temellerinin bir önemli unsuru, bizatihi siyasi yapının kendisi olmuştur. 80'lerde umut verici bir gelişme olarak yeşeren ANAP çizgisi, 90'larla birlikte henüz daha çok erken döneminde çizgisini, sistemin güdümüne bırakmıştır. Adalet Partisi geleneği, DYP ile birlikte yine 90'larda rant dağıtma mekanizmasının koalisyon ortaklarından biri olarak politika yapmayı seçmiştir.

Refah Partisi, çizgisini sürdürmekte ısrar edince, onu da sistem dışı bırakan derin kurumsal süreç tetiklenmişti. Özellikle 28 Şubat ve devamında 2001 ekonomik krizi, Türkiye'de cumhuriyetle birlikte kurumsallaşmaya başlayan ve özellikle 90'larda yaygın hale gelen rant dağıtma koalisyonuna muhalefet eden siyasi oluşuma karşı gösterilen derin direncin sonucudur. Dolayısıyla 90'lar, sistemin yapısına muhalif, özgürlükçü bir siyasi yapının gelişimini direnç ve şiddetle engellemeyi başarmış ve yerine, sistemin temsilcisi siyasi bir koalisyon oluşumunu getirmiştir. 80'ler ve 90'lardaki özellikle sivil ve askerî bürokratik yapı, sivilleşme ve özgürleşmeden çok devleti bireyin önüne alan bir gelenek geliştirmeyi başarmıştı. Bu koalisyon içindeki siyasi duruşun kendiliğinden getirdiği önemli ve pragmatik getirileri mevcuttu. Azınlık mesabesinde, ama seçkin, nüfuzlu ve imtiyazlı bir grubun yaşam tarzını güvence altına alan ve sistemin kaynaklarının bu gruplar arasında dağılımına imkân tanıyan bir sistem tesis edilmiş oldu. Bunun tipik örneklerinden biri askerî bürokrasi içinde imtiyazlı hukuki statüyle birlikte gelişen, kendi sigorta şirketinden, finans ve demir-çelik gibi stratejik sektörlerdeki bağlı ortaklıklara varan önemli bir ekonomik güç haline gelebilmiş, imtiyazlı ve baskın bir çıkar grubunun oluşumudur. 80'ler ve 90'larda devleti temsil eden ve şiddetle savunan bu güçlü bloklar karşısında, zayıf ve kırılgan koalisyon hükümetlerinin şekillendirdiği siyasi yapımız, bu derinlikli sistemin hilafına politika belirleme açısından muktedir bir siyasi oluşumu engellemiştir. Ayrıca bu kurumsal yapıda geleneksel bürokrasimiz, merkezdeki kaynakların çevreye dağılımı konusunda iş dünyası ile siyaset arasında bir aracı görevi üstlenerek, özellikle kamu bankaları üzerinden kamu kaynaklarının dağılımını gerçekleştirmiştir. Ancak 2002 sonrasındaki dönüşüm, farklı bir sonuca neden olmuştur. Öncelikle koalisyon hükümetlerinden farklı olarak tek parti iktidarı olmanın avantajı, özellikle ilk

döneminde AK Parti iktidarını kendine özgü politikalar bile gütmeksizin başarıya taşımıştır. Tüm bakanlıkların koalisyon hükümetlerinden farklı olarak tek bir parti bünyesinde olması, iktisat politikalarında sıkı maliye ve para politikalarının istikrarlı ve tavizsiz uygulanmasını ve kısa sürede 2001 krizinin tortularının silinmesini getirmiştir. Tek parti iktidarı olmanın avantajı, AK Parti tarafından her anlamda kullanıldı. Yine önemli bir potansiyel sorun olasılığı olarak Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık kurumlarının ayrı olması sorunu, 2002 sonrası dönemde iyi yönetildi. Bu süreçte politik kurumsal yapımızdaki yasal iki başlılık, fiilen çatışan kurumlar yerine, uzlaşmacı bir politik kurumsal yapı dizayn etmeyi başardı. Şüphesiz, bu durum, kurumsal donanımımızdan ziyade, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın kişisel inisiyatiflerinden kaynaklanmıştır. Değilse, önceki dönemlerde bu iki kurum arasındaki çatışmacı yapının, Türkiye'nin ekonomi politiği üzerindeki etkisi unutulması mümkün olmayan deneyimlere sahne olmuştur. Ancak nihayet, AK Parti iktidarı, bu potansiyel sorunların üstesinden gelebilmeyi başarmıştır. 2002 sonrası yüksek ekonomik performans için bir diğer önemli kurumsal unsur, AK Parti iktidarının iktisadi konularda, geleneksel devlet modelinden farklı bir yapı olarak düzenleyici devlet modelini benimsemiş olmasıdır. Düzenleyici devlet modelinin temel niteliği, bağımsız düzenleyici kurumlardır (BDK'lar). Türkiye son 10 yılda, neredeyse tüm sektörlerde BDK'lara geçişi tecrübe etmiştir. Bu devlet modeline geçişin, siyasi iktidar açısından çok önemli artıları olmuştur. Öncelikle devletin ekonomi ile ilişkisi, ağırlıklı olarak siyasetin değil, iktisadın yön vermesine göre şekillenmiştir. Bugünün devlet modeli olan düzenleyici devlet modelinin en temel özelliği, devlet piyasa ilişkilerinin, iktisadi rasyonel bağlamında tesis edilmesi ve dolayısıyla, çıkar grupları tarafından manipüle edilen rant arama süreçlerinin, geleneksel politik ve bürokratik yönetim yapısına göre minimize edilmesidir. Nitekim Türkiye'nin 2008'deki küresel ekonomik krizi düşük bir maliyetle atlatmasının temel nedeni de özellikle bankacılık ve finans piyasalarında BDDK ve Rekabet Kurumu'nun nitelikli performansı başta olmak üzere, regüle edilen endüstrilerdeki BDK'ların etkin düzenleme yöntemleri olmuştur. Ayrıca endüstri spesifik bu kurumların tesisiyle, siyaset kurumu, zamanının ve enerjisinin önemli bir kısmında tasarruf etmekle kalmayıp, daha makro temelli değişim gerektiren konularda çalışarak, ekonomi politikalarının dizaynında güçlü bir kurumsal yapı tesis etmiş ve ekonomi yönetiminde önemli bir başarı kaydetmiştir.

Tüm bu gelişmeler, son 10 yılın artılarını teşkil etmekteydi. Ancak bu başarılı performans beraberinde güçlü bir iktidar getirdi. Öyle ki AK Parti'nin başarısının büyük kısmı, hedeflediği kurumsal reformlardan değil de, değiştir(e)mediği köhnemiş kurumsal yapıya dik durabilmesine imkân tanıyan yüksek oy potansiyelinden gelmektedir. Ancak bu durum, AK Parti'nin, daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalmasını getirmiş görünüyor. Şimdilerde AK Parti'nin üstesinden gelmesi gereken sorun, kendi güçlü yapısından kaynaklanmaktadır. Bu yapıyı, kuralına uygun kullanarak, önümüzdeki 10 yıla da yön verebilir. Ya da belki tüm kurumlarıyla daha güçlü ve fakat gittikçe sertleşerek, toplumun farklı kesimleri arasındaki ilişkisinde yumuşak uçları keskinleştiren bir politik iktidar tesis ederek, kendi muhtemel başarısının önünde içsel bir direnç mekanizması tesis edebilir. Bu ise önümüzdeki yıllarda, belki 90'lara dönüşü değil, ama potansiyel kazanımların çoğundan mahrum kalınabileceğini ima etmektedir. Politikanın ayakta kalması, yüksek iktisadi performansa bağımlıdır ve ekonomik performansın temel belirleyicilerinin başında, ülkenin demokratik kurumsal donanımı gelmektedir. İktisat tarihi buna tanıklık etmektedir. Bunda önemli unsur, kurumsal donanımın ülke dinamiklerine uyum gösterebilmesidir. AK Parti öncesi dönemin tüm zafiyetini burada bulmak mümkündür. 2002 öncesi tüm politik yaşam, ülke dinamikleriyle çatıştığı için kurumsallaşamadı ve silinip gitti. Aksine 2002 sonrası başarının temelinde, ülke dinamiklerine göre reforme edilmiş değil, ama güçlü siyasi iktidar nedeniyle uyumlulaşmış görünen bir kurumsal yapı bulunmaktaydı. Bu değişim anayasal olarak kurumsallaşmadıkça, birkaç yıl içinde aksi yönde dönüşmesi hiç de zor olmayacaktır. Son 10 yıl, önceki dönemle karşılaştırıldığında Türkiye için tek parti iktidarının büyük bir kazanım olduğu açık ve bu başarının devamı için tek koşulun, radikal ve dramatik kurumsal reformlarda yattığı da bir o kadar belirgindir. AK Parti, 10 yılın ilk döneminde kurumsal reformlar yoluyla muktedir olmayı tercih etmişken, ikinci yarısının ileriki yıllarında kendi politik gücünü yerleşik hale getirerek ve kurumsallaştırarak hükümet etmeyi benimsedi. Şimdilerde Türkiye'nin tek güçlü partisi olarak bunu başarmış görünüyor. Açmazı da burada başlıyor. Bundan sonraki AK Parti analizlerinin, 10 yılın başarısı yerine 10 yılların başarısını anlatabilmesi için AK Parti'nin, güçlü politik otoritesi üzerinden hükümet etmek yerine, iktidarını, özgürlüğü ve refahı mümkün olduğu kadar hakkaniyete uygun şekilde paylaştırmayı kurumsallaştıran reformları gerçekleştirerek kullanması gerekmektedir. * YTÜ, İktisat Bölümü

KRAL VE SOYTARI


27 YORUM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Ekrem Dumanlı

Bu kadar çok soru işaretiyle yaşanamaz 19 yıl geçmesine rağmen merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatı hâlâ tartışılıyor. Mezarı açıldı, otopsiler yapıldı, ‘zehir var' dendi, ‘yok' dendi, vefatı esnasındaki ölümcül ihmaller rapor edildi, şüpheli kişilerin yurtdışında olmaları dile getirildi... Öldü mü, öldürüldü mü, ağır ihmaller mi söz konusu?.. Tam unutulmuşken nereden çıkmıştı Özal dosyası? Kuşkular devam edince Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Devlet Denetleme Kurulu'nu (DDK) görevlendirmiş, enine boyuna derin bir inceleme yaptırmıştı. O inceleme sonrasında sorular azaldı mı? Maalesef hayır. Ancak birkaç sene öncesine kadar varlığından bile haberdar olunmayan Kurul, çok kritik mevzularda çok titiz ve bilimsel araştırmalar yaptı. Mesela BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı. Kaza mıydı, suikast mıydı? İhmal mi vardı, yoksa kasıt mı? Efsane liderin bir anda helikopter kazasına kurban gitmesi kafaları karıştırmıştı. Sonunda DDK devreye girdi. Meğer ne kadar çok karanlık nokta varmış Yazıcıoğlu'nun vefatında... Muhsin Bey'in olay yerinden ısrarla uzakta aranması, ‘helikopterde yok' denen cihazın var olduğunun anlaşılması, valilik ve emniyet yetkilisi tarafından, kurtarıldığı ve hastaneye götürüldüğü söylenmesine rağmen böyle bir vakanın hiç yaşanmaması ve zaman kaybedilmesi... Son noktayı, şüphe ve isyanın karıştığı şu cümle özetledi: “Düşünebiliyor musunuz, Meclis'te bu mesele kapanmıştı. Ama düşen helikopterin beyni, yani her şeyi kaydeden o hafızası yok şimdi ortada. Keçiler gelip söküp götürmedi onu...” Bu kritik tespiti yapan bizzat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dü. Yazıcıoğlu dosyasında DDK'nın ortaya koyduğu performans o kadar etkileyiciydi ki üstü örtülecek diye insanların pürdikkat kesildiği Hrant Dink cinayeti için de bu Kurul'a başvuruldu. El-hak, Kurul o konuya da ciddi sahip çıktı. Kamu vicdanının ‘cinayette örgüt bulunamadı' hükmüne itirazı somut bazı bilgi ve belgelerin göz ardı edilmesi ile ilgiliydi. Şimdi DDK, Sivas'taki Madımak faciasını inceleyecek. Öteden beri Madımak'ta yaşanan feci olay üzerine atıp tutan birileri bu gelişmeden hiç de memnun görünmüyor. Neden acaba? Yıllardır acısını yüreğine gömen bir grup vatandaşımız, “Madımak Oteli'ndeki vahşetin misillemesi” olarak yapılan Başbağlar katliamının da DDK tarafından incelenmesini istiyor. DDK onu da inceleyecekmiş. Doğru bir karar. Her iki olay da, derinden derine incelensin ve mezhep kavgası çıkarmak için kimlerin hangi kanlı senaryoda korkunç roller üstlendiği anlaşılsın. Tabii ki DDK, mahkemelerin yerini alamaz; ama hadiselerin iç yüzünün anlaşılması konusunda büyük bir rol üstlenebilir. Tıpkı, Darbeleri Araştırma Komisyonu gibi. Meclis çatısı altında kurulan o komisyon da mahkemelerin yerini tutmuyor ama bazı gerçeklerin anlaşılması ve kamuoyuyla paylaşılması konusunda muazzam işler yapıyor. Zaten meselenin yargıya bakan yönü başka bir süreci işaret ediyor. Önemli olan, bağımsız yapıların verdiği güçle karanlık hadiselerin üzerine gidilmesi. Çünkü o karanlıkla yüzleşmedikçe Türkiye aydınlık ufuklara yönelemeyecek... Üzerinde kocaman soru işaretleri bulunan hadiseler DDK'nın incelediği dosyalarla sınırlı değil. Mesela Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok cinayetleri üzerinde hâlâ esrarengiz birer gölge duruyor. Necip Hablemitoğlu cinayeti bir türlü aydınlatılamıyor. Albay Kazım Çillioğlu'nun intihar ettiği söyleniyordu. Kabri açılıp incelendiğinde cinayetle yüz yüze gelindi. Resmî makamlar tarafından yıllarca Orgeneral Eşref Bitlis'i taşıyan uçağın buzlanmadan dolayı düştüğü söylenmişti. Hadise ye-

niden araştırılınca buzlanma raporuna imza atanlar bile aslında buzlanmanın kaza nedeni olmadığını söyleyiverdi. Hadise çözüldü mü? Hayır. Tıpkı 93 yılındaki onca karanlık hadise gibi araştırmaları, soruşturmaları, incelemeleri bekliyor. Aslında liste uzun. Tarık Ümit'in, Cem Ersever'in, Ömer Lütfi Topal'ın ve daha pek çok kişinin nasıl ve niçin öldürüldüğünü, 'derin yapı'nın burada nasıl bir rol üstlendiğini tastamam öğrenemedi kamuoyu. Belki de hiç öğrenemeyecek. Kanlı 1 Mayıs çözülebildi mi ki? Kahramanmaraş'ta mezhep kavgasını tezgâhlayıp 100'den fazla insanın ölümüne neden olanlar bulunabildi mi ki? Susurluk olayı aydınlatılabildi mi ki? Hangi ülkede hâlâ 17 bin faili meçhul cinayetten söz edilebiliyor Allah aşkına... Geçenlerde Başbakan Erdoğan, NTV ve Star TV'de gazetecilerin sorularına cevap verirken, “Devletteki derin yapı tamamen temizlendi diye bir iddianın içinde olamayız.” dedi. Doğru söylüyor. Hafta içinde 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin sanık avukatlarına verdiği ön rapor, meselenin dehşetini yeterince gözler önüne seriyor. İnternet andıcı davasına AK Parti'nin müdahil olması çok konuşulmuş, çok tartışılmıştı. Boşuna değilmiş; Genelkurmay'ın bilgisayar kayıtlarında yer alan ve mahkemeye sunulan bilgilere göre AK Parti'nin kapatılması, hatta demokrasinin askıya alınması için ‘silahlı ya da silahsız' pek çok metoda yer verilmiş. Şimdi başka bir endişe başladı: Soruşturulan bazı konuların sonuç alınmaksızın tekrar raflara kaldırılması. Eşref Bitlis'in oğlu geçenlerde, “Her şeyin aydınlanacağını düşündüğümüz bir anda her şey tekrar karanlığa gidiyor.” dedi. Ahmet Özal da canhıraş bir eda ile feryat ediyor ve, “Babamın ölümünün üzerini kapatıyorlar.” şeklinde özetleyebileceğim şeyler söylüyor. Muhsin Yazıcıoğlu'nun ailesi ve dava arkadaşları, ‘olayın üzeri örtülüyor' diye çığlık üstüne çığlık atıyor... Hiçbir ülke, ruhunu kemiren vahim kuşkularla yaşayamaz.

Seni fişleyene hiç mi kızmayacaksın? Hafta içinde anlaşıldı ki, internet andıcı davasını yürüten mahkeme, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bilgi ve belge talebinde bulunmuş; üstelik olumlu cevap da almış. Genelkurmay Başkanlığı, bahsi geçen döneme dair bilgisayarlarındaki bütün kayıtlarını mahkemeye ibraz etmiş. Önce tam bu noktada durup Genelkurmay’ı kutlamak lazım. Vaktiyle hiçbir soruya cevap verilmezdi malum. Ya da hafızası defalarca silinmiş kayıtlar gönderilirdi mahkemelere. Şimdi mahkemeye sunulan kayıtlar bir dönem Türkiye’de neler yaşandığını gözler önüne seriyor; tabii görmek isteyenlere... Ergenekon davasında sıkça yaşanan bir problem 13. Ağır Ceza’nın kaleme aldığı ön raporda da karşımıza çıktı. Mahkemeye intikal eden belge-

lerde adı geçenler, bu mevzuda yapılan haberlere tepki gösterdi. Normaldir; sinir bozucu bir yanı var bu durumun. Ergenekon soruşturmasında da benzer tepkiler hep gözlendi. Tepki gösterenler bazen haklı sebepler de ileri sürdü. Çünkü kapalı kapılar ardında bir kısım askerler oturmuş bazı kişileri fişlemiş, onları tasnif etmiş hatta bazılarını ‘kullanmak’ maksadıyla tavzif etmiş. Şayet bu kişilerin bu durumdan haberi yoksa psikolojik harekât birimlerinin hazırladığı raporlarda isimlerinin geçmesine içerlemesi, hatta onun kamuoyu ile paylaşılmasına karşı isyan etmesi anlaşılabilir bir reaksiyon. Haberleştirme sürecinde, bazen, maalesef, özensiz davranıldığı, sehven bile olsa bilgilerin doğru başlık altında verilemediği ve kafa karışıklığına yol açtığı da söylenebilir. Lakin bahsedilen konu şayet Genelkurmay tarafından kaleme alınmışsa; üstelik resmen mahkeme kayıtlarına geçirilmişse bu bilgilerin gizli kalması düşünülemez; hele resmî yollarla bu bilgiler aleniyet kesbetmişse. Mağdur edildiğini düşünen kişilerin yapması gereken asli bir iş var: Mağduriyete neden olan belgeyi kim düzenlemişse ona dava açmak, kamuoyunun huzurunda onlardan hesap sormak. Daha açık söyleyeyim: Vaktiyle Genelkurmay tarafından ya da ona bağlı psikolojik harp yürüten birimler tarafından fişlenen kişiler, o belgeyi hazırlayan kişilerden hesap sormalıdır. İlgili devlet birimlerinin ‘kullanıma müsait’ diye fişlediği, ‘haber yaptırma’ ya da ‘yazı yazdırma’ töhmeti altında bıraktığı kişilerden, “Beni nasıl böyle fişlersiniz?” diye bir dava açıldığını görmedim, duymadım. İsmi geçen kişiler, mahkeme zabıtlarına geçmiş ve avukatların elindeki dosyalar vasıtasıyla aleniyet kesbetmiş bilgileri yayınlayanlara gösterdiği tepkinin binde birini, o evrakı düzenleyenlere gösterseydi bugün kafalar bu kadar karışmazdı. Mahkeme kayıtlarını da yayınlamazsanız bir dosyayı örtbas etmiş olmaz mısınız? Hassas bir konu; dört bir yandan bakılmadıkça fotoğrafın tamamı görülmüyor çünkü...


kursu@zaman.com.tr

BU SAY FA, M. FET HUL LAH GÜ LEN HO CA EFEN DI’NIN SOH BET VE YA ZI LA RI ESAS ALI NA RAK HAZIRLANMAKTADIR.

Efendimiz'in iltifatına mazhar olmak için Hadis kaynaklarında Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), ashabına değişik iltifatlarda bulunduğu görülür. Meselâ bunlardan birinde Efendimiz onlar için şöyle buyurur: “İnsanların en hayırlısı, benimle aynı çağı paylaşanlardır. Sonra, onların peşinden gelenler (tâbiîn), daha sonra da onların peşinden gelenlerdir (tebe-i tâbiîn).”Ashab-ı kiramın o müstesna ve muallâ yerini ifade eden bir başka hadiste ise şöyle denir: “Ashabım hakkında uygunsuz sözler söylemeyin. Eğer sizden birinizin Uhud Dağı kadar altını olsa ve onun tamamını Allah yolunda infak etse, bu, ashabımın bir-iki avuçluk infakına, hatta yarısına bile mukabil gelmez.” Bu çizgide O’ndan şerefsüdur olmuş daha bir hayli hadis vardır. Bununla beraber hem Allah Resûlü’nün hem de O’nun ashabının yolundan giden asrımızdaki tali’lilere de iltifatları olmuştur. Hayat-ı seniyyelerinin sonuna doğru bir gün O (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Kardeşlerime selâm!” diyor. Yanındaki ashabı, “Biz kardeşlerin değil miyiz?” deyince de: “Siz benim ashabımsınız, onlar sonra gelecekler, henüz gelmediler.” buyurur. Başka bir hadis-i şerifte ise, Nebiler Serveri, ümmetin o başıyla bu başını bir arada mütalâa eder ve ikisine birden iltifatta bulunur. Bu itibarla meseleyi bütün bu hadislerin ışığında incelemeli ki daha sağlıklı bir sonuç elde etmek mümkün olabilsin. Şunu da hemen ilave etmeliyim ki, Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) birinci asrın insanlarına teveccüh ederken, onlardaki “vasıflara” teveccüh ediyordu. Yani Allah Resûlü, her biri ayrı bir zirve olan ashab-ı kiramın şahıslarından daha ziyade onların iç âlemlerine, ledünnî derinliklerine, sadakatlerine, yüce İslâm davası ortaya atılırken, ellerini göğüslerine koyup, “Bana tebliğ et!” demelerine ve sonuna kadar da böyle bir ahd ü peymânda sadakat göstermelerine teveccüh buyuruyordu. Nitekim âyet-i kerimenin ifadesiyle, Allah’ın dinine yardım edenlere, Allah da yardım eder (Muhammed, 47/7). Allah’ın dinine yardım eden bir cemaate ise, Allah’ın emrine tevfîken, Efendimiz de iltifat etmiştir/edecektir.

Ashabın Arkasında Olan Kutlular Eğer ahir zamanda ashab-ı kiram gibi bu davaya sahip çıkacak ve elini göğsüne koyarak, “Evet! Hiç kimse kalmasa, tek başıma sadece ben kalsam, yine Allah’ın dinine yardım edeceğim.” diyenler çıkacaksa, bunu söyleyen kutlular, ashab-ı kiramın önüne geçmese bile, onlardan da çok geri kalmayacaklardır. Çünkü Allah ve Resûlü, insanların şekillerine, suretlerine, içtimaî durumlarına, mevkilerine değil; gönül hayatlarına, İslâm’a karşı sadakat duygu ve düşüncelerine, bu mevzuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmama gibi âlicenâplık ve hasbîlik hissine teveccüh ve iltifat

etmektedir. Konuya bu zaviyeden bakınca, yukarıda ifade edilen hadisle ahir zamanda gelecek mü’minlere teveccüh ve iltifat edildiği de söylenebilir. Ancak şunu ifade etmekte de yarar var: Buradaki iltifatın içine, ahir zamanda yaşayan, Allah’a iman etmiş hemen her mü’minin girdiğini de söyleyemeyiz. Sahabe-i kiram, Efendimiz’in arkadaşlarıydı; O’nunla beraber yaşamışlardı. “Kardeşlerim” iltifatına mazhar olanlar ise, daha sonra gelip, görmeden Efendimiz’e

biat edip, sahabe gibi O’nun davası uğrunda gece gündüz demeden çalışıp her türlü çile ve ızdırabı göğüsleyen ve böylece dava-yı nübüvvete vâris olduğunu gösterenlerdir. Bu sebeple buradaki iltifat, Müslümanların içinde bulunmanın yanında, yukarıda vasıflarını tarif ettiğimiz derinliğe sahip bulunanlaradır. “Allah’a iman etmiş hemen her mü’min” ifadesi de yanlış anlaşılmasın. Zira ayetin ifadesiyle zerre kadar hayır yapan, yaptığı bu hayrın mükâfatını ötede elbette görecektir. Ancak, Efendimiz’in on dört asırdan bu yana gelen bütün cemaatleri aşarak, ahir zamanda dine sahip çıkan bir cemaate hususî iltifat göstermesi, takdir edersiniz ki, onlardaki bir kısım hususî “vasıflara” binaendir. Günümüzde, öncelikle cihad eden bir insanın, Kur’ân’ın ifadesiyle, malından, canından, nefsinden, evlâd ü iyâlinden bir kısım zararlara maruz kalma ihtimali söz konusu. Sâniyen: Günümüzde cihat, herkes tarafından alkışlanan bir durum değil; hatta pek çok kimse böyle bir gayreti kınamakta ve başkalarını engellemekte. Sâlisen: Günümüzdeki şekliyle yapılan cihatta ganimet de söz konusu değil. Râbian: Ahirete ait bir kısım sevaplar var ise de, herkes onu tam hissedememekte ve net görememekte. Hâmisen: Eski devirlerde bir insan küçük bir cehdle hemen bir kısım keşf ü keramâta, ezvâk ve vâridâta mazhar ve sahip olabiliyordu. Hâlbuki günümüzde bunlar da çok defa görülmemektedir. Ayrıca, sahabe hayatı gibi bir hayat yaşamak da zorlardan zor bir mesele. Bu itibarla Efendimiz, ashab-ı kiramın başına bir elini koyarken, öbür elini de ahir zamanda gelecek bir cemaatin başına koyuyorsa şayet, bu, o cemaatin, temsil ettiği o ehemmiyetli meseleden ötürüdür. Bir cemaat, böyle ehemmiyetli bir meselenin altına girmiş ve bunu yapıyorsa, elhak Efendimiz, kendisine lâyık kadirşinaslığı gösterecek ve bu cemaate kendi asrından elini uzatacak ve onlara “Selam olsun!” diyecektir. 1- Efendimiz, ahir zamanda gelecek bir topluluktan övgüyle söz ediyorsa bu, o topluluğun, temsil ettiği ehemmiyetli meseleden ötürüdür. 2- Ahir zamanda ashab-ı kiram gibi bu davaya sahip çıkacak kutlular, ashab-ı kiramın önüne geçmese bile, onlardan da çok geri kalmayacaklardır.


HAFTANIN DUASI

SÖZÜN ÖZÜ

Senden nezd-i ulûhiyetinden göndereceğin mukaddes bir ruhla sinelerimizi tertemiz hale getirmeni, basiretlerimizi keskinleştirmeni ve önlerindeki perdeleri kaldırarak mükâşefe yollarını açmanı diliyoruz. Ne olur, Senin büyüklüğüne layık feth-i mübînleri bizim için de müyesser kıl ve yüce katından lütuf buyuracağın ilm-i ledün ve rahmanî tecellîlerle bizim kalb kâselerimizi de doldur!

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene de iman ederler. Ayrıca ahiret gününe de kesinkes inanırlar.’ denilerek, ibadet ü taat, yakîne ulaşmanın yolu olarak gösterilmiştir. Demek ki, amel o menfezleri açacak biricik anahtardır ve onsuz yakîne ulaşmak da çok zordur.

Eşitlikte zirve nokta İslâm literatüründe ‘mevâlî’ diye bir tabir vardır. Bunlar sonradan hürriyetlerini elde eden insanlardır. Bunlar arasında her zaman saygıyla andığımız ve kıyamete kadar da anacak olduğumuz dehâ çapında nice büyükler mevcuttur. Allah Resûlü’nün kendi öz torunlarından ayırt etmeyecek kadar sevdiği Üsame b. Zeyd (radıyallâhu anh) bizzat Allah Resûlü tarafından Bizans’a karşı hazırlanan ordunun başına kumandan olarak tayin edilmişti. Oysa asker arasında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi ileri gelen tecrübeli sahabiler de bulunuyordu. Üsame ise ancak 18 yaşlarında mevâlîden bir insandı. Babası Zeyd b. Hârise de Mute’de orduya kumanda etmiş ve orada şehit düşmüştü. İmam Malik gibi birisini yetiştiren Nâfi de mevâlîdendi. Abdullah b. Ömer’in çok sevdiği cariyesi Mercâne, “En çok sevdiklerinizi Allah yolunda infak etmedikçe hakikî takvaya ulaşamazsınız.” (Âl-i İmrân 3/92) manasına gelen ayetin tesiri ve heyecanlandırmasıyla sahibi tarafından hürriyete kavuşturulmuştu. Hâlbuki efendisi Abdullah b. Ömer onu çok seviyordu. Ancak takvaya erme arzusuyla o, Mercâne’yi Allah için hürriyete kavuşturuyordu.

İşte bu Mercâne, daha sonra birisiyle evlenmiş ve ondan da Nâfi dünyaya gelmişti. Nâfi’yi alıp seven ve bağrına basan ümmetin allâmesi Abdullah b. Ömer, daha sonra elinden tutup onu ilmin zirvelerine çıkarmış ve Nâfi İslâm dünyasının en parlak yıldızlarından biri olmuştu. İmam-ı Âzam, Mesruk, Tavus b. Keysan ve daha nicelerini mevâlîden sayanlar da vardır. Hatta Emevîler devrinde iki âlim kendi aralarında konuşurken elli kadar büyük zatı sayarlar ve ancak elli birinci şahsın mevâlîden olmadığını görürler. İşte bizim içtimaî yapımızın temel rükünlerinden biri olan müsavat ve eşitlik o toplumda böyle bir durum arz ediyordu. Esirlikten kurtulan bu insanlar kendi istidat ve kabiliyetlerini öyle işlettirmişlerdi ki, kısa bir müddet sonra kalblerin sevgilisi, akılların muallimi ve insanlara medeniyet dersi veren üstatlar olmuşlardı. Onlara böyle bir zemini hazırlayan sistem, şüphesiz sistemlerin en büyüğü, en muhteşemi ve tek kelimeyle mucize sistem olan İslâm’dı. Öyle ki, günümüzde dahi eşitlik hususunda insanların henüz bu seviyeye ulaştığı söylenemez.

Ruh-u Seyyidü’l-Enâm’a Yine gamlandı gönül, yine hicranda bu dem.Yandıkça yandı gönül nâr-ı sûzanla bu dem, Sızladı her bir teli kalbimin tıpkı keman, Ciğerim kebâb oldu aman Sultanım aman!

Geçti bahar, esti hazân derûnum kan ağlar, Yandı sînem, hûn oldu didem gözlerim çağlar; Sarsıldı emel, uçtu ümit cana elveda! Başladı hicran, coştu hasret bana elveda! Her yanım yara, ufkum kapkara, pür-melâlim Ey Dost bir nazar kıl Allah için bîmecâlim!.. M. Fethullah Gülen

Abdullah Aymaz

Ömer Lütfü Bozcalı Merhum Ömer Lütfü Bozcalı metlere bakış açısı da daima müsBey, 1913’te Kayseri’de doğmuş 25 betti.” “Dostum, emekli Albay CemaAralık 2004’te Bornova Şifa Hastanesi’nde vefat etmiştir. 1966-1968 lettin Gürlek, oturmakta olduğu yıllarında İzmir senatörü olarak evini bir vakfa bağışladığını söyleCumhuriyet Senatosu’nda vazife yince hayret ettim. Cemaleddin Bey yapmıştır. Akyaka Vakfı’na büyük benim bildiğim kadarıyla zengin bir adam değildi. Ona, ‘Sizin kaç eviniz destek vermiştir... Arkadaşımız M. Mustafa Üfta- var da bağışlıyorsunuz’, dedim. ‘Bir deoğlu’nun hazırladığı hatıraların- ama fakir öğrenciler bizden daha dan yine kendi dilinden bazı bö- muhtaç’ dedi. Duyarlı bir insandı. Başka yerlerde böyle Müslüman öğlümleri aktarmak istiyorum: “Son iki sene hiç okula devam rencilere ev veriyorlardı ama İzedemediğim halde notlarım çok mir’de bu zordu. Bu sözler, içimdeki yüksekti. Fakülteye devam eden öğ- yardım duygularını kamçıladı. Oturrencilerden daha başarılıydım. Bi- duğum binayı bu, Cemalettin Bey’in tirme imtihanlarında ‘Adlî Tıp’ der- işlettiği Akyaka Vakfı’na bağışladım. sinin profesörü olan Bülent Ecevit’in Şehit Nihat Bey Caddesi’ndeki bu babası Muhterem Fahri Ecevit Bey- yer arzu ettiğim şekilde okul ve Edep efendi de o zaman beni imtihan et- Öğrenci Yurdu olarak öğrencilerin mişti. (…) Bir arkadaşımla beraber yetişmesine ve istifadesine hizmet etmektedir. Bazı imtihana aldı. Sınıfta ihtiyaçların gidesınava giren diğer öğrilmesi ve kabilirenciler de vardı. Belki yetli öğrencilerin salona aldığı öğrenci“Dostum, emekli Albay lerin de konuları öğ- Cemalettin Gürlek, oturmakta okutulması için Birinci Sanayi Siterenmelerini isterdi. Her olduğu evini bir vakfa hocanın o zamanlar bağışladığını söyleyince hayret si’nde iki bina; kendine göre bir meettim. Cemaleddin Bey benim Beyler Sokağı’nda bir büroyu da vaktodu vardı. Bana sorubildiğim kadarıyla zengin bir fettim. Merhum lan ilk soruya cevap adam değildi. Ona, ‘Sizin kaç veriyordum ki, sö- eviniz var da bağışlıyorsunuz’, Hacı Kemal Erimez Bey’le iyi tazümü yarıda keserek dedim. nışırdım. Damadı bana, ‘Senin sorularını Dr. Mahmut Akdeğiştireceğim, kabul doğan, o zaman ediyor musun?’ dedi. Ben de, ‘Değiştirebilirsiniz, buna siz bir özel hastane açıp halka bu kokarar verebilirsiniz.’ dedim. Dinle- nuda yardımcı olmak istiyordu. Basyenlere döndü, ‘Bu öğrenci benim mane’de bir otel almıştım. Kendisine kadar bu dersi iyi biliyor,’ dedi. Bu ‘Bu oteli beğenirsen ve size yeterliyse dersle ilgili üç kitabı aldı. ‘Sorduğum burayı hizmet için bağışlayabilirim’, sorulara kısa cevaplar vereceksin. dedim. Dr. Mahmut ‘Bizim için Bir sorudan hemen diğerine atlaya- şimdilik yeterli’ dedi. Bu binayı da cağız.’ dedi. Hava sıcaktı. Yüzümden vakfa bağışladım. Bu bina da şu terler damlıyordu. Bir de buna sınav anda Şifa Hastanesi’nin bir bölümü anının harareti eklenmişti. ‘Allah’ım, olarak görev yapmaktadır. Hastane bugüne kadar beni utandırmadın, gibi bir hizmetin doğmasına katkıda bugün de beni mahcup etme, diye bulunmaktan dolayı çok mutluyum. içimden dua ettim. Fahrettin Bey, bi- Daha sonra daha büyük binalarda rinci kitaptan soruları bir bir sormaya bu hizmetlerin yapılması beni son başladı. Ben cevapları verirken hiç derece memnun etti. Bornova’da da zorluk çekmedim. Kitabın sayfası hastanenin faaliyete geçmesiyle beaçılıyor; bakarak cevap veriyordum nim verdiğim küçücük binanın yeni sanki. Bu ancak Allah’ın bana yardı- evlatları oluyormuş gibi sevindim. mından başka bir şey değildi. Fah- Bunlar Rabb’imin bana lütuflarınrettin Bey bütün dinleyicilere döne- dandır. Bunu böylece bilip kendimi rek bana iltifat olsun diye memnu- bir tevziat memuru olarak görüyoniyetini göstermek için, ‘Nasıl arka- rum. Bu hizmetleri yeterli görmüyodaşlar sınavı kazandım mı? dedi. rum. Daha fazlasını da yapmak istiBunu senatoda bulunduğum 1960 yorum, bunu yapmak niyetim hâlâ yıllarında oğlu Bülent Ecevit’e de sürmektedir.” Efendimiz’in (sas) “Müminin nianlattım, babasını hayırla ve hürmetle yâd ettik. Bundan sonra Bülent yeti amelinden hayırlıdır.” hadis-i şeBey’le aramızda bir arkadaşlık baş- rifinden öğrendiğimize göre inşallah ladı. Aslında Bülent Bey de çok müş- Cenab-ı Hak, Ömer Lütfü ağabeyifik ve duygulu bir insandı. Haksızlığa mize niyetine göre muamele eder. karşıydı. Son zamanlarda İslamî hiz- Allah’ın rahmeti üzerine olsun...


30 AİLEM Kozmetik ürünler, delikanlı adamı bozar mı?

2 - 8 OCAk 2013 ZAMAN

MERVE TUNÇEL

“Canım saç kremimi gördün mü? Nem-

1lendiricimi bulamıyorum.” Bu cümleleri

Bu maddeler iki cinse de zararlı

“Eşler arasında, kadın erkeği erkek de kadını bakımlı olmak konusunda etkileyebiliyor. Zaman zaman kadınların, eşlerinin kişisel bakımına fazlaca özen göstermesinden rahatsızlık duyduğu da oluyor. Bu takdirde kadın, erkekten daha çok özen göstermek zorunda kalıyor. Kimi zaman kıskançlık vakaları da görülebiliyor ve ‘Eşim beni aldatıyor mu?’ sorusu gündeme geliyor. Biz aile ve çift terapisinde böyle bir durumda, kişilerin davranışlarından önce çiftin ilişkisini mercek altına alıyoruz. Eşlerin bu konudaki beklentileri farklılık gösteriyor.”

şükRAN SARıgüL güdük (DermAtolog):

‘Kadın ve Erkeklerin deri yapısı farklı’

“Erkekler hormonları gereği çoğu zaman daha yağlı ve gözenekli bir deriye sahiptir. Bu nedenle bir kadın için uygun olan krem erkek için uygun olmayabilir. Ancak genel olarak bakıldığında erkek kozmetik ürünleri koku ve ambalaj dışında kadın ürünlerinden pek farklı değil. Kozmetik ürün seçerken cilt yapınızı bilmemiz gerekir. Örneğin yağlı mı, hassas mı, alerjik bir cilt mi? Cilt gençleştirici ürünler soyulmaya neden olan maddeler içerebiliyor. Uzman yardımı şart.”

KopeNHAg

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 14 6 14 6 14 6 14 6 13 6 13 6 13

13 39 13 40 13 41 13 42 13 43 13 45 13 46

8 34 8 33 8 33 8 32 8 32 8 31 8 31

12 21 12 21 12 22 12 22 12 22 12 23 12 23

15 55 15 57 15 58 15 59 16 01 16 02 16 04

17 15 17 17 17 18 17 19 17 21 17 22 17 24

gÖteBUrg

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

oslo

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 20 6 20 6 20 6 20 6 19 6 19 6 19

13 30 13 31 13 32 13 33 13 34 13 36 13 37

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 30 6 29 6 29 6 29 6 28 6 28 6 28

13 21 13 22 13 23 13 25 13 26 13 27 13 29

HelsİNKİ

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 33 6 33 6 33 6 33 6 32 6 32 6 31

13 23 13 24 13 25 13 26 13 28 13 29 13 30

tAmpere

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 41 6 41 6 41 6 40 6 40 6 39 6 39

13 18 13 20 13 21 13 22 13 23 13 25 13 26

8 50 8 50 8 49 8 48 8 48 8 47 8 46

12 23 12 23 12 24 12 24 12 25 12 25 12 26

15 44 15 45 15 46 15 48 15 49 15 51 15 53

17 04 17 05 17 06 17 08 17 09 17 11 17 13

oDeNse

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

stoCKHolm

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 14 6 14 6 14 6 14 6 13 6 13 6 13

13 39 13 40 13 41 13 42 13 43 13 45 13 46

17 15 17 17 17 18 17 19 17 21 17 22 17 24

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

5 59 5 59 5 59 5 59 5 58 5 58 5 57

12 56 12 57 12 58 12 59 13 01 13 02 13 03

AArHUs

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

DrAmmeN

İmsak gün. Öğl.

İkindi Akşam Yatsı

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 25 6 24 6 24 6 24 6 24 6 24 6 23

13 46 13 47 13 48 13 49 13 50 13 52 13 53

02.01.2013 03.01.2013 04.01.2013 05.01.2013 06.01.2013 07.01.2013 08.01.2013

6 32 6 31 6 31 6 31 6 30 6 30 6 30

13 24 13 26 13 27 13 28 13 29 13 31 13 32

8 34 8 33 8 33 8 32 8 32 8 31 8 31

8 46 8 46 8 46 8 45 8 45 8 44 8 43

12 21 12 21 12 22 12 22 12 22 12 23 12 23

12 30 12 31 12 31 12 32 12 32 12 33 12 33

15 55 15 57 15 58 15 59 16 01 16 02 16 04

16 02 16 03 16 05 16 06 16 07 16 09 16 10

17 22 17 23 17 25 17 26 17 27 17 29 17 30

NORVEÇ

dANİMARkA

Prof. Dr. Murat Türkoğlu, erkeklerin kullanacakları ürünler konusunda oldukça önemli uyarılarda bulunuyor: “Kozmetik ürünler, her gün düzenli olarak çok sayıda kullandığımız formüller. Kadınlar için geliştirilmiş, özellikle deri üzerinde kalıcı kozmetikler veya saç üzerinde kafa derisinde uzun süre tutulan ürünler formüllerdeki östrojenik (kadınlık hormonu) maddelerin kana karışarak erkeklerde hormon dengesinin bozulmasına neden olabilirler.” Ancak tehlike sadece erkekler için değil. Kozmetiklerde antimikrobiyal koruyucu olarak kullanılan parabenler, parfümlerde katkı maddesi olarak kullanılan ve PVC bazlı plastiklere yumuşatıcı olarak eklenen ftalatlar ile güneş kremlerinde bulunan oksibenzon da her iki cins için hayli tehlikeli maddelerden. Saç sağlığı için durulanabilir ve kalıntı bırakmayan, paraben içermeyen bir şampuan kullanın.

Eşlerin beklentileri farklı

8 39 8 38 8 38 8 37 8 36 8 35 8 34

9 14 9 13 9 13 9 12 9 11 9 10 9 09

Bulunduğunuz şehrin namaz vakitleri için: http://www.zaman.com.tr/namaz.do

11 59 11 59 12 00 12 00 12 01 12 01 12 01

12 30 12 31 12 31 12 31 12 32 12 32 12 33

15 07 15 08 15 10 15 11 15 13 15 15 15 16

15 34 15 36 15 37 15 39 15 41 15 42 15 44

16 27 16 28 16 30 16 31 16 33 16 35 16 36

16 54 16 56 16 57 16 59 17 01 17 02 17 04

9 13 9 12 9 12 9 11 9 10 9 09 9 08

9 19 9 18 9 17 9 17 9 16 9 15 9 14

9 37 9 36 9 35 9 34 9 33 9 32 9 31

12 28 12 28 12 29 12 29 12 30 12 30 12 31

12 31 12 32 12 32 12 33 12 33 12 33 12 34

12 36 12 36 12 37 12 37 12 38 12 38 12 39

15 31 15 32 15 34 15 35 15 37 15 39 15 41

15 31 15 33 15 35 15 36 15 38 15 40 15 42

15 23 15 24 15 26 15 28 15 30 15 32 15 34

16 51 16 52 16 54 16 55 16 57 16 59 17 01

16 51 16 53 16 55 16 56 16 58 17 00 17 02

16 43 16 44 16 46 16 48 16 50 16 52 16 54

NAMAZ VAkİTLERİ

Saç ve saç derisi bilimi ‘trikoloji’ uzmanı Prof. Dr. Murat Türkoğlu’na göre erkeklerin ürün kullanırken dikkat etmesi gereken önemli konuların başında kendilerine özel olarak üretilmiş ürünleri kullanmaları geliyor. Sebebiyse erkeklik hormonu olarak bilinen ‘testosteron’ seviyesini düşürmesi. Erkek vücudu kadına göre 10 kat daha fazla salgılıyor bu hormonu. Bilindiği gibi testosteron, kas kütlesinin artması, yağ kütlesinin azalması, kemik büyümesi, sakalların ve vücut kıllarının bolluğu, ses kalınlığı, kendini iyi ve sağlıklı hissetme, düşük kolesterol, saldırgan davranış, yarışma ve rekabet arzusunu körüklüyor. Kandaki testosteron seviyesi ergenlikle zirveye çıkıyor, Kozmetik ürünlerde kullanılan östrojen (kadınlık hormonu) benzeri maddelerse testosteron seviyesini düşürüyor vücutta.

AyşENUR BAyRAkTAR (Aİle terApİstİ):

FİNLANdİyA

Testesteron hormonu azalıyor

Son yıllarda eşleriyle aynı kozmetik ürünleri kullanmaya başlayan erkeklerin hormon dengesi tehdit altında.Şampuanlar, saç kremleri, nemlendiriciler ve bakım maskeleri sandığınız gibi masum değil.

İSVEÇ

erkeklerin de dilinden duymaya alıştık son yıllarda. Eşinin şampuan, saç kremi ve cilt bakım ürünlerini ‘tırtıklayan’ların sayısı da her geçen gün artıyor. Milletçe pek bir bakımlıyız şu sıralar. İyi hoş da, kadın ve erkeğin aynı bakım ürünlerini kullanması ne kadar doğru? Uzmanların bunu pek tavsiye ettiği söylenemez. Zira kadınlara özel kozmetik ürünlerin içeriğindeki östrojen benzeri maddeler ve koruyucu olarak kullanılan parabenler, erkeklerin hormonal dengesini bozuyor. Bu nedenle özellikle erkekler kozmetik ürünlerini çok dikkatli kullanmalı.


31 AİLEM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Microsoft’tan ortaya karışık sosyal ağ Socl’da tüm kullanıcıların bir profil sayfası var. Facebook hesabınızla sisteme giriş yaptığınızda profil fotoğrafınız otomatik olarak Socl profilinize yükleniyor. Socl hesabınıza dışarıdan fotoğraf yüklemeniz mümkün değil.

Microsoft’un yeni sosyal platformu Socl, bugüne kadar kullanılan popüler sosyal ağların karışımı gibi. Özellikleöğrencilerin ve öğretim görevlilerinin ilgisini çekebilir.

ve 5, Samsung Galaxy S2, S3 gibi çok pahalı akıllı telefonları ve iPad, iPad 2, iPad Mini ve Samsung Galaxy Tab ve Note gibi hassas tablet bilgisayarları sadece çizilmez değil kırılmaz hale getirmek mümkün. Kırılmaz ürünü öylesine etkili ki, bir kez uygulandıktan sonra cihazınız çekiç darbelerine bile dayanıklı hale geliyor. “Islanmazlık” ürünü ise ABD’nin Silikon Vadisi’nde geliştirilmiş. Nanoteknolojinin kullanıldığı ürün cihazınızı suya, denize düşürmeye ve su ve çay, kahve gibi sıvı dökülmelerine karşı mükemmel bir koruyucu. Ürünler hakkında daha detaylı bilgiyi www.bufflabs.com.tr ve www.repellix.com.tr adreslerinden alabilirsiniz.

DENİZ ERGÜREL Microsoft geçtiğimiz günlerde yep-

1yeni bir sosyal ağ servisini kulla-

nıma açtı. SOCL adlı (İngilizce social olarak okunuyor) servisi Microsoft veya Facebook hesabınızla kullanmanız mümkün. Web adresi ise http://www.so.cl Microsoft’un bu yeni sosyal platformu bugüne kadar kullandığımız popüler sosyal ağlarının bir karışımı gibi. Socl’ın ara yüzü Google+ servisine benziyor. Facebook’ta olduğu gibi arkadaşlarınızın profil güncellemelerini takip edebiliyorsunuz. Güncellemeleri beğenmek yerineyse gülümseme (smile) gönderiyorsunuz. Socl’da Pinterest’te olduğu gibi farklı kategorileri izlemek ve Twitter’da olduğu gibi de istediğiniz kadar kullanıcıyı takip edebilmek mümkün. Socl’ın temel kullanım amacı sosyal paylaşımlar yapmak ve ilgi alanlarına göre farklı kullanıcıları takip etmek. Socl’da yaptığınız aramalar diğer kullanıcılar tarafından görülebiliyor ve siz de başkalarının ne gibi aramalar yaptığını takip edebiliyorsunuz. Bu yeni sosyal ağı kullanmak için bir Microsoft Live veya Facebook hesabına sahip olmalısınız. Tıpkı diğer sosyal ağlar gibi kullanım tamamen ücretsiz. Socl’da tüm kullanıcıların bir profil sayfası var. Facebook hesabınızla sisteme giriş yaptığınızda profil fotoğrafınız otomatik olarak Socl profilinize yükleniyor. Socl hesabınıza dışarıdan fotoğraf yüklemeniz mümkün değil. Ancak tıpkı Pinterest’te olduğu gibi tarayıcınıza bir eklenti yükleyerek internetteki görüntüleri kullanabiliyorsunuz. Ayrıca YouTube videolarını Socl üzerinden paylaşabiliyorsunuz. Arama motorunun sos-

Haftanın uygulaması: FxCamera

yal ağlara entegre edildiği Socl özellikle öğrencilerin, öğretim görevlilerinin ve belirli bir konuyu araştırmak isteyen kişilerin ilgisini çekebilir.

CEBIT Bilişim Fuarı’nın en ilgi çekici ürünü 29 Kasım-2 Aralık 2012 tarihleri arasında düzenlenen CEBIT Bilişim Fuarı’nın en ilgi çekici ürünlerinden biri akıllı telefon ve tabletleri ıslanmaya ve kırılmaya karşı koruyan yepyeni uygula-

malardı. Yüksek teknoloji ürünü olan bu uygulamalar ile cihazlarınız ıslanmaya ve kırılmaya karşı tam dayanıklı hale geliyor. Türkiye’de Açıkgöz Bilgisayar tarafından satışa sunulan uygulamalardan “Kırılmazlık” ürünü Kore’de geliştirilmiş. Uluslararası patentli, çok katlı nanoteknolojik bir yapıya sahip olan ürün darbe emici ve çizik önleyici bir yapıya sahip. Ürün sadece ekrana değil gövdeye de uygulanabiliyor. Bu ürün ile iPhone 4, 4S

Hem iPhone hem de Android cihazlar için geliştirilen FxCamera, adından da anlaşılabileceği gibi bir fotoğraf uygulaması. Bu uygulama sayesinde cihazınızın kamera kalitesi düşük olsa bile etkileyici fotoğraflar çekmek mümkün. Oldukça basit bir ara yüze sahip olan FxCamera’da beş ayrı filtre kategorisi var. Bu filtrelerin her birini önizlemede deneyip karar verebiliyorsunuz. FxCamera’nın diğer fotoğraf uygulamalarından önemli bir farkı ise çektiğiniz fotoğrafların üzerine ses kaydı yapabilmeniz. Böylece fotoğrafınızın üzerine kısa bir tanıtım eklemeniz de mümkün. Bu uygulama ile düzenlediğiniz fotoğraflarınızı Facebook ve Twitter’dan paylaşabilirsiniz. Uygulamayı Android cihazınıza indirmek için link: http://bit.ly/11XMtJd _ Uygulamayı iPhone’unuza indirmek için link: http://bit.ly/XsMllK (iPad ve iPod Touch ile uyumlu)


32 AİLEM

UZMAN PSİKOLOG FARİKA TEYMUR ARTIR Günümüzde gençlerin birçoğu arala-

1rında kullandıkları eşyalarının markala-

rını konuşuyor. Bazı gençlerde bu durum davranış bozukluğu halini almış durumda. Ayakkabılardan montlara, çantalardan telefonlara kadar belli markaları tercih eden çocuklar, normal değerinin çok üstünde harcama yapmayı göze alıyor. Okullarda kıyafet serbestliği ile ilgili tartışmalar gündemi meşgul ederken, çocukların ve gençlerin daha rahat hareket ettiklerini ve gelişimlerinin daha sağlıklı olacağını savunanlar var. Buna karşın ergenlikte görülen marka takıntısının, serbest kıyafetle birlikte hem öğrencileri hem de velileri etkileyeceğini düşünenler de hayli fazla. Kaliteli ve ucuz olan markasız eşyaları kullanmak istemeyen gençler, orijinalini alamasalar da imitasyonlarını alarak rahatlıyor. Bu gençlerde marka takıntısı aşırıysa; sosyal çevresini olumsuz şekilde etkilediği gibi anne ve babasıyla da anlaşamıyor. Ergenin her istediğini yapan ancak bu isteklerle başa çıkamayan ailelerde aşırı borçlanma ve ciddi krizler görülüyor. Marka takıntısı, ergenlik döneminde doğal bir süreç olan kimlik bunalımına bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu davranış bozukluğunun ortaya çıkma nedenleri arasında; özenti, dikkat çekme isteği, gelir dağılımında eşitsizlik, anne-babayı rol model almak geliyor. Doğru arkadaş seçimi kimlik oluşumunda büyük öneme sahiptir ki bunda ergenin tercihiyle birlikte anne babanın sağladığı sosyal çevre, seçilen okul, ikamet edilen yer de büyük öneme sahip. Temelde ekonomik refah seviyesi arttıkça markalı eşya tercihi de artıyor. Fakat alışveriş bilinci olan kişiler markalıdan ziyade kaliteli ve ucuz olanı tercih edebiliyor. Kimlik karmaşası içinde olan gençlerin bir kısmı markalı eşyaları sosyoekonomik kültürel durumlarının bir işareti ve prestij vesilesi olarak da kullanıyor. Maddi imkânları sınırlı ailelerin çocuklarında görülen marka düşkünlüğü ise hem ergen hem de aile açısından vahim sonuçlara yol açabiliyor. Anne-babalar marka merakı gösteren çocuğa tepki göstermek yerine bu davranışın nedenlerini anlamaya çalışmalı, ergenin alışveriş bilincini, sosyal sorumluluk duygusunu ve özgüven sahibi olup şekilcilikten ve komplekslerden kurtulacağı şekilde kişiliğini geliştirme yolunu tercih etmeli. Hayatın her alanında olduğu gibi alışveriş konusunda da çocukla sohbet etmeli, marka merakının şekil konusunda aşırı gitmek olduğunu anlatmalı, kendileri de bu konuda çocuklarına örnek olmalı. Anne-baba çocuğunu iç ve dış güzelliği konusunda düşünmeye de teşvik etmeli. Bu amaçla iyi ve kaliteli giyinmenin kişiliğin bir göstergesi olup olmadığı konusu aile içinde tartışılabilir. Ergenin paranın kolay kazanılmadığını iyi kavraması, anne-babasının yerine kendisini koyabilmesi de kişiliği olumlu şekilde geliştirir. Gençlerin ailelerinin maddi imkânları yeterli olsa da yetersiz olan arkadaşlara gösterişten kaçınmaları da markalı eşyalar konusunda ölçülü davranmalarını kolaylaştırır.

ASLIHAN KÖŞŞEKOĞLU Bazı haberler vardır, konunun

Psikanaliz düzeyinde değerlendirildiğin de ise dikkat edilmesi gereken bir tablo daha çıkıyor ortaya. Aile Danışmanı Psikolog Nimet Zenginer, “İnsanın gelişiminde çok önemli bir 3-6 yaş dönemi var. Odipal dönem diyoruz. Kız çocuğun anne ile erkek çocuğun baba ile rekabete girdiği bir dönem. Bu dönem sağlıklı atlatılamazsa ve önemli takılmalar olursa dinmeyen rekabet ve biriken öfkenin sonucu bu tür cinayetler olabilir.” diyor.

1ne kadar can alıcı olduğunu

vurgulamak için yaşanılan örneklere değinerek bir giriş yapmak istersiniz. Ama bazen, ele aldığınız mesele buna müsait olsa da diliniz varmaz bir şeyleri tekrar etmeye. Haberci de olsanız yeniden aktarılacak bir nokta bulamazsınız. Böylesi olaylar bir daha yaşanmasın, kalemler yazmasın, gözler okumasın dersiniz. Son zamanlarda sıkça yansıyan anne-baba cinayetleri gibi… Konuya dikkat kesilmemiz yine geçtiğimiz hafta gündeme gelen bir vaka yüzünden. Henüz 17 yaşında bir genç ve sırf ‘ders çalış’ dediği için öz oğlu tarafından öldürülen bir anne... Kanın deli gibi aktığı, ebeveynle çatışmanın doruklara ulaştığı ergenlikten mi kaynaklanıyor yaşananlar? Örneklere bakılırsa asla. Zira, bu yaşlarını çoktan geride bırakmış, kariyer sahibi, eğitim seviyesi yüksek insanlar da var basına yansıyan örnekler arasında. Sıcak, samimi, güven ve özveriye dayalı birincil ilişkilerin hâkim olduğu ailelerde anne-baba ya da çocuk cinayetlerine anlam vermek elbette güç. İşin içine bir de İslam dininin ve Türk kültürünün anne-babaya verdiği değer girince bütün ezberler bozuluyor. Peki, genel olarak ne söylenebilir yaşanan bu tarz olaylar hakkında? Elbette ilk akla gelen ciddi psikolojik sorunlar. Meseleyi ebeveyn cinayetine kadar getiren psikolojik sorunların arkasındaki etkenler de çeşitlilik gösteriyor. Parçalanmış aileler, orantısız ebeveyn baskısı, alkol, uyuşturucu gibi bağımlılıkların yansımaları... Balıkesir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Kadir Canatan, Türkiye’de en önemli sorunun, boşanmaların artmasına paralel olarak, parçalanmış ailelerde yaşamak zorunda kalan çocukların ruh ve beden sağlıklarının bozulması olduğunu söylüyor. Aile ve Eş Danışmanı Psikolog Nimet Zenginer’e göre bu tür meseleleri doğrudan ebeveyn tutumuna bağlayamasak da, yakından alakalı. Neticede çocuk yetiştirmek hem annenin hem de babanın sorumluluğu. Zenginer, “Yeni doğan bir bebek yeni dökülmüş beton gibidir. Üzerine ne düşürürseniz izi kalır. Kendi patolojileri yüzünden çocuğun bireyleşmesine izin vermeyen bağımlı yapıdaki anne babalar içinde öfke biriktirmiş çocukların yetişmesine neden olabilir.” diyor. Din Psikoloğu İlahiyatçı Ali Köse de bireyselleşmeden duyduğu endişeye dikkat çekiyor: “Bireyselleşmenin giderek daha fazla değer kazandığı bir toplumda anne–baba artık bir otorite figürü olmaktan çıkmak üzere. Çocukları giderek daha fazla cezbeden talepkâr bir dış dünya var ve çocuklar anne-babalarını bu dış dünyanın taleplerine cevap vermeyi engelleyen unsurlar olarak görüyor. Zevk prensibiyle hareket ediyor ve zevklere ulaş-

Bu çocuklar ailelerini nasıl öldürebiliyor?

Sosyal çevre, çocuklarda marka takıntısı oluşturuyor

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

Kültürel ve dinî değerlerimizle bir arada düşünüldüğünde daha da korkunç bir boyut kazanan bir mevzu, anne-baba cinayetleri. Örneklerin eskiye nazaran artması, uzmanlara göre sağlam kişilik yapılarının zedelendiğini gösteriyor…

mayı engelleyen unsurları bertaraf etmeye şartlanıyorlar. Onlar için sonuca giden her yol mubah ve öldürme de bu yollardan birisi.” Köse’ye göre meselenin önemli bir boyutu da olayların medyada yer alış biçimi. Öldürmenin büyük günah olduğunu unutmaya başladık ve medya görüntüleri de öldürmeyi sıradanlaştırıyor. Peki, aile arası ilişkilerin bu denli üzücü sonuçlar doğurmaması için ne-

lere hassasiyet gösterilebilir? Ev içerisinde, sevgi, paylaşım ve anlayışa dayalı ortamın korunması buraya kadar anlattıklarımızdan çıkarılabilecek bir sonuç. Psikanaliz düzeyinde değerlendirildiğinde ise dikkat edilmesi gereken bir tablo daha çıkıyor ortaya. Aile Danışmanı Psikolog Nimet Zenginer, “İnsanın gelişiminde çok önemli bir 3-6 yaş dönemi var. Odipal dönem diyoruz. Kız çocuğun anne ile erkek


33 AİLEM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

AhmetŞahin

Ana baba ile mazlumun duasına dikkat edin!

Prof. Dr. Ali Köse (Dİn Psİkoloğu):

Dinin öğütleri gençlerin gündeminde değil

“Anne-babanın kutsallığını öğütleyen dinî öğretiler eskisi kadar gündemde değil. Anne–babaya ‘öf’ denmemesi gerektiğini talep eden Kur’anî öğüdü, Peygamberimiz’in (sas) cenneti annelerin ayakları altına seren hadisi, ya da İslam kültürünün bu konuda ürettiği öğretici menkıbeleri artık gençliğin önemli bir kısmı duymuyor, bilmiyor. Bizim ahlak kitaplarımız Müslüman evlatlara şu öğüdü verir: ‘Anne–babanız Hıristiyan ise ve kiliseye gitmek isterlerse ve dahi kiliseye kadar yürüyecek halleri yoksa, onları sırtınıza alıp kiliseye götürmekle mükellefsiniz!’ Bu öğretiyle yetişen bir çocuğun bırakın anne–babayı öldürmek, onlara bir zarar gelmemesi için her türlü fedakârlığa katlanması beklenir.”

çocuğun baba ile rekabete girdiği bir dönem. Bu dönem sağlıklı atlatılamazsa ve önemli takılmalar olursa dinmeyen rekabet ve biriken öfkenin sonucu bu tür cinayetler olabilir.” diyor.

Çözülen toplum yapısı insanları çevresine sorumsuzlaştırıyor Mesele psikolojik olduğu kadar sosyolojik bir olgu ve değişime de

Nimet Zenginer (Aİle DAnışmAnı, Psİkolog):

Anne-baba, çocuklarıyla açık iletişim içinde olmalı

“Hayatın yükü, iş yükümüz ne kadar ağır olsa da çocuklarımıza ayıracağımız vaktin önüne geçmemeli. Sadece çocuk büyütmüyoruz, topluma bir insan yetiştiriyoruz bu unutulmamalı. Bazı anneler babalar da kendi rahatlıkları adına çocuklarını bakıcılarla büyütüyor, onları teknolojiye boğup meşgul ediyorlar. Tüm bunların sonunda iletişimden, duygu paylaşımından uzak, kendi yalnızlığında boğulmuş ruhsal yaralarla dolu çocuklar büyüyor. Anne-baba sadece kendi aralarında değil, çocukları ile de açık iletişim içinde olmalı. Ancak açık iletişim, ebeveyn ya da demokratik iletişim, ebeveynle çocuk arası ilişkilerin çok sınırsız, geçirgen olacağı anlamına da gelmez. Her anne-baba ebeveyn olduğunu unutmadan arkadaşça yaklaşmalı.”

işaret ediyor. Ancak gördüğümüz kadarıyla bu konuyla ilgili henüz ciddi araştırmalar yapılmış değil. Balıkesir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı, aynı zamanda Aile Sosyolojisi kitabının yazarı Doç. Dr. Kadir Canatan, Amerika’daki araştırmalar sonucunda ebeveyn cinayetlerinin ortaya çıkmasında çocuk ve aileler açısından üç ayrı kategoriden söz edilebileceğini söylüyor. İlk olarak ciddi psikolojik sorun-

ları olan gençler ebeveynlerine saldırıyor ve onları mağdur durumda bırakıyor. Bu tip olaylar kişisel olup belirli bir grupla sınırlı. İkinci olarak ebeveynleri tarafından (cinsel olsun veya olmasın) suiistimal edilen çocuklar ve gençler, bir gün bunun intikamını almak için harekete geçmekte. Ebeveynlerin yaşlı ve hasta olduğu anlar bu iş için elverişli ortam olarak görülüyor. Üçüncü olarak anti-sosyal davranış sergileyen gençler, hem çevrelerine hem de aile üyelerine karşı tehlikeli olabiliyor. Bu gençler muhtemelen sosyalleşmesini tamamlamamış kişiler ona göre. Canatan, bu araştırmalardan yola çıkarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Özellikle son iki grup sosyolojik açıdan önemli. Çünkü bu grupların oluşmasında ve eylemlerinde sosyal ve kültürel motifler önemli bir rol oynamakta. Değişen, daha doğrusu çözülen toplum yapısı ve değerler gençleri ve ebeveynleri yakın ve uzak çevrelerine karşı sorumsuz kılmaktadır.” Kısacası söz konusu cinayetler aniden işlenmiş gibi görünse, yakınları olayların ardından ‘araları çok iyiydi, biz de şaşırdık’ tarzında yorumlar yapsa da arka planında bambaşka sebepler yatıyor.

Her olayın dinamiği farklı Türkiye’deki örneklere baktığımızda anne-baba cinayetlerinin artmasının yalnızca eğitimsizlik ya da yaşla açıklanamayacağı görülüyor. Örneklerde yaşı küçük, belki hâlâ ergenlik çağlarında diyebileceğimiz kişiler olduğu gibi, belirli bir yaşa gelmiş, kariyer sahibi, eğitim düzeyi yüksek insanlar da var. Bir sosyolog olarak örneklerdeki bu çeşitliliği yorumlamasını istiyoruz Doç. Dr. Kadir Canatan’dan: “Eğitim ve kariyeri ne olursa olsun psikolojik sorunları olan kişiler anne ve babalarına karşı saldırgan, hatta canice eylemlere girişebilmektedirler. Bir mimarın yalnız kaldığı villasına gelen anne-babasını öldürmesi buna örnek olarak verilebilir. Malatya’da 17 yaşındaki gencin kendisine “Ders çalış” diyen annesini öldürmesi ve dolaba saklaması, ilk etapta anti-sosyal bir davranış örneği olarak görülmekte. Fakat olayın geri planında çocuk üzerinde sistematik olarak uygulanan bir ebeveyn baskısı da olabilir. Birçok gencin ebeveynlerin ders konusundaki baskıları nedeniyle ve özellikle de sınavlarda başarısız kalmaları durumunda intihara kalkıştıkları biliniyor. Böyle bir durum varsa aniden işlenmiş gibi gözüken cinayetin birikimsel bir patlamanın sonucu olduğu söylenebilir. Çanakkale Gelibolu’da 16 yaşındaki bir genç kızın, annesini boğazından bıçaklayarak öldürmesinin gerisinde ise parçalanmış bir aile ve muhtemelen kız çocuğunun annesine karşı duyduğu intikam hissi yatmaktadır. Parçalanmış ailenin genellikle sorunlu gençler çıkardığı biliniyor.”

Maneviyat büyükleri derler ki: -Ana baba ile mazlumun duasını almaya özel bir dikkat gösterin, bedduasına uğramaktan da yine özel bir dikkatle kaçının ve hatta korkun. Çünkü bu iki dua, yani ana baba ile mazlumun duası redde uğramaz. Hem de okun yaydan çıktığı gibi çıkar ağızdan, sapmadan, gecikmeden hedefine ulaşır. Hadisler böyle tarif eder bu iki duayı. Tarih kitapları, mazlumiyet ve mağduriyete maruz bırakılan insanların kırık gönülle yaptığı beddualarının hemen etkisini gösterdiğine ait ibretli örnekler vermekteler. Meşhur Horasan valisi Abdullah bin Tahir’in suçsuz bir adamı zindana attırdıktan sonra aldığı beddua da, bu ibretli örneklerin başında gelir. İsterseniz bu tarihi olayı okuyanlar arasına biz de girelim bugün. Bakalım bizde nasıl bir duygu meydana getirecek, mazlumun namazdan sonra kırık gönülle yaptığı bedduasının anında valiyi yatağında uyuyamaz hale getirme etkisi? Abbasi Halifesi Me’mun zamanında (H.198-218) Horasan valisi olan Abdullah bin Tahir, aslında muhterem ve mübarek bir idareci olarak hizmetler görmüş olmasına rağmen bazen öfkesine mağlup olur, zulümlü emirler de verirmiş. Nitekim bir gece şehirde şikâyetlere sebep olan bazı başıboş kimseleri toparlayıp valinin huzuruna çıkarmak üzere önlerine katarak götüren görevliler, bir ara önlerindeki bir suçlunun sokaklardan birine dalarak kaçtığını görürler. Peşine düşen bekçiler sokakta yürüyüp giden Hiratlı masum bir demirciyi de, kaçan suçlu zannederek yakalayıp suçlular arasında valinin huzuruna çıkarırlar. Geceleri halkı rahatsız eden bu suçlulara olan kızgınlığı sebebiyle ayırım yapmadan, sorma gereği duymadan emir veren vali Abdullah bin Tahir: - Atın bu edepsizleri zindana! der. Akılları başlarına gelinceye kadar kalsınlar orada! Böylece çoluk çocuk rızkı için çalışmaktan yorularak akşam evine dönmekte olan Heratlı masum demirci de valinin sorgusuz sualsiz emriyle suçlular arasında zindanı boylamaktan kurtulamaz. Üzerine kapatılan zindan kapısının arkasından büyük bir teessür içinde abdestini alıp namazını kıldıktan sonra kırık gönülle ellerini açarak yaptığı bedduasında der ki: - Rabb’im, beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma. Sabahlara kadar onlar da uyuyamasınlar yumuşak yataklarında! O sıralarda yatağına uzanarak uyumaya başlayan vali ise, müthiş bir sarsıntı ile uyanır, bakar ki deprem filan yok. Şükürler olsun rüyaymış diyerek tekrar uzanır yatağına. Ne var ki gözünü kapar kapamaz aynı sarsıntı yine başlar. Yine fırlayıp sağa sola bakar. Derken sabahlara kadar mazlum demirci zindanda nasıl uyumazsa, onu zindana atan vali Abdullah bin Tahir de evindeki yumuşak yatağında öyle uyuyamaz... Sabah olunca, “Birine bir zulüm mü yaptım acaba?” diyerek hapishane müdürünü çağırtıp hapishanede bir mazlum mu var yoksa, diye sorar? Müdür, bir mahpusun sabaha kadar yaptığı bedduasını anlatır. -Rabbim beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma! diye beddua eden bir mazlum sesi geliyordu hapishanede, der. - Hemen onu getirin buraya, diyen Vali, huzuruna getirttiği adamın akşam evine giden bir suçsuz demirci olduğunu öğrenince özür diler, hakkını helal etmesi için gerekli yardımlarda da bulunarak serbest bırakırken tembihini şöyle yapar: - Bir daha böyle bir zulme maruz kalacak olursan hemen beni ara! Ama bu hatırlatmaya demircinin cevabı düşündürücü olur: - Neden seni arayacakmışım? Bana zulmedip sorgusuz sualsiz zindana atan sen değil misin? Ben seni değil, beni senin zulmünden kurtaranı arar, müracaatımı yine O’na yaparım. Zira O, senin evini sabahlara kadar başına sallamasaydı sen yine beni aramayacak, zulmünü sürdürmekten geri kalmayacaktın! Sözünü şöyle bağlar: -Ama sakın bir daha böyle sorgusuz sualsiz zulüm emri verme. Çünkü bu defa evin başına sallanmakla kalmaz, güldür güldür yıkılır da enkaz altında kalmaktan kurtulamazsın! İnsaflı valinin gözyaşlarını tutamayarak ağladığı görülür. İnsanlara ibret olması için de irşat kitaplarına bu olay böyle yazılır. Ancak buna rağmen hemen herkes bu olaydan ibret alır da zulmü bırakır mı? Hayır. Neden hayır? Çünkü olayların içindeki ikazı herkes açıkça göremez. Onun için manidar sözle derler ki: “Köre nedir köre ne? Görenedir görene!”


34 AİLEM

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

GÜLİZAR BAKİ Dr. Şaban Kızıldağ, “Mazeret

1yok!” diyerek 16 yıldır Anado-

Uzun yıllardır da iş dünyasına yönelik eğitimler veriyor. Profesyonel yöneticilik, iş geliştirme, yönetici koçluğu uzmanlık alanları… “Elti ekonomisi” kavramını geliştirmiş. Tüm bunların ötesinde kendini mazeretle mücadeleye adamış. Gittiği her yerde Hz. Ali’nin şu sözünü hatırlatıyor: “Bahane, insanın kendine söylediği en büyük yalandır.”

lu’yu karış karış dolaşıyor. Ona göre toplumun en önemli hastalıklarından biri “mazeret üretmek”. Diyor ki “Mazeret üretmesek nüfusu 1,6 milyar olan 57 Müslüman ülkenin üretimi, yani teknoloji, bilgi, spor gibi alanlardaki işleri, 80 milyonluk Almanya’nın yarısı kadar olmazdı.” Ona göre en çok ürettiğimiz şey mazeret. Hatta “Mazeret bizim baş belamız.” diyor. Kızıldağ, Eskişehir’de radyo-televizyon okumuş, kamu yönetimi ve işletme doktorası yapmış. 28 Şubat’a kadar Sakarya Üniversitesi’nde öğretim görevlisiymiş. Bir dönem Eminönü Belediye Başkan Yardımcılığı yapmış. Kanada’ya gitmiş. Uzun yıllardır da iş dünyasına yönelik eğitimler veriyor. Profesyonel yöneticilik, iş geliştirme, yönetici koçluğu uzmanlık alanları… “Elti ekonomisi” kavramını geliştirmiş. Tüm bunların ötesinde kendini mazeretle mücadeleye adamış. Gittiği her yerde Hz. Ali’nin şu sözünü hatırlatıyor: “Bahane, insanın kendine söylediği en büyük yalandır.”

En mükemmeliz, mazeret yok “Mazeret yok” seminerleri veren Kızıldağ; “Allah bütün kitaplarında Kur’an’da, İncil’de, Tevrat’ta, Zebur’da; “İnsanı en mükemmel bir şekilde yarattık” diyor. Madem ki en mükemmeliz, madem ki mazeret en büyük yalan, dedim ki mazeret yok o zaman. Bunu herkese dedirtmeyi ilke olarak benimsedim. Bu bir uyandırma aslında. Bu coğrafyada Abdullah Gül ile veya Boydaklar’la aramda bir fark yok. Çünkü aynı okullarda okuduk, aynı anne-babanın tedrisinden geçtik. Aynı sıkıntıları, baskıları yaşadık. Ama Abdullah Gül mazeret üretmedi, Boydaklar da, Mehmet Öz de... İnsanlar ya değer üretir ya da mazeret. Bahsi geçen insanlar değer ürettikleri için başardılar. Her şeye rağmen, her şartta ve her zeminde bu mazeret belasından kurtulmak lazım. İnsan olmak için, şirket olarak gelişmek için de, birbirimizi anlamak için de, kul olmak için de bu lazım. Allah’la ilişkisini sağlam kurmak istiyorsa mazeretle olan tüm bağlantısını ortadan kaldırmalı insan.” Kızıldağ, tüm bunları anlatırken aklımıza geliyor, kişisel gelişim kitaplarında da çok kullanılan bir slogan bu; mazeret yok. Söze hemen; “Ben kişisel

Kendimize söylediğimiz en büyük yalan! Okumaya, dil öğrenmeye, geç kalmaya, başarısızlığa, ibadetlere, her şeye bir mazeretimiz var. Dr. Şaban Kızıldağ, bunun için ‘mazeret yok’ eğitimlerine başlamış. Hz. Ali’den alıntılayarak diyor ki; “Aslında mazeret insanın başkasına değil, kendine söylediği en büyük yalan.” gelişimci değilim ve bunu reddediyorum. Kişisel gelişim safsatasında insanlara ‘İçindeki devi uyandır.’ deniyor. Annem de der ki; ‘Akıl hesap yaparken kader gülermiş.’ Kadere inanç yoksa kişisel anlamda bir şey yapılmaz. Cüzî ve küllî iradeyi bilmeli insan. Kişisel gelişimciler ‘Bir şeye niyet edersin, niyet enerji oluşturur ve o enerjiden dolayı siz işinizi sonuçlandırırsınız.’ diyor. Öyle bir şey yok. Bir şeye niyet edersin, irade ortaya koyarsın ve sonuç takdirdir. Burada irade ortaya koymak önemli. Kişisel gelişimcilerle ayrıştığımız bu. Kişisel gelişimciler küllî-cüzî iradeyi görmezden geldiler. ‘İstersen dünyayı değiştirirsin.’ dediler. Allah dilerse olur. 19 yaşındaki oğlumu kanserden kaybettim. İletişim fakültesini birincilikle kazanmıştı. Ben şirket kurmuştum, yayınevi kurmuştum, çocuk çok yetenekli, 3 bin kitabı

var… Ne oldu? Grip diye gittik. Her şey bir yere kadar. Allah’ın takdiri var.”

Günah keçisi kavramı nereden geliyor? Son olarak laf arasında geçen ‘eltiler ekonomisi’ kavramını soruyoruz Kızıldağ’a, cevabı ilginç: Türkiye’de şirketlerin yüzde 98’i aile şirketi. Aile şirketleri de ikinci kuşaktan itibaren batmaya, çökmeye başlıyor. Çünkü devreye eltiler giriyor ve dağılmaya başlıyor. Bu bize has bir kavram. Profesyonel yaklaşmayınca işe, şirketler de, tarlalar da eltiler yüzünden dağılıyor, parçalanıyor. Bu, Türk ekonomisine büyük bir zarar. Ben çoğunlukla KOBİ’lere profesyonellik, iş ahlakı, yöneticilik ve marka zekâsı eğitimleri veriyorum. Ve bu eltiler ekonomisi kavramı oralarda çok ilgi çekiyor. Çünkü çoğu şirketin temel sorunu.”

Günümüz insanı her şeye bir bahane bulabiliyor. Bu bahaneler trafik, zamansızlık, imkânsızlık veya başkaları oluyor. Eskiler mazeretlerini daha sahici öğelerden seçermiş. Eski Yunan’da salgın hastalıklarda, afetlerde acıyı azaltmak için günah keçisi olarak insanlar kullanılırmış. Bir kadın ve erkek seçilir, kent içinde dolaştırılır, yeşil dallarla dövülür, taşlanır ve kent dışına sürülürmüş. Günah keçisi ise Eski Ahit’te Yahudi kavminden kalma bir kavram. Toplumun günahları bir keçiye yüklenir, bu keçi kurayla seçilirmiş ve sonra uçurumdan aşağıya atılırmış. Allah’tan bugün böylesi gelenekler yok ama herkesin başarısızlıklarını, eksikliklerini, kötülüklerini yüklediği günah keçileri var. Kim bilir ne kadar çok masumu, günahsızı yeşil dallarla dövüyor, uçurumlardan aşağıya atıyoruz.

Hekimoğlu İsmail

Namaz ve ben... Askerlik, hayatımın 20 senesini aldı... O zamanlar cebimizde küçük bir not defteri ve kalemle dolaşırdık ki, kumandan emir verirse, unutmamak için hemen not alalım... Sonrasında kumandan bizi sorguya çeker, hangi işleri yaptığımızı, yapamadıklarımızı da niçin yapamadığımızı sorardı. 20 senem, bu disiplin ve talimatları uygulamakla geçti. Tabii insanız; bunaldığımız, yorulduğumuz oluyordu. Amma ne zaman ki emekli oldum; işte o zaman uyduğum disiplinin, verilen emri yerine getirmenin, yorgunluklarımın, çektiğim tüm sıkıntıların mükafatını aldım. O zaman dedim ki; “Ben İslamiyet’i askerlikte öğrendim.” Hayat, bir yolculuktur. Dünya da bu yolculukta uğradığımız bir handır. Geldik, konakla-

dık, gidiyoruz. “Han sahibine” ne kadar itaat ettik? Müslüman bir şahıs, itaat ettiği kişileri, kuruluşları düşünse Allah’a olan itaatinin hangi seviyede olduğunu daha iyi anlar... Bana göre namaz, Müslüman’ın en güzel itaat göstergesidir. Öyle bir itaat ki, her secdede başımızı yere koyarak, “Baş üstüne Allah’ım!” diyoruz… Kur’an’da en çok emredilen ibadet, namazdır. Namaz kılan Müslüman, kılmayan kişiye en azından şunu söyletir: “Neden o namaz kılıyor da ben kılmıyorum?” Bir gün bir şahıs Mehmet Kırkıncı Hoca’ya “Hocam, benim namaz kılmakla Allah’a ne faydam oluyor?” demiş. O da demiş ki; “Sen namaz kılmamakla kendine faydan ne oluyor?” Yani Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı yok,

bizim o ibadetlere ihtiyacımız var. Evimizde bir çiçek vardı. Yerini değiştirdik, kurudu. Çünkü evvelki yerinde güneş görüyordu. Güneşten uzak kalınca kurudu. Müslüman da namazdan uzak kalırsa, manen kurur. Bitkilerin güneşe ve suya ne kadar ihtiyacı varsa, Müslüman da ibadete o kadar muhtaçtır… Mesela hastalanmadan evvel camileri dolaşmayı, camilerde namaz kılmayı alışkanlık haline getirmiştim. “İstanbul’da namaz kılmadığım cami kalmasın!” diye düşünüyordum. Allah’tan gelene razıyız amma hastalığımın ilk dönemlerinde camiye gidememek, secde edememek beni üzüyordu. Sonra dedim ki “Olur mu yahu! Allah bir ayağımı, bir kolumu benden aldı amma diğerleri yerinde duruyor, çok şükür. Sağlıklı olan organlarımın şükrü için namaza devam…”

Efendimiz’in (sas) namazda kıyamda durmaktan mübarek ayakları şişmiş. Kendilerine, “Ey Allah’ın Resûlü! Senin geçmiş ve gelecek bütün kusurlarını Allah bağışlamış değil mi? Neden kendine bu kadar zahmet veriyorsun?” denildiğinde şu cevabı vermiş: “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?” Demek ki Müslüman, önce kendine bu soruyu soracak: “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?” Bu soruya “Evet” cevabı vermenin yolu namazdan geçer… Bu hayatta en önemli mesele İbrahim (as) gibi maddi manevi putları kırıp mihraba yönelebilmektir. Bu hayatta en önemli mesele Nuh’un (as) gemisine, yani sefine-i Kur’aniye’ye binebilmektir. Çünkü Kur’an’dan aldığımız işaretle anlıyoruz ki, o geminin dışındakiler helak olacak…


D

Þ

A

R

B

Z

E

D

Ü

K

A

R

E

N

Ý

Z

R

Ð

N

L

A

D

Ü

T

V

E

Ç

Z

N

T

E

E

D

K

N

E

V

Ü

G

Z

Ö

R

Ý

O

I

E

R

E

E

C

þ

F

U

D

A

R

M

A

F

N

M

Ā

I

U

O

B

R

U

K

V

B

R

H

A

R

Ā

I

M

A

G

L

I

G

F

A

Ý

G

U

I

N

H

J

T

K

M

Ü

G

U

N

Ð

K

M

Þ

Ç

þ

Z

P

K

S

V

Y

E

K

F

A

G

A

Y

Ð

S

þ

K

F

A

N

E

T

A

H

E

S

S

L

N

Ü

D

M

Ý

L

M

D

T

Ā

Ü

D

Ö

Ç

M

S

I

K

A

A

U

I

L

Þ

D

E

H

Þ

H

A

U

L

Þ

D

Z

I

F

A

Y

U

R

ü

Y

G

Ý

Y

I

Ü

C

T

N

H

L

Ý

N

I

U

þ

N

D

V

T

Z

A

B

N

G

F

R

Ý

T

C

U

P

U

E

R

E

R

P

A

S

T

E

L

N

þ

A

O

R

A

D

U

T

A

F

B

A

Z

M

S

G

L

A

D

K

M

A

N

C

E

K

H

þ

N

M

þ

L

H

O

A

H

E

R

V

N

O

L

E

A V I

K

E

M

Ç

I

K

A

A

H

B

A

Y

þ

R

M

þ

E

þ

E

N

þ

J

N

B

L

U

N

S

U

R

J

T

A

P

Z

Y

A

Z

U

G

N

R

F

Ö

Aþaðýdaki kelimeleri tablonun içine serpiþtirdik. Bunlarý bulabilir misiniz? ASTđGMAT, BULUTSU, CANGIL, ÇAKMAK, DECCAL, EHVEN, FđRMA, GILGAMIď, HÜRREM, đHMAL, KONYA, LđMNđ, MAKBER, NESRđN, OBRUK, ÖZGÜVEN, PASTEL, RAHAT, SAĒANAK, ďUHUT, TEKLđF, UNSUR, ÜRDÜN, VAďAK, YđRMđ, ZEVAT.

Z

þ

K E L þ M E

8

7

6

5

4

3

2

1

1

2

3

Bulmaca 4

5

6

7

8

Refik Aydýn 9 10 11 12

r.ay din@za man.com.tr

SOLDAN SAĀA 1) Damardan hipertonik eriyik (serum) verilerek yapılan tedavi. 2) Çalıýtırılan, iýletilen, bakılan bir ýeyin verdiþi sonuç veya bu sonucun niceliþi, mahsul, verim.– Bir çoþul eki. 3) Tunus’un plaka iýareti.– Olgun, ince, anlayıýlı kimse.– ûlaç, çare. 4) Çevresi yollarla belirlenmiý olan arsa ve böyle bir arsayı kaplayan yapılar topluluþu.– Çözümlemeli, tahlil edici, tahlilî. 5) Mayalı hamurdan tandırda piýirilerek yapılan ve yapıldıþı yere göre büyüklüþü deþiýen ince ekmek türü.– Toprak altına gömülerek saklanmıý para veya deþerli ýeyler, gömü. 6) Alev, yalaz.– Beþenilmeyen bir iý veya öneri karýısında söylenen bir söz. 7) Narin, ince yapılı.– Matematikte sabit bir sayı. 8) Tıp dilinde kansız.– Bir duygunun, hayalin ve güzelliþin ifade edilmesi maksadıyla baývurulan usullerin tamamı. YUKARIDAN AþAĀIYA 1) ûki veya ikiden fazla sayının toplamının toplanan sayıların adedine bölünmesiyle elde edilen (sayı), vasatî. 2) ûnsan taýıyacak biçimde yapılmıý, kürekle yürü-

Q

A N ÿ

K

M A

6

7

K

A H

L

A

E

N T

K

N A

R A P

A

M A K

I

T

5

9

K T

A

E M

R O

P

B

<

8

I Q

C

ÿ

T

D <

A

E K

O R

B < C þ D < 8 M @ L

T

S O E

ÿ N A

L

K

A

10 11 12

E M

L

ÿ

B

K A

A M

R A

T

8

E

9

C

L

E

J

L

I

A

K

8

G

Q

P

8

Q

L

>

E

I

=

{

Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

Ĕ Ĕ

8 X [Xb` b\c`d\c\i` kXYcfele `û`e\ j\ig` k`i[`b% 9lecXi YlcXY`c`i d`j`e`q6 {BA;"ĔLđH7@"ĔO7AKJ"ĔP{Hđ>$ 7IJđ=C7J"Ĕ8KBKJIK"Ĕ97D=?B"Ĕw7AC7A"Ĕ:;997B"Ĕ;>L;D"Ĕ<đHC7"Ĕ=?B=7C?ď"Ĕ>{HH;C"Ĕđ>C7B"ĔAEDO7"Ĕ BđCDđ"ĔC7A8;H"ĔD;IHđD"ĔE8HKA"ĔzP={L;D"ĔF7IJ;B"ĔH7>7J"ĔI7Ē7D7A"ĔďK>KJ"ĔJ;ABđ<"ĔKDIKH"Ĕ{H:{D"Ĕ L7ď7A"ĔOđHCđ"ĔP;L7J$

A7H7DB?A"ĔB7C;B"ĔCđ>H7F"ĔD;CB"ĔEF;H7"ĔzHI;B;C;A"ĔFđO;I"ĔH7C8E"ĔI;C8EB"Ĕď7>đJ"ĔJ;H<đ"ĔKPKD"Ĕ

= @ G B ; Q ; 8 I G < ? I B = L G K B < I B ; C I þ = | < Ā K : = I Q B 8 < @ D P < M C K < ; J F I E { E < 9 C F K > @ ü x > K 8 I D > þ K J 8 ; J 8 E < { E I | M D < D I F J E F L M I E @ x < D = E 8 C M þ B 8 P = I = D ? I B L F K L < 9 = C E x @ þ G > I < G Q 8 > þ I 8 { 8 Q @ x < ; x Q 8 > D 8 { Q L I J < þ Q E { < 9 F 8 K B L L J ; { Q < D 8 B = ; ; @ < D ? D C F 9 D < J L > þ ; 8 I < = E ; I D B | E I Q 8 I Q B 8 ; I 9 8 ? K < ? E ü K K | 9 8 @ < E ü þ < Ā C C J < < = 8 Ā F þ þ > K E < J B ? ; Ā ; L : J I K J L þ C L 8 9 P ? I P L A B < D 8 < L E I > > ; K 8 8 ? ? G K = E C D 8 x ; G I 8 = P 9 8 G | 8 P I D ? ? E D L þ 8 P þ < 9 F B M < B þ C þ ? = D M 8 þ C K L K = : G K I D E ? 9 < : G L L > > J E B | ? E þ E E : I B > ? : K L E 8 I 9 8 B þ I < P < 8 8 M 8 Q < < 9 K 8 D < | ; þ 8 8 < Q E 8 I 8 ; I I C D K D M Q < M A = ; ; @ I 8 ? B ; < I I 8 E Q G I A : = | I I B ? B | P = I B @ M ; 8 D B E 8 L 8 < 9

{ > < L E < E C > F < x D < C F C L D x E B 8 C 8 Q E @ I @ P C @ > E 8 : D x J C x J @ L C þ I 9 ? E A { I C I F 9 L M J L P 9 þ E < = E B ? = 8 I < G F < 8 I 8 8 X [Xb` b\c`d\c\i` kXYcfele `û`e\ j\ig` k`i[`b% 9lecXi YlcXY`c`i d`j`e`q6 F > J J 8 ü 8 E 8 B 7DA;8KJ"Ĕ87AđH;"Ĕ9;D7P;"Ĕw7L:7H"Ĕ:;ĒđHC;D"Ĕ;HP7A"Ĕ<;IB;Ē;D"Ĕ=7LKH"Ĕ>7I;J"ĔđIJđA7C;J"Ĕ

þ

T

E 8

Ç

L

ÿ

4

H A

Z

A

Y

3

B < C þ D < 8 M @

Z A

ÿ Y 7

Ā 6

S

ÿ

4 5

L

3

A

O D

2

2

A

P

1

1

tülen deniz teknesi. 3) Manganezin sembolü.– Kötü iýte yardım edenler, yanında bulunanlar, yardakçılar. 4) Evin bölümlerinden biri.– Büyük, ulu. 5) Saç veya sakalı kesme iýi.– Sahiplik manası veren bir ön ek. 6) Güvenilir.– Bir tane, eýsiz. 7) Kaynar suda kabuþu ile az piýirilmiý (yumurta). 8) En kısa zaman parçası.– El ile dokunarak duyma, bir ýeye el ile dokunma. 9) Üç katlı bir tür balık aþı. 10) ûletken ýeylerden ısı veya elektriþin geçmesi. 11) Buþday tanesinin olgunlaýmıý içi, özü, habbe.– Eski dilde ayak. 12) Çizgilerin, yüzeylerin, katı cisimlerin birbirlerine rastladıkları ve kesiýtikleri yer.

35 BULMACA 2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN


2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

36BULMACA

Hatıra

Bir baþlaç

3

ûlinek, belirti

S. Arabistan’da ýehir

1

3

9

6

5

7

Madende saflık derecesi Büyük ýehir

5

2

Bir spor adamı (... Karaman)

Göl kenarı, sazlık

Yiyecek, içecek ýey, azık

Sema yapan derviý

ûlçe

ûtalya’da akarsu

Yabancı

ûmkan

Jelöz

Etken

Bayan adı

Bir süs bitkisi

Radyumun remzi

Yoldaki çukur

Vakit

Cömert

Bir yapım eki

Üzücü

Bir gazeteci (Can ...)

Bir Japon ýehri

Bir tür mısır unu yemeþi

Kuý aþzı

Bir ülke

4

Bir gazeteci (... Akman)

Kıta

Bir yumurta yemeþi

3

Baston

Bir sayı

Kralın eýi

Asya’da ırmak

Kısaca Kara Kuvvetleri

Kinaye

Bir nehrimiz

Radyumun remzi

Yaban mersini

5

Geri karýıtı

Bir aktör (... Taý)

Ölüden kalanlar

3

Kraliçe

Atacılıkla ilgili

ABD hava kuruluýu

Sahip

2

Muhteva

Süreç

Töre

Bilgiçlik taslayan

Haberci

Þ ÝF RE K E LÝ ME:

Nispet

Bayan, kadın

Düýmanlık

Pomat

Tembih sözü

ûtalya’da nehir

Pratik, fiili

5

Çocuk yiyeceþi

ûlkel benlik

6

Bir kıý ayı

Bön, aptal

ûçel ilçesi

4

Bir hayvan Hoý koku

Verim, sonuç

Kur’an’ın ilk emri

Eþlenceli karýıtı

Haya

Kısaca berilyum

8 4 5 2 9 3 6 1 7 3 9 1 6 8 7 5 2 4 6 7 2 5 4 1 3 9 8 9 2 4 3 1 8 7 6 5 5 8 6 9 7 2 1 4 3 1 3 7 4 5 6 2 8 9 4 6 9 1 3 5 8 7 2 7 1 3 8 2 4 9 5 6 2 5 8 7 6 9 4 3 1

A V I

6

Ruhi bir hastalık

Uýak ilçesi

Kan akma

1

üahıs Bir takı

Arabi bir ay

Bir tür giysi

5

1

8 5 1

9

Hisse

1

9 2

7

1

SUDOKU BULMACA 6

8

5 8 6

Tablodaki tramlý kalýn çizgilerle belirlenmiþ 3’e 3’lük karelere, 1’den 9’a kadar rakamlarý birer kez kullanarak yerleþtirin. Öyle yerleþtirme yapmalýsýnýz ki, bütün 3 lükle ri dol dur du ðu nuz da tablonun bütün kutularý yukarýdan aþaðýya ve soldan saða 1’den 9’a kadar rakamlardan birer kez kullanýlmýþ olsun.

Yasaklama

1

19 BULMACA

Sonsuzluk

Krallık

Hazýrlayan: YALÇIN SABRÝOÐLU Ululuk

Bir deyim

Bir yazar (Sait Faik ...) Gündelikçi

Kısaca molibden

Yabancı

Baýsaþlıþı dileme

Hitit

5

7

6

3

2

Rütbesiz askerler

Mertebeler

2

Hayvansal bir gıda

Metal olmayan

Bir sayı Resimdeki manastırın olduþu il

Uyulması gereken kuralları kesin bir dille anlatma

K E L þ M E

Çevik

Hem Asya, hem Avrupa ülkesi

y.sab rioglu@za man.com.tr

Kıýın yaþar

Nikelin remzi

BULMACALARIN CEVAPLARI SAYFA 35’TE


37 SPOR

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

BEHRAM KILIÇ “Yönetimin şike konusundaki tavrı, mü-

1cadelesi takdir edilebilir ama futbol ta-

kımının hâli içler acısı ve bence suç yönetimin.” dedim. Muhatabım da benimle aynı görüşteydi. Yönetimin yanlışlarından dem vurdu. Hatta masasının üzerinden bir belgeyi çıkartarak bana gösterdi. Belge bir menajerle kulüp arasında imzalanmıştı. Almanya’dan gurbetçi bir futbolcunun transferi söz konusuydu. Transfer maddelerinden birinde aynen şöyle yazıyordu: “Futbolcunun transferi gerçekleşmese dahi menajerine 175 bin avro verilir.” Şaka gibiydi. Ama Asbaşkan Nevzat Şakar ile bir başka yöneticinin daha imzası olan belge gerçekti. Trabzonspor’un mevcut hâlini özetleyen bir fotoğraftı bu. Bana belgeyi gösteren şahsın ismini vermeyeceğim. Zaten önemi de yok. Önemli olan kulübü yönetenlerin, daha doğrusu yönetemeyenlerin durumu. Sadri Şener’in göreve başladığı 10 Şubat 2008’de Trabzonspor’un borcu 38 milyon liraydı. Kulübün 6 Aralık 2009’da yaptığı 60. Olağan Genel Kurul’da borç 94,5 milyon lira olarak açıklandı. Şener, kulübü bir yılda 2,5 kat borçlandırmıştı. Başkan, Genel Kurul’da yaptığı konuşmada, “Ben muhasebeci değilim. Teknik direktör de değilim. İnşaatçıyım.” demişti. Arkasından da borcun bu kadar artması karşısında şunları söylemişti: “Ancak basit bir şekilde açıklamaya çalışayım. Yönetim Kurulu 3 yıllık seçilir, transfer de 3 yıllık yapılır. 15 Ocak’ta yeni yayın ihalesi var. Bugün 1920 milyon civarıdır. Bu 2 katına çıkacak, 3 yılda bu kulübün kasasına 200-210 milyon lira gibi bir gelir girer. Bu 3’e bölünürse yıllık 60-70 milyon gelir olur. Bu gelirle de kim yönetimde olursa olsun Trabzonspor şampiyonluğa oynar.” Şener’in sözünü ettiği gelirlere rağmen Trabzonspor’un borcu azalmadı. 27 Ekim 2011’de yapılan Genel Kurul’da borç 94,3 milyon lira olarak açıklandı. Üstelik Sadri Şener’in bile tahmin edemediği bir gelir kalemine rağmen... Evet, hatırlanacağı gibi Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi’nden men edilen F.Bahçe’nin yerine direkt gruplara katılmış, UEFA’dan 22 milyon 458 bin avro gelir elde etmişti. Bu gelirlere hasılat da dâhil değildi. 11 Mart 2012’de kulübün borcu 104,6 milyon liraydı. 8 Aralık 2012’de ise borcun 128,9 milyon lira olduğu açıklandı. Başkanlığa seçildiği günlerde “60-70 milyon gelirle Trabzonspor her sene şampiyonluğa oynar.” diyen Şener, 5 yıl içinde 38 milyon borçla devraldığı kulübü 128 milyon borca ulaştırmayı başarmıştı! Son Mali Genel Kurul’da ise şöyle diyecekti: “Eğer sağlam gelirleriniz varsa borçtan çekinmeyin.” Sadri Şener, 5 yılda tam 25 yabancı oyuncu transferine imza attı. Karadeniz ekibinin kadrosunda hâlihazırda 12 yabancı oyuncu bulunuyor. Bu 12 oyuncunun 6’sının kurallar gereği ilk 11’de forma giymesi, 4’ünün 18 kişilik kadroda yer alması mümkün değil. Eğer sezon başında Pawel ve Piotr Brozek kardeşler elden çıkartılmasaydı Karadeniz ekibindeki yabancı sayısı 14 olacaktı. Şener yönetimi, son bir buçuk yıl içinde ise transfere âdeta servet harcadı, 6’sı bu sezon başında olmak üzere toplam 21 oyuncu aldı. Bonservis bedelleri ve bir yıl içinde futbolculara ödediği garanti ücretlerin toplamı ise yaklaşık 110 milyon liraydı. Geçen sezon 5 milyon 250 bin avroya Adrian’ı alarak Polonya futbol tarihinin en pahalı transferini gerçekleştiren Şener, Zokora’ya 5 milyon, Henrique’ye 4,5 milyon, Volkan Şen’e ise 3,6 milyon avro bonservis bedeli ödedi. 1 Haziran 2011’den bugüne kadar 21 yerli yabancı futbolcu transfer eden Trabzonspor, sadece 3 oyuncuyu bonservissiz kadrosuna katma ba-

Şener paraları saçtı, Güneş form tutamadı

Sadri Şener göreve geldiğinde Trabzonspor’un 38 milyon lira borcu vardı. Şu an ise 128 milyon... Şener 5 yılda 25 yabancı oyuncu transfer etti. Yerlileri de kaptırdı. Trabzon’un kötü gidişinde yönetim kadar Güneş’in formsuzluğu da etkendi. şarısı gösterdi! Alınan yabancılardan Vittek, Sapara, Henrique takıma katkı sağlayamadı. Adrian bir sezon boyunca kulübede oturdu. Celustka ve Cech çoğu kez 18 kişilik kadroya giremedi. Brozek kardeşlere sadece bir yıl sabredildi. Pivot santrfor olarak transfer edilen Marc Janko’nun da takıma katkı sağlamaktan çok uzak olduğu görüldü. Takımın sistemi, oyuncu kadrosu pivot santrafora göre değildi. Yabancı oyuncuların fazlalığı hem teknik kadroyu hem de yerli oyuncuları rahatsız etti. Bazı mevkilerde yığılmalar had safhadaydı. Özellikle orta sahada aynı tip oyuncuların varlığı dikkat çekiyordu. Gelenlerin, gidenlerin yerini dol-

duramaması da olumsuz durumu ortaya çıkardı. Gidenler kimlerdi? Sadri Şener, kadroyu yabancılarla doldururken ve bu oyunculara milyonlarca avroyu saçarken; Burak Yılmaz, Umut Bulut, Egemen Korkmaz, Engin Baytar, Ceyhun Gülselam, Selçuk İnan gibi oyuncuları birer birer elden kaçırdı. Şener, suçu kendinde ya da yönetiminde aramak yerine giden oyuncuları suçlayarak “Para için gittiler.” dedi. Ancak onları kadroda tutmak için gerekli fedakârlığı yapmadı. Takım içi dengelerden bahsetti. Oysa Adrian’ın, Zokoro’nın bonservislerine milyonlarca avro veren onun yönetimiydi. Burak’ı 5 milyon avroya elden çı-

karan Şener, Janko’yu 7 milyon avroya mal etti. Janko’nun eski kulübü Porto’ya sözleşme fesih bedeli olarak 2 milyon 340 bin avro ödendi. 3 yıllık anlaşmaya göre futbolcuya her yıl için 1 milyon 500 bin avro garanti ücret ödenecekti. Acaba Burak Yılmaz’a yıllık 2,5 milyon avro verilseydi bu oyuncu kalır mıydı ve daha kârlı bir iş yapılmış olunur muydu? Şener yönetiminin dikkat çeken bir özelliği de oyunculara piyasa değerinin üzerinde bonservis bedelleri ödemesiydi. Mesela Henrique için eski kulubüne 4.5 milyon bonservis bedeli verildi. Bu oyuncunun piyasa değeri 750 bin avro civarındaydı. A l a n zinho’yu, Trabzonspor’dan önce Bursaspor istedi. Yeşil-Beyazlılar’a 900 bin avro bonservis bedeli önerildiği için bu transfer gerçekleşmedi. Trabzonspor ise oyuncu için yaklaşık 3 milyon 900 bin avro bonservis ödedi. Geçen sezon transfer edilen Brozek kardeşler bu sezon bedelsiz elden çıkartıldı. Ama Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi’ne kaldığı için Polonyalı oyuncuların eski kulübü Wisla Krakow’a ekstra ödeme yaptı. Şener’in yanlış transferlerinden biri de Christian Brüls’dü. 2008’de alınan Belçikalı Brüls’ün 2010’da sözleşmesi tek taraflı feshedildi. FIFA, Trabzonspor’un faiziyle birlikte futbolcuya 235 bin avro ödemesine karar verdi. Sadri Şener, başarısızlıklarda ise topu Şenol Güneş’e attı. Kötü sonuçlardan sonra yaptığı açıklamalar kısa ve netti: “Hocaya sorun.” Bazen iğneleyici sözler de söyledi: “Aldığımız oyuncular ülkelerinin millî takımlarında oynuyor.” Oysa Şenol Güneş, onun başkanlıktaki ömrünü uzatan kişiydi. Şener koltuğa oturduğunda takımı Ersun Yanal çalıştırıyordu. Yanal ile yollar ayrılınca yerine Belçikalı Hugo Broos getirildi. Broos’un bekleneni verememesiyle takım Güneş’e emanet edildi. Güneş’in dokunuşuyla hem Şener hem de camia rahatladı. Trabzonspor, Türkiye Kupası ve Süper Kupa’yı kazandı. Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizi temsil etti. 2010-11’de ise tüm camianın inandığı ama resmileşmeyen bir şampiyonluk yaşandı. Zaten Sadri Şener’in camiada kabul gören en olumlu yanı da Şike Davası boyunca kulübü için gösterdiği cesur mücadeleydi. Bu yıl Şenol Güneş de her zamankinden formsuzdu. Hoca, geçen sezon biter bitmez “Enerjim kalmadı.” diyerek ayrılık sinyalleri verdi. Ancak ısrarlara dayanamayarak görevde kaldı. Şike sürecinden en çok o etkilendi. ‘Saha dışına çıkmamak’ üzerine kurduğu mücadelesinde inandığı hakkını alamamak onu hem zihinsel hem de fiziksel olarak yıprattı. Neredeyse her maçtan önce kendisine şikeyle ilgili soru soruluyordu. Onun bu psikolojik hâli takıma da yansıdı. Ligde geride kalan 16 haftada 16 değişik kadro sahaya sürmesi ondandı. Oyuncuların pozisyonlarında da defalarca arayışa gitti. Mesela Halil’i forvette de oynattı, sağ kanatta da, orta sahada da, forvet arkasında da. Janko, Vittek, Henrique, Emre, Halil gibi oyunculara forvette şans vermesine rağmen takımı taşıyacak golcüyü çıkartamadı. Bir sezon boyunca forma yüzü göstermediği Adrian’ı çok geç fark etti. Trabzonspor’u çalıştırdığı her sezonda oyuncuların performansını, piyasa değerini artıran, gelişimlerine büyük katkı sağlayan Şenol Güneş’ten bu sene eser yoktu.


38 SPOR

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

HASAN CÜCÜK Çok iyiyim’ diyordu soran herkese, 22

1Kasım 2011’de geçirdiği ameliyattan

sonra. Tükürük bezlerinde tümör bulunmuş ve operasyon 5 saat sürmüştü. İlacın yanı sıra radyoterapi tedavisi onda hafif bir yorgunluk bırakmıştı. Yine de yanındakilerin ‘İyi misin?’ sorusuna ‘Çok iyiyim’ diye cevap veriyordu Pep Guardiola sonrası Barcelona’nın teknik direktörü olan Francesc ‘Tito’ Vilanova. Tito yönetimindeki Barcelona, La Liga’da fırtına gibi esiyordu. Real Madrid Teknik Direktörü Jose Mourinho’dan Atletico Madrid’in hocası Diego Simeone’ye kadar La Liga’daki her takımın hocası Tito’nun takımı karşısında çaresizliğini açıkça beyan ediyordu. Barcelona açısından her şey sorunsuz giderken, önce Mundo Deportivo gazetesi, ardından Barcelona kulübünün resmî açıklaması moralleri altüst etti. Vilanova’nın rutin kontrolünde, tükürük bezinde operasyon gerektiren bir kitleye rastlandı. Operasyonun ardından Vianova’nın üç veya dört gün hastanede kalması gerekecek. Bunun ardından, hoca kemoterapi ve radyasyon tedavisi görecek ve bu süreç altı hafta kadar sürecek. ‘Hastanın isteklerine önem vermenizi ve bu süreçte özel hayatına azami önem göstermenizi önemli rica ederiz’ deniliyordu kulüpten yapılan açıklamada. Olayın şokunu yaşayan Barcelona, tüm yeni yıl kutlamalarını iptal etti. Peki, Tito Vilanova kimdi? 17 Eylül 1969’da çiftçi bir ailenin çocuğu olarak Figueres adlı küçük bir kasabada doğan Tito Vilonavo’yu arkadaşlarından ayıran özelliği uzun boyuydu. 12 yaşındayken 1.78 cm’ydi. Futbola Palafrugells kulübünde başlayan Vilanova, 1984 yılında Barcelona’nın ünlü altyapı akademisi La Masia’dan içeri adımını attı. O gün kendisini ‘dünyayı fethedecek’ biri olarak görüyordu. Uzun yıllar birlikte olacağı Pep Guardiola ile yolu da La Masia’da kesişen Vilanova, akademide ‘yemek yemenin futboldan daha önemli olduğunu’ keşfedecekti. Yemekhaneye en son gelmesiyle dikkat çeken Vilanova, vaktinin büyük bölümünü ayna karşısında geçiriyordu. Arkadaşları ona ‘kont’ lakabını çoktan takmıştı. O, Barcelona A takımı formasını sadece bir kez giydi. 1 Mayıs 1989’da Banyoles’le yapılan hazırlık maçında Guardiola’nın yerine ikinci yarı oyuna giren Vilanova, bu tarihi hiçbir zaman unutmayacaktı. Guardiola, Barcelona’nın değişmezi olurken Vilanova sıradan bir kariyer geçirdi. 1990’da Barcelona’ya veda etti. Sırasıyla; UE Figueres, Celta Vigo, Badajoz, Mallorca, Lleida, Elche ve Gramanet takımlarının formasını giydi. Kariyerini ise 2002’de noktaladı.

Döneminde Barcelona fırtına gibi esti Teknik adamlığa da aynı yıl Barcelona’nın genç takımında başladı. Vilanova, bugünün büyük yıldızı ‘utangaç’ Messi’yi de çalıştıracaktı. 2003’te yeniden Barcelona’dan ayrılıp başka takımlara yelken açtı. 2007’de Barcelona B takımının teknik patronu olarak kulübe geri döndü. 2008’de Guardiola’nın yardımcısıydı. Guardiola döneminde Barcelona fırtına gibi eserken, başarıda Guardiola kadar Vilanova’nın da rolü vardı. Fabregas’ı yeniden kulübe kazandıran, Messi’nin kanatta değil orta uçta oynamasının daha iyi olacağını, David Villa’nın sözleşmesinin uzatılması gerektiğini söyleyen hep Vilanova’daydı. Pep Guardiola, görevi bırakacağını açıklamasıyla futbol dünyasında Barcelona’nın başına kim geçecek tartışmaları yaşanırken, görevin ‘yardımcı antrenöre’ verilmesi birçokları tarafından yadırgandı. Ancak Vilanova, Barcelona günlerinde başarılı olmayı başardı. Takım ligde 9 puan farkla lider. Şampiyonlar Ligi’nde de başarılı. Tüm detayları dikkate alan ve işini asla şansa bırakmayan Vilanova, şimdi hayatının en zor mücadelesiyle karşı karşıya. Futbolcusu Eric Abidal’den sonra Barcelona, Vilanova’nın kanser olmasıyla ikinci bir şoku yaşıyor. Bakalım Tito yeşil sahalara bu defa sorunsuz dönebilecek mi?

Barcelona ‘kanser’ ediyor!

Eric Abidal’den sonra Barcelona Teknik Direktörü Tito Vilanova’nın da kanser olması Katalan ekibini iyice sarstı. Genç teknik adamın 6 haftalık tedavi sürecine vereceği cevap büyük merak konusu.


39 SPOR Liderler zirvede yalnız kaldı

2 - 8 OCAK 2013 ZAMAN

İspanya, İngiltere, Almanya ve İtalya liglerinde lider takımlar en yakın rakiplerine puan farkı atarken; Türkiye ve Fransa’da zirve mücadelesi veren takımlar averajla ya da çok az puan farklarıyla sıralandı. HASAN CÜCÜK Futbolda şampiyonluk yarışında

1yol yarılandı. Avrupa’nın önde

gelen liglerine baktığımızda liderle ikinci arasındaki puan farkının açıldığını görüyoruz. İngiltere’de Manchester United, İspanya’da Barcelona, İtalya’da Juventus, Almanya’da Bayern Münih devreyi rakiplerine puan farkı atarak kapattı. Bu liglerde şampiyonun adı yüzde 100 olmasa da kesinleşmeye başladı. Heyecanın dorukta olduğu lig ise Fransa. Sezon başında flaş transferler yapan Paris Saint Germain ile Marsilya ve Lyon devreyi eşit puanla kapattı. İşte liglerde ilk devrenin görünümü.

2012 yılında toplam 91 gol atan Lionel Messi Barcelona'nın kazandığı puanlarda önemli rol oynadı.

PREMİER LİG (İNGİLTERE): Avrupa’nın bir numaralı ligi olarak gösterilen Premier Lig’de bu yıl yine şampiyonluk yarışı para (Chelsea, Manchester City) ile tecrübe (Manchester United) arasında geçiyor. Arsenal ve Liverpool, ilk devrenin ortasına gelmeden havlu atarak şampiyonluk hayalini bir başka bahara bıraktı. Chelsea, Şampiyonlar Ligi’ni kazandıran Roberto Di Matteo’yu kapının önüne koyup takımı Rafael Benitez’e teslim etmesine karşılık istediği başarılı sonuçlara bir türlü ulaşamadı. Şampiyonluk yarışının ilk iki sırasında Manchester şehrinin iki takımı bulunurken, United devreyi City’nin 7 puan önünde tamamlamayı başardı. Alex Ferguson’un talebeleri bu yıl ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde 11 maçta geriye düşmelerine rağmen 90 dakika sonunda sahadan 3 puanla ayrılarak ilginç bir istatistiğin sahibi oldu. Ferguson, geçen sezon son dakikada City’ye kaptırılan şampiyonluğun rövanşını almak için işi bu kez son haftalara bırakmama niyetinde. Ada’nın değişmeyen gündemi ise Jose Mourinho’nun hangi takımın başına geleceği. Real Madrid’den ayrılmayacağını açıklamasına karşılık Portekizli hocanın sezon sonunda Manchester City’ye geleceğine inananların sayısı hiç de az değil. LA LİGA (İSPANYA): La Liga giderek sadece iki takımdan ibaret olmaya başlamıştı. Şampiyonluk yarışı Real Madrid ile Barcelona arasında geçerken, diğer 18 takım yarışta konu mankeni rolünü üstlenmişti. Guardiola’nın teknik patronluktan ayrılmasıyla Barça’nın dümenine ‘tecrübesiz’ Tito Vilonavo’nun geçmesi, Mourinho’lu Real Madrid’in şampiyonluk yarışında avantajlı olacağı yorumlarını beraberinde getiriyordu. Ancak tam tersi bir durum oldu. Geçen yıl şampiyonluğu deplasmanda dağıttığı puanlarla kaybeden Barcelona, bu yıl hem içeride hem dışarıda fırtına gibi esti. Küçük takımlara yenilme rolünü bu yıl Real Madrid üstlenirken; Arda’lı, Emre’li Atletico Madrid şampiyonluk yarışında Barcelona’nın rakibi olarak ön plana çıktı. Atletico Madrid’i yarışta geriye düşüren hem

Barça’ya hem de Real Madrid’e yenilmesi oldu. Barcelona sadece Real Madrid’le berabere kalırken, diğer tüm maçları kazandı. Katalan ekibinde moralleri bozan ise teknik patron Vilonavo’nun tekrar kansere yakalanması oldu. Başarılı hocanın geleceği 5 hafta sonra belli olacak. Real Madrid cephesinde ise Mourinho’nun takımın değişmezi ve kaptanı İker Casillas’ı Malaga maçında yedek soyundurması, hocayla taraftarı karşı karşıya getirdi. Taraftar kaptandan yana tavır alırken, yapılan ankette ‘Mourinho gitsin’ diyenlerin oranı yüzde 82 oldu. ‘İnatçı’ Mourinho hiçbir yere gitmeyeceğini açıklayıp taraftarlara meydan okudu. BUNDESLİGA (ALMANYA): Bavyera’nın zengin takımı Bayern Münih, yıllarca kendine rakip olan takımların yıldız oyuncularını transfer etmesiyle tanındı. Son yıllarda üst üste şampiyonluk sevinci yaşayamayan Bayern Münih’in yaşadığı bir başka sıkıntı, Ottmar Hitzfeld’den sonra takımı uzun yıllar çalıştıracak istikrarlı bir teknik adam bulamamasıydı. Kadro değeriyle en yakın rakibinin iki katı olan Bayern Münih, bu yıl oldukça rahat maçlar çıkardı. Son iki yılın şampiyonu Borussia Dortmund’un son haftalarda kaybettiği puanlarla Bayern Münih zirvede adeta yalnız kaldı. Frank Ribery, Toni Kroos ve Thomas Müller’in orta sahadaki hakimiyeti sayesinde Bayern Münih rakipleri karşısında üstünlük kurdu. Borussia Dortmund, son haftalarda kaybettiği puanlarla zirveden uzaklaşırken, son 8 haftada 6 maçtan 3 puanla ayrılan Bayer Leverkusen, ligde 2. sıraya yerleşti. Ba-

yern Münih’in 9 puan farkla lider olduğu Bundesliga’da yarış, şampiyonluktan ziyade Şampiyonlar Ligi’ne katılma mücadelesi şeklinde geçeceğe benziyor. SERİE A (İTALYA): 1980’lerde Avrupa’nın bir numaralı ligi olarak gösterilen Serie A, cazibesini kaybetti. Cazibe ibresi İngiltere ve İspanya’ya kayarken, Serie A’ya yıldızlardan ziyade İspanya ve İngiltere’de tutunamayanlar geldi. Bir başka sebep ise son dönemde Serie A’da peş peşe patlayan şike skandalları. Şike yaptığı için ligden düşürülen Juventus, geçen sezon, 10 yıl aradan sonra ligi şampiyon tamamlamıştı. Genç bir kadro kuran Juvetus’ta Milan’dan alınan tecrübeli Pirlo’nun performansı şampiyonlukta önemli rol oynamıştı. Bu sezon da geçen yılın benzeri bir görüntü var. Milan son 30 yılın en kötü sezonunu geçirirken, İnter inişli-çıkışlı bir grafik çizdi. Çizme’de Lazio, Fiorentina ve Napoli ligin üst sıralarında yer bulurken, Juventus en yakın rakibinin 8 puan önünde devreyi lider kapattı. LİGUE 1 (FRANSA): Fransa liginin en önemli özelliği şampiyonluğun hiçbir takımın tekelinde olmamasıydı. Öyle ki 19942001 arasında 8 değişik takım şampiyonluk yaşamıştı. İş adamı JeanMichel Aulas’ın takımı Lyon, 2002-2008 arasında 7 yıl üst üste şampiyon olarak Fransa’da gelenekleri yıkmıştı. Ancak Lyon’da baş gösteren ekonomik krizden dolayı son 4 yılda 4 değişik takım şam-

piyon oldu. Bu sezonun en flaş gelişmesi, Paris Saint Germain’in (PSG) Arap sermayesinin kontrolüne girmesiydi. Transfer sezonunda 147 milyon avro harcayarak bu alanda lider olan kulübün Zlatan İbrahimoviç’e ödeyeceği yıllık 15 milyon avro uzun süre tartışılmıştı. PSG, yıldızlar topluluğu bir kadro kurmasına karşılık ligde rakiplerinden kopmayı başaramadı. Ligue 1’in zirvesinde PSG, Lyon ve Marsilya bulunuyor. Üç takım da 38 puan topladı, sıralamayı averaj belirledi. Aldığı yüksek ücretin hakkını veren İbrahimoviç sayesinde Fransa Ligi ilgiyle takip edilir hâle geldi. Yarışta PSG’ye daha fazla şans tanınıyor. SÜPER LİG (TÜRKİYE): Beşiktaş’ın mali sıkıntı yaşaması, Trabzonspor’un kadro zenginliğine sahip olmaması, F.Bahçe ve G.Saray’ı yarışta avantajlı kılıyordu. Kadrolarını güçlendirerek lige giren bu iki takım, kalitelerini sahaya yansıtmada problem yaşadı. G.Saray, Melo ve Amrabat, F.Bahçe de Stoch ve Krasiç gibi isimlerden istediği verimi alamadı. F.Bahçe deplasmanda cömertçe puanlar harcadı. Mesut Bakkal’lı Karabük’ün hem G.Saray’ı hem de F.Bahçe’yi İstanbul’da eze eze yenmesi, ilk devresinin flaş skorları arasında yer aldı. Beşiktaş, mali sıkıntılara rağmen son haftalarda aldığı galibiyetlerle yarışa ortak olurken; şüphesiz en büyük sürprize Antalyaspor imza attı. Akdeniz ekibi, ligde ve kupada aldığı sonuçlarla devrenin en başarılı takımı oldu. İkinci yarıda Süper Lig’i daha heyecanlı bir yarış bekliyor gibi.


'$1ú0$5.$1,1 (1 %h<h. (1 02'(51 (1 +ú-(1,. (1 +(6$3/, 087)$ø,

s

DljkX]X |jk e TLF 20462808

6(59ú6ú0ú= (1 $= .úûú/ú. .ú6ú %$û, .5

s

(9/(5( úû<(5/(5,1( 'høh1/(5( <(0(. 6(59ú6ú <$3,/,5

s

ÿÿYiX_`d Bêcê YiX_`d Bêcê TLF 60646744

<bjfk`jb ;\c`bXk\jj\i 8&J @e[ljki`^i\e\e )( )-*, @j_µa nnn% <bjfk`jb ;\c`bXk\jj\i 8&J @e[ljki`^i\e\e )( )-*, @j_µa nnn%[\\c`bXk\% c`bXk\%[bb .' )* )/ '/ .' )* )/ '/


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.