Mucize Ruh 7. Sayı Yaşar Kemal Edebiyat Sanat Kültür Dergisi

Page 1

. MUCIZE RUH OCAK 2019 · SEZON 2 · SAYI 7

E D E B İ YAT KÜLTÜR S A N A T

E.Y .

Sende bu korku, bende bu doğruluk varken biz bir araya gelemeyiz ..


|

e y e z i c u m n u h u r , k a r ı B ! n ı s ş a l bu Ruh Mucize


M U C I Z E R U H D E R G I

GENEL YAYIN YÖNETMENİ/ DİZGİ TASARIM: EMİR YAPICI

KAPAK İLLÜSTRASYONU: EMİR YAPICI

FOTOĞRAF SORUMLUSU: GÖZDE KAYA

DÜZELTİ: ŞEYMA NUR YAPICI

Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. © Ocak 2019

KIMIZ BIZ? Mucize Ruh’un Mükemmel Okurları, Derginize hoş geldiniz. Burası sizin derginiz. Çünkü burada sizin ve diğer yazarların yazıları toplanıyor ve okuyuculara hazırlanıyor. Böylece derginin hem okuyucusu hem de yazarı olmuş oluyorsunuz. Peki adımız neden Mucize Ruh? Her insanın birikmişleri vardır. Ve bu birikmişlikleri topladığı, belki köşe bucaklara sakladığı yazıları vardır. Bu yazılar oralarda bir yerde bir gün okunmayı bekler. Belki de okutulacak yer bulunamaz. Mucize Ruh size, yazılarınızın okutulmasını sağlayabileceğiniz bir dergi imkanı tanıyor. İşte bu yazılar gün yüzüne çıktığı zaman insanın ruhu büyük bir mucize ile birleşmiş oluyor. Ve biz buna Mucize Ruh diyoruz!


i Ç i N D E K i L E R

710

YAŞAR KEMAL Emir Yapıcı

UNUT ÇETREFİLLERİ Enes Sevinç

1113 DİZELER ve DUVARLAR Serpil Kaya

HÜZÜN

Fatih Altınbeyaz

17 (FOTOĞRAF) Gözde Kaya

1 9 21 HÜZNÜN ALACASI

... OLDU

Göksu Akyüz

Talip Mutlu


37 22 39 23 ZAMAN

(ÇİZİM)

Güler İnan

Cenker Türeci

(ÇİZİMLER) Cenker Türeci

41 25 (KİTAP YORUMU) Sedanur Çidem

BİLMEK VE BİLE İSTİYE YOK ETMEK ÜZERİNE ÖYLESİNE ŞEYLER

3. Bölüm

ÇIKMAZ SOKAK Gökyüzü

48 2749

Ercan Daşçı

BİR KADEH RUH

(REPLİK)

Duvak, 2006

29

Füsun

(SÖZ)

Yaşar Kemal

31 51

(FOTOĞRAF) Gözde Kaya

Yazı Serisi-3

YEŞİLÇAM'DA VAR BİR "İKİ KUTUP"! Pelin Erdoğan

(FOTOĞRAF) Gözde Kaya


|

ü ğ ü d l ö i r e l ş ü d in san, . r ü l ö n gü Yasar Kemal



YAŞAR KEMAL EMİR YAPICI

1923 yılında [Nüfus kaydında 1926] doğduğu zaman Adana sınırları içerisinde, şimdiyse Osmaniye sınırları içerisinde olan Gökçedam’da (Hemite) doğar Yaşar Kemal. Üç buçuk yaşlarındayken, bir kaza sonucu sağ gözünü kaybeder. Beş yaşında babasının ölümü üzerine kekeme olur. Hayatının bu evresinde zor zamanlar geçiren Yaşar Kemal, 12 yaşına kadar kekeme kalır. İlkokul son sınıftayken bağlama çalmaya heves eder. Ama kendisinin söylemiyle sazı “Berbat,” çalıyordur. Bu olayı kendisi şöyle anlatır:

7


“Benim saz çalamamamın sebebi var, anam âşık olacağım da diyar diyar dolaşacağım diye saza, âşıklığa düşman olmuştu. Onun tek çocuğuydum ve gözünden ayırmıyordu beni. Okulda, düğünlerde bayramlarda beni hep Âşık Mecit’le çakıştırırlardı.” Yazmaya, ortaokul sıralarında şiir yazarak başlar Yaşar Kemal. Adana’da, Ortaokul birinci sınıfındayken okulu bırakır. Bu döneminde yılmadan çalışacaktır. Memurluk, ırgatlık, arzuhalcilik, kâtiplik, inşaat denetçiliği, su bekçiliği gibi işleri ayırt etmeden kırk kadar işte çalışır. Bu işlerin yanında bir süre Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği yapar. Bu dönemde Güney Anadolu bölgesini ve insanlarını yakından gözlemleme ve tanıma fırsatı bulur. Gel zaman, git zaman askerlik yapma zamanı gelir Yaşar Kemal’in. Askerliğini Kayseri’de yaptığı sıralarda, yirmi üç yaşında, ilk hikâyesi olan “Pis Hikâye”yi yazar. 1951’de “Höyükteki Nar Ağacı” hikâyesini yazar. Aynı yıl İstanbul’a yerleşir. Burada Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışmaya başlar ve gazetedeki işini 1963 yılına kadar sürdürür. Bu gazetede çıkan röportajlarıyla tanınmaya başlar. 1950’de, seçici kurulunda Yakup Kadri’nin, Ataç’ın, Tanpınar’ın, Reşat Nuri’nin, Suut Kemal Yetkin’in de olduğu Varlık Roman Armağanını “İnce Memed” eseriyle almıştır. Yirmi üç dile çevrilen ve yayımlanan ilk romanı “İnce Memed”in bu başarısı onu dünyaca tanınan bir yazar haline getirmiştir. 1983 yılında on sekizinci basımına ulaşan “İnce Memed” aynı yıl İngiltere’de Peter Ustinov tarafından filme alınır. 1952 yılında Abdülhamid’in başhekimi Jak Mandil Paşa’nın torunu Tilda Hanım’la evlenir. Bu evlilikten oğlu Raşit Gökçeli dünyaya gelir. Eşi Tilda 2001 yılında ölür. Dokuz ay kadar sonra, 2002 yılında, Ayşe Semiha Baban ile 2. evliliğini yapmıştır. 28 Şubat 2015 tarihinde organ yetmezliği sebebiyle yoğun bakımda olduğu hastanede vefat eder.

8


BU ALANA

R E K VEREBİLİRSİNİZ LAM

İLETİŞİM: mucizeruhiletisim@gmail.com


Unut Çetrefilleri Geçen akşam sondu. Son defaydı, Gözlerim buğusu. Kirpiklerimde ıslanmıştı. Önümde kocaman bir hayat, Ve yeni yaşamlar var. Seni unutmak düşüncesi Yüreğime bir kurşun gibi indi. Unut çiçeklerini kokladım, Umut çiçeklerini kopardım. Artık hayalinle yaşıyorum. Biz artık zamanın artıklarıyız...

Enes Sevinç

10


DİZELER VE DUVARLAR Günümüzde çok sık kullanılan bir cümle bu: “Şiir kitapları pek satmıyor,”. Gerek kitap almak için gittiğimiz bir kitapçıda, gerekse kitap dosyası gönderdiğimiz bir yayınevinde bu tarz cümleler ile çoğu zaman karşılaşır olduk. Ve bu tezi çürütmeye aday bir de sosyal olgu gelişti aynı zamanda, biz insanlar geliştirdik bunu elbette: ”Şiir Sokakta”. Gezdiğimiz sokaklarda, karşılaştığımız duvarlarda tıpku kamyon arkası sözleri gibi ansızın karşımıza çıkar oldu, ünlü- ünsüz 10 dizeler.

Cemal Süreya’dan Turgut Uyar’a, Özdemir Asaf’tan yeni dönem edebiyatının güçlü kalemlerinden Umay Umay’a (ki kendisi aynı zamanda rock müzik sanatçısıdır) pek çok şairimizin dizeleri duvarlarda yer almaya başladı. Ve bunun akabinde de bu dizeler ve yer aldıkları duvarlar, sokaklar, caddeler fotoğraf görseli olarak da sosyal medya sayfalarında sıkça boy göstermeye başladı. Millet olarak pek fazla kitap okumayan bir toplumuz maalesef ki. Fakat sosyal medyada çığ gibi büyüyen “Şiir Sokakta” akımı ile hem daha evvel okuyup incelemek için zaman ve fırsat vermediğimiz ünlü şairlerimizin o güzel ve anlamlı dizelerini okuma ve keşfetme imkânı bulduk hem de bu eserleri kitap olarak da edinme ve kitaplıklarımızda yer verme gibi güzel bir hasleti edinmiş olduk.

11


Cafelerde, çay bahçelerinde, kahve fincanlarımızın yanında duran peçetelere bile ünlü şairlerden dizeler yazmaya ve görüntüsünü sosyal medyada paylaşamya başladık. Her ne kadar olayı basite indirgemiş gibi görünsek de, subliminal bir mesaj olarak o şiiri ve şairini de gözler önüne sermiş olduk. Beğenilen, yeni keşfedilen dizelerin şairlerini araştırıp inceleme merakımız da bu şekilde tetiklenmiş oldu. En azından kitapçılar ve sahafçılar bu sebeple de olsa biraz olsun hareketlenmiştir diye düşünüyorum ben. Her ne sebeple olursa olsun, bir şekilde şiir okur ve paylaşır olduk toplum olarak. Yolda giderken bir anda karşımıza çıkan yıkık dökük bir duvarda: “Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz” cümlesi ile karşılaşmak bile bir keyif bence. Umut verici, göz okşayıcı bir keyif.

Serpil Kaya

12


H ÜZÜN

Kendimi bildim bileli, ‘bilmediğim şeylerden’ acı çekiyorum. Bunu laf olsun diye veya matah bir şeymiş gibi söylemiyorum. Evet, yıllardır işlemediğim suçların sorumluluğu ve ağırlığı var üstümde...

Neyin beni hüzünlendireceğini, hangi olayın alıp başka diyarlara götüreceğini de bilmem üstelik… Annesini babasını kaybetmiş ve ondan sonraki ömrünü yalnız, gölgesiz, dalsız budaksız devam ettirecek olan bir çocuk kahreder ve çarpar alır beni, söz gelimi…

(tam anlamıyla) hakkı verilmeyen bir hamal, kiracısını evinden çıkaramayıp yol iz de bilmeyen yaşlı bir amca… Son sürat bir arabanın vurduğu kedi, köpek, tilki, çakal veya evine ekmek götürme derdinde olan, saç tıraşının geldiğinden bile haberi olmayan bir memur, bana koş koşa eve gidip masama oturup yazmaktan başka çare bırakmaz…

Hatta dünyanın herhangi bir yerinde, vicdanını kaybetmiş ahlaksızların bombaladığı evlerinde, ağzına kum dolmuş kalmış, o halde ağlamaya çalışan bir bebek, siğim siğim ağlatır mesela.

Bundan daha az acıtanları vardır tabii… Onlara bir nebze kırık, biraz hüzünlü bir tebessümle bakarım. Örneğin köyden pazara satılmaya getirilmiş, kaçmasın diye ayağına ip bağlanmış tedirgin bir tavuk, bir kamyonetin ardına yüklenmiş, gözleri korkuyla açılmış bir at, kasaba götürülen bir süt kuzusu veya zamansız el değiştirmiş yeni doğmuş buzağılı inek de hüzün verir.

Üstü başı yırtık, sefil bir adamın kuytu bir köşede öylece uzanması, kızıl sıcakta akşama kadar briket taşıdıktan sonra

Belki onların kimliğine bürünürüm bir an… Yaşadığım kırdan bayırdan, bana çok iyi davranan çocuklardan, çok

13


iyi davranan çocuklardan, çok sevdiğim damdaki arkadaşlarımdan ayrılırım. Durduk yere sahibim beni gözden çıkarmıştır, ona hayıflanırım bir kamyonetin arkasında takırdayarak gelirken... Varsıl insanların taze et yemesi için ‘daha büyümeden’ satmışlardır beni, bunu anlamaya, anlamlandırmaya çalışırım.

yapraklarını nasıl da dökmüş veya iyice gazellemiş olurdu. Asmalar uzun çubuklarıyla keskel, herekleri (payandaları) yan yatmış, orasında burasında tek tük, küçük üzüm salkımı kalmış bir şekilde tir tir titrerlerdi.

Ah o sonbahar, bir yas havası, sanki şiddetli kavgalardan sonra gelen o dağılmışlık hâli…

Tüm bunlar, bir gün gelip benim de böyle yaşlanacağımı, elden ayaktan düşeceğimi, yapraklarımı da dökeceğimi ve her insan gibi ölümlülüğü bana fısıldardı.

Antep fıstıkları desen, sanki o Ah o sonbahar, çiltim çiltim bir yas havası, san*** mahsulleri ki şiddetli kavgalar- vermemiş giAydın’ın incir, kestane, bi donmuş dan sonra gelen o Antep fıstığı, zeytin, üzkalmışlardı. Bir dağılmışlık üm ve narenciye zengini, armut ağacı bir hali... bereketli topraklarında doğkenarda ağlardı. dum ve büyüdüm ben... İlk Toplanmamış veya gençliğimde, Kasım ayının sounutulmuş muşmulalar, bana nunda bağa, bahçeye giderdim. bakarlardı biraz küskünce…

Bu manzaraya tanık olduğumda, ağaçların Ağustos Eylül aylarındaki canlılığını, gümrahlığını hatırladığım için, bu trajedi, bu yitmişlik karşısında göğüs kafesime kavisli bir ağrı girerdi. İncir ağaçlarının çoğu yaprak-

Bir an önce, bağdan bahçeden kendimi insanların arasına atardım bu yüzden… *** İçlenme, melankolik durum,

14


illa dertlenecek bir şey bulma, ‘bir düğünde, davette, her şeyiyle güzel herhangi bir yemekte, herkes çok mutluyken (muhakkak) kendi keyfini kaçıracak’ bir haleti ruhiyeye bürünme, benim gibi birçok insanın yapısında vardı belki de. Bu hüznün, bu matemli halin temelini çok merak etmişimdir… Yıllardır kafamın içindeki bir merkez, kendi kendine düşünmüş durmuştur bu durumu… ‘Sanatçı hüznü’ diyorlar belki de buna… Ayrıca 2017 yılında yaşayıp ‘olanları’ görüp de içlenmemek, kederlenmemek, yaşananlardan ve gelecek günlerden etkilenmemek mümkün mü? Kitaplarını okudukça Nazım Hikmet’in, Sabahattin Ali’nin, Peyami Safa’nın, Sait Faik’in, Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, (okuyucuya garip gelecekse bile) Orhan Pamuk’un ve daha nicelerinin hazinli insanlar olduklarını, 15

‘diğerlerin’ fark etmedikleri, üstünde durmadıkları şeylerden büyük acılar çektiklerini sonra sonra anladım... Sözgelişi bundan tam yüz yıl önce, Sigmund Freud’un ‘Yas ve Melankoli’ diye (hüzün ile ilgili aşağı yukarı paralel) bir makale yayınladığını, orada ‘hesaplı melankoliklere’ alenen giydirdiğini de öğrendim. Yas ve Melankoli’nin sayfalarını ve hüzünlü, büyük yazarların kitaplarını dönüp dönüp okudum. Böylelikle yapabildiğim kadar kendimi anlamaya, anlamlandırmaya çalıştım… Sahi insanı anlamak mı? Sanırım bunu Freud’da yapamadı ve gelmiş geçmiş tüm yazarlar, nörologlar ve psikologlar da başaramadı. Geleceğin şanslı veya kimine göre (kendini yetiştirmezse ve hızla giden teknoloji ile baş edemezse) gereksiz, vasıfsız ve kayıp nesli bunu yapabilecek mi orasını bilmem…

Fatih Altınbeyaz


Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor.

Oğuz Atay Korkuyu Beklerken, İletişim yayınları


GÖZDE KAYA GÖZDE KAYA



Hüznün Alacası Zifiri karanlık bir geceden kalmayın. Köhne hayatların arkasında gizlidir yaşam. Mutluluk bazen nasırlı bir elin sarılmasında barınır. Ya da bir balıkçının olta ucunda intihar edip, Masaya meze olan balıkta. Bir boşluk ki, herkesin düştüğü Düşüp, kendini boğduğu. Basit olan mutluluğu kim zorlaştırıyordu? Neden? Oysa hemen baş ucumda duruyordu. Bir kitapta mesela. Ya da bir şarkının; -Sevdim seni bir kere başkasını se-

vemem, cümlelerindeydi.

19


Baş ucumda peri masalları biriktirmiyorum artık... Transseksüel düşüncelerden sıyrılan geceye karışıyorum. Herkes gibi, Ya da ruhu incinen herkes gibi. Kafam da milyon tane soruya, milyon tane cevap bulmak kolay elbet. Lakin; kimi nereye koysam bilemiyorum. Hüznün alacasında kalakalmış gibiyim. Fincanda duran kahveden daha yalnız gibi. Lütfen diyorum... Lütfen! Acılarınızı taze tutun. Yenileri eklenince daha çok yanmasın canınız...

Talip Mutlu 20


... OLDU Ben yitirdim yolumu… Trene vuran ağaç dallarıyla yitirdim. Sabah oldu gece oldu, geç ya da erken. Yılların gözü aydın oldu. Ağaran saçlar da oldu. Mavi toz bulutlarına kanan da oldu. Ne kış, ne bahar şahitlik yapmadı bize. Mevsimler boş, geceler boştu. Günahı yoktu yılların, Senin günahın ne oldu? Aydınlanan pencereler, günler oldu Günyüzü gören insanlar oldu. Bir suya hasret çöl bedenlerde, Yağmur rahmet oldu. Kalplere merhamet merhem oldu. Acıya şahit gözler oldu. En sevdiği anlar; sana, bana, ona Hatıra oldu. Tutulan aylar; en uzun geceler, en uzun günler, Birbirine uydu. Ne sen ne de ben, sen oldu.

Göksu Akyüz

21


CENKER TÜRECİ

22


Sedanur Çidem

Sedanur Çidem

Herkese Merhaba, Herkese Merhaba, Yük olarak hafif fikir olarak ağır bir kitap yorumu ile geldim . Yük olarak hafif, fikir olarak ağır bir kitap yorumu ile geldim. Okumayan kalmamıştır heralde . Okumayan kalmamıştır heralde. Kitap Yorumu: Kitap Yorumu:

Bir taşra kasabasında bulunan ,bir akıl hastanesinde geçen bir Bir taşra kasabasında bulunan, akıl hastanesinde geçen bir olayı, olayı, bir söyleyişi, bir çatışmayı anlatmaktadır. Hastanede bubir söyleyişi, bir çatışmayı anlatmaktadır. Hastanede bulunan lunan eğitimli İvan Dmitriç ile Doktor Andrey Yefimıç arasıneğitimli İvan Dmitriç ile doktor Andrey Yefimıç ile arasın


da geçen felsefi konuşmalar, daha kitabı elinize alır almaz sizi içine çekecektir. İvan Dmitriç hastanede maruz kaldığı adaletsizlik ve koşullara şiddetle karşı çıkan biridir. Ancak Andrey Yefimiç bunları görmezden gelir. Kitapta öyle bir betimleme var ki, zorla gözlerinizi kapattırıp anlattığı olayları canlandırıyorsunuz. Hele ki Altıncı Koğuşa girdiğinde ordakileri tarif etme şekli vardı ki, durdum kaç dakika, gözlerim kapalı, hayalimde canlandırdım kişileri. Daha sonra: “Kitap budur ya,” dedim, “buduuur işte!”. Alıntılar:

“Acının ne olduğuna dair bir fikriniz var mı? Şunu sormama müsaade edin: Çocukken hiç dayak yediniz mi?” “Düşlerimde sık sık zeki insanlarla sohbet ederken görüyorum kendimi.” “Acıyı küçümsersiniz, ama parmağınızı kapıya sıkıştırdığınız vakit en yüksek perdeden inlersiniz!” “Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?” Sedanur Çidem @aylakbiokur


B

E

ILMEK VE BILE ISTEYE YOK ETMEK ÜZERIN ÖYLESINE ŞEYLER...

Hakikatin mütemadiyen gizlendiği ve örselendiği böyle bir çağda yetişkin bir birey olmak çok zor biliyoruz. Öylesine amansız ve pervasız bir insan silsilesiyle karşı karşıya gelmek, insanı yalnız ve a’sosyal bir kişilik haline sürükleyebiliyor. Bunu da biliyoruz . Parmak uçlarının dokunmak için değil de, fotoğraf büyütmek için olduğuna gerçekten kendini inandırmak üzere olan şahsiyetlerin ekmeğine yağ sürenler de bizleriz. Bunu da biliyoruz. Bakmanın, görmeyle olan mukaddes farkının şiddetle reddedildiği ve yok sayıldığı böylesine bir zamanda, gözlerimizin sırf öylece bakmadığı için tekil kalmak üzere olduğunu düşünenler de bizleriz . Bunu da biliyoruz . Tebessüm ile kahkahanın arasındaki muazzam farkları, sırıtmak ve böğürmek arasındaki o ince çizgiyi çok yakın zamanda ve süresiz olarak sarı ve kimi zaman alacalı o çirkin kutucuklara vereceğiz. Kalbi, ruhu, insanı ve karakteri Yani bizi de kahreden şu ki, Çok malesef ve çok kahır veren şu ki, Daha da beter olan şu ki: Artık biz hepimiz, her şeyi; Bilerek, Bile isteye öldüreceğiz , Ve bunu da biliyoruz... ERCAN DAŞÇI

25


GÖZDE KAYA

26


Duvak, 2006 Senaryo: Ron Nyswaner Yรถnetmen: John Curran Oyuncular: Edward Norton, Naomi Watts


“Bazen en uzun yolculuk iki insan arasındaki mesafedir.”


GÖZDE KAYA



Yazı Serisi -3

YEŞİLÇAM’DA

VAR _ BİR “İKİ KUTUP”! Tek Telden

31


Kara Bayram: “Haram...” Fatma: “Helâl... Benim kendi gönlümle verdiğim bir alma, bir meyva... Haram mı olur heç? Bugün benim kemiklerimi kır. Öldür, çıkar canımı tenimden. Canım sana helâl olsun. Helâl. Helâllerin en helâli.” Şerif Gören’in Yılanların Öcü’nde Kara Bayram ile (Kadir İnanır) Fatma (Serpil Çakmaklı) bir gece bir evin temel çukurunda sevişirken bu konuşmayı yapar. Kara Bayram, Haçça (Nur Sürer) ile evlidir. Fatma ise cinsel fantezilerini süsleyen çok güzel bir kadındır. Filmin bir sahnesinde Kara Bayram, düşünde karısını ve Fatma’yı kolları arasına alıp üçlü sevişir. Fakir Baykurt’un romanındaki kırsal kesim erotizmi, böyle erotik bir sinema anlatımına son derece yatkındır. Bu konuşmalar, daha sonraki sahnelerde kırsal kesime özgü deyimlerle erotik bir atışma biçiminde sürüp gider. *** Çeşme başında toplanan köy kızlarının körpeliklerini gizlice açığa vuran şalvarlı halleri, köy filmlerine dolaylı bir cinsellik

getirmiştir. Köy kadınlarının, kocalarının ayaklarını yıkarken ve sırtını sabunlarken yaptığı el hareketleri bir yanda töresel boyun eğişin simgesi olurken öte yanda seyircide cinsel çağrışımlar da yaratır. Şiddete ve cinselliğe dayalı köy filmleri üçlemesinin sonuncusu olan ve 1968 yılında çevirdiği Kuyu filminde Metin Erksan, sadist ruhlu bir köylünün cinsel tutkusunu yenemeyerek bir kadını üç kez kaçırmasını, onu, cinsel kölesi yapmasını, beline bağladığı iple kadını dağlarda, derelerde, suların içinde vahşi bir hayvan gibi sürüklemesini, sonunda da bir ağaç gövdesine bağlayarak zorla tecavüz etmesini anlatır. Bu filmin çıkış noktası, gerçek bir olaya, bir gazete haberine dayanmıştır. 1970’den sonra gelenekler ve görenekler giderek unutulmuş, kadın tipleri, davranışlarına ve giysilerine varıncaya kadar yozlaştırılmıştır. Ölümünü Kendin Seç’te Feri Cansel çıplak göğüslerini saran mermilikleriyle, Batıda Vuruşanlar’da Seyyal Taner Meksika tipi giysileriyle bir “western” cinselliği sergilemiştir. 1979’dan sonra köy filmleri tek-

32


ar gerçeğe dönmüş ve köyün çeşitli meseleleri yanında kadını ve namus temalarını, “genel kabuller” çerçevesinde işlemiştir. Aynı dönemde kadınların cinsel istekleri de filmlere konu edinilmiştir. Kaçak filminde beş yıldır erkeksiz yaşayan çamaşırcı Hacer’in, kan davasından kaçan bir erkekle karşılaştığında içine bastırdığı cinsel isteklerini su yüzüne çıkarıp onunla birlikte olması gibi... Muhterem Nur, Yeşilçam sinemasında kırsal kesimin, kenar mahallenin Türk kadınını, yalnızlığını ve ezikliğini üstlenmiştir. Erkeğini seven, bağışlayan, giderek sömürülüp toplumun dışına itilen bir karakterin prototipi haline gelmiştir. Leyla Sayar hem masum hem vamp tiplemesiyle 1960’lı yılların unutulmaz “cinsel obje”lerinden biri olmuştur. Vamp kadın kişiliğine, erotik fantezilerle belli bir çeşitleme ve derinlemesine boyutlar kazandırmıştır. Şehrazat filminde Leyla Sayar, erkeğini yiyen bir örümcektir. Suçlular Aramızda filminde erotik iç çamaşırlarıyla cinselliği iç içe kaynaştırıp erkek tüketen bir kadın tipini getirmiştir sinemaya.

33

Arzu Okay, sinemaya seks filmleri döneminden önce hem başrol hem masum kız çizgisiyle başlamış, ancak sonraları, seks filmlerine geçiş yapmış ama yine de bu tür filmlerde, erkekleri baştan çıkaran değil, tersine, mutlu olmak için seven, sonunda aldatılan, sömürülen ezik kadın kişiliğini sergilemiş olmakla Türk sinemasının “masum kız soyunmaz” kuralına yön değiştirtmiştir. Müjde Ar sosyal içerikli filmlerde çıplaklığı erotik bir duyarlılıkla sınırlayarak çıplaklığa yeni bir açılım getirmiştir. Hülya Avşar da cinselliğini yeri geldiğinde erotik bir obje olarak sunmuştur. Genellikle damarına bastılar mı başkaldıran bir kenar mahalle kızı karakterini canlandıran Fatma Girik, Ben Bir Sokak Kadınıyım’da çürüyen bir burjuvayı, Acı’da fedakâr Anadolu kadını Zelha’yı, Ölüm Peşimizde’de seven bir işçi kızını canlandırmıştır. Bol gözyaşlı, bol hıçkırıklı romanların umutsuz aşk kurbanı kahramanlarını oynayan Hülya Koçyiğit, Gelin, Düğün, Diyet üçlemesiyle oyunculuğunu yükseltmiş, Almanya Acı Vatan’da bir işçi kızı oynamış, Herhangi


Bir Kadın’da iki âşık arasında kalan kent soylu bir kadın tipine yönelmiştir. Türk toplumu için erişilmesi güç bir mit olan Türkan Şoray, başlangıç yıllarında “yarı aralık, ıslak dudaklı, baygın bakışlı kadın” ve “Türk sinemasının en çok âşık olunan kadını” yakıştırmalarında kalırken Selvi Boylum Al Yazmalım, Hazal ve Yılanı Öldürseler filmleriyle gerçek kadın kişiliklerine dönmüştür. *** Yeşilçam sineması krize girdiği bir dönemi Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak gibi seks filmleri ile atlatmaya yönelmiştir. Yeşilçam’da ilk kez altmış ya da yetmiş metrelik parçalar halinde porno filmler çekilmeye başlanmış, seks filmleri aralarına yerleştirilen bu porno parçalarına “blok-seks” adı verilmiştir. Yabancı porno filmlerde olduğu gibi yerli porno filmlerde de şişe mastürbasyonları, lezbiyen ilişkiler, takma plastik penislerle seyirci sömürülmüştür. “Şanzıman” porno film yapımcılarının polis baskınlarına karşı aldığı bir önlemdir ve iki sinema makinesi olan salonlarda uygulanmıştır. Polis baskınında “blok-seks” makarası

yedek göstericide takılı olduğundan seyreden de seyrettiren de hep paçayı kurtarmıştır. Aynı dönemde “dönme film”, “döşemecilik” gibi yeni tanımlar ortaya çıkmıştır. Çekilen “blok-seks” ya da sekiz milimetrelik yabancı porno film parçalarının aralarına yeni afişlerle ve isimlerle filmler eklenmiş, piyasaya sürülmüştür. İşte bu filmlerdir “dönme film”ler... 1980 yılı başlarında polis baskınlarında çuvallarla toplanan yasak filmler, kapatılan sinemalar ve soruşturmalar, bu dönemin sonunu getirmiştir. Yeşilçam sineması, geleneksel kurumların değişmez kuralları karşısında, bireyin kendini gerçekleştirme talebini görmezden gelen bir sinemadır. Mine’de kocasını aldatan evli bir kadın Yeşilçam sinemasında ilk kez işlenmiştir. Kadının aile içindeki mutsuzluğu ve yalnızlığı, duygularıyla başa çıkabilme çabası değildir bu filmin ana teması. Truffaut’un karakterlerindeki şaşırma, savrulma gibi bireye ait duygular Yeşilçam karakterlerinde yoktur; film, ne yapıp edip, aile kurumunu kurtarmaya odaklanmıştır tüm sahneleriyle. Metres’te evli ve çok zengin bir iş

34


adamının kiralık bir kadınla yaşadığı aşk öyküsünde erkek, çocuğu hastalanınca eve döner. Kırık Hayatlar’da da aile erkeği, kan kanserinden ölen kızının acısıyla yuvaya dönüş yapar. Ahlâk, bireyle kurumlar arasında ve bireyle kendisi arasındaki çatışmaya sıkışıp kalmıştır ve Yeşilçam’ın insanları dışlanmamak için iç seslerini susturup toplum kuralları ve genel kabulleri ile bütünleşmiştir. Bu nedenle de Yeşilçam’ın “kötü kadın”ı 1930’lu-1940’lı yılların “vamp” türü geleneğinin devamı olarak kalmıştır. Alman sinema eleştirmeni Kracauer vamp filmi türüne değinirken aile düzenini kemiren bu kadınları, “burjuvanın kutsal aile düzenine yağan lanetli göktaşları”na benzetir. 1920’li-1930’lu yılların sinemasında, baştan çıkarıcının kişilik boyutu yok gibidir; o kötü olduğu için kötüdür ve çatışma, kişiler arasında değil, kişiyle kurum arasındadır. 1980’lerden itibaren kadınların bazı hakları elde edip geleneksel baskıyı bir ölçüde kırmasıyla birlikte Yeşilçam sinemasının “masum kız”ları sindirilmiş, cinsellikten soyutlanmış, alaturka-

35

lıkla iffetsizlik dengesini kurma yükünü üstlenmiş kadın tipi olmaktan “yeni kadın” tipine dönüşebilmiş, “yeni cinsel kimlik” edinebilmiştir. *** Yeşilçam’ın zıt iki kutbu -“vamp kadın”ıyla masum kız”ı-, yeni yüzyılımızın kırılgan cinsiyet konumları ve değişken cinsiyet kimlikleri karşısında kaybolmaya zorlanıyor; günümüz Türk sineması artık bireyin iç sesini, “genel kabuller” karşısında susturmuyor. Bu kısılmayan ses, bana göre, günümüz Türk sinemasının Yeşilçam alışkanlığı gereği veya başka zorlamalarla geleneksele onay verip vermemesinden daha önemli. “Kurum” olarak örgütlenmiş aileden “birlik yaşam”ı amaçlayan Therborn’un söylediği karşılıklı sevgi, arzu, birlikte yaşam isteği ve mahremiyetin paylaşımına dayalı yeni aile modeline geçildikçe sinema da bu değişimden “doğal pay”ını alıyor. Günümüz dünyası erkeği biyolojik olarak da maddi konularda da kadına üstün tutacak dayanaklarını hızla yitiriyor. Bu yüzden sinema, pek çok alışkanlığın yerini almaya yeminli yepyeni bir ikti-


dar biçimiyle her şeyi olduğu gibi kendini de yutan “cinsiyet/ cinsellik kavramları”nın oyuncusu olup, kendini seyrediyor.

Pelin ERDOĞAN

Masal Oyası, Galata, Beyoğlu

Kaynaklar: Siegfried Kracauer, Kitle Süsü (Özgün adı: Das Ornament der Masse), Metis Yayınları, 1. Basım, Aralık 2011 Siegfried Kracauer, Film Teorisi Fiziksel Gerçekliğin Kurtuluşu (Özgün adı: Theory of Film The Redemption of Physical Reality), Metis Yayınları, 1. Basım, Mart 2015 Göran Therborn, İktidarın İdeolojisi İdeolojinin İktidarı, Dipnot Yayınları, 1. Basım, Ekim 2008 Sabri Büyükdüvenci (Derleyen ve çeviren), Semire Ruken Öztürk (Derleyen ve çeviren), Postmodernizm ve Sinema, Dipnot Yayınları, 2. Basım, Ağustos 2014 Serpil Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar Ailede Piyasada ve Sokakta Erkekler, Metis Yayınları, 2. Basım, Ağustos 2011 Agah Özgüç, Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi, 4. ve 5. Baskı, +1 Kitap, İstanbul, Ekim 2006

36


ZAMAN Yavaş yavaş boşalıyor trenlerde ki koltuklar. Göremez oldum artık insanların elinde kitaplar. Bir bilseler hâlleri ne acınası, Bir çok güzellikten mahrum kalıyorlar. Gözlerini telefonla acıp telefonla kapıyor, Teknolojinin esiri oluyorlar. Allak bullak olmuş kafaları, Gerçekleri görmek için bile çabalamıyorlar. Yavaş yavaş boşalıyor trenlerde ki koltuklar. Para için her şeyi yapar olmuşlar. Trenlere tercih ediyorlar uçakları, Lüks yaşamak için yarışıyorlar.

37


Çiçekli bahçelerin yerini aldı koca koca binalar, Koşuşturmuyor artık sokaklarda çocuklar . Ayıp kaçıyor samimi yer sofraları, Mutlu ediyor masada ki çatal bıçaklar. Ellerinde ki telefonlarla, Basitleşti bütün aşklar. Öğrenememişler sabrı, Özlemle yazılmış mektupları bekleyemiyorlar. Şimdi ben trende, Elimde bir şiir kitabıyla Camdan bakıyorum insanlığa Ve en içten duygularımla Acıyorum onlara.

Güler İnan

38


Cenker TĂźreci

39


Cenker TĂźreci

40


Ç

IKMAZ SOKA 3. BÖLÜM

Ağır adımlarla eve dönerken Züleyha ve Nur’u düşünüyordu. Saçma bir sebepten kavga etmeleri yetmemiş, Züleyha üşenmeden Nur’un peşinden koşup kovalamıştı. Tuğçe üşenirdi. Düşmanından bile çoğu zaman üşendiği için intikam almazdı. Ama bir gerçekte vardı ki bazıları intikam almaya bile değmezdi. Çoğu da cahildi. Cahille tartışmaya girmek zaman israfından başka bir şey değildi. “Ooo Bücür, yakıyor pijamaların.” sesiyle daldığı düşüncelerinden sıyrıldı. “Beğendiysen sana da alalım. Takım takım giyeriz. Esmersin sen pembe de yakışır.” sana dediğinde adamın yanındaki arkadaşı olduğunu tahmin ettiği kişi güldü. Duyduklarıyla bozulmuştu adam. Fazla cesaretliydi bu kız. Dilini kesip eline verecekti. Herkes o zaman rahat edecekti. “Yumuşak mıyım kızım ben?” “Bilmem, sana sormak lazım.” dediğinde adamın arkadaşı sesli bir kahkahayı koyuverdi. “Ne gülüyorsun lan, Ali?” “Ağabey, hiç.” derken hala gülüyordu.

41

K

“Uğraşma Bücür benimle. Susuyorsam eğer, kız oluşundan.” “Hadi ya, erkek olsam döveceksin yani? Hem cinsiyetin farklı diye ne bu küçümsemeler? Ayağını denk al!” Adamın yüzü gerilirken kıza bir adım yaklaştı. “Tehdit mi ettin bana mı öyle geldi?” “Ben tehdit etmem, uyarırım. Tehdit etsem asarım, keserim falan derdim.” Derin bir nefes aldı adam. Sabırlı olmayan adamla ne diye uğraşıyordu bu kız? “Yürü Ali, gidelim koçum.” deyip adamın omzuna elini koydu ve yürümeye başladılar. Kıza sırtlarını dönmüşlerdi. “Hey, kabadayı!” diye bağırdı arkalarından. Adam dönüp bakmadı. “ Sana diyorum Ali’nin yanındaki!” Büyük bir sakinlikle ve ağır hareketle tekrar kıza döndü. Adımlarını hızlandırıp kızın tam karşısına dikildi. Kıza göre uzundu. Başını hafif eğdiğinde, biraz daha yakınlaşsalar iyi şeyler olmayacaktı. “Aklına iyi kazı bu ismi Bücür. Kazı ki bana nasıl davranman gerektiğini zamanla daha iyi öğren.”


Kirpikleri üzerinde adama baktı kız. Yüzünde alay yoktu, sinir yoktu, sevinç, mutluluk... tüm duyguları yok etmişti. İfadesiz suratıyla bakıyordu. “Mehmet derler bana. Mehmet Yusuf Yıkılmaz. Bu mahallenin çocuğuyum. Gözlerimi burada açtım. İlk adımımı bu mahalle de attım. Ve sen Bücür, daha iki günlük bile yoksun mahallede. Yenisin, susuyorum, bilmezsin diye alttan alıyorum ama kendini bu duruma alıştırma olur mu? Bir bakarsın bugün sana sabreden bu Mehmet yarın kapı dışarı eder.” O kadar duygusuzdu ki kelimeler ürpermişti kız. Ne istiyordu bu adam kendisinden? Kapı dışarı etmekte ne demekti? “Ne hakla?” dedi gelen deli cesaretiyle. Bu kız susmaz, uslanmazdı. “Burası Hazine Bücür, burada yaşıyorsan kurallara uymak zorundasın! En başta benim ve arkadaşlarımın -ki bu arkadaşlardan biri Ali - sözü geçer. Herkes bizi sever, sayar bizde onları. “ “Diyelim ki sizi sevmedim?” dedi alaylı bir ifadeyle. “Sokağın yetkisi bizde, sevmediğimiz adamla aynı ortamda nefes almaya bile müsaade edemeyiz. Sevmediysen sonun ne olur, biliyor musun Bücür? İçinde uyuşturucu, kadın pazarlama, serseri tiplerin bulunduğu Çöplüğe düşersin.”

“Sanki sizde yok. Sanki siz serseri değilsiniz, kadın pazarlamıyorsunuz?” Bu adamın bam teliydi. Kendini bu kıza karşı tutamadığı son noktaydı. Bugüne kadar en çok sabrettiği insandı. Tek eliyle kızın ağzını tutarken hafif sıkıp dudaklarının büzülmesini sağladı. “Doğru konuş lan! Doğru konuşacaksın kızım! Duydun mu beni? Kimse bu sokakta kadın pazarlayamaz, uyuşturucu satamaz! Biz serseri değiliz. Kimseye zararımız yok bizim!” delirmiş gibi bağırdı adam. “Ağabey, tamam dur.” dedi Ali. Bir yandan Mehmet’in beline kollarını sarmış geri çekmeye çalışıyordu. Sessizce adamı dinledi. Hiç bir tepki vermeden, sesini çıkarmadan, canının acımasına rağmen. İnsanlar toplanmıştı etraflarına. Uzun uzun baktı bu adamın öfkeli gözlerine. Çıldırıyordu şu an ve çok net görebiliyordu. Bekledi, oysa bilmiyordu neyi beklediğini. Sonra içinden gelen bir hisle hızla adamın kollarını tutup geriye itti. Bir anlık boşluğuna gelen adam bir kaç adım geriledi. “Belki hırsız değilsiniz, belki uyuşturucu satmıyorsunuz, serseri de değilsiniz! Ama adam mısın sen şimdi, Mehmet Yusuf? Sığar mı bu şimdi adamlığa? Sizin mahalleniz de, sizin kitabınızda kadına

42


el kaldırmak, kenarda köşede sıkıştırmak, üzerine yürümek mi var? Gözünü korkutmak çok mu adamlık? Zamanla bu mahallenin kurallarını öğreneceksem ve sizin adamlık anlayışınız buysa uyuşturucu satanların, kadın pazarlayanların, sizin tabirinizle o Çöplük’tekilerin içine girmeyi tercih ederim.” dediğinde kendilerinden biraz uzakta, sol taraflarında alkışlar duyuldu. Bir yığın tanımadığı insan gülerek kendisine bakıyor, hiç durmadan alkışlıyordu. Tam önündeydiler. İki sokağı birbirinden ayıran o meşhur tabela... Sinirle arkasını dönüp evine yürüdü Tuğçe. Sabah sabah uğraştığı saçmalıklar yetmiyordu, bitmiyordu. Elindeki anahtarı kapının yuvasına yerleştirecekti ki kapı açıldı. Karşısında babasını görünce önce irkildi. “Bu saatte ne işin var senin dışarıda?” “Hiç, bir iki kız gördüm tanıştık işte.” derken omuz silkti. “Yüzüne ne oldu senin? Parmak izleri var. Biri bir şey mi yaptı Tuğçe? Kavgaya mı karıştın?” “Bir sakin olur musun? Bir şey yok sadece arkadaşın öküz gibi eli vardı. Yanaklarımı sıkınca böyle oldu.” “Öküz mü? Biraz nazik ol Tuğçe. Ben geliyorum birazdan.” deyip kızının yanından ayrılıp apartmanın

43

çıkışına ilerledi. Neyse ki bunu da atlatmıştı. Annesi mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Ses çıkarmadan odasına ilerleyip hemen yatağına yerleşti. Ne olursa olsun, aradan saatler bile geçse tekrar uyuyabilme, kaldığı yerden uykusuna devam edebilme kabiliyeti vardı. Gözlerini kapatırken aklında olan son şey kendisini alkışlayanların kim olduğuydu. *** Bücürün arkasından bakakaldı sadece. Haklıydı, adamlık bu muydu? Bir kıza sert davranmak, canını yakmak mı adamlıktı? Mehmet, adam mıydı? Yapmayacaktı, bir kıza zarar vermeyecekti. Kendini kaybetmiş, ne yaptığının farkına bile varamamıştı. Kalabalık kendi arasında konuşurken, sokağın ucundaki Çöplük ahalisi alaylı ifadelerle kendisine bakıyorlardı. Bücür kendisine haddini bildirmişti. Çöplük’tekilere de malzeme çıkmıştı. “Ne oluyor burada? “diyen Murat’tı. Bir olay olmuş olmalıydı. Yoksa bu insanlar neden toplanacaktılar? “Bir şey yok,” dedi Mehmet. Murat’ı ağabeyi bilirdi. Aralarında beş yaş vardı. Beraber büyümüşlerdi bu adamla. Sözünü dinlediği nadir insanlardandı. Murat, kardeşi gördüğü adama baktı. Bir şey olmadığını iddia etse de gözleri öyle de-


miyordu. Ali de sıkıntıyla bakıyordu kendisine. Peki ya Çöplük ahalisi? Neden bakıyordu yüzlerinde ki o aptal sırıtışla? “Çocuk kandırmıyorsun kardeşim. Ne oldu anlat?” Sıkıntıyla nefes aldı adam. “Kalabalık dağılsın önce ağabey.” “Lan manyak mısınız?” diye bağıran birisi vardı o an sokakta. Narindi bu. Makyajı akmış, gözleri uykulu, ikinci katında oturduğu apartmanın penceresinden sarkmış, sinirle bakıyordu. “Hayırdır Narin?” dedi Murat. Bu kadının bu öfkesi niyeydi? “Milletin bir tarafında pireler uçuşur siz bu saatte uyanıp ses çıkarıyorsunuz. Dağılın lan, huzur verin biraz. Kendi evimizde bile rahat yok.” “Rahatsız olduysan eski mahallen orada Narin Hanım.” dedi Züleyha. Nur’u kovalamış, biraz birbirlerini yolmuşlardı. Şimdi de sokağa girer girmez kalabalığa ve Narin’in bağırışına şahit oluyordu. Paketinden çıkardığı bir dalı dudaklarına götürdü Narin. Çakmağıyla ucunu tutuşturduğu sigarasından bir nefes çekti. Onu istemeyenlere karşı genelde tepkisizdi. “Kız, sen konuşabiliyormuşsun. İlk defa çenen çıkıyor karşımda. Hayırdır cesaret hapı vardı da, sen mi içtin?”

Korkarlardı Narinden. Pek muhatap olmazlardı. Hayat kadınına bu mahallede iyi gözle bakılmazdı. Narin’in peşinde sürekli belalı adamlar olurdu ayrıca. “Ben içmedim de sana da bir havalar gelmiş, asıl sana hayırdır?” “Züleyha sus.” dedi Murat. Sesi oldukça düşük tondaydı. O an sustu kız. Murat bu mahallenin ağabeyi değil, babasıydı. O söylerdi de, susmaz mıydı? Az iyiliğini görmemişti. “Ben hep aynıydım anam. Ne olmuşsa sana olmuş ama keserler o dili, aklında bulunsun.” “Narin, yeter. Gir içeri yat yatacaksan.” dedi Murat. Bu kadına öfkeliydi. Bir şey söylemedi kadın. Uzun saçlı adama baktı. Onun gözlerinde ki hisleri inceledi. Bu kez ayrı çekti sigaranın dumanını içine. Bu öyle bir çekişti ki ciğerleri dumanla dolsun da, dolsundu... Gerisi gelmezdi işte o cümlenin. Yarım bıraktığı sigarasını pencerenin mermerine basıp söndürdü ve içeri girdi. Ardında o boş pencereyi izleyen bir adam bırakarak. “Sizde hemen malzeme arıyorsunuz ha! Haydi, hepiniz evinize !” dedi Mehmet. Mahalleli dağılırken Murat’ın omzuna kolunu attı. Diğer kolunu da Ali’nin omzuna attı. İstikamet belliydi. Kahveye gideceklerdi.

44


Üçlü kahveye ilerlerken Ali omzunun üzerinden Züleyha’ya baktı. Genç kız da kendisine bakıyordu zaten. Göz kırpıp çapkın bir gülüş gönderdi. Genç kız nazlı bir omuz silkti ve evine doğru yürüdü. *** Kahvenin kapısını açtıklarında Rüstem ve Yasin’in etrafı temizlediğini gördüler. Kahvenin sahibi Mehmet’ti. Rüstem ve Yasin getir götür işleriyle uğraşır, yanında çalışırlardı. “Hoş geldiniz ağabey.” dedi Yasin. “Hoş bulduk Yasin, bize üç çay,” “Hemen ağabey.” deyip tezgâhın arkasına, çay doldurmaya koştu. “Anlat bakalım Mehmet.” “Biraz rezil oldum. Demiştim sana Yasin’leri alt eden kızı. Sabah karşıma çıktı. Biraz sabrımı zorladı. En son, “Sizde çöplüktekiler gibi kadın pazarlamıyor musunuz ?” falan deyince dayanamadım üstüne yürüdüm. Vurmadım ama biraz şiddet uyguladım. Çöplüktekiler gördüler bizi. Kızı alkışladılar, beni yerden yere vurdular.” “Desene, Hazine’nin adını kirlettin.” Büyük bir sakinlikle söylemişti bunu adam. Mehmet’e göre oldukça hatta fazlaca sakin bir adamdı. Bam teline basmadıkça sinirlenmezdi bile. Sinirlenmezdi de konuştuğu her kelam da insanı yerden yere vururdu. Adam seçmezdi. Haksız olan herkese aynı

45

muameleyi yapardı. Az önce Mehmet’e yaptığı gibi. Başını öne eğdi Mehmet. Sağ elini dizine yaslayıp, parmaklarını alnına götürüp, ovmaya başladı: “Öyle oldu. Kusura bakma ağabey.” “Kusura ben değil, o kız bakmayacak Mehmet. Ayıbı bana değil, ona yaptın.” “Kız iki günde sinirlerimi alt üst etti. Ben sabırlı değilim, olamıyorum.” “Bana boş yapma Mehmet. Haksızsın hala kızı suçluyorsun.” “Haklıyım deme-” Murat elini sertçe masaya vurdu. Bu sus demekti, açıklamaya lüzum yok demekti, haddini bil demekti, hatalı sensin demekti. Tek bir vuruşun çok anlamı vardı aslında. Daha fazla haddini aşmadı Mehmet. Aşmak istese de cesaret edemezdi zaten. *** Ailesiyle kahvaltısını yapmış, etrafı toplamıştı. Vakit öğleyi bir saat kadar geçmişti. Oda da oturmuş, anne ve babasıyla televizyona bakıyordu. “Tuğçe, yarın okulun var mı?” Babasıydı soruyu soran. “ Var ama gitmeyeceğim. “ “Niye?” “İş arayacağım.” “Ne demek iş arayacağım? Tuğçe, çalışmayacaksın.” “Çalışmak istiyorum. O kadar bor-


cun borcun içinde bir de benimle uğraşmayın. Kendi harçlığımı kendim çıkarayım.” “Nasıl bulacaksın?” “Yarın Kenan’la, Sinan’ı arayacağım. Onlar da başımda dursun, bulurum bir iş.” “Peki, onlara güveniyorum. “ dedi babası. Gerçekten de güveniyordu. Çocukluklarını bilirdi, o iki keratanın.

”Yalnız, eğer çalışmak uğruna okulunu da aksatırsan hem okuldan, hem işinden olursun.” “Hayır, kesinlikle öyle bir şey olmayacak, sana söz veriyorum.” deyip babasını öptü. Bu işin altından çıkacaktı. Yarın, mutlaka o işi bulacaktı.

Gökyüzü

46


GÖZDE KAYA

47


BİR KADEH RUH Düşündükçe seviyorum seni Hayal kurdukça hissediyorum; O soğuk beyaz tenini. Rüyalarımda görüyorum gerçek seni, Belki de düşlediğim kişiyi. Sen sanıp sarılıyorum boş odaya. Yokluğun geliyor aklıma Sonra.. Kendime geliyorum. Bi şarap açıp yokluğunla dertleşiyorum Seni, sana anlatıyorum Anlatıyorum ama Nafile... Ölü ruhun oturuyor hâlâ o koltukta, Tam karşımda. Öylece bakıyorum sana Gelip sarılmanı bekliyorum Farkediyorum şarabımın bittiğini Sonra, Senin gittiğini.

Füsun

48


Yaşar Kemal

Bir ışık içinde akan su gibi İçimden içime dökülüyorum.

49


GÖZDE KAYA

50


GÖZDE KAYA

51


BU ALANA

R E K VEREBİLİRSİNİZ LAM

İLETİŞİM: mucizeruhiletisim@gmail.com


/mucizeruhdergi.blogspot.com /mucizeruhdergi /mucizeruhdergi

MUCÄ°ZE RUH


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.