Mucize Ruh 8. Sayı Furuğ Ferruhzad Edebiyat Sanat Kültür Dergisi

Page 1

. MUCIZE RUH ŞUBAT 2019 · SEZON 2 · SAYI 8

E D E B İ YAT KÜLTÜR S A N A T

E.Y .

Kus ölür, sen uçusu hatIrla.


E.Y .


Benim kötülüklerim

kötülük yapmak için

degildir. Sonuçsuz kalmls olan iyilikleri duyumsamamdandIr.

Furug Ferruhzad


|

e y e z i c u m n u h u r , k a r ı B ! n ı s ş a l bu Ruh Mucize


M U C I Z E R U H D E R G I

GENEL YAYIN YÖNETMENİ/ DİZGİ TASARIM: EMİR YAPICI

KAPAK İLLÜSTRASYONU: EMİR YAPICI

FOTOĞRAF SORUMLUSU: GÖZDE KAYA

DÜZELTİ: ŞEYMA NUR YAPICI

Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. ©ŞUBAT 2019

KIMIZ BIZ? Mucize Ruh’un Mükemmel Okurları, Derginize hoş geldiniz. Burası sizin derginiz. Çünkü burada sizin ve diğer yazarların yazıları toplanıyor ve okuyuculara hazırlanıyor. Böylece derginin hem okuyucusu hem de yazarı olmuş oluyorsunuz. Peki adımız neden Mucize Ruh? Her insanın birikmişleri vardır. Ve bu birikmişlikleri topladığı, belki köşe bucaklara sakladığı yazıları vardır. Bu yazılar oralarda bir yerde bir gün okunmayı bekler. Belki de okutulacak yer bulunamaz. Mucize Ruh size, yazılarınızın okutulmasını sağlayabileceğiniz bir dergi imkanı tanıyor. İşte bu yazılar gün yüzüne çıktığı zaman insanın ruhu büyük bir mucize ile birleşmiş oluyor. Ve biz buna Mucize Ruh diyoruz!


- iÇiNDEKiLER Furuğ Ferruhzad

Emir Yapıcı

Değildir!

Sude Öztürk

Kara Kediler

Muhammed Baran Aslan

Uzun Lafın Kısası Hazal Nurcan Ağırman

Giden Birine Aşık Olmak

Fatih Altınbeyaz

Çırpınamaz

Sinem Arda

Sorup Durmayın Artık "Aşk" Nedir Diye Zeynep Erçelebi

(Replik)

Çöpçüler Kralı, 1978

Kayıp Aranıyor Feray Altan

(Fotoğraf) Gözde Kaya

Seni Uyurken İzlemek Güler İnan

Hayata Mektup Kabuslarım Şehriban Zehir Aynur Yılmaz

Merhamet (Söz)-(Fotoğraf) Enes Sevinç

Özdemir Asaf-Gözde Kaya

Üç Yaptım Dokuz Hırsızlık Ben On Yedi

Çıkmaz Sokak-4.Bölüm

Tek

İyi Ki

Dicle Arslan

Ruh'un Gözleri Serpil Kaya

Yağmur Altında Suya Ziyadesiyle Yazılan Mektuplar Ercan Daşçı

Gökyüzü

Kör, Sağır ve Dilsizler Talip Mutlu

YerliTR Sinemada "LGBTİ" Pelin Erdoğan

-Yazı Serisi 1

(Söz)-(Fotoğraf)

Atilla İlhan-Gözde Kaya


BU ALANA

R E K VEREBİLİRSİNİZ LAM

İLETİŞİM: mucizeruhiletisim@gmail.com


FURUĞ FERRUHZAD Emir Yapıcı

İsmi, Farsça ışık anlamına geliyordu. 1935 yılının İran’ında karlı bir ocak günü ışığı orta sınıf bir ailenin evinde yanmıştı, Furuğ’un. Furuğ’un babası her ne kadar otoriter ve baskıcı bir kişi olsa da önem veren bir adamdı. Furuğ, gerek zekâsından gerek duyarlılığından, ne babası ne de kendi yaşıtı okul arkadaşları ile bağdaşamıyor, onlara yabancı kalıyordu. Subay olan babasının otoriter ordu düzeninde yönettiği bir evde büyüyordu. Evde geniş bir kütüphane vardı. Babasından

7

gördüğü en iyi fayda ise bu zengin kütüphaneyi inceleyebilmesiydi. Okuyordu, yazıyordu ve en çok da sorguluyordu. 14 yaşına geldiğinde gazel yazmaya başladı. Sürekli olarak üretmek, kalıpları yıkmak istiyordu. “Ey kanımın bataklığının altın balığı, Hoş olsun sarhoşluğun, beni içiyorsun” Çeviri: Haşim Hüsrevşahi


Okul ve evdeki baskıdan dolayı ilk yapması gereken büyüdüğü evden kurtulmaktı. 16 yaşında liseyi bitirdi. Uzak akrabalardan birisi olan Perviz Şapur bir gün onunla evlenmek istediğini söyler. Furuğ’la arasında oldukça yaş farkı olmasına rağmen bu evden kurtulmanın en iyi yollarından biridir. Furuğ bir gün evlenme konusunu ailesine açar. Yaş farkından dolayı annesi bu evliliğe maalesef karşı çıkar. Babası ise sıcak bakmamaktadır. Her ne olursa olsun bu olumsuz cevaplara karşı çıkar Furuğ. Bir gün “Ben âşık oldum evlenmek istiyorum, rıza göstermezseniz kaçarım” demesi ailenin Furuğ’un direnmelerini çaresizce kabul etmesine neden olur. Furuğ o zaman 16 yaşındadır. 1951 yılında Furuğ ve Perviz evlenirler. Perviz’in işlerinden dolayı Avaz’a yerleşmeleri gerekecektir.

çevresinde ne kadar saygın ve iyi bir olarak tanınsa da, Furuğ ile arasında maalesef çok bir şey yaşanmaz. Hayatında bir kez daha yeni bir başlangıca gitmektedir. Üç sene boyunca evli kaldığı Perviz ile boşanır. Dönemin İran kanunlarına göre çocuk babaya aittir. Boşandıktan sonra Perviz bu yasayı Furuğ’a karşı kullanarak oğlunu görme hakkını elinden aldı.

İlk zamanlar evden kurtulmuş olmanın sevinciyle ve rahatlığını yaşarken gerçeği fark edemiyordu. Evlilikten bir yıl sonra oğlu Kamyar dünyaya geldi. Bu süre de Furuğ çocukluktan yetişkinliğe doğru hızla ilerleyince, aile evindekinden çok daha farklı bir mutsuzluğa ve huzursuzluğa sürüklenmektedir. Perviz Şapur,

Perviz Şapur’dan ayrıldıktan sonra ilk şiir kitabı olan Esir’i yayımlar. 1955 yılında yayınlanan bu kitap 44 şiir içermekteydi. Esir’de yayınladığı şiirlerde genellikle Furuğ’un yaşamındaki olumsuzluklar, sona eren evliliği, sıkıntıları, ümitsizlikleri, üzüntüleri, hayatında gelişen olayların etkisinde yazılmıştı.

“O uzak evden hayatın neşesinin kaçmış olduğunu Biliyorum şimdi Bir çocuğun annesinden ayrılık matemine ağlamakta olduğunu Biliyorum şimdi”

Çeviri: Kenan Karabulut

8


“Küçük oğlum benim ninni, Kapa gözünü gece olmuştur. Uyu bu kara dev, gözünde kan, Dudağında gülüşle gelmiştir.

birinde kardeşi Feridun’a şöyle yazmıştır: “Tozlu topraklı olsa da, benim yerim; Tahran sokakları”

Çeviren: Haşim Hüsrevşahi

Kitabının yayınlandığı yıl pek çok psikolojik sorunlar yaşamaktaydı. En azından kendini iyi hissedebilmek adına ilk kez yurt dışına ve Almanya’daki kardeşi Feridun’un yanına gider. Derken sene 1956 olmuştur. Perviz Şapur’a ithaf ettiği ikinci şiir kitabı Duvar yayımlanır. Bu kitapta 25 şiir yer almaktadır. Bu eseri klasik şiir taraftarları ve gelenekçiler tarafından yoğun eleştirilerle karşılanır. Boşandıktan sonra yazdığı bu eserinde şair bir kadının iç dünyasından bahsedilmektedir. Gerek yalnızlıktan gerek güçsüzlükten, hemen her şeyden isyan ediyordur. Almanya’da kaldığı süre boyunca alman şiirine ilgi duyar Furuğ. Kardeşinin de yardımıyla sevdiği Alman şairlerin şiirlerinden bir derleme oluşturmak ister. Ama Furuğ’un ani bir karar vererek Tahran’a dönmesinden dolayı bu çalışma yarım kalır. Furuğ, İran’a döndüğünde mektuplarından

9

Furuğ’un hayatındaki en önemli dönüm noktası olan üçüncü kitabı “İsyan” 1958’de yayınlanır. İsyan’ın yayımlanmasından sonra ünlü İranlı sinemacı ve modern İran hikâye yazarı İbrahim Gülistan ile tanışır. Bu zamana kadar maalesef Furuğ tanınmış bir şair değildir. Sinemayla ilgili hiçbir bilgisi olmamasına rağmen Gülistan’ın Tahran’daki ofisine iş için müracaat eder. Gülistan sanatın her dalına duyduğu ilgiyi görünce Furuğ’u işe alır. “İnandığım başka bir şey de, hayatın bütün anlarında şair olmanın gerekliliğidir. Şair olmak, insan olmaktır. Günlük davranışları şiirleriyle hiç bağdaşmayan bazı insanlar tanıyorum. Yani sadece şiir yazdıklarında şair oluyorlar, sonra bitiyorlar. İki yönlü olduklarından fakir, kıskanç, mutsuz, dar fikirli, zalim, pisboğaz, açgözlü bir insan olup çıkıyorlar. İşte, ben bu adamların sözlerini kabul edemiyorum.”


“Bir an, yalnızca bir an sürecek. Sonra, sonra hiç. Hiç...” - Furuğ Ferruhzad

10


Furuğ 1959’da hem dil hem de sinema eğitimi için Londra’ya gitmeye karar verir. Bir süre Londra’da eğitimine devam ettikten sonra Döndüğünde ilk belgesel film deneyimini, İbrahim Gülistan’ın yaptığı Bir Ateş filmiyle yaşar. 1962 yılına gelindiğinde Cüzzamlılar Derneği Başkanı tarafından Gülistan’a cüzzamlılar ile ilgili bir film yapmak isteyip istemeyeceğini sorar. Kabul eden Gülistan, Furuğ’a filmi çekmesi için teklifte bulunur. Furuğ bu öneriyi kabul eder. Çekim Tebriz yakınlarında Bababağ Cüzzamlılar Evi’nde gerçekleşir. Kara Ev isimli bu çalışma Furuğ’un yaptığı en önemli çalışmasıdır. Furuğ belgeseli çekmeye başlamadan evvel yakından tanımak için bir süre cüzzam hastalarıyla beraber yaşamaya başlar. Oğlu Kamyar’la aynı yaşlarda olan, cüzzamlı bir ailenin çocuğu olan Hüseyin ile orada tanışır ve onu evlat edinir. “Kamyar’ın düşünce ve tasası rahat bırakmıyordu, beni öldürüyordu. Hüseyin geldiğinden beri daha huzurluyum. Aslında bazen onun yüzünde Kamyar’ı görüyorum. Ellerinin tutup saçlarını okşarken Hüse-

11

yin mi Kamyar mı diye hiç düşünmüyorum. Farkı yok. Hissediyorum ki o oğlumdur.

Furuğ’un hem içerik, hem mazmun diğer kitaplarından tamamen farklı olan dördüncü şiir kitabı “Yeniden Doğuş” 1964’te yayımlanır. Gerçekte de onun hayatının yeni bir doğuş olarak kabul edilen bu kitap, hem şairin kendi hayatında ve hem de Çağdaş Fars Edebiyatı tarihinde benzeri az görülen bir çehreyle ortaya koyduğu eserdir.

“Bak nasıl içinde gözlerimin Eriyor damla damla keder Karanlık ve isyancı gölgem nasıl Tutsağı oluyor güneşin” Çeviri: Onat Kutlar-Celal Hosrovşahi

Beşinci ve son eseri “İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına” 1966 yılında yayınlanır. Ayrıca bu son şiir kitabı On Çağdaş Şairden On Eser dizisinde yayınlamıştır. Bu eserinde de konuşma diline çok yakın bir dil kullanır Furuğ.


“Ben senden ölürdüm Oysa sen benim yaşamımdın” Çeviren: Haşim Hüsrevşahi

14 Şubat 1967 Pazartesi günü annesini ziyaret etmeye gider Furuğ. Geri dönerken Darüşşal Marvdosht ve Logumanoddowleh sokaklarının kesiştiği noktada cip istasyonu vagonu yaklaşmakta olan bir aracın önüne geçmek için savrulur ve bir duvara çarpar. Arabadan fırlar ve otuz iki yaşında baş yaralanmasından acı bir şekilde hayata gözlerini yumar. “Sonunda yolculuk bağı bağladı ayağımı Gidiyorum, dudaklarımda gülümseme, bağrımda kan. Gidiyorum, gönlümden çek elini Ey, hiçbir şey vermeyen, boş umut” Çeviri: Makbule Aras

12


DEĞILDIR _

İllüstrasyon: Emir Yapıcı

E.Y .

13

Hayat hep, şimdiye kadar nasıl yaşadıysan öyle yaşayacakmışsın gibi gelir. Bütün ümit ve temennileri kendin yarattığın halde, varlıkları dayanağın olmaz. Attığın adımları düşünmeye başlarsın; aldığın ilk nefesi, ilk göz kırpışını, ilk kelimeni. Hepsi seni bunlara hazırladı, hepsi bu kadar uzak olduğun benliğini sana yapıştırdı. Sözde meçhul ama bir o kadar da muhtemel geleceğini tercihlerinle yönlendirdiğini söylerler. İnsanlar durmadan bi’ şeyler söylerler. Sen bunu görmezden gelirsin. Tercih yapmayı reddederek, belki de en büyük tercihini yaparsın. Hayatında beklemediğin şeyler olduğunda; biri hayatına girdiğinde ya da biri hayatından çıktığında eksik olduğun,eksik doğduğun


bir şamar gibi iner suratına. yeni bir ayna belirir karşında. sende var olanı değil, eksik olanı gösterir. sen bunca zamandır hissettiğini fark etmediğin bu eksiklik duygusuyla,varlığını bilmediğin bir şeye hasret çekersin. Bu öyle şiddetli bir duygudur ki; kıyıya vuran dalgalarla, bin bir ömrü yitiren depremlerle, volkanik patlamalarla veya kıtaların o esrarengiz parçalanmalarıyla bağdaşlaştırılamaz. Bu şiddet göreceli değildir, bu şiddet tanıdık değildir. Her şey silinir hafızandan. Unutmam denen her şey unutulur. Sesler, yüzler, anlar, anılar... Hissetmek, hafızayla ilişkili bir şey değildir. Hissetmek, bir kerelik veya anlık

bir şey değildir. Hissetmek, unutup unutmayacağını seçebileceğin, en önemlisi ara verebileceğin bir şey hiç değildir. İşte yaşadığın bu şiddetli hasreti, tarif edemez ve dindiremezsin. Bazen birileri sana iyi gelir, bazen birileri kötü gider. Bu sefer sen de, gidiyorum sanırsın, kendimden kaçıyorum sanırsın, vardığın yer öyle olmadığını gösterir. Hayat hep, şimdiye kadar nasıl yaşadıysan öyle yaşa yacakmışsın gibi gelir. Aslına bakarsan bu, yaşamaktan ne anladığına göre değişir.

Unutmam denen her Sey unutulur. Sesler, yüzler, anlar, anilar...

Sude Öztürk

14


KARA KEDİLER

İllüstrasyon: Emir Yapıcı

Kara kediler, Sarı lâleler Ve kırık kareler. Öksüzlerin saçlarında yürüdüler. Ve üflediler Ve sevdiler Ve sevdirdiler. Ve örtüler yaralarımızı. Sol yanlarımız yıpranmış gibi. Sevgi sadece dilin mezesi, Aşk ömrün işkencesi. Uzaklardan gelen inci sesi, Bir bahar ıslığı. Ateşlerin kısıklığı saklı, Saklı hayaller köklerde.

15

E.Y .


Şimdi yağmur dizlerde Yahut hayat yerlerde. Merdiven dayalı bulutlar sözlerde, Yaşlanan yılların nemi gözlerde. Artık kediler göklerde. Köşeler, köşelere küstü dünlerde.

Yıllanmak gerekir izlerde. Yıkanmak gerekir kara yazdan; Tüy kuşları yeraltından uçarken Veya girişken gemiler kara içlerine. İşlemeliyiz buseleri çocukluğun dişlerine, Düşsek dahi düşlerimizin diplerine; Kulak verin göçmenlerin seslerine. Yok olan neslin bam teline sarıldık. Aldatıldık, Alıştık yarımlıklara, Uyuduk nefret dolu karanlıklara koşa koşa. Şimdi ağaç, kedi, toprak ve ana. İçmekte hüznün çeşmesinden kana kana. Muhammed Baran Aslan

16


UZUN LAFIN KISASI Sen sormasan da iyi değilim. Yarım kalmış bir elma bazen canımı sıkıyor, bazen dizinin en heyecanlı yerinde elektriklerin kesilmesi, bazen doların çok yükselmesi moralimi bozuyor, bazen kumandanın bitmiş pili... Yarım kaldık diye mi yarım elma canımı sıkıyor, yoksa bittik diye mi kumandanın bitmiş pili moralimi bozuyor? Bilmiyorum... İyi değilim işte. Hayatımda duyduğum en güzel sesi duymuyorum mesela. Bazen radyoyu açıyorum. Bundan sonraki şarkı senden bana gelsin diyorum. Hep acıklı şarkılar çalan frekans bile yabancı bir şarkı çalıyor, anlamıyorum. Bu kadar mı yabancı olduk biz? Bu kadar mı bittik? Yoksa so17

run sende değil bende mi? Ayrı mı dünyaların insanlarıyız? Sen nerdesin? Ben beni bıraktığın yerdeyken. Çok ağladın mı, bırakıp giderken? Benim gözümde bir damla yaş eksik olmazken. Peki seni de bıraktılar mı, benden sonra? Ben hala bıraktığın yerde seni beklerken. Teselli ettiler mi seni de çok? Yoksa başkalarında mı buldun tesellini sen? Ben hiçbir yerde teselli aramazken... Kanadı mı yaran? Benim yaramın altında imzan var, en fiyakalısından. Sahi, sevdin mi gerçekten? Beni değil yanındakini soruyorum. Ben seni döneceksin diye beklerken. Hazal Nurcan Ağırman


Çizim: Cenker Tßreci

18


GİDEN BİRİNE ÂŞIK OLMAK ‘Büyük bir sevginin göstergesi olan binlerce küçük ayrıntıyı ıskalamış’sındır… Zamanında zerre kadar düşünmemişsindir, bazı şeyleri kol üstü geçmişsindir, nasılsa sürekli yanındadır, seninledir. A dediğinde anlar koşar gelir, e diye haykırdığında ‘efendim’ der yanı başında bitiverir. Buna yaslanırsın, keyfince 19

yatarsın kulağının üstüne... Böbürlenir de böbürlenirsin. Kendini ‘bir şey’, karşındakini ‘hiçbir şey’ sanarsın. İçinin derinliklerinde bir ses, tüm umursama-malarına karşın, bu kadar ilgi bulmanın ve rağbet görmenin yegâne sebebinin (senin) ‘üst insan’ olmandan kaynaklandığını fısıldar durur sana.


O, senin yanında olmakla göklere çıkmıştır, sen O’na bu payeyi altın sini içinde sunmuşsundur. Böyle bir ayrıcalığı uygun gördüğün için (esas) onun sana minnet duyması lazımdır. Ve bir savsaklama hali vardır sende... ‘O’ bir şey anlatırken başka taraflara bakarsın, zekâ ürünü esprilerine yarım ağızla gülersin ama en ufak bir hatasını gördüğünde büyütürsün de büyütürsün… Sürekli sana kendini ifade etme çabası, bir şekilde gönlünü alma yarışı içine girmiştir. Bunları da görmezden gelirsin… Ona karşı nereye varıp geldiğini bilmediğin “Çok âlemsin valla, bir garipsin bu gün, bazan ne dediğini bilmiyorsun, saçma sapan konuşma istersen!” gibi cümleler kullanabilirsin… Israrla, seninle görüşmek istedikçe

sen canının istediğini yaparsın. Dedik ya başına ufacık bir iş geldiğinde kuruntularını falan bir kenara bırakıp koşturup gelecek kadar elinin altındadır... Ama kazın ayağı öyle değildir aslında, onun kafasının içinde bir ‘birim’ bunları mütemadiyen kayıt yapıyordur ve küçük kırgınlıklarını (şimdilik) görmezlikten geliyordur. Aklın bir karış havada olduğu için öngörün yoktur, önlem alma kültürün gelişmemiştir, aylar geçmesine rağmen bildiğini okumaya devam etmişsindir. Onun demeye çalıştıklarına, huzursuzluklarına hiç kulak asmıyorsundur ve ortamı koklamıyorsundur hâlâ daha... Ve bir gün gelir, sedef kakmalı büyük boy aynalar düşer bir yerlerde… Açık kalmış pencereler hırçın rüz20


gârın etkisiyle çarparak paramparça olur. Hiç beklemediğin bir zaman diliminde ve ‘ne yapsam ne etsem benden kopamıyor’ diye, bir kez daha (kesin) kanaat getirdiğin bir dönemde, senden (sessizce) gidiverir. Kaybettiği oyuncağı bir hafta, on gün sonra hatırlayan şımarık, kendinden fazlasıyla emin bir çocuk gibi davranırsın ilk önce… Nevi şahsına münhasır gururuna yenilirsin, yüksek onurunu düşünüp başını (kuyruğunu) olabildiğince dik tutarsın, umursamıyor gibi yapar burnun yere düşse bile almazsın. Kesinlikle deliler gibi özleyecektir... Nasılsa sensiz yapamayacaktır… Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır çünkü. Fakat ilginç bir şekilde zaman geçmeye devam ediyordur

21

ve ‘O’, soğuk sabahların buzlu camlı, yarı karanlık odaları gibidir sana karşı… Duyarsız, etkisiz ve tüm kapılar mıh gibi kapalı… Pahal (aksi) gibi, etrafında gördüğün herkes ağız birliği etmiştir sanki... Onun senden gittiğini, senin bir şeylerin kıymetini zamanında bilmediğini, öyle bir insanı kaybettiğin için senin ne kadar işe yaramaz biri olduğunu adeta yüzüne haykırmaya başlar. Bir serçe gibi telaşlanmışsındır bu sefer, bir değişik olmuş, en ortalama tabirle yarım kalmışsındır. Hep yanında yakınında bildiğin, sevgisini çar çur ettiğin ve vaktinde tam anlamıyla ‘görmediğin’ insan, şimdi kendi başına bir dağ olmuştur. Biraz daha geçer… Giderek büyür boşluk… Bu sefer deliye dönersin, divane olursun, öfkeyle uzaktan bakarsın, kötü rüyalar görürsün, çok hem de çok ağ-


larsın. Onu kötülersin, vefasızlıkla suçlamakta bulursun çareyi… Çok kırıldığını ve kolay kolay affetmeyeceğini söylersin yakın çevrene. Zaman (bir iş ya da oluşun, bir eylemin içinde geçmekte olduğu, geçtiği ya da geçeceği o büyülü süre) yine kahrederek işler. Artık zihnin onunla meşguldür, vakit varken fark etmediğin, istemediğin, kendini kırılmaya veya reddedilmeye layık görmediğin için kibirle baktığın insan, gözünün önündedir. Tuhaf bir şekilde, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordur ve seninle değildir. Hâlâ yüzündeki küçük bir değişimle ilgilenmiyor, sen anlatmadan bir şeyleri hissetmiyordur artık... Ne muazzam bir acı… Ama hayat böyledir… Mevlana Celalettin Rumi’nin bir sözü vardır. “Akıl sonradan dövünüp ah çekmek için değildir, düşünüp önlem almak için verilmiştir,” der büyük insan. ‘Küçük bir gülümsemenin, şef-

katle omzuna dokunmanın, kederli bir bakışın ve öylesine bir derdinle bile dertlenmenin’ ayırdına varmayan, yerinde ağır bir yazarın dediği gibi “Büyük bir sevginin göstergesi olan binlerce küçük ayrıntıyı ıskalayan” bir ahmak ve akılsız olarak dövünebilirsin... Hatta elinde fırsat varken düşünmediğin, her şey güzelken kıymetini bilmediğin ve kendini sevdiremediğin için, arsız köpekler kadar pişman olabilirsin. Sedef kakmalı, büyük boy aynalarda başka siluetler dolaşıyor, buzlu camların arkasında farklı endamlar, senden daha merhametli yüzler… Sana; kimseyi yanına yanaştırmadığın kıymeti kendinden menkul gururunla, o çok değerli öz saygınla ve hep takdir ettiğim üst insanlığınla birlikte “Mutlu Noeller!” diliyorum. Hadi bakalım gelmiş geçmiş olsun… Eski güzel günlerle avunabilirsin örneğin... Giden birisine âşık bile olabilirsin…

Fatih Altınbeyaz

22


Ç I R P I N A M A Z 23

Darağacındayım. Hem de öyle böyle değil Sanki asılacak olan ben de değil, Sadece kalbim asılacak gibi. Darağacında bile ellerin arkadan bağlanır İstediğin gibi çırpınamazsın, Böyle hissediyor kalbim işte. İzin vermediler... Rahatça ölemedi kalbim. Aslında çoktan darağacında asıldı Ama öyle bir şeymiş ki Bu beden ondan önce ölür O hiç ölmez. İşte darağacında asıldı ama öldürmediler. Çünkü ben... Sinem Arda


Fotoฤ raf: Gรถzde Kaya

24


HAYATA MEKTUP *Sevgili Hayata Mektup, Hele ki yalnızsan, �ay alıp geliyorum. Hele ki kendinle kavgalıyGeldim. san, Sevgili hayat, umarım kötü Hele ki yetmiyor ise senaryolar konusunda bedenin ruhuna benden daha vaVe hele ki, Adsatsındır. UmaAynur, yahu biz bu hayatla emlere kızgınrım aklıma gene yapacagız? Bırakıp git- san, len, başıma meli mi, boyaları sürüp sagelmez. AyaSevgili hayat. vas mı vermeli? Vurusması Neden on seğımdaki peluşlar ısıtmıyor. da kolay da degil ki alçakis- kizlerde akmıBurası çok soğuk. tanla. yorsun? ÜzeriAynur, yahu biz bu hayatla ne yapacağız? Bırakıp gitmeli mi, boyaları sürüp

savaş mı vermeli? Vuruşması da kolay da değil ki alçakistanla.

25

mizdeki yıldız tozları nerede?

Kabullenmiş,yorgun seslerden şiirler dinliyorum şimdilerde. Çok çığlık atmış,


kısılmış seslerden.

Gidişim yakın.

Önümde de iki mum. Biri komşu kızının nişan mumu; çiçeklerle süslenmiş. Neden mumu dahi bu kadar süsler insan da, ruhunu süslemez?

Gidersem, çiçeklerimi Nazlı sulasın. Yaptığı her şeyi, kararında yapar o. Aza az, çoğa çok verir. Benim gibi değil.

Çiçekli mum tükendi. Sevgili hayat. Hep arıyorum, hep. Belki bir hazine bulurum. Belki de sadece kendimi.

Çay da çok kötü olmuş. Kaldı.

Johann Sebastian Bach -Air Aynur Yılmaz

Her arayışta büyük dalgalarla vuruşurdum. Şimdi sıradaki nedir, bilmiyorum. Sizi ne zaman terk ederim bilmiyorum. Zaten ölmemek için çabalayarak, ölümü bekliyor insanlık. Sevgili hayat, biliyorum. 26


MERHAMET Su, deniz, ırmak bizden ne ister ki? Ne isteyebilir bu savunmasız şey? Hadi çişinizi yaptınız, eyvallah suda çözülüyor. Lan hadi sıçtınız, ona da eyvallah yukarıya çıkıyor, kumsala vuruyor. Neden çöp atıyorsunuz şu garibime? Bir insanın suyla ne alıp veremediği olabilir? Gözlerimi kısıp ufuğa doğru baktım; sanki o puslu karanlığın içinde birileri ağlıyordu. Gözlerimi kısıp pusun içine girmeye çalıştım. Kızgın bir güneşin sisi paramparça ettiğini gördüm. Biraz sinirliydi galiba. Tepesindeki güneş, denizi bu kadar merhametli olmaması gerektiği konusunda uyarıp, kavurucu sıcağıyla cezalandırıyordu. Deniz sıcağa dayanamayıp, gök yüzüne doğru göz yaşları

27

ile birlikte salkım salkım terliyordu. Güneş hüzünle bakıyordu denize. Acıyan bir hüzünle değil, askerini bekleyen ana hüznüyle bakıyordu... Ve birden kayboldu. Denizin kavurucu sıcaktan terlediğini gören bulutlar, hızla toplandılar. Bulutlar o kadar merhametliydi ki, merhamet ancak bu kasvetli gride can bulacakmış gibiydi. Gökyüzü gri ile beyazın ve yer yer siyahın tonlarının etkisiyle, merhametle doldu. Merhamet öyle kuvvetliydi ki, bulutlar ilk başta ağlayamadı. Gözleri doldu bulutların; yaş önce gözlerinde toplandı, sonra yavaş yavaş çoğalarak denize döküldü. Deniz ilk başta gelen yağmuru fark edemedi. Öyle çok ağlamıştı ki, yüzeyine çarpan su damlalarını, dalgalardan seken göz yaşları sanmıştı ilk


başta. Sonra, bir ses duydu gökyüzünden. Sanki birileri feryat ediyordu. Bunlar patlayan havai fişekler değildi. bBu sesler... merhametin çığlıklarıydı bu sesler. Bulutlara göre merhamet, dostuna kendinden bir parça vermektir.

Griliğinden kurtulan bulutlar, yavaş yavaş mavi gökyüzünde kayboldular. Deniz o zaman anladı merhametin ne olduğunu. Merhamet dostuna acımak değildi, merhamet dostuna acırken acınacak hale gelmekti.

Deniz yine ağlıyordu. Bu sefer mutluluktan. Kendini değerli hissetmenin verdiği mutluluk, dünyanın en güzel bencilliğidir.

Gökyüzü yine eski maviliğine ve güneşine kavuşmuştu. Güneş denize eskisi kadar kızgın değildi. Çünkü denizin yağmurdan sonraki durgunluğu, içinde sakladığı hırçınlığın sembolüydü.

Bulutlar denize merhamet bırakırken, griliğinden sıyrılıyordu. Sanki yağmur denize boşaldıkça, bulutlar beyazlaşıyordu.

Enes Sevinç

Fotoğraf: Gözde Kaya

28


Ü Ç Y A P T I M D O K U Z H I R S I Z L I K B E N O N Y E D İ 29

Ben hırsızlık yaptım! Nerede bu kuşlar? Ben hep Allah’a ibadet ediyorumdur, Şüphesiz Humeyni de öyledir. Leş Tongzhilerin ülkesi laleyi, Peynirimizi hep Amerika yedi. Yolda karşıda görmüşler beni ‘Stopladılar’ haklıdırlar. Ne, abes mi dedin sen? Bağırmak illegaldir! Tacıma altın asfalt dökülecektir! Ben kandırılmadım, ben hariç. Şahidim oldun, haberin var mı? Tırnağım Jigme’dir Ve Charles bence de salaktır. Sekoya ağaçlarını ben dikmişimdir. Beni hep sevecekler -Pasifik dahildir. Rabbim, nolur ayaklarım büyük olmasın! Olursa da, geçmişimin vardiyasıdır. Üç yaptım dokuz hırsızlık ben on yedi! Kuşların arasındayım. TEK


.. . iyi ki, İçimdeki çığlıklar, Dışımdaki sahte gülüşlere meydan okuyor. Ben ise ne yaptığını bilmez bir deli gibi düşünüyorum, düşünüyorum... Sonra gözlerimi bir anlığına kapatıp unutmak istiyorum her şeyi. Bana tecrübe kazandıran, acı çektiren, mutlu olmamı sağlayan her şeyi. Silemiyorum... Gözümü açıp pencereden, çağın ileri derecede kötülüklerini izliyorum. Düşünüyorum da, iyi ki silinmemiş, iyi ki unutmamışım, iyi ki saf kalmışım. İyi ki içimdekiler ve gülüşüm arasında bir çelişki var. Çünkü ikisinden biri kaybederse; ya hayatımdan olacağım ya da hayat sandığım bunca şeyden... Dicle Arslan

30


RUH'UN GÖZLERİ ‘’Göz görür, gönül sever’’ derler. Doğrudur esasında… Kimimiz masmavi ,okyanusları,ya da gökyüzünü andıran gözlere vuruluruz.Kimimiz su yeşili,dalga yeşili gözlere tutuluruz.Kimimiz de kömür karası gözleri severiz illâki… Renklerin deryasına kapılır gideriz böylelikle… Önemlidir sevdâya iri iri gözbebeklerine dalarak düşmek..Güzeldir… Peki ya ruhumuzun gözleri? Bir başka deyişle kalp gözümüz? Maneviyâtın güzelliklerinin yerini tamamen görselliğe bıraktığı acımasız bir çarkta dönüyor dünyamız artık.Şekilcilik,görsellik,fiziksel görünüşü hayatımızın temeline oturtmuşuz. Oysaki maneviyâtı zengin olmayan bir yürek,hangi göz rengine sahip olursa olsun,kalbindeki ışığı yansıtamaz ki yeryüzüne.

31

Dünyaya iyi niyetle, saf ışıkla bakmıyorsa, hakiki gerçeği fark edemez ki ? Sokakta yürürken, kendisinin dışındaki varlıklara kalp gözünü kapatarak bakan bir insan,gerçek sevgiyi yakalayamaz ki ? Bir akşam ayazında aç , susuz kalmış bir sokak kedisini,bir köpeği,yuvasına bir lokma ekmek götürme telâşında olan bir kuşu görmezden gelerek yoluna devam eden bir insan,gözleri açık olsa da,maalesef kalp gözü kapalı olarak yaşamaya ve yaşadıkça da kalbini tozlu,puslu kuytulara gömmeye mâhkumdur ne yazık ki. Kalbimizi unutarak, hayatın gerçeklerini görmezden gelerek kendimizi kandırarak nereye varabiliriz ki? Maneviyâtımız eksildikçe, hayatımıza o koca boşlukları dolduruyoruz biz.Belki hayatın tüm


renklerini görerek ,ama tadına tam anlamıyla varamadan yaşıyoruz,’’mış gibi’’ yani. Gözlerdeki renkler, ancak kalp gözünüz açıksa anlam bulur bence.’’Kalbinin güzelliği yüzüne yansımış derler’’ hani, işte öyle. Kalbimizdeki o ne olduğunu çözemediğimiz, nereden geldiğini anlayamadığımız koca koca boşlukları doldurmak için meditasyonlar yapıyoruz biz. Ücret karşılığı sözümona meleklerin çarğrıldığı seminerlere avuç dolusu para ödeyip,bel bağlıyoruz,bir çare bekliyoruz onlardan. Sözüm yanlış anlaşılmasın, meleklere imânım sonsuz çok şükür sadece para ile meleklerle iletişim kurma tekniğini almıyor aklım.

Oysa melekleri memnun etmek,onlarla iletişim kurmak,bir yetimin saçını okşamaktan geçiyor bence,aç-susuz bir canlıyı doyurmaktan,yaşlı bir teyzeye,bir amcaya hatır sormaktan,koluna girip belki yolun karşısına geçirmekten geçiyor.Tüm bunları yapabilmek de,dünyaya gözbebeklerinin ışığıyla,ama kalpten bakmaktan geçiyor.Yani Ruh’un Gözleri’nden dünyaya bakmaktan… İşte o zaman dünyanın en anlamlı, en ışıl ışıl bakan,en güzel renkli gözleri bizim. Işıkla ve sevgiyle…

Serpil Kaya

Fotoğraf: Gözde Kaya

32


YAĞMUR ALTINDA,

SUYA

ZİYADESİYLE

YAZILAN MEKTUPLAR.

Ziyadesiyle dalgın olduğum Bu günlerde sevgilim, Gökyüzü bir elma misali düşüyor üstüme Ve ben yine seni hatırlıyorum. "Bir erkeğe verilecek en büyük hediyenin , zeki , güzel ve cesur bir kadın tarafından sevilmek." Olduğunu bilmenin de içimde yarattığı tarifsiz boşluğu da hesaba katarak Uzun zamandır böyle bir hediyeyle rastlaşmadığımın, Ve belki de mütemadiyen rastlaşmayacağımın da farkında olmanın tedirginliğiyle Baharın gelişine bile kayıtsız kalacak kadar elem içerisindeyim. Yağan yağmura karşın elimdeki mühim ve mukaddes kitabı kendime kalkan bellemem Lütfen şaşırtmasın seni, Niyetim yağmurdan kaçmak, Ya da suya kesmemek değil biliyorsun. Islanınca sonra bahara yakın bir yağmurda, Şiddetli ve münasebetsiz bir şekilde sen düşüyorsun hatırıma Ve ben yağmura kızıyorum. Ve gökyüzüne. Ve kendime . Üstelik gök de gürlemiyor ben haykırınca. Su bile kımıldamıyor yerinden.

33


Bir makas alıyorum kendimden böyle vakitler. Yüzümü yağmura dönüyorum. Ayakkabılarımı soyuyorum. Ve çoraplarımı. Paçalarımı sıvıyorum. Ani bir manevrayla gökyüzüne selam duruyorum. Sadece kendimin duyduğu Sıska ve çelimsiz bir sesle Diyorum ki gökyüzüne: "Kendimle mühim bir meselem var, Lütfen bana biraz müsade."

Çizim: Cenker Türeci

Ercan Daşçı

34


Çöpçüler Kralı, 1978 Senaryo: Umur Bugay Yönetmen: Zeki Ökten Oyuncular: Kemal Sunal, Ayşen Gruda


“Parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği!”


SORUP DURMAYIN BANA ARTIK "AŞK NEDİR?" DİYE Aşk nedir biliyor musun? Hiç karşılık beklemeden karşılıklı fakat pazarlıksız duygu aktarımı. Hayır, sorup duruyorsunuz hazır karşıdan izleyen bir izleyici olarak olayın verdiği hararetten uzak soğukkanlılıkla yanıtlamak istedim. Olay dedim, çünkü birçok biyolojik ve fizyolojik unsuru içinde taşıyor. Neler mi bunlar? Birlikte gözden geçirelim. Önce birbirini görmekten geçiyor. Bu reelde de olabilir sosyal medyada. Sosyal medyanın da etkisini atlayamayacağım, çünkü en fazla zamanımızı alan şey artık o. Bir şekilde görmek için can atıyorsun gördükçe göresin geliyor daha çok. Ya olduğu yerlerden geçiyor ya da stalkın dibine vuruyorsun. Eğer karşılıklı aynı anda benzer hislere yakalanmışsanız ilerleme hızı daha fazla. Fakat bir taraf habersizse bir şekilde hissettirmenin yoluna bakmak lazım, öyle değil mi ama? Farkında olmayan taraf çoğunlukla kız tarafı

37

olmakla birlikte, zaman zaman erkek tarafı da olabiliyor. Öyle alışmışız, illa kıza erkek bir adım atacak. “Kız evi naz evi” demişiz sonuçta, hakkını vermek lazım, değil mi ama? Tamam mı? İki taraftan da olumlu sinyaller alındı mı? Aynı anda aynı yerlerde denk geliniyor, gözünü çevirdiğin yerde onu görüyor, hikâyeler takip ediliyor, fotoğraflar likelanıyor mu? O zaman doğru yoldayız. İçinizde ki kelebeklerin sayısı her geçen gün artıyor. Onu görünce adını sorsalar, şöyle bir bocalayıp öyle mi cevap veriyorsun? Ohooo olmuşsun sen. Hiç kıpırdamadan dur, derin bir nefes al, aşkın en güzel yerindesin. Dünyanın merkezinde sadece ikiniz varsınız şuan. Yemekten kesilebilir ya da daha iştahlı yiyebilirsiniz. Yolda yürürken içinden hareketli şarkılar söyleyip müziğin ritmine ayak uydurup bunu eğlenceye dönüştürebilir. En damar şarkıda her sözünde onu bulup hat-


ta gözlerin bile dolabilir. Biraz frenlesem mi kendimi dediğin, içindeki kelebekler ağzından kaçıverecek diye elini ağzında bile tuttuğun zamanlar olabilir. Panik yapma, doğru yoldasın. Hatta bu zamanların tadını çıkar, çünkü ömrünün ne kadar olacağını bilmediğin bir yoldasın. Belki bu yol son durağa kadar götürür seni, belki de ara ara molalar verebilir ya da bir sonraki durakta inebilirsin. Aktarma yapman gerekebilir benden söylemesi. Yol bu, belli olmaz, sen önlemini al da. Son duraktaysa bile yolun sonu, hayal kırıklıklarına meydan verme. Diyeceğim de, ne kadar önlemini alırsan al. İnme zorunda kalırsan o trenden, oluyor illaki hayal kırıklığın. Buzdağına çarpıp yavaş yavaş suyun derinliklerine gömülmediysen, korkma yaşarsın. Kimse “kara göründü!” diye bağırmıyor, bağırsa da zaman zaman yaşadıkların sen duyduğunda iş işten geçmiş oluyor.

Bir dakika, nerede kalmıştık? Artık karşılıklı bakışma, fotoğrafları seri likelama evresine geçtiğimize göre zamanı geldi! İlk mesaj geliyor: “Merhaba.”. Bundan sonrası sizde, elbette herkesin kendine özel. Karşılıksız karşılıklı fakat pazarlıksız duygu aktarımınız sisteminizde güncellenmiştir. Haydi, tadını çıkarın...

Zeynep Erçelebi

38


KAYIP ARANIYOR Nereye yetiştiğime dair en ufak bir fikrim yok. Sadece içimdeki sonsuz acı koş diyor, koşuyorum. Perondaki tren için son uyarı düdüğü ile kapanmak üzere olan kapıdan içeri atıyorum kendimi. Hem de nereye gittiğine bile bakmadan. Hızımı alamayıp çarptığım yaşlı adam bana ters ters bakıyor. Özür dilemem lazım ama, yok içimden gelmiyor. Özür dilemeye inanmıyorum artık. O kadar samimi olacak cesaretin varsa, aklın da var demektir. Ve o akıl sana özür dileyeceğin şeyleri yaptırmamalı!

devirde normal böyle şeyler. Yaptık bir hata. Özür dilerim, hatta öperim geçer mi?“ dedin? İlk durağa geldik bile. Önümde oturan delikanlı fırladı gitti. Şanslıyım, şans? Artık ona da inanmıyorum. Oysa ailem, çocuklar için de hep en şanslı benim olduğuma inanırdı.Üniversite aşkı ile sonsuza kadar devam edecek mutlu bir yuva. Zeki, yakışıklı bir oğul. Daha hala bekarlar kulübünde ağlanıp, sızlananlar arasında en şanslı! Otursam iyi olacak.

...VE o akil sana özür dileyecegin seyleri yaptirmamali!

39

Mesela sen, koskoca on yedi yıllık aşkı çöpe atarken aklın neredeydi? Ne dedin kendine çok merak ediyorum. “Bu

Bir yanımda bizim oğlan yaşlarında, liseli bir genç kız. Elindeki telefona kilitlenmiş. Nerede olduğunun bile farkında olduğunu sanmam.


Diğer yanımda bir hanım teyze. Önünde pazar torbaları. Yüzünde yılların yorgunluğu, gözlerini karşıya daldırmış, kupkuru ellerini ovuşturup duruyor. Kim bilir kaç senelik evlilik. Yüzük artık parmağını boğmuş. Arada ben ve kafamda sen. Teyze bir anda yan gözle bana baktı, anladı mı? Belki de gözlerimizdeki hüzün, tükenmişlik birbirini tanıdı. Hemen başını öne eğdi. Sonrası, aynen devam. Yeni bir durağa geldik bile. İnenler, binenler; sonsuz bir koşturmaca. Kimse kimseyi görmez. Kimse kimseyi bilmez. Bilse de bildiği gibi midir? Artık kimse bildiğini sandığın gibi değil ki! Sen, o hassas, dokunaklı gözler... Seninle ilk tanıştığımız günden beri gözüm kimseyi görmedi biliyor musun? Zaman içinde ufak kalp çarpıntıları, göz kırpanlar olsa dahi, hep sendin. Tek derdim bir an önce eve, senin kollarına ge-

lebilmekti. Biliyorum, az rastlanır buna. Ama öyleydi. Seni de kendim gibi bilirdim. Nasıl peri masalları ile büyüdüysek, hani sonsuza kadar mutlu yaşarlar ya , öyle işte. Senin aşkının üzerine nasıl bir dünya kurduysam, tüm inançlarım, hayatım bir gecede çöktü. Sabaha kadar seni suçladım. Ama yok, suç bende, işin kolayına kaçmışım. Şimdi anlıyorum. Gerçeği görmeden bir hayali yaşamışım. Sen de sadece hayal kahramanımmışsın. Bir durak daha, teyze son durakta inecek gibi rahat. Genç kız çoktan inmiş, ark etmemişim. Yerine yirmili yaşlarının sonlarında bir genç oturmuş bile. Yeni evli gibi. Bir, bilemedin iki senelik. Yüzük alev alev parlıyor. Cep telefonunda bebek fotoğrafı. Demek çocuğu da gecikmeden yapmışlar. Elindeki çantasına ve yıpranan ayakkabılarına bakınca muhtemelen İstanbul’un tozlu yollarını her gün usanma-

40


dan arşınlayan bir satıcı. Ceketinin cebinden küçük bir not defteri çıkartıp bir şeyler karalıyor. Yüzündeki gülümsemeden güzel bir satış yapmış olsa gerek. Evliliğimizin ilk yılları, ilk işlerimiz, telaşlar, keyifler... Benim için dün gibi. Ya senin için? Hatırlamıyorsundur eminim artık. Ne de olsa seni yeniden başka heyecanlar bekliyor! Ne demiştin dün gece? “Kendimi buldum.” Bunca yıldır kayıp olduğunu bilmiyordum ki, kendini bulduğunu nasıl anlarım! Koskoca bir yıl. Bir başkasının dudaklarından benimkilere gelmişsin. Hiç umursamadan, hiç korkmadan. Hem de neredeyse kendinden on yaş genç biri ile. Şimdi de özür mü diliyorsun? Bir heyecandı, geçti ve yeniden başlamak istiyorsun. O kelimeler ne kadar rahat döküldü ağzından öyle, benim aklımdan bile geçemezken. Yine durduk. Kim bilir kaçıncı

41

duraktayız. Ne teyzede ne de delikanlıda bir hareket yok. Demek ki en azından bir durak daha var. Yanımdakiler dışında başımı kaldırıp, kimseye bakamıyorum bile. Sanki anlayacaklar. Yavaştan kalabalık azalmaya başladı. Ayaklardan anladığım kadarıyla herkes oturuyor. Ben hangisinde inerim? Bilmiyorum. Düşünmek de istemiyorum. Önce seninle ilgili her şeyi çözmeliyim. Burada, şimdi. Kaç durak olursa olsun. Belki de kendimle. Böyle hayali bir ilişkiye tutunarak yaşadığıma göre demek ki ben de kaybolmuşum. Benim de kendimi bulmam lazım. O da ne demekse! Hiç düşünmedim ki. Oku, çalış, evlen, çocuk yap, ev al, araba al, ailenin sorumlukları. Ben ne isterdim? Neyi severdim? Pul koleksiyonum, mektup arkadaşlarım vardı çocukken. Ne oldu onlara? Neden bıraktım? Hani hatırlar mısın, dağcılık kulübünde tanışmıştık seninle. Tam Ağrı yolculuğu


öncesi sen düşüp, kolunu kırınca vazgeçmiştin. Sanki benim kolum kırılmış gibi ben de bırakmıştım. Oysa her dağcının hayali Everest, benim de en büyük hayalimdi. Düşünüyorum da, o günden bugüne esasında ne kadar çok dağa tırmanmışım. Hani hep daha iyisine. Bitmeyen, anlamsız bir zirve yarışı. Daha güzel bir araba, daha iyi bir okul, daha büyük bir ev, daha daha daha...

teyze elini koluma doğru uzatıyor, yandaki delikanlı omzuma dokunuyor. Bir şeyler söylüyorlar ama duymuyorum. Gözlerimden boşalan yaşlarla, tüm o endişe dolu gözlere haykırıyorum, “Neden şaşırıyorsunuz, erkekler de ağlar işte...” Feray Altan

Ellerim titriyor, nefes alamıyorum, düşündükçe boğuluyorum sanki. Ya da zaten boğulmuşum da yüzeye çıkmaya mı çalışıyorum. Tanrım, burada olmamalı, herkes anlayacak. Tutamıyorum, bedenim sarsılıyor, tüm o yıllar üzerimden geçiyor sanki. Yaşlar akıyor, durmalı, durmuyor. Nefesim hızlanıyor, bağırmak istiyorum avaz avaz. Başımı son bir gayret yukarı kaldırıyorum. Sanki daha rahat nefes alacakmışım gibi. Onlarca göz bana şaşkınlık içinde bakıyor. Yanımda ki

42



Fotoฤ raf: Gรถzde Kaya


S E N I

I Z L E M E K 45

Fotoğraf: Gözde Kaya

U Y U R K E N

Seni uyurken izlemek, Küçücük bir köy evini ısıtan, Soba misali... Kalbimin buzlarını eriten, En masum halin. Seni uyurken izlemek Nefes almamı engelleyen Boğazımda ki düğümü Çözebileceğine İnanmak bir gün.


Ah, seni uyurken izlemek Baba şevkatiyle Vücudumu saran kollarını, Tüm sıcaklığıyla Hissetmek. Bütün yüz hatlarını En ince ayrıntısına kadar, Teker teker Ezberlemek. Seni uyurken izlemek... Ah, seni uyurken izlemek Gözlerini açtığında Beni görmen umuduyla Uzun bekleyiş...

Güler İnan

46


KABUSLARIM Kabuslarım, huysuz bir ev sahibi gibi, her gece aynı saatte çalıyor kapımı. Açmak istemiyorum ama inatla vuruyor. Her gece ayrı bir uçurum kenarındayım, aşağıya doğru kayıyorum. Birden düşsem belki daha hızlı olacak kurtuluşum ama kayıyorum ben, gündüz gülüşlerime sakladığım gözyaşlarım nasıl kayarsa yanaklarımdan işte öyle kayıyorum.Bağırıyorum, ağlıyorum: "Anne, annneeee..." diye haykırıyorum ama sesim boğazımda bir yumruk gibi, çıkmıyor.Tutunacağım,bir kaç cılız uçurum çiçeği, çabalıyorum ama her tuttuğum elimde kalıyor. Onları da koparıp sürüklüyorum aşağıya doğru...

47

Derken, istemsizce açılan göz kapaklarımdan arsız bir hırsız toplayıp gidiyor uykularımı. Elinden en değerli oyuncağı çalınmış bir çocuk gibi içimi alamaya alamaya ağlayarak yatıyorum yatakta. Gece insanın gözyaşlarının sıcaklığı da, tesiri de farklı oluyor. Gelirken kalbindeki acılardan da katıyor içine, daha bir yakıyor yanaklarımı.Uyanıyorsun, uyanıyorsun da uçurumdan kayarken taşlar çalılar yaralamış oluyor seni. Sıcağıyla anlamıyorsun ama soğudukça çıkıyor acısı, hissetmeye başlıyorsun. Her gün bir önceki günün yaralarına da. Bakıyorsun ne kanıyor ne kabuk bağlıyor ama işte acısına alışıyorsun. Zifiri karanlıkta bir mezarlık sessizliği içindeyim, korkuyorum. İnsansın işte; bir umut bir ışık arıyorsun ama yok... Sonra var olmasını istediğin hayali bir anne yaratıyorsun. Düşmüşsün, yaraların kanıyor, ağlıyorsun ve o gelmiş sırtını sıvazlıyor. Yaralarından öpüp şöyle fısıldıyor: "Merak etme, hepsi geçecek." sonra kesik kesik bir iç çekiyorsun. Geçmeyeceğini biliyorsun ama işte kanıveriyorsun.

Şehriban Zehir


YalnIzlIk, müzigin bile seni dinlemesidir.

Özdemir Asaf

Fotoğraf: Gözde Kaya


Ç

IKMAZ SOKA 4. BÖLÜM

Gün kendini geceye bırakalı hayli zaman olmuştu. Tuğçe penceresinin önünde boş sokağı izliyordu; ıssız ama yaşanmışlıkları çok olan sokağı. Fark edebilene bu sokak mücevherdi. Çok net görebiliyordu. Bir sorun vardı, o da bu mücevheri yalnız kendi görebiliyordu. Bir şey yapmalıydı. Çöplük kısmına daha adım atmasa da bu semtte yanlış olan her şeyi düzeltmeliydi. En azından çabalamalıydı. Sebebini bilmediği öfke insanların kalbini sarmış, gerçekleri görmelerine engeldi. Bu planı kurarken bile başının türlü belalara, olaylara bulaşacağını bilse de yapmadan beklemesinden iyiydi. Bir anda karşı apartmanın kapısı açıldı. Gülkurusu mini bir elbise vardı, Narin'in üzerinde. Gece bile saklayamamıştı o güzel gözlerini. Dudaklarında koyu bir ruj vardı. Elinde siyah, ince zincirleri olan bir çanta; ayağında, çantasına uyumlu bir ayakkabı vardı. Ki-

49

K

me baktığını genç kız bilmese de, birini arıyordu o gözler. Belliydi. Genç kızın içinden bir ses, "Murat," dedi. Kadını dikkatle incelerken kadının da kendisine baktığının farkında bile değildi. Ayağında topuklular yokmuşçasına hızla apartmanın önündeki kaldırımdan inip kendisine yaklaştı kadın. Giriş kat olduğu için, ayağında ki ayakkabıların da büyük katkısıyla, genç kızla yüz yüze gelebilmişti. "Sorun mu var güzelim?" dedi. Edindiği sokak ağzı, kadının üzerine dikilmiş bir elbise gibi otursa da, Tuğçe nazik bir hanımefendi olabileceğinin farkındaydı. Narin isterse çok nazik bir kadın olabilirdi. Sesinde ki naifliği, isminde ki inceliği kişiliğine de oturtabilirdi. "Hayır, neden sordun?" "Öyle bir baktın ki, alacaklısın diye düşünmedim değil. Tercihlerin hemcinslerin üzerineyse yanlış kişiyim."


Ne, lezbiyen olduğunu mu ifade ediyordu?

yaklaşımın da, kimse farkında değil."

"Epey yanlış düşünmüşsün." deyip pencerenin korkulukları arasından elii uzattı. "Yanlışları düzeltmeye ilk adımı atıyorum o halde. Ben Tuğçe."

"Yaptığın iş beni ilgilendirmez, herkesin kişisel tercihi. Ben insanlığa bakarım." Elini kalbine götürdü kız. "Buranın atışına, güzelliğine bakarım. Yoksa ne yaparsan yap bana ne? Kişi kendinden sorumludur. Günahın, sevabın, yanlışın beni ilgilendirmez. En fazla uyarabilirim. İstesem de elimden bir şey gelmez."

Bu hareket kadının hoşna gitmişti. Çarpık bir gülüş dudaklarında yer alırken o da elini uzattı. "Narin. Yenisin belli ki. Yeni olmasan bana böyle yaklaşmazdın." "Niye? Nasıl davranmam gerekirdi?" "İğrenen bakışların, vebalıymışım tavırların olmalıydı." derken çantasından paketi çıkardı. İçinden bir dal alıp dudaklarına yerleştirdi. Çakmağını ararken konuşmaya devam etti. "Eskort, hayat kadını, yollu, orospu ne demek istersen oyum ben. O yüzden." Çakmağının aleviyle sigarasını tutuşturdu; tıpkı birisinin kendi yüreğini tutuşturduğu gibi. "Aslına bakılırsa doğru olan sensin be Tuğçe. Doğru olan senin

"Helal kız sana. Gece gece daha da efkârlandırdın bak beni." Güldü kız. Nedendir bilinmez bu kadın hoşuna gitmişti. "Nereye peki?" "Nereye olacak? Milletin altına yatmaya. Herifler beni bekler." derken gülümsedi. O gülümsemenin ardında çok şeyler gördü Tuğçe. Yine de sustu, şimdi zamanı değildi. "Hayırlı işler desem olmaz herhalde." dediğinde ikisi de güldü. Narin'in gülüşü sokağı inletti. İçten gülmüştü, yapmacık değildi. O gülüşle ortaya çıkan gamzeler

50


herkesi hayran bırakırdı. "Olur olur. Sokağın sonunda ki pavyondayım istisnasız her gece. Gel bir gün beklerim. Karşılıklı bir şeyler içeriz." "Ben içmem, yani alkol kullanmıyorum. Tadı güzel değil." "Vay, en azından denemişsin. Oysa pek masum duruyorsun. Ne derler; her kadının içinde yatan bir şeytan vardır." Gülümsedi genç kız. Sohbet sarmış, almış başını gidiyordu. "Doğrudur. Bakarsın bize sevdireni, biz de buluruz bir gün." "Ooo konu aşksa ben kaçar. Malum, dünyam rengârenk. Tek adamla olacak iş değil. Haydi, kendine iyi bak." deyip hızla Tuğçe’den uzaklaştı kadın. Konu başka yöne gidecekti ve gitsin asla istemiyordu Narin.

bu semti keşfetmek istiyordu. Annesi ve babası uyumak için odasına çekileli bir saatten fazla oluyordu. Haber vermeye de lüzum yoktu. Önceki evlerinde de canı sıkıldıkça çıkıp giderdi. Üzerine siyah ceketini giydi. Evin anahtarını, biraz para ve telefonunu yanına alıp dışarı çıktı. Belki bir iş ilanı görürdü. İşini ne kadar çabuk bulursa o kadar iyiydi sonuçta. İlk defa gezeceği için sokaktan çıkıp direkt sağa ilerledi. Solu seçerse arka mahalleye, odasının penceresine çıkacaktı. Az çok gördüğü sokağı, bugün daha fazla görmek istemiyordu. Hiçbir canlılık göremediği ıssız sokaklarda ilerlemeye devam etti. Yalnızca apartmanlar vardı. Dükkân falan da yoktu. Bu mahalleden iş konusunda umut yoktu anlaşılan.

Kadının gidişini izledi kız. Ne değişikti hayat? Kimi neyle sınıyordu?

Etrafına bakınarak ilerlerken bir ağlama sesi duydu. Sessiz iç çekişler duyuyordu. Bir kız ağlıyordu belliydi. Sesin kaynağına ilerledi. Bulurdu mutlaka, ağlayanı. Neden ağladığını da merak ediyordu.

Niyeyse daralmıştı. Vakit geç olsa da biraz çıkıp sokakta dolaşmak,

Pencerenin önünde ki kızı gördü. İçli içli ağlıyordu. Geceden daha

51


kara saçları önüne düşmüş, yüzünü kapatmıştı. "Allah'ım, yardım et." dedi içli içli. Tuğçe, temkinli adımlarla kıza ilerledi. Çıkmazdı bu sokak. Sokağın sonunda oturuyordu bu kızda. "Merhaba," dedi. Korkutmak istemiyordu bu tanımadığı kızı. Kız, ağlamasını kesip hızla gözlerini sildi. Karşısında duran kıza baktı. Küçük duruyordu. On beş, on altı zor vardı yaşı. "Korkutmak değil niyetim. Sadece ağlayınca yardım edebilirim belki diye." "N-ne olursun durdur onu. Sana yalvarıyorum." dedi eliyle bir noktayı işaret ederken. Genç kız işaret edilen yere bakınca bir şey göremiyordu. Bu kız deli falan olabilir miydi? "Evin yanında." dedi Tuğçe’nin düşüncelerini okumuş gibi. Genç kız, evin yanında ki küçük boşluğu görmüştü. Temkinli adımlarla oraya ilerledi. Gördükleri onu bu kez dumura uğrattı.

Kim olduğunu bilmese de, gencin biri toz çekiyordu. Ağlayan kız, bu çocuğu tanıyor olmalıydı. Üstü başı dağılmış, kendini kaybetmiş biçimde toz çekiyordu genç. Durdurmalı mıydı, Tuğçe? Ne tepki verirdi bu genç? Bilmiyordu. Ve bilinmezlik daima korkuturdu. Çocukla göz göze geldi. "İyi misin?" diyebildi sadece. Ne denirdi bu durumda, kestiremiyordu. "Hiç iyi olmamıştım bu kadar, sen niye dönüyorsun?" Sarhoş gibi konuşuyordu. Kafa güzeldi ama ilk defa kullanıyor ya da yeni başlamış olmalıydı. Az çok biliyordu madde bağımlılarını. Yeni olmadığı ya da fazla kullanılmadığı takdirde mide bulantısı, baş dönmesi pek görülmezdi. "İsmin ne senin?" derken biraz daha yaklaştı. Aralarında iki adım vardı. Üstelik penceredeki kız hala ağlıyordu. Sesi duyabiliyordu. "Mu-Muhammed." derken kelimeleri kayıyordu.

52


Hızlı bir hamleyle çocuğun elinden paketi aldı. İtiraz edecek, ona direnecek gücü yoktu çocuğun. "Ne zaman başladın?" "Bugün," derken gülmeye başladı. "Neden?" diye mırıldandı kız. Neden başlanırdı bu illete? Kimden, neden almıştı? Hazine de uyuşturucu olmayacağını söylemişti, Mehmet. Yalan mı söylemişti yoksa Çöplük'ün insanlarından biri miydi Muhammed? "A-Aslı. Eğer kullanırsam..." Aniden yere yığıldı çocuk. Devamı gelmemişti o sözlerin. Böyle bırakamazdı Tuğçe. Asla olmazdı ama ne yapabilirdi? Hastaneye götürse oraya kadar taşıyamazdı. Hastaneyi arasa gelmesi uzun sürerdi. Bir yardım eli lazımdı. Hiç düşünmeden boşluktan sıyrılıp yan evin kapısını çaldı. Biri yardım etmeliydi. Bu çocuk, Çöplüktense bile bir hastaneye götürülmeliydi. Genç bir kız açtı kapıyı. Şaşkınca bakıyordu kendisine.

53

"Baban, ağabeyin biri lazım acil bana." "Kimsiniz? Ne oluyor?" "Bak yardıma ihtiyacım var. Baban evdeyse ne olur çağır." "Ağabeyim... kahvededir. " "Nerede kahve? Ya da ara gelsin hadi çabuk!" dedi bağırarak. Pencerede ki kızın ağlayışı iyice sesli hale gelirken kapıda ki kızın gözleri pencereye kaydı. "Yonca, ne oldu?" "Mu-Muhammed, toz çekti. N’olursun kimseye bir şey söyleme. Bayıldı, burada." Kızın gözleri büyüdü. İnanmıyordu, bu olamazdı. Eğer bunu duyarlarsa, Muhammedi ölmekten beter ederlerdi., "Çağıramam, ağabeyim olmaz." dedi Tuğçe’ye. "Ne demek olmaz? Komaya girdi muhtemelen. İlk defa kullanıyormuş. "


"Duyarlarsa, mahvederler onu." "Duymazlarsa da ölecek. Ölmesi daha mı iyi?"

Pisliğe bulaşacak biri değildi. Sigara bile içmezdi. Toz da ne demekti?

Sonra, "Ne oluyor burada?" dedi bir erkek sesi. Hızla soluna döndü kız. Bu adam Murat’tı. Tanımıştı.

Hastaneye ulaştığında sedyeyle gelen görevliler acil müdahale odasına aldılar, geride bekleyen Murat ve Tuğçe bıraktılar.

"Yardım lazım. Araban var mı?"

"Çöplükten mi?"

"Var ama ne oldu? Sen kimsin?"

Sağında kendisi gibi duvara yaslanmış bekleyen kıza baktı. Tanımıyordu bile bu kızı. Çöplüğü nereden biliyordu?

"Benimle gel." dedi. Adam hiç şüphe etmeden genç kızı takip etti. Yerde yatan Muhammed'i tanıyordu. "Ne yaptın?" dedi sinirle. Tuğçe’nin zarar verdiğini düşünüyordu. "Bir şey yapmadım. Toz çekiyordu. Hastaneye götürmeliyiz." dediğinde, anın şokunu yaşamayı sonraya bıraktı adam. Hiç düşünmeden Muhammed'i sırtına alıp kapının önündeki arabaya taşıdı. Tuğçe yanına, kendisi de şoför koltuğunda yerini aldığında gaza yüklendi. Yapmış olamazdı değil mi? Arabasında yatan delikanlıyı iyi tanırdı.

"Kim, ben mi?" "Hayır, Muhammed." "Değil. Bizim mahallenin çocuğu. Aklım almıyor. Kendimden beklerim, ondan beklemem." "Şimdi ne olacak? Söyleyecek misin herkese? Ne yapacaksınız ona?" "Hayır, kimse duymayacak. Sen de susacaksın. Birinden duyarsam senden bilirim, anlaştık mı?" "Söyleyecek olsam, yardım istemez mahalleye duyururdum de-

54


ğil mi?" dedi sert bir tavırla. Tehdit etmek, korkutmak Hazine'de gelenek falan mıydı?

"Yok, ben de ediyorum. Adam değil mesela, hayvan! Kabadayının önde gideni."

"Özür dilerim. Bak eğer biri duyarsa, Muhammed'in hayatı kayar. Onu severim. Bir şey olmasından endişeliyim, bu yüzden fevriyim."

Sesli güldü adam. Bu kız delinin tekiydi. Mehmet, bu söylenilenleri duysa bu kızı boğardı.

"Mehmet, ne yapar ona?" "Sen Mehmet’i, beni, Çöplük'ü nereden biliyorsun?" Güldü. "Tuğçe ben. Dün taşındık Hazine'ye. Kısa zamanda çok şey öğrendim bu semtle ilgili." "Ben de, Murat. Mehmet'in ağabeysi sayılırım. Aslına bakarsan Muhammed'i mahvedecek tek kişi, Mehmet. Affı yok, gözü kara, çabuk parlayan bir manyak." "Hah ya, bu işte! Onun manyak olduğunu düşünen tek kişi değilim." Güldü adam. Şu durum da güldürmüştü bu kız onu. "Kardeşime, tek ben hakaret ederim yalnız. "

55

"Öyle deme. Adam gibi adam benim kardeşim." "Adam mı? Adamlıkta bir kızı tehdit etmek, üzerine yürümek, şiddet uygulamak var mı? " dediğinde bu sabah geldi, Murat'ın aklına. Mehmet'in anlattığı kız bu muydu? "Yok, o Mehmet'in bir kıza karşı yapmış olduğu ilk ve son hatası emin olabilirsin." Omuz silkti. Onun adı, konusu daha fazla geçsin istemiyordu. Sonra ki dakikalar sessiz geçti. Sessiz bir bekleyiş içindelerdi. Sessizlik, belirsizlik en sevmediği şeyler arasındaydı Tuğçe'nin. Biraz daha böyle beklemek istemiyordu. Muhammed'in sonunu merak ediyordu. Odadan çıkan doktor durumunun iyi olduğunu, uyuşturucunun baş-


langıcı olduğu için midesinin yıkanması ve bir kaç ilaçla, bağımlılıktan kurtarabileceğini söyleyip gitti.

Gülümsedi. Bugün ne çok gülümsüyordu. Bu adama her baktığında, Narin'i görüyordu. Merak ediyordu da, soramazdı.

Midesini yıkamak için götürülen delikanlının ardından baktılar sadece.

"Muhammed'e ne olacak?"

"Seyfi Ağabey, çok üzülecek." "O kim?" "Yaşadıkça tanıyacağın insanlar var ya, çoğunun babası. Hayat bu semtte daha ağır, daha çekilmez. Vakasız tek günümüz yok bizim." "Farkındayım. Dünden bugüne kaç tane kavgaya şahit oldum. Hatta kavgaya dahil oldum." "Daha çok dahil olacak gibisin. Asi bir yapın var anladığım kadarıyla." "Öyle. Erkek gibi büyüdüm biraz." "Mehmet, kavganızı anlatmasa bu dediğine inanmazdım işte. Dışarıdan masum, ailenin tek çocuğu, havalı ama kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan bir tipin var."

"Bir şey olmayacak. Uyansın, konuşacağım. Bu olayı kimseye duyurmayacağız. Bir daha kullanmasını da engelleyeceğim. Olur da kullanmaya çalıştığını dahi görürsen, beni ara." "Numaran?" dedi telefonunu çıkarırken. Adamın söylediği numarayı kaydetti. *** Sabah ezanları okunurken koridordaki oturaklarda uyuyakalmıştı genç kız. Murat, son iki saattir içeri de Muhammed’le konuşuyordu. Adam akıllı laf alamamıştı önce. Zorlayınca öğrenmişti gerçekleri. Çöplüğün güzel kızlarından Aslı'yı sevmişti. Aslı da delikanlının aşkından faydalanarak onu kullanmıştı. Üstelik kız, o kadar fenaydı ki, Muhammed'in başını belaya sokacak şeyler söylemişti. Muhammed, o yüzden o sokakta

56


çekmişti o tozu. Mehmet’le Murat, mahallenin yönetimini ele alan gençlerdi. Ve o sokakta oturuyorlardı. Muhammed'in o sokakta olmasını isteyen Aslı’ydı. Çünkü yakalanması daha kolay olacaktı. Yakalanırsa, Mehmet'in neler yapacağını biliyordu. Aslı cadısı aşkıyla, Muhammed'in başını derde sokmuştu. Uyuşturucu kullanmasını da o istemişti. Dilini kesecekti o şeytanın, Murat. "Aklına gelmedi mi, yakalanacağın? Oğlum, ya Mehmet görseydi seni?" "Tek bir an düşünmedim ağabey. Görse ne olur? En fazla öldürür. Ailesi olmayana da koymuyor ölmek, inan bana." "Ailesi yokmuş." Öfkeyle konuşmuştu adam. "Senin ailen biziz, biz. " "Kandırmayalım ağabey birbirimizi. Başımızı okşayan ana, harçlık veren bir babamız olmadı. O sıcaklığı hep merak ettim. Hoş, hissedemeden ölüp gideceğim." "Seyfi Ağabey'e, haksızlık ediyorsun."

57

"Etmiyorum, ben onu sevdim ama asla hissedemedim o sıcaklığı. Her neyse, aşk olunca konu gözüm kimseyi görmedi. Aklım, Mehmet Ağabeyi düşünmedi zaten." Sıkıntıyla nefes aldı adam. "Bir daha kullanırsan, herkesten önce ben dürerim defterini. Çöplüktekilerden hayır mı var da, gittin Aslı'yı buldun? Kullanmış seni. Başına bela gelsin, Mehmet yakalasın istemiş belli ki." "O istemiş de, benim gönül de onu istiyor; seviyorum. Yoksa ben de biliyorum tehlikelerini, onlara bulaşmamam gerektiğini." "Vazgeçeceksin, geçemiyorsan sevdanı içine gömeceksin." "Sen gibi mi? Narin abladan vazgeçemeyişin gibi mi?" Acıtmıştı bu sözler adamı. Narin demeselerdi. O kadına çok ahı vardı. Çok diyeceği, çok derdi vardı o kadınla. Olur da ahirette yüz yüze gelirse en çok da, dışında susturup için de konuştuklarının hesabını isteyecekti. Hakkını da iki dünyadan birinde almadan ra


rahat etmezdi bu gönül. "Ben gibi, yine de Narinle ilgili bilmediğiniz çok şey var Muhammed. 33 yılı onunla beraber ben geçirdim, siz değil." deyip odadan çıktı. Neler derdi, neler anlatırdı da dili varmıyordu.

Tuğçe’yi uyandırıp önce arabaya taşıdı. Genç kız arabanın içinde yarı uyanık beklerken, adam kardeşi bildiği çocuğun çıkış işlemlerini de yaptı. Beraber arabaya binip sokaklarına sürdüler. Yeni olaylar onları beklerdi.

Gökyüzü

Oturaklar da uyuyakalmış olan Tuğçe’ye baktı. Delikanlı bir kızdı, belliydi. Bir an evvel eve gitmelilerdi. Hem mahalleli uyanıp onları görmemeli, hem de bu kız rahatça yatağında uyuyabilmeliydi.

Çizim: Cenker Türeci

58


K Ö R,

V E D İ L S Z L E R 59

Fotoğraf: Emma Parry

S A Ğ I R

Kör, dağır ve dilsizler Yeryüzü çok genişti. Hem de çok. Herkese yetebilirdi; İnsanlara da, hayvanlara da. Hatta inanmazsınız belki de ama, cinlere de. Şimdi neden bu kadar dar? Neden herkes kapana sıkışmış bir fare kadar korkak? Farelerden özür dilerim. Zira, onlar aç kalmamak için savaşırlar sadece. Şu yaptıklarımıza bir baksanıza Hepimiz, kör, sağır ve dilsizler gibiyiz. Bu yüzden bedensel engellilerden özür dilerim. Zira, mecaz anlamda bizler gibi zihinsel engelli değiller. Ah, şu deliler yok mu Şu deliler. Onlar, nasıl da işlerini bilirler.


Sessizce arka kapıdan çıkıp gittiler. Belki hiçbirimiz, hiçbirimizi anlamayacak. Ne yazık, Değil mi? Hayvanlar kadar bile olsa düşündeş olmamamız. Aslında çok da komik. Klonlanmadan, klonlanmış gibiyiz. Beynimizin olduğunu söylüyoruz, Ne kadar kullandığımız artık aşikar. İşte, komik olan bu. Birbirimize ardı ardına yalanlar sıralayıp, bir de üstüne basa basa yeminler ediyoruz. Söylesenize. Biz kimi kaldırıyoruz, Tanrı'yı mı? Hepinizin ağzından, şimdiden hokkali bir küfür çıktı sanırım. Kendimizi kandırmayı bırakalım. Hem de hemen. Hala, uçabiliyorken kuşlar Kanatlarını kırmayalım. Hala, gülebiliyorken çocuklar Gülüşlerini çalmayalım. Yarın, evet yarın. Ama, bu hangimiz için hangi yarın? Gerçek sarhoşlar çocuklardır. Ne ırk bilirler, ne de din; Ne ülke bilirler, ne de millet. Onlar için, Tanrı hep aynıdır. İyi niyetli biridir, onlar için Tanrı. Çıplak bedenlerini utanmadan sergilerler. Çünkü; Sarhoşluktur, çocukluk...

Talip Mutlu

60


YERLİTR SİNEMADA “LGBTİ” Yazı Serisi -1

T E K

T E L D E N 61

Sen, Sappho, rahat ol! Lezbiyen olup olmadığınla değil, şiirlerinle ilgileniyoruz biz. Sen, rahat ol! Duygunla, coşkunla ilgileniyoruz... Levkades uçurumundaki ölümünde, papirüs yaprağında sen, Sappho, rahat ol!

M.Ö. 6. yüzyılda Lesbos adasında yaşayan Yunan şair Sappho, tarihte bilinen ilk kadın şair. Şiirlerinde aşkı her iki cinse karşıdır ama kadınlara daha yakıcı bir arzuyla bağlıdır.

“ve işte sen üstüne geçirirken şalını çiçek açmış fidanlardan taçlar öreceğim o güzel saçlarına gel ama artık tatlım çıldırttı beni güzelliğin”

Şiirleri, kadınlarla yaşadığı duygu dolu cinsel yaşamını gözler önüne sermekten kaçmaz, dürüst ve samimidir. Ahlaksız damgası yediği de olur bu yüzden ama duygusundaki derinlik, cinsiyetçiliği yener, onu, şiirleri ile öne çıkarır. Sappho’nun biseksüel olduğu ortak görüşünde birleşen akademisyenler var. Kadınlarla tutkulu aşklar yaşamıştır ve bir erkekle evlenip kız çocuğu sahibi olmuştur. Modern “lezbiyen” kelimesinin kökeninin Sappho’ya dayandığı söylenir. Sappho sık sık “lezbiyen” ya da “Lesboslu” olarak tanımlanmıştır. Ayrıca Sapphic kelimesinin de eşcinsel çağrışımları vardır. ***


-Sappho’yu şimdilik üst paragraflarda bırakıyorum. Onu bu yazı dizisinde sıkça anacağım ama şimdi sinemamızın “LGBTİ”sine girmek için ön hazırlık yapmalıyım.*** Sesini incelterek “ayol” diyen erkekler ve saçlarını tıraş ettirip erkek pantolonu giyinmiş kadınlar mıdır geyler ve lezbiyenler? Filmlerimize abartılı karakterler olarak girmekten bezdiklerini, bundan ne çok canlarının yandığını görmezden geldiğimiz lezbiyenler, geyler... Translar... Kimdir onlar? Kelimelerin anlamını bilmediğimizde, yaşadıklarımızı, uydurduğumuz kelimeler ile ifade ederiz. Yaşadıklarımızı kavrayamadığımızda da kelimelerin gücünü, derinliğini ıskalarız. Bu tehditlerden korunmak için kısa bir sözlükten geçeceğiz birlikte. Sinemaya sonra gideceğiz.

TOPLUMSAL CİNSİYET; farklı kültürlerde, farklı coğrafyalarda ve farklı tarihselzamanlarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumluluklar bütününü ifade eder. Toplumsal

cinsiyet kavramı; kadın ve erkeğin toplum içindeki farklı rollerini, sosyal konumlarını, ekonomik ve politik güçlerini yansıtır ve aynı zamanda tüm bunları etkiler. Toplumsal cinsiyet kimliği tıpta “cinsellik kimliği” olarak da ifade edilir.

TOPLUMSAL CİNSİYET ROLÜ; eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyumdur. TOPLUMSAL CİNSİYET KİMLİĞİ; erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyumdur. BİYOLOJİK CİNSİYET; anatomik bakımdan bir kişiyi kadın ya da erkek olarak tanımlar. CİNSEL YÖNELİM; belli bir cinsiyetteki bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade eder. Tanımlanmış üç cinsel yönelim vardır: Kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, Kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi heteroseksüellik, Kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir. Cinsel yönelim, duyguları ve ken-

62


dilik kavramını içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Kişinin davranışlarına bakarak cinsel yönelimi hakkında her zaman bilgi sahibi olamayabiliriz. Eşcinsel; duygusal/cinsel açıdan hemcinsine ilgi duyan kadın veya erkektir. 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistiksel El Kitabı-IV (DSMIV) ile ve daha sonra 1992 yılında Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) ile eşcinselliğin ruhsal bir bozukluk olmadığı kararını almış ve bu kavramı hastalık sınıflandırmalarından çıkarmıştır. Türkiye’de de resmi olarak DSM-IV kullanılmaktadır.

LGBTİ neyi ifade eder? Lezbiyen; kadın eşcinseldir. Gey; erkek eşcinseldir. Bu terim, eşcinsel kurtuluş hareketiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Aynı cinsten insanların birbirlerine karşı duygusal, erotik, cinsel yönelimleriyle yarattıkları hayat tarzını tanımlamak için, eşcinsel bireyler tarafından ortaya konmuştur. Kelime başlangıçta hem kadın hem erkek eşcinselleri kapsamıştır ancak zamanla yalnızca erkek

63

eşcinsellerin kendilerini ifade etmek için kullandıkları bir kelime olmuştur. Biseksüel; duygusal ve cinsel açıdan her iki cinsiyete de ilgi duyan kadın veya erkektir. Biseksüel bir kimse her iki cinse de aynı ölçüde ilgi duymayabilir ve bu ilginin derecesi zaman içinde değişebilir. Biseksüellik, aynı anda hem bir kadına hem bir erkeğe ilgi duymak, her iki cinsiyetten iki birey ile aynı anda birlikte olmak anlamına gelmez. Transseksüel; kendisini karşı cinsten biri olarak tanımlayan kişidir. Hem erkek hem kadın için geçerlidir. Kişi erkek olduğu halde kadın olmayı isteyebilir, kadın olduğu halde erkek olmayı isteyebilir. Transseksüel, daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Bu yüzden transseksüel bireyleri dış görünüşlerinden belirlemek söz konusu değildir. İnterseks; kadın ve erkekler için olağan sayılmayan bir şekilde dış genital organ ya da iç üreme sistemi ile doğmuş kişidir. Eşcinsel, gey, lezbiyen, biseksüel,


heteroseksüel “cinsel yönelim”i ifade eden kelimelerdir. Transseksüel, interseks, karşıt giysicilik (travestizm/transvestizm), transgender ise “cinsiyet kimliği”ni ifade eden kelimelerdir. Transseksüellik cinsiyete dair kimliği ifade eder; bireylerin cinsel yönelimi ile alakası yoktur. Transseksüel bir birey, heteroseksüel, biseksüel veya eşcinsel olabilir. Karşıt Giysicilik (travestizm/ transvestizm); geçici olarak karşı cinsten biri gibi yaşamak için, o cinse ait giysilerin giyilmesi ve karşı cins gibi davranılmasıdır. Kalıcı bir cinsiyet değişikliği özlemi veya bununla ilgili hormonal/ cerrahi tedavi isteği yoktur. Bu terim Avrupa’daki “Crossdresser”a denk gelir ama ülkemizde daha çok transseksüellikle karıştırılmaktadır. Travesti; daha çok dış görünüşle ve davranışlarıyla karşı cinse ait olma isteğinde olan kişidir. Bu sözcük kişideki transvestizmi ifade eder. Halk arasında travesti dendiğinde daha çok kadın giyimindeki/davranışındaki erkekler akla gelse de travesti kelimesi hem erkek hem kadın için geçerlidir; erkek giyimindeki/davranı-

şındaki kadınlar içinde kullanılır. Transgender; biyolojik cinsiyetinde veya görünümünde, cerrahi müdahale geçirerek veya geçirmeden değişiklik yapan kadını ve erkeği kapsayan İngilizce bir tanımlamadır. Türkçedeki “travesti” ve “transseksüel” tanımlamalarının ikisini de kapsar. İngilizcede LGBT kısaltmasındaki “T”dir. Yurtdışında yaygın olarak kullanılmakla birlikte ülkemizde bu terim çok fazla yaygınlık kazanmamıştır. Saplantılı Yanlışımız: Halk arasında travesti, ameliyatla kadın olmamış, yalnızca dış görünümü ve davranışlarıyla kadın kimliğine bürünenleri; transseksüel ise giyim ve davranışlardan öte ameliyatla kadın olanları tanımlamak için kullanılan yerleşmiş kelimelerdir. Oysa her iki cinsiyet için de geçerli olmak üzere, kişinin cinsiyet geçişi ameliyatı olması ya da olmaması tanımlamalarda belirleyici özellik olmamalıdır. Kişinin kendisini nasıl hissettiği üzerinden getirdiği tanımlamanın esas alınması gereklidir. *** Yıl 1963. Nihayet sinema salonuna girdik. Perdeye iki kadının

64


öpüşmesi yansıyor; Suzan Avcı ile Sevda Nur İki Gemi Yanyana’da dudak dudağa. Yerli sinemamızda bir ilktir bu! Yönetmen Atıf Yılmaz’dır. Seyirciyi cinsellikle sömürmez. Bu sahne ile dönemin cinsiyetçiliğine kafa tutar. 1970’lerde seyircinin önüne, Taner Oğuz’dan Parayla Değil Sırayla, Günay Kosova’dan Çikolata Tarlası, Temel Gürsu’dan Kazım’a Ne Lazım, Kokla Beni Melahat, Yılmaz Atadeniz’den Onun Hikâyesi, Aram Gülyüz’den Sevişmek Bir Dakika, Naki Yurter’den Anasına Bak Kızını Al, Yücel Uçanoğlu’dan Yok Devenin Başı gibi pek çok pornografik film gelir; kadınların birbiriyle seviştirildiği sahnelerle, şişe mastürbasyonlarıyla, takma plastik penislerle acımasızca sömürü yapılır. 1980’lerde Atıf Yılmaz’dan kadın sorununu bilinçli bir şekilde gündeme getiren “kadın filmleri” gelir. Onun filmlerinde kadın karakterler bilinçlenme, bağımsızlaşma, kendi bedeninin ve hayatının kontrolünü ele alma süreci içinde şekillenir. Yeşilçam sinemasında “kötü kadın”lara yakıştırılan cinsel arzular, “kadın

65

filmleri” gelir. Onun filmlerinde kadın karakterler bilinçlenme, bağımsızlaşma, kendi bedeninin ve hayatının kontrolünü ele alma süreci içinde şekillenir. Yeşilçam sinemasında “kötü kadın”lara yakıştırılan cinsel arzular, “kadın filmleri” sayesinde sıradan kadınların yaşam deneyimlerinin bir parçası haline gelir. Daha 60’ların Türkiye’sinde o, lezbiyen ilişkiyi “duygu bağı” yönü ile kavramıştır ve toplumda ilk nabız yoklamasını yapmaya cesaret etmiştir. Sappho’nun, kimsenin uzanamadığını düşündüğü elmasına, kim bilir, belki de bizim Atıf Yılmaz’ımız uzanabilmiştir.

“dalın, en tepedeki dalın ucundan sarkar elmanın en tatlısı; bıraktılar orada onu, koparmadılar; sanma ki unuttular; uzanamadı ki kimse taa oralara”

Pelin Erdoğan

Masal Oyası, Galata, Beyoğlu


Kaynaklar:

Özgüç A (2006). Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi, 4. ve 5. Baskı, +1 Kitap, İstanbul Öztürk, R (2000). Sinemada Kadın Olmak, Mart Matbaacılık, İstanbul İrfan Hıdıroğlu, Semra Kotan, “Sinemada Eril Söylem ve Atıf Yılmaz Filmlerinde Kadın Sorunu” Atatürk İletişim Dergisi, Sayı 9 / Temmuz 2015 KAOS GL Dergisi - Sözlük

66


Kimi sevsem, sensin...

Atilla Ä°lhan


Fotoฤ raf: Gรถzde Kaya


/mucizeruhdergi.blogspot.com /mucizeruhdergi /mucizeruhdergi

MUCÄ°ZE RUH


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.